Dizgi - Baskı - Yayımlayan: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. Nisan 1998
ESKİ BİR öGRETMENİN ANILARI 1908-1940
SÜLEYMAN EDİP BALKIR
Cumhuriye( GAZETESİNİN OKURLARINA ARMAGANIDIR.
GlR1Ş Anılan ben yeraltındaki tarihsel kalıntılara benzetirim. Bir rastlantı sonunda eşilip, deşilip ortaya çıkarılanlar, ayık lanıp paklandığı zaman kiminin paslanıp işe yaramadığı gö rülür; kimileri de değerlendirilince bunlar, tarih dönemlerine yeni bir ufuk kurduğu gibi kopuk, limeleşmiş yerlerine yama lar örer ve anlam bütünleyen güçler kazandırır. Anıların otur duğu öylesine olaylar vardır ki bunlar yerlerinden çıkarılıp öz lerine, ağırlıklarına göre dizilip ortaya konulduğu zaman bel ki bir ülkenin karanlıkta kalmış geçmişindeki bir köşesini, bü tün çizgileri, bütün renkleriyle tanımlar; ya da bütün dünya ya yeni şeyler öğreten bulunmaz belge değerini bağlar bun lar... Kendi nefsimde denediğim yönü de şöyle oldu hep: Ha ni karanlıkta bir elektrik elfenerini ağzına kadar dolu bir oda da sağa, sola tutarsınız da ışığının yoğunlaştığı yer, keskin bir belirti içinde; yanlardakilerse boğuk bir kaybolmuşluktan kur tulur, meydana çıkar. Bunların içinde ilgi çekici şeylere rast lanınca, elinizdeki fener artık deli gibi doğrultular değiştirir; bunlardan yenilerini aramaya başlar. Tıpkı bunun gibi, yeri geldiğinde, bir anımdan kopardığım parçalan asıl biçimleri, renkleriyle ortaya koyunca bunların çok kere çevremi ilgilen dirdiklerini görmüşümdür. İşte böyle zamanlarda eski yaşan tılanmın, çabalarımın tümünü, niçin yazmadığım sorusu ile sık, sık karşılaşmışımdır. tlkönce bu teşvikleri umursamadım. Ama yaşlanıp da görev yıllan birbiri üstüne yığıldıkça "Geç ıniş"im, türlü türlü olayların ve deneylerin tıka basa istif edil diği bir depoya benzedi. Burada neler yoktu ki .. başı boş bir çocukluk dünyasının alabildiğine özgür yaşantısından tutun da bir şeyler anlayıp bellemek hırsının sürüklediği öğrenciliğe; sonra da öğretme sevgisinin tutuşturduğu ülkücü çabalara ka dar her şey, ama her şey vardı. Sürüp giden teşviklerin baskı haline geldiği bir sırada,
5
vaktiyle pek ağır ve ürkütücü koşullar içinde yürüttüğüm bir görevimin anılarını, sivri yanlarıyla ve o günleri yaşarcasına taze bir coşkunluk içinde ortaya koymuştum. - Yahu, bunları niye yazmıyorsun? Yoksa eskinin karan lığı içinde küflenmeye bırakılacak kadar önemsiz mi sayıyor sun? Yaz dostum,yaz. Hem de hiç vakit geçirmeden başlama lısın. Bunları söyleyen, Sabahattin Eyuboğlu idi. Kendisini, Köy Enstitüleri'nin en hızlı günlerinde, Tonguç yolu ile tanı mıştım. Tonguç, "Eyuboğlu" derdi de başka şey çıkmazdı ağ zından. O kadar beğenir, o kadar severdi onu. Kendisiyle iliş kilerimiz bugüne kadar sürdü. Yakınlarım arasında, doğru, güzel şeylere inanan; hiçbir nedenin bu yoldan çeviremeye ceği kadar sağlam bir karakteri olan bu çok alçakgönüllü dos tuma öylesine güvenim vardı ki, bana bu söyledikleri, o za mana kadar birikmiş söylenenlerden çok daha etkili oldu. Ku ru dallarda, ılık havanın, güneşli günlerin patlattığı tomurcuk lar gibi, işte hemen o sırada filizleniveren yazmak arzu ve ka ranın, kalem - kağıt arası savaşına girişti. Bunların ilk örnek lerini Eyuboğlu'na okudum. Dedi ki, - -Bence olaylan bu denli yoğunlaştırmak, sivri yerlerine dokunup geçivermek, özleri ne kadar çekici de olsa, kendile rini yorulmadan ve hatta istenilerek okutsalar bile bir eksik lik bırakır böylesi. Yapabildiğin kadar bütün yanlara girmeli sin. Bu anıların önemsiz sayabileceğin hiçbir yönünü bırak ma. Hepsinin harmanını döv. Bu türden işler için çok yararlı öğütler verecek kadar piş kin ve tecrübeli bulduğum için, dostumun gösterdiği yolda yü rümeye karar verdim ve düşündüm ki, köy öğretmenliğinden köyün mutlu geleceğini kuracak yeni insanlar yetiştiriciliği ne giden uzun yolda biriktirdiklerimi, elimden geldiği kadar, dallarıyla, budaklarıyla ortaya koymalıydım. Her şeye susa mış bu yoksul memlekete bizde olanları vermek zorundaydık . Paçaları sıvayıp 1 964 yılının başlarında bu çabalara gömül-
6
düm. Sabahattin Eyuboğlu'nun düşüncelerine yakın bir doğ rultuda yürütmeye zorladım kendimi. Niyetim, asıl köy sorun lan içinde kaldığım savaşlan yazmaktı. Ama köyleri canlan dırmanın "Cenneti"ni kurmaya giden yolda, sanki cehenne min erimiş kızıllığına benzeyen ateşlere basa basa irkilmeden yürüyebilrniş olma gücünün nasıl kazanıldığını, hiç olmazsa, kısaca hikaye etmeliydim. Bunun içinde çocukluğumun ve öğrenim-öğretim günlerinin fınnlanna nasıl girip çıktığımı az buçuk gevelerneliydinı. Ha burası, ha şurası derken işi, taa "Arifiye Köy Enstitüsü", için harcanan çabalann eşiğine ka dar getirmiştim ve yazılanlar da, baktım ki tam bir "Kitap "lık olmuş. Bundan sonrası için, "Şimdi ne yapmalıyım?" diye uzun uzadıya düşündüm: (Arifiye Köy Enstitüsü, başlı başı na bir dünya. Eğer oraya bir girersem buranın anılannı öyle kolay, kolay zamanında toparlayamayacağım. Eh, ömrümün saati de onikiye beşi gösteriyor. Yaş, 65. Hele şu yazdıklan rnı çar-çur olmaktan kurtarayım. Ayakta kalabilirsem, Arifi ye Köy Enstitüsü'ndeki anılara gelir sıra... Belki bunlan işle mek, tamamlamak için yeniden yaşama gücü kazanının.) Ve böylece de anılanrnı yığınlama işi, yanın kaldı. Şim di buradan ayıklanacak, derlenecek düşünce, deney kınntıla n eğer gelecekte özlediğimiz başanlar için, yerine göre, bir damla ışık, bir tutam güç olabilirse ne mutlu.
18 Nisan 1967, İstanbul
Süleyman Edip Balkır
7
TONGUÇ'LA TANIŞMA Tarih kitaplarıyla ilgili toplantıların yapılmadığı ya da er ken dağıldığı zamanlarda Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Genel Müdürlüğü'nde Şube Müdürü olarak çalışan arkadaşım Fuat Baymur'a sık sık uğruyordum. Onunla İstanbul İlköğre tim Müfettişliği 'ne atandığı ilk günlerde tanışmıştık. Galata saray Lisesi'nde öğretmenken Fransızca bildiği için getirilmiş ti bu göreve. Ağırbaşlı, güleryüzlü, bilgisini arttırıp zengin leştirmek için devamlı olarak okuyan, mantığı sağlam ve son ra da candan davranışlarıyla kolayca insanın içine ve kafası na sızıveren bu gençle kısa bir süre içinde kaynaşıvermiştik. Sonra o, toplu tedris sistemi üstüne Viyana 'ya gitmişti ama gene de mektuplarla bağlarımızı kuvvetlendirmiştik. Hoş, bü tün ömrümüz boyunca karşılıklı anlayış ve güven içinde arka daşlığımız hep ayakta kaldı ya.. Daha sonralan da kişiliğinin sağlamlığı yanında tükenmez çabalarıyla ortaya koyduğu de ğerli yayımlar, onun öğretim ve eğitim dünyamızın önemli bir gücü olacağını belli etmişti ve öyle de oldu zati. İşte gerçek ten yakınlık duyduğum Baymur'a şu fırtınalı günün akşamı uğramış, olup bitenler üstüne konuşmuştuk. Bana, - Şimdi seni Tonguç'la tanıştıracağım, dedi. Olayların, dü şüncelerin olduğu gibi ortaya atılmasında gösterilen tok yü rekliliğe bayılır. Hiç çekinmeden ve güven içinde kendisiyle konuşabilirsin. Kalktık, yanına gittik. Babayani bir davranışla kabul et ti beni. Baymur, hemen işe girdi, dedi ki: - Süleyman Edip, şu tarih kitapları işi için gelmiş bura ya .. tık toplantılarını da yapmışlar. (Bana dönerek) Anlatsa na bugün olanları Hakkı Bey'e.. Gerçekten konuşmalarımı zın daha başında bütün sakınma duygularından annmıştım. Bana öyle gelmişti ki o, içimi ve dışımı olduğu gibi görebi liyordu .. Anlattıklarımı bitirince yakın bir arkadaş sıcaklığı ve anlayışı ile karşı karşıya idim. Sanki birden gücüm tazeleni-
9
vermişti. Bu başlangıç, o ölünceye kadar sürüp gitmiş, "Her şeyimle onun yanında olma" inanç ve çabalarının mutlu dün yasına açılan "Kapı"yı örmüştü. Çok geçmeden öğrenecektim ki bu pekiyi "İnsan"ın, bu seçkin"Düşünür"ün, bu erişilmez "Ülkücü"nün ve bu eşsiz "Eğitimci"nin kendi yolunda bana gösterdikleri, öğrettikleri ve verdikleri, benim "Dünya"ma asıl anlamını getirmiştir. Gelecekteki kuşaklar, Yeni T ürkiye'nin kurulmasında onun harcadığı büyük ve çok değerli emekleri, başlı başına onun yazacağı bir TARİH'ten öğrenince, belki kadirbilmezliğin hakkı olarak gözlerinde biriken birkaç damlayı tutamayacak lar ama yurdun mutluluğ\inu yaratıp geliştirmek için onun gösterdiği yolda güçlü elbirliğinin yeni ufuklanna yönelecek lerdir.. Buna, çok inanıyorum. Umutlanın da kesin..
KÖYÜ UYANDIRMAK İÇİN Uykudaki Güç Dünyaya gözlerini açtığı günden beri çıkarların tutsak ya şantısı içinde kısılıp kalmış köylerimizdeki insan, oldum ola sı hiç gün görmemişti. Vergi istemişler, Çulunu satmış; aske re çağırmışlar, canını vermiş... Toprak altında sürünen mi istersin, ya da camsız kerpiç duvarlann çevrelediği izbelere bannan mı? Birer çamur yığı nının susuz, gölgesiz, yolsuz ve yordamsız çalkantısı içinde uyuyan bu kalabalık da kim? Karşılığında hiçbir şey verilme den sömürülmüş bizim köylümüz, yani başka deyimle hepi mizin EFENDİ'si!.. Can damarlarımızın özünü veren bu he nüz "Tarih"i başlatmamış çaresiz insanların yoksulluktan öy lesine yaygın ve öylesine derin ki tutulacak, dile getirilecek hiçbir yanı yok. Kendisine sorarsan, "Köylük yer bura, nide ceg ağam?" diye boynunu büker. Derdini anlatmak için hadi
10
hadi üç yüz, beş yüz sözcüğü vardır. Otu. samanı oldu mu ta mam.. Yumurtasını, yağını kendisi yiyemez ki... Kimi bir gün lük ıraktaki kasabaya, pazarın kurulduğu gün vanr da elinde kilerini satarak azbuçuk gazını, tuzunu alır; yank tabanı ve yanık türküsüyle gurbetteymiş gibi ömrünü tükettiği köyüne döner. Y üz yıllardır uyuyan bu gücü ayaklandırmak gerekiyor du. Köye su, yol, sağlık, ışık gitmeliydi. Köye çok yönlü be reket gitmeliydi. Yeşertmek, meyvelendirmek için bilgi, tek nik gitmeliydi. Köyü uyandırmak, köyü canlandırmak. için birçok şeyler gitmeliydi, ama nasıl? Yurdun dört bir yanına yayılmış 40 bin köy içinde l 6 bi ninin nüfusu l 50' nin altında; l 6 bininin de l 50 ile 400 arası. Yani bunların içinde 3-5 evli olarak kurulmuş olanlarından tu tun da 80 evli olanına kadarı var. Zaten kalabalık köylere bi le öğretmen yollanamamış. Çünkü şehir okullarıyla birlikte köy okulları için yetiştirilmesi zorunlu olan sayıdaki öğretmen lerin tamamlanabilmesi için, o zamanki koşullara göre, yüz yıl beklenilmeliydi. Sonra bu kadar öğretmeni yetiştirecek okullara harcanacak ödenek, görev verilecek öğretmenlerin tü müne bağlanacak aylık, nerelerden bulunabilir diye düşünü lüyordu. Kaldı ki öğretmen okullarından çıkan öğretmenler, her şeyden yoksun bu kuş uçmaz, kervan geçmez yerlerde ba nnamıyorlardı. Haklan da vardı. Doğanın yıpratıcı etkileri ne dayanamıyorlardı elbet. Bütün alışkanlıkları, hep şehir öl çüleri içinde beslenip pekişmiş insanların kan değildi bu.. Sonra bu işin asıl önemli yanı da hizmetlerin, köy özellikle rine uygun doğrultuda yürütülmesiydi. İşte bu nedenler, yaygın, hızlı ve ucuz bir tutumu zorun lu kılıyordu.
İmdada Y�tişti 4 Mayıs l 939'da Trabzon - Beşikdüzü Eğitmen Kursu-
11
nun açılışı için müdür Muharrem Karamızrak'ın düzenlediği bayram günü, ileri gelen yöneticilerden sonra söz alan Üçün cü Umumi Müfettiş Tahsin Uzer'in konuşmasını, Trabzon'da yayımlanmış bulunan "Yeni Yol" gazetesinin 13 Mayıs 1939 tarih ve 2586 sayılı nüshasından olduğu gibi alıyorum: "Az iz yurttaşlarım! İlelebet unutamayacağım bir hüsnü tesadüfle ben de bu tarihi toplantıda bulunuyordum. O zamanki Maarif Vekili bir şark çocuğu olan Saffet Ankan da Meclis'te hazır bulunuyordu. Söz arasında bir ıstırabından bahsettiler ve Ata türk' e hitaben, (elimde bol para var, fakat maalesef eleman yok..) dediler, büyük dahi, sanki böyle bir sual karşısında ka lacağını biliyormuş gibi, bu ideoloji üzerinde günlerce ve haf talarce etüt yapmış gibi derhal ve bilatereddüt şu cevabı ver diler: (Müsterih ol Saffet, bunun da bir çaresi vardır. Türk Or dusunun, bilhassa Cumhuriyet sonrası ordunun yetiştirdiği ça vuşlardan bu hususta pekala istifade edilebilir. Yüzlerce ne fer arasından zekalarıyla teferrüt etmiş (sivrilmiş, kendini gös termiş) olması lazım gelen bu erler, kısa müddetli kurslarla bu iş için istifadeli elemanlar haline kolayca getirilebilir. Bunla ra Eğitmen diyebilirsiniz) buyurdular. Ankan bunun üzerine Atatürk'ün, mürşidinin elini öptü. Müteheyyiç olarak biz de öptük. "İşte arkadaşlar eğitmen ta rihi böyle başlamıştır."
Yoklama Maarif Vekili Saffet Arıkan'ı, bütün yanlarıyla, Ton guç'tan öğrenmiştim. Onun için derdi ki: "Uyur gibi görünen fakat daima uyanık, kavrayıcı ve sarıcı bir zekaydı. Düşünce lerin, olayların sağlamını, çürüğµnü hemen ayıklayıveren de mir gibi bir mantığı da vardı. Hayatı boyunca geçirdiği tec rübelerden onun kadar iyi ve yerinde faydalanmış pek ai in san tanıdım. Anlayacağın, tam bir kurmaydı. Daha iyi tanıt mak için bir iki şeyini anlatayım: Üniversite öğrenimini ta12
rnamlamış bir gencin uzmanlık alanında yetişmesini sağlamak amacıyla Avrupa'ya yollanması bahis konusu edilmiş kendi sine.. Sağdan soldan yapılan ricalar, baskı ölçüsü içinde sür dürülüp götürülürken bu işte asıl önayak olan aracıya, (Hele sen onu bana yolla da bir görüşeyim bakayım.) demiş. Görüş müş. Görüştükten sonra da ilgiliyi çağırtmış, gülerek şunlan söylemiş: (O delikanlı ile uzun uzadıya konuştum. Hiç iş yok onda. Öğrendim, pertvasız gibidir. insanın değerini de büyü tür, rnankafalığını da... yatının yapılacak gerçek zekalan ara yıp bulalım.) Başka bir olay: "Toroslar'da kamp kurulması için liselerin ileri gelen yöneticileri, bağlı bulunduk.lan genel müdürlüğe baş vurmuşlar. iş, Bakan'a duyurulmuş, fakat o, hiçbir şey deme miş. ilgililer tekliflerinin peşini bırakmamışlar ve zorlama da başlanuş. Bunu öğrenen Bakan, yöneticilerin gelip kendisiyle görüşmelerini istemiş. Topluca Bakan' a çıkılmış. içlerinden bi risi, kamp için Toroslar'ın ne kadar elverişli bir yer olduğunu uzun uzadıya ve ballandıra ballandıra anlatmış. Arıkan, dinle miş, hiç ses çıkarmadan eğilip masasının gözünden bir kurmay haritası çıkarmış, yaymış ortaya ve (Kampı, Toroslar'ın nere sinde kurmak istiyorsunuz? Buraya araç ve gereçlerinizi hangi yoldan götüreceksiniz? ikmal işleriniz nasıl olacak? Nerelerde ki sulardan ve ne yolda faydalanacaksınız? Bunlar hakkında geniş bilgi istiyorum önce, sonra karanrnızı veririz) demiş. Tek lif, henüz adamakıllı incelenip aydınlanmamış olduğu için ha zır bulunanlar, donup kalmışlar. Anlaşılan, gerekli araştırma lardan sonra tekrar rahatsız edeceklerini söyleyip aynlrnış ola caklar herhalde .. Ama bir daha da iş tazelenmemiş ... işte anlayışlı, geniş bilgisi ve tecrübesi olan bu alçakgö nüllü devlet adamı, Büyük Kurtarıcı'nın getirdiği ışık altında zorluğun çözülecek düğümünü farkedivermişti. Şimdi bu çok önemli işin uygulanması görevini inan ve rahatlıkla eline tes lim edeceği insanı bulmak gerekiyordu. Bunun nasıl gelişti ğini gene Tonguç'tan öğrenelim: "
l3
"Bir gün Gazi Terbiye Enstitüsü'nün bahçesinde İş Şu besi öğrencileriyle pek küçük bir ev kurmak için çahşmakta idik. Ansızın yanımızda güler yüzlü Bakan'ı gördük. Ne ile uğraştığımızı sordu. Birer iş öğretmeni olarak yetiştirilmekte bulunan gençlerin iş içinde yaparak, çalışarak hazırlanmaları ilkesine uygun bir konu üzerinde bulunduğumuzu; planlar:mı da kendilerinin çizdikleri bir evin ameleliğini, ustalığını yap makta olduklarını kısaca anlattım, çok memnun oldu ve ayrıl dı. Hemen arkasından da görüşmek üzere beni makamına ça ğırdı. Genel olarak eğitim konulan üstüne yuvarlak konuş ınalar oldu. İlköğretim işleriyle ilgili olarak düşündüklerimi sordu. Bunları, derli toplu bir raporla bildirmenin doğru ola cağını söyledim. Hazırlayıp verdiğim raporu okumuş, tekrar çağırttı. İlköğretim Umum Müdürü olarak kendisiyle çalışma mı teklif etti. Hemen kabul etmedim, zorladı. Başaramazsam, ayrılmamın kolay alınası için, vekil olarak tayinimin daha doğru olacağını söyledim. (Eğer yürütebilirsem, siz de beğe nirseniz temelli olarak kahrım, dedim.) Bu anlaşmadan son ra şu problemi koydu ortaya: (Acaba çok uzun zaman öğret men gönderilmesi mümkün olmayacak kadar nüfusları az köy ler için ordudan onbaşı, çavuş olarak terhis edilmiş açıkgöz köylüleri kısa devreli kurslardan geçirerek kendi köylerinde çalıştırmak faydah olur mu?). Kendisine bu konuda etraflı bir inceleme yapmadan herhangi bir fikir söylemenin doğru ola mayacağını açıkladım." Tonguç, ele aldığı işin temeline inmeden, araştırıp eleş tirmeden, çeşitli hesaplan yapıp doğru sonucu almadan öyle kolay kolay karar vermezdi. Bu önemli konu için de aynı yo lu tutacaktı elbet. Çünkü köyü uyandırma yolunda girişilecek yeni çabalar öylesine önem kazanacaktı ki bu, belki de eğitim tarihimizin yepyeni bir kesimine açılan bir kapı olacaktı. Kendisinin anlattığına göre, işi uzatmadan dalmış Orta Anadolu köylerine.. İlkönce, ana fikir üzerine yoklamalar yap mış. Askerlikte onbaşılık, çavuşluk etmiş köylüler arasından
14
çocukları, yetişkinleri okutma; ağaç dikme, aşı yapma ... İçle rinde köylüye önayak olmak isteyeceklerine çıkıp çıkmaya cağını soruşturmuş, araştırmış. Başlangıçta, hiç bir kımıltı ol mamış .. Sonra bu gibilere hükümetin tohum, fidan vereceği ni; aylık bağlayacağını, köyün dışla ilişkilerinde söz sahibi bir önder olacağını, daha da bunlara benzer çıkar ve üstünlükle ri sayıp dökünce yavaş yavaş bir uyanma; konuya karşı bir sı caklık başlamış. Bu iş için köylerde adam bulmanın güç ol mayacağını kestirince yetiştirilmek üzere toplanacak onbaşı ya da çavuş terhisli adayların, amaca uygun niteliklere sahip olup olmadıklarını araştırmaya gelmiş sıra. Bu çabalardan bir iki örneği, kendisinden dinlediğim gibi, aktarayım: "Yanım da, gerektiğinde kullanmak üzere, tebeşir, kurşunkalemi, def ter, alfabe, okuma kitabı gibi araç ve gereçler vardı. Yerine gö re, ya milli eğitim müdürüyle, ya müfettişle, ya da bir köy öğ retmeni ile dolaştığım yerler oldu. Gittiğimiz köyde, aradığı mız insanların hamlıklarını yumuşatıp konuya karşı ısındır mak için onların kanacakları gibi diller döküyordum. Ortamı hazır bir olgunluğa getirice, köy çocuklarını toplayıp başla dık deneylere. Okulu olan bir köyün ikinci sınıf çocukları kar şısında onbaşılık yapmış bir köylünün tutumunu anlatayım, pek hoştur. l�könce delikanlıya bir okuma parçasını verdim, (Şunu, kendi kendine adamakıllı pişir. Anlayacağın, çocuklar karşısında hiç kekelemeden okuyabil)·diye tembih ettim. Köy lü kendi kendine parçayı birkaç defa gözden geçirdikten son ra geldi. Kontrol ettim, hiç takılmadan rahat rahat okudu. Me ğer köyün okulunda bir süre dirsek çürütmüş. Biraz ses ton larında gerekli törpülemeyi de tamamladım ve yapacağı şey leri bir bir anlattım. llkönce parçayı okumadan, kendisine ha zır olarak beilettiğim birkaç soru ile, çocuklarda merak uyan dıracaktı. Sonra parçayı, anlamına uyacak biçimde bir sesle okuyacak; benim altını çizdiği kelimelerin ne demek olduğu nu anlatacak; bunları tahtaya yazacak; çocuklara yazdıracak, ondan sonra da teker teker okutacaktı. 15
Ders başladı ve kendisine gösterdiklerimi hiç şaşırmadan yürüttü. Sıra, parçayı çocuklara okutmaya, anlattırmaya gel di. (Kim okuyup anlatacak?) sorusu karşılıksız kaldı. Birkaç kere bunu yineledi, tıss!. Hızla döndü, masanın yanına geldi, yumruğunu bir indirdi. Sesi, top gibi gürledi. Hepimiz ürktük, irkildik. Adamakıllı kızdığı da yüzünden belliydi. (Bana ba kın! Zor-zar okutacağım size. Yağma yok, susmakla kurtula mazsınız. Hadi, kim okuyup anlatacak?). Gene ses yok. Bu de fa çocuklardan birisine adıyla seslendi, (Sen oku bakalım!.. ) diye de sertçe emri yapıştırdı, inadı, suskunluğu sökmüştü ve arkasından tıkır tıkır parça okundu, anlatıldı. Doğrusu bu sı nav başarılıydı ve umut da vericiydi. Aklıma geldikçe tüylerimi diken diken eden öbür örnek de şu: Okulu olmayan bir köyde yaşlıca bir aday, kendisi is tekli göründü, şuradan buradan topladığı çocuk.lan kahveye yakın bir ağacın altında oturttu. Kahvedeki masalardan biri sini oraya yerleştirdi. Daha önceden üzerinde durulması iste nilen, bir savaş konusunu ele aldı, başladı çocuklarla konuş maya: (Bana bakın! Siz hiç babanızdan, dayınızdan, ya da başkalarından savaş lafı duydunuz mu? Çocuklarda en küçük kımıltı olmamıştı. Çavuş terhislisi durdu,baktı, yeniden konuş tu. (Savaş demek, gavurlarla gırtlaklaşmak demek. Hem de na sıl? Dişe diş, başa baş. Gelir, girer herif senin topraklarına? Ananı, bacını keser, çocukları süngüler, ekileni ezip geçer, tüm insanları aç bırakır.. ) Mintanının sağ kolunu sıyırdı. Ortaya, dirsekten aşağısı olmayan bir kol çıktı. Onu,önündeki masa ya koydu, biraz bekledi, sonra küt, küt! vurdu ve gırtlağının bütün gücüyle haykırdı: (Bu yanm kolu görüyor musunuz? Bu, gavurlarla savaşırken oldu. Köyümüzü, tarlamızı, bağımı zı korumak için tüfengin, güllenin karşısına dikildiğimiz za man koptu .. ) konuşmasınin burasında, kendi bölüğünden bir komşu köylüsünün, top mermisiyle nasıl paramparça olduğu nu anlattı. Bir savaş meydanını bütün renkleriyle öylesine her kesin gözü önüne serdi ki, sanki hepimiz o gürültünün,o yan-
16
gının ortasındaymışız gibi geldi bize.. Tabloyu, o kadar güzel çizdi. Sonunda bir dP. ders verdi, dedi ki: (Ordumuz, ocağı mız bedavaya kalmadı bize.. Ne kanlar döktük, ne canlar ver dik. Ta, eskiden beri hep bu yolda daha da ne kadar erler yi tirdik. Aklınızı başınıza alın. Güçlü olun. Yurdun bekçiliğini iyi yapın!) Bu, gerçekten beklenmeyen bir şeydi. Adam ora da olanların tümünü hem duygulandırdı; hem de, derin derin düşündürdü. Ben, öğreneceğimi öğrenmiş, alacağımı almıştım. Birçok köyde yaptığım araştırmalarımın sonuçlarını uzun uzadıya Bakan' a anlattım. iş aydınlığa çıkmıştı. Köklü, düzenli bir de nemeye karar verildi."
Bir Deneme ve Sonucu Tonguç'un Kayseri, Yozgat, Çorum ve Eskişehir köyle rinde yaptığı araştırmalar, incelemeler, olumlu kanılar getirin ce Saffet Ankan'a durumu, zengin örnekler vererek, olduğu gibi anlatmış: "Askerlik görevini başarı ile tamamladıktan sonra köylerine dönmüş; okuma, yazma ve biraz da aritmetik bilen açıkgöz köylülerin kısa süreli kurslardan geçirildikten sonra köyü her bakımdan uyandırma yolunda çok faydalı bi rer kılavuz olarak çalışabileceklerine inandığını" ortaya koy muş ve işin gerçekleştirilmesi için de yakın ilgisi düşünüle rek Tarım Bakanlığı ile ortaklaşa bir plan hazırlanmailınt tek lif etmiş .. Arıkan, Tarım Bakanı ile görüşüp konuşmuş. So run, bir çok yanlarıyla gözden geçirilmiş; köyde işe yaraya cak pratik tarım bilgilerini, görerek, yaparak ve sonuçlarını el de ederek kazanılmasının gerektiği de hesaba katılarak kur sun, bu türden zengin olanakların toplandığı bir yerde açılma sı kararlaştırılmış. Böyle bir yer de kolayca bulunmuş. Kuru tarım deneylerinin yapıldığı modem bir çiftlikte çeşitli hay vanların üretilmesi ve soylarının istenilen nitelikler doğrultu sunda geliştirilmesi konularında çalışan bir haranın bulundu17
ğu Eskişehir, böyle bir iş için her bakımdan uygun bulunmuş; kursun, Mahmudiye bucağında açılması kararlaştırılmış. Bi na, tarımın her alanında öğretmenlik yapacak uzman perso nel; yürütülecek olan çabalar üstüne bakanlıklarca sık sık in celemeler yapmayı kolaylaştıracak kadar Ankara' ya yakınlık, buraya üstünlük kazandıran nedenlerin belli başlılarındandı. Ankara köylerinde askerliğini bitirmiş, açıkgöz ve çev resinin en iyi tanınmış olanları arasından seçilenler, l 936 yı lının temmuz başlarında Eskişehir - Mahmudiye'ye yollanmış lardır. Köyün uyanması yolunda görev alacak bir kılavuz içi n elde edilmesi zorunlu görülen kültür ve tarım ile ilgili bil gilerin, kursta düzenlenen özel programlarla, işleterek ve yap tırtarak kazandırılmaları yollan izlenmişti. Sonuç, başarılıy dı. Bu haşan, yalnız işi ortaya koyanların; bunda emeği ge çenlerin görüşlerine göre değerlendirilmemişti. Aynca bu eğit men adayları, köylerine yollanılmadan önce Ankara'da, Ba kanlar Kurulu'nun; ileri gelen yazarların; yurdun tanınmış eğitimcilerinin önünde bir de sınav geçirmişlerdi. (... ) Kurs süresinin uzatilarak yönetilecek bu türden çalışma larla köye yollanacak eğitmenlerin daha da üstün bir kıvama getirilebileceği düşünülmüş olacaktı ki bu dört aylık deneme örneğinden sonra hemen yaygın bir hale getirilmeden.kursla rın; iki üç yerde açılması kararlaştırılmış ve yeni uygulamacı olarak Ferit Oğuz Bayır'la beni, Mahmudiye'de yetiştirilmiş eğitmen adaylarını köylerinde çalışırken göstermek üzere, Tonguç Ankara'ya çağırmıştı. Bu, bir bakıma yeni görevimiz için görgü, inceleme, koşulların eleştirilmesi yollarıyla bir ha zırlık yapmamız amacını güdüyor diye de düşünülebilirdi. Gezimiz başlamıştı. İlk uğradığımız köyün sokakları, pı rıl pırıl. Kadınlar, evlerinin önlerinde örgü örüyorlar. Boş bir oda, derslik olarak kullanılıyor. Ama benim çok eskiden öğ retmenlik yaptığım Demireli köyünün okulu gibi sırasız de ğil.· Eğitmen bunları, kendisi yapmış ve çocuk lan da yerden 18
kurtarmış. Bu köyleri dolaşırken aldığım izlenimleri, Okul ve Öğretmen Dergisi'nin 1937 Mart sayısında, "Bozkırdaki Pır lantalar" adıyla yayımlamıştım.Bu yazının bir iki yerini akta rıyorum:
"BOZKIRDAKİ PIRLANTALAR" "( ... )Bocuk köyündeyiz. Burası bir köy değil, liile tarla sı. Laleler çocuk, köy de tarla... "Aman Yarabbi ne bereket, yarının kırk milyonuna ne özlü bir maya" diye kendi kendi me düşünürken Genel Direktör dedi ki: - .Bir gün eğitmen geldi, "Ne yapacağız? Okul binası kö yün bütün çocuklarını almıyor. Sıkışabildiğimiz kadar yerleş tik. Ama bir sürü çocuk da kapının önünde, (Bizi de alın!)di ye akşamlara kadar ağlaşıyorlar. Buna bir çare bulun" dedi. Kalktık, beraberce köye geldik. Çocukları boy sırası yaptık. Büyüklerine, "Haydi bakalım içeri." dedik. Öbürlerine de, "Sizi de yakında alacağız" diye teselliye çalıştık. Ama onla rın son tesellileri, güzel bir okul binasının yükselmesi olacak. O da neredeyse eli kulağında... Akşam üzeri İlyakut köyüne vardık. Eğitmen Halil, ken di bahçesinde Tarım Bakanlığı 'nın verdiği aşılı meyve fidan larını dikiyor. Hemen köylünün yansı da orada idi. Eğitmen, "Öğleye kadar ağacın dibinde çocukları okuttum, Öğle den sonra da şu fidanları dikeyim, dedim. Biz kursa gidince mandalar haber alır, burasını dümdüz ederler.. Bari vaktiyle şu duvarı da bir çevireyim." diye kısa bir latife de yaptı. Biraz sonra tertemiz bir köy odasına gittik. Ortalık da ka rarıyordu. Eğitmen, evvela ışığı etrafı zor aydınlatan bir lam ba yaktı. Beş dakika sonra da elinde bir lüks lambasıyla geldi. - Bunu, bizim köyün delikanlıları gece dersleri için aldı lar. Aralarında para topladılar, üç lira de ben kattım. On lira ya getirttik. İyi değil mi? Diye bizim de fikrimizi sordu. ·
19
Gece köylüler odada toplanmıştı. Eğitmen, - Bizim köyün buğdaylarını köyce satmanın yolunu arı yorum, şöyle dengine getirsek de iki işyarla hem satış, hem de alım işlerini bir yoluna koysak, diye söze başladı. Genel Direktör, tohwnlann ıslahı, bugünkü çift hayvanın, enerjisi daha fazla atla; çift aleti sapanın, pullukla değiştiril mesi meselelerini de alarak toplu bir oda konuşması yaptı. Ferit Bayır, kooperatif fikrine dokundu. Gece yattığımız za man köy işleri uykularımızı kovdu galiba, bir iki saat de uza narak böylece konuştuk. İnsanın bu samimi inanç karşısında gönlü doluyor ve ka barıyor. Köyleri hep sıra ile dolaşıyoruz. Çocuklarla konuşuyo ruz. Onlara okutup yazdırıyoruz, manzwneler, şarkılar söyle tiyoruz. Doğrusu çocuklar ateş gibi ... Yolumuzun 120 inci kilometresi üzerindeyiz, Halkavun köyünde.. Eğitmen birinci sınıfta birkaç kelimeyi kavratıyor. Ders teknik bakımından mezun bir öğretmenin dersi çapında mükemmel.. (... ).. 180 kilometrelik yolda topladıklarımı kafamın süzgecin den geçirmiş ve sindire sindire onun tadı ile ilk güzel sarhoş luğa girmiştim ki bir dost eli koluma yapıştı. Ben de farkında değilim. Taşhanın önünde imişim. - Hoş geldin!. dedi. İstanbul'da ne var, ne yok.. Hayrola burada ne arıyorsun? -Çavuşlar için açılacak kurslar meselesi .. diye kısaca ce vap verdim ... En hassas bir yeri çimdik.lenmiş gibi şöyle bir sıçradı: - Ne? dedi. Gene şu ça·roş eğitmenler işi mi. Bırak Alla hını seversen.. Hiç çavuştan da öğretmen olur mu ya!. - Neden? - Şundan olmaz ki bu adam köylüdür bir, ikincisi kursta ne kadar kalacak ve ne öğrenecek. Bunlara ne veriyorlar?
20
-lOlira ..
- 1 Oliral
Sonra da on lira ile çalışacaklar değil mi. Bırak canım, söker iş mi bu?.. - Peki sökeri hangisi? - Gel, dedim. Elinden yakaladım .. Hemen oradaki kah veye sürükledim ve konuşmaya başladım: - Şimdi sana bazı sualler sorayım. Biliyorum ki sen bun larla meşgul olmamışsındır. Mesela, Türkiye'de kaç köy var? Ve bunların kaçı öğretmensizdir? Hepsinde kaç sene sonra okul açabiliriz? Bunları ne biçim öğretmenlere verebiliriz?... İşte bir nefeste sıralayabildiklerim. Daha da çok ya! Nasıl, bun ların etrafında bana bir şey söyleyebilir misin? - ?... - Öyleyse ben söyleyeyim. Hem de kısaca .. Senin kusur bulduğun köylülük, eğitmeni ik için baş şarttır. Bu kadar da de ğil.. Çifti çubuğu olacak. Çünkü eğitmen hayatının mühim bir kısmını buraya istinat ettirirken diğer taraftan yapacağı örnek ziraat faaliyetiyle de köylüye rehberlik edebilsin. Sonra, "Bir çavuş sekiz ayda ne öğrenebilir?" diyorsun. Meseleyi böyle almamak lazım. Çavuş senin, benim bilmediğim birçok şey leri zaten biliyor. Köyünün taşı, toprağı.. hulasa bütün tabi atı ve bunun yanında da toplumun birçok zorluklarla dolu ha yatı onu öyle pişirmiş, öyle yetiştirmiştir ki bundan daha reel ve istikametleri doğru mektebi nerede bulursun? O halde de mek oluyor ki kurs ona, bir taraftan fenni ziraat ve tecrübele ri verirken, köy için yetecek kadar kültür tarafını da, kuvvet lendirecektir. Eğer bana deseydin ki, "Şehirli bir orta mektep veya lise mezununu 8 aylık bir kurstan geçirdikten sonra bu raya versek doğru olur." O zaman senin yaptığın itirazı ben yapacaktım ve diyecektim ki, "Köyü, böyle bir adama sekiz ayda öğretmeğe imkan yoktur." Aldığı parayı azımsamanı da çürük buluyorum. Bunu i ki noktadan mütalaa edeyim: Birisi, lO liranın kİymetini şe-
21
bir ölçüleriyle hesap etmemek lazım. Bunun iştira kıymeti, şehirdekine nazaran iki üç mislidir. Sonra da Tarım Bakanlı ğı buna fidan, tohum, pulluk, tavuk, an gibi mühim bir ser maye de vermektedir. Dostum, ben şimdi 180 kilometrelik bir yol üzerinde tam on dört köy gördüm. Buralarda senin dudak bükerek kıymet lerinden şüphe ettiğin eğitmenler çalışıyor. Bak sana kısa kı sa levhalarla bir dekor hazırlıyorum. Bakalım o zaman da ka fam değiştiremiyecek misin? Eğitmen, öğleden evvel çocuklarım okutuyor. Öğleden sonra Tarım Bakanlığı' nın verdigi ilaçlı tohumunu ekiyor; aşı lı meyve fidanlarım dikiyor. Gece köylüyü yetiştiriyor. Onla ra Kültür Bakanlığı'mn yolladığı kitapları okutuyor. Haftada bir umumi temizlik yaptırıyor. Cumartesi günü tatilin başla dığı saatte bayrağı çektiriyor, köylüye selamlatıyor. Gözü has talıklı çocukları ayırıp şehire tedavi için yolluyor. Su birikin tilerini kaldırıyor. Göçebe kafilesinin aldığı kimsesiz bir ço cuğu kurtarıyor. Yeni okul binası için yer ayırtıyor, kurulma sı için de hazırlıklar yapıyor. Köyler arasındaki bozuk yollar için kazmalı kürekli kafileler çalıştırıyor ve beraber uğraşıyor.. Şimdi bir hamlede hatırıma geliveren bunlar. Daha da neler var... Şimdi insaf et. Köylü hata pek klasik teorilerle, bayat for müllerle yetişecek ve eminim ki iki gün sonra şehir hasretiyle yanmaya başlayacak toy öğretmenleri daha yüz sene mi bek lesin. Evet neye hayret ediyorsun?.. Bu çok eski telakkiye bağ landığımız gün, yüz seneyi göze al. Yok dostum, memleketin oturup bu işle, karanlık nazireyelerin içinden çıkı1maz hesap lan arasında ömür tüketmeye; miskin miskin düşünmeye vak ti kalmadı. Böyle güzel davalar karşısında bilerek konuşmak; konuşmayanları konuşturmak; düşünemeyenleri inandırmak hepimizin borcu olmalı. "Köylü Çavuştan Eğitmen", bir keşiftir. Bence, Türkiye için buhardan, radyodan daha mühim keşif1. Keşfedenlere ve bunu yürütenlere ne mutlu!..
22
Eskişehir-Mahmudiye Eğitmen Kursu'nda Eğitim Şefliğim Gezimiz tamamlanmış, köylerdeki eğitmen adaylarının tutumları, gidişatı, bu konu üstüne çalışacak bizler için epey yararlı olmuştu. Ertesi gün bürosunda buluştuğumuz Tonguç bana dedi ki, - Eğitmen kursu işini yaygın bir hale getirmeden, tasar ladığımız yedi aylık süre içinde yürütelecek bir uygulamanın sonuçlarını daha etraflıca ölçmek faydalı olacaktır diye düşün dük. Başlangıç ayımız, nisan olacaktır. Bu karara göre, önü müzde pek az vaktimiz var demektir. Sen şimdi Malunudiye'ye gideceksin. Adayları, Ankara, Afyon ve Eskişehir köylerin den seçiyorui:. Bunların hepsi ilk önce Mahmudiye'de topla nacak. Sonra düşündüğümüz gibi, olanaklar elverirse bölece ğiz. Bir parti de Hamidiye'ye yollanıp orada ikinci bir kurs açılacak. Biz bu işi, biliyorsun, Tannı Bakanlığı'yle ortakla şa yapıyoruz. Çifteler Hara'sının bannaklannda yerleşeceksi niz. Adayların yiyecek, giyecek giderleri, hep onlardan. Ta nnı çalışmaları için her türden araç ve gereçleri de verecek ler. Bu alandaki ders ve uygulamaları, onların elemanları yü rütecek. Biz yalnız eğitim işlerinden sorumluyuz. Elinize ve receğimiz delikanlıların, köyün kültür; tanın, sağlık.. işlerin de becerikli birer kılavuz olara yetiştirilmelerine çalışacaksı nız. Y önetim işleri Tanın Bakanlığı'nın müdür olarak görev lendirdiği Nwnan Kıraç adlı bir zat tarafından yürütülecek. Gazi, "Kuru tanın" üstüne uzmanlık kazanması için onu, Arnerika'ya yollamış. Tannı çevrelerinin düşüncelerine göre, olgun bir insanmış. Gerçi sen de çalışmaya başladığında ken disiyle işbirliği yapacak; onunla ilgili bilgiler edinip bir kanı ya da varacaksın ya... Bunları böylece açıklamaktan güttüğüm amaç şu: Biz eğitmen yetiştirme işinde çiftliklerinden, uzman personelinden ve araçlarından faydalanmak; eğitmenlerin köy lerdeki görevleri sırasında tanının bir çok yönlerinde yardım-
23
lannı sürdürmek için T&nm Bakanlığı ile ortak olarak çalış mak zorundayız. Böyle olunca da onlarla iyi geçineceğiz. A ma şunu cİa demek istemiyorum ki, ne olursa olsun, onların suyuna göre gidelim ... Yetiştirme işlerinin gerektirdiği yön den ve doğrultudan hiç uzaklaşmayacağız. Ortak gücümüzü, anlayış ve tatlılık içinde değerlendirmesini bileceğiz. Geçen yıl kimi olaylar, araya soğukluklar getirdi. Bunu dağıtmak için hayli sıkıntı çektik. Ereğimize ulaşmak yolunda, gerekirse za rarı olmayacak, her tür esirgemezlikten ayrılmayacağız. Sana Afyon 'dan bir müfettiş-vereceğiz, öbürünü de kendin bul. Eğer bir derdin olursa hemen mektup yaz. Haydi güle güle, başarı lar! içim içime sığmıyordu. Yepyeni bir işe girişiyordum. Ka famın içi planlar, programlarla dolup taşıyordu. Aynca İstan bul'dan bir müfettişin seçimi işi de vardı. Güvendiğim arka daşlarımı şöyle gözden geçirdim. İnsan yetiştirme konusun da sabırlı, bilgili, tuttuğunu koparır, alçakgönüllü, arkadaş canlısı.. diye bildiklerimi her yan ve yönleriyle tarttım, ölç tüm, biçtim ve daha İstanbul' a varmadan parmağımı, tam ara dığım yere basmıştım. Bu, toptan güvendiğim insan, müfettiş Cemal Öncel olabilirdi. Karakterinin sağlamlığı, meslek kişi liğinin artık kıvamına erişmiş olmasıyla çevresinde saygı gö ren, benim de çok sevip beğendiğim bu arkadaş, bu işte aca ba bana katılır mıydı? Çünkü köy yerinde, gün ışırken paça ları sıvayıp gece yanlarına kadar pala sallamak, doğrusu her yiğidin kan olamazdı. Önce bu ağır hizmete yatkın, köyü uyandırma sorununda içtenlikle çaba harcayacak yapıda ol ma koşulu, başta geliyordu. Gerçi gözüme kestirdiğim bu ar kadaşım, bilebildiğim kadarıyla, tam okka tartıyordu. Yalnız, henüz kendimizi denemediğimiz bu bilinmeyen ayn ve belki de katlanılmayacak kadar zorluklar getirecek bu yeni meslek alanında görev almaya yanaşacak mıydı? Ama artık bu işte ata cağım ilk adımım belli olduğu için yan yarıya ferahlık duy muştum doğrusu...
24
Bunun yanında bir başka meraka yakalanmıştım, "Aca ba bu Mahmudiye nasıl bir yerdi? Bize ayrılacak yapılar, ça balarımızın özelliklerine uygun düşecek miydi? Hara'daki uzmanlarla, ortaklığımızı istediğimiz ölçüler içinde yürütüle bilecek miydik? Çoğunluğu veteriner olan bu elemanlar, bi zim köy öğretmenleriyle bağdaşık bir anlayış olgunluğu gös tereceklermiydi? Bunların bilgilerini, yetiştiricilik alanında değerlendirmeleri için bir danışmaya yönelmek istenildiğin de, yüksekten atıp bir afurtafura sapıverirlerse ipin ucunu ka çırmadan doğru yolu bulabilecek miydik?" gibilerden bir yı ğın sorunun baskısı altından sıyrılıp kurtulamadığım yetmi yormuş gibi bu arada çevrem, daha işe girmeden içime bir sü rü korku salacak şeyler gevelemişti: "Mahmudiye, diken bi le bitirmeyen yoz topraklarda bir kerpiç yığını imiş. Bataklık ların beslediği sivrisinekler, kemikli soydanmış. Bunlar, bir ayda hesabımızı görür, arkamıza baktırmadan yolcu edermiş bizi .. Falan, filan .. Söylenilenlere kulak asmamıştım. Çünkü böyle boş laf larıi pabuç bırakmayacak kadar köyü biliyordum. Cemal Ön cel ile de uzun görüşmelerden sonra tam bir anlaşmaya var mıştık, keyfim tamamdı. Artık iş, yolculuğa kalmıştı ve topar landım, doğruldum Mahmudiye'ye... "
"M AHM UDİYE YOLUNDA" (*) "- Poyrazı kapalı, havası ağır.. Orada toz, duman .. Fer man okur. Biz bir gece bile zor kaldık. İşte bir tanıdık dilinden Mahmudiye.. Şu Köy Eğitmen leri Kursu'nun çalıştığı nahiye. - Aman birader Mahmudiye mi? .. Sakın cibinliksiz git me!.. Sivrisinekler gözlerini oyar. Hele kinin mutlaka lazım. Rejim yapmazsan sıtma kulağının arkasına derhal yapışır. (*)Okul ve Öğretmen Dergisinden 1937 - S. Edip Balkır.
25
büyük,temiz binalarını gördükten sonra bu otelcik bana pek küçük göründü ve ne yalan söyleyeyim bu büyük isim, ne ka dar ihtişamlı da olsa küçüklüğünü gizleyemiyor. Ama bir ge ce yattıktan sonra fikrim değişti. "Palas"lık, onun dış tarafın da değil; içinde imiş. (Sakın otelin sahibi kandırdı da reklam yapıyorum sanmayın ha!.. Bu satırlar, gördüklerimin fotoğ rafıdır. Gerçi otelci bu methimi haber alsa bedavadan bir ge ce misafirliğe çağırır ama ben gitmem.) Sabahleyin Eskişehir' i, gece gördüğümden daha güzel ve sevimli buldum. Burasını l 924 yılında, Dumlupınar'da ter tiplenen bir törene katılmak için giderken görmüş, dolaşmış tım. O zaman miniminicik ve şöyle böyle bir kasaba olan Es kişehir, şimdi koskoca yeni bir şehir; kaynaşan, hareketli ve ileri bir memleket olmuş. Cumhuriyet, yurtta nereye ve hangi işe elini dokundurdu da ona güçlü bir hüviyet vermedi? Eskişehir, bu "Talih man zumesi"nden ayrılacak değildi ya!.. Henüz yeni görüyormuşum hissini verecek kadar deği şen, büyüyen bu şehrin beni tutan, yakalamak isteyen güzel tarafları içinde gene iğretilikten kurtulamıyorum. Ayaklanın Eskişehir' in yollarını arşınlıyordu ama, kafam, her adımda ve her yerde Mahmudiye'nin yolunu çiziyordu, bizim müstakbel eğitmenlerin hayatını kuruyordu. O akşam lisenin birkaç değerli öğretmeni ile bir masanın etrafında toplandık. Onlar bana soruyor, ben söylüyordum. Ar tık sormadan da söylemeye devam ediyordum. Hep köycülük meselesi. Hepsinin yüzünde o kadar tatlı bir inşirah vardı ki susar sam günah işleyecekmişim gibi bir tembih, benim konuşma zembereğimi mütemadiyen kuruyordu. - Eh, öyleyse dediler. Artık bize Mahmudiye'de iyi bir ka pı açıldı. - Elbette .. diye cevap verdim. Bu kapı hepinize, herkese açık.. 28
Çok şükür, nihayet Mahmudiye;ye de geldim. Uzun bir şosenin iki kenarına sıralanmış kerpiçten evleri, hiç yadırga madan gözlerimle kucaklıyorum. Aralarında beyaz duvak ta kılmış yeni gelinlere benzeyen öyle şirinleri de var ki insan önlerinde durup uzun uzun seyretmeden geçemiyor. Şöyle et rafıma bakıyorum, genişlikleri kadar içe feranlık veren hu dutsuz ufuklarda poyrazı kapayan dağlan arıyorum. - Tuhaf1 .. diyorum. Acaba burada poyraz ters mi esiyor? Hani, poyrazı kapalı idi ya!.. Koyun sürüleri, meranın ceylan gibi atlan, söğüt ağaçla rının altında sessiz sessiz akan deresi ile Mahmudiye beni da ha ilk bakışta kavradı. Kurs binasında misafir ziyaretçi arkadaşlardan başka kimse yok. Onlarla neşeli bir gece geçirdikten sonra ziyaret lere çıkıyoruz. Nahiye Müdürü şehirde imiş. Doğru, muhtar Bay Hakkı'nın yanına gittik. Jandarma yüzbaşılığından mü tekait ihtiyar, fakat çok dinç bir adam: - Hoş geldiniz!. Eh.. gene köyümüz şenleniyor desene .. Daha lafını bitirmeden içeriye birisi girdi. - Hacı Bey, bir ölüm ilmühaberi dolacakmış. - Şu tıngır, mıngır için mi? Tam da vaktini buldun.. - Acele imiş.. - Cart curt etme şimdi canım. Bak misafirlerimizle konuşuyorum. Bize döndü, . - Hep kıvır, zıvır.. Neyse, ne diyordum. Efendim bizim nahiye dehşettir. İnşallah yakında kaza da olacak ya. Bazıla rı falan filan deyip işi kanştınyorlarmış. - Kaç yaşındasın Bay Hakkı? -Nüfus yaşımı mı, yoksa kendi yaşımı mı söyleyeyim?.. - Hangisini istersen.. - Nüfus yaşım 60. Kendi yaşım 30. Gerçekten böyle.. Masanın gözünii çekti, birkaç mühür çıkardı. - Bak, dedi, bütün bu işler hep benim omuzumda.Asker-
29
likteki kılıcı, daha kınına koymadım. İşin suyunu çıkartacak kadar gücüm var. İhtiyarım ama çürük teneke değilim, köşe taşı, köşe.. Bir defa çektim mi kılıcı, cart! ... Bütün işler düm düz .. Dünyaya kabak gelip susak gidenlerin vay haline!!.. Konuşurken ben de falan filanı, cart curtu, kıvır zıvırı ka rıştırmaya başlıyorum. Öyle tatlı sirayetleri vardı ki, Bay Hak kı ile siz de konuşsanız, bunlar sizin de lügatçenize muhak kak musallat olurlar... Kıvır zıvır, falan filan, bu dinç ihtiyarın dilinde o kadar hoş ki insan özense taklit edemez. O kadar da hususi .. Okul başöğretmeni ile konuşuyorum: - Sıtmalı kaç çocuğunuz var? - Hiç!.. - Desenize benim kininlere yazık oldu. - Yüzüme hiçbir şey anlamamış gibi baktı. Meraktan kurtarmak için, - Buraya gelirken az kalsın bana bir vagon dolusu kinin taşıtacaklardı. Köy sıtmalı dedilerdi de.. dedim. Cevap vermeden güldü. Akşam kursa döndüğüm zaman benim çavuşlardan bir partide gelmiş 25 kişi buldum. Gece onlarla konuşurken ba na neler sormadılar. - Toprak kanunu çıkacak mı?. - Bu zirai kombinalar işinin esası üzerinde fikir almak istiyoruz. Memleket ve hayat meselelerini öyle ele alıyorlardı ki değme adamda bu kadar pratik nüfuz bulunmaz. *** Mahmudiye'de poyrazı kesen dağı aradım, bulamadım. Sıtmayı aradım, bulamadım. Can sıkıntısını araqım bulama dım. Yalnız Mahmudiye'nin sıtmalı ağır havalı tarifinde ol mayan güzel bir şey buldum:
Kalkınmanın buradafiliz salan ümidini ve yarını kucak layan imanını ..
30
Tarım Bakanlığı'nın Eğitmen Kursuna verdiği büyükçe yapılardan birisi, Nisan ayı içinde Eskişehir, Afyon, Ankara illerinden seçilen adayların bannağı oldu. Durumumuz kesin olarak açıklanmadığı için de toplanan adayları, köklü planla ra göre, köy hizmetleri bakımından yetiştirmeye dönük çaba lar harcanamadı. Pek kısa süren bu dönemde, topluca yaşama düzeni için zorunlu gördüğümüz kuralları kavratma, kişilik lerini pişirme konularında önümüze çıkan fırsatlardana fay dalanılıyordu. Yalnız bu üç ilden gelmiş olanlar arasında an layış ve bilgi aynntılan, bizleri pek şaşırtmıştı. Eskişehir köy lerinden seçilmiş olanlar, Romanya göçmenlerinden oldukla rı için görgüleri fazla, bilgileri de pek elverişliydi. Ellerinde her zaman birer gazete görürdük. Bu yoldan, yurt ve dünya konularına giriyor; bunları, kafa güçlerinin taşıyabildiği ka darıyla tartışıyorlardı. Afyonlular bu denli uyanık görünmü yorlardı ama atılganlıkları, umut veriyordu bize.. Fakat An karalılar çok durgundular.. Düz bakışları; canfanndan bez mişçesine kabuklarının içinde donmuş gibi görünmeleri, baş larındaki yetiştiricilerin nesi var, nesi yoksa hepsini süpürüp götürüyordu. Sırası gelip de Eskişehirliler Hamidiye'ye ak tarılınca biz bize kaldık. "Mahmudiye kursunun hiç bahtı yok muş doğrusu.. Her iki yakadaki çabalar eşit ölçülerle yürütül se bile Hamidiye'nin zaten yetişmiş, şimdiden çatır çatır ga zete, kitap okuyan adaylarıyla, baş edemeyiz elbet... Kurs so nunda onların bugünkü haline getirebilirsek bizimkileri, ne mutlu. .." gibilerden yakınmalar gırla gidiyordu. Ama biz yö neticiler de susmuyorduk, diyorduk ki, "Yanşa mı çıktık ya ni.. Bırakın şimdi böyle laflan. Görevimiz, bunları kendi köy lerinde her bakımdan yol gösterecek bir niteliğe ulaştırmak tır. Açık ve pişkin Eskişehir köylüleri de kendilerine göre ile ri ve bilgili kılavuz isteyecekler tabii.. Anlayacağınız, dağına göre kar." Bu düşünce, etkisini göstermiş, ortalığı yatıştır mıştı. Artık vakit kaybetmeden işe girişilmeliydi. İlkönce, komşu köylerden olan adayları, kavrayış ve okuma-yazma dü-
31
zeyleri birbirine yakın on kümeye böldük. Bunları kolayca ayı I"dbilmek için hepsine ayn ayn adlar taktık, başlarına da birer öğretmen verdik. Bu küme öğretmenleri, eğitmenler köyleri ne dağıldıktan sonra bunların 8-1 O köylük bölgelerinde gezi ci başöğretmen olarak çalışacaklardı. "Grup Şefi" dediğimiz müfettişler de ikiye bölünmüş adaylar topluluğunun öğret;m ve eğitim hizmetlerini yürütmek için görevlendirildi. (*) Y ö netim dışındaki genel sorumluluk, benim sırtımda idi. Ama bu ağır yükü, her zaman ve her işte bana destek olan Grup Şe fi Cemal Öncel'in bilgili ve yerinde yardımlarıyla kolayca ta şıyabiliyordum. Yiyecek, giyecek ve başka yönetim .giderle ri, Tannı Bakanlığı 'nın bütçesinden sağlanıyordu. Bir gün Kurs Müdürü Numan Kıraç çıkageldi. Kendisi, kuru tarım üs tüne deneyler yapılan Eskişehir'deki çiftlikle eğitmen adayla rının uygulamalar yaptıkları Harn,idiye çiftliğini yönetiyordu. işi başından aşkın olduğu için kursa ayıracak öyle geniş za manı yoktu. Bunu,ortada böylece açıklamış, yalnız istekleri mizin geciktirilmeden yerine getirilebileceğini, üstüne basa basa, söylemişti. Bu durumu zaten pek uzun sürmedi. Tannı Bakanlığı, vaktiyle öğretim hizmetiyle ilişkisi bulunduğunu göz önünde tutarak, yaşlı bir zatı Kurs Müdürü olarak yolla mıştı. Numan Kıraç'la pek kısa bir süre için işbirliği yapabil miştik. Fakat doğrusu bilgisini, tutumunu ve davranışını biz baştakiler pek beğenmiştik. Eğitmen adaylarıyla yaptığı bir ko nuşma, köyü ve köylümüzü yakından tanımakta olduğunu da gösterdi bize.. "Tarım işlerinde her köyün, uzun yıllar süre since birikmiş gözlem ve deneylerle bir okul niteliği kazan mış olduğunu; okumuş tarımcıların bu gözlem ve deneyler den geniş ölçüde faydalanarak bugünkü ziraati daha sağlam ("') Bundan sonraki kurslann çalışma dönemine rastlayan ve bütün yöne timin Milli Eğitim Bakanlığı'nca yüklenildiği süre içinde yayımlanan (Köy Eğit menleri Kanun ve Talimatnamesi - l 938)inde kurs direktörlerinin, eğitim şefle rinin, grup şeflerinin; öğretmenlerinin, eğitmenlerin ödev ve sorumluluklan,"ay rı ayn yer almıştır. Sırası gelince bunlar açıklanacaktır.
32
ve verimli bir yönde işletmek için kılavuzluk yapmak isteye ceklerini..." katıksız, temiz bir dille anlattı ve demek istedik lerini de kavrattı. Bizden önceki kısa süreli deneme kursunun da Tarım Bakanlığı'nca atanmış yöneticisi olarak görev yap mış bulunan Kıraç'la ilgili olarak ileri sürülen söylentilerin harmanı içinde bütün anılarım yuvarlandı ve anladım ki iki ba kanlığın ortak çabalarına daha baştan soğukluk getiren dedi kodular, olayların iyi niyetlerle değerlendirilmesinden doğ muştur. Bunun yanında uzun süre ister görev bakımından, is ter arkadaşlık yönünden Haracılarla olan ilişkilerim de aynı kanıları getirmiştir. Başlarında müdür Tevfik Bey olduğu hal de, kursumuzda ders okutan veterinerlerin hepsi kibar, çele bi, iyi niyetli ve kendi alanlarında adamakıllı hazırlıklı insan lardı. Hara Müdürü, Bakanlıkça yollandığı Bulgaristan 'da göz lem ve incelemeler yapmak üzere epey kalmış. Bana kurslar da okutulmak üzere hazırlattırılmış bulunan "Komşulanmızı Tanıyalım" (*) adlı kitabım üstüne pek değerli bilgiler ver mek için kendini hiç naza çekmemiş; gerekli yardımları seve seve yapmıştı. Bu izlenim ve kanılarımı, bizim Genel Müdür Tonguç'a, olduğu gibi yansıtmıştım. Böylece, Tarım Bakan lığı ile önemli sayılacak ortak yargılarda, yersiz bir anlaşmaz lığa meydan verilmemiş olur diye düşünmüştüm. Gerçi kur sun sonraki yaşlı müdürü, kimi yerlerde ve zamanlarda, bi zim istediğimiz gibi, anlayış gösterememişti ama işlerin ve rimli doğrultuda gelişmesini engellemesine, arada, yersiz bir soğukluğun doğmasına da fırsat bırakılmamıştı. Tarım Bakanlığı, tarla ziraati, zootekni, tavukçuluk, kon servecilik derslerini okutacak, müdürle beraber, beş eleman; tanın işlerini izlemek ve kimi konulan danışmak için de, köy leri yakından tanıdığı düşünülerek, bir tarım memuru He Sof ya Üniversitesi'ni bitirmiş bir tarım uzmanı vermişti. Bizim
(*} Hayli emek fıarcadığım bu kitabın basılamamış olduğunu, üzüntü ile belirtirim.
33
genel bilgi kazandırmak ve ileride köylerinde çalışmalarını iz lemek için gezici başöğretmen olarak görevlendirilecek kurs öğretmenleri arasında, tanın okullarında yetişip köylerde öğ retmenlik etmiş iki elemanla kadromuzun tutan 3 müfettiş ve sonradan gelen atölye öğretmenini de katınca, 28 ' i buluyor du. Kültür öğretmeni diye adlandırdığımız 1 5 görevli, küme sayısına göre fazla görülecektir belki ama bunun karşılığı ve nedenleri vardır. On kümenin temelli on öğretmeni içinde has ta olanlar, başı çok dara gelip izin isteyenler bulunuyordu. İş te özürlerinden dolayı izin alanların yerine, boş kalan küme lerin başına bu yedeklerden birini vererek programı aksatma dan yürütebiliyorduk. Bundan başka, her ay sonunda yapılan bilgi yoklamalarında kümelerde, arkadaşlarından geri kalmış
olanları, teker teker yetiştirmek zorunluğu karşısında da, ge ne bu yedeklerden faydalanıyorduk. İşte ortaya çıkabilecek bu türden eksik ve gedikleri hemen tamamlamak yolunda Önce den düşünülmüş böyle bir tedbir, gerçekten yetiştiricilik gö revimizi en küçük bir çöküntüye uğratmadan yürütmemizi sağladı. Kurulan on küme ile meydana getirilen gruplardan Afyonlu adayların bulunduğu grubun başında, Afyon'dan gel miş olan müfettiş Hilmi Duru, öbürünün de başında Cemal Ön cel bulunuyordu. Yatma, yeme, çalışma... için elverişli ve eksiksiz bir çev re hazırlandıktan, öğretim ve eğitim işlerine de gerekli düzen verildikten sonra köy yerinin yaşantılarında uygarlığın her is tenebilecek çıkıntılardan yoksun kuru çevresini de, azıcık iç boşaltmalarına, eğlencelere... Yol açacak şöyle böyle renkli olanakları hazırlayıp biçimine sokmak geldi aklımıza.. Arka daşlarla verdik kafa kafaya. Bunun çözümünü, içinde her tel den çalınabilecek rahat bir yapının sağlanmasında buluyorduk. Bu da, hemen eğitmen adaylarının kaldığı yere yakın ve yo lwnuzun üstünde, gelip geçerken gözlerimizin içine bakıp du ruyordu. Hara Müdürüyle ahbaplığımız hayli ilerlemiş, arada epeyce de bir içtenlik doğmuştu. Durumumuzu açıkladım.
34
Çabalarımıza yeni güçler katacak nedenlerin arasında, bir lo kale ne denli susamış olduğumuzu belirttim. Müdür, anlayış gösterdi, "Verdim gitti size.." yi yapıştırıverdi ve ekledi: "Ora sını donatmak için de yardıma hazırım. İsteyin, isteyecekleri nizi . . ." Hemen arkasından da milletin tümü, kendimize göre bir çeki düzen vermek için oraya koşuştu. Göz açıp kapaya cak kısa bir süre içinde temizliği yapıldı; araç ve gereçlerimiz yerli yerine konuldu. Kağıt, tavla, dama, satranç alındı. Ga zoz, çay, kahve her zaman hazırdı. Hafta sonlarındaki tatili de, hep birlikte kafaları çekme günü olarak ayırdık kendimize. Al tı aylık bir serdengeçti çabanın çalkantıları içinde hiçbirimi zin keyfi gölgelenmedi. Çünkü sayısı " Birkaç" ın üstüne çık mayan, ama gene de "Çelebi "liği bozmayan zilzurnalık olay ları, ne kişiliklerin soydanlıklarını kaykılttı; ne de öğretici ve eğitici niteliğine, dar olçüsüyle bile, yozlaştırıcı ve eksiltici bir etki getirdi. Ama bu eğlenceler ve curcunalar, sıkı çabaların yüklediği ağır yorgunlukları dinlendiren şifalı ilaçlar yerine geçti. Bu gözlemimin kazandırdığı tecrübeler, sonra bütün köy işlerinde görev aldığım süreler boyunca hep başvurduğum bir güç tazeleme metodunun temeli oldu. Böyle davranışımın yerindeliği de pek ağır koşullar içinde bunalan arkadaşlarımın zor işler için gerekli güçlerini hep ayakta tuttu . . Bu tutumun paralelinde, bir bakıma, araştırma, inceleme .. sayılabilecek geziler düzenlenmişti. · Emirdağ Fidanlığını, Afyon'un belli başlı yerlerini bu yolla gezmiş, görmüş, tanımıştık.
( ... )
Eğitmen yetiştirme eylemlerinin dışında, köylü kız ve ka dınlar için çok yararlı sonuçlar verdiğini gördüğümüz bir ça banın hikayesini buraya koymazsam hak yemişliğin üzüntüsü nü. taşıyacağım gibi geldi bana. Onun için yerine getirilmesi artık kaçınılmaz bir ödev biçimine giren bu işi ele almalıyım: Yorgun argın eve döndüğümde karım, şuradan buradan konuşurken köyün gerçekten önemli sayılabilecek bir eksiği ne bastı parmağını
35
- Çevremizde olup bitenleri iyice öğrendim. Buranın in sanları iki yakaya ayrılmış. Bir yanda, geçimleri pek rahat olan Hara' cılar; bir yanda da köylüler. Hoş bunların içinde de iyileri var, ama orta hallilerle fukaralar çoğunlukta. Benim asıl gözüme çarpan, aylıklar, para ile düzenlerini kurup işlerini yü rütme yolunu bulmuşlar. Ama köylü kadınlar, kızlar, evinin, çoluğunun dikiş nakış alanında hiç yok. Bakıyorum, siz sa bahtan akşama kadar durmadan toz toprak içinde yuvarlanı yor, yoruluyorsunuz. Bizim payımıza, bu geri ve yoksul yer de evlere gidip çançan etmek mi düşüyor yalnız? Düşündüm, dedim ki: "Bizim de kendimize göre yapacağımız işler var bu rada. Niye köyün kızını, kadınını toplayıp onlara biçki dikiş öğretmeyeyim? Zamanında bunun için alınteri döktüm, bir de diploma aldım ya .. Eskiden harcanmış bu emeklerimin ka zançlarına, bir iş gördürelim bari. Artık buna sıra geldi diye düşünüyorum ben... Kadınlar, çoluğunun çocuğunun; kızlar kendilerinin, kardeşlerinin dikişlerini, yamasını becersinler.. evlerinde iğne-ipliğe dayanan dertlerin üstesinden gelsinler. Karınca kaderince, ben de katılmalıyım bu işe... Ne diyorsun buna? Haydi yardım et de hemen başlayalım. İçim, dolu dolu oldu. Handiyse sevincimden ağalayacak tım. Evimin, çoluk çocuğumun sıkıntılı, zor işlerinde hep ya nımda kalarak zaman zaman gücünün dışında bana eşlik et ·
miş karımın bu davranışı, yeni bir şey de öğretiyordu bana . . Demek o , yalnız evinin değil, topluma hizmetin d e gönüllüsü
idi. Ona güvenim daha da arttı.. Çok, ama çok gururlanmış tım. - Ne demek yardım? .. Varımı-yoğumu katanın bu işe. Sen böyle bir şey düşündün, istedin ya.. Yarından tezi yok, he men paçaları sıvanz.. Sağol! Ertesi gün koştum muhtarlık yapan Hacı Bey'e. İşi an lattım. Kavrayışlı ve candan bir adamdı, pek sevindi, - Ne mutluluk köyümüz için. Kızına, kısrağına herkese 36
yayarım ben şimdi bunu. Hatta onlara derim ki, "Nimet, aya ğınıza gelmiş. Bu işe, benim bile içim domaldı. Eğer iğneme iplik takarsanız bem de katılının size .." Benim hanım işitme sin şu gevezeliğimi, bayılır... Bu kurs için, okulun büyük ve ışıklı bir dersliğini de sağ ladık. Haberi yayar yaymaz burasının dolup boşalacağını san mıştık. Birkaç gün bekledik, ama hiç de böyle olmadı. Orta lıkta kimse görünmüyor, çıt çıkmıyordu. Ben gene Hacı Be y' e saldırdım: - Yahu, kurcala şu işi bakalım. Bunun, kökünde herhal de bir nedeni olacak. Araştır, zorla da milleti uyaklandıralım, başlayalım işimize. - Sen tasalanma hele.. Vallaha altını üstüne getiririm dün yanın. Elimden kurtulabilirler mi hiç? Aradan bir gün geçmişti ki Hacı Bey, bir yel gibi girdi benim kurs yapısındaki odama. Pek sevinçliydi. - Bey! dedi. Anlaşıldı meselenin püf yeri. Bunlar biçki dikiş kursunun paralı olduğunu sanmışlar. Hem de içlerinde araç-gereç giderlerini ödeyemeyecek kadar fakir olanlar, �'Bi zim nemize gerek.. Üste başa; oyaya boyaya harcayacak para nerede? Bizden hayır yok" diye sızlandılar. Ama bana Hacı Bey demişler. Jandarma Kumandanlığı yapmışım ben. Bıra kır mıyım işin peşimi. "Yahu, bileklerinize bedava bir altın bi lezik takmak istemiyoruz" yollu azarları veriştirdim, yumu şatıp söz alıncaya kadar da hepsinin teker teker dikildim kar şılarında .. Çok fukara olanlarına, bir şeyler uydurursun değil mi artık?
Kısa bir bekleme süresinden sonra yazılmak için birkaç
kız başvurdu ve arkasından da sayı hemen 35 i buldu. Yeni
den gelecek başka kimsenin olmadığı anlaşılınca eşim bun lardan küçük bir grubu Eskişehir'e götürdü. Eşe!, mezür, in
ce kağıt, metot defteri .. gibi araçlarla çeşitli işlerde kullanıla
cak bezler, toptan alındı. Bu arada fukara kızlara da kurstaki
37
çalışmaları için gerekli bütün avadanlıklar sağlandı. "Biçki dikiş kursu, gösterdiği dersler için hem para almıyor, hem de fukaranın her şeyini bedava veriyor" sözü, hemen çevreye ya yıldı. Bu davranış, köyü her bakımdan bizlere bağladı. Metot, biçki-dikiş, nakış dersleri, tatil günleri dışında öğ leden sonralan saat l 4- l 8 arasında hiç aksamadan dört ay sür müştür. Yalnız, işin daha başında bir başka zorlukla karışla şılmıştı. 7 kişi, kurs programlarını izleyebilmek için okuma yazma bilmiyorlarmış. Arkadaşım Grup Şefi Cemal Öncel'in eşi öğretmen Aliye Öncel de işin bu yanını ele almış, pek yo ğun çabalar harcayarak kısa bir süre içinde bu yedi kız ve ka dını, biçki dikiş kursundan faydalanabilecek bir hazırlık dü zeyine getirmiştir. Bu kurs, işlerini bizim Eğitmen Kursu çalışmalarından önce bitirdi. En az başarı ölçüsü, herkesin kendisine yine ken disinin biçerek diktiği bir elbise olmuştur. Öğrencilerin yap tıkları çeşitli işler, (Yastıklar, masa örtüleri, çay takımları, ka neve ve hesap işleri, tül perde örgüleri, kabartma iş, çeşitli na kışlar.. ) Cemal Öncel ile ortak olarak oturduğumuz evimizde sergilendi. Halk kendi köylülerinin ellerinden çıkan güzel iş leri gördü, kıvandı. Aynca bir inceleme yapmak üzere gelmiş olan Bakanlık Siyasi Müsteşarı Nafi Atuf Kansu ile Umum Müdür Hakkı Tonguç, Eskişehir Maarifçileri ilgilendiler ve hepsi de köy yerinde şimdiye kadar örneği görülmemiş biçim, güzellik ve zenginlikte böyle bir işe girişilip yararlı sonuçlar almayı, gerçek -bir haşan saydılar ve halkın, aydının, yöneti cinin katıldığı bu yargı, burada çalışanların emeklerini karşı layan bir ödül yerine geçti. Mahmudiye kursunda yetiştirilmekte olan eğitmen aday larının gündelik yaşantıları içinde ortaya çıkıp gözüme çarpan özellikleri not etmiş, bunları Okul ve Öğretmen Dergisi'nin l 937 tarihli 1 5 . sayısında yayımlamıştım. Birkaç parçasını aşağıya alıyorum: 38
"KURS UM UZUN KÖŞESİNDE BUC AGINDA" ( ...) Arkadaşlarının sakal tıraşını yapan Halil Arslan' a seslendim: - Nasıl işler, Arslan? - Sağ ol şefim! Elimden geldiği kadar yapıyorum. Hepsine birden döndüm, - Doğrusu Halil, usta berber değil mi? dedim. Afyonlu Cafer atıldı : Evet usta berber doğrusu... Amma altındaki bıçağa da yanabilirsen! .. �
*** Bahçede bayrak direğini boyatıyordum. Başımın üstün de bir kahkaha patladı. Baktım, öğretmen Cevdet. İçimden, - Tuhaf dedim. Bu ağır başlı adama d e oldu? Demeye kalmadı. Öğretmen vaZiyeti p cereden izah et mek mecburiyetini duydu. Anlatmaya başla ı: - Gene bizim Gökmen'in hikayesi. Şimdi yazı yazdırıyo rum. Baktım, Gökmen bir satın iri, bir satın küçük harflerle yazmış. "Aman, Gökmen, dedim. Dikkat etsene .. Şunları hep bir büyüklükte çıkart!.. dememe kalmadı Gökmen, "Ne zararı var öğretmenim, büyük harfler küçük harfle re bakarlar, küçükler büyür" dedi ve ona gülüyorum. Arkasından ben de boyayı boyayanlar da, kendimizi tu tamadık. T ıpkı Cevdet gibi biz de güldük. Karşılıklı latife yaparlarken Hasan diyor ki: - ,Sen benim ekmeğimle adam oldun. Hazır cevap Gök men, hemen yetiştiriyor:
o
- Aman arkadaş acele et! Mademki ekmekle adam yapı yorsun, bir sürü adam yap da memleketin boş yerlerini doldu ralım. *** Bu akşamki eğlencede bizim tuluatçıların buluşlarını, değme piyesçiler söktüremezdi. Hele Sezer'in hünerleri, şaheserdi.
39
- Baylar, dedi. Burada her şeyi öğreniyoruz. Tavuğu çok yumurtlatmanın usulünü de anladık. Size şimdi bir marifet göstereceğim. Bakın ! (Hemen oradan eline geçirdiği fötr bir şapkayı masanın
üzerine koydu. Büyükçe bir mendili de elinde şöyle bir, iki de fa salladı.) - Görüyorsunuz ya mendil.. (Şapkayı havaya kaldırdı.) - Bakın, bunun da hilesi hud' ası yok, şuradan alıverdim. Hoop! .. Bir, iki, üç... Şapkanın içine boş mendilden arka arkaya yumurtalar düşürüyordu. Ben alay ettim, - Sezer! Dedim. Artık bize karada ölüm yok. Bundan sonra kursa yumurta lazım oldu mu hemen sen fabrikayı ça
lıştırırsın. Sezer, - Şefim! dedi. Bunu, şimdi söyleyeceğim bir söze misal olsun diye yaptım. Biz köylere gidince mendilden yumurta çı
kartmak kadar zor işleri başaracağız... Müthiş bir alkış tufanı... Ama bu, bir nezaket ve gösteriş işareti olmaktan çok uzak bir iç ve inanış fırtınasının gürültü sü idi." Öğretmen Emin Taşkent' in kimi kurs arkadaşları için yaptığı manzum taşlama ile seslendirilmesini bir türlü başa ramadığımız, "Eğitmenler Marşı" nı buraya koyarak artık Mahmudiye kursunun anlatma işini bitiriyorum. ( ...)
Kastamonu Gölköy Eğitmen Kursu'ndaki Müdürlüğüm İlk yolculuk Kursların artık çoğaltılması gerekiyordu. Küçük köyler için "Eğitmen"in, her bakımdan iyi bir kılavuz olacağı açık-
40
ça anlaşılmıştı. Okulda, tarlada, bahçede, sokakta, evde, köy de . . . Onun gücü, aralarında yaşadığı pek geri aklmış küçük top luma nereye yöneleceğini; nasıl davranacağını gösteriyor, öğ retiyordu. Bu gerçeğin kuşku sinmiş bir yönü kalmamıştı. lş e daha önce girişilmemiş olmasından doğmuş "Kayıp"lann hızlandırdığı çabalar, devlerle yanşa çıkmış gibiydi� Sanki "Açık"ların kapatılması savaşı başlamıştı. Böyle olduğu için de Ankara' ya çağrı telini aldığım zaman hiç şaşırmamıştım. Apar-topar bir yolculuktan sonra Tonguç'un karşısına dikil dim. Çok keyifliydi. Başanlann sonuçlarını daha önceden gö ren bir insanın ferahlığı içindeydi. - Bugün Çankırı'ya gideceğiz. Hemen hazırlan! dedi. Za ten vanm yoğum, bir yolcu çantasıydı. Onu kaptığım gibi her şey için ve her yerde hazır ve nazırdım. Kaşla göz arasında üç kişi bir otomobile yerleştik. Aramızda Tanın Bakanlığı'nın Köycülük Şubesi Müdürü eski öğretmenlerden Raşit Sara çoğlu da vardı. Ağırbaşlı, bilgili, yurtsever ve her bakımdan olgun bir insandı. Arabanın içindeki küçücük çevremiz bir den büyüyüvermişti. Tonguç konuşmaya başlamıştı çünkü.. O, kafasında kurduğu "Köyü canlandırma" dünyasının dışına çıkamazdı. Yıllarca sonra bile, bu davranışın küçücük bir de ğişikliğe uğradığını görmedim. Hep köydedir. Hep köylü ile dir. Tohum güzelleştirilir; hayvanların soylan geliştiriİir. Bah çeler, bağlar kurulur. Bataklık olmaktan kurtulmuş yolların ke narlarındaki badanalı, ışıklı evlerdeki küçük çocukların yüz lerinden kan damlar. Köy, artık insan ve hayvan sağlık memur larına, bir tarımcıya, bir kooperatifçiye kavuşmuştur. Güzel bir okul yapısı, yalnız çocukların değil, köylünün de toplantı ye ridir. Tarımda verimi arttıran metodlann nasıl uygulandığı f ilmlerle burada gösterilir. Toplumu her yönden eğitici oyun lar, burada oynanır ve bolluk içindeki bu cennet parçalarının barındırdığı insanlar, yarınına güvenle bakan mutlu bir ulu sun temelidir. On y!l, köy işlerinin her köşesinde dolu dizgin esen kasırgalar içinde beraber kaldık. Adım başında, ölüm is-
41
teyen cehennemlerin köprülerinden geçerken birlikte acılar, yaralar aldığımız oldu. Ağzından, evinin, ocağının düzenini ilgilendiren tek bir söz çıkmanuştır. Geçimi, kişisel tasalan üs tüne şöyle veya böyle laf ettiğini hiç bilmem. Yani Tonguç, yurda adanmış bir köycü, benzersiz bir eğitimci olarak kal mıştır hep .. Sorunların işlenmesinde öylesine düşündürücü ve yeni şeyler öğretici gerçekler kotanrdı ki konuşmalarında, bir yerden öbür yana kurduğu köprülerden geçirirken, bir iklim değişse bile, yenisine alışkanlığı, tereyağından kıl çeker gibi hemen kıvamlaştınverirdi. İlgiyi ayakta tutan derinliği için de, insan hiç yorulmaz, usanmazdı. Bozkır'da arabamız hızla ilerliyor. Sürekli konuşmaları nın kurup ördüğü köylerimizin bugününü geleceğine bağla yan ışıklı tünellerden, asma köprülerden geçip durmaktayız ha bire ... Bir yerinde bana döndü, dedi ki: ( ... ) - Geçen seneki eğitmenlerden birini görmek ister mi sin? - Aman dedim. Muhakkak görelim. Otomobil ilerde görünen bir köyün kara yoluna saptı. Çeşme başında durduğumuz zaman yanımızda güler yüzlü, to parlak bir adam peyda oldu. Bu köyün muhtarı imiş. Umum müdür, onu tanıyordu. Hoş beşten sonra ona takıldı, - Eğitmeninizi almaya geldik. Ondan pek memnun değilmişsiniz de .. Muhtar zeki bir gülüşle, - Biz bir tanesine daha talibiz, diye cevap verdi, Hem yürüyorduk, hem konuşuyorduk: - Bey, biz yedi ay hep onun yolunu gözledik. Çocuklar, bizim Hasan (Bu, eğitmenin adı) daha kursa yeni gittiği za man boyunlarına bezden kitap torbalarını takmışlardı. Allah millete, devlete zeval vermesin. Y ıolumuz yapılıyor; delikan lılanmız göz açıp kapamadan askerliklerini bitiriyorlar.. Bi zim köyde mektebi rüyamızda görsek inanmazdık. Hükümet bunun da kolayını buldu. Gördün mü işi? 42
Salaş bir merdivenden çıktık.Loşça ve küçük bir oda. Fa kat görünüşte köyün en güzel yeri. Çocuklar, "Hoş geldiniz! " diye bağrıştılar.
"Nasılsınız" sualimize öyle sert ve tok bir "Sağolun"la cevap verdiler ki insan, talim ve terbiyesi tamamlanmış küçük bir kıtanın önünde bulunduğu hissini alıyor. Hasan Yılmaz beni görünce kızardı. Baktım, elceğizi ile çocuklara sıra yapmış, köşede küçük bir masa, üstünde Üzer leri kağıtlarla kaplanmış okulun resmi defterleri istif edilmiş. Çocukların karşısında Atatürk'ün büyük bir resmi, duvarlar da çocukların o zamana kadar öğrendiği kelimeler, cümleler iyi bir yazı ile yazılmış, asılmiş. Hasan'ın yanına sokuldum: - İyi misin Hasan! dedim. İşlerin nasıl? Onun yüksek sesle verdiği cevap, bizi etrafında halkalan dırmıştı. - 36 çocuğum var. 34'ü okuyup yazıyor. 2'si battal çıktı,
ama ne yapıp yapıp onları da yetiştireceğim. Kısa bir yoklama yaptık. Hasan doğru konuşuyordu. Ço cuklar dört ay içinde okuyup yazmışlardı. Daha güzeli, kirli paslı görmeye alıştığımız köy çocukları, tertemiz, mis gibi ko kan yeni bir öğrenci nesli olmuş. Köyde, şöyle bir dolaştık. Sokaklar temizlenmiş. Bozkır da, boz rengine alıştığımız kerpiçlerin yüzleri ağarmaya baş-' lamış, çeşmenin harçsız taşla yapılmış kanalı, köye temizlik ve güzellik fikrinin yanaştığına şahadet ediyor. Muhtar, - inşallah, diyor. Önümüzdeki seneye çocuklar asma oda dan kurtulacaklar.. Paçaları sıvayıp köyce şu yeni mektebimi zi bir bitirebilsek! .. Ayrılırken bu kervan geçmez köyden Onuncuyıl Mar şı'nın bize kadar gelen billur dalgası içimizi kabartmıştı. He pimiz dalmıştık. Ve muhakkak hepimiz de gönüllerimizi, ya rın bu köyün büyükleri olacak küçüklerin kuracakları yeni ha yatın diri akışına kaptırmıştık.
43
Umum Müdür diyordu ki: - Bu civardaki 7 köyün Gezici Başöğretmeni senin Va hit, geçenlerde vekalete gelmişti. Üstünün başının tozuyla hiç bir yere uğramadan, dinlenmeden işini görmek istediği anla şılıyordu. Bana, "Ben bölgemdeki köyleri bir araya toplaya cağım. İzin verir misiniz" diye müracaat etti. Ben de, "Sakın güreşle at koşularını unutma! " dedim, selametledim. Aradan biraz zaman geçti. Köyleri dolaşırken hemen bütün köylüler, toplantının tadı damaklarında kalmış olacak ki, "Aman şu eğ lenceleri sıklaştırın" dediler. Bozkırın sessiz havasına hareket veren güzel bir şey değil mi bu? Zaten iki seneden beri bu An kara ovası değişti. Karşıdan görünen şirin okul binaları, istik bale çevrilmiş kaleler gibi. Yolda davarını güden bir çocuğu çağırıyorsunuz. Yaylanmış gibi karşınıza dikiliyor, sert bir se lamla adını, köyünü söylüyor. Onun, "Atatürk bütün çoluğun çocuğun ulu'su" deyişinde öyle bir kuvvet, öyle bir inanış var ki insan yakın istikbalin, bunların sırtında ne büyük hızla yü rüyeceğini tasarlarken hazzından ağlamaklı oluyor. (... )"(*) Çankırı' ya gece girdik. Yeni yapılan okul binasında top lanan öğretmenlerle geç vakitlere kadar konuşan Tonguç, hı zını bir türlü alamıyordu. Oradakiler de yeni şeyler kazanma ya susamış davranışlarıyla konuşulanların kazanını boyuna ateşliyorlardı. Dağılırken, - Yarın sabah, saat dörtte yola çıkacağız, dedi. Tonguç, elinden gelseydi günlük yaşantılar arasından "Uyku"yu kaldırırdı. Daha sonralan birlikte yurdun birçok yerlerinde uzun inceleme gezilerine çıktığımız zaman kendi sinin bu özel yanını da görmüştüm. Hiç hatırlamıyorum, şöy le l l - 1 2 sularında yatalım da sabahlan 7'de filan kalkalım. t ık yola çıkış saatleri, 4 ile 6 arasında değişirdi. Geceleri de en er ken yattığımız saat, 1 ya da daha sonralan idi. Bu geziler sıra sınclı kendine güvenen, yüksekten atan ne kadar yöneticiyi, de(*) Yeni Hızla Köye Doğru, S. Edip Balkır. Ülkü Basımevi. 1 939
44
diğimiz saatte yola çıkarak yatağında bıraktik. Geceleri, öğret menlerle, aydınlarla, köylülerle konuşmaya doyamazdı; onla ra anlatacağı şeyleri bitiremezdi. "Bir şeyler öğretmek, kafa ya bir tutam ışık salmak; içi biraz ateşlemek . . . " için hep çırpı nırdı. Bütün yaşadığı sürece de hep çırpınmıştır böyle ... Gece den, ertesi gün için geziye başlanılacak saati haber verirdi: - Yarın, beş buçukta hareket. "Aman efendim, 5.30'da yola çıkmak da iş miymiş? Em redilsinmiş, 3 'te bile çıkmak için hazır olunurmuş, falan, filan... " Her şeyimiz biter, Jipimizde yerimizi alırdık. Her defa sında o, - Edip dakikasını bile kolla, haksızlık olmasın! diye be ni uyarırdı. Saat elimde, bir yandan çevremizi gözetler, bizim belirttiğimiz vakitten bile erken davranacağını söyleyen kişi leri arar, gelmelerini beklerdik. - Zil çalıyor, Hakkı Bey! tam vakittir. - Desene iki .kişi daha gürledi. Şoföre, haydi oğlum çek! Uyusunlar da büyüsünler.. (Atardı kahkahayı.. Sonra birden toparlanır.) Bu ülkede " Yok"u yapacak; "Eksik"i tamamla yacak insanların emek harcaması için gözlerinin hep açık kal ması gerekirken onlar hep uyuyorlar. Ama Edip, yılmak yok, uyandıracağız onları. Ne yapıp yapıp uyandırmalı. Ne kadar ters, ne kadar cıvık tutumla karşılaşırsa karşı laşsın onun umudu, hep yaylı; gücü, ayakta ve her şeyi pırıl pırıldı. Bir gün de yalınkat olup büküldüğünü görmedim. Ne dev adamdı o .. Hep sonradan öğrendim bunları . . . Arabamız, "Dumanlı başı bulutlan delen" Ilgaz'a sardı. Bir ağaç denizinin içe dolan ferahlığı, insanı serhoş eden çam kokularının dalgaları ortasında serin suları içe içe Kastamo nu 'yu bulduk.
Ön araştırma ve karar Ayağımızın tozu ile valinin yanında aldık soluğu. Avni
45
Doğan Bey, uyanık, bilgili, lep demeden leblebiyi anlayan, piş kin, yurtsever ve sapına kadar mert bir yöneticiydi. Umum mü dür, Kastamonu'ya gelişin amacını açıkladı. Eldeki projelere göre Tanın bakanlığı 'nca 700 kişinin barınabileceği ileri sü ' rülen Gölköy'deki eski Ziraat Mektebi ile Şeyh Ziya Efen di'nin köşkü için bir inceleme izni rica etti. Hemen ilin tanın müdürünü çağırttı. Gerekli açıklamalardan sonra görmek is tediğimiz yapılara götürmesi için önümüze düşmesini buyruk ladı. Doğruca kendi haline bırakılmış okul yapısına gittik. Bir de ne görelim? Burası, şöyle yalancıktan dolaşmak için bile içine girilecek bir yer olmaktan çıkmıştı artık. Ana duvarda yukarıdan aşağı uzanan kalın bir yarık, yanına yaklaşma ce sareti bile bırakmıyordu insanda . . B iraz sonra Fidanlık'ta ça lışan Alman teknisyen geldi yanımıza. Tonguç ondan çevre
y
nin fidancılığı ile ilgili bilgiler aldı. (Bağlarımın irmi yılı aşan süresi içinde onu, yalnız bir defa Almanca konuşurken gör müştüm. Fakat sonraları bir Almanca kitaptaki sayfaları şöy le süzerek sanki önceden yazılmış bir metni okur gibi rahat ve pek düzgün çeviriler yaptığını öğrenmiştim.) Buradan umu du kesince büyük bir bahçe içinde uzaktan saray gibi görünen Şeyh Ziya Efendi' nin yapısına yollandık. Burası da Tanın Ba kaniığı 'nın malı imiş. Şöyle sağı solu kolaçan ettik. Bakım sız ve güdükleşmiş büyük bahçenin bir kıyısında sipsivri bir yapı, bunun yanında, artık hayvan barındıracak hali bile kal mamış ahırlar.. Gösterişli evin ortasında baca gibi yükselen ambar, kapısında da av tüfeği kadar heybetli bir anahtar. İ şte eldeki projelerin kağıt üstünde, okul, ahırlar, odalar salonlar. . diye gösterdiği geniş yerler, 700 kişinin barındırılması için fe rah ferah yeterli görülen, ama aslında bu sayının yedide biri nin bile sığdırılamayacağını bar bar bağıran bir "gerçek"le kar şılaşılmıştı. Yani bu ilk gezmemizin, tozmamızın toplamı şu idi: Burada öyle 250 kişilik bir eğitmen kursu açılamazdı. " Su yoktu, yol yoktu, yatacak yer yoktu." Hadi, yıldırım hızı ile yataktı, kap kacaktı, ocaktı, akar suydu . . . Daha buna benzer
46
şeyleri sağladık, ama yatacak yeri? İşte öyle çıkılmaz bir yo kuş ki ne yapsan para etmez. İşin yoksa, bu çaresizlik içinde boğulmamak için debelen dur. - Yahu Edip, niye öyle somurtup karardın? Ya sen, "Hay di 250 kişilik yer hazırı git kursu aç ! " diye yalnız başına yol lansaydın buraya... Şimdi hep birlikte gördük işin sökmezli ğini. İyi ki hep beraber geldik. .. Yola çıkmadan önce Arıkan, vaktiyle başından geçen bir olayı anlattı, dinle, bak: tık kur may çıktığı zaman tayin edildiği ordunun komutanı, kendisi ne harekat planlarını hazırlama görevini vermiş. Okuldan en iyi derece ile ve parlak bir kurmay olarak diploma aldığı için ordunun kendisine büyük bir· inanı ve güveni varmış. İlk işi nin başarılı olacağını düşündüğü sonucu için, geceyi gündü ze katmış; nesi var, nesi yoksa hepsini ortaya koymuş ve dü zenlenen planlar da Milli Savunma Bakanlığı ' na postalanmış. Ama gel gör ki kesin bir "Takdir" in ha geliyor, ha gelecek di ye beklendiği o umutlu günlerde bütün orduyu şaşırtan bir tel; " Planlar uygun bulunmamıştır. Gerekli bilgiler postada. . ." Ankan, beyninden vurulmuşa dönmüş. Demek bu kadar ça bası, yorgunluğu boşa gitmişti. Asıl açıklama gelince, iş an laşılmış. Kurmay haritalarına göre hazırlanan planlarda, sor. radarı yapılan fakat henüz haritada gösterilip işlenmemiş bir "Tahta köprü" yüzünden bütün düşünce düzeni bozulmuş. Artık durur mu ya kalkmış, gitmiş o tahta köprüyü, yerinde görmüş ve kusurunu da anlamış. Tanın Bakanlığı'ndan gelen bu projelere göre 250 kişilik bir eğitmen kursu için burası, biçilmiş kaftan. Ama Ankan de di ki; (Başımdan geçen bu olay, kulağıma küpe oldu da gözle rimle görüp aklımın yatmadığı şeylere hiç yanaşmam. Sen şim di Tarım Bakanlığı'nın bu işlerle ilgili müdürü ile kursun ba şına getireceğin arkadaşı al, yeri git gör, ondan sonra karar ver. İş, İspanya'da şato kurmaya benzemesin). Bakan'ın hakkı var mış. Kağıt üstündeki çizgilerin getirdikleri şu karşınuzdaki gerçeklere hiç uymuyor. Bunu da zamanında görüp öğrenmek 47
kar. Artık tutumumuzu bu olanaklara göre düzenleriz. Söz ge lişi, burada 250 eğitmen adayı toplayalım diyorduk, indiririz şimdi bunu l OO'e. 1 50'yi de Yozgat'a yollarız, olur biter.. . Bende şafak atmıştı. Bu terslik, işleri geriletecekti. Çok üzüldüm. Dedim ki, - Gerçi başka yolu yok gibi görünüyor, ama bunun çö züntüsü pek fena olacak. Baştan, burası için (250) denildi. Ar kadan, "Tasarlanan yerler elverişli değilmiş, bu kadar kimse nin banndınlamayacağı, yapılan incelemeler sonunda anlaşıl dı" diye girişilecek bir savunmayı kolayca eskitebilirler. Pe kala diyebilirler ki, "Camm efendim, karardan önce yerin el verişli olup olmadığı araştırılsaydı. Böyle konularda işleri sağ lama oturtmalıydı." Bence, bu rakamdan dönmeyelim. - İyi hadi dönmeyelim, ama başka ne ederiz. Bunun tek çıkar yolu, "Çadır"dır. Nasıl, var mısın? - Niye olmasın? Bu baş edilemeyecek bir zorluğu yenen güçlü bir çare sayılacaktır. Hatta hatta, hazır bir bina proble minden de üstün tutanın bunu. . . - Öyle ise tamam, oldu. Bizim Bakan, Kızılay İkinci Baş kanıdır. 200 kişiyi barındıracak çadır bulur bize, hiç tasalanma. Sanki her şey olup bitmişti. 250 kişi, yerli yerine yerleş miş ve kurs da gürül gürül işlemeye başlamıştı. Halbuki ne rede? İşi bu kerteye getirmek için önümüzde öylesine aşılmaz gibi görünen engeller vardı ki ! Ama zorlukları, kopara kopa ra bitirecek; tasarladığınız kurumu her yönü hazır ve bütün bir biçime getirme yolunda, geceleri gündüzlere katacaktık. Ko� numuz, kendisini yaylandıran yeni güçleri, bu şırınga ile ka zanmıştı. Önemli olan, inanç ve güven içine girmekti. Akşam üstü, Kastamonu'nun oturulabilecek tek lokanta sında, üç kişi kafa kafaya verdik. Hem demleniyor, hem de be nim göğüsleyeceğim çok zor kuruculuk ve işletmecilik göre vinin iç içe girip kaynamış sert düğümlerini çözmeye çabalı yorduk. Tonguç, keyifli keyifli konuşuyordu: _
48
- Şimdi artık önümüzde, sınırlan belli bir problemimiz var. Bunun en önemli yanı, yatacak, yiyecek, okutulacak, ça lıştıracak " Yer " işi. Gider gitmez yapı işlerini düzenleyecek öğretmenlerle çadırları yollayacağım. Bundan sonrası, gerçi gene bir sürü zorlukları var, ama daha kolay sanırım. Yatak, su, kap kacak, ışık. . Hep paraya dayanan sorunlar. Ama bu ya man vali burada iken, sırtın yere gelmez gibi geliyor baı;ıa. Zor lukları yoluna koyacaktır her halde . . . B u konuşmaların kimi yerde getirdiği karanlığın, kimi yerde de karşımıza çıkardığı iyimserliğin çalkantıları içinde kendimizden geçmiş olacaktık ki, galiba, kalın ve çekingen bir ses araya girdi de uyandık. - Konuşmalarınızı, elimizde olmadan izledik ve çok da ilginç bulduk. Yandan dinlemektense masanıza misafir olalım dedik. Birimiz, "Doğru Söz" gazetesinin sahibi ve başyazarı Hüsnü Açıksöz; birimiz de tüccardan ve eski öğretmenlerden Muharrem Celal Bayar. Doğrusu bizim için beklenmedik bir şeydi bu. Sevinerek hemen onları aramıza aldik. Gazeteci dedi ki, - Eğitmen kursu işini, bütün Kastamonu ve çevresine du yurmak için yarından tezi yok, yazılar yazacağım. Arkadaşı mın da piyasayı tanıtmak, rahat ve ucuz alışveriş için çok yar dımı olacaktır size. Bu karşılaşmayı, iç içe girmiş çeşitli zorlukları kolayca yassıltacak uğurlu bir başlangıç diye yorumladım kendi ken dime. Tüccar, konuşmalarımızda yeni bir uç verdi, - Bizim burası, devletle aksataya pek yanaşmazdı eski den beri. Ama Avni Doğan Bey, vali olarak buraya geniş bir güven getirdi. Ehhh, benim de piyasada sözüm geçer. Uma nın ki araç ve gereçleri kredi ile kolayca sağlarız. Gerekirse kefil olurum, dahası var mı? Geç vakitlere kadar hep yurt, köy işleri üzerinde durduk. Bir aralık Muharrem Celal Bey'in Kas tamonu Öğretmen Okulu' ndaki öğretmenliğine değinilince 49
Tonguç 'un da bu okuldaki anıları tazelendi, bu yoldan kuru lan bağ, daha da başka türlü bir yakınlık ve sıcaklık getirdi. Ayrılırken kucaklaştık. Ertesi gün buluşmak üzere sözleştik, dağıldık.
İşlere giriş Sabah sabah dipdiriydik ücümüz de .. Tonguç, hemen ele alıp sonuçlandırmak zorunluğunu gördüğü işleri not ettirdi ba na. Çevredeki köyleri görmüş, çarşıları dolaşmıştık. Artık y ol arkadaşlarımın yapacakları şey kalmamıştı. İçleri rahat, Ankara' ya dönebilirlerdi. Onları, "Ayrılık Çeşmesi"ne kadar uğurladık. Tek başıma kaldım ortalıkta. Ama yanlış anlaşılmasın, hiçbir zaman "Artık yalnızım" diye bir şey gelmedi aklıma. Biliyordum ki eski öğretmen tüccar Muharrem Celal Bey, (Sonra Kastamonu'dan milletvekili seçildi) en büyük dayana ğımdı. Bir de onun yanında arslan gibi Hüsnü Açıksöz (Bu da Kastamonu'dan milletvekili olmuştu) yer alınıştı. Bana kara da ölüm yoktu. Oturdum, ilkönce yapılacak işleri şöyle top tan gözden geçirdim. Bu ezici, bunaltıcı yığının altında bo ğulmamak için özümü sağlam tutmak gerekiyordu. Öyle ya, iğneden ipliğe, beşikten kaşığa kadar.. her şey düşünülecek, satın alınacaktı. Sorunumuzun ağırlığını hafifletmek için her şeyden öne bir ayıklama, sonra da şehirde yapılacak olanlar ile kursun çalışacağı yerde düzenine konulacakları ayırma zo runluluğu vardı: 1 - Yatak ve yastıklar için yüz, pamuk; bunların doldurulup diktirilmesi. Kılıflar, örtüler, battaniyeler.. ; 2- Kap-kacak, çatal, kaşık, sürahi .. ; 3- Sandalye, masa .. ; 4- Lüks lambalan, gemici fenerleri .. ; 5- Testere, rende, çekiç, keser, kilit.. gibi avandanlık; 6- Altı at, üç araba, bir fayton satın alındı. Aynca santri-
50
füjlü bir tulumba, bunu çalıştıracak bir motor tedarik edildi. Kereste, tuğla, kireç satan yerlerle anlaşma yapıldı. Yatak ta kımlannın hazırlanması için bir ev kiralandı. Kursa gelen eğit men adaylan ile yöneticilerin ve öğretmenlerin günlük yiye ceğini yollayacak bir yer sağlandı. Belediyenin ve Bayındır lık Müdürlüğü' nün, kursta girişilecek türlü yapı işleri için ge niş ölçüde yardımlan elde edildi. Ama araç ve gereçlerin satın alınması için Maarif Müdü rü 'nün de candan ilgisiyle piyasaya fişek gibi daldık. Muhar rem Celal Bey, pek sağlam bir ölçü koydu: "Satın alınacak şey ler için (veresiye) lafını etmeyeceğiz. Peşin para ile alacakmı şız gibi davranacağız. Bütün avadanlıklann kadrosu belli ol duktan; yerleriyle bağlantıları yapıldıktan sonra işi bana bıra kın. (Kefili benim) deyip adlan belli olmuş, pazarlığı da edil miş şeyleri taşımaya başlanz." Öyle de oldu. Muharrem Celal Bey, esnafı sanki haraca "bağlamıştı. Her yerde " Memleket sevgisi, yurt hizmeti. . " Slo ganı ile ağızlara mühür vuruyor, bağlandığımız şeyleri, peşin fiyatlanndan bile daha ucuza satın aldığımız oluyordu. Ken di mağazasından verdiği dokuma eşya için, "Piyasada gerek li araştırmayı yapın da içinize bir kuşkunun gölgesi düşme sin, insanlık hali bu. . " diye de bir açık davranıştan hiç aynl mıyordu. Böyleyken kurs çalışmalannın adamakallı gelişmiş, ar tık her şeyin yoluna girmiş bulunduğu bir dönemde Vali Yar dımcısı, bu efendi ve gözü tok, gerçekten yurtsever bu insan için dedikodu yapmış, demiş ki, " Muharrem Celal Bey, fırsa tını bulup kursa sattığı şeyleri pahalı pahalı kakıyor." Bunun da söylenemeyecek kadar kötü bir nedeni var. Hazret, bana ha ber göndermiş, "İşi olmadığı zaman 15.ursun faytonundan fay dalanalım. . " demiş. Ben " Görev dışı hiçbir nedenle kurumun hiçbir şeyini başkasına yollamam, kullandırmam" diye karşı lık verdim. Buna mim koyan devletli! bizim aylık bordrolan- nı, gereği olmadığı halde, ayın sonuna kadar tutar, aklınca 51
yetkisinin gücünü göstermek isterdi. Arada başka bir şey de geçmemişti. Kendisi ile her karşılaşımızda bir surat, bir su rat! . . İşte bana karardığı bu günlerde ileri-geri konuşmuş. Gü ya aldığımız iyi cins on yatak çarşafındaMuharrem Celal Bey kursu kazıklamış. (Bunun tutan çarşaf başına 25 kuruştan 250 kuruş ! . .) Dolaylı olarak beni de kattığı bu kuşku ve suçlama yı, kalktım, gittim Vali Avni Doğan Bey'e açıkladım, üzüntü mü belirttim. Bu arada fayton için yolladığı haberi, benim . karşılığımı da kattım işe. Bana, - Git rahatına bak. Kervanı yürüteceğiz, ne derlerse de sinler, ne yaparlarsa yapsınlar. Bozulmak yok! dedi. Sonradan öğrendiğime göre bütün dokuma tüccarlarını ve mağaza sahiplerini kendi odasında toplamış, kursa aiınmış olan on iyi yatak çarşafının örneklerini de getirterek bunların kaçar liraya satıldığını hazır olanlara sormuş. Aldığı bilgi, açık ve seçik bir iftirayı olduğu gibi ortaya koymuş. Vali Av ni Doğan Bey, tuturnunuda her yönüyle olumlu, sözü özüne , uygun, çok başarılı bir yöneticiydi. Bırakır mı işin peşini? Yardımcısına izin verdiğini, ilden uzaklaştırdığını öğrendik. Artık bu zat, eski işine dönememişti de. Kastamonu'daki misafirliğim, uzayıp gidiyordu. Kursta ki işlere bir çeki düzen vermek için ara sıra oraya gitmek zo runluğunda kalıyordum, fakat bir türlü de şehirden kopamı yordum. Çarşıda ilk kımıltılar başladığı saatlerden, akşam dükkanlar kapanıncaya kadar sütçü beygiri gibi koşuyordum. Geceden hazırlanmış; ya da şurada, burada dolaşırken hemen ayak üstü çiziktirdiğim notlarımın bulunduğu kaç el defteri hurdaya çıkmıştı. Durmak, dinlenmek yoktu. Galiba o gün lerde ortalıkta en çok görünen, her yere en fazla girip çıkan; sağa sola durmadan selam verip, selam alan yalnız bendim. Çevremin alabildiğine gözüne batan bu durumum, bin bir şa kanın belini büküyordu. Bunlardan benim en çok hoşuma gi deni de, "Bu müdür, görevi bittikten sonra da buradan ayrıl maz. 11 İdare Meclisi üyeliğinde gözü var herhalde" yolunda52
ki takılmalardı. . Her biçimde, her renkte " İ ş"lerle dolu gün düzlerin nasıl eriyip akıverdiğini anlayamıyordum, ama o ge celer yok mu, işte bu inatçı karanlı klan yırtıp bir türlü sabah lan edemiyordum. Her yanda soluğun bile kesildiği bu küçük Anadolu şehrinde saat on ikiden sonra, eğer insanın içinde yok sa, yakacak küçük bir ışık da kalmıyor; sokaklar, evler, gök.. her yer zifirleşiyordu. Saat kulesinin belli sürelerdeki tok ses leri, insanı ara sıra kendine getiriyordu. Fakat sessiz aralıklar da gerçekten " Yalnız başına kalmış olma korkusu", adamın tepesinde değirmen taşı gibi dönüp duruyordu. Kısacası, zor luklar üstüne yaptığım saldırıların getirdiği iyi sonuçlar, gün düzlerin yorgunluğunu pek fark ettirmiyordu, ama yatağıma çekilince aklımın takıldığı yeni işlerin kafamı kalbura döndü ren burgulan, gecelerimi lime lime etmekte idi. Bu karanlığın
perişanlığı 40 gün sürdü. Şehirdeki sürekli çabalarım sonun
da, doğrusu ancak kırk yılın cömertçe vereceği şeyleri vali nin, Maarif Müdürü'nün, Muharrem Celal Bey' in çok olum lu yardımları yüzünden elde etmiştim. Ö bür yandan Hüsnü Açıksöz, oturup kalktığı her yerde kursu ballandıra ballandı ra anlattığı gibi gazetesinde de ilk haberin bombasını patlat mıştı.
(. . . ) Gölköy'deki kuruculuk çabalara Nisanın başı ve yağmurlu bir gün. Önceden öğrenmiştim, Kastamonu'nun usta ve gözü tok şoförü, " San Hafız"mış. Arabasına mühendis Feridun 'la atladık, ver elini Gölköy. İ ne bolu 'ya giden şoşeden bizim yerleşeceğimiz yere sapınca ham yolda çırpındık durduk. Çamurda şoförümüz, dizgin tutmaz tekerlekleri yola getirmek ıçin ustalığını gösterdi de güç be la, eskimiş bir çitle çevrilmiş bahçemize varabildik. Bata çı ka dolaşıyoruz. Mühendis işe girmişti bile: - Kaburgaları meydanda şu ahırları bir çırpıda indirmeli
53
yere .. Baksana, ayakta duracak halleri kalmamış bunlann ar tık. Ama keresteleri çok işe yarar. Bir hızar kurdunuz mu ta mam. Kerpiçinden, kiremidinden de aynca faydalanırsınız. Şimdi siz söyleyin bana. Nerelere, nelerin kurulmasını tasar lıyorsunuz? - İlkönce nelerin gerekli olduğunu sıralayalım, diye kar şılık verdim. Kullanılacak su için depo, mutfak, helalar, el yı kanacak yerler, hamam. - Daha? - Şu ortasınıda koca ambann baca gibi yükseldiği evi elden geçirip adam edeceğiz. - Sonra? - Şimdi de geldik işin asıl püf yanına. Milleti yatıracak yer meselesi yani . . . - Kaç kişilik? - 250 - Peki be birader ama, bannacak olanlar, insan. Yumurta değil ki bunlar, bir sandığa istif edilsin. Nasıl ve neyle yapı lacak bu zor iş allahaşkına? - Çadırlarla. Arkadan hemen iki katlı büyük bina kuraca ğız. - Valla masal gibi bir şey bu .. En iyisi siz, her istenileni bir çırpıda yapıveren bir dudağı gökte, bir dudağı yerde şu "Arap Karısı "nı bulun da onun göstereceği mucizeye sığının. Başka çıkar yol göremiyorum doğrusu bu işde.. Neyse, gene dönelim konumuza. Yann yıkma raporlannı, şu çizdiğimiz taslaklanrı planlarını, hesaplarını veririm hemen. Aynca 1<.e ndi adamlarınız gelinceye kadar işçi de bulurum. Benden bu kadar. Size de dayanıklılık, sabır dileyeceğim. işleriniz kolay kolay söktürülüp, yürütüleceğe benzemiyor. Doğrusu " Zor"un hangi yanı gösterilirse, "olumsuz"lu ğun neresine dokunulsa kılım bile kıpırdamıyordu. Her şeyin yoluna gireceğine, sonucun mutlaka başanlı olacağına inan cım kesindi. Hemen gündelikçileri işe yığdım. Öbür yandan 54
da kendimi etkisinden kurtaramadığım bir düşünceyi işleme ye başladım. "Acaba seçilen eğitmen adaylarını şimdiden ça ğırayım mı? Hiç olmazsa birkaç il' inkini ... Bunları yedirecek, yatıracak yer yoktu. tık bakışta bu "yokluk"a adam çağırmak, delilik sayılabilirdi. Ama yine kendi kendime diyordum ki, "Eğitim, kendi ortamında koşullarını tamamladığı zaman ger çekleşir. Barınaklarını, yine kendilerinin hazırlaması, bu yön den ele zor geçer bir fırsattır. İhtiyaçlar karşısında düşündür mek, zorlukların çarelerini buldurup uygulatmak; başlangıç ta olmaz gibi görünüp yerinde çabaların olumlu sonuçlar ala cağı başarılara eriştirmek, (İş içinde eğitim)in ta kendisi ola caktı. Zaten ihtiyaç ve fırsatları yoktan bile var etmeye uğraş mak, bu alanda tutacağımız en özlü ve en temelli yoldur. Eğit men, nüfusları az köylerin çocuklarını okutup yazdırmakla ye tinen bir insan olarak yetiştirilmeyecekti . Öyle ise bunlar, (iş)in kazanında adamakıllı pişirilmeliydi." Yürürlüğe yeni konulmuş olan " Köy Eğitimleri Kanun ve Talimatnarnesi"nden eğitmenlerin ödevleri ile ilgili bölü mü bir daha gözden geçirdim. (. . .) Demek oluyor ki geri kalmış köylerimizin zorlu hizmet lerini kısa zamanda haşan ile yürütebilecek nitelikte kılavuz lar isteniliyordu. İşte yetiştireceğimiz elemanlar için neleri nasıl yapacağımız sorunu, " Kanun ve Talimatname"de de açıklanmıştı. Gelecekteki hizmet güçlerinin, düzenleyici ve hızlandırıcı böyle bir iş ortamında pişirilmesi, ele zor geçer bir fırsattı. Hemen kesimdeki "Kastamonu, Çorum, Zongul dak, Sinop, Bolu" illerinden üçüne, (Çorum, Sinop, Kastamo nu) telleri çektim, "'gelsinler! " diye. Ve bundan sonra da zorluklar, çalkantılar, tepkiler başla mıştı. Sağdan, soldan millet sökün etti. tık adayımız Ali Özde mir, 4.3. l 93 8 'de geldi. Arkadan Çorumluların tümü katıldı. ( 1 4.4. 1 938) Maarif Müdürü Neşet köse bana yolladığı mek55
tupta, "Öğretmen yollanamayacak kadar nüfusları az köyle ri, Milli Eğitim Bakanlığı'nın direktiflerine uygun olarak, bir gezici başöğretmenin kolayca oolaşıp yönetebileceği bölge lere ayırdım. Adaylar, içlerinden en iyileri araştırılarak seçil di. Belki bunların arasında, fişlerine göre, bilgi yönünden za yıf bulunacak olanlar çıkacak ama her biri için yaptığımız araştırma ve soruşturma, bize bunların güvenilir insanlar ol duğu kanısını verdi. Sakın bunları, (yetiştirilmeleri güç olur gerekçesiyle) işe yaramazlıklarını ileri sürerek geri çevirme!" diye yazıyordu. Bu, eğitmen sorununu bütün dayanakları ve koşullan ile kavramış bir eğitimcinin tutumuydu. Gerçi kurs larda yetiştiricilik çabalarına yeni katılan müfettiş ve öğret menler, ellerine verilenler için durmadan yakınıyorlardı ama onlara hep biraz beklemelerini; iyi sonuçların ergeç alınaca ğını söylüyorduk. Hele bir köyün çobanlığını yapmakta iken seçilmiş olan bir aday için, "Bu kara cahile harcanacak emek lerimiz güme gidecek, hemen geri yollayalım" diye varılmış bir düşünce ve söz birliği karşısında, Cemal Öncel'le ikimiz adamakıllı diretmiştik. Bizim Eskişehir-Mahmudiye Kur su'ndaki Ankaralılar arasında buna benzer adayların sonradan büyük bir hızla nasıl geliştiklerini bütün yanlan ile ortaya koy muştuk da sakat bir yargı nedeniyle yanlış bir işleme gitmek ten korumuştuk onları. "Çoban", bizi yalancı çıkarmamıştı. Eksikliğini, ta başından anlayarak geceyi. gündüze kattı, her bakımdan bir "Y ıldız" oldu. Kastamonu'dan seçilenler biraz gecikerek geldiler, fakat Sinop ve Zonguldak'tan katılmalar, hep teker teker, ya da kü çük topluluklar biçiminde sürdü. Kursumuzun bütün kadro su, biraz yavaş tamamlandı, tamamlandı ama bu arada biz de �ok üzüldük ve ezildik doğrusu . . Çünkü gelenleri, köylerin den sökebilmek için bunlara türlü türlü çıkarların hapları yut turularak sarhoş edilmişler. Ama kursa gelince başlamış bir ayıklık. Köydeki pazarla buradaki çarşının birbirine uymadı ğı çıkıvermiş karşılarına. Her yer, yağmurdan cıvık cıvık.
56
Ayakkabı ile dolaşmanın zorluğu canlarına tak ettiği için her kes yalınayak. Yol yok, rahat yatak yok, yiyecek, şöyle böy le .. Yıkılan ahırların keresteleri, kerpiçleri istife giriyor. Ça dırların kurulacağı yere, kum ve çakıl döşeniyor. Eldeki eski hazır yapı, barınılacak biçime konulmak için uğraşılıyor. Üs telik okuma-yazma diye de bir şey yok. Dinlenme aralıkların da homurtular başlamış, "Yahu, biz buraya askerlik yapmaya mı geldik yoksa amelelik etmeye mi? Köyümüzün suyu mu çıkmıştı. Oradaki emeklerimiz, çoluğumuzun, çocuğumuzun kursağına azık olarak giriyordu, ya burada? Burada da boğaz tokluğuna ırgatlık. Hayır arkadaş, yarından tezi yok, köyümü zün yolunu tutmak gerek." Bu zehirli rüzgar, ortalığı öylesi ne bastırmıştı ki kursumuzun kaşla göz arasında çöküverme si işten bile değildi. Paçaları sıvadık. Bozgunculukta önayak olan iki kaçağı hemen jandarmaya yakalattık, böylece "Hü kümet "le yapılmış sözleşmenin bozulamayacağını kavratmak istedik. Sonra hepsini toplayarak " Gerçek"leri birer birer or taya koydum. Herdeki durumlarının neler olabileceğini, nasıl gelişeceğini açıkladım. Yurt sevgisi üstünde duygulandırdım. Bu arada Eğitim Başı Cemal Öncel' in etkisini sonradan anla dığımız parlak bir önerisini gerçekleştirdim. O, fırsat bulduk ça, " Edipciğim, şu milleti derleyip toparlamak için onlara ka lem, kağıt, kitap vermekte acele edelim. Göreceksin bu dav ranış, kuşkulara, çözüntülere şifa getirecek. . . " Yollu o günle rin zorlu bir isteğini ileri sürüyordu. Kalem, kağıt alma konu sunda "Para formalitesi" öyle karışık ve uzun bir işti ki bir türlü elim buna varmıyordu. Pratik ve kısa bir yol bulmanın peşindeydim. Sonunda evire çevire işi denkleştirdim. Yığdım kalemi kağıdı kursa. Cemal'in yüzü güldü. - İşte gördün mü can kurtaran çareyi? Millet, kağıda ka leme kavuşunca artık kendilerini okutacağımıza inanmış. Şim di çalışma programını aksatmadan yürütüyorum. Kursların ilk ·çalkantılı ve karanlık günlerinin biricik ilacı bence, kalem ve kağıt. Bu büyük sırra vaktinde varılmasını başarabildin mi 57
ortalık mayna, karada ölüm yok demektir, diye düşüncesini, sevincini açıkladı. Yavaş yavaş bir durulma, bir oturuşma dönemine giriyor
duk. Yaş3.ntılanmızı hızla düzenine koyacak işleri, arka arka ya ele almıştık. Hemen on
gün
içinde eldeki tek evin kullanılır bir hale
getirilmesi; çadırların kurulacağı alanın düzenlenmesi; toplu ca yemek yedirilecek sağlam bir salaşın kurulması ve içinin donatılması; sahra helalarının yapılması .. yolunda ilk derle nip toparlanmayı becermiştik. Kötü işlere girişmek için bir at lama tahtası hazır edilmişti. Bundan sonra,
250 eğitmen ada
yının yerleşip yetiştirileceği kurs için gerekli neler yapılacak sa onlara hemen yapışmak zorunluluğu vardı ve soluk alma
dan da işe başladık. İlk önce büyük su birikintilerini kuruttuk.
Pabuçları ayaktan söküp alan çamurun canına okuduk. Bir, gi riş yerinden yapıya; bir de, buna dik ve bütün bahçe boyunca
200 metre uzayan ham yere iki güzel ve sağlam yol yaptık. Hangi tür iş için hangi taşı kaldırsanız o konuda pişmiş usta birkaç eğitmen adayı çıkıveriyordu ortaya. Yollan da işte bun ların kılavuzluğu bir çırpıda yapıvermiştik. tlin Bayındırlık Müdürlüğü'nden bir mühendis bu iki yolu görünce şaştı kal dı. Hele iki kenarındaki elma ağaçlan ile pek şirin bir bulva ra benzeyen
200 metrelik
uzun yolumuzur. bir buçuk günde
yapıldığını öğrenince az kalsın küçük dilini yutacaktı. Daya namamıştı da demişti ki, - Bir başkası söyleseydi inanmazdım doğrusu. Köylerimi zin kavuşacağı "yol"lann bir müj desi sayanın bunu. İlk geldi ğiniz zaman yapacağınız bir sürü işi sayarken tıkanacak gibi olmuştum da, " Bunlar, ancak masaldaki Arap kansının işidir" diye takılmıştım ama, yanılmışım. Dediklerinizin hepsini ra hat rahat yapabileceksiniz birader, benim aklım kesti artık. ..
O günlerde kursun önünde koca bir kamyon durdu, şoför yerinden tığ gibi bir delikanlı atladı, elindeki mektupla yanı mıza geldi. Bizim eğitmen adaylamı barındırmak için buldu-
58
ğumuz çözüm yolu artık sonuçlanıyordu, çadırlar gelmişti. Tonguç mektubunda diyordu ki: "Namık'la yolladığım çadır lar, ihtiyacınızı karşılayacaktır. Orada yapı işlerinde çalışmak üzere öbür arkadaşlar ile tayinini yaptığım bu genç, çok usta ve çalışkan bir öğretmendir. Kendisinden faydalanacağınızı umarım." Tonguç, Yapı Usta Okulu'ndan yetişmiş Namık için az bile yazmış. Kendisi ile iş alanındaki yakın arkadaşlığımız, onun dev çabalan ile bilgisini ne kadar hesaplı ve doğru ola rak denkleştirdiğini öğretmişti bize. Gölköy Eğitmen Kur su' nun kuruluşunda onun her bakımdan verimli olmuş değer li emeklerini hayranlıkla anarım burada . . Müfettiş, öğretmen, eğitmen adayı.. kim varsa hepimiz kafa kafaya verdik, çadırları, hazırladığımız meydanda nasıl yerleştireceğimizi düşündük. Sonunda anlaştık. Herbirinde 28 kişi yatırabileceğimiz üç büyük çadırı, yüzleri yola açık ol mak; iki yanına, gene yola doğru uzamak fakat giriş yerleri ortaya bakmak üzere konulan küçük çadırlarla meydana bir "Atnalı " biçimi verdik. Ortaya demir borudan bir bayrak se reni, iki yana da lüks lambası asılacak direkler dikdik, tamam. Sıra içlerinin döşenmesine gelmişti. Yığdım ağacı, tahtayı meydana. Herkes yatacağı ranzayı kendisi yapacaktı. Kaşla göz arasında bunlar da hazırlanıp yerlerine konuldu. Bayrak sereniyle, lüks lamba direklerinin diplerine güzel çiçeklikler de yapılınca şipşirin bir alan çıkmıştı ortaya. Bu küçük yeşil likler bize, üç büyük çadırın önünü süslemek, hem de bunun özene bezene yaptırılmasını sağlamak yolunu düşündürdü ve arkasından işi, yarışmaya döktük. Ödülümüz, ön bahçesi en çok beğenilen çadırın çekilen resmi olacak, bu da herkesin gö rebileceğ bir yerine asılacaktı. Yalnız bu işde sert bir koşulu muz vardı. Harcanacak çabalar, kurstaki günlük çalışma prog ramının uygulanmasına hiçbir zarar getirmemeliydi. Bu ko nuda çadırlar sessiz sessiz beş gün uğraştılar. Üçünün de önü, pek göz alıcı yeşillik ve çiçeklerle bezenmişti. Birinciliği yal nız bir çadıra veremedik. Hepsi birbirinden güzeldi. Üçünü de 59
birinci saydık. Davullar, zurnalarla coşkun bir bayram günü yaşattı bize bu kararımız. Kuyunun hemen yanından başlayacağımız 52 metre uzunluğundaki yapımız, en büyük derdimizi körletecekti. Bir çatı altında mutfak, el yıkama yeri, hamam ve helalar.. kendi elemanlarımızla giriştiğimiz düzgünce ilk yapı işi buydu. Mut fak, 300 kişilik yemeği pişirebilecek genişlik ve düzende idi. Burası, kurs çalışmaları süresince yemek hazırlama işini de aksatmadan yürüttü. Canımızı sıkan, el yıkama yerlerinin tah ta oluklanydı. Baştan düşünmüş, demiştik ki, "Tahtalar su görünce şişer; aralarından sızıntı yapmaz" ama daha ilk gün kü denemede bunun çürüklüğü ortaya çıktı. Oluklar su tutma dı, yansını akıttı . El yıkamak için içeriye girecek gibi değil di, ortalık göl. İki tahtanın birleştiği yeri çinko ile kapattık, ol madı. Adamakıllı sıkılıyorduk. Ertesi gün, "Ne var, ne yok, şuraya bir uğrayayım" demiştim. Bizim dülgerlik öğretmeni Hamdi 'nin yüzü gülüyordu. (Bu delikanlı da ağaç işleri için eşi bulunmaz bir öğretmendi) gözlerinin içine bir şeyler sorar gibi baktım. - Oldu, Müdür bey! dedi. Çok uğraştık ama sonunda ba şardık. Çimento ile kapattım. Arkadan iki kat da yağlı boya çekince oluklar, sanki taş tan yapılmış kadar sağlamlaştı. 24 kişinin birden yıkanabile ceği hamamın da her şeyi düşünülmüştü. Helalar, rahat ve ye teri kadardı. Yalnız buraları, su bağlanıp da kullanılmaya baş lanınca gücümüzü pek üzen· bir olayla karşılaştık. Su ve pis lik akmıyordu. Bu işlerden iyi anladığını ileri sürdüğü için tek nik konuların yürütülmesi görevini üstüne alan müfettiş Hik met Bozkurt, " İş yanlış tutulmuş .. Suyun ve pisliğin akacağı kanala verilen yatıklık yetersizdir;" diyor ve bu arada elinde ki kağıda çizdiği çizgilerle bunu ispatlamaya çalışıyordu. İşin, para ve yorucu çabalar harcanarak meydana gelmişliği bir ya na, ihtiyaçların karşılanmayacağı gerçeği, içimize kurşun gi bi oturuyordu. Bu yapının öğretmeni Namık, 60
- Hikmet Bey, yanlışınız var. Kanaldaki yatıklık, akıntı ya elverişlidir. Olsa olsa molozlar, tahta parçalan engelliyor bunu.. diye bir açıklama yolu buluyor ve umut verici konuş malarım bu doğrultuda �ürdürüyordu. Fakat yedek istihkam subaylığı yapmış bulunan Hikmet, bu alandaki bilgilerine ve pişkinliğine güvenerek kafasını kaykıltıyor; akıntı yatıklığı nın yetersizliğinde direniyordu. İki müfettiş arkadaş, kanalda bir sondajdan sonra önceden hazırlattıkları çuvallar, uzun çu buklarla temizliğe giriştiler. İnsanın kendi evinde bile yapa mayacağı bu aşağılık görülen iş, başarılması gerekli bir ödev sayılıyordu. Büyük yorgunluklara mal olan bu ağır emekler, sonunda hepimizin yüzünü güldürmüştü. Onları kucakladık. Çünkü en büyük sorunlardan birisi, çıkmazdan sıyrılıp alın mış, herkes rahata ermişti. Daha işin başında beni en çok düşünüren " Su" proble minin küçük, fakat çok büyük önemli hikayesini açıklamadan geçemiyeceğim. Bir " Kuruluş"un ne demek oiduğunu bilen lere malumdur ki böyle yerlerde işin can alacak yönü, " su "dur. 300 kişinin içmesi için, pişirilecek yemeği için, yıkanması için, el-yüz temizleme yeri için, helalar için, besleyecekleri hayvanları için, yetiştirecekleri bitkiler için, girişilecek yapı işleri için, " su", gerekliliğin de üstünde bii:' şey. "O"nsuz so luk bile alınamazdı elbet. Hazırdaki biricik yapımızın hemen kıyısındaki kerpiç molozunun altında, çürümüş tahta salaşla örtülü, içindeki suyu da toprağa çok yakın bir kuyudan başka hiçbir şey bulamadık yakın çevremizde. Sorduk, soruşturduk. Daday Şosesi üstündeki vadilerden faydalanabileceğimizi sağ lık verdiler bize. Ama, "İlk önce şu çocuk oyuncağı gibi gö rünen kuyuyu işletelim" dedik. Kastamonu 'da tamircilik ya pan Remzi Usta'nın böyle işlere aklının pek erdiğini öğrenin ce onu apar-topar getirmiştim. Kuyuyu inceledi, sağa baktı, sola baktı, -Yalla müdür bey, dedi. Bunun çevresine genişçe beton bir plaka dökülür, ağzına demir bir kapak yapılır; üç metre yu61
·
kansına kurulacak sağlam bir sehpanın üstiliıe birbirine bağ lı bidonlar yerleştirilir, santrifüjlü tulumbayı da işlettin mi ta mam. İşin bu yanı kolay da kuyunun suyu, buranın her derdi ni körletmeye yeterli olur mu, ona bir şey diyemem işte. - Hele bu kuyuyu çalıştıralım, verimini deneyelim de on dan sonrasını aynca düşünürüz. Sen hemen yapacağın işleri bir çırpıda tamamla, şimdi önemli olan, bu. . . Her şey kararlaştırıldığı gibi hazırlandı. tık provalar da tamam. Bir kaldı, " Su yetecek mi, yetmeyecek mi?" ye. Mut fak, hamam, el yıkama yeri ve helalar, buraya bağlanıp işlet meye açıldıktan tam bir hafta boyunca kuyunun suyu tüken meyince, anladık ki işler yolunda gidecekti. Artık herkesin yüzü gülmüştü. (. . .) ·
Öğretim Sosyal ve tarımsal durumları birbirine benzeyen illerden meydana gelmiş kursumuz kesimindeki milli eğitim müdür lüklerinin askerliğini haşan ile bitirmiş olanlar için doldurt tuğu fişler incelenmiş; bunlarda adayların aile durumu, geçi mi, bilgisi (okuma, yazma, imla, aritmetik, yurt bilgisi), ka rakteri ayn ayn belirtildiğinden seçimler, olabildiği kadar, ob jektif ölçülerle yapılmıştı. Her adayın gerçek bilgi düzeyini araştırıp belli başlı yanlarını ortaya koymak, kendilerini ye tiştirmede izlenecek müfredat programı yönünden, zorunlu i di. tık önce temel okul görevini yapmış olan askerlik durum larını, sonra da resmi veya özel hangi öğrenim çarklarından geçmiş bulunduklarını anlamak, girişilen ilk işimizdi. Yapı lan araştırmada, bunların 88'inin onbaşı, 5 7 'sinin de er olarak askerliklerini bitirmiş olduğu anlaşıldı. Demek oluyordu ki ge lenlerin yansından fazlası askerlikte sivrilmiş ve bu nedenle de kursumuzda bir açıkgözler çoğunluğu meydana gelmişti. Öğrenim işine gelince 42 aday beş sınıflı ilkokulu, 66 aday üç 62
sınıflı köy okulunu bitirmiş, 29 aday ulus okulunda okumuş; 60 aday okuma yazmayı askerlikte; 9 kişi de kendi kendine öğrenmiş bulunuyormuş. Gerçi bu tablo, görünüşte kursumuz yönünden pek elverişli ve sevindirici bir durumdu. Fakat ken di ölçülerimizle işi kurcalayıp aydınlık bir sonuca varmak ge rekiyordu. Bu, tutumumuz için yerinde bir inceleme olacak tı. Hemen arkadan .girdik işe: Halk okuma kitabından seçilen parçalar üzerinde okuma; buradaki sözlerin ezbere yazılıp ya zılamadığı; aritmetikte dört işlem üstüne doğruluk ve çabuk luk yönünden girişilen araştırmalar değerlendirildiğinde gö rüldü ki, her biri �çin bize verilmiş olan bilgilere göre elde edi len sonuçlar, düşüktür. Böylece bu yoklamalarımızda sapta dığımız hazırlık düzeyi geri bir topluluğun eğitmen ol dukla rı zaman köylerinde girişecekleri öğretim, eğitim, tanın, sağ lık, bayındırlık . . işlerinde başarıya ulaşabilmeleri için kursta bunları yetiştirme konusunda uygulanacak programın, müf redat taslağında gösterilen en geniş zaman sınırına kadar gi dilmek, yol ile düzenlemesinde kaçınılmaz bir zorunluk çıkı yordu ortaya. Bu araştırmaların bizi ulaştırdığı bir başka ola nak da, bilgileri birbirine yakın alanlan aynı kümede toplayıp öğretim gücünün inişli çkışlı bir yönde fire vermesine mey dan bırakmamasıydı. Artık sıra, program müfredatının aday lardaki bilgi düzeylerine göre hazırlanıp yürütülmesine geli yordu. Milli Eğitim Bakanlığı 'nın
1 93 8 yılında Tannı Bakan
lığı ile ortaklaşa hazırladığı taslak, ne yapılacağım ve hangi yoldan gidileceğini önceden saptamamız için bize kılavuzluk ediyordu. " Köy Eğitmeni yetiştirme kursları Müfredat Prog ramı Taslağı" iki ana bölüme ayrılmış; uygulama sırasında ek sik, fazla görülen yerlerini açıklamak üzere, her sahifenin kar şısında bir boş sahife bırakılmıştır. B irinci bölümünü ilk ya nsında kültür dersleri çizelgesi ile müfredat programı taslağı ve müfredatta gösterilmemiş olan konulara değinen notlar; ikinci yansında da ziraat dersleri müfredatı yer almıştır. Kültür derslerinin başında gelen Türkçede yazı, imla oku-
63
ma, tahrir çalışmalarının amaçlan, bu amaçlara varmak için izlenecek yollar belirtilmiş; daha sonra da aritmetik ve geomet-' ri, yurt ve yaşama bilgisi (A-yurt ve komşu memleketlere iliş kin bilgiler, B-Türk ulusunun geçmişi üstüne bilgiler; C- Köy le ilgili sosyal, siyasal ve ekonomik bilgiler, D- Tabiat ve tek nik bilgisi, E- Sağlık bilgisi), Atölye dersleri ve müfredatı, eği tim bilgisi derslerinin amacı ve bütün bu dersler için harcana cak zaman, okutulmalarında göz önünde bulundurulacak il keler yer almıştır. Taslağın ikinci yansında konulmuş olan dört ana ders ve bunların her biri ile ilgili dallar üstüne, "Ta rım Çabalan" bölümünde açıklamalar yapılmıştı. İkinci bölüm, Eğitmenli Köy Okulları Müfredat Progra mı Taslağı (EK) idir. Bunun başında "Haftalık çalışma cetve li" ve uygulaması ile ilgili notlar konulmuş, bundan sonra köy okulunun her üç sınıfı için Türkçe, aritmetik ve geometri, yurt ve yaşama bilgisi müfredatı gösterilmiş; her üç yılda yaptı rılması gerekli işlerle gezici başöğretmenlerin işleyeceği ko nular açıklanmıştır. Taslağın başındaki çizelge, yedi aylık kurs süresi için kül tür derslerine en az 790, en çok 960 saat ayımuştır. Bu saat lerin, eğitmen adaylarının yetiştirilmesi yolunda gerekli çaba ların, konusuna göre, eğitim şefi tarafından azıltılıp çoğaltı labileceği belirtilmiştir. Eğitim Şefi Cemal Öncel' in hazırla dığı haftalık ders ve iş programlan, daha baştan yapılmış olan bilgi yoklamalarına ve bundan sonra da konuların işlenmele ri sonunda kavranış ve kazanılmış olma derecelerine; küme öğretmenlerinin, bunların üstünde grup şefleri müfettişlerin; bu amaçla yapılan genel toplantılarda, ortaya koydukları dü şünce ve örneklere dayalı tutulurdu. Uygulanan bu program lara göre adaylar sabahleyen saat 5 . 30'da kalkıyor, akşam 21 .45'te yatıyorlardı. Öğle üzeri kendilerine verilen yemek ve dinlenme paydosu olan iki saatlik zaman bu süreden düşülün ce kurs, aşağı yukarı, l 5 saatlik uzun, yoğun bir iş-ders çaba sı içinde kalıyordu. Zaman, günlük koşullara; programın ge64
rekli gördüğü özelliklere uygun bir esneklik sının içinde de, ğerlendiriliyordu. Şimdi böyle çok vakit alan ve konuları da çeşitli bir programın uygulanmasında insanın dayanma gücü JIÜ ezdiği sanılan ağırlık, ayn ayn kişiler ve çevrelerce eleşti rilmişti. Hep denilmişti ki, " Durmamacasına üzerinde çalışı lan ders konulan, yaptırılan çeşitli işler, yetiştirilmek isteni len eğitmen adayına bıkkınlık verir ve bu nedenle de onların ilgilerini zayıflatır. Bir kere de buraya gelindi mi artık bu ham insanlarda hayır kalmaz. Y ükü alıştıra alıştıra ve taşınacağı ka dar yüklemek, temel bir tutum olmalıdır." Y ılar boyu bu eleştirinin tutar hiç bir yanı görülmedi. Çünkü ileri-geri konuşulurken eğitmen adaylarına verilmesi zorunlu bilgi ve alışkanlıkların kadrosu ve bunların kazandı rılması koşullan; aynca· yetiştirilecek olan bu köy insanları nın dayanıklılık dereceleri ile yeni şeyleri öğrenmeye karşı iç lerinin nasıl hani hani yanmakta olduğu bilinmiyordu. Bu du ruma inan getiren bir açıklık verebilmek için öğretim alanın daki çabalarımızın iki yanı üzerinde durmalıyım. Bunlardan biri, bizim tutumumuzun özelliğinde yer almaktadır ki o da, "Küme" düzeninin bilgi kazandırma işinde öğretmenler için pek elverişli birer ortam oluşu, gerektiğinde adayların her bi ri ile ayn ayn uğraşmak olanaklarından faydalanışı ve aynca alınan bilgilerin yeterli olup olmadığını araştırıp belirmiş ih tiyaca göre, nerelerde ve nasıl bir öğretim yolu tutulacağının seçilebilinişiydi. Elbet sonuçlan pek verimli olan bu tutum, rahat ve geniş bir zamanın getirdiği olanakların etkisi ile da ha da başarılı oluyordu. Öbür yan, elimizdeki adayların üstüne sürekli gözlemler ve deneylerden sonra varılmış kanılarımızın toplamıdır: - Köylümüzde, kendisinin bilmediği ama öğrenilip anla şılmasında fayda gördüğü şeylere karşı büyük bir merak var dır. Bu özellik, onları öğretim alanında ilerletmek için sağlam bir dayanaktır. - 1 lgisi uyandı, ya da uyandırıldı mı konunun üstüne öy-
65
le yırtıcı bir güçle abanır ve bunu öylesine sürdürür ki sonun
da açılıp içine girilecek şeyin anahtarını mutlaka ele geçirir. (Bir motoru çalıştırmayı öğreninceye kadar başından kalkma yan, düzgün bir sıva yapıncaya kadar uğraşan; okunaklı ve gü zel bir yazı yazmaya, doğru ve çabuk aritmetik işlemleri çöz meyi sağlayacak başarıya erinceye kadar gerekli çabaların ar kasını bırakmayan eğitmen adaylarını çok görmüşüzdür.) - Yoksulluğun çektirdiği çileler, zorlukların dokuduğu pişkinlik, kökündeki "sağduyu"yu adamakıllı mayaya getir miştir. "lnanılacak"la "inanılmayacak"ı; (yapılacak)la "ya pılmayacak"ı ayırt etmedeki sezişi, anlayış ölçüsü, pek az ya nılır sağlamlıktadır. İşte köydeki görev ve hizmetlere göre yetiştirme amacı ile hazırlanmış Eğitmen Yetiştirme Müfredat Programı Tasla ğı işlenirken he.m bunu uygulayacak öğretmenler için tutula cak yoldaki zaman hızı, çabalardaki metodun seçimi bakım larından tanınan özgürlük; hem de adayların ye.tiştirilme güç lerindeki elverişlilik, programlan belli öbür kurumların alışıl mış ölçüleri içinde tartışılırsa elbet yanlış sonuçlara varılır. Bi zim kursumuzun yedi aylık süreli yetiştirme döneminin, za manı türlü yönlerden değerlendiren koşul zenginliği ve öğre tim metotlarındaki özellik, bunun yanında da merak ve diren me gücü yüksek bir eğitmen adayı topluluğu esas alınınca en azından üç katına çıkarılarak hesap edilmesinde hiçbir sakın ca yoktur. (... )
İş Alanında Kursta dersle iş, birbirine kaynaşmıştı. Yatılıp kalkılan, ye mek yenilen, su içilen, yıkanılan, oturulan, dolaşılan her yer de temizlik ve düzen işlerinden sorumlu olan, adaylardı. Tür lü tanın çalışmalarını onlar yürütürlerdi. Yolların, çitlerin ona rılması, ya da yeniden yapılması; kurulan yapılarda duvarların
66
örülmesi; hızarlarda kereste biçilmesi, ağaç altlarına atılmış tez gahlarda kapı, pencere ... hazırlanması gibi kursun kurulması çabalarına da ellerinden geldiğince emeklerini katıyorlardı. Görülüyor ki, iş kesiminde gündelik yaşantıların yürütül mesine bağlı kalan, bir de hem kendilerinin, hem de daha son raki yıllarda alınacak eğitmen adaylarının barınma ve yaşama rahatlıklarını sağlayacak olanakları hazırlayan iki yönü özet ledik. Bunlardan ayn olarak zaten yatkın olan iş güçlerini, me tot ve teknikle pişirme yolunu tutmak gerekliydi. İşte bu amaç la çeşitli avadanlığın hazırlanabileceği bir işlik kuruldu. Bu rada ağaç işleri için tezgahlar, her türlü araç ve gereç; 6 bey girlik bir motorlu testere, maden işler için örsler, mengeneler, çeşitli aletler vardı. İşlikte yapılacak avadanlığı, okul ve ev için diye iki dalda topladık. Köylerine gittiklerinde adayların okul larına ve evlerine kolayca yapabilmelerini sağlamak düşün cesi ile bu işliğimizde örnek olarak kendilerine hazırlatılan eş yadan bazıları aşağıda gösterilmiştir. Okul için: iki tip yazı tahtası, iki kişilik sıra, bir masa, bir bank, bir hesap göstergesi, büyük dolap, elbise askısı, bayrak direği, çanta, paspas, an kovanı, süzgeçli teneke. Ev için: Tahta karyola (iki tip), yastağaç, lamba askısı, ·el bise askısı, sandık, bavul, ibrik, fener, musluklu teneke, sigara tablası, kahve tepsisi, huni, maşrapa, ızgara, sacayağı, çekiç. Bunlardan başka madensel ve tahta eşyanın boyanması, bakır kapların kalaylanması işleri de ele alınmıştı. (Kursun bü tün kaplan kalaylanmıştı). Ve böylece, iş alanında kafalara geometrik bir orantı fik rini yerleştirme; ellere de dengeli bir pişkinlik kazandırma yolunda, bilgilerimizin ve koşullarımızın bütün verilerinden faydalanmıştık.)
Eğitmenlik Bilgisi " Umumi bilgi programını ağustosun sonunda bitirmiş67
tik. Sıra, artık ders uyglamalarına gelmişti. Bunun için önce den bir hazırlık yapacaktık. Eğitim Şefi Cemal 'le bi�im yay lıya atladık, başladık civar köyleri dolaşmaya. Gittiğimiz köy lerde muhtarları bulduk, hiç okuma yazma bilmeyen çocuk ların listelerini hazırladık. Köyün iş zamanlarını öğrendik. Köylerden dönüp son yaptığımız işleri söylemeden önce her zaman hatırladığım bir olayı anlatayım: Koru köyüne girdiğimiz zaman karşımıza bir ihtiyar çık tı. Bununla, tuğla alışverişi yapmıştık. Bize muhtarı bulması için arabamıza aldık ve doğruca muhtarın evinin önünde dur duk. O, birkaç defa haykırdı. Muhtarın yerine 7-8 yaşında küçük bir kız çıktı. Şimdi konuşuyorlar: - Gız baban nerde? - Bacçada ... - Hadi onu çığır... vanve ! . . Kız, terliğe benzeyen ayakkabılarını eline aldı. Bizim yüz metrelik koşu rekortmenlerini özendirecek bir çıkış yaptı, yıl dırım gibi süzülmeye başladı. İhtiyara sorduk. - Bahçe uzak mı? - Bi ciğara içimi . . . - Eh öyleyse kızı n e diye yolladık. Haydi araba ile gidelim. Atlar, arabayı sağa sola savurarak dört nala gidiyorduk. Fakat bizim küçük kıza yetişmeye imkan yok. Nihayet yeri mize vardık. Kız bir şey olmamış gibi bizi karşıfadı. Solumu yordu bile .. Bizim Cemal bana döndü, dedi ki, - Yahu bu kız İsveç jimnastiğini ne yapsın? . . B u buluş, o kadar hoşumuza gitti ki, gülmekten katıldık, fakat gururlanarak. Cemal sözünü tamamladı, - Sonra biz diyoruz ki, köylü kadını 10 çocuk doğuruyor, gene sırım gibi . . . Hem de bir ağacın dalına asıldı mı, şıp diye bahçede, tarlada turp gibi bir yavru... Bir de bizim kafamız al68
mıyor, (bunlar nasıl ebesiz doğuruyor?) diye . . . Neyse, işimize dönelim. Biz b u dolaşmadan sonra uygu- lamaların yapılacağı köyleri tespit ettik: Sanömer, Koru, Ahmetbey, Araz, Emirler, Şekerköy, Ta lipler; Göl. Vilayetçe lazım gelen tedbirler alındıktan sonra bizim işimiz tamamlandı. Artık başlayabilirdik. Şimdi burada biraz duralım. Hemen hepinizin yüzünde aynı soru işaretinin büküldüğünü görüyorum. Diyeceksiniz ki, " Uygulama, köyü, çocuğu bulmakla olmaz. Ö nceden dehşet li bir öğretim tekniği hazırlığına ihtiyaç var." Bizim yaptığı mız ilk hazırlık öyle dehşetli değildi. Aksine pek basit. Onla- . rın ellerinde iki tane " Ö ğretim kılavuzu " var. Bunlar, eğitmen li köylerin birinci, ikinci yıllarında okutulacak, içinde okuma, aritmetik yurt ve yaşama konularını toplayan iki kitabın derslerde nasıl kullanılacağını gösteriyor. (. . . )
·
Eğitim Hem kendisinin, hem de içinde yetiştiği kurumunun hiz metlerini görmek için düzenlenmiş bir programa bağlı kala rak iki ayn doğrultuda sürdürülen çabalar ve bunların gerek tirdiği kişisel, toplumsal ilişkilerde iyi niyet, açıklık, doğru luk, sorumluluk anlayışına uygun bir davranış, ele aldığımız "Disiplin" işlerinin temeliydi. Yedi aylık bir kurs dönemi için de hiç kimsenin bumu kanamadı. Karşılıklı sevgi, fedakarlık, görevi kusursuz yapma isteği, her şeyde, her zaman tutulan sağlam bir yöndü. Kursta, köylerinde geçmiş olayları yansıtma yoluyla dü şündüklerini, bildiklerini açık ve seçik olarak yazma alışkan lığını geliştirmek için haftalık bir köy gazetesi çıkarılırdı. Bu nun başına konulmuş olan, "Hep köye doğru! Her şeyimiz köy için . . . " sloganı, gerçekten buradaki toplumun katıksız dayana-
69
ğıydı. Bu haftalık dergiye giren Sinop'un Kınık köyünden eğitmen adayı Celal Altay'ın bir yazısını olduğu gibi alıyorum. "FINDIK BAHÇESİ" " Evimizin üst yanında babamdan kalma bir tarla vardı. Toprağı çok verimsizdi. Babam bu tarlaya bolca gübre döktü ğü halde gene yetecek kadar ürün alamazdı. Babam öldüğü zaman ben 1 2 yaşındaydım. Bize anamdan başka bakacak kimse de yoktu. Zavallı anam beni öküzlerin önünde yürüte rek sabanın tutağında kendisi olduğu halde birkaç yıl bu tar layı ektik. Biz babam gibi tarlaya gübre veremediğimiz için kuvvetinin azaldığını görüyorduk. Nihayet bir zaman, ektiği mizi bile alamaz olduk. Ondan sonra da bu tarlayı boş bırak tık. Artık tarlamız bomboş, içinde yabani otlar, dikenleı bü yüyor. Akşamlan köyün örüsünden (Mer'a) gelen sürü bura da yayılıyordu. Herkes bunun içinden gelip geçiyordu. 24 yaşıma taze ermiştim. Anamla bir sabah yemeğimizi yerken; - Kız ana! Ben "Tilkibayırı "na fındık dikeceğim, dedim. Bu sözüme anamın gözleri yaşardı. Bana: - Ah, oğul ! . . Rahmetlik baban bile bu tarlaya gübre dök tüğü halde oradan iyi ürün alamıyordu. Sen o yavan tarlanın hakkından gelip de nasıl bir şey çıkaracaksın? Boşuna yorul ma dedi. Gözlerinden yağmur damlası gibi yaş boşanan zavallı anamın "Ah! " çekişi bana dokundu. Kalktım, köyümüze bir saat uzaktaki "Göktaş" köyünde tanıdığım Behlül Dayının ya nına gittim. Onun korusundan tarlamın çevresine çitlik uzun latalann kesilmesine söz aldım. Beni sevenlerle bunlan kes tik. Yontabildiğim kadarını da kendim yonttum. Gene babamdan kalma 40 dip kök kestaneden bir tanesi ni yıkarak çitin direklerini hazırladım. Bunların hepsini tarla nın kenadanna çektim. 1 5 günde tarlayı çit içine aldım. 70
Ben bu işlerle uğraşırken birçok arkadaşlarım; - Ülen Celal, ne uğraşıp duruyorsun? Gel de keklik avı na gidelim, diye benimle alay ediyorlardı. Biraz yaşlıca İbra him Dayının; - Kuzum Celal! Ben babanı iyi tanının. O zavallı da bu tarlaya çok emek verdi. Çok alınteri döktü. Fakat bir türlü emeğini doğrultamadı. Sen bu işten vazgeç. Demesi de canı mı çok sıktı. Hatta tarlanın yanından geçen tanışlanmın bir çoğu "merhaba" demez oldular. Fakat ne olursa olsun ben bu işe bir defa başladım. Geri dönmek olmazdı. Bu iş üzerinde çok uğraştım. İki yılda bu yere 450 ocak fındık diktim. Bir kenarına da diktiğim ham fidanları Amas ya'dan kendim getirdiğim elma kalemleri ile aşıladım. Aynca çeşitli meyveler de yetiştirdim. Az zaman içinde bahçem köyümün en güzel bahçesi ol du. Hatta Sinop ilimizde bile eşine rastlanamazdı. Bunu gören köylüler ve bana evvelden gülen arkadaşla rım, dört elle böyle bir bahçe yapmaya sarıldılar. tlkbahar ge lende (geldiği zaman) alnımın teriyle üç beş sene içinde ye tiştirdiğim bu bahçede gezerken hep anamın ilk sözlerini ha tırlanın. Ve kendi kendime: "Eğer yılgınlık gösterseydim burası gene kupkuru bir toprak parçasıydı. Halbuki şimdi ne güzel! Hem de artık be nim ekmek tutamağını oldu. İnsan tuttuğunu koparmalı der, içimdem kıvanırdım."
Haftalık Eğlenceler, Toplantılar Her hafta sonu, kursun bayram günü oluyordu. Üç lüks lambasıyla aydınlatılan çadırların avlusu, kenarlarına banklar, sandalyeler sıralanarak hazırlanır; her ilin eğitmen adayları, marifetlerini burada gösterirlerdi. Asıl coşkunluk, Çorumlu lar halaylarını çekerken başlar, taşardı. Onların kendilerinden davulcusu, zurnacısı da tamamdı. Birbirinden atik, tığ gibi on
71
iki delikanlı· el ele verdi mi vücutlarda, bacaklarda, ayaklar da, sanki bir kişininmiş gibi, aynı ölçülerdeki kıvrak hareket ler akıp gider; seyircileri de coşkunluklarının peşine takıp gö türürdü. Bir başka il, köy gelenekleri; daha öbürü, köy okulu üstüne hazırladıkları meydan oyunlarını ortaya koyar, vakit ge çirilirdi. Böylece hem yorgunlukları dinlendirici etkisi, hem de düşündürücü örnek yönleriyle bir bakıma haftalık progra mın uzun ve renkli bir dersi olurdu bu eğlenceler. . .
Köyde n e var, n e yok? Eğitmen adaylarını, dönemin ortalarında köylerine yol lamıştık. Kursa adamakıllı alıştıkları; bundan başka girişilen çabaların ileride faydalarının dokunacağı inancını aldıkları; öbür taraftan da toplu yaşantının zevkine erdikleri ve eğitmen olma yolunda da işin yarısını tamamladıkları için artık köyle rinde kalıp dönmeme ihtimalini aklımıza getirmiyor, bü ne denle de hiç korkmadan onlara izin veriyorduk. Sonra, giden ler, köylerindeki işlerinin toparlanmasına yardım ettikleri; hem kendilerinin, hem de çoluk çocuklarının hasretlerini ya tıştırdıkları için eskisine göre daha taze güçlerle işlerine sarı lıyorlardı . Yetiştirici olarak bizler de, kesimin koşullan ayn düzendeki köylerinden, olan bitenlerle ilgili haberler almak; bu kanaldan bütün adaylara bilgiler vermek; halkla adayın karşılıklı davranışlarını eleştirip tutulan yolların doğruluk de recesini saptamak olanaklarını elde ediyor; aynca adaylarda, konuşma güç ve güveni kazanma alışkanlığını pişiriyorduk. Köye gidiş, oradan dönüş izlenimleri; köylülerle ilişki lerin hazırladığı sonuçlar ortaya dökülünce gördük ki tuttuğu muz yol, edinilecek bilgi ve kor.ular yönünden bizler için ger çekten paha biçilmez fırsatlar hevengi imiş. Bu konuda bir i ki örneği aşağıya alıyorum.
Araçlı Niyazi Ayvacı 'nın konuşması: " İzin aldım, köyüme yürüyerek bir buçuk günde gittim. Köyde beni ilk defa karşılayan bir delikanlı oldu. Bana: - Aç elini bakayım, dedi. Açtım. Elimdeki nasırlara ba72
karak sordu, - Bunlar ne? O delikanlıya şu cevabı verdim: - Sen yalnız çift sürmesini bilirsin. Ben ondan başka taş yontmasını, ağaç rendelemesini, beton dökmesini de öğren dim. Bu işleri öğrenmek için çalıştım. İşte bu nasırlar ondan oldu. 3 ay önce senin gibi çift sürmekten başka bir şey bilme yen Niyazi, şimdi bir köylü için ne gerekiyorsa öğrendi. - Senin bu öğrendiklerin ne olacak? - Ne mi olacak. Kurstan döndükten sonra hem çocukları okutacağım, hem öğrendiklerimi size de öğreteceğim. Böyle likle köyümüz zenginleşmiş olacak. Başkasına muhtaç olma yacağız. - Çocukları okutacağım dedin ama köyde okul yok ki? - Okul yapacağız. Biliyor musun nasıl olacak. Memiş Dayının odası gibi değil. Maarif Vekaleti'nden plan gönderi lecek, ona göre güzel bir okul yapacağız. - Kim yapacak o işi? - Biz, hepimiz beraber çalışıp yapacağız. Ben tuğla yapmasını da öğrendim; yakmasını da. Kurstan dönünceye kadar marangozluk da öğreneceğim. Anladın ya her şeyi kendimiz yapacağız. Para harcamak yok. - Demek ki, sen bunları hep kursta öğrendin. Hastalan da iyi edebilir misin? - Köyde hasta mı var? - Yok . . Durmuş Dayının mandası hasta da onun için sordum. - Gidelim, bakalım! Beraber gittik. Mandaya baktım. Ferahlamaya ihtiyacı vardı. Hemen biraz zeytinyağı ile İngiliz tuzu istedim. Karış tırarak hayvana içirdim. Biraz sonra hayvan ferahladı. Bunu gören köylüler: - Yaşa Niyazi.. Sen her işi yapabileceksin. Biz şimdiden okul için hazırlık yaparız. Senin yolunu bekleriz. Sen her şe-
73
yi öğrenmişsin. Köyümüzün hayvanlarını sen kurtaracaksın, tarladan fazla buğday almayı sen öğreteceksin. Bize bundan sonra doktor sen olacaksın. Seni okutanlara bizden selam söyle. Git, öğren, tez gel, bütün köy seni bekliyoruz.
Kastamonu 'nun Hasırlı Köyünden lsmail Güneyligil şöy le konuşmuştu: "Köye gittim. Köy muhtarının köy kahvesinde bir işle meşgul olduğunu gördüm. Bana dedi ki: - İ smail, mahkememiz var. Halil, Emmisi Koca Ali 'den miras istiyor. Al, şu kağıdı oku. Kağıda baktım. Başka şeyler yazılı. Yüzüme baktı. Du daklarını büktü. Demek istedi ki, kağıdı mahkemeden gelmiş gibi oku ..
Canun sıkıldı. İ şe karıştım: - Köyde doksanlık Kara Hüseyin var, onu da çağırın.
Şimdiye kadar köyde miras için mahkemeye gitmiş değiliz. Alacakları ne ise burada paylaşmak mümkün. Meğer muhtar bu işi mahsus bu yola sokmuş. Halil, em .misinden miras alırsa
60 liralık bir çift öküzünü muhtara ve
recekmiş ... Muhtarın sahtekarlığını öğrendikten sonra, - Muhtar. Sen bu işi niçin böyle yapıyorsun? Miras hukuk mahkemesinin kararıyla taksim edilir. Sen böyle sahtekarlık yaparsan kursa döndüğüm zaman şeflere söylerim. Seni vila yete bildirirler. O zaman senin de suyuna bulgur süreriz. Muhtar işi anladı. Konuşmayı değiştirdi. Bu suretle ka nunsuz iş unutulmuş oldu. Benden neler öğrendiğimi sordular. Şimdiye kadar kurs ta ne öğrendimse hepsini anlattım. Sebze işine çok sevindiler. Yastık çeşitlerini de söyledim. Gübrenin nasıl tarlaya serpile ceğini ve sürmesini de anlattım. Köyde hayvan hastalığı ol duğunu söylediler. Gittim, baktım. Şap. Tedavisi için evvela öküzün ayaklarını yıkadım. Su içinde eritilmiş göztaşı ile yı kadım ve sardım. Ağızda olursa gem takmamalarını söyledim. Bir hafta içinde hastalık kalmadı.
74
·
YusufErbaş 'ın konuşması: Bakımsız okulwnuza üç yıl da ben gitmiştim. Öğretmen güleryüzlü, çalışkan bir gençti. Babam üç davara çobanlık etmemi zorlarken öğretmen aklıma gelir, darıltınm diye korkar, üzülürdüm. Çaresiz. Davarın peşindeyim. Bu üç koyunu, okulun yamacındaki çimenliğe salardım. Uzaklaşmamak için küçük bir höyüğün üstüne otururdum. Gözümü okula dikerdim, oradan da haydi çocukların arasına. Nedense öğretmenle köylümüz eyuşamamışlardı. Köy de öğretmenin sözü geçmez, iki tarafa ayn baş çekerdi. Bu yüz den köylünün eli okula değmiyordu. Kış günleri birer çomak odun götürürdük. Öğretmen de titremekten kurtulurdu. Hele, o penceredeki yırtık kağıdı onarmaktan baş alamazdı. Bir gün cami meydanında öğretmenimiz, köylüye üzün tülerini anlattı. Bu sözlerine hiç kimse tınmadı. O günden son ra öğretmen de ağzını açmadı ya! Bilmem, neden? Sözleri köylüye hoş gelmiyordu. Onu yadırgıyorlardı. O da, köylüye dert ortağı olamıyordu. Çok sür medi. İki yıl sonra da okul kapandı. Köylü buna sızlanmadı mı? Her yere başvurmadılar mı sanırsınız? Ben işin içindeyim. Köyümüz okula yardımdan gocunmuyor. Onun eline yapış da bak, seni hiç kırar mı? . İşte bu yıl köyümüzün sızısı bitecek. Yolumu bekliyor lar. İzinli gittiğimde bana öyle sarıldılar ki. Alaca karanlıkta eve inmiştim. Duyanlar evi doldurdu. Bi raz beni dinlediler, sonra, muhtarın yolsuzluğu yüzünden çı karıldığını söylediler. Ertesi gün yeniden seçim yapılacakmış. "Tam sırasında geldin" dediler. Düşündüklerini sordum, "Hatibin Mustafa nasıl?" diye rek son sözü bana bıraktılar. Ben de onu düşünüyordwn. As kerden yeni gelmiş, özü, sözü doğru, bilgili, köyüne yararlı bir çocuktu. Kafalarımız birleşti. Yalnız köyün yaşlıları, Latif Hoca75
nın muhtar olmasını pekiliyorlarmış. Ne olursa olsun; ben işi başaracağıma güveniyordum. Söz burada kaldı. Dağıldık. .. Sabahleyin köy meydanı kalabalıklaştı. Biz kafa denkle ri, bir tarafa çömeldik. Köy adetidir, ihtiyarlar yanında taze ler çok işe karışmaz. Bunlar, "Latif hocaya olsun ! " dediler. Söz kesen olmadı. Aradan "Tamam, tamam! " diyenler oldu. Dayanamadım kalktım; söz istedim. Kocakuşak Hasan ağa: - Söyle bakalım, siz gençler orada ne fısıldaşıyordunuz, dedi. Bu işin usulsüz olduğunu, rey alınmasını söyledim. Dediğim gibi yapıldı. Hatibin Mustafa da muhtar oldu. İkinci gün yeni muhtarla alt baştaki mahalleye doğru gezme ye çıktık. Köy işlerini tasarlıyorduk. Muhtar, - Yusuf, sen benim sağ elimsin; hele bir gel, diyordu. Hevesine imrendim. Mustafa bu işe eskiden iştahalı imiş ama, söylemezmiş. Mahalleye yaklaştık. Genç, ihtiyar, ulu çı narın gölgesine halkalanmış oturuyorlardı. Yanlarına biz de çöktük. Bana: - Hoşgeldin, ne zaman bitecek? dediler. Hoca artığı seksenlik Hamza Ağa, - Bu, askerden geleli epeyce oldu. Sözünüzün yeri var mı? - Eğitmen olacak; okumaya gitti, dediler. Yüzündeki buruşukluklar katlandı. Gülerek, - iyi, iyi. Oku da teravih kıldınrsın! Din hakkında bir şey yok ya diye mırıldandı. Dilimin döndüğü kadar bu ihtiyarın kafasını yatıştırma ya çalıştım. Dermansız bir kafaya ne sığar, kanar mı? Gene başladı, - Bak, Satılmış'ın Fatma gelini al basmış: aklını oynat mış. Alicik olsaydı bunu tütsü ile iyi ederdi. Hamza ağayı yumuşatmaya, yola getirmeye çalıştımsa da fayda yok. Belini doğrultmadan direnerek kalktı ve: 76
- Sen mektebe değil, laf öğrenmeye gitmişsin. Bırak, be ni söyletme ! dedi. lğıldayarak evine gitti. Yerinmedim. Zaten bir ayağı çukurda. Yeni bir şeyi kafasına sokmaya değmez. Ya nımdakiler hak verdiler. - Sen onun lafına gücenme. Biliyorsun patavatsızdır. Hem ihtiyar. Biraz da köy işinden, çift çubuktan konuştuk.
"Hoş
ça kahn! " deyip aynldık.
İznim bitmişti. Hazırlandım. Başta muhtar, birçok köy
gençleri " Üçbelen"e kadar yolcu ettiler. Biraz uzaklaştım; ar kamdan bağırıyorlardı: - Bizi unutma! .. Yoluna bakıyoruz . . .
"İş"ten "Kitap"a O günlerin önemli sorunları içinde, daha önceden başla mış köye dayalı çabaların kurum haline getirilmesi için geliş tirilen "eğitmen kursları ", ağızlarda bol bol çiğnenen bir sa kızdı. Girişilen her yeni ve umutlu çabada olduğu gibi elbet bu işin de yanında kalıp içtenlikle destekleyicileri vardı ama buna, kurnazca çelme atanlar da çoktu. Gerçi daha ilk dene melerin sonuçlarını gözden geçirirken bu yeni gidişin güçlen dirilmesi yolunda yargılarından faydalanılmak istenilen ta nınmış eğitimci ve yazarlar bu işten yana adamakıllı kazanıl mış sayılabilirlerdi ama sorunun daha da yerleşip kökleşme si için eldeki kazançlar yeterli görünmüyordu. Tonguç bir gün bana demişti ki, - Eğitmen yetiştirme işlerinde sert çatışmaların hızı tav sadı. Artık yaygın bir örgütlenme ortamı da oturuşacak. Ger çi kimi eğitimciler düşün olarak bu kurumu tutuyor. Ama bu
nun üstüne ayrıntılı bilgiler yok. Öyle ayaktan ve gündelik göz lemlerle kesin sonuçlara varacak yaradılışta olmayanlar için bu alanda derli toplu bir şey hazırlanmalı. Sözgelişi, senin şu kursun kuruluş hikayesi küçük bir kitapta toplasan nasıl olur? Bu, hem çabalan başından sonuna kadar "var"ı ile "yok"u
77
ile her şeyini ortaya koyar; hem de yeni kuruluşlarda uyarıcı bir kılavuz hizmeti göıür. Sonra sizin işin bir özelliği var. Bü tün olanakları, savaşarak yeniden yarattınız gibi. Ne demek, barınaksız, yolsuz, susuz hiçbir araç ve gerecin bulunmadığı kuru bir yerde hani hani işleyen o çadırlı kurs ! . . Doğrusu ma sallardaki gibi kısa sürelerle devleşen güçlerinizin serüvenle rini koymalı ortaya� Bak görsünler, elalem canlarını dişlerine nasıl takıyor da korkunç bir yılmazlık içinde başarıya koşu yor? Böyle bir kitap, önümüzdeki yılın bütçesinde kursların harcamaları ile ilgili ödeneğin kolayca çoğaltılması yolunda Bakanı daha da istekli ve güçlü bir duruma getirecektir kanı sındayım. Yalnız bu işin iki önemli yanına dokunayım. Bir ke re tam köylülerin pratikliği ve hızı içinde davranarak hemen hazırlığı bitirip makineye verebilmeli. Gerçi bende bunu ba kanlığa bastırtabilirim ama binbir formalite, bizim istediğimiz kısa bir süre içinde bunun ortaya konulmasına elverişli değil dir. Sen şimdi yapacağın masrafı sağdan soldan bul, kitap meydana gelince hem bizim bakanlık adına, hem de Tanın Ba kanlığına bunlardan yeteri kadar satın aldırtırım. Haydi, sen hemen sıva kollan ... Hiç duraklamadan şu karşılığı vermiştim: - Düşündükleriniz ve benden istediğiniz pek yerinde. Bu nun birçok yanlarının da faydalan, ger�kliliği meydanda. En kısa gelecekte, " Kitap" ın basılacak hale getirilmesini sağla yacağımı umuyorum. Bu konuşmalarımız, l 93 8 yılının Eylül 'ündeydi. Hemen paçaları sıvadım, bütün resmi yazılan, raporları taradım. Bel geleri sıraya koydum, kapandım bir odaya ve giriştim işe. Ne fes almadan diyecek kadar hızlı bir çaba; gece gündüz diye cek kadar sert bir direnişle kağıtları doldurmaya başladım. Bir yandan da yazdıklarımı makineye veriyordum. Ekim sonların da kurs dağılmadan her şey baskıya hazır bir durumdaydı. Şimdi sıra, adını koymaya gelmişti. Ben, "Köye Doğru "yu ta sarlıyordum. Arkadaşlar, "Bir de (Hızla) koyalım başına" di78
ye tutturdular. Sonra, sonra, "Yalnız (Hızla)da çıplak kalıyor. Gelin şu (Hızla)yı yenileştirelim. Yani (Yeni Hızla) diyelim, adı da (Yeni Hızla Köye Doğru) biçimini alsın diye zorladı lar. İstanbul 'daki görevimin başına döndüğüm zaman basıla cak yazılan, " Ülkü Basım Evi"ne bıraktım. Gene hızlı bir iz leyişten sonra çabalanın muradına erdi. Elimde evirir çevirir ken koltuklarım kabardı. Böyle bir kitabın ileride sağlayaca ğı faydalan ölçtüm, tarttım ve çok sevindim. Şimdi azıcık ki tabın niteliği üstünde durmak isterim. Bu, "yok"ları "var" e den bir "atılış ve buluşlar" dizisini gerçekleştirmek için yo rulmadan, korkmadan yapılmış bir savaşın başanlannı yan sıtmaktadır. Aynca o, yaşanmış emeklerin gelişme doğrultu sunda köy işleri üstüne küçük bir "tarih"de olmuştur artık bu gün. Köycülüğü ilgilendiren sorunların değerlendirilmesi yo lunda bu küçücük hikaye, eğer bir damla ışık ve güçle katıl ma fırsatını elde edebilirse bu çabalarda ter dökmüş candan arkadaşlarımın paylarını burada öncelikle belirtmek isterim. "Yeni Hızla Köye Doğru" l 38 sahifedir. l 939 yılında ba sılmıştır. İçinde 62 resim, bir kroki, kuruluş ve işleyişle ilgili olarak çeşitli konular vardır: " İlk Söz " , "İşe Başlamadan Ev vel", "İşe Girerken", "İşe Giriş", "Kastamonu 'da Geçen Gün düzlerim, Gecelerim", " Kursta İlk Yağmurlu Gün " , "Zorlu Bir Karar" , " İlk Namzedimiz ve İlk Toplanış", "Çetin Şart lar Karşısında İlk Aksülamel " , " Kursumuzun Hayali Deko runu Hakikat Yapmak İçin" , "Büyük Bir Teşebbüs", " İnşaat İşlerimizin Bel Kemiği" , "Ziraat İşlerimiz" , "Yönetim, Öğ retim ve Eğitim İşleri." llk önce bu kitaptan birini Yücel' e birini de Tonguç' a pos taladım. Bir kaç gün sonra Tonguç 'tan şu mektubu aldım.
Kardeşim Süleyman Edip, (Yeni Hızla Köye Doğru) adlı eserini aldım. Dün okudum. Çok güzel. Seni cidden tebrik ederim. Meseleyi fevkalade gü zel aksettirrnişsin. Bu kitap, kurs işine yeniden girecek mü-
79
fettiş, öğretmen ve eğitmenlere pek kıymetli bir rehber ola cak. Bu itibarla kıymeti bir kat daha artacaktır. Varol. Tekrar tekrar tebrik ederim. ( . . . ) Çok kritik günlerdeyiz. 3000 olmasa da 2000 eğitme ne işi bağlayabilsek kendimi bahtiyar addedeceğim. ( . . . ) H. Tonguç Aradan pek az zaman geçmişti, kendisinden dinlemiştim. Yücel, elinde bu kitap bakanlığa gelmiş, demiş ki, " Şöyle re simlerine bakayım diye karıştırmıştım, okuyup bitirmeden bı rakamadım. Millet nasıl çalışıyor, bak görsünler. Şunun aylı ğını arttırın bari." Bunun üzerine İlköğretim Umum Müdürlüğü, bu kitabın inelenerek yazarına bir ödül verilmesi için gerekli yere baş vurmuş, "Yasav Kurulu" da benzeri aşağıya alınan takdir ka· rarını düzenlemiş: T.C. MAARİF VEKİLLİGİ YASAV KOMİSYONU
Sayı: 1 32 Özet: İstanbul İlköğretim İspekteri ve Kastamonu Köy Eğit. kursu direkt. Süleyman Edip Balkır'ın takdiri TOPLANTIDA BULUNANLAR Müsteşar: R. N. Edgüer İsp. K. Başkanı: C. Dursunoğlu Orta ô. G. Direktörü: A. Yukaruç fık Ô. G. Direktörü: H. Tonguç Er. T.Ô.G. Direktörü: R. Uzel Zatişleri Direktörü: Bulunmadı
80
İstanbul 1lköğretim lspekteri ve Kastamonu Köy Eğit menleri Yetiştirme Kursu Direktörü Süleyman Edip Balkır'ın neşrettiği eser hakkında İlköğretim Genel Direktörlüğü'nün komisyonumuza havale buyrulan 8.3. 1 939 T. ve 260 sayılı tahriratı okundu. Gereği düşünülerek: Süleyman Edip Balkır'ın neşrettiği (Yeni Hızla Köye Doğ ru) adlı eserinden dolayı 1 880· sayılı Kanunun 3. maddesince takdirname ile taltifi ve evrakın 1lköğretim Genel Direktörlü ğü 'ne ve Zatişleri Direktörlüğü'ne verilmesi kararlaştınldı. Müsteşar lsp.K.
8.
Y. O. G.
D.
E. T. O. G.
O. O. G.
D.
D. 1. Ö. Z. 1. D
G.
D.
Muvafıktır. 29/IIl/939 Yücel Epey zaman sonra Tonguç bu kitaptan Matbuat Umum Müdürü Vedat Nedim Tör' e vermiş. Ben o zaman Arifiye Köy Enstitüsü Müdürlüğü'ne yeni getirilmiştim. Kendisinden şöy le bir mektup aldım. T.C. BAŞVEKALET MATBUAT UMUM MÜDÜRLÜÖÜ Delikanlım; "Yeni Hızla Köye Doğru"nu Bozkır'ın şahrem şahrem çatlamış topraklarının bir yaz sağanağını içine çekmesi gibi bir yudumda hırsla okudum. İçimde havai fişekleri patladı sandım. Aklım tutuştu, ru hum alev alev yandı. Bir kere daha anladım ki, benim göbek bağım sizlere bağlı. Siz, Arşimet'in aradığı istinat noktasını bulanlarsınız. Fa kat bu büyük keşfi bilenlerimiz ne kadar az. Kuzum dostum, Ertuğrul Muhsin'e kitabından bir tane yollasana. Ben de ona yarın bir mektup yazacağım. Gelecek sene bir film çevirsinler. Kahveci güzeli, mahveci güzeli di·
81
ye dejenere filmlere vakit ve para israf edeceklerine bu güzel davayı canlandırmaya çalışsınlar. Albümden adresinize gön derildi. Aldınız mı? Size ve hepinize saygı ve sevgilerimi yollarım. İmza Vedat Nedim Ertuğrul Muhsin 'in adresi: Şehir Tiyatrosu, Tepebaşı - Beyoğlu 27.9. 1 940 " Film" düşüncesini öne sürdürecek bir niteliğin ağırlı ğını taşıdığı kabul edilen bu kitap, ortak emeklerin küçücük bir öyküsü idi. Bunun yazan olarak yeniden koltuklarım ka barmıştı. Ama bu savaşın olaylarını temele inerek toptan süz düğüm zaman karşımda dimdik duran şu gerçeği, özümün ka tıksız aydınlığı içinde daha iyi gördüm ve içimden şöyle ko nuştum: "Ben bir ülkü uğrunda büyük zorlukları ve yoklukları ye nip başarıya ulaşan bir (Küçük takım)ın kılavuzu idim. Kö yün yurt ölçüsündeki sorunlarını her yanıyla işleyen büyük eğitimci Tonguç, gelecekte faydalı olacağını tasarladığı hiz metleri tartıp ölçtükten sonra böyle bir kitabın hazırlanması zorunluğunu ortaya koymasaydı da beni görevlendirmeseydi şimdi üstüne abanıp gururlandığım bu (Kitap), geçmişin son radan unutulacak bir (Anı)sı olarak kalacaktı. Yararlığı doğ rultusundaki umutların dirilttiği (övünç)lere yer varsa bu, tü müyle Tonguç'un hakkıdır. Çünkü o düşünmüştü; o, yaptır mışti."
Güç, Fakat Çok Önemli Bir Görev Kastamonu'daki işlerimi bitirmiş, İstanbul'a asıl müfet tişlik görevime dönmüştüm. Denetlemelerime giriştiğim gün lerdeydi. Bir derslikte, özlü ve sürükleyici bir çabanın tam or tasında kapımız vurulmuştu. Öğretmen baktı, Okul Başöğret82
meni Ali Rıza Bey imiş. Kendisi Beşiktaş ilçesinin MaarifMe murluğunu da yapıyordu. Hemen diyeceklerini toparladı: Maarif Müdürü (Milli Eğitim Müdürü) telefonda sizi bek liyor. Pek acele bir işmiş galiba.. Müdür Tevfik Kut'un sesini tanıdım. Pek telaşlı görünü yordu. - Kardeşim, Ankara'dan şimdi telefon ettiler. Seni bugün götürebilecek ilk trenle hareket edecekmişsin. Genel Müdür le Eskişehir İstasyonunda buluşacak; sana, talimatını orada ve recekmiş. Hemen hazırlan! - İyi ama Müdür Bey, eve gideceğim, yol çantamı hazır layacağım. Bu, en azından bir saatlik iş. Sonra en önemlisi, bu seyahat için benim param da yok. - Çantanı kap gel daireye. Ben para veririm sana. Apar topar istenilenden, ancak bir sonraki trene yetişebildim. Es kişehir' e vardığım zaman arandım, Tonguç 'u göremedim. Fa kat birisi, kompartımanları tarayarak hızlı hızlı bana doğru yü rüyordu. Biraz sonra bunun, Eskişehir - Mahmudiye eğitmen yetiştirme kursunda arkadaşlık ettiğim müfettiş Bayram Bey olduğunu hemen seçtim. Kolumu kaldırıp işaretimi verdim. Kucaklaştık. Beni bulabildiği için olacak, soluğu rahatladı. Şöyle yayılarak, karşıma oturdu. - Hakkı Bey seni çok bekledi, diye lafa başladı, sen bun dan önceki trenden çıkmayınca çekti gitti Hamidiye'ye .. sana bir mektup bıraktı, al! Mektubu açtım, okudum. Bunda aşağı yukan diyordu ki, " Yeni Cumhurbaşkanı yurt gezisine çıkıyor. Birkaç güne ka dar Kastamonu'ya gidecek. Orada kendisine bizim köy işle ri üstüne doyurucu ve inandırıcı bilgiler verme olanaklarını sağla. Sorunumuzun geleceği bakımından bunun, büyük öne mi var. Seni Ankara'da şube müdürleri istasyonda karşılaya cak. Otomobilin hazırdır. Hiç savsaklamadan hemen çek, git. İyi haberlerini bekleyeceğim. Başarılar! . . Birden sıtma nöbeti gibi birşey sarıvermişti beni v e san83
ki devletin en büyük başının karşısındaydım. Ürkek, şaşkın bir adam oluvermiştim. Her yanım tutulmuş, kazık kesilmişti. İçime dönük kuşkular, öylesine dallanıp budaklanmıştı ki çev rem olduğu gibi birden silindi. Arkadaşımın nasıl ayrıldığını; ayrılırken kendisiyle neler konuştuğumuzu sonradan bile ha tırlayamamıştım. Bu kaybolmuşluğum, saatlerce sürdü. Fakat yavaş yavaş ayıldım, kendime geldim. Düşündüm ki, "Bu işin öyle insan gücüne inme iner gibi korkulacak hiçbir yanı yok. Eninde sonunda varılacak yön, yaptıklarım, yapılanlar için bildiklerim ve daha ötesinde de, bunlar üstüne düşündükle rim. İnsan alınteri dökerek göğüslediği işlerin girdisini çıktı sını, derinliğini, yaygınlığını iyi bilir ve iyi bildiği şeyleri de doğru, açık bir deyişle anlatır. Bana gösterilen güven, benim bu yoldaki gücüme inanışın bir sonucudur. Görevi, en sağlam, en doğru en inandırıcı ölçiileri içinde yürütmem için hiçbir şe yim de eksik değil. Sıkı dur, görerek, bilerek bas, basacağın yere ! .. Kafamla içimin bu alışverişi beni öylesine hafifletti, gö zümü pekleştirdi ki görevimi yapmanın gerektirdiği süreyi bi le şimdiden uzun bulmaya, sabırsızlanmaya başlamıştım. An kara' ya gidinceye kadar torbamda ne varsa hepsini aktardım, sıraya koydum. Dizisini beğenmediklerimi bozdum, tekrar düzenledim. Çabalarımıza ilişkin serbest bir açıklama yapma fırsatı verilirse neler diyeceğimi, nasıl söyleyeceğimi adama kıllı pişirdim. İyi bir hizmetin yeterli gücüne erişebileceğim yolundaki inancım, artık beni rahatlandıran bir döşek olmuş tu, bunun içinde dinlendirici bir uyku, her şeye atılmaya ha zır diriliğin temelini atmıştı. Ankara lstasyonu'nda, bana haber verildiği gibi, her şey hazırdı. Şube müdürü arkadaşlarla şöyle ayaküstü hoşbeşten sonra atladım arabaya, ver elini Kastamonu... Ovalar, dağlar, ormanlar birbirine yapışık gölgeler gibi .�ğımdan, solumdan koşuşuyordu. Gece ginrtiştik şehre. Poğru, Vali Doğan Bey' in yanına. Toplantıda imiş. Bekledim. Bir süre sonra karşı kar"
84
şıyaydık. Beni gördüğü için memnun olduğu yüzünden oku nuyordu. Fakat bu vakitsiz gelişimin merakı da pek belliydi. tık sorusu, - Hayrola Süleyman Edip? Ne oldu.
- Cumhurbaşkanı gelecekmiş buraya da. Köy işleri üstüne . . Daha sözlerimi tamamlamamıştım. Avni Doğan Bey bir den köpürdü ve, -Yoook, işte buna gelemem! diye bana çıkıştı. Yahu, bu da ne demek? Saffet Bey'le (Arıkan) uzun uzadıya konuş muştuk. "Eğitmen kursu için Cumhurbaşkanını gereği kadar aydınlatacağıma; kendilerini, bu dava için kazanma yolunda bütün gücümü harcayacağıma söz vermiştim." Demek bana yeterli güveni yokmuş ha . . Yani, benim bu işi beceremeyece ğim düşünülerek seni yolladılar, öyle mi? Pekala öyle ise .. Ben de derhal çekiliyorum ortadan. Nasıl isterseniz öyle yapın! Bu çıkış karşısında öylesine bozulmuş; daha işin başın da umudumu öylesine yitirmiştim ki ne diyeceğimi, ne yapa cağımı, kestirememiş, donmuş kalmıştım. Avni Doğan Bey bu batarya ile ateşin karşısındaki perişanlığımı hemen farketmiş olacak ki, - Vekil bana " Senin elinle, senin dilinle bu işin en iyi bi çimde yoluna konulabileceğine inancım var. Bize yardımcı ol, Avni Bey!." dediği iaman, "İçinin rahat olmasını; ne yapıp yapıp iyi sonucun müjdesini vereceğimi" vaat etmiştim. Eee .. bütün bunlardan sonra ne oluyor, açık açık bir güvensizlik de ğil mi bu? Düpedüz bir yetersizlik kuşkı.ısu sezilmiyor mu bu tutumda? Her şey olduğu gibi ortada. Saklanacak yanı kalmış mı bu işin artık .. De bakalım; haydi konuş bakalım sen de! . . Uyuşukluğumu silip süpüren bir akım dolaştı her yanım da. Hani büyük tehlikeler karşısında şahlanan inanılmaz güç ler, insanı nasıl varlığının kabından taşınrsa bende de öyle bir şey oldu. Ezikliğimin içinden silkinerek sıyrıldım. Anlayışım,
85
zekam dirilip sivrildi, kaybettiğimi sandığım fırsatın kapısı açıktı önümde işte .. Hemen daldım: - Beyefendi, galiba meselede bir yanlış anlama var. Bir defa böyle yurt köycülüğünü yakından ilgilendiren köklü bir sorunun, en elverişli ölçü ve biçimleriyle ortaya konulabilme si işinin; buradaki koşullara göre,üstesinden gelebilecek tek insan olarak görürüm sizi . . Saffet Bey, mevkiinize, kişiliğini ze ve yönetimdeki büyük yeteneğinize içtenlikle güvenmiş, ye rinde bir anlayış göstererek böyle çok önemli bir hizmeti rica etmiş sizden .. Size yapılan teklif, sizin de bunu kabul edişi niz, ne kadar doğru düşmüşse bundan sonraki tutumunuzun da başarılı sonucuna varacağını kestirmek, o kadar doğrudur. Gölköy'deki Eğitmen Kursu'nun çalışmalarında; planlaştınl mış türlü köy hizmetlerinde detaylara inilmek, ya da kimi tek nik ve özel bilgiler alınmak istenilirse bu alanda size yardım etmek üzere yollanmış bulunuyorum. Konuşmamı burada kesti ve, - Tarnaaam .. şimdi anladım, dedi. Saffet Bey çok akıllı adamdır. İyi düşünmüş doğrusu.. Haydi şimdi git, rahatına bak. Hiç merak etme, işi koparıp kurtaracağız. Sırtımdan büyük bir yük kalkmıştı. "Ya bu işi idare etme yolunu bulamasaydım da Vali'nin öfkesini yatıştıracak ve as lında gerçeğe de uyan bu düşünce dizisini derleyip toparlaya masaydım halim nice olurdu?" dedim durdwn, kendi kendi me ve soğuk terler de döktüm.. Ayakta gördüğüm bu ters rü yanın etkisinden kendimi zorlayarak çabuk kurtuldum, gene girdim tasanlanmın istifi içine .. Burada, hiç yorulmuyordum. Çünkü hep işim için tatlı, zevkli düşünce ve söz kalıplarım dü köyordum boyuna ve arada da, "Ne olur ne olmaz?" diye Göl köy'deki kursa attım kapağı hemen. Ortalıktaki yapraklan top lattım. Arkamdan yeniden yerlere dökülüp toprağı örtmesin diye bazı ağaçların dallarını silkelettim, yeniden bir temizlik zorunluğu bırakmadım böylece .. yapıların kendi haline hıra·
86
kılmışlıklanna bir çekidüzen verdim. Artık Devlet Başkanı ge lip görebilirdi burasını. Aradan öyle sabırsızlanacak kadar vakit geçmedi. Cum hurbaşkanı gelmiş, Vali Konağı'na inmişti. Arkasından bir ta nışma töreni düzenlenmişti. İnönü 'ye ilin bütün daire müdür leri, adliyecileri, belediyecileri, şehrin ileri gelenleri tanıtıldı ve aynca bir başka gün de Cumhurbaşkanı, her hizmet bölü münün sorumlu başıyla teker teker konuşacaktı. Bu benim için büyük bir sınav olacaktı. "Eğitmen" konusunu öylesine ezberlemiştim ki"Sorular" başlar aşlamaz bunların karşılık ları, belli kalıplarda oturmuş biçimleriyle olduğu gibi ortaya konulacaktı. Bunun üstüne hiç kuşkum kalmamıştı. Gün gel di, çattı. Uzun büyük bir masanın başında İnönü, onun yanın da Vali Doğan Bey yer almışlardı. Sağlık, Bayındırlık, Tarım Müdürleri; Maliyeciler, Yargıçlar, Savcı, sıralarını savmışlar dı. Yalnız burada aklıma geldikçe bugün bile üzüntü veren et kisini azaltmamış bir olaya kısaca dokunmaktan kendimi ala mayacağım. Cumhurbaşkanı, öğrenmek istediklerini sıra ile sorup karşılıklarını aldıktan sonra, "Başında bulunduğunuz ör güt çalışmalarının, daha verimli olabilmesi için yapacağınız herhangi bir teklifiniz veya isteğiniz var mı?" yollu ortaya bir de soru atıyordu. İşte bunlardan birine verilen karşılık: - Paşam, bizim yazı makinesi pek eski. İş görmüyor. Bir makine lütfedilmesini istirham edeceğim. Devlet hizmetini, halka yardım görevini bu denli dar bir ölçü içinde kısırlaştırmış, soysuzlaştırmış bir anlayışın bu so ğuk rüzgarı, ortalığı öylesine dondurdu, kavurdu ki hiç kim sede soluk alacak güç bırakmadı. Cumhurbaşkanı'nın nazik ve çok ustalıklı bir davranışı ile bu İzan kıtlığının fırtınası ge çiştirilivermişti. Öğretim ve eğitim konularında adamakıllı terletilen Ma arif Müdürü'ne, - Şu eğitmen işini anlatın bakayım bana, sorusu yöneltilince Vali Avni Doğan Bey, ·
87
- Paşam, Eğitmen Kursu Müdürü burada. Emir buyurur sanız ondan bilgi alınsın, diye araya girdi. O zaman İnönü ba na dönerek, - Peki, dedi; siz söyleyin öyleyse .. - Paşam! diye konuşmaya başladım. Eğitmen, nüfusları az olan köylerimiz için yetiştiriliyor. Bu küçük köylere, daha uzun zaman öğretmen yollama olanaklarından yoksunuz. İş te eğitmen, buralarda kılavuzluk görevi yapmak için hazırla nıyor. Bu kısa girişimden sonra, "Eğitmen" konusunda benini anlatacaklarım içinde kendilerince yararsız ve önemsiz sayı labilecek olanlar yüzünden vakit harcamayı belkirdoğru bul mamış olacaklardı ki, sözümü kesti ve, - Eğitmen işinde durulmasını gerekli bulduğum yön ve sorunlara doğrudan doğruya girmek ve içlerinden daha baş langıçta anlamak istediklerimin ayıklanmış olarak ortaya ko nulmasını kolaylaştırmak için konuşmalarımızda, sadece be nim sorularımın karşılığını isteyeceğim. - Nasıl emrederseniz Paşam. - Demiştiniz ki, eğitmenleri nüfusları az olan köylerimiz için yetiştireceğiz. Peki, hatırınızda mı Türkiye'de bu nüfus ları az köylerin sayısı? - Evet Paşam. Nüfusları 1 50 civarında ve daha az, aşağı yukarı 1 6.000 köyümüz var. - Bu köylerin her birinden, ortalama, okuma çağında kaç çocuk çıkar acaba? - 15. - Peki, eğitmenlerin bu küçük köylere gidince ne işler yapacakları herhangi resmi bir belgede belirtilmiş midir? - Evet, 2338 Sayılı Köy Eğitmenleri Kanunu'nun 6. mad desine göre Tarım ve Kültür bakanlıklarınca kabul edilen ta limatnamede açıklanmıştır hepsi. - Bu talimatnamede başka neler var? Şunları bir özetle yiverin bakayım bana. 88
- Bu talimatnamede, eğitmen kursları için Kültür ve Ta
nın bakanlıkları bütçelerinden hangi tür masrafların ödenece
ği; kurslarda çalışan öğretim, eğitim ve yönetim elemanları nın; eğitmenlerin görevleri saptanmıştır. - Eğitmenlerle ilgili olarak bahis konusu edilen görevle ri kısaca söyleyebilir misiniz? - Eğitmen, gittiği köyde çocukları, yetişkinlerden okuma yazma bilmeyenleri okutacak; köyde bir okul yapısının kurul ması için önayak olacak. Fenni ziraat çabalarında köylünün önüne düşecek; köyde bir koru, bir fidanlık kuracak. Meydan ların, sokakların ağaçlandırılmasını sağlayacak. Köyün, te mizlik, sağlık izlerine göz kulak olacak; hükümetle ilişkile rinde yardımcı olacak. - Şimdi akla takılabilecek yönleri birer birer aydınlığa çıkaralım. Bu köylerdeki okullar kaç sınıflı? - Üç sınıflı.
- Eğitmen bu üç sınıfı bir arada nasıl yönetecek? - Eğitmenli okulların bir özelliği de şudur: Buralarda eğitmen, her yıl bir sınıf okutacak. Sözgelişi, eğitmen ilk gittiği yıl 9, 10, 1 1, 12, 1 3 yaşındaki çocukları okula alacak. Bunlar, ilk yıl, birinci sınıf, sonra ikinci, daha sonra da üçüncü sınıf olacaklar. Bunlara diploma verince, yeni ders yılının başında tekrar sürekli olarak üç yıl okutmak üzere, birinci sınıfı kura cak. - Ya bu ayn, ayn beş yaşın çocukları çok kalabalık olu verirse ne olacak? - Paşam talimatnamede, bu da. düşünülmüş. Gerçi bu köy lerdeki çocuk sayısı " 15 " etrafında hesaplanmış ama, eğer bu }'urduğunuz gibi, sayı fazla çıkıverir de "50"yi geçerse o za man, eğitmen 9, 10 yaşındaki çocukları bırakacak. - Yani şimdi ne oluyor? Köyün çocuğu kalabalıksa kad ro, büyük yaştaki çocuklarla dolduruluyor. Daha küçükler de artık bundan sonraki üç yıl sürecek döneme bırakılıyor. Gü zel, iyi düşünülmüş.
89
- Bir şey öğrenmek istiyorum. Öğretim, bir marifet; bir sanattır. Yedi aylık bir kurstan sonra bu köy delikanhları bari okutma-yazdırma işini becerebiliyorlar mı? Bu alanda giriş tiğiniz çabalar böyle bir güç kazanmalarına yetiyor mu? Kısa bir açıklama yapar mısınız? - Başüstüne Paşam. Konu, dış yönüyle gözden geçirildi
ği zaman " Mantık"ın ulaşacağı nokta, elbet böyle bir yeter sizlik kanısı olabilir. Ama işin aslı, kesin olarak böyle değil, arzedeyim: Eğitmen adayları, genel bilgi alanında, programlarında
ki derslere göre, hazırlıkları tamamlandıktan sonra, çevrede ki köylerde küme öğretmenlerinin gruplarının şefinin ve Kurs Eğitim Başının Kılavazluğuyla araştırmalara başlar; kendile rine, gidecekleri köylerde görev olarak başarmaları istenilen işler türünden incelemeler yaptırtılır; köyün temizliği, fidan lık, koru, okul yapısının yerleri, köyün özelliği göz önünde bu lundurularak, hazırlanan kaba taslak bir planın gerçekleştiril
mesi yolundaki düşüncelerini ortaya koyar; bunlar tartışıldık tan sonra fidanlığın yeri, meyve ağaçlarının türleri, okul ya pısının kurulacağı alan için ortak kararlara varılır. Bu biçim çabalar, köyün ana sorunlarında eğitmen adayının gözünü açar, onu pişirir. - Ders verme meselesini merak ediyonım. Bu iş nasıl yürütülüyor? ·
- Eğitmen yetiştirme ile ilgili bütün konular için tutulan kolaylık ve pratiklik yolu, ders vermeye alıştırmalar işinde de izlenilmektedir. Bu alanda onları adamakıllı pişirmek için eli mizde etkili olanaklar var. Ders uygulamaları sırasında her eğitmen adayına " Öğretim kılavuzu" verilir. Bunlar, eğitmen li köy okullarının birinci, ikinci, üçüncü sınıflarında okutula cak okuma, aritmetik, yurt ve yaşama bahislerini bir araya top layan üç kitabın içindeki konuların derslerde nasıl işlenilecek lerini gösterirler. Sözgelişi, birinci yıl öğretim kılavuzunun ilk sayfasını açan eğitmen adayı şu direktifleri bulur:
90
Alfabe. Birinci ders, iki saat sürecek. Birinci saat: Kitapları dağıt, yırtmamalannı, kirletmeme lerini tembih et. Kitapların başındaki Atatürk'ün resmini çocuklara gös ter. Atatürk hakkında da kısa bilgi ver. Üçüncü sahifeyi açtır. Buradaki at resmi üzerinde çocuk ları konuştur. Rengi, ayaklan, kuyruğu, yelesi nasıl? diye . . Resmin üstündeki yazının "At" olduğunu söyle. Çöplerle yaz dırt. Defterlerine de baka baka yazdırt. Sonra hepsine birden söylet! Aritmetik, Yurt, Yaşama dersleri de bunun gibi .. Usta bir öğretmenin yapabileceği, yaptırtacağı şeyler hep öz olarak emir biçiminde yapılmış. Eğitmen adayı bunları tıpkısı tıpkı sına uyguladığı zaman, kusursuz bir ders yapmış olur. Geçmiş olan kurs döneminde bizim eğitmen adaylarına 1 700'e yakın ders verdirdik. Her eğitmen adayına ortalama 8 'er ders düştü ve her biri 50-60 dersin tartışmasına katıldı. Tartışmalarda hiçbir şeylerine karışılmadı. Öyle can alacak yerlere dokunulurdu ki sezişler ile buldukları bu noktaların, zaman zaman tutturduğum tartışma notları ayıklandığİ zaman, öğretim tekniği ilkelerine uyduğu ya da bu ilkelerle benzer likleri olduğu çok görüldü. - Bir dakika! şu sorunun karşılığını isterim: Şimdi anlattıklarınız, yetiştiricilik bakımından gerçekten olumlu, ıgüzel şeyler. . Yalnız genel olarak ye_tiştiriciler, yetiş tirdikleri elemanların hizmetlerinde göstermeleri arzulanan haşan ölçülerinin tespitinde, tarafsız kalabilirler mi acaba? .. Eğitmenleri bir de görevleri başında görmek; kendilerinden beklenilenleri ne dereceye kadar başarabildiklerini öğrenmek çok önemlidir. Siz, şimdiye kadar kendi yetiştirdiklerinizi hiç işlerinin başında görebildiniz mi? - Evet Paşam. Bu öyle sistemli bir izleme değil ve elbet sağlam bir yargıya götürecek ölçüde değildir, ama bütünün bu 91
az örnekleri de gelecek için iyi şeyler düşündürebilecek nite liktedir.
Ankara köyletjnin birinde, Eskişehir-Mahmudiye kur sunda yetiştirdiğimiz eğitmenlerden birini görmüştüm.Ço cuklarını okutmuştu. Köyün delikanlılannı ele almıştı. Kuru lacak fidanlığın yerini hazırlamıştı. Temizlik işlerini başarı ile yürütüyordu. Gene Çankırı köylerinden birinde, yetiştirdiği miz eğitmenlerden birini görevi başında inceledim. Okuluna 36 çocuk alnuş. Bunların 34'ünü çatır çatır okutmuş, yazdır mış. " İkisi battal çıktı, ama ne yapıp yapıp onlara da söktüre ceğim" diye güvenli güvenli konuştu eğitmen. Köy, pırıl pı rıldı. Çeşmenin yanlara taşan suyunu kuru örgüler içine alıp uzağa götürmüş. Bu temizlik ve düzeni nasıl başardığını sor dum kendisine, " Haftanın bir gününü köyümüzün böyle işle� rine ayırdık. Elbirliğiyle sarılıyoruz işlere. iyi sonuçlar, her kesin şevkini arttırıyor" dedi. Bu dönemde eğitmenleri hasat zamanında köylerine izin li olarak yollamıştık. Döndüklerinde, " Köyde ne var ne yok, neler yaptılar? diye konuşturduk onları. Köyün sorunlarına öy le girmişler; bunları, birçok yönlerden öylesine ele alıp işle mişler ki hepimizin göğüsleri kabardı. - Çok teşekkür ederim. Anlaşılıyor ki işler, hem bugün doğru yolunda yürüyor; hem de, pek az da olsa, doğrudan doğruya iş başında yapılmış araştırmalar, gelecek için bugün den kandırıcı, inandırıcı vaatler getiriyor. Eğitmen adaylarının nasıl seçildiği işini de kısaca şöyle bir toparlayın hele . . Kültür ve Tannı bakanlıklarınca, açılacak kursun yeri, ke sime girecek iller kararlaştırılır. Söz gelişi, bizim buradaki kursun bölgesine beş il alınmış: Kastamonu, Çankırı, Çorum, Sinop, Zonguldak. Adaylarımızı bu illerin köylerinden aldık. ·
-
Hepsi kaç kişiydi?
. - 250
- Bütün kurslarda kaç kişi yetiştiriliyor?
92
- Eğitmenler için yıllık yetiştirme kadrosu 2000. Bakan lıklarca yapılan hazırlık, bu sayıya göre. - Seçim işinin nasıl yapılmakta olduğunu anlatmaya baş lanuştınız, bitirmediniz. Tamamlayınız şunu. - Kurs çalışmalarına başlamadan üç ay önce kesime gi ren illerdeki birbirine yakın nüfusları az 8- 1 O köyden kurul muş bölgelerdeki küçük köylere ilköğretim müfettişleri, ora ları iyi bilen öğretmenler yollanır. Bunlar, askerliklerini bitir miş; okuma-yazması olan; tarım işleriyle uğraşan, toprak ve hayvan sahibi isteklileri arar. Bunların ahlak durumlarını so ruşturur; herbiri için basılı birer fiş doldururlar. Bunlarda, se çenin kanıları ve adayın yazısı örneği ile kabataslak bilgi dü zeyi ile ilgili notlar vardır. İller milli eğitim müdürlüklerince kurslara yollanan bu fişler incelenir, seçilenlerin adlan bu il lere duyurulur, adaylar da nisan ayının ilk günlerinde kurs ça lışmalarına katılırlar. - Y iyecek, giyecek işleri iyi midir? Geçmiş olan dönem için harcanan paranın tümünü şöyle aşağı-yukarı söyleyebilir misiniz? - İki kap doyurucu yemek, biri iş, biri de yabanlık ikişer kat elbise. 250 kişinin barınacağı; yetiştirileceği bu kursun her çeşit giderleri ile kuruluş masraflarının tutan, yuvarlak hesap 60.000 lira kadardır. Bunun l /8' ini Tannı Bakanlığı ödedi. - Doğrusu az para ile çok iş . Deminden beri verdiğiniz bilgilerle işin temeli üstüne fikir edindim . Yalnız kadın eğit men işi, hiç söz konusu olmadı. henüz kadın eğitmen yok ga liba.. Köyü birde evin içinden kavramalı. Belki bu iş için kay nak da yok. Ama ne yapıp yapıp bu yola girmenin çaresini şim diden araştırmalı; bir kolaylık bulmak için hazırlanmalı. Köy, ' ancak böyle bir tutumla toptan canlandırılabilir. Biz Eğitmen Teşkilatına büyük ümitler bağlıyonız. Yaptığınız açıklamalar dan ötürü size teşekkür ederim.
*** Ortalıkta bir kaynaşma var. O gün İ nönü, Kastamonu
93
Halkevi 'nden Cumhurbaşk�nlığı 'nın ilk söylevi ile bütün Tür kiye 'ye seslenecekti. Herkesteki merak ve telaşın nedeni buy du. gen de erkenden bölük bölük Halkevi'ne girmek için ge lenlerin arasına katıldım. Daha kapıdan girer girmez Vali Av ni Doğan Bey, el ile işaret ederek yanına çağırdı beni. - Hiç vakit kaybetmeden doğru Gölköy 'e git. Programa göre biz, İnönü ile bugün Daday 'a gideceğiz. Dönüşte de Kurs'a uğrayacağız. Belki ortalığa bir çekidüzen vermek ge rekirse, hemen fırla! dedi. Ben, tabii soluğu Gölköy'de aldım. Zati kurstaki yapılar, yollar, bahçe .. her yer önceden hazır bir biçime konulduğu için şöyle küçük bir rötuştan sonra ortalık pınl pınl olmuştu. Artık iş Cumhurbaşkanı'nın gelmesine kal mıştı. Sabırsız bir bekleme döneminde epeyce ter döktüm. Asıl sınav, başan ile atlamıştı. Bu geliş için artık yeni ürkek likleri kımıldatan "Acaba?"lan o kadar umursamıyordum. A ma insan, kendisini rahata erdirecek "Neden "!ere soluk aldırt mayacak dü$ünce ve mantık savaşında su götürmez bir üstün lük elde etse de gene bir bekleyişin ateşten gömleğini giymek ten kurtulamıyor. Bu gömlek sırtımı ne kadar kavurdu, gerek siz kuşkularla ne kadar yoruldum ve ne kadar belli bir yerden seçilebilecek araba kafilesini gözledim, hiç bilmiyorum. Ba kışlarımı ayıramadığım sırtta görünen dizi, kaşla göz arasın da karşımda belirivermişti. Bahçede topianan kadın-erkek köy halkı ile cumhurbaşkanına karşı çıktık. Ben, öne düştüm. İnö nü 'ye yol gösterdim. Daha içeriye girer girmez, çadırların ku rulduğu yerleri belli olan meydan göze çarpıyordu. Buranın önceden çekilmiş bir resmini yanıma almıştım.Cebimden çı kardım, - Kurs çalışırken burası işte böyleydi, diye resmi uzat tım.Fakat bu giriş ve davranış anlamsız kalmıştı. Bir açıkla ma yapma zorunluğu karşısında bulunduğumu anladım: Eğit menler bu çadırlarda yattılar, kalktılar, Tanın Bakanlığı, "Bi zim, Gölköy'de 600 kişilik yerimiz var" deyince burada 250 kişilik bir kurs açılmasına karar verilmiş. Fakat kursu açma94
dan önce Tanın Bakanlığı'nın yerlerini incelemek için bura ya geldiğimiz zaman bir de ne görelim. Şu karşıdaki şimdi terk edilmiş eski Ziraat Okulu, duvarları yarılmış, ayakta zor du ruyor. O kadar ki içinin nasıl olduğunu anlamak için kapısın dan ayak atmaya bile cesaret edemedik .. Şu meydanın arka sında artık hayvanların bile kapatılamayacağı hale gelmiş yı kık dökük ahırlar, harap okul binası. . gibi kağıt üstünde plan olarak birçok insan barındıracak sanılan yapıların, hiçbir işe yaramayacağı meydandaydı. Tam ortasında baca gibi bir am barın yükseldiği şu ahşap evde ise ne kadar zorlansa ancak 5060 kişi yatırılabilirdi. Bir kere de iki bakanlık, 250 eğitmen yetiştirmek için burada bir kurs açılmasını kararlaştırmış; bu nu gerekli yerlere duyurmuş; seçim hazırlıklarının yapılması bildirilmiş; y�i artık bu işten dönülmez bir kerteye gelinmiş. İşte bu çaresizlik yüzünden Milli Eğitim Bakanı Arıkan, bize Kızılay 'dan 3 büyük, 25 küçük çadır verdi, şu bataklık yeri kum ve çakılla adamakıllı bir meydan haline getirdik. Yedi aylık bir kurs dönemi süresince 200 kadar eğitmen burada rahatça barındı. Eğitmenlerin bir hafta içinde meydanı çamurdan kur tarıp ranzalarını da kendilerinin yaparak içine girdikleri bu ça dırların toplandığı alana sonradan onlar, "Ordugah" adını tak tılar. Şu çit yönündeki yolu, ahşap binadan ta bahçenin biti mine kadar uzanan 200 metrelik yolu, rekor denilecek kısa bir sürede tamamladılar. Yoksa çamurdan baş alamazdık. Vali Avni Doğan Bey de söze kanştı: - Paşam şu gördüğünüz mutfak, helalar, yıkanacak yer ler, şu yolumuz üstündeki atölye, ilerideki beyaz bina, hep eğit menler eliyle yapılmıştır. Hemde aklın ermeyeceği kadar az para ile. Bizim bu kurs, her şeyi ucuz, ucuz elde etmenin yo lunu keşfetti. Tuğla, kereste, kireç bedava denilecek kadar az para ile elde edildi. Onlara ormanda bir de makta vermiştim. Tomrukları oradan indirdiler. Burada da hızarları kurdular. Çatır çatır çalıştırdılar. 95
İnönü, - "Tuğlayı kendimiz yaptık. Yapılarımızı kendimiz kur duk" diyorsunuz, peki bu işlerin nasıl yapılacağını gösteren, eğitmenlerin başlarında "Öğretmen" gibi bir kimse bulunu yor muydu? - Evet Paşam, kurulan yapılar için başlarında dttvarcıhk, dülgerlik öğretmenleri vardı, ama tuğla ve yol yapma işleri, kendi aralarından çıkan ustaların kılavuzluğu ile yürütüldü. - Peki, bu tuğla yapma meselesi nereden geldi aklınıza? - Mutlaka aşılması gereken bir zorunluluktan doğdu bu kararımız. Yoksa çevrenin ihtiyacımızı bir türlü karşılayama mış olan az sayıdaki ve pahalı pahalı sattığı tUğlaya kalsaydık durumumuz pek kötü olurdu. - Nasıl yaptınız, ne kannız oldu bu işten? - Bizim çevremizdeki köyler tuğlayı odunla pişiriyorlar. Biz, Birinci Cihan Savaşı'nda Azdavay'da Almanlar tarafın dan çıkarılan kömürle pişirdik. Köylünün en kabadayı fınnı l 0.000- l 2.000; bizimkisi, l 20- l 50 binlik. Biz ıskartalar, yağ murdan, fırında ziyan olanlar çıktıktan sonra kursun türlü ih tiyacı için 250.000, Kastamonu'da yapılan lise pansiyonu için 1 20.000 tuğla pişirdik. Hesabımıza göre tuğlanın binini biz, 1 30 kuruşa mal ettik. Halbuki dışarıdan binini 8-9 liraya alı yorduk. Onu da istediğimiz zaman ve istediğiniz sayıda ala mıyorduk. Kereste de buna göre. Piyasadan metre küpünü 2530 liraya aldığımız keresteyi ormandaki maktaımızdan 9 lira ya mal ettik. Doğramalık keresteyi, yıktığımız eski ambarla rın abanozlaşmış kalaslarından sağladık. - Peki bu kadar çeşitli ağır işten sonra derslere yeteri ka dar vakit bulabildiniz mi bari? - Konunun bu yanını da kısaca açıklayayım. Eğitmenle rin ders müfredat programında onlar için bir dönemde okutul ması zorunlu görülen genel bilgi ders sayısının azı ve çoğu sı nırlandırılmıştır. Bu sınır, 730'da başlar, 960'ta kesilir. Bizim günlük porgramlarımıza göre ders, iş, soluk alma, temizlik, 96
düzen . . . gibi genel hizmet çabalarına ayrılan sürenin tutan 1 5 saattir. Bu uzun ve yoğun süre, o günün özelliklerine uygun bir esneklik içinde değerlendirilir. - tık bakışta bu tutum, ağır bıkkınlık verecek gibi görü nür. Ne dersiniz buna? - Paşam bu işi aydınlığa çıkarıp konu üstüne doğru bir ka nıya varabilmek için eğitmenleri yetiştirmede başvurulan özel metot ve bunların kişilikleri ile ilgili gerçekleri ele alamayız. Bu yapılmadıkça sorun, dış yan ile işaret buyurduğunuz kuş kudan kurtulamaz. Bilgi kazandırmada izlediğimiz metodun özeti şu: Ders ve iş kümeleri 8- 1 2 kişiliktir. Her kümenin başında geceli gündüzlü, ileride eğitmenlere gezici başöğretmenlik yapacak, bir öğretmen bulunur. Bu öğretmenler, kendi küme sinde bulunanların dağarcıklarır)da olanı-biteni bilir. Her haf ta sonunda yaptığı yoklamalarla da neler kazandıklarını; ya da verilmesi gerekli yeni bilgilerin kadrosunu açık seçik bilir. Ge rektiğinde zayıf kalmış olanlarla teker teker uğraşıp bunları, kümesinin genel seviyesine zamanında ulaştırma başarısını elinde tutabilir. Öğretim bakımından eldeki bu özel olanakların yanında bir de eğitmen adaylarının iç güçleri çok önemlidir elbet. Bil mediği, ama öğrenmek için yararlı olduğunu kestirdiği bir şe yin üstüne öylesine çullanır ki, artık zamanı, kendisini unu tur; olur olmaz kişilerin erişemeyeceği bir dev gayretle onun üstesinden gelir. Sonra köyünde çok zamanlar, her düğümü kendisinin çözmek zorunluğu karşısında kalacağı köyün, köy lünün yararına girişeceği köklü hizmetlerden çevresinin ne ka dar çok kıvanacağı yulunda kendilerine kazandırılmış inanç ların üstüne bir de, bir şey öğrenmeye ihtiyaç, istek duyma hır sı eklenince eğitmen adaylarının çalışma şevklerinin yorulmaz ve eskimez yönleri kendiliğinden çıkar ortaya. - Bütün bu konuşmalarımız arasında konunun bir yanına hiç dokunulmadı. Bunların köylerde yaptıkları, görevlerin iz·
97
lenmesi işi ne oluyor. Herhalde köylerine gittikten sonra ken di hallerine bırakılmıyorlardır? - Evet Paşam. Onları kursta yetiştiren öğretmenler, bun ların öğretim ve eğitim alanındaki çabalan ile ve köydeki di ğer hizmetlerle ilgıli görevlerini izliyorlar. Ders işlerinin önemli yanlarında; köy sorunlarının ele alınmasında onlara kı� lavuzluk, üstelik doğrudan doğruya hizmetlere katılma yanı ile de yardımlar yapıyorlar. Her gezici başöğretmenin bu kü çük bölgelerde gerektiğinde doğrudan doğruya işleri ele ala rak yaptıkları denetlemeleri ayrıca kendi başına giriştiği ça balan, üst basamakta görev yapmakta bulunan ve kurstaki ça lışmalara katılmış ilk öğretim müfettişleri izlerler. - Anlaşılıyor ki bu işin en ağır yükü Milli Eğitim Bakan lığı 'nın sırtında. Tarım Bakanlığı'nın eğitmenlerle ilişkileri nin sınırlan ne? Bu alanda Tarım Bakanlığı ' nın ne gibi görev leri var? - Eğitmenler Tarım Bakanlığı elemanlarınca verilmiş olan . planlara göre bulunduğu köyün tarımsal durumunu inceleyip saptamak yükümlülüğündedir. Yine bu kanaldan gelecek yar dımlarla köylerinde birer koru, ya da fidanlık kurmak görevi verilmiştir bunlara. Tarım Bakanlığı'nca eğitmenlere, köyle rinin özelliklerine göre, üretimi arttıracak, iyileştirecek ve ko laylaştıracak tohum, araç ve gereç verilmesi, talimnamesinde yer almıştır. Eğitmen, bunlardan köylüyü de faydalandıracak� tır. - Bana verdiğiniz bilgilere çok teşekkür ederim. Bunlar benim için pek yararlı oldu. Başarılan takdir ettim. Aldığım görev, artık burada sonucunu vermiş sayılabilir di. Pek rahatlamıştım. Döndüm Kastamonu'ya . . Ertesi gün Merkez Kıraathanesi 'nde otururken bir polis geldi, - Sizi Vali Bey çağırıyor, Halkevi'nde bekliyor, dedi. Doğruca oraya gittim. Kapıdan girince büyük bir kalaba lıkla karşılaştım. İ lin bütün ileri gelenleri, müdürler, yargıç-
98
!ar. . hepsi orada idi. Bunu yorumlayacak bir uç bulamadım bir türlü .. Vali Avni Doğan bey'in yükselen sesi, bu kalabalığın uğultusunu bıçak gibi kesti. - Arkadaşlar, şimdi Cumhurbaşkanı hazretlerinin bana verdiği şerefli bir görevi yerine getirmekle büyük bir zevk du yacağım. Bana yöneldi, Süleyman Edip Bey, yaklaşır mısınız? Cumhurbaşkanı Hazretleri buyurdular ki, " Eğitmen Kursu Müdürünün, gerek Vilayet Konağı'nda yapılan görüşmeler sı rasında Eğitmen Kursları ve Eğitmenlerle ilgili olarak verdi ği genel bilgi; gerekse kursu ziyaretimde bu konunun özel ve teknik yanlarına da girerek yaptığı açıklamalar, benim için pek yararlı olmuştur. Adıma kendisini tebrik edin ve gözlerinden öpünüz! " Gelin sizi kucaklayayım. Kucakladı, yanaklarımdan öptü. Bir alkış tufanı koptu. İçim, ılık bir rahatlık içinde gev şemiş, gözlerimin önünde yıldızlar pırıldamaya başlamıştı. Sanki tabanlarım yerden kesilmiş bir tüy hafifliği ile uçmuş tum. Bunun bir rüya olup olmadığı kuşkusundan, kendimi dı şarı atıp doğru postahanenin yolunu tutunca sıyrılabildim. Hemen Hakkı Tonguç'a şu anlamda bir tel çektim: " Eğitmen kursları üstüne Sayın Cumhurbaşkanı 'na ver diğim bilgiler dolayısıyla kurstaki ziyaretleri sırasında bizzat yaptıkları iltifatlardan ayn olarak şimdi Halkevi'nde Vali Av ni Doğan Bey, büyük bir kalabalık huzurunda, Cumhurbaşka nı Hazretlerinin takdirlerini bildirmek ve adına tebrik edilmem görevinin verildiğinden bahisle beni kucakladı. Ertesi gün bu tele şu karşılığı aldım. Bay Edip Balkır Eğitmen Kursu Direktörü 34 Ankara 1 328 1 8 1 0/ 1 2/ 1 0/40 Başarılarınızı tebrik. Mesainize teşekkürler. Ankara yo lu ile dönmenizi rica. Sevgiler. Hakkı Tonguç Artık hiçbir yerde oturamıyordum. Öylesine sabırsızla nıyor; olup biteni Tonguç' a anlatmak için içim öylesine do lup taşıyordu ki, handiyse yaya olarak Ankara' ya yola çıka99
caktım ve hemen biraraba bulup hiç oyalanmadan bastım, git tim. Bunu, bir telle de Tonguç' a bildirmiştim. Ankara'da doğ ruca dairesine gittim. Odasında kendisini yalnız buldum. Ka pandık. Başından sonuna kadar, bir noktasını bile· atlamadan, anlattım. Ben heyecandan çoştukça o da sessiz sessiz ve bite viye akan göz yaşlan içinde dinledi. Bitirince kalktı, boynu ma sarıldı, yanaklarımı öperken, - Sağol Edip! Çok iyi bir iş başardın. Artık bu alandaki çalışmalarımız daha kolay, daha güçlü ve elbet daha güvenli bir doğrultuda gelişecek. Haydi sen de evine, çoluğuna, çocu ğuna dön! Bundan sonra içimiz ferah ve uykularımız rahat ola cak. Sana güle gile!
Kastamonu-Gölköy il. dönem Eğitmen Yetiştirme Kursu Müdürlüğüm. 1 939 yılı Nisanı'nda Gölköy'e vardığım zaman keyfim yolundaydı. Çünkü 200 eğitmen adayının barındırılması, ye tiştirilmesi için gerekli her şey tamamdı. Geçmiş yılın büyük ve sürekli çabalarla altedilmiş "Yokluk"lannı düşündükçe so luğu kesen o günkü kar rüyamı dağıtan bugünkü varlıklı pırıl pırıl "Yapıt"ımız, fabrikadan yeni çıkmış bir saat gibiydi. Sa dece şöyle bir kurulma işi vardı; Öğretmenler, müfettişler, eğitmen adayları geldi mi, tamam. Tıkır tıkır işleyecekti: Ça muru tüketen yollan döşerken; yapıların duvarlarında örüle cek tuğlaları fınnlarken yani bir kurumun iğneden ipliğe ka dar her şeyi için dökülen terlerle ıslanmış gerçekten ezici yor gunluklar içinde, "Yahu biz buraya amelelik etmeye mi gel dik yoksa! .. Köyümüzdeki kendi işlerimizin suyu mu çıkmış tı ha? .. " yollu yakınmalara, takazalara yer kalmamıştı artık. Günü geldi, çattı. B izim arı kovanı gene hani hani işle meye başlamıştı. Kastamonu'dan 58, Çankın'dan 1 8, Sinop'tan 47, Çorum'dan 46, Zonguldak'tan 1 5 aday geldi. Toplam 1·84 olmuştu. Bu dönemin de eğitim işlerinin düzenlenmesi için şef 1 00
olarak gene Cemal Öncel gelmişti. Kendisiyle bu, birlikte sür dürdüğümüz üçüncü dö!lem arkadaşlığımızdı. Her bakımdan içim rahattı. Artık Eğitim Şefliği işlerinde adamakıllı pişkin leşrnişti. Neleri ve nasıl yapacağını ezbere biliyordu. Bunun için de onun her yöndeki tutumuna büyük güvenim vardı. Bundan sonraki iş ve görev ortaklığımızda bu inanç ve bağlı lığıma, en küçük gölge düşmemiştir. Nereye el atsak kurumumuz, her yanı ile ayan hiç yanıl mayan bir saat düzeni içinde çalışıyordu. Yalnız bu " Her şe- yin yolundalığı ", bizi hiç gevşetmedi. Yeni gelenlere, geçmiş yılın sıkıntılarını; her şeyi yeniden kurmanın yuttuğu dev ça balan açık açık anlattık. "Öncekilerin, kendilerini barındırmak için döktükleri terlerin; kendilerinden başka bu yıl gelenlerin de barınmaları, yetişmeleri bakımından her şeye yetip de art tığını" ortaya koyduk. " Hem bugün için daha geniş bir ferah lığa erişilmesinin, hem de bundan sonrakiler için, bizden ön cekiler gibi, varımızı yoğumuzu harcamanın gerektiği"ni an latarak onların güçlerini şahlandırdık ve zaman kaybetmeden giriştik yeni işlere .. Bir yandan öğretmen Hakkı Tanberk'in planlaştırdığı sebzecilik ve meyvecilik alanındaki çok başarılı çabalar; öbür yandan da haftalık programlara göre yürütülen öğretim-eği tim üstüne girişilen çalışmalar aksamadan en verimli doğrul
tularında gelişiyordu. Bunlara paralel olarak 40 metre uzun luğunda bir yıl önce, çitle çevrili asıl alanın içine yaptığımız büyük yapının bir benzerini kurma işimiz vardı. Ama bunu oturtacak yer yoktu artık. Bu sınırlı alanda zar zor ileride öğ retmen ailelerinin oturacağı lojmanlar için bir yer bulduk ve hemen dört ailelik iki evi kısa zamanda bitirdik. Fakat asıl bü yük yapıyı nereye oturtacaktık? İşte buna çare bulamıyorduk. Her başımız darda iken olduğu gibi, bu zor günlerde de Vali Avni Doğan Bey, Hızır gibi imdadımıza yetişti. Bu durumu kendisine açtığım zaman, - Ne üzülüyorsun, şimdiye kadar hangi işiniz ortada kal-
101
dı? Merak etme, onun için de bir çıkar yol bulacağım dedi ve arasını hiç soğutmadan da hemen Özel idare Müdürünü ça ğırttı. Ona, " Kursun yerleştiği bahçe ile Daday yolu arasında ki alarıın sahipleri bulunup bulunmadığını; buralarda Özel idare malı olup olmadığını inceleyip vakit kaybetmeden ken disine bilgi verilmesini" buyrukladı. Özel idare Müdürü, - Beyefendi, bahis konusu olan yerin büyük bir kısmı Özel İdare'nin malıdır deyince Vali Avni Doğan Bey, - Bu alanda kursun genişlemesi, önümüzdeki yıl burada açılacak " Köy Öğretmen Okulu" için de yeni yapılar kurabil mesi amacıyla yeteri kadar toprak ayrılıp tahsis karannın alın ması ve sonucunun da Eğitmen Kursu Müdürlüğü'ne bildiri lerek orada girişilecek çalışmalar için kendilerine şimdiden resmi olanaklar verelim diye meseleyi kestirip attı. Yeri gelmişken burada önemli bir derdimize değineceğim. Bu işi kendi kendime de çok düşünmüşümdür. Devlete hiz metim süresince ayrı ayn iki ilde köy sorunlarını ele almış bu lunan birer kurumun yöneticisi olarak çalıştım: Kastamonu 'da, Kocaeli'de. İki ilin başında bulunan valilerin kişilikleri, görev anlayışları, örgütünde iş gören sorumluların güçlerini arttırıp başarılarını kolaylaştırmada dağlar kadar ayrıntılar vardı. Bi ri Kastamonu gibi kenar bir ildi!, halkı sevgi ve inanla kendi ne bağlamış; genel hizmette her bakımdan yardım şevkinde birlik sağlamış; dertlere çare bulma yolunda geceli gündüzlü bilerek emek harcamış; her yanıyla her yönüyle sevgi, saygı toplamış ve bu yolda da "Devlet'e güven" fikrini yerleştirip besleyen eşsizlik ölçüleri içinde değer kazanmış bir "Büyük " ; öbür ildeki zat da işlerin özleri dışında biçimsel görevler ya pan klasik bir memur. (Bu valinin benim görevime ilişkin dav ranışlarını, yirmi yıl boyunca, gerektikçe, üzüntü veren olay lar içinde sivrilti sivriltiverirdim. Yeri ve sırası geldikçe de bu gözlemlerim içindeki benzet örnekleri verme işini sürdürece ğim."
1 02
Bir de bu ilin bize komşu ilçesinde Bekir Suphi Aktan adında bir kaymaka1ı1 vardı. Birçok zamanlar arkadaşlar mem leket işlerini bir arada konuştuğumuz zaman hep şu düşünce üzerinde dururduk: "Niye Adapazarı Kaymakamı Kocaeli Va lisi değil de Adapazan'nda kaymakam olarak harcamnakta." Gecesini gündüzüne katarak Adapazarı'nda kaymakamlık ya pan bu genç, bilgili, yurtsever yöneticinin o küçücük ilçede ziyan olan büyük gücüne bakar bakar üzülürdük. Bir il kesi minin gelişmesi için, tam okka tartan bir yeterlik; köklü bir halk sevgisi anlayışı; her zaman ayakta kalan bir dinamizm ge rekti. Kendi kendime hep şu soruyu koyardım ortaya, "Valiler, niçin bir ilin ekonomik, kültürel gelişmesi yolunda kesimin koşullarına uygun olarak hazırlanmış bir plana göre çalıştırıl mıyor; belli bir sürede yaptıktan ve eriştikleri başarılı düzey leriyle ölçülmüyor da bir yerde kalabildiği yıllar içinde kuru luş ortaklıklarında, doğrudan doğruya payı olmadığı halde, ge ne (Yapıt! )larım diye kuru övünmelerin şarkılarıyla vali ko nağının, bedava arabasının rahatlığı ve şatafatlı çalkantıları arasında, hiç de hakkı olmadığı halde, gününü gün eder; yok sul memleket için bu zararlı davranışa nasıl ses çıkarılmaz?" İşte hep bu ters duruma şaşar kalır, acınır dururdum. Vali Avni Doğan Bey, Kastamonu 'da kaldığım iki kurs dö nemi süresince halkın yardımıyla ve doğrudan doğruya kişi sel çabalarıyla güzel bir hastane, bir halkevi kurdurdu; bir kendir fabrikasının temellerini attırdı; çevrenin meyveciliği ni ilerletmek için fidancılık konusunda bir yandan hükümet eliyle, bir yandan köylünün örgütlenmesi yoluyla düşünüle bilecek bütün olanakları geliştirmişti. İşte vali bu idi. Halka hizmet sevgisini, yararlı bilgiyi, içtenlikle atbaşı yürütebilen vali böyle olmalıydı. ***
Özel İdare'nin kursa tahsis ettiği toprağın yazısı gelir gelmez paçaları sıvadık, yakında kurulması gerçekleşecek
1 03
"Köy Öğretmen Okulu" ile ilintisi olan hesaplan da yaparak verdik kazmayı temele. Bir yıl önceki yaptığımız yapının ben zeri uygulanacaktı. Yalnız ön yüzünün estetik yönünden da ha güzel görünmesi için uzman öğretmen Zühtü 'nün çalışma sıyla buna, sevimli ve beğenilen bir biçim verildi. Bu yapı, or tadakilerin en güzeli ve en çok emek yiyen oturaklısı bir ya pıt olarak çıktı meydana. Gölköy Eğitmen yetiştirme kursunun yaşamından bir par çasını yansıttığını düşünerek tlköğretim Dergisi 'nde ( 12 Şu bat 1 940, sayı 38) yayımlanmış bir yazımı olduğu gibi bura ya alıyorum: ( ... ) - Yerden göğe kadar haklısın Müdür Bey ama ne bileyim, olmadı işte. - Peki olduralım öyleyse. - Hay, hay! Nerede o günler? - Sen köyün güvendiği birkaç kişiyi kursa çağır da bir konuşalım, bakalım. - O akşam buluştuk, anlaştık. Köylü hayvanıyla, arabası ile çalışacak, taş taşıyacak. Biz de eğitmenlerle elimizden ne gelirse her şeyimizle yardım edecektik. Ertesi gün, doğru Avni Doğan Bey'e. Olanı, biteni anlat tım, çok sevindi. - Hemen girişelim. Çok hayırlı bir iş. Sen şimdi kursa te lefonla haber ver. Muhtar Mahir, heyeti toplasın kursta. Öğ leden sonra birlikte gidelim, işe başlayalım. A�am üstü buluştuğumuz zaman Vali Avni Doğan Bey, Gölköy İhtiyar Heyeti ile güzel bir konuşma yaptı ve mesele yi, pek kestirmeden giderek bağladı: Taşlan hazır eder etmez, usta bulduracağım, yola başla tacağım. Ustaların gündeliklerini ödeteceğim. Aradan bir ay geçmişti, köyün tam ortasından geçen düz gün bir yol yapılıp bitirilmişti ve millet de sudan, çamurdan kurtulmuştu.
1 04
İşin rahatlığını görüp anlayan köylü şöyle konuşmaya başlamıştı: - Hiç kafa yo�uş ya bizde de. İnsan, yıllarca bu sıkın tıya katlanır mıydı yahu. Ama bu kadar zaman geçmiş, bu iş te bize önayak olacak biri de çıkmamış hani. - Sağolun, varolun Müdür Bey. Şükürler olsun ayakları mız sudan, çamurdan çıktı. Köyümüz bu iyiliğinizi hiç una tamaz. Kulaklarınız çınlarsa, bilin ki mutlaka biz anıyoruzdur. Köye hizmet sevgisi, yararlık isteği olunca, güçler kendi kendine olumlu yollan, ne yapıp yapıp buluyor işte böyle.
Gölköy'e gelenlerden birkaç çizgi Tonguç, başında bulunduğu kurumların kusurlardan arın ması; bunların her gün biraz daha iyiye yönelip değerlerini kı vamına getirmesi için güvendiği insanlara, durup dinlenme den, buralarda girişilen çabalan inceletir, sonra da bu kişile rin düşüncelerinden yargılarından yararlanırdı. Zaten · onun önderliğindeki bu özelliktir ki ağır yükleri kolayca taşımak ve önceden amaca erişmek olanaklarını kazandırmıştır.
Baltacıoğlu Yaşayanlar arasında, eğitimcilerin babası bilinen İsmail Hakkı Baltacıoğlu, kursumuzun çalışmalarını görmek için gelmişti. Gezdi, dolaştı, sordu, soruşturdu. Sonra kendisine gözlemleri üstüne düşüncelerini, yargılarını öğrenmek istedi ğimi söyledim; işlerimizi iyileştirecek önerileri olup olmadı ğını sorduğum zaman, demişti ki: - Azizim, hayranlığımın aptallık derecesine vardırıldığı nı mı söyletmek istersin bana?.. Bu deyimin içtenliğini, İstanbul'a dönünce o zaman çı kardığı "Yeni Adam" dergisinde benim için yayımladığı bir yazıyı gördükten sonra daha iyi anladım.
1 05
Hayrullah Örs . Örs, Kastamonu 'daki ikinci dönem kurs çalışmalarını de netlemek için gelmişti. Her yanı dolaştık, her şeyi gördük. Son ra geldik, kantinimizin çiçeklerle bezenmiş bahçesine oturduk. Önce söze o başladı: - Bir daha gelişimde bu çiçeklerin ortasında bir baubab ağacı görürsem hiç yadırgamayacağım. - Şu havuzun ortasındaki sütunun kılıfı su borusu mu? - Betonu kolayca ve düzgün bir biçimde dökmek için kullandık. - Güzel ! . . Doğrusu çok pratik bir şey. . . Yapılanlar, yapılacaklar üstüne benim sözüm bitince, la: fı gene o aldı; - Bak, ne diyeceğim sana. Benim gördüklerimle senin an lattıklannı şöyle biri birine kattım. Adamakıllı geniş bir iş ve buluş toplamı oldu bu. Gel, şunları öbür kurslara bildir. Ör nekler, çoğalsın. Sen de onların bu türden yaptıklarını öğren. Sonra bütün bunları topla, birleştir. Kurslar arasında başlaya cak böyle bir buluş alışverişi içinde belirecek çalışma yönle rindeki özellikler, bu kurumlarımızın çabalarındaki gelişme yi ve başarılan arttırıp genişletir. Gerçi kolay bir iş değil ama, bu çok yararlı olabilecek hizmeti, öyle yabana atma sen. He le bir düşün! İşe bir girişirsen arkası gelir onun. Daha ne kadar güzel, yararlı düşünler koydu ortaya. İn san, Örs 'ün anlattığı şeyleri dinlemek tutkusundan öyle kolay kolay sökülemez. Mübarek, "Kıtaplık" gibidir. Hazretim, "za man "la "zemin"e uygun şeyleri öylesine seçip ileri sürer ki karşısındakiler de işlerine yarayanlardan birçoğunu zahmet sizce öğreniverirler. İşte bu bedavacılık, bir kitaplığın, türle ri, bölümleri ne kadar zengin olursa olsun kıvıracağı bir iş de ğildir. Çünkü burada, istenileni bulmak için aramak, uğraşmak gerek. Halbuki Çelebi dostumuzun benzerine az rastlanılır "Bellek" inde istifedilmiş bilgiler tam yerinde ve sırasında or-
1 06
taya konuldukça çevresi, birçok problemlerinin düğümlerini çözer: elindeki ham gereçleri, ortaya konulanların ateşi ile pi şirir ve özgürlük içinde "yargı"sını yine kendisi kurar. Onun için ben Örs için herkesin yakıştırdığı "ayaklı kitaplık" deyi mini yetersiz bulmuş; ona, "konuşan ansiklopedi adını takmış tım. Sonradan köy işleriyle ilgili çabalarımı sürdürdüğüm yıl larda da buluştuğumuz çok oldu. Pek yararlı kılavuzluklany la uğraşılanıruzın özlerine zaman zaman ağırlıklarından bir çok şeyler katmıştı. Kendi kendine öğrendiği Fransızca ve öğrenciliği sırasın da yerinde kazandığı Almancasıyla çeviriler yapmakta bulu nan dostumuz, şimdi geniş kültürü, sağlam bilgisiyle tam or tamını buldu. İstanbul maarifi gibi karışık, çok zor bir işin; Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu 'nun da, kurucusu olarak, başın da bulunduktan sonra Topkapı Müzesi 'ne müdür oldu. Yurt müzeciliğine yaptığı engin hizmetleri öğrendikçe bütün dost çevresi kıvanıyoruz. Çabalan var olsun !
İki Öğretmen Okulu Müdürü Bir gün Tonguç, kursa iki öğretmen okulu müdürü getir mişti. Bunlardan birisi, bahçede koluma girdi, beni şöyle bir kenara çekti, çenesiyle Tonguç 'u göstererek, - Bizi buraya niye getirdi biliyor musun? Üretim konu sunu ele alacak. Sen bu işe sakın "olur" deme! Bütün ömrü boyunca kendisini dev aynasında seyretmek ten sıyrılamamış, bahtsız tesadüflerin arkadaş ettiği: eksiklik duygularının kavurup cüceleştirdiği bu adamın böyle akılsız ca davranışına şaştım. Benim, yolunda çaba harcadığım; çev renin istek ve anlayışla göğüslemesine önayak olduğum bir so runda karşıma dikilmesini çok iğrenç bulmuştum. Hırsımdan yere tükürdüm. Karşılığım şöyle idi: - Saçmalama! Ben böyle bir şey yapabilir miyim hiç?
1 07
Sonradan bu adam, meydana çıkan hainlikleriyle büyük
köycü ordusunu tiksindirmişti kendisinden.
Öbür müdür Remzi Özyürek'ti. Kendisiyle Eskişehir
Mahmudiyc kursunda arkadaşlık etmiştik. Kurstaki temizlik
işlerini pek beğenmiş, bunu nasıl başardığımızı; nasıl sürdür
düğümüzü merak ediyordu. Konuştuk.
Eskişehir'deki Köy Öğretmen Okulu'nda sessiz ve güç
lü çalışmalarıyla öğretmen yetiştirme konusuna çok değerli de neyler katan bu arkadaş, gerçekten öz yürekli bir insandır. Bu
gün hala çocuk yayınlan alanında geniş iş yapan bir kurumun sahibidir. tlköğretime geçen yararlı hizmeti, bugün de sürüp
gitmektedir. Temiz, doğru ve ülkücü bir insan olmaktan bir
damla bile kaybetmemiştir.
Eğitmen işi üstüne bir toparlama Bu sorunun pek çileli bir başı vardı. Her şeyi bildikleri
kanısıyla şişinen; şurada burada cart-curt eden kof insanlar, aydın ( ! ) kılığına bürünerek hep bu işe saldırmışlardır.
- Canım efendim, körkütük cahil köylüleri al, şöyle böy
le bir kurstan geçir; ham-hum şaralop, sal meydana. Ve son
ra asıl kötüsü bela et, köylerin başına bunları. Boyacı küpü mü bu iş? Daldır çıkar, al sana bir eğitmen! Doğrusu yazık emek lere; günah, boşuna harcanan paralara ...
Bir sürü kaymakamın önünde Kocaeli Valisi bana böyle
çıkışmıştı. Keramet savurduğunu sanan oradakilerin bu en bü
yüğünün, cakalı edası, ferman dinlemez gazabı görülecek şey
di. Dondum, üzüldüm, ezildim, "Artık.bu haksız saldırıya kar
şı çıkmanın tam zamanıdır" diye düşündüm. Ve gerçekleri en katı, en sivri yanlarıyla ortaya koymaya karar verdim ve be nim taretlerimi de ateşledim.
- Eğer boyacı küpündeki boya, iyi ise, has ise bu benzet
meyi, hiç de tutarlı bulmam. Doğru bir sonuca varabilmek için acele etmeden bu işin her yanını teker teker ele almalı; enini
108
boyunu insafla ve akıl yoluyla; özellikle memleketin gerçek leriyle karşılaştırarak, ölçmdi. Öyle gürültüye getirilerek yu varlak laflarla kolayca mahkfun edjlecek bir iş değil bu. Ko nuya girmeden ortak bir anlaşmaya varmak için, karşılıklı is teklerin sınırlan çizilmeli. Sözgelişi, .. Görev aldığı köyünde eğitmenden neler beklendiğini, hangi hizmetleri yapması ge rektiği?" sorusunun karşılığını aydınlığa çıkaralım önce ... Bu konuda fikrinizi öğrenebilirmiyim Beyefendi? - Uzatmayalım be birader. Köyün çocuklarını okutmak için yetiştirilmiyor mu bunlar, meselenin özü bu değil mi? Yal la benim aklım almıyor. Allah, lillfilı için söyleyin bana. Yedi aylık bir kurstan sonra bir köy delikanlısı, çocuk okutabilir mi? .. Buna inanılabilir mi hiç? Sizin gerçek düşünceniz, oku tabilecekleri yolunda mı yani? . . - Veli Bey, işe şurada başlayalım: Sizin i l sınırlan içinde çalışan eğitmen sayısını biliyor musunuz? - Bunların köylerindeki çocuklan okutup okutamadıkla nnı, doğrudan doğruya kendiniz inceleyebilmek fırsatını bu labildiniz mi? - Sonra tarafsız bir yargıya varmak için, yapılmış incele melerin getirdiği "sayı, orantı" gibi tanıtlann elde bulunma sı gereklidir. Belki bu tür bir araştırma, bir ilin başındaki yö neticisinden istenilemez. Bugünkü olumsuz yargıya varmanız da hiç olmazsa alacalı bir incelemenin belli bir sonucuna da yanılmasındaki zorunluğu kabul ederseniz sanırım. tlinizde hiç şöyle 20-25 eğitmeni yerinde görüp neler yapabildikleri ni; köy çocuklannı okutup okutamadıklarını gözden geçire bildiniz mi? - Hayır ama, benim de bir sorum var size: Okullarda uzun süre meslek eğitimi görmüş öğretmenlerin çalıştıkları köyler de, " Öğretmen, çocuklarımızı okutamıyor." Yollu sızlanma lar olmuş; köylü, türlü yakınmalarla öğretmenler için atıp tut-
1 09
muşlar. Peki öğreten olarak yetişmiş bir meslek adamı, b5yle yerden yere vurulurken bir köy delikanlısı nasıl olur da yedi aylık bir kurstan sonra köyünün çocuklarını okutabilir. Buna kim inanır, siz inanıyor musunuz? - Vali Bey, ilkönce sorunuzun karşılığını aydınlığa kavuş turmak için kimi problemleri sınırlayıp birbirinden ayırmak gerek. Ben, on yıldan fazla bir süre, öğretmenli, eğitmenli köy okullarını denetledim. Böyle, buyrulduğu gibi, çocuklarını okutamayan, öğretmen okulundan yetişmiş bir öğretmen gör medim hiç. Öğretmenler için ortaya konulup size kadar uza nan bu dert yanmalar, aynca soruşturma konusu olacak bir "geçimsizlik" işinden ileri gelmiş olmalıdır. Yoksa, ne çocuk okutamayan öğretmen olarak yetişmiş bir meslek adamı var dır; ne de bunun çocuk okutamadığını anlayıp saptayan bir köylü. . . Sorunuz şu idi: "Eğitmen çocuk okutabiliyor mu?" Gözümü kırpmadan vereceğim karşılık, "Evet, eğitmenler köy!erindeki çocuklarını okutuyorlar. Bunda en küçük bir kuş kuya yer kalmadı artık." - Peki bu iddianızın tanıdan? - Çook. .. Doğrudan doğruya bu konuya dönük gözlemler. Araştırmalar, rakamlar... Vali Bey, benim şimdiye kadar yönettiğim eğitmen kurslarından yetişmiş eğitmenler l 2 ilin köylerinde çalışmaktadır. 1 939 yılında Milli Eğitim Bakanlı ğı beni, Kastamonu eğitmen kursundan çıkıp da Kastamonu, Çankırı, Bolu, Zonguldak, Sinop, Çorum köylerinde görev al mış eğitmennleri, işleri başında denetlemem için görevlendir mişti. Bu illerin birçok köylerinde, aynca zaman zaman ve fır sat düştükçe taa Diyarbakır'dan Ege kıyılarına kadar birçok köylerde araştırmalar yaptım. İşte "yargı"m, böyle yaygın bir alanda girişilmiş araştırmaların sonuçlarına oturmaktadır. Benim başka bir teklifim olacak. İlinizde eski ve yeni eğitmenlerin çalıştığı köylerden istediğiniz kadarını kendiniz seçin. Arzu edilen zamanda gidip bu köylerdeki eğitmenleri beraber görelim. Umarım ki o zaman eğitmen sorununun kar1 10
şıtı yargılarınız, temelinden çökecek ve mutlaka o zaman si zi de aramıza ve düşüncelerimize katılmış olarak bulacağız. - Olur gideriz, bir bakarız. Peki, gözlemlerinizin olumlu sonuçlarından ayrı olarak bu konuya özgü yapılmış araştırma lara ilişkin rakamlar var mı elinizde hiç. Varsa bir fikir edin mek isterdim doğrusu. - Var elbet. Şimdi hemen verecek durumda değilim. Ha zırda yok ama arzu ederseniz Tonguç'un "Canlandırılacak Köy" kitabında, Ankara tlindeki eğitmenler arasında yaptı rılmış olan araştırma sonuçlarının % '!erine yer verilmiştir. Bu kitabı, şimdi getirtebilirim. (Bu konuşma, Arifiye İstasyonun da, bir kenara çekilmiş boş bir vagonda kaymakamlar önün de geçmişti.) - Ben öyle tam rakam istemiyeceğim. Şöyle kabataslak bir şey söyleyebilir misiniz? - Hatırımda kaldığına göre l OO'den fazla köyde 500'ü aş kın çocuk arasında yapılmış araştırmalarda, okuma yazma öğ renenlerin oranı, %50'nin üstünde bulunmuştur. Yani bu de mek ki, "Eğitmen, köyündeki çocukları okutuyor, okutabili yor." Ben şimdi işlerin başka yerine değinmek istiyorum.Ko nuyu bir de şöyle işleyelim: "Acaba Eğitmen işine hiç girişil meseydi, bugünkü kayıplarımız ne olurdu?" Konuşmalarda ön planda tuttuğumuz " Çocuk okutma" konusunu ele alayım: Bugün köylerde çalışmakta olan eğit men sayısı yaklaşık olarak 5000 kadardır. En küçük köyler de bile aşağı-yukarı azından l 5 çocuğu çatır çatır okutuyor lar. Bwıun masallık hiçbir yeri yok. Eğitmenler, demek ki, kes tirme bir hesaba göre şöyle böyle 1 00.000'den fazla çocuk okutmuşlardır. Eğitmenler olmasaydı işte bizim için pek çok önemli olan böyle bir olanaktan yoksun kalacaktık. Şimdi de konunun can alacak bir başka yakasına geçece ğim. Sözde aydınların dilinde, araştırma sonunda varılmış ge nel bir kanı olarak değil, çok söylendiği için, başka türlüsü ll1
konuşulduğu zaman, ayıp olur diye, kalıplaşmış şu sözlere, di bindeki acı anlama inemeden, ortak çıkılır: "Efendim köy, in sanların dolaştığı bir açık hava mezarlığıdır." Herkes, bu dış görünüşü güzel sözde, varsa, gözleminin, anlayışının seçebil diği kadarını yüklenir. Güya bu, açlığa, yoksulluğa dokunmak isteyen bir edebiyattır. - Hep biliriz Müdür Bey, soğanın yalnız cücüğünü yeme yi varlıklılığın bir olanağı olarak düşünen köylünün korkunç sefaletini. - Onun daha güzeli var Vali Bey. Benim doğup büyüdü ğüm Marmara Bölgesindeki köylüler, Orta Anadolu ve Şark köylerine göre elbet çok varlıklı sayılabilirler. Bir defa sizin le ilinizin önde gelen yöneticileriyle bir köye gitmiştik. Her şeyi bol olan bir evin konuklan olarak yedik, içtik; yağlan dık, ballandık. Şimdi bu yağ meselesinin benim çevremdeki dağ köylüleri arasında nasıl erişilmesi ırak bir masal olduğu belirtilen bir olayı anlatayım. Gülünç gibi gelir sizlere belki ama gerçeğin ta kendisidir. Bizim oraya, Orhaneli köylerinden orakçılar gelir. Ken di aralarında girişilen bir konuşmada kardeşim bulunmuş, o anlatmıştı bana. - Hani bizim gonşu Çapraz Mıstava vaya işte o sööledi, balla gaymak çok eyi oluyoomuş. (Hani bizim komşu Çapraz Mustafa var ya, işte o söyledi. Balla kaymak çok iyi oluyor muş.) - U nirdeng bellemiş? (O nereden biliyormuş?) - Uğa da sağdıcı İbram demiş (Ona da sağdıcı İbrahim demiş.) Demiş ki, ' Üle bigün hiyet odasındaydım. lnetter de liğinden baktıydım, mamırla balla gaymak yiyoliiadı. (Demiş ki bir gün heyet odasındaydım. Anahtar deliğinden baktıydım memurlar, balla kaymak yiyorlardı.) . - Vali Bey, bizim o sofraları zengin köy evinin odaların dan birinin içini gözetleyen bir fukara türemişse kimbilir bi zim yediklerimiz için de neler anlatmıştır? ..
·1 12
- Galiba işin karikatür yönüne kaydık. - Gerçi siz yönetici olarak yurdun ayn ayn yerlerinde görev almışsınızdır. Bu arada elbet birçok köyler görmüşsünüz dür. Eğer şimdiye kadar gördüğünüz köylerin bugün içinde bu lundukları koşullar, anlattığım bu olayı bir " Karikatür" ola rak ele almaya zorluyorsa sizi, Türkiye 'nin köy durumu üstü ne iyi şeyler düşündürecek bir davranış olur bu. Ama ben de çok köy gördüm. Diyarbakır'dan Ege kıyılarına kadar türlü köylerde dolaştım. Gündüzleri ışığı yukardaki bir delikten alan mezar gibi inlerden kurulanları mı; yer yüzündeki kerpiç yığınlarını sıralayıp " Köy" adının takılmış olanlarını mı; su suz, ekmeksiz; ortası hafifçe çukurlaştınlan kütüğü yastık di ye kullananları mı; ancak düğünlerde ya da pek itibarlı konuk lar için ortaya çıkarılan tek yorganı bulunan varlıklı köyler mi istersiniz, neler; ne yürek parçalayıcı şeyler vardı bunların içinde ... Ne karikatürü? Keşke öyle olsa .. Ama bu, zehir gibi bir gerçek. Tavuğu, yumurtayı, tereyağını, balı kendisinde ka lan köyü yaratmak için çabalıyoruz. İnşallah o günleri de gö rürüz. Benim biraz önce anlattığım olay, işte o zaman bol bol gülünecek "Karikatür"ün ta kendisi olur. Bu yoksulluğun pa ralelindeki bilgi, düşünce yoksulluğu da gelecek için en yakı cı korkular olarak çörekleniyor içimizde ... Yaşını, anasının, ba basının, köyünün adını, nüfusunu bilmeyenler çok aralarında. Bunları bırakın, bayrağını tanımayanlar var. Hele ne demek miş, Atatürk, Cumhuriyet, Türkiye .. filan, bunlar hak getire . . Gün oluyor ki, " B u memleket nasıl ayakta duruyor" diye dü şününce insanın kafası zonkluyor; içi yaprak yaprak yanıp, parçalanıyor. Vali Bey, siz daha çok, köyün muhtarıyla, ileri gelenle riyle karşılaştığınız için şimdi anlatacağım olay, belki sizin alıştığınız köylü düzeyinin sınırlarını zorla yerinden oynatmak; onu alabildiğine düşürmek isteyen hileli, uydurma bir düzen gibi gelir size. Ama bence, ne kadar ağır olursa olsun, gerçek lerimizi bütün açıklıklarıyla ortaya koymadıkça "Çaba-
1 13
lar" ımız için, vakit kaybetmeden, girişilecek güçleri ölçüp tartamayız. - Merak ettim doğrusu. Neymiş köylünün cahilliğini ol duğu gibi ortaya koyan bu olay? Haydi anlatın bakayım şunu da.. - Bir akşam üstü birkaç köylü, köyün hemen kenarında ki mezarlığın önünde durmuşlar. İçlerinden birisi, - Bağa bakın! Hadi şu ölülerimizi sevindirelim. Üle Ali! Okusuna biduva (Bir dua). Biz de amin diyelim. - Yalla ben duva-muva bilmem kii. (Ben dua falan bilmem ki . . ) - Ehmet sen yap bakaam biduva. Onun da karşılığı tıpkı kendisinden öncekininki gibi imiş: - Yalla ben de bilemeeyoon. Bir sessizlik ... Dua önerisini yapan köylü üzülmüş, boy� nun bükmüş . . - Hadi deeg bakaam şimci nideeg? Ölülerimize masgara olduk, gitti. (Haydi söyleyin bakalım, şimdi ne yapacağız? Ölülere maskara olduk, gitti.) Kenardan birisi, - Ne dırlanıyoguz be .. onun da goleyi va. (Ne dırlanıyor sunuz be . . onun da kolayı var.) Şimci hepimiz paldır küldür köye doğru gaçanz, ölüler bizi doğuz sana. . . Ne va bunda? (Şimdi hepimiz paldır küldür köye doğru kaçarız; ölüler bizi domuz sanırlar. Ne var bunda.) - Gerçekten sırsıklam bir cahillik örneği. - İşte bu kapkaralığı biraz ışığa kavuşturmaya; yığını biraz insanlık çizgisine yaklaştırmaya çalışıyoruz. Vali Bey, eğit menleri iş başında incelediğim zaman farahlık ve bundan da daha fazla, umut verici örneklerle karşılaştım. Eğitmen, - Köye bayrak, köye Türkiye haritası, köye Atatürk'ü sokmuştur. - Evlere hela yapmağa başlatmış.
1 14
- Bozkır'ın küçük bir köyünde 3000 kavak çeliği çimlendiriyordu. Bunlar, toprağa yeşillik karıştıracaktılar. - Köyde gübrelikler için yer ayırtmış. - İçecek su getirmek için köylünün önüne düşmüş, - " Kinin"i öğretmiş, zorla kullandırıyordu. - Köyün sokaklarını, haftanın belli günlerinde elbirliği ile temizletmeye başlatnuştı. - Kurulacak okul yapısına harcanmak üzere, köyün or taklık yerlerinden birini imece ile ektirmiş. - Kafkas göçmenlerinin yerleştiği, askerden dönenlerden başka Türkçeyi pek azının konuştuğu bir köyde, okula aldığı çocukların tümüne Türkçe öğretmiş. - Fidan dikmeyi, ağaca aşı yapmayı öğretmiş. - Hükümetle köy arasında türlü işleri yoluna koymak için yararlı bir aracı olmuş. - Köylünün dertleri içinde yaşamış. Onlara hiç yukardan bakmamış. Zaman zaman yaralarına şifa veren bir merhem ol� muş. Özet olarak, köyü pislikten kurtarmak; köyleri daha iyi yaşamayı özenir hale getirmek için, her şeyine güvenilir bir insandı. Daha burada şimdi akla gelmedik, bir sürü yararlı hizmet leri vardı bunların. İşte ucuz, hızlı bu yerli kat kılavuzlardan yılda 2000'i yetiştiriliyordu. On yılda 20.000 eğitmen, kuş uç maz, kervan geçmez küçücük köylerin dayanağı; umudu ve oralarını hergün biraz değiştiren güç kaynağı olacaktı. Artık işi bağlayacağım Vali Bey. İliniz köylerindeki eğit menlerden okul yapma, yol tamiri, su getirme, köylerinin te mizliği, düzeni işlerinde büyük yardımlar görebilirsiniz. On lara güvenriıeniz, elinizi uzatmanız yeter. Bakın, hizmet yo lunda nasıl paralanacaklar. Son sorum şu. Ve bitireyim artık: Bir an için eğitmenlerin çocuklarını okutmadığını; köyün
1 15
sağlığı, bayındırlığı yönünden en küçük etkileri olmadığını ka bul edelim. Peki, bunlar, askerden döndükleri z.amanki durum larına göre, yedi aylık (Aslında bir yıllık sıkı çabaya bedel) bir kurstan sonra hiçbir değişiklik geçirmediler mi? Yeni bir dünya görüşü, kendi işlerinde ileri bir hizmet yeteneği de ka zanmadılar nu? Yani şimdi açıktan köylerde, böyle
5000 de
likanlımız var, fena mı? """ . . . . .
Kaymakamlar önünde vali ile bu pervasız konuşmam bit tiği zaman, bütün bunları lütfen dinlemiş bir insanın kaygısız lığı, azameti içinde kalktı. Fakat bundan sonraki günlerde de, "Eğitmen neymiş? üç günlük kurstan sonra onbaşıdan, çavuş tan hoca mı olurmuş?" Lafını hiç etmedi. Yalnız bir gösteriş yapmak istediği kaymakamlar, bu tartışmadan, gerçekler adı na, paylarını aldılar ve <;damakılh ayarak ve bütün kuşkular dan silkinerek bizim yana katıldıklarını gelip bana teker teker içtenlikle söylediler. Boşuna nefes tüketmemiştim demek. A ma bu Vali Bey, köy sorunu üstüne girişilen uğraşıların gene karşısında idi. Kendisinin yönettiği bir ilin sınırlan içinde al tı yıl serdengeçti davranışla çalışan bir Köy Enstitüsü ekibi nin başındaydım. İşlerimize hiç ısınamadı. Elindeki olanak lardan zırnık göstermedi. Ne yaptıysak yaranamadık ve bir tür lü hizaya gelmedi, hatta bu tersliğiyle rahmetli Yücel de çok uğraştı ama, o da eli boş dönmüştü. Bir de gene bulunduğum kenar bir ilin başında Valilik e den Avni Doğan Bey vardı. Bu anlayışlı, bilgili, mert, yurdun yaran için her şeyini ortaya koyım bir valiydi o. Gönül, bütün illerimizde içleri ısıtan, kafaları ışıldatan, çabaları hızlandı ran böyle valiler istiyor. Bekleyelim, bu da olur elbet. Sözüm buraya gelmişken, sonsuz büyüklüklerini; soylu yurt sevgisin den güç üreten yardımlarını sevgi ile, saygı ile anma görevi mi de yerine getireyim.
ı 16
Kısaca toplam: Eğitmenlerin yetiştirilmesi işine 1 93 7 yılında başlanmış tı. Yani bundan 30 yıl önce. Eğer bu gidiş duraklamasaydı, da ha doğrusu, önüne gelen haksız ve zalim bir çelme atıp göçer tilmeseydi de bu günleri tutsaydı, tarihten önceki köylerden ayrıntısı pek az olan bu fukara köylerimiz, belki biraz silki nir, karanlıktan, çamurdan, çoraklıktan kurtulma yolunu arar; biraz ışık, bir lokma fazla ekmek bulabilme olanaklarına yaklaşırdı. Bugün aşağı yukarı en azından 20.000 eğitmenimiz ola caktı. Bunlar, karınca karannca küçücük köylerinde, yurdun geleceğini, birçok yönlerden beklediğimiz ferahlığa çıkaracak ortamın ilk basamağını hazırlayacaklardı, olmadı. Bırakma dılar. Her güzel, her yararlı işimizde olduğu gibi, buna da sal dırdılar ve çökerttiler. Yazık oldu! ·
1 17
KÖYE AYDINLIK GETİRECEK GÜNLERİN EŞİGİNDE Kastamonu 'dalci kurs çabalarının en hızlı günleriydi. 1 939 Temmuz'unda toplanacak Birinci Maarif Şurası'na çağınl mıştım. Gelen yazıya bağlanmış genel gündeme göre,
1 - Cum
huriyet Maarifinin plan ve esasları; 2- Muhtelif öğretim dere cesindeki müesseselere ait talimatnamelerin tetkiki; 3- Bütün müfredat programlarının tetkiki;
4- Şura üyelerinin dilek ·ve
teklifleri konu olarak ele alınacaktı.
Tonguç'la haşhaşa Şı1ra'daki çaba ve davranışlar üstüne önceden bilgi edin mek istiyordum. Bunun için de Tonguç'u görmeliydim. Ayn ca epey uzun bir ayrılığın biriktirdiği konulan; kurs yönetimi ne bağlı birçok yönlerden çözüm isteyen işleri, konuşup di rektif ve yardımlar almak üzere, Ankara'ya vardığımda doğ ruca onun bürosuna gittim. Hoşbeşten sonra, - Bu akşam yemeğinde bizim evde olalım da yeni geliş meler üstüne bol bol konuşalım. Memnun olacağın havadis lerim de var hem sana. Haydi gel, şimdi biraz Ferit'e uğraya lım diye kalktı, beni Şube müdürlerinin odasına götürdü. - Ferit! Şu yapılan hazırlığı Edip' e ver de bir okusun bakalım, dedi. Ferit Oğuz bana daktilo ile yazılmış sahifelerden meydana gelmiş bir tomarı karton içine yerleştirdi, uzattı. Son ra da, - İyi oku arkadaş, köylerin beklediği mutlu günler, işte bu tasarının içinde yatıyor, yollu girişi ile bende büyük bir me rak uyandırdı. Arkadan Tonguç'Ia aralarında henüz sonucu alınmamış bir işin müzakeresini yapmaya başladılar. Ben de elimdeki dosyaya kapandım, onu içer gibi ve bir damlacığını
1 18
·
ziyan etmeden okudum, bitirdim. Dosyayı geri uzattım. Fe rit' in sevincinden ağzı kulaklanna vanyordu. - Nasıl arkadaş, döktüğümüz alınterleri, ölesiye harcadı ğımız çabalarla pişirilen büyük davanın kuracağı yeni dünya mızın kapısındayız demektir artık değil mi, ne dersin? - Yalla Ferit, bu müjdenin getirdiği sevinç işinde şaşkına döndüm. Azıcık kendi kendime şöyle bir düşüneyim, ortaya konulan problemleri kendi süzgecimden geçireyim; kendi an layışımla bir tartıp ölçeyim; temel düşünü önce bir kavraya yım da o zaman görüşelim. - Pekala arkadaş. Önümüzde daha çok günlerimiz var, kar şılığını aldım ve aynldım. Şimdi sırası gelmişken Ferit Oğuz Bayır'ın hiç ara ver meden günlerini verdiği; kıyasıya bütün güçlerini harcadığı köy sorunlan içindeki yerini belirteyim. Bu, onun su götür mez bir hakkı, kendisi ile bu işlerin en eski iki yolculuğunu yapmış olanlardan biri olarak benim de kaçınılmaz bir göre vimdir. Ferit Oğuz, ilk eğitmen kurslanndan birinin yöneticisi olarak girdiği köy işlerinde sonradan Şube müdürü Adile Ton guç 'un yardımcılığını yapmıştır. 1 937 yılından 1 946'ya kadar aralıksız gık demeden ge celi gündüzlü bir serdengeçti ruhuyla, yıpratıcılığını yakından bildiğim, büyük savaşımızın fırtınalan içinde hep ayakta kal mıştır. Burada, pek önemli bir çıkma yapmak zorunluluğunu duymaktayım:
Tonguç, acı ölümüyle ortadan çekildikten sonra, yarınki köyü canlandırma hayatımızın tek kaynagı olacak; belki de Dünya Egitim Tarihinin yeni bir bölümünü örmege yardım edecek. 1940-46yılı dönemindeki olaylar, ilgililerinfırsat bul dukça ortaya koymaları yolu ile ve birbirlerine eklene eklene sınırları tamam bir bütün haline gelebilecektir diye düşünü yorum kendi hesabıma. Ama bu alanda en büyük pay ve gö1 19
rev, bence Dr. Engin Tonguç 'a düşmektedir. Eğer günün bi rinde, babasının kendine bırakmış olacağını sandığım belge leri yayımlarsa, bugün hayatta kalmış hiç kimsenin başara mayacağı bir hizmetin bütününü veniıiş olacak ve böylece birçok haksız kuşkular eriyecek; kötü niyetlerin kararttığı yön ler, bu yoğun ışık altında gerçek çizgileriyle ortaya çıkacak tır.
Tonguç'un ağzından, KÖY ENSTiTÜSÜ Akşam üstü birlikte Tonguç'un evine gittik. Gündüzden okuduğum tasarının birçok yanlan, kafamda kıvrılmış soru lar biçiminde katlanıyor, dolup taşıyordu. Sabırsızlık, iç dü zenimi bozmuştu. " Hemen otursak artık, işin içine bir girsek" diyordum. "Bu müjdenin arkasında kalıp benim kendi kendi me içinden çıkamayacağım problemleri teker teker ele alarak anlayacaklannu anlasam; öğreneceklerimi bir öğrensem ... " diye hop oturup hop kalkıyordum. Meraklarının yükü altında ne denli ezildiğini, düpedüz görmüş olacaktı ki, Tonguç, beni daha fazla yormadan işe he men girdi: - Eee .. ne diyorsun bu işe Edip? Bu gün okudukların için de hiç takıldığın yanlar oldu mu, onları koy ortaya da bir ko nuşalım bakalım. Yalnız Ferit'in eline tutuşturduğu kağıtlar içinde okumadığın bir şey var. Haberim, şimdiye kadar ara mızda söz konusu edilmemişti. Köy Enstitüsü düşüncesi, do ğacak yeni Türkiye'nin temelini atacak, ısısı ile ona can gö türecek; ona, yaşamanın büyük gücünü kazandıracak. Bu dü şünceyi gerçekleşetirme yolunda büyük sıkıntılar çekilecek el bet. Şimdiden belirtileri görülmeye başladı bile. Ağızlan kö pürerek bu fikrin karşısına ilk çıkacak olanlar, birçok yanla rını gömüldükleri karanlık içinde saklayan yan okumuş söz de aydınlar; rahatlarının bozulacağından korkan yöneticiler; çıkarlarının kayba uğrayacağından ürken ağalar, kodamanlar-
1 20
dır. Elbet bu iş, "Lokma piş, ağzıma düş ! " deyiminden uzak, demirden leblebileri çiğnemek güçlüğünden sonra bunları, yakınmadan sindirme ustalığı gösterme zorunluğunu yükle yecektir sırtımıza. Mihnet, cefa, iftira .. Her şey var bunun so nunda. Ama köy ve köylü sevgisi, bize bütün sıkıntıları göze aldıracaktır. Onlara hizmet yolunda her şeye göğüs gereceğiz. Eğer bu uğurda öleceksek mezarlarımız, gelecek kuşakların yeni Türkiye'nin doğmasında harcayacakları gözü pek ve bi linçli çabaların kaynaklarını olacaktır. Ölümü göze almadan yeni yaşamların doğuşuna ortamlar hazırlanamaz. Neyse, ben önce şu haberimi vereyim. Edip'ciğim, çok büyük bir işe gireceğiz. Bu kurumların ayakta durabilmesi için, "Adam nerde, hangi kadro ile yürüteceksiniz bu işle ri? . . . " homurtuları, şimdiden baş kaldırdı, şurada burada. . . Düşüncemi yakından bilirsin sen bu konuda. . Benim kanım, "Adamını, işin kendisi yetiştirir." Eğitmen kurslarındaki de neyler, bu kanıyı ne kadar doğruladı, değil mi? Ama bu çıkış noktasını kaybetmeden, kimi ön hazırlıkların peşini bırakma manın doğru olacağını hesapladım ve kendi kendime şöyle bir karar verdim: Ferit'le seni, Macaristan'a yollamak. Biriniz köy ekonomisi, biriniz de yetişkinlerin eğitimi üstüne yapı lanları görmek, öğrenmek için bir süre oralarda araştırmalar yapmanızın çok yararlı olabileceğini düşündüm. Bu amaçla Macaristan Elçiliğiyle kurduğumuz bağ, iyi sonuçlar getirdi, anlaşmaya vardık ve yine düşündüm ki, girişeceğiniz yeni ha zırlıklar, kazanacağınız pişkinliklerinizle bu günkü çabalan nızdak.i güçlerin oralarda geliştirilmiş koşullarıyla buraya dö nüşünüzde daha verimli ve başarılı bir kılavuz olarak çalışma nızı sağlayacaktır. Bu konuda diyeceklerim bu kadar. Şimdi gelelim bu gün okuduğum tasan üstüne sormak istediğin bir şey, ya da bunların sence eleştirilecek herhangi bir. yanı var mı? Biraz da onları konuşalım. - ilk önce bir anlayış boşluğunu doldurmak istiyorum. Kö ye öğretmen yetiştirme işinde, "Eski"den ayrılarak daha güç121
lü, köy için daha yararlı olması bakımından yeni ilkeler doğ rultusunda çalışan Eskişehir ve lzmir'deki Köy Öğretmen Okullarına verilmiş olan adlar bırakılıp açılması tasarlanan bu yeni kurumlara niçin Köy Enstitüsü denilecek? ·Bu sorum üzerine hemen kalktı, o gün Bakanlık'ta Ferit Oğuz'un bana okumak üzere verdiği tasarının bir benzerini ge tirdi, açtı, - Bak, dedi. Birinci maddeyi okuyorum, iyi dinle: "Köy
öğretmeni ve diğer köy meslekleri erbabmı yetiştirmek üzere ziraat işlerine elverişli arazisi bulunan yerlerde Ma arif Vekilliğince köy enstitüleri açılır." Demek oluyor ki iş, sadece köye öğretmen yetiştirmek değil, bunun yanında di ğer köy meslekleri erbabım yetiştirmek konusu ele alına cak. - Akla şu da geliyor: Madem ki Enstitüler, köy öğretme ninden ayn olarak diğer köy meslekleri erbabını yetiştirecek kurumlardır. Öyle ise sözgelişi, neden "Köy meslekleri ele manlarını yetiştirme okulu" denilmiyor da Köy Enstitüsü de niliyor. - Senin aklına gelen adla çalışacak kurumların hizmetle ri sınırlı olur. Yalnız köye yarar meslek olarak saptanan alan lar için eleman yetiştirilir. Oysa Köy Enstitüsü eylemlerinin kapsamı, sınırsız ve köylerin karşılaşacağı türlü problemleri, hizmet kadrosu içine alacak. Özet olarak Köy Enstitüsü 'nün görevi, öğretmen ve köy meslekleri erbabım yetiştirmek, bunların yanında bütün köy sorunlannm çözüm yollanm bulmak için araştırmalar, in celemeler yapmak olacaktır. Yani demek oluyor ki köydeki hayatı canlandıracak kılavuzları yetiştirecek; aynca köyün tür lü uğraşılarla söktüremediği problemler, o kesimin enstitüsü ne aktarılacak; bunlar bilimin ve deneylerin sürekli güçleriy le aydınlığa kavuşturulacaktır. Köyün yaşamındaki koşullar geliştirilirken bu alandaki duraklamaların nedenlerini ortadan kaldıracak çabalar da ayn bir doğrultuda sürdürülecektir. 1 22
Gerekçede Enstitü 'nün tanımını, " . . . . . . . Öğretmenle birlikte köye lüzumlu diğer unsarlann da yetiştirileceği bu yeni müesseselere Köy Enstitüleri adını vermek muvafık olacak tır." diye yaptık. - Öğretmenle birlikte yetiştirilmesi tasarlanan " Köye lü zumlu diğer unsurlar"dan neleri ve kimleri anlayacağız? - Büyük toplumların yaşamını kolaylaştıracak hizmetler manzwnesini bir aklına getir. Bunun içinde neler var, kaba taslak ve kısa ölçüler içinde şöyle bir gözden geçirelim: Kül tür, sağlık, tarım, bayındırlık .. filan mı? İşte bu görüşe para lel olarak köye lüzumlu elemanları yerlerine yerleştirebiliriz. Bir defa öğretmeni başa koyalım. · Bu, köyün bilen, düşünen ve her şeyini hesaplayan bir "Beyin"dir. Sonra köyün geçimi nin oturduğu tanın ve.kolları var. Emeği değerlendirecek yol da yararlı olacak örgütler.. Kendisinin ve hayvanlarının sağlı ğını izleyecek, düzenleyecek elemanlar. . Artık, sorduğun bu unsurların neler v e kimler olacağı kendiliğinden çıkıyor ortaya. Şimdi de bunalrı sıra ile adlan dıralım. Tarımcı, Kooperatifçi, Yönetici, Sağlıkçılar (İnsan ve hayvanlar için ayn ayrı). Ve daha da zaman ilerledikçe, eko nomik, sosyal koşulların ortaya koyacağı yeni köy gerçekle rinin incelenmelerine; bunların yanında, köyün yapısından doğacak olaylar üstüne gerekli araştırmalara girişilmesine sı ra gelir. - Şimdiye kadar kitaplarda ve hiçbir teorinin teklifinde rastlamadığımız bu çok yeni anlayış, elbet köyün katı gerçek lerinin zoruyla ortaya çıkarılmıştır. Yalnız kapsamı geniş böy le bir planın uygulanması çok zor olacaktır. Ayrıca bunun için epey zaman da beklenecektir gibi geliyor bana. - Tamam. Elbet girişilecek olan bu büyük iş, bir gözbağ cılığı değil. Önemli olan, köylerin düzenlenmesinde, yoluna konulmasında zora geldiğimiz işlerinin neler olduğunun bi linmesi; bunlar için neler yapılmasının gerektiğidir. Gidece ğimiz yol, varacağımız erek belli olduktan sonra bunun ko-
123
şullannı hazırlamak için bütün gücümüzü harcayacağız Vt' ge reği kadar da beklemesini bileceğiz. llkönce köye şöyle dörtbaşı mamur bir "Öğretmen" so kalım. Böyle güçlü bir önderin hazırlayacağı her şeye elveriş li Ortam' ı yabana atma, olanaklarımız zenginleştikçe köyde insanın, hayvanın sağlığını ele alacak elemanlann; toprağın verimini arttıracak, ürünün soyunu iyileştirecek, türünü bol laştıracak tanmcının, köylünün emeğini, türlü haklannı beda vaya harcamaya yol açan engelleri yıkıp değerleri bulduracak kooperatiftiçinin, yöneticinin yetiştirilmesine sıra gelecek el bet... - Tasanyı şöyle üstünkörü okuyunca bile "Köy Enstitü sü"nün, şimdiye kadar ileri sürülen düşünce ve tekliflerden çok ayn bir yönde ve daha bu günden taşıdığı geniş anlam ve büyük güç yanında, zaman zaman köy sorununda ağızlarda sakız gibi çiğnenen parlak sözler öylesine cüce kalıyor ki bun lar yan yana getirilişte kökleri güdük, dallan budanmış, dış görünüşleri eskilere umutlu görünen kısır ve özsüz eğitim ede biyatı, "Köy Enstitüsü"nün ağırlığı altında eziliyor, yurt ger çeklerinin tam yerine oturmuş yeni anlamının ışığı içinde si linip kayboluyor. Şimdiye kadar köylere yollanan "Öğretmen " in yetiştiril diği öğretmen okullannın birçok bakımlardan yetersizlikleri ele alınarak yenilerinin şehirler dışında kurulmasını; öğrenci lerin buralarda tanın ve sağlık bilgileriyle donatılmasını; iş il kelerine göre yetiştirilmeleri; yeteri kadar öğretmen yetiştir mek için çok öğrenci alınmasını; bunlann aylıklannı ödeye bilmek için gelir kaynaklarının aranması teklifleri ileri sürül müştür. Halbuki şimdi kurulması yolunda bütün güçlerin harca nacağı "Köy Enstitüsü" , yurt gerçeklerine bir türlü lehim tut turamadığı için askıda kalan bir sürü ekonomik ve sosyal prob lemin kaynaştınlıp çözümlenmesi için çare bulma yönünü keşfetmiş.
1 24
Şimdiye kadar köy için ileri sürülen düşün ve öneriler den ayn ve yepyeni bir anlayışa göre kurulacak " Köy Ensti tüsü"nün kendine özgü üstünlükleri, yaptığınız açıklamalar dan anlayabildiğim kadarını, sıralayayım da bu konuda öğren diklerimi, sizin de bir defa gözden geçirmenize olanak hazır lamış bulunayım. Bir defa köy hizmetlerinde, ne kadar iyi yetiştirilirse ye tiştirilmiş olsun, yalnız başına bir öğretmenin yeterli olmadı ğı düşünülmüş. Eskilerin ise köy için ileri sürdükleri en par lak, en özlü olduklarını sandıklan düşüncelerinde tek eksen, "Öğretmen"dir. Oysa tasan, köy için lüzumlu sayılan öğretmen, tarımcı, sağlıkçı, kooperatifçi, yönetici, ileride belirecek ihtiyaçlara gö re, benzerleri gibi elemanları da yetiştirmeyi kendine amaç ola rak almakta ve böylece her yönden yapılması zorunlu ve ya rarlı etkileri hesaba katmaktadır. Eylemlerinde "Eski "den ay nk kaldığı için adı bile değişiktir. Eğitim edebiyatçıları, öğretmenin köyde tutunabilmesi, oradaki görevlerini sürdürebilmesi için köyde hizmete alıştı rılacağı bir çevrede, yani bu koşullara uygun bir ortamda ye tiştirilmesine olanaklar hazırlayacak özellikte Öğretmen Okul ları kurulmasını ön görmüşlerdir. Belki pek ters düşecektir ama, bir benzetişten kendimi alamayacağım. Koyunu nasıl keçi yapmak mümkün değilse, bir öğrenciye kendini anlamaya başladığı günden ileriye, için de birikmiş yaşantıların köklerini sökmeye çabalamak çok yersizdir. Köy yaşamını verebileceği sanılan koşulların top landığı bir kurumda yetiştirilseler de eğer o, şehirden gelmiş se ne yapılsa boştur. Yoksul bir köye yollandığında sürdürül mesi biçimsel ölçüler içinde var sayılacak hizmet ülküsü er geç sulanacak, arkadan bu gücü tükenecek ve küçüklüğünden be ri birikmiş alışkanlıklarının, isteklerinin doğuracağı özlemler, onu git gide hasta edecektir. Eninde sonunda da buradan kaç mak için çareler arayacaktır. Köy okullarını denetlerken bu-
1 25
nun pek çok örnekleriyle karşılaşmıştım, "Aman Müfettiş Bey, şehre naklimi sağlayın, ne olursunuz! .. " Yollu yakarma lardan bezmiştim. Görüyorum ki "Köy Enstitüsü" ile bunun da ilacı bulun muştur. Eğitmenlerin görevlendirilmesi işinde denendi. Kom şu köye yollanan eğitmen bile, doğma-büyüme köylü olduğu halde orasını yadırgadı. Asıl köyüne gidenler gibi yerleşip kökleşmede çok zorluk çektiler. Demek oluyor ki yeni ilke, köyden alınıp, gene kendi köylerine verilecekler. Bunun, bağlayıcı, tutucu, türlü yanlı birçok çıkarlar sağladığı meydanda. Dar zamanlarda, çaresiz günlerde barınacak bir baba ocağı; ekmeği getirecek tarla-ta pan, hayvan, tanın araçları var. Sonra birlikte büyüyerek kay naştığı üstten, alttan kendi çağına yakın kuşakların araların dan sivrilip öğretmen olmuş böyle bir arkadaşlarına türlü yön lerden destek olacakları düşünülebilir. Bu da güç arttıran ay n bir yan. Yalnız okulsuz köylerden ilk öğrenimini tamamlamış ço cuklar nasıl sağlanacak? İşte bir mesele daha.. - Eşeledikçe neler çıkıyor bak. Beş sınıflı eğitmenli böl ge okullarından yetişenler; üç yıllıkken beş yıllık yapıfacak olan köy okullarından çıkanlar; bunlar da yetmezse Köy Ens titülerinde kurulacak beş sınıflı uygulama okullarından yetiştireceklerimiz....... Tamam mı? - Yalnız kafanu kurcalayan bir başka şey daha var: Aca ba bunlara bağlanacak 20 lira, geçimlerine yetecek mi? Ya şantılarında çevresine örnek verecek rahatlığı, genişliği sağ layabilecek mi? - İyi ama enstitü çıkışlı köy öğretmeninin geçimi için başkaca sağlanmak istenilen ,hak ve olanakları hiç hesaplamı yorsun. Bir kere bu, hizmetlerinin altıncı yılında 30 liraya; on beşinci yılında da 40 liraya çıkacak. 20, 30, 40 liranın köyde ki geçim için geçer değer olarak gücünü bir düşün bakalım. Bence aylıktan daha önemlisi, öğretmen için köye kılavuzluk 1 26
edecek ileri bir tanın uygulaması yapmaya yarayacak ve bu nun yanında da kendisinin ve ailesinin geçimine yetecek ge nişlikte tarla ayrılması; bunları işletmek için devletçe her tür lü üretim araçlarının verilmesi zorunludur ve bunlarla öğret men, vakit-i hali yerinde bir insanın bütün ihtiyaçlarını karşı layacak verimde bir işletme kurabilecek demektir. - Aklıma takılan bir başka mesele: Öğretmen hem geçi mi, hem de örnekler vermek için sürecek, ekecek, hayvanına bakacak, aletini onaracak .. Yalnız bunlar, bir insanı başlı ba şına dolduracak işler. Bir de köyün toptan okutulması, sağlı ğı, düzenini izleme işleri binince öğretmenin gücü yetecek mi bunlara? - Darılma ama Edip, bu işi böyle kıyısından, yüzünden tutarak dar yanlarıyla konuşup işlemeye girişmek, çok yarar sız. Sağlam bir yargıya varmak için yaygın bir görüş ölçüsü nü elden bırakmayalım, sonra amaçların doğrultusundan hiç sapmayalım. Şimdi, teker teker ve sıra ile meselelerimize de ğinelim. Ne diyorsun sen, hem geçim için hem örnekler orta mında kılavuzluk yapacak tarım çabalan ve hem de köyün top tan bütün işlerini ele alma yolunda harcanması zorunlu emek ler için vakit kalmaz diyorsun değil mi? Şimdi senin ileri sü rdüğün bu sakıncayı şöyle bir eşelersek nasıl dibini göreceğiz bak. Bu konuda yanlış saplantının nedenini ortaya koyarsak kuşkun silinecek sanırım. Şu "Vakit kalmaz" kanından baş layalım işe. Ben biliyorum, seni bu sonuca getiren düşünce şu: "Okulda, çocuklarla uğraşırken; ya da köyün bir başka işinin üzerindeyken tarlasının tavı gelmiştir, sürülecek. Beklediği kadar beklemiş olan çukurlara artık fidanlar dikilecektir. Ya ni şimdi öğretmen okuldaki, köydeki işleri bıraksın da tarla ya, bahçeye mi gitsin?" diyorsun. Elbette öyle olacak. Okul dört duvardan, köy yalnızca evlerin çevrelediği bir yer olarak düşünülürse yanlışlıklar dizisinden sıyrılıp kurtulamayız. Şimdi ben sana bir şey sorayım: Tavı geldiği için tarlala rına koşan analar, babalar, toprakla boğuşurken; bağlan boz-
1 27
mak için bütün köylünün gülüş-ahenk işe sarıldığı bir sırada; zeytinleri toplamak için ev halkının seferber olduğu bir hen gamede çocuklar, bütün köylünün hep evcek göç ettiği iş ye rinde olmayacak mı? Öğretmen, tanın türünün geliştirilmesiy le uğraşılan; köyün önemli bir işinin zorladığı yere, " Benim okulda, şurada, burada işim var" diye koşmayacak mı? Sen köylerde müfettişlik yaptın. Maarifle köy ve köylü arasında ki anlaşmazlığın belli başlı hastalığı olan şu devamsızlık der dini doğuran nedenin kaynağı, biçimsel ve pestenkerani bir dü şünce ile çocuğu iş alanında evine yardımcı olmaktan yoksun bırakan katı zorlamalar değil mi? Oysa çocuklar, gerektiği za man anasının, babasının yanında; onlara yardımcı olacak; öğ
retmen, tarlasında, bahçesinde, kimi zamanlarda da hatta öğ rencileriyle birlikte, çalışacak. Köy çevresi, eğer böyle dav ranışları, öğretim ve eğitimin normal gidişatı olarak benimse meye alışır; tutumun gerekliliğinin bu olduğu yolunda bir an layışa varırsa o zaman öğretmen tarlasında toprakla boğuşur; ahırında uğraşır; işliğinde çalışırken görenler, onu tıpkı oku lunda, köyünün bir işinde çalışıyor gibi saymanın getireceği kanılardan ayrıntılı bir yola hiç sapmayacak. "Öğretmen, köy için; hepimiz için çalışıyor" yargısında, en küçük kuşkuya bi le düşmeyecek. Şimdi biitün bunları göz önünde bulundU.r, "Öğretmen, vakit bulur, ya da bul amaz ... " meselesini bir daha düşün ba kalun. Artık, "Öğretmen" için temel düşün üstüne oturacak eylemleri ayıklayıp saptayabilirsin. - Alışkanlıklar, önü kapayan öyle karanlıklara sürüyor ik insanı. . . Bende de öyle oldu. Sözde eğitmen işinde bir sürü gözlemlerim var. Ama bu kadarcığı, aydıncı değilmiş. Şimdi yepyeni bir anlayışa göre işlediğiniz " Köy okulu" , "Köy öğ retmeni "nin anlamı, artık bu alanda daha kolay, daha esnek ve kıvrak manevralar yapabilecek bir olgunluğa getirdi beni. Alışık olduğum ölçülerin sırnaşıklığından da epeyce arındım. Başka bir yere atlamadan burada, işin bir yanını daha
1 28
kurcalamak istiyorum. Öğretmene geçimini sağlamak, türlü uygulamalar için verilecek toprakların işlenmesinde bir baş· ka amacın yer aldığını seziyor gibiyim. Acaba içinde bulun duğu toplumun yaşama düzeyinin elbet yukarısında bulunma yı isteyecek öğretmen, "Benimsediği uygarlık ölçülerine gö re kaliteli bir geçim sağlayabilmek için tanın alanındaki ça balarını bilimin, tekniğin verilerine göre en iyi yolda sürdür mek zorunluluğu içinde kalsın" düşünü, yer aldı mı bu dav ranışta? Eğer geçim sağlama, iyi örnekler vermede köklü bir zorunluluğun bir yanında da böyle bir çıkış nedeni varsa, bu doğrusu olağan üstü bir buluştur. - Şimdi tam üstüne bastın işin Edip. Konunun taşıdığı zor lukları teker teker ele alırken şimdi aklına gelen bu yönü de, öğretmenin bizim isteklerimize uygun olarak köyün yaşamı na ekonomik yanlardan yapacağı etkinin en keskin ilaçların dan biri olarak düşündüm. Öğretmene geçim, deneyleri ve uy gulamaları için toprak sağlamanın ne kadar girintili çıkıntılı sıkıntılarla ilintili olacağını bilmez değilim. İşte öğretmeni, çevresinin yukarısında bir yaşam düzeyinin kurulmasını sür dürmeye zorlayacak, "Bugünkünden daha iyi, daha ileri bir geçim ferahlığı" düşünü, köyün gelecekteki yaşamı için ken diliğinden ortaya çıkacak örneklere destek, temel olacaktır. İşin bu ince ve yararlı yanını iyi yakaladın. Çünkü bu, ama cın gerçek örgüsü içindedir. Şimdi toparlayabiliriz artık şu başladığımız inceleme ve tartışmanın sonucunu... Verilecek aylık, kurulacak işletme, akıllı, çalışkan bir köy enstitüsü çıkışlı öğretmeni özlediği ra hatlığa ve bolluğa kavuşturabilir. İşin bir önemli yerine daha ilişeyim. Bu konuda tutulan yol, öğretmeni köyünün alınya zısına ortak etmek olmuştur. O artık "Yann" ını daima köyü nün geleceği içinde oturmuş olarak düşünmek zorunda kala caktır. Kendi yaşamının her bakımdan rahat, güvenli bir doğ rultuda zenginleşmesi yolunda girişeceği bilimli ve cesur çı1 29
kışlar, vereceği iyi sonuçlarla köylünün yaşamına tek elden çok yararlı etkiler hazırlayacaktır. Nasıl anlaştık, uyuştuk mu? Konunun burasında Tonguç, benim için adamakallı dev leşmişti. Onun, insanlıktaki tükenmez değerleriyle; bir işin pe şine takıldığında enini boyunu, üstünü altını ne derece dikkat, sabır ve anlayışla incelediğini; vardığı sonuçları ne kadar al çakgönüllülük ile tarttığını; bunları, türlü danışma kaynakla rına giderek ne kadar titizlikle doğru mihenklere vurduğunu pek çok görmüşümdür. Sağlam kafası, geniş kültürü, yorul maz bilmez çabalarıyla, sabır ve hoşgörürlüğü, arkadaş can lısı oluşu, cömertliğiyle bende katıksız saygı ve sevgi duygu lan yaratmış olan her yanı tam okka gelen bu büyük eğitimci ile benim içinde yıprandığım ve bu nedenle de yabancısı ol madığım bir konuda giriştiğim uzun konuşma, gözlerimi ada makallı açmış; hurda bilgimi söküp yerine pırıl pırıl ve yep yeni bir eğitim anlayışı kurmuştu. Kendisiyle her buluşmamızda, dağarcığıma ondan bir şey ler girerdi. Tonguç, en yeni buluşları çevresine aktaran; en ile ri düşün ve anlayışın gündüzlerini ören; durmamacasına yurt sorunları yolunda her şeyi harcayan ve çevresini aydınlatan; ya rarlı bilgilerle donatan bir Üniversite; elde ettiklerini cesaret le, en doğru ölçüleriyle uygulayan eşsiz bir Otorite idi. Ve onu kaybedinceye kadar uzaktan bile hep onun kür süsünde kendi yetersizliğimi izleye izleye çömezliğini yapmak zevki içinde kalmışımdır. "Böyle bir insan artık zor gelir" diye düşünüyor ve yurt hesabına yanıyorum hep ....
Cumhurbaşkanımızla, Çankaya'da Köy Enstitüleri Üs tüne Bir Konuşma Birinci Maarif Şurası Özel bir kanunla çağınlmasında zorunluk bulunan 52 üyesinin, buna ek olarak 86 danışmanın katıldığı Birinci Ma1 30
arif Şılrası Milli Eğitim Bakanı Hasan-Ali Yücel' in bir söy�
levi ile 1 7. VIl. l 939'da açıldı. Bakan uzun konuşmasında, tür
lü eğitim konulan üstünde durduktan sonra köyde ilköğretim
işine girmiş, lnönü'nün, (Kati olarak inanıyoruz ki Köylümü
zün tahsilini ve maişetini daha yüksek bir dereceye vardırdı gımız gün, milletimizin her sahada kudreti, bugün güç tasav vur olunacak kadar yüksek ve heybetli olacaktır.) diye daha
önçe yaptığı eğitimcilere, aydınlara yol gösteren uyarısını tek
rarlayarak köy öğretmeninin niteliğini kısaca i�Le�iş; eğit men yetiştirme işine girerek şunları söylemiştir:
" . . . Şimdiye kadar ancak 4638 ' ine öğretmen gönderebil
diğimiz 40.000 köyün hepsine, öğretmen okulwıdan çıkmış
öğretmen göndermenin, ne kadar parlak olursa olsun, bugün
bulunduğumuz şartlar içersinde ancak bir hayal olduğunu tak dir edersiniz. Onun için nüfuslarının azlığı, dolayısıyla, öğ
retmen okulundan çıkmış bir öğretmen göndermeye bugün
için imkan bulamadığımız köyleri eğitmenle okutmanın za
ruri olduğunu yüksek heyetiniz de teslim buyurur.
Üç seneden beri memleketin muhtelif yerlerinde açmış
olduğumuz kurslardan yetiştirdiğimiz eğitmenlerden köyleri
mizde aldığımız randıman, hepimizi memnun edecek bir kıy
mettedir. Köyden yetişmiş, köy kalkınmasının hayati ehem miyetini içinden duymuş, çalışkan ve müteşebbis gençleri,
köy çocuklarını ve köy halkını yetiştirmek için lazım olan bil
giler, maharetler, teknik vasıtalar ve bilhassa ideallerle teçhiz ediyoruz. Bunları, yayından fırlamış bir ok gibi bütün hızı ve bütün enerjisiyle vazifesi başına koşar ve memleketin kendi
lerinden istediği ödevi canla başarır gördükçe bu milli işin az
zamanda muvaffakiyetle neticeleneceğine inanımız artıyor.
Binlerce senelik parlak tarihinin yüksek karakterine verdiği
kudretle bugün Cumhuriyet Türkiyesi ' nin dayandığı en sağ lam temel olan Türk köylüsü, kendi elemanıyla köy kalkın
masında baş rolü almış bulunuyor. Şimdiye kadar en ücra köy lere dağıttığımız eğitmenlerin bulundukları köylerin çocukla-
131
nna ve ergin halkına okuma yazma, hesap, tabiat ve sağlık bil gileri gibi umumi malumattan başka vatandaşlık terbiyesini ameli olarak öğretmek, ziraat ve sağlık sahalarında yapılma sı lazım gelen işleri köylüye yaptırmak, az masrafla köy okul binalarını vücude getirmek gibi hizmetlerle köye canlı bir te..: rakki ruhu götürdüklerini ve getirdiklerini umumiyetle görü yoruz." Eldeki genel gündeme göre, Şura için kurulmuş bulunan sekiz komisyonun adlan şöyleydi: 1 Plan komisyonu, 2- 1Iköğretim komisyonu, 3- Ortaöğ retim komisyonu, 4- Teknik öğretim komisyonu, 5- Yükseköğ retim komisyonu, 6- Neşriyat komisyonu, 7- Beden terbiyesi ve spor komisyonu, 8- Dilekler komisyonu. Beni, ilköğretim komisyonuna vermişler. Burada ilköğ retimle ilgili yönetmelikler, ilkokul müfredat programı ince lenecek; bir öğretmen tarafından idare edilen üç sınıflı köy okullarında sınıfların beşe çıkarılması konusu ele alınacak; il köğretim için gelir kaynakları araştırılacaktı. -
Çankaya'daki Kabul Töreni Şurada komisyonların hazırlayıp verdiği raporlar üstüne toplanan Genel Kurul inceleme ve tartışmalarını yapmış, ge reken kararları almış ve dağılmıştı. 27 Temmuz 1 939'da Çan kaya'daki Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nde Maarif Şurası üyele riyle eşleri onuruna bir kabul töreni yapılmış, orada Sayın Cumhurbaşkanı İnönü, kendisinin ve eşinin Maarif Şura üye leriyle bir arada bulunmaktan 3evinç duyduklarını; on gün sü ren Şura çalışmalarını dikkatle izlediklerini; eğitim ailesi üye lerinin yüksek değerlerini ve özellikle bağlılıklarını ve sevgi lerini takdirle gördüklerini büyük Türk milletinin layık oldu ğu yüce düzeyine yükseltilmesi yolundaki aracın, kültür ve teknik güç olduğunu; bunların da öğretim-eğitim ailesinin ei lerinde bulunduğunu belirtmiş ve "En iyi dileklerimiz ve her 1 32
suretle yardımcı olmak arzularımız daima sizlerle beraberdir. Sizi bu duygularla selamlıyoruz" diye sözlerini bitirmiştir. Konuklar, büfeye buyur edildi. Resimlerinden bellediği miz birçok ileri gelen kişiler vardı bu kabulde. Ben de tam bü fenin kalabalığı arasına karışmıştım ki köşkün memurlarından olduğu anlaşılan birisi, - Paşa hazretleri, sizi emir buyuruyorlar, diye beni davet ediyordu. Doğruca Sayın İnönü'nün birlikte oturduğu küçük topluluğa yöneldim. Yanında Fethi Bey (Okyar), Faik Bey (Öztırak) vardı. - Hele oturun bakalım, diye tam karşısındaki hasır koltu ğu gösterdi ve şakacı bir davranışla da bakın sizinle bir paza rlık yapalım. Kimi konular üstüne sorular soracağım. Ama Milli Eğitim Bakanlığına bağlı birisi gibi deği l, tarafsız bir va tandaş gibi bildiklerinizi, düşündüklerinizi söyleyeceksiniz. - Emredersiniz Paşam. - İlkönce şu sanat okullarını konuşalım. Bunlar için ne düşünüyorsunuz? Bildiklerinizi söylemenize yardım için bir iki uç göstereyim size. Bu okullarda öğrenciler, acaba sanat larını iyi öğrenebiliyorlar mı? Buralarını bitirenler, dışarıda iş bulabiliyorlar mı? Bu okulların sayılarının yeterli olup olma dığı ile ilgili bir bilginiz var mı? - Paşam, sanat okulları için doğru fikir verebilecek ge nişlikte bir inceleme yapmış değilim. Ufak-tefek gözlemler, kırık-dökük bilgiler verebileceğim. Emrettiğiniz soruları te ker teker ele alalım. Bir defa sanat okullarının ihtiyacı karşı layacak sayıda olmadığı söylenebilir. Her bakımdan geri kal mış, her alanı yetersiz olan memleketimiz için, "Daha çok sa nat okuluna ihtiyaç vardır herhalde" demek, hiç de yanlış ol maz kanımca. İşin asıl önemli olan yanı, galiba şu: Bir kere memleket ekonomik bakımdan bölgelere ayrılmalı. Buralar da hangi sanatların geçebileceği, bu alanda kullanılacak ge reçler, çevre ihtiyaçları incelenip, saptanmalı. Açılacak sanat okulları, çevresinin özelliklerine dayalı olmalıdır. 133
Şimdi bu okullarda daha çok ele alınmış sanatlar galiba tesviyecilik, tornacılık, marangozluk. Tesviyecilik ile torna cılık öğrenenler büyük şehirlerde tutunabilirler. Zaten verimi az olan bu okullardan çıkanlar, dönüp dolaşıp memurluk ka pısını çalmaktadırlar. Bu yola girilmiş olmanın örneklerine rastlanıyor. Bu üzüntü verecek sonucun nedenleri olarak, ya çalışılacak alandaki iş darlığı; ya da yetişmede eksik kalınmış olma, düşünülebilir. Geçen yıl Kastamonu'da bir marangozla yaptığım konuş ma, pek uyarıcıdır. Şundan bundan söz ederken ona sordum: "Buradaki Sanat Okulu.nda marangozluk öğrenip de çıkan lardan hiç kendi başına dükkan açmış var mıdır. Sözgelişi, böy le birisiyle ortak olsan daha güzel; daha ince işler çıkararak daha fazla kazanç sağlanamaz mı?" Ondan aldığım karşılık, doğrusu üzüntü verici idi: (Bizim burada Sanat Okulundan çıkanlardan kendi ba•. şına dükkan açmış olan yok. Açsa da kamını doyuramaz. Çün kü burada öyle ince işler istemezler. Şu küçük .dükkanım, ken di yağımla kavnilmama yetiyor. Zar-zor ancak bir lokma ek mek veriyor. Bir de ortak alsam o zaman hiç idare etmez, üç gün sonra kaparız. Bey, bir şey söyleyeyim. Bu sanat okulla rından çıkanlara bakıyorum. Ustalıkları hiç de fena değil. Al lah için düzgün iş çıkarıyorlar. Yalnız küçük bir şey için bile koca keresteleri kesip biçme huylan var ya onların, bir insan, ne kadara eli ince işe yatsa da, eğer hesaplı davranmıyorsa ben ce beş para etmez. Gün geliyor ki biz iki şeker sandığından bir şey çıkarıyoruz. Başka yolu yok. Çünkü alınacak para da ona göre. Ama bizim mektepli usta, hesaplı, ucuza çıkarma ya yatkın olarak yetişmediği için piyasada tutunamıyorlar. O zaman da ver elini hükümet kapısı. Belli bir aylıkla çalışmak, daha uygun geliyor ona .. Sonra, biz kimi yavan-yaşık geçiri riz günümı1zü. Azla da yetiniriz ama o delikanlılar okulda iyi yiyip içmeye, temiz giyinmeye alıştıkları için bizim gibi öy le darlık çekmeye gelemiyorlar.) 1 34
Paşam Şura Genel Kurulu'nda bir üye, kız sanat okul lannın bir davranışına değindi. Dedi ki, (Kız Sanat okullan nın sayısı hem çok az. hem de çok masraflı Ana babalar, bu ..
ralarda okuyan kızlan için güçlerinin kaldıramayacağı kadar masraf yapmak zorunluğunda bırakıldıklarından yakınıyor
lamuş.) - Demek buralarda da pahalı bir yetiştirme yolu tutul muş anlaşılan
.•
.. Biçki-dikiş alanında çalışan öğretmenlerin bir eksikli ğinden ileri geliyor gibi görünüyor bana bu ... - Nedir o?
� Bu öğretmenler, sanının ki bizim evlerdeki geçim dü zenini, bütçe darlıklannı iyi bilmemektedirler. Sadece iyi ku maşlardan güzel, süslü şeyler yaptırtıp üstünlük sağlama kay gısında olduklan anlaşılıyor. Zamanla, halka yaklaştıkça, o nun iç durumunu çeşitli nedenlerle öğrenme fırsatı buldukça bu davramşlann ı değiştirecekler elbet. - Evet.. önemli olan, bu öğretmenlerin istenileni öğret meye güçlerinin yeterli bulunup bulunmadığıdır. Daha iyiyi yapma hevesinde oluş, belki söylenilen eksikliği doğurabilir ama ilerde gerçekler onlan aydınnca onlar da ergeç istenilen yola gireceklerdir. . Bu konu ile ilgili başka bir şey? - Geçen hafta Şura 'da Teknik Tedrisat Umum Müdürü, be ni aratmış. Buluştuk. Köylerde biçki-dikiş gezici kurslannın tutunup tutuna mayacağı işi üstüne düşüncemi öğrenmek istemiş. Bu türden kurslann köy kadınlan için pek yararlı olabileceğini; çalış malar ilerledikçe bunun, daha önceden akla gelmedik birçok yeni işleri ele almanın zorunluluğunu ortaya koyacağını; kurs programının gittikçe kendiliğinden zenginleşeceğini; zaman geçtikçe bu işe yatkın iyi elemanların yetişebileceğini söyle
dim. 1 35
Rüştü Bey (Uzel) tuttuğunu koparan bir Umum Müdür dür. Bu işin geleceğinin, pek verimli olabileceğine inanılabi lir. Kastamonu'da işaret buyurduğunuz "Kadın Eğitmen" in köy için çeşitli yönlerden zorunlu görülen hizmetleri, bir ya nıyla bu yoldan gerçekleştirilebilir sanının. - Peki, sizin işlerde yeni gelişmeler var mı?. - Evet Paşam. Yeni bir müjdem var size. Bu yüzden birkaç gündür çok mutluyum. - Bu mutluluğu paylaşalım öyle ise, neymiş bu müjdeniz, söyleyin bakalım. - Bugünlerde Milli Eğitim Bakanlığı, köylerde görev ala cak, köye yararlı elemanlar yetiştirmek için "Köy Enstitüle ri" adıyla yepyeni kurumların açılması yolunda hazırlık ya pıyor. - Bu, gerçekten ilgi çekici bir haber. Hele bunların bütün yanlarıyla niteliklerini öğrenebilirsem o zaman belki bu ha ber, müjde yerine geçer. Yalnız bir şey sorayım. Nasıl bu ko nuda da eğitmen işinde olduğu gibi hazırlık tamam mı? Öğ renmek istediklerimin karşılığını bulabilecek miyim? - Paşam, " Köy Enstitüleri Kanun Tasarısı"nı yeni oku dum. Sonra Genel Müdür Hakkı Tonguç Bey'le bu iş üstüne hayli geniş bir konuşma yaptım. Akla gelen birçok meselele ri ona sordum. Epeyce de aydınlandım. Umarım ki, soruları nızı karşılıksız bırakmam. - Çok iyi .. Bu konunun epeyce pişirilmiş olduğu belli. Bu nedenle de bu yeni kurumun bütün yanlaryla ne olduğunu öğ renmek için acele edeceğim. Yalnız Kastomonu'da eğitmen işinde bilgi almak için izlediğimiz yol, hem zaman kazancı, hem de öğrenmek istediklerim için, benim seçim olanağına y er vermesi bakımlarından pek yararlı olmuştu. Gene aynı me todu izleyelim. İlk sorum şu olacak: "Köy Enstitüleri" hangi amaçlarla kuruluyor? 1 36
- Tasarının birinci maddesi ezberimde. Orada diyor ki, "Köy Öğretmeni ve diğer köy meslekleri erbabını yetiştir mek üzere ziraat işlerine elverişli arazisi bulunan yerlerde Ma arif Vekilliği 'nce Köy Enstitüleri açılır." - Bu kurumların köy öğretmeni ile birlikte diğer meslek erbabını yetiştireceği söz konusu olduğuna göre, bu meslek lerin hangileri olduğu belli midir? - Köye yarayan meslekler, kanun tasarısında açıklanma mıştır. Ancak bunlar, zaman geçtikçe köylerin meydana çıka cak ihtiyaçlarına göre belirecektir. Bizim Genel Müdür Ton guç 'un düşüncesine göre, köyün kültür ve ekonomik işlerini bilgi ve anlayışla yürütecek "Öğretmen" bütün bu meslekle rin temeli olacak. Arkadan sağlık memuru, Ebe, Kooperatif çi, Tarımcı, Yönetici ... !erin yetiştirilmesine gelecek sıra. - Köy için yetiştirilecek meslek erbabının kadrosu epey geniş. Köye hizmetin, onları uyandırma, canlandırma yolun da etkilemenin en doğru yolu şimdi bulunmuş. Bu kurumlara "Köy Enstitüsü" adının verilmesinin ne deni, bunların ileride ele alacakları işlerdeki özellik olacak her halde. - Evet Paşam, öyle .. "Köy Enstitüsü" bütün köy sorun larına çözüm yollan arayacak bir kurum olacaktır. - Demek ki bunların iki başlı görevi olacak. Bir yandan köye yarar meslek erbabını yetiştirirken öbür yandan da köy de karşılaşılacak zorluklara aydınlık getirecek bir araştırma, bir inceleme santralı olacak. Kaç tane açılabilecek bunlardan. Bir teklif var mı? - Evet Paşam. Şimdilik 1 6 Köy Enstitüsü. Bunların açılacağı yerlerin, çevre coğrafya koşullan yö nünden uygunluk gösteren iller bir araya getirilerek, enstitü lerin kesimleri sınırlanacak. - Yalnız bu 1 6 Enstitünün kuruluşları çok zaman, çok da para harcanmasına bağlı. Para işine dokunuluyor mu hiç? - Bu 1 6 Enstitünün öğretmen evleri de katılarak her biri1 37
ne verilecek ödenekler belli. Bütün yapı giderleri için, tama mı beş yılda ödenmek üzere, üç milyon lira hesap ediliyor.
- Fakat kuruluş için verilen para da, zaman da yeterli gö
rünmedi bana. Yani şimdi her enstitüde gerekli yapılar, beşin
ci yıiın sonunda tamamlanacak demek oluyor.
- Kastamonu 'ya teşrif buyurduğunuz 7.8ll13ll gönliiğünüz
Eğitmen Kursu' nda bütün yapıların, yolların
hep eğitmen
adayları tarafından yapıldığını; kirecini, tuğlasını, kerestesini hep kendilerinin hazırladıktan yolunda bilgi verilm;şti. Bu
metotla hem pek ucuza malediliyor, hem de çabuk yapılabili
yor her şey.
Bu 16 enstitünün yedi milyon lira hesabedilen yapı mas
raflarının eğitmen kurslarındaki gibi her şeylerini kendileri nin yapmaları yolu tutularak üç milyon lira ile başarılabile ceği umuluyor. - Köy Enstitülerine nereden ve nasıl öğrenci alınacak?
- Beş yıllık ilkokulu bitirmiş köy çocuktan seçilerek alı-
nacak. Bunlar, beş yıllık bir süre içinde yetiştirilip öğretmen çıkarılacaklar.
- Köye yarar diğer meslek erbabının öğrenim ve yetişti
rilme süreleri belli mi?
- Gerektiği zaman Maarif Vekilliğince saptanacak.
- Köy Enstitüsü'nden diploma aldıktan sonra öğretrnen,
köyde kaç lira aylıkla çalışacak?
- 20 Lira ile başlaycak, sonra 30; 1 S 'inci ders yılı
da da 40 liraya çıkacak.
başın
- Peki bu para, geçim için yeter mi acaba? - Öğretmene, aylığı dışında başka geçim olanakları da
sağlanıyor.
- Ne gibi?
- Bir defa öğretmenin ve ailesinin geçimine; öğretmen-
lerin ders uygulamalarına yetecek büyüklükte arazi veriliyor.
- Bu toprakların işlenmesi için gerekli alet ve hayvanlar?
1 38
- Çiftçilik için hayvan, avadanlık, tohum, fidan .. gibi üre tim araçları devletçe bedava verilecek. - Öğretmenin geçimini büyük ölçüde sağlayacak bu ta nın işletmesi, bütün araçlarıyla ekili ve elde edilen ürün bir afetle ziyan olursa? - Bu hallerde bütün zararları karşılayacak yardımların yapılması düşünülmüş. - Peki, bu öğretmenlere başkaca ne gibi hakların verilme si söz konusu? - Hiztnet sürelerinde 30 yılı dolduran öğretmen, emekli liğini isteyebilecek; bunlara, emekli aylığı bağlanacaktır. Köy öğretmeni, eşi ve çocukları, MaarifVekilliği'nin prevantoryu munda parasız tedavi edilecekler. Köyde öğretmenin ve aile sinin sağlık işleri, sağlık müfettişi hekimlerce izlenecektir. Aynca, enstitü çıkışlı öğretmenlere yedek subaylık hakkr da tanınmıştır. . - Bu Enstitülere ne kadar öğrenci alınacağı belli mi? - Evet Paşam. Nüfusları dörtyüzden fazla, eksik öğretmenli, ya da hiç öğretmeni olmayan köylere; köy karakterin deki küçük kasabalar için 1 5.000; eğitmen örgütünde görev lendirilecek gezici başöğretmenlikler icin 3.000; eğitmenlt rin bölge merkezlerinde kurulacak beş sınıflı okul öğretmen likleri için de 2.000 ki toplam olarak 20.000 öğrenci alınacak. . - Köy Enstitüleri 'nde bugünün ihtiyaçlarına göre 20.000 öğretmen yetiştirilmesinin gerekli olduğu işi, herhalde ciddi bir hesap sonucu olacak. Peki ama bu kadar öğrenciyi, açıla cak enstitüler bulabilecekler mi acaba? Çünkü köylerde topu topu 5 .000 okulumuz bulunduğuna göre başlangıçta bir kay nak darlığı ile karşılaşılması muhtemel. Böyle tıkanıklıklar, ilgililerce fark edilmiştir elbet. Bu arada bir de okullu köyler de pek az sayıda kız Öğrencinin bulunduğu hesaba katılırsa, ölçüsü epeyce geniş bir zorluk, söz konusudur. Bunlar için de bir çare düşünülmüştür sanının. 1 39
- işin başlangıcında karşılaşılacak zorluklardan en önem lilerinden birisine değindiniz. Buyurduğunuz bu tıkanıklık akla gelmiş. İki ana çare üzerinde duruluyor. Bunlardan biri si, eğitmenli köy okulları bölgelerinin ortalarında beş sınıflı ilkokullar açmak ve üç sınıflı okulları beş sınıfa çıkarmak; öbürü de Genel Müdürümüzün düşüncesine göre, olanaklar elverdiğinde, eğitmenli okulları bitirmiş öğrencileri, enstitü lere bağlı olarak kurulacak uygulama okullarında yetiştirip köy Enstitüleri'ne almak. - Görülüyor ki "Kaynak" işinde karamsar olacak kadar bir tıkanıklık !>ÖZ konusu değilmiş. Koşulların, daha başka olanakları da hazırlayabileceği düşünülebilir. Nasıl eğitmen işi yürüyor mu? - Evet Paşam, eğitmenler, artık Köy Enstitüleri'nde açı lacak kurslarda yetiştirilecekler. - Verdiğiniz haber, beni gerçekten sevindirdi. Görülüyor ki köyün uyandırılması, canlandırılması için şimdi artık doğ ru yol bulunmuş. Yurt için hayırlı olsun. Bu alanda çalışacak lara başarılar dilerim. Beni, gerçekleşmesini güvenle bekliye ceğim Köy Enstitüleri üstüne iyi bilgilerle donattınız. Sağ ol un! Yukardaki konuşmamın dayanağı olan "Köy Enstitüleri Kanun Layihası", 1 7 Nisan 1 940 yılında 3803 sayı ile kanun laşmıştır. Ve hemen bundan sonra, daha önce hazır edilip işaretle rini bekleyen öğretmenler, yöneticiler, namlularından fırla yan fişekler gibi yerlerine kondular. Sel, çamur tanımayan, hiç bir yokluk karşısında irkilmeden, hiçbir zorluk önünde ürk meden büyük savaşa daldılar. Gemi azıya alan soylu bir hırs, büyük bir sevgi, bu savaşın bellibaşlı cephaneleriydi. Buralar da görev alan anaların babaların, ne çoluğunu çocuğunu gör� dü gözleri ... ne de yıpratıcı yorgunlukların ateşi kaİ-şısındıi duraladılar. Her şeylerini köy hizmetine adayan bu ülkücü in sanlar, varlarını, yoklarını bu uğurda harcadılar. 140
1 940-1 946 yıllan, köyün ak günlerini dokumaya başla dı. Gidiş ve davranışlardaki içtenlik ve özelliğin eğitim tari hine kazandırdığı benzersiz düşünce ve yargı değerleri, bu alanda doğru ölçülere varmak isteyen gelecekteki araştırıcı lara aydınlık bir yol açmıştır. ***
Kuruluş ve gelişmeleri için en hızlı çabaların harcandığı günlerde Sayın İnönü, Köy Enstitüleri için yapmış bulundu ğu gözlem ve incelemelere dayanarak övgüsünü ve yargısını, aşağıya aktardığım 25.8. 1 942 de Samsun 'daki demeciyle bü tün yurda duyurmuştur. " Samsun'a gelinceye kadar Köy Enstitüleri'nden üçünü gördüm. Kız ve erkek köylü çocuklarımız hem müesseseleri ni kuruyorlar, hem de ileride ifa edecekleri yüksek vazifeleri için hazırlanıyorlardı. Yapıcı, çare bulucu, çalışkan bir ruh bu Enstitüler'in hayatına hakim olmuştur. Bu durumu görmek ten pek memnun oldum, pek ümitliyim. Türk kızlarının müs tesna haysiyet ve ciddi vazife severliği, bütün mekteplerimiz de olduğu gibi, Köy Enstitüleri'nde de göze çarpmaktadır. Öğretmenler ve Enstitü Müdürleri Türk köyünün geleceğini sağlam temellere istinat ettirmek için aşk ile çalışıyorlar. İk tidarlı, fedakar ve vatansever köy öğretmenleri yetiştirmek Enstitülerin mukaddes emelleridir. Şüphe yok ki Enstitü öğ retmenlerine ve müdürlerine düşen vazife hepimiz için, her va tansever için imrenilecek, heves edilecek bir vazifedir: Şim diki tutumfarı iyi netice alacağımız ümidini bende çok kuv vetlendirdi. Köy Enstitüleri hakkındaki bu müspet görüşleri mi vatandaşlarıma söylemekten zevk alıyorum." Bütün ömrü boyunca yaptığı siyasal ve askerlik görevle ri içinde kendisince üstün değerlerini benimsediği; öldüğü za man da Türk Milletine bırakacağı iki eserinden birisinin Köy Enstitüleri olduğunu belirterek onlara sahip olan Sayın İnö:. nü'nün 1 7 Nisan 1967 Bayramı için yolladığı kutlama mesa jı ile yazılarımı bitiriyorum. Konuya bundan daha uygun dü14 ı
şebilecek böyle güzel ve özlü bir bağlantı bulunamazdı her halde.
"İNÖNÜ'NÜN MESAJI (Cumhuriyet Salı 1 8 Nisan 1 967) "Mesajında; Hasan Ali Yücel ile İsmail Hakkı Tonguç'u
minnetle anan İnönü, özetle şöyle demektedir: .
" Köy Eiıstitüleri 'nin yıl dönümünde fikirlerimi topluluk
huzurunda söylemek isterdim. Düşündüklerim, Köy Enstitü leri 'ne karşı ölçülmez takdir duygularımın özeti olacaktır.
"Köy Enstitüleri, eğitim hayatımızın geçirdiği evrim için
de başlıbaşına bir hamle devridir. Buraya alınanlar ameli ha
yat mücadelesinde ve türlü sanat kollarında tecrübeli çalışmış
lardır. Çıkanların, kız ve erkek, mesleklerinde başarılarını da ima görmüşümdür ve daima göreceğime de inanmaktayım."
Köy işlerine emeği sevgisi geçenlere selam! Bu sorunda anlayış gösterenlere de selam! ..
1 42