Yunus Nadi: Birinci Büyük Millet Meclisi

Page 1


Dizgi - Baskı - Yayımlayan: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. Nisan 1998


BİRİNC İ ••

••

BUYUK M İLLET MECLİSİ

YUNUS NADİ

Cumhuriyef GAZETESİNİN OKURLARINA ARMAÖANIDIR.



(Yunus Nadi'nin önsözü)

HATIRALARA GİRİŞ Yunus Nadi'nin (Ankara'nın ilk Günleri) eserini okuyan kariler, bu ciltteki hatıraları, o eserle bağlayabilirler; Mustafa Kemal (Hey'eti Temsiliye)nin başında ve Ankara'dadır. Cep­ helerde dağınık milli kuvvetler garpta Yunanlılarla, şarkta Er­ menilerle, cenupta Fransızlarla, Konya - İzmit hattında da İn­ gilizlerle yer yer çarpışmaktadır. İşgal altına alınan İstan­ bul'daki hükümet ise, İngilizlerle birlikte, milli hareketi da­ ğıtmak yalımda faaliyete geçmiştir. Mustafa Kemal, Ziraat Mektebindeki karargahında, baş döndürücü bir faaliyet halindedir; Onun şimdi üzerinde dur­ duğu en büyük mesele şudur: Ankara'da açılmasına karar ver­ diği Meclis'i, mümkün olduğu kadar, çabuk toplamak ... Bir akşam, 1920 Nisanının ilk günlerinde, bu maksatla yapılan bir toplantı sırasında, hususi kalem müdürü Hayati Bey kapıdan görünüyor ve elinde telgraflarla kendisine doğru iler­ liyordu; Paşa sordu: - Ne var çocuğum? - Anzavur kuvvetleri Mihaliç üzerine ilerNyormuş! Müzakere bir tarafa bırakılıyor, telgraflar okunuyor, ha­ ritalar açılıyor ve vaziyetin epeyce ciddi olduğu görülüyordu. Paşa, Hayati Bey'e: - Sen bu telgrafları İsmet Bey'e ver, vaziyetiımütalaa ede­ dursun, ben de geliyorum. Emrini veriyor. Saray ve Babıali'nin gönderdiği Anzavur, Hilafet Ordu­ su, Kuvayı inzibatiye, yer yer başlayan isyanlar ve bu arada T ürkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılışı... İşte bu eserde ta­ kip edeceğiniz fasıllar.

5


ANKARA'YA GELEN İLK HABERLER ÜZERİNE ALINAN İLK TEDBİRLER Anzavur'un Mihaliç üzerine yürümesi havadisine karşı ilk alınan tedbir Celal Bey'in (Bayar) mümkünse hatta bir gün­ den az bir zaman zarfında yetişmek üzere Bursa'ya izamı (yollanması) oldu. Celal Bey, Bursa ve havalisini iyi tanı­ yan,orada teşkilat ile uğraşmış, bu gibi badirelerin mana ve mahiyeti ile onlara karşı nasıl hareket edilmek lazım geldiği­ nr,bilir bir arkadaştı. Ondan sonra diğer tedbirlere geçildi. Anzavur'un yedi sekiz günden beri Karesi cephemizin arkasında Gönen taraflarında cevelan ettiği (dolaştığı) ma­ lum idi. Her gün telgrafla alınan malumat ile kendisinin ha­ rekat ve sekenatı (duraksama)takip olunuyordu. Anzavur Ankara'da toplanmakta olanların ve Yunan kuvvetlerine karşı tuttuğumuz cephelerin aleyhindeydi. İçinde bulundu­ ğu mevki itibarıyla orada daha ziyade Yunanlılara karşı tu­ tulan cepheyi tahtie (hatalı) ediyor, tekfir (küfür) ediyor: - Padişah Yunanlılara karşı harp edilmesine razı değil­ dir, Yunanlılar bizim dostumuzdur, Padişah'ın emir ve rı­ zası hilafına olarak onlara silah çekmek küfürdür, isyandır, deyip duruyordu. Beraberinde 150 - 200 kişi bulunduğu tahmin ediliyor­ du. İlk günlerde Ankara kendisinin bugün yann bertaraf edi­ leceğine hükmetmiş, bugün yarın bu neticeye intizar edi­ yordu. Balıkesir cephesinde Kazım Bey (Özalp) vardı. Ka­ zım Bey kendi kuvvetlerinden bir miktarını ifraz (ayırarak) ederek, bu arkadaki Müslüman adlı ve boynunda Kuran asılı düşmanın tarassut (gözetleme) ve takibine memur et­ mişti. Fakat beklenilen netice alınamadıktan başka Anza­ vur çok şedit (şiddetli) ve cüretkar hareketlerde bulunma6


ya başladığına dair bazı haberler gelmişti. Ezcümle Gö­ nen'de mi, yoksa ismi şimdi batınında kalmayan diğer ka­ zada mı, Müftü ile Y üzbaşı Hayri Bey isminde hamiyetli bir zabiti incir ağacına astırmak suretiyle idam ettirmişti. Böylelikle mesele bir iki gün içinde tahminin üstünde alev­ lenmiş, hele Anzavur'un Mihaliç üzerine yürümekte olma­ sı havadisi hıyanet ve cinayetin ehemmiyetini pek ziyade arttırmıştı. Mihaliç 'in sukutu, (düşüşü) cani eşkiya sürüsünü Bur­ sa ' ya getirebilir ve Bursa'nın sukutu ise ortaya cidden bü­ yük bir gaile çıkarabilirdi. Alınacak diğer tedbirler meya­ nında (arasında) meselenin tarihçesinden mülhem bir fikir­ le, Salihli cephesinde bulunan Çerkez Ethem 'den istifade olunabileceği düşünüldü. Meselenin tarihçesi şu idi ki, An­ zavur'un bu Balıkesir cephesi arkasına gelişi ilk değildi. O daha evvel yine o havaliye bir daha gelmiş ve oradaki cep­ helerimiz aleyhinde bulunmaya başlamıştı. O vakit Salih­ li'den Etem ve Balıkesir'den Hacim Muhiddin Beyler gidip kendisini bulmuşlar, alınıp verilen izahata göre, güya o da kani olmuş görünerek avdet eylemişti. Şimdi ise verdiği na­ mus sözü hilafına olarak melanetini tekrar işliyordu. Bu me­ sele Çerkez Etem için de bir his meselesi teşkil edecek ol­ duktan başka kendisinin Anzavur'un hakkından gelebile­ cek kudret ve kabiliyette olduğuna da hükmediyordu. O zaman Saruhan Mebusu olarak İstanbul Meclisi'ne iştirak etmiş olan Çerkez Reşit Bey -ki Etem' in büyük kar­ deşidir- bu sıfatla Ankara 'ya gelmişti, orada idi. Kendisi de vaziyeti tetkik ve müzakere eden içtimalara davet olundu. O da biraderinin bu işe memuriyetini muvafık (uygun) bu­ lunuyordu. Yalnız o zaman onun korktuğu, gavurun da (Yu7


nanlılann) aynı zamanda harekete geçmesi ihtimali idi; o zaman işler berbat olur, diyordu. Anzavur, Adapazarı taraflarına kaçırılıyor Etem'le ilk muhabereleri (haberleşme) Reşit yaptı. Etem teklife muvafakat ediyor ve yola hazırlanmakta oldu­ ğunu bildiriyordu. Mihaliç' e girmiş olan Anzavur -o zaman başındaki haşeratın beş altı yüze çıkmış olmasına rağmen­ önden arkadan başlayan takibattan ürkerek Manyas üzerin­ den kendisine daha emin olan Gönen taraflanna dönmek is­ temiş ve fakat yolda Etem kuvvetleri tarafından yakalana­ rak ilk darbede yaman bir surette hırpalanmıştı. O geri ka­ lan kuvvetiyle Koskoni Boğazı 'na geçmiş perişan bir halde kaçıyor, fakat Etem de izini bırakmayarak ve ona nefes al­ dırmayarak mütemadiyen takip ediyordu. Böylelikle Anza­ vur Karabiga'da bekleyen ganbota kendini zor atabilmiş ve işte böylelikle bu defa için mülevves (pis) canını kurtarabil­ mişti. Kuvayı Milliye müfrezeleri muhitte (çevrede) seri bir tasfiye yapıyorlar, Bandırma 'ya yetişenler orada yakalaya­ bildikleri asilerden üç beşini hemen orada asıyorlardı. Bu müddet zarfında Ankara'nın kongresinde, yani Mustafa Kemal Paşa karargahı olan Ziraat Mektebi'nde bermutad (her zaman olduğu gibi) bütün memleket işleri görüşülüyor, düşünülüyor, konuşuluyor fakat şimdi mevcut işlere, işte fstanbul'dan tedvir (idare) ve tahrik olunan bir de dahili isyanlar inzimam (eklenmiş) etmiş bulunuyordu. Bunlara karşı alınacak tedbirler bir nevi harekatı askeriye renk ve manzarası vermeye başlamıştı. Bu harekatın erka­ nıharbiye reisliğini İsmet Bey (Paşa) yapıyordu. 8


Filhakika (hakikaten) o günlerde İstanbul'un Anado­ lu'daki Kuvayı Milliye'yi asi ve baği (serkeş) diye telin ve tekfir eden (kafir sayan), kanlarını heder ilan eden, onla­ ra karşı harp ve kıtalin en mübarek bir cihat olacağını söy­ leyen fetvaları, beyannameleri yüz binlerle basılarak dağı­ tılıyordu. Hendek'te, Düzce'de başlayan hassasiyet derhal Bolu'ya kadar sirayet eden (geçen) bir isyan olmakta ge­ cikmemiş, Karabiga'dan kaçıp kurtulabilen Anzavur hiç vakit kaybetmeksizin Adapazarı taraflarında ve Geyve bo­ ğazında görünmüştü. Düzce asileri o zaman Bolu Mutasar­ rıfı olan Hayder Bey'i (sonradan İstanbul Valisi) tuzağa düşürerek Düzce'ye götürmüşler ve hapsetmişlerdi. İsyan hareketi genişliyor Hendek, Düzce ve Bolu hadiseleri üzerine o zaman Trabzon Mebusu olan erkanı harbiye zabiti Hüsrev Bey'le (Peşte Sefiri) Bolu Mebusları Doktor Fuat ve Şükrü Bey­ ler ve Lazistan Mebusu Osman Bey bir miktar, yani hemen sekiz -on askerle derhal Bolu taraflarına tahrik edilmişler­ di. Çerkes Etem beraberindeki kuvvetleriyle derhal Bursa üzerinden doğruca Adapazarı'na geçmek emrini almıştı. (Çerkez Etem'in ilk günlerdeki hizmetleri hakikaten kıy­ metli idi. Bilahara hikaye olunacağı üzere maatteessüf (ne yazık ki) bu cahil kardeşler kendi şartlarını kendi elleriyle baltalamışlardır.) Kastamonu'daki ve Ereğli sahiilerindeki kuvvetlere hemen Bolu tarafına hareket etmeleri bildiril­ mişti. Kaymakam Mahmut Bey,.. zaten Geyve Boğazı'nda bulunduğundan tabii icabına göre hareket edecekti. Bu tertibatın alınması yalnız dile kolay gelen bir şey9


di. Mesela zaten mevcudu büyük bir şey olmayan Kasta­ monu'daki alay (bilahara infisah edip dağılmak üzere) pek zorlukla, pek betaetle (ağır olarak) yerinden kımıldanabi­ liyor, Ereğli taraflarındaki Kafkas Fırkası ise daha güçlük­ le harekete geçebiliyordu. Fakat bütün ataletlerin (tembel­ liklerin) başka tedbirlerle telafisine çalışıyordu. Bilecik Mebusu olan Kaymakam Çolak İbrahim Bey, üç yüz kadar mevcudu ile doğrudan doğruya Bolu üzerine tahrik edilmiş (yollanmış) olduğu gibi Karahısar-ısahibin Aziziyesinde bulunan Kaymakam Arif Bey de üç yüz kadar mevcudu ile Ankara'dan geçerek Bolu istikametine yürümüştü. Bilaha­ ra (sonralan) Altıntaş muharebelerinde şehit olan Miralay Nazım Bey de bu isyan havalisine sevkolunmuş olduğu gi­ bi Refet Bey'e de (Paşa) sonuncu bir ihtiyat olarak kezalik (buna da) oraya gitmek emri verilmişti. Mebuslar, asilerin eline esir düşüyor Daha ilk hassasiyet (isyan) günlerinde Bolu semtine gönderilmiş olduğundan bahsettiğim Hüsrev Bey'le arka­ daşları Fuat, Şükrü ve Osman Beylerin Gerede'de iğfal edil­ mek (kandırılmak) ve pusuya düşürülmek suretiyle asile­ rin eline esir düşmüş oldukları haberini aldığımız zaman çok müteessir olmuştuk. Paşa: - Eyvah, yazık oldu bu arkadaşlara! demişti. Görülüyor ki, İsyan Gerede'ye kadar ilerlemiş, Çer­ keş' e kadar hassasiyet şeklinde yürümüş, Ankara istikame­ tinde kanlanmaya hazır bir kara bulut gibi Nallıhan, Bey­ pazarı, Ayaş kazalarında bile kaynamaya başlamıştı. Her hal ve ihtimale karşı mümkün olan tedbirlerin kaffesi (hepsi) 10


alımış olduğundan fazla telaş ve asabiyete mahal yoktu. Ne olursa olsun elbette iş olacağına varırdı. Paşanın fikir ve ka­ naatince bu işin olacağı, ne olursa olsun, akıbet (sonuç) mil­ letin selamet ve hakimiyetinden ibaret olan gayenin husul bulunmasından (amaca ulaşmasından) ibaret olacağı mer­ kezinde idi. Şimdi onun üzerinde tevakkuf ettiği (durduğu) en büyük tedbir şu idi: Artık Meclis mümkün olduğu kadar çabuk açılmalıdır. İlk şehit: Kaymakam Mahmut Bey Kocaeli yarımadasının ortalarını.fan başlayarak birkaç koldan Ankara'ya doğru uzanan ve bilahara Ankara üze­ rinden atlayarak ta Yozgat'ta ve daha ilerlerde patlak veren isyanlara, verdiğimiz ilk kıymettar ve yürek paralayıcı kur­ ban kumandan kaymakam Mahmut Bey oldu. Hani şu Gey­ ve istasyonunda ilk Kuvayı Milliye süvarileriyle gördüğü­ müz mert, fedakar, vatanperver ve centilmen adam. Mahmut Bey'in Geyve'den ileriye yürüyüşü, boğaz haricindeki Adapazar ovası ile onun her tarafa imtidatların­ da (uzantılarında) bir cevelan yapmak (gezip dolaşmak) ve Ankara'nın mevcudiyetini onlara ihsas ederek münasebet­ siz ahvale (duruma) ve başı boş kalmış kargaşalıklara mey­ dan vermemek maksadı ile vaki oluyordu. Geyve boğazı methalinden Eskişehir istikametine, ileri için vaziyet pek çok emin görünüyor ve Adapazarı'na kadar İstanbul ile derhal ve manisiz temas halinde bulunan saha için ise ihti­ yatlı ve dikkatli hareket edilmek lazım geliyordu. Buralara İngilizler tekrar gelmek isteyebilirler, bura­ ların halkı İstanbul teşvik ve tahrikatı ile iğfal ve idlal (sap11


tırılmış) olunabilirdi. Binaenaleyh Ankara'nın tasvibi ve emri inzimam (eklenmek) etmek suretiyle Mahmut Bey Geyve'den ileriye gitmişti. Kendisi Geyve boğazını daima mesnet ittihaz edecek, bazen, hatta üç beş gün sürebilecek cevelanlarla boğazın beri tarafını da el altında tutmaya dik­ kat ve itina eylemiş olacaktı. Mahmut Bey'i Geyve'de ilk Kuvayı Milliye süvarileri ile görmüştük. Halbuki Mahmut Bey'in kuvveti bundan ibaret değlidi; kendisinin bir miktar da muntazam askeri, topu ve mitralyözü vardı. Hendek, Düzce ve Bolu isyanla­ rı patladığı zamanlar bunlar üzerine yürüyerek en seri su­ rette iş görecek en sağlam kuvvet Mahmut Bey'in kuvvet­ leri idi. Evvela Mahmut Bey'in Hendek üzerine hareketi çok seri olamadı. Çünkü Karabiga'dan kendisini bekleyen gam­ bota binerek kaçabilen Anzavur'un İstanbul 'a gelmesi ile İzmit taraflarına geçmesi bir olmuştu. Anzavur İstanbul'a geldiğinde burada kuvayı inzibatiye teşkilatı yapılmakta olduğunu görmüş, Sarayla ve Damat Ferit'le görüşerek, hiç vakit kaybetmeksizin (İzmit-Adapazarı-Hendek-Düzce semtlerinde) iş görmek üzere hemen bu havaliye geçmişti. Anzavur, İstanbul 'dan bu havaliye gelirken beraberin­ de ancak yirmi otuz kişi ile bir iki heybe para ve pek çok fetva ve ferman nüshaları getirmişti. Adamlarının üst tara­ fını oralarda ayaklandıracağı halk arasından ve ezcümle (bilhassa) Çerkezler meyanından tedarik etmek ümit ve hatta kanaatindeydi. Fetvaların, fermanların ve ezcümle heybesindeki paraların da tesiriyle kendisinin bu ümit ve kanaati tahakkukta gecikmemiş, az zaman zarfında birkaç yüz, belki dört beş yüz kişilik bir kalabalık haline gelebil-

12


miştir. İşte Kaymakam Mahmut Bey kuvvetleri evvela bu Anzavur haşeratı ile uğraşmak mecburiyetinde kalmıştır. Anzavur haşeratı kah dağınık, kah toplu bir halde bu­ lunduklanndan Mahmet Bey dahi kuvvetlerini ona göre tah­ rik (sevk) ve idare eylemek zaruretinde bulunuyordu. Bu su­ retle muhtelif müsademelerden (çarpışma) sonra nihayet bizzat Anzavur ' un da dahil bulunduğu esaslı bir çarpışma­ da bu şeririn (kötü insanın) hakkından gelinmiş, Anzavur atı ile yıkılarak ayağı kınlmış olduğundan necite itibanyla bu defa mündefi (hastalığı geçmiştir) olmuştur. O tarihler­ deki İstanbul gazetelerinin koleksiyonlan kanştınlacak olur­ sa, "Rahatsız bulunan Anzavur Ahmet Paşa hazretlerinin is­ tifsan hatırlanna yaverler gönderildiği" yolunda fıkralar gö­ rülür. İşte Anzavur'un o zamanki rahatsızlığı Geyve boğa­ zı önlerinde vaki son müsademesindeki bu macerası netice­ sidir. Bu hezimet akıbetine sürüklenmekle beraber Anzavur oradan da kaçabilmiş ve İstanbul' a gelmiştir. Zaten derme çatma olan kuvvetleri ise dağılıp gitmişlerdi. Kendisinin on­ dan sonra esaslı bir hareket yaptığını bilmiyorum. Yalnız, tarihini şimdi kati olarak hatırlayamayacağım, her halde tak­ riben bir, bir buçuk sene kadar sonra olmalı, İnebolu'dan An­ kara ' ya gelen bir telgrafuamenin sahibi Biga taraflarında vü­ cudu izale (yok) edilen Anzavur'un kesilmiş kafasının İne­ bolu'ya getirilmiş olduğunu iş'ar ediyordu. Anzavur gailesi bertaraf edilir edilmez Mahmut Bey'in ilk işi Hendek istikametine gitmek olmuştur. Hendek, Düz­ ce, Bolu hatta Gerede, bir silsile halinde ve adamakıllı su­ riş (karışık) ve isyan halinde idi. Kaymakam Mahmut Bey'in Hendek'e muvasalatında (vanşında) oradaki asiler boğaz istikametine çekilmişler, 13


Kuvayı Milliye'ye karşı şiddetle ateş ediyorlardı. Tabii Mahmut Bey kuvvetleri de ateş ediyorlar ve ezcümle asi­ lere karşı en faik (üstün) silahlan olan top ve mitralyözle­ rini kullanıyorlardı. Bir aralık asiler tarafının silahlan za­ yıflayarak beyaz bayraklar tevali (izlemeye) etmeye başla­ mış, yani teslim işareti verilmişti. O taraftan gelen bir he­ yet muharebeye devam etmeyeceklerini ve Mahmut Bey'le konuşup anlaşmaya karar vermiş olduklarını söylemişler­ dir. Bunun üzerine Mahmut Bey de kendi kuvvetlerine ate­ şi kestirmeye teşebbüs eylemiştir. İşte burada, Mahmut Bey'le arkadaşları arasında kısa, fakat şiddetli bir münakaşa cereyan etmiştir. Arkadaşlan bu hareketin bir tuzak olması ihtimali galip olduğunu beyan ederek bizim taraftan ateşin kesilmemesini nafile yere mü­ dafaa etmişler hatta bu hususta ısrar ederek ateşe devam et­ mişlerse de nihayet Mahumt Bey'in kati emri ile ateş ke­ silmiştir. Mahmut Bey' in insan mertliğine bu itimadı ile asi­ ler tarafına teveccühü kendisinin çok geçmeden kahpece bir kurşunla öldürülmesine ve 1920 Nisan'ının 22'nci günü­ nün yüzünü kandan kızartan şu feci akibet dahi Mahmut Bey kuvvetlerinin kargaşalığa uğrayarak perişan olup git­ melerine müntehi (son bulmuştur) olmuştur. Hadisenin Ankara'ya aksi çok müessir olmuştu. Mah­ mut Bey pek ziyade sevilen bir arkadaştı. Ondan başka ve­ levki namertlikle temin olunan bu beklenmeyen netice el­ bette asilerin ve muhitin cüretini arttırdıkça arttıracaktı. Bi­ naenaleyh zaten teşebbüs edilmiş olan tenkil (sindirme) ha­ reketine daha ziyade kuvvet ve sürat verildi. *

Mahmut Bey'in elim ve feci şehadetiyle beraber kuv14


vetinin top ve mitralyöz gibi ağır silahlan ve bittabi bu me­ yanda birçok tüfekle mühimmat dahi asilerin eline geçmiş, bu vaziyet muhiti birdenbire şımartmıştı. Şöyle ki, Anzavur döküntüleri tekrar başkaldıraark bütün İzmit havalisiyle Adapazarı ovasında dolaşmaya başladıkları gibi bunların kuvayi inzibatiye ve İngilizler tarafından ehemmiyetli silah­ larla techiz edilmekte oldukları da haber alınmıştı. Bolu'ya gönderilen ve Gerede'de asilerin eline düşen arkadaşlarımız Doktor Fuat, Hüsrev, Şükrü ve Osman Beyler orada dört gün mevkuf tutulduktan sonra Bolu'ya ve oradan da Düzce'ye nakledilmişlerdir. Hayatlarından haber almak imkanı bu­ lunmuşsa da her an ölüm tehlikesi geçirmekte olmaları ha­ kikati yürekleri parçalamaktaydı. Hele bir de bu arkadaşla­ rın elleri bağlı olarak İstanbul'a götürülebilmeleri ihtimali çıldırtıcı bir endişe idi. Bu büyük buhran içindeki his, şuy­ du ki, memleketin her tarafında isyan ateşleri alev alev ya­ narken bütün muhitte ağır bir yangın havası esmekte ve sı­ kıcı, boğucu bir fırtına tazyiki hükümran olmaktadır. İkinci şehit: Kaymakam Arif Bey Felaket felaketi takip eder derler. Kaymakam Arif Bey, ki on beş yirmi gün evvel üç yüz güzide (seçkin) süvarisiy­ le Ankara'dan geçmişti, bir sabah çadırında esrarengiz bir surette vurulmuş bulundu ve neticede onun da bütün kuv­ vetlerinin dağıldığı haberi bir bela yıldırımı gibi geldi. Bu­ günlerde bütün isyan havalisinin astıkları astık, kestikleri kestikti. O istikamete tevcih edilmiş (yöneltilmiş) muhte­ lif kuvvetler varsa da hareketleri ile oralara muvasalatları (varmaları) pek zaruri olarak az çok zaman isteyen bir işti. 15


Buna intizaren şu günlerde isyan havalisi hemen hemen ba­ şıboş gibi, hemen hemen muvaffak ve galip gibi bir vazi­ yetteydi. Fakat isyanın bu yanlış ve hezeyan vaziyetine mu­ kabil Ankara'dan başlamak şartıyla memleketin birçok ak­ sam ve anasın (unsunlan) hiddetten köpürüyordu. Asilerin eline esir düşen mebuslarm maceraları Meclis'in açılmasına tekaddüm eden ve hatta ondan sonra da devam eden isyan hareketlerinin canlı bir surette görünmesini temin maksadıyla isyan sahasında her gün ölüm korkulan geçirerek yaşamış olan arkadaşlarımızdan o zaman Bolu Mebusu Doktor Fuat Bey'in başlarından ge­ çen macerayı velevki muhtasaran kendisine söyletmeyi mu­ vafık buldum. Doktor Fuat Bey dedi ki: - Ankara'da, Mustafa Kemal Paşa karargahında (Zira­ at Mektebi) yapılmış olan içtimadaki (toplantı) karar üze­ rine Trabzon Mebusu Hüsrev, Lazistan Mebusu Osman, Bolu Mebusu Şükrü Bey'lerle Bolu isyanım nasihat ve ica­ bında silahla teskine (silahla yatıştırmak) memur edilmiş­ tik. Halide Edip Hanım'ın teklifi üzerine Osman Bey'le Lazlardan, benim teklifim üzerine Şükrü Bey'le pek nüfuz­ lu olan kayınpederinin köylülerden istifade etmek emeli­ mizdi. İkinci geceyi Yabanabad'da geçirdik. Telgrafla mu­ haberemizden Bolu'nun Düzce asilerine iltihak ettiği anla­ şılmış ve Ankara'dan da bu teyid olunmuştu. Süratle hare­ ket ederek Gerede ile Bolu arasında Dörtdivan nahiyesine (Şükrü Bey'in kayın pederinin olduğu köy) gitmek, orada Kuvayı Milliyeye taraftar olanlardan kuvvet yapmak fik­ riyle Gerede üzerine yürüdük. 16


Gece yürüdüğümüz halde ancak Gerede'ye iki saat ka­ dar bir mesafede bir köye vasıl olduk, o gün için daha ile­ riye gitmek ihtimali yoktu, gece köyde kaldık. Köylüler çok misafirperverlik gösterdiler, ikram ettiler. Vaziyet hakkın­ da sorduğumuz suallere müsbet cevap verdiler, isyandan hiç bahsetmediler. Bazı suallerimize de ademi malumat beya­ nı suretiyle mukabele ettiler (karşılık verdiler). Ertesi gün köyden çıktık. Zaten Gerede uzaktan görünüyordu. Gere­ de 'ye üç çeyrek saat kadar yaklaşmıştık. Top sesleri işitili­ yordu. Biraz daha yaklaştık, kalabalık görünmeye başladı. Ankara'da iken 21 Nisan'da Meclis'in açılması mukarrer­ di. Acaba diyorduk, top sesleri Meclis'in küşadını mı teyit ediyor, yoksa köylüler bizim geldiğimizi mi ihbar eyliyor? .. Atlardan inerek bunları mülahaza ettik, dürbünle Gere­ de 'deki ahvali tetkike başladık. Aynı zamanda Gerede'ye i­ ki süvari gönderdik, biz de yavaş yavaş o tarafa doğru yü­ rümeye başladık. Biz Hüsrev Bey'le önde ve biraz ileride gidiyorduk. Şahıslar seçilmeye başladı. Kör Ali Hoca (ki 31 Mart Yakası amillerindendir): - Gelmeyiniz, İslam İslamı kırmasın!.. diye bağırıyor ve bir taraftan da cemaatten ayrılmış, ellerinde bayrak iki kişi ile yanımıza geliyordu. Vaziyet tamamıyla anlaşılmış­ tı. Nitekim Kör Ali Hoca yanımıza gelmeden Gerede cihe­ tinden yaylım ateşine maruz kaldık. Önümüzden, yanımız­ dan kurşunlar geçiyordu. Vaziyet çok feci idi. O sırada köprü tutulmuştu, kaça­ bilmemiz ihtimali kalmamıştı. Köylüler geldi. Haki bir el­ bise giymiş olan Hüsrev Bey'i kumandan zannıyla evvela ona hücum ettiler ve pek çok dövdüler, sonra hepimize hü­ cum ederek cümlemizi yaraladılar. Gerede'den gelen jan. 17


darmaların muhafazası altında yaya olarak ve birçok yer­ lerde hücuma maruz kalarak Gerede'ye girdik. Belediyede dört s:ıat kadar hapsedildik. Halk belediye önünde bağırı­ yor, bizi almak istiyordu. Fazla yaralanmış olan Hüsrev Bey'in yaralarını sardırmak maksadıyla istediğimiz bele­ diye doktorunu, halk: "Biz buraya yara kapatmak için de­ ğil, yara açmak için geldik" sesleriyle yoldan çevirdiler. Ba­ vullarımız parçalanmış, eşyalarımız yağma edilmişti. Hır­ sızlıklarını ve yaptıklarının cezalarını çekeceklerini yüzle­ rine bağıra bağıra söyledim. Bir hoca üzerime hücum etti ve yakamdan tutarak sandalyede oturmaya layık olmadığı­ mı ve yerde oturmaklığımı ihtar etti. Hocaya ismini sordum ve bunun yanına kalmayacağını söyledim. (Bu hoca, La­ zistan Mebusu Abidin Bey, Gerede'ye kaymakam olduğu zaman asılmıştır.) Birçok müşaverelerden (görüşmelerden) sonra bizi hapishaneye götürecek oldular. Kör Ali beledi­ yenin önüne çıktı: - Ey ümmeti Muhammet, bunlar şeriat evindedir. Ce­ zalarını şeriat vermiştir, yalnız sabrediniz, cezalarını şeri­ at eliyle görsünler. Allahını seven bunlara şimdilik bir şey yapmasın, diye nida etti (bağırdı). Biz, asilerin kanlı, kindar gözleri arasından geçirilerek yüksek, pencereleri kırık, demirli bir yere konulduk. Artık her dakika ölümü bekliyorduk. Bulunduğumuz mahal yük­ sek olduğundan etraftaki köylerin yollan görünüyordu. Ge­ rede mahşer gibiydi. Çocuklar bile ellerindeki sopalara çi­ vi kakmak suretiyle cerh (yaralama) aleti temin etmişler. üzerlerimize hücum vaziyetinde idiler. Etrafköylerden mü­ temadiyen kuvvet geliyor, asilere iltihak ediyordu. Her kuv­ vet geldikçe bulunduğumuz binanın önüne getiriliyor ve biz 18


cebren (zorla) pencere önüne davet olunarak duaya iştirak ettirilmek isteniyorduk. Bulunduğumuz odanın yanındaki odaya nöbetçiler konmuştu. Vaziyetimiz, hareketlerimiz daimi nezaret altında idi. Divitli Eşref Hoca (ki Gerede asi-' )erine elebaşılık ediyordu) yanımıza sık sık gelerek hare­ ketlerinin dini olduğundan, yakında Ankara'yı fethedecek­ lerinden bahsediyor ve ne akılla böyle bir harekette bulun­ duğumuzu soruyor: - Şimdiye kadar çektiklerimiz hep mekteplilerdendir, biraz da biz medreseliler iş başında bulunalım da memle­ keti gül gülistana çevirelim. Harbi Umumide diğer devlet­ lerle birlik olduğumuz halde mağlup olduk, bu akıllandır­ madı şimdi de tek başımıza İngilizlere meydan okuyoruz, bu ne küfürdür, ne budalalıktır, ah bu mektepliler, diyordu. Eşref Hocaya vaziyetin bildikleri gibi olmadığını söy­ ledik. Dinletmek ne mümkün? .. Nöbetçilerimiz arasında bazen pek insaniyetli bir zat bulunuyordu. İsmini unuttuğum bu insan bize ahval hak­ kında malumat veriyordu. Düzca bizim oraya gönderilmek­ liğimizi ve cezamızı orada görmekliğimizi istiyorrmuş. Ge­ rede bu şerefe biz nail olduk, halk bunların cezasını bura­ da vermek istiyor, gibi muhaberelerle üç gün geçirilmiş. 22 Nisan'da münadi (dellal) Kaymakam Mahmut Bey'in ma­ iyetiyle beraber esir edildiğini, dört top, dört mitralyöz alın­ dığını bağırmıştı. Bunun blöf olduğuna hükmetmiştik. Bü­ tün ümidimiz Mahmut Bey'de idi. Mahmut Bey Düzce ile İstanbul 'un muvasalasını (ulaşımını) kestikten sonra me­ sele kolaylaşacaktı. Bu haber bize pek ziyade tesir etti. Ma­ alesef itimat ettiğimiz nöbetçi de bunu teyit etmişti. . Dördüncü günü kır sakallı bir zat (Çerkez Nuri Bey) ellerinde kelepçeler ve zincir olduğu halde yanımıza geldi, 19


Düzce'ye götürüleceğimizi söyledi. Ellerimize kelepçe, boynumuza zincir vurdu, hepimiz bir zincire boynumuzdan bağlanmıştık. Binanın kapısı önüne adi bir araba getirilmiş­ ti. Güç hal ile binebildik. Halk, taşla, sopa ile hücum edi­ yor, süvari Çerkezler ellerinde kamçı halkı yanımıza gel­ mekten men ediyorlardı. Ya rab, o ne vaziyetti! .. Kadınlar erkeklerden daha mühacim (saldırgan) vaziyetinde idiler. Vaki hücumlardan zor muhafaza edilerek şehrin haricine kadar güç hal ile çıkabildik. Bolu'dan sabaha yakın geçecektik. Tertibat pek şiddet­ li idi. Kuvayı Milliye'den çok korkuyorlar, bir baskınla bi­ zi kurtaracakları korkusunu taşıyorlardı. Bolu'dan bila vu­ kuat (vukuatsız) geçtik. Düzce'ye yaklaştığımızda araba­ lardan indirildik. Zincirli olarak hasiphaneye götürüldük. Halk pek çoktu. Düzce'de yalnız bir Çerkez: "Ankara'ya giderken size teşyi (uğurlama) merasimi yapamadıktı, fa­ kat istikbal (karşılama) merasimini olsun yapabildik!" de­ di. Başka bir şey söyleyen olmadı. İsyan hasebiyle tahliye edilmiş canilerin boş bıraktık­ ları hapishaneye, pis ve rutubetli odalara konduk. Aradan üç saat kadar bir zaman geçmişti ki bizi hapishaneden çı­ kardılar, Hürriyet ve İtilaf binasına götürdüler. Mahmut Bey'in fırkasına mensup zabitan ile Düzce'deki alaydan mülazım Avni Bey, jandarma takım kumandanı Cemal Bey oradaydılar. Kulüp iki odadan ibaretti. Büyük odada zabit­ ler, küçük odada da bir binbaşı ve biz bulunuyorduk. Düz­ ce harekatı isyaniye ve Hil&fet Ordusu Kumandanı Sefer Bey o zaman İstanbul 'da padişahla görüşmek üzere bulu­ nuyormuş. Kimse yanımıza gelemiyor, ilk günleri hariçten havadis alamıyorduk. Sıkı bir kontrol ve inzibat altınday20


dık. Bilmem kaçıncü gündü, Sefer gelmişti. Odamıza ge­ ce geldi: - Millet karasını sizin alnınızda görmek istemezdim, dedi. Sefer'i en iyi ben tanıyordum. Boluda bulunan kız kar­ deşini ve bilahara misafir suretiyle gelen diğer kız karde­ şini tedavi etmiştim. Bolu'ya geldikçe görüşürdüm. Ken­ disine mukabele ettim: - Millet karasının kimin yüzünde olduğunu istikbal (gelecek) gösterecektir, bundan emin oiunuz. Siz bilmeye­ rek İngilizlerin ekmeğine yağ sürüyorsunuz, ara yerde İs­ lam kanı dökülmek suretiyle düşmana yardım ediyorsu­ nuz! dedim. Diğer arkadaşlar da milli mücadeledeki ulvi maksadı anlatmaya çalıştılar. Sefer hakikati anlamıyor, hatta dinlemek bile istemi­ .yordu: - Ankara'ya gideceğiz, herhalde padişahın emrini ye­ rine getireceğiz! diyordu. Yanımızdan ayrıldı. Daha evvel Düzce'ye bir Ermeni doktor (ki bilahara bu doktor da asılmıştır) vasıtasıyla fet­ valar gelmiş ve bize de bir tane verilmişti. Adapazarı İngi­ liz Konsolosu vasıtasıyla doktora gönderilen fetvalar çok te­ sir yapmıştı. Çok geçmedi (Sevr Muahedesi) de gazeteler­ de görüldü. Sonradan Ankara ve İstanbul Valiliği 'ne naklo­ lunan Haydar Bey, Sefer Bey' in evinde tahtı nezarette idi. İsyanlar devam ederken açılacak Meclis'le bütün Tür­ kiye, yeni bir hayata dahil olacaktır. Binaenaleyh hatıratı­ mızın tabii bir cereyanı içinde, isyanlara ve onların tedip ve tenkillerine müteferri icraata bilahara avdet etmek üze21


re şimdi Meclis'in açılışı saflıasına geçeceğiz. Ancak, bi­ lahara bıraktığımız yerden hikayesini ikmal edebilmek üze­ re, isyanlara karşı memleket muhitindeki vaziyet ve ihtisa­ sata son bir nazar daha atmış olalım: l - Çerkez Etem Bandırma- Gönen-K.arabiga havaiisin­ de son tathir (temizleme) ameliyatını ikmal etmek üzere­ dir. Derhal Bursa üzerinden doğruca Adapazarı'na geçmek emrini neredeyse tatbik edecektir. 2- Karesi ve imtidadı (çevresi) kumandanı Miralay Ka­ zım Bey Ankara ile mütemadiyen muhabere ederek vazi­ yeti takip etmekte ve eğer icap ederse bizzat kendisi de ha­ reket etmek üzere tedbirler almaktadır. 3- Daha cenupta, Aydın cephesinde Demirci Mehmet Efe, her gün her tarafa yağdırdığı telgraflarla ateş püskür­ mektedir. O günlerde ezcümle (bilhassa) ajans ile tamim et­ tiğimiz uzun bir telgrafnamesinde Demirci Mehmet Efe is­ yan sahalarına hitaben aşağı yukarı şunları söylüyordu: "Düşman vatan içinde ve biz bir avuç Kuvayı Milliye onun karşısındayız. Memleketlerimiz, evlerimiz, barklan­ mız yakılıp yıkılıyor. Kızlarımızın, kanlarımızın ırz ve na­ musları payimal ediliyor (ayaklar altına alınıyor). Düşma­ nın kastı Türk milletinin ve ümmeti Muhammed'in mah­ vıdır. Elinizden gelirse Allah 'ın emrini icra ederek gelin de burada gavura karşı koyun. Fakat biz sizden bunu dahi is­ temeyiz. Tek bizi arkadan vurmak namertliğini olsun irti­ kap etmeyiniz. Yoksa ruzu mahşerde bütün yetimlerimizle ve bütün şehitlerimizle iki ellerimiz yakalarınızdadır. Eğer bizi mecbur ederseniz size bu cezaların en dehşetlilerini dünyada da gösteririz."

22


4- Vaziyetten haberder olan cenup cepheleri dahi bi­ zar ve bihuzurdurlar. Bütün cepheler boyundaki Kuvayı Milliye kumandanları, o zaman şahsen hemen hiçbirini ta­ nımadığım Ali Saip'ler, Kılıç Ali'ler, Tufan'lar, Can'lar... her gün, bazen günde birkaç defa vaziyeti soruyorlar ve emir istiyorlar, emir bekliyorlardı. Hakikaten isyana karşı memleketin en hassas noktala­ rı bilhassa -o zaman içinde pek uzun olan- cephelerimizdi. Onlar vatanın bağrına hançerini dayamış olan düşmanın karşısında vatan, millet ve istiklal mefhumlarının (kavram­ larının) ne kutsi, ne aziz şeyler olduğunu galiba her taraf­ tan bir parça daha fazla idrak ve takdir ediyorlardı.

Paşalık unvanı alan şaki! Meclis açıldıktan sonra bir taraftan isyanlar peyderpey tenkil edilecek (bastırılacak) diğer taraftan asıl vatan işi görülmek üzere muntazam bir devlet teşkilatının esası olan ordu tanzimine doğru gidilecektir. Fakat o salim devreye ge­ çilmeden, İstanbul işgalini takiben sarayın ve Babıali'nin millet aleyhinde ne şen'i (kötü) ve müstekreh (iğrenç) bir suikast ile hareket etmiş olduğunu çok iyi görebilmekliği­ miz lazımdır. Bu cümleden olarak Ahmet Anzavur'un hep Saray emriyle teşebbüs ettiği muhtelif şekavetlerden (hay­ dutluk) bir nebze daha bahsedebiliriz. Anzavur'un ilk ha­ reketi Biga'da silah kaçıran Hamdi Bey ismindeki mert ve fedakar bir Kuvayı Milliyeci 'nin iğfal olunmuş cahil bir ta­ kım ahali tarafından katil ve ifnası (yok edilmesi) hadise­ siyle birlikte başlar. Hadisenin mebdei (başlangıcı) Gavur İmam namında bir şahsın idaresinde Biga'daki bazı eşhasın tahrikiyle şeb23


re hücum eden Pomak köylülerinin bir müddet Biga kasa­ basına hakim olmalarıdır. Bundan bilistifade zaten Sarayın emriyle İngilizler'e hizmet etmek üzere oralarda bulunan Ahmet Anzavur, elli kadar süvari ile şehre girmiş ve vazi­ yete kendi hakim olmak istemiştir.Ahaliye hitaben kendi el yazısı ile yazılmış olan ilanını -imla hatalarını da muhafa­ za etmek suretiyle- buraya geçiriyorum: tLAN Kovayı Milliye Teşkilitı'm icraya memur, bundan, akdem kasbam (kasabam) olan Biga'ya gelmiş olan Hamdi Bey'in ahalii umumiye karşı ihtiyar ve irtikap eylediği muamelatı hunharane ve gayri kanuniyenin ref ve izalesi için lütfu teali, muamelatı mezkôrenin tama­ mıyla ortadan kaldmlmasmı ve kendisiyle faili müşte­ rek rufekasmı cezayı sezalaram tatbif(tatbik) ve icrası­ na muvaffak olmuştur. Bundan böyle her şahsm şeriatı gazayı muhammedi dairesinde her bir hukuku temin edilmiş olduğu gibi kendileri de şeriata muhammediye mütevessil ve mütemsik olarak hareket eylemeleri cena­ bı hakkin lütfu keremilerini (keremlerini) ve ruhaniye­ ti hazreti risaletpenahi efendimiz hazretlerine sığmarak hiç bir ferdin burnu kanamamak ehası amalim bulun­ duğunu Biga Sancağı ahalii muhteremesine beyan eder ve diğer memleketler de Biga'nm maruf(maruz) kaldı­ ğı halde kuvayi milliyecilerin elinden anlarm halis (lıa­ lasma) dair göndermiş olduğu murahhaslarm telaşe(te­ laşta) bulunduklarmdan iki üç güne kadar cenabı hak­ kin vahdaniyeti ilahiyesine memleketim bulunan Bi24


ga'yı emanet ederekten hareket edeceğime (edeceğim) ilan olunur. Kuvayi Muhammedi Kumandanı Ahmet Anzavur Fakat bu ilandan sonra ahali işin mahiyetini anlamak­ ta gecikmemiştir. Nelere alet olduklarını hisseden ve nasıl iğfal edildiklerini idrak eyleyen zavallılar derhal Anza­ vur'un aleyhine kıyam ederek (ayaklanarak) bu serserileri memleketten tardetmişlerdir (kovmuşlardır). Anzavur o de­ faki cevelanını Balıkesir taraflarına kadar temdit etmişse de (uzatmışsa da) hiçbir iş göremiyeceğine kanaat getirmiş ve nihayet Hacim Muhiddin Bey ve Çerkez Etem ile mülakat­ tan sonra güya yanlış olan hattı hareketine nedametle ls­ tanbul 'a avdet eylemişti. Anzavur'un Balıkesir cephesi arkasına ikinci seferi İs­ tanbul işgalinden sonra vaki olmuş ve o zaman kendisi (Mi­ ri-miran) riitbesiyle paşalık payesine çıkarılmıştı. Birinci Büyük Millet Meclisi'nin açıhşma doğru: Mustafa Kemal'in vaziyeti açıklayan tamimi İstanbul'da İngiliz emir ve iradesinin muti (uysal) bir esir ve aleti haline gelen Saray ve Babıali'nin tertibatı ile Anadolu'ya yer yer ika ettirilmiş olan şuriş (karışıklık) ve isyanların mebdei, ikinci defa kendisine paşalık unvanının dahi tevcihiyle Karesi Mutasarrıflığına gönderilen Anza­ vur'un Gönen taraflarındaki tecavüz ve harekatıdır. Orada başlayan ve tahsisen (özellikle) Karesi cephesini arkadan vurmayı istihdaf (amaçlayan) eden şekavetin bir aralık ik­ tisap ettiği vüs'ati (genişliği) yukarıda kaydetmiştim. 25


En müşkül dakikalarında dahi Ankara 'ya asla yeis (umutsuz) ve fütur (endişe) gelmiş olmayıp biraz müşkül dahi olsa her halde bu gailenin ve hatta daha büyüklerinin bertaraf edileceği kanatı hakim idi. Nitekim bu hadise üze­ rine, bir taraftan tenkil (bastırma) tertibatı alınırken; diğer taraftan Mustafa Kemal Paşa'nın bütün millete telgrafla ta­ mim ettirdiği şu telgrafname bu kanatı tebarüz ettiren (be­ lirten) bir vesikadır: Hey'eti Temsiliyenin Tamimi Makamı hilafetimizin her türlü kavaidi adil (eşitlik il­ kelerine) ve hakka mugayir olarak itilaf hükümetleri tara­ fından işgal ve milletimiz hakkında hiçbir tarihin kaydet­ mediği tahkirat ve tecavüzata cüret edilmesi üzerine tekmil Anadolu ve Rumeli 'de bir vahdeti iman ve vicdan ile feve­ ran eden ve hukuk-u hilafet ve istiklal-i milleti tahlis gaye­ sine inhisar eden azmi milliyi ihlal için düşmanlarımızın en evvel tevessül etmek istedikleri çare, nifakı dahili idi. İşte sırf bu maksadı hainanenin tatbikatı cümlesinden ol­ mak üzere gerek İstanbul'da düşmanlarımızın imalini tat­ min için teşkil eyledikleri Ferit Paş hükürnetini ve gerekse bizzat Anzavur'u teşvik etmişler ve bunun neticesi olarak Gönen, Biga havalisinde fesat ikaına (yapmaya) teşebbüs eylemişlerdir. Aydın cephesinde Yunanlıların taarruzları püskürtüle­ rek bu cephe vaziyeti emin bir şekle girdiği ve Kilikya ha­ valisindeki işgal kuvvetehi de Urfa'yı tahliye ettikleri, Mer­ sin, Tarsus, Adana, Haçin, Bilemdik mevkiindeki işgal kuv­ vetlerinin de kamilen muhasara edildikleri bir zamanda Anzavur'un Gönen havalisindeki teşebbüsleri doğrudan 26


doğruya Yunanlılann menfaatına hizmet ve menafii aliyei milliyeye sarih ve fiili bir hiyanettir. Bu teşebbüsü caniya­ ne, düşmanlarımızın istihdaf eyledikleri gayeyi teminden pek uzak olup hiçbir kuvvetle tezelzüle uğratılamıyacak de­ recede kavi olan azmi milli karşısında pek yakında imha ve caniler müstahak olduktan cezaya giriftar edileceklerdir. Binaberin (bundan dolayı) meclisi fevkaladei milli aza­ sından Ankara 'da içtima etmiş olan murahhaslar ve mebus­ lann da rey ve kararı inzimam ederek (6 1) inci fırka Ku­ mandanı Miralay Kazım Bey'e Karesi Livası ve (55) inci fırka Kumandanı Miralay Bekir Sami Bey'e de Hüdaven­ digar (Bursa) vilayeti dahilinde tekmil Kuvayı Milliye ve askeriyeyi deruhte eyleyerek dahili memlekette düşmanla­ nn ihdas etmek istedikleri tefrikaya mani olmak için her ted­ bire teşebbüs etmeleri veya idamei vahdet için ibrazı me­ sai etmeyecek veya edemeyecek olan bilumum memurini mülkiye ve askeriye hakkında cürmün derecesine göre azil ve hapis ve idam gibi her nevi cezalan tatbik için salahiye­ ti fevkalade verilmiştir. İstiklat-i milli uğrunda mücadele­ i kat'iyemizde her zaman olduğu gibi bundan sonra da tev­ fikatı süphaniyeye mazhariyetimizden eminiz. Cenabı Hak bizimle beraberdir. Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti Hey'eti Temsiliyesi namına Mustafa Kemal Bugünlerde Adapazan'ndan Bolu ve Gerede'ye kadar bütün o havalinin isyan ateşleri içinde yanmakta bulundu­ ğu malum olup Ankara'da ise bir taraftan memleketin is­ yan mıntıkalanna el erişebilen her yerinden tenkil ve imha 27


kuvvetleri sevkedilmekte, diğer taraftan da Meclis 'in bir an evvel açılmasına ait faaliyetlere genni verilmektedir. Meclis'in bir an evvel açılması Bir an evvel Meclis 'in açılması safhasına intikal etmek üzere İstanbul'da kapatılan son Meclis Reisi Celaleddin Arif Bey imzasıyla, 10 Nisan'da Ankara'ya süratle gelme­ leri için mebuslara telgraf, millete beyanname ve İstan­ bul 'daki yabancı mümessillere protestonameler neşredildi. Mustafa Kemal Paşa karargahında o zaman cephe iş­ leri, isyanlar ve bütün memleket umuru (işleri) ile iştigal olunmakla beraber intihap muamelatı dahi büyük bir cid­ diyet ve ihtimam ile takip ediliyor, hatta son günlerde,bil­ hassa nisanın onundan sonra bu intihabatın tacil ve tesri ine ait mesai bir kat daha arttırılmış ve azami derecesine çıka­ rılmış bulunuyordu. Memleketin her tarafı mahsur vaziyet­ te olduğundan adeta bütün vatan muhiti kocaman bir cep­ he addolunabilirdi. Bütün felaketlerle dolu bu hercü merç (karma karışık­ lık) içinde ümit olarak yalnız Ankara vardı ve oradaki Hey'eti Temsiliye Karargahı. Bu karargah ve onun ruhu olan Mustafa Kemal Paşa bütün bu müşkülata karşı mille­ tin sinesinde meknuz (saklı) olan asalet ve hamiyete istinat ediyordu. Bütün halas ve cidalimizin en kuvvetli istinatga­ hı (dayanağı) olan bu kanaat ve imana müteallik bir men­ kibeyi buraya kaydetmeden geçemeyeceğim. Karyolalar üzerine ilişerek yapılan bir sohbet Mustafa Kemal Paşa bir gün, oradaki arkadaşları ziya28


ret için, Muallim Mektebine gelmişti. Beraber.yatakhane­ leri gezdik ve nihayet koğuşun birinde herkes, zaten yek­ diğerine yakın olan karyolalara ilişmek suretiyle ufak bir sohbet halkası yapmıştık. Her şeyden bahsolunmak sure­ tiyle konuşuluyordu. Nihayet söz Yunan cephesine dayan­ dı. Bu belanın uhdesinden (üstesinden) nasıl gelebileceği­ miz meselesi kalbinde ukde olan bir arkadaş, Paşa 'dan bu hususta izahat rica ediyordu. Paşa güldü; Yunan cephesi­ nin nihayet ciddi bir varlık oluşuna karşı ortalıktaki azim (büyük) boşluğun verdiği telaş garibine gidiyordu. Kendi­ ne.: has olan veciz ve toplayıcı ifadelerle vaziyeti hülasa ve tesbit etti. Şimdi herkes vaziyeti daha ar;ık olarak, belki da­ ha korkulacak bir halde görmüş oluyordu. Sözler buraya ge­ linceye kadar vakit epeyce ilerlemiş olduğundan Paşa aya­ ğa kalkarak: - Bununla beraber, diyordu, şurası muhakkaktır ki Yu­ nan ordusunu behemehal mağlup edeceğiz ve behemehal denize dökeceğiz. İşlerimize bakalım, bunda en ufak şüp­ heye mahal olmadığını görmekte gecikmeyeceksiniz!. . . Bu sözler orada hazır bulunanları iknaa kifayet ediyor­ du; o sözlerin kaili, (söyleyen) dediğini yapmaya kadir bir şahsiyet olarak biliniyor ve zaten o sözler öyle bir tarzda söyleniyordu ki hatta birinci defa dinleyecek birisi için da­ hi onlara inanmamak imkanı görünmüyordu.

Açılış için neden 23 Nisan tespit edildi? Bütün bunlar pek iyi ise de isyan ateşleri de bacayı sar­ mak tehlikesiyle dalgalanıp durmakta olduğundan nihayet vatanda bir kuvvei meşrua halinde milletin ittihadına (bir­ liğine) merkez teşkil edecek olan Meclis' in bir an evvel açıl-

29


ması zarureti elvermiş bu bapta tedbirler alınmakta bulun­ muştu. Meclis'in adına (Türkiye Büyük Millet Meclisi) de­ nilmesi kararlaştırılmış olduğunu evvelce yazmıştık. Mec­ lis Nisan'ın 22'nci Perşembe günü açılacak iken bu tarih 23 Nisan Cuma'ya götürüldü. Sebebi şudur: Hasımlarımız bizi mağlup edebilmek için müracaat et­ tikleri muhtelif silahlar içinde ezcümle (bilhassa) dine ve şeriata dahi istinat ediyorlar ve bizi şer'an asi ilan etmek hususunda çok ileri gidiyorlardı. (Meşihatı İslamiye) ma­ kamının fetvaları hep bu esas ve maksatla tertip edilmişti. Halife beyannamel�rinde hep bu esas ve maksada istinat ediliyordu. Damat Ferit bu yoldan yürüyordu. Halbuki Ankara'da vatan ve miletin halas (kurtuluş) ve istiklali gayesi etrafında toplanan zevat din ve imandan te­ cerrüt etmiş kimseler değildi. Onların içinde hakiki din alimleri de bulunduktan başka milletin halas ve istiklalin­ de elbette din ve şeriatın dahi ağyarın (düşmanların) ayak­ lan altında zelil ve perişan edilmekten kurtarılması husu­ su da vardı. Dine hizmet ve riayet bahsinde dahi en büyük hürmet mevkii elbette. Ankara'da toplanan fedakarlar tara­ fında idi. İngilizlerle Yunanlıların lehine milleti boğmaya, parçalatmaya, mahvetmeye alet olanların dini ağızlarına almaları bile dünyanın en sefil (adi) alçaklığı idi. Hakikat bu merkezde iken İstanbul' un olanca redaeti (kötülüğü) ile Ankara aleyhine milletin mukaddesatını tahrik vesilesi yap­ masına karşı Ankara'nın dahi layık ve lazım olduğu veçhi­ le mukabele etmesi zarureti hasıl olmuştur. Bu cümleden olarak Meclis'in küşadı (açılışı) günü perşembeden cuma­ ya geçirilerek evvela Hacı �ayranı Camii 'nde cuma nama­ zının edası (kılınması) ve oradan da o büyük cemaatla Mec30


lis'e gidilerek ruhani bir hava içinde küşat (açılış) merasi­ minin icrasına karar verilmişti. Açıhş programı Mu münasebetle tertip olunan zirdeki (aşağıdaki) prog­ ram yalnız Ankara'da neşrolunmakla bırakılmayarak Mus­ tafa Kemal Paşa tarafından bütün memleket muhitine ta­ mim edildi. Heyeti Temsiliye'nin Tamimi 1- Allah'ın izniyle Nisan'ın yirmi üçüncü Cuma günü cuma namazını müteakip Büyük Millet Meclisi küşat edi­ lecektir. 2- Vatanın istiklali, makamı hilafet ve saltanatın istih­ Jası (kurtarılması) gibi en mühim ve hayati vazifeyi ifa ede­ cek olan Büyük-Millet Meclisi'nin küşat gününü cumaya tesadüf ettirmekle müzkılr günün mebrukiyetinden (kutsal­ lığından) istifade ve küşattan mukaddem (önce) bilumum mebusini kiram hazeratiyle Hacı Bayram camii şerifinde cuma namazı da eda olunarak envan Kuran ve salattan is­ tifade olunacaktır. Badessaıat lihyei saadet ve sancakı şe­ rifi hamilen dairei mahsusaya gidilecektir. Dairei mahsu­ saya dahil olmadan evvel bir dua kıraatiyle kurbanlar kesi­ lecektir. İşbu merasimde camii şeriften başlayarak dairei mahsusaya kadar kolordu kumandanlığınca askeri kıtalar­ la tertibatı mahsusa alınacaktır. 3- Mezkur günün kudsiyetini teyit için bugünden iti­ baren merkezi vilayette Vali Beyefendi Hazretleri'nin ter­ tibiyle hatim ve buharii şerif tilavetine başlanacak ve hat31


mi şerifin son aksamı teberrüken cuma namazından sonra dairei mahsusa önünde ikmal edilecektir. 4- Mukaddes ve mecruh (yaralı) vatanımızın her kö­ şesinde aynı suretle bugünden itibaren buhari ve hatmi şe­ rif kıraat edilerek cuma günü ezandan evvel minarelerde sa­ levatı şerife okunacak ve esnayi hutbede bilumum efradı milletin bir an evvel naili felah ve saadet olmaları duası tez­ kar olunacak ve cuma namazının edasından sonra da ikma­ li hatim edilerek bilcümle aksamı vatanın halası maksadıy­ la vuku bulan mesaii milliyenin ehemmiyet ve kudsiyeti ve her ferdi milletin kendi vekillerinden mürekkep olan Bü­ yük Millet Meclisi'nin tevdi eyleyeceği vezaifi vataniyeyi ifaya mecburiyeti hakkında mevizalar irat olunacaktır. Ba­ dehu din ve devletimizin, vatan ve milletimizin halası, se­ lameti ve istiklali için dua edilecektir. Bu merasimi diniye ve vataniyenin ifasından ve camilerden çıkıldıktan sonra bi­ ladı Osmaniye'nin her tarafında makamı hükümete geline­ rek Meclis'in küşadından dolayı resmen tebrikat icra edi­ lecektir. Her tarafta cuma namazından evvel münasip su­ rette mevlidi şerif okunacaktır. 5- İşbu tebliğin hemen neşir ve tamimi için her vasıta­ ya müracaat olunacak ve serian en ücra köylere, en küçük askeri kıtalara, memleketin bilumum teşkilat ve müessesa­ tına iblağı temin edilecektir. Aynca büyük levhalar halin­ de her tarafa talik ve mümkün olan mahallerde tabı ve tek· sir ve meccanen tevzi edilecektir (parasız dağıtılacaktır). 6- Cenabı Hak'tan muvaffakiyeti kamile tazarru olunur. Heyeti Temsiliye namına Mustafa Kemal

32


1920 Nisan 'mm 23 'üncü günü Ankara 'da Büyük Mil­ let Meclisi yukardaki programın çok muhteşem ve çok müessir ihtifali ile açılırken bütün memleket o ümit kıble­ sine teveccüh etmiş, göz yaşlı duaları ile onu takip ve teş­ yi ediyordu (uğurluyordu). Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açıhşı Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açıldığı 23 Nisan 336 (1920) Cuma günü, Ankara 'nın geçirdiği muhteşem ve heybetli günlerden biri oldu. Millet, o gün sanki kendi ta­ liine ait olarak esas olacak yeni bir teşekkülün doğmak üze­ re bulunduğunun farkında idi. Bu istihlas cidali (Kurtuluş Savaşı) esnasında Ankara'nın öyle ulvi tezahürlere sahne olduğu günler olmuştur ki, onları hiçbir bayramın, hiçbir şenliğin muhayyelelere azami vüs'at (genişlik) verilmek su­ retiyle tasavvur olunabilecek en yüksek dereceleri tanzir edebilmekten ebediyen uzaktır. İşte Büyük Millet Mecli­ si 'nin küşadı (açılışı) tarihi olan 23 Nisan 336 (1920) Cu­ ma günü dahi Ankara bu ulvi tezahürlerden (belirtilerden) birine sahne olmuştu. Daha sabahtan herkes en büyük bir bayramın zevk ve şetaretine (sevincine) iştirak etmek üzere evlerinden dışa­ rıya uğramışlar, kadın erkek, çoluk çocuk, haline göre her­ kes allı güllü en güzel elbiselerini giyerek Hacıbayram Ca­ mii ile Büyük Millet Meclisi içtimagahı ittihaz olunan bi­ naya kadar azami bir kilometre kutrundaki daire dahilinde bulunan bütün arsaları, bazen damlarının tepelerine kadar bütün binaları doldurmak üzere her tarafı istilaya koyulmuş­ lardı. Yerli yabancı bütün Ankara bu muhit içine sıkışma33


ya çalışıyor, fakat mümkün olmadığı için taşıyor, taşıyor­ du. Bir hayat manzarası ki mütemadi (sürekli) dalgaları ve mütevali (art arda gelen) med ve cezirleri ile hakikaten he­ yecan verici idi. İstiap (içine sığdırma) kabiliyeti nihayet bin, bin beş­ yüz kişilik olan Hacıbayram Camii 'nde dahi erkenden mev­ ki almaya müsaraat (acele) edenler çok olmuştu. Öyle ki Mustafa Kemal Paşa ile arkadaşlarına yer bulmak için bi­ lahara hayli müşkilat çekilmiş, hayli uğraşılmak mecburi­ yeti hasıl olmuştu. Bu böyle olmak için yapılan şey, alela­ de eda olunacak cuma farzından başka bir şey olmalıydı. Filhakika (gerçekten) bu içtima, o gün için dini bir içtima (toplantı) olmaktan ziyade, milli bir içtima idi denilse ha­ ta olmaz. Halkın nazarında bu içtima, hayatta nadir tesadüf olunan en ulvi ve en kutsi içtimalardan biri idi. Hacıbayram Camii'nin cuma namazına iştirak edebi­ lenler camiin içinde yerlerinden kımıldayamayacak kadar kucak kucağa idiler, kapılardan taşmışlar, mermer avluya dolmuşlar, mezarların üzerine ilişmişler, sokaklarda mev­ ki almışlardı. Bu şerait (koşullar) içinde usulü dairesinde ibadete imkan yoktu. Öyle tahmin ederim ki o gün Anka­ ra'nın Hacıbayram Camii'nden başka bir mabedinde cuma namazı kılınmamıştır. Diğer camilerin cemaatlan değil, hatta imam ve müezzinleri dahi muhakkak bu büyük cema­ ata dahil bulunuyorlardı. Bana öyle geldi ki o gün Hacıbay­ ram 'dan Meclis'e kadar bütün havaiiyi dolduran halkın kaf­ fesi (hepsi) mühip ve müheykel, yekpare bir cemaat idi. Hükümetçe ve kolordu kumandanlığınca alınan bütün tertibata rağmen camiden Meclis'e kadar gitmek mesele ol­ muştur. Ulema, meşayih, binbir ayet yazılı ruhani bayrak34


lar önde, Mustafa Kemal Paşa ve Mebuslar onları takip ederek Meclis'e gitmek için kesif bir insan kütlesini yar­ mak lazım geliyordu. Bu kolay bir şey değildi. Sen gitmek istiyorsan o halk da gitmek istiyordu. Dava, millet davası idi. Halk da onda senin kadar alakadardı. Binaenaleyh yü­ rünülmekten ziyade bütün halk ile beraber dalga dalga iler­ leniyordu. En heybetli iki manzaradan biri Meclis'in kapı­ sında diğeri içeride ve millet kürsüsünde temaşa (seyir) edildi. Meclis'in kapısında bir taraftan kurbanlar kesilirken, diğer taraftan gür sesli bir hocanın Türkçe duası bütün o muhitte amin sesleriyle dalgalanıyordu. Meclis'in içine gir­ diğimizde kürsü, ruhani bir manzara arzedecek veçhi le bay­ raklarla muhat bulunuyordu. Hatimlerin sonları orada ik­ mal olunarak dualar ediliyor ve bunların akisleri dışarıda Hacıbayram'a kadar azim (büyük) bir gulgule (ses dalga­ sı) halinde temadi (sürüyor) ediyordu. Kürsüye çıkan ilk mebus Müteakiben en yaşlımız olan Sinop Mebusu Şerif Bey alkışlar arasında kürsüye çıkarak şu muhtasar (kısa) nutku ile Meclis'i açıyordu: - Huzzarı kiram, İstanbul'un muvakkat kaydı ile kuva­ yi ecnebiye tarafından işgal olunduğu ve bütün esasatı ile makamı hilafet ve mekezi hükümetin istiklali iptal edildi­ ğimalurnunuzdur. Bu vaziyete serfüru etmek milletimizin teklif olunan ecnebi esaretini kabul etmek demektir. Ancak istiklali tam ile yaşamak azmi kat'isinde olan, ezelden be­ ri hür ve serazat milletimiz esaret vaziyetini kemali şiddet ve kat'iyetle reddetmiş ve derhal vekillerini toplamaya baş35


layarak meclisi alinizi vücuda getirmiştir. Bu meclisi ali­ nin reisi sıfatıyla ve tevfiki ilahi ile milletimizin dahili ve harici istiklali tam dahilinde mukadderatını bizzat deruhte ve idare etmeye başladığını bütün cihana ilan ederek Bü­ yük Millet Meclisi'ni küşad ediyorum. Ebedi Türk olan 1s­ tanbulumuz ile işgal altında ve envai mezalim ve fecayi için­ de maddeten ve manen bila insaf imha edilmekte bulunan bilcümle vilayatı mazlumemizin istihlasına muvaffakiyet ihsan buyurmasını Cenabı Allah 'tan niyaz eylerim. (Alkış­ lar)

Mustafa Kemal söz alıyor Bu ilk küşat (açılış) celsesinde mazbataların tetkiki için encümenler teşkil olunması Mustafa Kemal tarafından teklif edildi. Mustafa Kemal Paşa olduğu yerden ayağa kalkmak suretiyle şunları söyledi: - Meclisi aliniz, salahiyeti fevkaladeyi haiz olarak yeni­ den intihap edilen mebusanı kiram ile duçan taarruz olan ma­ kam saltanattan tahlisi nefis ile buraya gelen mebusanı ki­ ramdan mürekkeptir. Tahlisi nefsedip gelebilecek olan me­ busanla birlikte bir meclisi ali vücuda getirilmesi ancak ye­ ni icra edilen bu tarzı intihapta mevzuu bahsolmuştur. Bu an­ da Meclisimiz münakittir. Bu intihap sabık intihap tarzından daha şumullü olduğu cihetle evvelce intihap edilmiş olan mebusanın aynı derecei salahiyetle ifayı vazife etmeleri için mazbatalarının bu meclisi alice tasdiki muvafık olacağı ka­ naatindeyim. Bu hususu teyit etmek isterim. Şu mülahazat dairesinde mebusanın mazbatalarını tetkik etmek üzere en­ cümenler teşkili tensip olunursa o meseleye geçilsin.

36


Kısa bir müzakereden sonra Paşa'nın teklifi kabul olu­ narak ve yaşlı reise muvakkat (geçici) katipler verilerek (bunlar o zaman en gençler olmak üzere Bursa Mebusu Muhiddin Baba ve Kütahya Mebusu Cevdet beylerdir). Bir iki encümen intihabı icra kılındı (seçimi yapıldı) ve ertesi gün saat onda toplanmak üzere o günün içtimaına nihayet verildi. Meclis'in içi hıncahınç dolu olduğu gibi dışarda da halk hala sokakları, duvarları ve damlan dolduruyordu. Türk Cumhuriyeti'nin temeli atılmıştı. Fevkalade bir ihtifal merasimiyle açılan ve artık bütün cihana karşı vaziyet ve mevkiini ilan etmiş olan Meclis ar­ tık Ankara 'da bir hayat merkezidir ve bütün Türkiye'nin is­ tinatgahı ve kıblesidir. Anadolu Ajansı Meclisin açılışını bütün tafsilatıyla ve bilhassa reisin ağzından söylenilen va­ zı ve mevkiini, (işleyişini) dahil ve hariç, bütün dünyaya karşı derhal neşir ve tebEğ eylemiştir. Nisanın 24 'üncü Cu­ martesi gününden itibaren memleketin her tarafından ge­ len tebrik telfrafnameleri bir araya toplansa kendi başları­ na bir cilt teşkil edecek kadar çoktur. Bu telgrafnamelerin lisanındaki samimiyet bile Türkiye Büyük Millet Mecli­ si'nin ne müthiş ve muazzam bir millet arzusu olduğunu göstermeye kafidir. Meclis'in açılmasıyla millet, İstanbul işgaliyle bir an için kaybolur gibi olan vahdet (birlik) nok­ tasını bulmuş, Meclis ise milletin bu cuşu (coşkusu) huru­ şundan bir daha azami kudret ve kuvvet almıştı. Bir gün ev­ velki merasimin fevkaladelikleri ile tatlı bir yorgunluk uy­ kusu geçirenler ertesi gün Ankara'da, üzerinde büyük kır­ mızı bir bayrak sallanan ve içerde duvarda ise hala al yeşil alay sancakları dalgalanan Büyük Millet Meclisi'nin bina­ sında büyük bir saray haşmet ve azameti görmüşlerdir. 37


Reisi sin (yaşı) sıfatıyla Sinop Mebusu ŞerifBey'in li­ sanından Türkiye Büyük Millet Meclisi namına dünyaya i­ lan edilen hakikat şu idi: "- Bu Meclisi alinin reisi sinni sıfatıyla ve tevfiki ila­ hi ile milletimizin dahili ve harici istiklali tam dahilinde mu­ kadderatını bizzat deruhte ve idare etmeye başladığını bü­ tün cihana ilan ederek Büyük M illet Meclisi'ni küşat eyli­ yorum! " Çok hah'.lk (iyi huylu) bir ihtiyar olan Sinop Mebusu Şerif Bey için ne büyük talihtir ki kendisi bu cümlede da­ ha o vakit Türk Cumhuriyeti 'ni ilan ediyordu. O kısa nu­ tuk alelacele mürettep (düzenlenmiş) bir söz silsilesi olmak­ la beraber Meclis'in manasına ve milletin arzusuna hemen hemen harfiyen mutabık (uygun) idi.

Mustafa Kemal Paşa'nm ilk büyük nutku Nisanın 24 'üncü Cumartesi günü Meclis'in ilk celse­ si sabah saat onda açıldı ve eski zabtın okunmasından son­ ra Mustafa Kemal Paşa hitabet kürsüsüne çıkarak uzun bir nutuk iradına (söylemeye) başladı. Saat bire yaklaşmıştı ki Paşa hata söylüyordu ve hata söyleyecek çok şey vardı. Ye­ mek için bir saat müddetle celse tatil edilerek saat ikide Pa­ şa sözlerine devam etti. O gün dört buçukta hitam (son) bu­ lan bu uzun nutuk mütarekeden Türkiye Büyük Millet Mec­ lisi 'nin küşadına kadar olup biten ve ezcümle milletin is­ tiklal aşkı ile giriştiği maceraları hikaye eden, vesaike müs­ tenit (belgelere dayanan) kiyaset ve basiretle dolu bir nu­ tuktur ki istihlas cidalimizin ilk sahifelerinde yer tutacak çok mühim bir hitabe teşkil eder. Bu nutkunda Paşa bilhas38


sa Sıvas'tan Saray'la olan cidalini anlatıyor, oradaki muha­ beratı aynen okuyor ve nihayet Damat Ferit'in ıskatiyle (düşmesiyle) İstanbul' u Meclisi Mebusan intihabatının ic­ rasına icbar şeklindeki neticeyi ifade ediyordu. Fakat işte bu Meclisi Mebusan dahi İngiliz süngüleri altında dağılıp gitmiş, onun yerine ise şimdi milletin idare ve iradetini mü­ messil olarak bu Meclisi Ali gelmiştir. Bu uzun ve beliğ (açık) hikaye bittikten sonra Paşa Meclis'e, düne ve belki bugüne kadar teşkilatı esasiyemi­ zin esasını teşkil eden şu mühim teklifi serdediyordu: Yeni Türk Devleti'nin esaslan " Bugünkü müşkül vaziyet içinde vatanı tehlikei inhi­ lal ve izmihlalden kurtarmak için ittihazı lazım gelen teda­ bir heyeti muhteremlerine ait olacaktır. Ancak bu hususta kendi tetkikat ve malumatınıza istinat eden kanaatlerimizi Meclisi Alinize erzetmeyi faydalı addetmekteyiz. Gerek hukuku esasiye kavaidine, gerek tarihteki emsali adiyeye ve gerek zamanımızda ayni şeraiti elime içinde maruzu in­ hidam kalmış olan milletlerin teşkil ettiği ibreti müessire­ ye nazaran memleketi inkisam ve inhilalden kurtarmak için derhal kuvayı umumiye-i milliyeyi esaslı teşkilat ve tevhit etmekten başka çare yoktur. Bunun şekli ne olmak lazım gelir? İşte mesele buradadır. Gayri meşru ve gayri mesul kuvvetlerin tahakkümüy­ le kuvayı millet ve devleti tevhit imkanı bulunsa dahi bu­ nun temadisi kabil olmadığını bilirsiniz. Esasen Meclisi Alinizin mevcudiyeti de evvelemirde meşruiyet ve mes'uli­ yet esaslannın milletçe vecibilmurat görüldüğüne en büyük 39


delildir. Binaenaleyh meclisi alinizde tekasüf eden iradei iliyei milliye istinat etmek suretiyle meşruiyet ve kanuni­ yetini ve yine heyeti muhteremenizde tecelli eyleyen vic­ danı millinin muhakemesine merbut bulunmak cihetiyle de mesuliyetini takdir ve tesbit edecek bir kuvvetin idarei umur etmesi zaruridir. Bu kuvvetin şekli tabiisi ise bir hü­ kümettir. Hükümet teşkilatının şekli esasisi gayrı mesul bir re­ isi hükümette tesbit edilen noktai tevazüne istinaden kuv­ ve-i teşriiye vazifesiyle mükellefbir heyet murakabe ile va­ zifede devamı bu heyetin inzimamı itimadına mütevakkıf bir kuvvei icraiyeden ve bu kuvve-i icraiyenin vezaifi mil­ liyeye göre taksim ve tensikinden ibarettir. Bu şekilde kuv­ vei icraiye reisi hükümet tarafından müntehap ve kuvvei teş­ rii yenin itimat ve muvafakatine müstenit bir kuvvettir ki milletin intihap ettiği heyeti teşriiye ile muvazenetini hü­ kümet riyaseti makamının teşkil ettiği noktai vahdette bu­ lunur. Hükümet teşkilatının bu kuyutlu esasiyesine göre için­ de bulunduğumuz buhrana ve memleketimizin ahvali hu­ susiyesine nazaran bizim için kabili tatbik olup olmadığı­ nı düşünmek mecburiyetindeyiz. Bu zeminde tetkikat ne­ ticesinde hasıl ettiğimiz kanaate göre biz idarenin bu şek­ lini mahzurdan salim görmemekteyiz. Çünkµ Devleti Os­ maniye'nin diğer herhangi bir devlet gibi hükümdarının nüfuzu cismanisi etrafında müteşekkil değildir. Makamı saltanat aynı zamanda makamı hilafet olmak itibarıyla pa­ dişahımız cumhuru İslamın da reisidir. Mücahedatımızın bi­ rinci gayesi ise saltanat ve hilafet makamlarının tefrikini is­ tihdaf etmek değil, düşmanlarımıza iradei milliyenin buna 40


müsait olmadığını göstermek ve bu makamatı mukaddese­ yi esareti cnebiyeden tahlis ederek ululemrin salahiyetini düşmanın tehdit ve ikrahından azade bırakmaktır. Bu esasa göre Anadolu'da muvakkat kaydıyla olsa bi­ le bir hükümet reisi tanımak ve padişah kaymakamı ihdas etmek hiçbir suretle kabili cevaz değildir. Şu halde reissiz bir hükümet vücuda getirmek zarure­ ti içindeyiz. Halbuki bir noktai vahdette tevazün etmeyen ku­ vayı devletin ahengi mesaisini idameye dahi imkan yoktur. Diğer taraftan herhangi bir makama kuvayı devlet ve milleti tevhit ve tevazün salahiyeti bahşederek o makamı gayri mesul tanımak mucibi felakettir. Halifenin bile me­ suliyetini esas olarak kabul etmiş olan İslamiyetin böyle su­ reti tesviyelere müsait olamayacağı aşikardır. Bu müşkül ve yekdiğeriyle telifi imkansız esasat için­ de uzun uzadıya tetkikat icra ederek ve nihayet İslamiyetin şeraiti esasiyesine müracaat ederek Meclisi alinizden tek­ sif edilmiş olan ve bütün cumhuru İslamın da muzaharet ve muvafakatine mazhar bulunan iradei milliyeyi bilfiil mu­ kadderatı vatana vaziülyed tanımak umdei esasiyesini ka­ bul ederiz. Azayı muhteremenin bu noktai nazar hülasaten tamim olunarak intihabına delalet olunması kaydıyla ve sa­ lahiyeti fevkaladeyle intihap edilmiş bulunmaları ve mün­ tehiplerin de teksir ve tevsi olunması esas itibarıyla bu um­ denin milletçe de tamamen kabul edilmiş olduğuna delil­ dir. Binaenaleyh meclisi aliniz haiz olduğu salahiyeti fev­ kaladeye binaen karşısına çıkacak bir kuvveyi icraiyeyi yal­ nız murakabe e�mek ve mesaili hayatiyei millet üzerinde böyle bir heyetle mücadeleye mecbur kalmak gibi vaziye­ ti hazıranın mütehammil olamayacağı mahdut bir vazifei

41


teşriiye ile değil, idarei umumiyei milleti fiilen deruhte ve selameti memleket ve hilafeti bizzat temin ve müdafaa va­ zife ve salahiyetiyle teşekkül etmiştir. Artık Meclisi alini­ zin fevkinde bir kuvvet mevcut değildir. Hilafet ve saltanat makamının tahlisine muvaffakiyet hasıl olduktan sonra pa­ dişahımız ve halifei Müslimin efendimiz her nevi ikrahtan azade ve tamamiyle hür ve müstakil olarak kendini mille­ tin aguşu sadakatında gördüğü gün Meclisi alinizin tanzim edeceği esasatı kanuniye dairesinde vaz'ı muhterem ve mü­ beccelini ahzeder. Meclisi aliniz murakıp ve müdekkik ma­ hiyetinde bir Meclisi Mebusan değildir. Binaenaleyh yal­ nız teşri ve teftiş ile vazifedar gayn mesul bir mevkiden mu­ kadderatı milliyeyi nezaret altında bulunduracak değil, bil­ fiil onunla iştigal edecektir. Nitekim fevkalade ahval için­ de bütün milletler bu prensipleri terk ederek ya kuvvei teş­ riiyeyi tatil edip icra heyetlerine fazla salahiyetler bahşe­ derler, yahut bütün milletin arayı umumiyesine müracaat­ la ittihazı mukarrerat eylerler. Biz ittifakı cumhura her kuv­ vetten ziyade salahiyet bahşeden İslamiyet esasatını naza­ rı dikkate alarak Meclisi alinizi kaffei umuru millette doğ­ rudan doğruya vaziülyet tanımak taraftarıyız. Bu umdei esasiye kabul edildikten sonra daima Meclisi alinizin he­ yeti umumiyesi teferruatı umura kadar fiilen tetkiki müza­ kere imkanı bulunmayacağından heyeti muhteremenizden tefrik ve tevkil edilecek azanın hükümet teşkilatı hazırası­ na göre memur edilmesi ve her birinin ayn ayn ve cümle­ sinin müştereken heyeti umumiye huzurunda mesul olma­ sı temini maksada kafidir. Bu halde Meclisi alinize riyaset edecek zatın Meclisi alinizi temsil etmek itibarıyla tevdii umı;r edilen azayı muhteremeden mürekkep heyete de ri-

42


yaset etmesi ve Meclisi aliniz namına vaz'ı imzaya ve tas­ riki mukarrerata salahiyettar olması ve icraya ait mesailde diğer azayı muhtereme gibi heyeti umumiye nezdinde ta­ mamen mesul bulunması zaruridir. Bu şekilde heyeti icra­ iye Meclisi alinizin tasvibiyle tevkil edilecek ve heyeti umu­ miyeye karşı mesul olacak azayı muhteremeden ibaret ola­ cak ve hatta isimleri de vekil tesmiye edilecektir. Reis ola­ cak zat vakıa ağır bir mesuliyet altında bulunacaktır. Çün­ kü heyeti icraiye ve vekile ile heyeti muhteremeniz arasın­ da bütün mesuliyet evvelemirde kendisine raci ve bu me­ suliyet hem Meclisi alinizdeki, hem heyeti vekiledeki riya­ set makamının ikisine birden saridir. İşte memleketimizin şimdiye kadar geçirdiği buhran­ lardan, felaketlerden, kah Avrupa'yı taklit etmek, kah ida­ rei umuru devleti şahsi noktai nazarlara göre tanzim ve ten­ sika çalışmak, kah kanunu esasiyi bile ihtirasatı şahsiyeye baziçe eylemek gibi pek elim neticelerini gördüğü basiret­ sizliklerden hasıl olan intihabı umumiye tercüman olduğu­ muz itikadıyla şu müşkül ve buhranlı devri tarihinin müca­ hedatını bu yolda tevsik etmeye taraftarız. Bittabi hüküm heyeti muhteremenizindir. Yalnız maruz olduğumuz inhi­ lal tehlikesine ve umuru devlet ve milletin uzun müddet­ ten beri mercisiz kaldığına tekrar nazarı dikkati celbederek bilüzum nazariyat arasında devam edecek münakaşatın en fena idarelerden daha ziyade sui tesirat tevlit edeceğini ar­ zetmeyi de vazifei hamiyet icabı görüyorum. Cenabıhak muvaffakiyet ihsan etsin." Mustafa Kemal Paşa'nın bu teklifi o gün Kırşehir Me­ busu Müfit efendinin teklifiyle bila müzakere ve alkışlar içinde kabul edilerek yeni Türk devletinin çok metin esas­ lan kurulmuş oluyordu. 43


Mühim bir nokta: Padişah ve Halifenin o zamanki hakiki mevkii Bu hatıraları buraya kadar getirdikten sonra bir nokta üzerinde biraz tevakkuf etmek (durmak) ihtiyacını duyu­ yorum. O da o zaman İstanbul 'da Padişah ve Halife olan zatın millet aleyhine İngilizlerle birleştiği ve onlar ne der­ lerse yaptığı halde Ankara' nın bunları bilmezden gelerek hep Padişah ve Halife' yi düşmanın elinde esir saymak yo­ lundaki hattı harekettir. Halife ve Padişah milleti beheme­ hal esir ve zelil kılmak için Anadolu'da kardeşi kardeşe kır­ dırmak üzere elinden ve dilinden ne gelebilirse hepsini ya­ pıyordu. Anzavur' u evvela Karesiye, sonra Adapazarı ta­ raflarına saldırtan o idi. Padişah ve Halife bir taraftan Şey­ hülislam'a fetvalar yazdırıyor, diğer taraftan kendisi be­ yannameler çıkarıyor ve hezeyandan azarak Yunan ordula­ rına, adeta hilafet orduları, denilecek kadar ileriye gidilmiş bulunuyordu. Buna rağmen Ankara: - Padişah ve halife dahi esirdir. Makamı hilafet ve sal­ tanatın tahlisi (kurtarılması) lazımdır. Nakaratını tutturmuş gidiyordu. Hakikatte Ankara böy­ le yaparken işleri en doğru safhalarında görmüyor değildi. Ankara'nın bu hattı hareketi, Türkiye'yi mahvetmeyi istih­ daf eden(hedef alan) bir İngiliz planını akim bırakmak için ihtiyar edilmiş gayet akilane (akıllıca) bir siyaset idi. 16 Mart işgaline kadar Anadolu bilhassa manen hay­ liden hayliye tecehhüz etmişti (hazırlanmıştı). Mustafa Ke­ mal Paşa Ankara'da idi ve İngilizlerce meçhul olmadığı halde onların tasavvurlarından da ileri olarak onun kendi

44


başına bir alem gibi yeniden ve derhal harekete gelmesi ha­ sım karargahlarını bir an için altüst etti. İşte İngiliz manev­ rası dediğimiz keyfiyetin başlangıcı burasıdır. İngilizler Anadolu'ya karşı fetvalar çıkarttılar, halifeye hattı hüma­ yunlar yazdırdılar ve Babıali 'ye beyannameler neşrettirdi­ ler. Şeriat, hilafet, saray ve Babıali hep Anadolu'daki bir avuç erbabı hamiyeti tel'in ediyordu. İngilizler bu manev­ radan şunu bekliyorlardı: Millete bu kadar sarahatle (açıkça) hıyanet eden bir pa­ dişah ve halife hakkında, Ankara, velevki gıyabi olarak ba­ zı kararlar verebilirdi. O zaman mesele Padişah ile millet arasına, halife ile millet arasına intikal etmiş ve bütün kan­ lar dahili bir cidal (iç savaş) uğruna dökülmüş olurdu. İn­

gilizler, ümit ediyorlardı ki eğer Ankara böyle yaparsa n�­ hayet belki padişah ve halife tarafı galip gelebilirdi. Gele­ bilir miydi, gelemez miydi? .. Orası doğrudan doğruya tec­ rübe olunmamıştır. Ankara mahza (ancak) İngiliz tuzağına düşmemek için o tecrübeyi kemali itina ile bertaraf ederek kendi arasında: - Şimdi bunun sırası değildir. Vakti geldiğinde onun de hesabı görülür. Demiş ve harice karşı daima halifenin esir olduğundan bahsederek asıl harici hasımlara karşı millet davasını yü­ rütmeye ihtimam eylemiştir. Bu bahiste iki muteber hocanın o zaman için, hatta ha­ la, fevkalade kıymetli olan mütalaalarını kaydedeceğim: - Halifenin esaretinden ancak maslahat hatırı için bah­ sediyoruz. Yoksa halife esir değil, belki kasır ve haindir. - Şahıs elinde şerre alet edilen hilafetin sahibi aslisi mil-

45


let olduğu bilinmek lazımdır. Ve madem ki millet aleyhin­ de şerre alet edilmiştir, onun sahibi aslisine rücuu emri ta­ biidir. Bu hakikatleri bugün yine maslahatı amme için açık söylemeyiz. Fakat onların bağırılarak söyleneceği günler gelecektir. . . Muhterem hocaların hakları yok değildi. İşti nihayet o günler geldi ve o hakikatler sarih ve kahir cereyan etti.

B.M. Meclisi'nde ilk gizli ·celseler Büyük Millet Meclisi, küşadının (açılışının) üçüncü, yani 920 Nisan'ının 2 5 ' inci Pazar günü öğleden evvel ha­ fi bir celse akdetti. (Gizli bir oturum yaptı). Onda memle­ ketin umumi vaziyeti gözden geçirilmiştir. Öğleden evvel­ ki içtimada müzakere olunacak mevaddı ikmal etmemiş ol­ mak (maddelerin hazır olmaması) hasebiyle Meclis bu ha­ fi (gizli) celseye öğleden sonra da devam etmiştir. İlk Tür­ kiye Büyük Millet Meclisi' nde ilk defa o gün başlayan bu hafi celse usulüne ondan sonra sık sık müracaat olunacak ve en mühim, en hayati ve en canlı müzakereler de o hafi celselerde cereyan edecektir. İlk Türkiye Büyük Millet Meclisi 'nin çok bariz vasıflarından biri ikide bir müracaat ettiği bu hafi celse usulünde görülür. O gün Mustafa Kemal Paşa 'nın bilittifak kabul olunan teklifindeki mühim esasata göre Türkiye Büyük Millet Meclis'i memleket ve milletin mukadderatına fiilen ve münhasıran vaziilyed olan (el koyan) bir heyettir. Teşri kud­ reti kendisinde ve icra salahiyeti kendisindedir. Meclis, pek azim bir ekseriyeti ile bu vaziyeti derhal kavramış ve bu ye­ ni devlet işini omuzlarına almakla ne büyük mesuliyetli, ne 46


muhataralı, aynı zamanda ne kadar şerefli bir vazifeyi, de­ ruhte etmiş olduğunu bütün ehemmiyeti ile idrak eylemiş­ tir. Memleketin, hele o cidal hengameleri içinde, icraya müteallik bütün işlerini bir teşrii meclisin aleni müzakera­ tına tevdi etmeye ihtimal ve cevaz olamazdı. Bir gün ilk Bü­ yük Millet Meclisi 'nin hafı celseleri neşredilecek olursa bu Meclis 'in manası o zaman çok daha iyi anlaşılmış olacak­ tır. Bu hatıralarda onlardan bazılarına temas olunacaktır.

Heyeti Temsiliye vazifelerini Meclis'e devrediyor Meclis'in ehemmiyet ve azameti daha ilk hafi celse­ fede tebarüz etmeye (belirmeye) başlamıştı. Bu ilk hafi cel­ senin asıl maksadı heyeti temsiliyenin o zamana kadar üze­ rinde taşıdığı ve fiilen ifa dahi etmiş olduğu milli vazifele­ ri Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne devir ve tevdi etmesi ve bu münasebetle bütün bu işler hakkında, Meclis' i tenvir eylemesi (aydınlatması) idi. Zahirde pek basit bir iş gibi gö­ rünen bu muamele hakikatte yer yer ve bilhassa netice iti­ barıyla hakikaten heyecan verici birer mesele oluyordu. Mustafa Kemal Paşa'nın umumi vaziyeti, o zamana ka­ dar görülen işleri, onların mahiyetlerini ve muhtemel hal ve tesviye (tasfiye) neticesini tafsil ve teşrih ederek (arala­ tıp açıklayarak) verdiği izahattan anlaşılıyordu ki memle­ ketin dört tarafı ateş içindedir. Bu ateşleri yakanlar meya­ nında ecnebiler (arasında yabancılar) de vardır, o baştan ba­ şa husumet (düşmanlık) cihanıdır. Ve ecnebilerin iğfalkar (aldatıcı) ve dolambaçlı teşvikat ve tahrikatı ile milletin bünyesini sarsan dahili gafletler ve dalaletler, dahili cina­ yetler ve şenaatler (kötülükler) vardır. İstanbul 'da heyeti 47


temsiliyenin tanımadığı ve tanınmamasını temin ettiği bir damat Ferit hükümeti vardır ki bilerek bilmeyerek millete karşı hasmane (düşmanca) hareketlere vakfı nefs eylemiş bulunmaktadır. - Bilerek bilmeyerek ne demek? . . Bilerek ve inanarak. Allan onun binbir belasını versin. - Yalnız onun değil, efendisinin de. Asıl o büyük hamın. - İnşallah onun sarayını kafasına geçireceğiz. - Bugünden tezi yok, hal'edelim mel'unu! O uzun celseden şu söz parçalarını ilk hamlede ne ka­ dar ateşli bir ruh ile işe başlandığını göstermek için kayde­ diyorum. Bu ateşlilere karşı mutediller de vardı ki itidal ve sükUnetle hareket tavsiyesinden hali (uzak) kalmıyorlardı. Mustafa Kemal Paşa İngilizlerin işgal ettikleri yerlere fi­ ilen hüküm ve nüfuzumuz geçemeyeceği için icra oluna­ mayacak mukarreratın (kararların) beyhude olacağını ve za­ ten bu türlü işler, bizim dahili meselelerimiz olup şimdi asıl işin memleketi harici düşmanlardan kurtarmakta bulundu­ ğunu ikna edici ve kat'i bir lisanla beyan ediyordu. İlk hafi içtimaın iki celsesinde millet ve memleketin umumi vaziyeti görüldükten sonra sıra yapılacak vazifele­ re geliyordu, Mustafa Kemal Paşa: - Artık mukadderatı vatana Meclisi aliniz el koymuş­ tur. Badema (bundan sonra) bu yolda icraatı ancak Mecli­ si alinizin mukarreatı (kararlan) infaz edecektir. Ona göre alınacak tertibat dahi bittabi heyeti celilenize aittir. Diyordu. Böylelikle vaziyet Meclis'in nazarında daha ziyade ehemmiyet peyda ediyor ve aynı zamanda yine bu vaziyet Meclise hususi ve mütezayit bir mehabet (artan bir 48


büyüklük) izafe ediyordu. Tebellür eden (beliren) kanaat ve kararlara göre: 1- Meclis, millete bir beyanname neşrederek mevki ve vaziyeti, vatanın halini, hain ve gafillerin fena hareketleri­ ni umuma bildirecektir. 2- Hain ve faillere karşı kanuni ve fiili tedbirler alın­ maya devam edilerek dahili şuriş ve isyanın kökünden ku­ rutulmasına ihtimam olunacaktır.

3- Memleketin harici düşmanlarından kurtarılması için ne lazımsa yapılacaktır. Daha o celsede bahsi geçtiğine gö­ re, hiçbir cehpe mahalli olamaz. Her cephe, vatan cephesi­ dir. 4- Bütün bu işleri intizamla takip edebilmeki çin ter­ tibatı mahsusa (özel önlem) alınacaktır. Bu (tertibatı mahsusa) tabiri hükümet teşkilatına mu­ adildir ve hiç olmazsa ondan maksat olan mana budur. Dik­ kate layıktır ki daha in 'ikadının (toplanmasının) üçüncü ve işe hakiki vazıyedinin birinci günü Meclis hükümet mef­ humunun yalnız kendinde mündemiç (toplanmış) olduğu­ nu kavramış ve onu, hatta arasından tefrik edeceği bir hü­ kümet heyetine tevdi edebilmeyi bile havsalasına sığdıra­ mamakta bulunmuştur. İlk zihniyete göre Meclis, hükümeti Mustafa Kemal Paşa'nın riyaseti altında bizzat, fakat heyeti umumiyesiy­ le, kendisinin yapabileceği zihniyetine kapılmıştı. Sonra bunu hiç olmazsa encümenlere tevdi edelim, zihniyetine ka­ dar terakki edecek ve bir aralık işin içinden çıkamadığına bakarak "İcra Vekilleri Heyetini Mustafa Kemal Paşa tef­ rik ve intihap (ayırsın ve seçsin) etsin" demeye gidecektir. Mustafa Kemal Paşa bu teklife muvafakat etmediği cihet49


le nihayet Meclis, hükümet erkanını ekseriyeti mutlaka (salt çoğunluk) ile kendi azası arasından tefrik ve intihap eyle­ yecek ve bir müddet sonra bu yolda gördüğü müşkülata bi­ naen her vekalet için Mustafa Kemal Paşa tarafından gös­ terilecek üç namzetten (adaydan) birini intihap etmek usu­ lünü ihtiva edecektir. Meclis'in iki celsesini istiap eden bu ilk hafi (gizli) iç­ timadan sonra artık Meclis yoluna girmiş ve işe dört el ile sarılmıştır.

Ankara İstanbul'un fetvalarına mukabele ediyor Bu arada Türk tarihi için ebedi hicap ve hacalet (utanç ve yüzkızartıcı) teşkil edecek olan çok elim (acı) bir vazi­ yete temas etmek isterim. Düveli itilafiyece (itilaf devlet­ lerince) Türkiye ve Türklüğün varlığına hatime (son) çek­ mek üzere teşebbüs olunan feci İstanbul işgalinden sonra düşmanlarımızın bekledikleri akibete milletimizin mebhut (suskun) ve perişan dağılıp gideceğinden ibaretti. Maatna­ fih İngilizler her türlü tedbiri ittihaz etmiş olmak üzere' Sa­ lih Paşa hükümetini Ankara'ya bir heyeti nasiha gönder­ meye ikna etmişler ve bu zavallı hükümet de bu düşman tel­ kininden medet ummak aciz ve gafletini göstermişti. İngilizler ve Saray, İstanbul 'da bir müddet bu heyeti na­ sihanın neticei mesaisine intizar ettiler. Eğer Ankara ya İs­ tanbul 'un bu telkinatına inkiyat etmiş, yahut, hatta muka­ bil şerait ile şöyle böyle olmasını istemiş bulunsaydı o za­ man İstanbul oyunu çok kolayca oynamış olacaktı. Çünkü onların en ziyade korktukları şey Ankara silahı idi. Böyle­ likle bu silah dahi milletin elinden alınmış olacaktı . Eğer

50


ellerine böyle bir ipucu geçeydi kimbilir ondan ne şekil ve suretlerde istifadeye kıyam edeceklerdi. Salih Paşa zavallısı da başka yapacak hiçbir şey bula­ mayarak Ankara 'ya gönderilen heyetin avdetine beyhude yere intizar edip (bekleyip) duruyordu. Bu ümitler za 'fa ve nihayet inkıtaa uğrayınca İngilizler müsbet bir siyaset ihti­ yarında daha ziyade gecikmeyi tecviz (uygun) etmeyerek Salih Paşa'yı attırdılar ve yerine Damat Ferit ile hempala­ rını ikame ettirdiler. Bunlar zaten bu mevkiye gelmeye ha­ zır bir vaziyette bulunuyorlardı. Saray ise resen daha evvel­ den faaliyette idi. Nihayet atılan Salih Paşa hükümeti yerine Damat Fe­ rit gelince bir taraftan fetvalar, hattı hümayunlar ve hükü­ met beyannameleri neşrolunuyor, diğer taraftan Düyunu Umumiyeden avans tarikiyle (yoluyla) alınan milyonlara is­ tinat olunarak (dayanarak) kuvayı inzibatiye teşkilatı vücu­ da getiriliyordu. Millet aleyhine ve daha doğrusu milleti yekdiğerine düşürmek maksadı ile naşrolunan bu hiyanet vesikaları tarihi bir ızdırar (zorunluluk) ile nihayete eren im­ paratorluk hayatımızın, Sarayın ve Babıali"'nin düşmanla bi­ l iştirak irtikap (işbirliği) ettiği en müthiş ve en menfur (nef­ ret edilecek) bir cürmü (suçu) vatanidir. İngilizlerin en ziyade bel bağladıkları Saray ile Babı­ ali 'ye kolayca kurdurdukları bu mel'anet tertibatı İstanbul matbuatından başka aynca bin şekil ve kıyafette milyonlar­ ca nüsha bastırılarak Yunan tayyareleriyle Anadolu'nun el erişebilen her tarafına atılmış, vesaiti hususiye ile her tarafa gönderilmesine pek ziyade çalışılmıştı. O zaman bunların bu­ na benzer diğer neşriyatın milyonlarca nüshasının İngilizler tarafından Hindistan'a dahi gönderilmiş olduğu işitilmişti.

51


Anadolu hak olan davasına istinat ederek (dayanarak) düşman amaline (emellerine) hadim (hizmet) olan bu tür­ lü tertibata omuz silkmekle iktifa edebilir (yetinebilir) ve kendi yolunda yürümekte devam edebilirken Ankara'da toplanan hakiki, milliyetperver ve vatanperver ulemanın önayak olmasıyla bütün Anadolu müftüleri bilmukabele ihzar olunan şu hakiki fetvayı imza ve neşrettiler:

Hakiki alimlerin mukabil fetvaları 1 - Sebebi nizamı alem olan Halifei Müslimin hazretleri­ nin makamı hilafet ve makam saltanatı olan İstanbul, emi­ rilmüminin hilafı marazisi olarak a'dai müslümin olan dü­ veli muhasama tarafından fiilen işgal edilerek asakiri İsla­ miye eslehadan tecrit, bazıları bigayrihak katil ve makam hilafetin muhafazasını kafil bilcümle istihkamat, kala ve ve­ saiti sairei harbiye zabıt ve muamelatı resmiyeyi tedvire ve cüyuşu müslimini teçhize memur olan Babıali ve Harbiye Nezareti'ne vaz'ıyed edilerek, halifeyi menafii hakikiyei milleti zamin tedabir ittihazından fiilen men ve idarei ör­ fiye i lan ve divanıharpler teşkili ile İngiliz kavanini tatbi­ kan muhakeme ve tecziye etmek suretiyle halifenin hakkı kazasına müdahale ve kezalik, hilafı marzii hilafetpenahi olarak eczai memaliki Osmaniye'den İzmir ve Adana ve Maraş ve Ayıntap ve Urfa havalisinde düşmanlar tarafın­ dan tecacüz edilerek tebaai gayri müslime ile biliştirak İs­ lamları katliam ve mallarını nehbü garet ve muhadderata tecavüz ve mukaddesatı müslimini tahkir eder oldukların­ da berveçhi meşruh maruzu hakaret ve esaret olan halifei müsliminin istihlası hususunda kudreti mümkünelerini 52


sarfetmek bilumum mü 'minine farz olur mu, beyan bu­ yurula! Elcevap: Allah teala a'lem: olur.

2- Bu suretle hukuku meşruasım ve hilafetin kudreti mağsubesini istirdat ve bilfiil maruzu tecavüz olan mema­ liki mezbureyi düşmandan tathir için mücadele ve müca­ hede eden cumhuru müslimin şer' an bagi olurlar mı, beyan buyrula! Elcevap: Allah teala a'lem: olmazlar.

3- Bu suretle düşmanlara karşı açılan mücahedede ve­ fat edenler şehit berhayat olanlar gazi olurlar mı, beyan bu­ yurula! Elcevap: Allah teala a'lem: olurlar.

4- Bu suretle mücahede ve vazifei dineyisini ifa eden cumhuru müslimine karşı düşman tarafını bililtizam müs­ limin beyninde ikar fitne ederek istimali silah eden müsli­ min şer'an ekberi kebairi mürtekip ve sai bilfesat olurlar mu, beyan buyurula! Elcevap: Allah teala a'lem: olurlar.

5- Bu surette düveli muhasamanın ikrah ve igfali ile vakıa ve hakikate gayri muvafık olarak sadır olan fetvalar cumhuru müslimin için şer' an muta ve mamulü aleyha olur mu, beyan buyurula! Elcevap: Allah teala a'lem: olmaz. "Başta Ankara müftüsü, (ki sonradan Diyanet İşleri Reisi olmuştur) Rıfat Efendi olduğu halde yüz elli iıç müf­ tünün yani bütün Anadolu müftülerinin imzalan." Binlerce nüshası İstanbul'a da ithal edilerek neşrettirilen bu mukabil ve hakiki fetvaların pek büyük tesirleri görülmüş ve milletin azimkar hamleleri onları teyitte gecikmemiştir.

53


Mustafa Kemal Paşa, Büyük Millet Meclisi Reisi oluyor 23 Nisan 920 Cuma günü açılan ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 25 Nisan Pazar içtimaı ruznamesinde (gündeminde) Meclis'in kendi intihabatı vardı. Ancak o gün sabahleyin başlayarak öğleden sonra da devam eden celsei hafiyelerde (gizli oturumlarda) memleketin umumi vaziyeti tetkik edilmiş olduğundan intihap işlerinden yal­ nız Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi ile iki reis vekili­ nin intihabına imkan ve zaman bulunabilmiş ve Mustafa Kemal Paşa ittifakla Büyük Millet Meclisi'ne Reis intihap edilmişti. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin alelade bir Meclisi Mebusandan fazla bir şey olduğunu görmüş, teşrii kudre­ tine icra salahiyetlerini de zam ve ilhak ederek memleket ve milletin bütün mukadderatına fiilen ve münhasıran va­ ziilyed (el koyan) ali bir heyeti milliye olduğunu öğrenmiş­ tik. Bu esas, Mustafa Kemal Paşa'nın alkışlar içinde kabul olunan teklifi ile karargir olmuştu. Zaten milli vahdetin pi­ şüvası (önderi) olan Mustafa Kemal Paşa Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisliğine intihabı üzerine alkışlar içinde ri­ yaset kürsüsüne çıkıyor, şu kısa nutku irat ediyordu : - Milletin mukadderatı umumiyesine fiilen ve tama­ men vaziyet ederek makamı hilafet ve saltanatın düçar ol­ duğu esaretten tahlisi ve memleketin tamamiyet ve selame­ ti uğrunda her fedakarlığı iktihama büyük bir azim ve iman ile karar vermiş olan meclisi alinizin riyasetine intihap edil­ mek suretiyle hakkımda ibraz buyurulan eseri itimat ve te-

54


veccühün müteşekkir ve minnettarıyım. Hayatımın bütün safahatında olduğu gibi son zamanların buhranları ve fela­ ketleri arasında dahi bir dakika geçmemiştir ki her türlü hu­ zur ve istirahatımı ve her nevi şahsi noktai nazarlarımı mil­ letin selamet ve saadeti namına feda etmekten zevkyap ol­ mayayım. Gerek hayatı askeriyemin ve gerek hayatı siya­ siyemin bütün edvar ve safahatını işgal eden mücahedatım­ da daima düsturu hareketim iradei milliyeye istinat ederek vatanımın muhtaç olduğu gayelere yürümek olmuştur. Bugün heyeti muhteremenizin arayı umumiyesinde te­ celli etmiş olan itimadı milliyi liyakatımın ço� fevkinde görmekle beraber şahsım için bir gaye olarak değil, müş­ tereken giriştiğimiz mücahedei mukaddesenin matuf oldu­ ğu gayeleri istihsal için milletin bahşettiği bir istinatgah ola­ rak kabul ediyorum. Bu ittihadı millinin bana tahmil ettiği mesuliyet, bili­ yorum ve hepiniz de biliyorsunuz ki, çok ağırdır. İçinde ya­ şadığımız nadirülemsal dakikaların vehametine rağmen bu ağır mesuliyeti milliyenin altında ancak heyeti muhteremi­ nizin muavenet ve müzaheretinden ve daima hak yolunda­ ki mücahedata refik olan avnü inayeti sübhaniyeden ümit­ var olarak çalışacağım.

O gün reisi saniliğe Celaleddin Arif bey ve reis vekil­ liğine de Konya Mebusu Abdülhalim Çelebi intihap olun­ muşlardı . Meclis'in bu intihabatı neticeleri Celaleddin Arif Bey'in sabık mebusan reisliğinden tnünbais ukdesini (söz konusu durumunu) halletmek lazım gelirdi ve fiilen hal de etti ise de kendisinin epeyce müddet bu fikre ısınamamış olduğunu şimdi hatırlıyoruz.

55


Meclis'in neşrettiği ilk beyanname Meclis'in o günkü hafi (gizli) celseleri müzakeratın­ da tetkik olunan umumi memleket vaziyetine karşı alına­ cak tedbirler meyanında (arasında) biri millete, diğeri İs­ lam alemine hitap edecek iki beyanname ile padişaha hita­ ben bir ariza yazılması muvafık görülmüştü. Padişaha ya­ zılacak ariza mürselileyhe gönderilmekten ziyade memle­ ket dahilinde neşrolunmak içindi. Bu, tağlit olunmaya (ya­ nıltmaya) çalışılan eflcin umumiye için bir nevi siperi sa­ ika (koruyucu) kabilinden olacaktı. Başta Saray olduğu hal­ de bütün düşmanlarımız milletin halas davasını, padişah ile bir kısım halkın ihtilafı halinde göstermeye çalışıyorlardı.

O günlerde bu düşman oyununu akim bırakmakta azami menfaatımız vardı. Yine o gün bahsi geçerek karargir olan (kararlaştırılan) meselelerdendir ki Türkiye Büyük Millet Meclisi mukarreratını (Türkiye Büyük Millet Meclisi em­ ri ile) onun reisi imza, ilan ve tebliğ edecekti. Hemen erte­ si gün Meclis'in millete hitap eden beyannamesi neşredil­ di. Bu, Türkiye Büyük Millet Meclisi 'nin ilk beyanname­ sidir; memleketin en ücra köşelerine kadar isal edilen (u­ laştırılan) bu hitabın tarihi bir kıymeti vardır. O günlerin fev­ kaladeliklerini düşünerek Büyük Meclis'in bu samimi hi­ tabını buraya aynen kaydetmekten kendimi alamıyorum: Büyük Millet Meclisi'nin memlekete beyannamesi : "Anadolu'nun her köşesinden gelen vekillerinizin teş­ kil ettiği Büyük Millet Mecli.si, olanı biteni dinleyip anla­ dıktan sonra millete hakikatı söylemeye lüzum gördü. İn­ gilizler tarafından satın alınan ve milleti birbirine düşürmek maksadını güden bazı hainler sizi aldatmak için türlü türlü

56


yalanlar söylüyorlar. İzmir vilayetinin, Antalya'nın, Ada­ na'nın Ayıntap ve Maraş ve Urfa havalisinin düşmanlar ta­ rafından işgali üzerine silahına sanlan milletdaş ve dindaş­ larınızı yine size mahvettirmek için padişah ve halifeye is­ yan sözünü ortaya atıyorlar. Millet Meclisi halife ve padi­ şahımızı düşman tazyikinden kurtarmak, Anadolu 'nun par­ ça parça şunun bunun elinde kalmasına mani olmak, payı­ tahtımızı yine anavatana bağlamak için çalışıyor. Biz ve­ killeriniz Cenabıhak ve Resulüekrem namına yemin ede­ riz ki, padişaha, halifeye isyan sözü bir yalandan ibarettir ve bundan maksat vatanı müdafaa eden kuvvetleri, aldatı­ lan Müslümanların elleri ile mahvetmek ve memleketi sa­ hipsiz, müdafaasız bırakarak elde etmektir. Hind'in, Mı­ sır'ın başına gelen halden vatanımızı kurtarmak için İngi­ liz casuslarının sizi aldatmak üzere uydurdukları yalana inanmayın. İzmir' ini, Adana'sını, Urfa ve Maraş' ını, vel­ hasıl vatanın düşman istilasına uğramış kısımlarını müda­ faa edenleri, din ve milletlerinin şerefi için kan dökerken kardeşlerinizi arkadan size vurdurmak isteyen alçaktan din­ lemeyin ve on lan Millet Meclisi' nin kararı üzerine ceza­ landıracak olanlara yardım edin, ta ki din son yurdunu kay­ betmesin. Ta ki milletimiz köle olmasın. Biz birlik olduk­ ça düşman üzerimize gelemeyeceğini resmen ilan etti . O­ nun candan özlediği aramızda nifak ve şikaktır. Allah ' ın la­ neti düşmana yardım eden hainlerin üzerine olsun ve rah­ met ve tevfiki millet ve vatanı kurtarmak için çahşanlann üzerinden eksik olmasın.

Büyük Millet Meclisi emri ile Reis Mustafa Kemal

57


Alemi İslama hitap eden uzun beyannamede vaziyetin haki katı izah olunarak düşmanlar tarafından Anadolu aley­ hinde neşrolunan eracif (uygulamalar) şiddetle red ve tek­ zip olunuyor ve padişaha yazılan arizada ise milletin birbi­ rine kırdınlmasındaki fenalık üzerinde ısrar olunarak ez­ cümle: Milli müdafaamızı düşmanların bayrakları, baba­ larımızın ocakları üstünden çekilinceye kadar, terk edeme­ yiz. Her biri bir büyük hakanımızın aşkı dini ve ilahisine mutantan ve mühip birer delil olan İstanbul mabetleri etra­ fında düşman askerleri gezdikçe, öz vatanın topraklan üs­ tünden yad adamların ayaklan çekilmedikçe biz mücade­ lemize devam etmeye mecburuz." Deniliyor ve bunların her biri yekdiğerini müteakip memleketin dahil ve haricine neşrolunuyordu.

58


FEVZİ PAŞA'NIN (MAREŞAL) ANKARA'YA GELİŞİ Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ilk faaliyet günle­ rinde mühim bir hadiseyi de Cumhuriyet' in Erkanı Harbi­ yei Umumiye Reisi Fevzi Paşa'nın Ankara'ya muvasalatı teşkil etti. Ahmet Fevzi Paşa'nın İstanbul 'dan çıkarak Ko­ caeli içerisinden Ankara 'ya gelmek üzere bulunduğu ha­ beri geldiği zaman, hiç unutmam Mustafa Kemal Paşa 'nın gözünde bir şimşek çakmış: - Aman çok iyi, ne isabet fadıl (faziletli) adamdır, bi­ ze çok iyi arkadaş olacaktır. Ala, ala ! " Demişti. O günlerde Ankara 'yı işgal eden bin müthiş ve muazzam hadise içinde Mustafa Kemal Paşa ikide bir Fevzi Paşa'nın nerede bulunduğundan, hangi yollarda yü­ rüdüğünden haberdar olmaya ihtimam ve itina etmekten ha­ li kalmıyordu. Bu suretle Fevzi Paşa'nın Ankara'ya muva­ salat edeceği (geleceği) günden haberdar bulunuyorduk. Bu 920 Nisan'ının 27'nci Salı günü idi. Başta Mustafa Ke­ mal Paşa olduğu halde birçok arkadaşlar istasyonda treniı vüruduna intizar ettik (gelişini bekledik). Kolordu dahi bir bölük asker ve bando mızıka ile kendisine ait ihtiram vazi­ fesini yapmış bulunuyordu. Fevzi Paşa, Ankara'da, beklenen kadir ve kıymeti çok­ tan bilinen bir kumandan gibi karşılandı. Filhakika kendi­ si o kumandandı; bunu Gazi Paşa 'nın lisanından çoktan öğ­ renmiş bulunuyorduk. Daha sonralan ise fiiliyat bu haki­ katları bütün millet nazarında daha bariz şekillerde tecelli ettirdi. Bir aralık Müdafaai Milliye Vekili, bir aralık Erka­ nı Harbiye Reisi ve Başvekil olan Fevzi Paşa Türkiye Çum­ huriyet idaresinin teessüs ve devamında hakikaten feyizli

59


bir amil olduktan başka bilhassa harp işlerinin yürütülme­ sinde emsalsiz bir kumandan olmuştur. Harp dahisi olan Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın, Ahmet Fevzi Paşa bahsi geçtikçe hakkında laakal (en azından): - Hoca adamdır, çok değerli zattır. Sözleri şimdiye kadar olduğu gibi tabii ilelebet hatırım­ da menkuş (nakşolunmuş) kalmakta devam edecektir. 1leri­ de Ahmet Fevzi Paşa'yı harp sahalarında ve hatta harp si­ perlerinde göreceğiz ve kendisinin kıymet ve ehemmiyeti­ ni oralarda bir kat daha fazla öğrenmiş bulunacağız. Onla­ ra intizaren (bekleyerek) şimdi Ankara'ya gelelim ve mü­ şarileyhin Ankara'ya muvasalat ettiği (geldiği) 27 Nisan Salı günü, tren öğleden biraz sonra Ankara 'ya muvasalat et­ miş (ulaşmış) ve Mustafa Kemal Paşa 'nın otomobiline alı­ nan Ahmet Fevzi Paşa diğer arkadaşlar tarafından dahi ta­ kip olunarak doğruca Türkiye Büyük Millet Meclisi 'ne ge­ linmişti. Orada riyaset salonunda ancak bir kahve içecek ka­ dar vakit geçirmişti ki mebus arkadaşların birer ikişer Ah­ met Fevzi Paşa'nın Meclis'e dahil olarak kürsüde son İstan­ bul vekayiine dair bazı beyanatta bulunmasını istedikleri görülüyordu. Burada ilave etmek, daha doğrusu haber ver­ mek lazımdır ki, Ahmet Fevzi Paşa daha Ankara'ya gelme­ den Türkiye Büyük Millet Meclisi azalığına intihap (seçil­ mişti) olunmuştu. Kendisi Gebze kazasınca Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne İstanbul Mebusu olarak müntehap idi. Bi­ naenaleyh Meclis'e dahil olur, kürsüye de çıkabilirdi. Burada bir noktayı kaydetmek lazımdır ki, o da Türk milletinin şuur ve idrakindeki selameti izah eden bir ifade olabilir. O kıyametnüma kargaşalıklar içinde her tarafta in­ tihabat icra eden milli heyetlerden birçokları doğrudan doğ­ ruya Mustafa Kemal Paşa 'ya müracaatla ahvalin fevkala60


deliğine nazaran intihap olunacak kimselerin evsaf ve şah­ siyetlerinde bir hususiyet isteyip istemediğini soruyorlar ve mümkünse kendi tarafından namzetler gösterilmesini mül­ kü milletin selameti namına en iyi bir tevsiye tarzı olmak üzere ileriye sürüyorlardı. İşte pek az bir zamanda teessüs etmiş olan bu teamülün neticesi olarak Mustafa Kemal Pa­ şa Gebze'ye Ahmet Fevzi Paşa'yı tavsiye etmiş ve: - Müşarileyhin şahsında çok şayanı iftihar bir mebusa malik olacaksınız, demişti. Çok saf ve samimi bir zat olan Fevzi Paşa, mebus ar­ kadaşların ısrarlarına ziyade mukavemet edemeyerek Mec­ lis' e dahil oldu ve kürsüye çıkarak kendisini Osmanlı 1m­ paratorluğu'nun en son Harbiye Nazın olmak üzere takdim ettikten sonra İstanbul macerasını, ancak kısmen alabildi­ ğimiz, şu nutku ile gelişigüzel hikaye etti: " - Efendiler, evvelemirde İ stanbul 'un esaret muhitin­ den kurtularak Ankara'nın hür muhitine geldiğimden do­ layı Cenabıhakka hamdüsenalar ederim. Beni lütfen karşı­ layan arkadaşlarıma da derin şükranlarımı takdim ederim. "Efendiler, padişahımız da dahil olduğu halde umumu­ muz beşyüz senelik bakir payitahtımızın ilk defa düşman­ lar tarafından işgali faciasını görmek bedbahtlığına uğra­ mış felaketzedelerdeniz. Facianın tarzı cereyanına gelince; işgalden üç gün evvel keyfiyetin ne veçhile olacağı haber alındı. İşgal bahanesiyle İslam kanı dökmek ve dökülen ma­ sum kanlan ile yine İslamlar aleyhine bir mahkumiyet hüc­ ceti çıkarmak ciheti hainanesi düşmanlarımızca tasavvur ve teemmül edilmişti. Bunun için lazım gelen evamir ve teb­ ligat ve tedabir tarafımızdan ifa edildi ve ben bizzat Harbi­ ye Nezareti'nde gece gündüz hazır bulundum.

61


" 1 6 Mart gecesi İngilizler otomobillerle İstanbul, Üs­ küdarve Beyoğlu muhitine bahriye efradı çıkararak lazım ge­ len noktalan tuttular. Sırf bir fesat başlangıcı olmak üzere Şehzadebaşı 'nda 1 O'uncu Kafkas fırkası karargahında bulu­ nan efradı askeriyemiz üzerine hücum ederek mızıkacı efra­ dını yataklarında şehit ettiler. (Kahrolsunlar sadalan... ) "Efradı birer birer kaldırarak birer birer kurşunla öl­ dürdüler. Bazıları pencerelerden aşağı atladı. Bir kısmını yataklarında ve masum uykuları içinde müdafaasız bir hal­ de öldürdüler. Ancak evvelce verilen talimat ve ittihaz edi­ len tedabir sayesinde askerlerimiz silahlı olarak sokaklar­ da bulunmadılar, vakit ve zamanıyla kışlalarına çekilmiş­ lerdi. Böylece İngilizlerin fazla kan dökmesine meydan ve­ rilmeksizin onların fesatamiz olan teşebbüsleri, Allah' a şü­ kür, yalnız beş on neferimizin hainane şehit edilmeleriyle kalmış oldu.

"O sırada İngilizler Harbiye Nezareti 'ni işgal ederek benim nezaret odama kadar süngülü neferlerini soktular, la­ zım gelen emirleri vermekliğimi teklif ettiler. Zaten evvel­ ce emirler verilmiş olduğundan ben kendilerini sükünetle karşıladım. Ancak göğsüne düşman süngüleri dayanmış bir Harbiye Nazın, İstanbul 'un artık hür bir makamı hilafet ol­ mak meziyetini kaybettiğini görmüş bir Harbiye Nazın sı­ fatıyla ve mahzun bulunuyordum . . .

"

Bundan sonra Fevzi Paşa Harbiye Nezareti 'nden çıka­ rak iki sıra olmuş dörtyüz İngiliz askeri arasından geçmek suretiyle Babıali 'ye gittiğini ve sarayda hadisenin vechi te­ lakkisini anlatıyordu. İngilizler bidayette cuma selamlığı resmine dahi asker verdirmemek istemişlerdi. Ahmet Fevzi Paşa işgalden sonra iki hafta kadar İstan­ bul 'da ve Salih Paşa hükümetinde kalmıştır. Kendisi bu hü­ kümetin son günlerini şöyle anlatıyordu:

62


" - Bu sırada bize bir nota bombardımanı başladı. Ge­ ce gündüz en ufak şeylere dair notalarla ve tahdidatla ka­ bineyi çekilmeye icbar ettiler. Kabine iki hafta kemali azim­ le bu tazyikata tahammül etti. İngilizlerin istediği kuvayı milliyenin hükümetçe red ve takbihi idi. Biz de J(uvayı mil­ liyenin haksız işgallerden ve Yunanlrlann İzmir ve Aydın mezaliminden tahaddüs ettiğini ve bu haklı müdafaayı red­ detmek milletimize karşı bir hiyanet teşkil edeceğini, bu­ nu yapamayacağımızı söylüyorduk. (Sürekli alkışlar) Fevzi Paşa hikaye ediyordu ki, nihayet İngilizler Salih Paşabükümetini Babıali 'den süngü ile atmaya karar vermiş­ lerdir ve ilave ediyordu: "- Diledikleri yolda bir hükümeti getirip kendilerinden bir �ngiliz neferinin bumu kanamaksızın bizi bize bir harp­ le kırdırmak istiyorlardı. .. Yerimize getirilen kabineden ta­ bii malumatınız vardır. Malumunuz olan hattı hümayunlar ve fetvalar İslam ' ı birbirine düşürmek için bin dört yüz se... nelik İslam tarihinde misli görülmemiş bir İngiliz fitnesi, acı bir vesikadır. Ümit ederim ki millet hakikati tamamen biliyor ve onun ehemmiyetini sıfıra tenzil edecektir. (Şüp­ hesiz, şüphesiz sadalan) Fevzi Paşa, İngilizlerin maksadını Meclis'e açıkça an­ latıyordu: " - Zaten, diyordu, bize açıkça söylediler. Biz dilediği­ miz yolda, yani en ağır şeraiti imzalayacak bir hükümeti bu­ lup getireceğiz, diyorlardı. Fakat Cenabı Hak'tan tazarru ederim ki İngilizler birçok şeylerde ve mesela Çanakkale-'de aldandıkları gibi bunda da aldanıyorlar. (İnşallah, inşallah, kahrolsunlar, kahrolsunlar sadalan) Fevzi Paşa 'nın Sakarya muharebesinin en şiddetli anın­ da bir siperde Kuranıkerim okurken bulunduğunu duydu63


ğum zaman, kendisinin 27 Nisan 920'deki bu sözlerini, bü­ tün belağatıyla hatırlamıştım.

Büyük Millet Meclisi'nin mutlak hakimiyeti Büyük Millet Meclisi, ilk günlerde vaziyeti umum iye­ yi etrafıyla ihata (anladıktan) ettikten sonra, memleketin ve devletin idaresi namına yapılacak ilk işlere el atmaya baş­ lamıştır. Mustafa Kemal Paşa'nın kabul olunan teklifi met­ nindeki esasata göre milletin mukadderatına ve devletin kuvayı umumiyesine hakim olan yegane heyet Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden ibaret olup Meclis kendisi haricin­ de hiçbir makam ve kudretin bu hususta edna salahiyeti ha­ iz olmadığına ve olamayacağına kanidir. Vaziyet bu esas ile mütalaa edildikçe Meclis'te hakim olan kuvvetli fikir ce­ reyanı hep bu suretle tebarüz etmektedir. İstanbul, Babıali ve Saray. . . Bunlar dahi Büyük Millet Meclisi 'nin nazarın­ da esir, meflüç (sakat) ve hatta madum (aşağı derecede) hükmündedir. İlk esaslar vazolunurken hakikat bu suretle tecelli ve temerküz edecek, kahir bir ekseriyetin fikri hal ve mevkie bu suretle hakim olacaktır. Ancak halife ve hilafetten, padişahtan ve saltanattan aleni olarak bahsa mecburiyet elverdikçe Büyük Millet Meclisi millete karşı bu iki makamın ve onları işgal eden şahsın esir ve muztar (çaresiz) bir vaziyette bulunduğun­ dan bahsetmeyi siyaset muktezası (gereği) bilmektedir. '

Vahidettin'in İngilizlerle anlaşması Burada tarihin tenvirine (aydınlanmasına) ihtiyaç gös­ teren bir nokta vardır ki o da Sarayın kendi şahsı ve ailesi

64


hesabına Vahidettin İngilizler ile, yahut o zaman İngilte­ re'nin 1stanbul'da bulunan muhtelifmümessillerinden han­ gi biriyle bir mukavele aktedip etmediğidir. Zavahirde pek mutabık olan bu şüphe o zaman kuvvetle mevzuubahis ol­ muş, hatta bilahara böyle hususi ve gizli bir mukavelenin elde edilmiş bir sureti olmak üzere ortaya bir vesika bile çı­ karılmıştır. Bu sevika (belge) zahirde Türkiye'nin İngilte­ re ile, İngiltere'nin Türkiye'yi himaye etmesi esası üzeri­ ne yapılmış bir mukavelename gibi bir şeydir. Güya vesi­ kanın hafi (gizli) olan diğer bazı mevadı (kendileri) bilhas­ sa Padişahın ve ailesinin hayat ve selametlerini mevcut ma­

işetlerini temin ve taahhüt ediyormuş. İşte akla pek müla­ yim gelen bu rivayetlerin tevsiki tarih için kıymetli bir hiz­ met olacaktır. Hatta bu mesele bu kadar da olmayıp o za­ man adı Padişah ve Halife olan adamın İngilzlerden para alıp almadığı da bu meyanda hep o zamanların kuvvetli ri­ vayetleri olmak üzere tahkik olunacak habasetlerdendir (al­ çaklıklardandır). Her halde kuvayi inzibatiye teşkilatı için o zaman Sa­ rayın ve onun Damat Ferit hükümetinin emrine birkaç mil­ yon lira tedarik ve tevdi edilmiş olduğu bugün için sır ol­ mayan bir hakikattır. Galiba o zaman dahi Düyunu Umu­ miyetle İngiliz Dayinler Vekili ve Meclis Reisi olan Sir Adam Blok meselenin bu kısmını olsun tenvir ve izah ede­ bilecek kimselerden biridir sanırız.

İstanbul hükümeti yok addediliyor tık işlerden biri olmak üzere Büyük Millet Meclisi, ls­ tanbul 'daki hükümet ve devlet teşkilatı hakkında bir karar

65


vermeye davet olunmuştur. Meclise verilen müteaddit tak­ rirlerde (çeşitli önergelerde) İstanbul 'da Hü.kümet adını ta­ şıyan gayri meşru heyetin işgal günü olan 1 6 Mart tarihin­ den itibaren akdettiği ve edeceği dahili ve harici bütün akit­ ler ve ahitler ve mukavelelerin keenlemyekı1n addedilmesi (olmamış sayılması) isteniyordu. Müzakere gayet haraket­ li olmuştu. Birçok mebus 1 6 Mart tarihini kafi bulmayarak meseleyi mütareke mebdeine (başlangıcına) kadar çıkar­ mak istiyorlar ve bu fikirlerini dahi kuvvetle müdafaa edi­ yorlardı. Meselenin yalnız 1 6 Marta hasrı ile iktifa olunmasını iltizam edenlerden Celaleddin Arif Bey bu hususta hukuki bazı mülahazat serdi ile ısrar edenlerdendir. Bilahare bu ıs­ rarın güya Celaleddin Arif Bey'in Zonguldak veya Ereğli taraflarında İtalyanlarla müştereken takip ettiği bazı kömür madenleri ile alakadar olduğu yolunda iddialar meydana çı­ kacak ve dedikoduyu mucip (neden) olacaktır. Hülasa meclis itilaf devletlerine karşı hararetli olduğu kadar, İstanbul'daki damat Ferit hükümetine karşı da ateş­ ler püsküren bu müzakereleri neticesinde, takrirleri l 6 Mart'tş.n itibaren esası ile kabul etmiştir. Karar bütün dev­ letlere tebliğ edilmiştir.

Hıyaneti Vataniye Kanunu tik mühim işlerden biri olmak üzere Meclis yine aynı günde "hıyaneti vataniye" kanunu unvanı taşıyan ve istiklal cidalinde (savaşında) mühim neticelere müntehi (sağlayan) olan bir kanunun müzakeresini intaç ve ikmal eylemiştir. "Hıyaneti vataniye" kanunu ile Meclis, millet muva­ cehesinde kendi meşru vaziyetini teyit ediyor ve milleti ali

66


menfaatlarına zıd olarak yapılacak hareketlerin bu kanun­ la ve mahkemeler tarafından verilecek hükümlere mücazat edilmesi (ceza verilmesi) esasını kurmuş oluyordu. İstan­ bul'un tertip ve tahrikiyle şurada burada ika ettirilen şuriş­ leri bertarafetmek için mahsus bir kanuna ihtiyaç vardı. An­ zavur takibatında görülmüş olduğu üzere kuvayı milliye kumandanları asilerin azılılarından bazılarını kendi arala­ rında kısa bir hüküm ve kararla idam edip geçiyorlardı. Gerçi mevcut kanunlar her vaziyete kifayet edebilecek ahkamı havi ise de Halife ve Padişahın Anadolu'yu asi ilan ve isyana teşvik ve tahrik ettiği fevkalade zamanda, fevka­ lade tedbirlere müracaat zarureti vardı . Her şeyden evvel Meclisin mukadderatı millete vaziülyet yegane ali heyet ol­ duğu şeksiz ve şüphesiz bir surette bilinmeli idi. Daha işe başlarken bunun böyle olduğunu söyleyen meclis 29 Ni­ san'da intaç ve ikmal ettiği (hiyaneti vataniye) kanunu ile bu vaziyeti teyit ve kat'iyen temin eyliyordu. Bu mühim ka­ nunun birinci maddesi (vatan haini)nin kim olduğunu söy­ lüyor, "Büyük Millet Meclisi'nin meşruiyetine sözle veya hareketle veya yazı ile muhalefet veya ifsadatta (kargaşa­ lık) bulunanlar vatan haini addolunur," diyordu. Bilfiil hi­ yaneti vataniyede bulunanların idam olunacaklarını ise ikin­ ci maddede tasrih ederek fer' an zimethal olacaklarla usulü muhakemelerini de diğer maddelerde tespit �diyordu. Bu türlü cürümlerin muhakeme ve mücazatındaki hususiyet şu idi ki bir sebebi mücbir olmadıkça bu muhakemeler niha­ yet yirmi gün içinde bitmiş olmalı idi. Bu müddeti bila se­ bep geçirmiş olan zabıta ve mahkeme heyetlerinin düçar ola­ cakları ukubet (ceza) de aynca açıklanmakta idi. Kanun der­ hal tamim olunarak tatbikatına geçilmiştir.

67


ilk hükümet heyeti: icra vekilleri Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ilk mühim işlerin­ den birinin de bir icra vekilleri heyeti teşkili olduğunu söy­ lemiştim. Meclis, açıldığı günden itibaren, bu mesele ile meşgul olmaya başlamış ve az zamanda bu meselenin mü­ zakere ve mütalaa halinde muhtelif satlıalan geçirilmiştir. Ewela Meclis, reisinin ve divan riyasetinin idaresi altında hükiimet icra edebileceği zihniyetine salik (yola girmiş) gibi göründü. Fakat üçyüz kişilik bir heyetin doğrudan doğ­ ruya ve fiilen hükümet icra etmesindeki müşkülat anlaşıl­ dı: nihayet her idare şubesine bir veya birkaç vekil ayırmak zaruretine kadar inilmiş oldu; her vekalete böyle bir veya birkaç vekil tefrikine muvafakat olunmakla beraber aynı za­ manda her vekalete tekabül eden encümenin dahi idareye iştirak etmesi faydalı veya elzem olduğu ileri sürülüyordu. Bu fikir bütün bütün bertaraf edilemiyerek vekillerin en­ cümenlerle istişari mahiyette temas ve müzakerede bulu­ nacakları esası kabul edildi. Esas bu suretle kararlaştıktan sonra artık her vekaletin bir vekil idaresine tevdii taayyün etmiş (verilmesi belirlenmiş) oluyordu. Şimdi vekiller nasıl taayyün etmiş (ortaya çıianış) ola­ caklardı? En ziyade ihtilafı mucip olan meselelerden biri bu oldu, muhtelif teklifler ve mütalaalar (görüşler) içinde: 1- Divanı riyasetçe namzet gösterilmesi, 2- Encümenlerce intihap yapılması. 3- Encümenlerce namzet gösterilmesi 4- Reis Mustafa Kemal Paşa tarafından namzet göste­ rilmesi şekilleri görülüyordu. Mütevali (Birbirini izleyen) konuşmalar içinde Meclis ekseriyetinin bilhassa son şık 68


üzerinde durmak istediği görüldü, fakat buna Mustafa Ke­ mal Paşa muvafakat etmedi ve icra vekilleri heyetinin mec­ lis heyeti umumiyesi tarafından intihap olunmasında ısrar eyledi. Mustafa Kemal Paşa bu fikir ve mütalaaya şundan dolayı ehemmiyet veriyordu ki yeniden vücuda gelmekte olan Türk devleti icracılarının nüfuz ve kudret ve selahi­ yetlerini doğrudan doğruya Meclis'ten almaları kudreti in­ faziye (yerine getirme gücü) itibarıyla azami teminat teş­ kil ederdi. Belki bu türlü bir intihap tarzının müşkülatı var­ dı, fakat ilk günler için gidilecek yegane isabetli yol bun­ dan ibaretti. İcra Vekilleri intihabına dair olan kanun 2 Mayıs 920 Pazar günü intaç (kabul) olunmuştur. Buna nazaran şer' iye ve evkaf, sıhhıye, ve muaveneti içtimaiye, iktisat (ticaret , sanayi, ziraat, orman ve madenler), maarif, adliye ve me­ zahip, maliye (rusumat ve defterihakani), nafia, dahiliye (emniyeti umumiye, posta ve telgraf), müdafaai milliye, ha­ riciye, erkanı harbiyei umumiye işlerini görmek üzere Bü­ yük Millet Meclisi 'nin on bir zattan mürekkep bir icra ve­ killeri heyeti olacaktı. İcra vekilleri Büyük Millet Mecli­ si'nin e�seriyeti mutlakası ile kendi arasından seçilecekti ... Esas bu suretle tespit olunduktan sonra Pazaı1esi gü­ nü hemen intihabata geçildi ve aranın (oyların) tasnifi ne­ ticesinde hükümet şöylece teşekkül etti: Şer' iye ve evkaf vekaletine Karacabey müftüsü Mus­ tafa Fehmi Efendi, Hariciye umuru vekaletine Tokat meb'usu Bekir Sami Bey, Dahiliye vekaletine Cami Bey, İktisat vekaletine Yusuf Kemal Bey, 69


Sıhhiye ve muaveneti içtimaiye vekilliğine Doktor Adnan (Adıvar) Bey, Müdafaai milliye vekaletine Fevzi Paşa, Nafia vekilliğine İsmail Fadıl Paşa, Adliye vekaletine Celaleddin Arif Bey, Erkanı Harbiyei Umwniye Riyasetine İsmet Bey (paşa). O gün ekseriyet hasıl olamamaktan dolayı yalnız maarif ve maliye vekilleri taayy�n (belli olmamışlardı) ede­ memişlerdi. Ertesi Salı günü bu vekaletlerin vekilleri de ta­ ayyün etti. Maliye Hakkı Behiç Bey, Maarif Rıza Nur Bey, İntihaplan gününden itibaren işlerine vaz' iyed etmiş (el koymuş) olan vekiller ilk iş olarak vekaletlerini teşkile baş­ lamışlar ve Çarşamba günü ilk defa olarak Türkiye Büyük Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa'nın riyaseti altında (ic­ ra vekilleri heyeti) halinde içtima ederek dahili ve harici si­ yasetimiz üzerinde uzun uzadıya müzakerede bulunmuşlar­ dır. Artık Ankara'da milletin bütün tali ve mukadderatına (geleceğine ve kaderine) hakim bir Meclis, bütün tertibat ve teşkilatı ile idareyi kendi eline almış bulunuyordu. Mustafa Kemal Paşa'nın o günlerde yabancı hükümet­ ler hariciye nezaretleri ile Amerika hükümeti hariciye na­ zırına gönderdiği Fransızca nota ihtilal ve inkilap tarihimiz­ de mühim mevkii olan bir notadır. O zaman "Millet nota­ sı" unvanını vermiş olduğumuz bu vesikanın Türkçeye ter­ cümesini buraya kaydediyorwn: Nazır efendi, İstanbul şehrinin itilafkuvvetleri tarafından bilamucip haksızişgali üzerine Osmanlı milletinin Halife ve hüküme-

70


tini esir telakki ederek Büyük Millet Meclisi cem'ine te­ vessül ve vasi mikyasta intihabat icra etmiş olduğunu zah­ alilerine arz ile kesbi şeref ederim. Büyük Millet Meclisi, 23 Nisan 1 920 tarihinde vuku bulan resmi küşadında, Ha­ life ve Sultanı ve ebedi payitahtı ecnebi işgal ve hakimiye­ tinde kaldıkça vatanın halen ve istikbalen mukadderatını ele almış olduğunu alkışlarla tahtı karara almıştır. Büyük Mil­ let Meclisi mütarekename ahkamına mugayir olan ve sulh konferansı netayici hakkında milleti Osmaniye'nin bedbin­ liğini müeyyet bulunan bu keyfi hareketin bilcümle azası tarafından şiddetle poretesto edildiğini zatıalilerine arz ve iblağa bendenizi memur etti. Bilcümle mileli mütemeddi­ ne tarafından mukaddes addolunan parlamento hali içtima­ da iken düçan tecavüz olmuş, mebusanın şiddetli protesto­ suna rağmen milletvekilleri Meclisi'nin içinde İngiliz po­ lisi tarafından mücrimler gibi tevkif edilmiş, ayan ve me­ busa azası, askeri kumandanları, muharrirler hanelerinde tevkif olunarak ellerine kelepçe vurulmuş ve tazip edilmiş­ ler. Velhasıl resmi ve hususi müessesatımız ancak hakkı ce­ bir ve tahakküme istinat olunarak süngü kuvvetiyle işgal edilmiştir. Bilcümle hukukuna vaki olan tecavüze ve hakimiyeti­ ne indirilen darbeye binaen Osmanlı milleti vekillerinin emriyle Meclisten intihap etitği bir icra heyeti memleketin idaresini ele almıştır. Zatıalilerine baladaki mevadı arz ve millet tarafından 29 Nisan celsesinde kabul ve beyan olü­ nan nukatı nazarı iblağ ile kesmi mübahat ederim. A

-

Makam hilafet ve saltanat olan İstanbul ile İstan­

bul hükümeti Osmanlı milleti tarafından müttefiklerin esi­ ri ve binaenaleyh İstanbul 'dan sadır olacak emirler, fetva­ lar keenlemyekıln addedilmektedir.

71


B - Sükunu dem ve itidalini muhafaza ederek müsta­ kil ve hür bir devlet halinde hukuku mukaddesesini müda­ faaya azmetmiş olan Osmanlı milleti haklı ve şerefli bir sulh akdi arzusunu beyan eder ve kendi namına taahhüdat akdi hakkını ancak kendi müessislerine bahşeder.

C Osmanlı Hıristiyan anasın ile memleket dahilinde -

mukim anasın ecnebiye milletin himayesi altındadır. Ma­ amafih bunlar vatanın emniyet ve asayişi aleyhinde hiçbir harekette bulunmamalıdırlar. Osmanlı milletinin metaliba­ tı muhikkasının hüsnü kabul buyurulacağı ümidiyle teyidi ihtiram eylerim.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal

iSYAN HAREKETLERi BAŞLICA ÜÇ SAHADA KENDiNi GÖSTERİYORDU isyanların tedibatına avdet ediyoruz (bastırılmasına dönüyoruz). İngiliz adeti İstanbul Sarayı'nın tahrikatına is­ tinat eden isyanlar, başlıca üç sahada tebarüz etmişti. Ev­ vela Biga - kısmen Balıkesir - kısmen Bursa olarak garpta, saniyen Hendek - Düzce - Bolu ve imtidadı (uzantısı) ola­ rak şimale, salisen (üçüncüsü) Yozgat ve imtidadında. Fakat bu isyanların hepsi aynı zamanda vaki olmaya­ rak yalnız Hendek - Düzce - Bolu kısmının garp tarafıyla biraz tenazuru (benzerliği) vardır. Yani garp tarafında An­ zavur isyanları bastırılırken beri tarafta Hendek - Düzce ve Bolu isyanları başgöstermişti. Yozgat ve imtidadı (uzantı-

72


sı) isyanı ise Düzce ve Bolu tedibatını (uygulamasını) ta­ kip eylemiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 920 tarihinde toplandığı zaman Düzce ve Bolu taraflarında isyan hayli alevlenmişti . O havaliye her taraftan ele geçirilen kuvvet­ ler gönderilidği halde bunların her biri bir gı1na şeametle akamete ve muvaffakiyetsizliğe uğruyor, her muvaffaki­ yetsizlik asilerin kuvvei maneviyelerini çoğaltiyor ve isyan istidadını geliştiriyordu. Mahalline gidip tedbir almak üze­ re daha Meclis açılmadan Ankara'dan gönderilen Hüsrev, Osman, Fuat ve

Şükrü Beyler Gerede'de asilerin tuzağına

düşerek yakalanmışlar, oradan Bolu'ya ve sonra Düzce'ye naklolunarak hapsolunmuşlardı. İsyan mıntıkasına en yakın olan Mahmut Bey fırkası­ nın - bizzat Mahmut Bey'in Hendek'te kahpece şehit edil­ mesi yüzünden - uğradığı elim ve feci akibeti evvelce kay­ detmiştim. Dört beş yüz mevcudu ile Afyonkarahisar'ı Azi­ ziye 'sinden gelen Kaymakam Arif Bey, Bolu 'ya yetişerek orasını bir kere zapt ve istirdat etmiş (geri almış) olduğu halde sonradan çok çetin muharebeler geçirmeye mecbur olmuş ve nihayet bir gün esrarengiz bir surette çadırında öl­ dürülmüş olduğundan onun kuvvetleri dahi bozulmuştu. Bu suretle isyan zahirde (görünürde) muvaffak ve galip bir vaziyetle hezeyanlar savuruyor ve hatta el altından Nallı­ han, Beypazarı yollarını tutmuş ve hatta Ayaş'ta bile kay­ nadığı hissedilmiş bulunuyordu. Vaziyetin ehemmiyet ve vehametine göre oraya her ta­ raftan alınacak kuvvetlerden mürekkep ciddi kuvvetler sev­ kedilmeliydi ve bu her taraftaki kuvvetlere emirler veril­ mişti. Şimdi onların taraftarafharekete gelerek isyan mm-

73


tıkalarına yetişmeleri lazımdı ve bunlar için de aradan za­

ruri biraz zaman geçmesi lazımdı. İsyan mıntıkasına civar olan Ali Fuat Paşa bir miktar kuvveti ile Geyve boğazını tutarak duruyordu. Refet Paşa cenuptan çıkarak Mudurnu'ya kadar ilerledi. Kaymakam Çolak İbrahim Bey, kuvvetleri ile Bolu istikametinde iler­ liyordu. Nihayet Biga, Bandırma, Gönen ve Manyas taraf­ larında Anzavur'un hakkından gelen Çerkez Etem Bey de Bursa üzerinden doğruca Adapazarı 'na gelmek emrini al­ mıştı.

Kuvayı inzibatiye ve Anzavur kuvvetleri Ara yerde İstanbul 'da vücuda getirilmeye başlayan Ku­ vayı İnzibatiye Teşkilatı Süleyman Şefik Paşa'nın ku."Ilan­ dası altında İzmit'te karargah kurmuştu. Anzavur ise Biga 'da Etem Bey idaresindeki kuvayı takibiyenin ellerinden güç be­ la yakasını kurtardıktan sonra İstanbul'a gelerek Saray ve Damat Ferit Paşa ile görüşerek hemen İzmit tarafına geçmiş ve toplayabildiği bir hayli haşerat ile Geyve boğazı önlerin­ de görünmüştü. Binaenaleyh bu suretle Adapazarı dahi ada­ makıllı isyan sahasına dahil olmuş bulunuyordu. Anzavur'un Biga'dan sonra İstanbul tarikiyle (yoluy­ la) doğruca İzmit ve Adapazarı tarafına geçmesinin sebe­ bi şu idi ki, vaktiyle garp ve şimal isyan hareketleri arasın­ da bir münasebet tesis edilmişti (İlişki kurulmuştu). Anza­ vur garp tarafında isyan ederken ve halifecilik namına Ba­ lıkesir şimali ile Bursa'yı ele geçikirken beri taraftan İzmit mülhakatında (çevresinde) kopacak isyan dahi Bursa'ya uzanarak orada Anzavur ile el ele vermiş olacaktı . Bu böy-

74


le olmayınca Anzavur İstanbul tarikiyle bu ikinci isyan mıntıkasına intikal etmişti. Fakat bela onda idi ki, Anzavur'un, Azraili olmuş olan Çerkez Etem Bey, Biga ve Gönen taraflarındaki işlerini bi­ tirerek Bursa tarikiyle Adapazarı semtlerine gelecek, yine onun karşısına çıkacak, daha doğrusu yine onun arkasına düşecekti. Anzavur garp tarafında iki defa Çerkez Etem Bey'in takip kuvvetleri önünde maruz kaldığı akibetlerden sonra kendisine hakikaten yılgınlık gelmişti. Nitekim öyle oldu. Anzavur, Çerkez Etem kuvvetlerinin Adapazarı taraf­ larına gelmelerinden evvel veya o sıralarda el çabukluğu ile bir iş göreyim derken küçük bir müsademede (çatışmada) atından düşmek suretiyle ayağını incitmiş ve berayi tedavi (tedavi için) hemen lstanbul'a kaçmıştır. Garptaki kuvayi takibiye, orasını temizledikten sonra 1 920 Mayısı 'nın galiba sekizi veya onu gibi bir tarihte Bur­ sa üzerine hareket ve orada iki gün istirahatla Yenişehir üzerinden Geyve boğazına muvasalat etmişler (varmışlar) ve orada Ali Fuat Paşa kuvvetlerine mülaki olmuşlardır (kavuşmuşlardır). Bu esnalarda Düzce eşkiyası rüesasının (başlarının) bir nevi istiman (sığınma) veya itilaf arzulan izhar ettiklerini kaydetmek lazımdır. Orada mahpus bulunan mebuslar ev­ vel ve ahar Düzce isyan harekatının belli başlı reisi olan ve İstanbul ile sıkı fıkı münasebette bulunan Sefer'e hareket­ lerinin münasebetsizliğini ihtardan hali kalmamakta imiş­ ler. Nihayet bunların bu itilaf müzakerelerinde bulunmak üzere kendilerinden birkaç kişi ile Trabzon Mebusu Hüsrev Bey'i Refet Paşa nezdine göndermiş olduktan haberi geldi. Fakat dermeyan ettikleri itilaf şartlan adeta iki devlet ara75


sında akdolunacak bir sulha benzemekte olmak hasebiyle kabul olunabilir bir şey değildi. Maamafıh bu yolda daha fazla nasihata benzeyen müteakip tekliflerle kendilerinin oyalanması ciheti iltizam ediliyor ve hakikatte tedip kuwet­ lerimizin her taraftan yetişmesi gayesi takip olunuyordu. Milli kuvvetler asilere karşı harekete geçiyor Geyve'ye muvasalat eden garp kuvayi tedibiyesi, ora­ da bir gün istirahattan sonra Ali Fuat Paşa kuwetleri ile bir­ leşerek 1 8 Mayıs 1 920 tarihinde sabah erkenden boğazdan harice doğru taarruzi harekata geçmişlerdir. Kuvvetlerin bir kısmı doğruca Adapazarı 'na gitmek, diğeri Sapanca istika­ metinde yürümek üzere ikiye ayrılmış, iki koldan yola dü­ zülmüştü. Adapazan'na gidene Etem Bey, Sapanca istika­ metinde ilerleyecek olana da Ali Fuat Paşa kumanda edi­ yordu. Günlerden beri vicdan ve hamiyet erbabına kahır ve hiddetten kan kusturan halifeci isyan erbabının tedmir ve tenkilleri (bastırma ve yok etme) çanı artık çalınmış, artık onların başlarının belalarını görecekleri günler gelmiştir. Takip ve tenkil kuvvetleri Geyve boğazından çıktıktan sonra daha ziyade şimali şarki istikametinde ilerlemekte olan Ali Fuat Paşa kolu Çaybaşı cenubundaki sırtların ile­ risinde usat kuvayi külliyesiyle (asilerin büyük kuwetiyle) karşılaşarak şiddetli bir muharebeye tutuştu. Kuvayı inziba­ tiye teçhizatı ile de mücehhez olmak üzere belki burada en kuvvetli bir asiler topluluğu görülmüş ve onların muhare­ besi de isyan muharebelerinin muhakkak en şiddetlisi ol­ muştur. Asiler tarafı adeden pek faik (üstün) oldukları gibi toplarla ve makineli tüfeklerle de teçhiz edilmiştiler .Muha-

76


rebe şiddetle cereyan etmekte olduğundan Etem Bey kolu,

600 kişilik bir süvari kuvvetiyle Ali Fuat Paşa tarafını tak­ viyeye gönderildi ve gelir gelmez vaziyet en emin surette bizim tarafa müsait bir hale döndü. Muharebe gittikçe kızı­ şarak tam üç saat devam etmiştir. Nihayet galebe Kuvayı Mil­ liye tarafında kalarak halifeciler mağlup olmuşlar, topları­ nı, makineli tüfeklerini ve bütün ağırlıklarını olduğu gibi bı­ rakarak münhezimen (bozguna uğrayarak) firar eylemişler­ dir. Kuvayı Milliye'nin bu defaki ve buradaki azmi gayet şe­ dit (sert) ve kat'i olduğu cihetle yalnız kazanılan bu ehem­ miyetli galibiyetle iktifa edilmeyerek düşmanın biaman su­ rette takibine koyulunmuş ve böylelikle Sapanca gölüne ka­ dar gidilerek bütün o sahalar temizlenmiştir. Çerkez Ethem Bey idaresindeki diğer Kuvayı Milliye kolu ise hat boyundan doğru Adapazarı üzerine yürüyerek oraya girmiş ve derhal isyan ile alakadar eşhasın (kişilerin) tevkifine başlanmıştır. Kuvayı Milliye'nin harekatı o kadar süratle vuku bulmuştu ki isyan ile alakadar eşhastan hemen hiçbirisi firara muktedir olamayarak ne olduklarını bilme­ yecek surette çarşıda, pazarda, evlerinde ve bahçelerinde yakalanarak hemen teşkil olunan divanı harbin huzuruna çı­ karılmışlardır. Mücrimiyetleri tahakkuk eden eşhastan Ah­ zı Asker Şubesi Reisi, Mudurnu Müftüsü, Abazalardan Ka­ mil Bey ve daha birçok kimseler derhal idam olunmuşlar­ dır. Adapazarı ' nda idam olunanların miktarı yirmiyi geç­ miştir. Kuvayı Milliye'nin bu muvaffakiyet ve ve icraatı An­ kara 'ya bildirildiği gibi telgrafhaneler vasıtasıyla bütün muhite de yayılıyordu. Adapazarı 'ndan sonra sıra tabii Hen­ dek' e, Düzce'ye ve Bolu'ya gelecekti.

77


Adapazan'ndan sonra Düzce ve Hendek de kurtarılıyor O zaman asilerin elinde mevkuf bulunan mebus Dok­ tor Fuat Bey'in hikaye ettiğine göre, kuvayı tedibiyenin Adapazarı 'na geldiği sıralarda Düzce asileri reisleri dahi Ankara ile itilafa epeyce temayül etmiş bulunuyorlardı. Ma­ amafih itilaf birtakım şeraite talik edilmek istenildiği için bittabii hiç de esaslı bir şey olmamakla beraber vaziyet asi­ ler için gittikçe sıkışmaktaydı. Bir taraftan anlaşmaya çalı­ şıyorlar, diğer taraftan telaş etmeye başlamış da bulunuyor­ lardı. Nihayet Kuvayı Milliye ile telgraf başında konuşarak vaziyetlerini anlamaya lüzum göı müşler ve muhabere biz­ zat Çerkez Abdülvehap tarafından idare edilmiştir. Doktor Fuat Bey muhaverenin bir kısmında veya tamamında hazır bulunmuş ve Abdülvehap' ın manivelayı asabi asabi vuru­ şundan vaziyetin pek çetin olduğunu intikal etmiştir. Niha­ yet yine rüesadan (reislerden) Sefer müdahale ederek neler olup bittiğini sormuştur. Bunun üzerine Abdülvehap asabi­ yetle manivelayı atarak Ethem'in bila kaydı şart Hendek'e ve Düzce'ye geleceğinden, silahların teslimi lüzumunu ile­ ri sürmekte olduğundan filan bahsettiğini beyan ile: - Bu nasıl olurmuş efendim? Diye atıp tutmaya başlamıştır. Doktor Fuat Bey, bu safhada Sefer'in daha itilafkar ol­ mak lüzumunu hissettiğini görmüştür. Harekatı askeriyeye gelince Adapazarı ve havalisinin temizliği için yalnız üç günlük bir meşgale kafi gelerek ku­ vayı tedibiye dördüncü günü Hendek'e hareket ve muvasa­ lat ederek orasını bila hadise işgal eylemiş ve beşinci günü

78


sabahı ise Düzce' nin muhasara altına alınmış olduğu hay­ retle görülmüştür. Asiler evvelki gün Kuvayı Milliye'yi Adapazan' nda durdurmaya çalışmışlarken buna muvaffak olamamışlardı. Fakat bu kuvvetlerin Hendek üzerinden bu kadar süratle Düzce'ye gelebileceklerini de hiç hesaba katmamış olduk­ larından hiç beklemedikleri bir zamanda Düzce'nin Kuva­ yı Milliye tarafından muhasarası cümlesinin şaşkınlıkları­ nı mucip olmuştur. Yürüyüş o kadar seri ve bineanaleyh muhasara ve iş­ gal o kadar ani olmuştur ki Düzce'de bir ayı mütecaviz bir zamandan beri her tarafa fermanferma (hükümran) olmak iddiasında bulunan asilerin hiçbiri, hatta yerlerinden bile kı­ mıldamaya mecal bulamamışlardır. Bunlardan pek azı ka­ çabilmiş -vakit ve zamanıyla lstanbul 'a kadar gidebilmiş olanlar müstesna olmak üzere- bu kaçanlar da takip edile­ rek bazı sahillerde ele geçirilmişler�ir. Görüldüğü üzere ne Hendek' in, de Düzce'nin zaptı ve işgali için hatta tüfek da­ hi patlatılmaya mahal kalmayarak Kuvayı Milliye gerek orada, gerek burada isyan ile alakadar olanların derhal tev­ ki f ve muhakemelerine geçmek suretinde bir vazife ifa et­ mişlerdir. Evvela Hendek'te kalan milli kuvvetler isyan ile alakadar olan ve hususiyle Mahmut Bey merhumun şeha­ deti ·faciasına uzaktan yakından münesebattar bulunan eş­ hası (kişiler) süratle ele geçirerek divanıharplere tevdi ve cümlesini hemen o gün idam eylemişlerdir. Mahmut Bey merhumun rüfekasından (arkadaşların­ dan) ve saireden mürekkep olarak Düzce'de on sekiz yirmi kadar zabit mevkuf bulunuyordu. Orada mahpus bulunan mebus arkadaşların geçirdikleri tehlikeler ise malumdur. 79


Asiler ve onlara uyan cahil halk, ikide bir bu masumların mevkuftutulduklan binanın pencereleri önüne gelerek yük­ sek sesle bunların asılıp kesileceklerinden, bu işin ise bir an evvel yapılması lüzumundan bahseder dururlarmış. Za­ vallı Hüsrev Bey, bütün bu insafsızlıklar muvacehesinde hayli asabi günler geçirmiştir. İşte Kuvayı Milliye, Düzce'de adalet icra edecek divanı harpleri bu zabitler arasından teş­ kil etmiştir. Dün idam olunmak tehlikesine maruz bulunan adamlar bugün idam etmek selahiyet ve heybeti ile mevki almış bulunuyorlardı. Seri muhakemat ile Hendek'te yir­ miyi mütecaviz ve Düzce'de dahi yirmiden fazla asi hak­ kında verilen idam hükümleri derhal infaz kılınmıştır. Son günlerdeki anlaşma temayülü gösteren asi reisler­ den Sefer Bey hakkında şefaat etmek isteyenler olmuş ise de kötülükleri iyiliklerine galip olması hasebiyle o da ya­ kasını idamdan kurtaramayarak anasının bedduasına uğra­ mıştır. Anasının kendisine: - Oğlum, tuttuğun iş iyi ise Allah yardımcın olsun, fa­ kat fena yolda yürürseniz Allah seni de, hepinizi de kahret­ sin, zerre kadar gam yemem ! Demiş olduğunu Doktor Fuat Bey hikaye etmektedir. Hülasa isyan ne kadar melun ve müstekreh (kötü) idiyse te­ dip ve tenkili de (bastırılışı) o kadar kahir (kahredici) ve-par­ lak olmuş ve adalet en aşikar bir ulviyetle yerini bulmuştur.

Refet Paşa ve Kazım Beyler Bolu'da Mudurnu'dan Gerede'ye çıkmış olan Refet Bey (Paşa) Düzce'ye gelerek diğer Kuvayı Milliye ile görüştüğü gibi Bolu ve ilerisi takibatını kendisi deruhte eylemiştir. Bila-

80


hara Altıntaş muharebelerinde şehit olan pek kıymetli as­ kerlerimizden Miralay Nazım Bey dahi bugünlerde Bo­ lu 'ya yetişmiş olduğundan orası ahvalinin tanzimi kendi­ sine tevdi olunarak diğer Kuvayı Milliye muhtelif istikamet­ lerde hareketlerine devam etmişlerdir. Bu takibat ve tedibatta ise yalnız önayak olanlarla ik­ tifa olunarak (yetinilerek) hakikatin kahir tecellisi karşısın­ da nadim (pişman) olan azim ekseriyetin yalnız silahlan alınmak ve hatta bunlardan cephede çalışmak üzere arzı hiz­ met edenlerin hizmetleri kabul olunmak suretinde muame­ le yapmak yolu tercih olunuyordu. Kazım Bey divanı harp­ leri Bolu'da seri muhakemat ve icraatı ile vaziyeti tespit ederken Refet Bey kuvvetleri dahi Gerede havalisinin te­ mizliğini ikmal ediyordu. Bu havalideki kuvvetler Çerkeş tarikiyle ilerleyerek o günlerde yeni bir isyan ateşine saha olmaya başlayan Yozgat ve havalisine doğru ilerleyecekti . Düzce taraflarında icraat yapan Kuvayı Milliye ise Akşe­ hir yolu ile İstanbul'a kaçmak isteyen müşevvik (teşvik e­ den) ve muharikleri sahilde yakalayarak haklarında adalet ve siyaset muktezasını (yerine getirilmesi gerekenleri) der­ hal tatbik ettiriyordu.

Adapazara, Hende� Düzce harek3tmda asılanlar Adapazarı, Hendek, Düzce 'den her birinde yirmişer mütecaviz elebaşıların idam edilmiş olduklarını kaydetmiş­ tim. Adapazarı 'nda ilk asılanlardan biri Hoca Ahmet'ti. Bu adam Kuvayı Milliye'nin anzısın Adapazan'na gelişi sıra­ sında camiye toplayabildiği halka millet kuvvetlerinin kat­ li hakkında güya vaiz ve irşat ile meşgul bulunmuştur. An­ zavur'un iaşe heyeti riyasetini i fa etmek üzere terki hizmet

81


eden Adapazarı Askerlik Şubesi Reisi Binbaşı Kemal An­ zavur'unjandarma kumandanı San Murat, Anzavur'un top­ çu kumandanı Abdullah, Anzavur'a yardım eden Erme�i komitesi reisi Şirin dahi Adapazan 'nda idam olunanlar­ dandır. Kuvayı Milliye gerek Hendek 'te, gerek Düzce 'de is­ yan harekatına i laveten bilhassa hileyle Mahmut bey mer­ humun şehadetine sebep olanları arayarak yakalamıştır. Bu arada Hendek'te asilerin reislerinden Belediye Reisi Adil, Avukat Ali Galip, Hoca Mustafa, Nahiye Müdürü Kamil i­ dam edilmek suretiyle adaletin haklarında tecelli eden ah­ kamına kavuşmuşlardır. Düzce'de ise o havali asileri ku­ mandanı unvanını takınmış olan Sefer ile mezkur kuvvet� lerin idare reisi Abdülvehab, Gerede isyan müfrezeleri ku­ mandanı Koç, Düzce jandarma kumandanını katleden usat­ tan (asilerden) Reşit, orada idam edilenlerin ileri gelenle­ rinden idi. Bütün isyan esnasında Düzce'de çalışarak Kuvayı Mil­ liye'nin yaklaşması üzerine Akşehir yoluyla İstanbul 'a sa­ vuşmak üzere firar etmiş olan Düzce ve havalisi kuvayı is­ yaniye erkanı harbiye reisi Binbaşı Hayri ile ihanetkar ha­ reketlere iştirak etmiş olan sekiz zabit de dahil olduğu hal­ de on dört kişi takip neticesinde sahilde yakalanarak bun­ lardan isyan ordusunun idaresini bilfiil ifa eyleyen Hayri ile hiyanet harekatına fiilen iştirakleri katiyen (kesinlikle) sabit olan Yüzbaşı Ali, mülazimi evvel Şerafeddin, müla­ zimi evvel Hayreddin, makineli tüfek zabiti Mehmet Sab­ ri, tabur katibi Hasan Lütfü ve cerrah İbrahim dahi Düz­ ce'de hükmü kanuna tevfikan asılmışlardır. Bu suretle Düzce, Adapazarı, Bolu ve havalisi vücut­ tan İ slamiyet ve Türklük için zül sayılacak aşirradan t(şir­ retlerden) emizlenmiş bulunuyordu. İğfal ve idlal ile ve

82


hatta cebir ve tehdit ile isyan vadisine sevkedilmiş olan ca­ hil ve gafil ahali ise silahlarından tecrit olunmuşlar ve bun­ lardan cephelerde hizmet arzusunu izhar edenlerin taleple­ ri kabul olunarak kendileri cephelere sevkedilmişlerdir. O güne kadar İ stanbul ve Babıali bu isyan harekatın­ dan büyük neticelere intizar (ulaşma) ediyorlardı. Peyam Sabah'ın o isyan demlerine tesadüf eden neşriyatı dikkat­ le okunacak olursa Sarayın ve Babıali'nin Anadolu'da İn­ gilizlerle müştereken kendi tertipleri mahsulü olarak vasi mikyasta (geniş çapta) müessir ve şamil isyanlara intizar ettikleri açıkça görülüyordu. Tedibatın katiyet ve kahiriye­ ti İstanbul'u da, İngilizleri de şaşırmıştı. Bu hadisenin İs­ tanbul'a aksini müteakip Damat Ferit ile "Şimdi sulh ile meşgul olunacağından Anadolu'ya karşı harekattan vazgeç­ tiği"ni ilan ve işaa etmiş, hatta Peyam Sabah ile böyle bir fıkra bile neşredilmişti.

Anzavur'un heybesi Son tedibatta (toplantıda) Anzavur'a ait bir hikaye var­ dır: Geyve - Adapazarı arasında Anzavur' a ait olduğu an­ laşılan bir heybe elde edilmiştir. Bu heybenin içindeki ev­ rak ve vesaik (belgeler) arasında Anzavur'un Damat Ferid'e yazdığı, fakat gönderemediği bir mektupda maiyetine ve­ rilen kıtaatın harb etmemesi yüzünden muvaffak olamadı­ ğını, pek çok mecruh ve maktül (yaralı ve ölü) verildiğini ve nihayet kendisinin hayvan altında kalan ayağının ezildi­ ğini ileri sürmek suretiyle berayi tedavi (tedavi için) İstan­ bul' a hareket ettiğini yazmakta idi. Kendisi filhakika t stan­ bul 'a gitmiş,fakat mektubu harp meydanında kalmıştı !

83


YOZGAT'TA ÇAPANOGULLARI İSYANI Düzce ve havalisi isyanları temizlene dursun o sıralar­ da merkezi Yozgat olmak üzere Orta Anadolu'da dahi bir fesat ve isyan ateşi parladı. Merkezi Yozgat olan bu isya­ nın zahirdeki başı orada mütemekkin mütegallibeden Ça­ panoğuiları idi; bütün fesadın hakiki başının ise İstanbul 'da olduğuna, bütün tahrikat ve ifsadatın (fesatların) hep ora­ dan yapıldığına şüphe yoktu. Yozgat isyanının sergerdeleri Çapanoğullan ahfadın­ dan Halit, Celal Beyler ile onların diğer bir kardeşleri ve o havali mütegallibelerinden Hakkı, Salih, Şekip, Mahmut, Muhlis Beyler vesaire idi. Bunlar, başlarında Çapanlar ve maiyetlerinde, etraftan topladı klan, bin kadar haşerat oldu­ ğu halde Yozgat'a dahil olarak hükümeti işgal etmişler ve livanın bütün mülhakatını (merkeze bağlı yerleri) kendi hü­ kümlerinde saymak üzere kendi kendilerine bir nevi hükü­ met icrasına başlamışlardır. Asıl maksatları ise Ankara'da teşekkül etmiş olan milli hükümeti tanımamak esasına müs­ tenit olup (dayanan) Halife ve Padişah hükümetini yerli ye­ rine getirmek istediklerini söylüyorlardı. Bu isyanın o havalide gittikçe vüs'at bulmakca (geniş­ lemekte) olduğu mütevaliyen (ard arda) alınabilen haber­ lerden anlaşılıyordu. Çapanoğullan Yozgat'tan başka Me­ citözü, Ortaköy, Keskin, Akdağmadeni, Köhne, Çorak, Ala­ ca ve hatta Çorum'un kendi hükümetleri havzasına dahil bulunduğunu ilan ediyorlardı. Bu iddialarda az çok müba­ lağa olmakla beraber isyanın dairesini tevsi (alanını geniş· )etmek) için pek ziyade çalışıldığı ve onun tevessüüne de bir hayli istidat bulunduğu anlaşılıyordu. Çorum'un isyan

84


sahasına dahil olmadığı muhakkaktı, fakat Alaca 'da nahoş bir kaynaşma vardı. İş yalnız bununla da kalmıyordu. Bu isyanın verdiği cüretle Yozgat ilerlerinde dahi ellişer, yüzer, hatta bazan i­ ki yüzü mütecaviz mevcutlu çeteler zuhur ederek Tokat ve Amasya livalarını tehdit ve teşvişe başlamışlardı. Ankara'da geceli gündüzlü bir dikkat ve faaliyetle takip olunan bu ye­ ni isyan sahasına karşı hiç vakit kaybetmeksizin tedbir alın­ maya başlanmış ve nihayet elde olabilecek bütün kuvvet­ lerin bu havai iye sevkine karar verilmişti. Şöyle ki; evvela Gerede sonra Çerkeş'e geçmiş olan Refet Bey (Paşa) bütün maiyeti mevcudu ile derhal Yozgat tarafına hareket etmek emrini aldığı gibi Tokat tarafların­ da bulunan Beşinci Fırka Kumandanı Cemil Cahit Bey'e de icabı veçhile hareket etmek evamir (emir) ve talimatı, verilmiş ve bu havalide bulunan ufak ve büyük askeri kıta isyana karşı yekdiğerleriyle mütesanit (dayanışma içinde) umumi bir harekete sevk edilmişti. Bu cümleden olarak Çorum taraflarında bulunan Bin­ başı Mehmet Bey, maiyetindeki süvari müfrezesiyle Orta­ köy asileri üzerine gönderildiği gibi, Kangın 'daki alay ku­ mandanı Vasfi Bey de makineli tüfekleri ve beş yüz kadar mevcudu ile Yozgat tarafına tahrik edilmişti. Gaziantep milli kumandanı olan ve isyan harekatı üzerine Orta Ana­ dolu'ya doğru çıkmak emrini almış olan Kılıç Ali Bey de Boğazlıyan taraflarına gelmişti, bu kuvvetler peyderpey ve taraf taraf asilerle temas etmeye başlamışlardı. Ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti ehem­ miyetçe, Düzce ve havali si isyanından aşağı olmayan bu fe­ sat ve isyan harekatını dahi emsaline müessir bir ibret teş85


kil edecek veçhile tenkil etmeyi elzem addetmiş olduğun­ dan diğer taraflarda bulunan kuvvetlerden istifade oluna­ bilecek miktarını dahi bu isyan havai isine sevk etmeye ka­ rar vermişti. Çünkü yarım tedbirlerle şöyle böyle tedip ve tenkil e­ dilmiş isyan mıntıkaları,fesat ve isyanın tamamen sönme­ sine, bugün burada sönmüş gibi görünse bile yarın başka tarafta çıkabilmesine meydan verebilir. Hülasa Anadolu 'da öldürücü müzmin bir hastalık yaşatabilirdi. Onun için is­ yan nerede zuhur ederse en kahir darbelerle ezilmeli idi. Bu maksatladır ki, Orta Anadolu isyanlarına karşı alı­ nan diğer tedbirler meyanında Düzce ve havalisi isyanları­ na karşı vazifelerini bitiren milli kuvvetlerin dahi Eskişe­ hir tarıikiyle Ankara üzerinden Yozgat'a getirilmeleri ka­ rarlaşmış ve mezkı1r kuvvetlerin süratle nakli için alınan tren tertibatı onları dahi az zamanda Ankara 'ya getirmişti. Ti:lnzim olunan planlar dahilinde yapılacak harekat, yakın zamanda bu son fesat ve melaneti dahi kökünden kazıya­ cak veçhile kahır ve tenkil edecekti.

Yozgat İsyam'nın ehemmiyeti Son isyan, hususa istihdaf ettiği (hedef aldığı) maksat­ lar itibarıyla ehemmiyetçe diğerlerinden aşağı değildi, bel­ ki biraz fazla idi bile . . . Sadece o zamanki Peyam Sabah ga­ zetesi okunsa görülür ki Sarayın ve Babıali' nin en fazla ümitlendiği isyan sahası da bilhassa burası idi. Filhakika başta Çapanoğullan olduğu halde bu merkezi Anadolu'da­ ki isyanın mürettip ve müdürleri vaziyete hakim olur olmaz ilk işlerden biri olmak üzere Kayseri 'yi ele geçirmek ve

86


yağma etmek istiyorlar ve sonra bu tarikle Niğde üzerin­ den Konya ile el ele vermek maksadını takip ediyorlardı. Kimbilir, belki hu yalnız onlarca böyle düşünülmüyor, iş esasen fstanbul'dan böylece tertip olunmuş bulunuyordu.O zaman Zeynel Abidin( l ) de İstanbul 'da olmak hasebiyle, kimbilir, belki onun da verdiği teminat üzerine lstanbul'ca Konya 'ya fazla ehemmiyet atfolunuyordu. Herhalde bu yanlış malumat ve teminat neticesi olmalıdır ki bilahara Yu­ nanlılar bile Konya'da bir isyan kabiliyeti farzederek on­ dan istifade etmeyi düşünmüşlerdir.

Kayseri ve Çorum 'da durum Vaziyetin öyle lakaydi (ilgisizlik) ile geçilemeyecek olan ehemmiyet ve vahameti Türkiye Büyük Millet Mec­ lisi hükümetinin malumu olduğu için alınan tertibatın da tabii hep bu ehemmiyet ve vahametle mütenasip, yani ka­ ti ve kahir olmasına bilhassa itina ediliyordu. Kayseri'de teç­ hizatını ikmal ettikten sonra Boğazlıyan üzerine yürüyen Kılıç Ali Bey, karşısındaki külli kuvvetlere ve muhitin ade­ mi müsaadesine karşı ihtiyatkar hareket etmek mecburiye­ tinde kalmıştı. Fiilen isyan sahalarının ya içlerinde, ya ke­ narlarında bulunan kuvayı milliye rüesasına erkanıharbiye­ den verilen talimatlarda askeri hareketlerin mütesanit ve fenni olmasının teminine çalışıl ıyordu. Bu meyanda isyan muhitlerine civar olan ahalinin gös­ terdiği ihtisasat da bilhassa dikkate layıktır. Ahaliden bir ( 1 ) Hürriyet ve itilaf Fırkası erkanından.

87


kısmı iğfal ve idlal edilmiş olduğu halde diğer bir kısmı ih­ tiyatkarane hareketi hal ve maslahata muvafık bulmuş gö­ rünüyor ve diğer bir kısmı ise açıkça isyan ve şakavete mu­ arız olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi şeklini bütün bir samimiyet ve emniyetle selamet müttekası ittihaz (dayana­ ğı kabul) eylemiş bulunuyordu. Bu meyanda Çorum ile Kayseri 'yi hasseten bir lisanı sitayiş ve tevkir ile yadetmek lazımdır. Çorum, o zamanki mutasamfı Cemal Bey'in hamiyet­ li eşraf ve ahali ile el ele vermesi neticesi olarak demir gi­ bi yerinde durmuşve hatta kendi eczasından (adamlarından) dalalete sapanları doğru yola getirmek için maddi manevi tedbirlere müracaat etmiştir. Kayseri'ye gelince, onunkisi bütün bütün fedakarane ve kahramananedir. Çapanoğulla­ rının maiyetlerindeki haşerat ile bizzat Kayseri 'ye kadar gelmek ve orasını zapt ve yağma ettikten sonra Yozgat ile Konya arasında bir irtibat tesis etmek tasavvur ve teşebbü­ sünde bulunduğunu zeki ve çok hamiyetli Kayserililer pek çabuk hissetmişlerdi. Kılıç Ali Bey' in Kayseri'den azimetinden (gelişinden) sonra ihtiyatkarane bir hareket ihtiyari mecburiyetinde kal­ ması, Kayserilileri daha faal olmaya sevketmiş, hu8usiyle Çapanoğullarından birinin Boğazlıyan' a kadar geldiği ha­ beri alınması üzerine Kayseri 'de de fiili tedbirlere tevessül edilmek zarureti takdir ve derhal icabına teşebbüs edilmiş­ tir. Kayseri 'nin bila tereddüt teşebbüs ettiği tedbirin ilk saf­ hası şu olmuştur: Başta Kayseri'nin tekmil tüccar ve mu­ teberanı olduğu halde İbrahim Safa Efendi 'nin idaresinde hemen üç taburluk bir intikam alayı teşkil edilmiş ve bu kuvvet bütün Kızılırmak boyuna sevkolunmuştur. İntikam

88


alayı efradının vazifeleri Kızılınnak'ın bütün köprülerini ve geçit yerlerini tutarak asileri Kayseri tarafına geçirme­ mek idi ki or.lar bu vazifelerini hüsnü (çok iyi) ifa eylemiş­ lerdir. Kayseri halkının yalnız bu tertibat için yaptığı feda­ karlık iki milyon kuruşu mütecavizdir. Adana, Yozgat ve havalisi şurişi (karışıklığı) denilen bu son büyük isyanın maksat ve vaziyeti bu suretle kayıt ve tespit edildikten sonra onun nasıl bastırıldığının hikayesi­ ne geçebiliriz: Bugünler 1 920 Haziranının son haftası ipti­ dalanndaydı. Merkezi Ankara olan bu isyanın da tepelen­ diğini görecek olan Loyd Corç hiddetinden kudurarak mü­ teakiben Yunan kuvvetlerini ileriye sevk ve tahrik edecek ve ulvi maceralarında görüleceği veçhile onun dahi hakkın­ dan gelinecektir.

Ankara'da toplanan kuvvetler 1 920 Haziranın ikinci nısfında (yansında) bir hafta için Ankara büyük ordugah manzarası arzediyordu. Yozgat isyanına karşı sevkedilmek üzere muhtelif istikametlerden celbedilen kuvvetlerden güzergahı Ankara olanlar orada bir müddet geçirecek toplanma işlerini bitiriyorlar ve ek­ siklerini gediklerini ikmal ediyorlardı. Dahili gailelerin şimdiye kadar Ankara'ya nispetle garba ve garbı şimaliye tesadüf eden aksamı bertaraf edilmiş, şimdi de şarktan be­ liren belanın kafası ezilmeye sıra gelmişti. Merkezi Yozgat olarak Zile, Tokat ve Amasya münte­ halanna (taraftarına) kadar uzanan isyan sahası, oralara gönderilmiş olan diğer kuvvetlerle kocaman bir harp sah­ nesi halinde yanıp tutuşup duruyordu. İsyanın imhasında

89


şiddet kadar süratte iltizam edilmek zarureti vardı . Anka­ ra 'da toplanan kuvvetler derhal Yozgat üzerine yollanmış ve diğer havali kuvvetlerine de erkanıhariyei umumiyece buna muntazır evamir ve talimat tebliğ olunmuştur. Erka­ nıharbiyei Umumiye Reisi İsmet Bey (Paşa) bütün bu is­ yan herakatının takibat ve tedibatı (izlenmesi ve bastırılma­ sı) esnasında en büyük harplerde olduğu gibi geceli gün­ düzlü, muntazam ve devamlı mesai ile çalışmıştır.

Müthiş bir başıbozuk harbi Yozgat üzerine yürüyen kuvvetler mesafeleri hakika­ ten çok seri bir yürüyüşle geçerek üç gün sonra 23 Haziran l 920 akşamı Yozgat yakınına varmışlardır. Çapanoğulları­ nın mevcut kuvvetleri ile şehir dahilinde bulundukları da­ ha yollarda iken tahkik edilmiş olduğundan tedip ve tenkil kuvvetleri sabahı beklemeksizin hemen bir taraftan muha­ sara tertibatına geçmişler, diğer taraftan da ortalığı karan­ lıklar basarken kara bulut gibi şehre hücum etmişlerdir. İş­ te burada dünyanın en müthiş başıbozuk harplerinden biri vukua gelerek sabaha kadar şehrin içinde kızılca kıyamet kopmuş ve feryat ve figan asumanları (gökleri) tutmuştur. Takip ve tenkil kuvvetlerinin maksadı asi kuvvetleri ne­ rede ise, nasıl ise tutarak kahır ve tedmir etmek olduğun­ dan onlar herhangi zaif mülahazalarla işlerini yarına bıra­ kamazlardı. Fakat felaket orada idi ki , Çapanoğulları ma­ iyetlerindeki haşerat ile şehir içine girerek masum halkın arasına sığınmışlardı. Onların orada iken de bastırılıp vu­ rulmalarında zaruret vardı. Bu yüzden muhakkak şehre zi­ yan gelebilir, mutlaka halk dehşetlere ve mazarratlara gi-

90


riftar olurdu (uğrayabilirdi). Çare ne, artık ne olacaksa ola­ caktı. Çünkü düşmana aman ve zaman verilemezdi. Yoz­ gat'a bu yüzden gelebilecek zararlar düşünülecek olursa belki yarın yüzlerce Yozgat harabezara dönebilir ve belki vatan elden gidebilirdi. Fakat Yozgat'ın o gece boğuşmasında olup biten şey­ ler her türlü tasavvur ve tahmini geçmiştir. Bunu da bilhas­ sa iki şey sebebiyet vermiştir: Haylice kalabalık olan Ça­ panoğulları haşeratının şiddetli bir müdafaaya girişmeleri, yine haşeratın ortalıkta husule gelen kargaşalıktan istifade ederek birçok evlere dahi taarruzla yağma ve garet (çapul) gibi envaı (çeşitli) habasete girişmeleri. Nihayet gizlendikleri birçok binalardan sokaklardaki kuvayı milliye üzerine ateş etmekte ısrar ederek teslim ol­ maktan imtina eylemeleri üzerine bu nevi mebani (binalar) topa tutulmak suretiyle yer yer yangınlar zuhur etmişti. Hü­ lasa bütün şehir sabaha kadar top tüfek ateşleri ile yangın alevleri içinde cehennemi bir manzara arzetmekte ayak al­ tında ve ateş içinde kalan halkın dehşet ve fecaati manza­ rası her türlü tasvir ve tasavvurun fevkine çıkmıştır. Sabaha kadar devam eden bu kanlı müsademeler (ça­ tışmalar) esnasında asilerden birçokları peyderpey ele ge­ çirile geçirile nihayet sabahleyin ateşin arkası alınabilmiş ve kuvayı milliye tamamen şehre hakim olmuştur. Yalnız isyan mürettipleri Çapanoğulları bir kısım kuvvetleriyle kaçmaya muvafık olabilmişler ve isyan amil ve methaldar­ larından (çıkaran ve yardımcılarından) ele geçenlerse der­ hal divanıharbe tevdi kılınmışlardır. Kuvayı milliye divanı­ harpleri adaletin tatbik ve icrasında hıyaneti vataniye ka­ nunu ile amel ediyorlardı (iş görüyorlardı). Bu husus Erka91


nıharbiyei Umumiye Riyasetinden Yozgat ve havalisi kuv­ vetlerine dahi 1 9 Haziranda. sureti mahsusada tekiden teb­ liğ olunmuştur. Divanıharbin süratle icra ettiği tahkikatta derhal birçok asilerin bertaraf edilmesi neticesinde karar kılınmıştı. Bun­ lann belli başlılarını Yozgat hakimi Remzi Efendi ile sarık­ lılardan Şahap Efendi teşkil ediyorlardı. Bu iki adam isya­ nı körüklemek ve lstanbul' un mahut fetvalarını yürütmek için var kuvvetleriyle çalışmışlar ortalığı fesada vererek milletin kanına girmişlerdi.

Maceranın sonu Yozgat'tan firar edebilen Çapanoğulları 'nın Mecitözü civarında bulundukları ve derhal etraftan kuvvet toplaya­ rak yeniden iki üç bin kişilik bir haşerat gurubu vücuda ge­ tirmiş oldukları haber alınması üzerine derhal üzerlerine yü­ rünülmüş ve sekiz saatlik toplu tüfekli çetin bir muharebe­ den sonra asiler yine münhezim (bozguna uğramış) ve pe­ rişan kılınmıştır. Asiler evvelce o havalide buldukları top­ lan ve mitralyözleri zaptederek adeta muntazam bir ordu vücuda getirmeye çalışıyorlardı . Bu lıarpte ellerindeki top­ lar ve mitralyözler de alınmıştır. Kuvayı Milliye müteaki­ ben yoluna devam ile Ortaköy' ü ve Köhne'yi işgal eylemiş ve etrafa dağıttığı müfrezelerle silah derç ve cemine germi (ele geçirir ve toplamaya hız) vermiş ve asayiş ve inzibatın teessüsü gecikmemiştir. Asilerin reislerinden firar edebi­ lenlerin her biri bir tarafa savuşarak saklanmışlar ve işte Yozgat isyanı denilen haile de bu suretle kökünden kopa­ rılıp atılmak suretiyle bertaraf edilmiştir. Öyle ki, bitahara

92


daha müşkül zamanlar olduğu ve o taraflarda kuvvetli eş­ kiya çeteleri türeyerek epeyce gaile teşkil ettikleri halde bu havai ide bu hüküm ve manada hiçbir isyan eseri ve emare­ si görülmemiştir. İsyan olarak ileride yalnız bir Konya hadisesi görece­ ğiz ve onun da tedibine şahit olacağız, o kadar. Şimdi, takip ettiğimiz silsileye göre İngilizler Anzavur ve Düzce isyanlarını takiben belki en ziyade ehemmiyet verdikleri şu Yogzat macerasının akıbetini de sezdikten sonra Yunanlıları İzmir-Balıkesir cephesinde Milen hattı denilen mıntıkayı geçmeye sevketmişlerdir. Yozgat hadise­ si biterken Yunanlılar da Bursa'ya dahil oluyorlar, bu su­ retle Türkiye Büyük Millet Meclis ' i -zaten muntazır (bek­ lemekte) olduğu- asıl büyük imtihana davet olunuyordu.

93


YUNAN KUVVETLERİ TAARRUZA GEÇİYOR Tam Yozgat isyanı bastırılırken yani 1920 senesi Ha­ ziran 'mm son haftası iptidalannda (başlarında) Milen hat­ tı gerisindeki Yunan kuvvetleri, ilk hedef Salihli cephesi ol­ mak üzere, taarruza geçirilmiştir. Oradaki milli kuvvetle­ rimiz zaten muntazam kuvvetler olmadığı gibi dahili isyan­ lar yüzünüden içeriye alınan kuvvetlerin eksilmesiyle bir kat daha zayıflamış bulunduğundan Yunan kuvvetleri Mar­ mara nahiyesi istikametinde Salihli cephesini yardıktan sonra kolaylıkla Akhisar cephesini de geçmişlerdir. Salih­ li cephesi kuvayı milliyesi Alaşehir- Afyon hattı istikame­ tince evvela Gunay'a ve birkaç gün sonra orada dahi taz­ yik olunarak Elvanlar istikametine çekilmişlerdi. Daha doğ­ rusu bu havali kuvvetleri kısmen de Demirci, Simav, Ge­ dus (Gediz) ve Kütahya istikametlerine düşmüşlerdi. O za­ man oradan gelen arkadaşlardan dinlediğimize göre, mun­ tazam Yunan kuvvetlerinin oralarca namemul zannolunan (beklenmeyen) bu taarruzu yüzünden efrat(erler) ve ahali itibarıyla pek çok kargaşalıklar olmuştu.

Balıkesir düşüyor Mütearnz (taarruz eden) Yunan kuvvetlerinin bir kıs­ mı Akhisar'dan sonra Balıkesir istikametine teveccüh ede­ rek (dönerek) Giresun nahiyesinde karşılaştıkları o tarafku­ vayı milliyesiyle sekiz saat süren bir muharebeye tutuş­ muşlardır. O zaman 61. Fırka Kumandanı olan Miralay Ka­ zım Bey (Kazım Özal Paşa) bu muharebeden sonra faik (üs­

tün) kuvvetler karşısında usulü dairesinde ricatı iltizam et94


miş (çekilmeyi uygun bulmuş) ve oradaki· kuvvetlerin da­ ğılmasına meydan vermemek üzere tertip ettiği ricat (geri­ leme) planını tatbik ederek Balıkesir önünde, belki daha zi­ yade bu hesaba göre yapılmış bir mukavemetten sonra, ken­ disi başta olduğu halde, diğer zabitler, eldeki kuvvetler ve müdafaayi hukuk erkanı ile Bursa 'ya çekilmiştir. Balıkesir'in tahliyesi (boşaltılması) bütün Balıkesir­ Bandınna hattı garbının tahliyesine müncer olmak tabii ol­ duğundan o taraflardaki kuvayı milliye erkanı ve mensubi­ ni dahi Bursa istikametine çekilmeye müsareat (acele) et­ mişlerdir. Bursa'nın sukuttan(düşüşünden) evvelki manzarası Ben o tarihte İstanbul'da bulunan ailemi almak üzere Bursa'ya gelmiş bulunuyordum. Yunan taarruzunun Bur­ sa istikametinde meydan verdiği ricat ile o zaman binnefis Bursa'nın manzarasını ebediyyen unutamam: Hacim Mu­ hiddin Bey Vali ve Miralay Bekir Sami Bey de 56' ıncı Fır­ ka Kumandanlığı ile orada kumandandı. Bursa'nın içinde eli silah tutan insandan geçilmeyecek kadar kalabalık var­ dı. İnsana öyle geliyor ki, bu eli silah tutan adamlar teslih olunsalar (silahlandınhlabilseler), o zaman denildiğne gö­ re, dar bir boğaz olan Ulubat taraftan tutulsa, belki Bursa sukuttan (düşmekten) kurtulabilirdi. Yalnız düşman Mu­ danya veya Gemlik taraflarından bir ihraç yaparsa şehir he­ sabına vaziyetin müşkiil olabileceği takdir ediliyordu. Bu takdirde de müsellah (silahlanmış) kuvvetler daha müsait yerlere çekilmek suretiyle bir cephe tutmuş olabilirdi. Bir taraftan Balıkesir üzerinden Bandırma 'ya yürüyen düşma95


nın Bursa'ya geleceği pekala tahmin olunurken diğer taraf­ tan İngiliz torpitoları sahillere yaklaşarak valiye tehditamiz tebligat icra ediyorlar, fakat şiddetli cevaplar alıyorlardı. Gelen düşmana karşı mukavemet etmemek çok havsa­ lasız bir şey olduğundan Bursa 'da mutlaka bir şeyler yapıl­ ması için mütemadiyen çalışılıyordu. Silah bulunsa, belki teslih edilecek (silahlandırılacak) adam bulunacaktı . Bu maksatla memleketin kırk elliyi mütecaviz (aşkın) eşraf ve muteberanı belediye dairesinin geniş salonuna toplanarak kimde silah ve mühimmat varsa meydana çıkarılması esa­ sı üzerine bir hasbihal yapıldı. Herkes kendi mahallesinde ve etraf ve havalide birer ikişer silahı olacak kim varsa bu­ lacak ve bu silahlar yarından itibaren Müdafaai Hukuk'a teslim edilecekti. Pek çok adamda bir iki mavzer ile kafi mühimmat bulunabileceği farzediliyor ve bir kere bunlar toplanırsa düşmana hiç olmazsa ilk günler için mukavemet edecek bir kuvvet yapılacağı zannolunuyordu. Ertesi gün Müdafaai Hukuk'a uğrayarak getirilen si­ lah miktarını öğrenmek istedim. Cins ve nevi muhtelif an­ cak yirmi iki tüfek bulunup getirilebilmiş olduğunu öğren­ dikten sonra Bursa'da yapılabilecek bir şey olmadığına ka­ naat getirmemek imkanı olamazdı. Filhakika (gerçekten) 3 veya 4 temmuzda Yunan kuv­ vetleri Bursa istikametine gelerek derme çatma bir jandar­ ma kuvvetinin arzettiği ufak bir mukavemetten sonra Bur­ sa 'ya dahil olmuşlardı. Vaziyet yeis ve ıstırabı dai olmak­ la (davet etmekle) beraber asla gayri muntazır (beklenemez) değildi . Binaenaleyh şimdi artık evvela cepheleri tespit et­ meli, sonra da düşmanı vatanın hariminden atacak tertibat ve tedarikata tevessül etmeli idi .

96


Büyük Millet Meclisi'nin heyecanla bir celsesi

Yunan ordusunun taarruza kolaylıkla muvaffak olarak ehemmiyetli ehemmiyetsiz bir iki muharebe ve müsademe­ den sonra adeta kollarını sallarcasına bir vaziyetle muhtelif istikametlerden Anadolu içerisine doğru yürümesi milli mü­ cadefenin yeni ve muazzam safhasını açmıştı. Hele Bursa ve Balıkesir gibi şehirlerin düşman istilasına uğramış olma­ sı bilhassa Büyük Millet Meclisi sahnesinde top gibi patla­ yan hadiseler teşkil etmiş, orada birdenbire herkesi kabına sığmayan bir vaziyete ilka eylemişti (sokmuştu). Yunan ordusunun Bursa'ya kadar gelebilmiş, bugün, şimdi yeşil Bursa'nın Yunan işgali altında bulunmuş olma­ sını kimsenin havsalası almıyordu. Bu nasıl böyle olabil­ mişti, hususiyle bu nasıl bu kadar kolaylıkla olabilmişti. Bursa gibi Türklüğün ruhunu temsil eden güzel bir şehir sefil bir düşmanın eline nasıl düşebilmişti? Kaynayan Meclis, azim bir velvele (dehşet) içinde bir taraftan düşmanın def'ine ait tedbirler üzerinde ısrar eder­ ken diğer taraftan da düşmanın Bursa 'ya kadar gelmiş ve orasını geçmiş olmasını bir türlü zihnine sığdıramayarak buna meydan vermiş olanlar hakkında pek şedit ve biaman (sert ve acımasız) davranmak istiyordu. Mesele umumi cel­ selerde mevzu teşkil ederek nihayet bir gün Hamdullah Suphi Bey'in, hemen hemen umumun hissine tercüman olan ateşin bir nutku ile bütün bütün alevlendi. H�tip his­ siyatı tehyiç eden (coşturan) ve aynı hakikat gibi görünen uzun sözlerinde Bursa'yı harpsiz ve mukabelesiz düşma­ na teslim edip kaçanları şiddetle muahaze ediyor (kınıyor) ve bunların haklarında en ağır cezaların tatbikini talep edi97


yordu. Hatibin sarih (açık) hedefleri Bursa Valisi Hacım Muhiddin ve 56. FırkaXuıriandanı Bekii:- Sami B �ylerdi . Meclis'in tasvipkar galeyanı bir dereceye varmıştı ki bilhassa bu iki zatı muha.kl\ak. olan milthiş ve seri bir akibet­ ten kurtarabilmek için Mustafa Kemal Paşa'nın müdahalesi lazım geldi. Mustafa Kemal Paşa bu müdahalesiyle vaziye­ ti mütecellidane (cesaretle) izah etti. Evvela düşmanın vata­ nımız dahilinde böyle daha ziyade ilerleyebilmiş olmasının davet ettiği teessürleri pek tabii ve ve pek asil buluyor, fakat buna mukabil askeri bir salahiyetle teminat veriyordu: "-Heyeti celilenizin ittihaz edeceği (yüce kurulunuzun alacağı) tedbirlerle Türkiye Büyük Millet Meclisi ordusu­ nun düşmanı evvel ve ahar mukaddes toraklarımızdan çı­ karıp atacağında iştibaha mahal yoktur. Yalnız Yunan or­ dusu değil ve yalnız şimdiki haliyle Yunan ordusu değil, bu­ nun üç beş misli kuvvetlerle dahi karşılaşsak Türkiye Bü­ yük Millet Meclisi vatanın istiklalini ve milletin varlığını icap ederse memleketin son kayası üzerinde, hem de mu­ vaffakiyetle müdafaa etmeyi bilecektir. Halden müteessir olsak bile atiden asla endişemiz yoktur." Diyordu. Mevzuu bahsolan (sözü edilen) kumandana gelince, Bursa'nın sukutunda ona fazla sun'u taksir (kusur) atfetmeye askerliğin kavaidi (kuralları) gayri müsait oldu­ ğunu onun yerinde kim olsa neticenin maatteessüf içtinabı gayri kabil bir zaruretle bundan ibaret bulunacağını izah ile Meclisi itidal ve sükunete davet ediyordu. Bu izahata na� zararı kumandanın hatası yoktu, Meclis'in hataya düşme­ mesi lazımdı. Paşa'nın izahatı Meclis'i ani ve şedit (sert) kararlar ittihazından (almaktan) alıkoydu ise de ortalığın te­ essürü için için yanmakta devam etti.

98


Ne yapıp yapmak, Bursa'yı kurtarmak cereyam

tık iş olarak Meclis bir kere şu Yunanlıların Bursa'dan atılmaları için ne yapılmak lazımsa yapılsın fikri üzerinde ısrar etti. Bir aralık ilk heyecanlı gayretlerin bu nokta üze­ rinde tekasüfettiği (yoğunlaştığı) görülüyordu. Meclis, şim­ diye kadar hep dahili isyanları takip ve tedip ile meşgul olan bütün kuv\retleri cem (toplayıp) ve takviye ederek Bursa üzerine sevketmeyi ve oradan herçe badabat (ne olursa ol­ sun) düşmanı sürüp çıkarmayı düşünüyordu. tık manzara­ da Meclis şimdilik bu kadarını adeta terk ve ihmali gayri caiz milli bir haysiyet meselesi yapmış gibiydi ve ilk gün­ lerde bu böyle gidiyor gibiydi de ... Dahili isyan takibatındaki kuvvetlerden tasarrufları (ayınp alınması) kabil olanların şimdi de harici düşman cephelerine karşı Eskişehir istikametine hareketleri için emirler veriliyordu. O vakit garp cephesinin başına Ali Fu­ at Paşa gitmişti. Fuat Paşa, ilk Yunan taarruzu üzerine ce­ nuptan Elvanlar köprüsünde bir cephe tespit etmekle bera­ ber şimalde de bulabildiği kuvvetlerle evvela Bilecik ile Ye­ nişehir arasındaki Köprühisar'da, müteakiben Yenişehir'de şöyle böyle askeri bir vaziyet ihdasına çalışmakta idi. Şim­ di diğer mıntıkalardaki kuvvetler de bütün bu garp cephe­ sine gelecek olurlarsa belki daha esaslı bir şey yapılacaktı. Fakat Meclis'te behemehal (kesinlikle) Bursa'nın istirdadı (geri alınması) fikri hakimdi. Mustafa Kemal Paşa nasıl düşünüyordu?

Bu fikre yalnız Gazi Paşa'nın pek mülayim (yatkın) ol­ madığını o sıralardaki hususi bir mülakatımda (görüşmem99


de) öğrenmiştim. Paşa Bursa'nın istirdadını (geri alınması­ nı) imkansız görmüyor, fakat bu istirdadın askeri neticesi­ ni meşkıik (şüpheli) addediyordu. Hülasa olarak demişti ki: - Ciddi bir harekatı askeriye yapılabilmek için her ta­ raftaki vaziyetlerin tavazzuhu lazımdır. Bu gün İzmit'te düşman var, denizler düşman elindedir. Baskın şeklindeki bir hareketin Bursa 'yı bir müddet bize kazandıracağı kabul olunabilse bile yarın oradaki vaziyetimi.ze zıt bir düşman hareketi bize dahi Bursa'yı bili muharebe terk ettirebile­ ceği unutulamaz. Hele bakalım vaziyetler iyice tebellür et­ sin (belirsin). - Vaziyetlerin tavazzuhunu müteakip (belirmesi so­ nunda) askeri hareketlerin hemen başlayacağını tahmin bu­ yuruyor musunuz? - Meseleleri hadiselere göre değil, hakikatı vechile (uy­ gun) mütalaa etmek lazımdır. Bize lazım olan Bursa değil­ dir, vatandır ve bütün vatandan düşmanın defolup gitmesi­ dir ve bu, günü geldiğinde böyle olacaktır. Ancak tavakkuf ettiği şeraitin inkişafı (koşulların gelişmesi) ve istimali la­ zımdır. Bu itibarla bizim heyecan ve istical (acele) ile de­ ğil, belki teenni (ihtiyatla) ve basiretle hareket etmekte menfaatımız ve hatta zaruretimiz vardır. Unutulmamalıdır ki en kuvvetli düşmanlarımızla muhatız (çevriliyiz). Yunan nıunan fakat asri techizatla mücehhez muntazam ve kuv­ vetli bir ordu vardır. Maksadımıza vusul (ulaşmak) için iş­ te bütün bu müşkülatı yenmek mevkiindeyiz. Bu ise Bursa istirdadı ile temin edilmiş olamaz." İsyan mıntıkalarındaki kuvvetler hep Eskişehir istika­ metinde avdet ediyorlardı. Millette canlı bir faaliyet mukad­ dimeleri (başlangıcı) görünüyordu . . .

1 00


İcra Vekilleri Heyeti'nin miHete beyannamesi

İcra Vekilleri Heyeti 1 920 Haziran' ının son haftasın­ da başlayan Yunan taarruzuna karşı bir taraftan icap eden tedbirleri alırken diğer taraftan da millete ve dünyaya ( 1 Temmuz tarihli) şu beyannameyi neşir ve ilan ediyordu: 1 - lstanbul'da bulunan İngiliz hükümeti işgaliyesi İs­ tanbul gazetelerine verdiği tebliği resmide kuvayı milliye­ nin lzmit'e taarruz etmek suretiyle mütareke ahkamını ye­ niden ihlal ettiğinden dolayı sulh kampanyasının Yunan or­ dusunu ileri harekete mezun kıldığı ve Alaşehir, Akhisar, Soma'nın işgal olunduğunu bildirmiştir. Filhakika 22 Ha­ ziran, sene 1 920'den beri Yunan ordusu şarkan .ve şimalen taarruzuna devam etmekte ve uzun müddetten beri tahşit ettiği kuvvetler sayesinde memleketimizin bazı mahalleri­ ni işgal eylemektedir. Yunan ordusunun vazifesi ve evsafı farikası Müslüman milletini soymak, tahkir etmek, boğaz­ lamaktan ibaret olduğundan bu vazifeyi de büyük bir kan hırsıyla ifa etmektedir. Beyannamede mütareke ahkamının ihlalinden bahsolunuyor. Bir seneden beri fzmir'de Müslü­ man kanları dökülüyor. Mütarekeden sonra memleketimi­ zin en mühim kısmı işgal ve zulüm ve tecebbür ile esliha ve mühimmatımız gasp edildikten sonra halkımız Yunan bı­ çaklarına teslim ediliyor. Ahvali dahiliyemize müdahale, payıtahtımız işgal, makamı hilafet ve saltanatın faaliyeti müstakil esi iptal, velhasıl bir milletin mukaddes ve masum nesi varsa düçan tecavüz edildikten sonra mütareke ahka­ mından bahsolunabilmesi adalet ve insaniyetle cebren fe­ ci bir istihza olduğu kadar milletimizin ve hatta düveli ga­ libe milletlerinin temsili hakikatten tamamen aciz zanno101


lunduğuna yeni ve kati bir delildir. Bu ithamın başka kıy­ meti mevzuubahi s olamaz. 2- Hakikatte ise itilaf ricali başta İngiliz rüesayı idare­ si olmak üzere milletimizin imhasını tasmim etmişlerdir. Sulh muahedesi namı altında İstanbul memurlarına verilen teklifatı tam bir senelik bir nifakı dahili devresinden bili­ sitfade bilfiil ·tatbik ettiler ve derakap zuhur eden müşkilat üzerine esbabı mukavemetimizin tamamıyla imhasına za­ man kazanmak için heyeti tahkikiye vesaire suretinde mil­ letimizi aldatmaya teşebbüs ettiler. Gerçi bir seneden beri milletimizin ekseriyeti katıasını aldatmak imkanı olmadı­ ğını tecrübe ettilerse de herhalde vesaiti müdafaamızı ten­ kis hususunda mühim icra icraat yaptılar ve artık Türkiye idamının maskesiz icrası zamanı geldiğine hükmettiler: Bu zaman 16 Mart, sene 1 920'd�n başlar. Bu tarihte İngiliz me­ murlarının tertip ettiği planın hududu esasiyesi, evvela mil­ leti nifakı dahiliye düşürmekti. Filhakika nifakı dahili va­ sıtasıyla milletin külliyen inhidam etmesi ve bütün mem­ ieketin bir iki ay içinde düçarı esaret olması ihtimalini ümit ediyorlardı . Bu sayede İngiliz emperyalizminin suni bir surette ye­ tiştirmek istediği büyük Yunanistan İmparatorluğu Rume­ li 'de ve Anadolu 'da bütün memleketlerimizi külfetsiz bir su­ rette temellük edecekti. İstanbul 'da idarei örfiye ve İngiliz divanıharbi tesis ile itilaf menafiine tabi olmayarak müsta­ kilen menafi vataniyemiz halinde hareket etmeyi gayri mümkün bir hale getirmişler ve bununla da ikitfa etmeye­ rek doğrudan doğruya kendi memurlarını geçirmişlerdir. Bu memurlar ister yürekten vatan hiyaneti sevkiyle olsun, is­ terse İngiliz imha politikasını ve Yunan istilasını göreme1 02


yecek kadar basiretten mahrum olmaktan münbeis bulun­ sun, dini ve milli ve nakdi yed'i iktidarlarında bulunan bü­ tün kuvvetleriyle, milleti Osmaniye 'nin aleyhinde kıyam et­ mişlerdir. Üç aydan beri bütün dünya milletimizin yaşamak ve esir olmamak için gösterdiği havarıkı milliye ve içtima­ iyeye hayrandır. Nifah dahili yolunda çalışan bütün vesa­ it, alemi insaniyet ve İslamiyetin tezlili ve istikrahı önün­ de ve milletimizin azim ve salabeti karşısında erimektedir. Nifakı dahili oyunu kafi derecede işlendiğine kani olduk­ tan sonra Yunan ordusunun istimali zamanı geldiğine ka­ rar verdiler. Çünkü nifakı dahiliye galebe ettikten sonra Türk milletinin Yunan ordusunu perişan edebile'ceği mu­ hakkak bir keyfiyettir. Binaenaleyh henüz dahili harekat se­ bebiyle kuvvetlerimiz cephelerden uzak bir vaziyette bu­ lunurken Yunan ordusunu harekete getirmek icap ediyor­ du ve artık münafık kuvvetler vazifelerini ifa ederek mem­ leketi Yunan istilasına hazır bir hale getirmişlerdir. Bu iza­ hattan anlaşılıyor ki milletimizi imha planının ikinci safhai tatbiki olmak üzere Yunan harekatı askeriyesi devri geldi­ ğine kani oldukları için itilaf düveli galibesi Yunan ordu­ suna yol vermişlerdir. Binaenaleyh İzmit meselesi gibi ba­ sit ve hakkı meşru müdafaaya müstenit zaruretlerden ve her ne şekilde olursa olsun mütareke ahkamının ihlalinden bah­ setmeleri gülünçtür. 3- Türkiye'yi imha etmek için düşmanlarımızın tas­ mim ettikleri planın bundan sonra da diğer safahatı vardır. Sevahilimizin daha bazı yerlerinden bizi tazyik etmeleri ve iktisaden dahi abluka tedabirine tevessül etmeleri ihtimal dahilindedir. Bu ihtimalat bizce derpiş edilmiştir. Herhal­ de içinde bulunduğumuz mücadelat ve mücahedatta azim 1 03


ve tahammülümüzü kırabilmek azmiyle maddi ve manevi bütün tazyikatı peyderpey tatbik edeceklerdir. 4- Düşmanlarımızın tatbik mevkiine koydukları vesa­ ite tevfikatı süphaniye ile galebe edeceğimize dair ilk gün beslediğimiz ümitlerde bugün Yunan ordusunun akurane is­ tilaya başladığını gördükten sonra dahi daha kavi ve daha azimkar bulunuyoruz. Milletimiz Anadolu gibi vasi ve fey­ yaz bir muhiti faaliyet içinde yalnız munafık ve Yunan kuv­ vetleriyle istila ve imha edilemez. Düşmanın istilası ne ka­ dar vüs'at peyda ederse izmihıaii de o kadar sürat va kati­ yet ile husul bulacaktır. Bütün ahalimizde münafıklar ve Yu­ nanlılara karşı sönmez bir azim ve kin uyanmalı, Yunan or­ dusunun ilerisinde gerisinde nerede kalırsa kalsın her Müs­ lümanın vazifesi Yunan neferine hücum olmalıdır. Cenabı Hak Yunan benay hayalinin mahvını bize nasip edecektir. 5- Yaşamak isteyen milletimizin talebi basit bir keli­ mede mündemiç ve meşrudur: İstiklal! . . Avrupa'nın rüesa­ yı idareden ve sermayedarlardan ayn olan asil milletleri bi­ zim hayatımızı bize çok görmüyorlar. Eğer bugün Fransız milleti ile, İtalyan milleti ile, hatta İngiliz milleti ile muha­ sama halinde bulunuyorsak bu, o milletlerin seslerini işit­ tirememelerinden ve kendi rüesayı idarelerinin istila ve ser­ maye emelleri için bizi imha etmelerine ses çıkaramama­ larındandır. Fransızlarla samimiyetle tesis ettiğimiz müta­ rekenin temdidine Fransız memurları mütareke esasında ahalimize işkence ettirmek, verilen söze muhalif olarak adamlarımızı tevkife devam etmek, velhasıl tatili muhase­ mattan bilistifade memleketimizi yeniden işgale kıyam et­ mek gibi ahval ile fiilen imkan bırakmadılar. Diğerleri de böyledir. Bu devir Fransız ve İtalyan ve diğer milletler me1 04


murlarının İngiliz rüesayı memurini emrine itaat ettikleri ve milletimizin fiilen ve muttariden imhasını sermayedar­ ların kendi menfaatlarına muvafık zannettikleri devirdir. Bu devri atlayıp milletleri söylemeye davet etmek için ya­ şamaya haklı olduğumuzu ve hayatımızı elimizden almak için kendilerinin birçok hayatlarını feda etmek lazım oldu­ ğunu ispat edeceğiz. Bütün milleti vifak ve ittihada ve Yu­ nanlıların aleyhine kemali azim ile kıyama davet ediyoruz. İrşat ve içtihat Yunan izmihlal ini inayeti Hak 'la yakın bir zamanda müyesser kılacaktır." *

Mustafa Fevzi Paşa'nın ruhunu taşıyan bu beyannamenin samimiyeti, Türk tarihinde ve Anadolu istiklal cidalin­ de (savaşında) açılan sahnenin sanki programı idi ve öyle oldu. 1920 Temmuz'u başında cephe vaziyeti

İlerleyen Yunan ordusu Bursa'ya geldikten sonra bi­ zim İzmit taraflarındaki mevhum (varsayılan) mütareke hu­ dudumuz fiilen Geyve boğazına inmek zaruri idi. Bu vazi­ yette kuvvet olarak, ordu olarak artık Kocaeli yarımadası içinde dağınık kalamazdık. Bursa'ya gelen ve oradan ile­ riye de yürüyen düşman kuvvetinin bu vaziyeti bize İzmit taraflarında cephe olarak yalnız Geyve boğazı mesnedini bırakmış olurdu. Deniz düşman elinde bulunduğuna göre Yenişehir-Geyve boğazı hattının şimal kısmı artık düşman nüfuzu altında bir saha addolunurdu. Bursa'yı geçen Yunan kuvvetleri Bursa ile Yenişehir arasında Dimboz sırtlarını tutmuşlar ve İnegöl istikametin1 05


de de Aksu'ya kadar ilerlemişlerdi. Binaenaleyh oradasi Yunan cephesi o gün için Dimboz sırtlan ve bu sırtlardaki Dimboz çeşmesi ile Aksu arasına çekilecek hat idi. Yunan kuvvetinin on beş gün zarfında İzmir cephesinden kalka­ rak ta buraya kadar dolaşmış ve bunun gerisindeki bütün o büyük Anadolu parçasını sukut ettirmiş olması hakikaten şaşılacak bir şeydi. İşte bu cihet Türk'ün havsalasına sığmıyordu. Daha fazlası vardı: Mesela ben Bursa'nın son günlerinde orada bulundum. Bir yığın halk, hiçbir şey yapmaya kadir olmak­ sızın, bizar ve muzdarip, çalkanıp dalgalanıyordu. Panik ile karışık bir bozgunun ne demek olduğunu Bursa'da ve Bur­ sa-Yenişehir-Bilecik yolunda kendi gözlerimle gördüğüm için Ankara'ya ruhan, milletim namına, büyük bir hacalet altında, ezilerek varmıştım. Bir taraftan Yunanlılar bu ka­ dar suhuletle (kolay) topraklarımızı istilası havsalaya sığ­ maz bir şeydi, diğer taraftan Türk'ün bu aciz ve meskene­ ti (becerisizliği) anlaşılır şey değildi. Fakat bir kaza idi ki nasılsa böyle olabilmişti. Nihayet Türk ilk günlerin hayret ve gafletinden sıyrılıyor, yavaş yavaş kendine geliyordu. Yu­ nanlı !ar belki buralardan daha ileri gidecekler ve fakat mil­ letin artık uyanmaya başlayan yeni azim ve meramı onları nihayet hurdahaş edecekti. Yunanlıların Uşak-Afyon istikametindeki cephesi El­ vanlar köprüsünün Alaşehir tarafında idi ve köprü bizde i­ di. Ali Fuat Paşa Uşak'ta mümkün olabildiği kadar kuvvet cemetmişti. Bu cephenin ileri hattı bize göre Elvanlar köp­ rüsü idi. Bunun haricinde Demirci üzerinden Kütahya'ya giden bir saha vardı ki henüz düşman o cihete ciddi bir yü­ rüyüş yapmamış ise de, yapması pek kuvvetli ihtimal da1 06


bilinde olduğu halde tarafımızdan bu cihete ait olarak he­ nüz bir tertip ve tedbir alınmış değildi. İşte cepheler vaziyeti l 920 Temmuz iptidalarında (baş­ larında) böyle idi ve bu vaziyette Bursa'nın istirdadına (alınmasına) mı gidilsin, yoksa başka bir hattı hareket mi tutulsun, meseleleri tetkik olunuyordu. Ankara'da bir miting

tık buhran ve heyecan günlerinde ne yapılacaksa be­ hemehal yapılarak Bursa'nın herçe badabat istirdadı (ne olursa olsun geri alınması) isteniliyordu. Bu, ilk günlerde, adeta önüne geçilemeyecek kadar, kuvvetli bir cereyan idi. Bu maksatla Büyük Millet Meclisi önünde yapılan bir mi­ ting muhteşem ve ulvi tezahürat ile milletin gizli ve kahir kudretini meydana çıkarıyor ve yükselttikçe yükselitiyor­ du. Orada İzmir bağırıyor, Manisa bağırıyor, Aydın haykı­ rıyordu. Yeşil Bursa feryat ve figan ediyor, nihayet bütün vatan ve bütün millet köpürüyor, kükrüyordu. Ankaralı bir hoca en sonunda hitabet kürsüsüne çıkarak Ankara namı­ na ve bütün vatan ve millet namına Bursa'nın ve bütün e­ sir memleketlerimizin kurtarılması namına ahtü peyman teklif ediyor ve bu ahtü peyman yerleri sarsan gökleri tit­ reten bir gulgule (haykırma) halinde, yükseliyordu. Neye uğradığını bilmeyen milletin ilk Yunan taarruzu karşısındaki şu ulvi hayret ve ıstırabı sevkile, ilk günlerde, toplanabilecek bütün kuvvetler ile derhal Bursa 'nın istir­ dadına gidilmesi hemen hemen umumi bir kanaat gibiydi. Aradan on beş gün geçmesiyle bu vaziyette yavaş yavaş bir tebeddül (başka şekle) zaruri kabul edilmeye başlanmıştır. 1 07


Bu bahiste Mustafa Kerrial Paşa'nın fikri ne olduğıiitu yukarıda söylemiştim. Bilhassa Paşa vaziyeti askeri bir göz­ le mütalaa ederek ancak o dairede hareketin makul ve salim olacağını düşünüyor ve hal ve mevkie akıl ve mantığın hü­ kümran olması için ilk ıstıraplı heyecanların biraz geçme­ sini bekliyordu. Nihayet cephe vaziyetlerinin tetkik ve tes­ pitinden sonra hemen Bursa istirdadına gitmenin devamlı bir netice vermedikten başka belki felaketleri bile davet edebi­ leceğini birer ikişer herkes idrak ve takdir etmeye başladı. istirdat mümkün, fakat muhafaza müşküldü

tık heyecanların verdiği azim ve katiyetle Bursa üze­ rine yürüyecek kuvvetlerimizin orasını istirdat edebilecek ­ lerini (geri alabileceklerini) Mu"stafa Kemal Paşa da müm­ kün görüyordu. Fakat Bursa istirdat olunup da ne olacaktı. Acaba istirdattan sonra orasını muhafaza edebilecek miy­ dik? flck galip bir ihtimalle edemeyecektik! Çünkü: 1 - Bursa 'yı istirdat edecek kuvvetlerimiz, düşmanı Bandırma istikametinde ilanihaye (sonuna kadar) takip ede­ cek miktar ve kifayette olamayacaktı. Binaenaleyh Bur­ sa 'nın istirdadı olsa olsa ilk günler için Apolyont gölü ta­ raflannda bir cephe ihdasına müncer olabilirdi. 2- Adeta bir yıldınm baskını ile yapılmış olacak bu is­ tirdattan sonra düşmanın takviye kıtaatı alarak tekrar aynı istikamette, yani Bandırma-Susurluk tarafından gelecek kuvvetlerinin yeni taaruzlanna mukavemet olunup oluna­ mayacağı bir mesele idi. 3- Düşman, şimal tarafından Mudanya ve Gemlik ta­ raflarına asker çıkanrsa yandan vurulmak tehilkesine kar1 08


şı bizim kuvvetlerimiz belki kendilerinden çekilmek mec­ buriyeti ile karşılabilirlerdi. 4- Düşman, hatta İzmit tarafından Adapazan'na bila mani (engele uğramadan) kuvvet sevketse, Bursa'daki kuv­ vetlerimizin hattı ricatı (geri çekilme) yine tehlikede kalır­ dı. Düşman bu tarikte Geyve ile hatta meşgul olmaya bile lüzum görmeksizin Yenişehir ve İnegöl istikametlerinde ilerleyebilirdi. 5- Düşmanın Alaşehir'den gelen kuvvetleri Uşak isti­ kametinde ilerleyerek Afyon üzyerine belki suhuletle (ko­ layca) yürüyebilirlerdi. Orada şöyle böyle bir ceple tutul­ muş ise de kafi derecede kuvvetli olmadığımızı biz biliyor­ duk. Bu takdirde dahi Bursa taraflarına sevkedilmiş olacak kuvvetlerimizin alelacele ta Eskişehir'e kadar ricat etmek mecburiyetleri kati ve içtinabı gayri kabil bir zaruret ola­ rak tahakkuk edebilirdi. 6- Garptan Kütahya'ya isal eden (ulaşan) Demirci-Si­ mav sahası tamamen açıktı. Oradan gelebilecek bir düşman kuvveti karşısında, Uşak'taki kadar bile bir mukabele ve mukavemet kuvveti bulacak değildi ve önünde hiçbir hail olmayan düşmanın o istikamette ilerleyemeyeceğini farz et­ mek tabii doğru olamazdı. Hatta bizim Bursa'yı istirdat et­ tiğimize mukabil düşman yalnız o istikamette Kütahya'ya doğru ilerlerse biz Bursa'yı yine alelacele terk edip ta Es­ keşiher' e kadar inmeye mecbur kalacaktık. "Bize lazım olan Bursa değildir, vatandır

Bütün bu mütalaat önünde Mustafa Kemal Paşa 'nın: " - Bize lazım olan Bursa değildir, vatandır" düsturu 1 09


hal ve mevkie kolaylıkla ve kat'iyetle hakim olmaya baş­ lamış bulunuyordu. Yalnız Bursa'yı değil, bütün vatanı kur­ tarmak mevzuu bahisti. Bu da ancak Yunan ordusunu yen­ mekle tahsil olunabilir bir netice idi. Bursa 'nın alelacele is­ tirdadı fikri, gözler önündeki felaketin heyecanlarından mütevellit idi.

O bir vaziyet ise çetin hakikat idi. İşte şim­

di herkes bu çetin hakikat ile karşılaşmayı, ne kadar acı ve ne kadar kahir ise de, çaresiz ve zaruri kabul etmeye tema­ yül ediyordu. İşleri bu l>akikatler dairesinde yürütmek için bir taraftan icra vekilleri heyeti olarak takip müzakere ve takrir eylemek, diğer taraftan da teşri kudreti gibi icra sa­ lahiyetini de nefsinde cemetmiş olan Meclis' e gelerek an­ latmak ve anlaşmak lazım geliyordu. Ve bunlar böyle ya­ pılıyor, Meclis'in aleni olduğu kadar gizli celseleri de te­ akup ediyordu. Şimdi teressüm eden (beliren) cephelerin tespiti ile ilk iş olarak Yunanlıların muhtemel daha ziyade ileri hareket­ lerinin önüne geçmek lüzumuna tevfiki hareket olunuyor­ du. Binaenaleyh Eskişehir'de tecemmü etmiş olan kuvvet­ lerin mühim kısmı derhal Kütahya illerine gönderilmek su­ retiyle cephe olarak bütün bütün açık bulunan bu kısmının dahi setri (kapatılması) cihetine gidilmiştir. Söylediğimiz veçhile bunlar daha ziyade isyan mıntıkalarından geri alı­ nan Kuvayi Milliye idiler. Bu kuvvetler Kütahya Gedus (Gediz) üzerinden yürüyerek Simav istikametinde ilk iş ol­ mak üzere bir Şalgamoğulları hadisesiyle karşılaşmıştır. Bu sırada Yunan kuvvetleri de Demirci kasabasını işgal et­ miş bulunuyorlardı.

ı 10


DEMİRCİ'NİN SUKUTU VE ŞALGAMO<'iULLARI HADİSESİ Yunan 'lılar 92_0 Haziranı ,.nm yirmi ikinci günü başla­ yan taarruzlarının ilk kısmında daha ziyade Balıkesir-Ban­ dırma-Bursa tarafına ehemmiye-t vererek bilhassa o kısım­ da ilerlemişlerdi. İngilizlerce tasavvur edilen bu taarruz planının bilhassa Eskişehir-Afyon hattının ele geçirilmesi­ ni istihdafettiği (hedef aldığı) ilk bakışta görülebilirdi. Es­ kişehir'le Afyon' u işgal edecek bir düşman kuvvetinin, hu­ susiyle onun-velevki perde arkasından-emir ve kumanda­ sı İngilizler elinde oldukça İstanbul 'dan başlayarak ta Kon­ ya'lara kadar demiryoluna tahakküm etmeyi temin edece­ ği pek kolay ve fakat pek korkunç bir ihtimal olarak tasav­ vur olunabilirdi. Anadolu istihlas cidalinde (Kurtuluş Sa­ vaşı 'nda) uykumu kaçıran safhalardan birinin de bu oldu­ ğunu burada kaydetmeliyim. Düşman bir taraftan Bursa 'yı geçmişti, diğer taraftan İzmit taraflarında Geyve Boğazına kadar olan sahayı ken­ di nüfuzu altına kazanmış hükmünde idi. Aşağıdan da bir taraftan Uşak üzerinden Afyon 'a, diğer taraftan Demirci­ Simav-Gedus (Gediz) üzerinden Kütahya 'ya yürüyebilirdi ve bu yürüyüşlerin muvaffakiyeti bütün o korkunç ihtima­ li tahakkuk ettirerek bizi demiryolunun şark tarafına ata­ rak adeta meflüç bir hale sokabilirdi.

ismet Bey'le (İnönü) bir konuşma Bu meseleden dolayı o zaman Erkanı Harbiyei Umu­ miye dairesine giderek İsmet Bey (Paşa) ile konuşmuş, ta-

111


savvur ettiğim ihtimalleri izah ederek fikrini sormuştum. ismet Paşa derin derin düşünerek şu cevabı verdi : - Düşmanı her halde yeneceğiz. Bundan eminsin değil mi? Gayemiz, bu olduktan sonra muhtelif safahat ve ihtima­ lat üzerinde fazla tevakkuf (durmak) caiz olmasa gerekir. - Gayemiz malum ve onun behemehal tahakkukuna ait emniyetimiz berkemaldir (tamdır). Ancak bugün benim za­ tıalinizden sorduğum şey muayyen (belli) bir meseledir: Ev­ vela Eskişehir-Afyon hattını ve dolayısıyla belki Konya'ya kadar,.belki daha ilerilerine kadar bütün demiryolunu kay­ bedebilmekliğimiz ihtimali mevzuubahistir. Cidal (harp) ta­ rihimizde bu ihtimalin tahakkuk edip etmemesinin pek bü­ yük ehemmiyeti vardır. Ve zatıalinizden sorduğum bu mu­ ayyen vaziyettir. Hatta buraya yalnız suali sormakla iktifa etmek için gelmiş değilim. Gönül istiyor ki bu korkunç ih­ timal tahakkuk etmemesi için ne yapılacaksa yapılsın. Bi­ raz da ve hatta esasen işte bu temenniyi arzetmeye gelmiş bulunuyorum. ismet Bey'in zeki gözleri istikbalin meçhul ufukları­ na daldı. Bu sırada artık hemen yanıbaşıntlaki muhiti gör­ müyor, benim kendisine söylediğim ve mutlaka vazıh ve sa­ rih cevap vermesi için üzerinde ısrar ettiğim meselenin bü­ tün sahalarını ve bütün sahalardaki enlerini boylarını ölçü­ yordu. Tefekkür aleminden biraz yorgun bir çehre ile ayrı­ lan İsmet Bey bana dönerek ve ellerimi tutarak: Korktuğun noktanın ciddiyeti inkar edilemez ve orası için bu günden kat'i bir şey söylenemez. En samimi söz şu­ dur ki orada (yani Eskişehir-Afyon hattında) bir buhran, hat­ ta buhranlar geçirmekliğimiz ihtimali yok değildir. - Buhran? .. Yani? . .

1 12


Bu sualim karşısında gayri ihtiyari güldü: - Buhran, yani buhran. . Dedi. Meğer askeri ıstılahında (dilinde) buhran de­ mek, mesala bu meselede (Afyon-Eskişehir hattının alınıp verilmesi ihtimali) dernekmiş. Fakat hemen ilaveye rnüsa­ raat(acele ilave) etti: - Harptir bu Nadi Bey, onun bütün safahatı birer buh­ ran sayılmak mümkündür. işte mesela şimdi bir buhran içindeyiz, hem de büyükçe bir buhran. İçinde bulunduğu­ muz buhranın askeri bir ifade ile derecesini söylesem tüy­ leriniz ürperebilir. Halbuki bu işlerde ara yerde geçen ve geçecek olan şedit (şiddetli) veya hafif safhalar üzerinde çok ısrar etmemek ve bilakis nihayet varılacak son netice­ yi göz önünde tutmak lazımdır. Son netice bize göre düş­ manın mağlubiyeti ve gayemizin behemehal istihsalidir ve biz bu gayeye mutlaka varacağız. O halde aradaki buhran­ lara o kadar ehemmiyet vermeyebiliriz . . . İsmet Bey'in (içinde bulunduğumuzdan bahsettiği o tüyler ürpertici buhran) o zaman rnernleketlerirnizi kolay­ ca istila eden muntazam bir Yunan ordusuna mukabil bi­ zim henüz ordu denilecek bir kuvvet teşkil edememiş bu­ lunduğumuz ve hatta buna belki henüz ciddi surette başla­ maya vakit bile bulamamış olduğumuz idi. Bu ordu Türki­ ye Büyük Millet Meclisi'nin istiklal cidali (savaşı) ordusu olacak ve ihtimal ki ilk neferinden başlanmak şartıyla ye­ niden vücuda getirilecekti . . . Yunanlıların cenupta Kütahya istikametinde bir fırka ile Demirci 'yi işgal ettikleri zaman bu cepheyi örtmeye memur edilen Türk kuvvetleri de Simav yakınlarına yetişmiş bulu­ nuyorlardı. Burada Kuvayı Milliyemiz ilk iş olarak Şalga-

1 13


moğulları denilen bazı mütegallibenin vücuda getirmiş ol­ duldarı dalalet ve seciyesizlik kuvvetleri ile çarpışmaya mec­ bur olmuştur. Buraya sevkolunan Etem Bey kumandasında­ ki kuvvetler olup evvelce unvanlarına Kuvayı Tedibiye de­ nilirken şimdi Kuvayı Seyyare adını almışlardı. Şalgamoğulları hikayesi!

Bu hadiseyi iyi anlamak için Yunan işgalinin mucip (yaratmış) olduğu hayretler ve kargaşalıklar arasındaki ba­ zı garip vaziyetleri hatırlamak lazımdır. Evvela Şalgamo­ ğulları hikayesi: bizim Kuvayı Milliye Simav'a yaklaştığı zaman orada, tıpkı Yozgat'taki Çapanoğulları gibi, Şalga­ moğullan denilen bir ailenin kafi miktar kuvvet hazırlaya­ rak Yunan kuvvetlerini hüsnü istikbal ve fakat şayet Yunan kuvvetleri ile oralarda harp yapmaya gelecek millici kuv­ vttler görülürse onlara karşı da şiddetle mukabele etmek istedikleri anlaşılmıştır. Dahili isyanlardan sonra Kuvayı Milliye Simav'a yak­ laştıklarında oralarda yerli ve muarız böyle bir kuvvetin vü­ cudundan haberdar olmuşlardı. Simav'dan Demirci'ye gi­ dilirken Hisarköy diye bir köy varmış. işte bu Şalgamoğul­ ları tahsisen (özellikle) bu köyün müteneffizlerinden (nü­ fuzlularından) biraz kanlı canlı mahlukat idiler. İzmir işga­ linden sonra Yunanlıların içerilere ilerlediğine vakıf bulu­ nan bu Şalgamoğulları bir kere Akhisar-Salihli hattındaki müdafaanın halka yüklediği ağırlıktan için için şikayetçi i­ mişler. Yunan ordusu taarruza geçerek oradaki milli cephe bozulunca, bu defa artık bir kere daha milli cephe teşekkü­ lüne meydan vermeyecek bir hattı hareket iltizamını ihti1 14


yar etmişler ve bu maksatla o havali halkını bulunabilen es­ liha ve mühimmat ile teçhiz de eylemişlerdir. Maksatları şu­ dur: Yunanlılar gelirse hüsnü kabul ve istikbal edecekler, Yunanlılara mukavemet etmek isteyen dahil i kuvvetler çı­ karsa onlarla muaraza ve musaraa (çatışacak ve engel) ey­ leyeceklerdir. Bu Şalgamoğulları ilk iş olmak üzere Simav kazası köylerini kendilerinin bu alçak maksatlarına kazandıktan sonra bu kadarının kifayet etmeyeceğini hesap etmişler, ta Kütahya'ya varıncaya kadar bütün o havalideki kasabalara ve köylere adamlar göndererek onları da hep kendileri gi­ bi hareket etmeye ikna için pek fazla çalışmışlardır. Zaten kendi muhitlerindeki tertibatları epeyce kuvvetle teressüm ettiğinden (şekillenmiş olduğundan) mahalli memurları azil ve tebdil etmek ve işlerine gelen adamları memur tayin ey­ lemek suretiyle tasarrufat icrasına dahi başlamışlardır. Orada belli başlı kuvvetimiz olmamakla beraber, otu­ zar kırkar kişilik, yüzer yüz ellişer kişilik bazı millici çete­ lerimiz faaliyet ve cevalan (gezici) halinde bulunmakta idi. İşte bu Şalgamoğulları ilk iş olarak bizim bu çetelerimizin kendi muhitlerindeki dolaşmalarım önlemek üzere fiiliya­ ta dahi geçmişlerdi ! Halbuki son giden Kuvayı Milliye öy­ le seksen veya yüz elli kişilik bir çeıe olmayıp, en az üç dört bin raddesinde bir kuvvet olduğundan Şalgamoğullan bun­ ların karşılarında aşık atamıyacaklardı. Olsa olsa bu Şalga­ moğulları tertibatı Yunanlılara istinat edebilirlerdi. Halbu­ ki çok büyük bir süratle oraya vasıl olan Kuvayı Milliye, ken­ dilerinin böyle bir tedbir almalarına mani olmuştur. Kuvayı Milliye, ilk tedbir olmak üzere Simav ile Yu­ nan kuvvetleri tarafından bir iki gündür işgal olunmuş bu-

1 15


lunan Demirci arasını kesmişler ve oradaki Hisarköyü'nü muhasara etmişlerdir. (Ardından da) Müteakiben Simav'a hücum ederek altı saat süren kanlı bir mücadele neticesin­ de orasını işgal etmişlerdir. Şalgamoğullannın en ileri ge­ leni bu mücadelenin maktulleri (öldürülenler) arasında bu­ lunmuş ve hadise böylelikle kapanıp gitmiştir.

Demirci'ye yapılan baskın Simav'ın işgali 920 Temmuzunun ikinci yansında va­ ki oldu; Kuvayı Milliye o taraflardaki icraatını tespit ettik­ ten sonra Yunan kuvvetleri ile kanşlaşmak safbasına geç­ miştir. Yunanlılar, sekiz on günden beri bu tarafta Demirci kasabasına kadar ilerlemişler ve mezkfu kasabaya girmiş­ lerdi. Galiba, ileri hareketlerini bilahara tanzim etmek üze­ re, şimdilik Bursa taraflarındaki cephelerinin takviyesini bekliyorlardı. Orada vaziyetleri iyice taayyün ettikten (bel­ li olduktan) sonra sıra cenuptaki vaziyetlerinin takviyesine ve ilerletilmesine gelebilirdi. Kuvayı Milliye Kütahya isti­ kametinde karşılarına tesadüf eden Yunanlıları iz'aç etıne­ yi (rahat bırakmamayı) tasavvur ederek buna göre tertibat almaya başlamış ve ağustosun ikinci günü sabahı Demirci kasabası üzerine baskın şeklinde hücum etmiştir. Yunanlılar Demirci 'de öyle bir taarruza maruz kalabi­ leceklerini hiç hesaba katmamış olduklarından tam bir gaf­ let içinde bulunuyorlardı. Kuvayı Milliye geceden Demir­ ci 'ye yaklaşarak muayyen mevzileri tutmuşlar ve alessabah taaruza geçmişlerdi. On saat devam eden bu muharebe ga­ yet şedit (şiddetli) olmuş ve Yunanlıların inhizam (bozgun) ve firarlarıyla neticelenmiştir. Filhakika muharebe on sa-

1 16


at zarfında topçu ve tüfek ateşiyle devam ettikten sonra ak­ şam üzeri süngü hücumuna inkilap etmiş (dönüşmüş) iki saat de bu suretle boğuşulduktan sonra düşman kuvvetleri perişan bir surette çekilmeye mecbur olmuştur. Düşman birçok esliha (silah) ve mühimmat da terk ederek gitmiştir. İki taraftan epeyce zayiata mal olan bu muharebenin etrafa aksi hayli velveleli oldu. Bizim tarafın mecruhları (yaralıları) arkalara ve hatta Ankara'ya kadar nakledilmiş­ ti. Bunlardan ilk İzmir işgalinden beri, Kuvayı Milliye cep­ helerinde fedakarane hizmetleri görülen pek haluk Hafız Hüseyin Bey'in yarası ağırdı. Kendisinin Ankara'da teda­ visine ihtimam edildiyse de muvaffak olunamayarak irti­ hal etti (öldü) ve pek mutantan bir cenaze alayı ile Hacı­ bayram Camii haziresine (avlusuna) tevdi olundu. Kuvayı Milliye tarafından Demirci 'd.! yapılan taarru­ zun askeri bir kıymeti vardır denilemez. Üç dört bin kişi­ lik gayri muntazam bir kuvvetin, Yunan fırkasını baskın şeklinde bir hücum ve anut (inatçı) bir muharebe ile ricata icbar etmesinin sırf mevzii ve muvakkat bir muvaffakiye­ te inhisar edeceği çok geçmeden anlaşılmıştır. Ancak düş­ manın umumi taarruza geçtiği bir ayı mütecaviz bir zaman­ dan beri ve ufak tefek ilk mukavemetlerden sonra bizim ta­ rafımızdan ilk defa vaki olmuş askeri bir harekat olduğu için milletçe hususi bir ehemmiyetle karşılanmıştı... Muntazam bir orduya doğru

Bu sırada Ankara'yı ciddi bir surette işgal eden en esaslı mesele, muntazam bir ordu vücuda getirmek için sar­ fedilecek mesai etrafında temerküz etmiş (toplanmış) bu­ lunuyordu. Ancak bu işin husul ve tekemmülünü (olması 1 17


ve gelişmesini) biraz da zaman ve hadisatın inkişafı temin edecekti. Gerçi kadro halinde ordu cüzüleri (parçalan) yok değildi. Fakat onların doldurulması, talim, tensik (düzen­ leme) ve bilhassa teçhiz kılınmaları lazımdı. Yalnız Kuva­ yı Milliye şeklindeki karışık topluluklar ile bu büyük işin hal ve ihtaç edilemeyeceği düşünülüyordu. Nitekim Demirci'yi istirdat eden (geri alan) Kuvayı Milliye, faik (üstün) kuvvetler karşısında, orasını üç gün sonra terk ve tahliyeye mecbur olmuştu. Yunanlılar ricat eden (çekilen) bu kuvvetlerini, geri­ den gönderdikleri diğer kuvvetlerle hemen takviye ve yine Demirci üzerine sevketmiş olduklarından oradaki Kuvayı Milliye bu faik (üstün) kuvvetlere karşı Demirci 'deki vazi­ yetini emin görmeyerek Simav istikametine çekilmiştir. Kuvayı Milliye burada tuttuğu emin mevkilerde bir ay ka­ dar kalmış ve düşman da ciddi bir ileri hareketi gösterme­ miştir.

1 18


ÇERKEZ ETHEM HADİSESİNE DOGRU iLK VAKA ...

Eylül içinde cereyan eden garip bir hadisenin yakın bir atide (gelecekte) zuhur edecek mühim bir ihtilaf ve dalale­ tin adeta menşeini teşkil etmek itibarıyla burada olduğu gi­ bi kayıt ve tespitini lazimeden (gerekli) addediyorum. Bu hadise Kuvayı Seyyare Kumandanı Çerkez Ethem'in o za­ man Dahiliye Vekili olan Refet Bey'e (Paşa) gönderdiği muhakkirane ve mütehakkimane (küçümseyen ve hükme­ den) bir telgrafname idi. Bir sureti nasılsa evrak arasında kalmış olan bu telgrafnameyi kısmen ve az çok düzelterek dercediyorum: Ankara'da Dahiliye Vekili Refet Bey'e, Dün, Alacalı Dede Galip Bey Zade Gazi Hüseyin Bey 'den cevaben aldığım telgrafta: Yozgat ve hava/isi ihti­ lali alakadaranından, cephelere iştirak etmek suretiyle ve hükümetin karar ve tasvibi ile affedilen/erden bize iltihak eden üç yüz kişilik efrattan geri kalanların toplanmasına memur edilen Hüseyin Gazi 'nin sevkettiği otuz kırk kişinin Anka.ra 'dan iade ve memuriyetini ispat eden Hüseyin Gazi Bey 'e vermiş olduğum vesikanın sizin tarafınızdan alına­ rak "Bu gibi mezuniyetler ve muamemeler hükümete ve ba­ na aittir " gibi tahkiramız muamelenizden bahsedilmekte­ dir. Pek nabemevsim bu muamelenin tarafınızdan yapıldı­ ğına ihtimal vermemekle beraber herhalde şayanı takip ve tashih görmekteyim. Vazifei vataniyemden ayırmak suretiy1 19


le o hava/iye berayı tedip gönderilmekligim de hükümetin emriyle ve arzum hilafına idi. Zatuili ve emsali müfrezele­ rin havalii mezkUrede vazifei tedibiyenin icrasında kemali emniyetle şoselerde gezmek ve seyahat etmek gibi harelui­ ta geçmekte ademi muvafakiyetini unutmamak lazım gelir. Zaman ve istikbal daha çok hakiki vatanperverleri meyda­ na ihraç ve maatteessüfsahteleri de itizale icbar etmek teh­ likesindedir! Umuru veluiletin de ne suretle uhdenize veril­ diginin peluiltifarlana varanlardan oldugumu arz ile bu de­ rece nezaketsizce bendenizi mecbur eden kılükalin tashihi ve mahalli mezkUre emir vererek Hüseyin Gazi 'nin ve ma­ iyeti efradının süratle iltihak/arının temin ve izamı ricasıy­ la cevabınıza muntazırım efendim.

Ethem

Vaktiyle cephelerdeki Kuvayı Milliye'nin kuvvei umu­ miyesi (önemli kısmı) gönüllü gelenler, maaşla alınanlar, teşvikat ile getirilenler şekillerinde olurken dahili isyanla­ rın zuhurlanndan beri buna yeni bir şekil daha inzimam et­ mişti. İsyan mıntıkalannda, kendilerinden silahlan talep olunan kimselerden ve hususiyle isyanlarda alakadar ve töhmetli addedilmelerinden korkanlardan Kuvayı Milli­ ye'de hizmet etmek isteyenlerin bu talepleri kabul olunmak ve bazen de cepheye gitmek şartıyla affetmek şekil ve su­ reti. İşte Anzavur'dan başlayarak Yozgat'a vanncaya kadar bütün isyan sahalannda Kuvayı Milliye'nin bu şekil ve su­ retle çoğaltılması usulü tatbik olunmuş olduğu gibi Yozgat ve havalisinde dahi aynı usul kısmen tatbik olunmuştu. Ethem Bey Yozgat'tan avdet ederken (aynlırken) ora1 20


da bazı memurlar bırakmış ve bazı adamlara bahsettiği gi­ bi vesikalar vermişti. Anlaşılan Dede Hüseyin Bey gerek asker toplamak ve gerek onunla beraber biraz mal ve me­ nal cem ve iddihar eylemek (mal toplama ve biriktirme) hu­ susunda ileri gitmiş olduğundan Ankara 'ya hakkında şika­ yetçiler gelmiş ve bunların şikayetleri sabit olması üzerine elindeki vesikası alınmak suretiyle harekatına nihayet ve­ rilmiştir. İşte telgrafnamenin şikayet ettiği hadise budur ve bunun ileride çok çirkin bir ihtilale (başkaldırmaya) baş­ langıç addolunacak bir zihniyeti üzerinde taşıdığı açıkça gö­ rülüp durmaktadır. Mustafa Kemal Paşa'nın müdahalesi

Çerkez Ethem Bey'in o zaman Dahiliye Vekili olan Re­ fet Bey' e (Paşa) yazdığı muhakkirane ve mütecavizane (kü­ çümseyici ve hakaret edici) mektubun ifşa ettiği (açığa vur­ duğu) haleti ruhiye, daha mebadi (başlangıç) halindt> bulu­ nan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin hükümet ve devlet teşkilatında ikmaline muhtaç çok esaslı noksanlar ve hatta tehlikeli vaziyetler bulunduğunu göstermekten hali (uzak) değildi. Çerkez Ethem ve biraderleri bilhassa isyanların tenkil ve istisalinde şimdiye kadar hikaye olunan kıymetli hizmetler görmediler değilse de, onların, istihsal olunan ne­ ticelere nazaran kendilerinde vaziyete ve her şeye hakim olabilecekleri gibi bir zihniyet de uyandırmıştı. Bu zihniyet, belki kendilerinin bu mektup meselesi üzerinde ısrar etmeleri neticesi olarak daha o günlerde ba­ zı münasebetsiz ahval ve eşkale meydan verebilirdi. Mese­ le, bu defa Mustafa Kemal Paşa'nın müessir müdahalesiy121


le bertaraf edildi. Mustafa Kemal, Ethem Bey'e hiç silsilei rneratip (rütbe sırası) tanımayan bu tarzı hareketinin asla münasip olmadığını ve böyle hareketlerin hiç iyi bir neti­ ce vermeyeceğini ima ve itham ederek, mektup meselesi­ ni bertaraf etti. Yozgat'tan toplanılacak adamların cem ve sevkinden zarfı nazar olundu ve herkes hizmetinde devama sevkolun­ du. Şu mektubun Çerkez Ethem tarafından Refet Bey'e karşı ifşa ettiği istihkar ve husumet hissi sonuna kadar de­ vam etmiş ve hatta bilahara umumuna şamil olacak veçhi­ le bütün kumandanlara ve bütün orduya da aynı kuvvetle çevrilmiştir. Ancak üç gün sonra devam eden Demirci rnu­ vaffakiyeti üzerine Kuvayı Milliye'yi idare edenlerin ve ezcüme Ethem, Tevfik ve Reşit biraderlerin: - Uşak'taki kurnandan Fahreddin Bey de aynı zaman­ da düşman üzerine yüklenseydi, şöyle olurdu, böyle olur­ du, mesela İzmir' e kadar bile gidilirdi, gibi tarizleri ve ten­ kitleri takiben: - Adam bu iş böyle nizam ve intizam altındaki ordu kuvvetleriyle görülmeyecek. Şimdi dünyanın hali değişti. Orduyu defterden bütün bütün silip Kuvayı Milliye yolun­ da yürümeli ! Yolunda sözler söylemeye başladıkları da görülmüştü. Reşit Bey biraz şakacı olduğundan en ziyade onun söyle­ diği bu türlü sözlere bidayette ciddi nazariyle bakılmıyor­ du. Halbuki giderek bu sözler ciddi ihtilafların filiyatına ka­ dar intikal etmek suretiyle Kuvayı Milliye usulünün inhi­ lal ve infisahına (bozulma ve dağılma) müncer olmuştur. Ethem Bey kuvvetlerinin Demirci baskını sırasında, ku1 22


mandan Fahreddin Bey de (Paşa) Uşak'tan mütenazır bir hareket yapsaydı dahi, bundan, öyle idida olunduğu gibi bü­ yük neticeler çıkamayacak olduğunu vukuat çok geçmeden ispat eylemiştir. Hem kumandan Fahreddin Bey'in adı fır­ ka olan kuvveti miktarı acaba kaç kişiden ibaretti? Belki nihayet beş altı yüz kişilik bir şey. Nitekim bir iki ay sonra Kuvayı Milliye de iştirak ettiği halde düşmanın Uşak üze­ rine taarruzu bu şehri sukuttan kurtaramamış ve hakiki ya­ ranın, hakiki noksanın nerede olduğu o zaman ve onu ta­ kip eden günlerde daha büyük bir vuzuh ve sarahatla anla­ şılmaya başlamıştır. Uşak da düşüyor

Simav taraflarındaki Kuvayı Milliye evvelce yaptığı Demirci baskını hareketini bir daha tekrar etmek istediy­ se de bunda muvaffak olamadı ve çok geçmeden düşma­ nın Uşak üzerine taarruzu hissedildiğinden kendileri bu va­ ziyette vazife görmek üzere bir tarafa alındılar. Fakat Uşak'ın sukutunun önüne geçilemedi. O zaman garp cephesi kumandanı olan Ali Fuat Paşa düşmanın istihzaratından (hazırlığından) Uşak üzerine bir taarruz vukua geleceğini istidlal ederek (düşünerek) bu mevkiinin müdafaasına iştirak etmek üzere Kuvayı Milli­ ye'de icap eden evarnir ve talimatı göndermişti. Bunlar sey­ ri seri ile (hızla) Uşak'ın şimal taraflarına gelerek Uşak üzerine taarruz edecek olan Yunan kuvvetlerini yandan vu­ racaklardı. Filhakika Kuvayi Milliye bu evamir ve talima­ tı kabul etmişse de icrasını tam yapamamış, vakit ve za­ manıyla harp meydanına yetişemediğinden harbe iştirak 1 23


edememiştir. Artık Uşak da terk ve tahliye edilmiş bulu­ nuyordu. Bu kasabamızın düşman eline geçmesi dahi pek elim teessürat ile karşılanmıştır. Fakat böyle katre katre ge­ len teessürlerin bununla bitmesi, orada kalması mukadder değilmiş. Bugün ilave olunabilecek bir katre daha vardır ki, o da Uşak'tan sonra Gediz' in dahi sukutudur (düşme­ sidir). Düşmanın Uşak taarruzuna vakit ve zamanıyla ye­ tişememek hasebiyle Banyolar-Yeniköy-Gönayköy hat­ tında cephe tutarak Gediz'i merkez ittihaz etmiş olan Ku­ vayı Milliye, bir müddet sonra faik kuvvetlerle üzerine ge­ len düşmanla ciddi muharebelere tutuşmaktan çekinerek Gediz'i tahliye etmiş ve Emet taraflarına çekilmiştir. Mustafa Kemal cepheye gidiyor

Vaziyeti harbiye peyderpey ehemmiyet kesbetmekte (kazanmakta) olduğundan Mustafa Kemal Paşa vaziyeti mahallinde tetkik ve tespit etmek üzere Afyon'a kadar bir seyahat ihtiyar etmiş ve icap edenlerle ve ezcümle Ali Fu­ at Paşa ile görüşmüştür. Harp bahsinde Kuvayı Milliye ar­ tık yavaş yavaş yeniçeri manzarası veya şüphesi verir gi­ bi olmaya başlıyordu. Gerek Uşak ve gerek Gediz mese­ lelerinde Kuvayı Milliye'nin muntazam, fedakar ve sebat­ kar harplerden ihtiraz eden (kaçınan)bir vaziyetini ifşa ed­ er gibi olduğu halde yine: - Onlar olmasa biz şöyle yapardık, böyle yapardık. Gibi sözlerden geçilmiyordu. Halbuki yekdiğere ka­ bahat yüklemekle hiçbir mesele halledilmiş olmuyordu. Düşman ilerliyor ve memleketimiz birer birer onun eline geçiyordu. 1 24


Akamete uğrayan bir taarruzumuz Cephede adı Kuvayı Seyyare olan Kuvayı Milliye Ku­ mandanı Ethem Bey, rahatsızlığı hasebiyle yeri biraderi Reşit Bey tarafından işgal olunduğu bir sırada Yunan kuv­ vetlerine büyük mikyasta bir taarruz yapılırsa behemehal (mutlaka) muvaffak olunacağı hakkında taraflannclan te­ minat ve bu hususta gösterilen ısrar üzerine Ali Fuat Pa­ şa bu sözlere itimat ederek Kütahya cenubunda Gediz-Yu­ nuslar hattındaki Yunan kuwetlerine karşı bir taarruz ter­ tibine mecbur olmuştu. Bu taarruza Ali Fuat Paşa'nın der­ leyip toplayabildiği iki fırka da Kuvayı Seyyare iştirak edeceklerdi. O zaman işitildiğine göre, tertibat şöyle idi:

l 1 'inci Fırka Gediz şoşesinin solundan, 6 l 'inci Fırka mez­ kfu şosenin sağından yürüyecekler, Kuvayı Seyyare ise Muratdağı eteklerini geçmek suretiyle düşmanın hattı ric'atını (geri hattını) keseceklerdi. Taarruz Teşriniewelin 24 'üncü günü alessabah baş­ layarak o gün akşama kadar devam etmişse de kumandan muhtelifaksamın vaziyetlerine nazaran bu işin yürüyeme­ yeceğini takdirde gecikmemiş ve taarruzu, kıtalarını ge­ celeyin geri almak suretiyle bu teşebbüse nihayet vermiş­ tir. Seyyar kuwetler kumandanlarının vaziyetleri, kendi ta­ lep ' e teşebbüsleriyle olan bu taarruzun muvaffakiyetsiz­ liğinden sonra, kuvayı nizamiye aleyhinde atıp tutmak he­ sabına daha bariz bir şekil almıştı. Onlar kendilerinin pek iyi harbettiklerini ve halbuki nizamiye kıtalarının vazife­ lerini hiç ifa etmemiş olduklarını iddiada pek ileri varıyor­ lardı. Diğer taraftan ise, Kuvayı Seyyare'nin bu iddiaları­ na rağmen ve bilakis, onların gelişigüzel hareketleri ile muntazam bir harbi yürütmek imkanı olmayacağını söy-

1 25


Jüyorlardı. İddialar o kadar karışıktır ki bu Gediz Taarru­ zu 'nun nasıl inkişaf ettiği (geliştiği) ve nasıl nihayet bul­ duğu bile o sıralarda bir türlü anlaşılamamış, kalmıştı. Re­ şit Bey' in iddiasına göre düşman bozulmuştu. Eğer takip olunsa muvaffak olunurdu. O oturup kalktığı yerde: - Gavuru tepeledikti ama nizamiye kuvvetlerinin boz­ gunu vaziyeti bozdu. Zaten bunlarla harp olmaz, diyordu. Ethem'in pek sesi çıkmıyorsa da Reşid'in işi gücü, or­ du teşkilatının Kuvayı Seyyare usulüne kalbi (dönüştürülme­ si) için, var kuvvetiyle propaganda etmekten ibaret kalıyor­ du. Yapılan şey ise bu kadar basit bir propaganda olmayıp binnefis ordu hakkında ve tahsisen bazı kumandanlar aley­ hinde mütecaviz bir mahiyet almakta devam ediyordu.

Kovayı Milliye kaç kişi idi? Muntazam Yunan ordusunun ilerlemesi üzerine bu düşmanı memleketten kovup çıkarabilmek için aynı dere­ cei intizamda bir ordu vücuda getirmek lazımdı. Böyle bir orduyu Kuvayı Milliye ve Seyyare usulünde teşkil ve tan­ zime imkan tasavvur olunamazdı. Çünkü Kuvayı Milliye intizam ve inzibat şeraitini gayri haiz (şartlan taşımayan) ve her ferdi ve her cüzü gelişi güzel hareket eder ve bir he­ yet olup talim ve terbiye kayıtlarından azade idiler, Ku­ vayı Milliye'nin sahih (gerçek) bir miktarını bile hiç kim­ se, hatta ihtimal kendi kumandanları bilmiyorlardı. Bun­ lar iltihak eden efrada göre çoğalabilirler ve canlan iste­ diği zaman bırakıp gidenler miktarınca da azalabilirlerdi. Sonra Kuvayı Milliye usulünde bir ordu yapılamamasının diğer mühim bir sebebi de bu kuvvetler efradına yirmi o­ tuz, hatta kırk, elli, altmış liraya kadar para veriliyordu. Ef-

1 26


radına bu miktarda para verilecek bir orduyu Türkiye de­ ğil; hatta İngiltere bile teşkil ve idare edemezdi. Fakat öte tarafta bu kadar para veren bir Kuvayı Mil­ liye mevcut iken beri tarafta ayrıca bir ordu teşkil etmek de kolay görünmezdi. Onun içindir ki Meclis'te Kuvayı Seyyare'nin bir seyyar jandarma kadrosu şekline ifrağı ile ordu işinin müstakil bir nizama ircaı çareleri düşünülüyor­ du. Fakat bütün hüsnü niyetler para etmedi, nihayet mem­ leket Kuvayı Milliye'nin dalalet ve ihtilali ile karşılaştı.

* Garp cephesinde umumi vaziyeti -bilahara (daha sonra) en canlı yerinden alarak yine devam ettirmek üzere­ şimdilik burada bırakacağız. Uşak ' ın sukutundan (düş­ mesinden) ve Gediz Taarruzu'nun malfun olan neticesi­ nden sonra garp cephesinin cenup kısmı Gediz-Simav­ Demirci taraflanndaki Kuvayı Milliye faaliyetlerinden iba­ rettir. Fakat bu fasıla arasında en mühim hadise Ethem-Re­ şit-Tevfik biraderlerin maiyetlerindeki kuvvetlerin bir kıs­ mı ile orduya, hükümete ve Meclis'e karşı isyan ve ihti­ lalleri ve bu isyan ve ihtilal ile müterafık (paralel) olarak Yunan ordusunun umumi taarruzudur ki İsmet Bey (Paşa) kumandasında B irinci İnönü muzafferiyeti ile neticelen­ miştir. Filhakika galiba 920 İkinciteşiin iptidalannda (ka­ sım başlarında) Ali Fuat Paşa'nın Moskova'ya Büyükel­ çi tayin edilmesi üzerine garp cephesi Kütahya tarafını da şamil olarak şimal kısmında İsmet Bey'e (Paşa) tevdi edil­ miş ve Afyonkarahisar'ı tarafına da Refet Bey (Paşa) me­ mur edilmişti. Ordu teşkilinde tekamülün mebdei (geliş­ menin başlangıcı) olan ve muhtelif buhranlar ve çok bü­ yük safualarla muazzam zafere müntehi (ulaşan) olan bu kısım, başlı başına bir tarihtir.

127



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.