T. Sökmen: Hatay'ın kurtuluşu için harcanan çabalar

Page 1


Nurer U�URLU başkanlı{lında bir kurul tarafından hazırlanmıştır.

Dizgi - Baskı - Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. Haziran 1999


TAYFUR

SÖKMEN

HATAY'IN KURTULUŞU İÇİN HARCANAN ÇABALAR

GAZETESİNİN OKURLARINA ARMAGANIDIR.



Türk ordusunun Hataylılar tarafından coşkuyla karşılanışı.

5



İÇİNDEKİLER Ônsöz ............ . . ........... ...... .. 11 1936-1939 Yıllan Arasında Hatay Sorununun Gelişmesiyle 1lgili Özet .... ....... .. . .. ..15 .

.

.

.

.

.

.

ı.

Hatay Kurtuluş Savaşı Nasıl Oldu .. .... .. . .31 1. Geçmişe Ait Bazı Bilgiler ..... ... .. . . .31 2. Kurtuluş Savaşı Sırasında Mücadeleler .. ...35 3. Maho Tarafından Tuzağa Düşürülüşümüz . .. .42 4. Maho'nun İkinci İhaneti .. .. ..... . . ...46 5. Maho'nun Akıbeti .... ... . . ......49 6. Misak-ı Milli Hudutları İçinde Olup Olmadığımız Hususunda Mustafa Kemal'le İlk Temasımız . ... .. . .. ...... .... .51 7. Fransızlarla tık Çarpışma .. .. . . ........59 8. İbrahim Hanano'nun Teması ............. ..63 9. Fransızların Kefertarim Baskını ..... .. ...64 1 O. Fransızların Kuseyr Karargahını Basacakları Haberi .. . . . .. .. . ...67 11. Selahattin Adil Paşa 'ya İkinci Gidiş ve İkizkuyu Çarpışması ...............68 .

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

7


1 2. Biraderim İnayet Bey'in Arvat Adasına Sürülmesi

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

...

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

. 72 .

1 3. Bir Ermeni Vatandaşın Yakalanışı ve Deve Hadisesi

.

.

..

.

.

. ..

.

.

.

.

...

..

1 4. Mürselzade Ahmet Bey'e Yapılan İftira

.

.

.

1 5. Yeniköy'de Fransızlarla Müsademe

.

.

.

1 6.Maraş' a Hareketimiz .

1 7.

Mebusluk Mazbatası .

.

.

.

.

.

.

.

.

....

. .

.

.

. . .

.

.

.

.. .

.

. . ..

. . .

.

.

.

.

.

.. . .

. 75 .

.

.

. 78 . 79

. . . 80 .

.

. . 81 .

il. Sakarya Zaferi ve Ankara'ya İlk Gidişim . . . .

1 . Ankara İtilafnamesi

.

... ... . . . ... ........ 3. Örtülü Faaliyete Geçiş . . . . . . . ... . ... 4. Ö lüm Cezasına Çarptmlmam . . . . . 5. Adana'ya Yerleşmem . . ...... ...... . 6. İsmet Paşa'nın Lozan 'a Gidişi . . . . . . . . . . 7. Lozan 'a Çekilen Telgraf . . . . . . . .. . .

.

.

.

2. Hususi İdarenin Mahiyeti . . . . . .

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

. .

.

.

. . 85

. .90 .

.

.

.

90

. . . 93 .

..

.

.

97

. . . . 98 . . . 1 00 . .ıo 1

.

ııı. Cemiyetimizin Resmen Kuruluşu . .

1.

.

Hamit (Ö cal)ın Hapsedilmesi . . . .

2. Tedavi İçin Viyana'ya Gidişim .

.

.

3 . Gaziantep'e Naklihane

.

.

.

.

.

.

. .

.

.

.

.

.

. . . . . . . . 1 09 .

..

.

.

.

. . . .1 1 1

. . . . . . . . . . 120 .

...

.

. . . . . . . 124

4. Dörtyol'da Hasan Rıza ile Tanışmak . . . . . . . . . . 125 5. Adana'ya Mecburi Yerleşme

.

6. İstanbul ' a Taşınmam .. . .

. .

.

7.

.

. . .

.

.

.

.

.

.

.

.

. .

.

. . .

. .

.

. . . . 1 27

. . . . . 1 29

İskenderun ve Havalisindeki Çocuklara Çıkan Tahsil Fırsatı .

....

.

.

.

..

.

.

.

.

. .

.

. . .

.

.

. 1 30

8. Bağımsız Antalya Milletvekili Olmam ve Sökmen Soyadının Verilmesi . . .

.

. . .

.

.

.

. . . . . 1 32

9. Mebusluktan İstifa Etmek İsteyişim . . . . . . . . 1 3 4 .

.


1 O.

Fransızların Suriye 'de Genel Seçime Gitmeleri

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

. ..

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

135

IV. Atatürk'ün İskenderun ve Havalisinin İsmini Değiştinnesi, Adına Hatay Demesi

1 . Alevi

Meselesi

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

. . . .

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

. .

.

. .

.

. 2 . Eti Türk'ü . . . 3 . Davamızın Cenevre'ye İntikali . . . . . 4. Bağımsız Milletvekili Seçilişimin Sebebi 5 . Cenevre'ye Giden İkinci Heyet . .

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

139 .141 . . . 1 42 . . . 1 43 . . 144 . . 144 .

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

v. Cenevre'den Gözlemci Heyetinin

. . . . . . 1 . Doktor Abdurrahman Melek'in Vali Olması .. . .. . .

Gelişi ve Plebisit

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

Hatay Devletinin Kurulması .

.

.

.

.

.

.

. . .

.

.

.

.

.

.

.

.

. 1 47

. . . 148

Vl. .

.

.

.

.

.

.

.

.

151

l . Atatürk Tarafından Cumhurbaşkanı Adayı Olarak Gösterilmem . . . . . . . . . . . . . . . . . l 52

2. İnönü'yü Ziyaret .. . . 3 . Hatay Millet Meclisi Tarafından Cumhurbaşkanı Seçimi . . . ... 4. Atatürk'ün Telgrafı . . . . .. .. . 5 . İsmet İnönü'nün Tebriki . 6. İcraat 7. Hatay Hududunun Kapatılması . . . 8. Türkiye Hududunun Hatay Devletine Açılışı 9 . Atatürk'ün Aramızdan Ayrılması . .

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

. 1 55 . 1 55 . 1 56 1 59 . 1 60 162 1 65 1 65

.

.

.

.

VII . İltihak Karar İ

.

.

.

.

.

.. .. .

.

.

.

. .. .

.

.

.

.

. . 1 67 .

9



ÖNSÖZ Aramızda yarım asrı aşan dostluk bulunan Tayfur Sök­ men' e epey zamandan beri anılarını yazmasını ve bunların ta­ rih için kaybını önlemesini direnerek söylemekteydim. O ise iş i pek yavaş tuttuğundan yıllar geçip gidiyordu. _ Türk Tarih Kurumu'ndaki "Atatürk ve Türk Devrimini Araştırma Merkezi"nin sekreteri Bayan Arı İnan işin çözümü­ nü buldu. Bir gün teybini alarak, Tayfur Sökmen'in evine gi­ dip, O'nu sorguya çekmeye koyuldu ve bu işi günlerce sür­ dürdü. Konuşmaya zorlanan anı sahibi bir yandan sorulara kar­ şılık verirken, öbür yandan kendi notlarını ve elinde kalmış olan belgeleri kullanarak yazmaya önemle başladı. Ve böyle­ likle bu eser ortaya çıktı. Bu anıların sahibi gerekince tüfekle çarpışan, zulme ve esarete karşı ayaklanmaları yönetmekte yaradılıştan çok usta olan, her durumu kavrayabilen, tuttuğu yolda en üstün basa­ mağa, devlet başkanlığına yükselince de işin ehli olduğunu gösteren bir kimsedir. Anıların bir değeri de onun bu kişili­ ğinden gelmektedir. Esasen Atatürk'ün o sırada en önem ver­ diği bir işte O ' na başrolü vermesi de mütevazı görünüşlü Tay­ fur Sökmen ' in nitiliğini saptamaya yeter.

11


Anılar birçok olay ve durum üzerine ışık serpmektedir. Onlarda XIX'uncu yüzyılın ilk yarısına değin uzanan evre üzerinde bazı pek yararlı bilgiler bulunmaktadır.

1918

bırakışmasından sonraki yersel karşı koymada ve

çete hareketlerinde, bölge halkının ulusal bakımdan karışık­ lığı dolayısıyla kurtuluş hareketinin hemen yerli halkça ken­ di başlarına geliştirilmesindeki güçlükler, Anadolu 'daki hükü­ metleşme hareketleriyle, yani Kuvayı Milliye ile temasa gel­ mesinden ve İskenderun Sancağı 'nın Misak-ı Milli içinde bu­ lunduğunun öğrenilmesinden sonra istilacılara ve onların peyklerine karşı savaşın nasıl daha büyük bir çap aldığı, anı­ larda iyice belirmektedir. Bu sonuçta Tayfur Sökmen' in rolü de kendiliğinden sezilmektedir. Eserde çok ilginç ve o devrede var olan maddi ve mane­ vi durumlar üzerine ışık tutan birçok bilgiler bulunmaktadır. Bir Fransız komutanının emperyalistlerin ana ilkelerin­ den biri olan "Böl ki saltanat süresin" genel kuralını, kedi, kö­ pek ve çakal yavrularının karşılıklı davranışlarını örnek ala­ rak, doğal bir kanun imiş gibi adam kandırmak için nasıl kul­ landığını gösteren olay keza Albay Şükrü Kanatlı komutasın­ daki birliğin Reyhaniye'ye gelişinde, ora ileri gelenlerinden birinin "Türk ordusu Hatay'a girerse, tek kızım Necla'yı kur­ ban edeceğime ant ettim" diyerek, çocuğunu Albay Şükrü Ka­ natlı ' nın atı önüne yatırması, herkeste anavatanla yeniden bir­ leşmek için ne büyük bir istek olduğunu göstermesi bakımın­ dan çok ilginçtir. Anılarda görülecek olan çok ilginç başka bir olay da Ad­ liye Vekiline (Bakanına) da vekalet etmekte bulunan Şeriye Vekili Musa Kazım Efendi'nin "Müslümanlıkta hudud-u mil-

12


li harici diye bir şey olamaz" demiş olmasıdır. Kendisini ha­ la Hülefa-yı Raşidin veya Emeviler devrinde sanan bir kim­ senin, o sırada ne kadar yüksek mevkilere çıkabildiğini gös­ termesi bakımından bu olay çok ibret vericidir. Ve Atatürk'ün ne gibi kimseler, görüşler ve anlayışlar içinde çalışmak zorun­ da kaldığını açığa vurması ve başarının nasıl bir mucize oldu­ ğunu göstermesi bakımından da ayrıca önemlidir. Y ine bu anı­ larda Mandacı devletle savaşmak için kurulmuş olan örgütü yönetenlerin maddi ve manevi bakımdan nasıl titiz oldukları­ nı gösteren örnekler vardır. Kendisiyle bazen işbirliği yapmak ihtiyacında bulunulan Maho adındaki bir eşkıyanın yaptığı yağmanın Kuvayı Milli­ ye'ye atfedilmesini ve onun lekelenmesine yol açmasinı ön­ lemek için yapılan cezalandırma ve çalınan malları geri ver­ me işlemi bu yoldaki örneklerden biridir. Bir komutanın örgüt kasasından para isteyince muhase­ becinin "idare heyetinin kararı olmadan veremem" demesi de başka bir örnektir. Bu gibi ayrıntıların tümü çabaların genel gelişme ve ru­ hunu yansıtması bakımından dikkate değer. Hatay'a egemen olduktan sonra Tayfur Sökmen'in azın­ lıklara ve hele Alevilere karşı tutumu da bir devlet başkanlı­ ğı örneğidir. Eserde pek çok kimsenin adları geçmektedir. Her ne ka­ dar bu tutum fuzuli görülebilirse de, gelecekte o bölgenin ile­ ri gelenlerinin ve türlü ailelerinin soyağaçlannı saptamaya ça­ lışmak isteyecek tarihçiler için bu bilgiler çok yararlı birer ipu­ cu olacaktır. Atatürk'ün

1936-.1938 yıllarında Hatay'ı kurtarmak için 13


girişmiş olduğu harekette, Tayfur Sökmen' in üzerine aldığı gö­ revler bu anılarda iyice anlatılmaktadır. Ancak bunların, o sı­ radaki dünya durumunu ve gelişen siyasal ve diplomatik olay­ lar içindeki yerinin belirlenmesi yararlı olacağından, aşağıda Bayan Arı inan'la birlikte hazırladığımız bir özeti koymayı ya­ rarlı bulduk. Hikmet Bayur Ocak

14

1976


1936-1939 YILLARI ARASINDA HATAY SORUNUNUN GELİŞMESİYLE İLGİLİ BİR ÖZET

Fransız hükümeti hiçbir zaman ne Hatay'da ne de Suri­ ye'de rahat kalamamıştır. Doğrudan doğruya Hatay'la ilgili olaylar aşağıda Tayfur Sökmen 'in anılarında görülmektedir. Bu olayların Suriye, Tür­ kiye ve dünya olaylarıyla ilişkilerini ve birbirleri üzerinde yaptıkları etkileri özetleyerek anılarda görülen olayların ge­ nel tarih içindeki mevkilerini saptamaya çalışacağız. Böyle­ likle Tayfur Sökmen'ce anlatılan Hatay'da olan bitenlerin da­ ha kolay anlaşılmasının olanaklı olacağını sanmaktayız. Önce Suriye olaylarını gözden geçirelim. Suriyeliler kah silahlı ayaklanma, ka,h siyasal mücadelelerle "Manda"ya ra­ zı olmadıklarını ve olmayacaklarını göstere durmuşlardır. Ger­ çi bu çaba ve direnişler Fransızların durumunu ciddi olarak sarsmıyor idiyse de mali ve idari yönden yorucu ve sıkıcıydı. 4 Şubat 1936'da Hama'da başarılı bir genel grev yapılır ve oranın mebusu Tevfik El Şişekli (Çiçekli), Türk yönetimi­ nin üstünlüğünü öven ve çok alkışlanan bir demeç verir (1). Fransa'yı Suriyelilerle anlaşmaya iten olaylar dizini da­ ha çok Avrupa'da ve dünyada gelişenlerdi. (1) Marcel Homet: Histoire Secreete du Traite Franco- Syrien. S. 92.

15


Mart 1936'da Hitler'in Versay Antlaşması ' nın en önem­ li bir hükmünü çiğneyerek, Alman askerlerini Ren Irmağı ' nın batısına geçirmesi, öbür yandan da İtalyanların az sonra ma­ yıs ayında Habeşistan'ın başkentini ele geçirerek, bu devletin karşı koyma gücünü kırmaları, dünya durumunu çok ağırlaş­ tırdığından, Fransa uzun görüşmelerden sonra 9 Eylül 1936 'da Suriye ile bir dostluk ve bağlaşıklık antlaşması yapar. Bu bel­ ge 22 Aralık 1936'da imzalanacaktır. Bu antlaşma 20 Ekim 1921'de Ankara'da imzalanmış olup, İskenderun Sancağı' na ayrıca bir varlık tanıyan Türk­ Fransız antlaşmasının uygulanmasını, Türkiye'nin rızası alın­ madan Suriyelilere devretmeye varıyordu. Hükümetimiz bu­ na itiraz ederek, Fransız hükümetinin İskenderun Sancağı aha­ lisi ile de, Suriyelilerle yaptığı antlaşmaya paralel bir antlaş­ ma yapmasını ister ve ihtilaf büyüye büyüye sancağın Türki­ ye ile birleşmesine değin gider. Bu olaylar dizisinin oluşmasında, Türk hükümetini Ha­ tay'ın durumu üzerinde aydınlatma konusunda ve ora işleri­ nin gelişmesinde Tayfur Sökmen' in hizmeti çok büyük ol­ muştur. Fransa-Suriye antlaşmasıyla ilgili olarak Atatürk 1 Ka­ sım 1936'da TBMM' nin 5 . Dönem 2. Toplanma yılını açar­ ken şunları der: "Bu sırada milletimizi gece gündüz meşgul eden başlıca büyük bir mesele, hakiki sahibi öz Türk olan "İskenderun-An­ takya" ve havalisinin mukadderatıdır. Bunun üzerinde ciddi­ yet ve katiyetle durmaya mecburuz. "Daima kendisi ile dostluğa çok ehemmiyet verdiğimiz Fransa ile aramızda tek ve büyük mesele budur. Bu işin haki­ katini bilenler ve hakkı sevenler, alakamızın şiddetini ve sa­ mimiyetini iyi anlarlar ve tabii görürler." 16


Fransa hükümeti ise, bu konudaki itirazlarımızı diploma­ tik notalarla karşılarken Suriye ile yaptığı antlaşmaya uygun olarak kasım ayında seçim yaptırmaya koyulur. İlerde görüle­ cek olan Tayfur Sökmen' in uyarıları bu sorunla ilgilidir. 1936 yılında dünya karışmaya başlamış ve Fransa'nın Suriye ile görüşmelere koyulmuş olduğu sırada Atatürk Lo­ zan 'da kurulmuş olan Boğazlar düzeninin bizden yana değiş­ tirilmesi için uygun bir durum ortaya çıktığını görmüş ve Tür­ kiye hükümeti bu işte girişit ve direnmelere koyulmuştur. Bun­ ların sonucu olarak bu Montreux Konferansı 'nda ele alınmış (22 Haziran-20 Temmuz 1936) ve istediğimiz olmuş, yani Bo­ ğazları yeniden berkitmek hakkı elde edilmiştir. Atatürk bu iş bitince Sancak işine girişileceğini yakınla­ rına sezdirmekteydi. Dolayısıyla biz, Fransa 'nın aksine olarak uluslararası hiçbir takıntımız olmadan Suriye-Sancak konusu­ nu özgürlük içinde ele alabilecek bir durumda bulunuyorduk. 9 Eylül 1936'da Mandaya son vrecek ve onun yerine iki yan arasında bağlaşma kuracak olan Fransa-Suriye antlaşma­ sı, Suriyeli bakanlarca ön imzalanır (parafe edilir). 26 Ey­ lül 'de Milletler Meclisi Konseyi 'nin toplantısında, Türkiye Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras İskenderun ve Antakya ahalisine de kendi işlerini kendileri görmek yetkisinin sağla­ nılması düşüncesini ortaya atar. Bunun üzerine konunun Tür­ kiye ile Fransa hükümetleri arasında görüşülmesi konseyce ka­ rarlaştırılır. 10 Ekim'de Paris büyükelçimiz Fransız Dışişleri Bakan­ lığı'na bir nota vererek, bu devletin Suriyelilerle yaptığı ant­ laşmaya benzeyen bir antlaşmayı Sancak halkı ile de yapma­ sını ileri sürer. 22 Ekim'de Fransa-Suriye antlaşması yayım­ lanır. 1 Kasım'daAtatürk TBMM ' yi açış söylevinde bu konu­ da az yukarıda gördüğünüz sözleri söyler. 10 Kasım'da Fran17


sa Dışişleri Bakanlığı, Paris büyükelçimize Türk görüşüne olumsuz bir karşılık verir ve bu nota alışverişi kasım ayı bo­ yunca sürer gider. Mücadele diplomatik alanda Paris ve Cenevre'de sürdü­ rüle dururken, bin bir baskı altında bulunan Sancak Türkleri­ nin maneviyatını yüksek tutmak için Atatürk'ün emriyle Ge­ nel Sekreter Hasan Rıza Soyak 28 Kasım 1936'da Dörtyol'da bulunan Tayfur Sökmen'e şu mektubu gönderir (2). "Aziz Kardeşim ... Telgraflarınızı, mektuplarınızı alıyorum; muntazam ver­ diğiniz malı1mattan dolayı çok teşekkür ederim. Az ve dar za­ manda yaptığınız işlerin çok büyük, davamıza pek faydalı ol­ duğll!lu iftiharla söyleyebilirim; cidden şayanı tebriksiniz... Davamız iyi bir yoldadır; iyi kurulmuş ve her gün artan bir ıs­ rarla takip edilmektedir. Meselenin Milletler Cemiyeti 'ne in­ tikal etmesi ve·intikal şekli başarılı neticeye doğru atılmış mü­ him bir adımdır. Fransızların teklifi, ricat için bir çıkar yol ara­ mak düşüncesine müstenit olmasa bile, bize haklı davamızı, cihan umumi efkan karşısında, bir kere daha açıklamaya fır­ sat verdiğinden dolayı çok faydalıdır. Milletler Cemiyeti'nde muarızdan fazla dost ve taraftar bulacağımıza kuvvetle inanı­ yoruz; neticeyi tam bir kalp rahatlığı ile bekleyebiliriz. Tabi­ idir ki, icap eden tedbirlerin hiçbiri ihmal veya imha! edilecek değildir (3); hatta ben bugünkü durum içinde, bütün tedbirle­ rimizi tatbik hususunda daha müsait bir saha ve hava bulaca­ ğımıza kaniyim. Netice alıncaya kadar oradaki baskının ha­ fifletilmesi ve muhterem halka daha müsait bir yaşayış temi­ ni için teşebbüslerimizi bugünden itibaren şiddetlendireceğiz (2) Atatürk'ten Hatıralar: H. R. Soyak, C. il, S. 571 (3) ilgisizlik gösterilmeyecek ve geciktirilmeyecektir.

18


ve devamlı surette takip edeceğiz; bundan herkes emin olma­ lıdır. Sizin ve sayın arkadaşların en derin sevgi ve takdir duy­ gularımla gözlerinizden öper, mukaddes mücadelemizde her gün daha büyük muvaffakiyetlere ermenizi candan dilerim kardeşim:" 30 Kasım 1936'da birtakım Fransız askeri birliklerinin gönderilmiş olduğu İskenderun Sancağı 'nda ikinci derece se­ çimler yapılır. Türklerin boykotu ve Fransız yönetiminin utanç verici hile ve baskısı sonucu Antakya'da iki Arap seçilir (4). Sokak kavgaları yoğunlaşır, ölen ve yaralananlar olur. Birçok Türk de tutuklanır. 8 Aralık'ta Türk hükümeti Fransız hükümetiyle anlaşmış olarak sonucu Milletler Cemiyeti Konseyi'ne götürür. Konse­ yin 14 Aralık günlü toplantısında ise Türkiye, konunun esa­ sına girilmeden önce, Sancak'ta huzurun sağlanılması için oradan Fransız askerlerinin çekilip, bir Milletler Cemiyeti Ko­ miseri'ne bağlı yansız jandarmanın gönderilmesini ister. Esas­ ta ise Fransa'nın Suriye ve Lübnan'da yapmış olduğu gibi Ha­ tay halkıyla da bir antlaşma yapmasnı ileri sürer. Fransa bunu reddeder. Sonda Konsey Fransa'nın isteğine uyarak, Hatay için yalnız üç gözleyici (müşahit) önerir. Bu karar Türkiye ay­ ral Konseyce onaylanır. Bunun üzerine Türkiye Dışişleri Ba­ kanı Tevfik Rüştü Aras Paris'e gidip, Fransa sorumlularıyla görüşmelere koyulur (2 1 Aralık 1936). O, Suriye, Lübnan ve Hatay'ın (Sancak) birer bağımsız varlık olmalarını, bir kon­ federasyon içinde birleşmelerini, konfederasyonun ise ancak 1- Dışişleri, 2- Gümrük Birliği, 3- Para Birliği, konularında yetkili olmasını önerir. Yani içişleri başta olmak üzere bütün (4) Seçimlerin nasıl yapıJdığının ibret verici aynntılan Hasan Rıza Soyak' ın "Atatürk'ten Hatıralar" adlı eserinde vardır. (C. II. S. 572).

19


öbür konularda her "varlık" özgür olacaktır. Tevfik Rüştü Aras Fransızlarla anlaşamamış olarak Ankara'ya döner ve 5 Ocak l 937'de durumu Cumhuriyet Halk Partisi'nin gizli otu­ rumunda anlatarak istenilen sonucun elde edilemediğini ve Pa­ ris 'ten yeni gelen Fransız büyükelçisinin de beklenilen öneri­ yi getirmediğini bildirir. Arada 22 Aralık 1 93 6 'da Fransa-Suriye Antlaşması im­ zalanmış bulunur. Bu durum üzerine Atatürk Fransızlara ve bütün dünyaya işin önemini anlatmak gerektiğine inanarak bir gösteride bu­ lunur. lstanbul 'dan Eskişehir ve Konya 'ya gider. Başbakan İs­ met İnönü ile Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak'ı, dış ve içişleri bakanlarını ve daha birkaç kişiyi acele Eskişe­ hir' e çağırır. Oradan da Konya'ya gider. Yol üzerindeki bütün komutanlara da haber verilir. Anadolu Ajansı 'yla gazeteler Ha­ tay ' ın son durumu ile ilgili ülkemizdeki heyecanı belirten ya­ zılar yazarlar. Atatürk Eskişehir'de çağırdıklarıyla konuştuktan sonra onların eğilimine uyarak Konya-Ulukışla-Niğde yoluyla An­ kara'ya döner ve 8 Ocak l 93 7 'de Anadolu Ajansı şu tebliği yayımlar: "Güney Anadolu'da seyahate çıkmış bulunan Reisicum­ hur Hazretleri hükümetin daveti üzerine saat 1 3.30'da Anka­ ra'ya avdet buyurmuş ve Çankaya Köşkü'nde icra Vekilleri­ ne riyaset etmiştir." Atatürk'ün o sıradaki ruh durumunu belirtmesi bakımın­ dan Genel Sekreter Hasan Rıza Soyak'a 1 93 7 'de söylediği şu sözler önemlidir (5): " Hatay benim şahsi meselemdir. Keyfiyeti Fransız büyü(5) Atatürk'ten Hatıralar: H. R. Soyak, C. il. S. 607.

20


kelçisine ta bidayette açıkça ifade ettim. Dünyanın bu duru­ munda böyle bir meselenin Türkiye ile Fransa arasında mü­ sellah (silah) bir ihtilafa müncer olması katiyen varid değil­ dir. Fakat ben, bunu da hesaba kattım ve kararımı vermiş bu­ lunuyorum. Şayet ufukta bu yolda binde bir ihtimal belirse, Türkiye Cumhuriyeti Reisliği'nden ve hatta Büyük Millet Meclisi azalığından da çekileceğim. Ve bir fert olarak bana il­ tihak edecek birkaç arkadaşla beraber Hatay'a gireceğim. Ora­ dakilerle el ele verip mücadeleye devam edeceğim." O, bu sözlerin benzerini sofra arkadaşlarına da söylemiş­ tir. Hatay'da ise çatışmalar sürüp gitmekteydi. Atatürk'ün bu davranışı Fransızlara işin ciddiyetini an­ latmış ve çok geçmeden bu anlayışın belirtileri görülmüştüf. Atatürk 'ün bu gösterişli gezisinden on gün sonra 18 O­ cak l 937'de Fransa Başbakanı Leon Blum, Türk büyükelçisi­ ne bir mektup yazarak, özetle şu düşünceleri ileri sürer: " Sırf hukuk alanında anlaşmamız güçtür. Milletler Ce­ miyeti ise bizde olmayan tam özgürlüğe sahiptir. Fransız hü­ kümeti şunu açıklayabilir ki, cemiyetin bu sorun için seçece­ ği sözcünün (rapporteur) görevini en geniş biçimde anlama­ sına hiçbir engel görmemektedir ve konseyin kararına önce­ den razıdır... O, şimdiden sancağı ayrı bir varlık gibi ele ala­ bilir. . . Tek bir kaygım vardır, anlaşmazlığımızın gerçek neden­ lerini kavrayıp onlara çare bulmak ve bu dikenli sorunu ülke­ lerimiz arasında daha da dostçasına bir yakınlaşmayı sağla­ mak için bir vasıta yapmak... " Dolayısıyla Atatürk'ün ocak ayının ilk haftasındaki gezi ve tutumu sonucunda artık konu, onu ele alacak olan hukuk­ çuların katılığı ölçüsünde çıkmazda kalacağı yerde siyasal yu­ muşamalar evresine gir�iş olur. Çok geçmeden 27 Ocak'ta Türk ve Fransız hükümetleri21


nin ilke bakımından anlaşmış oldukları bir metin, sözcü İsveç­ li Sandler tarafından Milletler Cemiyeti Konseyi 'nin onayına sunulur. Bunun en önemli iki hükmü Sancak' ın ayrı bir varlık sayılacağı ve içişlerinde tam bir özgürlüğe sahip olacağı ile Tür­ kiye'ye İskenderun limanında transit kolaylığı için birtakım hak ve üstünlük tanınacağıdır. Sancak'ta Türkçe ve Arapçanın her ikisinin resmi dil olacağı da az sonra kararlaştırılır. Bu ilkelere uygun olarak bir komisyonca saptanan metin 29 Mayıs 1 937'de T ürkiye ve Fransa'da imzalanır. Konsey bu­ nun 27 Kasım'da uygulanmasına karar verir. Bu haber üzerine 3 Haziran'da Suriye Mebuslar Meclisi oybirliği ile şu bild iriyi yayımlar: " Suriye Mebuslar Meclisi, gerçekten halkı temsil eden Sancak mebuslarının tümü içinde olarak, Misak-ı Milli 'ye ve " Suriye bağımsız ve egemen bir devlettir" diyen anayasanın 1 . maddesine, o nun topraklarından " Hiçbir parçası ferağ ve terk edilemez" ve "Suriye parçalanamaz bir siyasal varlık"tır diyen aynı anayasanın 2. maddesine sımsıkı bağl ı olarak, " Madem ki Fransa-Suriye anlaşması Fransa için Suriye topraklarının bütünlüğünü -ki İskenderun onların bir parçasın­ dan ibarettir- savunmayı zorun!� kılıyor. "Beyan eder ki: Suriye topraklarının bir parçasını Suri­ ye egemenliğinden ayırmak amacını güden veya güdecek olan herhangi bir girişimi doğrudan Milletler Meclisi 'nce on aylan­ mış bir anayasa ile mür ekkebi henüz kurumamış olan bir ant­ laşmanın bozulması olu r. " En asil ümitlerini a cun (dünya) vicdanı üzerine kur muş olan Suriye milleti, hem birliğine, hem de yeniden doğuşuna zarar getiren hiçbir çözümü tanıyamaz. İ manının ve hakkının bütün kuvvetleriyle kendini savunmaya kararlıdır." 22


Bu protestonun bir etkisi olmaz. Çünkü o, büyük çoğun­ luğu Türk olan Hatay'da ulusların egemenliği ilkesine aykırı düşmekteydi. Türkiye ve Fransa'nın yukarıda anılan 29 Mayıs 1 93 7 günlü anlaşması üzerine Milletler Cemiyeti Konseyi Başkanı Hatay'da yapılacak ve bir plebisit niteliğinde olacak olan ilk seçimi düzenlemek ve denetlemekle görev.li bir komisyonun üyelerini seçer (4 Ekim). Bunlar Ankara'dan geçerek ve ora­ da bir gün kalıp, gerekli temaslarda bulunarak 20 Ekim'de İs­ kenderun' a varırlar. İşler bu durumda iken Atatürk; 1 Kasım 1 93 7 'de TB­ MM'nin 5. dönem 3 . toplanma yılını açarken Hatay konusun­ da ve Milletler Cemiyeti'nin kararlarına değinerek şöyle de­ miştir: "Büyük bir milli davamız olan Hatay işinin geçirdiği saf­ halar malumunuzdur. " Milletler Cemiyeti yüksek idaresi altında cereyan etmiş olan müzakereler, Hatay halkını layık olduğu mesut ve müs­ takil idareye kavuşması yolunda amaçladığımız gayeyi temin edecek vesikaların kabul ve imzasıyla neticelenmiştir. " Yeni Hatay rejiminin mer' iyete (yürürlüğe) girmesine, kısa bir z<ıman kaldı. "Bu rejimi kendileriyle en dostane bir zihniyetle emek birliği yapmış olduğumuz Fransızların, iyi niyetle ve amaçla gayeyi temin edebilecek şekilde tatbike başlayacaklarına şüp­ he edilmemelidir. " Yarınki Türk-Fransız münasebetlerinin dilediğimiz yol­ da inkişafına, Hatay işinin iyi bir yönde yürümesi esaslı bir ölçü ve amil olacaktır kanaatindeyim." O sırada Atatürk'un başlıca uğraş konusu Hatay işidir. 23


29. 1 0. 1 937'de Romanya Başbakanı Tataresko'nun önünde Fransız Büyükelçisi Ponsa' ya şunları der (6): " . .. Ben toprak büyütme dileklisi değilim. Barış bozma alışkanlığım yoktur. Ancak muahedeye dayanan hakkımızın isteyicisiyim; onu almazsam edemem. Büyük Meclisin kür­ süsünden milletime söz verdim, Hatay 'ı alacağım. Milletim benim dediğime inanır. Sözümü yerine getirmezsem onun hu­ zuruna çıkamam; yerimde kalamam. Ben şimdiye kadar ye­ nilmedim; yenilmem, yenilirsem bir dakika yaşayamam. Bu­ nu bilerek ve sözümü mutlaka yerine getireceğimi düşünerek benim dostluğumu lütfen bildiriniz ve doğrulayınız." Yukarıda andığımız Milletler Meclisi Komisyonu göre­ ve başladığında, işlerin içyüzünü bilmediğinden olsa gerek, yanlış bir yola girer. Hazırlanacak olan listelerde her seçme­ nin doğuşundan mensup olduğu cemaate yazılmasını ister. O zamanki sınıflandırmaya göre cemaatlerin başlıcaları, Türk, Arap, Alevi, Ermeni, Rum-Ortodoks cemaatleri idi. Bunun so­ nucunda bir cemaatin kaç mebusu olacağı saptanacaktı. Türk görüşü ise herkesin istediği cemaate yazılmakta özgür olma­ sıydı. Çünkü manda süresinde yapılmış yoklama ve kayıtlar­ da Türk unsurunun sayısını düşük göstermek için birtakım bas­ kı ve yolsuzluklara başvurulmuştu. İşin sonunda arada ağır gerginlikler ve kargaşalıklar ol­ duktan sonra, Milletler Cemiyeti 1 9 Mayıs 1 93 8 'de Türk gö­ rüşünü onaylar. tleride görülecek olan Yenigün gazetesinin 1 9 Mayıs 1 938 günlü ilavesinin fotoğrafı bunu açıklamaktadır. Hatay'ın iç işlerinde tam bağımsız olmasını saptayan Mil­ letler Cemiyeti 'nin 29 Mayıs 1 937 günlü kararıyla, Fransız­ ların Hatay yönetimini ora Türklerine bıraktıkları 4 Haziran (6) Atatürk'ten Hatıralar: H. R. Soyak, C il. S. 608.

24


1 938 günü arasındaki bir yılı aşan süre boyunca Hatay'daki manda yöneticileri var güçleriyle Türklük aleyhine çalışmış ve bu uğurda her türlü şiddet tedbirlerine başvurmuş, bunları kışkırtmış ve desteklemiştir. Demin anılan 29 Mayıs günlü karar gereğince Hatay'ın içişlerinde kesin özgürlüğünün belirleneceği 27 Kasım 1 93 7 gününde, Suriye Fransız Fevkalade Komiseri M. de Martel'in tutumu ile ilgili olarak Ulus gazetesi başyazarının sorularına karşılık veren Atatürk'ün söyledikleri o sıradaki durumu ay­ dınlatır ( 1 Aralık 1 937 günlü Ulus): "Bunlara dair henüz teferruatlı malumat almadım. Eğer Suriye Fevkalade Komiseri M. de Martel Sancağa gelerek, Ha­ taylıların müstakil rejime kavuştuklarını bizzat ilan etmedi ise ve bu münasebetle Hataylıların bayramlarına şeref vermekten kendini alakoymuşsa buna diyeceğim yoktur. Hatay'da Fran­ sız delegesi, Hataylıların çok şevk ve heyecanlı bayram yap­ maları tabii olan bir günde, eğer Hatay Türklerini serbestçe bugünü kutlamaktan menedecek tedbirler almış ise, buna ya­ zık demekle iktifa ederim. Çünkü böyle bir zihniyet devletler arasında yüksek dostluk münasebetlerini hal ve istikbal için müsbet yolda yürümek lüzumunun henüz anlaşılmamış olma­ sından ileri gelir. Mamafih her şeye rağmen, Türkiye Cumhu­ riyeti hükümeti ile Fransa Cumhuriyeti hükümeti arasında Ce­ nevre'de imza olunan vesikaların tayin ettiği rejimin birinci saf­ hası, Hatay Türklüğünün yüksek azim ve enerjisi ile başlamış­ tır. Başka türlü olamazdı ve bundan sonra da olamaz. Bana Türkiye Cumhuriyeti 'nin ve Türk milletinin olduğu kadar, bu meselede söz vermiş olan Fransa hükümetinin de şerefve hay­ siyeti müsait değildir." İki dereceli seçim işlerine 1 5 Mayıs 1 938'de başlanılır. Fransa sömürge yönetimcileri Türkler ve onlarla işbirliği ya25


panlara karşı baskı ve şiddet eylemlerine koyulurlar. Bu yüz­ den kargaşalıklar çıkar; ölü ve yaralılar olur ve bu durum bü­ tün Sancağa yayılır (7). Bunun üzerine Türkiye için yeniden bir siyasal baskıda bulunulmak zorunluğu doğar. 29 Mayıs 1 93 8 'de Atatürk Mer­ sin' e gelir, coşkun bir karşılama görür ve ordu birliklerinin ge­ çit resmini izler. 24 Mayıs'ta Adana'da da, yaya ve topçu bir­ likleri için aynı izlemede bulunur. Bu olay bir yandan Fransızların Hatay işlerindeki tutu­ munu kökünden değiştirir, öbür yandan da doktorlarınca ke­ sin istirahat öğütlenen Atatürk' ün hastalığının ağırlaşmasına yol açar. 30 Mayıs'ta, Hatay'daki Fransız sorumluları, merkezden Türklere karşı siyasanın durdurulması buyruğunu alırlar. 3 Haziran 'da seçim işleri 6 gün içinde durdurulur. Bey­ rut'taki Fransız yüksek komiserinin Hatay temsilcisi Garreau (Garro) işten alınır ve yerine durumu iyice kavramış olan Bin­ başı Collet (Kolle) seçimler süresince temsilci atanır. 9 Haziran 'da seçim işlerine yeniden başlanır ve bu sefer devletin gücü Türklük aleyhine kullanılmaz. Ancak yerli jan­ darma ve poliste çoğunluk Türk düşmanlarındaydı. Bu durum düzeltilmeye çalışıldıkça Milletler Meclisi ' nin seçim komis­ yonu üyeleri engellemelere koyulurlar, yine adam öldürülür ve çatışma olur. Yani bu üyeler artık Fransız sorumlularının güdemedikleri baskı siyasasını gütmeye başlarlar. 22 Haziran 'da Komisyon seçim işlerini durdurur ve bu ayın 26'sında Türk ve Fransız hükümetlerinin isteği üzerine Hatay'dan ayrılır. (7) Bu konuda H. Rıza Soyak'ın anılan eserinde esaslı bilgiler vardır. (s. il. S.

26

643).


Türkiye ile boğuşmadan Hatay işinden sıyrılmak isteyen Fransız hükümeti orada asayişi birlikte korumayı önerir. Da­ ha 1 2 Haziran'da Gnl. Asım Gündüz ve elçi Cevat Açıkalın heyeti durumu incelemek ve görüşmelerde bulunmak üzere Hatay'a gelmiş ve halkça pek parlak gösterilerle karşılanmış idi. 4 Temmuz'da Türkiye ile Fransa arasında bir dostluk ant­ laşması imzalanır. İki hükümet bir bildiri yayımlayarak İs­ kenderun Sancağı'nın durumunu saptayacak olan hükümleri ve Milletler Cemiyeti Konseyi 'nce 29 Mayıs 1 93 7 'de kabul edilmiş olan temel kanunu; Sancak'ta Türk unsurunun üstün­ lüğünü kabul ederek, Türkiye hükümetini Sancak sorununun kendisi için bir toprak sorunu olmadığını beyana sevk etmiş olan 20 Ekim 1 92 1 günlü Ankara Antlaşması 'nın ruhuna uy­ gun olarak birlikte uygulamaya koyacaklarını açıklarlar. Yine bu bildiride her iki hükümet Hatay'a 2500'er kişi­ lik birer kuvvet göndermeye karar verdiklerini açıklarlar. 5 Temmuz'da halkın büyük coşkunlukları içinde Türk birlikleri Hatay'a girmeye başlarlar. Elçi Cevat Açıkalın Hatay Fransız temsilcisi ile eş hak­ lara sahip olmak üzere Türkiye Fevkalade Murahhası olarak atanır ve bundan böyle her resmi belgenin iki temsilcinin de imzasını taşıması gerekir. Yeni baştan seçim yapılır (22-3 1 Temmuz 1 938). İlk seçmen listelerine göre Hatay'da: Türk 35.847 1 1 .3 1 9 Alevi 5.504 Ermeni 1 . 845 Sünni Arap 2.098 Rum-Ortodoks ·

27


seçmen bulunduğu anlaşılır. Buna göre: Türklerden 22 Alevilerden 9 5 Ermenilerden 2 _Sünni Araplardan 2 Rum-Ortodokslardan Toplam 40 milletvekili çıkar. Meclis 2 Eylül'de toplanıp Tayfur Sökmen'i Devlet Baş­ kanı seçer, bir anayasa yapar, İskenderun Sancağı adını Ha­ tay' a çevirir ve bir bayrak tespit eder. Büyük vatandan sonra küçük vatan Hatay'ın kurtarıcısı Atatürk 1 0 Kasım 1 938'de ölür. ikinci genel savaşa doğru gidilmekte olduğu gitgide da­ ha açık olarak belirince İngiltere ile Fransa Birinci Genel Sa­ vaş'ta Türk etkisinin ne büyük olduğunu göz önünde tutarak onunla bir anlaşmaya varmak isterler. Bu, Akdeniz bölgesin­ de savaşla sonuçlanacak bir saldırı olursa fiili işbirliğinde bu­ lunmak ve karşılıklı yardımlaşma üstenmesini kapsayan bir be­ yanname imzası biçimini alır. Türkiye ile İngiltere arasında belge 1 2 Mayıs 1 939'd a imzalanır. Türk hükümeti aynı belgeyi Fransa ile de imzalamak için Hatay işinin kesin olarak çözümlenmesinde direnir. Bu yüz­ den onunla iş uzar. 23 Haziran 1939'da Paris'te anılan belge imzalanırken Ankara 'da da Sancak sorununun kesin çözümü­ nü sağlayan anlaşma imzalanır. Yine bu 23 Haziran günü Hatay Millet Meclisi parlak nu­ tuk ve gösteriler içinde ülkenin anavatana katılmasını karar­ laştırır. Yönetim Türkiye Fevkalade Murahhası Cevat Açıka­ lın'a devredilir. 28


7 Temmuz'da TBMM 'den çıkan bir kanunla, katılma ka­ rarıyla ilgili olarak Hatay Vilayeti kurulur. Esasen hiçbir işe karışmamakta olan Fransız birlikleri de hemen Hatay'dan çe­ kilirler. 1 3 Ternmuz'da Türk-Fransız anlaşmasının tasdikli nüs­ haları alınıp verilir. 23 Temmuz l 939'da TBMM adına Hatay'a gelen heye­ tin de önünde anavatana katılma töreni, anlatılması olanaksız sevinç ve coşkunluklar içinde bütünlenmiş olur. Böylelikle Atatürk' ün, uzgörürlüğü, sertlikle yumuşak­ lığı yerinde kullanmasını bilen ince diplomasisi, isabetli gö­ rüşü ve karşısında durulmaz çelik iradesi ile sayısı iki yüz bi­ ni aşan Türk, yabancı boyunduruğundan kurtarılmış, hem stra­ tejik hem de ekonomik önemi çok büyük olan bir ülke anava­ tanla birleşmiştir. Atatürk bu yoldaki mücadelesini bazen kendi hükümeti­ nin karşı koymasını da yenerek yürütmüş, ancak 20 Eylül 1 937'de oluşturulan hükümet değişikliğinden sonra hüküme­ tin tümü kendisine yardımcı olmuştur. Atatürk Hatay şehididir; çünkü sorunun en karıştığı sıra­ da, kendisine hastalığı dolayısıyla doktorların kesin dinlenme ve hemen hep hareketsizlik öğütledikleri bir devrede, Mayıs 1 93 8 'de Mersin ve Adana'da asker geçit resimlerini ayakta iz­ lemiş ve her türlü dolaşmalarda bulunmuştur. Bu tutum O 'nun yaşamını en az bir iki yıl kısaltmıştır. Arı İnan - Hikmet Bayur

29



I HATAY KURTULUŞ SAVAŞI NASIL OLDU Geçmişe Ait Bazı Bilgiler:

Babam, Reyhanlı aşiretinin reisi Karamürselzade Mus­ tafa Şevki Paşa, 1 83 1 'de vefat eden Karamürselzade Ahmet Paşa'nın oğludur. 1 825'te devlete vergi vermemek için isyan eden Halep eyaletinin merkezini, vergi vermeye zorlamak ve isyanı bas­ tırmak amacıyla görevlendirilmiş ve bu görevi başarı ile ne­ ticelendirm� olan dedem Karamürselzade Ahmet Paşa, padi­ şah tarafından uçbeyi olarak Reyhanlı'ya aşiret reisi olan ec­ dadı Karamürsel Ağa ve dedeleri gibi seneler senesi devlet ve millete hizmet etmekle haz ve şeref duyan bir insandı. 1 8 3 1 'de vefat edince, oğlu, babam Karamürselzade Şev­ ki Bey, aşiret reisliğine seçilir. Devlet ve millete hizmeti şeref sayan babam "69 Harbi" diye tarihe geçen Kırım Harbi'ne genç yaşta katılmıştır. 1 86 7 'de Güney mıntıkasındaki aşiretlerden bir kısmı tah­ riklere kapılarak devlete vergi vermemeye ve yüklenen diğer görevleri de yerine getirmemeye başlayınca, davranışları dev­ lete isyan niteliğinde görüldüğünden, Derviş Paşa kumanda­ sındaki Hassa ordusu, İskenderun limanına çıkar. Derviş Pa­ şa ve sonradan şöhret kazanan tarihçi Cevdet Paşa da (kadıi asker Cevdet Efendi) görevli olarak gelmiştir. 31


lskenderun'a çıkan Hassa ordusu kumandanı Derviş Pa­ şa'ya ilk katılan aşiret reisi babam Karamürselzade Şevki Bey'dir. Diğer aşiret reisleri ile temasa memur edilen babamın yaptığı görüşme neticesinde bir kısım rüesa (reisler) Derviş Paşa' nın emrine girmiş, girmeyenler, yakalanıp, Niş'e sürgün gönderilmiştir. Derviş Paşa ordusu, şimdiki Hassa kazasının yerinde ka­ rargah kurmuş olduğundan, kurulan kazanın ismine "Hassa" denmiştir. Hassa' nın doğusundaki mıntıka Hassa ordusu ta­ rafından ıslah edildiği için, oraya "Islahiye" (şimdiki İslahiye kazası) adı verilmiştir. Güvenlik sağlandıktan sonra, o tarihe kadar, yazın Sıvas 'a gidip kışın ovaya dönen aşiret, Amik ovasına yerleştirilmiştir. Bu yerleşmenin neticesi olarak, Amik ovasında bir kazanın ku­ rulmasına lüzum gören Derviş Paşa, Reyhaniye aşiretinin is­ mine izafeten "Reyhaniye" kazasını kurmuştur. Kaza önce Akpınar'da kurulmuşsa da, sonradan (Reyhanlı) Reyhaniye 'ye nakledilmiştir. Bu hizmetinden ötürü Derviş Paşa, aşiret reis­ liği uhdesinde kalmak üzere, Karamürselzade Mustafa Şevki Bey'i, Reyhaniye kaymakamlığına atamıştır. Derviş Paşa lstanbul' a döndükten birkaç sene sonra Ka­ ramürselzade Mustafa Şevki Bey Kilis kaymakamlığına nak­ ledilir. Kilis'ten sonra, o zaman kaza olan, Antep (Gaziantep) kaymakamlığına getirilen babam, mirmiran rütbesiyle Cebe­ libereket mutasarrıflığına atanır. Cebelibereket, şimdiki Os­ maniye kazasının güneyinde bir yerde, Gavur Dağı ' nda, Der­ viş Paşa tarafından kurulmuştur. Burada bir buçuk sene hiz­ met gören Karamürselzade Mustafa Şevki Paşa, Urfa muta­ sarrıflığına oradan da Halep eyaletinin Derzor mutasarrıflığı­ na atanır. O zamanki 1-Jalep valisi, sonradan sadrazam olan Ka­ mil Paşa'dır. 32


Derzor'dan Rumeli beylerbeyi rütbesiyle Musul'un Ama­ ra mutasamflığına, oradan da Musul valiliğine atanan babam Karamürselzade Mustafa Şevki Paşa rahatsızlığı nedeniyle is­ tifa ederek "Antep"e gelir. İyileştikten sonra herhangi bir vazife almayarak Hicaz'a gider. Hicaz'da evliyaların dosyasından Eba Yezid-i Bestami (halk dilinde Beyazıt Bostanı denir) Hazretlerinin kabrinin Kırıkhan kazasının yakınındaki Romalılardan kalma kalede olduğunu öğrenince dönüşünde türbeyi bulup onarır, orada bir cami ile ikametgah yaptırarak ibadete çekilip, kabrini de ca­ minin girişinde hazırlatır. Halep Valisi Köse Rauf Paşa' ya başvurarak civar köylerin de yararlanması için bir rüştiye mek­ tebi açtınr. 1892 doğumlu olan ben de tahsilimi bu rüştiye mek­ tebinde yaptım. 1909'da Kırıkhan'da zuhur eden Ermeni vak' ası nede­ niyle yüksek tahsilimi yapamadım. Zira ilgisi olmadığı halde idarecilerin bu olayın kışkırtıcısı olarak babamı göstermeleri nedeniyle bir ay Belen'de, otelde, 45 gün Halep'te Bağdat Ote­ li'nde ve sonra da uzun müddet Antakya'da Halefzadelerin evinde gözaltında bulundurulmuş, neticede Antakya divan-ı harbince de suçsuz görülüp serbest bırakılmışsa da; uzun sü­ re devlet ve millete şerefli hizmetleri görülen bir kimse ola­ rak, bu haksız davranıştan dolayı fena halde üzülmüş, felç ol­ muştur. 19 1 1 'de hastalıktan kurtulamayarak vefat etmiştir. E­ ba Yezid-i Bestami camisinde (Beyazıt Bostanı) medfundur. Bütün bu hadiselerde ve hastalığı süresince yanından ay­ rılmadığımdan tahsilime devam edemedim ve babamın vefa­ tından sonra tahsilimi bırakarak Reyhaniye'deki arazimizde (Telgazi Tayfur) çiftçili_ğe başladım. 19 12'de başlayan Balkan muharebesine atavik bir duygu 33


ile katılmak için, halazadelerim Mürselzade Abdurrahman, Bahadırlı Nuri beyler ve bir kısım hemşerilerimle İskende­ run 'a gidip askerlik şubesine başvurduk. Şube reisi, eksikle­ rimizi tamamlamamızı istedi. İşlerimizi bitirip geldiğimizde şube reisi, harbin bittiğini, dönüp, işlerimizle uğraşmamızı söyledi, Reyhaniye'ye döndük. Bir zaman geçtikten sonra anladık ki; harbin aleyhimize neticelenmesinin nedeni, İttihat ve Terakki ile Hürriyet ve İti­ laf cemiyetlerinin birbirlerine düşmeleri neticesinde (bugün­ kü parti çekişmeleri gibi) politikanın orduya sirayet etmesi mağlubiyet faciasını yaratmıştır. Nitekim Hatay'da vazife görürken merhum Şükrü Kanat­ lı P�a ile, bir konuşmamız esnasında "Balkan harbine genç bir subay olarak iştirak ettim. İttihatçı olduğum için, İtilafçı olan kwnandanın emrini siperde bile dinlemezdim. Bu tutum ve davranışlarımızdır ki, 1 5 günde harbi kaybetmemize sebep oldu" demiştir. Tarihten ibret alınmadığı içindir ki, felaketler birbirini ta­ kip eder ve etmektedir. Balkan Harbi ' nden sonra ziraatla meşgul olurken, bir gaflet eseri veya hudutsuz ihtirasın neticesi olarak 1 9 1 4'te başlayan Birinci Dünya Harbi 'ne katıldığım zaman, Kırık­ han-Hassa arasında askeri nakliyatı temin amacıyla yapılmak­ ta olan yolda görev aldım. Bir süre sonra da Halep'te Kolor­ du Kumandanı Nihat Paşa' nın maiyetinde istihbaratla vazife­ lendirildim. Bu sırada ( 1 958'de Genelkurmay Başkanı olan) Teğmen Fevzi (Mengüç) ve Kuvayı Milliye hükümetinin ilk kalem-i mahsus müdürlüğünü yapan Teğmen Hayati beylerle de tanıştık. 1 9 1 8 Eylül sonuna doğru, harp aleyhimize neticelendi­ ğinde, ordumuz önce Filistin'den, sonra Şam'dan çekilince, 34


ekim başlarında İskenderun Sancağı ve havalisini içine alan şimdiki Hatay'a döndüm. Halep'ten ayrılmadan önce Vali Abdülhalik Renda Bey'i ziyaret için, Baron Oteli'nden çıkarken, terasta, genç bir yaver­ le (Yaver Bedri Bey) konuşan, ilk defa gördüğüm genç bir ku­ mandan ilgimi çekti. Merak ederek, konuşmasının bitmesini bekledim. Otelden içeri girdiğinde yavere kim olduğunu sor­ dum, "Yıldırım Orduları Grup Kumandanı Mustafa Kemal Pa­ şa" dedi. İşte kurtarıcımız Atatürk'ü ilk defa o zaman gördüm. Kurtuluş Savaşı Sırasındaki Mücadeleler: Türk ordusu Suriye 'den çekilince daha evvel hilaf Dev­ letleri arasında kararlaştırılan, Hicaz emiri Faysal'ın başkan­ lığında bir Arap hükümeti Suriye'de kuruldu. Halep hüküme­ ti kurulunca, Antakya'daki bazı şahıslar Faysal hükümeti na­ muia harekete geçtiler. Bu hareketin başında Türk asıllı ve Türk zabiti olan Asım Bey vardı. Hatay' ın diğer kazalarında olduğu gibi Antakya 'dan, başta Türkmenzade Ahmet Ağa, Miskizadeler, Sami, Azmi, Rasim Yurtman, Dr. Vedii Münir, Abdülgani Türkmen, Fevzi, Türkmenelli, Çelenkler ve diğer bazı ağaların bu davranışa katılmaması Arapçıları kızdırıyor­ du. Nitekim, Faysal hükümetinin Antakya'daki temsilcileri, Arap hükümetinin Reyhaniye'de de ilanını istemişlerse de Reyhaniyeliler buna şiddetle karşı çıktılar. Bunun üzerine, Su­ riye'den binlerce çapulcu Arap'ı Amik ovasına hücum ettirdi­ ler. İlk baskın, Davutpaşa 'da halazadelerim Bahadırlı Mehmet ve Gümüllü Mahmut beylerin köylerine oldu. İkinci baskın, Hasan Uşağı'nda Altunlu Mustafa Ağa'ya oldu: Birinci bas­ kın herkesi uyarmıştı. _Saldıranlar Mustafa Ağa'nın direnme­ si karşısında hayli kayıp vererek kaçmışlardır. Bu baskınlar gö35


zümüzü açtığı için artık köyler gafil avlanmıyordu. Neticede hepimizin birbirlerine yardımlan sayesinde çapulcular fazla kayıp verdiklerinden bir şeyler elde edemeyeceklerini anlayın­ ca baskınlardan vazgeçtiler. Mondros Antlaşması bu devrede akdedilmişti. Anlaşma şartlanna göre "Umumi sulh akdedilinceye kadar Türk ordu­ larının bulunduğu yerler Türk idaresinde kalacaktır." Hal böyle iken; İskenderun havalisinde (Hatay'da) bulu­ nan 41 ' inci fırkanın İngiliz baskısı üzerine harbiye nezaretin­ den aldığı emirle, İskenderun Sancağı ve havalisinden (Ha­ tay'dan) çekilmesi üzerine 25.l l .l918'de bir miktar İngiliz askeri işgal mahiyetinde İskenderun Sancağı' na geldiletse de çok kalmayıp, çekildiler. Sonradan, 1 1 .12.19 l 8'de Fransızlar İskenderun Sancağı' nı (Hatay' ı) işgal ettiler. Filistin'den Halep'e, Halep'ten Antep yolu ile Adana'ya gelen Mustafa Kemal Paşa, anlaşmanın tersine İskenderun Sancağı' nın (Hatay' ın) işgalini öğrenince Suriye'de bulunan müttefik ordulan kumandanı Mareşal Allenby'e protesto telg­ rafı çektiği gibi, harbiye nezaretine de yazmıştır. Bu suretle, (Hatay) davasına aziz Atatürk, daha o tarihte el koymuştur. 41 'inci fırkanın İskenderun Sancağı ve havalisinden çe­ kilmesi üzerine Sancaklı (Hataylı) olmayan memurlardan bir­ çoğu Sancak'tan (Hatay'dan) aynlmıştır. Şimdiki Kırıkhan kaymakamlığı o zaman Belen'de idi. Kazanın kaymakamsız kalması işleri aksattığı için, Kırıkhan ve Belen halkının toplanarak biraderim Mürselzade İhsan Bey'in kaymakam olmasını ısrarla istemeleri üzerine, İsken­ derun'da işgal kuvvetleri kumandanı Binbaşı Capti Celli ka­ bule mecbur oldu. Bir müddet sonra 13 Temmuz 1919'da bir Amerikan he36


yeti (1) İskenderun Sancağı' na gelerek halktan Fransız idare­ sinden memnun olunup olunmadığını sorduğunda, başta Be­ len kaymakamı Mürselzade İhsan Bey'le kadı Ali Rıza Efen­ di, Şıh (Şeyh) Hasan Ağa ve bütün kaza halkının Türk idare­ sini istemeleri Fransızları çok sinirlendirmiş ise de o anda bir şey yapamadılar. Bu arada Amerikan heyetine Fransız idare­ sinden memnun olduklarını söyleyenler de olmuştu. Mürselzade ailesi içerisinde bazı amcazadeler arasında­ ki dargınlık ve küskünlük, kışkırtmacıların tahrikleriyle, hu­ sumet haline gelmişti. O kadar ki ağır bir dizanteriye yakalanarak Halep'te yat­ tığım iki ay zarfında, diğer akraba ve hemşerilerim sık sık zi­ yarete geldiği halde, husumet halinde olduğumuz amcazade­ lerim Mürselzade Arif, Ahmet lzzet beyler bir gün dahi beni yoklamaya gelerek hatırımı sormadılar. İyileşip Telgazi' ye evi­ me döndüm. Fransızların memleketimizi işgal etmesi akraba ve hemşerilerim gibi beni de ziyadesiyle müteessir ediyordu. ( 1) "King-Crane" Komisyonu anılıyor. Bu komisyonun, Amerika Cumhur­ başkanı Wilson 'a verdiği rapoı:a göre 13 Temmuz 1 9 1 9 'da lskenderun' a gelmiş­ tir. Rapordaki bilgiler şunlardır: "Antakyalı 3 Türk grubu savaştan önceki Os­ manlı yönetimini, mütarekeden hemen sonra gelen Arap kontrolünü ve komis­ yonun ziyareti sırasında bölgeye egemen olan Fransız makamlanııı tarif etmiş­ lerdir. Genel olarak İskenderun bölgesinde en kalabalık tek wısur olan Türkler, İstanbul ile birliği ve makul (akla uygun) bir mandayı istemişlerdir. (Bk. Harry N. Howard: The K.ing-Crane Commission s. 136). Aynı eserin aynı sayfasında not l 'de Banş Konferansı'nda Amerikan he­ yeti üyelerinden Prof. Lyber'in evrakı anılırken şöyle denilmektedir: Komisyon sayılan 200.000'i aşan Antakya, Harim, İskenderun, Cisr ve Eshouge bölgeleri halkının temsilcilerinden aldığı telde "Komisyona kendi siyasal istekleri ve ha­ pis edilmek, sürülmek ve kötü muamele görmek yoluyla Fransız valilerin (go­ vemors) zulüm (oppressioıı) ve tehditlerinden (intimidation) çektikleri ve düşün­ ce ve söz özgürlüğünün affedilmez bir suç sayıldığı" bildirilmektedir. Sonda şu düşünce ileri sürülmekte ve dilekte bulwıulmaktadır: "Yapılan bu muamele Ame­ rikan adaletinin Büyük Başkan Wilson vasıtasıyla ilan edilmiş olan asil kurallar­ dan yararlanmamızı önlemek amacını güdüyor ve sizden insanlık ve adalet adı­ na dileriz ki bizimle ilgilenip gasp edilmiş olan özerkliğimizi sağlayasıııız" (H. Bayur).

37


Bir gün arabayla köyden ziyarete (Eba Yezid-i Besta­ mi'de) biraderim Mürselzade İnayet Beyi görmeye gidiyor­ dum. Murat Paşa - Karasu arasında karşıdan gelen bir araba­ da amcazadelerim Mürselzade İzzet Bey'le, Çirkinzade Ök­ keş Ağa'yı gördüm. Arabalar yan yana gelince durdurup ine­ rek; "Merhaba beyler, iki senedir aramızdaki sürgelen husu­ mete son verme zamanı geldi, geçti bile. İzzet Bey, biliyorsu­ nuz Fransızlar memleketimizi işgal etti. Ağabeylerine selam söyle, ister dahalet deyin, ister korktu deyin, aramızda husu­ mete son vererek bir araya gelip birleşmemiz ve Fransızlarla mücadeleye karar vermemiz lazım" dedim. Ayrıldık. Ağabeyimi ziyarete gittiğim zaman yolda İzzet Beyle karşılaştığımı ve konuşmamı anlattım. İki gün sora Telgazi Tayfur'daki evimde verdiğim dave­ te gelen amcazadelerim Mürselzade Arif, Ahmet, İzzet bey­ ler ve halazadelerim Mürselzade Abdurrahman, Abdullah ve Sururi beylerle genel durum hakında görüşerek, Fransız ida­ resini kabul etmeyip, ilk fırsatta mücadeleye başlamaya, di­ ğer akraba ve aşiret ileri gelenleri ile de ikinci bir toplantıya karar verdik. Mürselzadeler arasındaki anlaşma ve birleşme diğer aile ve aşiret fertlerinin bir araya gelmesine, davamıza dört elle sa­ rılmamıza vesile oldu. Bu durum İskenderun Sancağı ve ha­ valisinde (Hatay 'da) mücadele ruhunu doğurdu. Diğer kaza­ lardaki hemşerilerimizle, Antakya'daki Arap hükümetini tas­ vip etmeyen, başta Türkmenzade Ahmet Ağa olmak üzere, di­ ğer birçok Antakyalı Ağa ve hemşerilerimizin de bu mücade­ le kararımızı onaylamaları üzerine, Arapçıların dışında bütün İskenderun Sancağı ve havalisi birleştik. Böylece Reyhani­ ye'deki birlik ve beraberlikle "Hatay" davası doğdu. Fransız işgal kumandanı Reyhaniye kazasını Reyhani38


ye'den 7-8 km güneyde bulunan ve fakat Arapların yerleşmiş olduğu Harim'e nakletti. Kaza, Harim'e naklolunca haberleşme tabiatıyla Arapça yapılmaya başlandı. Reyhaniye Türk halkını, kazanın Harim' e nakli, iki bakımdan müşkül vaziyete sokuyor ve üzüyordu. Bi­ ri haberleşmenin Arapça olması idi. Diğeri, Arap politikacı­ larının ve onlann tahriklerine kapılan Arapların, Filistin ve Su­ riye'de Türk ordularına ve Türk idaresine karşı giriştikleri ha­ inane davranışları idi. Bu iki nedenle hemşerilerimizin vaki müracaatları üzerine biraderlerim, Mürselzade İhsan ve İna­ yet beyler birleşerek lskenderun'da bulunan işgal kumandanı Binbaşı Capti Celli 'ye gitik. Vaziyeti anlatıp kazanın tekrar Reyhaniye'ye naklini rica ettiğimizde: "Haklısınız" ancak bizdeki usule göre, oranın işgal kumandanının onayını alma­ mız gerekir, kendisiyle temas ediniz, kabul ederse naklettiri­ rim" dedi. Ayrıldık. ' 2 Nisan 1 9 1 9 günü ikamet ettiğim Telgazi Tayfur köyünde biraderlerim İhsan ve İnayet beylerle birleşip, Harim'e gitmeye karar verdik. İhsan Bey geldi; İnayet Bey'in işi çıktığı için biz­ lere Harim'de katılacakmış. Harim işgal kumandanı Teğmen Colonel (albay) Sezar' a ikimiz gittik. Kumandan bizleri Ah­ met Ağa Bermede' nin karargah yaptığı konağında kabul etti. Cezayir'den gelen misafiri Şeyh'i ağırlıyordu. Tercüman An­ takyalı Filip Efendi' ye ziyaret sebebimizi sorduğunda, yuka­ rıda belirttiğim hususlar nedeniyle kazanın tekrar Reyhani­ ye 'ye naklini rica ettiğimizi söyledik. Kumandan yanındaki nefere Fransızca bir şeyler söyledi. Nefer gitti ve biraz sonra kucağında bir kedi ve bir köpek yavrusu getirerek kumanclA· na verdi. Kumandanın kucağına aldığı iki yavru, birbirlerine alışmış oldukları için, koklaşıp oynaşmaya başladılar. TercO·· man aracılığıyla "Bunu anladınız mı?" sualine "Hayır" de39


dik. Nefere yine bir şeyler söyledi. Bu sefer zincirle bağlı bir çakal yavrusu geldi. Birbirleriyle koklaşıp oynaşan kedi ile kö­ pek yavruları, çakal yavrusunu görünce oynaşmayı bırakıp çakal yavrusuna karşı irkilmeye başladılar. Kumandanın işa­ reti üzerine, nefer çakal yavrusunu götürünce kucağındaki yavrular sakinleşip, yine oynamaya başladılar. Bize, anlayıp anlamadığımızı sordurunca, bir mana veremediğimiz için an­ lamadığımızı söyledik. Bunun üzerine kucağmdakini göste­ rip "Biri Türk, biri Arap, çakal yavrusu da Osmanlı devleti­ dir. Osmanlı devleti varken bunlar anlaşıp yaşayamıyorlardı. Osmanlı devleti gidince bakınız ne güzel anlaşıyorlar. Artık Osmanlı devleti yoktur. Türk-Arap bir arada yaşarsınız" di­ yerek bizleri kovdu. Bu tarihi çirkin hadiseyi l938'de sağ olan tercüman Filip Efendi'den naklen 1939'da Hatay mebusu olan Bekir Kunt Bey çıkardığı mecmuada yayımlamıştı. Biz işgal karargahından ayrılırken gelen, biraderim İna­ yet Beye durumu anlatıp, hep beraber Kodaği'ye köyünde ika­ met eden yeğenimiz Mürselzade Haydar Bey'in evinde bizle­ ri bekleyen, halazadelerimiz Mürselzade Abdurrahman, Abdul­ lah, Sururi Beylerle amcabeyzadelerimiz Mürselzade Arif, Ah­ met, İzzet beylerle buluştuk. Hep beraber Reyhaniye'de bizle­ ri bekleyen halazadelerim Bahadırlı Mehmet, Hacı Hasan, Nu­ ri ve Gümülü Mahmut beylerle, Bahadır Osman, Halil, Süley­ man, Hacı Veliş ağalarla, Altunlu Süleyman, Mustafa ağalar ve Tecirli, Ömeroğlu, Atasever ağalarla birleşerek amcazadem Mürselzade Kadir ve Kemal beylerin Çathüyük köyündeki ko­ nağına giderek oraya gelen amcazademiz Çirkinzade Ökkeş Ağa, Süleyman Ağanın torunu Küçük Ağa, Arif Ağa' nın to­ runları Ahmet, Mustafa ağalar, Şıh Ömer Ağa, Duman Ağa ve Karabeyzade Tevfik Bey, Durmuşoğlu, Veli ağalar, Behzat ağa­ lar, Küçükzade Mamo Ağa, Akpınar Ali Ağa, Sarı Ağa, Paşa 40


Ağa, Garbizadeler, Kızılkayalar, Şıh Hasan Ağa, Ali Ağa Genç, Ahmet Ağa Genç, Alhas Salman Efendi ve isimlerini hatırla­ yamadığım birçok kişi ile Harim'de başımıza gelen hadise ve genel durumu uzun uzun görüştük. Fransız idaresini kabul et­ memize imkan olmayacağını ve mücadeleye karar vermemize rağmen sığınacak ve yardım görecek bir imkan buluncaya ka­ dar faaliyete geçmemeye ve beklemeye karar vererek ayrıldık. Bir süre sonra biraderim Mürselzade İnayet Bey'le 1917'de mutasarrıflık olan ve İngiliz işgalinde bulunan An­ tep'e, mutasarrıf Ahmet Bey, Dai Ahmet Ağa ve diğer eşraf­ la aldığımız karar hakkında görüşme ve yardım talebinde bu­ lunmaya gitik. Bizlere maalesef bir yardımda bulunamayacak­ larını öğrenerek veda edip Kilis'e geldik. Dağlı Ahmet Bey'e misafir olduk. Burada olduğumuzu haber alan amcazadem Mürselzade Ahmet Bey yanımıza geldi. Biz, Antep'e gitmek üzere ayrıldıktan sonra Maho ve çe­ te arkadaşları Hassa' nın güneyinde bir hadise yapmışlar. Bun­ dan ötürü, Fransızlar tarafından takibe uğrayınca, Mürselza­ de Ahmet Bey' e sığınmışlar, bunu haber alan Fransızlar Ah­ met Bey'in köyünü basınca Maho ve arkadaşları Kürtdağı'na kaçmışlar. Ahmet Bey de kaçarak Kilis' e yanımıza geldi. Misafir olduğumuz Kilisli Ahmet Bey'den de bir yardım görülemeyeceğini anlayınca, Kilis' ten hep beraber tekrar Rey­ haniye' ye geldik. Hamam köyünde Mürselzade Ahmet Bey bizden ayrılarak Ahmet Ağa Genç'le Ali Ağa Genç'in yanı­ na gitti. Biz de köylerimize döndük. Harim Baskını: Çok geçmeden Mürselzade Ahmet Bey, Kürtdağı ve Gavur Dağı çeteleri Maho ve arkadaşları, Amik'ten Faruk Cengiz, Meh41


met Şahin ve arkadaşları ile birleşerek Harim Kalesi' ni bastık. Sarp, kayalık ve sağlam olan kalenin eteklerinde mevzilendik. Bi­ zi fark eden Fransızlar ateş yağmunına tuttu. Biz de ateşe başla­ dık, uzun bir çarpışmadan sonra anladık ki bu iş böyle yürüme­ yecek. Fransızları susuz bırakıp, teslim etmeye mecbur etmek için, kalenin su kuyusunu tahrip etmeye karar verdik. Faruk Cengiz bu işi üzerine aldı. Kuyuya sokulmak için mevziden fırladı. Bu­ nu gören Fransızlar tekrar yaylım ateşine başladılar. Üzerimize gelen kurşun ve şarapnel parçalarından kurtulmak için kayaların arkasına saklanarak, zikzaklar yapıp kuyuya yanaşmaya çalışan cesur arkadaşım Faruk Cengiz'i korumaya çalışıyor, Fransızlara devamlı ateş ediyorduk. Fransızların yaylım ateşi karşısında ku­ yuya daha fazla yanaşamayacağını anlayan Faruk Cengiz el bom­ basını fırlattı. Mesafe biraz fazla olduğundan tam isabet almadı­ ğı için kuyu istediğimiz gibi tahrip olmadı. Durumu anlayan Fran­ sızlar ateşi daha da sıklaştırdılar. Fransızların üstün ateşi karşı­ sında daha fazla sokulamayacağını ve kuyuyu tahrip edemeye­ ceğini anlayan Faruk Cengiz geri döndü. Geri dönerken yakını­ na düşen şarapnel parçasıyla az daha vuruluyordu. Boşuna mü­ cadeleden vazgeçerek ateş altından geri çekilirken mücahit arka­ daşlarımızdan biri ağır, birkaçı da hafif yaralandı. Harim Kalesi baskınında Fransızlara yaptığımız bu ilk ha­ reket başarılı olmayınca ileride birleşmek üzere dağıldık ve köylerimize gittik. Maho adamlarıyla Kürtdağı'na gitti. Mür­ selzade Ahmet Bey Fransızların takibine maruz kalmışsa da; Fransızlar hadisenin büyümemesi düşüncesiyle Mürselzade Ahmet Bey'in üzerine fazla gitmediler. Maho Tarafından Tuzaga Düşürülüşümüz: Bu karışık hal devam ederken, Mustafa Kemal ' in Sam42


sun' a çıkması, arkasından Erzurum, Sıvas kongrelerinin ya­ pılması ve nihayet Ankara'da Kuvayı Milliye hükümeti, bizim gibi işgale uğrayıp da ümitsiz ve karanlıklar içerisinde çırpı­ nanlara büyük ümit ve cesaret vermişti. Bu arada biraderim Mürselzade inayet Bey, amcazadem Mürselzade Ahmet, halazadelerim Mürselzade Abdurrahman ve Abdullah beylerle buluştuk, Kürtdığı'na giden Maho ve ar­ kadaşlarını takviye ve techize karar verdik. Bu karar gereğin­ ce Tekbıyık Hacı ve bazı çeteler de Maho'ya katıldılar ve ka­ rargahlarını Kürt dağının Kazıklı köyünde kurdular. Birkaç gün sonra, biraderim inayet, amcazadem Ahmet, halazadelerim Abdurrahman Sururi beyler ve Sarıcalı Şıh Ha­ san Ağalar, halazadem Mürselzade Abdullah Bey'in çiftliği olan Başköy'de toplandık. Zira Fransızlar Şıh Hasan Ağa'yı takip ettikleri Mürselzade Ahmet Bey için, "Gelip özür dile­ sin takibi durduralım" diye aracı göndermişler. Durumu gö­ rüştük. Ahmet Bey, gidersem hapsederler endişesiyle gitmek istemediği halde, bizler tam hazırlanıncaya kadar Fransızları kuşkulandırmamak için gitmesini istedik ve Ahmet Bey'i ik­ na ettik. Bunun üzerine aynı gün Ahmet Bey, Şıh Hasan Ağa'yı da alıp lskenderun'a işgal kumandanına gitti. Bizler de köy­ lerimize dağıldık. Başköy'den ayrıldıktan iki gün sonra Telgazi'deki ika­ metgahımda yatarken, yanımda çalışan Antakyalı İsmail Ağa, " Misafir geldi" diyerek gece yarısı beni uyandırdı. Aşağıya indiğimde, Ahmet Bey'in ağabeyi amcazadem ve eniştem Mürselzade Arif Bey, Eşref, halazadeleriın Mürselzade Ab­ du.11ah ve Bahadırlı Nuri beylere "Bu saatte gelişiniz, hayır mı?" deyince "Merak etme, mühim bir toplantı varmış, Ka­ zıklı 'ya gidiyoruz, sen de geleceksin, hadi acele hazırlan" de­ diler. Acele hazırlanıp, atlarımıza binerek, Maho ve adamla43


rıyla hep birlikte hareket ettik. Çatalhüyük'ten geçerken Müş­ rüfiye'de amcazadem Mürselzade Kadir Bey'i alarak yolumu­ za devam ettik. Biraz gittikten sonra ortalık ağarınca etrafımı­ za baktığımızda, Fransızlarla mücadele için, teçhiz ve takvi­ ye ettiğimiz Maho ve arkadaşları tarafından çevrilip, namlu­ lar üzerimize tutulduğunda tuzağa düşürüldüğümüzü anla­ dım. Anladım ama, iş işten geçmişti. Kürtdağı' ndan Kazık­ lı' ya vasıl olunca bizleri bir çardak altına oturtup silahlarımı­ zı aldılar. Bu çapulculara inanıp davamızda bize hizmet ede­ cekleri düşüncesiyle yaptığımız o ahmakça hareketin cezası­ nı hak etmiş olduk. Üzüntümüzden, getirilen yemeği yemedi­ ğimiz gibi, gece de uyuyamadık. Ertesi sabah, Maho'nun bizleri buraya 500'er altın fidye istemek için, desise ile davet ettiği anlaşıldı. Bizlerin Kazık­ lı 'da rehine olduğumuzu haber alan Gençağazade Ahmet ve Ali ağalar yanımıza geldiler. O zaman, o muhitte, Kürtda­ ğı'nda Ahmet ve Ali ağaların nüfuz sahibi ve kuvvetli olma­ ları aynı zamanda Maho'nun yanındaki çetelerin çoğunluğu­ mın o havali halkından olması itibarıyla, ağalara karşı gele­ meyeceğini anlayan Maho, ağaların serbest bırakılmamız tek­ lifini istemeyerek de olsa kabul etti. Gece Ahmet ve Ali ağa­ larla beraber Kazıklı'dan ayrıldık ve ertesi gün ikametgahım­ da kendi aramızda yaptığımız toplantıda, ya bizzat işin başı­ na geçelim veya Fransızlarla mücadeleyi bırakalım görüşleri­ nin tartışması sonunda işin başına geçip mücadeleyi bizzat yü­ rütelim kararına vardık. Kilis ve Katma ya Hareket: Bir süre sonra durumu incelemek üzere halazadelerim Mürselzade Abdullah, Bahadırlı Mehmet beylerle, arkadaşım 44


Faruk Cengiz, Mehmet Şahin, Hamit Öcal ve daha birkaç ki­ şi ile Kilis'e hareket ettik. Afii n Köprüsü'nden ve Kürtdağı'nın Aşikibar köyünden geçerek Katma'nın güneyine yetiştiğimiz zaman tepenin üzerinden 5-6 Fransız süvarisi göründü. Bizi fark edip süratle üzerimize gelirken arkadaşımız Ha­ mit Öcal Efendi silahına davranıp ateş etmek isteyince, silah sesi etraftan duyulup başkalarını da üzerimize getirir düşün­ cesiyle mani oldum. Süvariler gelip önümüzü çevirdiklerin­ de, Cezayir ve Tunuslu Müslüman asker olduklarını görünce, önde olduğum için bunlara Şerif ' in (Faysal Hükümeti) jandar­ ması olduğumuzu ifade etmek istedim. Arapça bilmediğim için anlatamayacağımı anlayınca, arkamdaki Arapça bilen ha­ lazadem Bahadırlı Mehmet Bey'e "Çete olmayıp, Şerif'in jandarması olduğumuzu ve tahsilata çıktığımızı " anlatması­ nı söyledim. Anlattı. Kaybettikleri hayvanlarını arıyorlarmış, sözümüze inanarak bizden ayrıldılar. Biz de yolumuza devam ederek Azez kazasından geçip, akşam Kilis'e yetiştik. Gece­ yi Dağlı Ahmet Bey'in evinde geçirdik. Ertesi günü Kilisli Avukat Reşit Bey'i bulduk. O gün, sonradan lağvedilen mev­ levi tekkesinde toplanan Maarif-i İslamiye Cemiyeti'yle Eş­ raf-ı Beldenin toplantısına katıldık. Bu toplantıda Kürtdağı'na gelmiş olan Kuvay-ı Milliye kumandanı Yüzbaşı Kamil Bey, (namı müstearı Polat Paşa) ile temas etmek için bir heyetin se­ çimi görüşülüyordu. Neticede Kilis'i temsilen Akif, Müslü­ man, İslam ve Hacı Ahmet efendiler temasa memur edildiler; toplantı dağıldı. Ertesi günü bu heyetle hep beraber Kilis'ten hareket ederek Kürtdağı'nın Meydanki köyünde Şıh Abdi'nin evinde misafir olan Polat Paşa'nın yanına geldik. Tanıştık. Görüştüğümüzde, Kilis Kuvayı Milli'ye karargahının, Kilis' in kuzeyinCteki c�rcik.köyünde yerleşmesini kabul ettiler. Bizim yar�ım isteklerimize "Beraberimde kuvvetim ol45


madığı için size yardımda bulunamayacağım " dedi. Fakat bu durum karşısında Fransızlarla fiilen muhasama ve müsademe icap ettiğine göre, Maraş'tan talimat almak ve noksanlarımı­ zı tamamlamak üzere anlaşmaya varılarak, Polat Paşa'dan ay­ rıldık. Ve ertesi gün Katma'da Mennenzade Niyazi Bey'de ge­ ne misafir olduk. İkinci günü erken saatte oradan ayrılıp Kat­ ma'nın güneyindeki Hannan ve Mennan türbesinin yanında iken, karşımızdan Fransız süvari kolunun geçmekte olduğu­ nu görünce dağıldık. Çeşitli yerlerden geçerek Afrin nehri ci­ varında Umuzade Hasan Ağa'nın köyünde arkadaşlarla tek­ rar birleşerek Reyhaniye'ye gelip ertesi günü buluşmak üze­ re ayrılarak köylerimize gittik. İkinci günü diğer akraba ve hemşerilerimizle buluşup, toplanarak temasımızı anlattım. Maho 'nun /kinci ihaneti: Bir taraftan teşkilatlanmaya başlanırken diğer taraftan da Polat Paşa ile ilgiyi kesmedim, hatta haberleşme ve temasımı­ zı sıklaştırdık. Bu arada aldığım bir haberle Polat Paşa'yı Kilis Kuvayı Milliye Kumandanlığı'ndan alıp, yerine Kilis Askerlik Şube­ si Reisi Binbaşı Mahmut Bey'i atadıklarını öğrendim. Hazi­ ran sonuna doğru Binbaşı Mahmut Bey ile görüşmek üzere amcazadem Mürselzade Halil Bey, arkadaşım Faruk Cengiz, Mehmet Şahin ve 5-6 arkadaşı ile Kürtdağı'na geçtim. Kilis Kuvayi Milliye karargahı Cercik köyünden Cengin köyüne nakledilmiş. Cengin köyüne geldiğimizde Binbaşı Mahmut Bey efrat toplamak üzere civar köylere gitmiş, görüşemedik. Kilis Kaymakamlığı vazifesini görmekte olan Cemal Bey'le görüştüğümüzde Antep mutasarrıfını görmeye gideceğini öğ­ renince, Antep mıntıka kumandanı Recep Bey'le görüşmek 46


üzere Cemal Bey'le beraber gitmeye karar verdik. Geceyi ora­ da geçirip, ertesi gün Cengin'den hareket ederek Mülk köyü­ ne geldik. Orada babamın dostu olan Mülklü Ali Ağa'nın to­ runları Ali ve Hacı ağalara misafir olduk. Hacı Ağa yokmuş. Amcaları Ali Ağa bizi bırakmadı. Yemeğimizi yeyip orada yat­ tık ve ertesi günü öğle sonu Cemal Bey'le Mülk'ten ayrılıp, Antep'e hareket ettik. Bir iki saat sonra Mülk' ün doğusunda­ ki Karasakal köyüne yetiştiğimiz zaman arkamızdan gelen at­ lılar bize seslenince durduk. Yanımıza gelip bana "Binbaşı Mahmut Bey Mülk'te sizi istiyor" dediler. Cemal Bey'le ve­ dalaşarak Mülk'e döndük. Yarım saatlik bir yol almıştık ki, yanımda giden atlı birdenbire kucağımdaki mavzere sarılıp al­ mak isteyince "Ne yapıyorsun? " derken öbür yanımda giden Mülk'lü Hacı Ağa (Gavur Hacı) "Şahin, sen karışma" deyip bana "Beyim ben yabancı değilim ağırlık olmasın mavzeri ba­ na ver" demesi üzerine boş bulunup mavzerimi Hacı'ya ver­ dim ve arkama dönüp arkadaşlara baktığımda onların da ku­ caklarından silahlarının alınmış olduğunu gördüm. Aldandı­ ğımızı, yine bir pislik olduğunu geç te olsa anladım. Dört sa­ at önce izzet-i ikbal ile ayrıldığımız Mülk köyüne bu defa esir olarak döndük. Beni, Halil Bey'i ve Faruk' u Ali Ağa'nın da­ ha önce misafir ettiği odaya hapsettiler. Diğer 7 kişiyi de baş­ ka yerlere dağıtmış kapımızın önüne iki nöbetçi dikmişlerdi. Akşama doğru nöbetçinin gözcülüğünde (tuvalete gitmek için) dışarı çıktım. Odanın kuzey tarafında yanıma bir genç sokul­ du, yavaşça Mustafa Paşa'nın oğlu, Bahadırlı Nuri Bey'in da­ yısı olduğunu öğrendim, "Canını sıkma, ağalarla görüştük, bu edepsizlerin elinden sizi kurtaracağım" dedi ve uzaklaştı. Oda­ ya döndüm. Biraz sonra yemek getirdiler, aç olduğumuz hal­ de üzüntü ve sinirden hiçbirimiz yiyemedik. Gece Mülk' lü Ali ve Nahsen ağalarla Kürümlü Ökkeş Ağa geldi. Hadiseye çok 47


üzülüp utandıklarını söylediler. Ve nasıl yakalandığımızı an­ lattılar: Yeğenleri Hacı ve 1 5 adam, Maho, Tekbıyık, Karayusuf ve avanesiyle birlik olup bizi gafil yakalayarak esir etmişler. Maho ve diğerleri tanınmamak için arkada kalıp yanımıza Ha­ cı ve adamları sokulmuş ve silahlarımızı yukarıda anlattığım şekilde aynı anda almışlar. Maho ve arkadaşlarından izin ala­ rak Ali ve Nahsen ağalar bizi kendi yanlarına (evlerine) gö­ türdüler, geceyi orada geçirdik. Sabah erken Ali ve Ökkeş ağalar yanımıza geldiler. Hal ve hatır sorduktan sonra bana " Çete reisleri, Nahsen Ağa'nın odasında toplanmışlar. Seni oraya yanlarına isteyecekler ve beraber olarak Amik ovasına götürüp akrabalarını soyacaklar. Sakın beraber gitme, biz adam topladık. Odanın hatta köyün etrafını sardırdık; size bir şey yapamazlar, ne kadar ısrar ederlerse etsinler inanma ve katiy­ yen gitme " dediler ve ayrıldılar. Nitekim biraz sonra biri geldi " seni çete reisleri istiyor" dedi, beraber Nahsen Ağa 'nın odasına gittik, Maho, Tekbıyık, Karayusuf içeri girdiğimde kımıldamadılar. Bir tarafa otur­ dum, "merhaba " dediler ve Maho ' ' Şimdi biz hareket edece­ ğiz, sen de bizimle beraber gelmez misin? " deyince " Hayır sizlerle gelemem " dedim. Bunun üzerine Tekbıyık " Sen bi­ zim beyimiz, büyüğümüzsün, beraber gidersek daha güçlü ve kuvvetli oluruz " dedi, "Hayır gidemem " dediğim sırada ka­ pı açılarak Kürümlü Ökkeş Ağa, dün dışarı çıktığımızda ya­ nıma sokulan genç (Veysel Ağa) ve Işlak Mustafa ellerinde mavzer içeri girdiler. "Bey'e yaptığınızdan utanın, köy sarıl­ dı, onu rahat bırakın" dediler. Çete reisleri bu hali görünce du­ rumu kavrayıp fazla ısrar etmeyerek "Madem ki beraber git­ mek istemiyorsun, biz gidelim " diyerek kalkıp gittiler. Onlar gittikten bir iki saat sonra 70 kadar Lohanh, Mülk48


lü, Küıümlü çeteler bizi yalnız bırakmadılar, birlikte hareket ettik. Faruk Cengiz bir arkadaşını alarak daha önce Amik' e du­ rumumuzu haber vermek için gitmişti. Akşama doğru Abar kö­ yüne geldik. Gece Mecit Ağa'nın evinde kaldık. Ferdası günü Kürtdağı 'nda Meydanki köyünde Şıh Abdi Ağa'nın evine gel­ dik. Daha evvel Maraş'tan gelen seyyar Kuvayı Milliye Akın­ cı Kumandanı Sakallı Bedri Bey misafir olarak bulunuyordu. O sırada Maho, Tekbıyık, Karayusuf, maiyetleri ile ora­ ya geldiler. Mülklü Gavur Hacı da beraberdi. Bedri Bey' le Ha­ lep'i basmak üzere konuşup ikna ettiler. Giderken beni de be­ raber almak istediler. Y ine " Hayır sizlerle bir yere gitmem" deyince ısrar etmeyip, gece Halep istikametine hareket ettiler. Biz de geceyi orada geçirdik. Ferdası günü bizimle gelen 70 kişiden iki kişi hariç diğerleri geri köylerine döndüler. İki ki­ şiden biri, Mülk' te dışarıya çıktığımda yanıma sokulan Vey­ sel, diğeri de Lohanlı türkücü Ökkeş olup, her ikisi de benim­ le birlikte Amik'e gelmek için yanımda kaldılar. Hep beraber Şıh Abdi ve Bedri Bey' e veda ederek Amik'e hareket ettik. Şarbaoğlu (Çorbaoğlu) Aslan Ağa' nın evine yetiştiğimizde Fa­ ruk Cengiz'le Amik' ten birçok akraba ve dostlar da oraya gel­ diler. Geceyi orada geçirip sabah hep beraber Reyhaniye'ye hareket ettik. Maho 'nıın Akıbeti: Bizim Meydanki'den ayrıldığımız günün gecesi, Ha­ lep'teki Fransız karakoluna baskın yapacağını söyleyerek Bed­ ri Bey'i ikna edip, Halep istikametine giden Maho ve arka­ daşları Halep' in Sebil mıntıkasına gelerek, Fransız karakolu­ na laf olsun diye birkaç el silah sıkmışlar. Sonra da dönerek Halep'in kuzeydoğusundaki Meryem' in köyüne gelmişler. 49


Köylüler gerek korktuklarından, gerekse Türk Kuvayı Milli­ ye çeteleri sandıkları için, karşı koymamış sofra hazırlayıp, ik­ ramda bulunmuşlar. Yemekten sonra, köylülerin bu davranış­ larına rağmen, köyü yağma etmişler. Hatta, kadınların boyun­ larından gerdanlıkları ile kulaklarındaki küpelerine varıncaya kadar zorla almışlar. Oradan Meydanki köyüne gelerek Akın­ cı Sakallı Bedri Bey' e Halep Karakolu'nu bastıklarını anlat­ mışlar. Fakat bir müddet sonra Meryem'in köyünden birkaç kişi gelerek, Şıh Abdi 'ye maruz kaldıkları yağmayı anlatmış­ lar. Şıh Abdi de durumu Bedri Bey'e bildirince, fena halde üzü­ · len Bedri Bey, Maho ve arkadaşlarına köylülerden aldıkları­ nı iade etmelerini söylemişse de Bedri bey'i dinlemeyip, ay­ rılmış Mülk köyüne gitmişler. Bedri Bey, bu soygunculuğu Türk Kuvayı Milliyesi adı­ na yapılmış zanneden toplum üzerinde, fena tesir edeceğini düşünerek kuvvet almak ve durumu bildirmek üzere hemen o gece Maraş' a hareket eder. Gece gündüz demeden Maraş' a iki günde yetişip, vaziyeti Kolordu Kumandanlığı'na anlatır. Ku­ mandan da Bedri Bey'e bir müfreze asker, bir makineli tüfek ve bir de mantelli top verir. Bedri Bey, bu kuvveti alarak süratle eşkıyaların bulun­ duğu Mülk köyüne gider, müfreze ile köyü kuşatır. Kendisi de köyün batısında, bir kilometre kadar uzağındaki bir dere­ de, birkaç kişi ile köye gönderdiği zabiti bekler. Köye giden zabit "Maraş'tan gelen kumandan paşa, çeteleri istiyor, güne­ ye yapacakları hareketi görüşecekler " demesi üzerine, çete­ ler köyün sarıldığından habersiz oldukları için, gelen zabitin tebligatını aralarında tartışarak, paşa ile görüşmek üzere Tek­ bıyık Hacı' yı zabitle gönderirler. Dereye gelen Tekbıyık, Ha­ cı Bedri Bey tarafından hemen öldürtülür. Zabit yine gönde­ rilir "Tekbıyık Hacı meseleye yalnız karar veremiyor. Paşa di50


ğer ağaları da istiyor" deyince bu defa da Karayusuf yanına iki adamını alarak gider, onlar da hemen öldürülür. Arkadaş­ larının gelmediğini gören Maho ve Gavur Hacı 20 kadar ada­ mını alıp zabitin gittiği istikamete gitmek isterlerse de, köyün sarıldığını görerek şüphelenip, atlarına atlayan Maho ile Ga­ vur Hacı firar eder. Kaçamayan 20 adamı yakalanarak Maraş' a gönderilir. Meryem'in köylülerinden yağma edilen ganimet­ leri Bedri Bey köylülere iade eder. Bu hareket gerek dahilde gerekse hariçte Türk Kuvayı Milliye'sine büyük güven ve itimat duyulmasına etkili olmuş­ tur. Bu hadiselerden sonra Türk mücahitleri nereye girmişler­ se yardım ve yakınlık görmüşlerdir. Reyhaniye'ye döndükten birkaç gün sonra yukarıda anlat­ tıklarını memnuniyetle öğrendik. Allah kötülerin cezasını mu­ hakkak veriyor. Nitekim bir ay sonra Maho, Kazıklı'da kayın­ biraderi tarafından öldürülüp, başı Fransızlara gönderiliyor. Misak-ı Milli Hudutları İçinde Olup Olmadığımız Husu­ sunda Mustafa Kemal'le llk Temasımız: Reyhanlı'ya Meydanki'den avdetimizden sonra teşkilat­ lanmayı hızlandırdık. Sık sık buluşup toplanıyorduk. Birade­ rim Mürselzade İnayet, halazadelerim Mürselzade Abdurrah­ man, Abdullah, Sururi, yeğenim Mürselzade Haydar, amca­ zadelerim Mürselzade Ahmet, Kadir, Kemal beylerle arkada­ şım Faruk Cengiz, babası Ahmet Selamet Efendi, Bahadırlı Osman, Halil ağalar, Altunlu Süleyman Ağa, Durmuş ve Ve­ li ağalar, amcazadelerim Çirkin Ağalar, halazadelerim Baha­ dırlı Mehmet, Nuri, Hacı Hasan, Gümüllü Mahmut ile Genç ağalar ve diğer akraba ve aşiret ağaları ile sık sık tolanıyor, durumumuz ve davamızla ilgili görüşmeler yapıyorduk. Bu toplantılardan birinde fiilen harekete geçmek için, karar ver­ me müzakereleri yapılırken İskenderun Sancağı ve havalisi51


nin hududu milli (Misak-ı Milli hudutları) haricinde olduğu­ nu bazı münafıkların ortaya atmaları hususu görüşülmüş; doğ­ ruluğunu öğrenmek üzere Antep'teki Fransızlarla yapılan mu­ harebeyi sevk ve idare eden kumandanla görüşmek için, ak­ rabalar beni vazifelendirmişlerdi. Faruk Cengiz, Mehmet Şahin, Karaahmetli Ali Keleş ve bazı arkadaşlarla mayıs sonu Antep 'e hareket ettik. Antep'te Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti' ni idare eden lncezade Hüseyin, Patpat Nuri, Kahraman Hacı, Pazarbaşı Nuri ve diğer arkadaş­ larıyla yaptığımız temasta bu hususu bilmediklerini birkaç gün önce Ankara' ya çağrılan Kılıç Ali Bey'in malumatı olabilece­ ğini, fakat mıntıka kumandanı irfan ve Miralay Recep beyler­ le temas ederek öğrenebileceğimizi söylediler. Ayrıldık. Mın­ tıka kumandanlığına giderek kumandanlarla temas ettik. On­ lar da "lskenderun Sancağı ve havalisinin Misak-ı Milli hudut­ ları içinde olup olmadığını bilmediklerini, iki gün önce Anka­ ra'dan Antep'e gelen kumandan Yüzbaşı Ali Bey'le görüşme­ mizi, ondan öğrenebileceğimizi, ancak kumandanın şimdi An­ tep'in kuzeyinde Pınarbaşı veya Sam köyünde bulunduğunu" söylediler. Bunun üzerine gece yarısı Şehreküstü semtindeki geçitten geçerek şafakla Sam köyüne geldik. Yüzbaşı Ali Bey' i bulduk. Ali Bey'e Misak-ı Milli hudutları içinde olup olmadı­ ğımızı sorduğumuzda "Bir malumatım yok, arzu ederseniz seyyar telgrafımla Ankara'ya telgrafınızı çekerim " dedi. Ben de 29 Mayıs l 336'da (1920) Ankara'ya Rumeli ve Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri'nin Reisi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine bir telgraf çekerek durumumuzu sor­ dum. Bu arada Antep ve havalisi Kuvayı Milliye Kumandan­ lığı huzuru alisine aşağıdaki yazıyı yazdım: Antep ve Havalisi Kuvayı Milliye Kumandanlığı Huzu­ ru Alisine: 52


" Harim kazası, Halep vilayetinin bir kazası olup, cebel (*) kısmı Arap, ova kısmı ki: Reyhaniye nahiyesi, kamilen Türk ve Çerkez'le meskundur. Halep'in sukutunu müteakip (düşmesinden sonra) memurini mahalliyenin firar etmeleri üzerine boş kalan hükümeti Araplar işgal ettiler. O sırada Kat­ ma'da bulunan 24' üncü fırkanın Hamam' a geldiğini haber alan Arap memurları firar edip, fırka kumandanı Mahmut Bey bir miktar asker gönderip bir malı (2) kadar hükümet-i Osma­ niye namına idare etmiştir. Fırka aldığı emir üzerine Ha­ mam'dan çekilip, kazasının boş kalması fırsatından istifade ederek hükümeti Arabiye tekrar memur göndererek icra-i hü­ kümete başlamış idi, bizce meçhul olan esbap (sebepler) üze­ rine hükümet-i mezkure tekrar çekilerek bir hafta sonra Fran­ sızlar tarafından kaza- i mezkureye vaziyet edilmiştir (3 ). Be­ lan, Antakya, Harim, İskenderun kazalarının Halep'ten fekk (**) ile lskenderun'u Liva yaparak diğer üç kazayı da Bey­ rut'a rapt etmişlerdir (bağlamışlardır). Kilis'in Çom nahiye­ sini Hükümet-i Arabiye alıp Agrar kazasına ilhak (katılmak) suretiyle Kilis' i Harim'den ayırmıştır. İskenderun Livasını ih­ tiva edip saha Kuvayı Milliye'nin gösterdiği hudut ve prog­ ram dahilinde olup, hükümeti Osmaniye'nin layünfet (4) bir cüz-ü (parçası) olduğundan şimdiye kadar saye-i ra'fet ve ada­ letinde yaşadığı Rayet-i (5) Osmaniye altında yaşamak için ölünceye kadar çalışmaya imanıyla ahd etmiştir. 1 6 aydır her türlü hidemat, (6) alam (7) ve felaket içerisinde mevcudiyet­ i milliye ve diniyemizin muhafazası uğrunda çalışmakta iken Konya ve İstanbul'a kadar gidilerek Kuvayı Milliye mümes(*) Dağ (2) Ay. (3) El konulmuştur. (**) Ayımıakla.

(4) Ayrılmaz. (5) Bayrak. (6) Hizmetler. (7) Elemler, ağrılar, sızılar.

53


silleriyle görüşülmüş ve avdetimizde Kuvayı Milliye tarafın­ dan beray-i teşkilat Kilis ve Kürtdağı ' na teşrif eden Polat Bey ile teşerrüf edilmiş, mumaileyhten alınan talimat kısmen icra edilmiş, kısmen de Fransızların tegallüp (üstünlüğü) ve tahak­ kümü (baskısı) itibarıyla icra edilememiş olduğundan bu ker­ re Ankara'da Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Pa­ şa hazretlerine ve gerek mıntıka kumandanı Ali Bey'e arz edildiği gibi zatıalinize de arzı keyfiyet ediyorum. Vaziyetimizin fenalığını, mevkiimizin ehemmiyetini mu­ maileyh Polat Bey oraya kadar teşrif buyurarak görmüş hare­ ket ve teşkilatımızı tadil buyurmuştur (değiştirmiştir). Balada (başlangıçta) arzedildiği veçhile vatan-ı mukaddes ve muaz­ zezimizin düşmanının mülevvesc (pis) ayaklan altından kur­ tarılması için çalıştık ve çalışıyoruz ve ilelebed çalışacağız. Bi­ naenaleyh, bu kerre Fransızlarla akdedilen mütarekede İsken­ derun livası zikredilmemiş olduğundan (8) mukadderat-ı mus­ takbelimiz ve Kuvayı Milliye' mizin harekatı müphem kalmış­ tır. Hal-i tahammül nasuzuma nigah-ı (9) merhamet atfedile­ rek bir an evvel müzaharet ve muavenette bulunmak için taraf­ ı alinizden de müşarünileyh Mustafa Kemal Paşa hazretlerine arzedilmesini istirham ederim efendim hazretleri." 30 Mayıs 336 Belan (Belen) ve Reyhaniye Kazaları Eşrafından Karamürselzade Mustafa Paşa oğlu Tayfur Ata Ü ç gün geçtiği halde Mustafa Kemal Paşa'dan cevap ala­ mayınca bu defa 3 1 Mayıs 1920 tarihinde Mustafa Kemal Pa­ şa hazretlerine aşağıdaki telgrafı çektim: . Ankara'da Büyük Millet Meclisi Reisi Muhteremi Dev­ letlu Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine; 54


" İskenderun Livasını ihtiva eden sahanın hal-i esef işti­ mali 29. 5 . 1 336 (l 920) Sam telgrafhanesinden arzedilip üç gündür cevap alamadığımdan bu kerre dahi tasdi-i ser-i dev­ letlerine içtisar ediyorum. ( 1 0) Mukaddem ariza-i telgrafı­ mızda arz edildiği veçhi le muhitimiz Kuvayı Milliye 'nin, zir­ i cenah-ı satvet ve himayesinden hariç görülüp tesahüp edil­ meyecekse (1 1 ) şimdiye kadar içinde yüzdüğümüz bela ve me­ saib-i günagüne (12) tehammülümüz kalmadığından bu ana değin mütenaim ve mütefeyyiz (13) olduğumuz Rayat-ı Os­ maniye'nin mütemevviç (14) bulunduğu mahalle hicrete ama­ deyiz. Binaenaleyh ne hal ve ne suretle hareket etmekliğimiz emir ve iradesine telgrafhanede intizar ediyorum. Ol bahta fer­ man..." 31 Mayıs 1 3 36 Belan ve Reyhaniye kazaları eşrafından Karamürsel Mustafa Paşa oğlu Tayfur Ata (8) Anılan mütareke 30 Mayıs l 920'de imzalanıp20 günlük bir ateş kesi­ mi (tatili muhasamat) niteliğinde idi. M. 1 bunu belirtmekte, M. 2 Pozantı ve Sis (Kozan)'daki Fransız garnizonlarının Mersin-Adana çizgisine çekilmelerini, M. 3 Antep'in Fransızlarca boşaltılmasını, M. 4 de savaş ıutsaklanyla siyasal tııtuk­ lulann her iki yan arasında değiş tokuşunu sağlamak amacını güdüyordu. Fransızlann Mersin-Adana çizgisine çekilmesini ve Antep'in boşaltılma­ sını istemekle bu kentlerin güneyi ve dolayısıyla Hatay doğal olarak alınamaz­ dı. Bu yön daha sonraya bırakılmıştır. Tayfur Sökmen'in anılarından zamanın heyecanı içinde bu yönün doğal olduğunun anlaşılmadığı belirtilmektedir. Bu du­ rum az sonra görüleceği gibi Hatay Türklerini toptan göç istemeye deyin sevke­ decektir. (H. Bayur) (9) Bakış ( 1 O) Devletli başınızı ağrıtmaya cesaret ediyorum. ( 1 1 ) Çevremiz, Kuvayı Milliye'nin kudretli ve koruyucu kanadının gölgesi dışında göıiilüp ona sahip çıkılmayacaksa. ( 1 2) Türlü ( 1 3) Beslendiğimiz ve bereketlendiğimiz. ( 1 4) Osmanlı bayraklarının sallandığı.

55


Mustafa Kemal Paşa hazretleri Miralay Recep Bey vası­ tasıyla verdikleri cevapta, İskenderun Sancağı ve havalisinin Misak-ı Milli hudutları içerisinde olduğunu; Maraş'ta teşek­ kül eden İkinci Kolordu Kumandanlığı ile temas edilmesini emrediyorlardı. Alınan cevap ve diğer bazı kıymetli vesikalar maalesef kaybolmuştur. Bir toplantıda mücadele yılları konuşulurken Kılıç Ali Bey "Atatürk'ün, Sam telgrathanesinden çektiğiniz telgrafa verdiği cevabın sureti bende var. llk fırsatta size ve­ reyim" demişti. Bilahare hastalanıp vefat etti. Çocuklarına sorduğumda"Bulduğumuzda veririz" dediler. Mustafa Kemal Paşa hazretlerinden durumumuzu aydın­ latan cevabı aldıktan sonra, Yüzbaşı Ali Bey'e teşekkür ede­ rek, Sam köyünden ayrılıp Reyhaniye'ye döndüm. Durumu akraba ve arkadaşlarıma anlattığımda benim gibi onların da maneviyatları düzeldi. Bunun üzerine, birkaç gün sonra Maraş'ta İkinci Kolor­ du kumandanları ile temasa geçip, mücadeleye karar verdiği­ miz ve nasıl hareket etmemiz lazım geldiği hakkında direktif almak için gidilmesini teklif ettim. Verilen karar üzerine Fa­ ruk Cengiz ve kayınbabası Sofu Efendi 'yi alarak hareket et­ tim. Karamankaşı'nda Haydar Kılıçoğlu'na uğradım. O akşam yanında misafir olduk. Ferdası (ertesi) günü oradan ayrılıp Kargılık'ta Paşa Beyzade Halil Bey'e uğradık. Onu da alarak Hassa'ya geldik. Akşam Hassa'dan Tiyek yay­ lasına çıktık. Sabık Konya Valisi Arifi Paşa'nın oğlu Emin Ari­ fi Bey de oradaydı. Dördümüz Karabeyzade YusufBey'e mi­ safir olduk.Mürselzade Neşet Bey Karabeyzade Ali Bey' e mi­ safirmiş. Geldiğimizi işitince akşam yanımıza geldi. Konuş­ ma esnasında Maraş'a gideceğimizi öğr�nince "Ben de siz­ lerle gelirim " sözüne "Buyurun" dedim. Neşet Bey bilahare 56


misafir olduğu Ali beylere yatmaya gittikten sonra, bizler git­ me şeklini görüşüp, sabah erken yola çıkmaya karar vererek yattık. Ve ertesi günü Emin Arifi Paşa Beyzade Halil ve Ne­ şet beylerle altı kişi olarak Tiyek'ten Maraş'a hareket ettik. Öğle zamanı Islahiye' nin Hasanlı köyünde ikamet eden Hacı Çavuş, namı diğer Hacı Ağa'ya misafir olduk (Bir ara lskenderun'da hekimlik ve avukatlık yapan Mehmet Sön­ mez'in babası). Yemekten sonra oradan ayrılıp, akşam Sakça­ göz'de Hurşit Ağa'nın evine geldik. Geceyi orada geçirdik ve ertesi gün ikindiye doğru oradan ayrıldık, yola koyulduk. Ma­ raş 'la Pazarcık arasındaki Kılıçlı aşiretinin ağası Murat Ağa 'ya uğramayarak sabaha karşı Maraş' a yetiştik. Seneler önce Kılıçlı aşiretiyle Reyhaniye aşireti arasın­ daki katliam hadisesinden ötürü Murat Ağa'ya uğramaya lü­ zum görmemiştim. Birkaç gün sonra kendisine uğrayıp kah­ vesini içmeden Maraş' a geçtiğimiz Kılıçlı Murat Ağa yanıma geldi. Kendisine misafir olmadığımıza üzüldüğünü, çok se­ neler önce iki aşiret arasında geçen hadisenin kapandığını, bi­ ze saygısı olduğunu anlattı. Kusura bakmamasını söyleyerek gönlünü aldım; sonra ahbap olduk. Maraş' a geldiğimizde akrabamız Beyazıtoğlu Kadir Pa­ şa' ya misafir olduk. Muhafazakar olan ihtiyar Kadir Paşa kal­ dığımız 8-1 O gün zarfında bize çok yakınlık gösterdi. Gelişi­ mizin sebebini kendisinden saklamamıza rağmen bütün ço­ cukları ve diğer akrabaları ile milli mücadeleye hizmet yönün­ de karşılıklı fikir teatisinde bulunup, birbirimize faydalı ol­ maya çalışıyorduk. Oğulları Kemal Bey bizi hiç yalnız bırak­ mıyordu. Bir gün İskenderun 'da Fransızların zulmünden firar edip Maraş' a gelen Yunus Nadi Bey'in kardeşi Sadık Bey vasıta­ sıyla Maraş'taki Kuvayı Milliye teşkilatı ve ikinci kolordu er57


kanı ile tanıştık. ikincisi Kolordu Kumandanı Selahattin Adil Paşa'ya, Mustafa Kemal Paşa hazretlerine müracaatımızı ve cevaben gönderdiği telgrafı anlattım ve durumumuz hakkın­ da görüştüm. "Merak etmeyin, yakında sizlerltakviye için bir­ kaç arkadaş göndereceğim" dedi ve "Fransızlarla mücadele­ ye başlandığında kuvvet ve mühimmat göndermeyi de vaat ediyorum" diye ilave etti. Teşekkür ederek ayrıldım. Ertesi gün Posta Baş Müdürü Adanalı Nuri Bey'le görüş­ mek üzere, Emin Arifi ve Halil beylerle misafir olduğumuz Kadir Paşa konağından çıkarken, diğer odada yazı yazmakta olan Neşet Bey'e de uğrayıp, "Sadık Bey'le görüşmek üzere gidiyoruz, buyurun beraber gidelim" dediğimde " Siz gidin, ben yazımı bitirip gelirim" dedi. Biz de kendisini bekleme­ den çıkıp Sadık ve Nuri beylere gittik, görüştükten sonra ay­ rıldık. Bu arada Mürselzade Neşet Bey'in yapmış olduğu bir hareketini işitince çok üzüldük. Misafir olduğumuz Kadir Pa­ şalara döndük, paşanın oğlu Kemal Bey de Emin Arif i bey­ lerden hadiseyi öğrenince çok üzülmüş Neşet Bey'in kaldığı odaya giderek "Teessüf ederim" dediğimde "Bir hata ettim, affedersiniz" diyerek mahcup durumda evi terk etti. İkinci Kolordu Kumandanı Selahattin Adil Paşa ile tema­ sımız bitip yardım vaadi aldıktan sonra, Beyazıtoğlu Kadir Pa­ şa 'ya, çocukları ve akrabalarına misafirperverlik ve alakala­ rından dolayı teşekkür ettim. Emin Arifi, Halil Bey, Faruk Cengiz ve kayınbabası Sofu ile 5 kişi olarak Maraş'tan ayrıl­ dık. Emin Arifi Bey Hassa'da kaldı, Halil Bey de Kargılık kö­ yüne gitti. Biz de üç kişi Reyhaniye'ye döndük. Arkadaşlar­ dan ayrılıp Telgazi 'ye eve gittim. Ferdası günü Mürzelzade Ab­ dullah Bey' in Baş köyündeki evinde, Mürzelzade inayet, Ab­ durrahman, Sururi, Bahadırlı Mehmet, Hacı Hasan, Nuri, Gü­ mülü Mahmut �eyler bazı arkadaşfarla toplandık. Maraş se58


yahatimi Kolordu Kumandanı 'nın yapacağı yardımı ve Neşet Bey 'in manasızlığını ayrıntıları ile anlattım. Yardım haberine memnun oldular. Fakat diğer hadiseye de çok üzüldüler. Top­ lantı bittikten sonra köylerimize döndük. Ferdası (ertesi) günü Reyhaniye'de bulunan Alhasoğlu Salman (Öcal) Efendi'ye öğle yemeğine gittim. Yemek yer­ ken Mürzelzade Arif Bey geldi. Oturduk hep beraber yeme­ ğimizi yedik. Yemekte amcazadem ve eniştem Arif Bey "Tay­ fur nerelerdeydin? Kaç zamandır gözükmüyordun" diye so­ runca "Buralardaydım, malum mücadele ediyor ve uğraşıyo­ ruz" dedim. "Hayır gözükmüyordun, herhalde buralarda yok­ tun. Dikkat et, çok gezen ayağında pis getirir, sonra başımıza iş açarsın" sözüne Salman Efendi de "Arif Bey endişelenme Tayfur Bey yel (hava) biçiyor" diyerek benim maceraperest olduğumu boş yere macera peşinde koştuğumu söyledi ve ye­ mekten sonra ayrıldık. Ne bahtiyarlıktır ki 18 sene sonra Hatay devletinde vazi­ fe görürken Salman Efendi ziyaretime gelmiş, boynuma sarı­ lıp sevincinden ağlayarak, "Sen yel biçmemiş, memlekete bü­ yük hizmetler görmüşsün, aslında biz uyumuşuz" diye beni taltif etmiştir. Fransızlarla İlk Çarpışma: Maraş 'tan döndükten bir süre sonra Selahattin Adil Paşa sözünü yerine getirdi. Binbaşı Kadir, Yüzbaşı Şahin ve Teğ­ men Talat beylerle az bir kuvvet göndermiş. Saylaklı Kara Mehmet Ağa'nın yanına gelen bu zevat Telgazi'ye haber yol­ ladı. Ben de biraderim Mürsel zade İnayet Bey' e haber verdim. İnayet Bey, Saylaklı 'da Binbaşı Kadir Bey'le buluşarak beraberce Arap hükümeti adına hareket eden Yüzbaşı Asım Bey'in Kuseyr'in Narlıca köyündeki karargahına giderler ve Asım Bey ' e Kuvayı Milliye'ye katılmasını teklif ederler. Asım 59


Bey' in bu teklifi kabul etmemesi üzerine yanındaki mücahit­ ler (Nuri Aydın, kardeşi İzzettin Çavuş, Zübeyir Göçmen, Nu­ manizade Nuri ve arkadaşları) Asım Bey'i terk ederek, Bin­ başı Kadir Bey'e katılırlar. Bize haber yolladılar, Alabey'in kuzeyindeki Gümüşoluk mevkiinde buluştuk. Durumu müza­ kere ettik. Fransızlarla mücadeleye girmek için, bir hayli kuv­ vet lazım geldiği, hiç olmazı;a daha 1 00 kadar mücahit temin etmem kararlaştırıldı. Onlardan ayrılarak, kuvvet getirmek için Reyhaniye' ye gittim. Kınkhan'da Paşabeyzade Halil Kılıçoğlu Haydar ve ar­ kadaşları Saylaklı Kara Mehmet ve arkadaşları ile birleşerek Kuvayı Milliye Kumandanı Binbaşı Kadir, Yüzbaşı Şahin ve Teğmen Talat 'la hep beraber iki yüz kişi kadar bir kuvvet olup, Atik 'te Apışkaya mevkiinde Fransızlarla müsademeye tutuşur­ lar. Antakyalı Nevres ve bir çavuşun şehit olduğu müsademe­ de, Fransızların üstün kuvveti karşısında yenilgiye uğrayınca; hadiselerle yakinen alakalı olan Belan Kaymakamı biraderim İhsan Bey de dahil, hep beraber Hassa istikametine çekilme­ ye mecbur olurlar. Çekilirken biraderim İnayet Bey'le bazı ar­ kadaşları Reyhaniye' ye dönerler. Geri çekilen kuvvvet Hassa ile Kırıkhan arasında Boklu Kaya ismi ile bilinen yerden, Hassa'dan iltihak eden Tiyekli Mehmet Bey ve diğer mücahitlerle birleşerek kendilerini ta­ kip eden Fransızlarla yeniden müsademeye tutuşurlar. Bu defa mevkiin sarp ve kayalık, kuvvetlerinin eşit ol­ ması nedeniyle yenilgiye uğrayan Fransızlar, kumandanları dahil birçok kayıp vererek çekilmişlerdir. Çekilirken civarda­ ki birçok köyü yıkıp yakmış ve yağına etmişlerdir. · Bu hadiseden sonra, hadise ile ilgili olduğu için Mürsel­ zade İnayet Bey'i yakalamışlar, amcazadelerim Mürselzade Kadir ve Kemal beyler kaçtığı için anneleri Gülizar Hatun ile ·

60


küçük kız kardeşleri Medine (sonradan zevcem olan Medine Sökmen) hanımı eniştem ve amcazadem Mürselzade Arif Bey 'in zevcesi zannı ile, yanında çalışan kadını ve halazade­ lerim Mürselzade Abdurrahman, Abdullah ve Sururi beyleri de tevkif ederek İskenderun' a götürüp hapsetmişlerdir. İnayet Bey 'le diğer akrabalarımın yakalanmalarını öğrenince beni de yakalayıp hapsedeceklerini düşünerek Faruk Cengiz, Meh­ met Şahin ve diğer mücahit arkadaşlarla gece Reyhaniye'den Maraş istikametine hareket ettik. İkinci gün, Kilis'in Kuvayı Milliye karargahı olan Cen­ gin köyüne geldik. İslam ve Müslüman ( l 5) beylerle görüşüp durumu anlattım. Bize kendi kuvvetlerinden bir yardımda bu­ lunamayacaklarını Maraş'a gitmemizin lazım geldiğini söy­ leyince, ayrılarak Maraş' a hareket ettik. İkinci günü Antep' in Küçüksu köyüne geldiğimizde, Atik ve Hassa harekatından Fransızların çekilmesi üzerine Maraş' a gitmekte olan Nuri Aydın, İzzettin Çavuş, Cemil Cenani ve diğer mücahitlerle kar­ şılaştık. Birleşerek köyde biraz mola verdikten sonra Maraş'a hareket etmek üzere iken, Maraş'tan gelen Yüzbaşı Yaver Bed­ ri Bey'in muhtarın evinde olduğunu öğrenince yanına gittik. (Mustafa Kemal Paşa'yı ilk defa Halep'te Baron Oteli tera­ sında gördüğümde paşanın yaveri olarak tanıştığım Bedri Bey'di) geceyi orada geçirip ertesi sabah yaver Bedri Bey ku­ mandasında bütün mücahit arkatdaşlarla birlikte köyden ay­ rıldık: Üçüncü gün Reyhaniye'ye geldik. Kuseyr'e gitmeden Telgazi 'deki evime uğradık. Maraş'a hareketimizden bir gün sonra Mürselzade Kadir ve Kemal beylerin teslim olmaları üzerine İnayet Bey hariç di­ ğerlerini isbatı vücut etınek şartıyle serbest bırakmışlar. Bira( 1 5) Bu adlar takma olup sonra asıl ad olarak kalmıştır.

61


derim İnayet Bey'i daha sonra Arvat adasına göndermişler. Çiftliğimi basıp beni bulup yakalayamayan Fransızlar, çittli­ ğimi yağma etmişler. Bu anlatılanları duyunca çok üzüldüm. Biraz dinlendikten sonra Kuseyr'e hareket ettik ve gece Büyükburç köyüne geldik. Ömer Ağa evini ve odasını boşal­ tarak yaver Bedri Bey' in emrine tahsis etti. Karargah yaptık. Yorulmuştuk. Hem kendimizin hem de Fransızların durumu­ nu görüşmeyi ertesi güne bırakarak yattık. Sabahleyin bir ara­ ya gelerek müzakereye başladık. Gruplar teşkil edilecek, fa­ kat Bedri Bey'in direktifi ile hareket edilecekti. Bir heyet-i ida­ ri teşkil edildi. İdare heyeti Sandık eminliğine, Baslıkalı Ha­ cı Arif Ağa getirildi. Ömer Ağa'nın durumu müsait değildi. Ona yük olmamak için, para teminine karar verildi. Hemen faaliyete geçildi. Akraba ve hemşerilerimle; hiçbir maddi ve manevi yardımdan kaçınmayarak Ömer Ağa'nın, karargah yaptığımız evi elverişli bir yer oldu. Ertesi gün Fransızlarla mücadeleye başladık. Bir gece Dörtyol ve havalisinden, Fransızlarla mücadele eden Papa'nın (16) Mustafa, Kara Hasan Paşa, Fakıhin oğul­ ları ve kardeşleri, Kafadar Mehmet ve otuz kadar mücahit ar­ kadaş Fransızların çeşitli cephelerinden yaptıkları taarruz üze­ rine, oralarda barınamayarak Kuseyr'e gelip bize katıldılar. Dörtyol 'lu arkadaşların gelmesiyle kuvvetimiz çoğaldı, mü­ cadeleyi arttırdık. Bu durum karşısında Fransızlara aman ver­ memeye çalışarak, hemen her gün çeşitli yönlerden saldırıyor, bizleri yıldırmaya çalışıyor, fakat şiddetli mukavemet karşı­ sında bir şey yapamıyorlardı. Bir gün Derküş civarında karşı hücuma geçtik. Derküş köprüsünde şiddetli müsademeler yapıldı. Nuri Aydın, İzzet( 1 6) Lakap.

62


tin Çavuş, Cemil Cemali, Süphali Süleyman Ağa ve birçok Ku­ seyr ağaları büyük yararlık göstermiş, Fransızları hayli müş­ kül duruma sokmuşlardı. Hatta bir Fransız çavuşu ile dört Ce­ zayirli asker esir edilerek, çavuşun hafif makineli tüfeği ile si­ lahlarını alarak karargaha getirdiler. Getirilen esirler önceleri korkmuşlarsa da, kendilerine insani muamele yapıldığını, hatta arada uğrayıp hatır ve ihti­ yaçlarını sorarak gönüllerini aldığımdan rahatladılar. Müslü­ man Cezayirli askerlere yapılan iyi muamele aynen Fransız ça­ vuşuna da yapılmakta idi. Esirlerden alınan silahlar, özellikle hafif makineli, çok işi­ mize yaramıştı. Fransız çavuşunun hafif makineli tüfeği, ya­ pılan müsademede arızalanınca, çavuşa tamir etmesi söylen­ miş, o da tamir etmek istemeyince dövmeye kalkılmış. Bunu arkadaşım Faruk Cengiz'den öğrenince kendi milletine karşı kullanılmasını arzu etmeyeceğini, çavuşu· kendi yönünden haklı gördüğüm için, gidip arkadaşlara eziyet etmemelerini ri­ ca ettim. Hak verdiler ısrardan vaz geçtiler. lbrahinı Hanano 'nun Teması: Bu arada ilk mütareke devrinde Antakya'da Faysal hükü­ metinin kurulmasına büyük çaba sarfeden fakat sonradan Fransızların Suriye'yi işgali karşısında, bundan nedamet du­ yup Fransızlarla mücadeleye başlayan İbrahim Hanano, Ku­ seyr'de karargahımıza geldi. Kefertarimli hemşerimiz ve dos­ tumuz olduğu için Fransızlara karşı, karşılıklı yardımlaşma­ mızı ve beraber çalışmamızı teklif etti. Maksadının müşterek düşmanımız olan Fransızlara kar­ şı elbirliğiyle hareket etmek; lüzumunda Maraş' a gidip, İkin­ ci Kolordu Kumandanı Selahattin Adil Paşa ile görüşmek is63


tediğini söyledi. Nitekim daha sonra Maraş' a gitmiş, paşa ile görüşerek yardım görmüştür. Teklifi aramızda görüşerek her hususta mutabık kaldık. Yanımızda iki gün misafir kaldıktan sonra Kefertarim' e döndü. Fransızların Kefertarim Baskını: Aradan 8-1 O gün geçmişti, bir gün Fransızların Keferta­ rim' e baskın yapacaklarını haber alınca bir mektup yollaya­ rak bizden yardım istedi. Bedri Bey'le görüştük, bir miktar mü­ cahitle yardımda bulunmam kararlaştırıldı. Gavurdağı, Kuseyr ve Amik mücahitlerinden teşkil edi­ len 1 00 kadar kuvvetle sabah, İbrahim Bey'e yardım etmek üzere karargahtan hareket ettik. Asi Nehri kenarında Hacı Pa­ şa mezrasında öğle üzeri Hacı Rezzuk Ağa' ya misafir olduk, yemekten sonra taşkın olan Asi Nehri 'nin üzerinden at ile ge­ çilemeyeceği için, bizleri sahile, hayvanları da yüzdürerek karşı tarafa geçirdiler. Atlılar ve yayalar olarak Kefertarim is­ tikametine hareket ettik. Biraz sonra top sesleri, ilerledikçe ma­ kineli tüfek sesleri duyulmaya başladı. Biz Kuseyr'den hare­ ket ettiğimiz sırada Fransızlar da Halep istikametinden sev­ kettikleri kuvvetle, erken saatlerde Kefertarim'i abluka etmiş­ ler. İbrahim Hanano Bey Fransızların Harim tarafından gele­ ceği düşüncesiyle daha çok o tarafa ehemmiyet vermiş, bu yan­ lış tahmin yüzünden öğle sonuna doğru müdafilerin mukave­ meti kırılmış ve Fransızlar Kefertarim'e girmişler. Kaçabilen kaçmış, kaçamayanlardan birkaç kişiyi öldürüp, şehri yağma ettikten sonra şehrin kuzeybatısındaki Salkin'e doğru çekil­ mişler. Biz yetiştiğimizde Keyali Reşit Ağa 'ya rast geldik. Kucağındaki ekmekleri etrafına dağıtıyordu. İbrahim Bey' i sorduğumda "Şehrin kuzeyindeki kışlada " dedi. Oraya gittik. 64


Kışlanın yanında at üstünde efradının maneviyatını tak­ viye için Arapça nutuk irat ediyordu. Yorgun ve perişandı. Be­ ni görünce "Nerde kaldınız?" . "Bize geç haber yolladınız, ha­ beri alır almaz yola çıktık, ancak şimdi yetişebildik" dedim. Akşam olmuştu. Mehmet Şahin 'le bir kişiyi yanıma alarak kendisiyle beraber karargahına gittik. Diğer mücahitleri de çe­ şitli evlere dağıttı. Karargahında oturup konuşurken, yukarı­ da yazdıklarımı anlattı. Yorgun ve uykusuzduk, hazırlanan yerde yattık. Sabah erken uyandığımda İbrahim Bey yanıma geldi. Kahve hazırlatmış. Fransızların dünkü yağma ve tahrip etmeleri yüzünden fincan bulamadılar. Kahvaltı için getirdik­ leri yumurtaları yiyip, kabuğu ile de kahvelerimizi içtik ve dı­ şarı çıktık. Dün akşam üzeri mülaki olduğumuz kışlanın bu­ lunduğu sahaya geldik. Onun ve bizim mücahitlerimiz kısım kısım gelerek top­ landık. Fransızlar fazla ileri gidememişler. Bizimle Salkın ara­ sındaki kayalıklara yerleşmişler. Bırakılan gözcüler bu habe­ ri getirince iki kısma ayrıldık. Bizim mücahitler Harim yolu istikametinde ilerleyecek, kendi kuvvetleri de sol taraftan Salkın üzerine yürüyecek; İb­ rahim Bey 'le ben de birkaç arkadaşla iki ceph�nin ortasında­ ki kayalıklardan yapılacak muharebeyi sevk ve idare edecek­ tik. Kararımızı iki tarafa da bildirdik. Süratle hareket ettiler, biz de yerlerimizi aldık. 1 5-20 dakika sonra bizimkilerin "Al­ lah, Allah" ve silah sesleri Arap mücahitlerinin de "Hel he­ lo" ve zılgıtları ile bir nevi silah sesleri gelmeye başladı. Ya­ pılan hücumlar Fransızların geceden kayalıklara yerleşmiş ol­ malarından tesirsiz kalıyordu. Bunun üzerine bizimkiler de ka­ yaları siper alarak müsademeye devam edince taraflar arasın­ da silah düellosu hızlandı. Orta yerde kayalar arasındaki gözleme noktası olarak lb65


rahim Bey'in seçtiği yerden hem düşmanı hem de bizimkileri görüp çarpışmayı takip edebiliyorduk. Düşman kurşunları vı­ zır vızır üzerimizden geçtiği halde isabet etmediği için, iyi ni­ şan alamıyorlar diye düşündük. Halbuki Müslüman Cezayirli, Faslı, Tunuslu olan askerler bizleri öldürmemek için mahsus karavana atıyorlarmış. Bu yüzden bize göre hakim yerde ol­ duklarını görecek kadar yakın olduğumuz halde kayıp verme­ dik. Akşama kadar silah düellosu kayıpsız devam etti. Akşam karanlık bastığında Fransızlar Harim'e çekilince, biz de İbra­ him Hanano Bey'le vedalaşarak Kefertarim'den ayrıldık. Mü­ cahit arkadaşlan Kuseyr' e karargaha gönderdim. Ben de iki ar­ kadaşla Amik'e inerek gece yarısı Çatalhüyük 'te Gülizar Ha­ tun'a misafir oldum. Ben konakta yattım. Çiftçileri Mıheys, iki arkadaşı evine götürdü. Ertesi günü de orada geçirdim. Ferdası (ertesi) gece Mıheys' i bize yol göstermesi için ya­ nımıza alarak Çatalhüyük'ten ayrıldım. Cisirhadit (Demirköp­ rü) köprüsüyle Asi Nehri 'nin çeşitli geçit yerleri Fransızlar ta­ rafından tutulduğu için Miheys kimsenin olmadığını bildiği Asi Nehri'nin bir geçidini seçmişti. Civar köyden aldığı bir kılavuz, atını nehre sürerek, bize de takip etmemizi söyledi. Atlarımızla suya girdik. Benim ve Mehmet Şahin'in atı güç­ lü olduğu için rahatça geçerken Loanlı Türkücü Ökkeş'in atı akıntıya kapıldı. Bunu tahmin eden Mehmet Şahin, Ökkeş' in atının dizginini hemen yakaladı. Neyse ki bir aksilik olmadan belimize kadar su içinde karşıya geçtik. Karşı sahilde geçişi­ mizi bekleyen Mıheys veda ederek Çatalhüyük'e döndü. Kı­ lavuzla biraz Herdeki köye gittik. Çete mıntıkamız dahilinde olan köyde bizimle çok ilgilendiler. Çamaşırları kurutarak yattık. Ertesi gün öğle yemeğinden sonra karargaha hareket ettik. Kefertarim'deki mücadeleyi, durumu, Bedri Bey'le di­ ğer arkadaşlara anlattım. 66


Fransızların Kuseyr Karargahını Basacakları Haberi: Aradan bir hafta geçmişti. Fransızların, sinsice hazırlık yaparak Kuseyr karargahını basacaklarını haber aldık. Bu ha­ ber üzerine köyleri dolaşarak hem haberin doğruluk derece­ sini öğrenmek, hem de köylülerin maneviyatlarını kuvvetlen­ dirmek için vazifelendirilerek köye çıktım. Ertesi gün Ku­ mandan Bedri Bey' e bir miktar para lazım olmuş. Heyet-i ida­ re sandık emini Baslıkalı Hacı Arif Ağa'yı yanına davet ede­ rek bir miktar para istemiş. Arif Ağa da "Peki vereyim, ancak heyet-i idareyi toplayarak karar çıkarmam lazım" deyince ku­ mandanın "Bana acele lazım. Parayı ver, kararı sonra alırsın" demesi üzerine, "Hayır kararı almadan veremem" diyerek ya­ nından ayrılmasına, kumandan çok üzülmüş. Köyleri dolaşıp döndüğümde Hacı Arif Ağa durumu bana anlattı. Akşam ye­ ınekten sonra kumandanla oturup köylerdeki intibaım hakkın­ da görüştükten sonra, gündüz Arif Ağa ile aralarında geçen hadiseyi ve üzülüdğünü anlattı. Ben de "Heyet-i idare topla­ nıp karar almadan parayı vermemekte Arif Ağa haklı, mese­ le size güvenmeme değildir; mücadele içerisindeyiz, ne olur ne olmaz, ölüm insanlar için, bilahare heyeti idarece karar alı­ namaz ise, vereceği para zimmetinde gözükeceği için müşkül durumda kalır. Buna üzülmemelisiniz " dedim. Kumandan söylediklerimi doğru bularak kabul etti ve yatıştı. İki gün sonra tekrar kontrol etmek üzere köyleri do­ laşmaya giderken, arkadaşlar, birisi Türk, diğeri Hıristiyan olup, aleyhimize çalışan iki casusu yakalayıp getirdiler. Hap­ sedilerek Hıristiyanın idam edilmesini söyleyen kumandana "Kendi dindaşlarına faydalı olmak için çalışan Hıristiyan, kendi görüşüne göre mazur görülebilir; lakin Türk olduğu hal­ de kendi milletine ve dindaşlarına ihanet eden Türk casusu67


nun mazur görülemeyeceğini, asıl onun idam edilmesini söy­ ledim." Makul karşılayınca, ayrılıp köyleri dolaşmaya gittim. Ertesi gün döndüğümde hislerine mağlup olarak Türk casu­ sunun affedilip, Hıristiyanın asıldığını görünce çok üzüldüğü­ mü, doğru yapmadıklarını söyledim. Köylerden öğrendiğim bilgi, daha önce Fransızların sin­ sice hazırlık yaparak, Kuseyr karargahını basacakları haberi­ ni doğruladığı için, bir miktar kuvvet, silah ve cephane ve to­ pa ihtiyacımız olduğunu ve temini için Maraş'a gitmem, top­ lanan heyet-i idare meclisinde karara bağlandı. Bunun üzeri­ ne istenilen silah ve cephane ile topun Maraş'tan getirilme­ sinde semerli hayvana ihtiyaç olduğunu, 80 hayvanla 80 ka­ dar silahlı mücahidin benimle gönderilmesi teklifim de olum­ lu karşılanıp kabul edilerek karara bağlandı. Sefahattin Adil Paşa ya ikinci Gidiş ve lkizkuyu Çarpışması: İki gün sonra alınan karar üzerine 1 92 1 senesinin başın­ da Büyükburç karargahından hareket edildi. Bundan evvel olduğu gibi, yine Hacı Paşa mezrasından Hacı Rezzuk Ağa'nın yardımı ile Asi Nehri'nden geçilerek Kefertarim'le Harim arasından Kurkanya'da Arif Ağa' ya mi­ safir olup, gece orada yatarak, ferdası günü Dartizze dağları­ nın keçiyollarından geçerek, gece Davut Paşa'da halazadem Gümüllü Mahmut Bey'de mola verip dinlendikten sonra Kürt­ dağı 'nın çeşitli yerlerinden geçtik. Gümüt ve Bahadinli'ye ye­ tiştik. Buradan geçerken müthiş bir kar başladı. Tipi altında öğle sonu Ömeranlı köyüne geldik. Bizden sonra Fransızla­ rın baskınına maruz kalıp, güç hal ile kurtularak buraya gelip yerleşmiş olan, Sanaralı Bekir Ağa' ya misafir olduk. Geceyi 68


orada geçirdik. Ertesi gün kar yağışı durmuş güneş açmıştı. Sabah yola çıktık, Aslan Ağa ve Roto Ağa'ya uğrayarak Ki­ lis'in Kuvayı Milliye karargahı olan Cengin köyüne geldik. Mevki Kumandan Vekili Yüzbaşı Latif Bey'le Kuvayı Milli­ yeci arkadaşlara seyahat nedenimizi anlatırken yüzbaşı " Ma­ raş'a gitmenize lüzum yok, İkinci Kolordu Kumandanı Sela­ hattin Adil Paşa ve diğer kumandanlar şimdi Antep cephesin­ deler. Siz oraya gidin" dedi. Orada yatıp sabah erken Antep ' e hareket ettik. Antep 'in Küçük köyüne geldiğimizde Binbaşı Faik Bey'in kumandasında atlı piyade (hem süvari, hem piya­ de) taburunun Antep'in güneybatısında Kazıklı köyü istika­ metine gitmek üzere oldukarını muhtardan öğrendik. Biraz sonra da taburun önümüzden geçmekte olduğunu gördük. Köyde biraz dinlendikten sonra Küçük Araplar köyüne gittik. Geceyi orada geçirerek ferdası günü yola çıktık. Antep' in Ani köyüne geldik. Burada Selahattin Adil Paşa ile sonradan çok yakın dost olduğumuz ve Beşinci Fırka Kumandanı Miralay Kenan (Dalbaşar) ve 8 'inci Fırka Kumandanı Miralay Hayri beylerle görüştüm. Gelişimizin nedenini ve durumumuzu an­ lattım. Bunun üzerine İkinci Kolordu Kumandanı Selahattin Adil Paşa cevaben " Biz bir harekete teşebbüs etmek üzereyiz, hareketimiz inşallah muvaffakiyetle sona ererse yolda rastla­ dığımız Binbaşı Faik Bey komutasındaki Atlı Piyade Taburu­ 'nu sizlere terfik ederiz (veririz), makineli tüfekleri olduğu gi­ bi, bir de mantelli topu vardır. Beraber alırsınız. Şimdi siz de bizimle harekete iştirak edin" dedi. O akşam orada kaldık. Gaziantep Mebusu Hafız Şahin, Dai Ahmet Ağa orada idiler. Onlarla görüştük. Çeşitli yerler­ de istirahat etmekte olan 5 ve 9. fırkaların alay ve taburlarının ferdası günü hareket hazırlığında bulunacaklarını ve gece bi­ linmeyen bir semte hareket edeceklerini öğrendik. Sabahle69


yin bizim de kolordu ile hareket etmemizi kararlaştırdık. Şa­ hin beylerden ayrılıp yattık. Sabah erkenden hareket edildi. lkizkuyu köyüne geldik, burası Çobanbey ve Akçakoyun'dan Antep'e gelen şosenin üzerindedir. Fransız nakliye kolu, Ço­ banbey tren istasyonundan aldığı harp malzemesi, yiyecek vesaireyi Antep 'teki mahsur kuvvetlerine götüreceklermiş. Kolordu bunu haber almış; iki fırkası ile bu gelecek yardımı Antep'e göndermemek, bunda başarılı olunursa müsadere et­ mek kararı ile bu hareketi yapıyordu. Ani köyünden gece ha­ reket eden Türk kuvvetlerinden, Maraş gönüllülerinden mey­ dana gelen 9. fırka, Hayri Bey ' in kumandasında lkizkuyu 'nun çeşitli tepe ve derelerinde mevzilendirilmişti. Miralay Kenan (Dalbaşar) Bey'in ekserisini Elbeyli ve Beyli Dili aşiretleri­ nin gönüllülerinden meydana gelen 5. fırkası da, 1kizkuyu' nun 3-4 km. güneyindeki şose üzerinde yerleştirilmişti. ( 1 7) Fransızlar, Türklerin bu durumundan habersiz oldukla­ rından yollarına rahatça devam ediyorlardı. İkinci Kolordu Kumandanı Selahattin Adil Paşa ve kurmayı, Dai, Şahin Bey ve ben lkizkuyu'nun kuzeydoğusundaki tepede bu durumu seyrediyorduk. Fransızlar 5 ' inci Fırka'nın bulunduğu yere ge­ lince, bizim kuvvetler iki taraftan hücuma geçti. Bu ani hare­ ket karşısında şaşıran Fransızların bir kısmı İkizkuyu 'ya doğ­ ru ilerlerken, diğer kısmı oldukları yerden müdafaa durumu­ na geçtiler. Nakliyeden bir kısmı müdafaa ve taarruz sahası içinde kalmış olduğu için epeyce hasara uğradı. lkizkuyu'ya doğru ilerleyen Fransız birlikleri önlerindeki 9'uncu Fırka' nın taarruzuna uğrayınca derhal oldukları yere müdafaaya geçtiler. Ellerindeki top ve silahın bizimkinden çok üstün ol­ ması ve 9. Fırka'nın gönüllü acemilerden meydana gelmiş ol­ masından, Fransızların top ve silah üstünlüğü ile açtıkları ateş karşısında dayanamayıp dağıldı. Bu hal 5. Fırka'nın taarruz 70


kudretini de sekteye uğratıyordu; çünkü İkizkuyu'da 9. Fırka'­ nın dağılmasıyla Fransızlar bu defa 5. Fırka üzerine taarruza geçtiler. 5. Fırka, beklenmedik bu hücum karşısında taarruzu bırakıp müdafaaya geçti. Bundan faydalanan Fransızlar nak­ liyenin mühim ve büyük bir kısmını İkizkuyu'ya götürebildi­ lerse de az bir kısmını götüremediler. Akşam hava kararınca­ ya kadar iki taraf ateş düellosuna devam ettiler, ama bir neti­ ce alınamadı, zira fırsat kaçmıştı. Biz de bu başarısızlığı bulunduğumuz tepeden üzüntüy­ le seyrediyorduk. 5 . Fırka Kumandanı Kenan (Dalbaşar) Bey'in fedakarane kahramanlığı neticeyi değiştiremedi. Ha­ va kararınca fırkalar geri çekildi. Bizler de ayrıldık. Bu muharebede iki tarafda bir miktar kayıp vermişti. Yol­ da seyyar hastaneye götürülen yaralı bir çavuşun üzüntüsün­ den ağladığını gördük. Alınan bir miktar ganimet Maraş 'a gönderildi. Ani köyünden hep beraber ayrıldık. Bu hareket ba­ şarılı olabilseydi, Antep' in dahilindeki Özdemir Bey'in ku­ mandasındaki kuvvetlerle, Selahattin Adil Paşa 'nın kuvvetle­ ri birleşerek daha o zaman Antep' in Fransızlardan kurtulma­ sı sağlanacaktı. Kolordunun yaptığı bu girişimin başarılı olmayışı, içer­ deki mücahitlerin de dayanıklılığını kırmış olduğu için içer­ de esir olmaktansa bir taarruzla dışarı çıkmayı uygun gören kolordu kumandanının emri ile Özdemir Bey gece bir huruç (çıkış) taarruzu yapmış, cepheyi yararak eldeki kuvvetle be­ raber Antep'ten çıkmıştır (18). Sabık Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın da Gaziantep sa( 1 7) Aşağıda anılan muharebe 18 ve 19 Ocak 1921 'de geçmiştir. '?Harp Tarihi Dairesi "nin yayımladığı '.'Türk lstildal Harbi C. IV, Güney Cephesi" baş­ lıklı eserin s. 23 1 'de görülür. (H. Bayur) ( 1 8) 6/7 Şubat 1 92 1 gecesi.

71


vaşına topçu teğmeni olarak katıldığını hatırlıyorum. Kendi­ lerine sorduğumda doğruladılar. Araplar köyünde kumandanı bekliyorken, o sırada Ku­ seyr'den, Büyük burç karargahından gelen bir haberci " Siz ay­ rıldıktan sonra Fransızlar üç koldan karargahı bastı, orada bu­ lunan esirleri kurtarıp, karargahı yağma ederek birçok arka­ daşı esir aldılar. Kumandan kaçıp kurtuldu ve Kuvayı Milliye kuvvetleri dağıldı" dedi. Durumu Selahattin Adil Paşa'ya an­ lattım. O da bu haberi diğer fırka kumandanları ile görüştük­ ten sonra bana "Bu vaziyet karşısında atlı piyade taburunun gönderilmesi bir fayda temin etmeyecek hemen oraya giderek vaziyeti yerinde tetkik edip bir rapor gönderin" dedi. Vedala­ şarak ayrıldık. Onlar Maraş' a, ben de beraberimdeki arkadaş­ larla Reyhaniye'ye hareket ettim. Hiçbir şey temin edemeden 3-4 gün sonra gece Çatalhüyük' e geldik. Arkadaşlar köyleri­ ne döndüler. Ben de Gülizar Hatun' a misafir oldum. Yemek­ ten sonra oğlu Mürselzade Kadir Bey'e Büyükburç karargah baskınını sordum. Biraderim inayet Bey 'in Arvat Adası 'na Sürülmesi: Karargah basıldıktan sonra Bedri Bey güç hal ile kaçıp kurtulmuş ve Kuvayı Milliye kuvvetleri tamamen dağılmış. Fransızların bütün çabasına rağmen bir senedir çıkamadıkla­ rı, Kuseyr'e bu defa hakim olmuşlar. Bizim Kuseyr'de karargah kurup Fransızlarla mücadele­ miz hızlanınca, biraderim Mürselzade İnayet Bey'i lskende­ run'dan alarak, Adana'dan daha önec gönderilen Adanalı Ke­ mal (Kusun) ve Fahri (Uğurlu) beylerin yanına Lazkiye civa­ rındaki Arvat adasına göndermişler. Şimdi bu üç kişi gözaltın­ da bulunduruluyormuş. Bunları anlatan Mürselzade Kadir Bey 72


ile hem dağılan teşkilatı toplayıp tekrar ihya etmek, hem de İna­ yet Bey'in serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla Fransız­ larla temasa geçmeyi düşündük ve görüş birliğine vardık. Ferdası (ertesi) gün Kadir Bey İskenderun 'dan General Go­ bo (?) ile görüşüp, dönerek geldi. Saklı olduğum yerde beni bul­ du ve Fransız Generali Gobo ile yaptığı anlaşmayı anlattı. General'e " İnayet Bey Arvat adasından getirilip tahliye edildiği takdirde Mürselzade Tayfur Bey ' i size getiririm" de­ miş. Buna karşılık ben, "Gidersem beni hapsederler, İnayet Bey' i de bırakmazlar. Ne yapabiliriz?" deyince Kadir Bey "General ile temas edeceksiniz, şayet aranızda bir anlaşma ol­ maz ise müdahale etmeyeceğini şeref-i askeriyesi üzerine söz vermiştir. İnanabilir misiniz?" dedi. Bu söze inanarak, ertesi günü Kadir Bey'le İskenderun'a gittik. Kadir Bey generalin yanma giderek, geldiğimizi haber verip döndü. Saat l 1 'de bizi beklediğini söyledi. Saat 1 1 'de karargaha gittik. İskenderunlu tercüman Filip Efendi bizi bekliyordu. Kumandanın odasına giderken, Kuseyr hareketinde Derküş köprüsünde hafif makineli tüfeğiyle ya­ kalanarak esir edilen ve bilahare kurtarılan Fransız çavuşu ile karşılaştık. Beni görünce tanıdı. Selam verdi. Gelişimizin ne­ denini tercümana sordurarak yakınlık gösterdi . Biz de gene­ ral ile bir işimizin olduğunu söyledik. Generalin yanına alındık, hal hatır sorduktan sonra " Siz maiyetinizle beraber mücadeleyi bırakıp, işlerinizle meşgul ol­ maya başlayın: Biz de biraderiniz Mürselzade İnayet Bey 'i bı­ rakalım" diyen General 'e " Önce biraderim İnayet Bey'i ser­ best bırakın, ondan sonra mücadeleyi bırakırım" dedim. " Ha­ yır olmaz" deyince "Başka şekilde yapamam" diye cevap verdim. "İskender1:1n'da ve yanımda olduğunuzu unutmayın" dedi. Ben de "İskenderun'da ve General Gobo'nun yanında 73


olduğumu biliyorum. Ancak benim kefilim generalin şeref-i askeriyesi üzerine verdiği sözdür" diye cevap verdim. Ayağa kalkıp kapıyı göstererek " Buyurun gidebilirsiniz" dedi. Kal� kıp Generalin elini sıkarak yanından ayrıldık ve otele döndük. Atlarımıza binerek İskenderun'dan ayrıldık. Belan' a ge­ linceye kadar yakalayacakları endişesi içindeydim. Herhangi bir aksilik olmadan nihayet Çatalhüyük'e yetiştik. Geceyi ora­ da geçirdim. Ertesi gece Faruk Cengiz, Mehmet Şahin, Karaahmetli Ali Deleş, Antepli Veysel, Lohanlı türkücü Ökkeş ve İbra­ him 'le beraber Kuseyr karargahının dağıldığını ve durumu İkinci Kolordu Kumandanlığı'na anlatmak için Maraş'a ha­ reket ettik. Kilis'in Kuvayı Milliye karargahı olan Cengin'e gelince Payaslı Dedebeyzade Hakkı Bey ve arkadaşları, diğer Gavur­ dağı mücahitlerinden bir kısmı ve Antakya mücahitlerinden Nuri Aydın, kardeşi İzzettin Çavuş, Zübeyir Göçmen diğer is­ mini hatırlayamadığım arkadaşlarla karşılaştık. Burada Lohan­ lı ve Kürümlü eski mücahit arkadaşlardan da bize katılanlar oldu. Kilis Kuvayı Milliyesi ile beraber olup, Fransızlarla mü­ cadeleye katıldık. Bir müddet sonra Cengin'den ayrılarak Maraş'a gittim. Çuhadarzade Mehmet Efendi 'de misafir oldum. İkinci Kolor­ du Kumandanı Selahattin Adil Paşa'yı ziyaret ederek Kuseyr karargahının dağılması ve Bedri Bey' in yakalanmadan kaç­ masının doğruluğunu etraflıca anlattım. Kumandan, Bedri Bey'in yerine Kuseyr ve havalisini Antep müdafii Özdemir Bey'e, Kürtdağı ve havalisi Kuvayı Milliye kumandanlığına da beni memur etti. Selahattin Adil Paşa ve diğer kumandan­ lara veda edip ikinci gün Cengin' e döndüm.

74


Bir Ermeni Vatandaşın Yakalanışı ve Deve Hadisesi: Dedebeyzade Hakkı Bey'le ve yukarıda adı geçen diğer bütün mücahit arkadaşlarla birlikte Cengin'den ayrıldık. Isla­ hiye 'ye gelince buradan da bir miktar mücahit bize katıldı. Be­ raber Hassa'ya geldik. Hassa'dan da bize katılan mücahitler­ le Kürtdağı 'na geçtik. Kürtdağı 'nda karargah kurmadan, seyyar bir halde mü­ cadeleye başladık ve her geçen gün mücadeleyi hızlandırdık. Değişik yönlerdeki mücadelemizde geçtiğimiz ve gezdiğimiz yerlerde soygunculuğa ve çapulculuğa meydan verilmediği gibi iaşemiz, parası tarafımızdan ödenerek temin ediliyordu. Kürtdağı ve havalisi hemşerilerim, başta genç Ağazade Ah­ met, Ali ağalarla, Mennen ağalar mücadelemizde bizlere yar­ dımlarını ve dostluklarını esirgemiyorlardı. Maraş'tan Kürtdağı' na geldiğimizde, güney harekatına vazifelendirilen Özdemir Bey, Nuri Aydın ve diğer Antakya­ lı mücahitleri alarak Kuseyr ve havalisine gitmişlerdi. Bir akşam Amik ovasına indik, dönüşümüzü teminat al­ tına almak için Yeniköy'de, bir de Akpınar'da olmak üzere, i­ ki karakol kurup, gözcü bırakarak sabaha karşı Tof köyüne döndük. Misafir kaldığımız yerde öğle yemeğine oturmak üzere iken Yeniköy'deki (şimdiki jandarma karakolu mıntıka­ sı) üç gözcümüzden biri olan Dörtyollu Hocaoğlu Mehmet, Kırıkhan'dan Hamam' a arabası ile zahire götüren aslen Sason­ lu olup, Kırıkhan 'da oturan Haçıkoğlu Avadis isimli bir Erme­ niyi yakalamış. Yakalanan herhangi bir kimsenin öldürülme­ den getirilmesini tembih ettiğim için, beygiri alarak kılına do­ kunmadan bana getirdi. Avadis Efendi çok fena korkmuş "A­ man beni öldürme)'.in" diye yalvararak içeriye girdi. "Gel korkma müsterih ol, kılına dokunulmayacak ve ailene sağ sa75


!im kavuşacaksın. Bize zarar vermeyen herhangi bir kimseyi öldürmek adetimiz değildir. Otur beraber yemek yiyelim" de­ diğim halde bir türlü inanamıyordu. Çünkü çetelerin eline bir Hıristiyanın düşüp de sağ kurtulduğu vaki değildi. Halbuki biz bu imkanı sağlamıştık. Korka korka sofraya oturdu. Yemek­ ten sonra değerli mücahit arkadaşım Faruk Cengiz'e aşağıda­ ki vesikayı yazdırdım: " Gayemiz ulvi, maksadımız istihlası vatandır (vatan kur­ tarmaktır) künyesi balada yazılı Sasonlu Haçıkoğlu Avadis'e müdahale edilmemesi için, işbu vesika verilmiştir." Altını da Kürtdağı havalisi Kuvayı Milliye mühürü ile mühürleyip namı müstearım (Tarık) adı ile imzalayarak Ava­ dis Efendi 'ye verdim. Avadis Efendi buna rağmen inanamıyor, hala öldürüle­ ceğini zannederek sızlanıyordu. Faruk Cengiz'le Kırıkhan şo­ sesine kadar gönderdim. Bilahare öğrendiğimize göre sali­ men Kırıkhan 'a gittiği zaman, kendisinin nasıl geri döndüğü­ nü merak eden arkadaşlarına, çetelerin kendisini yakaladığı­ nı; fakat kılına dokunmadan geriye yolladıklarını söylemiş. Kimse inanmayınca, yanındaki mühürlü belgeyi göstermiş de öyle inanmışlar. Bu harekete Ermeniler çok memnun olmuş­ lar. Bu durum Hinçak Cemiyeti mensbu Ermenilerin bize ya­ kınlık ve itimat duymalarına sebep olmuştur. Haçıkoğlu Ava­ dis Efendi meselesini duyan Kırıkhan 'daki Fransız kumanda­ nı Avadis Efendi 'yi yanına çağırarak vesikayı görmek istemiş. Daha sonra Ermeniler arasında bize karşı duyulan bu ya­ kınlık faydalı olmuş, hatta Fransızlar hakkında öğrendikleri­ ni Kırıkhan'da kahvecilik yapan Antakyalı Abdullah Efendi vasıtasıyla bize bildirmeye başlamışlardı . Nitekim 5-6 gün sonra Akpınar'ın güneydoğusundaki Şeyhanlı köyünde iken Abdullah Efendi 'den bir tezkere aldım. Bunda: " Hamam'da-

76


ki Fransız karargahına, İskenderun 'dan milislerin nezaretinde büyük bir deve kafilesi ile eczay-ı tıbbıye, erzak, muhtelif malzeme ve eşya gönderilmiştir" diye yazılmıştı. Bulunduğumuz Seyhanlı köyü, Hamam-Katma şosesine hakim dört-beş kilometre mesafede bir yerdi. Şoseyi kontrol altında tutmakla görevli Payaslı değerli mücahit Dedebeyoğ­ lu Hakkı Bey ve on arkadaşı, yüklü deve kafilesini Hamam­ Cindires arasında görünce çarpışma başlıyor. Muhafız milis­ ler, yüklü develeri bırakıp kaçınca, birkaç gözcü bırakıp de­ veleri ve yüklerini bana getirdiler. B uradan develerle yükleri­ ni alarak hep beraber Kırmıtlı köyüne gittik. Büyük kısmını, Kılıçoğullarından Yusuf Ağa ve birkaç arkadaşı ile ertesi gün Osmaniye Mıntıka Kumandanı Mira­ lay Recep Bey' e gönderdim. İşimize yarayacak bir kısmını da mücahitlere dağıttım,

Recep Bey 'den aşağıdaki. vesikayı aldım: "337 ( 1 92 l ) senesi haziranında Kürtdağı ve havalisi akın­ cı kumandanı olan İskenderunlu Mürselzade Tayfur Bey müf­ rezesi, Katma ile İskenderun arasında Fransız nakliyatında kullanılan bir deve kafilesini zaptederek, hamulesi ile bera­ ber Hasan Beyli 'deki al ayımıza mumaileyh tarafından teslim edilmiş olduğunu mübeyyin vesikadır.

30 Haziran 1 337 ( 1 9) Osmaniye Mıntıka Kumandanı Recep

( 1 9) 1 92 1

77


Keferkale Civarında Bir Zabitin Vurulması Olayı: Ferdası günü Akpınar'a geldik. Aşiret ağalarından Ma­ mo Ağa'nın oğlu Ali Ağa bizleri misafir etti. Burada, bizim Maraş'a gidişimizden sonra halazadelerim Mürselzade Abdur­ rahman, Abdullah, Sururi ve Gümüllü Mahmut beylerle am­ cazadem Mürselzade Kadir Bey' in Fransızlar tarafından aran­ dığını öğrenince Çatalhüyük' e gittik. Halazadelerime haber yollayıp çağırttım. Geldiklerinde durumu müzakere ettik. Bu arada Keferkale civarında Fransız zabitinin vurulma­ sı üzerine bizlerle işbirliği yapmış ve mücadelede büyük hiz­ metler görmüş olan Sarı Ağa, Muharremzade Hasan Ağa ile Arif Hoca 'nın (Arif Sura!) babası Mehmet Ağa suçlu görül­ düklerinden, Sarı Ağa'yı ve Hasan Ağa' yı hapsettiklerini, Mehmet Ağa' nın ise kaçtığını öğrendim. Mehmet Ağa daha sonra Kilis'te ikamet etmişti. Sarı ve Hasan ağaları susuz bir kuyuya hapsetmiş hayli eziyet etmişler. Daha sonra San Ağa'nın oğlu Hüseyin (Gar­ bioğlu) Ağa da Kilis' e gitmiş. Reyhaniye'den de Altunlu Sü­ leyman Ağa'nın oğlu Ali Ağa' yı bizlerle olduğu ve davamız­ da birçok hizmetlerde bulunduğu için yakalamak istemişler. O da Kilis' e kaçmış. Mürselzade Ahmet Bey 'e yapılan iftira: Burada şunu belirtmek zorunluluğunu duyuyorum: Bazı yazarların Mürselzade Ahmet Bey için Fransızlarla iş birliği yaptığını ve milis kumandanı olduğunu yazdıklarını üzüntü ve acı ile okudum. Tamamen yalan ve hilafı hakikattir. Zira Mür­ selzade Ahmet Bey bunu yapacak insan değildi. Kaldı ki böy­ le hainane bir şey yapmış olsaydı Antakya'nın Kuseyr mıntı78


kasından Maraş'a kadar olan sahadan kuş uçmaz ve gidip ge­ linemezdi. Mürselzade Ahmet Bey' in davamıza büyük hizmet­ leri olmuştur.

Yeniköy (/e Fransızlarla Müsademe: Mürselzade Kadir, Abdurrahman, Abdullah, Sururi bey­ ler de bizlerle beraber gelmek isteyince, onları da aileleri ile alarak sabaha karşı Akpınar'da Ali Ağa'ya geldik. Çok yor­ gun ve uykusuz olduğumuz için, biraz uyuyup dinlenmek is­ tedik. Ertesi gün Kırıkhan'daki kahveci Abdullah Efendi'den bir haber daha geldi. Deve hadisesine fena halde kızan Ha­ mam'daki Fransız kuvvetleri Akpınar'ın güneydoğusunda Ye­ niköy'ün kuzeyinden sabaha karşı kalabalık bir kuvvetle bi­ ze baskın yapacaklarmış. Güzelce mevzilendik ve beklemeye başladık. Piyade olanları önümüzdeki kayaların arasına yerleştirip, atlarımı­ zı da arkada mahfuz bir yer bulup oraya çektirdik. Kuseyr harekatında Fransızlardan alınan hafif makineli ile bir oto­ matik tüfek cephenin gözleme noktasına yerleştirildi. Hafif makineli tüfeği güçlü, kuvvetli bir kimse olan Şarklı Ces­ so'ya teslim ettim. O sırada nöbetçiler Hamam'dan bir müf­ reze askerin bizim istikametimize doğru gelmekte olduğu­ nu haber verdiler. Nitekim; bir müddet sonra gelen Fransız­ lar mevzilendiler, yerleştirdikleri top ile ateş etmeye başla­ dılar ve sonra da piyadelerini top atışının desteğinde hücu­ ma geçirdiler. Kayalara yerleştirmiş olduğumuz kuvvetleri­ mizin karşı ateşi ile amansız bir çarpışma başladı. Bir ara sol tarafımızı korumakla görevlendirilen haif makinelinin sesi kesildi. Şarklı vuruldu diye merak ederken Cesso 'nun kaç­ tığını haber verdilet. Onun kaçışı diğerlerine de sirayet eder

79


düşüncesiyle Şarklı Cesso'yu yakalamak zorunlu olmuştu. Siperden fırlayıp şarapnel parçası ve kurşun yağmuru altın­ da ilerdeki atıma atlayarak süratle Cesso 'ya yetiştim ve ya­ kalayarak geri getirdim. Bu defa sol tarafımızı müdafaa eden Kürtdağl ı çetelerin kaçmakta o lduklarını haber verdiler. Üzüntü ile atımı o tarafa sürerken halazadem Mürselzade Ab­ dullah Bey 'in " Paşa dayı delilik etme, vurulursun" sözüne aldırmadan süratle yetişerek geri çevirdim. Bu hareketle ma­ neviyatı yükselen kuvvetlerimizin amansız ateşi Fransızları bir an şaşırttı ise de çabuk toparlandılar. 6-7 saat süren çar­ pışmada mücahitlerimizin, başta Faruk Cengiz, Mürselzade Abdullah Bey ' in cesareti ve yerimizin hakim ve kayalık olu­ şu sebebiyle Fransızlar hayli kayıp vererek geri çekilmek zorunda kaldı.

Maraş 'a Hareketimiz: Fransızların geri çekilmesiyle bulunduğumuz yeri terk edip Çakallı köyüne gittik. Geceyi ibiş Ağa'da geçirdik. Fer­ dası günü lbiş Ağa'ya veda ederek Çakallı köyünden ayrılıp Şıh Ömer Ağa'nın İncirli köyünden geçerek, gece Islahiye ci­ varında Hora Ağa'ya misafir olduk. Halazadelerim Abdurrahman, Abdullah, Sururi beylerle hemşireleri Hatice ve Fatma Hanım, amcazadem Kadir Bey'le refikası Hünii Hanım da bizimle beraber idiler. Bizim Le­ çe'den geçmekte olduğumuz yeri saptamak için, Fransızlar üzerimizde uçak gezdirdilerse de, arazi sarp, kayalık ve fun­ dalık olduğu için yerimizi saptayamayıp çekilip gittiler. İki gün Leçe 'de çadırda misafir olup dinlendik. Üçüncü günü Mey­ dan ' ı Ekbez' in kuzeyinden geçerek Islahiye'ye geldik. O gün de Hacı Ağa 'da misafir olduk. Ertesi gün yolumuza devam

80


ederek gece Islahiye ile Maraş arasında bir köyde kalıp, niha­ yet uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Maraş ' a vasıl olduk. Abdurrahman Bey'le kardeşleri ve Kadir Bey Kozanlı mahallesinde birer ev tuttular. Ben de Faruk Cengiz ve Meh­ met Şahin'le Bayındır mahallesinde bir ev tutarak ve diğer ar­ kadaşlarımızı da çeşitli yerlere yerleştirerek Maraş 'ta ikame­ te başladık. B irkaç gün sonra Reyhaniye'de barınamayan ha­ lazadem Gümüllü Mahmut Bey, çocukları ile refikası (eşi) Ha­ va Hanımı alarak yanımıza Maraş'a geldi. Onlara da Arabaşı Kilisesi civarında bir ev bulduk.

Mebusluk Mazbatası: 1 5-20 gün Maraş'ta istirahat edip, bu arada cephane, si­ lah vesair noksanlarımızı tamamladıktan sonra hanımlar ve ço­ cukları Maraş 'ta bırakıp, efrad ile beraber tekrar görevime, mü­ cadelemize devam etmek üzere Maraş 'tan hareket ettik. Islahiye'den birkaç mücahit daha alarak Hassa'ınn Tiyek köyüne geldik. Amcazadem Kadir Bey, Annesi Gülizar Ha­ tun 'dan hemşiresi Medine Hanım'ın hasta olduğunu öğrenip, bizlerden ayrılarak Çatalhüyük'e gitti. Gece Tiyek'te kalıp ferdası gün Kürtdağı 'na doğru hareket edeceğimiz zaman Ma­ raş 'tan bir postanın geldiğini haber verdiler. Gelen postacıyı çağırttım. Hatay mücadelesinde değerli hizmeti olan Türk­ menzade Ahmet Ağa'dan bir mektup getirmiş. Gönderilen mektubun içerisinde Ankara'da Niyazi Ramazanoğlu'nun ken­ disine yolladığı telgrafla, bir de mebusluk mazbatası vardı. Mazbata Türkmenzade Ahmet Ağa, Arifi Paşazade Emin Ari­ fi, Mürselzade Ihsan ve Abdurrahman beylerle, Hoca Sadık Efendi'nin mebus seçilmelerine aitti. N iyazi Ramazanoğ­ lu'nun telgrafında Ankara'ya İskenderun sancağı ve havali-

81


sinden de mebus gönderilmesi hususu yazılı idi . Ahmet Ağa gönderdiği mazbatanın İskenderun sancağı ve havalisi bele­ diye hususi muhasebeleri ve mümkünse heyet-i ihtiyarileri ta­ rafından da imza edilerek acele kendisine gönderilmesini ri­ ca ediyordu. Mektupla mazbatayı okuduktan sonra Tiyek 'ten hareket ettik. Hassa'da geceyi geçirdik. Ertesi gün Saylaklı kö­ yüne, oradan da Say laklı 'nın iki kilometre kuzeyindeki Dede­ manlı köyüne geldik. Gece orada kaldık. Aktepe üzerinden Kı­ rıkhan' ı basmak üzere hazırlık yaptıksa da, Kırıkhan' ı basma­ nın güç olduğu, birçok kayba sebebiyet vereceğimiz, alınan haberden anlaşılınca vazgeçtik. Yolumuzu değiştirip, Kargı­ l ık'tan geçerek Kürtdağı ' na çıktık, Mirgan köyünde Hacı Hamdatozade Süleyman Ağa'ya misafir olduk. Akşam maz­ batayı arkadaşım Faruk Cengiz 'e vererek bir mücahitle Rey­ haniye Belediye Reisi Bahadırlı Osman Ağa'ya gönderdim. Ertesi gün öğle yemeğinde Akıncı Sakallı Bedri Bey'in Suriye baskınından dönerek, İkiahır köyüne gelip dinlendiği­ ni haber verdiler. Bu sırada ikinci bir haber aldık. Deve yük­ lü kafile ile bir yüzbaşı köye gelmiş yüzbaşıyı da yemeğe da­ vet ettik. Yüzbaşı Süleyman Bey: " Kolordu tarafından kuzey Su­ riye ve Kuseyr harekatına memur edilip orada Fransızlar aleyhine mücadeleye başlayan Özdemir Bey' e Maraş'tan de­ velerle gönderilen silah ve cephaneyi götürmeye memur edil­ dim" diyerek, o deve yükünü bana teslim etti. Mühimmatın nasıl ve nereden Suriye 'ye geçirileceği üzerinde arkadaşlar­ la görüşüp müzakere ederken, yüzbaşı Sakall ı Bedri Bey ya­ nımıza geldi. Vaziyeti kendisine de anlattım. " Fransızlar bu silah ve cephanelerin develerle Kuzey Suriye'deki Özdemir Bey'e gönderileceğini haber aldıkları için, Antep'ten sanca­ ğa kadar bütün güzergahı kontrol altına almışlar. Buna rağ-

82


men ben ge�iririm. Ancak, devenin yerine bu silah ve cep­ haneyi katırlara yüklemek lazım. Bana katır temin edebilir misiniz?" dedi. Ben de Süleyman Ağa'ya katır temin ede­ rek hazırlatmasını söyledim. Bir iki saat sonra katırlar temin edilip, getirildi. Bedri Bey silahlarla cephaneyi katırlara yük­ leterek Mirgan köyünden hareket etti. iki gün sonra Reyha­ niye ' ye giden Faruk Cengiz' le arkadaşı döndüler. Faruk ya­ nımızdan ayrıldıktan sonra Fransız karargahı civarından ge­ çerken Keli köyü civarında, (daha önce haber almış olacak­ lar ki) pusuya yatan birkaç düşman Üzerlerine ateş açmış. Fa­ ruk 'un atı vurulmuş, kendisi de hemen arkadaşının terkisi­ ne atlayarak güçlükle kaçıp, kurtulmuş, Reyhaniye ' ye yetiş­ mişler. Osman Ağa mazbatayı imzalayarak civar kaza ve köylerden de imzalarını temin ederek tamamlatıp, Faruk'la geri yollamış. Bu pusu sebebiyle, bir daha hareket ve konuşmalarımızı gizli yaptığımız gibi, çıkışlarımızı da ters istikamete giderek, düşmanı şaşırtmaya çalışıyorduk. Faruk geldikten sonra Mir­ gan köyünden ayrılarak, Şıh Elhadid köyüne geldik. Burada birkaç gün kaldık. Mirgan'lı Süleyman Ağa'dan gelen haber­ le Bedri Bey bizden ayrıldıktan sonra, akşam olunca ses çı­ karmasın diye katırların ayaklarına keçe bağlamış ve gece Fransızların bir türlü ihtimal veremeyeceğini hesap ederek, Katma'daki karargahın yakınından geçerek, ertesi günü Dar­ tize dağlarında gecelemiş ve ikinci günü Kefertarim'in aşağı­ sında silahlarla cephaneyi Özdemir Bey' e teslim ettiğini ve al­ dığı katırları da Mirgan köyüne Süleyman Ağa'ya yolladığı­ nı öğrendik. Dördüncü günü Amik Ovası 'na inmek için ha­ zırlanırken, Maraş'ta 2. Kolordu kumandanlığından aldığım emirde: " Kolordu Sakaı:ya Muharebesi ' ne iştirak etmek üze­ re hareket edecektir. Fransızlarla geçici bir ateşkes yapılmış

83


(20) olduğundan Fransızlara karşı yapmakta olduğumuz ha­ rekatı durdurduk. Siz de Maraş' a avdet ediniz" deniliyordu. Bu emir üzerine Kürtdağı Hassa, Islahiye ve havalisi Kuvayı Milliye kuvvetimiz duruma hakim olmakla beraber, toplanıp derhal Maraş'a hareket ettik. Biz yetişinceye kadar kolordu, Sakarya Muharebesi 'ne katılmak için Maraş 'tan hareket etmiş. Birkaç gün sonra aldığı emir üzerine, Kuzey Suriye'den Cisir Şuur ve havalisinden Özdemir Bey de geldi. lkinci em­ re kadar Maraş'ta hadiselerin gelişmesini bekledik.

(20) Fransızlann Fırat Irmağı 'nın doğusundaki bölgelerden atılmalanndan sonra Hatay' dan Gaziantep'e doğru uzanan bölgedeki çetin çarpışmalardan usa­ narak B. M. M. hükümetiyle anlaşma aramaya koyulmuşlar ve bu amaçla Fran­ sa Mebuslar Meclisi Dışi.şleri Komisyonu sözcüsü Franklin Bouillon Ankara'ya ·

gönderilmiştir. Onunla uzun tartışmalardan sonra bir anlaşmanın esaslan aşağı yukan hazırlanmıştı. Ancak Afyon - Kütahya - Eskişehir demiryolunun kaybıy­ la sonuçlanacak olan Yunan taarruz hazırlıklan bilindiği için Franklin Bouillon ne olur ne olmaz diye beklemeyi uygun görmüş ve haziran sonlannda gereken bölgeleri görmek ve Suriye'ye gidip oradan hükümetiyle daha kolay haberleş­ mek bahanesiyle haziran sonlarında Ankara'dan ayrılmıştı. Ancak her iki yan o­ nun geri gelmesine değin birbirlerine karşı hiçbir harekette bulunmamayı iste­ mişlerdi. Anılan "Muvakkat Muahede" budur. Sakarya zaferinden sonra"An­ ' kara Anlaşması" denilen beIge 20 Ekim 1 92 1 'de imzalanacaktır. (H. BAYUR

84


il

SAKARYA ZAFERİ VE ANKARA'YA İLK GiDiŞiM

Bu arada bir müddet önce hazırlanan mebusluk mazba­ tasıyla, seçilen mebusların Ankara'ya hareketi üzerinde gö­ rüşürken, Türkmenzade Ahmet Ağa, Sadık Efendi ve Eınin Arifi Bey Ankara'ya gitmek istemediklerini söylediler. Mürselzade İhsan ve Abdurrahman beyler mazbatayı ala­ rak Çorumlu Uzun Ömer ve daha birkaç kişi ile eylül ortala­ rında Ankara'ya hareket ettiler. Aradan 1 5 gün geçtiği halde kendilerinden bir haber alamadık. Bu sırada Ankara'dan Ramazanoğlu Niyazi Bey ' in (Ha­ riciye vekaleti müşavirlerinden) Türkmenzade Ahmet Ağa va­ sıtasıyla gönderdiği mektupla bir haber aldık. Sakarya Sava­ şı başarıyla neticelenmiş, Fransızlar eski bakanlarından Frank­ lin Bouillon'u, ateşkesi anlaşma ile sona erdirmek için Anka­ ra'ya göndermişler. Bu sıralarda Sakarya'da Yunanlılarla şiddetli savaşlar ce­ reyan ebnekte idi. Sakarya Savaşı bir ara aleyhimizde iken Mustafa Kemal Paşa'nın yerinde yaptığı müdahale ve direk­ tifleriyle, Kazım Paşa'nın (Özalp) fedakarane çarpışması so­ nunda lehimize dönmüş· ve kazanılmıştır. 85


26 Ağustos 1 92 1 'de Fransızlar, Halep dahil, Suriye 'yi iş­ gal edip, Faysal hükümetini sona erdirince (2 1 ) İngilizler Fay­ sal ' ı Irak' a götürüp orada teşekkül eden hükümetin başına ge­ çirdiler. Halep düşünce, İbrahim Hanano Bey Filistin' e kaçar­ ken yakalanıp harp divanına verilir ve idama mahkum olur. Daha önce Kuvayı Milliye hükümeti ile Fransızlar aleyhine an­ laşmış olduğundan, Mareşal Fevzi (Çakmak) nezdindeki va­ ki müracaatı üzerine, o sırada Fransızlarla Kuvayı Milliye hü­ kümeti arasındaki anlaşmaya dayanarak Mareşal, İbrahim Ha­ nano' yu idamdan kurtarıp, serbest bırakmıştır. Fransızlarla yapılacak olan anlaşmada İskenderun San­ cağı ve havai isinin durumu için Ankara 'ya gitmek üzere Fa­ ruk Cengiz, Mehmet Şahin, Avcı Mehmet Ağa'nın oğlu Mus­ tafa ve Kürt Kerim'le, eylül sonu atla Maraş'tan hareket ettik. Maraş'ın kuzeyindeki Ahırdağı'ndan geçerek geceyi Ceyhan Nehri ktyısında geçirdik. Ertesi günü Zeytun nahiye­ sinden geçerek Nemrutdağı 'nı aştık. Gece dağın kuzeyinde kuytu bir yerde uyuduk. Sabah erken yola çıkarak Süleyman­ lı 'da öğle yemeği molasını verdik. Akşam Göksun kazasına geldik. Beyazıtoğullarından Haydar Bey'de misafir kalıp, fer­ dası geceyi 93. Kars mücahitlerinin ikamet ettiği, Mucahir kö­ yünde geçirdik. Gece hastalandım. Ertesi sabah ateşim fazla olmadığı için, yola çıktık. Azizeye kazasına geldik. Ateşim yükseldiği için, iki gün orada kalarak yattım. Ateşim düşüp rahatlayınca, üçüncü günü yola devam ederek, Kayseri 'ye gel­ dik. Sakarya Savaşı'nın ilk telaşlı günlerinde hükümetin An­ kara 'dan nakli düşünülmüş, hatta bazı daireler, bu meyanda Gümrük Umum Müdürlüğü de Kayseri'ye nakledilmiş, o za,

( 2 1 ) 24 Temmuz 1 92 1 'de Faysal ordusu Maysahın'da Fransızlarca bozgu­ na uğratıldıktan sonra.

86


man Gümrük Müdürü olan İhsan (Çardaklı) Bey Kayseri'nin Tavas mevkiinde bir evde oturuyormuş. Orada olduğunu işi­ tince kendisiyle daha önce İskenderun Gümrük Başmüdürü iken tanışmış olduğumuzdan, görmeye gittim. Beni bırakma­ dı. Birkaç gece misafir etti. Ertesi gün otele arkadaşların ya­ nına döndüm. Yola hayvanla devam etmekten vazgeçerek yay­ lı bir araba satın aldım. Atların ikisini arabaya koşturup üçü­ nü ve cephane hayvanını Mehmet Şahin 'le geri Maraş'a gön­ derdim. Beş altı gün Kayseri 'de kaldıktan sonra, ekim ayının haftasında İhsan Bey'e veda ederek arabayla Kayseri'den ha­ reket ettik. Cephane sandıklarıyla eşyalarımızı arabanın ba­ gajına koyduk, makineli tüfek ve mavzerlerimizi ve el bom­ balarımızı yanımıza alarak yola çıktık. Akşam yol çatında bü­ yük bir hanı olan Himmet Dede köyünde kaldık. Ferdası gü­ nü Bünyan kasabasına geldik. Eşraftan Nail Bey'e gece mi­ safir olduk. Ertesi günü sabah erken hareket ederek gece geç vakit nihayet Ankara'ya yetiştik. Taşhan Oteli 'ne indik. Çok yorgun olmamıza rağmen, tahtakurusu yüzünden sabaha ka­ dar doğru dürüst uyuyamadık. Ertesi sabah koridorda Mürsel­ zade İhsan ve Abdurrahman beyler ile karşılaştım. Onlar da aynı otelde kalıyorlarmış. Odalarına gidip hal hatır sorduktan sonra, Meclis' e gidip gitmediklerini sordum. Biraderim İhsan Bey üzüntü ile "Ne gitmesi, yolda gelirken gece çantamı dü­ şürmüştüm, ertesi gün öğleye doğru fark ettim. Dönüp bütün civarı aramamıza rağmen bulamadık. Çantayla beraber maz­ batalarımızı da kaybettik. Bu yüzden Meclis' e iştirak edeme­ dik" dedi. Ben de çok üzüldüm, ama artık elden bir şey gel­ mezdi. Onun için " Canınız sağ olsun" diyerek onları teselli ettim. Akşama doğru gıyaben tanıştığımız Ramazanoğlu Ni­ yazi Bey geldi, tanıştırıl<.lığımızda " Gönderdiğim mektup üze­ rine geldiğinize memnun oldum" dedi. İskenderun ve havali87


sindeki mücadelemiz üzerine uzun uzun konuştuk. Geç vakit yanımızdan ayrıldı. İki gün burada kalıp dinlendikten sonra, üçüncü gün şimdiki belediyenin karşısındaki sokağın içinde Hacı Sıdıka Hanım'ın üç odası ile ahırını kiraladık. Odanın birinde benimle Faruk Cengiz kalıyor, ikincisinde İhsan ve Ab­ durrahman beyler, üçüncüsünde de Uzun Ömer'le Avcı Mus­ tafa Efendi kalıyorlardı. Sakarya Savaşı'nın başarıyla neticelenmesi üzerine ge­ len Franklin Bouillon ile aramızda yapılacak antlaşma için, gö­ rüşmeler İhsan ve Abdurrahman beylerin Ankara'ya geldik­ leri sırada başlamış. Niyazi Ramazanoğlu'nun aracılığıyla ta­ nıştıkları mebuslara İskenderun Sancağı ve havalisi (Hatay) meselesinin de yapılmakta olan görüşmelere alınmasını rica ettiklerini anlattılar. İhsan ve Abdurrahman beylerle birlikte Meclis' e giderek, eskiden tanıdığım Gaziantep mebusu Kılıç Ali, Ali Cenani, Hafız Şahin ve Yasin, Urfa mebusu Ali Saip, Siverek mebu­ su Kadir, Maraş mebusu Tahsin, Habip ve Aslan beylerle gö­ rüşüp sohbet ettikten sonra davamızla ilgilenmelerini ve gö­ rüşmeye dahil edilmesine çalışmalarını rica ettim. Onlar da il­ gileneceklerine söz verdiler. İki gün sonra Ramazanoğlu Niyazi Bey vasıtasıyla Hari­ ciye Vekaleti'nde Umur-u Siyasiye Müdürü olan Hikmet (Ba­ yur) Bey'le tanıştık. Daha sonra da Kilis mebusu Hacı Ahmet Bey vasıtasıyla Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey'le tanış­ tım. Oradan çıktığımda Halep 'te Nihat Paşa kolordusunda za­ bit iken tanıştığım Hayati Bey'le karşılaştım. icra Vekilleri He­ yeti Kalem-i Mahsus müdürü olmuş. Odasına davet etti. 1 9 1 8 yıllarindan , anılardan söz ederek uzun uzun konuştuk. Ve i l­ gisine teşekkür ederek ayrıldım. Antep ' in kuzeyindeki Sam köyünde görevli olan Binba88


şı Ali Bey'in seyyar telgrafı ile 29 Mayıs 1 920'de çektiğim telgrafla gıyaben tanışmakla mübahi olduğum ve hayranlık duyduğum, Rumeli ve Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyet­ leri Umumi Reisi Gazi Mustafa Kemal Paşa hazretleri, yuka­ rıda adı geen mebus arkadaşlar vasıtasıyla 1 Kasım 1 92 1 'de beni kabul buyurdular. Tanışıp, iltifatlarına mazhar olduk. Da­ vamız hakkında bilgi emrettiler. Filistin cephesinden Yıldırım Orduları Grup Kumandanı olarak ayrılıp, istanbul'a giderken Adana'da İtilaf devletlerinin mütareke hilafına İskenderun Sancağı ve havalisini (Hatay'ı) işgalleri üzerine Mareşal Al­ lenbi (Allanby) nezdinde yaptıkları protesto ile daha o zaman davamıza el koyduklarını hatırlayarak, istedikleri malumatı ar­ zettikten sonra, Fransızlarla yapılan müzakerede davamızın da ele alınmasına emirlerini istirham ettikten sonra, davamızın bu safhasında yüksek alakalarını esirgemeyeceklerini tebşir (müjde) buyurdular. Huzurlarından, huzur ve gurur duyarak ayrıldık. Nitekim o vakte kadar İskenderun Sancağı meselesi Fran­ sızlarla müzakereye alınmamış iken, Gazi Mustafa Kemal Pa­ şa ' nın emirleriyle Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey, Frank­ lin-Bouillon'a " Müzakereye İskenderun Sancağı ve havalisi­ nin dahil edilmesini " söyleyince "Hükümetimden buna dair emir almadım. Müsaade edin, yazıp, talimat alayım" demiş ve "talimat gelinceye kadar müzakereyi tatil ediyorum " diye­ rek müzakere salonundan ayrılmış. Müzakereler de bir müd­ det tatil edilmiştir. Bu sırada Bakanlar Kurulu'na başkanlık eden Genelkur­ may Başkanı Mareşal Fevzi (Çakmak) ile de tanışmak imka­ nı oldu. Keçiören civarında, eski Ziraat Mektebi 'nde bulunu­ yorlardı. Ziyaretine gittim. Beni kabul ettiler. Konuşma esna­ sında İskenderun Sancağı ve havalisinin genel durumunu sor89


dular. Geniş bilgi verdim. Cevaben " Mustafa Kemal Paşa me­ selenin üzerinde durmasını Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey' e emrettiler. Ben de ayrıca alakadar olurum" dediler. Yanların­ Ctoan, görüşmemizden memnun olarak ayrıldım. Eve gittim. Beni bekleyen beylere durumu anlattım. Muntazaman hemen her gün Meclis'e gidiyor, davamı­ zın alacağı netice üzerinde mebus arkadaşlarla görüşüyor, du­ rumumuzu merakla takip ediyorduk. Ankara itila/namesi: Kısa bir aradan sonra tekrar başlayan müzakere neticede 1 92 1 Ekim ortasında Franklin - Bouillon ile Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey arasında cereyan edip sona erdi. Fransızlar, Adana, Mersin - Osmaniye - Kilis ve Gazian­ tep ' i boşaltmayı ve Türk ordusunun noksan harp malzemesi­ nin de teminini kabul ettiler. (22) İskenderun Sancağı 'nın boşaltılmasını kabul etmeyip an­ cak hususi bir idare kabul ettiler. Hususi idarenin mahiyeti: "Türk dilinin orada resmi mahiyeti haiz olması, Türk Bayrağı'na benzer bir bayrağı olması, mekteplerde Türkçenin de okutulması, Türk harsının (kültürünün) inkişafının temini, aynı zamanda Suriye'nin Türk hududuna yakın olup, ekseri­ si Türk olan yerlerinde de bu maddelerin tatbik edilmesi." Maalesef Fransızlar bu anlaşmanın birçoğunu hiçbir za­ man uygulamamışlardır. (22) Jandannanın takviyesi biçiminde sözleşilmiştir. (H. B.)

90


Fransızlarla lskenderun Sancağı meselesi müzakere edi­ lirken bu maddelerden başka, orada bir genel affın da ilanının anlaşmaya bir madde olarak konmasını Dışişleri Bakanı'ndan rica etmiştim. Zira yapılacak olan genel af anlaşmaya konmaz ise; Fransızlar avdet edecek, mücadele eden arkadaşlarımızı bir kayıt ve şarta tabi tutacaklar. Halbuki bu madde konsa, ora­ ya dönmek isteyen mücahitler vatanlarına tehlikesizce ve gö­ nül rahatlığıyla gidebileceklerdi. Fransız delegesi bunun öne­ mini kavradığı için genel affın anlaşmaya konmamasında ıs­ rar etmiş. Son akşam Antep mebusu Yasin ve mücahit arkadaşım Faruk Cengiz'le Ankara'nın şimdiki vilayet konağının yanın­ daki Posta Telgraf Genel Müdürlüğü binasında, Genel Müdür Sabri Bey'i (sonradan bir müddet Dahiliye Vekilliği de yap­ mıştı. Gümrük Müdürü İhsan (Çardaklı) Bey vasıtasıyla ta­ nışmış olduğum için) ziyarete gitmiştik. Ihsan (Çardaklı) Bey de orada idi. Biraz sonra dostluk kurduğumuz Hariciye Veka­ leti Umur-u Siyasiye Müdürü Hikmet (Bayur) Bey de geldi. Yarım kalan konuşmamız bittikten sonra, Sabri Bey " Muahe­ de ne oldu?" , diye sordu. Hikmet Bey de "Her şey bitti, bir iki saat sonra muahede imza edilecek" deyince, ben de yapılacak affı umuminin rnuahedeye konup konmadığını sordum; ceva­ ben " Maalesefmuahedeye konulmadı. Yalnız şifahen umumi affı taahhüt etti" dedi. Pek müteessir oldum, zira mücahit arkadaşlara, mem­ leket kurtarılamaz ise nasıl olsa bir genel af ilan edilir. İste­ yen gider demiştim. Bu vaziyet karşısında Yasin Bey'e "Gel, istasyonda muahedeyi imza etmek üzere olan Hariciye Ve­ kili' ni görelim" dedim. Kalktık arkadaşlara'veda ederek dı� şan çıktık. Yollarda elektrik yoktu, geç vakit o lduğu için ara­ _ ba da bulamadık. Karanlıkta yürüyerek istasyona geldik. Ri91


yaseti Cumhur Umumi Katipliği binasında müzakere cere­ yan ediyordu. Kapıdaki nöbetçi bizi yukarı bırakmayınca, be­ raberimde Antep mebusu Yasin Bey olduğunu, Hariciye Ve­ kili Yusuf Kemal Bey' i görmek istediğimizi söyledim. Bir hademe çağırdı. Gelen hademeye Yasin Bey: " Yusuf Kemal Bey' e söyle kendisini görmek istiyorum, biraz buraya buyur­ sun" dedi. Hademe gitti. Birkaç dakika sonra Yusuf Kemal Bey yanımıza indi. Merhabalaştık, ilan edilecek genel affın anlaşmaya konup konmadığını sordum. O da " Maalesef kon­ madı " dedi. Bunun üzerine " Davaya başlarken her şeyi he­ sap etmiştik, ama hükümetimizin davamızla ehemmiyetle alakadar olmayacağını düşünmemiştik. Bu affı umuminin muahedeye konması bizim için hayati bir davadır. Hem ya­ rın bu hususta sizin de başınız ağrır" dedim. Yasin Bey'le dönüp eve gittik. Yasin Bey, İhsan ve Abdurrahman beylere mülakatı anlattı. Onlar da haklı olarak benim gibi üzüldüler. Bir müddet oturulup konuşuldu. Sonra Yasin Bey veda ede­ rek gitti. Böylece 20 Ekim 1 92 1 'de Ankara Antlaşması imzalandı. Ertesi gün öğleye doğru Yasin Bey gelerek " Yusuf Ke­ mal Bey sizi istiyor" dedi. Beraberce Meclis'e giderek Yusuf Kemal Bey'i gördük. "Siz gittikten sonra yukarı çıkıp Frank­ lin - Bouillon 'a ısrar ettim. Affı umumi işi muahedeye değil, amma Umumi Protokol'e kondu, gözünüz aydın" dedi. Pro­ tokol anlaşmanın gayri resmi bir kısmı imiş. Teşekkür ederek yanından ayrıldım. Yasin Bey 'den ayrılarak beylerin yanına git­ tim. Son durumu anlattım, neticeyi bekleyip anlaşmanın met­ nini benim almam kararlaştırıldı. Mürselzade Ihsan ve Abdur­ rahman beyler Antep mebusu Şahin ve Maraş mebusu Aslan beylerle Maraş'a hareket ettiler. Biz de Faruk Cengiz ve diğer arkadaşlarla metni almak için Ankara'da kaldık. 92


Örtülü Faaliyete Geçiş: Birkaç gün sonra Mustafa Kemal Paşa hazretlerini ziya­ ret ederek minnet ve şükranlarımızı arz etmek istediğimi me­ bus arkadaşlara söyledim. Arz etmişler. 1 Kasım l 92 1 günü mebus Tunalı Hilmi Bey Mustafa Kemal Paşa'nın bizi kabul edeceğini söyledi. Ertesi gün 2 Kasım 1 92 1 'de Faruk Cengiz'le beraber Mec­ lis' e gittik. Mustafa Kemal Paşa merdivenin başındaki odada, Adana ve Mersin mebuslarından Damar (Arıkoğlu), Muhtar ve İsmail Safa beylerle oturuyorlarmış. Tunalı Hilmi ve Faruk Cengiz'le beraber bizi kabul buyurdular. O büyük insan, kendine mahsus nezaket ve inceliğiyle ye­ rinden kalkmak suretiyle bizi iltifatlarına garkettiler. Hürmet ve tazimlerimizi sunduk; gösterdikleri yere oturduktan sonra "Memleketimizin içinde didiştiği davaları biliyorsunuz, dün­ ya bizimle muhasama halinde bulunduğu bir durumdayız. Böyle bir zamanda Avrupa'nın büyük devletlerinden birisi olan Fransızlarla bir anlaşma yaptık. İşgal ettikleri Adana, Mersin, Osmaniye, Kilis, Antep' i tahliye edecek ve bize harp malzemesi de verecekler. En mühimi Mersin limanını bize ia­ de edeceklerdir. Bu arada İskenderun Sancağı ve havalisinin de (Hatay''ın da) tahliyesi üzerinde büyük gayret sarfettikse de şimdilik bir şey yapamadık. Ancak orası için hususi bir idare tatbik edeceklerini taahhüt altına alabildik. İnşallah ileride sizleri de kurtaracağız. Şimdi memleketinize giderek çalışır­ sınız. Bir işiniz olur veya müşkülatla karşılaşırsanız arkadaş­ lara müracaat edersiniz" buyurdular. Ayağa kalkarak "Bütün hemşerilerim namına şükran ve minnettarlığımızı arz ederim. Herhangi bir müşkülata maruz kalınırsa, efendimizi rahatsız etmemize müsaade 'buyurmanızı istirham ederim. Fransızlar, 93


İskenderun Sancağı ve havalisi için, kabul ettikleri sözlü ant­ laşmayı göreceksiniz tatbik etmeyeceklerdir" dediğimde "Hay hay ! Bana müracaat edersiniz, sizlere iyi yolculuk dilerim. Bü­ tün hemşerilerinize selam ve muhabbetlerimi iletiniz" buyur­ dular ve ayağa kalktılar. Elini öperek Faruk Cengiz'le huzur­ larından ayrıldık. Üzgün fakat umutluyduk. Ferdası günü o zaman Ankara Lisesi Taş mektepteki, Mil­ li Müdafaa Vek:ileti'ne giderek vekil Refet (Bele) Paşa'yı zi­ yaret ederek fazla silahları teslim ettim. Teslimime dair vesi­ ka aşağıdadır: Türkiye Büyük Millet Meclisi Müdafaa-i Milliye Vekaleti " İkinci Kolorduca Maraş'ta, Reyhaniye'li Kara Mürsel Mustafa Paşaoğlu Tayfur Bey'e teslim olunan esliha (silah) ve cephane mumaileyh tarafından heyet-i askeriye'ye iade edil­ miştir. Ve kendisinin bu esliha hesabatını tamamen vermiş ol­ duğuna dair vesikadır. Üç Teşrinisani 1 3 37 (3 Kasım 1 92 1 ) Milli Müdafaa Vekili (Refet) Pozantı'ya (Adana vilayet merkezi o zaman Pozantı 'day­ dı) hareket etmeden Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi (Çakmak) Paşa'ya, veda etmek için ziyaretine gittim. Antlaş­ ma şartlarını yerine getirmek üzere, Adana'ya gitmiş olan Fransız delegesi Franklin-Bouillon için, bana bir mektup ver­ di. Tasdikli sureti aşağıdadır: " Fransa Cumhuriyeti fevkalade murahhası Franklin-Bo­ uillon cenaplarına. "Bu mektubumla Şark ve Garbın iki necip milleti arasın94


da mazide caygir olan ınuhadenet-i kadimeyi tekrar tesis ve tahkimi hususuna muvaffak olmuş bulunan zat-ı asilaneleri­ ne karşı beslediğim samimi ve ihtiramkar hissiyatı bir defa da­ ha ifade ediyor, size namuslu, halis, vatanperver bir genci, Ka­ ramürselzade Tayfur Bey'i takdim ediyorum. Mumaileyh ev­ velce bizimle Suriye'de çalışmış bulunup, bu kerre son itilaf­ nameye tevfikan serbestçe memleketine avdet edebilecektir. Kendisine muhtaç bulunudğu teshilat ve muaveneti diriğ bu­ yurmayacağınızı ümit eder hissiyat-ı samime-i ihtiramkarane­ min kabulünü zat-ı alilerinden rica ederim" . 6 . 1 1 .337 ( 1 92 1 ) Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti Erkanı Harbiye Reisi 1. Ferik Fevzi Teşekkür ederek oradan ayrılıp Milli Müdafaa Vekili Re­ fet (Bele) Paşa'ya giderek veda ettik. Ve aşağıdaki vesikayı aldım: Türkiye Büyük Millet Meclisi Müdafaa-i Milliye Vekaleti İskenderun livasında Reyhaniyeli Karamürseloğlu Mus­ tafa Paşa mahdumu (oğlu) Tayfur Bey ve arkadaşları bu ker­ re Fransızlarla akdedilen itilafname üzerine, memleketlerine avdet edeceklerdir. Gerek kendilerine, gerek nezdlerinde bu­ lunan silahlara müdahale edilmemesi ve teshilat iraesi (silah verilmiş) için vesikadır. 1 2 Teşrinisani 337 Milli Müdafaa Vekili Refet 95


Ve Büyük Millet Meclisi Umumi Dahiliye Vekaleti ' nden aldığımız vesika: İskenderun Livasının Reyhaniye kazası ahalisinden Ka­ ramürsel Mustafa Paşazade Tayfur ve refiki Faruk Bey'lerin Liva-yi mezkfıre azimetlerine ve avdetlerinde dahi mümana­ at olunmamasını natık vesikadır. 1 0. 1 2.37 ( 1 92 1 ) Dahiliye Müsteşarı İmza

Görülmüştür. 1 O Kanunuevvel 1 337 ( 1 92 1 ) Adana Vilayetı Polis Müdürü

-

Ankara'da bulunduğumuz zaman zarfında alakalarını gördüğümüz diğer erkan ile mebus arkadaşlara ayn ayn veda ve teşekkür ederek ayrılıp, Pozantı'ya hareket ettik. Konya'ya gelidğimizde Fransızların, Adana'dan tutukla­ yıp, Arvat adasına gönderdikleri Kemal (Kusun) ve Fahri (Uğurlu) beylerin serbest bırakıldıklarını haber aldım. Bira­ derim Mürselzade İnayet Bey'in de serbest bırakılıp bırakıl­ madığını sorduğum telgrafa, Pozantı Posta TelgrafMüdürü'n­ den aldığım cevap aşağıdadır: Konya'da Kanaat Oteli'nde Tayfur Bey'e: İnayet Bey'in tahliyesi hakkında henüz malumat alına­ mamıştır efendim. Pozantı PTT Müdürü Hasan Konya'da karşılaştığım Adana heyeti trenle gidiyormuş. Bana da trenle gitmemi söylediklerinde, araba ve atlarımızı, Avcı Mustafa ve Kürt Kerim'le Adana'ya gönderip Faruk'la istasyona geldik. Maalesefyer kalmamış, bilet almadan ve gi96


dişimizi garanti etmeden arabımızı gönderdiğime üzülüp, piş­ man olarak mecburen kömür vagonuna binip Konya'dan ay­ rıldık Bin bir güçlük ve rahatsızlık çekerek Pozantı 'ya, oradan da Adana'ya geldik. Bir otele yerleşerek, temizlenip Avcı Mustafa ile Kürt Kerim' i aramaya çıktık. Onları bularak ote­ le dönüp, o gün istirahat ettik. Ertesi günü Franklin-Bouillon ile temasa geçerek, Mareşal' in mektubunu verdik. lskenderun Sancağı için kabul edilen hususların uygulanacağını, memle­ ketimize rahatlıkla gidebileceğimizi söyledi. Pek aklım kes­ memekle beraber mebus arkadraşlara veda ederek dördümüz arabayla Adana'dan Reyhaniye'ye hareket ettik. Avcı Musta­ fa ile Kerim Kırıkhan'da ayrılarak köylerine gittiler. Ben de Reyhanie'de Faruk'tan ayrılıp köyüme geldim. Ölüm Cezasına Çarptırılmam: Döndüğümü duyan akraba ve dostlarım ertesi gün beni görmeye geldiler. Onlara Amik'ten ayrılmamdan bu yana ce­ reyan eden hadise ve durumu anlattım. Ankara antlaşmasın­ daki bizim için kabul edilen hususları uygulayacağına söz ve­ ren Franklin-Bouillon'la görüşmemi ve konuşmamızı açıkla­ dım. Güvenemediğimi, hadiselerin gelişmesini takip etmemi­ zi ve beklememizi söyledim. Uzun görüşmelerden sonra ay­ rıldık. Bugüne kadar ihmal ettiğim işlerimle meşgul olmaya baş­ ladım. Bu arada amcazadem Mürselzade Kemal ve Kadri bey­ lerin hemşireleri, Medine Hanım'la evlendim. Bu sıralarda Ankara Antlaşması gereğince Adana, Mersin, Tarsus, Kilis ve Gaziantep tahliye edilerek Türkiye'ye iade edildiği halde İs­ kenderun Sancağı için vaatlerini yerine getirmediler. 97


Birkaç kez ilgili makamlara başvurdumsa da antlaşma­ nın bizimle ilgili maddelerinden kesin olarak söz ettirmedik­ leri gibi özel idareyi bile uygulamadılar. Üstelik muamelele­ rini değiştirip daha da şiddetlendirdiler. Haliyle yeniden mü­ cadeleye başladık ve mücahit arkadaşlarla birleşerek Amik ovasından ayrıldık. Yeniden mücadeleye başlamamdan dolayı, Fransızlar kö­ yümü ve evimi basarak yağma ettiler. Ve beni ölüm cezasına çarptırdılar. Hatta o kadar ileri gittiler ki; bizimle ilişki kuran ve haberleşenlerin bir kısmı yakalanarak hapsedilmişlerdir. Adana 'ya Yerleşmem: Bunun üzerine zevcemi getirterek Reyhan iye 'ye gidişim­ den 7-8 ay sonra tekrar Adana'ya döndüm. Seyhan nehri civarında Kayalıbağ mahallesinde bir ev tutarak Adana'ya yerleştim. Benden sonra yakalanacaklarını anlayan cesur ve kıymetli mücahit arkadaşım Faruk Cengiz ve arkadaşları da Kilis'e gitmişler. İskenderun Sancağı ve havalisiyle, Fransız idaresini hoş görmeyenler ve tedirgin olanlar peyderpey Adana ve Mer­ sin' e gelmeye başladılar; günbegün kalabalıklaşıyorduk. Bir gün sonra kalabalıklaşan hemşerilerimize hizmet etmek ama­ cıyla bir cemiyet kurmaya karar verdik. Adana'nın kapalı çar­ şısında manifaturacılık yapan Antakya'lı Affan Efendi'nin mağazasında ben, Sami Azmi Ezer, Rasim Yurtman, Nuri Ay­ dın, İdris Antaki ve kayınbiraderi Nusret beylerle ilk toplan­ tıyı yaptık. Böylece lske_nderun ve havalisi Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti' ni gayri resmi olarak kurduk. Ne acıdır ki; daha ilk günden ne olacağı ve neticesi bel­ li olmayan cemiyet başkanlığı için arkadaşlar arasında anlaş­ mazlık çıktı. Neyse ki uzun sürmedi, ikna edildiler ve başkan98


lığa Sami Azmi Bey'i seçtik. Bina bulup resmiyete intikali için çalışırken arkadaşlarla, Affan Efendi 'nin manifatura mağaza­ sında sık sık buluşuyorduk. Bir gün Hilal-i Ahmer cemiyetine yardım yapmak için, aramızda müzakere ederek para topladık ve Osmanlı Hiliil-i Ahmer Cemiyeti Anadolu murahhaslığına yolladık. Ve bir mektupla bildirdik. 1 5 gün sonra da aşağıdaki mektubu aldım: Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti Anadolu Heyet-i Murahhası 3968/ 1 4 1 Kara Mürsel Mustafa Paşazade Tayfur Beyefendiye; Muhterem beyefendi, irsaline lütuf ve inayet buyurulan 4.5.38 ( 1 922) tarihli mektubu 3.lilerine dest-i tekrime aldık. Zat-ı alileriyle rüfeka-i mesailerinin ve müteberrilerin (23) iz­ har buyurdukları asar-! şefkatten dolayı en samimi teşekkür ve şükranlarımızın kabulü ve ahaliyi muhteremeye iblağını ri­ ca ederez: Antakya Hilal-i Ahmer heyeti aliyesi tarafından gönderilen paranın makbuzu Mersin memurumuz Tahsin Bey ve İskenderun, Belen, Kırıkhan ve Reyhaniye'nin muhterem heyetleri tarfaından gönderilen paranın makbuzları teşekkür­ namelerimizle beraber Adana ve havalisi kumandanı Muhit­ tin Paşa hazretleri delaletiyle irsal edildiğini (24) arz ve bu ve­ sile ile mesai-i mübarekelerinde muvaffakıyat-ı alilerini Ce­ nab-ı Hak'tan temenni eder, takdim-i ihtiramat ederiz efendim. 1 8 Mayıs 1 33 8 ( 1 922) Hilal-i Ahmer Murahhası Asım (23) Bağışta bulunanların. (24) Gönderildiğini.


ismet Paşa 'mn Lozan 'a Gidişi: Böylece günler geçiyor, gelen arkadaşlar gün geçtikçe ço­ ğalıyordu. Bu arada Kurtuluş Savaşı bitmiş, harbin sona er­ mesi için imzalanan Mudanya antlaşmasından sonra müttefik­ lerin 28 Ekim 1 922 'de yaptığı barış antlaşması teklifini kabul eden Ankara hükümeti Lozan'a bir heyet gönderecekmiş. Mersin mebusu Niyazi Ramazanoğlu'nun, bizim de An­ kara'ya acele bir heyet göndermemizi bildirmesi üzerine, du­ rum Antakya'daki şubemize duyuruldu. Antakya'dan Rasim Yurtman, Sami Azmi (Ezer) ve Gaziantep 'te bulunan müm­ taz ve muhterem bir devlet adamı olan Türkmenzade Ahmet beylerin, lskenderun'dan da beni, hükümet katında bulunmak üzere delege seçtiler. Mazbatalarımız geldiğinde, rahatsızlığı nedeniyle heye­ timize katılamayan Türkmenzade Ahmet Bey hariç, üçümüz Ankara' ya gittik. 1 92 l 'de Ankara'da tanıştığımız, Mersin mebusu Rama­ zanoğlu Niyazi, Bolu mebusu Tunalı Hilmi, Gaziantep mebu­ su Kılıç Ali ve Yasin, Siverek mebusu Kadir beylerle temasa geçtik. Bizi Büyük Millet Meclisi'ne götürdüler, bu mebuslar, güney Türkmenistan ve Hatay 'dan gelen delegelerin kabulü ile, kendilerine " Hoş geldiniz" denmesi diye imza ettikleri öner­ geyi Meclis Başkanı 'na sunduktan sonra, bizleri karşı locaya oturttular. Okunan önerge Heyet-i Umumiyece alkışlarla ka­ bul edildi (Meclis zabıtlarında mevcuttur). Meclis görüşme­ lerine tekrar devam edildi. Bir ara görüşmelere yarım saat ara verildiğinde, önerge­ yi veren mebus arkadaşlar gelişimizi Mustafa Kemal Paşa hazretlerine arz ettiler. 1 00


Mustafa Kemal Paşa bizi kabul buyurdular. 1 920'de gı­ yaben 1 92 1 'de şahsen tanışıp, şerefyab olduğum Büyük Ku­ mandan Mustafa Kemal (Atatürk) ziyaretimizden mütehassis olduklarını belirtip, dertlerimizi dinledikten sonra, Hariciye Vekili ve Lozan Başmurahhası lsmet Paşa'yla bizleri tanıştır­ dılar. " Paşa Lozan'a gidiyor, dava ve dertlerinizi kendisine de anlatın" diyerek ayrıldılar. Dava ve dertlerimizi uzun uzun lsmet Paşa'ya da anlat­ tığımızda "Müsterih olun, davanız, davamızdır" dediler ve biz­ leri ikinci Başkan Doktor Rıza Nur Bey'le de tanıştırdılar. lki gün sonra İsmet Paşa başkanlığındaki heyet Lozan' a gitti. Biz de arkadaşlara veda ederek Adana'ya döndük. Lozan 'a Çekilen Telgraf: 22 Aralık 1 922 'de Lozan 'da toplanan konferans başladı. Ne talihsizliktir ki; davamız Lozan'da esaslı bir şekilde ele alınamamış. Bu cihet Cemiyetimizi ve bütün hemşerileri­ mizi üzmüştür. Bu üzücü durum karşısında Lozan Heyeti Mu­ rahhasa Başkanlığına aşağıdaki telgrafı çekmiştim. İskenderun ve Havalisi Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Murahhaslığı Sulh Konferansı'nın, Türkiye Muahedesiyle meşgul ol­ duğu bir anda, İskenderun Sancağı ve havali-i mütecaviresi (İzahatlı haritaya müracaat) Türk sekenesinin (halkının) hu­ kuk ve ınenafiini müdafaa maksadıyla teşekkül etmiş bulu­ nan Cemiyetimiz, ırki, hars!, tarihi, iktisadi, nikat-ı nazardan halis Türk olan bu mel}atıkın bir cüz-ü layenfeki (25) bulunup gayri kabili inhitat (dağılması olanaksız) revabıtla merbut 101


(bağlarla bağlı) bulunduğu anavatandan asla tefrik edilmeye­ ceğini nazar-ı alilerine vaz-ı hususunu vazife bilmektedir. Türk biladının Suriye aksamından addi bir Türk irredantizmini (26) intaç eder ki, bu da memleketin ümranının pek muhtaç oldu­ ğu sulh ve sükunu ihlal eder. Sulh Konferansı'nın ekseriyeti kahiresi (büyük çoğunluğu) Türk olan bu havali hakkında aha­ linin ve amaline muvafık (uygun) mukarrerat ittihaz edeceği (gelecek alacağı) kanaati temennisini beslemekteyiz. 22 Kanunisani 1 338 (22 Ocak 1 922) Adana'dan Tayfur Ata Mustafa Kemal Atatürk'ün Adana ya ilk Gelişi: Cemiyetimiz çalışmalarını sürdürürken 12 Mart 1 923 'te Adana mebusu Zamir (Damar Arıkoğlu) Bey'den aldığım bir telgrafla Mustafa Kemal Paşa'nın Adana'ya geleceklerini öğ­ rendik. TELGRAF Adana'da, Antakya'lı Tayfur Bey'e; Bir gün sonra lzmir'den Gazi Paşa Hazretleri Adana'ya hareket ediyor. Afyon'da birleşeceğiz. lhzarınızı (27) ikmal ediniz. Adana Mebusu Zamir (25) Ayrılmaz parçası. (26) Bir milletin başka memleketlerde yaşayan soydaşlarıyla birleşme isteği. (27) Hazırlığınızı tamamlayın.

1 02


Arkadaşlarla toplanarak, törene katılacaklar için hazırlık yaptık. 1 5 Mart 1 923 günü karşılama töreninde, biz, İskende­ run ve havalisi halkına da bir yer verildi. 200 kişi kadar var­ dık. Siyah bayraklarla karşıladık. Gazi Mustafa Kemal Paşa hizamıza gelince, ilk toplantı yaptığımız manifaturacı Antak­ ya'lı Affan Efendi'nin siyahlar giymiş kızı, bir ucundan tut­ tuğu " Gazi Baba bizi de kurtar" ibaresi yazılı pankartla yo­ lunu kesince, eşsiz Ata bizlere dönerek yüksek ve vakur bir sesle " Kırk asırlık Türk yurdu, düşman elinde esir kalamaz" diye tarihi sözünü söyledi. Bu tablo, törende bulunan 7 'den 70'e herkesi duygulan­ dırdı ve ağlattı. Mustafa Kemal Paşa'nın Adana'ya gelişinde bir oğlum olmuş, adını JcÇ.emal Bahir koymuştum. Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın Adana'ya ilk gelişi ve o tarihi meşhur sözü üzerine çalışmalarımızı daha çok hızlan­ dırdık. Lozan Heyet-i Murahhasa başkanlığından bir haber ala­ mayınca Ankara'da tanıştığımız ikinci başkan Doktor Rıza Nur Bey'e aşağıdaki mektubu yazdım: İskenderun ve havalisi Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Murahhaslığı Huzuru alilerine, Muhterem efendim hazretleri; "Zat-ı alilerinin Türk mefkı1resini (ülküsünü) ne derece kuvvetli bir surette temsil buyurduğunuzu yakinen biliyoruz. İman-ı millinizin kuvveti bütün maniaları yıkar. Birinci Lo1 03


zan konferansında ekalliyetler (azınlıklar) hukuku bilhassa Ermeni yurdu mevzubahs olurken davay-ı milliyenin istihsa­ linde ne kadar mühim bir amil (etken) olmuş bulunduğunu müdrikiz (biliyoruz). Bundan dolayı hakkı alilerinde derin bir hissi hürmet ve itimat beslemekteyiz. " Şahsiyetinize olan merbutiyet (bağlılık) ve itimadımız şu satırları yazmaya ve anavatanın aguşundan (kucağından) na­ sılsa uzak kalmış ve bırakılmış olan kardeşlerimizin endişe­ lerinden, acılarından sizi haberdar etmeye mecbur ediyor. Va­ ziyet-i siyasiye ve askeriyemizin en buhranlı anlarında akdo­ lunan itilafnamelerle Türk mıntıkamızda, Türkler için asgari bazı teminat istihsali (güven sağlanması) ile iktifa olunmuş­ tu. Ümit ediyor idik ki vaziyet kesb-i salah (durum düzelir) eder etmez, Fransızların da iddia ettikleri veçhile mahalli ma­ hiyeti haiz olan itilafnamenin bu maddeleri tadile (değişikli­ ğe) uğrar, yurdumuz kurtulur, mani zail olunca memnu da av­ det eder. Maalesef böyle olmadı. Hatta idare-i mahsusanın tatbikatına dair bile, bir şey göremedik. Bu bapta Adana Mü­ dafaa-i Hukuk heyetinin, Teşrin 38 tarihinde (28) heyet-i mu­ rahhassamız riyasetine gönderilen haritasında tafsilat mev­ cuttur. " Heyet-i Murahhassamız ilk defa Lozan' a giderken va­ ki olan kıymetli vaatlerinden Meclis-i Milli'de cereyan eden ateşli müzakerattan coğrafi, tarihi, ırki, iktisadi sevkülceyşi (29) esasat tevfikan vatanın emniyet-i haliye ve müstakbele­ si mülahazasına binaen (gelecek düşüncesine dayanarak), tah­ lis edileceğine (kurtarılacağına) iman etmiştik. Birinci Lozan Konferansı 'nda davamız meskfü kaldı. Fakat meskı1t kalmak(28) Ekim veya Kasım ı 922. (29) Stratejik.

1 04


la bu mesele hal olunmayacaktı, çünkü; günler geçtikçe vazi­ yet daha ziyade anlaşıldıkça milletimiz mukadderatımızla da­ ha fazla alakadar oluyordu. Fransızlar ise, orada mezalimi art­ tırdıkça arttırıyorlardı, matbuatımız her gün bunun küçük bir numunesini arzetmektedir. "Artık buna tahammül kalmadı, oradaki kardeşlerimiz, milletine ve istikbali uğruna sürülmekte, hapsedilmekte, işken­ ce edilmekte, öldürülmekte, boğulmaktadır. Eğer Ankara iti­ lafnaınesinin 7. maddesi ile merbutat-ı ahkamı ruh-u itilafna­ meye mutabık ve vaziyeti hazıramıza muvafık müsbet bir su­ ret-i halliye'ye raptedilmez (çözüme bağlanmaz), eğer mıntı­ kamızın idare-i siyasiyesi hakkında heyet-i murahhasamıza, metin esasat, kat'i ve metin teminat almazsa bizimle birlikte kalbi çarpan, yurdunun müdafaası için çırpınan yüz binlerce kardeşleriniz elim bir vaziyete düşecek, bundan vatan-ı umu­ mi de mutazarrır olacaktır. İhtiramat-ı faikaının kabulünü ri­ ca ederim efendim hazretleri. Evvelce takdim olunan arizanın zarfı Türkçe yazıldığından gitmesi ve zat-ı alinize yetişmesi şüpheli olduğundan tekrar takdim ediyorum. Paşa hazretleri­ ne ve heyet-i ınurahhasamız erkanına ihtiramat (saygılar)" . 16 Mayıs 1 939 (30) Antakya ·lskenderun ve Havai isi Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Murahhaslığı Dr. Rıza Nur Bey'in davamızla layıkıyla meşgul oluna­ madığına dair mektubuma verdiği cevabı maalesef bulama­ dım. (30) 1 923.

1 05


Ankara antlaşmasının görüşülmesi sırasında, tanıştığı­ mız Adana mebusu İsmail Sefa Bey daha sonra Milli Eğitim Bakanı olmuştu. Rıza Nur Bey'e yazdıktan sonra Ankara'da da davamızla ilgilenmesi için, Milli Eğitim Bakanı İsmail Se­ fa Bey'e de aşağıdaki mektubu yazdım: İskenderun ve havalisi Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Murahhaslığı Huzuru Alilerine Muhterem efendim, " Her nasılsa anavatanın agfışundan (kucağından) uzak kalmış ve bırakılmış olan Akdeniz ve Türkmenistan halkının son ve elemnak (üzüntülü) selam ve ihtiramatını takdim eder (saygılarımı sunar) ve devam-ı teveccühü alinizi dilerim. Muh­ terem efendim tamami-i istihlasımızın (tam kurtuluşumuzun) tatlı hülyaları, güzel ümitleri maalesef bir emri muhal (3 1 ) ha­ lini aldığı cihetle bu hususu dair tasdi etmeyeceğim, bizim merbutiyet-i maddiye ve maneviyemizi sizin hakkı müdaha­ le ve müdafaanızı temin edecek olan idare-i mahsusa hususu­ nu arz ediyorum. Malumu samileri buyrulduğu üzere vaziyet ve mukadde­ ratın tayin ve tespit edilmemiş olduğu şöyle bir zamanda Hı­ ristiyan ekseriyeti teşkil ve tesis için, Fransızlar o muhitte yap­ madık mezalim bırakmadılar. Matbuatımız her gün bir numu­ nesini arzetmektedir. Oradaki kardeşlerimiz, milliyeti, istik­ lali uğrunda birer bahane ile sürülmekte, hapsedilmekte, öl­ dürülmektedir. Eğer ki; Ankara itilafuamesinin birinci mad­ desi ile merbutatı, ahkamı ruhu itilafnameye mutabık ve va(31) Olanaksız.

1 06


ziyeti hazıramıza muvafık, müsbet bir sureti halle raptedilmez ve eğer mıntıkamızın idare-i siyasiyesi hakkında heyet-i mu­ rahhasamız metin esasat, kat'i teminat almaz ise sizinle bir­ likte kalbi çarpan, yurdunun müdafaası için çırpınan yüz bin­ lerce kardeşimizin elim bir vaziyete düşeceğini tabii takdir bu­ yurursunuz. Etmeyenleri de lütfen ikaz buyurun, yaldızlı va­ atlere, şifai teminatlara hiç olmaz ise bu kerre feda edilmeye­ lim. Her ne kadar Hudud-u Milli haricinde kalmış isek de ırk­ daşlık itibarıyla bizlerin de vekilimiz olduğunuzdan yüz bin­ lerce masum ve bikes halkın vebali boynunuzdadır. " İhtiramat-ı faikamı takdim ile kesb-i şeref ve mübahat ederim efendim hazretleri." 1 6.5.39 Tayfur Ata

1 07



111

CEMİYE TİMİZİN RESMEN KURULUŞU Bu arada bir gün Adana Valisi Refet Bey ve diğer efrat­ tan bazıları ile sohbet ederken cemiyetimizin çalışmaları ko­ nu olunca Refet Bey "Gayri resmi cemiyet olmaz. Cemiyet­ ler kanunu gereğince müracaat ederek cemiyetinizi resmiye­ te intikal ettirmelisiniz" dedi. Daha sonra bu durumu arkadaşlara anlatarak bir cemiyet binası temin edip, vilayete müracaat ettik. Arkadaşlar, cemi­ yet resmen kurulduktan sonra toplanarak cemiyet başkanlığı­ na beni seçtiler. Adana Vilayeti Polis Müdürlüğü ilmühaberi: "Antakya, İskenderun yurdu unvanı ile Adana'da Türko­ cağı binasında teşekkül edecek cemiyetin 30 Mayıs 339 ( 1 923) tarihli bir kıt'a arzuhaline merbut iki nüsha nizamname-i da­ hiliyenin ahz ve hıfz olunduğunu mübeyyin ilmühaberdir." 30 Mayıs 1 3 39 ( 1 923) Vali Refet

1 09


Cemiyetimizin Nizamnamesi; Cemiyetin Açılışı: Daha sonra Cemiyeti tasdik ettirerek açılışına, Vali Re­ fet Bey' i davet etim. Mazeretine binaen bulunamayacağını bildirdi. Adana Vilayeti

Hususi

Tayfur Ata Beyefendi 'ye; Efendim " Biraz rahatsız bulunduğum için bugün küşad-ı mukar­ rer olan kulübünüzde merasiminize iştirak edemeyeceğimden dolayı pek müteessirim. Sizinle beraber cümlemizin gayesi olan İskenderun, Antakya ve Belen' in tahlisini 1 nayet-i Hak'tan temenni eder, seri muvaffakiyetler temenni ederim. Elemli gözlerinizden öper ve hürmetlerimi arzeylerim. 1 Haziran 1 339 ( 1 923) Val i Refet Antep muharebesinde 2. Kolordu Kumandanı Selahattin Adil Paşa'nın yanında tanıştığım ve dost olduğumuz 5. Fırka Kumandanı Miralay Kenan (Dalbaşar) Bey, Adana Mıntıka Kumandanlığı'na atanmıştı. Ziyaretine gittiğimde mücadele yıllarını yad ederek uzun uzun konuştuktan sonra bana aşağı­ daki vesikayı verdi: 3 .6. 1 3 39 ( 1 923) Adana Mıntıka Kumandanlığı Erkan-ı Harbiyesi 1 10


Vesikadır Yedindeki Eslahiye'ye müdahale edilmemesi hakkında; Müdafaa-i Milliye Vekili Refet Paşa Hazretlerinin 1 2 Teşrinisani 1 3 3 7 ( 1 9 Kasım 1 92 1 ) tarihli vesikalarını hamil olan Reyhaniyeli Karamürseloğlu Mustafa Paşazade Tayfur Bey'in yedinde bir kıt'a Fransız otomatik tüfeği ile bir adet Fransız tüfeği bulunduğundan ahzedilmemesine dair işbu ve­ sika ita kılınmıştır. Adana Mıntıka Kumandanı Kenan Hamit (Öcal) 'ın Hapsedilmesi: Burada, İskenderun Sancağı 'ndan gelen haberlere göre Fransızlar vaatlerini yerine getirmedikten başka, baskılarını arttırmış, bin bir bahane ile mücadelede bulunanlardan yaka­ layabildiklerine işkence ederek hapsediyor, yakalayamadıkla­ rının emlakine el koyuyorlarmış. Amik 'ten Alhasoğlu Salman (Öcal) Efendi Fransızlar tarafından işkence edilerek lskende­ run 'a götürülüp hapsediliyor. Oğlu Hamit (Öcal) Efendi ya­ kalanacağını anlayarak bazı arkadaşlarıyla Kilis 'e giderek, Faruk Cengiz grubuna katılıyor. Hassa'dan Paşa Beyzadeler­ den bazıları Halep' e gönderilerek hapsediliyor. Adana'ya dönüşümden sonra, mücahitlerden bir kısmı, maalesef ilgisizlikten mali sıkıntı içerisinde kalmış, perişan­ lıktan çırpınırken, Hamit (Öcal) Efendi ve birkaç kişi Suri­ ye 'ye geçerek, bir köyden birkaç hayvan gasp ederek Kilis'e dönmüşler. Gasp edilen malların sahipleri kendi hükümetleri aracılığıyla gasıpların cezalandırılmaları için, müracaat etme­ leri lazım gelirken, doğruca Kilis Müddeiumumiliği'ne mü111


racaat ediyorlar, Müddeiumumi de bu şikayeti muameleye ko­ yarak, köyün basılmasında ilgili görülen Hamit (Öcal) Efen­ di 'yi yakalattırıp, Kilis 'te hapsettiriyor. Faruk Cengiz'le Dedeoğlu Hakkı Bey, zan nedeniyle ya­ kalanacaklarını anlayınca Adana'ya, yanıma geldiler. Bu durumlara çok üzüldüm ve Sancak'tan ayrıntılı bilgi alarak durumu takip etmek için Ankara'ya gitmeye karar ver­ dim. 24 Temmuz 1 923 'te Lozan Antlaşması 'nın imzalanıp, İs­ met Paşa'nın Ankara' ya döndüğünü haber alınca, cemiyet be­ ni, Sancak için bir karar alınıp alınmadığını ve bundan sonra­ ki hareketlerimizin nasıl olması gerektiğini görüşmek üzere Ankara' ya göndermeye karar verdi. Tamamlayıcı bilgi gelin­ ce hem arkadaşların durumunu takip, hem İsmet Paşa ile gö­ rüşmek üzere 9 Ağustos 1 923 'te Ankara' ya hareket ettim. Ankara'ya gelince bir otele yerleşip ertesi günü İcra Ve­ killeri Heyeti 'ne vekaleten reislik eden ve başından beri dava­ mızla da yakinen ilgili olan Mareşal Fevzi (Çakmak) Paşa'yı ziyaret ederek durumu anlattım. Bir dilekçe vermemi emretti, benim milli hudutların dışında cereyan eden bir olaya, re'sen bizim mahkemelerimizin bakmaması gerektiği halde, Kilis Mahkemesi Suriye'lilerin şikayetlerini nazarı dikkate alarak Hamit (Öcal) Efendi'yi hapsetmiş; Faruk Cengiz ve Dedebe­ yoğlu Hakkı Bey'i de takip ettiriyor; tutuklu olarak kalmayıp serbest bırakılması, soruşturmanın durdurulması hakkındaki dilekçemi, Mareşal, Adliye Bakanlığı'na havale etti. Mersin mebusu Niyazi Ramazanoğlu ve Adana mebusu Musa Kazım Efendi'ye (32) gittik. Dilekçemi verdim. Okuyup, yüzüme atar­ casına ve haşin bir çehre ile " Müslümanlıkta hudud-u milli ha­ rici diye bir şey olmaz" diyerek dilekçemi geri verdi. Bu dav(32) Musa Kazım Göksu, Konya mebusu.

1 12


ranış ve anlayışa üçümüz de hem şaştık, hem üzüldük. Dilek­ çemi alarak Mareşal ' a gidip durumu anlattım. " Üzülme iki gün sonra Seyit Bey Adliye Vekili olacak, davayı o halleder" dedi. lki gün osnra Seyit Bey Adliye Vekili olunca, yine Niyazi ve Kemal beylerle yanına gittik. Seyit Bey müracaatımızı ve di­ lekçemi anlayışla karşılayarak arzumuzu yerine getirdi. Dilekçe ve cevabı aşağıdadır; Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti İcra Vekilleri Heyeti Riyaset-i celilesine. Maruzdur. "Vazife-i vataniyesini ifa ve rabıta-i milliyesini kavlen, fiilen ızhar ettiğinden dolayı Fransızlar tarafından zalimane işkencelerle Reyhaniye 'den İskenderun' a götürülüp, ihtilattan menetmek suretiyle iki aydır hapsedilen Reyhaniyeli Salman Efendi 'nin aynı hissi vatan-perveri ve fedakari ile mütehassis olan oğlu Hamit Efendi ve rüfekası Kilis'ten Hükümet-i Mil­ liyemiz cenah-ı şefkat ve himayesine sığındığı halde, hudud­ u milli haricinde hadis olan bir vakanın faili denerek hiçbir sebebi kanuni ve siyasi olmaksızın Kilis 'te hapsedilmiş olduk­ ları ve bir kısmı hakkında da takibatta bulunulduğu birkaç de­ fa makamı aidine arzedilmiş idi. " Memleket ve milletleri için fedakarane çalıştıklarından dolayı, pederi Fransızlar tarafından, oğlu da Hükümet-i Mil­ liyemizin bir şubesi olan Kilis'te, mağdur edilmeleri şan-ı adaletle kabili tevfik midir? Müracaat ve istirhamatı müker­ reremize rağmen el' an mevkuf bulunan mumaileyh Hamit Efendi ve rüfekasının tahliyesi ile diğerleri hakkında takibat 1 13


yaptırılmaması için icabedenlere emir buyurulmasını Hükü­ met-i Milliyemizin adalet-i mutlakasından istirham eyleriz."

2 Ağustos 39 ( 1 923) İskenderun ve Havalisi Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Murahhası

1 2 Ağustos 39 ( 1 923) tarih l /680 numara ile Adliye Ve­ kaleti 'nin Umur-ı Cezaiye Müdüriyeti 'ne muhavvel aynı ta­ rih 7/94 numara ile müdürriyet-i mezkfueden kaleme, Adliye Vekaleti Celilesine havale edilmiştir. "Vekalet-i müşarünileyh Hudud-u Milli haricinde hadis vukuattan dolayı mevkuf bulunanların tahliyesi ile diğerleri­ nin adem-i tevkifini ve fimabat (33) bu gibi davanın bizim mahkemelerde rüyet edilmemesi lazım olduğu mütalaasıyla istida-i mezkuru İcra Vekilleri Riyasetine 5468/1 1 2 numara­ lı 26.8.39 ( 1 923) tarihli iadeten takdim edilip, mütalaa-i mezkı1r heyet-i vekilece . . . . . tarih . . . . . . numarada kararı verilmiş, . . . . . . . numaralı . . . . . . tarihli Adliye Vekaletine tebliğ edilmiştir. . . . . . . Vekalet-i müşarünileyh . . . . . . tarih . . . . . . . . numara ile de icabedenlere tebligat yapılmıştır. Bu neticeyi almayı beklerken hemen her gün Meclis'e gi­ derek temas ettiğim mebus arkadaşlara l 6 Ağustos'ta, sureti Dışişleri Bakanlığı 'na olmak üzere aşağıdaki dilekçeyi verdim: Sureti Hariciye Vekalet-i Celilesine: Kılıç Ali, Hafız Şahin, Ahmet Remzi, Ali Cenani (An­ tep), Tunalı Hilmi (Zonguldak), İsmail Safa, Kemal Zamir (Adana), Niyazi Besim (Mersin), Ali Şadi (Kozan), Zekai (33) Bundan sonra

1 14


(Aydın), Çankırı mebusu Abdülhalik Bey, Münir Bey (Erzu­ rum), Hamdullah Suphi Bey (İstanbul), Cevdet (Kütahya), Tahsin, Kadri, Hacı Mehmet (Maraş), Kadir (Siverek), İhsan, Avni (Cebelbereket). Beyefendiler "Vatanımız olan İskenderun, Antakya ve havalisi Misak­ ı Milli dahilinde olup, temami-i sulh-u umumide olacağı mü­ kerreren vaat buyrulmuş iken, maateessüf son Lozan Konfe­ ransı ' nda Ankara itilafnamesi teyit olunmuştur. "Bundan dolayı teessürlerimizi, protestolarımızı bütün mevcudiyetimizle sizlere iblağ ederiz. "Ankara itilafnamesinin tatbiki şimdiye kadar olduğu gi­ bi bu kerre de Fransızların keyifve arzularına bırakılacak olur­ sa, yaptık, yapıyoruz diyerek hayat-ı milliye-yi tedrici suret­ te uyuşturarak bu öz Türk kıt' asının ve onun sahipleri olan ırk­ taşlarımızın mukadderatı halihazır gibi atisi (geleceği) de qıa­ ruz tehlike olacağı müstağni-i (gereksiz) beyandır. "Ankara itilafnamesi akdedildiği zaman gerek Gazi Pa­ şa Hazretleri ve gerek erkiin-ı hükümet itilafnamenin tatbik et­ tirilmesi için, gidip çalışmamızı, aksi takdirde müracaat et­ mekliğimizi emir buyurmuş olması itibarıyla lskenderun'a gittik, sekiz ay kaldık. Bir nokta bile tatbik ettirilemediği gi­ bi böyle bir idareden de katiyen bahsettirmemişlerdir. " ltilafname ile taahhüt edilen idare-i mahsusayı (özel yö­ netimi) bile tatbik etmedikleri hakkında malumat ita etmek (bilgi vermek) ve sulh-u umumide istihlas edileceği vaadini hatırlatmak üzere 5 Teşrinievvel 1 33 8 'de (5 Ekim 1 922) bu­ raya gelmiş olmamız, Fransızlar tarafından haklarımızda bir cürüm telakki olunup, emval (mallarımız), eşyalarımız hac115


zedilerek nefyi (sürgün) müebbet cezasına mahkum edildiği­ miz gibi bizimle de beraber temas ve muhabere edenlerin her biri bir suretle hapis ve tecziye edilmiştir (cezalandırılmıştır). " Gerek affı umumiden ve gerek affı hususiden istifade ederek oraya geçebilenlere idare-i mahsusadan bahsettirme­ yecekleri gibi edenleri de berminvali sabık (34) birer bahane ile hapis, nefyedecekler veyahut firar edebilenlerin emval ve emlaki haciz edilerek aralıkta süründürüleceklerdir. " Gerek rabıtai maddiye ve maneviye icabatı ve gerek müsalehanamenin bahşettiği salahiyet iktizası hükümetin, mıntıkamızla bihakkın aliikadar olmak isteyecekse (olduğun­ dan) şimdiye kadar kerraren vaat ve ilan buyurulan idarei mahsusanın bir an evvel tatbik ettirilmesi ve her hususta Ha­ lep'ten fekkettirilerek (35) yurdumuzun ve oradaki ırktaşları­ mızın selameti için, ahali-i mahalliyenin serbest idaresinde te­ şekkül edecek bir Meclis-i Umimi 'nin memleket mukaddera­ tında sahib-i rey olması. " Ve mıntıkanın nizamname-i esasiyesinin hükümet-i ma­ halliyemizin de iştirakiyle tanzimi. " Ve bu nizamnamenin tatbikine hükümet-i mahalliyemi­ zin nezaret-i mahsusası. " Ve bütün hukuk-u hürriyetimizi, Hukuk-u Aliye-i Mil­ liyemizi ezmekte bulunan idare-i hazıranın ref'i. " Ve Türk bayrağını muhtevi hususi bayrağı intihabında� ki hakkımızın fiilen tatbik ettirilmesi suretiyle mümkün ola­ cağı. " Ve sırf milli iradelerini izhardan başka bir şey yapma­ mış olan ora Türklerinin Hukuk-u Umumiye ve Siyasiyeleri(34) Geçmişteki gibi. (35) Ayırarak.

1 16


nin temini ile ve biyagri hak verilmiş olan hükümlerin ref'ine delaletlerni ve hudud-u milli dahilinde bulunanların vatanla­ rına haklarından emin olarak gibneleri yahut sefalet ve peri­ şanlıklarına nihayet verilmesi."

1 6.8. 1 339 İskenderun v e Havalisi Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin Murahhası Mebus arkadaşlardan, ismet Paşa ile görüşmemi temin etmelerini rica ettim. Cevaplarını beklerken bu arada Mare­ şal ' i ziyarete giderek ikinci bir ricada bulunup aşağıdaki isti­ dayı verdim: Numara: 1 6 Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümet-i Erkan' ı Harbiye Riyaset-i Celilesine, Maruzdur. " Suriye'nin cebeli zaviye mıntıkası mücahidin rüesası Mustafa Hacı Hüseyin ve rüfekası hareket-i milliyede sebk e­ den hıdemat-ı kesireleri malumu devletleri olduğu gibi icabın­ da da lazım gelen fedakarlıklarda bulunacakları bedihidir (açıktır). Kilis'te ikamet ettikleri zaman hudud-u miJli hari­ cinde Suriye topraklarında şakavette bulundukları beyanı ile Dahiliye Vekaleti Celilesinden emir istihsal edilip aileleri Ki­ lis 'te bikes (kimsesiz) bırakılarak kendileri iki ay evvel Ada­ na'ya teb ' it (sürülmüş) edilmiş idiler. Geçende bu zevatın fe­ dakarlıklarından bahisle vekalet' i müşarünileyha müsteşarlı­ ğına istirhamda bulunmuş idim. Emniyet-i Umumiye Müdü­ rü vasıtasıyla tebellüğ ettiğim (aldığım) emri cevabi de aidi­ yetleri hasabiyle cihet-i Askeriye'ye müracaat etmekliğim bil­ dirilmiş olduğundan bu kerre de zati samilerini tasdi (rahat­ sız) ediyorum. Vaktiyle orduyu millimize vukubulan muave-

1 17


net (yardım) ve fedakarlıklar nazarı dikkate alınarak takyidat lazımıye rapten (gerekli kısıtlamalara bağlı) ve Kilis'e iade­ lerini, bu mümkün olmayacaksa Adana'da perişaniyelerine ni­ hayet verilmek için muntazam iaşelerinin temini hak ve ka­ dirşinas olan Hükümet-i Milliyemizi Adalet-i mutlakasında is­ tirham eylerim. Ol bapta ferman." 28. 8. 1 339 ( 1 923) Antakya İskenderun ve Havalisi Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti (Tayfur Ata) Akşam yemekte mebus arkadaşlar İsmet Paşa'nın beni yarın kabul edeceklerini haber verdiler. Ferdası gün Kılıç Ali, Tunalı Hilmi, Ali Cenani ve Yasin beylerle Meclis 'te buluşarak, Dışişleri Bakanı İsmet Paşa'yı görmeye gittik. Yanında Umur-u Siyasiye Müdürü Hikmet (Bayur) Bey vardı. Konferansta bir şey yapılmadığına güre bundan sonraki durum ve hareketlerimizin nasıl olması gerektiği hususunu so­ rarak aşağıdaki dilekçeyi verdim: Hariciye Vekili Muhteremi İsmet Paşa Hazretlerine; Muhterem Paşa Hazretleri " Fazla tasdi (rahatsız) etmemek için, maruzatı şifahiye­ mi müsaade-i devletinizle tahriren (yazılı) takdim ediyorum. " 1 - Vaziyet-i hazıra dolayısıyla memleketimizin hatası­ nı temine (kurtuluşunu sağlamaya) doğru ve hükümetimizin siyaseti ile hem ahenk olarak ve ne suretle hareket etmekliği­ miz lüzumunun tayin ve tespit buyurulması. 2- Birkaç ay evvel Adana'da bulunan arkadaşlarla bera­ ber İskenderun-Antakya yurdu küşat edüp (açıp) memleketi­ mizin mukadderatı (geleceği) hakkında çalışıyor idik. Şimdi 1 18


hasıl olan hal karşısında mezkur yurdun idamesinde (sürme­ sinde) bir mahzur-u siyasi var mıdır. İdame ettirelim mi? 3- Aff' ı umumiden hariç kalanlarımızın da affa dahil edilmesi hususundaki teşebbüsü devletlerine teşekkürler ede­ rek yalnız birkaç arkadaş vardır ki, Fransız zabit ve memuri­ ni katliyle müttehemdirler (kesinlikle suçludurlar). Bunlar hakkında da teşebbüste bulunulabilinecek midir? Halep heyeti merkeziyesinden birkaç şahsiyet, Fransız ta­ rafından yakalanarak funal-ı milliyemize hadim (yararlı) olduk­ ları cihetle 2 1 Temmuz 39 'da ( 1 9 1 3) Halep 'te hapsedilmişlerdir. Hassa kazasının cenubunda (güneyinde) kalan kısmında sakin Paşabeyzadeler, Hassa'da ikamet eden biraderleriyle muhabere ettikleri bahane edilerek Haziran 923 'te Halep ' e gönderilerek hapsedilmişlerdir. Ankara itilafnamesinin aktin­ den (imzalanmasından) evvel Harekiit-ı Milliye'ye iştirak et­ tikleri dolayısıyla hapsedilen İskenderun, Antakya mıntıkala­ rı ahalilerinden bir kısmı elan Halep'te mevkufturlar (tutuk­ ludurlar). Beylan kazasının Şaylak ve Tirme kariyeleri Fran­ sızlar tarafından gene Haziran 923 tarihinde basılıp emval ve eşyaları gasp edildiği gibi, firar edemeyen bir kısmı yakala­ nıp İskenderun' a götürülerek hapsedilmiştir. �sbab-ı gasb ve hapis aynı köyden Hassa kadısı Reşit Efendi ile temaslarıdır. Oğulları bizim ile beraber bulundukları bahane edilerek 1 5 Ha­ ziran 923 'te Reyhaniyeli Selman ve Ahmet Efendiler de ihti­ lattan men edilerek hapsedilmişlerdir. 4- Balada (başlangıçta) arz ettiğim mazluminin düştük­ ler girdab-ı mezalimden bir an evvel tahlisleri (kurtarılmala­ rı) hususunda teşebbüsat ve merhamet-i devletlerini istirham ederim. 5- Hususat-ı maruza hakkında irade-i devletlerine mun­ tazırım efendim. ı 19


6- Mesaili umumiye ve şahsiyemizi takip etmek üzere her vakit zat-ı devletlerini meşgul etmemek için, bir merci tayin ve emir buyurulması." 29 Ağustos 39 ( l 923 ) İskenderun ve Havalisi Müdafaai Hukuk Murahhası Bunun üzerine Lozan Konferansı'nda İskenderun ve ha­ valisi için bir şey yapılamadığı için, şimdi bir şey yapılmaya­ cağını, dilekçenin kapsamı ile meşgul olunacağı; Adana ve Sancak 'ta bulunan cemiyetimizin eskisi gibi göreve devam et­ melerini tavsiye etti. Teşekkür ederek İsmet Paşa'nın yanın­ dan ayrıldık. Ferdası (ertesi) günü yakın ilgilerini esirgeme­ yen, başta Meraşal olmak üzere bütün arkadaşlara teşekkür ederek veda edip, Adana'ya hareket ettim. Tedavi için Viyana ya Gidişim: Adana' ya gelince durumu ve girişimlerimi arkadaşlara anlattım. Kıymetli mücahit arkadaşım Faruk Cengiz'le, De­ debeyoğlu Haktı Bey Kilis'e döndüler. Hamit (Öcal) Efendi serbest bırakıldı. Diğerlerinin durumunu öğrenmeden faaliyet­ lerimizin sürüp gittiği bir sırada ağır bir hastalığa yakalandım. Tedavim bir netice vermeyince, Avrupa'nın gözde tedavi mer­ kezi olan Viyana'ya gitmeye karar verdim. Fransızların arazilerimi gasp ettiğinden beri her zaman benimle yakından ilgilenen hemşerim Aziz (Seher) Efendi te­ davim için, lazım olan parayı Reyhaniye'den getirdi. Viyana'ya gitmeye tereddüt ediyordum. Zira refikam (eşim) Medine ile (Mustafa Kemal Atatürk'ün Adana'ya teşriflerinde doğan oğlum Kemal Bahir'i, kimsemiz olmadığı için, Adanalı 120


dostlarımın ve ailelerinin çok yakınlığını görmemize rağmen) tek başına Adana'da bırakmak istemediğimden Reyhaniye'ye göndermeyi düşünüyordum. Ancak Fransızlar beni idama mah­ kfim ettikleri için teslim olmamı temin maksadıyla refikamla oğ­ lumu esir ederek, eziyet ederler endişesiyle üzülüyordum. Üzüntümü ve nasıl hareket etmem lazım geldiğini Ada­ na Valisi Hilmi (Uran) Bey'e giderek sorduğumda " Üzülme­ ne mahal yok. Tayfur Bey'den boşanmıştır diye refikanızın eli­ ne bir pasaport verir, salimen gönderirim. Kimse müdahale et­ mez, biraderini çağırt, alsın götürsün" dedi. Kayınbiraderim Mürselzade Kemal Bey ' i çağırttım. Oğ­ lumla annesini Reyhaniye'ye gönderdim. Orada Fransızlar bir müddet refikamla oğlumu kontrol altında tutmuşlarsa da, bo­ şanmış olduğumuza inanarak rahat bırakmışlar. Refikamı Reyhaniye 'ye ailesinin yanına gönderip, huzu­ ra kavuşunca 1 924 Kasım ayında Adana'dan ayrıldım. Anka­ ra'ya uğrayıp arkadaşlarla görüştüm. Hikmet (Bayur) Bey Vi­ yana sefirimize bir mektup verdi. Oradan 1stanbul ' a ve teda­ vi olmak üzere Viyana'ya gittim. Viyana sefiri Hamdi Bey'e benimle ilgilenmesi için Hik­ met (Bayur) Bey'in yazdığı mektubu verdim. Hamdi Bey ve tahsilde olan Niyazi Ramazanoğlu (Müze Müdürü iken İstan­ bul 'da vefat etti) benimle çok ilgilendiler. Hastaneye yatırdı­ lar. Ameliyat ve uzun süre tedaviden sonra 1 926 'da Viyana'dan ayrılıp lstanbul'a geldim. Viyana'da bir ara benden tamamen ümit kesmişlermiş. Bir süre 1stanbul 'da kalarak tedavime de­ vam edildi. Hastalığım ağır ve uzun sürmüştü. İstanbul' a geldiğimde, Adana 'dan ayrıl dıktan sonra Ada­ na'daki İskenderun ve havalisi Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin arkadaşlar arasında çıkan anlaşmazlık yüzünden geçici olarak kapandığını işittim: 121


Yine burada beni son derece üzen, teessüre gark eden mü­ essif bir haber aldım. Viyana'da hastanede ameliyat olup ölüm­ le pençeleştiğim sırada, ilgisizlikten sıkıntı içerisinde çırpınan kıymetli arkadaşım Faruk Cengiz ile Hamit (Öcal) Efendi ve arkadaşları Kilis'ten her şeyi göze alarak Amik'e dönmüşler. Burada da yazık ki pek ilgi görmemişler. Bir gün sık sık git­ tikleri dostları Termarin Nahiye Müdürü'ne giderken, derede mola vermişler. Dinlenip de atlarına binecekleri sırada Hamit (Öcal) Efendi uzakta sırtta bir Kilis atlısı görmüş. Mavzerini doğrultarak " şunu vurayım" dediğinde, Faruk Cengiz'in " sa­ kın ha tek bir atlı, bize bir zararı dokunmaz" demesine rağ­ men tetiğine basmış bulunup, atlıyı vurmuş ve atlarına bine­ rek Termarin ' e gelmişler. Nahiye müdürünün kardeşi ile ço­ cukları her zamanki gibi onları güleryüzle karşılayarak oda­ ya almışlar. Faruk, dostu müdürün gözükmediğini görünce, " Dostumuz nerde" diye sorduğunda, kardeşi " Sabah atla çık­ tı, öğleye dönecek, yemek hazır oluncaya kadar gelir, buyu­ run oturun " demiş. Hasbihal sırasında Hamit Efendi yoldaki hadiseyi anlatarak "bir milis daha eksildi" demiş. Sofra ha­ zırlanınca müdürün kardeşi "Ağam belki geç kalır, buyurun biz yemeğimizi yiyelim" deyince sofraya oturmuşlar. Bir ara aniden odanın kapısı açılmış, müdürün 1 6- 1 7 yaşındaki bü­ yük oğlu elindeki tüfeği mücahitlere doğru tutarak, mücahit­ lerin köşeye dayadıkları silahlarını toplattırmış ve " Babamı öldürdünüz. Ben de sizi öldüreceğim" demiş. Meğer o civar­ da hayvanlarını otlatan çoban, müdürün cesedini bulmuş, ge­ lip haber vermiş. Hamit Efendi 'nin daha önce hadiseden bah­ setmesinden, müdürün oğlu babasını öldürenlerin kendileri ol­ duğunu anlamış. Faruk Cengiz "Bilerek dostumuzun öldürül­ mesi imkansızdır. Yanlış bir eseri kazadır" demişse de gözü dönen genci, amcasının ricası da ikna edememiş. Bunun üze-

1 22


rine müdürün kardeşi, Faruk Cengiz' e " Hepinizi kurtarmama imkan yok. B ilerek dostunuzu öldüremez, kazaen öldürmüş olsanız da ölenin Nahiye Müdürü olduğunu bilseydiniz bura­ ya gelmezdiniz, gel hiç olmasa seni kaçırıp kurtarayım" de­ yince Faruk Cengiz, " Hayır, ya hep beraber kurtuluruz, yahut arkadaşlarımı bırakmam, kısmet böyle pisi pisine ölmekmiş" diyerek teklifi reddetmiş. Genç, adamlarına mücahitlerin el­ lerini arkaya bağlatarak teker teker kurşuna dizmiş. Mücadelenin başından beri yanımdan ayrılmayan, dava­ mızda büyük hizmetler görmüş, gözünü budaktan esirgeme­ yen cesur, fedakar ve vefakar mücahit, arkadaşım Faruk Cen­ giz ile Hamit (Öcal) Efendi ve arkadaşları bir yanlışlık eseri kendisinin de dediği gibi pisi pisine şehit edilmişler. Üzüntü ve kederden bir müddet kendime gelemedim. Nihayet lstanbul 'dan ayrılarak Ankara'ya döndüm. tık işim Hikmet (Bayur) Bey ' i ziyarete giderek yakın ilgilerinden dolayı teşekkür etmek oldu.

1 926 baharında Hikmet (Bayur) Bey'in yakın ilgisi ile Dı­ şişleri Bakanlığı 'nın ciddi talebi neticesinde Fransızların İs­ kenderun Sancağı'na dönmemi kabul ettiklerini öğrendik. Tekrar yakın ilgilerine teşekkür ederek ayrılıp Hariciye Veki­ li Tevfik Rüştü (Aras) Bey'le görüşmeye gittim. Halep 'te yeni kurulan konsolosluğumuza atanan Konso­ los Ali Saip Bey'e bir mektup verdi. Halep Şehbenderi Ali Saip Beyefendi'ye Hususidir Kardeşim Efen.dim Zatıalinize Reyhaniyeli Tayfur Bey'i takdim ediyorum.

1 23


Kendisi memleketimizde birçok yararlıklar gösteren bir genç­ tir. Halep'teki işlerinde kendisine muavenet (yardım) ve tes­ hilatta (kolaylıkta) bulunmanızı rica ederim efendim. 1 1 .5. 1 926 Hariciye Vekili Tevfik Rüştü

Tevfik Rüştü Bey'e teşekkür ederek, Ankara'dan ayrıl­ dım. Payas'a geldim (Payas, İskenderun Sancağı dolayısıyla Suriye ile hudut idi). idam Hükmünün Tecili: Fransızlar beni alıp, mahfuzen (gözetim altında) lsken­ derun'a götürdüler. Bir gün otelde alıkoyup ertesi gün yine mahfuzen Halep'e götürüldüm. Gene bir otelde alıkondum. Şehbender Ali Saip Bey ' e haber yollayıp teşrifini rica ettim. Geldi, durumu izah edip mektubu verdim. Beni ertesi gün ka­ rargaha götüren Fransızlar, Şehbender Ali Saip Bey ' in yakın ilgisi ve çabası ile usulen kurulan harp divanında, daha evvel hakkımda verilen idam hükmünü tecil ederek (geriye bıraka­ rak) beni serbest bıraktılar. Serbest kalınca Reyhaniye'ye ai­ lem ve hemşerilerimin yanına döndüm. Mücadele yıllarında arazim Fransızlar tarafından gasbedildiği için, bir sene akra­ balarımın yanında mütevazı bir hayat geçirerek, 1 927 ilkba­ harında Gaziantep'e naklihane ettim (yerleştim). Gaziantep 'e Naklihane: Mücadele yıllarında tanıdığım birçok zevat Antep'e gel­ diğimi ve yerleştiğimi haber alınca, beni aradılar, kadirşinas1 24


lık gösterdiler. Yakın ilişki kurduk. Sık sık bir araya geliyor, eski günleri yad ederek sohbet ediyorduk. 1 927 yılı Temmuz başında Antep'e gezmeye gelen eski Maraş İkinci Kolordu Kumandanı Selahattin Adil Paşa'ya ya­ kın dostum lncezade Hüseyin Bey bir yemek vermiş, beni de davet etmişti. Yemekten sonra sohbet sırasında Selahattin Adil Paşa "Milli Mücadele de ikinci kolordu emrine hizmet ettiği­ me dair bir vesika alıp almadığımı" sorduğunda " Hayır Pa­ şam, askeri kayıtlarda olduğunu zannederim. Şahsen bir vesi­ ka almadım" deyince aşağıdaki yazıyı verdi : "337 ( 1 92 1 ) tarihinde Maraş'ta bulunan 2. Kolordu Ku­ mandanlığı emrinde bulunan Kürtdağı, Belan ve havalisinde maiyeti efradı ile beraber Harekat-ı Milliye'ye fiilen hizmet vermiş olan Mürselzade Tayfur Bey' e işbu vesika verilmiştir." 5 Temmuz 927 Selahattin Adil

Dörtyol 'da Hasan Rıza ile Tanışmak: 1 929'a kadar yazları Antep, kışlan Dörtyol 'da oturdum. İskenderun Sancağı ve havalisi meseleleri ile meşgul oldum. 1 92 7 sonbaharında Dörtyol ' a alayı teftişe gelen Konya Kolordu Kumandanı Naci Eldeniz Paşa ile tanıştık. Konuşma esnasında, babamın dostu Halep Valisi ve sonradan sadrazam olan Kamil Paşa'nın damadı olduğunu söyledi. Kaldığı süre­ de kurduğumuz dostluk, sonradan Meclis 'te bulunduğumuz­ da da devam etti. Dörtyol'da bir taraftan davamızla ilgilenirken, bir taraf­ tan da yeni dostlar ediniyordum. Dörtyol ve Payas'ta, başta Be­ lediye Reisi Hüseyin lkizoğlu, Dedebey, Hasan Dudu, Kara­ basan Paşa, Tahsin (sonradan belediye reisi olmuştu) Bey, ak1 25


raba ve arkadaşları olmak üzere Dörtyollu ve Payaslı hemşe­ rilerimin çok yakın ilgilerini gördüm. Bize muhacir hayatını unutturmaya çalıştılar. Bu arada Şube Reisi ve aynı zamanda Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın köşk ve bahçesi ile ilgilenen Yüzbaşı Şefik Soyer'le de görüşüyorduk. Dost olmuştuk (da­ ha sonra Hatay'a vali olmuştur). İskenderun Sancağı ve hava­ lisi meseleleri ile meşgul oluyor, oradaki cemiyetimizle tema­ sı koruyorduk. Bunun dışında Dörtyol 'a gelen bazı rical ile tanışıyor ve konuşmalarımızda Ankara'nın meselemizle ilgisini temin amacıyla, sözü İskenderun Sancağı ve havalisinin vaziyetine getirip, bahsettikçe " vah vah" demekle yetiniyorlardı. Bu ara­ da 1 928 'de bir gün Riyaseticumhur Kalemi Mahsus Müdürü Hasan Rıza (Soyak) Bey, Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın Dört­ yol'daki mallarını kontrol için geldiğinde tanıştık. Konuşma sırasında beni gıyaben tanıdığını, eski Kalem-i Mahsus Mü­ dürü Hayati Bey'den hakkımda bilgi edindiğini söyledi. Sözü her zamanki gibi İskenderun Sancağı ve havali si me­ selesine getirdiğimde, diğerlerinden değişik olarak dinlediği­ ni görünce, uzun uzun açıkladım. Olumlu veya olumsuz bir cevap vermedi . İki gün kaldıktan sonra Ankara'ya döndü.

5- 1 O gün sonra bir gün belediyenin önünde oturmuş, Be­ lediye Reisi Hüseyin İkizoğlu, Şube Reisi Şefik Soyer, Hasan Dudu, Tahsin Bey ve bazı arkadaşlarla sohbet ederken, arka­ daşlara "Ankara'dan gelen zevata davamızı anlattığımda ' vah! vah ! ' deyip geçerlerdi. Hasan Rıza Bey vah vah! bile demedi" diye dertlenirken, postacı bana, mühürlü bir mektup getirdi. Mektubu açtığımda, Cumhurbaşkanlığı kalem-i Mahsus Müdürü Hasan Rıza Bey'den olduğunu görerek merakla oku­ dum. Konuştuğumuzda "vah vah ! " bile demeyerek dinlemiş olmasına rağmen davamıza ait vesika ve bilgi istemiş olması

1 26


beni son derece duygulandırdı ve ümitlendirdi. Merakla bek­ leyen ve " Hayırlı bir haber mi? " diye soran arkadaşlara, kı­ saca anlatınca " Gözün aydın, nihayet aradıklarına ilgi duyan bir kimse çıktı" dediler. Hasan Rıza Bey' in istediği bilgi ve vesaiki ertesi gün hemen gönderdim.

Adana ya Mecburi Yerleşme İskenderun Sancağı ve havalisindeki mücadelelerimde Sancak dönüşü Gaziantep ve Dörtyol hatta Adana'da Fransız­ lar aleyhine yeniden yoğun çalışmalarım sebebiyle Halep'te idam hükmümün ertelenmesi kaldırılıp; beni bir bahane ile ele geçirmeyi tasarlayıp da başarılı olamayan Fransızlar, Suriye­ Türkiye hudut meselelerini görüşmek üzere Beyrut'a giden, Osmaniye Valisi Ali Galip Bey'in görüşmeler sırasında Tür­ kiye aleyhinde bulunan 1 50'İiklerin İskenderun'dan en aşağı 70 km. içeriye uzaklaştırılmaları teklifine karşılık, benim de Dörtyol'dan uzaklaştırılmamı mukabil teklif olarak ileri sür­ müşler. Yakın dostum Ali Galip Bey resmen kabul etmiş ol­ masına rağmen, bana hususi mahiyette Beyrut'tan bir mektup­ la 1 50 'liklerin içeriye nakline karşı bir hizmet yapmış olacak­ sınız, resmen tebliğ edilmeden kendiliğinizden Adana'ya nak­ l ihane ederseniz isabet olur" dediği için 1 929 senesi sonunda Adana'ya nakle karar verdim. (İçişleri ve Dışişleri Bakanlık­ ları dosyasında mevcuttur.) Adana'ya hareket etmeden birkaç gün önce, Dörtyol Kay­ makamı beni yanına davet etti. Gittiğimde "Osmaniye Valisi Ali Galip Bey sizi postanede telgraf başında bekliyor" dedi. Bera­ ber gittik. Ali Galip Bey'den, içişleri Bakanlığı 'ndan aldığı bir telgrafla İskenderun Sancağı ve havalisinde 70 bin sancaklının milis yazılmasının doğruluk derecesini araştırması soruluyor127


muş. Telgrafla bana doğru olup olµıadığını sordu. Cevaben " Duymadım ve zannetmiyorum, araştırır size telle bildiririm" dedim. Bunun üzerine Dörtyol'da beraber çalıştığım İskende­ runlu hemşerim Hafız Celal ' i (Selçuk) uyandırtıp konunun araş­ tırılması için, bir kılavuzla dağdan lskenderun'a gönderdim. Fransızlar, Celal Hoca 'nın geldiğini haber alınca yakala­ tıp hapsetmişler. İskenderun'daki Müdafaa-i Hukuk Cemiye­ ti'nin yardımı ile birkaç gün sonra hapisten kaçırılarak kurta­ rılan Celal Hoca, Dörtyol 'a döndü. Verdiği bilgiye göre 70 ka­ dar Fransız idaresini benimseyen Sancaklı nın milis yazıldı­ ğını öğrendim. Kaymakam aracılığıyla telgrafla vali Ali Ga­ lip Bey'e hakikatı bildirdim. Birkaç gün sonra da bana büyük yakınlık gösteren Dört­ yollu dostlarıma hiçbir şeyden bahsetmeyerek veda edip, Ada­ na'ya taşındım. 1 929 senesinin sonunda ikinci defa Adana'ya gelerek yerleşmiş oldum. Adana'da oturduğum süre i çeri s inde , Adana'da kurulup da daha sonra geçici olarak kapanan Antakya-İskenderun ve havalisi Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti 1 929'da İstanbul'da ye­ niden kurulunca temas ve çalışmalarımız devam etti. Bu ara­ da 1 929- l 932 senelerinde davamız ve hemşerilerimizin gere­ ken işleri için Ankara'ya gidip geliyor, ilgimi sürdürüyordum. Bu sırada, bazı hemşerilerimiz Sancak'ta mandater dev­ lete yakınlık duyarak, Suriye Devleti Millet Meclisi'nde bu­ lunmak istemişler. Vesika aşağıdadır: '

Gizlidir " Sancağımızın terakkisiyle inkişafının ve siyasi menfa­ atimizin mandater devletle sıkı bir i şbirliğine mütevakkıf bu­

lunduğu ve herhangi menfi bir s iyasetin memleket ve halk me1 28


nafiine ınuzir (yararına zararlı) olduğu kanaati bizi, gerek Su­ riye Devleti Milletvekilleri Meclisi'ne ve gerekse Sancağın ldare Meclisi'ne namzetliğimizi müçtemian (topluca) vaz et­ meye sevk etmiştir. '"Suriye Devleti'nin bir kısmını teşkil eden livamızın hu­ susiyeti itibarıyla yüksek komiserlik tarafından evvelce neşr edilen statüye, esasen tespit edilen livamızın siyasi haklarını korumak için organik bir nizamname eklemek suretiyle liva­ mıza karşı sempati gösteren mandater devlete burada minnet­ tarlığımızı arz etmeyi vazife biliriz. Binaenaleyh halkı tara­ fından bize mümessillik hakkı verilecek olan kazamızın refa­ hını temine azami derecede çalışacağız, bunda Mandater dev­ letin yardımını esirgemeyeceğine eminiz. İşbu programı Fransa mümessiline arz ederiz (36)." imzalar

1 93 1 - 1 932

lstanbu/ 'a Taşınmam 1 932 sonunda, l 929- 1 932 seneleri arasında kaldığım Adana'dan da yukarıda bahsettiğim Dörtyol 'dan ayrılma se­ bebinden dolayı ayrılırken, çok yakınlık ve dostluklarını gör­ düğüm Adanalı dost ve ahbaplarıma, gördüğüm lüzum üzeri­ ne lstanbul'a taşınacağımı söyleyip, veda ederek refikam ve beş çocuğumla İstanbul ' a hareket ettim. lstanbul'a geldiğim zaman Bahariye'de Çanakkale soka­ ğında bir ev tutarak yerleştim. Birkaç gün sonra, önceleri Nur-u Osmaniye caddesinde, (36) Ü lkeyi boyunduruk altına sokmuş olan devlete hizmet etmeye kışkır­ tan bu belgenin altında ileride kahraman geçineceklerden bazı kimselerin de im­ zası bulunmaktadır. Bu acıları ileşmemek için Tayfur Sökmen hiçbir imzayı koy­ mamayı uygun görmüştür (H. Bayur).

1 29


daha sonra Cağaloğlu'nda faaliyette bulunan lskenderun ve Havalisi Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'ne giderek, arkadaşlarım ve hemşerilerimi ziyaret ettim. Uzun uzun konuştuktan sonra arkadaşlar Cemiyet Başkanı olmamı istediler. İlgilerine te­ şekkür ederek, "Kongre'yi bekleyelim, Kongre'de seçilirsem olur" dedim. Bir süre sonra 1 933 'te Kongre yapıldı. Kongre 'de beni ço­ ğunlukla başkan seçtiler. Bundan böyle Cemiyet Başkanı ola­ rak İstanbul 'da faaliyet ve çalışm�ları sürdürdüm. lskenderun ve Havalisindeki Çocuklara Çıkan Tahsil Fırsatı 1 928'de Dörtyol 'da Riyaset-i Cumhur Kalem-i Mahsus Müdürü olarak tanıştığım, 1 933 'te Riyaset-i Cumhur Umumi Katibi olan Hasan Rıza (Soyak) Bey'le ilişki kurdum. Hasan Rıza Bey'le davamız hususunda görüşürken bazen eşsiz Ata­ türk'ün de iltifatlarına mazhar oluyordum. Bir sabah gazetede, Adana'da bulunduğum sıralarda, Mersin'de sıhhiye müdürü olarak vazife görmüş Doktor Re­ şit Galip Bey'in Maarif Vekili olduğunu okudum. Telgraf çe­ kip tebrik ederek başarılar diledim. Bir müddet sonra Kadıköy'den İstanbul'a geçerken, va­ purda Doktor Reşit Bey ' i gördüm. Konuşma sırasında "Tay­ fur Bey, bu sene vekalet bütçesine hariçten çocuk alıp okut­ mak için bir miktar para koyduk. Kıbrıs ve Rodos 'tan onar ço­ cuk alacağız. İsterseniz İskenderun ve havalisinden de on ço­ cuk alabilirim, ancak bazı şartlar var. Türk olacak, ebeveyni ve kendi Türk aleyhtarlığı yapmamış bulunacak ve sınıfının birincisi olacak" dedi, benim "Mücadele zamanı köyleri ge­ zerken, zeki ve enerj i ile dolu çocuklara rastladığımı, imkan1 30


lan olmadığı için okuyup memlekete faydalı olamadıkları; müsaade buyurursanız bizden isteyeceğiniz çocuktan maddi imkanı olmayanlardan seçelim" sözüme " Yerinde olur, öyle­ lerini isteyiniz" dedi. Vapur Karaköy'e yanaştığında vedala­ şarak ayrıldık. Cemiyet'e gittim. Arkadaşlarla ilişki kurarak Maarif Vekili Doktor Reşit Galip Bey'le karşılaştığımı ve ko­ nuşmamızı naklettim. Memnun oldular. Görüşümü onaylaya­ rak Antakya'daki cemiyete yazdık. Beş on gün sonra Antakya'dan 6, Reyhaniye, Kırıkhan, Belen ve lskenderun'dan da birer çocuk alınarak toplam ola­ rak 1 O çocuk gönderdiler. Altısını Antakyalı hemşeriler, dör­ dünü de mali sıkıntı içinde olmama rağmen, ben misafir et­ tim. Bu arada, çok geçmedi, bir talihsizlik eseri olarak Dok­ tor Reşit Galip Bey istifa etti. Bir gün Sıhhiye Vekili ve Maarif Vekil Vekili Refik (Say­ dam) Bey ' in üniversiteyi tetkik için İstanbul'a geleceğini ga­ zetede okudum. Geldiğinde gittim. Tetkikini bitirip, üniversi­ tenin kapısından çıkarken Refik Bey'le karşılaştık. Beni gö­ rünce "Tayfur Bey hayrola, ziyaretinin sebebi nedir?" diye so­ runca, " Selefiniz Doktor Reşit Galip Bey'le mutabık kaldığı­ mız talebeler geldi, bekliyorlar. Emir buyurun da mekteplere alınsın" sözüme ters bir çehre ile "Antakyalı ve Kıbrıslı !ar ya­ lancıdırlar, vaktiyle beni aldattılar" deyince "Aman beyefen­ di, iki üç çocuk ahlaksızlık yapmış, sizi aldatmışsa bunların ne kabahatı var, burada kaç gündür perişanlar" dediysem de "Alamam" dedi ve uzaklaştı. Derin bir üzüntü duyarak doğru Dolmabahçe'de bulunan aziz Atatürk'e vaziyeti arz etmek üzere gittim. Başyaver Ce­ lal Bey aracılığıyla görüşmek üzere geldiğimi arz ettim. Gö­ rüşme isteğimi kabul buyurdular. Ziyaret nedenimi anlattığımda " Üzülme Tayfur Bey, bir13 1


kaç gün bekle. Katib-i Umumi olan Hikmet (Bayur) Bey, Ma­ arif Vekili olacak, çocukları o zaman alır" buyurdular. Teşek­ kürlerimi arz ederek ayrıldım (37). Aradan birkaç gün geçti, Ankara 'ya gittim. Maarif Veki­ li olan Hikmet (Bayur) Bey' i ziyaret ederek, başarılar diledim. İskenderun ve havalisinden gelen çocukların durumunu Ata­ türk 'le görüşmemi anlattım. Doktor Reşit Galip Bey'le anlaş­ maya varmış olduğumuz şekilde çocukların alınmasını sağla­ dılar. Bu çocukların bir ay çektikleri üzüntü ve sıkıntıları böy­ lece bitti. Kayıt işleri tamamlanarak okumaya başladılar. Bu suretle ilk parti gelen çocukların mektebe alınmasın­ dan sonra Atatürk'ün emri ile Cumhuriyet Halk Partisi de İs­ kenderun ve havalisindeki çocukları kısım kısım, parti adına aldırmaya başladı. Bu minval üzere İskenderun ve havalisin­ den birkaç sene zarfında Maarif Vekaleti ve Halk Partisi adı­ na 1 75 çocuk okutuldu. Bu çocukların yüzde 90 ' ı başarıl ı ol­ muştur. Senatör, mebus, hakim, avukat, savcı, doktor, öğret­ men, mühendis, subay, tüccar, işadamı olarak memlekete hiz­ met etmişlerdir ve etmektedirler. Bagımsız Antalya Milletvekili Olmam ve Sökmen Soyadının Verilmesi 1 933 sonuna doğru Bahariye'den Yeldeğirmeni 'ne taşındık. 1 934 senesinin sonuna doğru Cemiyet'te hemşerilerim­ le ahenkli bir halde çalıştığımız günlerden birinde eve döndü(37) Atatürk pek önem verdiği hayati işler dışında bakanlan zorlamazdı ve "işi sorumlusuna bırakmak" ilkesine bağlı kalırdı. Kendisi bu konuda bize bir şey söylememiştir. İnançlarımızı bildiğinden Tayfur Sökmen'in isteğini yerine getireceğimize güveni vardı (H. Bayur).

1 32


ğümde, kapıda refikam ve çouklarımın beni heyecanla karşı­ lamaları karşısında; "Nedir bu telaşınız?" diye sorunca, refi­ kam " Polis geldi sizi sordu ve Kadıköy Emniyet Amirliği'ne gitmenizi söyledi " dedi. Polis beni niye arar ve sorar diye ben de merak ettim ve yemekten sonra Emniyet Amirliği 'ne git­ tim. "Beni aramışsınız" sözüme " Kimsiniz" diye sorunca "Tayfur" deyince Emniyet Amiri, " Sizi Dolmabahçe'den ara­ dılar, oraya gidecekmişsiniz" dedi. Vapura binerek karşıya geçip Dolmabahçe'ye gittim. Ka­ tibi Umumi Hasan Rıza Soyak Bey'le koridorda karşılaştık. "Atatürk. sizi bekledi, geç kalınca yattılar, hemen partiye gi­ din, Genel Sekreter Recep Peker Bey'le görüşün" dedi. Ayrı­ larak partiye gittim. Eski parti binasında Recep Peker Bey'i buldum. Kütahya mebusu Naşit Hakkı Uluğ ile beni bekliyor­ lardı. 1 92 1 'de Ankara 'ya geldiğimde Meclis Başkatibi olarak tanıştığım Recep Peker Bey 'le görüşürken, Naşit Hakkı Bey' e " Daktiloyu al, Tayfur Bey'e sualini sor ve yaz " dedi. Naşit Hakkı Bey'in Antalya seçim kurulu başkanlığına hitaben "An­ talya'daki müstakil mebusluğa talibim" diye yazdığı telgrafı bana verince, Recep Bey'e dönerek "Beni Antalya'da kimse tanımaz, Adana, Osmaniye, Gaziantep olsa tanırlar" dediğim­ de " Siz telgrafı, imza edip çekin" dedi. Ayrılıp telgrafı çek­ tim. Eve döndüm. Refikamla çocuklarıma "Mühim bir şey yok, bir şey sormak için çağırmışlar" diyerek meraklarını gi­ derdim. Birkaç gün sonra pazar günü validen (o zaman Seçim Ku­ rulu Başkanı valilerdi) aldığım telgraftan "Antalya'dan müs­ takil mebus seçildiniz, tebrik ederim mazbatanız gönderile­ cek" diyordu. Pazartesi günü Dqlmabahçe 'ye giderek Atatürk' e " Müs­ takil Antalya mebusu seeçildim" diyerek şükran ve tazimle1 33


rimi arz ettim. Bunun üzerine "Mübarek olsun, muvaffakiyet temenni ederim" dediler. Ye ilave ettiler "Soyadı kanunu do­ layısıyla sökücü bir kimse olduğun için, Mürselzade yerine siz Sökmen soyadım muvafık görerek veriyorum, yadigarım ol­ sun" buyurdular. Ben de "Teşekkür ederim, minnet ve şük­ ranla kabul ediJorum" diyerek huzurlarından ayrıldım. Mebusluktan istifa Etmek isteyişim: Dört gün sonra Antalya'ya hareket ettim. Meclis'e gitti­ ğimde eski tanıdığım zevatla görüştük. Bazı zevatla da tanış­ tık. "Sizi aramızda görmekle memnun olduk. Tebrik ederiz" dediler. O sırada toplantı zili çaldı. Mebuslar toplantı salonuna girmeye başlayınca beraber olduğumuz mebus arkadaşlarla toplantıya girerken, halen hayatta olan baş hademe Abbas Efendi, "Bu parti içtimaıdır, siz müstakilisiniz, giremezsiniz" deyince, bozuldum ve çok üzüldüm. Toplantıya giren arkadaş­ lardan ayrılarak hemen Meclis Reisi'ni görmeye gittim. Ha­ lep valisi iken tanıştığım Abdülhalik Renda Bey Meclis reisi idi. Durumu anlatarak "Kuvayı Milliye devrinden beri içinde bulunduğum, saflarında hizmet görmekle müftehir olduğum (övünç duyduğum) Cumhuriyet Halk Partisi içtimaına (top­ lantısına) "Müstakilsiniz" diyerek içeri bırakmadılar. Çok üzüldüm. Mebusluktan istifa edeceğim" dedim. " Teessüre kapılmayın, niçin müstakil olduğunuzu bilmiyoruz, bunu yal­ nız Atatürk bilir" dediler. Yanlarından ayrıldım. Akşam Abdulhalik Bey üzüntümü ve mebusluktan ayrıl­ mak istediğimi İstanbul 'dan dönen Atatürk' e arz etmiş. Sabah­ leyin Başyaver Celal Bey'in Atatürk 'ün beni emrettiklerini bil­ dirmesi üzerine Çankaya'ya gittim. 1 34


Atatürk " Üzülmeyin Sökmen, Sancak davasında daha yakından çalışabilmeniz için, müstakil saylav seçildiniz. Vak­ ti gelince sebebini anlarsınız, sabırlı olun, mesainize devam ediniz" buyurdular. Yanlarından ayrılıp Meclis' e geldim, du­ rumu Abdulhalik Bey'e anlattım. "Üzüntünüzün geçtiğine memnun oldum. Madem böyle, sabırlı olun" dedi. Mebus olduktan sonra Cemiyet Başkanlığı'ndan ayrıl­ dım. Bir süre sonra Cemiyetten aşağıdaki mektubu alarak, bundan böyle Cemiyetin fahri Umumi Başkanı olarak dava­ mızla meşgul olmaya devam ettim. Antakya-İskenderun ve Havalisi Türkleri Yardım Birliği Sayı/ 1 80

1 4.3 . 1 93 5

Antakya saylavı saygılı Bay Tayfur Sökmen'e; Evvelden beri birliğe karşı gösterdiğiniz bağlılık ve de­ ğerli yardımlarınızın minnettarı olduğumuzu arz ederken bu­ gün toplanan idare heyetimiz ızhar buyurduğunuz bu alaka do­ layısıyla birliğimizin fahri reisliğinin size tevcihine karar ver­ miştir. Binaenaleyh bu dileğimizin kabulünü rica eder, sonsuz saygılarımızı sunarız. R. Müdür - İmza Fransızların Suriye 'de Genel Seçime Gitmeleri: 1 936 senesinin Haziran sonu tekrar Bahariye'ye taşınmış, Selamet apartmanında oturuyorduk. Eylül ayının güzel bir gü­ nü idi. Urfa mebusu d<]stum Behçet Bey'le buluşup gezmek için, Kadıköy iskelesine yürüdük. İskeleye gelince Haydarpa1 35


şa tren istasyonunun bayraklarla süslenmiş olduğunu gördüm. İskeledeki polis memuruna sebebini sorduk. " Başvekil ismet İnönü Ankara'ya dönecek. Atatürk de teşyi edecekmiş (uğur­ layacakmış). İstasyon bu münasebetle bayraklarla süslenmiş" dedi. Behçet Bey'le bir kayığa binerek karşıya, Haydarpaşa'ya geçtik. İstasyonun giriş kapısının önünde, gelmekte olan va­ puru bekledik. Biraz sonra gelen vapur, yolcu iskelesinin gü­ neyindeki ikinci yere yanaştı . Başvekilin Kalem-i Mahsus Mü­ dürü Zeki Polat Bey elinde çanta vapurdan atlayarak, merdi­ ven başında gara girerken, bizimle karşılaşınca "Sökmen ne­ relerdesiniz, Atatürk 'le İnönü sabahtan beri sizi aratıyorlar. Mühim bir mesele görüşeceklermiş" dedi ve trene gitti. Ata­ türk iskeleye inen İnönü'yü uğurlayıp, vapurla geri dönünce, İnönü, yanında Maarif Vekili Saffet Arıkan'la merdivenlere yü­ rüdü. Gara girerken yanımıza gelince " Sökmen sizi arıyor­ dum, isabet oldu, hadi beraber Ankara'ya gidelim. Mühim bir mesele var. Yolda konuşuruz" dediler. Ben de "Peki" dedim ve Behçet Beie dönerek " Lütfen refikama söyle merak etme­ siıiler, Ankara'ya gidiyo_ruz" dedim ve gara girdim. Trene bi­ nerek mebus kompartımanına geçtim. Tren hareket ettikten bi­ raz sonra kompartımanın önünden geçen Saffet Arıkan Bey'i durdurdum, "Hayır mı beyefendi? İnönü beni niye götürüyor? diye sorduğumda "Bir gün önce Paris'ten Suriye heyeti geldi. Atatürk'le görüştüler, Sancak'ta seçim yapılacakmış; sizinle bunun hakkında görüşecekler" dedi. Bunun üzerine "Öyle ise müsaade buyursunlar, Antakya'dan bir iki gün önce gelen ar­ kadaşlar var, onlarla görüşüp, mütemmim malumat (tamamla­ yıcı bilgi) alayım, ondan sonra kendilerine arz edeyim" dedim. O da İsmet Paşa'ya gidip söyledi. "Peki dönsün, Ankara'da bek­ liyorum" demiş, tren Pendik' e gelince inip, İstanbul' a döndüm. Ferdası günü cemiyet merkezine giderek Ankara'dan ye1 36


ni gelmiş olan Antakyalı "Yeni Gün" gazetesi sahibi ve Ada­ na'da mah teşkilatından Maşuk Bey'in istihbaratçısı Selim Çe­ lenk Bey'i buldurdum. Vaziyeti anlattım. Seçimden haberi yok­ muş, Selim Çelenk Bey'i de alarak akşam treni ile Ankara'ya hareket ettik. Lozan Palas oteline inerek saat 1 O'da Başvekil' in Kalem-i Mahsus Müdürü Zeki Polat Bey'i telefonla buldum. Geldiğimizi Paşa 'ya arz etmesini rica ettim. Biraz sonra tele­ fon ederek '' Paşa hazretlerine arz ettim. Saat 1 0.30'da sizi Ha­ riciye Vekaleti'nde (Şimdiki Gümrük ve Tekel Bakanlığı) bek­ liyorlar" dedi. Selim Çelenk Bey'i alarak Vekalet' e gittim. Ha­ riciye Vekaleti Umumi Katibi Numan Menemencioğlu Bey'in odasında bizi kabul etti. Numan Bey'le MaarifVekili Saffet Arı­ kan Bey de orada idi. ismet Paşa " Paris'ten gelen heyetle ko­ nuştuklarını anlattı ve ilave etti . " Fransızlarla anlaşarak Suri­ ye 'de umumi seçim yapacaklarmış, sizinkilere haber ver, on­ lar da bu seçime katılsınlar" deyince " Paşam seçime katılma­ mamız lazım, çünkü; bir defa Fransızlar bizim seçimi kazan­ mamıza imkan vermezler, şayet bu şartlar altında kazansak bi­ le l 60 kişide 3-5 kişiye dahi söz hakkı vermezler. Bu itibarla seçime gfrmemiz bence lüzumsuz olur" dediğimde bu defa Se­ lim Çelenk Bey'e sordu. O da fikrime iş.tirak ettiğini söyledi. Bunun üzerine Numan Bey "Yanılıyorsunuz Sökmen Bey, ben­ ce seçime girmeliyiz" dedi. Ben yine "Hayır bir fayda temin edemeyiz, sesimizi dahi çıkaramayız" diye ısrar edince bu de­ fa İnönü, Saffet Bey'e "Siz ne zannediyorsunuz" diye sorun­ ca Saffet Bey "Ben de Sökmen 'in fikrine iştirak ediyorum. Doğrudur. Seçime iştirakle bir fayda temin edilemez" dedi. O zaman Başvekil İsmet lnönü seçime girmeme fikrimi kabul et­ ti. Veda ederek ayrıldık. Ve akşam treni ile lstanbul'a döndük. Nitekim; bir s�re sonra Suriye ve Sancakta genel seçim yapıldı, bizler katılmadık. 1 37



iV ATAT ÜRK' ÜN İSKENDERUN V E HAVALİSİNİN İSMİNİ DEGİŞT İRMESİ, AD INA HATAY DEMESİ Ankara itilafnamesinin İskenderun ve havalisinde tatbi­ ki için, hükümetimizin Fransızlar nezdinde yaptığı her türlü teşebbüs semeresiz kalmış olduğu cihetle ve Suriyelileri, Fran­ sızlarla anlaşarak genel seçim yapmaları dolayısıyla, 1 93 6 se­ nesinin Meclis açılış nutkunda aziz Atatürk "Bundan böyle Fransızlarla aramızda senelerdir sürüp giden davanın netice­ lenmesinin zamanı gelmiştir" buyurdular. Ferdası günü aziz Atatürk, Başyaver Celal Bey aracılığıy­ la beni emretmişlerdi. Gittim. "Bizleri ihya ettiniz ulu önder" dediğimde " Sökmen bugünden itibaren davaya resmen el kon­ du. Antakya-İskenderun ve havalisinin ismi bundan böyle Ha­ tay'dır, cemiyetinizin adını " Hatay Egemenlik Cemiyeti " ola­ rak değiştirin ve faaliyetinizi bu isim altında yürütün, Cemi­ yet merkezi yine lstanbul'da kalmak üzere, Mersin, Dörtyol, Hassa, Kilis 'te şube açın; fakat denizden, karadan hatta dağ­ dan Hatay'a gidip gelinmesi daha kolay olacağı için faaliyet merkeziniz Dörtyol şubeniz olsun. Bu şube açıldığı zaman An­ takya 'daki Cemiyetin adı da değişerek Hatay Egemenlik Ce­ miyeti adını alsın" buyurdular ve "Gazamız mübarek olsun, Allah utandırmasın ve muvaffak etsin" diye ilave etti ler. Te­ şekkür ederek huzurİarından şevkle ayrıldım. 1 39


Yine Atatürk'ün emirleriyle Dahiliye Vekili Şükrü Kaya Bey Hatay Egemenlik Cemiyeti Umumi Reisi, Emniyet U­ mum Müdürü Şükrü Sökmensüer bey de cemiyetin katibi umumisi oldular. Cemiyetin fahri umumi başkanı olarak, cemiyetin adını değiştirdim. Mersin, Dörtyol, Hassa ve Kilis'teki Hatay Ege­ menlik cemiyetlerini açtım. Bu arada Antakya'daki cemiyetin adı da " Hatay Egemenlik Cemiyeti " oldu. Cemiyetler açıldık­ tan sonra lstanbul'a döndüm. Dörtyol faaliyet merkezi olduğuna göre, buradan Antak­ ya 'daki teşkilatla çalışmakta, haberleşmelerde i lerde zor du­ rumda kalabileceğimi düşünerek, lstanbul'a teşrif eden Ata­ türk'e durumu arz etmek, istihbaratı yapacak sorumlu bir ki­ şiyi seçmelerini istirham etmek için görüşmek istediğimi arz etmesini, Hasan Rıza Soyak Bey 'den rica ettim. Ertesi gün Şükrü Kaya Bey Başkanlığı 'nda Dolmabahçe Sarayı 'nda yapılacak toplantıda bulunmamı emretmeleri üze­ rine, Dolınabahçe'ye gittim. Toplantı salonuna girdiğimde Dahiliye Vekili ve Hatay Egemenlik Cemiyeti Umumi Reisi Şükrü Kaya, Milli Müdafaa Vekili Kazım Özalp, Hariciye Ve­ kaleti Katibi Umumisi Numan Menemencioğlu, Malı Teşki­ lat (Milli Emniyet) Başkanı Şükrü Ali, Riyaset-i Cumhur Umumi Katibi Hasan Rıza Soyak beyler beni bekliyorlardı. " Hoş geldin. Hatay Egemenlik şubelerini açmışsın, tebrik eder, muvaffakıyetler temenni ederiz" dediler. Teşekkür ederek "Hatay'la yapılacak temas ve çalışmalarda, haberleşme Dört­ yol faaliyet merkezinden yapılacağı için, haberleşmeyi yapa­ cak bir sorumlu şahsın seçilmesini Atatürk'ten istirham etmek için, Hasan Rıza Bey' in aracılığını rica ettim. "Kimi emrede­ cekler bilmiyorum" dedim. Bunun üzerine Şükrü Kaya Bey "Biz de bunun için Atatürk'ün emri ile toplanmış bulunuyo140


ruz, siz ne düşünüyorsunuz? " diye sorunca "Adana Valisi Tevfik Hadi Bey (38) bence münasiptir (uygundur), faaliyet merkezi Dörtyol ' a yakındır" teklifine Şükür Kaya bey "Ol­ maz, vali politikaya karışmasın" dedi. " Peki Şükrü Ali Bey'in Adana'daki Mah teşkilatı sorumlusu Mahcup Bey vasıtasıyla yapsın" dedim. "O da olmaz" dedi, "Antakya'da ilk defa açı­ lan yeni konsolosluk var. Konsolos Firuz Kesim Bey olsun" dediğimde bu defa Numan Bey " Politik mesele olabilir. O da olmaz" dedi. " Peki o olmaz bu olmaz, ne olacak, kim yapa­ cak? O halde siz birini bulun" dedim. Şükrü Bey " Siz varsı­ nız, siz yaparsınız" deyince bu sefer itiraz ederek " Hayır bu mesuliyetli bir iştir, mesuliyeti üzerime almam, başka birini bulun dediğimde bu defa Hasan Rıza Bey, "Atatürk bu vazi­ feyi sizin yapmanızı emrettiler, mesuliyeti siz alacaksınız, bu vazifeyi size bırakıyorlar" dedi. Bunun üzerine Atatürk 'ün yüksek emirlerine uyarak, şükranla kabul ettim. Toplantı da­ ğıldı. Veda ederek ayrıldık. Gelmişken Dörtyol ' a gitmeden bir­ kaç gün ailemin yanında kaldım. Alevi Meselesi: Cemiyetimizin İstanbul merkezinde çalışmalar sıkı bir va­ ziyette devam ediyordu. Kaldığım birkaç gün içinde hemen her gün cemiyete uğruyordum. Dörtyol'a hareketimden bir gün önce arkadaşlara veda etmek için Cemiyet'e uğradığım­ da, Antakya şubemizden namıma gelen bir mektup aldım. Mektupta, Fransızlar, Lazkiye'de bulunan Alevilere " Siz ne Türk, ne Arap ve ne de Müslümansınız, sizler Ehlisalip baka­ yası olduğunuzdan Türkler ve Araplar sizlere fena muamele (38) Tevfik Hadi Baysal.

141


yapmaktadır" propagandası ile tahrik etmektedirler. Bunu ha­ ber alan Suriyeliler, "Siz Arap ve Müslümansınız, Fransızla­ ra inanmayın" diyerek Alevileri kazanmaya çalışıyorlar. Biz­ den de Alevilerin Türk ve Müslüman olduklarını ispat ederek Fransız ve Arapların tahriklerini çürütmek için, bir vesika bu­ labilir misiniz? diye soruyorlardı. Öteden beri Alevilik-Sünnilik sözünü hoş görmeyen Ata­ türk'ü durumdan haberdar etmek üzere Dolmabahçe'ye, zi­ yarete gittim. Kabul buyurduklarında durumu arz ettim. " Ki­ lisli tarihçi Necip Asım Bey'le temas ederek hakikat ortaya çıkarılmalıdır" buyurdular. Eti Türk'ü: Moda caddesinde Ağa Bey sokak 9 numarada ikamet eden Necip Asım Bey'le, Kilisli hemşerisi dostum Avukat Reşit Bey aracılığı ile yaptığım temasta durumu anlatınca; bana ilk sözü şu oldu, "Anan, bacın, kızın var mı?" Bu soru karşısında hay­ retle Reşit Bey'in yüzüne baktım. Bunu gören tarihçi Necip Asım Bey "Hayretle bakmakta haklısın, çünkü; benden iste­ diğin tarihi bilgi ve vesika ile sana sorduğum sual başka görü­ lüyorsa da istediğin bilgi benim sualimin muhtevasındadır. Zi­ ra kız alıp vermezsiniz, camilerine gitmez, caminize sokmaz­ sınız; kestiği eti yemez, Alevi, Fellah diye tahkir edersiniz, sonra da kalkıp tarihi vesika istersiniz. İptida (önce) siz şimdi­ ye kadar tatbik etmediğiniz insanı muameleyi tatbik edin, son­ ra ben size tarihi vesika vereyim" dedi. Cevaben; " Beyanatı­ nız tamamen bir hakikattır. Atatürk vatandaşlar arasında devam edegelen ve cereyan eden bu fena duruma son verecektir. Lüt­ fen tarihi vesikayı verin" dedim. Bunun üzere kütüphanenin üst kat rafından indirdiği kitabın yanılmıyorsam 1 49'uncu sa142


hifesinde şunları okudu; "Aleviler Hasan Sabbah' ın müritleri­ dir, tamamen Türk ırkından olup, Doğu 'dakiler Kürtleşmiş, or­ tada, Anadolu'da kalanlar Türklüklerini muhafaza etmiş, gü­ neye gidenler ise Araplaşmışlardır. Lazkiye'den ötede bir tek Alevi bulamazsınız. Atatürk'e tazimlerimle (saygılarımla) arz ederim" dedi. Teşekkür ederek yanından ayrıldık. Gidip bu tarihi malumatı Atatürk' e arz ettikten sonra Ata­ türk; "Aleviler Arap değildir. Eti Türkleridir" buyurdular. Ve­ da ederek huzurlarından ayrıldım. Atatürk bu inancını, Adana mebusu İbrahim Dıblan riya­ setinde bir cemiyet kurdurup faaliyete geçirerek ispat ettiler. Dolmabahçe'den ayrılarak cemiyete gidip, Atatürk 'ün Alevi vatandaşlar için Eti Türk' ü dediğini Antakya'daki Ha­ tay Egemenlik Cemiyeti 'ne bildirerek Fransız ve Arapların propagandalarına karşı oradaki Alevi vatandaşlarımızın al­ danmamalarını, Eti Türk'ü olduklarını bilmelerini yazdım. Ertesi gün Dörtyol'a hareket ettim. Dörtyol 'da Antak­ ya'daki cemiyetimizle temasa başlayarak, faaliyete geçip ça­ lışmaları sıklaştırdım. Davamızın Cenevre'ye İntikali : Atatürk'ün 1 936 Meclis açış nutkundan sonra da Fran­ sızlar nezdinde hükümetimizin Hatay için yaptığı temaslar se­ mere vermeyince; dava Cenevre'de faaliyette bulunan Millet­ ler Cemiyeti 'ne intikal ettirildi. Şubat l 937'de Hariciye Vekaleti Katibi Umumisi Numan Menemencioğlu'nun riyasetinde Cenevre 'ye giden heyete Atatürk'ün emri ile Numan Bey, beni de müşavir olarak al­ mıştı. Cenevre'de bütün çabalara rağmen dava bir neticeye bağlanmadığı için, görüşme tatil edildi. Ve heyet Ankara'ya döndü. Ankara'ya dqndükten bir gün sonra Dörtyol 'a giderek, Cemiyet'teki, vazifeme devama başladım. 143


Bağımsız Milletvekili Seçilişimin Sebebi:

Hatay Egemenlik Cemiyeti 'nin faaliyet merkezi olan Dörtyol'da cemiyetin fahri başkanı olarak vazife görürken, Antakya şubesi ile yaptığımız temas ve faaliyet yüzünden ra­ hatsız olan Fransızlar, mebus olarak Dörtyol 'd a çalışmamı "Bir mebusunuz hudutta faaliyette bulunarak, Sancak'ta kar­ gaşalık çıkarmaktadır. Geri çekilmesi " diyerek hükümet nez­ dinde protesto edince, eşsiz Atatürk "Mebus bizim değil, müs­ takildir" diye cevaplandırmıştır. Bunun üzerine üç sene önce bağımsız milletvekili seçi­ lip de CHP toplantısına alınmadığımda Atatürk'ün "Üzülme­ yin Sökmen, Sancak davasında daha yakından çalışabilmeniz için müstakil saylav seçildiniz. Vakti gelince sebebini anlar­ sınız, sabırlı olup, mesainize devam ediniz" buyruklarının manasını nihayet herkes gibi ben de anladım. Cenevre'ye Giden ikinci Heyet: Bir müddet sonra ikinci defa Cenevre 'ye giden heyete be­ nim yerime Abdurrahman Melek Bey'in müşavir olarak git­ mesini, Şükrü Kaya Bey'den rica ettim. Kabul ettiler. Cenevre 'ye giden bu heyette Hasan Rıza Soyak ile Şük­ rü Sökmensüer beyler de vardı. Cenevre'de ikinci defa başla­ yan görüşme sonunda Hatay' a bir müşahit heyetin gitmesi ka­ rarlaştırılmıştır. Ve Türk tezi Cenevre'de tamamen kabul edil­ miştir. Bu durumu Antakya'daki cemiyetimize bildirerek, o za­ manki Yeni Gün gazetesinde neşrettirmiştik. Aynen şöyleydi: YENİ GÜN 1 867 N.ya ilave Hataylılara Müjde 1 44


Türk tezi Cenevre'de tamamen kabul edildi. Her Hataylı dilediği cemaat listesine yazılmak ve rey ver­ mek hakkına maliktir. Bu sabah Cenevre'den parti genel başkanlığına şu telgraf gelmiştir. Bay Abdülgani Türkmen Halk Mümessiller Heyeti Umumi Başkanı Antakya "Cenevre l 9 Hariciye Genel Sekreterimiz Sayın Bay Numan Rıfat Menemencioğlu'nun yüksek kiyaset ve kuvvet­ li müdafaası neticesi olarak Türk tezinin bütün esasları kabul edildiği gibi, her Hataylı dilediği cemaat listesine yazılmak ve rey vermek serbestisine malik olacaktır. Bütün hemşerilere saygılar arz ederken Doktor Vedi Bilgin 'e, Abdullah MarifCil­ li 'ye ve Kırıkhan'da mevkuf bulunan İbrahim Şahin'e de geç­ miş olsun dileriz." SÖKMEN -

HEPlMlZlN GÖZÜ AYDIN OLSUN.

1 45



v

CENE V RE'DEN GÖZLEMCİ HEYETİNİN GELİŞİ V E PLEBİSİT Cenevre'den gözlemci heyetinin Hatay'a gideceği öğre­ nilince, Türkiye'de bulunan Hataylılar oylarını kullanmak için Hatay'a gitmişlerdir. Bunların arasında Doktor Abdurrahman Melek, Mersin 'deki Hatay Egemenlik Cemiyeti 'nin umumi ka­ tibi Ömer Türkmenelli, Hamdi Selçuk beyler gibi birçok ar­ kadaş da vardı. Müşahit (gözlemci) heyet Cenevre'den gelince, Türk ce­ maatini temsil için, müşahit heyette temsilci yazılan arkadaş­ lar ve reylerini kullanan bütün Hataylılar her türlü tehdide rağmen görevlerini yapmış, oylarını Türk tezi lehinde kullan­ mışlardır (Plebisit). Savcılık ve hakimlik yapan İskenderunlu Hamdi Selçuk Bey, rey kullandıktan sonra Türkiye'ye dönmeyerek davamız­ da çalışmak için kalmıştır. Hatay Egemenlik Cemiyeti İskenderun başkanlığına se­ çildikten sonra uzun süre değerli hizmetler görmüş, daha son­ ra Hatay devleti kurulduğunda mebus olmuştur. Bu arada, beş Meclis encümen başkanlığına seçilerek, bu devrede büyük hizmetler görmüştür. 1 47


Doktor Abdurrahman Melek 'in Vali Olması: Hatay'a Cenevre'den müşahit heyet gelince oy kullan­ mak için gelen doktor Abdurrahman Melek Bey ' in, Hatay va­ lisi olacağını haber alan Hatay Egemenlik Cemiyeti Antakya Başkanı Abdulgani Türkmen Bey, doktor Abdurrahman Me­ lek' i yanına davet ederek Fransızların idaresinde bir vazife gör­ mesinin münasip olmayacağı için, valiliği kabul etmemesini söylerse de doktor Abdurrahman Melek, vali olmak için ısrar eder. Bunun üzerine Abdülgani Türkmen cemiyetteki diğer ar­ kadaşlarıyla görüştükten sonra bana, " Doktor Abdurrahman Melek'i Fransızlar vali yapmak istiyor. Bizler kabul etmeme­ sini rica ettiğimiz halde dinlemeyip kabulde ısrar ediyor. Bu hususa ne diyorsunuz" diye bir mektup yolladı. Aldığım mektubu bir kelime ilave etmeden aynen Hatay Egemenlik Cemiyeti Umumi Reisi, Dahiliye Vekili Şükrü Ka­ ya Bey'e gönderdim. İki gün sonra Şükrü Kaya Bey'den aldı­ ğım şifrede: " Değil Doktor Abdurrahman Melek' in, herhan­ gi bir Türk'ün Fransız idaresinde vazife kabul etmemesi la­ zımdır" diyordu. Yine bir kelime ilave etmeden Hatay Ege­ menlik Cemiyeti'nin Antakya Merkezi'ne hususi kurye ile gönderdim. Gönderdiğim Şükrü Kaya Bey ' in direktifini, arkadaşlar Doktor Abdurrahman Melek' e tebliğ edince, Başkonsolosu­ muz Celal Karasapan'la görüşerek, direktifi dinlemeyip, Ha­ tay Valiliği ' ni kabul eder. Aynca da Hariciye Vekaleti Umu­ mi Katibi Numan Menemencioğlu'na Şükrü Kaya Bey'in di­ rektifinden bahsetmeksizin "Vali olmama Sökmen mani ol­ mak istiyor" diye bildirir. Numan Bey de Başvekil Celal Bayar'a "Abdurrahman Melek 'in vali olması lehimize olduğu halde Tayfur Sökmen 1 48


mani oluyor" diye şikayette bulunur. Başvekil, Şükrü Kaya Bey lstanbul'da olduğundan, Hatay Egemenlik Cemiyeti'nin Umumi Katibi ve Emniyet Umum Müdürü Şükrü Sökmensü­ er Bey'e, benim acele Ankara'ya gelmemi emreder. Şükrü Sökmensüer Bey'den aldığım bir telgraf üzerine trenle Ankara'ya hareket ettim. Ankara'ya geldiğimde Şükrü Sökmensüer Bey ' i istasyonda beni bekler buldum. Görüştük. " Başvekil şimdi trenle lstanbul'a gidiyor, dö­ nüşüne kadar beklemenizi emretti " deyince, " Mademki Baş­ vekil şimdi lstanbul'a gidiyor, öyle ise hemen kendisiyle gö­ rüşeyim" sözüne "pekiyi" dedi. Gara gitmekte olan Başve­ kil 'le karşılaşınca; " Dönüşünüze kadar beklememi emretmiş­ siniz, müsaade ederseniz lstanbul'a ben de geleyim. Yolda emrinizitelakki ederim" dedim, " olur" deyince, Şükrü Bey ' in yanına dönerek, durumu anlattım ve trene bindim. Yolda Başvekalet Kalemi Mahsus Müdürü Baki Sedes Bey'e " Sayın Başvekil ' in emirlerini telakki edeyim" deyin­ ce, gidip arzettiğinde " Yorgundur dinlensin, yarın görüşürüz" demiş. Ertesi gün tren Pendik'e geldiği sırada Baki Sedes Bey gelip "Başvekil �izi bekliyor, buyurun" dedi. Gittim, bana "Sökmen nasıl olur da hissine mağlup olarak Doktor Abdur­ rahman Melek' in, vali olmasına mani olursun. Bu tayin bize fayda sağlayacakmış" deyince, nihayet neden davet edildiği­ mi anladım. Cevap olarak "Antakya'daki Hatay Egemenlik Ce­ miyeti Başkanı Abdülgani Türkmen Bey'den, Doktor Abdur­ rahman Bey'in vali olmaması hakkındaki tahriratı, olduğu gi­ bi Şükrü Kaya Bey'e gönderdiğimi, ondan aldığım şifrede: " Değil Doktor Abdurrahman Bey, herhangi bir Türk 'ün Fran­ sız idaresinde vazife alm�ması lazımdır" dediğini, onu da ay­ nen Antakya 'daki Cemiyete gönderdiğimi anlattım ve yuka1 49


rıda sözünü ettiğim vali oluş şeklini açıkladım. Gerçeği öğre­ nen Başvekil, "Biliyorum Sökmen, siz milli davada da hissi­ nize mağlup olamazsınız, ikaz ve izaha teşekkür ederim" de­ diler. Haydarpaşa 'ya geldiğimizde, Başvekili karşılamaya ge­ lenler arasında Şükıü Kaya Bey de vardı. Karşıya geçmek için bekleyen Acar motoruna bindiğimizde Şükrü Kaya Bey, Baş­ vekil 'le görüşürken beni doğrulayarak durumu izah etti. Yukardaki izahata rağmen Dışişleri Katib-i Umumisi N. Menemencioğlu'nun tasvipleriyle Abdurrahman Melek Bey, İskenderun Sancağı Valisi (Fransız tabiriyle İçişleri Müdürü) olmuştur.

1 50


VI HATAY DE V LETİNİN KURULMASI

Müşahit heyetin Hatay'da yapılan plebisitten olumlu bir kanı ile dönüşü neticesinde Cemiyet-i Akvam'da (Milletler Ce­ miyeti) Hatay'da Millet Meclisi seçiminin yapılmasına karar verilmiştir. Milletvekili seçiminde Fransızların müdahale edecekle­ ri düşüncesiyle hükümetimiz dürüst bir seçim yapılabilmesi için, bir Türk tugayının müşahit olarak Hatay'da bulunması hu­ susunda Fransızlarla temasa geçmek üzere Genelkurmay İkin­ ci Başkanı General Asım Gündüz Başkanlığı'ndaki müşahit heyette, daha sonra da Genelkurmay Başkan Vekili olan Al­ bay Fevzi Mengüç, Binbaşı Nuri, Büyükelçi Cevat Açıkalın bulunmuşlardır. Uzun görüşme ve tartışmalardan sonra bir tugayın Ha­ tay'a girmesi kararlaştırılmıştır. Daha sonra Kara Kuvvetleri Kumandanı olan Kurmay Albay Şükrü Kanatlı 'nın kumanda­ sındaki tugay, 5 Temmuz 1 93 8 'de Hatay' a girmişti. Seneler­ dir hasret kaldığı Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Hatay'a girme­ si, bütün Hataylıları, görülmemiş heyecan ve sevince garket­ tiği gibi, senelerdir bozuk olan moralleri düzelmiştir. Bu arada Reyhani yeli hemşerilerimin arzuları üzerine 151


Albay Şükrü Kanatlı kumandasında bir süvari birliği Reyha­ niye 'ye gelmekte iken Amik atlı lan tarafından Ayrancı köyün­ de karşılanıp hep birlikte Rehaniye'ye gidildi. Çatalhöyük kö­ yünde köprüden geçerken Mürseloğlu Kemal Bey, süvari bir­ liğinin önünü kesip, daha önce, "Türk ordusu Hatay'a girer­ se tek kızım Necla'yı kurban edeceğime ant etmiştim" diye­ rek Albay Şükrü Kanatlı 'nın atının ayakları altına kızını kur­ ban etmek için yatırınca, Albay Şükür Kanatlı atından atlaya­ rak küçük kız çocuğunu kucağına almış ve onun yerine geti­ rilen koç kesilmiş. Kemal Bey'in andı bu şekilde yerine geti­ rilmiş. Bunun üzerine Çatalhöyük'te Gülizar Hatun' un kona­ ğında birliğe mola verilerek, ayran ikram edilmiş ve daha son­ ra birlik arkasındaki Amik süvarileriyle 8 Temmuz 1 938'de Reyhaniye'ye girmiş ve uzun zamandır hasreti çekilen Türk ordusu görülmemiş bir heyecan içinde büyük gösteri ile kar­ şılanmıştır. Atatürk Tarafından Cumhurbaşkanı Adayı Olarak Gös­ terilmem: 9 Ağustos 1 938 günü Hatay Egemenlik Cemiyeti Umu­ mi Katibi ve Emniyet Umum Müdürü Şükrü Sökmensüer Bey 'den bir telgraf aldım. 24 Ağustos 1 93 8 günü Hatay'da ya­ pılacak milletvekili seçimini görüşmek üzere, Başmurahhas Cevat Açıkalın'la Celal Karasapan' ın yerine atanan Başkon­ solos Fethi Denli'nin Dörtyol 'da bulunmaları isteniyordu. 1 0 Ağustos 1 938'de Şükrü Sökmensüer Bey Ankara'da, Cevat ve Fethi beylerle Hatay'dan Dörtyol'a geldiler. Çalışma odasında dördümüz toplandık. Konuşma ve müzakere arasın­ da kimlerin mebus, kimlerin Meclis Başkanı, kimlerin Baş­ vekil ve hükümet üyesi olması üzerinde uzun uzun görüştük­ ten sonra; 40 mebustan aday gösterilmesine; bunların 2 'sinin Rum, 2 'sinin Ermeni, 2 'sinin Arap ve 34'ünün de Türklerden 1 52


olmasına karar verildi. Başvekil ve diğer vekiller, umum mü­ dürler, müsteşarlar Hatay Egemenlik Cemiyeti'nin saptadığı adayların görüşülüp karara bağlanmasından sonra, Konsolos Fethi Denli Bey "Cumhurbaşkanı kim olacak?" diye sorun­ ca, Şükrü Sökmensüer Bey " Cumhurbaşkanı adayı Atatürk ta­ rafından tespit edilmiştir. Bunun üzerinde görüşmeyelim ve durmayalım" dedi. Şükrü Bey'in bu sözü üzerine Cevat Açı­ kalın "Atatürk'ün adayının ismini bizler de anlayalım" deyin­ ce, Şükrü Bey "Atatürk'ün adayı Sökmen Bey'dir" dedi. Şükrü Bey'in sözüne, "Atatürk'ün iltifat, teveccüh ve iti­ madına teşekkür ederim. Bu mühim vazifeyi kabul edemeye­ ceğim. Çünkü; başaramazsam Atatürk 'ün, mazhar olduğum itimat ve teveccühünü kaybederim. Beni bu vazifeden af bu­ yurmalarını istirham ediyorum" deyince, Şükrü Bey " Ben tebliğe memurum. Başka bir şey yapamam" dedi. Toplantı bit­ ti. Beyleri misafir ettim. Ferdası günü Şükrü Bey Ankara'ya, diğerleri de Hatay'a döndüler. Ben de 1 1 Ağustos l 938 'de Atatürk'e arz edilmek üzere Riyaseti Cumhur Umumi Katibi Hasan Rıza Soyak Bey'e, yukarıda belirttiğim sebeple Atatürk'ün beni bu vazi­ feden affetmelerini yazdım. 1 4 Ağustos 1 938 günü Dolmabahçe'den Hasan Rıza Soyak Bey' in gönderdiği aşağıdaki telgrafı aldım. Bay Tayfur Sökmen Antalya Saylavı-Dörtyol. " Mektubunuzu aldım. Verilen her memleket vazifesini kayıtsız ve şartsız kabul edip, başarmaya çalışmak bizim şi­ arımız olmuştur. Rey ve mütalaam budur, gözlerinden öpe­ rim." Hasan Rıza Soyak 1 53


Bilahare telgrafın mahiyetini şifahen anlatmış olan Ha­ san Rıza Bey, bir hatırası olsun diye 1 5 Kasım 1 95 1 tarihli aşa­ ğıdaki mektubu yollamıştır: Sayın Bay Tayfur Sökmen Hatay Milletvekili İstanbul

" 1 4 Ağustos 1 938 tarihinde Dolmabahçe'den size çek­ miş olduğum telgrafı nasıl ve ne şartlar altında yazdığımı şi­ fahen hikaye etmiştim. Bu defa bunu bir hatıra olmak üzere yazıyla da teyid etmeyi münasip gördüm. " Sizin o zaman teşekkül etmekte olan Hatay Cumhuri­ yeti Başkanlığı 'na intihabınız daha evvel takarrür etmişti. Bu kararın size tebliği üzerine bana yazdığınız itiraz mektubunu alır almaz, Atatürk'ün huzuruna çıkmış ve mektubu kendisi­ ne okumuştum. O sıralarda odaya Başvekil Celal Bayar'la Ha­ riciye Vekili Dr. Tevfik Rüştü Aras girdiler. Atatürk onlara hi­ taben; "- Şimdi Soyak, Tayfur Sökmen'den aldığı bir mektubu okuyordu, size de okusun da dinleyin, buyurdu.

. "Mektubu tekrar okudum. Atatürk yine onlara hitap ede­

rek: "- Ne dersiniz? diye sordu. "Başvekil Bayar; "Zatıaliniz ne düşünüyorsunuz? " de­ di. Bunun üzerine Atatürk "Mesele mühim ve müstaceldir. Va­ ziyet yeni tecrübelere mütehammil değildir. B u arkadaş tec­ rübe edilmiş, her bakımdan itimada layık, namuslu ve bece­ rikli bir adamdır. Öteden beri bu yolda çalışmış ve başarılı hiz­ metlerde bulunmuştur. Binaenaleyh Devlet Başkanlığı için en münasibi odur, bunu bir vazife olarak kabul etmelidir" buyur-

1 54


dular. Başvekil ve Hariciye Vekili de aynı nokta-i nazara işti­ rak ettiler. Yanlarından çıktım ve size yukarıda bahsettiğim telgrafı çektim. " Saygı ile arz eder gözlerinizden öperim, kardeşim." lstanbul; 1 5 . 1 l . l 95 1

Hasan Rıza Soyak

lnönü 'yü Ziyaret: Atatürk'ün bu kati emirleri üzerine görevi kabule mec­ bur kaldım. 18 Ağustos 1938 'de lstanbul 'a geldim ve Atatürk tarafın­ dan kabul edildim. Ferdası günü Dörtyol' a giderken Ankara 'ya uğradım. istifa etmiş olmasına rağmen her zaman temas etti­ ğim ismet lnönü 'yü ziyaret ettikten sonra, Dörtyol ' a döndüm. Hatay Millet Meclisi Tarafından Cumhurbaşkanı Seçimi: 24 Ağustos l 938 'de Türk ve Fransız ordularının garanti­ si altında Hatay'da Millet Meclisi seçimi yapıldı. 2 Eylül l 938 günü Hatay Millet Meclisi toplanıp, eşsiz Atatürk'ün adayı olan beni, Hatay Cumhurbaşkanlığı'na seç­ tiler. Yemin merasimini bitirdikten sonra, Dr. Abdurrahman Bey'i başvekilliğe atadım. Başvekil Abdurrahman Melek Bey de, Dörtyol'da tespit ettiğimiz vekil, müsteşar ve umum müdürleri seçti. Meclisin 34'ü Türk, 2 'si Arap, 2 'si Ermeni, 2 'si de Rum vatandaştan ol­ mak üzere 40 mebusu vardı. Vazifeye başladığım, yani Hatay Cumhurbaşkanı seçil­ diğim gün, Atatürk'e şu telgrafı çektim.

1 55


Atatürk 'e Bağlılık Telgrafı : Ekselans Kemal Atatürk Türkiye Cumhurbaşkanı İstanbul "Hatay Millet Meclisi tarafından bugün Hatay Reisli­ ği' ne seçildiğimi ve bu vazifeyi ifaya başladığımı yüksek hu­ zurunuza arz etmekle şereflenirim. Türkiye 'nin Ulu Önderi ta­ rafından gösterilen yüksek alaka ve yardım sayesinde istikla­ line kavuşmuş olan Hatay ' ın, Ulu Şef Atatürk'e ve BMM'ye karşı beslediği minnet, şükran ve bağlılık hislerini ve bu ve­ sileyle de arz etmekle son derece bahtiyarım. Vazifemin ifası sırasında yüksek alaka ve irşatlarınızın esirgenmemesi dile­ ğiyle candan bağlılığımı ve sonsuz saygılarımı arz ederem." Tayfur Sökmen Atatiirk 'ün Telgrafı: 4 Eylül 1 938 'de telgrafıma Ulu Önder Atatürk şu cevabı lütfettiler. 4.IX. 1 93 8 Bay Tayfur Sökmen Hatay Reisi Antakya" Hatay Millet Meclisi tarafından Hatay Reisliği 'ne seçil­ diğinizi bildiren telgrafınızı memnuniyetle aldım. Bu kıymetli diyarın en yüksek makam ve vazifesini ihraz ve deruhte etmiş olmanızdan dolayı sizi tebrik ederken, inkişafını daima alaka ve muhabbetle takip edeceğim. Hatay'daki faaliyetinizde mu­ vaffakıyetinizi temenni eyler ve Hatay'ın yeni idare altında pek çok saadet ve refahlar görmesini_ yürekten temenni �derim." K. Atatürk ·

1 56


Beşinci Dönem dördüncü toplantı yılının açılışında Ata­ türk adına Başvekil Celal Bayar tarafından okunan söylev ay­ nen şöyledir: l Kasım 1 93 8 " Hatay meselesinin son sene zarfında geçirmiş olduğu safhalar malumunuzdur. Bu milli davayı bir Türk-Fransız dos­ tane anlaşmasıyla halletmek yolundaki mesai muvaffakıyete erdi. "Türk ve Fransız askerlerinin muvakkat ve müşterek iş­ gali bu anlaşmanın bariz tezahürü oldu. Bu sayede sükun yer­ leşti ve intihabat ikmal olundu. Nihayet Hatay, Millet Mecli­ si ' ne ve istiklaline kavuştu. Müstakil Hatay devleti bugün in­ zibat kuvvetlerini tanzim eylemek ve memleketin dahili em­ niyetini de kendi vasıtalarıyla temin etmekle meşguldür. Bu­ nun da yakında başarılacağını ümit ediyoruz. "Geçen sene yarınki Türk-Fransız münasebetlerinin di­ lediğimiz yolda inkişafına Hatay işinin iyi bir yönde yürüme­ si esaslı bir ölçü ve amil olacaktır" demiştim. Filhakika Ha­ tay işindeki Türk-Fransız anlaşması iki devlet arasındaki mü­ nasebetleri çok dostane bir duruma getirmiştir. "Hatay işinde istihsal edilen neticelerin istikrarı Türk­ Fransız dostluğunun da inkişaf ve tebellürüne bir esas teşkil edeceği kanaatindeyim." Cumhurbaşkanlığı Kalemi Mahsus Müdürlüğü'ne Alha­ soğlu Selman Efendi'nin hukuk tahsili yapan oğlu Hulki Ö­ cal' ı getirdim. Hatay hükümeti kurulduktan sonra çalışmalara başladık. Anavatanın bir parçası saydığımız Hatay hükümetinin, anava­ tanda tatbik edilen kanunları, Hatay Millet Meclisi'nden kısım kısım geçirerek uygulamaya başlamasıyla, Hatay halkı seneler1 57


dir hasret kaldığı benliğine kavuşmanın hazzıyla ferahlayarak huzura kavuşmuştur. Hatay tebası olarak Hatay Cwnhurbaşkan­ lığı vazifesini yaparken, Türk tabiyetini ve Antakya bağımsız milletvekilliği sorumluluğunu muhafaza etmemi, devletler hu­ kukuna aykırı gören Anavatan Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Aras, benim Türk tabiyetinden ve Antalya bağımsız milletve­ killiğinden istifa etmemi, Başmurahhas Cevat Açıkalın'a telg­ rafla bildirmiş. Açıkalın randevu alarak bana geldi. Hariciye Ve­ kili 'nin nokta-i nazarını söyleyince cevap olarak Açıkalın'a de­ dim ki: "Burada ecanibe (yabancılara) karşı devlet reisiyim. Haddizatında aziz Atatürk' ün emrini infaz etmek için gelmiş ve­ ya gönderilmiş bir memur olarak vazifemi görmekteyim. Asli vazifem Antalya mebusluğu ve Türk tabiiyetini muhafaza et­ mektir. Hariciye Vekili lsrar ederse devlet reisliğinden istifa eder, anavatana dönerim." Cevat Açıkalın yanımdan ayrıldık­ tan sonra Hariciye Vekaleti 'ne bildirmiş. Hariciye Vekili Tev­ fik Rüştü Aras vaziyeti Atatürk'e arz ettiğinde, Atatürk heyeti vekileyi toplattırarak benim Türk tabiiyetimi, Antalya bağım­ sız milletvekilliğimi muhafaza etmemi karara bağlattınp, bana bildirmelerini emretmişlerdir. Karar ve tebligat aşağıdadır. KARARNAME ÖRNEGlDlR Sayı: 9597 " Hatay Devlet Reisliği makamına seçilmiş olan Antalya saylavı Tayfur Sökmen' in icabında Türk vatandaşlığı hakkı mahfuz kalmak şartıyla, Türkiye'ye avdet edebilmesi; Dahi­ liye Vekilliği'nin 2.9. 1 938 tarih ve 44 1 87 sayılı tezkeresi ile yapılan teklifi üzerine icra vekilleri heyetince 24.9. 1 93 8 tari­ hinde onanmıştır."

1 4.9. 1 93 8 Reisicumhur K. Atatürk

1 58


( 1 2 Vekilin imzası)

(Aslı gibidir)

İmzalı suretin aynıdır. (imza) Antakya 1 5 Teşrinisani (kasım) 1938 Türkiye Cumhuriyeti Hatay Fevkalade Murahhaslığı Sayın Bay Tayfur Sökmen Hatay Devlçt Reisi "Zat-ı devletlerinin Türk vatandaşlığı hakkı mahfuz kal­ mak şartıyla Türkiye'ye dönebilecekleri hakkındaki icra ve­ killeri heyetinin kararnamesi örneğinin ilişik olarak gönderil­ diğini saygılarımla arz ederim." Fevkalade Murahhas Elçi Cevat Açıkalın

ismet lnönü 'nün Tebriki: Hatay Cumhurbaşkanlığı' na seçildikten sonra, birçok ar­ kadaş ve dostlarımdan tebrik telgrafı ve mektuplar aldım. Bu arada Sayın İsmet İnönü'den de 23. 9 . 1 93 8 tarihli aşağıdaki teb­ rik mektubunu aldım. " Pek muhterem Reis "Türk vatanı için candan aziz olan Hatay devletinin re­ isliğini kudret ve kifayetle ifaya başladınız. Takdir ve muhab1 59


bet nazarlarımız üzerinizdedir. Gönüllerimiz uğurl1:1 elinize ve­ rilen vatanın saadet ve selameti dilekleriyle dolmuştur. Sizin itibarınız ve muvaffakıyetiniz hepimizin şerefi ve varlığı ol­ duğuna itimad buyurmanızı dileyerek derin saygılarımı tak­ dim ve lütufkar teveccühünüzün bekasını rica ederim. "Pek muhterem reis, büyük vatanperver çok aziz Tayfu­ rumuz Sökmen." 1SMET 1NÖNÜ Eşsiz Atatürk'ün imzasını taşıyan kararın tebliği hayatı­ mın mesut anlarından biridir. Her fırsatta bu eşi bulunmayan insanın güven ve teveccühüne mazhar olmanın bahtiyarlığı içinde, çalışmalar gün geçtikçe verimli olmakla, cins ve mez­ hep hatta dost ve akraba ayırt etmeden muamele yürütülmek­ te idi. icraat:

Bu cümleden olarak, Hınçak Cemiyeti 'ne mensup ve da­ vamıza hizmet etmiş olan Papaz Nuri Kiyan Efendi, çarşıdan dönerken bir muzip delikanlı başına su döker. Papaz efendi haklı olarak üzülür. Bu olayı Hatay Mebusu Avadis Efendi ya­ nıma gelip, naklettiği zaman çok üzüldüm. Adliye vekilini da­ vet ederek suçlunun kim olduğunu tespit ettirmelerini, kim ol­ duğunu bilip bilmediklerini sorduğumda "Kayınbiraderiniz Kadir Bey' in oğlu Hakkı Mürseloğlu;dur" dedi. Büsbütün üzülerek derhal yakalanıp gereken cezanın verilmesi ve pa­ paz efendiden de özür diletilmesi hususunu rica ettim. Papaz efendi bu ilgiye memnun olmuş ve af dileyen gen­ cin cezalandırılmamasını vekilden rica etmiş. 1 60


Papaz efendinin ricası üzerine vekil, yakalanarak hapse­ dilen genci serbest bırakmıştı. İcraat, bize hasım olan komşu millet ve devletlerin tak­ dirini celp ediyordu. Senelerdir aynı vatanın evlatları oldukları halde, Sünni­ Alevi diyerek birbirlerini hasım gören insanlar arasındaki hu­ sumet ve ayrılığı gidermek için daha önce Atatürk'ün emirle­ ri ile Ankara mebusu Dıblan' ın başkanlığında kurulan cemi­ yet faaliyetlerini yürütürken bir taraftan da Hatay'daki iki ce­ maat arasındaki bu ayrılık ve husumeti gidermek için teşeb­ büse geçtim. Nitekim göreve başladığım gün, yemeklerimiz Alevi hem­ şerilerimizin kestikleri etle yaptırılmıştı ve öyle devam etti. Senelerce birbirinin camilerine gidilmezken Meclis Baş­ kanı Abdülgani Türkmen, Başkan Vekili Vedii Karabay, Ham­ di Selçuk, İbrahim İnal ve diğer rical ile, Affan Camii 'nde cu­ ma namazını kıldık. Ertesi cuma namazı da başka bir Alevi camiinde yine devlet ricali ile kılınmıştır. Böylece iki cemaat birbirlerinin camilerine gidip gelmeye başlamıştı. Cemaatler arasındaki ayrılık ve husumetler gün geçtikçe azalmakta idi. Hatta kız alıp vermeler başlamıştı. Irk ve mezhep ayırmadan eşit muamele yapıldığı halde Fransızlar lehine hizmet edenler de oluyordu. Bu arada aleyhimize çalışanlardan Kırıkhan Belediye Re­ isi İstafan Efendi ile Gaziantep Milli Mücadelesi'nde aleyhi­ mize çalıştığı için kendi aralarında Ador Paşa diye adlandır­ dıkları şahsiyeti, Antep Türkiye'ye iade edildikten sonra Kı­ rıkhan'a gelip yerleşmiş olan bu J<:imsenin de aleyhimize ça­ lıştığını öğrenince yanıma çağırtıp, "Hatay'da ve hatta Ada­ na'da bir Ermeni hükümetinin teşekkül edeceğine inanıyor ve 161


güveniyorsanız Fransızlar lehine çalışmanızı, milli duygunuz hesabına mazur görebilirim. Fakat buralarda bir Ermeni dev­ letinin teşekkülüne lüzum görüyorsanız, bir Hatay vatandaşı olarak memleketinizin aleyhine nasıl çalışabiliyorsunuz, ya­ kışır mı" sözüme birkaç dakika düşündükten sonra, " Haklı­ sınız, bir daha aleyhte çalışmayacağımıza söz veriyoruz, bizi affediniz" dediler. Yanımdan ayrılmalarından sonra sıkı bir kontrol altına aldırttım. Sözlerini tuttular. Hakikaten bir daha aleyhimize çalıştıkları duyulup görülmemiştir. Hatay Meclisi'nin anavatana katılma kararı verdiği gün, benimle görüşmek istemişler. Vaatlerini tuttuklarını bildiğim için kabul ettim. Bana, "Biz vedaya geldik. lltihaktan sonra musavi muamele göremeyeceğimizi şimdiden bildiğimiz için yarın Beyrut' a gidiyoruz. Allahaısmarladık" diyerek bu iki Er­ meni vatandaş veda edip gittiler. Maalesef varlık vergisinde yapılanlar onları haklı çıkardı.

Hatay Hududunun Kapatılması: Bu çalışmalarımız esnasında hepimizi üzen bir nokta, Fransızların bazen taşkınlık göstererek haberleşmeyi kontrol etmesi idi. Aynı zamanda anavatanın hududunun kapalı bu­ lunmasına karşın, Fransız idaresinde bulunan Suriye hududu­ nun açık olması idi. Muhal olmakla beraber Suriye hududu­ nun Fransızlarca kapatılması düşüncesiyle, Gümrük Müdürü İhsan Çardaklı Bey'in emrinde bir otobüsle beş karakolu ida­ re edecek çadır ve memur bulunduruluyordu. Yukarıda sözünü ettiğim sebeple, biz de Fransızlar ve Su­ riyelilere karşı her noktada ve her işte güçlük çıkarıyorduk. Fransızlar kendilerine karşı çıkartılan güçlüklerden, bizleri

1 62


alıkoyacaklannı zan ve ümit ederek 20 Ekim 1 938 gece yan­ sı Hatay - Suriye hududunu kapamışlardı. Türkiye hududumuz zaten kapalı olduğundan, Suriye hu­ dudu da kapatılınca tabiatıyla Hatay devleti her bakımdan güçlüğe uğrayacak, ulaştırma, ticaret, alışveriş duracaktı. Nitekim öyle olmuştur. Bu hal ilk bakışta Fransızların kendi gayelerine çok uygundu. Hududun kapatıldığını haber alarak telaşa düşen Güm­ rük Umum Müdürü İhsan Çardaklı Bey sabaha karşı üç sula­ rında Harbiye'deki ikametgahıma gelip, Başyaver Binbaşı Zih­ ni Bey'i haberdar eder. Zihni Bey telefonla beni uyandırarak " Gümrük Umum Müdürü İhsan Çardaklı Bey geldi, mühim bir mesele arz edecekmiş. Ne emrediyorsunuz" deyince, Fran­ sızların aleyhine çıkacak böyle bir gaflette bulunacaklarını tahmin etmediğim için "Bir köy mü basılmıştır" sualime "Bil­ miyorum, fakat çok telaşlılar" dedi. " Salona al geliyorum" diyerek, İhsan Bey'le görüşmek için acele giyinip, aşağı ka­ bul salonuna indim. İhsan Bey' e bu saatte ziyaretinin ve tela­ şının sebebini sorduğumda; " Fransızlar Suriye hududunu ka­ pattılar. Başvekil Abdurrahman Melek Bey'e (İskenderun'da ikamet ediyordu) gittim. Vaziyeti anlatıp memur ve gümrük çadırlarımız hazır, biz de hudut karakollarının karşısına çadır­ ları kurarak mukabil karakollarımızı teşkil edelim" dediğim­ de, Başvekil Abdurrahman Melek Bey, " Sakın yapmayın, Fransızlarla aramızda büyük hadiseler çıkabilir, mamafih me­ selenin ehemmiyetine binaen gidip devlet reisini görün, vazi­ yeti anlatın" dediği için bu saatte sizi rahatsız ederek durumu arz etmeye geldim. Ne emredersiniz" deyince, "Tereddüte mahal yok, derhal karakolları kurup, mukabil tedbirleri ala­ rak, kimsenin gidip gelmesine müsaade etmeyin" dedim. He1 63


men giderek sabaha kadar karakollan teşkil etmiş ve böylece resmen hudutlar kapatılmıştır. İhsan Bey yanımdan aynldıktan sonra "Fransızlar Suriye hududunu kapattılar. Mukabelei bilmisil yaparak biz de hudut­ ları kapattık" diye Atatürk' e arz edilmek üzere Hatay Egemen­ lik Cemiyeti Umumi Reisi Şükrü Kaya Bey'e bir şifre çektim. Hududun kapatıldığını öğrenen Başvekil Abdurrahman Melek Bey sabah erkenden gelerek " Hududu kapattırmışsı­ nız. Bence kapatılması iyi olmamıştır" dedi. "Ne yapsak böy­ le bir imkanı �aratamaz ve bulamazdık. Fransızlar bu tarzda­ ki hareketleri ile bizim yaptığımız mukabelei bilmisille istik­ lalimizi ve Hatay devletini kabul etmiş oluyorlar. Bu itibarla bu gafletlerinden istifade ederek hududu kapattırıp, Anka­ ra 'ya bildirdim. Ankara razı olmaz ise devlet reisliğinden is­ tifa ederim. Siz yeniden açtınrsınız" dedim. Başvekil Abdur­ rahman Melek Bey gittikten sonra başyaver Zihni Bey gele­ rek "Baş murahhas elçi Cevat Açıkalın'a vekalet eden Bey­ rut Başkonsolosu Faik Zihni Akdur Bey görüşmek için ran­ devu istiyor" deyince, " B aşkasına bir randevu vermemiş ise­ niz öğleden sonra üçte buyursunlar" dedim. Saat üçte Faik Zih­ ni Bey geldi ve " Fransızlara karşı Suriye hududunu kapamak çok yerinde ve isabetli bir hareket olduğu için sizi tebrike gel­ dim" dedi. İki gün sonra Şükrü Kaya Bey'den aldığım şifrede; " Hu­ dudu kapatmanız yerinde olmuştur. Tebrik ederim" diyordu. Bunun üzerine Başvekil Abdurrahman Melek Bey' i davet ede­ rek gelen şifreyi okuttum.

O da rahatladı.

Yanımda biraz da­

ha kalıp, konuştuktan sonra veda ederek aynldı. Yazılan ve alınan cevap Hatay'ın dosyasında mevcuttur. Hududun kapatılmasından haklı olarak telaşa düşen tüc-

1 64


car ve nakliyecilerle diğer esnaftan meydana gelen bir heyetin "Türkiye hududu kapalı iken, Suriye hududunun da tarafımız­

dan kapatılmasının, kendilerini, dolayısıyla bütün Hatay' ı müş­ kül duruma düşüreceğini" söylemeleri üzerine " Fransızların bi­ zi bu karan vermeye mecbur bırakmalarını milyonlar sarfetsek elde edemezdik. Bununla istiklalimizi ve devletimizi garanti al­ tına aldık. Telaş ve merak etmeyiniz. Dört beş gün sabrediniz ve müsterih olunuz, Türkiye bu vaziyet karşısında hududunu Ha­ tay' a açacaktır" dedim, sözüme ikna olup dağıldılar.

Türkiye Hududunun Hatay Devletine Açılışı: O akşam Hatay mebuslarından Abdurrahman Mürseloğ­ lu, Elçi Cevat Açıkalın ve Başyaver Zihni beyleri, Şükrü Ka­ ya Bey' e vaziyeti anlatan bir mektupla Ankara 'ya gönderdim. Şükrü Kaya Bey durumu Başvekil Celal Bayar Bey'e arz et­ miş. iki gün içinde alınan bir karar ile Türkiye hududu Hatay devletine açıldı. Bu suretle ticari işler Türkiye ile başlayınca, Fransızlar yanıldıklarını anlayıp, telaşa düştüler. Fransız mu­ rahhasının görüşme talebini bir gün gecikme ile kabul ettim. Ve " Özür dileyip, Suriye hududunu açacaklan"nı söylemesi üzerine, " Siz açsanız da biz bir daha açmayacağız. Bundan böyle uçaklarınızın Hatay semalarında uçmasına da izin ver­ meyeceğiz" dedim. Daha önceki ziyaretlerinden tamamen de­ ğişik, yumuşak, fakat bozuk bir tavırla yanımdan ayrıldı. Suriye-Hatay hududunun karşı bir davranış olarak Hatay devleti tarafından kapatılmasının, Anavatan Türkiye Cumhu­ riyeti 'nce tasvip edilip, Türkiye hududunun açılması, Fransız­ lara karşı tutum ve davranışlarımızı kuvvetlendirdiği gibi Ha­ taylıları da son derece sevindirip memnun etmiştir.

1 65


Atatürk 'ün Aramızdan Ayrılması: Fakat, ne talihsizliktir ki Atatürk, 1 5 sene önce Adana 'da "Kırk asırlık Türk yurdu düşman elinde esir kalamaz" dedi­ ği ve hakikaten esaretten kurtardığı Akdeniz'in incisi güzel Hatay'ı göremeden, amansız hastalıktan kurtulamayarak 1 0 Kasım 1 938 'de hayata gözlerini kapadı. Eşsiz Atatürk'ün ebediyen aramızdan ayrılması, bütün Hataylılarla beraber beni de sonsuz üzüntü ve eleme boğmuş­ tur. Fakat, ebediyete kadar Türkiye ile beraber bütün Hataylı­ ların kalbinde yaşayacaktır.

1 66


VII

İLTİHAK KARARI Eşsiz kumandan, büyük devlet adamı Kemal Atatürk' ün bir eseri olan Hatay devletinde, O ' nun himmeti ile memur ve vatandaş kaynaşarak, gece gündüz Hatay' ın refah ve saadeti için çalışmaktaydık. Şanlı ve kahraman Türk ordusunun var­ lığı, şevkimizi arttırıyor ve bize her hususta kuvvet veriyor­ du. Bu minval üzere çalışırken, senelerce hasret kaldığımız anavatana kavuşmanın heyecanı içinde Hatay Millet Meclisi oybirliği ile 23 Haziran l 939'da anavatana katılma kararı ve­ rerek, Hatay devleti Atatürk'ün yüce himmeti ile tarihe l 7'n­ ci Türk devleti olarak geçmiştir. Bu suretle Devlet Reisliği vazifem son bulduğu için 1 939 Haziran sonunda güzel Hatay'dan ayrılarak, Ankara'ya dön­ düm ve aziz Atatürk'ün armağanı olan Hatay Devleti Bayra­ ğı'nı İsmet İnönü'ye teslim ederek, esas vazifem Antalya ba­ ğımsız milletvekiliğine devam ettim. Başta büyük kumandan ve eşsiz devlet adamı Atatürk ol­ mak üzere şanlı Türk ordusu ve mensuplarına, milli davada hizmet gören, o devirde hizmeti geçen bilumum zevattan ölen­ lere rahmet, kalanlara minnet ve şükranlarımı arz ederim.

1 67





Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.