YAHYA KEMAL
1
V
ı
ISTIKLAL HI1RB; YI1Z!L11R!
DEVLET KİTAPLARI
liİLLİ E(;fTİM ll:\SIMEVİ
-
İSTANBUL 1970
1000 TEMEL ESER
20
Mill! Eğitim Bakanlığının 24/VI/1969 tarih ve 110 sayılı mu· cipleri, Yayımlar ve Basılı Eğitim Malzemeleri Genel Müdürlüğünün 25/Vl/1969 tarih ve 10795 sayılı emirleriyle birinci defa olarak 20.000 adet bcrııılmıştır.
Kitaplar, insanlar arasında düşünce ve bilgileri, inanç ve duygulan yayan, zeka ve kültürün, ilim ve sanatın, değer hükümlerinin dünya ölçüsünde paylaşılmasına ve zaman içinde devamına yardım eden vasıtalardır. Kitaplar, bir milletin kültür değerlerini dünden bugüne taşıyan varlıklar olarak milli kültürün temel taşları ve aynı zamanda insanlığın paylaştığı ilim ve fikir dünyasına açılan kapılardır.
Bu vasıflarİyle kitaplar, milletierin ve inzekasma ve kültürüne büyük tesirleri bakımından medeniyetleri yayan ve tarihi yapan kuvvetlerin başında gelir. Eski çağlardanberi yazılan kitaplann değer leri çok değişik olmuştur. Yazıldıklan yakın çevre ve zaman içinde bile, pek az okuyucunun ilgisini çekebilen kitaylar yanında, uzun yıllar ve hatta asırlar boyunca zevk ve istifade ile okunan ve dünya ölçüsünde rağbet gören kitaplar vardır. Bir milletin veya insanlığın fikir ve kültür hazinesini teşkil edecek kitaplar temel kitap desanlığın
ğerini kazanır. Kitabın eğitim
ve kültür bakımından değe rini gözönünde tutan kalkınma planımız, üstün
vasıfta eserlerin hazırlanıp yayılmasına da özel bir yer ayırmıştır. Eski Türk yazarlannın eserleri, yeni nesillerin anlayacağı gibi sadeleştirilerek basılacak, Batı kültürünün temel eserleri dilimize çevrilerek yayınlanacaktır. Bu suretle İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Dönemi içinde bin ciltlik bir temel eserler kitaplığı vücuda getirilmesine çalışı lacaktır.
Böyle bir temel eserler serisinin kültür hayapacağı hizmetin değeri büyüktür. Bir taraftan alfabe değişikliğinin ve dilde özleş me akımının zaruri olarak nesiller arasmda meydana getirebileceği boşlukları doldurmak mümkün olacak ve böylece milli kültür mirasımızın yeni kuşaklara intikali sağlanacaktır. Diğer taraftan bütün insanlığın ve medeniyet dünyasının müşterek malı haline gelmiş olan ilim, kültür ve sanat hazinelerinden yabancı dilleri bilmeyenler de faydalanabileceklerdir. Bilhassa bugünün dünyasında, çağımızın istediği insan şahsiyetinin teşekkülü bakımından, kitabın değeri daha çok önem kazanmıştır. Insanın tabiat karşısındaki gücünün temelini teşkil eden ilim ve teknoloji gibi, insanın kendi kendisini tanıması ve geliştirilmesi bakımından büyük bir kaynak olan felsefe, edebiyat ve sanat eğitimi de bir seçkinler zümresinin imtiyazı olmaktan çıkmıştır. Milli eğitim davasını sadece bir okullar meselesi sayan dar görüşün ötesinde, vatandaş eğitimini her bakımdan sağlayacak bir dev-
yatımıza
let anlayışını, bütün batılı ülkelerde olduğu gibi, biz de benimsemiş bulunuyoruz. Bu eğitim, özel yayın evlerinin kendi imkan ve ölçülerine bıra~ kılamayacak bir şümul ve mana taşu. Milli Eğitim Bakanlığının ele aldığı temel kitaplar yayını, milli kültür ve sanatımızın de~ ğerlerini, ilim ve sanat dünyasının müşterek ha~ zinelerini Türk okuruna ulaştırmakla, bugünkü ve yannki nesillerin düşünce ve zevk olgunlu~ ğuna katkıda bulunmuş olacaktır. Her bakımdan güzel neticeler vadeden bu teşebbüse fikir, sa~ nat ve ilim adamlanmızın yardımcı olacaklarını ümit ediyorum. Memleket fikir hayatına kazandırmak iste~ diğimiz değerler bakımından iyi seçilmesi gere~ ken temel kitaplar, okul öğrenimini desteklemek ve tamamlamak, Türk gençliğinin kabiliyetlerinin geliştirilmesini ve bütün vatandaşlanmızın faydalanacağı bir temel kitaplığın teşkilini hedef almaktadır.
Süleyman Demirel BAŞBAKAN
l_ _ _ _ _ _ _j
B~r milletin kültürü, geçmişinden süzülüp gelen maddi ve manevi değerlerin tümü ve zaman içinde lkendisine has, ıduyuş, düşünüş, ifade ediş tarzı ile ortaya çıkmaktadır. Dünya milletlerinin, çeşitli kültürleri var·dır. Bunlar arasında Türk milletinin kendine özgÜ, kökılü ve zengin milli kültürü ılıüyük önem taşır. Bu kültür, Tü:rklüğün ·doğuşu ile başlamış, zamanla gelişerek, binlerce yıl, Türk •toplumlarını "millet" olarak ayakta tutmuş, onlara "Türklük" damgasını vunnu~tur.
Türk kültürünü meydana getıiren bütün dedaha verimli ve yaratıcı unsurlar olarak geliştıirmek milli vazifelerimizdendir. Bin Temel Eser yayımı bu amaçla başlamış, sayıları arasına, milli kültür ve sanat eserlerimizle ıbixl~kte, !tanınmış diğer ~lim, fikir ve sanat eserlerinin ıtercümelerini de almıştır. Bin Temel Eser serisinde yayımlanan kitapların, Türk gençliğinin ve va·tandaşlarımızın geniş ve ileri rbir dünya görüşüne sahip, geçmiŞine bağlı, tarihi ile gurur ıduyan ve geleceğe ümitle bakan vatansever, Ibilgili kişiler olarak yetişmelerinde fayğer-leri araştırmak, tanıtmak., bunları
dalı o'lacağına inanıyorum.
Prof. Dr. Orhan OCUZ
Milli
Eğitim Bakanı
YAHYA KEMAL (2 Aralık 1884 -
1 Kasım 1958)
XX. Asır Türk edebiyatının büyük şairi Yahya Kemal, 2 Aralık 1884 de (o zaman, halis bir Türk şehri olan) Oaküb'de doğdu. Asıl adı Ahmed Agah'dır. Babası, Üsküb Belediye Reisi Ihrahim Naci Bey'dir. Ailesinin daha eski c:eddi, Sultan Üçüncü Mustafa devri sancak beylerinden Şeh· süvar Pata"dır. Şairin Beyatlı soy adı, bu Şehsüvar kelimesin· den türkçeleşmiştir. Yahya Kemal'in annesi Nakıye Hanım, Leskofçalı İsmail Pata-zade Dilaver Bey'in kızıdır. Her iki &ile de evlid-ı fatihan' dan, yani Rumeli fatihlerinin çocuklanndandır. Yahya Kemal, ilk tahsilini Üsküb'de Yeni Mekteb'de yapmış, sonra Mekteb-i Edeb'de okumuştur. Bu arada arif bir insan olan lalasından, inanmış bir kadın olan anneainden ve bütün Üsküb çevresinden, çok köklü bir dini ve milli terbiye almıştır. Daha sonra, Üsküb ve Selanik ididilerinde okumuş•ur. Hassas bir kadın olan annesi 1897 de Üsküb'de veremden 6lmüş ve Yahya Kemal, 13 yaşında annesiz kalmıştır. Hayatında en sevdiği varlık olan annesinin ölümü, şairin bütün hayatı ve bu arada ileride söyleyeceği ölüm şiirLeri \izerinde şiddetle müessir olmuştur. Şiirin çocukluğu üzerinde diğer te'sirli bir hadise, 1897 Türk- Yunan l-larbi'nde Gaazi Edhem Paşa ordularının Atina'ya doğru zaferle ilerleyişleri ve bu harbin Balkanlaıda uyandırdığı, büyük, milli heyecan'dır. 1902 de lstanbul'a gönderilen Yahya Kemal, Galatasaray Sultanisi'ne kadrosuzluk yüzünden girememiş, Robert College'e
ıı
girmek için bir müddet beklemiştir. Selanik tdadisi"nde iken E;ırar mahlasıyle şiirler söyleyen şair, Istanbul'da kaldığı bu zaman içinde lrtikaa ve Maliimat meemıialannda Agah Kemal imzasıyle, Servet-i Fünun tarzı manzumcler yayımlamıştır. Yahya Kemal, lstanbul"da Sarıyer'de, akrabasından Aı,.. durrabman Paşa - zade lbr&lıim Bey'in evinde misafir kalmıştır. Bu evde Kaniini Hacı Arif Bey idaresindeki klasik Türk musıkisi ieralarını derin zevkle dinleyerek kuvvetli bir milli musıki kültürü edinmiştir. Aynı evin misafirlerinden Şekib Bey isimli, Paris' den gelmiş ve evvel ce Paris' e firar ettiği için ordu'dan çıkarılmış bir gencin kuvvetli telkinlerinin de te'sirinde kalan Yahya Kemal, bu heyecanla, 190 3 de (o devirele Avrupa'ya izinle gidilemediğinden) Paris'e firar etmiştir. Paris'de Meaux Kolejinde ve Siyasi İlimler Mektebi'nde ciddi tahsil gören şair, başta AJbe,rt Sorel olmak üzere, Fran• sa'nın büyük tarih alimlerinin talebesi olmu§tur. Daha Üsküb'de iken, çok küçük yaşlarda, ~ıiir söylerneğe başlayan ve yine Üsküb'de Muallim Nacl'nin tiirlerin• deki sağlam söyleyişi beğenip gıyaben onun talebesi olan: lstanbul'a ilk geldiği yıllarda ise Tavfik Fikret tarzı man• zumeler neşreden şair, sanat hayatındaki bu ilk devri ça• buk geçirmiş ve Fransa'da halis §nr ın ne olduğu ve nasıl söyleneceği hakkında çok sağlam fikirler ve bilgiler elde et• miştir.
Bir aralık, Türk şiirini Avrupa şiiri gibi, eski Yunan ve Latin §iir kültürüne bağlamak düşüncesine kapılmış fakat, bizim asıl şiirimizin kendi klasikierimize bağlanması ve kendi ı;ıiir lisanımızın tekamülünden kuvvet alması lüzi'ımunu yine Fransa'da anlamıştır. Fransa'da, o zaman Türkiye'ye bağlı Balkan kavimleri• nin hürriyetçi ve milliyetçi nümayişlerini yakından takibeden şair, dünyayı saran yeni hadiseler karşısında her zamankinden daha çok Türk olmak ve Türk kalmak için, bizim ne· ler yapmamız lazımgeldiğini araştırmaya başlamış; Paris'de Türkçe eserler bulunan kütüphanelere koşmuş; kendi tabi· riyle tarihde ve coğrafyada hakiki türklüğü araştırmaya ko· yulmuştur. Avrupalı alimierin Fransa tarihini, dünya tarihini araştırdıklan en yeni metodlarla Türk tarihini tedkik eden
ın
Yahya Kemal, ·kuvvetli bir tarih, edebiyat, şiir ve milliyet kültürüyle, gittiğinden daha şuurl·1 bir milliyetçi olarak vatanına dönmüştür ( 1912). Türkiye'de bir taraftan yeni şiirler söylemiş, bir taraf· tan da, sonradan, Eski Şiirin Rüzginyle başlığı altında toplayacağı klasik şiirlerini terennüme başlamıştır. Böylelikle kökü mizide olan bir ili'nin büyük şairi olmuııtur. Daha ilk şiirlerinin intişarından ve ellerde gezmeğe baş· lamaııından itibaren Yahya Kemal, her şiiri hadise yaratan bir ,air olarak, Türkiye'de şairliğe de itibar kazandırmıştır. Yine Fransa'da beyaz lisan adını verdiği temiz Türkçe ile §iir söylemek lüziimuna daha 1906 da inanan ve bu !isan· la destani şiirler söylerneğe başlayan Yahya Kemal, Türk ııiir lisanını son asırdaki en üııtün seviyeııine ulaştıran şairdir. Yahya K.emal, Türkiye'de önce Darüşşafaka mektebindc ve edebiyat; Medresetü'l- Viiizin'de medeniyet tarihi muallimliği yapmış ve 1915 de Istanbul Darülfüniinu'na mÜ• derris olarak Medeniyet Tarihi, Garb Edebiyatı ve Türk Edebiyatı Tarihi derslerini vermi§tir. 1918 mağlubiyeti faciasından sonra Yahya Kemal, Darülfünun'daki ta:ebesiyle birlikte lstiklil Mücadelesi'ne bnğ lanmış, etrafına toplanan gençlerle edebiyat ve istikllil musahabeleri yapmış; 1921 de Ileri Gazetesi'ne başmuharrir olarak, İstiklô.l Mücadelesi için büyük te'sirli yazılar yayımla mıştır. Aynı yıllarda Dergab Mecmi'iası'nda, Tevhid-i 3fkar ve Hakimiyet-i Milliyye gazetelerinde, intişar eden bütürı bu vasıftaki yazılarıyle şair, lstiklal Mücadelesi'nde fikri Vf!! milli büyük vazife görmüştür. tarih
Yahya Kemal, 1922 de Lozan Konferansı murahhaıı heyetine müşavir aza seçilmiş; 1923 de Urfa meb'usu; 1926 da Polonya, 1929 da İspanya (ve ilaveten 19 3 1 de Poı·tekiz) Orta Elçi' si olmuştur. 19 3 4 de Yozgad ve aynı sene Teldr• dağı Millet Vekili olmuş 1946 da İstanbul'da yapılan kısmi seçimi kazanarak, İstanbul seçmenleri tarafından Millet Vekili seçilmiştir. 194 7 de Türkiye'nin Pakistan Büyük Elçisi olarak bu vazifeye giden şair, 1949 da emekliye nyrılmış ve 1 Kasım 1958 de Istanbul'da Cerrahpa~a Hastahanesi'nde vefi'ıt etmiştir. Cenazesi, İstanbul' da çok nildir görülen kesif
IV bir halk kitlesi tarafından büyük törenle kaldırılarak Rv.meli Hisarı yolunda kendi adını taşıyan cadeledeki sahil mezarlığına
gömülmüştür.
Yahya Kemal, Eski Şiirin Rüzgarıyle söylediği tiirlerini 1918 de Yeni Mecmua'da neşre başlamıt ve bu tiirler edebiyatımızda bir neo • klaaiaizm hareketi olarak kartılanmış tır. Bundan sonra, Dergab, Şair, Nedim, Büyük Mecmua Tavus, Insan, Akademi, Fotomagazin, Istanbul, Aile, Hayat, Istanbul Haftas• gibi mecmualarda; Ak,am, Cumhuriyet ve Hüı- riyet gazetelerinde şiirler neşreden şairin devamlı şiir neşrj 1956 • 195 7 yılında ( 65 hafta) Hürriyet Gazetesi'nde olm u~· tur. Yahya Kemal'in fiirleri ve nesirleri vefatından sonra İs tanbul'da Yahya Kemal Enstitüsü tarafından kitap halinde yayımlanmıştır.
Men
kitapları
Şairin
1961 - 1970
yılları
arasında
intişur
şunlardır:
Kendi Gök Kubb.emiz (1961- 1963- 1967); Eski Şiirin (1962); Rubailer (1963); Hayyam Ruhailerini Türkçe Söyleyi' ( 1963) ; Aziz Istanbul ( 19 64) ; Eğil Dağlar ( 1966); Siyasi Hikayeler ( 1968); Siyasi ve Edebi Portreler Rüzgarıyle
(1968).
EGİL
DAGLAR
Eğil Dağlar, lstiklal Harbi'nin. günü gününe yazıl~ı,, en yakın
tarihidir.
Aynı
kitap, Milli Mücadele'ye bilgi ve fikir yoluyla yabir vatan hizmetidir. Bu kitabın adını, daha 1897 Harbi'nde, g&nüllü Türk askeri koymu,tu: Gaui Edhem Paııa ordularının, o Yunan hozgununda, Atina'ya doğru zaferle yürüyütüne katılan bu asker, hızla atdığı dağlarda: pılmııı
Eğil dailar Yeni t&lim
eğil,
Üstünden &fAili, varam, alıtam•
sıkmıt,
türküsünü söylüyordu. Eğil Dağlar., adını,
bu türküden
aldı.
Eiil Dağlar, her feyden çok, bu askere inanır. Onun faziletine güvenir. Yazarı, daha çocukluğunda duyduğu ve zevkine vardığı bu türküyü çok sever. Onda, Türk aava§ gücü'· nün musikisini duyar. Kitaptaki nesirlerinden birinin ba,hğı budur. Daha birkaç ncarinde de bu türkü, lezzetle tekrarlanır. Temeli böyle bir inanışa dayandığı için, Eğil Dağlar, daha yazıldığı yıllarda Milli Mücadele'nin inandırıcı bir desteği ve o yıllardaki Türk düşüncesinin bir zaferi olmuştur. Ana Vatan'ın birçok bölgeleriyle dütman zulmünde kal· dığı, ağır tarih günlerinde büyük bir his ve fikir adamı neter duyar, neler düşünür) Hadiseleri nasıl karşılar, milli kurtulu§'a nasıl inanır ve nasıl candan sarılır) Milli Mücadele'nin, daha ilk anlarından batlayarak, onun, nasıl fikriyatını yapar1
VI Avrupa'da yıllar yıb ısiyaset okumuş, tarih öğrcnmi,. devletlerin ve bütün Avrupa'nın siyaset oyunlarını kavramış ve milletleri içinden tanımış bir Y abya K.emal'i Türk'ün İstiklal Harbi, ne yolda düşündürür} O çılgın hengirnede herşeyden çok Türk milliyetine; Türk halkının ve Türk ordusunun faziletine güvenen şair, "bu harbin aon zaferini bu fazilet kazanacakur" inancına hangi sezgiyle varır~ hangi bilgiyle ulaşır? Nice günler, kendi içi de en acı ihtimalieric burkulur· ken, tek teselliyi, kafasındaki muhakeme kudretinde bulan böyle bir ruh, nice gönüllerin şüpheyle, tereddüdle kıvrandığı. o siyah günlerde milletine nasıl ümid ıgığı tutar; ona cesaret ve iman verir? Bu kitapda, makale makale, yazılanlar, işte bunlardır. Eğil Dağlar'ı hazırlayan duygu ve düşünce dalgalanışı,. önce Mütareke yıllannda duyulan derin bir ıztıraptır. Bu ız tırap, Yahya Kemal' e başlangıçta elem ve endişeyle müteka-· sif şiir mısralan söyletir. Bu mısralar: komşu
Ölenler öldü, kalanlarla muztarip kaldık. Vatanda hor görülen bir cemaatiz artık. Ölenler en sonu kurtuldular bu dağdağadan V e gÖz kapaklarının arkasında eski vatan Bizim diyar olarak kaldı ti. kıyimete dek. Kalanlar, ortada, genç, ihtiyar, kadın-, erkelt, Harab olup yatıyor ti.li'in azibıyle, V atıında ditşmanı aeyretmel' ıztırabıyl.e•• bir elemi, elle tutulacak kadar yoğun halezehir damlalarıdır. İşin en hazin tarafı odur ki bu ilk mütareke günlerinde· vatanda seyredilen düşmanlar, bizim yıllar yılı, dünyanın en medeni milletleri sanıp medeniyetlerine ve insaniıkiarına hayran çağlar yaşadığımız, Birinci Dünya Harbi'nin gaalip mi!letleridir. Bu milletler, ,imdi bizim vatanımızda sanki buradıı, bir Türk milleti yokmuı;ı gibi davranıyor; bize kendi vatanımız da avuç içi kadar bir toprağı bile çok görüyor; parçalanmış. bir vatanda en büyük hisseye sahip olmak ihtirfısıyle canavar·· kesiliyordu. gibi,
büyük
getirmiş;
acı,
VII Bu da yetmiyormuş gibi, Anadolu'ya medeniyet götlinne vazifesini, korkunç bir aldanışla, medeni millet anndıklan Yunanlılar'a veriyor; Türk vatanını adeta canavariara çiğııe· tiyorlardı.
Yahya Kemal, işte bu felaketierin başlangıcında diğer büyük şair Mehmed Akif'le aynı duygudaydı. Çok iyi anlıyor· dıı ki biz o hengamede: Medeniyyet dediğin tek di§i kalmış canavar la karşı karşıya idik. Bunun içindir ki Yahya Kemal, bir nıedeniyeti yenme· eli varamamış Türk ordusunun bir canavarı yeneceğin· den emindi. Aynı şiirin devamında yine bunun için şu mıs ğe
riiları
söylemişti:
Vatanda korkulu rü'ya içindeyiz gerçek.~. Fakat bu çok süremez, mut!altaa tafak sökecelt! Ateş ve kanla boğar bir gün ordumuz lekeyi, Bu, insanoğluna bir şeyn olan Mütareke'yi. Aynı şiirin,
gün. anne
sonradan bizim neşrettiğimiz, devamında da bir bütününe kav.uşmanm rü'yası görülüyordu:
vatan'ın
Bu halk o gün kavutur annemiz güzel vatana! Çocuklanyle nasıl sarmaşırsa yaslı ana, O sarma,ışla yatar hür ve bahtiyar ancak. Bu gamlı gÜnleri biç bir zaman unutmayarak. Eğil Dağlar, aynı zamanda, günümüzün milli olan ve milliyetimizi destekleyen her fazileti lekelemek tutumundaki menfi propagandaya, zamanında verilmiş bir cevaptır. Bilindiği gibi, yıkıcı propaganda, Yahya Kemal'in, Milli Mücadele için bir tek sabr yazmadığını ve bir tek mıara söylemediğini defalarca ileri sürmek cür'etini göstermiştir.
Halbuki bu gün fikir, sanat ve tarilı dünyamıza sunduneairle yazılmıt bir Milli Mücadele Destanı olan Eğil DııRJar kitabında 88 müstakll neair ve 10.000 satırdan fazla ğumuz.
Vlll yazı
vardır.
Kitaba aynca, ınısri aayısı ZO"yi aşan iki de
man.ı:ü'lle alınmı,ur.
Bu yazıların İstiklai Harbi yıllarında yazıldığı, ""Hiç yazdiyenierin ise bu cesur iftiraya Milli Mücadele'den yıllarc& sonra girittikleri hesaplanırsa, memleketimizde bu gibi hüeun.ların hangi makaadla ve en az nasıl bir zihniyetle ya• pıldıgı meydana çıkar.
mamıttırJ ..
Kaldı ki bir tairin veya herhangi bir yazarın her mevzuda yihud kendisine emredilen mevziide eser vermesi, ancak polis ve jandarma baskısıyle malul, totaliter rejimlerde rast• lanan. ağır mecburiyettir. Fikirde, sanatta böyle bir meebüri· yet aramak ise fikir ve sanat anlayışlanndaki geriliğin eD korkunc:udur. bununla beraber, lstildal Harbi, bu milletin ve bu topraklann her ıztıribını her şahlanıtım iliklerinde duymuş, biiyük ve milliyetçi bir tiiir için, ısınarlama bir mevzü değildir. Aksıııe, onun her acısı. her neiesi Yahya Kemal için her orluygudan üstün bir milli cliYa ve bir milli be)'ec:aıı mevzuu ol· mutıur.
Yahya Kemal, İstildai Harbi'nin lüzumuna daha ilk Anında Onun, mutlak bir zaferle neticeleneceğini de daha ilk anlarda söylüyordu. Onun yarattığı ac:ı, tatlı, savat ve mukadderat cilvelerini milletine günü gününe haber veriyor; bütün bu ölüm • kalım vak"alarının neden ve hangi milli, tarihi, askeri ve politik eebeblerle, milletimizin zaferleriyle son bula· cağını da derin bir bilgi, bir sezgi ve dütünce sentezi halinde aziz milletinin gönlüne ve idrakine sunuyordu. Eğil Dağlar, İstiklil Harbi yıllarında, Türk milletinin rU• hun·• ve idrakine sunulan ve yalnız bir ümid ve temennl ol· maktan çok üstün ve çok imanlı bir duygu ve düşünce kudretinin otantik kitabıdır. Eğil Dağlar kitabında, yer yer, Anafertalar ve lstiklal Harbi kahramanı Mustafa Kemal Pa,a için, yine sav8f günlerinde yazılmış, samimi ve riyisız takdir ve hayranlık duy· guları sıralanmıttır. Eğil Dağlar, Mustafa Kemal Pata"dan hemen her fırsatta milli timsal diye bahseder, "Mustafa K.emal, bir ferd değil, bir timsaldir." cümlesini her fırsatta tekrarlar. Yalıya Kemal"e göre, Mustafa Kemal Pata, Türk milletiniıı inan.,.uttı.
IX bir milli kahraman'da tecelli etmi,, ruhu, benliği, büyük kudreti ve kısaca, Türk milletinin kendi tahaiyeti' dir. Yahya Kemal, o imanlı günlerde bu' millet tahsıyeti ve bu yekpare gayret manzarası önünde, Türk Ordusu'nun kazanacağına o kadar emindir ki: Daha lstiklil Harbi bitmemit. büyük zafer kazanılma mı,tır: aade<:e Birinci İnönü, Ikinci İnönü ve Sakarya savaf• lan tarihe yazılmıttır; Mustafa Kemal Pqa, henüz İzmir'de değil fakat Marmara' dadır. Buna rağmen, cephelerde tam bir durgunluk vardır. Beklemekten yorulmuf, telaşlı ve sabırsız ruhları hatta ümitsizliğe düoüren, acı, büyük bir sessizlik, atmosferi sarmıştır.
Üç yıl süren harbin acı, tatlı, türlü ürperişleriyle yıp· gönüller, ııimdi koro halinde, hep aynı suali aoruyorlar. Bunlar, "İstiklal Muharebesi'ni, geçmit muhare· belerimizden biri zannedenlerdir:' Ve: "Çok uzun sürdü! Oaba bitmeyecek mn·· diyorlar. Yahya Kemal, 19 Haziran 1922 de ':,una cevap veriyor. Bu cevap büyük şairin esiisen iki yıldan beri aynı soruya verdiği iman ve güven cevaplarının ancak bir tanesidir ve başlığı, fU vezinli cümleclir: ranmıt. bunalmıt
Ani- •erilir de öyle atlar! "ve öyle muzaffer olur!" Yahya Kemal'in o halecanlı yıllarda Türk milletine ver· bu müjde, onun verdiği müjdelerin ilki değildir. O. daha harbir. ilk yıllarından başlayarak, aziz milletine, bir gün, beklenen zaferin kazanılacağı müjdesini vermittir. Yahya Kemal, bu en iyi haberleri verirken, neye dayanmıttır} Hangi büyük hakikate inanmıştır} Ne düşünmüş ve bu kadar doğru düşünceye hangi, bilgi, sevgi ve muhakeme kudretiyle varmıştır) Engin bir tarih düşüncesi, bir milletler arası münasebetler bilgisi ve büyük bir tefekkür kabiliyeti, bir vatan tiıirini nasıl milli görüt ve düşünütlerin en doğrusuna ulattırır} Bugün netriyat dünyamıza sunduğumuz, bu Eğil Dağlar kitabında itte bu aorulann cevabı toplanıyor. diği
Nihad Sami BANARLI
IÇINDEKILER
Sayfa
1918
3 Şehri
5
Eski Saltanat ve Yeni Millet
12
Esir Zeminus ve Aldor Bebek
Şamandırası
17
Eser
20 23 29
Onun Sesi.
32
Siyasiler Tecrübe ve Hüküm
Bir Dütünce Tul-i Emel Jki Yol • Yuvaya Dönüt Bir Tekzip Gönül Kerestesiyle Onların
Çocuklan
Ders Asıl
Siyaset •
T aarruz
Şayiası
Vaziyet Hatıralann
Kuvveti
GiritH Dahi •
S7 40 44
48 51 54 58
62 66 70 '74 '78
81
ll Sayfa
Neticeye Yakın • Milli Fikirler • • Kurdun Ditiai ve Yavrulan Asıl
Sıl
S7 91 94 98
Aaayıf
Miaôk·a Millt Arnavudlar Ahval • Ramazanla Beraber • Katıdiller Yanarken Son Morhale • Mustafa Kemal Pafa Yunan Buhranı Bu Gündü \ntizar bugünkil İdaremiz Beklenen T aari'U% T email Bahsi • • Buhran Hakkında Son Güft Gülar • Gördüğümüz Gibi Eğil Dağlar • • İkinci T avauuh • Nihayetin BatJangıcı • Gafletimizden Bir Safha Ellerini Yıkamış • Tevekkül ve Vazife • Istanbul'da Bekaamız Yeni Çare Dost fikirleri Kral Sahnesi •
1oz 106
110 ı
u
llS ızz
126 U9 13~
135 138 lU 146
149 152 155
159 16S 167 171 176
179 182 186 • 190
III Sayfa
Müddenlar
193
Jlimle Amel
197
Baııit
Bir T ecrühe
Eaaıı
Edirne •
201 204 207 210 214 218
Bir Veeize Kuvvetler Müaavt Son Oyun Çare-i Hal. Yeni Merhale
221
Cevaptan Sonra
225 228 231
Asal Bahia Kral
Karnavalı
Kassadan Hisse
234 231
Hepimiz lhtiyarladık mı
241
Bu Muhlrebenin Askerleri
Yeni Türk Ruhu 1 •
245 249 254 259 263 268
Yeni Türk Ruhu ll .
27ı
Aralan Gerilir de Öyle Atlar
278 28:t 286
Yunanca Harb
Yine Böyle Bahardı lstiklal Hissimiz • Düııüncelerimiz Vicdanı
•
Rahat Biri •
Ankara ve Atina . Teııkilat
Kaabiliyeti •
Zamanla Tehdid
289
Sulhün Yegane Çaresi .
293
Bir Resimden Mülhem •
291 301 • 304
Bir
Hasır
ve Bir Külah
Atina Sulh edebilir
mi~
IV Sayfa Yine Edime İçin • Bir Fikrin Zevki Oç Tepe o o •
23 Nisan
307
311 316 323
o
T ahattur ve T ahaasüs
o
Son Kaafilenin Dütündürdükleri Fizıl Ahmed'e Mektup o
326 331
335
EGİL
DAÖLAR
Eğil daiJlaT eiJil, üstünden ~am Yeni tulim çıkmış varam alışam
-Asker TürkQsQ-
1918
menter öldü~ kalanlarla muztarip kaldık. V atanda hor görülen bir cemaatiz artık. (Jlenıer en sonu kurtuldular bu dağdağadan Ve göz kapaklarının arkasında eski vatan Bizim diyar olarak kaldı ta kıyamete dek. Kalanlar ortada genç~ ihtiyar, kadın, erkek Harab-olup y~yor tali'in azabıyle; V atanda d~manı seyretmek ıztırtibıyle. V atanda korkulu rü~ya içitıdeyiz gerçek. Fakat bu çok süremez, mutlaka şafak sökecek.
Ate~
Bu,
ve kanla
boğar,
bir gün ordumuz lekeyi, bir ~eyn olan, Mütareke'yi.
imanoğluna
* Bu halk o gün
ka~r
annemiz güzel vatana Çocuklarıyle nasıl sarmaşırsa yaslı ana O sa~ı~la yaşar hür ve bahtiyar ancak, Bu gamlı günleri hiçbir zaman unutmayarak.
26 ~u
Ağustos
1922
kopan fırtına Türk ordusudur Yarabbt! Senin uğrunda ölen ordu budur YarabbU Ta ki yükselsin ezanlarla müeyyed namın, Gaalib et, çünkü bu son ordusudur lslam'ın.
ESlR
JEMlNtJSı
VE ALTOR
ŞEHRI
Ah anne Anadolu! .Ne kanlı ve ne büyük nasibin Varmi§! Şehirden çıkıp birkaç fersah umklaştıktan sonra, bir dağ tepesinde birkaç saat geçiren insan, bu zamanlarda, fena bir rü'yadan uyanır gibi oluyor. Ruh da tıpkı hava gibi alça;klarda bulanık, yükseklerde saf; şehirlerden dağlara çıkınca tortusu diıbe iniyor, asıl şarabı yukarıda kalıyor. Dün bir başıma Boğaziçıi tepelerinde gezerken, nereden nereye, çocukluğumda okuduğum küçük bir manzf.tmenin kahramanı Esir Jeminüs'ü hatırladım; onun Roma esa.retinden, Pyrlmees dağlarına kaçtığı gün, hürriyeıt:in son ilticagihı olan tepelerde, kollarını açarak, çılgınca bir sevinçle: ''hürrüm!'' diye bağırdığını bir daha işittim. Bu küçük hatıraya kapıla rak düşünceden düşüneeye geçtim; çocukluğurnun hürriyete dadr hatıraları birer birer gözümün önüne
geldiler. ı
Geminus.
6
EGlL DAGLAR
Pek gençken Fransz ş&iri Jos&-Maria de Hereyegane kitabımdı; Paris'in Qua.rtıer latin sokaiklarını cebimde o kitap, gezerdım: yatağıma elimde o kiıtap, yatardım; uyandığtm zaman yanımda o kitabı bulurdum; bütün k8.in8.ıtım o kitaptı. Bu kitapta "ll8.hi Dağlara" unvanlı bir sonnet vardı ki, berınutad tekrar ede ede, farkına varmadan ezberlemiştim. Şair Heredia, bütün bir bahçenin güllerinden bir damla gül yağı bütün Balır-ı Muhit-i Atlasi'nıin uğultusundan bir sadefte kalan son sesi çı karan ş8.irlerdendiT, duygularını yaymaz, toplar, bir dinarnit tanesi hilinıe getirir; bu şilirinde de öyledir. Lakin bir defa bu şiiri tadan, menşei olan ilnimı uzun dta'nın Trophees'leıri
uzadıya öğrenir.
Heredia, bir yazını Pyrenees dağlarında geçirirken bir gün bir başına en yüksek tepelerde gezinir, birdenbire yere dikilmiş küçücük bir ı::ıütun görür, üstünde de Latince bir ldtabe. MuhayyUesiyle eski Roma'da yaşayan bi:r şa.i.ri zevkinden mest etmek için bundan daha ne güzel tesadüf tasavvur olunur? Kitabeyi okur, anlar ki Esir Jeminüs hürriyetine kavuş tuğuna şükran nişanesi olmak üzere ilihi dağlara ithif etmiş! Esir Jeminüs kim bilir Roma· nın hangi şehrinde esirdi, binlerce esirin içinde kaybolmuş, eti damgalanmış, çıplak ve kimsesiz, her türlü insanlık hakkından mahrum, kırbaç altmda değirmen taşı çeviriyordu, Roma yapılarmda kullanılacak mermerkütlelerini sırtında şehre getiriyordu, gündüz takati tükenesiye kadar, esirlerin çalıştınldığı yerde, Ergastula'da çalışıyordu, sonra gece toprak üstünde talih arkadaşları binlerce esirle yan yana, katı yürekli muhafıziarın sert gözleri altmda uyuyordu. Ah
ESİR
JEMINOS VE ALTOR ŞEHRi
7
Roma'nın o cihangirane günleri ne yamandır! Cepheden, kitap sahifelerinden şişaaya hayran ressamlann resimlerinden güzel ammetli görünür, lakin ıç yüzünden ne kadar hayvancadır, hissizdir, aşağıdır. Bir şehir halkı bile değil, o şehrin zadegan tabakası, ordularıyle, donanmalarıyle, kumazca mu8.hedelıeriy le bir defa eline geçirmiş olduğu bütün o zamanki küre-i arzın milletlerini kırbacı altında inim inim inletir, bir müddet behimi eğLencelerde keyif sürer, köle ettiği insanların kalbinde insanlığı zehirler; 18ltin binnihaye bu zıehirler damla, damla göl, sonra deniz, umman, en som"a tUfan olur, Roma, bu tiifanda çırpınıa çırpma, bağıra bağıra boğulur. Esir Jeminüs Roma'nın en güzel günlerinde esirlren, zaman zaman v8.ld olduğu gibi, bir fırsatını bulmuş, kaçmış, ormanlarda saklanmış, ovalarda gece yol almış, 8.kıbet Pyrenecs dağlarına varmış, en yüksek tepelere Çl'ktıktan sonra sevincinden, bir kartal, kanadlarını açar gibi kollarını açmış: göğsünün bütün nefesiyle: "hürrüm!" diye bağırmış, artık oralardan inmemiş, hürriyetini lrendine bağışlayan dağlara da, şükran nişanesi olarak, şah- Heredia'nın tesadüfen gördüğü, o küçücük sütiinu dikın.iş! Heredia bu sergüzeşti, küçücük manzfımesinde, göz kapaklarından kalbine akan gizli gözyaştariyle söyler. Pyrenees'nin mavi buzlarma, mermerden yarlarına, uçurumlarına, çığlarına, mağaralarma., vadilerine kör bir ses1e bağırır, Esir Jeminüs'ün duyduğu minneti, iki bin sene sonra tekrarlar ve hitapların dan sonra der ki: "Esir Jeminüs esirlerin çalıştırıldı ğı Ergastula'dan ve ç.alıştıran subaşının boyunduruğundan kaçtıktan sonra, bu küçük sütfuıu hürriyetin
EGlL DAGLAR
8
mukadd·es muhafızları olan dağlara ithat etti ve ben şimdi sükutun ihtizaz ettiği tıepelerde, kimsenin kirletemed:i.ği geniş ve sAf havaya, hür bir insanın fır lwttığı biır nidayı işitir gı!bi oluyorum!" , Ah bu hürriyetin
şiiri, şiıirl·erin
en sertidir; insan
insanlığını yalnız bu merha1ede müthi§ bir kuvvetle
duyar. Bundan yüz sene evvel bütün Avrupa milletlerinin şiirleri bu sıerl tahassüsle iç1eniyordu; denilebilir ki şiir yalnız o zaman bir müddet en güzel sesini bulmuştu; o zaman bir müddet, insaruara tarihi!n en güzel devleti İsviçre ve en güzel kahramanı, İsviç re'de Dört Canıton Gölü'nün dağlarında yaşamış olan, avcı Guillaume Teli görünüyordu. Esir Jeminüs'ün sergüzeştini delişmen gençlik yüksek sesle okuduğum seııelerde, tsviçre'ye gittimdi; o zaman başımda esen kavak yelleriyle hürriyetin i:ki makaam.ını görrneğe and etmiş tim, bu maıkamlıardıan biri, Leman Gölü'ııde, Alp'lerin eteğinde, Savoie düklerinin Chillon Kalesi'nin alt katında, kahraman Bonfvard'ın mahpus yattığı zindandı; biri de Canton Gölü'nde ''Tel" in doğduğu, yaşadı ğı, İsviçre Cumhuriyeti'ni kurduğu küçücük "Altor" şehriydi Altor! Bu isim kulağıma anlatılmaz bir .zevk veriyordu. Yola çıktığım zaman önce yol üstünde Chillon Kalesi'ne gittıim, Bonıivard'ın zindaruna indim, bir sütunda, kahramanın serencamını yazan ş8.ir Bayron'ın çizdiği satırları okudum, zindanın demir parmaklığından iki adım a.şağıda gölün durgun ve yeşil sularını seyrettim, hürriyıetin bu boğuk şiiri Di tattım. Sonra Alp'lerin silsilesi üzerinden Dört Canton Gölü'ne geçtim. Gözlerim başka hiçbir şeyi arkadaşlarıma,
ES.IR JEMİNÜS VE ALTOR ŞEHRI
9
görmüyordu; yalnız "Tell" iın havasım teneffüs ediyordum. İlk işim de Altor'a hareket etmek oldu. Lucerne şehrinin iskelesinde, bizim Boğaziçi vapurlarından daha küçük bir vapur, Dört Canton Gölü'nün, dağ eteği küçük şehirleriyle beraber '' Altor" şehrinede uğruyor. O gün vapurda, benim gibi "Tell" mabedıinıi tavafa giden yolculardan başka yolcu yokmuş, bunu Altor' a hep birden çııkdığımız zaman anladım. Vapurda alçak ve derin bir sepet koltukta etrafı seyr ede ede; ha.Iis süt, taze tereyağı ve balla ucuz ve iyi bir kalıvaltı ettim; vapur bir müddet dağ eteği gitti, gitti, sonra bir körfeze saptı; yalçın dağ ıann ortasında kuytu bir körfez, kıyılarında dev-vari, kaya sütunları dikili duruyor; sabahtı, güneşin ışığı yeni vuruyordu; güneşin bu körfeze yaldız halinde serpildiğini görünce şaştıın; o zamana kadar bu yaldız serpinti.sini, dağlarda sabah manzaraları tasvir etmiş bB.zı ressamların resimlerinde görmüş, lakin sun'! bir resim oyunu zannetmiştim: meğerse sahiymiş, kayalar ışık serpintisinden pırıl pırıl görünüyorlardı; bu kudretten dikili duran yalcın sütunların birinde iri harflerle bir isim gördüm: Schiller. Ismin altında da doğduğu ve öldüğü tarih var. "Teli" in körfezinde Schiller'e bundan güzel bir abide dikilemezdii. Vapur körfeze yavaş yavaş giriyordu; hep Teli'in havası içindeywk; o kadar ki Schiller'in meş hur dramı yahut da Kossini'nin meşhur operası oynamrlren seyirciler bu kadar "Teli" in havasında mahpus kalmaz; bu körfezin dağına taşına "Tell" in ruhu işlenmiş; yabam badem kokan bu temiz ve yalçın tabiatte "Tell" in peşine takılan Altor köylüleriyle, balıkçılannın şarkı1arı tınnetsiz bir ses halinde çağ-
10
EG1L DAGLAR
lıyordu.
Nihayet vapur ta "Teli" mabedmm basarnakhep birden çıktık. "Teli" mabedi dağ eteğinde boydan boya demir parmaklıklı, son derece basit bir makamdı. Parmaklıklardan bakıyorduk. lç duvan boydan boya üç salıneli bir duvar resmi kaplamış. Bu resim Teli'in efsaneli hayatından üç safhayı gösteriyor ki biri de çocuğunun başındaki elmaya ok attığı meşhur safhaydı. Ressam, "Teli" i gür saçlı ve sakallı, boylu boslu, dizlerine kadar gömlekli, çankh köylü bir ilah gibi, dini ca.zibesi olan ulvi bir malıluk kılığında tasvir etmiş; bakmağıı dayamadık; zaten bastığunız yerin de kudsiyeti vardı, çünkü mabedin yeri, Guillaume Teli'in va.Ii ve ınaiyetiyle dolu olan gemiyi, m-eşhur fırtınada, biraz yanaştınp kendi çıktıktan sonra ayağıyle ittiği ve dalgalara bı raktığı yerdi. ''Tell" in mabedinden uzun bir zaman lanna
ya.naştı;
ayrılamadık.
Sonra mabedıin arkasında küçük, iki tarafı ağaç lı bir yoldan Altor şehrine girdik. Altor'a kavuşmuş tum ve tam tahayyül f-ttiğim gibiydi: Küçük bir meydan, cephesinde bir kilise, ta karşısında Gtıillaume Tell'in heykeli; bu heykelde "Teli" dağlardan şarkı söyliyerek iner vaziyette, mağrur başı yiık:ıekte, omzunda ok ve yay, sağ elini de yanı sıra, dağlardan inen çocuğunun omzuna dayamış. Meydan, meydan değil, Guillaume Ten sahnesi halinde; z&ten meşhur nişan sahnesi bu meydanda geçmiş. Altor'un küçük satıcıları ağaçtan ve alçıdan Altor yadigan binbir çeşit ufa;k tefek eşya satıyorlar, hepslııiın üzerinde Guülaume Tell'le çocuğunun resmi var; bu şehir yedi asırdan beri bu adamın efsanesi içinde yaşamış ve
n
ESIR JEMİNÜS VE ALTOR ŞEHRI
yaşıyor!
Altor'dan çıktığım zaman layan yatağı gibi yıkanmıştı.
ri'ı.hum
bir
çağ
* Dün Boğaziçi'nin kırlarında gezinirken çocukluğurnun en güzel iki hatırası olan Esir Jeminüs ve Gulllaume Teli gözlerimi yaşarttılaı:·, Altor şehri gözümün önüne geldi; sonra düşündüm ki yarının Türk ~ocukları hürriyeti benim gibi ya Pynmees yahut da lsviçre dağlarında ar arnıyacak; geçen kış Kafkas karlan arasından Razım Karabekir'le Kars'a yürüyen genç zabitler ve genç köylüler, bu balıarda tsmet ve Re'fet'le İnönü'nden Dmnlupmar'a koşan genç zabitler ve genç köylüler, Anadolu'yu ulvi ruhlarının, mukaddes kanlannın rayıhalarıyle doldurdular. Artık Anadolu'da her köy bir Altor şehridir. Biz bu büyük vak'aya pek yakınız da inanamıyoruz: yarın bu vak'a kudsi bir efsane olunca herkes Mustafa KemaJ'i ve arkadaşlarını bir reis ve bir mücahid E>lmakdan farklı görecek; çUnkü yalnız efsanelerde iman tıl sımı vardır; bizim nesil hürriyeti bir mevhiıme gibi özlüyordu. Yarının Türk çocukları hürrıyetin toprağında doğup, büyüyecek! Ah anne Anadolu! Ne kanlı ve ne büyük nasibin varmış!
ESKİ SALTANAT VE YENİ 1\-IİLLET
Vlkeleri fetihte mukadder olan cida.J, ziya' ederken de mukadderdlr. Hayal, emel, yahut da fahrt bir fikir meşgalesi halinde sanldığımız nice mefhumlar vardır ki bir gün tecelli edince şaşınr, muztarip olur, dileğimizin tam aksi çıktı saıuı-1z. Bizde milliyet fikrinin tecellisi böyle oldu. Namık Kemal'den sonra gelen nesil, millet. milliyet, milli sözleriyle gaşyolurdu. Bu kelimeler Namık Kemal'e ve tilmizlıerine göre ne kadar müphemdiler. Bütün o nesil milliyet fikrini eski saltanatı kurtaracak bir şah-ı dam telılldd ediyordu. Bugün gözlerini o zamana. çeviren bir TUrık, o zamanki veziTlerle, genç ahrar arasmda bütün o ayrılıklar neydi an-· lıyamıyor. Tanzimat paşaları bUtün merkez-i sıkleti, mizi saltanat addediyorsa, a.hrar da yeni vatan mcfhumuylı büyUk, hudutsuz, eski saltanattan başka. bir şeyi kasdetmiyorlardı ki! İki bizbin de nazarmda millet, nüfus dairesinde mukayyed, bila-tefrik-ı ırk u cins ve mezhep, tebea-i şahaneydi. Yalnız Na~
ESK! SALTANAl'VE YENi MiLLET
13
mılt Kemal bütün büyük şairlere has bir mevhibeyle Türk milletinin ancak Müslüman ruhuyla tev'em olduğunu için için duyuyordu. Vatan için söylediği küçük manzumelerde hep bu Müslüman tahassüsünün kaydı var:
Git vatan! Kabe'de siyaiıa bürtin! Bir kolon ravza-i Nebi'ye uzat, Birini Kerbela'da Meşhed'e at, Kainata o hey'etinle görün! Osmanlı dediği doğru
askerin ölümünü bugünkü gibi
görüyor. Cennet kapısı can veren ilıvana açılsın,
diyordu. Milliyeti Namık Kemal'in müphem lakin öz telakkisi ancak Mekteb-4 Harbiye'de köklendi. Diğer mekteplerden yetişen ahrar rorseriyetle milli hislerden ziyade yeni fikirlere, haraden ziyade temeddüne, Türk hayatından ziyade frenk kitabına kapıldılar. Bunun için de son on seneye gelinceye kadar inkılap dediğimiz kör döğüşünde hep atıldığımız gaaye büyük saltanatın şAh-ı darfısu olan kanfı.n-ı esasiyd:i. Hald· katte milli fikirle son iki senede nı-be-ril geldiik. Çünkü ilk defa bu fikir, bir :fikir olmaktan çıktı. Şedid bir hayat oldu. Hem bin türlü siyasi vahimelerden, hem de son senelerin bin türlü nazariyelermden Azade olarak tecelli etti Ancak )mgün anlıyoruz ki Midhat Paşa'dan beri o kırk yıllık davada beyhiide akıntıya kürek çekm.işiz. On beş sene evvel Paris UlCım-ı Siyasiyye Mektebi'nde bh·kaç Türktük. O zaman Albeı1 Sorel meş-
14
EGlL DAGLAR
hur tarih-i siyasi derslerini veriyordu. Balkanlar'da, Avusturya'da, Rusya'da milli cereyanların o en civcivli senelerinde, bu dersler genç ve ateşin kafalarda sihirkar bir tesiri haizdUer. Albert Sorel iri yan, gözleri ağrılı, kalenderce giyinir bir N ormandı. Derslerine notEuz girer, son asırda yeni Alman, yeni İtal yan milhyetlerinin teşekkülünü alelade bir muallim gibi yalnız diplomatların bir eseri olarak değil, felsefeden, şıirden, musıkiden hasılı his ve hayalden aldıkları bütün kuvvetlerle tedris ederdi. Bu derslerin caz!tJesiyle Türklülde yeni bir ufuk gören iki Türk talebe çıktı ki biıri Yusuf Ak~ora diğeri de Ahmed Ferld' dir. Soret ilim ve siyasiyat aleminde bin türlü meş galelerine rağmen mektep talebesini her salı günü Assas Sokağı'nda küçük otelinde kabul ederdi. Bir salı birkaç arkadaş Sorel'in ziyaretindeydik, bir der, sinde Tersane Konferansı açılırken, patlamağa baş lıyan yüzhk pare topu işB.ret ederek, büyük devletler murahhaslanna: Zat-ı Şahane bUtUn tebeasına kanun-ı esasi bahşetti, müjdesini veren Safvet Paşa' nın hareketini Babıali tarafından tertib edilmiş siyasi bir oyun gibi nükte ile tasvir ettiğini hlirmetle hatırlattım.
O zamanlar biz genç Türkler, kanun-ı esasiye bütün saffE:itiyle inanıyorduk. İçimizi yakan oi~ şey varsa Sorel gibi Avrupa müverrihlerinin Midlıat Paşa gibi kurbanlar veren samimi bir careyandan haberdar olmaması idi Sorel'e talikatimin yettığı mertebede 93 daJI-be-i hükumetmin asliletini, o darbeden doğan yeni OsmQ.lllı cereyanına bağlı bütün bir nesli, bu cereyamn ergeç tecelli edevicdaıumızın
ESK! SALTANAT VE YENİ MİLLET
ceğind
15
söyledim. İhhiyar müverrih giilünısiyerek hadinledi. Dedi ki: Genç Türk cereyanına bütün Bu!gar, Sırp, Erm.enı cereyanlanna inandığım kadar inanıyorum. İlk şehidiniz Midhat Paşa, öteki vezirler gibi değil, hakilmten samimi idi. Siz Türkkr Asya'nır. kudretli milletisiniz de. O kadar fırtınalı bir maziden sonra istikbiilde söneceğın:ize inanmaktan uzağim. Lakin dünkü reayanızı yarın hürriyet, müsavat. adalet gibi kifayttsiz mefhuınlarla tebea derecesine çıkarınakla eski Osmanlı saltanatını kuracağmızdan şüpheliyiın. O genç milletierin gaayeleriyle sizin meşrutiyet gaayeniz nasıl barışacak? Zanneder misiniz ki milletierin son gaayeleri adalet, hürriyet, yahut da müsavattır? Sizin ileride bir kanfuı-ı esasi ile hal1edeeeğinizi sandığınız bu meseleyi gözünüz önündeki Avusturya zaten müeısses bir kanun-ı esası ve mükemmel bir idare ile bir türlü halledeıniyor. Tabiiyetinde bulunan bütün genç milliyetler kcı.ynaşıyor, Habsbourg'ların akıbetini Allah bilir. Milliyet cereyaru bu asrın bir derdidir. Tanzimat Devri'nin paşalu.rı ada.let ve müsavatın eski Osmanlı saltanatını şifayab edeceğin{) inanmakta mazurdular. Lakin Berlin Kongresi'nden sonra inanmak güçleşti. Yunanlılardan sonra Bulgarlar, Sırplar ~lli başlı bir milliyet halinde teşe.kkül ettiler. Rumeli'deki milletdaşlarmı hiçbir kuvvet karşısında kendi cazibelerinden kurtaramazlar. Bu milletler Tanzimat'dan evvel uyuyorlardı, Tanzimat'la uyandılar, siz kanun-ı e'Sasiyi balışederseniz daha ziyade geııişliyecek, şahlanacaklar. L5.kin bütün bunlar mukadderdir. Onlar sizin idarenizden nasıl kurtulmak istiyorla:rsa siz de ta:biatiyle ce·dJ..ı>....rinizden kalma yırhahan3
16
EGlL OAGLAR
bir vatanı hod•be-hod bırakmazsınız. BugUn sizin ülkeniz bir devdir. Sizden ayrılacak bizı toprakla· nn ehemnıiyeti o devm bir parmağı mesabesinde olsa bile kesip atamazsınız. ÇUnkü siyasi bUnyenizi muztarip eder. Ülkeleri fetihte mukadder olan cidil ziyi' ederken de mukadderdir. İspanya bütfuı hakaayıka rağmen Küba'yı harbsiz bırakmadı. Şimdi eUnizde Osmanlı saltanatını fedakirca bekleyen bir Türk milleti ve türkleşmiş bazı unsurlar var. Saltana.tımzı bu millete ve bu unsurlara medyunsunuz. Size desem ki yalnız Türk ve Müslüman bir Türkıye kalsanız ve bu yeni vatan yeni Almanya, yeni İtalya. gibi yeni esaslar üzerine kurulmuş eski bir saltanat olacağımza yenıi bir devlet olsanız! Lakin gaaye-i hayalinizce rencide olursunuz. Tarihin en müsbet bir neticesi atalar tesirini giderem~. Siz Türkler Avrupa toprağına ordularla girdiniz, adım adım çekileceksiniz. Lakin zanned:erim ki siz Türkler de ergeç derslerimde gördüğüm gen(] Bulgarlar, genç Sırplılarır.. milliyet derdine tutulacaksımz. Şimdiki genç Türk cereyamnız sadece bir cereyandır. Sorel'in vefatından on iki sene sonra bu sözleri haurladım. Vefatı Temmuz tnkılabı'mn olduğu seneye tesadüf ediyordu. O zaman bir müddet, üzerimde acı bir tesiır bı:rrukmış olan bu sözlerin boşluğu.nt\ inanmıştım. Likin o zamandan beri nmin bir lr&rameti gibi her gün daha ziyide kuvvetle teeyyüd ettiler.
Fıkralar
ve
Ilitıralar
BEBEK
ŞAMANDmASI
Söyle bir gUn gelirse bir sırası Neydi kasdın Bebek §aDlalldırasıf Askeri MUze'de tarihi günlerinlizi hatırlatan gilnagün eşya var. Eğ.."'l" bir gün olur, Askeri Müze'ye Mw~tafa Kemal'in, son senelerde giydiği sivil elbise; Kazını Karabeldr'i soğuktan korumuş eldivenler, İsmet'in harita çizdiği pergel, Gök Bayrak Taburu'nun dolaklan konulursa, bütün bu e§ya arasında isterdim ki Bebek ~dırası da eski yenıçeri kazanlan, sipahi eyerleri ve sur-ı hUmayun davullanna yakın bir mevkie yerleşsin. Çünkü Bebek şa nıandırası, geçen sene bir yaz sabahı, nasıl bir kalb sa.hibi olduğunu Bebek nhtımına. toplaru:nış bütün bir hallt karşısında isbat etti. Abdülhak Hitmid geçen sene Amavud Köyü'nd:e, bir başına, bir evde ikaamet eder, her sabah da Arnavud Köyü'nden Bebek'e yaya gelir, Bebek'de F. 2
18
EGiL DAGLAR
Yaver Efendi'nin loıkantasında çay içer, öğleye kadar vaktini tatlı bir musahabe ile geçirird.i. Abdtilhak Hanıid'e hemen her sabah o lokantada tesadüf etmek zevkine nail olurdum. Bir sabah yine karşı sında idım. Konuşurken, karşımızda lenger-endaz Ertuğrul Yatı'na bi:rçok muşlar yaklaştı. O muş lardan redıingotlu, asker Uniformalı birçok paşalar çıktılar. Ywta bindiler. Biraz sonra yat demir aldı. Kuva-yı InzibMiyye'nin kahmmanlığı günlerinde olduğumuz için anladık ki yine bir semte mühiın bir seyahat-ı siyasetpenahi var. Yat hareket etmek üzere iken başları döndüren, kulakları çınlatan bir tarraka ile Bebek Koyu'nda, gemi, pazar kayığı, salapurya, mavna ne var ne yok hepsini birden çekti. Rıhtım sökülüyor sandık. Her taraftan halk koşuşuyorou. Y at bir şeye takıldığını anladığı tçin durdu. Hemen içinden bahriye nef~r leri sıçrayıp sandallara atladı1ar, yatı hareketten alıkoyan maniayı aramağa koyuldular. Nihayet anlaşıldı kı Bebek şamandırasının zinciri yatın dümenine sarılmış, Bebek'de ne kadar gemi varsa o §amandıraya bağlı olduğu için o gürültülü koparış!a hepsi birden kalkmış. Bahriye neferleri birçok uğ raştılar, ;akiın mümkün mü? Koca zincir deniz altından dü•nene öyle bir sarılış sarılmış ki koparmak muhru! En sonra Kasımpaşa'dan bir tahlisiye romorkörüyle dalgıçlar geldiler. Denire daldılar. Tam dört saat uğraştılar, zincir bir türlü kopmuyordu. Abdülha.k Hlbnid bu hadiseye feylesofane bir düşünce iJ.e dalgın dalgın bir müddet baktı ve gayr-i ihtiyarl olarak ağzından: "Şimdi de kuva-yı tabiiy-.re!. .. " sözü döküldü. Sonra bana döndti: "Ben mabade't-tabüy-
BEBEK SAMANDIRASI
19
yata pek mutekıdim
bilmem siz ne fikirdesiniz? Yalbir tki gün evvel de Kadıköy si'i.hiline, şimdiye kadar hiç görülmedik iri yarı bir canavar çıkmış. Beni bu tabii zannedilen hadiseler mabilde't-tabiiyycye aid tezah"iir1er gi:bi düşündürür." dedi. O gün biraz neşeli idik. Bebek şamandıı·asının durup durduğu yerde çıkardığı hadiseye dair bin dereden su getiriyorduk. Isen bir şi:ir hatırladım, okudum: nız
Bin yaş3. ey vezir-i derya-dll Asaf-ı bi-muadU ü adll Ver donanınaya takviyet şandır Gemisin kurtaran kapfidandır! Abdlllhak Hamid kıs kıs gülüyor, dalgıçlar u~ arada sırada son mısrRı gülümsiyerek tekrar ediyordu: raşırken
Gemisin kurtaran kapfidandır! Nihayet dalgıçlar tam dört saat uğraştıktan sonra zincıri kopardılar, yat da lzmit'e doğru, dört saat teahhlırle, hareket etti. Abdüllıali Hanıid'in mabade't-tabiiyyeye dair felsefesiyle <ı.hvhli tefsir ediyordum. Bebek şamandırası gözümde ;edünni bir hru alıyordu. Bu beyit o gün söylendi :.cii: Söyle bir gün gelirse bir sırası Neydi kasdm Bebek şamandırası?
fılkralar
ve
Hatıralar
SlY ASILER Vesitelerin slyasiyatta aldatıcı bir hassalan vardır: Sebep gibi görünürler. Devrinin sfyRsiyatma aıklı erdiğini hiç bir vesika ile bilmediğimiz Muallim Nacl, arada sırada evliyl}. sezişlerine benziyen bir şair sezişiyle, böyle günleıi idrak edeceğimizi sezmiş gibi, basireti bağlı olanlara bir hidayet meş'alesi çekmiş: Aynlan millet ittihadından KessUn ümmidini muri.dındant beytim bir nas kuvvetiyle söylemiş. Maaınafih
her inkııi.zın tabiatı ik:tizasındandır, zaman ki devlet kaza ve kaderin cilvesine uğrar, yıkılır, parçalanır, dağılır, hemen kendi bünyesinde iftiraık, fesad, fitne belirir. Bir devlet dağı· lırken, doğduğu gUnlerde gibi yekpare bir demir küt her
:nıe
SIYASILER
lesi oLamaz. Hiç bir inkırft.z olsun da o inkırazın bu saydığımız alametleri olmasın olur mu? Maamafih bir milletin başına böyle gUnlerde en ziyade şiddetle bela kesilen ne rUh.l.an çürtlklerdir, ne sütü bozuklıa.rdır. Çünkü bu gürflhu bir milletin bünyesi er geç ifraz eder. En ziy~de bela kesi1enler o milletin milli duyuşunıa., ınilli sezişine, milli görüşüne ta:ban tabana zıd bir akideye saplanan, Muallim Naci'nin o güzel beytinde işaret ettiği, namuradlardır. Çünkü medrese tabiriyle hem daıi hem de mudildirler. Bu taifeyıe "siyasiler" mezhepLerine de "siyaset" derler. Bun1ann akılları sıra bir devlet milnkariz olursa ancak kendi siyasi hataları yüzünden olur. Kurtulursa siyasetle kurtulur. Bu sihirli, efsunlu, büyülü kaaidenin aksi varid olamaz. Bununçün de bu efsunlu çAreyi lrendi akıllarından başka sına da emanet edemezler. Ancak iktidann başmda kendileri bulunmalılar ki büyü tutsun. Lakin iktidB..rın başmda bulunurlar da yine büyü tutmaz. Hemen muvaffakiyetsizliğin sebeplerini, hem de ansamimü'l-kalb, muanzla.rınnı dik kafalılarında görürler. Kadim devirlerde Kartaca'mn, orta devirlerde Endülüs'ün, yeni devirlerde de Lehistan'm tarksiini dillerde destandır, değil mi? Bu ü~ devletin taksimi zamanlarında da, tarihte daima tekerrür eden hadise tecelli etti. O milletierin ekserıyeti se'V'k-i tabiisiyle muhafaza-i nefis kaydına düştü. Bir ukala zümresi de hemen hemen füsunlu siyasetin cazibesin'e tutuldu. Tabii efauncu siyasiler, d~letleri hakkında kaza ve kader hükmünü tamamiyle icra edin~eyıe kadar atıldılar, ba.ğırdılar,
22
ECİL
DACLAR
uğı--aştılar,
kaza ve kader hükmünü icra etti. Kartaca, Endülüs, Lehistan birer efsane oldular. Zaman, vukuuatı ı:amamiyle tasfiye edip de o devletlerin öiümünü intac eden asıl hakikati meydana ayan beyan çıkarınca, anlaşıldı ki Roma, Roma olabilsin için Kartaca'nm yıkılınası mukaddenniş; !.spanyol m illeti, tspanya gibi hududu muayyen bir çerçeve içinde, doğabilsin için Endülüs araplarının Afrika kıyı sına dökü:mesi mukaddermiş; hele bu hakikat Lehistan'ııı taksiminde büsbütün kuvvetle tecelli etti, sağdan o yaman Rus çarlığı, soldan o bi-aman Prnsya, aşağıdan c sinsi Habsbourg siyaseti Lehistan'ı ortada öyl~ kıskıvrak edince, Leh siyasilerinin efsunu ne kadar mev hummuş! Lehistan'ın o kadar uzun süren can çekişmesinde LehlileTden ne siyasiler zuhur etmedi? O can çekişmenin son senelerine yetişen Kazıın Paşa yine bir şair sezişiyle haklkati ne kadar doğru görmüş, ne kadar da sarahatl e ifade etmiş: Biçi,re Leh'iıı şimdi aleyhhıde lehbıde Hallun nice sözler olunur gfiuş fenünden En doğrusu anıına bu ki kan damlıyor elhak Rus'un kılıcı Avrupalı'nın kaleminden ı
* MüvGrrih Albert Sorel der ki: "Siyasiyatta hiç bir zaına.n vesileleri sebeplerle karıştırmamalı!" Vesüelerin siyasiyatta aldatıcı bir hassaları vardır: Sebep gib: görünürler! Migal: alel'itlak almalı:tansa kendimizden alalım. Siyaseti, şah-ı dô.ru telaldd eden bi~m siyasilerin
23
SIYASILER
nicesi musirrane kaaııi'dir ki bu devlet iyi bir siyaset-i harıciye ile eski h3linde dururdu. Bizi malı veden yalnız ve yalnız siyaset-i hariciyedeki hatalanmızdır. "Ah diplomatlarıınız yok!" dediğimiz zaman canımız yanar. !kide birde nerede Reşid Paşa? Nerede Ali Paşa? N erede Fuad Paşa deriz. Yetmiş
ve Fransa'nın siyao engin hudutlarıyle korumağı mu.rad edince, Ali ve Fuad Paşalar tamtakır bir devletin başında bedava hemen dahi lresildiler: · bir sene evveline kadar Yunanistan'da Venizelos'tm dahi kesildiği gibi Mısır mes'elesinin hatimesinden Kırım seterine kadar bilhassa Kırım seferinden sonraki o yi~ senede, İstanbul'da keyfa-keyf yaşayan mülkiye sınıfı zannediyordu ki keramet paşalarda dır. o paşalar ki, siyaset naınına istikbali görmek şöyle dursun, muasır olduklan Avrupa milletlerinin milli ve iktisadi kaynaşmalanndan bi-haberdirler. O zamank.: vaziyeti ne ihzar, ne de istismar ettiler. Lakin zerre kadar siyasi ol:salardı o vaziyette hakiki siyaset olan maarif ve ikinci kadernede iktisat hareketleriyle bizi bugün, hiç değilse "Misak-ı Milli" ile taayyUn eden hududumuz dahilinde mükemmel bir devlete benzetirlerdi.
seti
sene evvel
İngiltere
Osmanlı saltanatını
Bu devlet için
kurtuluş fırsatı fırsat
tam
manasıyle
da Kınm muharebe'Sinden, Bosna - HeTSek isyanına kadar olan devredeydi. O fırsatı kaybettiğimiz günden sonra iktidara nail olanlar Ali ve Fuad Paşalar gibi dahi olamadılar! On:ar değil onların yerinde Cavour, Bismarck ve Beaconsfleld'ler de olsaydı dahi olamazlardı. bir defa zuhur etti. O
24
EGlL DAGLAR
Kur(ın-ı vusta'ya göre biçilmiş bir saltanatı sırf siyaset kuvvetiyle korumak eğer yalnız siyasetin, siyaset dahilerinin elinde olsa idi tarih dururdu! Yedi sene evveline kadar A vusturya'nm siyaseti inceliğiyle, ustalığıyle, hilekarlığıyle anılırdı. Metternich'den Aehrentlıal'e kadar bir asırlık Avustuı· ya diplomatları Avusturya !mparatorluğu'nu kurtarabiidiler mi? İnsan yalnız son on iki senelik vu.kuuatı göz önüne geıtirse Avusturya diplomab dessas Aehrentlıal'in aklına güler. Hani bu diplomat Bosna - Hersek'i bizden aşırmak için Balkanlar'da birdenbire vakitsiz biT istila rüzgarı estirdi idi, eserinin üstünden on sene ~m edi ki Avusturya Galiçya'da Osmanlı ordularının yardımına muhtac oldu, şimdi de o saltanatın yerinde yeller esiyor. Rusya'mn da Şark siyasetinde menendsiz diplomatları ·vardı. O diplomatlar da Rusya'yı kurtaramadılar, şimdi her biri Avrupa otellerinde zarilretten kıvramyor Almanya'nın son asırda bütün feyzini Bismarck' a isnad edenler de tahminlerinde ne kadar yanıldıkl.arııu gördüler. Venlzelos'un deh!sma inananlar da yanıldıkLarını itirafta çok gecikm.iyecekler. Siyasete bir sihir, efsun, bİ:!' büyü kuvveti atfetmek bilhassa son asrın illetlerindendi. lkide birdeson Harb-i Umumi ile "Dünyada bir karn başlıyor" demiyorlar mı? Bana öyle görünüyor ki bu karnla beraber dlploma:tların şlşaası du bitti. Kadim devirlerde siy8.siyat lrelim:eshıin mAnasından içtima.iya.t kasdolunurdu. O görüş ne kadar doğru imiş, hele bilhassa küçük milletiere göre!.
TECRÜBE VE IIÜKU:rtl Yunanistan ne harb-i wniiıniye ne de sulh-i uınômiye.
yaradı
Artık güneş gibi taa.yyün etti ki Şark'da Yunanistan ne harb-i umum.iye yaradı ne de sulh-i umtimiye. Harb-i umumi açıldığı zaman Yunanistan aklen, mantıken İtilaf Devletleri'yle yan yana harbe girecekti. Bllak.is Almanlara bağlandı. O zaman herkes bu garıip vaziyete şaşıyordu. Maamafih birçok Avrupa diplamatları büyük gazete sermuharrirleri Yunaıristan'ın bu vıamyetini tefsir ettiler, dediler ki: Yunan kralı kayserin eırlştesi., Alman ı:ı.skerliği nin bayram, Alman siyasetinin Şark'da bir nigehbamdır, hele iliklerine kadar Alman bir kraliçe tarafından sevk olunuyor. Maamatili Yunanlılar, ttiW Devletleri'nin bahriye neferlerini pusuya tutarak kıralları kadar kaysere sAdık olduklarını isbit ettiler. O zaman Alman gazeteleri Yunanlıları ha.ra-
26
EG1L DAGLAR
retJe medh ediyorlardı. Yunanistan'daki efkan doğ rudan doğruya Almanperest bir kralla, Alman bir kraliçe idare ediyordu demek yarım bir hakikatti. Kral Kostaııtin'in nüfftzund:an hariç olan bizım memleketimizdt: Rumların ne kadar hararetle Almanlara taraftar ve İtilaf Devletleri'ne aleyndar olduğunu görüyor, adeta şaşıyor, Rum siyasetinin bu hikmetini biz Türkler bir türlü anlayamıyorduk. Ajans Wolf'un heT haberini müteakıp Beyoğlu ve Galata'nın Rum dükkanıarı kayserin defne dalları ıçindeki resimleri ve siyah haçlı Alman bayraklarıyle donamyordu. Hele o aralık bir sinema şeridi vardı .ıd Rumlar seyrettikçe sevinçlerinden çıldırmışçasına alkışlıyorlardı: Bu sinema şeridi, Kavala'da fırkasım bütün eslihasıiyle beraber Alman ve Bulgarlara teslim edip Almanlar tarafından kemal-i debdebe ile Almanya'ya götürülen ve oradaki garlarda, caddelerde alkışianan bir Yunan ceneralini. serencamının bütün safahatıyle, gösteriyordu. Rumlar bu sinema şeridin·i siyasiyatta malum olan bütün heyecanlarıyle alkışladıkça biz Türkler şaşıyorduk. Anasıl asker bir mmet olduğumuz için ecnebi bir devlete topuyla tüfeğiyle teslim olmuş bir ceneralin alkışlamşını çirkin görüyorduk. O zamıaıı Rum vatandaşlarımıza soruyorduk: Biz müttefik olduğumuz halde Almanları bir türlü .sevmiyoruz, sizin bu temayili ün üz nedendir? Dedikleri gibi \{ostantin'den ve Kraliçe Sofiya'dan mı tali- . mat alıyorsunuz. Bi2ı.im gibi saf değil, siyasiyatta gözü açık Rum vatandaşlarımiZ diyorlardı ki: Siz Türkler askersirriz körükörüne döğüşüyorsunuz. Biz tüccar ve baııker bir milleti:z. Alnıanlar gaalip ge-
TECRÜBE VE HOKOM
tirse piyasaya Iaa.kal bir rubu asırda hWm olabitirler. O zamana kadar da Allah bilir neler olur? Derker harbin nihayetlerme doğru Yunanistan ttilif Devletleri'ne temayül etti. Mütirekeyıi müteıAkıp da harbe çok geciknrlş lMcin her fedakirlığı yap.nııağa hazır bir vaziyet ·aldı. O zaman ince düşün .ee]j siyasiler, edibler dediler ki: "Dünyada akıllı millet varsa bu Yunan milletidir. Harbde kan dökmedi, su1hte gaaliplerin ilk safında bulunuyor. Atiına'da pusuya tutulan biçare bahriye neferlerinin kam da caba; zannetmeyiniz ki bu bir eser-i tali'dir. Bilskis Kostantin'le Venizelos arasında baştan tıertib edilmiş bir oyundur. Almanya gaalip gelseydi, Kos-ıtantin, Venizelos ve tarafdarlannı hain ilin edecek, Almanya'dan Sırhistan arizisini istiyecekti, ttilif Devletleri galebe ettiler, Venizelos, Kostantin'i hAin tıan etti ve Türk ariztsini istiyor!" Lakin eski Yunanistan'm harb ilihı Merlh'in de bir tecellis: vardır, bu ilih harb meydanlarında dtiş müş neferlerin kan kokusunu burnunun bütün işti bisıyle koklama.dan muzafferiyet semerelerini bah:tetnüyor. Yunaınistan bade'l-mütireke muzaffer olmak giıbi tarihte hiç vaki olmamış bir mftcize gös-termek istedi, muva.ffa;k olamadı. tki sene tecrtıbe den sonra muvaffakiyetsizlikten bezen Yuna.ndstan tebeası ks.af.ile kaafiloe intihabat sandıklarına koştıı lar, bir mucize göstermek azmiyLe beyhude kan dök·türen Venlzelos'u düşürdüler. Venizelos düşdüğü gün cihana karşı bütün b.aiktkati söyledi: Dedi ki: "Beni bugün düşüren miJ.. letiın zannedildiği gibi nankör değil, yorgundur, çtin.kü iki buçuk seneden beri hila terhis edilemedi !"
WlL DAGLAR
Artık bittecrübe, bilfiil tebeyyUn etti ki Yuna-:rristan ne harb-i umfımiye yaradı ne de sulh-i umft-
miye. Türkler harbi kimlerle yaptıLarsa onlara harbin sonuna !tadar sadık kaldılar, sulhü kimlerle yaparlarsa onlara da sonuna kadat sadık kalacaklan A.şi... ka.rdır. \-'ünkü bu millet kuma.z değil sadıktır. İşte devletlerlıı gelecek hafta Londra' da hem Türklerin lehine, hem Yunanlı1arın lehine, hem hakkm lehine, hem de Şark' da müebbed bir sulhün lehirut "9\ereCelderi hüküm bu kadar tecrübeden sonra sUzül,mtıe bir htiktlmdür.
ESER Mustafa Kemal bir ferd bir tımsa.ldir~
değil,
Yavuz Sultan Selim mı
Mısır yoUarında mı,
lran
nerede belli değil lakin durup dinlenmeksizin açtığı seferlerin birinde söylediği f8.risi bir gazelin matla'ında der ki: "Bu seferler, bu at koş turmalar beyhftde değil! Biz gönülleri toplu bulundurmak içm perişan oluyoruz." Bu söz Mustafa Kemal'in ve onu milletin timsAli görtip de takib edenlerin iki senedir kin köpüklerine karşı, aforozlara, Anzavur'lara karşı, Paraskevopulos'lara karşı diUnıa ayni imanla söylediği sözdür. ""Bu seferler, bu at k:oşturmalar beyhftde değil! Biz gönülleri toplu bulundurmak için perişan oluyoruz!" Gönülden boşanıarı bu hazin sözle Ankara, gönülleri iki sene bile sürmeyen kısa bir müddette topladı. İki sene diyorum, o kadar bile değil. Çünkü Ferid Paşa sa.daretin!in, Anzavur'la Givur Imam'ın Anadolu'yu yollannda
30
EGlL DAGL.AR
fethe çıkışının, Bab-ı Seraskeri Meyda.nı'nıda Kuvi-yı In.zibWyye resm-i geçitlerinin henUz senesine bile girnıedik. Mustafa Kemal ve onu mUletiın tıims8.li gören Türkler Anadolu'da adernden bir Türk ili çı kardılar.
Tarihde hiçbir zaman, hiçbir millet bu kadar az bir müddette uyanmamış, bu kadar güzel bir gönül birliği göstereınemiş, yaşamak hakkını ka.zana.mamıştır. Şimdiye kadar yaşamaya müstahak olduğumuza bUrhan olarak İstanbul'da, Ed.irne'de, Bursa' daki camilerimizle minirelerini, Kur' an cildlerim.izle duvar çinilerimizi, kumaştarımızla halılarımızı gösteriyorduk. LAkin düşmanla.rımız diyor ki: "BUtün bu mim8.ri, bütün evini m8.ziye iiddir, bu asra göre mefkilrelıi bir millet misiniz?" Ve bürhanlanmızı miziden aldığımız için, mizinin karanlığından bil-istifide diYQrlardı ki: "Hele hele o cimileri, o minireleri, o çinileri bizzat siz Türkler mi yaptınız! Ga.rp müverrihlerinden sarf-ı nazar yine kendi içinizden fe~lesoflar, !!imler, edibler diyorlar ki bUtUn bu eserler islAmı kabili ve TürklUğü temessü1 etıırll mUhtedı1cıin ellerinden çıkmış!" Evet iki st-ne evveline kadar yaşamak hakkını ancak m8.ziye Ait eserlerle taleb ediyorduk. Bugüne göre bir millet olduğumuzu isOO-t lizımdı. İşte milli hareket mr SE'ne içinde bu hakikati ortaya koydu, bir sene içinde Mustafa Kemal'i milletin timsAli olarak yarattı. Bir sene içinde bütün sUtü temiz Türkler o timsB.lin ~ rifmda bir kUtle oldular. Bir sene içinde, feıleğin bin tilrlU germ ii serdine rağmen milli hareket birkıaç villyetten bir vatan çıkardı; o vatanda gelıi.ri çıkarına uygun bir bUtçe.
31
ESER
makine gibi muntazam işler bir idare yaptı, bütun halkı memnun eden bir A.slyiş tecelli ettirdi; o kadar ki Anadolu'yu bir baştan bir başa otomobille gezen Amerikalılar başka fikirlerle meşbu' geldıikleri halde dönüşlerinde hüsn-i şah8.detten nefislerinıi menedemediler. Milli hareket bir mftcize olan bu eseriyle kft.fil yalnız yaşamak hakkımızı değil, Şark'da sulhün muvi.zenes.illli kifil yegane millet olduğumuzu ortaya koydu. Türk milletinlin gösterdiği bu kudret diğer bir ltibarla da dikkate değer. Milli harekete bütün Türkler iştirak edemedi. Türk vatanmm yarısından fazla bir sahada kalanlar ancak dua edebildiler. Bu eser ancak, Yunan işgaaline uğramadığı için Ferid Pqa n8.zırlarınm "vilaya.t-ı gayr-ı müstahlasa" dectiıkleri mmtakada kalan Türkler'in eseridir. l3u eser blı' şahsın değil bir milletindir. Mustafa Kemal'i bir şahıs zannedenler aldanıyorlar. Mustafa Kemal lzmir'e efzunlar çıktığı günden evvel bir ferddi. O günden beri artık bir ferd değil bir timsAldir. Yine Selim-i Evvel'in f8.risi bir mısraını hatırlamamak kaabil değil, zamamnda islarmn gönüllerini toplamış olan Selim diyor ki: "Zannediyorlar kıl bütün bu işler benim muvaffakiyetim eseridir, ah zavallılar bilmiyorlar ki! .." Milli hareketi bir kıvılcımiren söndüremiyen nefesler bugün bir güneş olduktan sonra söndürmeğe çalı.şlrrlarsa nıe demeli?
Nefesle kaabU-1 ltm
mıdır çeriğ-ı
elestf
ONUN
SESl
Bir müddettir Babıali Caddesi'nden Fitih'e kadar yol üstü Türk dükkaniarı Namık Kemal'in, Mustafa Kemal'in Kizım Karabekir'in, tsrnet'in lliHde Edib'in ve bunlar gibi yüzlerine baktığımız zaman kendimizi gördüğümüz milli çehrelerin, Ankara'da Millet Meclisi binasının resimleriyle bezendi. Bu dük· kanıarın cameleanları zaman mman lstanbul'u en derin düşüncesiyle üade ederler; İzmir'in işgali gUnü hepsinin kepenkleri milli matemi duyaralt kendililclerinden kapandıydı, o günlerde, İstanbul lular H8Jide Edib'i, altı mm&reden kopan tekbtr sesleri ortasında, bir ıztırap timsali gibi siyahlar giyınmiş gördüler. O meydaın.da, o topluluk, o siyah bayra;klar, o siyahlar giyinmiş ıztırap timsaii ve onun canlı sesi lsta.nbulluların kalbinde son hatıra gibi hakkediimiş duruyordu. Dün Istanbullular Mustafa Kemal'in Ankara'da üç yüz elli millet meb'usuna, en musibetlıi senemizıl kaparken, söylediği nutku okudukları sa;at, bir zaman SultanaJımed Meydam'nda dıaldıkları hiiziin.lU rii'y&-
ss
PNUN SESI
dan
uyandılaır,
.zamandır
milletin
resimleriyle
~~
Mustafa
Kemal'iıı
bir
gaşyoluyorlardı,
dün sözünil de işittiler, şimdi yalnız kendini görmek kaldı. Bu nutuk ilk satınndan son satırma kadar her türlü tumturaktan, her türlü benlikten, her türlü hırstan S...-i bir hitabe id!i; belli ki söyliyen insan bu milletin timsali olduğu günden .beri benliğinden çık mış, bütün bed endişelerden azade, yalnız uzakta parlayan bir yıldıza bakıyor; türklüğün en fırtınalı senesini tarif ed~rken ilitiraslı siyasiler gibi kızgın, azgın değil; her va.lç.' ayı mr satırda zikredişi var ki faziletli ruhların ş8.nı olan icazdır; milli hareketin uğraştığı harbi anlatırken· sadece diyor ki: "Ordula.rımızı az .zaman~ adeta yeniden teşkil, teslih, techiz, ilbas eyl:edik. Bugün cephede muzafferane harb eden ordularımız vardır. Bu ordular sayesinde Şark'da Ermenistan muzafferiyeıtini kazandık ve Garp'da da Yunanlıları mağlftp ettik." Milli birliği dağıtmak için tıert1b edilen d8.1Wi fitneyi anlatırken yine sadece diyor ki: "Meclis-i 8.limiz ve onun hü· kftmeti düşmanların ve h8.dnlerin tertibi ile vücüda getirilen bütün irticaiarı ve asayişsizlikleri bastır mağa muvaffruk oldu. Nisbeten pek az tahıibat ve telefatla bu keşmekeşi bel'taraf etti. lhlaı ve iğf8.1 edilmiş olan ah8.liyi irşad ve tenvir ederek halkın tabaka-i cahilesini de hakı"katten haberdar eyledi. Bu babda bilhass,a Anadolu ulema-yı kirarnının fetv8.larla ifa buyurduldan irşadatı müteşekki.ri.ne yad etmeği bir vazife bilirim. Bu suretle bütün milletin mukaddes milli maksat etrafında bir vücud ve mütesanid biT kütle h8.linde toplanmasına muvaffakiyet elverdi.''
F. 3
:.!Jıl
IIGlL DAGI.AR
Sonra h!rici siyaseti yine ayni icazla. iz8.h eder-· bm, iki seneden beri kulakla.nmızı yırtan iftir8.lan tekzı'b ediyor.
tki seneden beri Türk
birliğini dağıtmak
istiyen tekrar edip duruyordu: "Bu hareket ceıııkcudur, maceriperesttir, zorbadır." Yunan gazeteleri bu isn&dı bir akis gibi alıp cihinm dört köşesine yayıyordu. Hava Yunan neşriyatının imtiy&zında bir saiıaydı, rüzgarlan Yunanlılar estiriyordu. Cenkcftluk isn&dı milli siy8setiınizi öldürecek bir zehirdi. Mustafa Kemal var kuvvetiyle: Hi~ bir zaman cenkcu değil, hiç bir mına.n maceraperest değil, bilakis sulh ve müs8.lemetıe teşne bir millet olduğumuzu bağınyordu. La.Irin aksini iddi& eden Türkçe sesler ve o sesleri dağıtan Yunan neşriyat kuvveti bu sesi örtüyordu. O kadar ki son zamanlara kadar Avrupa efkar-ı umftmiyesi milli harekete bir azgınlık, milli çehreleriınWe zeb8.ni kılıklan veriyordu. .Anadolu heyet-i murahhasasının Londra Konferansı'nda milli hareketi h8ikiki çehr.esiyle temsil ettiğinden sonra cenkcu, maceraperest, harb ti d:atrb ta.rafdan, sulh kundakçısı olduğumuza dair bila aman, bil& fasıla neşredilen o ürcftfeler birdenbire zB.il oldu. Murahhaslanmız Londra'da özlerini sözleriyle ifade ettikten sonra sevimli bile oldular. Bugün Mustafa Kemal Anıkara'da iki senedir fırka niflkının boğduğu bu sesi saf bir havada bir daha tekrar ediyor: Türk milletinlin hirici siyasetini izah ederiken diyor ki: "Meclıisimi.z vıe mec1.isitnizin hükumeti cenkcu ve maceraperest olmaktan uzaıktır. Bilikis IJUlh ve miis&.leıootıi tercih eder. Bilhassa lıısfuıt ve ıııifak
en ziyade bir
nakaratı
ONUN SESI
medeni mefktirelerin hayyiz-i husule lm.lade tarafdardır!"
35 çıkmasına
fev-
Milli hareketin şimdiye kadar gösterdiği en bil· yük meziyet siyaaettedir. Milli siyasetiyle dağılan göntllleri topladıktan sonra, ida.ıi siyasetiyle intizam, mAli siyasetiyle geliri çıkanna uygun bir bütçe, askeri siyaseıtiyle yokdan ordular yarattı; şimdi de hi.rici siyasetiyle Londra' da gaalip devletlerin itimidını kazanmış bir vaziyettedir. Milli harekete düş man hükftmeıt, siyaseti kendi özüne has bir meziyet gibi vehmederek, Türk mukadderatınm başına çöktüğü zaman adiiye n8.zırının ağzıyle: Yunan istnasının programı dahilinde olduğunu söylüyor, Paraskevopulos'un henüz ayak basmadığı topraklan "vilayat-ı gayr-ı müstahlasa" unvamyle yad ediyordu. Bugünkü İstanbul ve Ankara siyasilerine göre Yunan :istilası hem bize karşı haksız, hem de Şark muvazenesi için bir tehlikedir; vilayat-ı gayr-ı müstahıasa ise, İzmir, Bursa ve Edirne'dir ki İngiltere'nin, Fransa'nın, İtalya'nın hak n8.mı.na vereceklerinden mutmain olduğumuz hükmiyle bize iade edilecek. Geçen seneki siyasiler yar ü ağyan inandırmağa çalışıyordu ki milli Türk hareketi cenkcftdur, zorbadır, Iran'a Tfiran'a kol budaık salmak tasavvurundadır; bu seneki siyasiler isbat etti ki Türk milleti cenkefi değil, devletlerin istatistik namma verecekleri hükme mün:kaddırlıar; bilakis Yunanlılar cenkcftdur, fütfthat havasında, Anadolu'da ve Edirne'· dedirler ve devletlerin istatistik namına verecekleri hükümden korkarl,ar, gaıalip devletlere daha şimdi den öyle bir itmina.n verdiler ki Şark'da sulh en me-
36
EGlL DAGLAR
tin bir t-emel olan Türk milliyetine ist1n8.d ettiıile bilir. lşte Mustafa Kemal'in Türk harioi siy8seti namma Ankara mec1iısindeki iki satırlık ic8.zı bu farklarla müeyyeddir. Maama.fih, kini dini olanlar bu kadar bariz bir esere göz yumar, zannedıerler ki siyaset dehası uhdelerindedir, siyaseti onlardan sonra maymun yaptı. lnsanlara inanmaz maymuna inıamrlıar. Lılk.in maymun1ara inıanacak devirde değiliz;
BtB D'CŞ'CNCE Bir yalnız
dirilişimiz
var. Bir diriUş ki sür'atiyle akla veleh veriyor.
Ankara'nın kaza ve kader gibi kudretli bir nasibi var. Beş asır evvel Türk devleti orada kazamn yaman bir darbesiyle dağıldıydı; bu şehrin adım meş'um bir hatıra gibi anardık. Beş asır sonra yine kazamn yaman bir darbesiyle dağılan Türk Devleti Ankara'da dirildi. Artık bu şehrin adını Söğüd'ü andığımız gibi seve seve ·anıacağız. Bunu düşünürken, Timurlenk darbesiyle dağıldı ğımız günlerle, son senelerimiz arasmda bir muka.yeseye kapıldım. Tarihin felsefesi kadar itibari, münasebetsiz, gülünç bir şey olamaz; Murad B:.ıy'in cild cild üstüne düştüğü bu girlveye AlLah insanı bir fıkrada biLe düşürmesin; yalnız gözüm önüne gelmiş bir kıyas beni çok düşündürdil; yazmaktan kendimi alamadım. Yıldımn Bayezid'in Timurlenk'e açtığı harbi kibir, ehmet, siyasetsizlik telakki eden müverrihler kaafile kaafiledir. Hür oLarak tefekküre başladığı~
38
EGIL DAGLAR
mız
bu son asrın Osmanlı müverrihleri de bu fikir.. deddrler. O devir siyasetinin bütün kUnhüne, etraflı vesikalarm yardımı olmaksızın, vakıf olmadan bir hüküm vermek bu asrın kafasına uymaz. LA.kin l!ıldmm Bayezld gibi büyük bir pldi.ş8hımıza tan olmasın, şimdiye kadar okuduğumuz sahifelere göre, Timurlenk'e açtığı o harb manasız, menfaa.tsiz, ga,a.. yesiz bir harbm:iş, görünüşe göre, Niğbolu kahramanı bizi Ankara'mn önüne götürüp beyhude darmadağın etmiş, kılıç kuvvetiyle birleştirdiğimiz Anadolu Türkleri henüz eski beylerine meftun, bu beyler de milli birMikten zevk almaktan ziyade eski beyliklerine hasret çektikleri için Timurlenk'e firifte hnişler, l!ıldırım'm güvendiği Kara Tatarlar Ankara'da öteki Taıtarlar:ı, bizim Türklerimiz de TimurJenk'in maiyetinde. eski beylerind görünce çil yavrusu gibi dağılmışlar. Padişah kapu halkıyle, bir de bize tabi Sırplıarlıa ortada hasir kalmış. PM:işah esir; §ehzadeler fi:rarda, şehir, şehir bütün Anadolu TUrkleri ölümün her cilvesine maruz, biT asırdan fazla bir. himmeıtlıe derlenip toplanan o koca devlet lime lime, o gilıJel Tfuok va.hdeti bir günde bir efsane olmuş... !şte Ankru:ra'da beş asır evvel kazanm böyle bir cilvesine maruz kalmışız. Lakin kazamn cilvesinden sonl"8. Wkrar bir diri.lişiıniz var, bir diriliş ki yalnız sUr'aıtiyle akla veleh wriyor. "FB.sıla-i Saltanrat" dediğimiz bu devir bir ba'sü ba'de'l-mevt, bir tekevvün devriddr. Bütün o ~adeler mukaatelesinden on sene sonra Çelebi Sultan Mehmed eski devleti hemen hemen eski serhadleri içinde tekrar yaratır; zaten 'fisıla-i saltanıaıt" da bir defa kardeşi Mtlsi.'nın sardığı lstımbul'U, 4
Btlt DÜŞÜNCB
39
oğlu Murad sarar, iki defa salip seferlerini erittr. Hulasa bu sür'at1i dirilişe en büyük misa.I: lstan· bul'un Fatih tarafından fethi Ankara'da dağıldığı mızdan tam elli sene sonradır. Eski günlerimizin bu safhalarını düşündüm, bir de bugünkü safhalarını, dedim ki: Yıldmm Bayezid bir harb açmış ki, bizim son Harb-i Umfuııi'ye iş tira.kimizden daha miı.nisız, daha menfatsiz ve daha münasebetsiz görünüyor. Onun harbi, devleti o zaman nasıl dağıtmışsa, bizıi de bu son harbirniz öyle dağıttı. Uıkin Bayezid'in o felaketinden sonra bir fırka zuhftr edip de devlete, millete, o harbe girdikleri için bitmez, tükenmez bir dava a.çsaymış! Bütün bu manzarn. gözüm önüne geliyor: bu fırkada.n cer8.dlar kalkar, Ankara Meydan Muharebesi'ni millet kazanmış olsaydı bile, madem ki siyasetsiz bir harbe girmiş, yine idama 13.yık olduğunu bağınrlar. Çelebi Sultan Mehmed'i Anadolu'da dağılan topraklarımızı tekrar derler toplarken görseler, henüz Rumeli'de istirda.d edilemeıniş şehirlerimizin hesabını sorarlar. Hasılı ordulıarı eşkiy8., vatanperverleri haydut diye aforoz ederler, bütün milli gayreti durdurur, bu milleti tam manasıyle mUnbezim ederlerdi; lakin o zaman Çelebi Sultan Mehmed de bu devleti tekrar diriltmiş olmazdı, o zamandan beri mevcut da olmazdık.
Düşündüm ki bir devi~ Timurlenk'in karşısında bizim olduğumuz gi'bi mağlftp olsa bile tekrar dirilebilir. Lakin böyle meş'um bir davacı fırkasına çatarsa bittiği gündür, müeıbbeden dirilemez; h8.ricl düşman böyle bir düşmandan yeğdir.
TÜL-İ
EMEL Daldıklan
yine rtı'yidır ve yine uyanacaklar! Londra'ya ümitlerle gittikti, O gUnkü konfereisi, murahlıaslarımıza: Edirne ve İzmir' de nüfus ·ekseriyetine göre tahkik komisyonlarımn vereceği hükmü baştan kabul edip etiDiyeceğimizi sordu. Murahhaslarımız: Evet, dediler. Bu evet, telgraflarla lstanbul'a, Anadolu'ya, Edirne'ye, lzmir'e in'ikas etti; bütün propaganda oyunlarında mii.hir olduğu gibi istatistiği de büyücülük derecesine çıkar mış olan düşmanımız Yunan'a rağmen, bütün Türk kalbleri: "Evet Edirne'de ve lzmir'de ekseriyet-i nüfus nR.mına verilecek ada.let kararına baştan boyun eğeriz!" dediler. Yunan murahhasları bu teklifi kabUl etmediler. Hepimiz aynı saffetle dedik ki: "Yunanlılar devletlerin ada.Iet narnma vereceği karard.an daha önce korkuyorlar! Görülüyor ki devletlerin adaletiyle İzmiT'e de, Edirne'ye de, sulhe de ransın
kavuşacağız."
Düne kadar hep bu hulyadaydık. Belki de bu hulyamn biT hakikat olmak için haıa da taıilıi var-
TÜL-1 El\IEL
41
dır. Üç seneden beri yaptığımız tecrübeden sonra kendi murahhaslarımızdan gelecek telgraflardan başka telgraflara da itimadımiZ yok. İstanbul ve Ankara murahhasları ise henüz bir şey yazmadılar. L8kin her halde bir müddet için nikbin olmaktan ziyade bedbin olmak devresine girdiğimiz anlaşılı yor. Çünkü Londra Konferail1Sı bitti. Edirne ve lzmir'e kavuşmamız için birkaç çare vardı. Evvela o vilayetlerde hakikaten bir ekseriyet sahibi olduğumuzu isbat, saniyen hüsn-i siyaset, eenkcıi, sergüzeşt peşinde bir unsur olmadığımızı ir8.e. sa.Iisen Edirne'ye ve İzmir'e yerleşişimizi umumi sulhün menfaatiyle telif... İşte kalhimizin ukdesi olan bu iki vilayete ka· vuşmak için bu şah-ı daruların üçüne de son haftalarda destres olduk: Razı olduk ki o vilayetlerde nüfus ekseriyeti.nin Türk olup olmadığını bizzat devletlerce murahhas bir komisyon tayin etsin ve DU komisyonun reyine göre devletlerin vereceği karara mutavaat edelim. Yunan buna razı olmadı. Demek ki ada.Iet bu vilayetlere kavuşmamız için şah-ı darii değilmiş. İkinci şah-ı darii siyasetti. Murahhasları mızın konferans karşısında hasıl ettikleri hüsn-i tesiri bütün ecnebi gazeteleri yazdılar, murahhaslarımız Tilrk milletinin her türlü cenkci'iluktan, her türlü maceraperestlikten uzak, sulhe teşne, Şark'ın sulhü için kendi fedakarlığına bile razı bir unsur olduğunu, belagatten, fesahatten daha kavi olan samimiyetle öyle biT ifade ettiler ki, Yunanlılar bu samimiyeti siyasi maharete verdiler. Londra Konferansı'nda biz sulhun iadesi, Yunan harbin devaını lüsfununu ifade eden vaziyette bulunduk. Siyaset
l!GlL DAGLAil
dedikleri bu ikinci ş8lı-ı dam da bi2e derman olamadı. U çüncü şah-ı dam: Edirne'ye ve İzmir' e yerleşişimizi umfuni sulh ün menfaatiyle telitti; işte bu son zamanlarda asıl o hakikata destres olduklan, değil mi? Tam ilki buçu·k sene güneş gibi meydana koydu ki Yunan ordusuyle Şark'da sulhü tesis etmek şöyle dursun günden güne daha ziyade zehirieniyor; bunu cihan aınlıadıkta.n sonra doğrudan doğruya Yunanlılar da anladılar. Yine bir hakikat gibi taayyün etti ki Yunanistan Şark'da bir şartla durabilir: Ftı tfıha:tında tatmin olunup, Şark'ın sulhüne nigehban olmak barından azad olmak şartıyle! Biz bila.lds altı asırdan beri cedlerimizden kalmış, hatıralan mızla maıa.ma.ı olan topraklardan vazgeçerek Avnıpa'nın Şark sulhüne bekçilik etnıeği cana minnet biliyorduk. Işte milli menfaatlerimizle uınfı.mi sulhün bu derece telifi bile bize Edirne ve İzmir davalarında yar olamadı. Ta.J.ihin bu kadar yaman bir imtina'ı karşısında İzmir'le Edirne'yi unutmak kalıyor. Bu millet buna ka:a.dir midir? Bu iki şehir ve vilayet iktisadi, askeri, coğrafi nokta-i na.zardaıı bizim için bir haya:t mes'elesi olmalarından sarf-ı nazar yalnız Yunan elinde olmakla bWi sulhün düşüncesinden bile daima mahrU.m edecek. Bu şehir lere göre vaziyetimiz bugün ne kadar belli ise, yarın nasıl olacak o kadar bellidir; Yun·anlılar askeri bayra:klarını İzmir şehrine toplayıp cephelerini kısalta caklar değil mi? Lakin İzmir şehri simsardır, arkasında müstahsil ve Ttırk olan vilayet olmazsa bu şehir, hatta Selamk'den daha az bir müddet zar-fında ölUr, bin8.ıe:naleyh bugün lehlerine istihs8.1 et-
TOL-1 EMEL
tikleıi
ne faydası var; lzmir Akbir çeşme ise, o çeşmenin men:baı, arkada olan Türk çiftciliğidir; bu son üç .senede Rumlar Türklere hiç bir iktisadi denı vermediler mi sanıyorlar? Bu çeşmenin suyunu kurutmak, lzmir'i yalnız mavi bayraklarla süslü kupkuru bir şehre benzetrneğe lcifayet etmez mi? Binienaleyh bu son Londra karan; dedikleri gibi, YunanWarın lahlerinde ise kaç sene için ve ne itibarla lehlerin:edir? Edirne? O daha çatallı bir mes'ele! Son Bulgaristan mitinglerini haber alırken biz bile endişe teniyoruz; Yunanlılar hiç endişelenmiyorlar mı? Yunanlılar bu iki Türk şehrinin üstüne oturmakla, bize öyle geliyor ki çok bahsettiklevi "büyük rü"ya" yı görüyorlar; bu rü'yadan son Londra Konfeııan:sı'nın ilk günlerinde uyanır olmuşlarıren yine -daldılar. Yalmz biz Türkler mutmaJ.niz ki daldıkları :yine rü'yadır ve yine uyanacaklax. Onlar bu rü'yaya bağlı oldukları gibi biz "tiıl-i .emel" e bağlıyız. Londra'mn doğru haberleri gelmeden evvel bu bahsi biraz açmak manwiyatımızı ne sarsar, ne de düzeltir, zaten bütün millet haşre kadar bir fikirde kalacağız: Ümit te de yeiste de muktedamız o fikirdir. bu karinn
anıeli
43
denıiı'de altının altdığı
İKİ
YOL
Milletin nasibini tayin, ancak kopmu§ olaD vekilierine aittir. ınilletin bağrından
Yunan murahhaslan Londra'dan bir daha muzaffer döndüler. Edirne'nin bahsini bile kapattilrtan başka İzmir'i daha elverişli, daha masrafsız, dalı~ zahmetsiz bir kılıkta elde etmek talihiyle dell!ilebilir ki Kostantin rakibi Venizelos'a taş çıkardı. Yunan murahhaslannın - kat'iyyetini bu ay sonunda göreceğimiz - muvaffakiyeti o kadar ba.riz' ki henüz teklif mahiyetini geçmiyen bu şekli hemen muahedeye bir zeyl olara;k ilave ettirmeğe çabalı yorlar. Bize gel·ince, mua.hedenin diğer birkaç maddesi tadll edilmekle teselli ediliyoruz. Sevres Muahedesi öylıe bigiran bir ununandır ki yanında Versailles, Saint Germain, Neudlly MuaJıedeleri bir içim su kalır. Haşre ~adar tadil ed!i1se, haşre kadar teselli edilebiliriz. Kostantin Venizelos'd:an daha talihli çıktı diyor-· duk. Çünkü Yenizelos İzmir ve etrafını alırken, bir
IK.t YOL
45
de o çok böbürlenddği, Anadolu'yu teskin vazifesiyle yilidü idd.; Kostantin bilakis hissesini alıp, üstüne oturan bir talihli vaziyetinde kalıyor.. l:zmir şehrin de bir müfreze asker bulundurncak, masraisız ve zevkine doyulmayan bir nümayiş! Vüayetıiıı öte tarafını da beynelmilıel muraka:beye tabi bir zabıta kuvveti bekleyecek, her hwlde İnönü'nde beklemekteuse bu beynelmilel sıiper arkasında beklemek Yunan fatihliğine yaraşan oor kefalet! Hasılı devletlerin teklifi biıınetice değişmezse son iki senelik Yunan fütiı.hatına bundan mükemmel bir hatime daha ola-
maz. Bize gelince, siyasi gürültüleri aleyhimizde bile olsa yine insiüa tercih etmeyen açık kalbli bir millet olduğumuz için i:tiriü ederiz ki geçen yaz altına :İlllza koyduğumuz muahede ile, bu kış tadili teklif olunan muahede arasmda bir fark vardır. Ancak bu fark; İzmir ve Edirne acılarını hazmetnıekle kaaim olduğu için girizandır. Vatanın işgaal edilmemiş sahasında milletce mansub hükiı.metle, işgaal edi:lmiş sahasmdaki hükumet her ikisi de hem milletin itimadını haizdirler, hem de sulh ü salah:a teşne olduklarını devletlere de hissettirdiler, tadil teklifini mnta.Jaa edeceklerin verecekleri cevaba millet baştan mutidir~ Bugün Allaha çok şükür, haroici siyasetimiz etrafın da yekvüciiduz. Londm'dwki murahhaslanmız milli dilekle:rim.i:ze vücud verodirememekle beraber milletin
şükranma şayandırlar.
kuvvetiyle eliırMzin y.~ği ettiler ki zorba değiliz, fütiihat havasında koşar değiliz, bila.kis binde
Çünkü
bir
neşriyat
hakı"ka.ti meydana çıkardılıar; cihana isbat sergüzeşt peşinde değiliz, cenkcii değiliz,
46
EGlL DAGL\R
dokuz yüz doksan dokuzu müttehid, bir ordu kadar muntazam, yaşamağa ş8.yan, Şark muvazenesine en sağlam bir destek olacak siyasi, durbin, ahl8.kı ve bünyesi. metin bir milletiz. Milletin ·nasi:bini tayin, anca:k milletin bağnu dan .kopmuş olan bugünkü vekillerine 8.idd:ir. Biz ancak· devletlerin teklifini nasıl telakki edeceklerini tahmin edebiliriz. Hükümetin bugünkü beyanname-. sini okuduk-tan sonra tuta:bileceğimiz iki yol olduğunu görüyoruz. Bu iki yoldan biri çapraşık, biri de düzdür Çapraşık yol, hiç bir zaman unutamıyacağımız tzmlr ve Edirne'yi, şimdiye kadar olduğu gibi şimdiden sonra da mHi programın en mukaddes maddesi halinde -kalblerimize hakkederek, muahedeye rıza vermek ve muahede bir defa tatbik edildikten sonra. Yunanla baş. başa kalmak ve mukaddes ernelin husfı.lüne kadar uğraşmaktır. Lakin bu yol, dediğimiz gibi, çapraşıktır. Vakıa son muaıddel muahede Şark' da va2Jiyeti daha şimdiden değiştirdi. Yani düne nisbetle. bugün .Yunanistan Şark'da Avrupa devletlerinin medenıiyet vekili değil bilakis fütuhatının listüne. oturmuş, hissesini kendi müdMaa etmeğe mecbur bir. vaziyettedir, yarın Yunanistan daha ziyade yalnız kalacak; bütün cihan ddplomatlarının geçen ;geneden beri bin kere dediği gibi, bir kere daha diyebiliriz ki Yunanistan kendi başına bütün Adalar Deni~i iskelelerinin üstüne oturamaz, Bulgari:stan'ın, hatta Sırbistan'ın kulrağı kiriştedir, ilk fır satta bu iskeletere sarkınağa hazırdırlar. StamboHjski daha şimdiden diyor ki: "Bize deniZli. gösteriyorlar·, son!'a yanına yaklaşma diyorlar!"
IKI YOL
Bu yol
çapraşıktır.
Çünkü bizi
cenkci'ıluğa bağlı
tutar. Mu8.hedenin tatbikinden sonra bize en elverişli
siyaset cenkcilluk değil, süki'ındur, çift ve çubuktur, yeni doğan Türk milliyetini milli temeller Ü7'Jerine kurmaktır; mu8.hedenin bir defa tasdikinden sonra bizi harab edecek olan !zmir ve Edirne'nin hasretiyle ikide birde depremşimiz bütün bu süki'ın programını bozar, yine ummadığımız uçurumlara düşürür. İkinci yol düzdür: Hiç bir ııaman unutamıya cağımız, veremiyeceğimiz Izmir'i ve Edirne'yi bugün istemek, yarın mua.hedenm tatbikinden sonra sergüzeşt siyasetinden azade, devletlere itmin.an verecek bir sükfınla yaşamakbr. Bu önümüzdeki ay bu yoUardan hangisini tutacağımızı gösterecek. Son bir senelik tecrübe isbat etti ki Yunan atıp tuttuğu gibi Anadolu'daki milli Türk bükilmetini bir yudum su gibi i~ez, uzun seferberlikten bitabdır. O bitab düştükçe, milU Türk orduları büyüyor. Son ayda Londra müzakereleri isbat etti ki Yunanistan hem bitab hem de füti'ıhat peşinded1r ve bu fütuhatı kendi emeğiyle değn, ta 1821 den beri olduğu gibi devletlerden hediye ve peşkeş yoluyle, koltukta olarakp elde etmek için debeleniyor.
YUVAYA
DÖN"ÜŞ
Bu millet, o cihangirane devletten bugün bir Türk vatanı ~ıkaraca~ kudrettedir. Zengin bir sefih, çoluk çocuğunu unutup senelerce heva vü heves1erintn peşinden koşar, hazlarında pftyan olur, vücudunu yıpratır, servetini yer ve en sonra evine döndüğü zaman aile ocağını nasıl zindan gibi görürse, saltanatını batıran bir miUet de milli hayatına öyle bir meraret1e döner; asıl tabii hayatım dıar görür, gözü mazidedir. Saltanat hayatından millet hayatına dönüş bazı unsurlara öyle ağır görünür ki ya Romalılar gibi dönmektense ölürler, yahut da İspanyollar gibi döner, lakin eski saltanatın altın rü'yasma dalar, yarı ölü, yarı sağ yaşar, bir türlü yeni bir hayata giremezler. Biz Türkler bugün talihin bu merhalesinde bulunuyoruz. Saltanat rü'yasmdan millet hayatına girerken, servetİI11 tüketip de aJJ.,e hayatı gözünde zindan olan sef'ıh gibi, birçoğunun kalbinde üzüntü, du daldarında meraret var. Gözü hala arkadadır. Böyleleri sanıyor ki devlet bir kazaya uğradı, yoksa
YUVAYA DÖNÜS
49
~kıi düzenle yine yaşar giderdi. Böyle düşüneniere göre devlet eski devletlilerin anladığı manadadır, yaşarsa siyasi tedbirlerle yaşar, batarsa siyasi tedbirsizl!iklerden batar ve zannederler ki devlet bu .harbde hattı. Bugün artık Osmanlı saltanatının bir Türk devleti çerçevesine girdiği bariz bir netice olduğu için, <>n sene evvel söyLenemiyen hakikati, geniş geniş söyliyebiliriz: Hayalinden kurtulamadığımız saltanat tam üç asırdır batıyordu; yalnız son yüzelli senelik yıkıhşını mutalilıa yeter. Seliın-i Salis, Mahmud-ı Sani kaptırdıkları uzak ülkeleri geri almak için ilk padişaJılarrmız kadar azimkardılar; yalnız İstanbul' dan mürettebatı tam bir kalyon kaldıraınıyorlardı. lsti.l.a devriımiz bir med'di, aksülameli cezir tabiaJtıyle gelecekti. Biz üç asırdır bu cezrlıı tecelli ettiğini görüyoruz. Türık milletinin eskiısi gibi üç kıt'a-i arz üzerine .oturuşunu siyasetin tedbiriy1e mümkün tasıavvur etmek kadar bir saffet tasavvur olunur mu? Böyle bir düşünce Avrupa milletlerinin iktisadi iıttıisa'1annı inkardır. Eğer Osmanlı saltanatı son zamanlara kadar üç kıt'a-i arz üzerinde oturabildiyse, asıl temeli olan Türk milletinin zaranna oturdu! Çünkü Avrupa'nın iktisadi i'ttisa'ı bu saltanatın hudutlarını bozmaksızın mesahasını tutuyordu. Paris Kongresi'nden sonra bizi bir saltanat sahibi zanneden paşalar:
Mevc tırmada ri.yetim cebelde Urdukça demek benim bu belde diyorlardı.
kesinde
Ha;kikatte Avrupa büyük
ticaretıini işletiyor, paşalar
saltanatının ülistikraz ediyor,
F. ·1
EGIL OAGLAR
50
Türklere sonsuz huüutlan bekletiyorlardı. O 1yt günleri ananlar: "Ne iyi günlerdi!" dedikleri zaman sormalı: "Evet çok iyi günleroi. Lakin kimler için?'~ Evet o iyi günlerde Türk milleti bir kapı halkının saadeti için hem bilini feda ediyorou, hem de istikbalini; hem o zaman Yemen'lere iki milyon Türk gömüyordu, hem de haberi olmaksızın Düyiln-ı Um1imiyye'ye müebbeden esir oluyordu. Türk milleti adını bile sevmiyen bir kapı halkının saltanat siyiseti uğrunda, hiç bir zaman kendine aid olmayan ülkeleri müd8.faa etmek için asırlarca ordular çıkar dıktan sonra, İzmir'de Yunan düşmanı karşısında, kendi öz vatanını müdMaa etmek için ordusuz kaldı. Böyle bir neticooen sonra bile saltanat siyasileri,, mevhum olsa bile zarar yok, hulyalarmdan vaz geçemiyorlar. Onlara ana vrutanda, emeğine mukabil, yemek ustUiyle kurulacaık bir devlet zindan gibi görünüyoır.
İsbat
etti ki bir zamam. aşiretten cihangirane bir devbu millet o cihangirane devletten bugün bir Türk vatanı çıkaracaık kudrettedir. Bir nesil evvelkilere mevhum saltanat tatlı bir hayal, milliyet esasları üzerinde bir Türk milliyeti acı bir hakrka,t görünüyor. Bugün biz o mevhfımeye ac1 hayal, Türk devletine tatlı hakikat diyoruz. let
çıkaran
Not:
Boşluktaki satırlar,
sansür
tarafından çıkarılmıştır..
BİR
TEKZIB
Yunanlılann alın
teri De yegan8'
kazandıklan şöhretleridir.
Ölen Yunıaıı Knılı Edirne'ye gtrdiği zaman, milsileri gelenlerine, Meıt olduğu gibi bir nutuk çekrneğe başlarken birdenbire yutkunmuş: "Sizn ne söyliyeyim Edirne'deyim!" demiş, susmuştu. O zaman herkes bu kısa cümleyi bir türlü, kimi eski lspartalılar taxzında lafzı az, manası dolu bir hitap, kimi Türklere karşı bir teselli, kimi de hayretten nutku tutulmuş bir adamın sözü telakkİ ediyordu. En doğrusu gaaliha bu son telakki idi. Bu gençhükümdann kenclini sırası gelmeden hükümdar görmekten ziyade günün birinde Sultan Selim Camii minareleri ile yükselen şehri teslim alelığına şaşmıır bir hali vardı. Cihan hayrette, can hayrette, can-ara da hayrette, demezler mi? Edirne'nin bu vaziyeti' tam işte odur. Atina'daki Trakya meb'uslarmın lstanbul'a gelen son feryadnamelerini görenJ.er bu hayretin bir müntehası daha varsa oraya kadar da dülUmanların
şerler.
5Z
liCİL DACLAR
Geç.:mlerde Yunanlılar ilan ettilerdi ki; Trakya'mn islam meb'usları da ilhaka can ü gönülden rıza verdHer; şimdı bu feryadnamelel'li ile islam mt-b'usbıırı ilhaka candan gönülden rıza verdiklerini cauhıraş bir ıztırapla tekzib ettikten başka Edirne'nin halini bir anlatıyorlar ki! .. Yunanlılar son zamanlarda Edirne'de yalnız vesi:ka ıle gemnilebileceğini ilan ediyorlardı ki bu vilayetin sulh ü sükunu ne kadar iyi bir zabt u rabt altına alındığını gösterir. Söze gelince bu hususta da müslümanlara ~ahmet çektirmiyorlar. Trakya müslümanlarının ne düşündüğünü Avrupa gazetelelerine telgra.f ajanslarına bizzat kendileri söylüyor. Yunanlılar bugünkü imparatorluklarını yüz seneden beri Avrupa mecmualarına suret-i hakdan görünerek yerleştirdikleri yazı sütunlarıyle Avrupa g~telerine kimseye hissettirmeden sokuşturdukları siyasi haberlerle kurdular. Megalo Yunamstan, propaganda eseridir. Öyle görülüyor ki şimdiden sonra da yine bu yazıya telgrnf uslılü ile devam edecekler. Geçenlerde Revue de Paris Bulgıar1stan'a dair dereettiği bir makaalede Yunan propagandasımn ne kadar istifadeli bir safhasım naklediyordu: Muharrir mütarekeden sonra Bulgaristan'da bulunmuş da iıkide birde Atina menbalarından intişar eden hruberlerin ne kadar sahte olduğunu bizzaıt müşahede ettikten sonra bu haberleri yayan Yunanlı muhbire bir gün tesadüf etmiş ve Şark'a da:ir verdiği mühim bir haberin sahteliğini herifin yüzüne vurmuş, Yunanlı muhbir de cevap olarak demiş ki: "Mösyö, ben Atina'dan talimatla aldığım haberleri burada tadil ediyor da öyle neşre-
B1R TEKZİB
diyorum. Yoksa
olduğu giıbi neşretsem asıl
53
o zaman Revue de Paris muharriri bu muhbirin marifetinıe şaşmış da hayretini yazıyor. Biz Şarklılar şaşmıyoruz. Hem de pek çoktan beri herhangi bir avrupalıya gerek Avrupa'da gerek de burada çıkan gazetelerin sahifelerindek:i telgrafların hangisi bHıaraf bir menbadandır, hangisi Yunan parasının şişirdiği balondur gösterebiliriz. Yunanlılar Edirne meb'uslarmın ilhaka rıza verdiklerini neşr€'t tıik1eri zaman da inanmadık Evet ne inandık ne de şaştık. Yalnız şaştığımız bir nokta vardır; Yunanistan yeni imparatorluğu bu usulle kaç sene daha koruyacak? Venizelos fütf:ı.hatından evvelki Yunanistan kendi kanında kaynayan bir kırallıktı ki meşhur Edmond About yine çok meşhur iki eseri ile çok mükemmel tarif etti idi. Büyük muharrir der ki: "Yunanlıların alın teri ile yegane kazandıkları şöh retleridir!" Büyük Pierre Loti son kitabının üzerine About'nun dinamiıt kuvveıtinde bir hakikati ifade eden sözünü kinaye olaraJk .zarafetle kaydetmiş evet Yunanistan o zaman bir kırallıktı. Şimdi ise Şark denizlerinin bütün iskelelerine hakim bir imparatorluk oldu. Acaba bu imparatorluğu hangi Edmond .About tarif edecek? şaşarsmız!"
Zavallı
GöNüL KERESTESİYLE Türk devleti,
aslı
tabakanın hamunıyle madık~
tam bir
olan müslüman tekrar yuğnıl
sıhhatle yaşayamaz.
Henüz Acem'in kırmızı kadehlıeriyle çeltik gözlerini, kırİnızı gülleriyle yamk bülbüllerini, kırmızı şaHariyle servi boylarını öğrenmediğimiz senelerde şiirimizde teşbih ve istiareler çocukca denilecek kadar saftı. İşte o zaman Osman Gaazi, Söğüd yaylalarında bir tiirkü söyliiyordu: Gönül kerestesiyle bir Yeni şehir ve bazar yap ı Çobanlık devrini hatırlatan bu sade, bu güzel istiare, bu manidar türkü bize bugün en doğru siyaset rehberidir! Anadolu'daki macerayı uza;ktan yakınıdan kab sevine sevine, kah korka korka seyreden nice gaafiller zannediyor ki eğer bu harbden Yunan'a kaı·şı silahlarımızm zaferiyle çıkarsak, Kırım ve Tesalya
GöNÜL KERllSTESİYLll
sererlerinden sonra olduğu gibi, devlet eski düzende bir daha diri1iı', bir müddet daha keyif süreriz. Bu gaıafiller kaina.tı sırf siyaset gözlüğüyle seyrettikleri için bedbin olurlarsa yaman bedbin oluyor, müebbeden batacağımıza inanıyorlar, nik:bin olurlarsa eski devletin eski düzende bir daha kuııılacağım samyorlar. L8.kin bu macerayı bu gözlerle seyredenler beyaz görürkan de aldanıyorlar, siyah görürkan de. Bugünkü Anadolu hadisesinin ınanasından bihalJrer.dirler! Siyaset Türk mes'elesini hilletmekle üç seneden beri yarinde sayarken tabiat yürüdü. Hakiki bir görüşle devletin eski bünyam bu harbill son günlerinden sonra battı. O batışla milli hareketin ilk tekevvün ettiği sene arasındaki fasılayı istikbalin müverrihleri bir devlet fasılası gibi görecek. Yeni Türk devleti milli hareketle doğdu. Gözlerini biraz oğup da etrafına bakınan her akıllı Türk, hemen idrak eder ki milli hareket, programının başlıca kısmını yapmıştır. Milli hareket, eski saltanatın, nüvesi olan Türk toprağından on vilayet:i kurtararak bir devlet kurdu. Bu devlet bugün tam ına nasıyle vardır, müstakildir, Avrupa'nın son nazariyelerine göre, sinesinde hak ve halk karışmış ve temelleri Türk milletinin bağrındadır. Şimdiye kadar milletin uzakta yaıkında bütün gönüllerini al bayrak altına toplayan bu devlet ilı tıilal devrinden nasıl . muzaffer çıktıysa, harb devrinden de muzaffer çıkacak ve sulhten sonra yeni ~ hayata gir-ecektir. Inönü şehidleri ve gaazileri Yunanlılan dağıtıp, bütün Tüı<k gönüllerini topladlğmdan beri vakıa bütün mmet nikbiniz yalnız bu
56
EGlL DAGLAR
nikbinlıikte bazılarımn gözleri avkaya, bazılarının gözU ileriye bakıyor. Gözleri arkada olanlar mazurdurlar. Çünıkü o kadar asırlık hudutsuz bir saltanatın kendi gidınce bile uzun bir .zaman vehmi kalır. Süleyman-ı Kaniini o kadar uzun bir saltanattan sonra öldüğü zaman uzun seneler halk hala yaşadığına inanmış; bütün bir saltanata göre bu hadise daha ziyade böyle tecelli eder, bununçün mazurdurlar. Sonra da milli hareket bu son bir sene zarfmda o kadar sür'rutli bir mucize gösterdi ki büyüklüğüyle gözleri kamaştırıyorsa da, Türk aleminde yeni tecelli etmiş bir hadise olduğu için, herkes daha bu günden haJkiki manasını etrafiyle idralt edemiyor. Daha geçen sene milli hareketi boğmak için haydut Anzavur ve Kuva-yı İımibatiyye'nin zibidi sürüleri sevk olundu, senesine girmeden milli hareket Yunanistan gibi en mükemmel derecede mücehhez bir devleti yendi. Bu kadar sür' atle tecelli eden bir mucizeyi bütün idrakler birden tam manasıyle kavl"'ayamaz. Bütün bu Anadolu cida.Iine, ekseri gazetelerin dediği gibi bir muahedenin tadili eski saltanatm mehma-emken tamamiyetini muhafaza ve bu uğurda çalışıanların mübarek himmetıi gibi bir mana verilirse, böyle düşünenler bir kere ellerini şakak laınna koyup derinden derine tekrar düşünseler ki Anadolu cida.Ii bu kadar basit bir hadise olsa o kadar heyec8.na değmezdi. Şimdiye kadar kaç defa bu son felakete yakın felaketler gördük ve kaç defa da civanmerd, azimkar, dini bütün müneilerimizin himroetiyle kurtulduk. Lakin o kurtulUşlar bir netice vermedi., aradan kırk sene geçmedd ki yeni bir fela.kete uğradık ve böyle bu günlere kadar geldik. Os-
GÖNÜL KERESTESİYLE
manlı
57
tarihinde ıslahat ve inkılaplar bir değil, on bütün bir sHsiledir. Lakin hep eskiyi tamir ettikleri için tesirleri neticesiz kaldı. Bu son necat tamamıyle tecelli ettiğinden sonra da eski bünyam, eski zihııiyet, eski idare ile, eski tabakalarında tekrar kursak az bh' müddet sonra aynı neticeyi verir. Özliyeceğimiz şeyler eski saltanatın şanları, şeref leri, bayrakları, medeniyeti, musıkisi, mimarisi, şiiri dir, lakin şekli, idaresi, siyaseti değildir. Zaten insan tarihe biraz dikkatli bir bakışla baksa görmez mi ki o saltanat iki buçuk asır evvel Viyana'da mağlfıb olduktan sonra merhale merhale dayandı, lakin en vasi' hudutlarını bir türlü koruyamadı, düşman istilası gele gele en sonra Osmancığın mezarına, bu devletin ilk teşekkül ettiği ovaya kadar geldi ve bugün orada tekrar doğdu. Viyana mağlfı biyetinden son asrın sonlarına kadar eski saltanatı kah harble, kah siyasetle koruduk. Gördük ki ne silahlarımızın muzafferiyeti, ne de Avrupa siyaset-i hariciyesinin müzahereti o derde deva değilmiş, Türk devleti aslı olan müslüman tllJbakanın hamuruyle tekrar yuğurulmadıkça tam bir sıhhatle yaşaya mazdı. Osmancığın eski türküsU bununçün bugün bize en doğru siyaset rehberidir.
değil
ONLARlN
ÇOCUKLARI
Bu son on senenin muharebelerinde vatanı mü,dafaa için _şehid düşenler iki türlü bahtiyardırlar: Bir taraftan bir müslümana göre ölürolerin hem en mübareği hem de en kolayı olan ölümle öldüler. _Diğer taraftan da biiDin gibi kalan bedbahtlann her gün, her saat, her adımda gördüklerimizi görmemek için gözlerini müebbeden yumdular. Yalnız dini bir görüşle değil a:kli bir görüşle de diyebiliriz ki -<> bahtiyar şehidler cennette, biz kalanlar bugün cehennemde yaşıyoruz. Lakin bir milletin ıztıraplannı ölüm diııdiremez. Çünkü bir milletin hayatı süreklidir. Şehidlerimiz arkada karılarını, çocuklannı bıraktılar. Hem onlan öyle bir zamanda dul V'e öksüz bıraktılar ki en müreffeh, en taı±lıli müslüman aileleri maişetleriııjn iki yakasım bir araya getiTemiyorlardı. Erkeğini böyle birdenbire kaybeden bir Türk ailesi manevi ağrıla _rından sonra ne yaman maddi ağrılada sızlaıur,
59 hayatta öksüz kaldığım nasıl duyar, bunu çekmeyenler bilemez. İşte bu ağrılarla on seneden beri bu meınlekette bir milyon aile sızlandı. GUçlü kuvvetli, alı".ıllı bilgili Tiirk erkeklerindn para kazanamadığı böyle bir devirde, milyonca şehid dulları, öksüz çocukları kucaklarında, elleri böğrtlnde bekliyor, ancak islamm tevekktllUyle hayata karşı dişlerL."lli sıka biliyor. Kaç senedir İstanbul' da bir dartlleytamlar söz U dolaşır; gazetelerde bir dtlziye geçen bu sözle kulakları dolanlar sanır ki milyonca şehid veren bu milletin payitahtında hiç olmazsa bir milyon şebid oğlunu barındıran mUesseseler vardır, heyhat, bin kere heyhat, bUtUn bu patırtı, bu gürtlltU, utanarak söyltlyoruz, yalnız dört bin öksüz içindir. Evet bu gUn İstanıbul darü.leytamları gibi muhteşem bir unvan taşıyan müesseselerde ancak dört bin öksüz vardır.
* İşte
yetlıni
mUtarekeden sonra bin yerleştirebildik. Oralarda gaayet dar bir bütçe ile banndırabiliyonız. Her çocuk gtlnde on iki buçuk kuruş gibi zavallı bir para ile ancak tağdiye ediliyor. Bu çocukların tabii böyle kötU bir maişetle sıhhatler.i bir tUrlU yoluna girmiyor. Maıddi imkansızlığı, bereket versin, Salahaddin Bey gibi dinıi bUtUn, btllend-hiınmet, birikulade teşebbtlskar bir Ttlrkün manevi kudreti telafi etti de bu müesseseler yüz aklığı ile ortada kaldı; bu dört bin öksüz uğrunda ev:ini bar'kım bir tarafa bırakabu dört bin
zahmet, bin
meşakkatle metrfık saraylarımıza
60
EGlL DAGLAR
rak, dört seneden beri yoksullukla, çaresi:zJ:ilüe, parasızhıkla muJtıtası;l biT arsLan gibi çarpışan bu büyük kalbli insanın hakkında Ille söyliyooeğim.iz:i bilemiyoruz. O olmasaydı bu yetim1er eserini bugünkü halinde de göremiyıecektik. Ona vıe onu takib eden Kıbnslı Kerimesi Refika Edhem Hanımefendi gibi ka;dınlarımıza ve erkek:Lerimize darilleytamların bugünkü varlığını medyiınuz. Lakin bu eser, dediğimiz gibi maddi kudretten ziyade manevi himmertlere istinad ede:rıse bekaa bulaJbilir mi? Sonra da bu eser bugünkü hacmında mı kalınalı! Ah bu dert büyü:ktür. Derınanına gelince basit, pek basi!ttıir ama bizim gibi cemaat teşkilatından mahrum, her muavenelti hükiimetin bütçeSIİJlden bekler bir millet için değil. Rumlar ve Eırmeıriler olsa idi bizim bu vaziyetimi:zde bu işi pek çabuk başa rırlıwd.ı, çünkü demirden kuvvetli cemaat teşkilat larına siliiptir; zaten gözümüz önünde onların da darüleytamları var, maddi vesrut farkıyle, onların ve bizim eserimizi mukıaJayese kıolaydır. Biz medeni bir cemaat teşkilatiyle mütesarud olsaydıık bugün İstanbul' da dört bin yetinrl değil, Anadolu'nun, RumeJıi'ırin her tarafındıa bizden başka kimseleri olmayan kııık bin şehid çocuğunu, derler topLar, giyindıirir, kuşandırır, besler ve oıkuturduk ve bu 1ş hiç güç olmazdı. Hayali bir tarafa bırakalım, ha;idkat ortadıı dır. Bugün cemaat teşkilatma malik değiliz ve kollarımızda brne vediatullah oLan bu çocuklar vardır. Her şeyden evvel bunları kurtarınağa mecbiiruz. Bu d.arüleytamlar işini, umiir-ı hayriyyeden herhangi bir iış gibi telfukki etmek bile gösteriyor ki tam mana-
ONLARlN ÇOCUKtARI
61
siyle :idrak edemedik. Bu iş bugün bizim için hem manen hem de maddeten umfır-ı hayriyyeden çok daha başka türlüdür. İstanbul'da bugün bu vazyette olan darüleytamları en kısa tarikle Büyük Millet Meclisi şefkatinin kanatları altına alsın. Çünkü bu çocuklar Allah tarafından doğrudan doğruya ona bir vediadır.
DERS Tiirlder, bütün menfaatlerini, ekseriyetle sakin olduklan öz Türk topraklarında blr Türk Devleti olmakta görUyol'lar. Efendi, nimk ve şika:k kodam.anlarınm gö:~ıbebeği, eski Serfiçe'nin İstanbul'daki meb'ı1su nükteperdaz Boşo Efendi bu defa Atina Meclis-i Meb'ı1sam'nda eski faaliyetine dair serzenıişli bir istizaha uğramış da, nefsini tebrie için, o zaman Rumların asıkerliği mes'elesinde Y1man Başveldli Teotolds' den aldığı emre göre hareket ettiğini istizih edenlerin suratma vurmuş! Boşo Efendi'ye vatandaşları haksızlık ediyorlar; çünkü bu politikacı bir zaman Türk aıeminde; bugün An!lldolu'da debelenen bir Yunan ordusundan çok fazla iş gördü; eğer ağ zını biraz daha açsaydı yalnız Rumların askerliği mes'elesinde değil, ibtidadan intiliaya kllidar hep emri Atina'dan almış olduğunu söyleyebilir. Boşo Efendi'nin bu ifşaatma biz şaşmadık, belki eski reflklerinden, sadedil olanlar, şaşar. Eski mecliste Boşo
DERS
63
Epirli politikacı bütün bir hizbin alkışla.rıyle ayağa kalkar, a:lkışlanyla yıerine otururdu; zarifdi de, hatta köylü zarafeıtini aşırı raddeye kadar pfi.yan ettiTir: "Ben, Osmanhyım, lakin Bank-ı Osmani kadar Osmanlıyım !" dediği zaman felsefesine, nüktesine, işvesine doyulma2Xlı. Bazı ahır zaman Osmanlılarını güldilren bu zarafete biz gülmüyorduk, kaa.i.ldik ki Boşo ve emsılli çorbacılar Bank-ı Osmani kadar da Osmanlı değildi ler. Bir zaman cedlerimıiz bu Osmanlı n8.mını ne kadar yerinde kullanırdı1ar, Osmanlı doğrudan do~~ ruya kapu haJlkı, padişB,hm hizmetinde olanlar, hükumet adamla.rıydı, hükiı.mete bir hizmetle bağlı olmayan Türkler ve bütün Muhammed ünınıetıi bu unvanı taşımazdı. Os.maınlı, AI-i Osman'a vazife ile bir nisbeti ifade ederdi. Tanzimat paşala.rı, Avrupa'ya o yarım yamalak vukuflarıyle, devletin bütün tebeasını yuğurup yeni bir millet imal etmeğıe savaştıklan zaman, eserleri olan ucfıbeye bu unvanı taktılar. Bu mübarek unvam tabii müslünıanlar beıniınsediler, lakin hıristiyıa.nlar üztrrlerine bile almaıdılar. Bir hıristiyanm nazarmda her müslüman bir Osmanlıydı. Bezestanda, bir hı ristiyana, demin burada kaç kişi vardı, sorunuz, bir Rum bir Ermeni, bir de Osmanlı vardı, der. Görüşünde aslaa yanılmaz, görüşü de doğrudur, dini ayrı, mektebi ayrı insanlarm bir milletten ola.mıyac·ağını bila şuur bilir. Eğer bu Osmanlı uııvam sadece bir unvan bahsinden ibaret kalsaydı, yanmazdık; yaz:ıık ki Midhat Paşa gihi ayarı haJis Türkleri bile cazıi:besine kap-
64 tırdı
EGtL DAGLAR
da, kırk seneden beri içinden çıkamaz bir Işe girdik. Biz onu freklerin kiıbrubmdan kopya edeceğimize frenkler gelip de onu bizim hayatımızdan kopya etselermiş biz bugün Meşrutiyet'den me'yus olmazdık! Bu minetin nre garip bir talihidir lci, üç, dört, beş asır evvel medeniyeti pek mükemmel iken Hıris tiyan reaya sımfı, Türkler gibi giyinmeğe, Türkler gibi yaşamağa, hatta Türkçe ibadet etmeğe, hasılı her nokta-da onlara benzemeğe özenirdi de, o zamanın uleması ferman ve fetva kuvvetiyle onları, en şedid cezalar l>a, bu arzUlarından men ederdi. O zaman zorla men ettiğimiz bu temsile, temsil kuvvetini tainfunıyle kaybettiğimiz son asırda fesli ulema heves ettiler. Zavallı millet iki defada da ukalasının akıl zorunu çekti. Evvel zaman ulemasının o cahilane tedbirleri nisbeten zararsızdı, olsa olsa dünyevi medeniyetimizin itlisama mani oluyordu, dini ayrı olanlar binnetice yine bizden ayrı bir cemaat kalacakWar. Ancak ahır zaman ul>emasımn Osmanlılık bulyasında bizler, biz müslümanlar yandık. Son asırda kaybettiğimiz en mühim şey bu milli idraktir. Diğıer milliyetler "Osmanlılık" siyas,eıtini bir fırsat s:aydılar, var kuvveti bazuya vererek bir milli kütle oldular, o milliyetlerin pol!itikacıları, Boşo Efendi'ler bugün milli mecliıslerinde o zaman nasıl bir aısker g~bi emre tabi çalıştıklarıını apB.şikare söylüyorlar. Geçen gün yinıe milli huduttarla çe~ bir vatanda, ekseriyeti Tü:rk bir :ınillet h!Ui:nde yaşama mızın müddeasım bu sütunda iJe'krar ediyorduk; karşıda çıkan Fransızca "İstanbul" bu fiikrlın.ize dikkat
DERS
etmiş:
"Türk~erin
65
siyasıetinde yeni bir istika:ınet olunuyor." Türkler bütün menfaıatlerini ekseriyeıtle sakin olduklan öz Türk topraklannda bir Türk Devleti olmaıkta görüyorlar, hele iftira edildiği giıbi fütfıhat heveslerinden azadedirler, lakin ellerinden ne gelir ki. O Türk topraklannda Yunanistan gi:bi bir hükumet kendi payına müstemleke1er biçrnek davasında dır. Türkler çok milliyıetperver olduğu için ekalliyetledn milliyıetlerine hünnetkardırlar; temsil d0dikleri iddiada olmak şöyle dursun temsili beyhfıde bir zahmet sayarlar. Türk milleti bir dinde ve bir mezhepte olan ve Türkçeyi müşterek li:san telakki eden, Türk, Kürt, Çerkes, Arnavud ve Boşna:k unsurlarının kurlin-ı vusta'dan beri terkibiyle vücud bulmuş bir millettir. Bu küUe biTdir ayrılmaz; ancak kendi inkişafını özler, kendinden olmayan ekalliyetlerin cemaat teşkilatını, mekteplerini hür bırakır. Seksen senelik bir laf olan "Osmanlılık" siyaseti mütarekeden sonra bütün çehresiyle sınttı, hı risti:yan ekalliyetlerinin ba-muahede ayrıldıktan sonra is~e yadı bile gülünç olur. müşahede
ASIL SlYASET lstanbul, kırk seneden beri daima bitmesini bekler.
yaşadığı devriıı
İstanbul
Türkleri bir cemaat halinde teşekkill etmek için sulhün tekaıTürünü bekliyorlar. İstanbul kırk seneden beri, d8.iına yaşadığı devrin bitmes!ni bekler. Abdülhamid-i Sam idaresi altında bir mumya gibiydi, o devrin bir gün bitip de kollarının, ayaklarmın çözüleceği anı be:kler, dururdu. Ondan sonra Meşrfıtiyet'lıı tekarrürünü, o devirde açılan harblerin, keşmekeşlerlll hatimesini bekledi. Son büyük hal'bde adeta Araf mevkiindeydi. Bir teşebbüs mevzubahis olsa "hele harb bttsin de!" cevabı hazırdı. Harb bitti, o kadar özLediğimiz mütaı•ekeyt> kavuş tuk. Bu defa da: "Hele musala.ha edilsin de!" sözü çıktı. İstanbul Türkleri ha.Ia. bekliyor! Sevres Muahed.esi'nıin i:1k şekliyle de, Londra Konferansı'nın son mdil teklifiyle de musa.Ia.hamızın son daJlcikada en ziyade lehimizdc tecelli edecek şek liyie de İstanbul Türkierinin istikba1i tamamıyle taayyün etmiştir.
ASIL siYASET
6'1
Altı yUz bin mlislüman İstan:bullu, İsıtaın.bul'da mi:11i bir cemaat çerçevesi içinde yaşayacaktır. Musalahanın son şeklini beklemekten ne çıkar? En hiid derecede bir medeni ihtiyaç olan bu teşekklilün son musaliilıa şekliyle ne müniisebeti var? Biz bu teşek küle daha Abdülhamid devrinde muhtıaçtık. Diyelim ki her türlü yeniliğe muarız olan o idare bu teşeb büsten ba.hsett:i.rmiyordu. Ondan sonra da meşruti yet, itilaf-ı anasır gibi hulyalara kapıldı. o hulyaların tamB.mıyle iflasından sonra neyi bekledik? Şimdi el'an neyi bekliyoruz? İstanbul'da cemaat teşkilatma başlamak için bugün ortada ne miini var?
Ergeç sarılacağımız bu teşebblis için bir taraftan harici siyasetimizde hill-i tabiinin avdetini, diğer taraftan da, Anadolu ile birleşmeyi, hasxlı bu eseri vücfıda getirecek bütün malzemeyi beklemek hatadır, feleğin çarkı, murad ettiğimiz gibi, bütün bir devir durmaz, şimdiye kadar durmadığı gibi. GözümUz önünde Rusya'dan bu kadar muhacir geldi, bu muhaciTler daha gelir gelmez hicretlerinin bu merhalelerinde, deriendiler toparlandılar, debdebeli lokantalar, oteller, pansiyonlar, kulüpler mi açmadılar? Mektepler mi tesis etmedHcr, İstanbul'da bir Rus d8.rülfünunu açmağa mı baş vurmadılar, Fransızca gazeteler mi çıkarmaıdı.l:ar! Ah bu ne harikulade bir teşebbüs kudretidir, yarabbi? Kadını. erkeği olrumakla mrufıl olan bu milletin muhacirleri, bu son sene Beyoğlu matbaalarında o kadar rusca kitap bastırdı ki gerek adedi, gerek de müfadı itibariyle bizılın son beş senede bin heyarnolayla Matbaa-i Amire'de bastırdığımız ldt,aplara faiktir!
EGlL DAGLAR
68
Bimn yarım alimlerimiz saıur ki bu faikiyyet, bu tesanüd, bu yaraıtıcı kud:rıet ı:tktan geli:rı. Türk ırkı bu faziletlwdeın U2laktır, Rusların bu fazileıtine ma1ik değiLse noksan ırkmdaıdır. Lakitı ne kadar muhtelif ırklarıa meıısup mil1eıtler vücutlarım bir mumya halinde tutan eski teşekkül1erinden sıyrılır sıyrılmaz; yeni, medeni bir teşekkü1e sahip olur olmaz uyandılar! !çtimaiyatm ırk ııazariyesini güden fa;slı çoktan kapandı. Osmanlı
Türkleri, medeni bir cemaat teşkilatiyle, millet olursa, bu Ruslar g~bi mucizeler gösterebilir. Bir 2ıaman bu koca devleti kumuktan sonra, bu devletin ülkesinde şehir şehir çarşı teşkilatı yapm1ş, beş a;sır :mendi, yalnız kendi sıınaaıtiyle sarı ğından paıbucuııa kadar giyinip kuşanımş, kendıi ?Jirawtiyle, ticaretiyle yiyip içmiş olan millet, elverir ki bugfuıkü perişanlığından kurtulsun, tekrar ayağa kalkar; bugünkü ataJetine nasıl bir ırk no ksanı deniLebw ki Rusya'da aynı ırktan milyonca insan yeni medeni:yertlıı her türlü hass,a;larım tktisab etmiş cemaatler haJindedir. yıeni b~r
CemaaJt teşkilatı i~in bi2lde yazılan yazıları da okuduk, edilen teşebbüsleri de biliyoruz, bu sihada efkar az çoık hazırlanmıştır da. Lak!in asıroı''de bir an'ane bizde daima :ilk adımı, hükumet rutar. !stanbul Hükumeti için ne güzel mr faaliyet sfuhası var. Siyaset-d ha:r'iciyemizde sulhün tekıarrü I"Ünü siyaset-i dMıi.lıiyıemrime Arnkara iLe birleşmeği beklemelde geçi:rıdiğıi bu kıymetli vaıktinıi, bu :madar özlenileaı bu cemi:rut teşlcilatına haısr etse payidar bir hatıra lbıraJkalbilir.
ASIL SİY ASET
69
Osmanlı tebeasının vahdetin~ bozmamak vıesve sesiyle müslüman cemaat teşkilatını ihmal etm~k aff.edilınez bir saffet olur; şiıındiden sonra, İstanbul Türkleri, hükumet bendesi, kapı halkı gibi yaşaya maz. Hulmuken sahibi olduğumuz İstanbul' a maddeten de sahip olm:a;k için henüz her türlü levazıma malikiz, emiakin kısm-ı azaını henüz elimizdedir. Medeni bir cemaa;t şebekesi içinde İstanbul'da altı yüz bin Türk, hatta druha :fazlası kendi yağıyle kavru1wruk, ilelebet payidar olur. Bize lstanbul'u bıra;kaca'k, sulh muahedenamesinin birkaç maddesinden ziyade, ancak bu çaredir.
TAARRUZ Ş.AYIASI Ywıan
neferleri tamamıyle inanki Anadolu toprağını canları Yiicutlarında iken terk etmek bir saadettir. dılar
Yunanlılar birkaç gündür gaxetekrde, telgraflarda, muttasıl "üçüncü taarruz" çarılanın çalıyor lar. Bu haberlerin bize korku, tabanları gevşeten Yunanlılara teselli vermekten başka bir hedefleri de vardır ki dikkat edilmıeğ·e değer; hatta belkı de bu haberlerin en ziyade gözettiği de o hedeftir. Şim diye kadar daima sinsi sinsi, kimseye sezdirmeden, birdenbire taarruz etmek miltadında :iken bu kerre taarruz edeceğini, eski zaman hükümdarları gibi mağrlirane başından haber veren Yunan'ın hareketinde siyasi bir mana olduğunu sezmeık için biraz feraset yeter. Yunan kumandam, paskalyadan sorn-a yaman bir taarruzd:a bulunacağını niçin şimeliden hruber veriyor? Kuva-yı Milliyye hazırlansın diye mi? Bu asırda böyle bir mertlik ne kadar gülünç olur; Yu-
t AAIUU.rZ SA viASİ
yUrelderini metin tutsun diye mi? ü çUncü taarruz haıberini, şimdiye kadar verilen diğer haberler gibi, onların kulağına fısıldamak daha doğru olmaz mı? Bu işBıanın iıki şıkta da bayrı tasavvur edilemez. Mehmedcik'ler birıi biri arkıasından iki lnönü muzafferiyetinden beri ga:a.li:biyete, Yunan neferleri de mağlfıbiyete alıştılar, ne onlar trua.rruz haberinden siner, ne bunlar arslan gibi bir daha kükrer. lnönü cehenneminden yakayı kurtaran Yunan neferleri tama.mıyle inandılar kıi .Amdolu toprağını canları vücutlarında iken terk etmek bir saıadettir. Taar:ruz haberi on1a:m değil, ancak askerliğe yanaşmaksızın iane ve yaygarayla vaıtanperverlik eden palikaryalara teselli verebilir. Acaba bütün bu gürültü bununçün mü? Yunanlılar bir taraftan bu gülünç haberi gereler dururken bir taraftan da Konferans'da Şaırk'a dair konuşulacağı söylen.di. Yunanlı!.a.rın Roma'da pek gizliden gizliye tavıassut çareleri aradıkları da işiti:liyor. Acaba bedhahlığından muzlıarip olduklan Kont Sforza'run 8.kıbet hayırhalılığına inandılar mı? Her halde zannediyoru.z ki bu üçüncü taarruz haberinin bu kadar gürültülü gürültülü işaasıyle bütün bu tereşşuhlar arasında sıkı bir rabıta vardır; Yunanlılar, bir tavassut teklifi va.ki' olurken, üçüncü ve yaman bir taarruz yapaca.kmış gibi tehditkar bir tavırda görünrneğe çalışıyorlar. Çünkü bugün artık su1he yel'tenir tavır tıakınmaıdan başka çareleri kalnanlılaır
madı.
Yu.nanlıların Londra Konferansı karşısında va~ ziyetleri daha iyiydi. tık tnönü dayağını yemiş, l!kin
72
EGlL DAGLAR
keşif taıarruzudur diye, mağlubiyetlerini mümkUn mertebe örtbas etmiş bir mevkide idiler. Trakya'da ve İzmir hakkında bir tahkik komisyonunun vereceği hükme serfüri'ı. edeookLerdni, bizim gibi, beyan etse idiler as,:merlik1e becereımediıkleri bu işin içinden siyasetle çıkar1aıxlı. Bilakis şimdi yüzleriiilde saklanılmayan bir de mağlubiyeıt le:mesi var. Mağli'ı.biyet lerlıııi bütün gazeteler olduğu gibi y~dı, cihan biliyor. Yunanlılar müstakbel konf.erans karşısında bir defa daha biz Türkleri üç haftada yok ederiz derlerse bütün diplomat1ar gülecek. Venizeloscuların Kostantin'e, Gonaris'e :marşı yumruk sıkmrukta yerden göğe kadar hakları var. Çüııkü Yunanistan'ın başında şimdıi V eııizelos olsa, omuları mağli'ı.b olmakla beraber siyaseten gülünç olmazlıaıxlı. Yunanistan mağluib olmakla, kend!iıne Trakya ve İzmir'i temin eden büyük rolü kaybetti demektir, değil mi? Devleıtler Yunanistan'a bu iki vilayeti ancak badema Şark'da, Şarık muvazenesdmn istinaJgahı olmak şartıyle verdilerdi. Yunanistan, Anadolu'da bir sene içinde tekevvün etmiş bir Türk ordusuna mağluib olursa artık nasıl o muvazeneye istinadgah olur? Bu rolünü kaybeıttikteın sonra Yunanistan İzmir'de ve Edirne'de kendi hesabına bir fatih mevkiinde kalıyor. Yunanistan fatih mevkiinde olduğu için lastikli bir siyaset kullanabilir. Ankara Hükfunetıi büaJds bir müdaf~aa-i milliyye hüki'ı.metıidir, !zmir'deın ve Edirne'den birşey ter:metmek salahiyebind ha.iz değil dir. Yalnız davası hak ve adalet namın:a olduğu için Londra'da bir tahkik komi:syonu teklifine eanniyetle boyun eğdi.
TAARRUZ ŞA YİASI
73
Mağlub olarak hak taleb eden bir fatihle, gaalip olarak vataninı istiyen bir millet arasında vaki' olan bu davamn bir nümunesi şimdiye kadar görülmediydi. Nev'inde yekta olduğu için diplomatlar hallinde iyice güçlük çekeeek. Yuna:n.istan'a tavsiye ederiz ki zannettiği.miz giW sulhe pek teşne i:se tavassut çarelerini aramadan evvel, kendini İzmir ve Trakya'yı terketrneğe alış tırsın. Harbin halledemediği hulyasım, tehditkar bir tavırla siyaset nasıl hal1edebi1ir? Yegane çıkar yol o Türk topra;k1arım evvela tahliye sonra müzakeredir. Biz öyle zannediyoruz ki YUllian murahhasları, tahliyeden evvel Türk murahhaslarının yüzünü gcremiyecek.
VAZlYE'r
Dünkü ta;hıniıı:imiz doğru çıkacak gLbi. Üçüncü taarruz tehditlerini savururken Gona.rls Atina'da mülayim bir lisan ku1lanma.ğa başladı. Ankara ile bir itilafın mümkün olduğunu mınldaruyor. Drahmlııin baş döndürücü bir sür'atle düşUşü, Lloyd George'la Briand'm son millikatlarmda Şark' dan bahsat.tik:Ierine dair dönen havadis, daha birçok tereşşuhlar, isbat ediyor ki yeni bir anlaşma teklifinin eli kulağmdadır. Yunanistan'ın takatsiz bir halde olduğunu daha altı ay evvel bizzat Venizelos, sonra da en ciddi ecnebi gazeteleri defaiarla alenen söylediıkieri için, bunu tekrar söylemekle fazla bir şey öğremneyiz. Yunanistan takatsiz bir haldedir, için için sulhü istiyor, bu son taarruzda son zarım attığı için bu defftki sulhkarlığı da daha samiınidir. Lakin Yunani'Stan. sulhten neyi kastediyor?
is Gevşeyen
pençesinden avını bırakınağa ne kadar hazırdır? Gelecek konferansın son konferans olabilmesi için Yunan:isıtan.'ın Edirne ve !zmir hakkındaki kararını bu defa önceden bilm-ek gerektir. öyle zannederiz ki Yunanistan ilk defa ol'B.rak, Sevres Mua.hedesi'nin !zmir hakkındaki maddelerinin tadil:ine meyy3.1 bir !.isan kullanacak ve şimdiye kadar defa.larla tecrübe edildiği gi!bi o vilayetten tır naklarını büsbütün çekmernek için z3.hiren bizi tatmin, hakikatte kendini müstefid eden şekiller bulacak, münasebeıts:i.z bir Şark pazarlığına girecek, Edirne'nin ilhakına hiç toz kondurmadan müslüman emla.kinin ve hayatının muhafazasından dem vuracaktır.
Bugünkü Yunan siyaset-i hariciyesinde hakikatte hükümfernıa olan Venizelos'un ruhu değil midir? Son Londra Konferansı toplanmak üzere iken Venizelos ne kadar şayan-ı dikkat bir mülahaza dermeyan ediyordu. Diyordu ki "lzmir'in ziyaından korkuyorum, bu eyaletin anavatana (!) kavuşması gecikecek, lakin Trakya için hiç bir endişeın yok!" Yunanlılar lzınir'i terk etmeğe epeyce hazırlandılar, Trakya'yı daha güç terkedecekler; çünkü Trakya'da Kuva-yı Milliyye ordulan yoktur. Müstakbel konferansa bu zihniyetle gidecek olan bir Yunanistan'la musa.Ia.ha kaabil olabilir mi? Iki taraf boğuşurken akdedilen konfero.nsın nümiinesini gördük. Müstakbel müzakereler de bu vaziyette başlarsa acaba ne semere verir? Teşekkill etti edeli Yunanistan en mUfrit emellerinde bir datacık olsun inkisir-ı hayale uğramadığı için kendi isteğdyle ondan koLay kolay vazg~-emez.
EGlL DAGLAR
76
Bu işi haxble başaıram.adı, şimdi de bermutad beynelmilel siyasi vasıtalwa sığınacaik. Lakin geçen sene ile bu senıe axasında iyice fark vardır. Geçen sene Trakya ve İzmir'i, Balır-ı Sefid muvazenesinin n:igehbanlığını etmeğe mukaabil istiyordu. Şimdi bu mağriırane vazifeyi ifa edemiyeceği.m meydana koyduktan sonra aynı müka:fa.tı istiyor, hasılı Yunanistan bu ruunyetle sulıhe taliptir. Gelelim bize: lşittiğimwe göre Ankara Hükümeti, Yunanisordularını çekmedikçe, müzakereye iştirak etmemek fikrindedir. Ankara Hükumeti bir defa Londra'da bütün alem-i medeniyetın efkar-ı umUmiyesi karşısında, Edirne ve İzmir' deki ekseıriyet-i nüfus hakkında, tahkik komisyonunun vereceği karara mutavaat edeceğinıi söylemekle, adaletperestliğini isbat etmiş vaziyette bulunuyor. Devletlerin o teklifine o zaman Türk murahhaslarının halıişle muta:vıa:atı ve Yunanistan'ın cevab-ı red vermesi zaten tahkik komisyonuna da hacet bırak madı, bütün cihan karşısmda bu işin künhü taayyün etti. Eğer sulh hakikaten teessüs edecek bir devreye girdiyse Traıkya V'e İzmir hakkında gerek siyasi, gerek de hukuuki nokta-i naza:rdan bütün pazarlık ların devri kapanmıştır. Yunanistan'ın girişeceği.'li farzettiğimdz şarklıca pa:zıarlık bu harbi uzatmaktan başka neye yarar? Bu müddet zarfında Yunan ordularını nrllli Türk ordulıarı karşısında bulundurmakta ne faide wrdır? Harbde yenhlen bu ordular müzakere esnasında bir tehdit vasıtası gilbi durmuş
tan, Edirne ve lzmir'den
VAZİYET
77
olmakla ne olur? Eğer bu ordular Yunani·stan'ın son arziliarım Ankara Hükumeti'ne kabul ettıirmek vaziyetinde olsalar niçin o vazifeyj. şimdi, daha vasi' bir mikyasrta Yllll'anistan'ın Lehine üa edemiyorlar. Hasılı hangi taraftan mutalaa edilirse edilsin bu sulh, bu gün, bu dakikada olgun bir meyvadır ve düşmek üzeredir. Kral Kostantin akdetmezse yerine Venizelos geçip, hem de bütün günalu raldbinin sır tına yükletm·ek1e akdedecektir. Gonaris'in isti.calinde böyle bir müla.lıaza da olsa gerek! Dünkü düşüncemizi bir daha tekrar edelim, Gonaris tavassut çarelerinden evvel Trakya ve lzmir'jn tahliyesini düşünsün. Çünkü tahliyeden evvel Ankara murahhaslarının yüzlerini göremiyıece:ktir.
HATIRALARlN KUVVETİ lstikba.lln kuvveti bu hatıralardaclır. Eskişehir'in düştüğünü yazdıklan
gün ufuklaidi, İstanbul'un o melul gününü soğuk bir iırperme ile daima hatırlayacağız. E:rtesi gün işittik ki milli hareketin çelik nefesiyle yürüyen Türk orduları, lnönü'nde, yeni Yunan imparatorluğu'nun kartalım yumurtada iken larmış, Yunan ejderlerin:i boğmuş, bir taraftan Bursa'ya, bir taraftan Uşak'a kadar paçavra gibi savurmuş. Artık sevincin en büyüğünü duyduk. O günden beri İs tanbu1 muıhitinde perde değişmiş gibi bir manzat·a var, ne nifak, ne şikak, ne fırka; ne tefrika bütün ağızların rengi bir, hasılı ortalık sütliman. Milli hareketin hızı, sert bir rüzgar gibi birdenbire bu muhitte üç seneden beri yanan fitneyi söndürdü: rımız daraldı
Tigın i~ürdi dlişmene
zahm-i zebanları Bahsetmez oldu kimse kesildi lisanlan Evet muvaffa;k.iyeıtlıerin böyle seyrine doyulmaz bir s:ihri vardır. 1n·önü muC'Wesmden yalmz milliyet-
HATIRALARıN KUVVETİ
79
perverierin değil, en kayıtsızlıardan sonra, milli hareketi son günlere kadar bir kaşık suda boğmağa uğraşanların da gözleri kamaşlı. En temiz kaJ:blerden, en gümrah vicdanıara kadar hepimizi sevindiren bu haberlerden yalnız bazı Türlüerin nasibi yokmuş! O Türkler ki bu milletin en sütü temiz, hepimizden faziletli, hepimizden hayırlı, hepimizden hiUis oğu..l larıydı; onlar kumandan, zabit, nefer, İnönü'nde muzafferiyet için can verdiler, onlar muzaffer olduğumuzun haber1ni bile alamadılar! Vakıa onlar bizden birkaç türlü daha bahtiyardırlar, müslüman oldukları için müslümanlığın en büyük lezzeti olan şe hadet 1Jevkıni tattılar, şehid düşmeden, gözlerini Allaha yummaJdan biraz önce de, Yunanlılıarı karşı larında, yüzleri sapsarı, korkudan gözleri dönmüş, elleri titrek, tabanı gevşek bir kılıkta bir daha gördüler! Onlar bizd·en daha bahtiyardırlar! Hep sevinenierin bir kısmı bildıiğİ gİbi öteki kısmı da bilmeli ki, bu şelridler milli harekeıte gönül veren fedakarlardı; marUf tabirle millici idiler. Bu şehidl,er o gün İnönü'nde, sonra da, Dumlupınar' da, Yunan ordularını yeınddikten sonra milli timsal'in İsmet Paşa'ya dediği gibi, milletin tali'-i menhusunu da yendiler, acaba mel'un nifak u şikaakı da müebheden yendiler mi? Ah bu da hakikaten doğru ise bugünkü sükfina, birliğe, sevince doyum olmaz! Bu kıa;dar nikbin olmak, umulmaz bir sıaadet olurdu. La.lcin, çok tecrübelerden başka bugünkü ağızlardan da belli oluyor ld bütün bu neş'e, bu birli:k muvakkattir. "Böyle muzafferiyet günlerinde de nifaık olınaz ya!'' sözüne dikkat ediniz, istikb<lli
83
EGlL DAGLAR
keşfedersiniz. Demek ki geçen sene, daha evvelki sene darma dağın, karma karışık bir halde iken nifak olurmuş! Demek ki yarın da eli kulağındadll'. Birinci İnönü muzafferiyetinden bir·az soDTa görmedik mi? Müfti-d fitne, Kara Çelebi Alıdülaziz Efendi nasıl birdenbire hortladı, cübbesinin eteklerini havalandırarak nasıl meydamıa atıldı, bu milletin en yüksek simasma en aşağı hakaretleri savurduktan sonra, sofistaiyye mezhebmm mantıkıyle Birinci İnönü şehidlerine bir mantık açmazı açtı, AbdWhamid devrinde Tesalya Yenişehir'inde harb ederken bugün Ana;dolu Yendşehir'i.ni kurtarmaktan hiç bir netice çıkmıyacağını söyledi! Acaba fitneden bir defa Iezzet almış, en basit mevk!Iere layık değilken en yüksek mevkilere göz dikmiş bu haris1er bugünkü sükundan, birlikten, neş'eden yakında usanınaz lar mı? Her halde, bugünkü birliğin tamamına değH, lakin yüzde doksanına itimadımiz vardır. Eminiz ki bu günlerdeıki azametiyle ileride de daima tecelli edecek. Bu kadarı ffie kafid:iT. En basdt zekalar nifa.kın acısını tattı. İzmir'e Yunanlılar çıktığı günlerde nrusıl perişan, çaresiz, kimsesizdik, Paraskevopulo& Bursa'ya, Zımbarali:akis Edirne'ye saldırdıkları günlerde :nıa;sıl ancak Allahdan imdad umuyorduk, bütün o hazin günleri ka;lb ve zeka sahibi Türkler dWima tahalttur edecek, daima o günlerde yaşıyor gibi yaşayacaktır. lstik:balin kuvveti bu hatıralar
<l.adJr,
GtRtTLl
DAHI
MUU hareket, (Venizelos'un deTürk milletinin delıasma iman ediyordu. Bu delıalarm hangisi koftur, bugünden epeyce belli Ise de yarın daha iyi anlaşılır. ğil,)
Geçen seneye kadar Yunanlılar ve bilhassa sonra, nice avrupalılar, hatta nice Türkler Venizelos'un dalıasma hayrandıiar. Deha kelimesi Venizelos'un yanmda bir sıfrut gibi zikrolunuyordu. Harbm tam son senelerinde harbe gır mek, bir avuç kan dökerek o kadar memleket fethetmeık, küçük Yunan kırallığını bir hamlede bir imparatorluk hatine ifrağ, Balır-ı Sefid m".lv~ne si.ne istinıaJdgah, Şarok'da su1hün hükmü sıra;sma koymak, bütün bu muvaffaıkiyetler göz kamaştınyordu. Siyasette dahi varsa bu adamdı. Yalnız hüküm vermekte tıeıenniyi sevıen bazı tecrübedıaeler acele etmediler. Bugün artık onl:ar da kaani.' oldu ki Venizelos haJkikaten da:tıiyıniş! Dehasını da tam zamanmda çcltilmekle ibraz etımiş! Şark Rumlarından
F.6
EGIL DAdtAR
tki sene ardı arası kesilmeyen o muvalfakiyetlerin ş8.şaa.."nyle ismini dillere destan, resmini en büyük siyasilerin çehreleri yanına talik etiirdikten sonra, işin sarpa sardiğını görünoo çdtildi. Had bir hıllıe giren şan ve şerefi 1ıabü bir aksülamelle herbad olmadan mağdur, menfi oldu, bir kat daha göze girdi. Şahsı narnma bir siyasi ancak bu kadar sıiyasi olabilir, buna da deha derler. Anadolu mes'e1esiırin en ziyade di:kkate şayan saihası Venizelos'un su:kuutudur. Bu hadise olalı epeyce zaman geçtiyse bile yine tedkike değer. Vakaayiin seyri de gösteriyor ki ergeç Yunanistan'ın başına yine o geçecek ve berıba.d ettiği Şar:k mes'elesini yme o teımiz1eyecektir. Bazıları diyorLar ki Venizelos'un sukuutu idaredeki teseyyühü yüzündendir. O, vaktiıli bir düziye Avrupa payitahtlarında, Londra'da, Paris'de geçirirken arkadaşları Atina'da lmyfakeyf bir tarzda hüküm sürdüler, çaldı1ar, çırptılar, halkı kudurttular, nihayet son intihabattaki neticeyi hazırladılar. Diğerleri de diyor ki: Bütün bu sebepler doğru olmakla beraber sukuutun asıl ami:li Anadolu'daki harbdir, Veni.ııelos bir şeye azınedince nerelere kadar gidebildiğini harb esnasındaki hareketiyle pek güzel göstermişti. Sukuutunda o kadar bönce hareket ettiğine hemen inanmak doğru olmaz. Rakibleri, iktıidan ellerine geçirdiklerinden beri Yunanistan'a suikast etmediler ya! Yalnız Yunanistan'ın turfalığı ve hezimetleri oruarın devrine isabet etti. Şimdi bütün Rumlar Mesih'i bekler gibi Venizelos'u bekliyorlar. O bir ~ere daha iktidara geçerse Yunan ordusunun· tabanları kaldırıp kaçmıyacağını zannediyor-
GİRlTLl
DAHt
lar. Venizelos kendi pe:re:stişkarlarının fikrinde deYunan ordusunun turfa olduğunu kokla.r kok1amaz işin içinden çıktı. Şimdi iktidara geçmek imkarn olsa geçmez. BU turfanın tam bir C.ereceye gelmesini bekler. O zaman hem münci, hem de eseri rakibleri tarafından berbad edildiği ıçin mağdur bir vaziyette ilktidara geçm-, ilk işi de Yunanlıların o kadar susıadıkları sulhü akdıetnıetk olur. Vatanı hesabına değilse bile kıendi hesabına bu kadar oyun oynayan bu adamın önünde yine böyle hazır bir oyun sahnesi vardır. Yakında onu yine o sahnede görmeği teferrüs etmemek imkansızdır. Yalnız bir daha gelişi Rumların umduğu gibi cengaverane değil, sulh perisinin gelişi tarzında tecelli
ğildir.
edeceği zannoluııur.
Bize göre Kostantin, Venizelos hepsi birdir. ister o olsun ister beriki; bugünkü Yunan ordusunun başına lslı:ender-i Kebir geçse mes'ele bird..iT. O zaman safderunane bir atılış fırsatına inananlar ne kadar yanıldıklarını gördüler. Kuva-yı Milliyye Veııizelos'uıı sukuutundan sonra bir simiye ümide kapılıp gevşemedi, ilk gaayesi ne ise ona doğru muntazam adımlarla yürüdü. Hakiki siyasetin büyüğünü de gösterdi. Çünkü bugünkü muzaffieriyet, o zaman bazılarına serkeşce görünen siyaset sayesindedir. Milli harekıetin muarızları Venizelos'un dehasma fazla hayran oldukları için acz içinde idiler. Milli hareket bilakis Türk milletinin deliasma iman ediyordu. Bu dehaların hangisi koftur, bugünden epeyce belld ise de yarın daha iyi Yunanlıların başında
anlaşılır.
NETICEYE YAKIN Yunanlılar mağlubiyetten
neşriyata ehemnıiyet
Yunan lupınar'da
mak
ordularını
çifte bir
önce
ziy8.de verirler.
İnönü'nde
yıldırım
sonra da Dumdarbesiyle vurup kaçır
musalahayı müşkilleştıirrniş.
Ahvalin iç yüzünü bilen, kulağı delik siyasiler diyorlar ki: ''Yunaııhlar bu son zamanlarda sulhe samimi bir iştiyakla mütemayildir1er, lakin lnönü'nde, Dumlupınar'da mağlfı:b oldukları bu defa umum cihanda şayi' olduğu içın güç bir vaziyette kaldılar, yüzlwinde mağlfıbiyıet lekesi olarak sulh edemiyorlar." Yunanlılar mağlubiyetten ziyade nıeşriyata ehemmiyıet verirler. Neşriyat kuvvetleri, ordularmdan da donanmalarından da kuvvetlidir ve şimdiye kadar daima o kuvvetle muvaffak oldular. Son aylara kadar neşriyat sahasında diled:iikleri gibi at oynatı yorlardı. Lakin dünyada her şey gibi yalanın da bir haddi vardır. Son aylarda güneşi balçıkla sıva yamadılar. lnönü'nde, Dumlupınar'da tabanları kaldırıp kaçtıklarını bütün cihamn gazeıte1eri olduğu
NETICEYE YAKIN
85
gibi yazdı. Yun:anlılar asıl acıyı mağlubiyetlerinin bütün Avrupa'da defıe konulup çalındığı bu devrede tattılar.
almadan önce a;klıru alır Gonaris'in, Papulas'ın ba§ına gelen de budur. Son taarruza girişirken arkada bir ric'at yolu bırakmadılar; Eskişehir'i düşürüp dosdoğru Ankara'ya gireceklerini böbürlene bobürlene ilan ettiler; o yaman darbeyi yiyince de afalladılar, askeri tebliğierin bin türlü lastikli laflan o kahkarl hezimeti kapay:amadı. Yürürken o tefahürleı- neydi? Kaçarken bu ağızlar nedir? Cihan güldü, maskara oldular. Birinci lnönü mağlubiyetinde Papulas'ın yegane muvaffakiy:eti, o keşif taarruzu lafiydi; bu la.fla hayalperest vatandaşlarını oyaladıktan başka, Avrupa gazetelerinde de mağlubiy:etini iyice örtbas etti idi. Bu son hezimette Yunanlılar güneşi hangi Allah
mış.
insanın canını
Kostaııtin'in,
balçıkla sıvayacaklarını şaşırdılar.
Hakikati kendi gazetelerinde görmedikleri için Rumlar Türkçe gazeteleri okumağa koyuldular, hepsinin elinde bir Peyam-ı Sabah, lakin o da yazıyor, olduğu gibi yazıyor. Propaganda adamları çarçabuk, taraf taraf ilan ettiler ki hezimetlerini Türk muharrirleri uyduruyorlar, daha 'nıe zavallı tedbirlere baş vurmadılar, bizzat kendileri, Prens Andre'nin öldüğü haJberini ajanslara verdiler; bu haber bir ajans tebliği gibi Türk gazetelerinde intişar edince, Türklerin hezimete dair verdiği her haberin bunun g~bi konduğunıa vartanıdaşiarını inandırmağa çalıştı
lar. Bütün bu gürültiller hakikatın sesini boğamadı. Avrupa gazeteLeri ilk saıhifelmi:nıde heyecanlı heyecanlı Mustafa Kemal Paşa'nm, lnönü muzafferlerinin
86
resimleriyle beraber, rettiler.
Ec:ilL DAc:iLAR doğru
haberleri günlerce
neş
Yunanlılar şimdi sulhe tilip, 18;kin, yüzlerinde de bir mağlubiyet lekesi var, bu leke ile nasıl musalaha edebi:1eceık1erini düşünüp taşınıyorlar. Dün bir telgrai haber veriyordu ki Gonaris, Teotokis, Cencral Dusmanis'den mürekkep bir heyet mühim bir şiira-yı kralil1!in akdinden sonra hemen İzmir' e hareket etmiş. Orada Papulas'ın va2li.yeti muayene ve lekeyi temizlemek için bir taarruzun daha kaabil olup olamayacağını düşüneceklermiş. Dün Ankara'ya giriyorlardı, şimdi de ancak lekeyi temizlerneğe razı oldular; Anadolu' da biraz daha beklerleT"se lekeye de candan gönüldeın razı olacaklarını temin ederiz. Anlaşılan Papulas'dan işin iç yüzünü öğrendi ler ki bu günkü telgrailar Gonaris'in sulhe temayüllerinden, hatta doğrudan doğruya İzınir' de millit!i murahhaslarla görüşeTek musalaha akd edecekl~ rinden bahsediyor! Biz günlerden beri Yunanlıların sulhe yanaşmak üzere olduğunu tahmin ediyor ve hakikaten sulhe talipseler, Anadolu'yu ve Trakya'yı tahliye ötmeden Ankara murahhaslarımn yüzlerini göremiyeceklerini yazıyorduk Birinci tahminimiz çıktı, öyle zannediyoruz ki mütemmimi olan ikinci tahminimiz de çı kacak. Gonaris doğrudan doğruya Ankara muralıhasla rindan sulh talep ederse iyi olur. Fa:kat müzakere uzar, lakin önce Anadolu'yu ve Trakya'yı tahliyP ederse daha iyi olur. Çünkü bu uzun mücadele bir günde biter.
MlLLI
FİKİRLER
Mllllyet fikirlerini tam3mı)' le dersek kendi kendiınizf aldatmz.
hazınettik,
Bu milletin
asıl
deroine, bir
yarayıa
dokunın
gibi, sızlatırcasına doğrudan doğruya dokunan siyusi fikirler ancak inkılapla harb arasındaki senelerde zaman zaman yazıldı. Bu fikirleri nıeşredenler, biz o zaman henüz koskoca ve tamtakır bir iınparatorlulc ken, diyorlardı ki: Tek bir kurtuluş çaresı V'ardır, bu memleketin Tül'lkçeyi ana dili ol,arak konuşan müslümanları; akıllarını başlarına bir an evvel devşirir de Avrupa'mn bütün uyanan nuHetleri gibi milli bir lisan, milli bir m€1ktep, milli bir vicdan, milli bir iktisad, milli bir taksinı-i a'mal sahibi olurlarsa kurtulurlar. Bu f1kirler o zaman bilhassa medeniyetperverleri küplere bindiriyordu. Tanzimat-ı Hayriyye'den inıhiraf, nüfus dairesinde milseeeel Osmanimk vahdetini ilhW, milliyet nazariyes:ini. ortaya sürmekle tebea-i sadıkayı ayrılığa teşvik! .. Bu :filkirlerde bUtUn
88
EGlL DAGLAR
bu :mikroplar vardı! Hele tebea-i sadıkalarını durup dururken ayrılığa teşvik ithanu, siyasi idrakin allahlık bir nümiinesiydi. Rum, Ermen1, Bulgar milliyetleri olgun bir meyva hilinde olduğu bir devirde güya bu saltanatın yıalıuz Türk tebeası milliyet nazariyesinin nefhasıyle uyarursa siyaset bozulur, idare altüJt olur, kıyamet kopardı. "Müntehalar birleşir" diye f11enkoe mr söz vardır, işte tıpkı öyle, milliyet fikirLerini ilk neşreden beş on Türk mütefekkiri Avrupa medeniyetini müntehasına kadar idrak etmiş vıe medeniyet fikrinden milliyet fikrinıe çarçabuk vıarmış vıe Tanzimatperestlerden ilmen, fikren, fersah fersah müteraltki insanlardı. Tabii bu insanlar o zaman dinleni!mediler. Fikirleri çok yıem idi. Hem eski Jmfalan, hem alafrangaılan, hem de laf.oon milliyetperver, ha:kikatte eski saltanıaıt fikrini güden iktidar sahiplerini gazaba getiriyorou. Hasılı bu fiiılciırLer gençl!ik amsıada ya· yıldı ise dıe biı' türlü siyasi rehber olmak ma.zhariyetinıe eremıedi.lıer. Halıbuki
miHiyet fikirleri saltanıatın gerek dahili, gerek de harici siyasetini taluiş edecek bir mahiyeıtten tamamıyle ari, olsa olsa bir Rum cemaati gibi bizi. de bir mi:llet o1aı!1ak der1ey1p toplamak, medenileştirmekten iıbaretti. Diğer taraftan Babıali bildiği siyasetin/i güderdi; o siyasetin sihriyle Memalik-i Mahrfı.sa-d Şahane'yi lrurtava;bilirse ne aıa. kurtararnazsa elimizde minelezel ve Helebed sadık Türk milleti ve onun hür toprağı kalırdı, vıatanımız bir Tüi'Ik ili olurdu, biz bir Türk milleti olurduk, bunca garibü'd-diyar müslümanlar mzim toprağı mızda hür bir nefes alacruk meloe buludardı.
MİLLI FİKİRLER
89
Şimdi burada bu acı sahifeyi açmıyalım, en doğ ru fikirler geç, çok geç işitildi, bize rehber olamadılar. Büyük saltanat, onların nuru herkesi tenvir etmeden battı. Sözümüz bu günlere da:irdrir. Evet bu günlerde, üç seneden beri bu kadar tecrübeden sonra, milliyet fikirlerini tamamıyle haz. metbik, dersek kendi kendimizi aldatırız. En bas~t bir bakışla anıayabiliriz ki üç seneden beri olanda'1 bitenden tam manasıyle haberdar değiliz Myle düşünmekte mazuruz. Çünkü bir hakikati fi.kren idrMı: etmek başka, onu yaşamak yine başkadır. Asırlarca yaşamış bir saltanatın battıktan sonra bile senelerce rü'yası sürer. Denilebilir ki büyük bir ekBeriyetle hala bu rü'ya içindeyiz. Zannediyoruz ki Anadolu'da bugünkü cidal, şimdiye kadar birkaç defa maruz kalıp da sonra şerefle neticetenmiş olan eski cidallerimize benzer. Biz böyle düşünürken .:zıaman yürüdü. Bu üç senıede yeni bir Türk heyet-i içtimaiyesi tekevvü'll etti, onun bir hükumeti, bir teşkilatı, orduları var. Türklük artık o nüve etrafında yeniden teşekkül edecek. O bizimle değil, biz onunLa k:aynaşacağız. Vakıa çok özlediğimiz vahdet hasıl olacak, lakin bu şekilde hasıl olacak. Harbin hatimesi eski Türk devletiyle yeni Türk (cemiyetıi) arasında bir hatt-ı fasıldır.
Harbden evvel büyük saltanat varken bizP. aykın görünen milliyet f~kirleri, şimdi artık fikir değil. kaynaşan bir hayattır. O zaman bu fikirleri kabul etseydik büyüık saltanat içinde biz de bir millet olurduk ve büyük saltana;tı daha iyi müdaf·aa edeTdik, müdafaamız kaza ve kader karşısında mu.:zıaffer ol-
90 madığı
takdiroe bu kadar kan dökülmezdi, bu kadar dost ve düşman herkesee musaddak bir milleıt kalırdık. Binnetice gördük ki, Ta.nzimatp~est siyasilerin harbden evvel zannettiği gibi, siyaset-i hariciye ııokta-i nazarmdan, bir millet olmak değil, olmamak tehHkeliymiş, eğer harbden evvel ve sonra bizim, tcbea-i Osnıaııiyye diye bir kapu kulu değil, bir Türk milleti olduğumuz bütün medeniyet aleminde bilinmiş olsaydı İzmir ve Trakya'ya Yunanistan el süremezdi! Mini harclret Türk nıilliyeti.nd bugünikü birliğ! vıe kuvvetiyle uyandırdıktan sonra nice ecuebiler "Ya! ! ! bir Türk milleti varmış! Bu milletin de her m1lleıt gibi yaşamağa hakkı vardır, mMem ki Trakya ve İzmir bu millatin hem tarih, hem de nüfus ekseriyeti nokta-i na2;annıdan vataıııdır, o:ııalarıni. Yunanistan'a müstemleke diye vermemeli ?" dedil.er. Bizim bir millet olduğumuz ancak !zmir faciasından, Anadolu harekatından sonra Avrupa'ya şayi' oldu. Diplomat diye siyasi ka.hinlerimiz tümen tümendıı.T, lakin en basirt bir baıkışla görürüz ki siyasi fikirLeri dilima yaya kaldı. Tarih zararımıza olarak, çabuk yürüdü. Bizde ilmi manasiyle siyasiyatı ilk defa olarak idrak edenler, milli fikirleri ııeşredenlerdir. Bugüne kadar o mütefekkiderin dediği çıktı. Bununçündür ki Türk milleti şimdiden sonrn yalnız ve yalnız onl•ara :iiktida edecektir. perişan olmazdık, varlığı
KURDUN DİŞİSİ VE YAVRULARI Ulvi olan ancak sükuttur, maadası zaaftır. Fransız meıkteplerinde
çocuklara şair Allred de Vigny'nin Kurdun Ölümü diye meşhur bir şiiri okutulur. Bu şiiri dinlerken çocukların gözlerı dolar, gönüllerinde saf bir dağ rüzgarı eser. Fiıkirlerini hürriyet vıe istiklru sevdası alır. Eski bir hanedanın asalet unvanını taşıdığı gibi, hilkaten de asil olan şair Vigny sakiın, münzevi, mütevekkil ve ahlaka en yüksek tarifini verıen kadim :Delsefenin Revakıyye mezhebindendi. Kendıi yaradılışma tamamıyle uyan bu mezhebin f'elsefesini hikaye kılıklı küçük bir şiirde canlandırımş.
Şair
bu
şiirinde
bir kurt
avındaki serencamını
anlatır:
Şair, dostları, birçok a:silzadelerle dağl::ırda bir kurt avına çıkar. Vakiıt gece, ıssız bir ay aydınlığı var. Alevlenmiş gibi yanan ayın üzerinden bulutlar geçiyor. Siyah ormanlar ufuklara ka:dar dayanıyor. Tabiatıin böyle tenha bir sa:atinde avcılar brirbiri ardından tüfek1eri tetikte, yürüyorlar. Bir aralılt avcıların kurt aviarında en ziyade tecrübelisi yere yatıyor ve yerde taze tırnıa;k izleri görüyor ve avcı lara haber veriyor ki: Bu izler ora:dan biraz evvel geçmiş iki kurtla iki yavrusunun izleridir. Bütün
9z avcılar hemen ve tüfeklerinin
bıça;klannı
hazırlıyorlar,
tüfekleriırl
beyıaz parıltılarını saklıyorlar.
dallarını ayırarak adım adım
Ağaç
yürüyorlar, o sıra üç avcı duruyor, şair Vigny de ne gördüklerini aranı yor ve birdenbire karşısında iki alev saçan göz görüyor: Kurt! Biraz ötede de yavrulan ve gölgeleri rak.sa benziyen bir kımıldanış1a kımıldanıyor Kurdun yavrulan sessiz sessiz oynuyorlar, yavru olmakla beraber bir kurt sevk-i tabiisiyle biliyorlar ki düşmanlan olan insan oğlu birkaç adım yakında, pusudadır. Kurdun dişisi, bu tehlike karşısında, bir zamanlar Roma'nın banileri Remus ve Romulus'ü eınzirdiği için Romalıların taptığı heykcl giıbi camid duruyor. Erkek kurt anlıyor ki bütün yollar kapaU, ric'at tarikı kesilmiş, geliyor, ön ayaklarının tırnaklanyle kumluğa saplanarak çömeliyor, üzerine atıtan köpeklerin en ziyade cür'etkarca saldıranını seçiyor, o köpeğin gırtlağına dıişlerinıin bütün savletiyle sanlı yor, avcılar üstüne vira abeş ediyorlar, vücudunu delik deşik bir hale sokuyorlar, bıçaklarını kurdun böğrüne üşürüyorlar. LB.kin kurt, demir gibi çene kenuklerin:i çözmüyor, köpeği bırakmıyor, nihayet köpeği gebertiyor. Kurt, ertine kabzasına kadar saplı duran bıç:a;k larla çömelm:iş kanlar içinde avcılara bir bakıyor. A vcılar tüfekleri tetikte, etrafını sanyorlar. Kurt ağzından akan kanları diliyle yalıyor, avcılara bir defa daha b3Jkıyor. Nihayet nasıl öldürilidüğünü bilrneğe tenezzül etmeksizin, iri gözlerini kap.ı.yor ve hiç bir ses çıkarmadan ölüyor. Şidr Vigny, bu maceradan sonra başıru tüfeği-
KL'ltDtJ'N Dlstsi VE YAVltULA!U
93
kurt;la ya.vru1a.rının pekarar veremiyor ve diyor ki: Eğer bu iki yavru olmasaydı o güzel ve kederli dul, erkeğini bu büyük imtihan karşı:sında. yalnız bıra:kmazdı! Lakin bir vazifesi vardı. O iki yavruyu dağlara kaçırmak, oruara orada açlığa tahammül etmeği ve şehirlerde bir lokma ekmeğe ve bir yatacak yere mukaabil insanın önünde av aviayan zelil hayvanLarın insanla akdettiği ittifaknameye hiç bir zaman
ndn namlusuna
dayıyor, dişi
şinden koşmağa
daJıi:J. olmamayı öğretmekti. Şair Vigny hikayesinin bu noktasında kalmıyor ve felsefesinin bir cezbesiyle şlirini bitiriyor; diyor ki: "Hayattan ve bütün ıztıraplardan nasıl feragat edilir? Ey ulvi hayvanlar, yalnız siz biliyorsunuz! Yer yüzünde ne olduğumuzu ve arkamızdan ne bıraktığımızı biT kere iyice h€Sap ettikten sonra anlaşılır lci ulvi olan ancak sükilttur, maadası zaaf~ tır."
Şair,
kurdun o son bakışında ne demek istediğini anlıyor. Asil hayvan, o son bakışıyle demek istiyor ki: "!nıemek, ağlamak, yalva.mıaık hepsi zillettir. Kaderinin seni sevkettiği yolda. uzun ve ağır vazifeıu dişini sıkarak ifii. et! Sonra da beniını gibi hiç ses çıkarmaksızın ıztırap çek ve öl!" Bu kurt hlkayesi kaç defa bem derin derin düşündürdü. Zannettim ki şair Vigııy bizim mace· ramızı anlatmış! o erkek kurt, ölen ordudur; o dişi kurt, anne Anadolu'dur, o kurdun yavruları İnönü ve Dumlupınar çocuklarıdır ki dul annelerinden aldı.kl:a.rı dersi tekrar ediyorlar: ·~akkıdır
hak.ka tapan milletimin lstikliU"
ASIL
ASAY1Ş
Kalbi tamamıyle ~ıkarılmış, hududunu bilmek istemez cemaatleri, iştihalarında ne durdurabilir?
hakkın
Bütün bu yedi senelik sergüzeşt, bu yaz, hakka, adalete, insanlığa yaraşır bir sulhle bitıse bile, Balkan~ar' da, Küçük Asya' da asıl asayişin teminini düşünmek kalır. Kırk senedir, bin tecrÜibeyle görüldü ki beynelmilel musalahalar yeni Şark'ın ağrılarını zaman zaman dindirebiliyorsa da büsbütün izaJe edemiyor. Milliyet nazariyes:i, asıl iıklimi olan Avrupa'da birçok yenıi milletiere hayat vererek, hudutları, geçmiş asırlarda görüldüğünden daha ka;t'i ve muayyen biT şekilde çizili. Aynı nazariye Balkanlar'a sirayet edince, şimdiye kadar milletler arasmda görülmemiş bir gayz, bir fitne, bir menbatperestlik fırtınasıdır kopardı. Yeni Şark milletlerinin kafası, bu humma ile yanıyor. Kırk senelik tecrüheyle görülmedi mi ki kürenin bu parçasında sükfıo ancak bir mütarekedir. ittifaklar, dostluklar calidir, muvakkaJt asayişler ancak birer pusudur. Daha kırk
ASIL
ASAYİŞ
95
sene evvel Ruslar hıristiyan kardeşleri kurtarmak i!ddHl.sıy1e Ballk!anlar'a girdikleTi zaman Bulgarlarla Sırbı biribiriıııden ayıramıyorlardı, o zamandian beri bu iki islav vıe ortodoks millet peın:çelerıini bh•birinin gırt1ağından ayırmadılar. Milliyet nazariyeSiinin feyzi:ni küçük Şavk'da asıl Balkan mes' eleleri sırasında gördük. Hakikati çok güzel kavrayan bir Fransız ressamının Paris'de bir rıesim sergisinde "Komitacı lar" unvanlı bir Levhası vardı, karşısında canavarları feylesıofane düşündürecek kadar müthiş olan bu levha tam manasıyle yeni Şark'dır. Eski Şark, Garp lisanlarına birçok güzel şal, meyva, evani ısimleri verirken yeni Şark ancak iki kelime verdi: Biri komitacı, öteki de Balkaniza:syon. Bu ismi artık frenk ler bir masdar gibi tasrif de ediyorlar. Son zamanlarda bir diplomat, beynelmilel bir konfemnsda iğ tişaş, karışıklık, here ü merc manasında rıesmi lehçede de lmHanıyorou. Uyanmış bir milletin ta:biidıir ki daima bir gaaye-i hayali olur; lfrkin bir gaaye-i hayal ne kadar uzak olsa yine iıısanidir. Bir milletin gaayesi yine sulhdür, sükfındur, isrtirahatti:r, sa'ydır, temeddündür. Küçük Şa:rık milleUeri mil:liyet nazg,riyesini böyle mi anladılar? Hakikat-i hale bir bakmak kifayet eder ki bu koca iklimde ancak bir millet için yer vardır. O millet ki ötekilerini yener, altma alır, boyunduruğa takar vıe susturur. İşte milliyet nazariyesi bu iklimde menfaatperestliğin bu k'adar şid detiyle kökleşrti. Şimdiye kadar zannediliyordu ki bu kanlı iğtişaş ancak Şarklıl.:arın din ve medemyet farklarından geliyordu. Bu ne kadar batıl bir zehapmış. Balkan
EGlL OACLAR
hıristiyanlan kendi ava:lıannda yalnız kalınca o kinleri daha fazla artırdılar. Balkan harbinde bir an, bütün Avrupa sandı ki Balkanlı mflletler artık kardeşle..stiler. Daha mirasımızı taksim ebnedeu boğaz boğaza geldiler, hala da o v<a.ziyettedirler, yarını da Allah bilir. Hakikat bu ki Şark'da daha iyi bir insaniyet alemi teşekkül etmeme, beynelmflel musaıahalar ne çare bulsa nafiledir. Fransız ressamının biraz önce zi:krettiğimiz levhasında olduğu giıbi, kalbi ta.mamıyle çıkarılmış, haıkkın hudf.ıdunu bilmek istemez cemaatlıeri, iştihatarmda ne durdurrubilir. Bu kadar here ü mercden sonra Şark' da medeniyetin rehberi sıfatım takınarak Yunanistan meydana çl!ktı. Artık biraz sükf.ına muhtac olan Şark hiara taiihin istihzası bu kadar mlilremmel olı:..bilirdi. O Yunan milleti ki boyunduruğu altına düşen eemaatler başka herhangi bir Balkan millcl.inin boyı.nduru ğunu can kurtaran gibi tela:kki ediyor, o Yunan milleti ki hakkında Edmond About gibi hakika.tperest büyük bir edib: "Yunanlıların alınlarının teriyle lmzancbkları yegane şey şöhretleridir!" demişti; işte o Yunanlılar bu kadar here ü mercden sonra, Şark'da medeıniyetin rehberi olduklarını ü~ senedir ediyorlar. Milli.yeıt nam.riyıesiııi menfaatperestliğin son haddinde anlayan bu millet muhaceret tarlkiyle sı ğındığı Şark memleketlerini zaten eskiden bi'.<.> rahatsız ediyordu, mesela Romanya kadax alış wrişe a~ık bir meanlıe!ketten nihayet çıkarılıyordu. Şimdi i..~ö halan bir roat daha azmış bir h3.1de, medeniyet rehberiyim diye, nasıl Şark'ın hfi.kimi oLrubiJ:ir?
ilan
ASIL ASAYİS
97
Eskıi
Türkler Şark'a beş asır lreyfe nıayeşa' lllin haJcimiyetleııi altındaki milletlere, din, mezhep, lisan hürriyetlerinden b~ka her türlü ticaret ve inkişaf hakkı verdiler. Eğ~r hakimiyetlerini ilk asırlarda kılıç kuvvetiyle kurdularsa, son asırda da ancak bu imtiyazlar sayesinde korudular. Tabii artık Şark nıe böyle civanmerd bir ha.lcimi, nıe dıe öyle istirahati idrak edecek. Şark'ın milJıiyetleri şimdiden sonra olsa olsa menfaatleri arasında bir tevazün hasıl etmekle yaşıyabilirler Lakin bu tevazün beynelmilel bir sulhl·e tam temin olunabilir mi? Balkan harbini kapayan mua.hedelerin Balkanlar'da bu neticeye destres olmadıklan meydandadır. Zannedilmesin k1i bu tevB.zünsüzl~ yalnız arazinin taksimi mes'elesinden münbruistir, arazi, haklı taksim edilse idi de yine böyle olurdu. As.ıl sebep dediğimiz gibi, Şar'k'ın küçük mille<Uerinin milliyet nazariyesini, her türlü insfuıiyıet, civanmertlik, hakşinaslık düsturlarmdan az!de, azami dereceye kadar menfaatperestce bir telak.ldyle kabul eaişlerin den ileri geliyor. Aynı zihniyet bir de eski mtikam hırsiarı aynı hara~etle kaynaşınca cehennem! bir vaziyet hasu oluyor. Avrupa'da milliyetler, bir insamyet bı.bakası üzerinde türedi, Şark'da da milliyetler türedi, lakin altında istin:adgah olarak bu ins8.niyet tabakası eksik Nice hıristiyanlar daha şimdiden eski püskü Şark ins!niyetini özlüyor. Acaba hangi siyasi, Şark'da yeni bir insB.niyıetin zemirrlni hazırlayacak! h8.kım oldulıar,
F. 7
MISAK-I
Ne sızın
MİLLI
~ok g~,
birgün
ne de
~ok
güç olmak
İzmir rıhtımındayız.
Kıştan beri İstanbul'un manevi ağrıları durdu, milli hareketin hür nefesiyle yürüyen genç ordular düşmanı yıendiğinden beri de İstanbul milli lahdetin bü:yiiklüğünü Ankara kadar, Sivas kadar, Erzurum, Trabzon, Kastamonu hasılı herhangi bir AnadolU şehri kadar derinden duyuyor. Milli hareketin tamamıyle muzafferiyeti için Ayasofya'da, Beya.zıd'da, Eyüp Sultan'da mevlidler okundu, nusret dua.la"·ı edildi. Fatih'in, Aksaray'ın küçük dükkanlarından, ta Eminönü'ne kadar bütün cilmekanlarda muzaffer kumandanlarımızın resimleri... Köprüde şapkalı satıcılar bile Mustafa Kemal Paşa'mn alçıdan küçük heykellerini acemi bir Türkçeyle bağıra bağıra 3atıyorlar. Hasılı çehresine bakmak kafi, hemen anlaşılır ki İstanbul milli hareketin havasında yaşıyor Bütün Türkler giıbi İstanbulllllar da biliyorlar ki milli harekıetin bütün bu cidrui Osman'ın sancağım,
MISAK-I MİLLI
Fatih'in tahtım, Selim'in tarmak içindir.
hatırasını
nisyandan
Has!lı İstanbullular artık tamamıyle
ki, milli
harıe~et
kur~
kaani'dir
. .
yarın
lzmır'imizle Edirne'mi:zıi kavuşturacak
da o devlete ve milli vab-
deti bir daha dünya gözüyle göreceğiz. Son üç senelik büyük imtihan gösterd· ki İs tanibul öteden beri dilçar olduğu "köhne Bizans" "nifak ve şikaJr toprağı" sıfatıarına pek o kadaT layık değildir. Bir halkın, içinden dışına kadar tamamıy1e çürüyüp, cife olma:sı için her türlü zehirleri olan bir devrede, hayretıe gördük, İstanbul çürümedi. Fetih'den beri toprağına sinmiş oıan padişah, gaazi, evliya ruhlan lstanbul'u, feleğin her türlü genn ü serdinıe karşı, müslüman ve Türk olarak yaşı:..tıyor. ls:tanbul'UJn anne vatan'a, devletin hakikaten ebed-müddeıt olduğuıla iman ettiği göz önünde bir badisedir, yalnız halk çocuk gibidir, Mlesiııı. yaşını başını almış insanlardan daha hararetli bir yürekle sever, lakin heva vü heveslerine, oyunlanna, eğlen ce1erine bir daldı mı tamamıyle unutur, kayıtsızla şır. Birinci İnönü, sonra İkinci İnönü, en sonra da Durolupmar muzafferiyetlerini, !stanbul halkı, istiklal harblerine has bir tecesısüsle duydu, sevindi, bayraklar astı, mevlidler okuttu, nusret duaLarı etti. Bu güzel ve masum sevinci bir de bir çocuk idrakinden daha yüksek bir idrıakle ihata etmenin :üzfımu vardır. Bütün bu muza:ff,eriyetler a:ncak birer merha1edirler. Gaaye !zmir'e ve Edirne'ye kavuşa rak bir devlet olmaktır. Bu gaayeye varmak için
100
B<itL DACLAR
de kalb kuvveti, iman kuvveti ve yeni zanıanlarm çok meşhur bir tabiriyle sinıir kuvveti göstermekten bir an bıkma.nıak, bir an gevşemenıek lAzım ::;elir. İzmir, Edirne, devlete kavuşmadan ön~ gevşe mıek bir Türk, bir müslüman için küfürdür. Kör bed-binlik bir milleti nasıl öldürür-se sağır nikbinlik de bir zaaftır. Kavi olan, yenilmiyen yalnız ammdıiır. Bugün !stanbulluların rUhuna dikkat edilince görülür ki yalnız nikbindirler. Fakat bilnıe liıdirler ki mkbinlik gevşer, hatta en küçük h&diseler kıarşısında bedbinliğe mübeddel olur. Ne kadar temiz yürekli, milliyet sevdalı İstalllbullular, Af.yoLJ. Karahisar'ından sonra hemen Eskişehir'in de ı.lüştüği\ haberi yayılclığı akşam, me'yfis oldular. Mılliciler. milli ordular o gün bedbin değildiler azimlci.rdıl8.!' onunçün efzun sürülerini darma dağın ettiler. Bugün muzafferiyatten sonra da nikbin değil yiııe azimkardırlar. Hep biliyoruz ki yeni Türk ordusu bh· yaşına girerken Yunanlıları bozdu, iki yaşın& girerken taın8.ınıyle yenecektir. Ve ne çok geç, ne de çok güç olmaksızın bir gUn !zmir rıhtımmdayız Lakin bu telakki kalbimizde n:ikbinane değL, azimkarane olmalı? Oklalin yalnız neticesi olan muzafferiyetıer karşısında sevi:nm~k vatana karşı az çok kayltsızlığı, miıllete karşı az çok itimadsızlığı ifade edece~ kadar zaaftır.
!stanbul Türklerirııi, kader bu isti:k:la.I cidalinin haricinde bıraıktı, mahrfuniyetlerine rağmen kalben milli harekıate karşı gösterdikleri hiihişi kaybettik temenni ederiz ki bu hahiş fikren de aynı kuvvette olsun. Ordunun muzafferiyıetıine itimad kalbten do-
MISAK-I
MİLLI
101
ğan bir duygudur. O muzafferiyeti doğuran siyAsete, idareye, teşkilata itimatsa Hilal-i Ahmer ianesme benzemeyen, hakiki bir iştirak, bir yardımdır. Her Türk bi.l:sin ki milli hareket ittihaz ettiği siyaset, kurduğu idare ve edindiği teşldlat s~.yesinde bizim senelerdir gülmeyen yüzümüzü biraz g".Hdürdü bu günse hedefe giden yolun yarısındadır. Şimdiye kadar böyle sür'atle muvaffakiyeti temin eden o siyasete, o idare, o teşkilata bütün mefk.ıremizle itimad etmeliyiz ki gaayeyıe varalım. Bugün Türklük tahlil devrinde değil terkip devrindedir.
ARNAVUDLAR TiUihiıı
müstehziyane bir tesadüfiyle bugünkü Yunanistan'ı hıris tiyan Arnavudlar tesis ettiler. Geçen sene Parns'm muihteşem bir oteli önünde_ Arnavud genci Avni Rüstem trubanoaısını Esat Tartani'nıin kafasına boşalttığı gün Arnavud milletinin tarihi başladı . .Arnavud1ar isıtikbaJde o vak'ayı milli teşekkülLerılınin mebde'i telakki edecek1erdir. Kudsi bir manası olan bu dava na:sıl kendini hissettirdi ı Avni Rüsteıın'in o gün o hweketini Parislileı sonra da bütün Avrupa efkar-ı umumiyesi, Arnavudlara öteden beri izafe edilen şahsi kinler, kan davaları, taşkııılıklar nevinden bir harelket telaıkki edeceğine, tam manasıyle anladı; çünkü bir milletin artık uzun bir here ü mercden soıırıa kurtuluşunun başlang!. cıydı. A vni Rüsteım'in o kurşunilan İsviçre Cumhı1riyeti'nin hanisi Wilhelm Teli'in okuna beruıer. Url dağ·Iarımn o avıcısı bir ok atıp na:sıl hür İsviçre'yi yarattıysa, A vni Rüsteın'in kurşunları da o tesirle Arnavud1arı uyandırdı, yarın da hiç şüphesiz hür Arnıavudlu:k'u yarataca;ktır.
ARNAVUDLAR
103
Nitekim bu talıminin isabeti anlaşılmağa başladı bile, Arnavudl:rur y;eni Yunan İmparatorluğu'nun Epir hududunda kımı1danmış1ar, yaşamak istiyen bir milLet olduklarım iddia ediyorlarmış. Yunıanlı fatihlerin fistanelHUannm etekleri tutuştu. Bir tarafdan bizi Anadolu'da bilmem kaçıncı taarruzla tehdid ediyorlar, bir tarafdan Arnavud Hükfımeti'ne tarrafüruşane bıir ültimatom gönderiyorlar, bir taraftan da mutadları üzere çeneye kuvveti veriyorlar, yaygarayı, feryadı basıyorlar, Epir'deki miLli Arnavud hareketi:.::li keııdi siyasetlerine elverişli tefsir.ere boğuyor1ar. Avrupa efkarım tağlita çalışıyorlar. Lakin Arnavudlar artık o eski Arnavuölar dekitaplada öğrenmeğe vakit bulamadıkları hakikati uzun bir tecrübeyle iyiden iyiye öğrendiler. Balkanlar'da her kavmin hakk-ı hayatı varken tedrici bir ölüme razı olamazlar. Öyle Sormagir Mahalles'i gibi hududu belli olmayan alelacayip bir Arnavud ülkes>i:nde hiç bir zaman varlıklarım .Koruyamazlar. ğildirler,
Arnavudlar için bir da ancak bu devrededir.
kurtulmaık fırsatı
varsa o
TaHhin müstehziyane bir tesadüfiyle bugünkü hıriıstiyan Arnavudlar tesis ettiler. Yunanistan hatıra diye Arnavudların yalnız fi:stanellalanm 3akladı, teşekkülünden bugüne kada.: Arnavud milliyetinıin, lisanının, serveti:nin, hllllasa mevcudiyetinin imhasına var kuvvetiyle çalıştı. Bir Rumun nazarmda her Arnavud, Rum olmağa mahkum mevadd-ı iptidaiyedeııdir. Arnavudlar gibi asil bir kavmin rum1aştırılması kadar hazin macera olamaz. Yunanistan'ı
104
ııötı.
O.AGLA1l
O Arnavudlar ki Osmanlı saltanatı Şark'm en asn, en hür, en mağrur milletlerind bir araya tcpladığl asırlard:a, başlarını daima dik, d8.ima eğilmez, dB.:ima yüksek tuttular. İşte o Arnavudların Mora ve Epir'. de olanları bir asırdan beri tedrlci tedrlci rum.la~ tı.lar, kayboldular, diğer kısmı da şimetiden sonra son Arnavud vı3itanınd:a göz göre göre rumlaşmağa, kaybolınağa malıkfundurlar.
Yeni Yunan İmparatorluğu mevcud iken Arnavud milleti için fela.lı tasavvur edilemez. Maatteessüf Arnavudluk'un en uyanık, bir Arnavud milletine en ziyade nüve olabilecek taraflan Yunan eline düştü, Balkan Harbi'nde ve ondan sonraki fütfı.hatla Yunanistan Arnavud milletinin hakk-ı hayatını elinden aldı. Bu millet evvel be-evvel Yunan pençesinden kurtulm3Jdıkça ne bir millet, nıe bir devlet olabilir. Son hareketleri gösteriyor ki Arnavudlar kurtulmak azmindedirler, yeni . Yunan !mparaturluğu' nun çatır çatır çatırdaAiığını işitiyorlar istihlaslan uzun bir devre tam manasıyle bir fırsattır. Yunan orduları Anadolu'da debelenirken, Arnavudluk'da hiç bir şey yapamaz. O ültimatomlar kuru sıkıdır. Yunanistan Anadolu V'e Trakya işlerinin içinden çık madan evvel Arnavudlar karşısında tamamıyle acizdir. Bu işlerin içjnden nasıl çıkacağı da b:ıgünden aşikardır; ondan sonra da yakalarını beladan sıyı ramıyacaJklardır. Bulgaristan'a, Sırb:istan'a, Adalar Denizi'nde birer liman mukadderdir. Yakında Mak.ıedonya ve Adalar Denizi mes'elesinin bu yeni faslı da a.çılaca.kıtır. Hasılı .Ar.navudl.a.rn uzun bir fırsat silsilesi açılıyor. lstifade ederlerse haıklka1:en dev·
105
lete benzeyen bir devlet tesis ederler ve içinde öteki Balkan milletleri gibi muhteşem bir millet olurlar. Bugünkü Arnavud Hükumeti bütün bu hakaayıkı idrak etmiş görünüyor. Avni Rüstem'ın kur· şunundan beri Arnavudlukta h8.inler devri kapanmış tır. Yunan pençesinden Arnavud istilasını hiç bir el men edemiyecektir.
AH VAL Siyasi mecbfı.riyetlerle verilen resmi tebliğierin güftesl daima yalandır ama bestesi ah\ ali derinden derine izah eder. Kaarilerimiz belki de-.chatır ooer1er Kral Kostantahtma sulh perisi gi!b!i koşa koş?ı. geldiği zaman rak!bleri fery~dı bastı1rur: "Elenizmos başka, Yunanistan başkadır!" dediler. Bu lifın manası Kral, Atina Hükumeti ve Yunanistan sulh etse de Yunan milliyetperverliği ve teşkilaıtı sulh edemez, gibi bir şeydi. Hatta o günlerde Yunanistan'dan tamamıyle me'yus olan Rum sergerdeleri or-taya yeni bir söz attılar: "Madem Ynnanıiıstan yorgunmuş, Venizelos'u istemiyıormuş, Yunani.":ıtan bir tarafa ~ekilsin, yenıi fetholunan Anadolu, Trakya ve Adalardan y~ bir Yunanistan teşekkül etsin, bu devletin başına da Ve:l1iizelos geçsin!" dediler ... Bu sözlerden vıe buna benzer diğer tafrafüruş luklardan beri epey zaman geçti. Elen:izmosun Yunaniıstan'dan başka bir şey olduğunu o zaman anlatin
menfasından
10'% dığımız
gibi bugün de ona tamamıyle halcim oldu·· Yunan matbuat idaresinin hükumet nimına vermek ıztırannda kaldığı tebliği okuyanla.r, bugün Kostantin'in Atina'da nasıl bocaladığını çok güzel görürler. Siyasi mecburiyetlerle verilen resmi tebliğierin güftesi daima yalandır ama bestesi ahvMi derinden derine izah eder. Yunan matbuat idaresi diyor ki: Bir muddettir Atina gazeteleri Yunanistan'a karşı husı1me1. besleyen mahafilden havadis alıyorlarmış, guya Yunanistan Anadolu mes'elesini musllhane halletmeğe mütemayi:lıniş, hatta Kuva-yı Milliyye ile itilaf etmek için t.ngiltere'nin tavassutunu talep ediyormuş. İşte Atina gazeteleri - tebliğin tabiriyle - bu haberleri işaa etmekten zevk alıyorlarmış. Lakin bu haberlerin ne derece yalan olduğunu anlamak için itilaf esası olarak gösterilen şerai.te bakmak kifayet eder ' miş, mesela Yunanistan Asya-yı Suğra'nın tahliyesine dünyada nasıl muvafakat edermiş, bahusus k:l Yunan Meclis-d Milli'si, Sevres Muahedesi'ni Yunanlllann asgari metalibi olduğunu ilan etmiş, sonra da Yunanıistan, Londra Konferansı'nın İzmir de Yunıan muha.fızlanm ibkaa ve İzmir romtakasmda devletlerin murakabesi altında bir muhtariyet teşkil et-. rnek teklifinü bile reddetmiş, hasılı bütün btı haberler hep sania imiş. Bu haberlerin ne kadar yalan olduguna en büyük deliller de - burada Atina mat'bfıat idaresinıin mantığına hayran olmamak kaabll değil - Türk milliyetperverlerine karşı icra ettiği harbde Yunan milletinin gösterdiği şevk-ı vatanper· veraneymiş, Yunan kıtaatının yüksek olan ı.nanıevi· yatıymış. Yuınan milletinin bu mücadeleyi muzaffeğunu anlıyoruz.
EGlL DAGLAR
108
r.iyete isiU içiılı gösterdiği azim kat'iymiş, huiasm bu şayilllar bedhahaneymiş! Tebliğ Kostantin Hü· kO.meti'ni böylece tezkiye ve tebrie ettikten sonra. iki man!dar satırla bitiyor, kıralın velialıd lehinde tacından vazgeçeceğine dair resmen müracaatta bulunduğu da yalarmuş! bu son satırdır.. bir defa tacını başından kaptırarak. sürülmeseydi, İsviçre otellerinde hal'in acılarını çekmeseydi rakibierinin siyasetine böyle boyun eğmezdi. Bugün tacını tekrar başına koydu ve iki eliyle sıkı sıkıya tutarak, rakibierinin programını harfi harfine icra edeceğini tekrar tekrar taahhüd ediyor. Venizelos siyasetiyle büsbütün garip bir kılığa giren "Elenizmos" Kostantin'e ve arkadaşlarının siyasetine galebe etti. Bugün Kostantin tacma yapışarak sulhü kaza ve kadere havale etmiş bir vaziyettedir, Yunan ahva.I.ini ma.IO.mat kabilinden bilmen:n bize elbette bir faydası vardır. L8.kin milli siyas::-timizin. ibresini Yunan ahvaline baka baka değiştirmek siyasi hatalarm en feci'i olur. Bütün bu
tebliğin istinadg81ıı
Kıral Kostantın
Venizelos'un sukuutundan bugüne kadar Anka.ra Hükilmeti'nin siyasetine hayran olmamak kaabil değildir. Venizelos düştüğü vakit, artık neticeye ermişiz gibi, efkar-ı umfuniyen:in bir kısmı henıen gevgedıi.. Felaketin nihayetine vardık sandı. Ankar&. bilakis gevşemedi, yoluna devam etti, hatt§. gevşe menin vereceği kötü neticeyi bildirerek bizi uyandırdı ve bu basiretkarA.ne siyaseti sayesinde o zamandan beri Yunan ordularını üst l1ste iki defa tepe-. ledi, bugünse dünden kavidir.
AHVAL
109
Günü gunıme siyaset, siyasetsizliğin ta kendidir, ne kadar dahiyane kullamlsa muhakkak kötü netiocler verir. Eğer Ankara altı aydan beri bir türlü taayyün edemiyen Yunan işlerine gözleriDi kaptırsaydı, İnönü'nde mağlup olurdu. Kuva-yı Milliyye ve bütün milliyetperver Türkler, ancak İzmir ve Edirne vatarıa kavuşup da devlet be-tekrar teessüs edinceye kadar bir saniye gevşemiyeceklerdir Türkler için sulh İzmir'den ve Edirne'den son Yunan neferi çıktığı günden sonra başlayabilir.
RAMAZANLA BERABER
Biraz iz'am olan bir Türk İstanbul halkının bu hazin günlerimizde bile devam eden gafletine baka baka teessüründen verem olur, gider. Birçol< kerele:r dediğimiz gibi hissiyle milli varlığına pek ziyade bağh olan bu halk fikirce bilakis son derecede kayıtsızdır. Bu canhıraş gafletin en ziyade ibrete şayan bir nü.. mılnesini şu son günlerde gördük. İstanbullular İnönıl muzafferiyetinden pek ziyade sevindiler, gözleri yaşararak koştular, zarılretten kınldıkları böyle bir zanıanda ceblerinde ne varsa Hilal-i Ahmer'in önüne döktüler; bu fakir halkın ianesinin yekılnu tuta tuta~ şimdiye kadar, yüz seksen beş bin lira tuttu. 1nönü askerlerinin yaralanın sardırmak ıçin yüz seksen beş bin lira veren bu halk bir maaş aldı mı hemen Yunan bakkallanna, Yunan mağazalaıma, koşar, bir aylık maaşın yekunu olan bir milyon iki yüz bin lirayı, hem de her ay, Yunaıılılara c:ephana 1retiştirea Yunan teşkilatının ctei;"'ine döker Bazan
lU dı.ş
yüzü, bazan da yalnız iç yüzü mavili beyazlı olan bu dükkaniardan alış veriş eden müslümanlar fark-
etmiyorlar ki Yunan ordusuna yataklık ediyorlar; çünkü en basit bir muhakemey1e bu gafletin başka tabiri yoktur. Bu halk mütarekeye kadar meınleketim.ı2Jde Yunanlılık teşkilatını temyiz etmekte mazurdu Lakin mütarekeden sonra hackikati gazeteden, kitaptan öğ renmeğe muhtaç değildir. Çünkü gözü önündedir. DUşman vatandaşlarımız teşkilatlarını bu halktan saklamadılar, çakır gözlü bayraklarını dikmedikleri kapı sallamadıklan pencere kalmadı. Üç sene sürekli maceralardan sonra anlaşıldı ki Türkiye yunanhlığı, Yunanistan'a taş çıkarıyor. Maamafih Yunan vata..ıperverlıiğinİill şeydası olan bakkallar, mağaza · lar zerre kadar istiflerini bozmadılar. Türk parası lta.salanna eskisi gibi aktı. Bu kara günlerde, bu hazin saa.tlerde muttasıl akıyor da. Bir tek Rum evi olmayan islam mahallelerinde yeni, üç dört Rum dükkanı harıl harıl işliyor. Yüksek bir me~ki-i ilmi işgaal eden bir zat bu ibret alı nacak manzarayı yakından tedkik etmiş, dün bize diyordu ki: "Bozdoğan Kemeri semti tamamıyle müslümandır. Orada karşılık1.ı dört bakkal dükkanı vıa.r: Ikis. Türk, ikisi Yunanlı. Yun·anlı di\kkanlar makine gibi işliyor. Girenin çıkıanın haddi yok, müş terilerin hepsi de müslüman. Karşılığındaki Türk ba.kkallarına bilakis kimseler uğramıyor. önce zannettim ki Türk dükkaniarı gerek mal gerek .de muamele itibariyle rakibieri Yunan bakkaTianna rekaabet .ı.~emiyorlar. Bu karşılıklı dükkanıara günl~H}e devam f'derek bir iktisadi hadiseyi müşahede etmeğ~
mr
OOlL DAGLAR
112
çalıştım. Baktım ki Türk dükk&nlan biWds öteki· lerden çok daha temiz, mal ve emtiaca da ötekilere faik, muamele de pek iyi. Türklerin her cihetçe bu tefevvukiyle beraber rekaabet edemediklarine şaş tıın. Rivayet olunduğu gibi bu fark veresiyeden ileri geliyor, sandım. Onu da tahkik ettim Türk bakkallan da veresiye veriyor. Mes'ele nazarımda büsbütün mu'dilleşti. Tahkikatımı her noktadan ilerlettim; bu mes'eleye çok dikkat etmiş bB.zı müdekkiklerin şehadetiyle de sabit oldu ki, asırlardan beri kökleşmiş bix itiyad sevkiyle Türkl·er Rum bakkalma gidiyor, Türk bakkalma gitmiyor."
Bu Bu
zatın
tedkiki bizi hazin hazin
düşündürdft.
asırda. zekasıyle yaşayacağına se~k-i
yaşayan
bir halk dünyanın tahtda nasıl barmabil!ir?
güzergB.hı
tabiisiyle olan bir payi..
Bir müslüman dükkanından alış veriş ederken bir ;müslüman kızının çeyizine bir şey zammettiğini, bir müslüman çocuğunun mektep parasını ödediğini, müslüman:lığı, Türklüğü İstanbul'da biraz daha fazla yaşattığını idrak edecek kadar basit bir fikre mAlik olmayan bu halk bari bu kara günlerde o sakim itiyadından bir müddet vaz geçse, Yunan balcltallanna hiç olmazsa bu Anadolu cidalinin nihayetine kadar uğramasa, göz göre göre Yunan ordulanna Ievazun yetiştiren Yunanlılık gayretkeş!erine yardım ve daha Türkçe söyliyelim, kema.I-i safvetinden yataklık etmese! Dediğimiz gjbi İstanbul ha1lo hissen
pek
bağlı,
sevkıyle
18:kin fikren bu derekecledıi1". Anadoıu•dıakıi milli cidiUe Jşti.rik
mdDetine Kadeıin ~edi.
113
Bari müessir olduğu kadar sade de olan bu iktisadi ·cih8.da azınetse. Yarın içimizde bir gurbet hissiyle bir daha gireceğimiz mübarek Ramazan bu mukad,des mücadeleye ne güzel bir mebde' olur. Bu haldkati idrak edenler, henüz edemiyenlere mahallelerde, ·ea.ınnerde, mescidlerde telkin etse, bu cemaat büyük ·bİr günahtan kurtarm:a.kla beraber bir sevaba da
.nan ederler.
F. 8
Bu şehir Türktür ve 'l'iirk olmasa insaniyet güzelliğinden bir alem kaybeder. Mtita.rekendn ilk senıesi, elıi bayrnklı Yunan taş. her alayiş gibi yapılınıyacak her ntiır..ayişi yapmış, lstanbul'u yar ü ağyare bir Yunan şehri olaraık gösterrneğe çalışmış bizim gibi ecnebilerin gözlerini de uzun bir mii.ddet Elenizmos'un tütsüsüyle bulandırmıştı. O senemin Ramazam geldi Bir gece Rumları tanıyan ve bizi seven blı ecnebi ile Moda'daydım. Karşıdan İstanbul, mahyaıariyle, minarelerinin şerefelerindeki kandilleriyle görünüyordu. O ecnebi bu manzaraya baktı, baktı: "Bu şehir Türktür ve Türk olmasa insamyet güzelliğin den bir alem kaybeder!" dedi Bu heyecalllllıda.n biraz sonra da bu muazzam mahya ve kandil nümayişi karşısında hatırına gelen bir millahazayı söyledi: ..Ruınlar bir sooedir bu şehri bize Yunanlı göstermek için ne çarelıere baş vurmadılar, kendi evle:ıinden sonra Beyoğlu'nda Türk emlalcini de mil-
kın'bğı, yapılacak
Kll.NDİI.I.hR
YANARKEN
115
viye beyaza gark ettiler, siz ses çı.karm.adınız laY..in bu akşam ne sizin ne de hükfımetinizin tertibi eseri olarak minareler kendiliğinden öyle bir nümayış yaptılar ki bU şehrin m.illiyeti.rrl tamamıyle gosterir." Hakikaten İstanbul'un o gece nümayişi, o senenin bUtün çirkin nümayişlerini söndürmüştü. Bu akşam lstanbul'u bir daha o halinde göreceğiz. Y almz artık gönlümUz mahyalara kanmıyor. Uzun seneler vatanda gurbet nasıl olurmuş duyduk. Kaza ve ka.derin cilvesinden sonra istiyoruz ki Rama.zam cedlerimiz gi:bi ferahlı bir müslüman kal· biyle idrlik edelim. BugUnkü Türkler siyasiyatta, ilmi, medeniyeti, hayatı telakkide daima üçe ayrıldıkları gibi Ramamm tahassüste de üçe ayrılıyorlar. Bu Uç zümrenin yalnız müşterek bir noktası var! Ramazıana tehassür! Bir zümreye göre Ramazan bir şehrayindir. Çörekli börekli, davullu dümbelekli, meddıahlı karagözlü, kahveli nargileli, şuruplu şerbetli, amberli hacıyağlı, kandilli kağıt fenerli bir şenrayin. Bu zümrenin Ramazan geldi mi hasreti coşuyor, hey gidi günler hey! N erede eski Ramazanlar diye bir acıklı hikayedir tutturuyorlar ki her mevzii gibi yavaş yavaş beylik üsluba geçecek. İkinci bir zümre başta Darü'l-Hitmetü'l-lslamiyye ve bütün mütteldler Ramazanı böyle anlayışa sinirleniyorlar, diyorlar ki: "Ramazanı bizim mütemeddinlerimizin sev~ diği tarzda, bir şehrayinclir, rengarenk gfınag(ın levhalan olan bir eski Şark alemidir, diye frenkler de seviyor; hatta bu efendilerin çoğu, Ramazam sevmeği on1a.nn ş§irlerindoo, ressamlarından öğren miş olsıa.lar gerek! Ramazan nefsimizle dünyevi hlrs-
ll& larımızia
l.CtL DAGl..A.R
mücadele ettiğimiz bir aydır. Cilmı1erimizde potinierini çıkaramaya.nlar, pantolonları yilzUnden diz çökemeyenler bir gün, hatta o da değil, iftira kadar ancak bir kaç saat açlığa katlanamayanlar, neden seviniyorlar?" Cedlerimmn mübarek an'anelerim. güden bu müttaki, musalli, mutekid zümre hiç olmazsa bu ay müddetince orucu, namazı, sadakayı, nefsimizi tezkiyeyi tavsiye ediyor. Lakin bir zamandır bu memlekette bir üçüncü zümre türedi. Bu zümre diyor ki: "Senede bir defa gelen bu otuz günlük sürekli şehrayin içinde büyük mazinin şaşaasım ya~ şıyonız; lakin bu levha m8.zidit, biz onun içinde bir müzede dolaşır gibi dolaşıyonız, zevk alıyoruz, eğ leniyoru.z. Kendimiz ondan değil ve ona frenkler kadar yabancıyız. Eğer bu levhanın biraz daha hayatı varsa o eski sürekli hayattan bakiyedir; eski islam medenıiyeti söndUkten sonra islam imam da gevşedi. ibadet bile ancak bir teA.mül hrume girdi. Bununçündür ki Yunan H!ikumeti gibi bu milletin, bu diniıı imhasma çalışan bir hlikiimet zaptettiği müslüman memleketlerinde müslüman ahilliye jandarmala.nnın kırhacıyle namaz kıldırma.k, ceza-yı nakru tertibiyle oruç tutturmak istihzasına cür'eıt ediyor. Emindir ki, bugünkü müslümanlamı ibadeti o eski iman devirlerimizdeki ibad.Gt gibi bir iman olmaktan uzak ve sadece bir teamüldür. Eğer bugünkü ibadetlerimiz cedlerimizinıki gibi piir iman olsaydı, Yunan HükUmeti aksine hareket ederdi. Milslümanlarııı elinden her türlü hakk-ı hayatlannı aldığı gibi ibadetlerine de mani olurdu. Biz cedlerlmiz kadar müslüman, onların etiyanetine s3.hip, onlar kadar imam hararetli olursak
K.ANDlU.I!R Y A.NAIUU:N
ın
bu mübarek ay yeni bir ş9.şaa ile dirilir. Bir müze, bir şehrayi.n olmaktan çıkar, her sene tekerrür eden bir tasfiye merhalesi olur.'' Kimi eski Ramazanlara mütehassir, kimi Ra.. mazanı cedlerimizin lezzetiyle hiUa yaşıyor. Kimi Ramazanın da her şey gibi zeviUinden korkuyor. Maamafih Ramazan eski medeniyetimizin ufak tefek güzellikleriyle devrine devam ediyor. Her sene gibi bu sene de a.Rma.zana girerken biraz gurbetten çı kacağız!
SON
1\IERHAI.~E
Trakya'sız,
emniyet bahşedeook bir Türk devleti teessüs edemez. Siyiisi bir keramet olmadığuu önce söyilyeMm, Hd üç defa tekrar ettik ıki: İzmir ve Edirne'yi son Yunan neferi tahliye etmeden Yunan murahhaslan 'rürk murahhaslannın yüzünü görmiyecektir. Bu f':ıözümüzün meali, aks-4 sada gibi, aynen Atina'dan bir telgrafla geldi. Bu haberi ne maksatla yayıyor la.rsa yaygınlar temin ederiz ki doğrudur. Hatta gerek h arbe, gerek de sulhe dair Yunanlıların alabilecekleri tek doğru m3.lumat da bu haberdir. Bu ha-beri siyasetlerine rehber ittihaz etseler leyte lealle'den kurtulur, vakit kazanır dosdoğru sulhe cıkarlar. Yann büsbütün taayyün edecek hakikat bu ise de bugünlük Atina'dan bu maıumatı böyle tamirnde ne maksat vardır pek bellli. Çünkü tamim edenler J{ral Kostantin'in düşmanlandır. Bu işaayle demek istiyorlar ki: Kral, Gonaris vıe Papulas, işi harben bitiremedıiler, büsbütün maskara. ettiler, musfılahaya beyhftde yanıa.şmasmlar, büsbütün maskara olurlra.r.
SON MrnilAl.J!
ı
u
sulh isterlerse mağlfı.biyetimiz ayyfl.ka çıkar, çünkü haber aldık ki Mustafa Kemal Paşa İzmir ve Edir:ue ta.hliye edilmeden evvel herhangi bir mü.kalemeye iştirak etmeyecek! Kral ve Gonaris harb kozunu oy·· nadılar, yenildiler, sulh kozunu oynarlarsa yine yı"t nileceklerdir. En doğrusu derhal çekilmelidirler, Venizelos işin başına tekrar gelmeli! Venizelos dA~ hidir. Avrupa'da bir dediği ilci olmaz, işi harben bitirmeğe bir daha savaşır, oLmazsa sulhen bitirir. Bu haberi yayan Yunanlılar bu akıldadırlar; maamafih unutmamalı ki bu Anadolu ve Trakya macerası Yunanistan'ın dahili hırgürüyle iyide:r.ı. iyiye karıştı. Şimdilik Venizeloscular muhteşem b1r vaziyetted:irler. Bu harbin şeref tarafını kendileri aldılar, şeyn tarafını da J{ostantlıı'e ve Gonaı·is't:!.' yüldettiler, Venizelos, tarafdarlarının elinde dahili hırgür için çok kuvvetli bir kozdur, lakin bu kozhı harici siyaseti tekrar oynamağa sataşıriarsa kay.· bederler; zaten Venizelos bu oyuna yanaşmaz. Bir defa daha dediğiımiz gibi, cihana yutturduğu deMi.·· sının hakiki bir noktası varsa, onu da iş sarpa sar· dığı bir anda çekilmekle gösterdi. Yunan siyasiya.tının sahnesine bir daha çıkarsa ancak umfuni he~ zirnet ve rezaletten sonra, itharn eden bir suratia çıkar.
Maamafih düşmanlan böyle tahayytil ederken Kostantin tek durmuyor. Müracaatlarının kokus.u bile geldi. Türk-Yunan musa.lahasını herçibıldabiı:d kendi yapmağa, yaptıktan SOilTa da muh:kemce tah~ tında oturmağa
karar vermiştir.
Kostantin İzmir'i ve Anadolu'yu gözden çıkarw mış, yalnı.z Çan.akka.le'yd ga;a.yet hafif biT hudutla,.
120
bir de
EGlL OACLAR
Trakya'yı olduğu
gibi istiyor; Ankara mukendme Mevıa nasib ederse bu talebini dermeyan edecek. Bu teklif Allah için Yunan menfaatine fÖredir. Anadolu'yu terk etmekle Yunanlllann belini kıran seferberlik biter. Çanakkale'yi muhafaza etmekle, Yunanistan, bu kadar askeri beceriksizliğine rağmen, Şark'da medeniyelin rehberi, muvazenenin nigehbam rolünü oynar, Edirne'den bahse hacet yok, çünkü orada Kuva-yı Milliyye yok. Yunanistan debelene debelene bir sene sonra bu raddeye geldi, şimdi bu anda debelendiği noktadan kazaya rıza gösterrneğe yelteruiyor. Lakin işi bir de Türk ve Kuva-yı Milliye nokta-i nazanndan göruen geçirelim. Evvela musaHihadan sonra Yunanistan'ın hala Şark muvazenesine hakimlik etmek iddiası gülünçtür. Bu rol eskisi gibi tamamıyle yeni Türk devletine beçer. Şark muvazenesine istinadgah olmak rolünü Türk devletinden nez'eden neydi? Harb-i Umfuni'ye iştiraki değil mi? Lakin Türk devleti bu emniyetsizliği Avrupa'ya dört sene gösterdi ise ondan evvel iki yüz sene ie aksini isbat etti, Şark'ın ve alemin sulhüne en sadık bir ni.gehban oldu. Bu tarihi vesika elbette bir kıymeti haizdir; şimden sonra da aynı mu v8.zenıeye ancak o ni.gehbanolabilir. Yunanistan Çanakkale'de bir avuç toprak muhafaza etmekle gerek orası ve gerek Anadolu kendi eti ve kendi kemiği sırasında olan bir Türk devleti kadar emniyet bahşedebUir mi? Siyasiyatta emniyet balışetmek evvela bir devletin uzv1 bir menfaat, sonra da o menfaati mUdaJaa için kuvvet salıibi olduğunu göstermesiyle doğru olur.
rahhaslannı görnıeği
.SON MF..RHALB
ın
Halbuki Yuna.ıristan'a göre Çanakkale mana.sız bir iehlikeW.:m ibarettir; sonra da Yunanistan en şev ketli ve kudretli zamanı olan bu son iki senede, en ziyade şevketsiz ve kudretsiz bir devrinde olan Türk milletine yenildL Muvazeneye istinadgah olabilecek millet, imtihanlarm en müthişinden sonra, meydandadır.
Traıkya Türk devletinin payitahtı olan l.stanbul'un asgari hududu olduğundan aynı bahis dahilindedir; Trakya'sız, emniyet bahşedecek biT Türk devleti teessüs edemez. Hasılı Kostantin gerek Yunanistan'!, gerekse kendi tahtını kurtaracak siyaset yolunu tuttu lakin, o kadar yarım yamalak tuttu ki Türklerle musaiabaya yaramadıktan başka, siyasi düşmanlarırun ekmeğine yağ sürmüş olacak. Kuva-yı Milliyye'nin siyaseti doğrudur, orduları harbden ziyade sulh müzakereleri yorru·. !zmir ve Edirne'nin tamamıyle tahliyesinden sonra sulh, hiç kim.seyi yarınaks1zın bir günde olur, biter!
lUUSTAFA KEMAL
PAŞA
Yonanlılar, bo ismi ve bu adann. Kartaca Kadim Caton'u nasıl müeb-beden hatırladıysa öyle hatırlaya~ caklardır.
Bir milletin başma gelebileook ne ka;d:ar felaket hepsiyle haşır n:eşir olduğumuz bu S{"'lelerde önümüze düşüp bizi tekrar hayata çıkaran Mustaf.ıı Kemal Paşa'nın simasını ileride tahattur edecek her Türk Abdilihak Hamid'in bu mısra'ında.ki çerçeve içinde görecek: vıarsa
Akardı payına malışer-misal
bir millet!
Çoktan, pek çoktan beri bu millet bir oğlumm böyle temessül etmemişti. Milletierin asır· lıarda bir doğurduğu büyük insanlar henüz eserlerini :ilrnıfıJ etmeımişkeın bile gözleri kamaştırırlar bize de bugün bu vaki oluyor. Maamafih hem bizim heın de eeneb~lerin karşısında milletinin tim.s&li ke-;ıilen bu büyük adam kendi büyüklüğünün farkında değil, konuşurlren Selim-i Evvel'in, "Bu muvaffaitiyetler.i şahsında
MUSTAFA KEMAL
PAŞA
123
benim kendi eserim zarmediyorlar... Ah zavallılar, bilmiyorlar Iri!" dediği tarzmda konuşuyor. Allkara'da çıkan Hakimiyet-i Milldye :rıe:filtimizin bir muharrıiri, Büyük Millet Meclisi'nıin sene-d devriyesi münasebetiyle, Mustafa Kemal Paşa ile görüşmüş, İstanbul'dan Anadolu'ya geçtiğinden beri b;.rçok tahassüslerini sormuş, kaydetmiş. Bu sözler oızi düşündürdü. Mustafa Kemal Paşa diyor ki: "Ben evvela herhangi bir sfıretle Anadolu'ya geçmek ve orada rn:iılletin efkar ve hiss:iyatım bir defa daha yoklamak ve menabi-d meml€iketi. takib etmek istiyordum ... Samsun'a ayak hastıktam sonra derhaı milleti ve memlekıetıi yoklaıdım. Gördüm ki memleıke:tıin ve milletin temayiliatı istiklaı müdafaıasında tereddü:d edenı leri hacil mevki'de bıraıkabilecek bir mahiyet-i a.Jiyededir. Filha:kika iki seneden beri bütün dünyanın şahid olduğu vakaayi' ve hadisat, düşüncele rimde isabet vıe milletin azın ü imamnda hakiki salabet olduğunu isbat etti. Bundan dolayı cidden müftehirim.'' Bu sözleri diıkkatle Okuyanlar yumurta mı tavuktan çıktı? Tavuk mu yumurtadan? Düşünür dururlar. Bir milletin telrevvün devresrinde ferdler böyle kendilerini göremez1er, millet kendinıi bir timsald~ görür. Bugün Anadolu'da vaki' oLan da bu ha1dir. Mustafa Kemal Paşa diyor ki: Bu İnönü mftcizesı yalmz Türk nıeferlerinıin eseridir; neferler diyor kıi: O gün !nönü'nde, bizılın başımızda arslan gibi zabitkr vıardı, onların elinde · keındİim:izden geçtik, yürüdük; zabitler diyor ki: O gün başımıııda İsmet Paşa vardı; bu muzafferiyet onundur, Feyzi Paşa haz:rladı o kazandı, İsmet Paşa da diyor· ki: Bu es·er Mustafa
iıGİL DAGI.Al\
Kemal Paşa'nındır! Bu söy1e~Lerl tevazu zannedenleT ne kadar aldanırlar! Kuzu gibi Anadolu'nun birdenbire arslf..n kesilişini en sivri. akıllılar hala bir türlü tahayyül edemiyorlar; o Anadolu ki Hazret-i Isa gibi halimdi, bir yanağınıa bir sille indirene öteki yanağınJ gösteriyordu, o Anadolu ki nice siyasilerin rıvayetine göre vergi vere vere, zulüm göre göre, askere gide gide, Osmanlı idaresinden bemıişti, kendi milliyeti T'ı.ir.ıdük' den usanmıştı, istikl8linden vazgeçmişti, illallah diyordu, herhangi bir ecnebi idareyi seve seve krubfi.l etmeğe candan, yürekten hazırdı, o !\nadolu ki Yunanistan bile lehinde şirin sözler söylüyordu, Ywıan boyunduruğuna uslu uslu boynunu bırakır zannediyordu, işte bu istikla.I galeyaru o Anadolu'dan çıktı. yalnız Anadolu o ana kadar b:r adam bekliyordu. Yunanlılar İzmir'e çıktıkları gün çok 'b4~d-mest tiler, o gün, o feci gün Istanbul'dan Samsun'a bir adamın gittiğini fark edemediler. Her şeyin bittiğini zannettikleri o gün her şey başlıyordu; o adamın neden sonra ismini öğrendiler. Şimdi de rü'y8.larına giriyor. Yunanlılar, bu ismi ve bu adamı, k.artaca "Kadim Caton 1 " u nasıl müebbeden hatır~adıysa öyle hatırlayacaklardır! O güne kadar Anadolu'yu, Rum:elti.'yi, daha doğ rusu bu coğrafyıa isimlerini bir tarafa bırakarak Türk milletini ne ecnebner biliyormuş, ne Yunanlı lar yoJdaınışlar, hatta ne de biz hi.ssetmişiz. Mustafa Kemal Paşa'nın asıl deham, Samsun'a çıktığı günden 1
Cııton
L'Anden.
MUS'rAPA KllMAL PASA
itibaren Türk mdlletinin istikl!l
125
iddiasında oıduğunu
s-ezişindedir.
Romalılar muzafferlyet kazanmış serdarlanna bir zafer alayı yaptınrlar, lakin o gün zafer gerdO.nesinde, o muzaffer serdann, öğünmesin diye yüzünü kırmızıya boyariardı; biz milli timsalimizden bahsederken bu takayyüde lüzum görmüyoruz, çünkü o öğünmüyor ve öğünmiyecektir de; çünkü yüksekte yalnız bir adam olmanın pest gururuyle, satıhta bütün bir milletle hem-vücud olmanın bülend zevki arasındaki farkı temyiz etmiş; Hakimiyet-i Milliyye refikimize söylediği sözlerden bunu hissettik.
YUNAN
BUHRANI
Yunanlılar yine kabinederini değişti!';yorlar. Sulhe çok müştak oLan bazı siyasiLer bu sotJ vükeHi teböddülüne, şimdiye kadar olagelen tebeddu 'lerden daha fazla bir ehemmiyet atfediyorlar. Hat~ ortalıkta yeni Yunan kabinesinin bir sulh kabin~d olacağı sözü var, diyorlar ki: Yunanistan artık muvazenesinıi bulmruk üzeredir, Venizelos bir uç'du, Gonaris de öteki uç. Bunların biri ortadan çekildi, öteki de tamamen çekilirse artık Yunanistan da sulh mes·etesi dahili ll!ifrukda müheyyiç bir 8mil olamaz, sakin sakin düşünülür ve ~dedilebilir de. Venizelos'un sukuutu milli hareketin ;lk muvaffakiyeti olduğu için memnun olduk, lakin hiç bir netice ummaıdıktı. Sulh içm sa,bırsızlanan1aı: bizi o zaman hoş görmediler, lakin tahmindm.iz ~legan mabE:lağ ı çıktı. Bugün Gonaris'in suJruUJtu..na karşı da lfukaydız. Yunanlıların bu son lreşmekeşini de kayıtsız bir seyirci gibi bir daha seyredeceğiz 1
Baligan
mabeldğ'dan.
YUNAN BUHRANI
127
Yunıamstan,
içinden bozulmağ·a yüz tuttu tutalı iki fırkamn iflasını gördük, Venizel&.i düştü, şimdi de Yunan ordusunun l:tiban düştü, drahmi düştü, şimdi de Gonaris düşüyor, yann da halefi düşer, bütün bu düşüşler bizi ümide düşüıup gevşetmek şöyle dursun, milli harekete daha ziyade sarılmağa, daha ziyade kuvvetlenmeğe sevketmeli. Yunanistan'da değişmesi lazım gelen şey filan kral, falan başvekil değil bugünkü Yunan zihnıyetidir. Yuna.nhlar i:stıer harbe atılgan olsunlar ister harbden me'yus, bugünkü zihniyetierinin esirid!irkrr. Gördük ki Venizelos'dan sonra miUihulya'dan kurtulamadılar, harbe daha mecnfmane atıLdılar, uç defa üstüste mağlfıb oldular. BHiriz ki için iç:.n sulhe tarafdardırlar, ağnlan tuttukça başlanın alıp Anadolu'dan Trakya'dan kaçınağı cana minnet bilirler, HHrin kendi1iklerinden yapamazlar. Yunanlıların kafasını bir kabus gibi saran "megalo fikir" aman zaman vermeyen cehennemı bir neşriyat harekıetinden doğdu. Yuınanlılar bilhassa bu son senelerde meydam geniş bu1du~ar. Avrupa'da Amerika' da para kuvvetiyLe durup dinlenmeksizin yazdırdılar, çizdirrdiler, "Büyük Yunanistan" diye bir ucubeyi fikirlere sokmağa çalıştılar. Bu ucube bir an içiın bir hakikat olunca da miilihulya ile ma'lfıl olan bu millet zıvanadan çı:ktı. Sevres Muahed:esi'nrin çi2'ldiği hudutlıa bar Yunanistan'ın yaşayacağına, ilimağında zerre kadar a;kıJ. olanlar inartabilir mi? Böyle bir ucubenin yaşaya.biiJımesi için, Avrupa'da Bulgar ve Sırp milletlerinin müebbeden derrizden uzak ve ticaretten mahbaşlıca
rum kabarak
inlJ.işaf
edemeanesi, bir taraftan da Türk
128
EGtL DAGLAR
milletinin ölmesi biie kifayet edemez. işte bu ucubeye inandılar. Fer:l olarak bu hulyadan vazgeçmiş milyonlarladır. Gündettı
Yunanlılar
Yunanlılar
nıe'yuıslarının
adedi çoLakin cemaat olard:k bütün Yunannlar bu kabıisun esiridide:r. Bu kabustam aneaik gerek Anadolu'da, gerek de daha sonra Dedeağaç, Kavala ve Selanik limanlarında tecelli edecek olan büyük hakikatten sonra kurtulacaklardır. Yeni Yunan ka:binesi. çok muıhtemeldir ki bir sulh programı ile gelsin Kostantin'in ve etrafmm, şimdiye kadar kazaya ne raddede rıza verdıkleri az çok anlaşıldı: Seferberlik belasından yakay., sıyır mak için, Anıadolu'da işgaal ettikleri Türk vatanını beynelmilel bir kontrole emanet ve Trakya nın üstüne oturmağı düşünüyorla:r. Bu hesabı arzetmek için Ankara Hükumeti'nin murahhaslarını göremez.. ler, sulhe vasıl olamazlar. Anadolu'yu tahliye etmiş olmakla olsa olsa seferberlik belasından kurtulurlar, hafiflerler fakat Sevres Muiilıedesi'nden bülend-avaz ile bahsedemezler, bu son üç senede takındıkları rolü terketmiş olmakla o role mukaabil bahşediıen menafiden de vazgeçmiş olurlar. Böyle yarım yamalak bir surci-i tesviyıeye girişmiş olan bitaraf bh: Yunan ka:binesinin arl:ı:k vatandaşlan nazannda ller tutar yeri kalmaz. !şte bütün bu millahazalar bize gelecek Yunan kabinesinin de bir iş göremiyeceğini ihtar ediyor. Maamafih bu son Yunan keşmekeşini, İnönü ve Dumlupına:r'm parlak bir neticesi olduğu için memnuniyetle seyrediyoruz. ğalıyor.
güne
BU
GtrNDtl"
Güzel İzmir pek yalnnda Türk bayrakianna lı:avuşacaktır. İstanbul'un
benzi yalnız bir defa, birkaç gün, felaketle mütenasip bir heybette göründü: lzmir'e Yunanlıların çıktığı günlerde, o ne ani elem ne derılni ye'is ne vefa.Iı bir ıztıraptı İslam tevekkülünün derin sükfi.tiyle sokaklardan akan o halk, eski şan ve şeref meydanlarında o muazzam topluluk, o matem hatipleri, o siyah bayrak, o ulvi ıztırabm timsa.Ii gibi tecelli eden Halide Edib. O tekbirler, o duruar o gözyaşları ... O kıyamet niceLerine bir alemin hatimesi gibi nicelerine de bir alemin başlangıcı gibi göründiL Bir hatıme telakki edenler bütün zevahire göre haklıy dılar, maamafih milletin o har birliğinde bilakis bir başlangıç hisseden Mustafa Kemal Paşa o günlerde Anadolu'nun Samsun iskelesine inınişti. Bugün, Mayısın bu onbeşinci günü, Yunan ordusmıun !zmir'e çıktığı, ve Mustafa Kemal Paşa'nın F. 9 uğradığımız
130
HilL OACLAR
Anadolu'ya çı.hınalk üzere Istanbul' dan tek başına vapura bindiği gündür. Bu millet için manası bundan büyük bir hatıra olmaz. Yalnız sevinç hissi veren hatıralar zamanla kuvvetinıi kaybediyor, sevinç zamana mukavemet edc,mıiyor. Keder bilakis derındir. Düşündürür, sevdirir, kuvvetlendirir. Milli hareket Kerbela faciası gibi büyük bir faciayla başiad.ı. Kuvvetini, azmini, iradesini o faciadan alıyor. Milli hweket İzmir'e Yunan ordusu çıktığı gün kalbleriıı:rllroe hummaya benzer bir hararettı Mustafa Kemal Paşa Samsun' a ç:ıık.tığı zaman o uararet bi~r kıvılcım oldu, iki senede büyüdü, büyüdü şimdiki gibi zirvede parlayan bir güneş halini aldı. Şimd.i yalnız biz değil, Yunanlılar da o güneşe oakıyor. Facianın üçüncü senesine girdik. Kordon Boyu'nda "Zito Ve:ndoolos" naralan jşitilmiyor, bilakis düşün gen düşüngen dolaşan Yunan ceneralleri var: Yunanistan İzmir vilayeıtıinıi ilhaaık edip üç jandarma taburu ile idare edecekk!en, bugün tahtıyle, taciyle bütün bünyaruyle ç:atır çatır ç:atı:rdayor. Yüz yirmi bin kişıilik bir ordu i1e tutunamıyor, buram buram terHyor güç haile tutunıan o ordunun ilk saflamıda 2ıaman .zıarrnan feci': "Erlretıeo Türkos" "Kato Yenizelos !" sesleri işdti:l!iyor. Kan ter içinde titreyen bu cephooıin arlmsında her gün daha ziyade çözillen bir hemmet var. Mora dağlarnıda, Tesalya köylerinde, ordul:arla aslrer kıa:çağı kaçışıyor. Drahmi Yunan ordusunun. itibanndan daha aşağıya düştü. Ymı:amsrtıan lzımir'm serv<atmi Ama'nın kasalıa rına boşa;lt:ma:da.n evveıl ~enm mevcfı.d:iyeti..ınıi
hudut1anna
boşalttı.
Avrupa'nın
en
lzmir'in
hayırhalı
m.ev-
BU GÜNDÜ
131
kuuteleri müttehid bir 1isanla "Yuna:ni!stan bir an evvel İzmir'i terketmeli !" diyorlar. Kral Kostantm'in lzmir'i bırakıp yalnız Trakya'nın ü:stü.rıe oturmak siyasetine gizliden gizlıiye baş vurduğunu haber alan "Temps" pek muhtemel son hezimetter bıiraz evvel hareket etmeği, Trakya'dan da vaz geçmeği tavsiye ediyor. İzmir baskınının ikinci senesindeyiZ ve milli hareketin teşkil ettiği yeni Türk ordusu hı-ınüz bir yaşındadır. Vakıa Türk valisi henüz İzmir Hükumet Konağı'nda değil, Kordon Boyu'nıda, henüz albayraklar dalgalruımıyor. İzmir limanı eskisi gibi bütün oihan ticfı.retine hala açılamadı, !zmir· de yerli, ecnebi herkes eski istiralıatirıi hala bulamadı. Biçare !zmir, zavallı Selanik gibi hala lrurunıuş bir çeşme halindedir. Maamifih bizi iıki senedir mücahede ettiren gaaye-i baya.I, bu sroe bugün en durbin ecnebi ricalinin, en mühim ecnebi matbuatının nazarında pek yakında taha;kkuk edecek bir hakikat oldu. Güzel lzmir, pek yakında, Türk bayraklarına kavuşacaktır.
lNTlZAR sağır bir hayvandır, yerden ancak def'edilmekle
lstna, kör ve sokulduğu
çıkar.
Yunanlıla.r neyi beldiyorlar? Evet neyi? "Temsp" gibi siyasi mes'eleleri ince eler sık dokur bir gazete bir buçuk seneden beri Anadolu - Trakya macerasını şaheser ıtlaakına şayan bir silsile maJkaaleyle teşrih ettikten sonra, geçende ne kadar dikkate şayan bir istifham işareti kullandı; Yunanistan'ın içinden dı şınd~ıı bozulduğunu sayıp döktükten sonra niçin beklediğini sordu. "l unanlılu neyi bekliyorlar? Bu intizarlanndaki muamm§.n:ın iki manası vardır, biri m§.li'ı.m istila kör ve sağır bir hayvandır, sokulduğu yerden anca.l{ def'edilmekle çıkar, tehlikeyi ne görür ne de işitir, yalnız derisine temasla hissedebilir, o zaı."llan yerinden deprenir. Yunan istilası bu tehlikeyi çoktan idr§.k etti, yerinden deprendi de, maamafih "biraz daha, bir müddet dahaW diyor. Bu intizarın sım bu ilti kelime içindedir.
lNTIZAR
133
Yunanistan mi:lli hareketin de lrendi gibi içinden bozulmak ihtimali mevcfid olduğunu umuy"Oı, onun için ayaıkla:rını Anadolu toprağından çekemiyor; şa yet milli hareket, içinden bir bozgun verirse İzmir Trakya fütfıhatına, başını yastığa kor gibi yatacağmı sanıyor, kafasında bu hulya bekleyip duruyor. Yunanıista.n'ı bugün içinden dışından kıskıvrak eden belruar bil8.lcis hep bu hayai-i hammdandır, çünkü Türk toprağında onun vücudu Türk milletini her gün biraz daha fazla ayaklandırarak, daha fazla yekvücfıd etmeğe kafidir, hatta bunu bir taraziye h8linde serdetmeğe ne lüZUilll var? Insaf gözüyle iki senelik vukuuata bakan bu macerada en sonu kintin bozulacağını ayan beyan görür. Yunanlılar !zınır'i bastıkları zaman, Venizelos'un elinda bir demir killçesi gibi müttehittiler, bugiin Atina da iktidarda olan muhasım fırka perişandı, kaçacak delik arıyordu, drahminin fiyatı hadd-i azami yüksekti. Bilakis o günlerde, milli Tüvk hareketi, namevcuttu, öldürülenlerİlı vaveylasından, mateminden, Jeslerinden ibaretti. O onbeş Mayıstan bu onbeş Mayısa. kadar o1an iki sene zarfında iki tarafın ma'kfisen mütenasib olarak takib ettiği tekamillü göz ucuyla nıuhakeme eden her siyasi bu işin akıbet neye münoer olacağını kestirir. Yunanlılar "Biraz daha! Bir müddet daha! Vukuuat belki başka türlü inlcişaf edebilir?" diye int.izar ederken, intizarda da pek fazla bir felaket görmüyorlar, takdirin tanıarnıyle tecellisine bağlan mış dunıyorlar. Yunanlıların kafasında biTşey kaybetnıek
kusu yoktur.
Çünıkii
kordevletleri öteden beriden edilen
134
mua veneıtleırle hediyıelerle, ianelerLe teessüs etti ve bir dÜ1Jiye de öylıe büyüdü; 1826 da devletlerin yüzü suyu hürmetine Yunıan Devleti meydana çıtktı. 1878 de Fransız murahhası Waddington'un gayretkeşliği ile durup durduğu yeme Tesalya'yı aldı, 97 de Yunan ordusu Türk ordusu önünden Atina'ya kadar dar kaçtığı halde, Gdrid'e yerleşti. 1912 de B'.ııgar ve Sırp orduları döğüştü, o Makedonya'mn el! güzel vilayetlerini adeta yoruJmaıksızın aldı, Harb-i Umumi' de sonuna kadar Alman tarafdarlığı ettiği halde umulm:az derecede büyük bir arazi mükafatına kondu. Bunun için Yunanistan'ın kafasında kaybeıtmek tehlikesi yoktur, çünkü şimdiyıe kadar diiima kazandı. M8iam8.fih Yunamstan'ı birkaç senede batı racak olan bela o bir asırlık mütemaru kazanca olan itimadından neş'et edecem. Eğer bu bea dal.a şim diden başlamadıysa! Yunanlılar bu belaya, ITUkuuatm lehlerine inkişafını beklerken uğrayacak.ardır. Son Harb-i Umumi'yi bir oeneral bir sınir mukaavemcii mes'elesıi olarak tarif etmişti. Yunanistan sinirlerinin mukaavemetince dayanıp beklıyebilir. Türk milletine göre mukaaveımet bir sinir meselesi değildir, Türk milleti ölüme mahkum olduğu için müebbedeın mukaavemete de mahkumdur ve bugün bunun için kuvvetl:idir.
BUGtJNKü lDAREMlZ
-!stanbul üç seden beri neyi b~iyor?- sulhü.. ? Bedderk!en nasıl vakit geçiriyor? Bu sualiu cevabı b1rdir, sulhü beklemekLe vakit geçiriyerı Bütün bu şehir halkının kalbinde bir şi.ş vardır derdine bir derman arar, hayırlı bir devrin açılmasını bekler, üzülür dlrur, muztariptir, fakat bütün üzüntülerinin vakfelerinde derin, istirhamkar bir ah çeker: Ah Yaraıbbi! Bir defa sulh olmayacak mı? Bütün ıztırap1ar sulhle biter itikruadmdadır. Çfuıkü son asırda birkruç defa bu şifaların nümunelerini gördük. Iztırap1ar, Edirne, Paris, Berlin muahedelerinden sonra bitiDedilerse biLe, bir müddet dmdi1er, lsta:nbtL. bugün de bu hayaldedir. Çok namuskar, çok tenriz, çok vazifeşinas, Hükumet Kapısı'na kul oldu oLalı tercüme-i hal.me küçücük bir leke kondurmamış, urour-ı i'bam hakşi nasane tesviye eder, çalışkan bir nRzırımıza ougünkü dünya işlerini başka gözlerLe gören mütefekkir bir Türk'ün sorduğu sua.J:e mukaabil aldığı bir cevap
136
EGlL OACLAR
dikkate şayandır. Bu genç müteıfekldr o nazırımıza: "Bu halk zaten perişandı, günden güne dah<t ziyade perişan oluyor, böyle giderse ıstanbul'da idare edecek bir unsur bulamıyaca.ksımz! Eskiden Babırui, Arnavudluk'dan, Yemen'e Trablusgarb'a kadar bir imparatorluğun işleri içinde bu.n:alınıştı, şimdi bilakis bu kadar meşguliyeti yok, bütün kaygısı bir şehir halkına münhasır, bu halk için ne iyilik yapı yor?" demişti. O nfi.zırımız, mevcud maniaları haklı olarak birer birer saydıktan sonra, sabahtan akşa ma kadar nasıl çalıştığını, ne işler gördüğıinU, ne kadar evraık çıkardığını, vazifesini sabahtan akşama kadar tamannyle ifa ettiğini, hasılı vicd!nı pak olduğunu, işlerin tamamıyle yoluna girebilmesi için ancak sulhlin teessüsünü çare olarak göstermişti. Başta Şimal memleketleri olmak ü~re bütün Avrupa'da makine gibi iş1ek denilecek kadar muntazam bir taksim-i a'mal vardır. Bir ferd yalnız bir vazife görür ve ondan ötesine karışmaz. Gerek millet efrad.ı gerek idare adamla.rı -biçare amele sınıfı dahil olmamak üzere - iş gördüideri kadar istirahat ederler, bunı.ınçün sa'yin ve idarenin kendi görillmez fakat saat gibi işler. Bizim gibi ve diğer Şark milletleri gibi, yeni medeniyet usfılünce, taksim-i a'm8li olmayan memleketlerde yalnız vazifeşinııslık beş para etmez. Vazifeşinas bir ferdin vazifesi, diğer makine kollan vakt ü zamarnyLe işleme diği için, sıfır derecede faydasızdır. Bugünkü Şark memleketlerinde bir hayır işleyenler vazifeşinaslar değil, ancak hararetli müteşebbislerdi.T, tek başına bir işi keındi.cıhıe derd ed:lnenlerdir, sebatlı azi"llkiirla.rd.ır.
SUGONKO toAREMtz
Amerika ve Avrupa gibi taksim-i a'ma.li mükemmel olan memleketlerde böyle ferdi müteşebbis ler, idare makinesi dahilinde, muzırdırlar; Şark'da ise, taksim-i a'malin za.ten kendi olmadığı için hayırlıdırlar, bir hayır işlernek kaabilse ancak onlax i~lerler.
!staııbul
Hükumeti için bu sulhü beklemek devfırsat devresiydi; devletin bugün çok güç olmayan muamelat-ı kırtasiyyesin:i katipierine bıraktıktan sonra, !stanbul cemaat-j islii.miyyesini teşkil eder, Rum ve Ermeni cemaatlerine da.ha şim diden özenıniycl:inı, o derecede değil, lakin her halde bu şinıdlki perişanlığından daha iyi bir kılığa sokardı. Bizim gazete gibi bütün refiklerimizde de kabak tadı veren bu "cemaat-i islllıniyye" tahsini bir defa daha açmıyayım. Bugünkü tarz-ı idaremiz tebea-i sadıka-i Osmamyye'yi idare etmek içın teessüs etm[ştir, cemaat işleri, ihtisası haricindedir. o mem8.lik vıe o tebeaya tekrar kavuşmak için böyle sulhü bekliyeceJct:lı'.
resi güzel bir
BEKLENEN TAARRUZ Yunanlılar, askerliği
gülünç
bir ııaıe soktular. Milli ordunun ileri karrukollarındaki nöbetçiler, kadar, ufuklara rahat Türk gözlerile bakıyor}ar. Yunanlılar şu birkaç günde bir daha taarruz edeceklerinı:i. cihanm dört köşesine ilan ettikten sonra bu defaki kuvvocleırinin dehşocini, plaruannuı isabetini, kazanacaklan kat'i muzafferiyeti baştan haber verdiler! Kurfın-ı vusta kırallan bir düşman ülkesine saidırmadan önce ordularının ve sdlahlannın mıkd8.rını böyLe haber verirLerdi. Herkesin bildiği yeni harb usullerinden askeri hareketleri en basit teferruatma kadar ketmetmeikle bu yeni Yunan modası arasmda bix ~ad var. Yunanlılar Avrupa'dan takli'd ettiklerı:i. oa:kara, poker gibi bütün kumar oyunlarını nasıl rezil ettilerse; bankacılığı, borsacılığı, sarraflığı nasıl rezil ettilerse, gazeteciliği, neşriyat ve istihbarat usulleri..ni nasıl rezil ettilerse; yem usUl-i harbi de öyle rezil, rüsvay, maskara ettiler. Harb tarihi ne şu Keşiş'den Uşak'a
BEKLENEN TAARRUZ
139
Yunan kumandarn Papulas gibi kumandan görmüş tür, ne Zımbarakakis, Paraskevopulos gibi çetrefil isimleT işitmiştir, ne Yunan tebliğleri gibi askeri tebliğleT kaydetmiştir, ne böyle zıpçıktı taarruzlar işitmiştiT. Evet Yunanlılar askerliği gülünç bir hille soktular. Harb-i Umumi'de harikul:1de maharetler göstermiş, pek çok şan ve şeref kazanmış bu asrın en büyıik bir kumandarn olduğu bütün Avrupa'ca teslim edilmiş olan bir Fransız cenerali, General Gouraud, Londra'da Yunan mumhhaslarına. müfid ve muhtasar biT cümle söyledi: "Yunan orduları Ankara'ya giremez; şayet girse bu iş yine bitmez!" dedı
Yunanlıfarın taıarruz
edeceklerini böyle önceden haber vermelerinde askeri bir menfaatleri o!amaz, bilakis zararlan olabilir, acaba maksatlan nedir? Drahmiyi fırlatmak, kıralın tahtım sarsıntıdan kurtarrnak; cihanın efkarını oyalamak, hasılı her şeydir. Maamifih bir daha taarruza mecburdurlar, taarruz askeri cepheyi düzeltemez lakin siyasi cepheyi korur. Asıl Yunanistan'la rumiuğu biribirinden tamamıyle ayırdığını birkaç defa r·esmen beyiin eden şim diki Atina Hükumeti askeri mağlubiyetieri, asıl Yunan?ıların kulağına her sefer güzel bir tevılle fısıl dıyor, her İnönü mağlubiyetinde on beş bin Yunanlı daha telef olduğu şayi' olur olmaz, onlara "Telaş etmeyiniz! O telef olanlar Yunanlı değil, seferber ettiğimiz Türkiye Rumlar:ıdır" dıiyor, ortıalıgı avutuyor. Venizelos'un harbclıluğuna siyaset-i hariciyye hakimdi; Kostantin'inkine bila:kis siyaset-i dahil:iyye
140
EGİL
DAGLAR
hakimdir. Kostantin tahtına nasıl bir hırsla yapış mıştır? Gerek Harb-i Umumi esnasında, gerek de hal'inden sonra menfasında nefsini tehlikeye atasıya kadar gösterdiği ihtirasla anladık; tahtı için kendi nefsine kıyacak kadar haris olan bu kıral, bu harbin ne neticeye varacağını bile bile, Yunanlllara dbettc kıyar, Yunanlıları bir müddet kah taarruz haberleriyle, kah taarruz tecrübeleriyle avutur. Daima dediğimiz gibi, bu harbin ha tim esini, kaza ve k adere, yahut da gayr-i muntazır bir müdahaleye havale etmiştir.
Harbde hulya ile gıdalarran YunanlıLar, sullite de hulyii ile gıdalanıyorlar. Bekir Sami Bey'in istifa· sırrdan onlar da kendilerine bir tefsir hisses. çıkar dılar; Bekir Sami Bey'in Yunanistan'la itiliU tarafdan olduğunu, bir uzlaşma zemini aradığını arkadaşlarıyle ondan bozuştuğunu durup durdukları yerde icad ettiler, ortaya çıkardılar; zavallılar, Anadolu'da tek bir müslümanın İzmir'i ve Edirne yi bıra karak sulhe mütemayil olabileceğini tahayyül edebiliyorlar! Her halde bu acib unsurun harb fikirleri sulh fikirlerinden iyidir. Ankara'dan İzmir ve Trakya'yı terk edebilecek bir Türkün sesiıni işitmek haya)-i hamıyle yaşaımaktan bir daha Ankara'ya gidip sulhü arasalar, hiç olmazsa yine birkaç günlük bir ihtimale yaklaşabilirler. Ankara'nın son 1nönü muzafferiyeti va!'an iki idi; eğer haber verilen bu son taarruz sahihse, bütün Şark'da mukaddes bir sayı telakki edilen üç yerini bulacaktır. Bu maceranın fatihasına yakınız. Ankara'nın koyunu, sonunda çıkar oyunu!
TEMSIL BAHSI lçtimai ağrılarımız tuttukça maziyi itham etmek umfuni bir derd oldu. Osmanlı İmparatorluğu'nun siyasi inkırazını, Avrupa siyas,iyatına derme çatma bir vukufla, taharri eden}er bir sebep üzerinde ittifak ederler, derler ki: "Türkler fethetmiş lakin fethettiıkleri kıt'ala rın halkını temsil edememişler, Osmanlı saltanatı onunçün battı." Bu faraziyeyi kabUl ettikten bir adım sonra bir diğer faraziye daha gelir: "Türklerin diğer milletleri temsil etmek kudreti yoktur." Bu ikinci faraziyenin lehinde ise, Hindo - A vrupai ırkın bütün ırklar üzerindeki f:likiyetini bir uknum gibi kabul eden nice avrupalıların kitapları şahaaet ede:-ler. Garipdir ki Türklerin temsil kudreti olmadığım en ziyade Türkler tarafından temsil edilmiş olanlar söylerler. Herhalde bu davayı mücerred bir dava gibi mutalaa etmeden önce, öne sürerrlerin ve sonra da onlardan bıir hakikat gibi kabul ederek firiftf' olanlarm zihniyettne bakmak gerektir. Bu müşahedeye girişihnce hemen anlaşılır lci bu zihniyıet, Avrupa revnakl altında, tamamıyle marazidir, büyük Os-
142
EGlL DAGLAR
marılı saltanatının o vasi' hudutlarıyle devanum tabü görür ve küçülmesini bir hata eseri olarak telakki eder ve bu hatayı bu1a bula hani olan Türkün ır kında bulur: Bu koca saltanatı fethettiıkten sonra üçyü2. sene de cihangirane bir satvet, harikulade bir kuvveıtle idame eden Türkün ırkında bir mezıiyet göremez de, o koca saltanatm inkırazına başlıca Türkün bin türlü meziyetsizliğini ve bilhassa diğer ırkları temsil edemiyeceğini sebep gösterir. Eğer Türkler o hudutsuz Osmanlı saıtanatııu kurmak harikasından sonra içinde birçok .rklara mensup, muhtelif dinlerden yüzlerce milleti de tamamıyle kendi milliyetlerine temsrl etse1erdi, şimdiye kadar tarih-i umf:unide görülmeımiş ve şimdiden sonra da görülemiyeoek bir harikayı vücuda getimuş olurLardı. Çünkü Türklerden evvel hiç bir fatih millet bu fikir gibi bir ucubeye vücud veremedi. Yunan irfanı bütün Akdeniz kıyüarım nüfuzu altında bulundumuğu halde Yunanlılar hakim olmak şöyle dursun, bilakas esarete düştüler. Roma, kanunlarını, irfanım 9kseri teıbeasına kabUl ettirdi, yine kendi payidar olamadı. Roma'mn iınıa.razına alimler binbir sebep gösterdikleri halde, tebeasını tamamıy1e temsil etmediğini bir sebep oiarak gös1ıermezler; hatta hemşehrilik hukukunun tevsii Roma run bilitkis inkırazım tesri eden esbabdan maduddur. Fatih milletler toprağı feth edebilirl~er. fakat tabiati yeneımezler, bir milletin bütün öteki milletleri temsil edişi fevkattabia birşey olur; şimdiye kadar hiç bir milletin eLinden gelmemiş böyle bir mucizeyi, göstermedi diye, Türkleri bilhassa bu nok::a-i na-
TEMSIL BAHS!
143
zardan dfuı görmek ne gülünç bir gaflet, nı~ kadar yanın yama1ruk bir müşahedediir. Türklerde temsil kudreti harılkulade bir rlerecede vardı ve Anadolu'dan Rumeli'ye kadar vasi' bir hıt tada milyonlarca insanı temsil ettiler, bu toprakları betrimsediler. Bugün bu miUetiın yüzüne oakma.k bu serapa islamiaşmış oLan ruemde o milletLer tabiaTürkler müslümandılar, fütuhat devirlerinde temsil ancak dinle cari oluyordu, bütün hıristiyanları müslüman edebilir, lakin Türk edemezlerdi. O ~anda bu serapa islamiaşmış olan alemde o milletler tabiatiyle lisanlarını, ırklarım muhafaza etmiş oludardı, nitekim Boşna;klar, Arnavudlar muhafaza ettiler. Vasi' Türk İmparatorluğu'nun bütün tebeası müslüman olsaydı milliyet iddiiUarı yine çıkardı, nitekim ham bir şekilde çıktığım bile gördük. Bir milletin fethettiği ülkel,erdeki akvamı temsil etmek siyaseti son asırda türediği halde az bir müddetde derhal iflas etti; bazı cihangirlik iştiha sına doymayan devletler bu siyaseti tatbikle beyhılde yaruldular; temsil etmek istedikleri akvamı bilakis ayaklandırdılar, bütün bu siyaset bir netice vermedi, ruslaştırma vıe almanlaştırına usullerinin neticeLeri meydandadır. Rus ve Alman milletlerinin nüfusça tezayüdü temsil edilmiş anasırdım değil, bu iki kavm1n doğrudan doğruya kendi haya.tiyetinden, kendi veludiyetindendir. İnkırazm bilhassa ayan beyan görüldüğü ve viizera konakla.rında bile kmniil~i yıeisl,e mıibahase edildiği bu son asırda eğer doğrudan doğruya Türk milletinin hayatiyetine, veludiyetine ehemmiyet verilseydi, biz bugün esıkıi füti'ıhatın büyük bir kısmım
144
EGlL DAGLAtl
elimizden çıkardığımıza yanmazdık. Eski devirlerde itibar, saltanat sahalarının genişliğine idi. Çünkü o zamanlarda servet arazinin satlımdan istihraç ediliyordu, en ziyade arazisi olan devlet en zengindi. Yeni devrelerde bilakis itibar ülkenin mikyasına değil, sahibi olan heyet-i içtimruyenin keyfiyet ve kemmiyeıtinedir. Avrupa'da n1ce büyük r.ıilletler, bizim üç vilayetimizin sahasından kü((ük bir sahada meden:iyetin ve kuvvetin kusvasına varabiliyorlar. Doğrudan doğruya malik olmadıkları arazinın hulasası olan servetıi, hayatiyetlerinin kudretiylz kendilerine çekiyorlar. Biz Türklerse daha son asırda elimizde bulunduğunu habrladıkça ağladığımu o ülkelere, yeni devirler kazasınca, hakim değildk. Biz o ülkelerin bekçiliğini ifa ediyorduk. Tüccar milletler mahsulünü alıyorlardı. Bugün içtimai ağrılanmız tuttukça maziy, itharn etmek umumi bir derd oldu. Gariptix ki hastalıkla rımızın menşe'leı-inıi daima tarihimizin en sıhhatli zamanlannda anyoruz. DeTme çatma siyis:ı. fikirlerimizıi, derdlerimizi daima ta eski devrel,er;:ıt araş tırdığımızı, bugünkü yoksulluklanmızdan diim.a ecdadımızı itharn ettiğimim bir akl-ı selim sanibi ecnebl işitse diyebilir ki: "Bugünün Türklen mirasyedi, tufeylilerdir, eeCllerinin bütün s·aadetlerı kendilerme hazır bırakmadıkl·annı söylüyorlar, Hlkin her şeyi ced1erinden tevarüs etseydiler, ebedi bir tekamül olan hayat dururdu." Ced1erimiz fatih bir rumetin malik olabileceği bütün meziyetlere malik olduklan gibi, büyük bir temsil kudretini haizdHer; aslen As yalı olduı:dan ve Küçük Asya'ya pek geç geldikleri halde Anadolu'yu,
TEMSİL BAHSİ
145
Rumeli'yi türkleştirdUer, bir Türk toprağı y&.ptılar, lakin insandılar daimü'l-baki olmak şartıyle her şeyi yapamazlardı, oğullarına da yapacak b3.zı şeyler bırakdılar. Bu yapılacak şeyler herhalde cedlere, düşnam olanların büyük eserini istihfaf, bi-ser ü bün tarihi mutalaalardan başka şeylerdir.
F. 10
BUHRAN HAKKINDA
Bir haftadır bin kılıkta tefsir edıi:len Ankara buhramndan bir hafta sonra bahsedilıneyecçk. Yeni Hükumet teşekkül edince göreceğiz ki milli hareketin harici siyasetinde bir şey değişmemiş, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri'nin Misak-ı Milli dairesinde metalibi ne isre Ankara Hıikumeti adalet namma, en basit insanlık hukuuku namına, bu talihsiz meınleıkette suılhün bir an evvel teessüsü namına, onlan istiyor. Milli hareketin harici siyaseti lüzfı.mundan fazla aşikardır, bu mi11etin kendi ekseriyetiyle kökleşmiş olarak oturduğu toprakta küçük bir devlet olmak, o dev1ette sulhe, asayişe, sükuna kavuşmak. cihan sull;.unün ah.engine karışmaktır. Bu siyaset programını milli hareket "Misak-ı Milli" unvanıyle bu milletten aldı, bu gaayeden hiçbir zaman inhiraf ede;ılez. Milli hareketin vücudu bu programla kaaimd:iır.
Ankara Hükümebi'nin siyasetinde yeni bir istikaamet ancak Türk milletinin ruhunda yeni bir is-
BUHRAN HAKKINDA
117
tikaamet hasıl olduğu gün görülebilir. Milli hareketin iki sene gibi küçük bir müddette, idaresiyle, ordulanyle, teşkilatıyle taazzuvu, Yunanlllara karşı o harikulade muvaffakiyeileri mahza milletin ruhuna tamamıyle tercüman oluşundandı. Aksi halde muvaffak olamazdı. Şimdiden sonra da bu tabii mecrasından çıksa muvaffak olamaz. Bu milletin mütareke gününden bugüne kadar olan devrede ruhunu tahlil edenler, bir hafta sonra Ankara'nın takib edeceğıi harici siyaseti şimdiden bilirler. Ittifak-ı murabba' mağlub olduğu zaman Türk milleti mağlubiyetinin neticesini tevekkülle kabUl eden yegane millet oldu, kazaya boyun eğd.i. harbden doğmuş, gı11alibiyetin zevki gibi mağlubiyetin acı-· sım tatmış eski bir millet olduğuyçün samimi bir teslimiyet gösterdi, cihan değer kıt'alan gözden çı kardı, kendini mağlubane bir sulhe öncedetı hazır ladı, anca:k kendinin öz vatanı olan ülkeye baştan kanaat etti. Şark sulhunün bu kadar müstahzar bir zemini üzerinde, Yunanistan var kuvvetiyle fütuhata atılmasaydı, Şark'da harb faslı müebbeden kapamr, en metin bir muvazene temin edilir tıss ses çıkmazdı. Yunanlıların dessa:s d:iplomatı Venizelos Türk milletinin bu teslimiyetini bütün cihanda bir ölüm telakki ettirerek ikinci bir harb fasL açtı ki el'an içinde puyanız. Türk devletinin hadd-i azami zaranna olarak biten harbin daha üç sene evvelki :netayiciru sürüncemede bırakan bu gayr-i taoii ikinci harb olduğu artık bir avam mantıkı olarak dillerde ge~ıyor. Maamafih bu millet, duçar olduğu bu müthiş musibet devresinde bile muvazenesini kaybetmedi.
1<18
EGlL DAGLAR
Bir taraftan, musalahaya hazır olduğu bir anda, gırtlağına sarılan Yunanistan'la uğraştı, bir taraftan da hadd-ı asgari bir dünya varlığı talep etti. Mustafa Kemal Paşa'nın bütün meziyetı., Samsun'a ayak bastığı günden beri bu milletin ruhunu sezişinde ve onun eımeUerine göre hareketinctedir. Mustafa Ketmal Paşa bir buçuk seneden beri söylediği nutuklarda, gazetecilere söylediği mutala.alarda, bir dakika şaşmaksızın mütemadıiye.ı beyan etti ki bu millet sulhkardır, asgari bir mev~udiyete niUI olursa cihan muvbenesinde en nafi' bir sulh unsuru olur; Eskişehir'e son Yunan taarruzu vaki' olduğu günlerde bile, sulhten bahsetmek kuvve-i maneviyyeye zararlı bir tesir ikaa etmek ihtimali varken bile, Mustafa Kemal Paşa Anadolu'nun su!h ihtiyacını aşikare ve samimi bir lisanla ortaya attı. Vakıa sulh isternek muhakkak sulhkar olmağı ifade etmez. Yunanistan da sulh istiyor, lakin sulhü Türk milletinin canıyla beraber istiyor, ordularıyle elde edemediği bu iki arzusunu, şimdi ümid ediyor ki Ankara' da itilafkar fırka türer de kendine bahş eder. Ankara buhranı o kadar efsanelıi tefsirlere değ mez. Nitekim bir haftaya kalmaz bu tef.sırler de şimdiye kaJdar birkaç kere çıkan güft ü gfılar gibi kapanır. Ankara'nın harb gaayesi de sulh gaayesi de ne bugün oLduğundan başka türlü harb tarafdarı, ne de Yunanlıların umduğu gibi sulh tarafdan olur. Eşhas değişebilir. Türk milletinin müdafaa vekil1.erme verdiğ: veka.let değişemez.
SON GVFT V GVLAR
aralık,
velev ki havai olsun, bir hadiseye gazeteler, telgraf ajanslan, politika adamlannın ağzı kuruyordu, siyasi sema o kadar ıssııı;dı ki: "Bir bulut geçse bin dehan açılır!" bin yaygara kopardı. Küçük Asya'daki cidale dak artık yazı~acak satır, söylenecek söz, ortaya sürülecek dü~ünce kalmadı. Siyasilerin zekası, akl-ı selimi, muhakemesi, mantığı durdu. Şimdiye kadar hiç bir siyasi mes ele bu kadar mevzi'ı. yıpratmamıştır. Maamafih didinme, kodunma olmasa si yasiyat t~ler mi? Bu ıssız semadan, Bekir Sami Bey'in istifası t>ir bulut gibi geçtı, çoraklığa rahmet yağmuru yağdı. Yunan politikacılan dünyayı ikna etmişterili ki, Yunan ordu1anna hala canını bağışlamadığı ;çın Türk milleti harbci'ı.dur; bu millet hayatından vazgeçmemekle harbi hala uzatıyor, herhangi bir nullet gibi yaşamak davasındadır, hala canını kurtarmak için uğraşıyor. Sulhe yanaşmıyor. Yalan, hava-yı nesimi gibı bir ihata kudretine sahib olsa, yine yalandır' hükmü çok sürm·ez. Nitekim öyle de oldu, yalanla bunalan cihan akıbet anladı ki Türk milleti en basit Bu ihtiyaç
vardı;
150 hukuukunıa
EG1L DAGLAR
mrui!k olabilse sulhe teşnıedir, bu cidaJe ancak en basit bir varlık temin etmek için atılmış tır. bir Türk Devleti'nün beıkaası yalnız insaniyet n8.rnına değil, Şark'da sulhün idamesd namın:ı elzemdir. Yunanlılar Bekir Sami Bey'in istifasına kadar var kuvvetleriyle, artık cihamn gözleri karşısında sıntan bu yıalanlarmı tekrar edip dururken; bir de Bekir Sami Bey'in istifasını tutturdular. Hakikat-i halden tegaafül edelıim de, bir haftadır Anıkara bulı ranı münasehetiyle ortaya çıkan bu telakkiyi flılasla mutalaa edelim. Bekir Sami Bey Londra'da milli Türk hareketini temsil ediyordu, Yunan ordularına ziiten bir defa galebe etmiş olan bir kuvvetin mümessili iken bile gaayet mutedil, gaayet mütevizı', gaayet sulhkar bir lisan kullanıyordu. Sulhün akdine ne kadar şiddetle mütemayil olduğunu saklamıyordu. O zaman musruaha mümkün olsaydı Bekır Sami Bey imzalıyacak, Ankara Meclisi de tasdik edecekti ve bu here ü merc, bu facia bıitecekti, binaenaleyh bütün bu güft ü gillara da hacet kahnıyacaktı, değu mi? Bekir Sami Bey bütün arkadaşlarıyle oeraber, konferansın tahkik komisyonu teşkil etmek teklifine karşı, hahişle, "evet" dediği zaman Temps'ın anlattığı gibi, konferans salonunun bir köşesinde Yunan baş murahhası Fransız Başvekili Mösyö Briand'a: "Bu adamları Anadolu'dan bir hamlede süpüremez miyiz zannedersiniz!" yollu bir ağız kullanıyordu. Sulhün semasında bir an bir yıldız gibi earlayıp derhal sönen bu tahkik komisyonu teklifinden sonra, Yunanlllara o kadar elverişli olan tesviye teklifine Yunanlılar cevap hile vermediler. Ordularına Ankara
SON GÜFT Ü GÜLAR
151
üzerine hareket emrinıi verdiler. Eskişehir önünde bir daha mağlıib oldular. Bu kadar feci' maceralardan sonra bir daha taarruz edeceklerinıi bağıra çağıra ilan etmeğe koyulduklan günlerde birdenbire Bekir Sami Bey'in istifa ettiğini işittiler ve istifayı kendilerine elverişli, gülünç bir kılıkta tafsire kalkıştılar.
"Londra'da gördüğümüz BekiT Sami Bey yegane yegane sulhkar Türktü, işte o 1a :istifa etti, ötekiler bitmez tükenmez bir harb tarafdarı dırlar." deaneğe koyuldular. Her memlekette olduğu gibi Ankara'da da bir iki gün süren heyet-ı vekile buhranı, bu hadiseyi bir kat daha uzattı. Maamafih dün dediğimiz gibi, bir hafta sonra bu hadise de eskiyecek, yıpranacak, tamamıyle zail olacaktır. N e Beıkir Sami Bey; ne de ondan sonra istifa eden heyet-i veki1e arkadaşlan herhangi bir Türk'den fazla sulhkardırlar. Bekir Sami Bey'e isnad edilen sulhkarlığa, ondan sonra bütün Türklere :isnad olunan harbciı.luk mahza cihan efkannı aldatm::ı.k için icad edilen kasdi tefrikdirler. Bu cidille günün birinde hakikaten nihayet verecek olan konferansda yine Bekir Sami Bey gibi mıitedil, itilafkar sulhe teşne Türk murahhaslan görülecektir. tki seneden beri durup dinlenmeksizin muttasıl Türkleri harbcfı. göstermek manevrası artık neye yarar? Yunanistan'ın bir sulhkar maskesi takınağa ihtiyacı katdı mı? Zamanı bir türlü gelemiyen bu sUıhün zemini cihamn gözleri önündedir. Yunanıistan bin türlü manevrayla hayatına kasdettiği milleti harbcfı. olarak cihana kabUl ettirse ancak biraz daha zaman kazanır, lakin sulhün zeminini değiştiremez. mfı.tedil,
GöRDtJGüMüZ
GİBİ
Siyasette doğru daima biraz geç söylenir. İki gün evvel bu satırların yerinde: "Ankara buhrarundan bir hafta sonra bahs edilmiyecek!" demiştik. Yeni yeni hadisatın 1ezzetiyle kendinden geçeniere o günkü mutalaamız ancak milli hareketin cephesini korumak gibi göründü. Biz, Beyoğlu'ndan, Avrupa'a kadar gazete sütunlarını ihtizaz ettiren bu bulırandan bir hafta sonra bahs edilmiyecek diyorduk, yanıldığımız bir nokta varsa bu müddeti izam edişimizdeym:iş; Ankara'da yeni heyet~i vekile, başta yine Fevzi Paşa olmak üzere, yalnız iki refiki müstesna, yine eski refikleriyle üç gün sonra teşekkül ett::! Bu geçioi bulıranda en ziyade görülmek istenilen mana milli hareketin harici siyasetteki istikaamet1en Bugün aldığımız Avrupa gazeteleri de bu mana:ıın tefsirleriyle dolu, herbiri bir telden çalıyor, maamafih başta Temps ve Debats olmak üzere hepsi nağmelerini bu na;karatla bitiriyorlar; diyorlar ki Yunanistan biraz daha bekleı'Se tepesi üstü gele-
cektiT.
GÖRDÜGÜMüZ GİBİ
153<
Bulıran çıkıp da o rengarenk tefsirlere uğradığı gün diyorduk lci: Milli hareket harici siyasetteki istihaamet:ini bu milletin ruhundan almıştır, bununÇÜ.! o kadar çabuk bir müddette taazzuv ederek, Yooan ordulanın üst üste iki defa tepeledi ve bütün ciha.mn efkarına kend:inıi tanıttı, beğendirdi, sevdirdı; bununçün biruıiliaye Osmanlı Devleti'ne bir da.na. vücud verecektir. Ankara heyet-i vekilesinin son teşekkülü gösteriyor ki milli hareket yine eski yolunda yürüyor, Yunanlılan kendli başına yenmekten yine şiddetle ümitvardır. Siyasette doğru daima biraz geç söy1enir. doğ ruyu ancak müverrihler söyler. Bu üç senelik feci' macerayı nakledecek müverrihler diyeceklerdir ki: ''Osmanlı saltanatının uğradığı felaketten sonra, Tü!'k milleti, Osmancığa ve onun arkada.cı1anyle oğullarının batıralarına sadık kaldı. Hiç bir milletin şimdiye kadar düşmediği bir fada ortasında. dişini sıktı; varlığım kurtarmak için bir başına dôğüştü; en kuvvetli ruhları ye'se düşürecek uzun, kanlı, şeni' bir talihsizlik karşısında fütur getirmedi. Varlığın dan ümidiınıi kesmedi. Selametini İslam tevekkülüne has hazin ve güzel biır kudretle yalnız kendinde aradı. Felaketierin o ana kadar hiç görülmemişine uğra yan bu millet, revakıyye felsefesinin tahayyül edebildığı bir metaneti gösterdi. vaıaa bu sözleri daha şimdiden söyleyen hakşinas, durbin ve insan muharrirleT var. Bu muharririer, Türk milletinin, sulh-i umumi muvazenesine en elverişli bir uzuv ol.abileceğini söyliye söyliye dillerini kuruttular. Lakin bugün Anadolu'da, Rumeli'de günden güne sarmaşan kör düğümü çözemedliler. Yalmz Yunanistan'ın ba-
154
EGlL DAGLAR
şma gelecek belayı tahminde ittifak ettiler. Bugü.nk k ad al' milli hareketin takib ettiği, ümit siyasetiydi; yen~ heyet~i veki1e:nin takib edeceği sdyaset de yine aynı olacağı taayyün etti. Milli hareketin ümit siyasetini Yunanlılar sırıtkan bir suratla gülünç telakki edip duruyorlar; neşriyat vasıtalarıyLe de bütün ci~ hana gülünç gösteriyorlar. Epey OOr zamandan beri
cihan
yalnız
başına
hayatını
kurtarınağa
çalışan
'Türk milletinin cehdini gülünç değil, güzel görüyor ve muvaffak olmasını yalnız temenni değil, kaviyyen tahmin ediyor. Yunanlılar bize diyorlar ki: "Vakıa mağlubuz, yalnız hala sizin toprağınızdayız!" doğru sövlüyorlar. HenUz bizim topraklanmızdadırlar ve kanlı, yaman, fed' maceraları, gözlerimizi yakan yaşlarla seyrediyoruz. Lakin ümidimiz ye'simize gaaliptir. Diyoruz ki: Vakıa henüz topraklarımızdadırlar, şu kadar ki o topraklarda geçen sene muzaffer bulunuyorlardı, bu sene mağlfıben bulunuyorlar! Acaba yakında ·bulunabilecekler mi? Bu bir senelik tekamül göstermez mi ki, milletin, milli harekete nefhettiği, ümit siyaseti dev adımlarıyle muvaffakiyete doğru yürümüş tür ve muvaffakiyeti temin edecektir, bununçün de ·değişemez.
EGtL DAGLAR Eğll dağlar eğll
üstünden aşam
Felaketin bin acısına mukaabil bir hayn da olmaz olur mu? Yunanlılar bin seneden beri Hudavendigar toprağına kök salmış olan Türklüğün köklerini koparınağa savaşırken o topraklar altında yatan ilk Türk beylerini, ilk islam şehitlerini, ilk Osmaıılı p8.dişahlannı uyandırdılar. tki sene evvel İz mir nhtımında açtıklan facia devresinde bu millet umduklan gibi kanlar içinde boğulmadı, bilakis kanlar içinde dirildi, gözlerini açtı, yenıi, yepyeni bir hayat idralt etti. Ertuğnıl'un türbesini yıktıklannı duyanlar Küçük Asya'nın bütün dağlanndan yavaş yavaş iniyor, Söğüd'e doğru yürüyor. Bu saat Hudavendigar toprağına doğru, bütün Anadolu'da öyle önilne geçilmez bir yürüyüş var; Tes alya ovalarııu inleten meşhur türkü bütün Anadolu vadilerinden geliyor: Eğll dağlar eğll üsttınden aşam
Yeni talfm çıkmııt varam alışam!
Ah bu türkü! Yirmi dört sene evvel hangi şe hirden, hangi köyden, hangi kulübeden birdenbire
EG1I. DAGLAR
Türküleri dMına şen olan !zmir'den mi r Daima kahramanca olan Aydın'dan mı'? Yoksa daima bağrı yanık olan Edirne'den mi? Nereden? Güftesinin üslubu gibi bestesinin zevki:nden de nereden çllktığı belli değil; her türkünün iklimi şivesinden az çok belli olur, bunun bilakis menşei Rumeli mklir? Anadolu mu anlaşılamıyor, o kadar milli!... Yirmi dört sene evvel ilk çıktığı zaman vatamn bütün sokaklannda, Tesalya'ya doğru redif taşı yan Anadolu ve Rumeli trenlerinde yalnız bu türkü aıksetti?
~~itilıiyordu: "Eğil dağlar eğil
Yeni talim
üstünden aşam" vararn alışam ı
çıkmış
O harbin redifleri bu türküyil geçtikleri bütün şehirlere bıraktılar, İstanbul, Selanik, İzmir, Beyrut. Halep, Üsküp, Manastır kafeşantanlan sabalılara
kadar tekrar ettiler, ErZUTU.Ill'dan Yanya'ya kadar. Ala~onya'dan Dömeke tepelerine kadar her tarafta bu türkü aksediyordu: "Eğil dağlar eğll
üstünden
aşam !"
Bu türkü yeni Türk şiirinin ilk ve maatteessüf son güzel eseridir, çünkü ondan beri bu kadar şevkli, atılışlı, canlı mısralar söylenemedıi. üst tabakanın edebiya-tı ya bir nazire gevelemesi, yahut da sıkıntı veren bir sinir inil.tisi halinde iken alt tab3ikanın ınsanlan köylüler: "Eğiıl dağlar! eğil!" tarzında ne kadar atılışlı bir hayaile kıyam ediyorlardı, yeni talim çıktığını haber almış koşuyorlardı, yeni ve mun. tazs.m bir millet olmağa ne kadar şayan-ı. dik:k:a,t bil' heves gösteriyorlardı; Sultan Abdülhamid idaresi,
.llGJL DACLAR
157
bu türküyü a.nlayacak kadar ihtiyar ve me'yus ol~ bizimçün o zaman bir i.'1tibfilı ve hayat devri başlayabilirdi. Yazık ki bu türkü Osmanlı toprağım yalnız bir yaz eanlandırdı. Fakat o ne yazdı! An:Jl~ başlı Edlıem Paşa'mn simasında bu millet e.skıi heybetini bir daha gördü, onun arkasından yüı·Ud.ü, Fatih'in geçtiği Tesalya yollarından bir daha geçti. Dömeke'ye kadar koştu, Yunan ordusunun a.l'\kasmdan yetişemedi. O balıann o güzel günlerinde Selanik bütün l'l!'Cluların tahaşşüd merkeziydd ve o zevk ü şevkı her Türk şehrinden fazla hissetti; Sultan Abdüıhamid, Gıtazi Osman Paşa'yı Plevne'den beri sarayı..na kapıamış millete gösterınemren Tesalya Harbi'nde Selanik'e kadar gönderdi idi. Bütün Rumeli yirmi seneddır mütehassir olduğu Plevne kahramarum bir daha görmek için Selanik'e koştu... Gaazi Osman Paşa Set&rik'in Beş Çınar bahçe'sinde bir kameriyeden mı mka ve alkış fırtınası ortasında çalkalanan Rumeli lı:allonı selamlamağa çıkarken o aralık gelen yelveri (',line bir telgraf verdi. O gün Yenişehir düşmüş! Osman Paşa halkı yaşaran gözlerle selamlarken bu müjdeyi de verdi. Bütün milletin kal'bi o an orıad:a lisanla t.ii.rif edilmez bir an yaşadı, göz yaşLarıyle karışık ses V'e alkış fırtın•ası yükseldiği kadar yükseldikten, devam edebildiği kadar ettikten sonra Te.-J.ya'nın türküsü birdenbire alev giıbi parladı:
masaydı
mr
EğD dağlar eğll
üstünden aşam.
Gaazt Osman Paşa. o gün, o sa;at Rumeli'yi dün.ya gözüyle bir daha gördü ve aJkşama girmeden lst.an·
158
EGlL OAGLAR
bul'dan şedid bir telgrafla çağınldı, husiisi trenle derhal döndü, Yıldız Sarayı'na kapandı. Hayatının sonuna kadar çıkamadı. O zaman böyle bir heyecandan doğan "Eğil dağlar ... " şimdi bir daha Anadolu dağlarından işi tiliyor; bu türküyü Kıral Kostantın de hatıriar, Papulas da, arkadaşları da, la.Jrin bu defa söyleyen ordular değil, önünden kaçaını yacakian bir çığdır. Hudaven:iigar toprağında bugün bulunuşları siyam talihlerinden midir, siyast ta.lihsizlıklerinden mi! yakındıa anlaşılır!
lKtNCl TAVAZZUB
Dört gün evvel "Ankara buhranından bir hafta sonra bahsedilmeyecek" demiştik. Tahminimiz müddetınden evvel tahakkuk etti. Maamiifih aynelyakin derecede olan o tahminimizin şuracıkta zikrettiğimiz bir satının da derhal bu satır tikı"b ediyordu: "Anadolu ve Rumeli Müdiifaa-i Hukuk Heyeti'nin siyaseti ne ise, Ankara'da yeni teşekkül edecek heyet-i vekile aynE'n o siyaseti kabUl edecektir." Bu ikinci satırdaki tahmin.intiz de tamamıyle çıktı. Büyük Millet Meclisi'nde yek-dil, yek-emel, yek· vticud tam yüz yetmiş meb'ustan mürekkep olan bu heyet "Misak-ı Milli"ye göre olan harici siyasetini, yeni Ankara heyet-i vekfiesinin ellerine rehber olarak tevdi etti. Her millette bazan günlerce süren bu nevi hU· kfunet tebeddüllerinden mütevellid buhranlar, Ankara'da yirmi dört saat sürse bile evvela İstanbul'da sonra da bittabi İstanbul'dan haber al:an Avrupa
EGIL DAGLAR
160
gazetelerinde bir kızılca kıyamet kılığına gınyor.. Şark siyasetini dfui:ma doğru görmek ve doğru gö..<i~ termekle epey zamandan beri İstanbul halkının n&·· zarında, mümtaz bir mevki kazanan "Presse de Soir" refikırnimen maada Beyoğlu gazeteleri hilla hızl:arım alamadılar. Birkaç günden beri köhneleşen bu m.ev~ zii.u yıpratıp duruyorlar. Bulıranda o kadar tefsire uğrayıa;n bahis, .A:D·· kara Hükumeti'nıi:n tayin edeceği harici siyaset idi, bu s'iyaset iıse bugün Ankara'ya rehber olan Anadolu ve Rumelli Müdafaa-i Hukuk Heyeıti'nıin progr.v mında musarrahtır. Bu program Ankara'da yüz yetmiş meb'usluk bir ek·seriyetindir demekle haki:~ kat tam olarak ifade edilmiş olmaz; İşgaal altında olmayan bütün Anadolu ve işgaal altında olan bii.tün rrurk vilayetlerinde sakin müslümanlarm tam bir ifadı:.sidir. Türkler eşhas bahsinde ayrılır. Bu prog-· ram bahsinde birbirierirnden ayrılamazlar... Harici siyaset nokta-i nazanndan bugün A.ırlm.~ I'la'da amel olunan bu progvama bakmakla, Avrupa muvazenesinde Türklerin bir sulh ve asayiş unsuru mu yoksa bir iğtişB.ş mısuru mu olacakları derhfü · aınlaşılır. Baştan başlayalım:
Bu programın payitalıtımıza dair olan ay1ıen bu satırlardır: "1\lrum.rr-ı
satırla.rı
hilafet-i islamiyye ve payitaht-ı saJ.. seniyye ve mor!ı:ez-i Hulrumet-i Osmfmiy:yq'!: olan lstanbru şehri ile Marmara Ilenizi'nin emı:ı.iy-· yeti her tU.rUi halelden ma...,fm olmalıdır. Bu esa~ mahffiz lralmaJ\: şa:rt:ıyle i\J;:denlz ve I~arrıdeniz Botamı.t-ı
tK.INCl TAVAZZUH
161
ğazlannm ticaret ve mUDakalat-ı aleme ktişfu:lı hak~ 1unda bizimle beraber sair bil-umum a.lii.kadar devletlerin verecekleri karar mô.teberdir."
Bu
satırlarda
tün Türrk ve
mündemiç emel bir tarraftan bU·
islam efkar-ı umfuniyyesini bir noktad.a
birleştirmiyar mu? Istanbul makarr-ı hilafet-i islamiyyedir. Osmanlı saltanatının payitahtıdır. Hükumet-i Osmaruyye'nin idare merkezidir. Diğer ta.~ raftan Boğazlar bütün alakadar devletlere açık ve onların vereceği karara tabidir. Türlderin bu eıneli kadar meşrU. ve cihan sulhunün muvazenesine emniyet bahşedecek daha iy.i bir esas tasavvur edilebilir mi? Programın bütün Türk vatsnma dair olan sa..tırlan aynen bu satırlarihr: Hukuuk-ı ırkıyye
ve içtiıniUyyeleriyle şeriUM riayetkar Osmanlı eb:seriyy~!!tiyle meskun bulunan aksamın hey'et-i mecmuass bakmaten veya hükmen tefrili: kabul etmez." :ımıkitala:nna tamamıyle
Türk tamamiyetıinin bir çerçevesi Yunanlılardalı hangi devletin menafiine tamamıyle uymaz? Programın 1ıamamiyetini kazanacak olan Türk vatanında kabUl ettiği şerMti ta.srih eden satırla.r aynen bu satırlardır: ·başka
"1\laU ve ili:tisadi inkişamtımız daire-i Jnıkana .girmeli: ve daha asri Idare-i muntazama şeklinde tedvir-1 umôra muvaffak olabilmek için her devlet .gibi bizim de temin-i esbab-ı inkişafatıınızda istikW ve serbesti-i tarnma mazhar olmamız Ussii'I-es§.s..ı hayat ü bekaamızdır. Bu sebeple siyasi, adli, mMi F.U
162
EGtL DAGUR
ve siiir bıkişüımıza mani kuyftda muhiilifiz. Tahakkuk edecek düydnatımızın şeriiit-l tesviyesi de bu esasata mugaayir olmayacaktır." Programın bu maddelerini, hıristiyan ekalliyetlerinin hukuukunu ve garbi Trakya'da elviye-i selaze'de ahaıinin arasına müracaatı kabul eden maddeler takviye etmektedir. Işte bugün Ankara HükUmeti'nin harici siyaseti, harfi harfine bu maddelerin bahşedilmesini taleb eden bu siyasettir. Bu siyaseti takib eden ekseriyetin başında bizzat Mustafa Kemal Paşa bulunuyor. Ankara Hükfımeti iki senedir bu gaayelerin peşinden koştu. Londra'da devletlerin karşısına bu programla gitti. Bu gün bu saat Fevzi Paşa'mn riyaset ettiği kuvve-i icraiyye'nin elinde olan program budur. Bu program Harb-i Umumi'de di'içar olduğu magiubiyeti hadd-i azami bir derecede samirniyetle kabul etmiş, varlığını ancak en basit ve en tabii bir hadde taleb eden bir mHletin değil midir? Şark'da sulhün muvazenesine Yunamstan'ın medeniyet rehberliğinden daha çok yaramaz mı?
NlHAYETlN BAŞLANGlCI
Yunanlılar bu son ay Hudavendigar salıillerin den lzmir civarına kadar olan köyleri, camileri, türbeleri, kulübeleri, ihtiyadarı, kadınları, çocuklan hasılı uınran ve insan nanuna ne varsa var kuvvet. leriyle hal ve tesviye etmeğe giriştikleri zaman, Yunan rUhuna vakıf ve siyasetinden haJberdar olanlar dediler ki: Yalm:da İzmir hatt-ı müdafaasına çekilmek üzeredirleı', bu savletleri ona alametir. lşgaal ettikleri havaliyı, kadim olan usullerine göre, yavaş yavaş temelin etmeğe vakitleri kalmadığı için, çarçabuk temdin edip dümdüz ettikten sonra dar bir müaafaa. hattı tutacaklar, orada bir müddet debe· Jeneceklerdir. Bu istişmam dünden beri mevsuklaşan bir haber oluyor; bu haftalarda tahakkuk edeceğine bile ihtima.ı verilebilir. tki sene evvel İzmir nhtımmda baş ladıklan eseri bu son haftalarda Marmara kıyıla nnda ikmal ettiler: ku.vvetleri bu kadara yetti, bu
164
kadar yapabildiler? Harbse kaç defa muzıaffera.ne yürüdüler, ric'atsa kaç defa mağrurii.ne döndüle,r, adruetse nasıl oluırmuş nümiinesini gösterdiler, medenıiyetse bütün müslümanları hayran ettiler, şiımdi "yerlerine" ya.nıi İzmir ınıntakasma döneceklerdir ve dönerken zannedıeceklerclir ki bu artık nihayettir. Yunanlılardan başka bütün Balkan milletleri kaani'dir kı bu bilak.is nilıay·etin başlangıcıdır. Evet nihayetin başlangıcıdır. Fütuhatçı Yunanistan fel-eğin bu dokuz senede doğurduğu bir ucfı beydi. La-kin ucubelerin ömrü çok sürmez: Feleğin rahminden dokuz senede düşerler, sonra dokuz ayu.a, hatta haftada mürd olur giderler. Eleni2lmosun saatı çalını ştır.
Ne olduğunu ha.Ia hakiki alimierin bir türlü ta· yin edemediği ve Avrupa kütüph8.ııelerinde kitaplar üstünde uyuklayan bazı antika kara sevdalılarının kadim Yunan'a mensup sandığı bu Bizans tortusu unsur eğer Balkanlar'da türemeseydi, Şark, sulh ve ftsayiş yüzü görürdü. Fransızların XIX. asırda en zeki ve en hakikatperest nasiri o1an büyük }~cl mond About bundan yetmiş sene evvel Atina'da ve Yunanistan'da senelerce oturdu, oralarda karış karış gez.indi, bu acib unsuru yakından tedkik etti ve ed.ebiya:ita bir şaheser olan Muasır Yunan.istan'ı yazdı, evhamperest romantizm ediblerin:in bu unsura siyasi b.iır vücud vermekle insaniyete ne büyük bir fenwı.lt ettılclerini söyledi. Yunanlılığın 1829 da istiklalin:e medeniyet narnma teessüf eden büyük Edmond About (;ğer yaşayabtilseydi, bu son dokuz sooıelik Yunan f"ütMıa.tını rbemişa ıederllren teess1lııüındoo ölür, gi~ derdı. Bu haJdkati daha o :ı::amıan .i.dra.k eden bu
.NIHAYZft"i Hii.Ş1.ANGICI
bUyük heccavın nıUşahedeled Şark slyüseti i(~ln ne bir rehberdi; eğer onun bugün alem xıa:r.a. I"lllda. teslim olunan fikirleri ihmal olunmasaydı, bu elenizmos ucubesi Balkanlar'ı ve KUçük Asya'yA böyle berbad U perişan etmez, Şark'da, cinsi beHi, varlığı belli, hakkı belli olan Türkler, Romenler, Bulgarlar, Sırplar, Arnavudlar arasında hakiki bir tevazUn teessüs eder ve Avrupa sulhU bir dakilu< bfzar olmaz, Şark işlerinden emin olurdu. Elenizmos ucubesinin bütün fecaatiyle ferman-· ferma olduf:ru bugUnlerde ölümünü haber vermeği bir keramet :zıa..--ınedenler ne kadar aldanırlar; yakın olduğu hissedilen bu ha.disenin bütün alametleri göz önündedir; hatta her taraftan fiilen belirmeğe yüz tuttular, nihayetin başlangıcı dediğimiz budur. Bu kadar uzun silren bir haksızlık devrinden sonra hak devrinin başlaması muıkadderdir. Yunanistan bu dokuz senede bir silsile-i ihanetle ortaya çıktı. Evvela sayelerinde Makedonya ve Epir'i kaptığı Bulgadara ihanet etti; sonra Harb-i U mu~ mi'de Almanlara yataklık ederek müttefiki Sırbir:ı tan'a ihanet etti; daha sonra nıüttefiki Romanya'ya w kendini bir asırdan beri yoktan var eden büyük devletlere ihanet etti; Harb-i Umumi'nlıı son senelerinden beri bütün oyunlarının mükafatı olarak Rumeli ve Anadolu'nun bütün sahillerini, btltün !imanlarını, bütün mahreçlerini ele geçirdi. Büti'i.n Şark milletlerinin teneffüs edeceği menfezleri k:ı padı, hepsini boğmağa karar verdi. Lakin nihayetin başlangıcı devresine girdik. Sırplar Selfuıik'e, Bulgarlar Adalar Denizi'nde haltk-ı talillleri c'm Dedeağaç'a Kavala'ya. sırf hakkın v~:
doğru
166
EGlL OACLAR
tabiatm önüne geçilmez bir sevkıyle inmek üzeredirler, Arnavudlar elenizmos boyunduruğunu var kuv-
vetleriyle sarsıyorlar. Düne kadar rivayetten ibaret olan Sırp - Bulgar itil§.fı kendinden bugünlerde bahsett:rrecektir. Nihayetin başlangıcındayız. Şark'da hakiki suilhiln ilk marhalesi tabiatm zoruyla açılıyor demektir.
GAFLETİMİZDEN BİR SAFBA
N esri gibi güzel bir ruhu olan Falih Rıfla Türk bir vatan hizmeti tela.kki etmiş ve kudsi bir vazife gibi ifa ediyor. Bu hizmette gıll ii gışlardan muztarip olduğu gibi, gafletlerimize de müıehammil değil. Dün her Türk kaariini derin derin düşündürecek gaayet sade bir yazısı vardı. Bu sami:::ni Türk muharriri laalettayin bir İstanbul gazetesini açmış, mündericatını, halka verdiği havadialeri hesab etmiş: tki makaale, kırk iki havadi."l, haviıctislerin menşe'lerini ayrı ayrı göstermiş: Topu birden Beyoğlu'nun irili ufaklı milfun. gazetelerinden muı-.tebes! Makaaleler de tabii o hav8.dislerden millhem. onlann mahsülü! Beyoğlu'nda bilhassa Mütareke'den beri muhtelif lisanlara bürünen neşnyat kuvvetleri.ırln ledünniya ruıa büyük bir ekseriyetle vikıfız. Ancak bunu bilmek kafi gelmiyor. O neşriyata bütün Istanbul efkar-ı umfuniyesi esirdir. Anadolu onun tesirinde».,
gazeteciliğini
litnca;k kapılan kapayıp bacaJarı tıkadığı gilııdoo. beri az çok kurtuldu ve anealt bu tahaffuzu sayeslııde, doğrudan doğruya Avrupa'dan aldığı ha:berlerle, dilııya işlerin:i tütsüsüz, dumansız bir havada görebiliyor, Beyoğlu havadislerine frenklar "tatlı su gazeteciliği" biz de millileşen meşhur bir tılbirle '"Ajans Ta:tavla" diyoruz. Maamatili o hav8.d.islerin havası içinde puyanız. Gazetecilik, istihbarat, neşriyat bugünkü medenıi.yet aleminde mali müesseseler sırasındadır. Bir ga.?:-etoo.in menfaatperest bir bankadan, bir telgraf ~t(~entesinin bir ticarethaneden farkı yoktur, hepsi maddi bir menfaat gaayıesiyle işler. İlHderine kadar maddi bir medeniyet, geçmiş asırlardaki feylesofların vicdan kuvveti olarak telakkİ ettikleri matbuatı mali müesseseler derekesine indirdi. Avrupalıların "büyük matbfiat" namını verdikleri ~kuvve tıin dehşetini biz Türkler ancak bu son senelerde, a<!llarımızla hissettirmeğe kalkışıp da muvaffak olamadığımız zaman anladık. Şark milletlerinden yalnız Rumlar, Amerika'da ve Avrupa'da mütemekkin zenginlerinin sayesinde, bu müthiş kuvvete hulfil ettiler; Şark işlerinde Avrupa'ya ve Amerika'ya a!kı kara, karayı ak gösterdiler, entrikalarını top bıvvetinden daha kolay olarak yürüttüler. Türklertın ve Balkanlar'daki düşma.nlarının seslerini boğ dular; bu "büyük matbfiat" sahasında bizi yendiler. Maa.ma.fi:h, küçük matbfiat di,Y'elim, şu Beyoğlu neş :rlyatma da göre göre, bile bile esiriz. Falih Rıfkı'mn dün gözlerlmize açtığı perdeye baıkmaık kafi. Zanneder misiniz ki gazeteleri:mizıin heyet-i ta.hrlııi.ye oda:la..ı:-ında büyükten küçUğe ka.da.r herkes
G1'.fl.ET1MiZDEN DIR Sı\I'HA
li~
o haviiıdislerin mahiyeti.nd bilmez? En zeki Avrupalı kadar bilir, anlar, seııer, maamafih gayr-ı iradi olarak yine tercüme eder, gaııeteyıe kor, çünkü bu yıl :i:anmış bir itiyaddır. Türk gazeteciliği bir zaman böyle kurulmuş, böyle gider; bir gazetemiz nıeşkı:'ık yahut uydurma olduğunu bildiği bir havadisi koy~ maktan vazgeçemez: Ben gaııeteme koymasam ötekiler mutlaka;a korlar" der. Bir İstanbul gazetesinin kırk iki havadisi de karşıda mürettepse tabiatiyle İstanbul'un o günkü havasında Türkler körler gibi yaşarlar. Vakıa yalancının mumu yatsıya kadar yanar, bu havaılislerin üç seneden beri ne kadar uydlN'ma olduklannı bin defa tecrübe ettik, fakat o mumların bir kısmı söndü mü diğerlerini hemen yakarlar, biz biçarelerse ortalığı gündüz gözüyle bir türlü göremeyiz. Ya serapa uydurma, yahut da hakiki hadiseleri arzu edilen şekiLde gösteren haberlerle bunalır, yaşanz.
tefecik, satışı bini geçme.z, yerli llsanlarda sönük cerideler çıkar, muharrirleri ancak karınlarını doyurabilir, bellıi başlı muhbirleri nerede? !dare memurlanndan bile mahrumdurlar; fakat hepsinin ismi her sabah İstanbul'un Türk gazet~lerinde mezkurdur; bu mazhariyete ermek içln gaayet kolay bir vasıtalan vardır: Heyet-i tahrlriye masaları üzerinde yakası açılmamış haberler icad ederler, o haberler muha:kka;k olarak bizim gaııete lıerimize geçer. Bizim gazetelerimimen ajanslar alır, dünyanın dört köşesine yayarlar, sonra Avrupa gazetelerinden bir ikinci defa yine biz1ın ga.zetelerimizde görüniir1er; bu müddet zarfında, gece evlerimrizde, Bu
şehirde ufacık
170
EG!L OACLAR
gündUz
sokaklarda biz hep o haberlerin tesiriyle kederlenir, güft li gii eder dururuz. Misal bir değil ki tadad edelim. Böyle bir gazete günün birinde Mustafa Kemal Paşa' nın müşir olduğunu yaydı idi, ferdası gün bütün Türk gazeteleri bu haberi kemal-i ciddiyetic yazdı lar O küçük gaııertenin idaresinde politikacılar kim bilir nasıl gülümsemişlerdir. Bilhassa Yunanlılar kendi siyasetlerini hep bu küçük havadislerle çeviriyorlar. İnönü'nde mağlub olup kaçtıklan zaman hakikati örtrnek için nasıl çırpmıp durdular, gördük. O aralık ikide biroe prenslerden Andre'nin vurolduğunu yaymışlardı; bizim saf gezetelerimiz bu haberi Tatavla Ajansı'ndan aldıklan gibi aynen neş rettiler, tabii prensleri Andre herkesin gözü önünde Atina'da gezinip duruyordu. Siyasi me'murlan hezimetten tabanlan gevşeyen Yunanlılara: ''PrenS Andre'yi gözünüz önünde görüyorsunuz, işte Türk gazetelerinin haber verdiği İnönü hezimeti de böyledir!" dediler. Gazetelerimizin gayr-ı iradi, sırf Babıa.!i Caddesi'nde gazetecilik an'anesinin körU körüne esiri olarak dilçar olduğu bu gafletlerin çeşitleri, daima zaranmıza olarak, bin bir türlüdür, saymalda tükenmez. lhbar ve istihbar kuvvetinin bu asırda bir nilllete bir ordu kadar yaradiğını öğrendik la.kin o kuv~ vetten, öldürUlUrken feryadmuzı işittirecek dereced~; olsun nasibedar olmadık. Bugünkü dünyada gazete-· ciliği bu gafletıte puyin olan ıblr milletin bin feryadt bir parayadır. diişünür, endişelenir, kuşkulamr,
ELLERİNİ
YlKAMlŞ
Başta Mustafa Kemal Pap olmak üzere •••
Liman von Sanders'in Hatıra Defteri, Türk milletine en faydalı bir siyasi ilmihal olur, lakin bir şartla: Kalb sahibi bir müverrih çıkar da, altı senelik Türk - Alman ittifakının acı1dı macedsını bütün iç yüzü ile yazar ve kitabına "temmeıt" dedikten sonra: "İşte! Şark'da Alman İmparatorluğu'nu o zaman temsil eden meşhur ceneralin maskesiz çehresi bu defterdir!'' derse! Hıristiyan llsanlarında çok kullanılır bir söz vardır, nefsini bir günaMan, hususi bir endişe ile tenzih etmek İstiyenler: "Ben ellerimi yıkıyoruro!" derler. Roma'nın Yehfıdiyye eyaJetinde valisi olan Pllatus'un huzuruna, Yahudiler Hazret-i lsa'yı, bin türlü hakaretlerle, elleri bağlı ve başmda dikenden bir t§.c oldı~ğu halde, getirirler, öldürülmesini isterler, Vali Pilıdns da siyasi bir kayıtsızlıkla, etrafından biraz n ister, ellerini yıkar, yani: "Günab.ı boynunuza.!
l'JZ
EGlL DAGI.AR
Bu doğru insamn kanından ben mes'Ul değilim!" der. Bu mesel o faciadan beri dillerde dola.şır. Liman von Sanders'in, sUret-d hak'dan görünerek, yazdığı hatıralarda, Yehudi~ valisinin çalıresi olduğu gibi görUlüyor, yalnız bu farkla ki o vali Isa'yı son gününden önce tarumamış, onun şehadetind hazırlama mış, yalnız gayr-ı kaa.bll-i ictinab bir tazyik karşı sında kalınca: "Ben ellerimi yıkıyorum!" demiş. işin içinden çıkmıştı. Von Sanders bila.ki.s, ~endi vata.nınm menfaati n8.mına, böyle bir faciayı ilk günden beri ihzar ve son güne kadar itmam ettikten sonra "Ben ellerimi yıkıyonını !" diyor. Hıristiyan lar Romalı valiyi o meşhur sözüyle hatırladığı gibi biz müslümanlar Alman serdarını bu hatıra defteriyle hatırlayacağız. Von Sanders'in dediklerine bir Türk gibi bakınız, Alman heyet-i askeriyesi memleketimizde kafi derecede nüfuzu olmayan bir heyet gibi çalışıyormuş! Almanlar Sarıkamış taarruzuna muterizinişler! Liman Paşa Galiçya'ya Türk fırkalarınm gönderili§ine muterizıniş, ham de ne hayırlı bir maksatla. Türkler lrendi hudutlarım konınıağa mecbur oldukları için muterizmiş! Süveyş ve Arabistan seferlıerine muterizmiş! H§.sıh tecavüzi harbe muterizmiş! Hatıralarm alt tarafı henüz gelmedi, k.iım bilir herif, daha nelere mu~ okuyacağız! Bu deftere bir iınsan kemal-i safvetle baksa, mnnedıer ki Alman heyet-i ~eriyesi memleketimizin hudutlarmdıa o zaman, esir kalmış da zorla döğtıştürülüyıormuş! Lakin hısanlann ve kitaplarm gözıerinıizi ovarsmız:
ELLERİNİ YIKAMIS
173
ağızlanna değil, rU.h1a.rına bakılır.
Bu defterde de olan ruh ibtiıdadan inti:ha.ya kadar şahsi gerek de milli bir tezkiye-i nefs ihtiyacıdır, gerek Türk gerekse ecnebi kaaıiler bunu anlamayacak kadar saf değiıllerdir; va.ına bu hatıralarda Von Sanders yaln.Lz mill:eti.:rri değil, arada sırada da sadece nefsini tebrie ediyor, işin ledünn:iyatını bamn kaysere, bazan da müphem olarak Berlin'e yükletiyor. Ma.amafih, kayser, yahut da diğer Alman siyasileri ve ceneralleri hatıralarını yazariarsa yine bu usulde yazarlar. Çünkü bu u:sulde hem maziyi tathir, hem de istiko8.1i şüphelerden tenzih etmek menfaati vardır. hakım
Son harbde Türk ın.illetinin melekü's-Sıyane'si tavnın takınan Von Sanders harbin ilanından olduğu gıibi bütün hatalardan nao~beınahal tecavüzi hareketlerden, Galiçya'lara, İran'lara, Sina'lara Türk çocuklannı saçmaktan gayr-ı mes'ftl olduğunu söyledilrten sonra, nerede bir muvaffakiyet olmuşsa orada bir Alman kumandanının ismini ziıkretmeği unutmuyor!
Von Sanders
Şark'ın gördüğü
en
ağırbaşh,
en
ziyade içinde dışından askerleşmiş bir Almandır; şair Reine'nin Prusyalılar hakkında dediği gibi: "Bir zaman . Çavuş - Kral Frederic'in dayak attığı bastonu yutmuş gibi!" dimdik yürür; kendi milleti için, o baston kadar doğru bir adam olduğuna kaaiti:z. Çok yaman yandığımız o oyunun acılarını uzun uzıac!J.ya, safha sıafha açıp konuşacak vaktimiz de yok. Çünkü elan yanıyoruz. Yalnız şu kadar demek isteriz ki ha.tıralann edasiyle avutulacak kadar saf değiliz; Türklıet' soın Ha.:rt>-i Umfuni'yıe anook Rus
171
J!GlL DAGLAR
ça.rbgı aleyhinde karışa.bilir w karıştııkiarı takdirde de anca.k ve ancak Rus çarlığı aleyhinde o da sırf tecül.fü'i bir vaziyette kalarak harb edebilirlerd:i. Rus çarhğı devrildikten sonra da harbden çıkmak ıztırS.... rında kalırlardı; sırf milli menfaatleri nfunına Türk· ler başka türlü o menhus harbe giremezlerdi.
Von Sanders'in o zaman timsali olduğu Alman siyaset-i askeriyesi bu Türk iştirakini tamanuyle Almanya'nın doğrudan doğruya düşmanı olan devletlerin aleyhine çevirtti. Kanal seferlerinin, Galiçya seforlerinin, hasılı umumiyetle tecavüzi harbin yalmz ve yalnız Alman hedefi gözetilerek icra edildiğini anlamamış bir Türk var mıdır? O harbin son senesinde, Meclis-i Meb'usan'da var kuvvetiyle: "Prusya için döğüşüyoruz!" diye bağıran genç meb'us VeD Bey, o zaman Liman von Sanders'in ve arkadaşları nın ıdare ettikleri cenderedekıi bütün Türklerin düşündüğünü bağırdı.
Harbin ilk gününden son gününe ka.dar Alman heyet-i askeriyesiyle başı hoş olmayan kumandanlarımız, başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere, bir taraftan askerliğin ereli ve ebedi olan sakit itA· &tiyle vatanları uğrunda düğüştüler, bir taraftan da süril.klediğim.iz hatalı yolu düşündüler; Liman V'!D Sanders'in o zaman çelik nazariarı bu kumandıanlara ve bu zabitlere karşı çok başka türlüydü. Liman von Sanders doğru yoldan giderek ken<ti vatsru ve kendi milleti uğrunda memleketimizdeki vazifesini sonuna ka.dar nasıl üa ettiğini söyleseydi, va.tanperverliği narnma takdir oluınurdu. Hatırala. rmda kullandığı sahte iruı3.nıiyet ağızları hem hald-
ELLERINt YlKAMIS
175
ka.ti yarım yamala:k ifade ediyor, hem de vatanı uğ runia bizi harab ederek gösterdiği sa.b.ilı vatanperveriiık kadar dıa gtWel değil!
Bu Alınan oonerali Pilatus'un sözünü söylüyor, JAkin dediğimiz gibi Türk milletinin kanıyle mülemmi, ~ııeri.ni yıkadıktan sonra!
TEVEKK'ÜL VE
VAZIFE
Başmda bul'lliımak haldarmıızı
pek iyi bildiğimiz bu millete kargı hiç bir vazifemiz yok mudur?
Ka-bela ve En:dülüs'ü fersah fersah geçen bu facia karşısında, bugün ve bu saat, yegane kudretimiz, islamı hayat cidalinde ebedi bir mukaavemetle muvazzaf eden, diırimizin em:rettiği tevekküldür. lslfumda yeisten intihar ferde göre olduğu g1bi cemaate göre de haramdır. Ancak tevekkül nedir? Kelimelerin manaları milletierin riihu tegayyür ettikce değiş1r, islamm hararetLi devirlerinde ibadet bir zevk, bir cuşiş iken, sönük devirlerinde mihanit? bir vazife haline girdiği gibi, tevekkül de ilk devirlerde dünyevi meşakkatlere yenilmez bir mukaavemetle göğüs gerıen bir meziyetti, bu son zamanlarda da yavaş yavaş manevi bir intihar sırasma girdi. Anadolu'da millet, Yunan ordusunun !zmir rıhtımın dan beri Mudanya sahillerine getirdiği imha silikastma kıarşı, kuvvetteki tefavüte bakma;ksızın, mukaa\reımete gkişti, hıt1ıa hıtta müslüman memlıeket..
TEVEKKÜL VE VAZlFB
ın
lerini korudu, islam tevekkülüne tam manasıyle sanldl, dinimizin emrettiğini gücü yettiği ka.dar ifa etti, vilayat-ı şarkıyye müslümanlarını Ceneral Antranili'in tırnaklarından kurtardığı gibi, vilayat-ı garbiyye'de de Ceneral Paraskevopulos'la Ceneral Papulas'ın giriştiği imha işini taıhdid edeıbildıi. Yunan istilasından kurlardığı Anadolu topraklannda hıristiyanların burnunu kanatmadı, mallarının ve hayatlarının, ırzlarınm emilliyetine dikkat etti, en ziyade iftira ve bühtanla rui'ı.de olan Ermend gazeteleri bile, Anadolu Hükumeti'nin Ermenilere hüsn-i muamele ettiğini yazmak mecbi'ı.riyetinde kaldılar. Anadolu Hüki'ı.meti Yunan ordularının işgaal ettikleri mıntak.adan her gün gelen feci' haberler karşısında bile taht-ı idaresinde olan Rumiara iyıi muamelesini değiştirmedi. Hasılı bir yandan fecayia bir müslüman tevekkülüyle baktı, bir yandan da hıristiyan cemaatlerine asırlardan beri islamın balı şettiği hürriyeti ve emniyeti verdi. Türk milleti şia nna göre hareket ettiği gibi Yunan milleti de şiB.rına göre hareket etti! Çünkü biz vazifeanizi ifa edip haber vermedik, haber verirsek bermi'ı.tad pek geç vereceğiz, Avrupa'da büyük vicdanlı insanların risaleleriyle bizim, kanlar kuruduktan sonra, yazacağımız kitaplar, bir edebiyat faslı daha teşkil edecek. Yunanlılar bu nevi geç neşriyat karşısında ne hicap ne de azap hissederler. Bu fac1anın durdurulması için bütün bütün siyasi imkanlara baş vurmadan evvel gösterdiğimiz tevekkül bir taraftan islamın şianna muhalifbir, bir taraftan da esassızdır. Avrupa insaniyetinin vicdanı Hudılvendigar faciasını bütün safahatıyle işitse müF. 12
178
teesst.r olur,
E(;lL DA(;LAR Yurumlılar,
siyasi bir endişeyle, yalnız onun tesirini anlar ve tevakkuf edebilirler, Yunan bıçaklarının parıltıları bizim bu gafletimizin karanlığında görülüyor. Bize vedtatullah olan o köylülerin, o çocukların güneş altında, tarlalarda çalışarak çııkardıkları ekmeği yerken, saadetind düşürunedik, l8.kin son demlerinde onlara karşı son vazifeyi de ihmal ediyoruz; başmda bulunmak haklannuzı pek iyi biJ.:l:iğlıni2 bu millete karşı hiç bir vazifemiz yok mudur?
İSTANBUL'DA BEKAAMIZ
Otuz sene evvel, Abdtilhak H3mid Fatih'i türbesinde myaret ederken, onun yattığı toprakta lstanbul ha}kımn vazifesini muazzam istiB.relerinden biriyle tasvir etmiş: Durmuş başmda
bekler bir kavm
türbedarın
Bu şehrin halkı o kabrin başında beklemekle bir vazife üa ediyordu. Bugün hrua ediyor da. Lakin dünyamn geçit yeri olan bir şehirde sayfiyelik sahiUere bile depolar, tezga.hlar, siyah fabrikalar yerleşirken, bu ruhani vazifeyi bir düziye ifa edebilecek mi? Bu toprakta ancak hatıralara türbedarlık (;derek kaç sene daha barınabilir? Yoksa, kayserin sarayına girerken Fatih'in melfıl bir tahatturla tra.d ettiği beyti biz de birkaç sene sonra, şan ve ~reflerimize şahid olan bu şehirde hatıralarımızın baş~nda baykuş öttüğünü ve önünde örümcek perde tuttığunu görerek, irad edecek miyiz? Bu iktisat dünyasının revişine bakılınca bu manzarayı göreceğimiz anlaşılıyor! İktisadi varlığımızın tehlıikede ol-
ıso
EGİL
DAGLAR
duğunu
çarçabuk aniayıp da aıklımızı başımıza devşirmezsek !stanbul dıa tıpkı tspanya'da c8.mi ve ka.sırlan ziyaret edilen bir Gırnata şehri olacak! Bu şehrin halkına yıeni bir şeyi haber verdiği mize zahip değiliz; bu bahsi bilmiyen, vird-i zeban etmıyen kalmadı; gözümüz önünde olan bu hal bu defa gafletimi2ıden ceha.Ietimizden, vukufsuzluğumuz dan değil, sırf hissizlikten kayıtsızlıktan hodgamhkt:mdır.
Sevres Muahedesi tadı1 edilse de edilmese de lsta:1bul'da varlığımızın şeraitinde bir şey değişe miyeceğini anlamadık kafa kaldı mı? İstanbul'da yaşamamız mukadderse, Rum, Ermeni, Yahudi ce-· maatleri gibi bir müslüman cemaati olmamızla kaabildir. Bu şehri bize balışeden hukuk-ı siyasiyellin değerinden bahsetmiyeliıı:n. Asıl istinad ettiğimiz haklar, müslüman nüfusunun ekseriyeti ve hala elimizde bulunan emlak, cehennemi bir dehşetle dönen bu iktisat değerimeninde bir avuç zahiredir ki birkaç senede öğütülür, gider. Bu değirmen son iki senede müslüman ticaretin tam on milyon lirasını öğüt müş! Temellerine güvendiğimiz emlak her gün daha fazla bir mikyasda satılıyor; Osmanlı Devleti'nin en ziyade faaliyetLe işiiyen dairesi defter-i hakaanidir ! Ekseriyetine güvendiğimiz nüfusun haftada iki yüz kırk beşi ölüyor. Hem de ekseriyeti Fatih'de olmak üzere! Bu zeva.I.in levhaları daha çoktur, çeşit çeşittir ve biz sebeplerini de neticelerini de göre göre, bile bile seyrediyoruz. Bu göz göre intihan yazanlardan ala okuyanlar biliyor, okuyanlardan ala men edebilecek amirler biliyor; hepsinin büsnilniyeti müsellem vukuufu mükemmel, fakat bu zeva.J
ISTANBUL'DA BEKAAMIZ
181
göz önünde baş döndürücü bir sür'atLe vukuu' buluyor. Kendi iradeanizle getiremediğimiz sulhü yine aym ümitle bekliyerek, artık sırf gayr-ı Sliyasi bir sahada doğrudan doğruya kendi kendimize bir suaı sormak: zamanı geldi? Bu suali gazeteciler halka, halk gazetecilere sormaktan :zıerre kadar bir fayda h8.sıl olmaz, neticesiz bir güft ü gfr olur; yalnız hükfunet kendı kendine sorsa, müsbet yahut menfi her halde doğru bir netice hasıl olur! Bugünkil İstanbul Hükumeti'nin muhterem reisi, azası faziletli durbin vatanperver zevattır; sulh konferanslll!a bir daha gitmeği beklemeksizin, sırf iktisadiyata, maliyeye vakıf azadan teşekkül edecek bir komisyona bu suali sormalıdır: "Bu millet payitahtımız İstanbul'da bekaa bulabilir mi? Bekaa bulabilmek çaresi varsa bu çarenin şeraiti nelerdir? Hüki'ı.m·etimiz bu komisyonun müdellel cevabını bekler, eğer ilmi bir tedkikten sonra alacağı cevap menfi ise bir türlü, müsbet i:se diğer bir türlü, lakin iki şıkta da derhal icraata girişir fakat şayet bu cevap müsbetse faaliyetini yüzde doksan bir mikyasta. gayr-i siyasi sahaya çevirerek irae olunan mümkün şeraiti harfi harfine, noktası noktasına kadar tamam olmak üzere yerine getirrneğe baş vuru. . , bütün gayretini sarfeder, birkaç defa dediğimiz gibi bugünkü !stanbul Hükumeti, bu sulhe intizar devresinde, böyle hakiki bir eser vücuda getirmek truihine maliktir? İstanbul'da bekaamızı sulh muahedesinin nazari birkaç maddesinden ziyfu:le ancak bu ilktisadi ve ·içtimai teşebbüsten ümid edebiliriz.
YENİ
ÇARE
Yunanistan, i.kıbet başına ne gelmek üzere oldugunu sezdl mi? Hep zannediyorduk ki Türk vatanında mağlubi yetten mağlubiyete uğradıkça sulhü zehirleyen Yunanistan'ın istilası hakkında her şey söylendi, her çAre-i halle baş vuruldu, her tesviye teklifi araştı rıldL durbin diplomatlar en doğru çare: İzmir'le Trakya'yı tahliyedir, dediler; Şark işlerini bir sene, en ı:ıahih bir görüşle gören Temps, musruahanruneyi ııehirlıyen, Yunanistan fütuhatına rud beş sahifenin yırtılmasını dobra dobra teklif etti. Yunanistan, haksızlığı bütün cihan nazarında sabit olan fütuh8.tını muzafferiyetın şaşaasıyle teyid etmeğe savaşb. Iki defa mağlub oldu. Hep zannediyorduk ki artık hal çareleri tükendi. Meğerse bir hal çaresi daha kalmış! Beyoğlu' nun bir Rum gazetesine Atina'dan haber veriliyor ki Yunan mes'elesindn artık diğer bir suretle tesviyesi b.usfısunda birtakım teklifat tedkik edilecekmiş! Acaba bu teklif yahut da telgrafta denildiği gibi
YENİÇARE
ı
ss
teklifler nedir? Kötüye yorsak taarııızdan, kıtaiden sonra zelzele veya tufan-ı Nuh gibi afetler hatıra gelir acaba kral ne kadar başvekili, cenerali, erkan-I harbi varsa onlarla bu afetlerden birini mi istimaJ etmeği müzakere sonra da tatbik edecek, iyiye yorsruk Yunanistan akı:bet başına ne gelmek üzere olduğunu sezdi mi diyelim? Bizde daima meş'um devrelerde teşekkül eden bu "şura-yı saltanat" lar Atina'da acaba ne yumurtlayacak? Eğer Yunanhıarnı kralı bizim karşı Rum gazetelerinin heveslen· diği gibi, bu mühim müşaverelerin neticesinde binnihaye Izmir'de, Bursa'da, Edirne'de kalmanın yolunu keşfederse rakibi Venizelos'u solda sıfır gibi bıra kacak; yok eğer bilakis, artık sulhe susayanların arzusunu tatmin edip de, etrafında döndüğü girdabdan çekilecekse, rakibinden daha berbat bir vaziyete düşecek; çünkü Yunanlılığı Şark'da rakibinden fazla kırdırıp rezil ettikten sonra aynı neticeyi i:stihs8.J etmiş bir kılıkta görünecek. Eğer Yunan kıralı İzmir'le Edirne'yi ve soD zamanlarda heveslendiği gibi Hudavend.igar'ı mağ lubfm€ elde etmek gibi sihirkar bir çare keşfetseydi, bu mühim şura-yı saltanatı akdettirmez, hemen keşfini icra ettirirdi, değil mi? Bu nevi şuralar ekseriya mes'fi.liyetleri havada bırakmak maksadıyle akdolunurlar; eğer Yunanlıların zihniyetierini bilme. seydik bu Atina şura-yı saltanatını sulhe yorardık.
Yuna.nlıların bir türlü tutunamadıkları !zmir - Bursa - İzmit cephesinden çekilmemek için irtika.b ettikleri tüyleri ürperten feciyü, askerlik n!mına ne çlrelere ~ vurduklarını göz önünde
184
EGtL DAGLAR
görürken, henüz tuturuı;bildikleri Edirne'den nasıl vaz geçebileceklerin.i tahmin etmek kolaydır. Harble, kıtalle başaramadıklan istilalanm en nihayet, doğ rudan doğruya An:kwa Hükümeti'yle muslihane ba:lletmeği tasarlıyorlar, bu muhtemel müracaatlannda da İz..'Uir'den bahsedebilecekler, lakin Edirne'ye bir türlü yanaşamazlar. Venizelos Yunan istilasını bir neticeye erdirecek kadar erbab çıkmadıysa da son çare-i halli kendi i.Z'anına göre tahmin etti idi; Gmıaris Londra Konferansı'na giderken, Venizelos: "lzrmr'in anavatana iltihakının gecikeceğinden korkuyornm. Lakin Edirne'den eminim!" diyordu; kral ve Guııaris bu sefer ihtima.I bu teklifi arzetmek için Ankara murahha;slanna bir yol anyorlar. Bu sefer sulhkarsalar pek yarım olarak sulhkardırlar, neticesi olmayacak bir merhaleye daha girdiler, demektir. kadar girdiği uçurnmdan çarelerini kaç defa buldu ve kaç defa reddetti. Altı ay evvelki vaziyetinden altı ay sonra daha çıkılmaz bir vaziyete düştü; altı ay Yunanistan
bayeiyeıtiyle
şimdiye
çıkmak
sonrayıda göreceğiz.
maalesef diplomasi pazarlığına hadd-i asga.rl hukuuka müstenid- bir davadır; Türkler Yunanistan'a terkedebilecekleri araziden bahis bile etmediler, yalmz ve yalmz k üçü& bir Türk devleti teşkil edebilmek için, ekseriyeti tamamıyle Türk iki vilayetlerini istediler, bu vatan toprağı üzerinde Yunan kıralıyle nasıl müzakereye girisebilirler? Atina şura-yı saltanatı Yunanistan'ın dıerdıne seri bir çare anyorsa ya Türk milletini, HuTürk
davası
elverişli değil,
YENİÇARE
185
dft.vendigar köylerinde olduğu gibi tamamıyle imh8. edecek bir afet bulnıalı, yahut da, lzmir'i ve Edirne'yi taJılıye etmelidir. Atina siyasileri iki seneden beri bütün cihan siyasilerinin arayıp bulamadığı çareyi bu son içtimada mı bulacaklar?
DOST FIKIRLERI
lşlerimize pek vakıf bir ecnebi diyordu: "GörUyorum ki Türk güzideleri Avrupa siyasiyatmın inceliklerine iyiden iyiye yakıftırlar. Bu incelikleri büyük devletlerin hB.riciye nezaretleriıtıdekj mütehassı:ı memurlar bundan fazla sezemez. Eski reisülkütU1b efendilerin nesa bu memlekette çoktan kurumuş. Siyasiyatla meşgfı.l kaç güzide Türkle görU~Lümse bugünkü işleri ne kadar ince eleyip sık dokuduğuna şaştım. Artık memlekeıtinıizde, reisülkütta.b efendiler zamanında olduğu gibi, siyasi entrikalar sıntmadan geçmiyor. Siyılsiyatta ince fikirlileriniz çok. Lakin bu defa da bir hususta yaya kalmışsınız; bu itibarla dentıcbilir ki siyasiyatın Talleyrand devrindeki zihniyetiıle mruiksiniz, zannediyorsunuz ki bu milletin siyaseti harici siyasetten ibarettir, dostluktarla düzelir, hatalarla bozulur, feraset ve şeytamyetle tekrar yoluna girer, siyas:iyatta bu inceli~inizin size ne kadar hayn vardır bilemem:
DOST FİKİRLERİ
187
Sizin gibi zayıf dev~etlerin diplomatlan kuvvetli devletkrin diplomatlannı niçin aldatırlar da, kendileri onlar tarafından aldatılamaz? Feraseti keskin rnuharnrlerinizin neşriyatı aleyhinizde daha kuvvet!i bir rnikyasta mürettep ve bir maksad-ı mahsusa teb~an işleyen neşriyatı susturur, insafa getirir desem, bugünkü siyasiyatın iç yüzü..rıü bilmeyen bir insan gibi, gülünç olurum; l:>inaenaleyh bütün Türk güzidelerinin siyasete vukuflan memleketlerine zerre kadar fayda ternin ediyor mu? Memleketinize fayda bahşedebileceğiniz yegane siyasiyat sahası tktisadiyattır, işte bu sahada, eski reisülküttab efendilerinız. zamanlarındaki Avrupa si yasiyatını ne kadar anlamıyordUJysalar, siz de bugünkünü o kadar anlam1yorsunuz. Güzideleriniz ara;sında değil bütün Şark tktisadiyatını, yalnız tstanbul piyasasını ihti· sasla bilir, anlar, düşünür, sonra da iş edinir, yazar, çizer, vatandaşlarınızı uyandırır, müesseseler vücuda get•.rir kıaç kişi var? Bu sahada kendi gafletinizden evve1 ecnebilerin iktisadi istilasından şikayet edemezsiniz. Güoenmeyinız, küre-i arz üzerinde mahza gaflet ve şuursuzluğu yüzünden sizin kadar yemlik bir millet yoktur. Zaten hiç bir zaman rekaabet ede.cıiyeceğiniz Avrupa'nın büyük sınaatiyle, büyük ticaretini bir tarafa bırakıyorum. Hayattan izinizi kaıctırmak için var kuvvetiyle saldıran Yunanlılara karşı, bu ddill günlerinizde bile, nıe kadar gafletle yemlik olduğunuzu her gün gören bug-ünkü siyası yat:ı vakıf bir adamın, sıizin varlığınızdan me'yüs olmaması kaabil değildir. Yunanlılara karşı Anadolu daki a;skeri cidiilinizi bitirmediniz, ümid ettiğim gibi muzafferane bitirseniz bile yine onların esiri-
ı
ss
sııuz,
ECIL DACLAfi
çünkü onLarın. en sadık en devaınl.ı müşteri lell"isiniz. Rumlar sizin bu gafletinizin ne kadar kesit olduğunu billiyorlar ki size bu ticaret sahasında gizli kapaklı, nevazişkar bir siyaset bile kullanınağa lüzftnı görmüyorlar; size maskesini atmış bir düş man çehresiyle sırıtarak mallaruu satıyorlar? Halbuki sizi bu kadar akllurane kanatan bu küçük milletin bütün kudreti küçük tica..rettir ki menafüni büy.ik bir mikyasta sizin sırtınızdan çıkarır. Siz bunu bir türlü hissedeımiyorsunuz. Hissetseniz, kanııııza susayan bu küçük milleti bu küçük ticaret sahn.sında, lnönü Meydan Muharebesi'nden çok daha mühim ve tam bir netice ile yener, yere sererdiniz. Şimdi Yunanlılara karşı muzaffer misiniz? Değil misiniz? Bunu görmek için Anadolu'ya kadar niçin gideyim? Bir taraftan Marmara s8.hillerindeki va1ıanıdaşlarmızın macerasını lıabeır aldınız, bir taraftan da bayram arifesindesiniz, !stanbul'un, Beyoğlu' nun, Galata'nın Rum dükkaruarma uğrayıp bir bakma!{ kafi? Bu cidalde kim gaalip? Kim mağltlp tur? DerlıM anlaşılır. Harici siyasette kılı kırk yara.n ince fikirli güzideleriniz bugUnkü cidalin ÜS· sü'l-esası olan bu basit iktisadiyat balısinde iptidd.i malumata bile malik değil, zavallı milletinizsıe, sizin gafletiniz yüzünden en basit bir cidal sahasında yemlilmr. Bu ecnebi dostumuz, meruen, olduğu gibi, bu hasbihali ettikten sonra Bulgar milletinden bahsetti. Veriiğı bir hükümle, anlattığı bir fıkı·ayı söylemedmı geçemiyeceğiz: "Bulgarlarm sizin kadar iiıce fiıkirlı siyasileri olduktan sonra bir de kalın fikirli siyasileri var. Bulgar milleti şiımdiye lmda.r ha.rb,
UOST FlKİRLERl
kıt8.l,
189
derme çatma ittüa;klar, hasılı ne kadar çapgirdiyse ince fikirl:i siyasileri yüzünden girdi, zarar gördü, milli teşekkülü, iktisadı, istiklllli namına ne fayda gördüyse kalın kafalı siyasileri sayesindedir. Bulgaristan ilk defa kendi adamını buldu ki Stambollski'dir. Bu fıkra 1 •
raşıır işlere
ı
Sorıu
sanatir
tarafındflll çıkıtrı.lmıttır.
KRAL SAHNESI
İki sene evvel, Yunan orduları Aydın vilayetinin içerilerine zito ve trampete sesieTiyle daldıkları zaman. İzmir'in Kordon Boyu'nda bir Rum ortaya çıksaydı da: "Yı.manistan içinden çıkılmaz bir işe girdi. Bu işten yüzünün akıyla çıksa çıksa İsviçre' nin Lucerne şehrinde bir otelde, menfi oturan KraJ Kostantin tekrar tahta çıkar, sonra da İzmir'e gelir, ordunun ba§ına geçerse çıkabilir!" deseydi o Rum ·u, bütün vatanperver palikaryalar çıldırtmıştır diye kıskıvrak eder, döv·e döve o saat tırnarhaneye sokarlarıdı. O zaman cinnet telakki ohınan bu fiıkri bugün, bu &ruat E1eıırnmos'un irili ufaklı bütün ukalası yegane doğru fikir olaraık öne sürüyorlar ve son ümitleTi de bu son kozdadır! Iki senede çok şeyler gördük: Anadolu'da tek başına canını, malını, ırzını, i:stiklalini müdafaa ooen bir halka karşı, en nihayet, bir lwalın karşı gLdeceğiııi de göreceğiz. Hezimetten hezimete, şenaatten şenaake giden bu Yunan mace-
KRAL SAHNESI
191
rasmın üstünıe, tacım
en nihayet Kral Kostantın kendi da lmysrm da rezalet .taan olsrm.
Pekiyi biliriz ki Kral Kostantın evvela Birinci, sonra İkinci İnönü'nden birkaç gün evvel, lzmir'e gel.'11ek üzere, bavullannı :i:ki defa bağlattı, haberleri alınca, iki defa da çö~dürdü. Maamafih Yunanlıların hakkı vardır, her çareyıe baş vurdular, tecrübe etmedik bir bu kaldı; yüreklerinde bir şiş kalmasın, bu çareyi de bir defa tecrübe etmeliler. Kral Kostantin Türk ordularıyle biır defa Tesalya'da veliahd iken döğüştü, bir defa da kralken döğüşüyor! Kral Kostantin'in şu altı senelik macerası epey bir romıındır, bu romamn maymrm faslından evvelki fasıllarında Kostantin, vukuuatı misli görülmemiş bir ina;d ve bir iradeyle idare ediyordu, maymrm faslından sonra ise, Da;ıtimarka'nın diğer bir prensi "Ha.mlet" gibi: "Var olmalı mı? Olmamalı mı? İşte bütün mes'ele !" diyerek, kıa.za ve kadıeli'de zeboo bir halde sürükleniyor! Her romrun g1bi bu romanın da bir hatimesi olur, bunun dahatimesini göreceğiz, şimdirden kerameıtfüruşluğa ne hacet! Vukuuatın seyri neticeyi kerametten daha iyi teferrüs ettiriyor!
Kim diyordu ki bu Harb-i Umumi'de Yunruıistan, Acem kılıcı gibi, mükemmel bir siyasıeıt kullamyor! Bu oyıınu iyi oynayan tki oyuncu bulmuş. Bu oyunculardan biri, tali'-i harb ALmanlara gülerken onların tarafını tutuyordu; Ynnanlıları Alman çizmesi altında kalmaktan koruyordu; Almanlardan tali'-i harb yüz çevirinoe, hemen sahneye ikinci oyuncu çıktı, birinciyi def'etti, meydana kılıç elde atıldı!
192
EGlL DAGLAR
Geçen seneye kadar Yunaııist:an'ın talihi öyle parlak gitti ki siyaset nfu:nına dahiyane bir oyun oyna;dığına hükmolunabili.rdi; lakin geçen seneden beri taayyün etti ki Yunanistan kaza ve kaderin penc;esindedir, bir maymunun bile alelac8.ib bir rol oynadığı bir kaza ve ~ader dramında eşhas zebundur. Venizelos, kral, hepsi alınlarının karayaziBI ne ise öyle hareket ediyorlar. Harb-i Umfuni'nin son günlerine kadar Yunanist:ın 'ın siyaseti bk Acem kılıcıydı ki iki tarafı da biribirinden keskindi, şimdiyse iki tarafı da körlendikten başka demiri de gitti, elde bir kabzası kaldı. Iki taraflı çok caııbazca, çok kurnazca, çok hokkabazca oyunların böyle bitmesi mu:kadderdir. !ki senelik vukuuatın seyrini mUşahede ettikten başkra hissen de anlıyoruz ki bu drannn son perdesind~riz, bari kral da sahneye çıksa ve bitse!
MVDDEALAR
Biz Türkler Hakka saffetle iman edenlerdeniz, arasında adrmız beyhfı.de saf çıkmamış. Mütarelt~e olduğu zaman Wilson'un mah:ud maddelerine dört elle sarıldık. Bütün mağlfı.p milletlerden evvel biz bu maddelerin muhtevi olduğu cür'ayı çektik; mağlfı.biyetimimen sonra elimizde kalacak vatan ve nüfus derhal milli bir mefhum ha.Iine girdi; Wilson'un gazetelerde gördüğümüz maddelerine uymayan topraklarımızı gözden çıkardık, o kadar ki ilk defa Paris'de konf·erıansm karşısına çıkan Babıali murahhasmın, Wilson maddelerine uymayan balıis Iere saptığına, ecnebi1eroen evvel biz kızdık. Milli muhayyilemizde canlanan yeni hari.tamıza kanaat ettik. Bu haritamızda; akla, hakıka, mantığa uyduktan başka, bize gaalip geleiıı devletlerin menafiine muvafık görünüyordu. Bu ilk hulyanuzla aramızda son üç senenin bin türlü safhası var. Maronafih yine hakdan ümidimizi Şarklılar
F. 13
191 :mesmemiş
EG!L DAGLAR
bir haldeyiz, hala o harita bize, haık olduğu için mümkün görünüyor. "Misak-ı Milli programı" unvrınıy1e, Anadolu'da bir hak davası halini alan bu programın hak olduğunu tasdik eden, büyük küçük Avrupa siyasileri ve Avrupa gazeteleri olduğu gibi bilakıs batıl olduğunu iddia edenler de var. Batıl olduğunu iddia edenlerin maksad-ı mahsu:slarını bertar:ıf ettikten sonra müddealarını müddealarımızla ır.ukaayese etmek, bu kadar neşriyat arasında fayda vermezse de zarar da vermez. M:illi huduUarı dahilinde yeni bir Türk devletinin teşeıkkülüne itiraz edenler diyorlar ki: "Evvela Türk milleıti harbe girmiş olmakla, Akdeniz muvazenesinde sulhe nafi' olmak istidadını kaybetti. Saniycn Türk milletinin istiklalden anladığı mana devletlerin menafii ile gayr-ı kaabil-i telif bir haldedir. Salısen bu "Misak-ı :Milli" programı bu musalahaya yarar diye ortaya konuluyor. Yoksa Türklerin gözü bu hadde tevakkuf etmez." Söylenen ve yazılan iddiaların hulasası budur. Ve hal-i harbe mahsus bir asabiyetle değil de sırf samimi bir düşünüşle ortaya atıldığını kabUl etsek, bir kelimede diyebiliriz ki Türk millPti sulh-ı umfımiye yarar bir unsur olarak telakki' edilmiyor ve taht-ı şüphededir. Bir lahzıa farzedelim ki Türk milletine ekseriyetle hakim olduğu vilayetleri bahşediliyor. Bu vilayetlerden biri Edirne'dir ki, tekrar Türklere iade edilse coğrafi vaziyeti itibariyle daima Boğazları taht-ı murakabelerinde bulunduracak olan büyük devletlerin elinde bir rehine makaammdadır; Türkler herhangi mecnfınane bir hulyaya sapıtıp da Avrupa ahengindeın ayrılımağa
MÜDDEALAR
f,arz-ı
195
mufhai olarak teşebbüs etseler öncıe bu Edirne'lerinden sonra da payitahtları lstanıbul'dan vaz geçmiş olmak mecburiyetindedirler: Acaba en insafsız bir faraziyeyle hangi hulya Türkler için Edirne'den ve Istanbul'dan daha muazze.z olabilir? Bu payitahtla bu vilayete bağlı olan Türk milleti tabiatiylo> sulhün ahengine can damarından bağlı bir vaziyette kalmaz mı? Bu milletin Akdeniz muvazenestne hizmeti böyle bir rabıta ile tamamıyle ıztırari bir mahiyettedir. Türk milletinin müebbeden askerUkQ" gayr-ı fa'ai bir vaziyette bırakılınaları murad edihr pay1tahtları olan !stanbul şehrinde kalıp Edirne'ye hakim olmalarından daha sağlam bir pa-bend tasavvur edilemez. Türklerin ''Misak-ı Milli" ile istedikleri ikinci vilayet İzmir' dir; bin defa yazıl mış. bilhassa ecnebiler tarafından hararetle müdafaa edilmiş bu bahis hayideleşti bile. lzmir limanı Türkler ve Yunanlılardan hang1sinin elinde iken Avrupa iktisadiyatma elverişlidir, bunu tekrar etmek bile abes olur: Türkler cenuptan doğrudan doğ ruya, Istanbul Boğazları'na hakim olan devletlerle hem - hudutturlar. Cenuptaki komşularının menafiini kendi menfaatleriyle telif etmekten başka çıkar bir siyasetleri olamaz. En basit bir mantık i:sbata kilayet eder ki yeni Türk: devleti varlığına bu bağlarla bağlandıktan sonra ister istemez hadd-i tabiisinde bir istiklalden fazlaya göz atamaz, ekalliyetlerin hu:kuukuna hürmetkardır. Akdeniz muvazenesinde hayırlı bir urnsur olrrnağa mahkumdur. Türk milleti her türlü nareva su-i zan altında kal::ıa, yalnız bu vaziyeti siyasi davasında ilerebed
196 erruıiyet balışetmez
ECI.t DAGLAR
mi? Oenuba doğru Uomanov'larla Habsboorg'lann atılışlan varken iki asır Avrupa muvfı.zenesine nigehbanlık edebildiğini isbat etmiş bir Türk devletiyle iki senede bu vazifeyi yüzüne gözüne bulaştıran Yunanistan arasında mukaayeseye girişrnek idrake giran geliyor. M:aamafih bir defa da.ha bo§ yere söylendiğimizi biliriz.
Harb hükumeti, bire şimdi hatıralarıyle teşek kür eden IJınan von Sanders'le heyert-i ıslahiyesine bütfuı nasibimizi emanet ettiği zaman, nüffısumuzu pek iyi bilmiyordu. Keşke hiç o zaman öğrenmi yeydi de: N e vakit ki seferberlik koptu, von Sanders ve arkadaşları bizim nüfus defterle:ri!nıme itimad etmediklerini, Anadolu'da çok, pek çok rnektum nüfus bulunduğunu öne sürdüler, ahz-ı asker usulünü değiştirmeği teklif ettiler; nüfus sicilinde mukayyet olanlan da mukayyeıt olmayanlaxı da seferberlığın ölüm tehdidini nakarat tarzında çalan davulıyle ahz-ı asker şubeterine çağırttılar; von Sanders'le maiyetinin hakkı varmış! Anadolu nüfflsu sicıldeki kaydından çok, pek çok fazla çıktı. O zaman hazin bir tefelsüfe koyulduk; mirasyedi, sefih, müsrif oğlundan servetini hiç bir zaman esirgemiyen müşfik fakat durbin bir anne nasıl daima çıkınla·
EGlL DAGLAR
198 rında
bir
ihıtiyat aıkçesi
sa:klarsa, anne Anadolu da,
müsrıfliğini,
sefahatini
berı
ettiği İstanbul oğlundan
tecrübe parasının bir
mivasyediliğini
asırlardan
nüfusunun, kısmım öylıe saklıyormuş. Ah keşke dainıa saJklıayaymış da; çünkü gördük, onun ihtiyatı !stanbul siyasilerinin yalmz son harbde değil, ondan evvelki zamMüarda da güttükleri siyasetten daha hayırlıymış, keşke bize daima hudutlarımıza lazım o1du{rn kadar as~er vereymiş! Keşke! O zaman İstanbul daima tefahur ettiği ıslah ve temdin iddiiisıyle; "Bu milleti nasıl ıslah edeyim, daha doğru dürüst nüfusunu kaydettirmekten çıekiniyor !" der, dururdu. Ama Sultan Abdülhamid Yemen'de tam iki milyon Anadolu Türkünü, zeydi mezhebini tanı mamak inadı için, kumiava gönunez ve o iki milyondan doğabileeek beş milyon nüfusu kurutamazdı; Harh-i Umumi Hükfımeti yine bir o kadar nüfusu cenubun kumlarına, Sarık3illlış'ın karlarına, Galiçya'mıı siperlerme kurban gönderemez ve aramızda bu kadar yetim, bu kadar dul, bu kadar evlenemeyen kız kalmazdı; milletin ketm-i nüfus itiyadmı, artık kötü itiyad gibi mutalrua edemeyiz, çünkü hudutl::ırımızın müdafaasına yetecek kadar asker verdiğınİ daima gördük, bugünse ırzım, malını, canını kurtaran Anadolu Hükumeti'ndense hiç bir şeyfni esirgemediği, varını, yoğunu halıişle bezlettiği meydanda. Çünkü anne Anadolu anlıyor ki o zaman ıstanbul'un siyaseti mirasyedice bir siyaset-i siyasiys,~ idi, halbuki bu defa tamamıyre bir siyaset-i millıyyedir. Pek iyi s~eziyor ki bu defa verdiği bir oğluyle Yunamn girip de keseceği kendini ve birkaç müsliiman ailesini kurtanyor.
1L1MLE AMEL
tamamıyle kaydaha iyiydi. Halbuki şimdi kaaide ber""aJkistir Tamrumiyle milli bİir siyaset güdebilmek için çok doğru bir istatistiğe muhtacız. Nüfusumuz v~e nüfusumuzun sıhhaJti, serveti, irfam ne derecelerdeyse evvela onu bilmeliyiz. Bizim siyasi zihniyetimizi de ıslah edecek, nasıl hareket edeceği mizi de gösterecek, kayıtsızlığımızın yerine büyük bir merhamet hissi ~kaame edecek en büyük rehber budur. Lakin anne millete artık acıdığımızı, onun yaralarını tedavi edeceğimizi, onu kurtaracağımızı, artık eskisi gibi sefih değil, bilakis yürek sahibi oğullar olduğumuzu isbat etmek için evvela bir "merhamet istatistiği" yapmakla işe girişrnek doğru olur. Eytamhanelerimizin adı ve kendi var diye bütün yetimlerimizi barmdırdığımıza, dullarrmıza maaş veriyoruz diye onları iaşe ettiğimize, hasılı geçmiş siyasetin kurbanı olmuş ne kadar biçaremiz varsa mehma-emken ikdar ettiğimize kanaat etmek feci' bir gaflettir, yetimlerimiz, dullarımız, sakatlarımız, kimsesizlerimiz çoktu, Yunanın ikaa ettiği şenaiden beri adetleri arttı ve artıyor da şimdiden sonra, bu kadar biçareyi bütçe tertibinden iaşe, infak ve terfih edemeyiz, ancak emek ve yemek teşekilatını yaratmakla edebiliriz. Bugün bu kadar felakete karşı elimizde muntazam işler, yegane müessese Hilru-i Ahmer'dir. O da beynelmilel bir şirkettir. Halbuki bütün devairima onun gi,bi muntazam işler birer müessese olmak mecburiyetindedirler. Taks11m-i a'mrum yokluğu yüz;ünden resmi dairelerimiz başlarında tesadüfen
Harbden evvel
dolunmama;sı,
nüffı.suımuzun
199
olunmasından
200
l!GlL D.AGLAB.
gayretli, canlı, ~anlı müdürler bulunursa iyi işliyor lar, bulunmazsa yalnız maaş istihlak eder, aczi yüzünden halkı başından savar imarethanelerdir. Bu milleti ancak taksinı-i a'mil.l kurtarabilir, lakin bu gaayeye varmak için önce çok vB.zıh, çok tefenuatlı, çok mükemmel bir istatistiğe muhtacız. Necatınıızın besmelesi bu olabilir.
BASİT
BIR TECRÜBE
lki yüz sene, Sekiz ay, İki
sene,
Türkiye'nin kendi cephesinden görünen tarilı-i siyasisi bu üç devreye ayrılır. Tlk iki yüz sene Rusya'nın Deli Petro ile Şark mu\'azenesinıe bir tehlike olmağa başladığından baş~ lar. Ta Harb-i UmUnıi'nin başlangıcına gelir. Bu iki asrın birincisinde Türkiye şiınalden cenuba kah ayrı ayn kah beraber akan Romanov'larla Habsbou·:g'lara tek başına karşı koymağa çalışır, Türk padi.şahları saürazamları, - hariciye işleriyLe meş gUl olan - reisülküttab efendileri Avrupa'nın tarih-i siyasisine vakıf değillerdir. Binaenaleyh doğru dürüst bir siyaset çeviremezler, farkında olamazlar ki, Rus çarlığıyle Avusturya kayserliğinin cenO.ba inmelerine mam olmakla, yalnız Devlet-i Osmaniyye'yi istiladan vikıaaye etmiyorlar, ayni ııamanda Avrupa muvbenesiıni koruyorlar. O zaman henüz Şark me-
202
EGlL DAGLAR
selesinin mahreki şimaldedir, lsveç ve Lehistan bu cenup akınına muka.avemet ıztırarındadır1ar. Bu birinci asrın ıillıayetlerine doğru Isveç ve Leltistan oyun haricine Çlikar1ar. Devlet-i Osmaruyye Romanov ve Ha.bsbourg istilB.sı karşısında bir başma kalır. Fakat bu asrın sonunda bir Ingiliz diplomatı büyi.:.k "Pitt" ortaya yepyeni bir kaaide atar, der ki: "Osmanlı Imparatorluğu'nu Rus istilasına karşı korumanın lüzumunu anlamayan bir Ingilizle siyasete dair konuşmam." tkinci aısrm başlangı:cnıdıaın bir-az sonr-a, Fransız ihtilali ve Napoleon macerası biıtip de, sular durulduğu zamaın "Pirtt" in söylediği sözün hikmeti anlaşılır; Ingiltere ve Fransa, Devlet-i Osmaruyye'yi şimal istilasına karşı korumak düsturunu vaz'ederLer. Bu asrm msf-ı evvelinde şima.I tehlikesinin kuv~etli tarafı Rusya'dır. Ona mani olurlar, ikinci msfında Alman tarafı ku vveilidir, bu devrede de ona karşı tedbirLer ittihaz ederler. Lakin bu asırda Devlet-i Osmaniyye için varid olan Rus telıliılmsi eıksilmez, bilaki:s artar, bütün mümanaatlara rağmen Rusya sarkar, gözlerini Akdeniz kıyılarına dJ!ker, kendi eseri olan Balkaın devletlerini Devlet-i Osmaniyye'niın üzerine saldınr ve Balkan Harhi'nin kendi eseri olduğuyla iftihar eder. Iki yüz seneJen beri sevk-i tabiisine işlemiş olan bir korku, Devlet-i Osmaniyye'yi Harb-i Umfı.mi'de Rusya aleyhine harbe iştirak ettirmeğe saik olur; Harb-i Umumi'nın nihayetinde bir taraftan Ruısya kazamn umulmaz bir darbesine uğnyaırak dağılır, diğer taraftan da Alman Imparatorluğu mağlub olur; cenuba inrneğe uğraşaın iıki şima.I iımparatorluğunun vücudun-
BASh'
BİR
TECRÜBE
dan eser lmlmaz. Devlet-i Osımaruyye ba'dema şim§J tehlikesinden masun kalır ama, bu sefer de su-i ta... li'inden, mağluplar safmda bulunur, işte ilk devrenin hiıkayesi!
İkinci devre sekiz aydır; bu kısacık devrede ilk defa Devlet-i Osmaniyye, menafü kaabil-i telif, büyük devleıtlıer karşısında bulunuır, o büyük devletlere mağlupdur, onların şeraiıt-i sulhiyyesine boyun eğmeğe amadedir; lakin bu devre gözyumup açıncaya kadar çabuk geçer. Küçük Yunanistan hiç intizar edilmedik bir anda, Devlet-i Osmaniyye'nin son hannacağı toprağa, öz ana yurduna saldınr, gaalip büyük devletlere elverişli ve mağlup Türkiye'nin razı olacağı bir sulhlin muvazenesini bozar. Küçük Yunanistan Şark'ı altüst etmekte, eski Rusya'nın yerine geçer; Trakya'ya yerleşmekle Balkan~'da sulhü zehiriiyen diğer bir mikrop olur. İşte Türkiye'nin iki asırlık sergüzeşti! Bu. ser;güzeştin ilik iki asnnı Rusya ile, son iki senesini de Yunanistan'la didişmekle geçirir; bu iki harb ve iğtişaş 8.mili. devlet olmaksızın yalnız orta yerde blı· tek defa büyük Garb devletlerinin karşısında bulunur, o devre Harb-i Umiuni'nin mütarekesinden İz mir'e Yunan ordularının çıktığı güne lmdar ola.n küçük devredir.
ESAS
EDİRNE
MUberhen, a.çl!k gUneş gibi ayan bir hakikat var kı Şark'da sulh ü sa.Wı ihtiyacı hAd bir devrededir. Bugünlin havasında esen nikbi.n.lik rUzgarlannın hepsi geçici birer rüzgar olsa, ortada. değişmez. bir haldkat ~ ki o da artık sulh U saWıa nihayet. basıt olan teşneliktir; rahmet yağmurlannı, bu soD babara kadar, bu·. susU?;lulc ·getirecek. MAdem ki biltün cihan artık Şark'da esaslı bir BU1h arzQ. ediyor; bunun imkAnını da esasdan hazır... lama.k gerekir. Evvela h8.1-i hizırı Uç cepheden mutaıaa edetim: Başta lngiltere, bUtUn bilyUk devletler resmeD diyorlar ki: "Biz bita.rafız. Arz1lmuz sulhtın teessüsUdftr." Yunanistan önce diyordu ki: "sevres MuA.hede-si'yle bana verilen bUtUn arA.ztyi ve bakiye kalan Osmanlı mtllkünUn Uzerinde, yine o muahedeyle elde
ESAS EDİRNH
205
eıtt.iğim hll'kuuku naktası noktasına tam olmak üııere isterim." Son ba.rb senesinde biribiri Ustüne iki darbe yiyip sersemledflrten sonra gizli yoUardan diyor ki: "Anadolu'daın ordularımı çelrerim, lAkin lzmir viiayeti üzerinde hukuılı: isterim, Trakya da bende kalmaık şartiyle Ankara Hükfuneti benimle banşsın." Ankara Hükfuneti diyor ki: "Ekseriyeti Türk olıan İzmir ve Edirne vilayetlerini Türk milleti vereme.ı Türkiye, Hab-i UmUmi'den mağlup çıktı, lakin İngiltere'ye ve müttefiki olan büyük devletlere mağ !Uptur; Yunanistan'a dıeği.Ld:ir; Yunanistan mütarekeden sonra, bila ilan-ı harb, harbe girdi, bugün dıe mağlfıptur. Yunıanistan esisen dahil olmadığı bu davadan çekilirsıe Türkiye Harb-i Umumi'de kendisine gaalip gelen İngiltere ve diğer büyük devletlerle derhal uzlaşır. Bir defa YUllaJll ordulan Anadolu'dan ve Trakya'dan çekilsin, Türk milleti ne kadar sulhkar ve ne kadar sulhe lAzım bir unsur olduğunu derhal isbat edecek!" lşte en basit tarifiyle dava bu idd.Wa.rla ortada bulunuyor. L8.kin alSkadar iddi8.laruı haneinde bir de hakikat vardır ki Şark sulhunUn temelidir; bu temel babsinde yalnız alrukadarlann değil, aklın, ilmin, mantığın reyi şiddetle nüizdir. Buna rağmen bugüne kadar ancak İzmir'in Tlirk milletine iA-desi lüzfunundan bahsediliyor da Edirne'den yine bahis yok; görülüyor ki önümüzdeki müzakerelerde İzmir mes'elesi progremın esas maddesini teşkil edecek. Halbuki bu uzun davada lz:ınir yalnız bir haktır, Edirne ise hem hak hem de esastır; sulhün temel taşı Edirne'dir.
ZOG
l!GlL DAGLAR
Çok bahsedil:miş Türk ha.kkmdan bahsetm.iyelim. Doğrudan doğruya sulhün istinad edeceği esastan bahsedelim. Büyük devletleırin menfaati, emeli, gaayesi yem teessüs edecek o1an küçük bir Türk devletini, komşu olduğu tehlikeli ceryanlara mey1etnıekten masun bulundurarak, Garp devletlerinin vifakına istinad ettirmektir. Bu programın tatbild için eğer Türkler Edirne'den bahsetmiş olmasalar bile yine Edirne'yi Türk devletine vermek lazımdır. Çünkü badema Boğazlar büyük devletlerin kontrolü altında bulunacak. Böylece ikiye ayrılan Türk devleti Edirne'den ve İstanbul'dan aynlmağı gözüne aldırmadıkça, bü· yük devletlerin dostluğundan ayrılamaz, acaba dünyada hangi menbat tasavvur olunur ki Türkler onun uğrunda önce Edirne'yi ve !stanbul'u feda edeıbil~ sinler? Edirne ve tstaınbul Tür'k milletinin elinde ve Boğazlar büyük devletlerin murakabeSi altında bu- . !undukça Şark' dıa sulh bi!l' daha müebbeden sarsılmaz!
Bütün bu davada esas Edirne'dir. Edirne'si\'! sulh yarnama · bir sıulh olur Id hiç bir devLetin menfaatine uymaz.
UİR
VECİZJ<J
Epey eskiyen siyfi.si bir veeizenin ne metin bir "rukrneti varmış; müverrih V'e diplomat "Thiers•· yetmiş sene e'VV'el demişti ki: "Eğer bir Türk dev· !eti olmasaydı yaratmak icab ederdi" Thiers, ekseri vıataudaşları giıbi zarü değildi, gelişi güzel nükteler söylemezdi, esnaf hilkatliydi, bütün esnaf hilka.tli~er gibi tecriibeperestti, kendi zamamndaki diplomatların görlinüşte en basiti ve en az parlağıydı, akl-ı selimi zekasma gaalipti: Böyle olmakla beraber vatanın karşısına çıkan Bismarck'ın dehasını daha ilk günlerde keşfetti, tam onsekiz sene Meclis-i Meb'usan'ın muhalefet sıralarında Bismarck'ın Fransa'ya oynamak istediği oyunu yorulmaksızın meydana vUrdu, akıbet doğru gördüğünü "zaman gösterdi; •rhiers, zarif değildi, lakin akl-ı selimin binde bir msana hasib olmayan bir bassasiyle mütehallıktı, kendi asrının işlerinde yanılmadı; ~atanı Fransa için bütün söyledikleri nıasıl çıktıysa, Şark mes'elesinde, Türk · devleti için söylediği de ergeç çıktı. ••Eğer bir Türk devleti olmasaydı yaratmak . icab ·ederdi!" dediği zaman Voltaire'in Cenab-ı Hakkın
208
EGtt DAGLAR
vücub-ı vücudwıu
Lsb8.t için bir buçuk asır evvel.· söyl('miş olduğu bir sözü zadfetle tekrarlamakla zarif görtlnmeği kastetmiyordu, çünkü .zarif değildl Garip tesıldUflerle b8.za.n darbımeseller, vectze.. Irer birer va.kıa haline gelirler: Tbiers'in bu sözU de bu son aylarda öyle bir tecelliye mazhar oldu. Thiers'in akl-ı selimi, son Uç senenin here U mercinden sonra bugün herkesi sardı; umumwı akl-ı selimi diyor ki: Türkiye'yi tekrar yaratmalı, cihan sulhwıUn menfaatı bınıdadır!
Herhangi bir coğrafya çerçevesi içinde biır Türk devletinin Şark sulhüne temel olacak kadar siyasi bir ehemmiyeti olamazdı; bu ehemmiyet ancak tarihin TUrk vatanı:nıa çizdiği haritadan -ileri geliyor . Siyasiyatta bir devletin diğer devletlere ihsas edeceğı emniyet dostça temayillleır, müttefiıkçe sa.d8.ka.tlerden ziyade taıbii vaziyetinde meknuzdur. Thiers'e bir zaman, bir Türk devletinin Şark'da vücuduna dair o saralıatli sözü söylıet:en Türkiye'nin taıbii vaziyeti idi. BabıB.li'ye o zamanlar "Bevvab-ı aıi" sıfatım yapıştıran diplomatlar ne söylediklerini biliyorlardı. Lakin Türkiye'nin lUzfımwıu ancak cihan sulhUyle alakadar olanlar anlıyabilir, kendi hasis menfaatierinden başka bir şey düşünmeyen ufaık tefek türedi devleıtler anhyam.az; bir Yunanistan bun:uın d'Sll' ötesini göremez, nereden ne kaparsa kirdır, cih8.nın muvazenesiyle alakadar değildir. Bu yaşa dığımız anlarda görUlUyor kf yunanlılık gayretlerinin en ziyade canım sıkan haberler Şark sul:hunün bir muvBzeıneye istin8.d ettirilmesi tUzflmuna dair olan ha;berleroir. Bu a.dıamla.r bayağı inandıla.rdı ld bir Yunanistan, Yımaın Denizi'nden tutumız da Ka-
BtR Vlid7.J\
%00
radeniz'e Marmara'ya, Adalar Denizi'ne kadar çep·çevre bütün sA.hillerin bUtUn limaniann Uzerine 'OtUrur~ eih8.nın sulhU bundan kaıt'iyen mUteessir olmaz. Bu harita yüzUnden Uç senedir Yunanlılar :zıyk-ı nefes kan ter içinde kaJma·kla beraber mes'eleyi yine aynı bulanık gözlerle görüyorlar, bugUn Anadolu toprağında sıkıştıkları için avlarının bir parçası dan Anadolu'yu - o da lehlerinde birçok karlı şe ı'iitle Türk milletine bıra:kmağa razı oluyorlar. Lakin -bugün sıkışmadıklan- Trakya ve Gelibolu toprağında kalmağı pek taJbii telikki ediyorlar. Yunanlılann bu çok dar görUşUne bakılırsa sulhU bu aylarda beklemek biraz fazla istic8l olur. Yunanistan iki senedir daldığı "bUyük rU'ya" smdan sonra Şark m vaziyetini görmek için henUz bir gözünü ya· mn yamalak açabildi Herhalde bu sulhün hangi sağlam ve doğru neticeye müncer olacağını görmek Yunanlılann bu tek :bulanık gözü ile kaaıbil değildir; Sulh teessüs ederse ancak Şark muvazenesine hadim ol:aeak bir bari· tayla teessüs edecektir. Bu btmyan bir sehpadır ki bir ayağı Trakya, bir ayağl 'lsta.nbul, bir ayağı da Anadolu'dur. Yunanlılann kaa:le almadığı Trakya 'böyle bir temel sütunudur. Sulh Yuna.nlıla.nn giriş tiği Şark pazarlığıyla kaaJbil olsaydı Thiers'in sözü bUyük bir hikmeti tekrar etmez ve bugün Türkiye'yi tekrar yara.tma.k icab etmezdi Yunanhlann Çatalca'dan !staııbul minArelerini görmesi mj cihAnın sulhüne yarar, yoksa blltün -cih8.nın artık su1hUn yüzUnU görmesi mi? Bu menfaat bugün umumi bir kanaat oldu. Çok,. zama:ııt geçmez bir va.ıaa olur. F. 14
liUVVETLER
lUtİSA
VI
Parls'de bir müzMrere daha idr8.k ettiğimiz bu mralard.a gelen bir telg:raf eleni.zmosun suratına. biraz teselli suyu serpti, bu telgraf diyor ki: "Şimdilik lrunet1er müsavı"dir!" Elıenizm:os kuvvetlerin nıüsa viliğ·me bir canıkurtaran:a: sarılır gibi sanlacak. · Madem ki kuvveıtıer müsavidir Kuva-yı Milliyye ile enli boylu bir pazarlığa girişilebilir. Yunanistan'ın istediği nedir? Rumeli'de ve Anadolu'da kopardığıı öz Türk vatanının p·arç.aları, hadsiz, hesapSJZ imtiyıazlar ve tefevvuk. L8.k:in Yunıanistan'ın derdi ne~ dir?. ~erberlik! Uzun, bitmez tükenmez, karma karışık, sonu ne olacağı bir türlü belli olmayan- se·· ferberlik. Ma.deım ki kuvvetler müsavidir, Kuva-yı M.Ulı.yye Yunanistan'la konuşmalı, kral Hudivendigar'dan ve Marmara saJıiUerinden ordularını çeker. Aydın vilayeti i~in · de elbette biT çare bulunur. Yunıarıi~a.n. ihtima.I, ordwannı oradari da birÇok imtiyazlar ve hukuk mukaa:bilinde geri alır; Trakya'da
K.UVV ETr.ER Mü SAVf
2U
Gelibolu'dan bahseıtmeğe hacet vıar mı? Oro.kı.rda Kuva-yı Milliye yok ki! Oralarını da Türk milleti artı:k ileride .t.nşal1ah siyasetle kurtarır! !şte Yunan kafasının bu a.ralık sulhıe temayili ettiği saatlerdeki mülD.ha.2Jalan. Bugün kuvvetLer müsavidir. Fakat bu kelimedeki "bugün" siyasiyatta ciddi telaffuz edilmiyecek kadar çocukca bir tabirin doğru bir manası varsa o da Kuva-yı Milliyye lehindedir. Geçen sene Türk kuvvetleri sıfırdı. Bu sene Yunanistan'a müsavidir! Geçen sene Kuva-yı Milliyye bmo sürü asi, serkeş, Anadolu'ya Yunanistan'ın medeniyet, adAlet, hürriyet getirdiğine inanmayan bir alay komitacı, hasılı eşkıya çetesiydi. Bir sene sonra yam bu sene müseUem ve muhakkak bir ka.zıyyıe oldu ki o kuvvetler Yunanistan'la müsavidir! Madem Yunanlıla.ı· se'Viriiyor ki kuvvetler müsavidir, bu müs5.vilik narnma yalnız onlann kendi lehlerine irad edeceği sulh şartlan mesmu' olmaz, bir de mi.i.sa vi derecede Türk milletini dinlemek gereh.'tir.
Yunanistan fütfırhatmı en ziyade şimdiden sonra Şark sulhunUn k5.fili olmak vazifesine istinad ettiriyordu; Türk milleti de bu vazifeyi deruhte etmeğe naını.ettir, hem de namzetliğinin şeraiti delilli, bur.han1ı, isbatlıdır bu vazifeyi bugünkü siy5...'3i Avrupa teşekkül etti edeli, iki yüz seneden beri pek mükemmel olarak ifa etmiştir; bu vazifenin hüsn-i lfasına ala.kadar olan büyük devletlerle menafii müş terektir. Fa.iıa olarak Türkler, Yunanlılar gLbi '?{enophobe", t:ı:cnebi di.işma.:m, ecnebiye lwndi top-
212
E'GtL OAl~!../U{
rağında
tahammül etmeyen bir millcl dt..-ğillerdlr. ve insandırlar; Türkler Şark muv.dzen.esi.ndc en iyi istinadgah olmak iddiasmda:dırıa:r. Bu 'Vazife· nin başlıca şartı kuvv~. MB.ziyi hertaraf edelim, Türkler n8.mma dıa edilleden sakınalı.m, bugiinün takdirini nılyar olarak alalım: Bugiin kuvvetler Cönıerd
müsiı.vidir!
Bugün Yuıııanistan 1!kın:a. sıkma, kendi mülkünden maada, bUtUn Türk topraklarındaki Rumiann da efradını, parasım, teşkilatını, ianesini, propagandasım en zorlu bir yekfuıa iblağ ettiği bir devrede~ dir, bununla beraber bu yeldin neye müsavidir':' Kuva-yı Milliyye'ye! Kuva-yı Milllyye Türk milletinin dörtte biridir, belki o bile değildir, yaJnız işgaal edilmemiş Türk vilayetlerinin ahalisinden mürekkeptir, son iki senede topunu tüfeğini, giyimini kuşa.nmu, mülıim.matmt, nakliyesini nasıl tedarik etti, Allah bilir! Maamafih bugtin, resmi ibir takdire istinaden, Yunanistan'la müsavidir! Geçen sene bir çete iıken bu sene Yunanistan'a müsa Vi olan bir kuvvetin, gclecek seneld keınılıiyet ve keyfiyetihi dUşilh.m.fYecetk bir' rukı1 sahiıbi var mıdır?
Şark muvazenesine i:stiınadgah olaook devleti elbette "bu gUn" ün takdiriyle tahani ~ek dur-binane olmaz. Türk milleıtiırln ancak dörtte biri olan, Kuva-yı Milliyye, Yunanista.n'ı iki defa İnönü'nde inlete bılete döğdü; bugünün bir de ya.nnı vardır, asıl ttibar da yannadır. Ti\rk milleti Trakya'da, Hu dtvendiglr'd:a, Aydın vilayetindeld bütün nüffısunu toplanarak, tabit ahvaJ ve 7.1.1rUt' içlıide teşekkül 4
KUVVETLEil MOSAvt
edeme Şark'da sulhün muvazenesine öyle metin bir istinadga.b. olur ki, büyük devlet.Jıer müebbeden ,emin olaıbihrler.
Türk devletinin Trakya, İstanbul ve Anadolu üzerinde teşekkillU Şark'ın sulhU en ziyô.d.e katil bir kuVV'etin t:eşeik:külUdUr; o kadar ki bu kuv~ veti adeta sulh ü salô.h namma tabiat teşkil etmiş tir, zannedllir. O kadar muvb..enelidir. Bu esas üze.. rinde müteşekkil bir Türk devleti ye.kvUciıdken bUtun serseri unsurlaruı istm.aına karşı durur; fazla olarak da Şark'ın sulhune alakadar olan büyük devletlere varlığının esbô.bıylıe bağlıdır. Boğazlar büyük devletlerin murikabesi altında olduğu için, Türk devleti onlann vif·a.k ve ittifRkından ayrılamaz. Trakya ve İsta.nıbul'da TUrk hlkimiyeti Türkleri can da.marla.nndan Garb'a bağlı tutar. lttifaldanıı en kuvvetlileriyse böyle, tabii olanlandır. Heyhat ki bütün bu edilleden daha hayırlı bir müdi.fiimiz varsa, o da Anadolu'da bir avuç Tür· kün bir sene içinde, Yunanistan'a. karşı çıkardığı Jruvvettir. Bugün o kuvvet Yunanistan'a mtısavi olduğu için ber-ha.yi.tız, yann artacağı 2l8.IIlan ha~ yi.tımız büsbütün zaman ı altmda olur. Anadolu'da bu milleti en sadık, en temiz, en nô.muslu, en vefakar, en yürek sB.hlbi oğullan mtıdiüaa. ett:.ikçe yarın dan da Umidvam:. esas~
>
2'/(nnan; kefiilet.
SON
0\'UN
Uşak ve Bursa cephelerinin mtWaffer genç za~ bitleri, muzaffer genç neferleri, iyi bilsinler ki düne kadar vatanı, milleti Osman'ın Fatih'in, Yavuz'un nıuka;ddes ha.tıralannı müdiiiata ediyorlardı, halbukı bugün bunlardan fazla bir şey daha müdafaa ediyorI&-, bu fazla şey son kazandıkları muzafferiyettir! J.!Net, Yunan, suratmdan mağlubiyetinin lekesini sı yırıp atmaik için, bugün her şeyden fazla muzaffeı· lnönU zabitlerinin ve neferlerinin alınlannda parlayan muzafferiyet nurunu, karmanyolaya getirip, ıç:almak istiyor! Yunanhlar mağlubiyetlerinden :ı:nanen muztarip değiJdirler, an asıl asker ve erkek bir kavim olmadııklan için aslrerliğin şanından hiç biır ııaman nasiple:ri yoktur ve şeyninden de .zerre kadar utanma2b.r; YunanlıLar maddeten muztariptirlıer, Ust üste, .Dti defa İnönU'nde kaçışLarı ciharun efkarını aleyhlıerine çevirdi; mağliibiycilıerinin rez.1leti günden gii-.
SON OYUN
ne e.yyfika çlk:tığmdıan davaJıarını kaybetmek üzeredn:1er. Binaena1eyh Yunan erkan-ı harbiyesi her· ne yapıp yapıp, önce bu mağlubiyeıtin lekesini sil~ mek için çırpınıyor. Uşak ve Bursa cephelerinin muzaffer genç za~ bitleri, ·mtwaffer genç neferlıeri iyi bilsinlıer ki Yunan erkan-ı harbiyesi ve propaganda kuvvetleri maıksat larına varmak için bu aralık sulhün pek yakın olduğundan, muttasıl sulhden bahsettirip dunıyorlar, ta kı sulhün bugünlüik yarınlık bir mes'ele olduğu kafalarıımza yerleşsin, müdafaa gıevşesin, mukaave-met hararetini kaybetsin, cephelerimiz bir Yunan karmanyolaısma daha elverişli bir hale gelsin, işte o zaman Yunan Kralı, ölüm korkusundan titreyen, taba.ru gevşek alaylarını bir daha Eskişehir önüne sevkedecek, aklınca Türk ordularını yenecek, sonra cihanın efkar-ı umumiyesine mağrilrane dönecek: "İşte! Ben Kostantİn! Eskişehir' e geldim, gördüm, yendim!" diyecek! Yunanlıların son planları, son oyunları, son manevraları, son ham hulyaları budur, bu karınanyola plamdır; bununçün mattasıl sulhün bugün yarın hemen akdedilrnek üzere olduğunu, bin· bir gizlı vasıtayla yayıp duruyorları Muzaffer genç zabitlerimiz, genç neferlerimiz inanabilirler ki önümüroeki Teşrin-i Evvelde al bay· raklarımız İzmir rıhtımında, Bursa'nın Rünkar tül"belerinin kapılarında, Edirne camilerinin cephelerinde~ Manisa ve Aydın'ın lnşlaları üzerinde hasılı bütün esir olan şehir, kasaba ve köy1erimizin penceTele~ rinde ve göz bebeklerimiz olan kendileri, evlerindedirler; önümüzdeki teşrinlerde sulhün böyle taıkar rur edeceğini bugünkü siyasetin takvimi gösteriyor!
EGIL DAGLAR
Lakin o zamana kadar Yllll!an ıkına SJkma cehd edecek, imhanuz programını ~rine getirmeık için biraz daha debelenecek, fınldaklar çevirecek, şimdi her şeyden önce düşUndUğU, mağHibiyetin yUz karasmdan kurtulmak çireleridir. Uşak ve Bursa cepheLerinin mumffer zibitleri ve muzaffer neferleri iyi bilsinler ki ka.za.nd.ıkla.n o mll2Jafferiyetler Kosova, Niğbolu, V arna, Kostantaniyye, Çaldıran, Mercid&bık ve Mohaç muzafferiyetlerinden ihtiva ettiği ma.na. itibariyle hiç farklı değil, hatta o mıwafferiyetleri unutulnıa.ktan kurtardıkları için Allalı ve Peyga:m.beır indinde daha başka türlü makbftl ve mübarektirler; Osmancığın öz ev 18.dlan, onun hatıra.sma s8.dık kalmış olan çocuklar, muzafferiyetlerinin şan ve şerefini canların dan fazlıa bir i:lıt.i:ınam.l:a korusunla.r, çünkü isl8..mın tarihinde rfth-ı Peygamberi en ziy8.de hoşnfıd eden §all ve şerefi oııla.r kaza.ndılar; o muza.fferi~tin nfiru onların almlarında. durursa, sulhUn perisi gelir, ummaıdıklan, belOOınediıkleri bir anda almla.rındruı öper, millet lzmir'iyle Edirne'sinıe, onlar da evlerinde sevgilllıerine kavuşurlar. Yunan'ı
bugün Anıadolu'da cephe önünde aciz, cephe arimsında korkak, perişan, am.anıa. dUşmUş görüp de sulhUn muhakak olduğuna hükmetmek bizi hiç ummadığunız biır uçuruma sUrUklıer, bu sulhUn n.ihAyetine ermek için geçecek birkaç merhalo daha. vardır; Yunanlılar dişlerini :marıcıkca. ge<;ir· dikleri Türk vatanının etinden bugtinkU izmihl!llerine rağmen kolay kolay ayırmazLar, çene kemikleri tamB.mıyle gevşeyince çekilir giderler; bu aylaırda lımir ve Edirne için ne kadar debelenecekle-
SON OYUN
217
:riıı1,
kaç dereden su geti.reeeaclerlni görecegız; bu hem Hak, hem de Şark muvazenesinin bütün mantıkı bimen tarafadır, lAkin Yunan gibi bir düşmana karşı bütün edille beş para etmez, bugünlük en büyük delilimiz Anadolu cephesidir na-bemevsim
davadıa
ve na-bemehal sulh hav8.d.iıslerinin uyuşturucu hav·ası o cepheye uğram.amalı. Anadolu cephesi bizim rühlarımıza çeliıkten bir hava verdi, biz ona o havayı bWandınp uyuşturduktan sonra iade ediyoruz, ne yıaptıtJmızın farkında mıyız?
ÇARE-İ
IIAL
Eğer Takya -Anadolu mes'elesi, Anadolu'daki haro kat'i bir netice vermeden doğrudan doğruya büyük devletlerin tavassutıyle bir neticeye ererse bir tek çare-i hal vardır. Bu çare-i halli hissiyat-ı milliyemizden bir an tam&nııyle tecerrüt ederek mutalaa edebiliriz. Üç büyük devlet, İngiltere, Fransa ve İtalya Devlet-i Osmaniyye'ye gaaliptirler; yalnız gaaliplik~ leri itibariyle değil öteden beri de Şark muvazenesine hakimdirler. Maddi ve ınanevi menfaatleriyle ::ılakadardırlar; Şark'ın sulhünde ancak bu büyül< devletlerin sözü muta' olur. Türk milletini temsil eden Anadolu Hükumeti iddia ediyor ki sırf milli hududıyle çevrilmiş bir Tüvk vatanı biiyiik devletlerin menafiiy1e müşterek me.. nafie müsteniddir; Yunanistan Tiirk1erin vatan ve millet varlığını inkar ve imha. eden bir engeldir; bu engel ortadan kalkarsa gaalip devletlerin mağlup
ÇARE-l HAL
219
Devlet-i Osmaniyye hakkında vereceği hükm-i adalet yerini bulur; o zaman derhal meydana çıkar ki Türkler Şark'da, düşmanLarının muttasıl işaa ettiği 6ib. bir ığtişaş unsuru değil, bila.kis sulhkardır. Sulhün mer..afiihe, Şark'm muv~enesine hadim bir unsurdur. tki sene keşmekeşten sonra Türk musaiahasının bu kadar gecikmesine başlıca sebep Yunanistan'dır. Anadolu'da karşı karşıya bir Türk-Yunan cephesi kaldıkca sulh daha ziyade geeikecek tir, Bu cepheterden birinin yıkılmasıyle acaba derhal sulh teessüs edecek mi? Bu nokta da cay-ı sua.Idir; Ceneral <Gotaaud gibi gerek askerlik gerek de siyasiyatta :SÖZ sa.lübi bir insan başta olmak üzere büyük bir eks~riyet diyor ki, Türk cephesinin Eskişehir'de hatta Ankara'da inhilali kaabil olsa yine bu i~ bitmez tali'-i harbin Yunan lehinde en müsait bir -cilv~siyle hat boyunun Türkler tarafından ziya'ı, 'kat i bir netice olacağı çok yanlış bir faraziyedir. Ka~.ide ber-akis olmak üzere Yunan cephesinin çö;ZÜlüp Anadolu'dan çekilmesiyle de yin·e sulh elde edi!Pt·ez. çünkü ortada bir Trakya mes'elesi kalır. Lakin bütün bu musalaha bir Türk-Yunan da:vası değil, doğrudan doğruya büyük devletlerin alakadaı olduğu bir davadır; oıılıarın menafü hem gatebeleri hem de alakadarlıklan nokta-i nazarından .ön !,afta gelir. Anadolu'da bir Türk- Yunan cephesi oldukça ·vesait-i siyasiye ile sulhe vanlamıyor. Yegane çare-i ·haı önce harbl·e sulh arasında iki yahut üç aylık bir :zaman fasılası· koymaktır. Bu fasılada seferberlik· ten usanan, terhise susayan Yunanistan ordularım
EGIL DAGLAR
Aıııa.dolu'da.n
ve Trakya'dan çelrer, o ınıntaJta.Iarm. zirnam-ı idaresini, sulhün tamamıyle wkdi ve ~ süsıine kadar büyük devletleriın komiserleri, kuman·~ danları, zabıta ve jandarması ele alır; gerek Yunar· nistan, gerek de Türk milleti bu mmtakalar haikkın da büyük devlıetlerin vereceği hükmü beklerler. Bı.i müd1et zarfmda gerek efk.ar, gerek de hlssiyat. başka bir reviş, başka bir şekil alır, iki tarafın sulh istidatları dıa tamamıyle meydana çıkar, bir emniyet vıe itidB.l devri açılır. Biz zannediyonız ki doğrudan doğruya sulhe götUrecek en kısa en kestirme yol bu ç8.re-i haldir. Oç senede bitmiyen Şark mes'elesiıni üç ayda yatıg..· brır, yoluna koyar.
YENI MERRALE
Jnşalla.h İstanbul matbuatı,
Landra Konferanzamandan sonra yaptığı gibi lJu sefer de havadisi, coşkun köşklü gi!bi, hadisatın önünden koşturmaz, biraz müteenni davranır, vereceği havadialeri hiç olmazsa hadiselerl<e rut başı yürütür, nikbinane tel8.şlar1a ahvalin tadım kaçırma.z, inıkıcıa.r-ı hayal ihtimanerini de göz önünde tutar. Hatırlardadır ki Londra Konferansı'na çağrıl dığımız zaman bu keşmelreşin artık bitmek üzere bulunduğunu kaviyyen zannedenler arkasından İnönü Muharebesi'ni daha sonra da Yunan cephesinin a.rkıasmdaki faciayı gördüler. Gerek !stanıbul'un milli matbiiatındıa, gerek de kıaıarlleriınde görmek istediğimiz biraz teenni ve iti· da.Idır. Yoksa bu sefer sulhü ümid atmiyelim desı'ne çağnldığımız
meyiz..
Biz de kaa.niiz, bu girdiğimiz merhale ciddidir, Londra Konferansı'ndaıki vaziyete benzemez; Londra
222 Konferansı'nın
EGİL
DAGLAR
ne müsbgt, ne menfi bir hassası varBu sefer bilakis ortada müsbet bir hareket vardır ve iki seneden beri ilk defa oLarak bu hafta sulh ti salaha doğru bir adım a;tıldı. Devletlerin son kararının Atina Hükumeti'ne ifham edildiği daha şayi' olmadan iki gün evvel bu sütunda., diyorduk ki, çare-i hal ancak Anadolu ve Trakya'yı önce Yunan orduLarından talıliye ile bulunmağa ba;şlar. Çok gecikmeden devletlerin kararı şa.fi' oldu. "irakıa bu karara gerek Atina'nın, gerek de Beyoğlu nun şımarık mavi verakpareleri daha şimdiden: "Bakalun Yunan Hükumeti bildiği gibi harekeıt etmekten vaz geçer mi?" yollu yavelere cür' et ediyorla.r. Fakat bu ağızLardan ziyade işin ledünniyatma bakmalı. Asker vermeksizin vatanperverane pal·.karyalık eden Rum muhlti istisna edilince, asıl seferberliğin yükünü, kasıldıarı çatlarcasına, taşıyan Yunanlılık muhlti hiç şüphe var mı ki devletlerin kararını haber alınca sevincinden hopladı. Asıl Yunanıüığın bir seneden hatta daha fazla bir zamandan beri özlediği neydi? Bir ayak evvel Anadolu sefe!"berliğ:nden yakayı sıyırmak, Trakya'yı da çok fazt·. askeri tehlikesi olmayacak bir kılığa sokmak, ondan sonra yan gelmektir. Asıl Yunanlılığın hruet-i rfıhıyesinden drahmisine varıncaya kadar bütün vaziyeti için devletlerin son kararı bir şah-ı darudur. Bum:. bilmeyen de var mı? Hakikat pek çoktan beri bövlt' olmakla beraber yine unutmamalı ki bugünkü kal hükumeti kendi programı, kendi arzUları haricinrlu döğüşüp uğraşıyor, bir defa Yunanistan'ın kend ;ni kaptırmış oLduğu fütfı.ha.t akıntısına kürek dı.
YENI MERHALE
çekmek şöyle dursun bu akıntı ile sürüklenip gidiyor, kendi iradesine değil, rakibierinin iradesıne zebu!';dur, kendini tezkiye için rakibierinin fatıhane ağızlarını kullanarak yerinde tutunabiliyor. Atina gazetelerinin ağzına, kararın Atina medisınde müzakere edildikten sonra cevap verileceğine ba.kılirsa Yunanistan, için için özlediği terhis ve Anadolu'yu tahlıye keyfiyetille açıktan açığa yanaşmaktan henüz çekiniyor. !şte Yunanlılığın karan bugünlük telakkisi zahiren bu. F'akat son karan veren devletler J:ıu vaziyette yalnız hüküm değil doğrudan doğruya Şark sulhüne alaıtadardırlar. Verdikleri kararda bir büyük mana vaı kı kimsenin nazar-ı dikkatinden kaçmadı. Anadolu 'nun tahliyesini teklif etmeleriyle Yunanistan ·ın Şark muvazenesinde istinadgah olmak rolü tamamıvı~ iflas etti demektir; şimd1den sonra bu rolün Türk devletine tefviz olunmak lüzfımu kendiliğinden hasu oluyor demektir. Şimdi Yunanistan ortada, bir sürü çapraşık sebeplerle, Türk vatanından toprak isteyen bir yağmacı vaziyetinde kalıyor. Lakin m es ele bu suretle ikiye aynlmış oluyor, biri Şarkm sul!ı.unü en sağlam temel hangisiyse o temel üzerine otu.. tmak ki devletlerin kendi menfaatleri noktanazarından ilk düşünceleri bu olabilir; ikincisi de Yun.;.nistan'a şimdiye kadar verilen dünya kadar araziden başka bir parça arazi . daha vermek ve doymak bUmiyen elenizmosu susturmak, bu ar8.7.J tavızı Anadolu'dan kaabi1 olamadığı gibi Trakya'dan bilhassa hiç kaabil olmaz. Birkaç defa dediğırniz gibı gaalip devletlerin yeni teşekkül edecek küçük Türk devletine Trakya'yı bırakmaları mantık mUk-
224 tez.isıdır. Bir ayağı Trakya'da ve Istanbul'da olıaca:k Türk devleti bilmecburiye Garp siyas·etine mü.sıtenid bir devlet olur, gaalip ve büyük devletlerin itilafın dan coğrafi mecburiyetle ayrılamaz. Trakya bu işte temeJ taşıdır. En basit bir muhikeme ile derhal a.nl~ılır ki Trakya Türk devletinde kalmakla Şark muvazenesine yarar, Yunan eline geçerse bilakis BaJka.nlar'da sulhü zehirler; Bulgaristan tek durmaz, Şark muvazenıesi bir daha bozulur. Hasılı iki buçuk senelik vekaayi' gösterdi Id Yuna.nistan'ı Anadolu'dan kan'Un-ı tabiat ifraz etti. Takya'dan da ifraz edecektir. Bugün kan'Un-ı tabia· tm. tecellisine devletlerin karan ş8.hiddir. Biz sevinirsek havarus leltimizdedir diye değil, hadisat lehmıizdedir diye sevinmeliyiz. Son iki buçuk senPnin doğru ve şaşmayan yekılnu bize yegane rehber olmalı; havadisi hadisattan birkaç adını önde koşturmak usulü bize zararlıdır. Bu usul yüzünden hem va.k'ayı doğru görmüyoruz, hem de ik1de birde na-bemewim ümkllerle, na.. bem:.'Uı8.1 inkisar-ı hay8.llere düşüyoruz.
OEVAPTAN SONRA
Atina Htlkfuneti devletlerin karS.ıma firaklJ üslubund.a bir cevap veriyor. Bu cevft.ba bakan zanneder ki sulh akdedilirse anca.k ve ancak, mihı·er-i a.ıem olan; Yunanistan'ın tafrafüruşane iısteklerine, cihangirane dilekleriılle göre akdedilebi!ecek. Hu.kuıktan, fedakft.rlı:ktan, hizmetten b!his o tarb1tanca mukaddimeden sonra, elenizmos "evet" y8.hu1 "hayır" demekçün önce şartlan ve Anadolu'· daki mağlubiyetlerine mükft.faten ne kazanç elde edecE-ğini sarahaten öğrenmek istiyor. Bu cevapla Atina Hükumeti sulhü ihmal değil biraz daha imhft.l ediyor; iki buçuk sene kendini Şark ·ın miliveri zannetti, o kadar mft.lihulya müptıel~l bir kafa öyle birdenbire iptilasmdan kurtulabil.i!' mi? Maamft.fih bu i1k adımdır. Çok zaman geçır.ez anlar ki ·Şark'da kendinden evvel söz sahipleri büyük devletlerdir. Şark'ın sulhü onların men&atierine, a.rzilliırın:a, reylerine göre aıkdeclilli. BüF. 15
name
ZZ6
EGlL DAGL\Jl
yük devletler, müşterelren, ilk menfa.at olarak Şark'ıu istinad edeceği muvazene miliverini öne sürüyorlarr bu müşterek ve umumi menbat önünde kendi husiisı menfaatlerini bile ikinci sa.fta bırakıyorlar; artık Yunıanistan'ın küstahea istekleri ve hukuk dediği şarlatanca menfaa.tler bu balıiste kaçıncı safta k.ıalır?
Yunanistan'ın
ettiği ar8.zi Şark'da sulh temellerdiT. Yunanistan bu temelleri müşterek, beynelmilel sulhün zararına olarak istiyor, ve tarih-i alemde şimdiye kadar tesa· düf edilmemiş bir cür'etle yaru mağliibane istiyor. Bu arazi kendine verilmediği takdirde elinde bir vB.dıta var; o vasıta da bu keşmeıkeşi ilelebed sü· rünctmıede bırakarak ciıhanın muvazenesini tehdid
iddia
bünyanmın kurulacağı
etm~.ktir.
Biz kerratla bu sütunlarda dedik ki Anadolu'nun ordulan Yunan istilasım def'etmekle yalnız Türk hukuukunu değil, Şark'da sulhün muvazenesini de müdafaa etmiş oluyorlar. Bugün akıbet tecelli eden hakikat nedir? Şark'ın muvbenesini sağ lam bır istinS~dgah üzerine vaz' etmek değil mi? Bu· güuUr siyasetini nazar-ı dikkate almakla Anadolu' nun ne kadar hayırlı bir kuvvet olduğunu bey:n..clmilei bir şehadetle tesbit etmek lazım gelir. İki sene keşmekeşin bugünkü yekiinu budur:: Yunanistan Anadolu'da Türk milletine mağliıptur~ magiiibiyetine mükafaten birçok arazi istiyor, bu arazı kendine verilmezse Şark'ın muvazenesini tehdid ediyor. Türk milleti, en aciz ve dağınık bir halde kalr·.ıasına rağmen, Yunanistan'a gaaliptir; galebesine mükafaten hiç bir arazi tavizi istemiyor. Bi-
CEVAPTAN SONRA
227
likis Harb-i Umfuni'de büyük devletlere mağlüb old.ıığundan, onlarla mağlubane sulh oluyor ve yalnız Rumeli'de ve Anadolu'da i:ki Türk vilayetinin kendine bırakılmasıyle küçük ve milli bir devlet kalmak ve bu kadar arazi kendine bırakıldığı takdirde Şark'~ muvazenesine bir zaman asırlarca olduğu gibi şim dider~ sonra da nigehban olmak i.stiyor. 1 unanistan iki senel.iB vekaayi'in bu yekünunu bermfıtad şarlatanlıkla, propaganda ile, safsata ıle yine bulandırabilir. Binbir vasıta ile gözleri yine efsunl:l.r, bir kısım efkara akı kara, karayı ak gösterir. Yunanistan orduca bittiği gibi faaliyet-i siyasiyf'ce henüz bitmemiştir. Fakat bütün bu faaliyeti hak!\ında binnihaye verilecek hükmü ancak imha.I ettiı meğe yarar, ihmal eıttirmeğe yaramaz. Devletler kendilerine Anadolu tahliyesinin şart ıarım soran Yunanistan'a ne cevap verecektir, bilemeyiz. Yalnız umanz ki bu cevapta, her şeyden evvaı Şark sulhunün muvazenesini düşüneceklerini beyan edeceklerdir. Ondan sonra hükmü beklemek kalır
ASIL BAHlS
Beyanat, telgraf, karar hasılı el altından kUrsU üstünden gelen bütün Yunan haberlerini, eleyip beleyip bir yekun çıkardıktan sonra anlaşılır ki, Yunanistan Türk vatanının etine geçirdiği iki pençesinden birini, Anadolu'dakim gevşetti, oradan çekrneğe haz!rdır, şartlan anlamak, teminat isternek ağızlan buna alamettir; lakin diğer pençesini, Trakya'da.kini, tırnaklannın bütün hırsıyle çevik bulunduruyor, çekmek istemiyor, son günle!.'de Gunaris'in Trakya şehirlerini tane tane sayarak, damdan düşer gibi vatandaşianna verdiği teminat bunu gösterir. Kah Londra'dan, kah PB.ris'den, bin türlü renkte, sur~t-j hakdan görünerek uçurulan telgraflar Trakya'nm Türk milletine i~desini gayr-ı mümkün gibJ göst(·nnek istiyor; lakin üç seneden beri bu telgraflar bahsinde Yunanlılann marifetlerini biz de öğ ren lik; artık gürültüye pabuç bırakacak kadar sUdil değiliz. Bu aralık Trakya hakkında, Yunanlılar dan başka hiç bir devletin kendi hesabına beyanatta
ASIL BAI-IİS
22S
bulunmak, telgraf çektirmek, te1ıefoo etmek gi:bi kayidra.k ederiz. Yunanlılar var lruvveıtlıeriyle herkesin fikrine yer!P__ştirmek istiyorlar ki Trakya'nm, Gelibolu'nun Türklerde kalması bir tehlikedir; kendilerinde kal· ması i:se ciharun sulhü için bir zamandır! Yunanlılar bu maskaraca yalanı söylemekle acaba ne kazanıyor ; farzedelim ki yalanıa efkar-ı umtimiye şim dilik aldanır; lakin acaba hali perde arkasından olduğu gibi gören re'siıkardaki siyasiler aldanırlar mı! Bu diplomatlar, Yunanistan'ın en talihli, en müseLlah, en müsaid bir devrinde silahsız Türk milletine, hatta o milletin bütün değil ancak bir kıs mına Anadolu'da nasıl mağltib olduğunu görmediler mi., Bu iıki senelik macerada yaıkından yakma tec· t"tibe ettikleri bir zilbidi Yunan devletinin, arb.k Boğaz'larda cihanın sulhunü müdafaa edebileceğine inanabilirler mi? Müberhen bir haıkikatbr ki Yunanistan'ın Trakya'd3 bırakılması Şark sulhü için malız-ı tehlikedir, çünku bu devlet Rumeli'de ergeç bir Bulgar • Sırp taa~ruzuna maruzdur. Bugün Anaıdolu'da Türk mil· letin:n bir kısmına yenilecek ...••. olan bu devlet artık müteşekkil ve hazırlıklı bir Bulgar devleti karşısında ne yapar? Bahusus o Bulgaristan, Selanik mes el esinde, Sırbistan 'la müttefik olursa, artık nasıl bocalayacağım tasavvur etmeli. !şte Yun~stan bugiinkü haline ve bugünıkü hillnden derhal istihraCl olunan istikbiiline bakmaksızın, Tralrya'da kalınakla Boğazlar'a nigehbanhk etmek iddiasmdadır. Boğazlar'dan küçük devletlerin balısedişi giitünçtür; çünkü Boğazlar şimdiden SODTa büyük dev· gısı olmayacağını
Z30
EGlL DAGLAR
letlerin m urakabesi altında bulunacak; müdafaasını da onlar belagaıı ma-belağ kafildirler. Trakya ve Gelibolu'nun büyük devletlerle aıılaşacak olan Türk devietme iadesi ise başka bir nokta-i nazardan büyü~ bır ehemmiyeti haimir. O elıemmiyet de budur: Yalnız Anadolu'dan müteşekkil bir Türk devleti büyük Garp devletlerine tabiaten emniyet bahşedemez, çünkü tabiaten bu Asya devLeti muttasıl ya Rusya'nın, yahut da Asya'nın tesirleri altında buluuur, kendini muttasıl o cereyaıilara kaptırır. Lakirı Türk devleti bilakis, önümüzdeki musaHiha ile, Tralrya - İstanbul - Anadolu temelleri üzerinde kun...lursa, tabiaten, İngiltere, Fransa ve İtalya'nın murikabesi altında yaşar, onlardan hiç bir suretle ayrılamaz. Bu devletler Boğazlar'a hakim olmakla Tür!\ devletinin mukadderatına da hakimdirler: Türkler bu vaziyetbe Asya maceraperestliklerinden mütevakki, tamamıyle Garp siyasetine ram olurlar, çünkü Türklerin nazarmd:a hiç bir emel, payitahtlan !stanbul, ikinci payitahtları Edirne, 'lütün mazilerinin merkadi olan Gelibolu kadar muazzez olamaz. Kerratla dediğimiz gibi bir daha diyelim ki bütün bu davada her şeyden evvel hallolunacak dava EdLrnt davasıdır. Türk milleti Trakya'ya bir defa yerleşirse bütün siyaseti, tabiatiyle, büyük devlet· lerin rızasına göre çarçabuk tekamül etmeğe başlar. Artık bu siyasi bir aıkide olmalıdır ki Türk devleti menşei olan Trakya' da kalırsa gaalip ve büyak devletler, Türk devletine, Sevres Muahedesi'nden bin: kat daha iyi ve sağlam bir vasıta ile nigehban olurlar.
KRAL
KARN AV ALI
Biz de
pa.dişahınıız
Orhan'la
Bursa'ya girdikti, lakin Kostantin 'In girdiği gibi değil. Yunanlıların
bir kraliarım gUnün birinde palikaryanın biri vurdu, Edirne·ye göt.ürdükleri krallarını bir maymun· ısırdı, Bursa'ya getıı·aikleri son krallannı da günün birinde ne neviden bir malıluk sokacaktır bilmeyiz ama, her halde on S(nedir aynadıklan bu nümayişkarine, türedice, bu ~ığırtkanca oyunlar muhakkak bir talihsizllide bitiyor. Kral Kostantın İzmir' e gelince bu acib unsurun şapkaları havaya uçtu, Bursa'ya girince kim bilir ne yürek çarpıntıları geçirmiştir. Yunanlılar zannediyorLar ki Anadolu salınesme kıralı getirmekle Tür Kıeri korkuttular, ye' se düşürdüler, üzdüler, hissen kalben perişan ettiler; a.h zavallılar bilmiyorlar ki gonüllerimiz . onların bu nümayişleri yüzünden bir iftihar hissiyle doldu bile. Yunan ordulanyle bir sene harbden sonra, muzaffer olduğumuz bir Selanik'e
soktukları
EGlL DAGLAR
232
. nihayet krallan da geldi. Yalnız bir milletin önüne gelmiş bir kral! Bu manzara kalbinde zerre kadar asalet, mertlik, insa.nlık hissi kalmış olanlan nıe ta!'2ld:a mütehassis eden manzaralardandır, biliriz. Ve eminiz ki Avrupa'da. köş')de bucakta, bu manzarayı insan gözleriyle seyredE:nler vardır, eminiz ki bizi ve Yunanlıları bu. mar..zarada görürken hükümlerini veriyorlar, eminiz ki Yunanlılarııı ve gayretkeşlerinin neşriyatı, gayreti, hiyleleri bütün i.nsaniyetin gözlerini efsunlamadı, onlar o insanLar, Yunıanlılarııı ve gayretkeş lıeri::ıin iıki seneden beri bi:r türlü hissedemediği hicab:t hissediyorlar... Evet Yun·anlılar Harb-i UmUmi'den mağlıip çıl-r m.ış, gaalipleriyle mütareke aJkdetmiş, silahlan alın mış bir milletin üzerine saldırmaık hicabını hissetmediler, dört beş parçaya aynlmış o milletin yalnız. bir parçasıyle döğüşürken İskender-i Kebir'in nutuklannı söylemekten sııkılmadılar, o bir avuç insana. iki defa üstüsrte mağlıib olduktan sonra kra.l.lannı da Imrş. getirmekten utanmadılar. Hayır, küre-i arz üzerinde başka bir millet Yunanhların bu yaptıklanm yapamazdı; en büyük siyasi menfaatlere mu:kaabil olsa bile, insanlığın eze1i ve ebedi vekaanm, haysiyetini, temkinini bu derece: aya:klar altına a1amazdı. Yunanlılar yalmz maddiyetperest olsaydılar, maneviyata hiç ehemmiyet vermeseydiler bir şey· demezdik. Lakin zavallılar kurfin-ı vusta kafalı bir' unsurdurlıar, hurafe-perestt.irler, mekteplerinde hala utheologica" görürler, batıl aJddelere tarihi tefe'ül·· lere hararetle ehemmiyet verirler, maneviyata. bu ka-anda,
başına
ayağımıza
KRAL KARNAVAU
233
dar ehenmıiyet veren bu unsur man-eviyitın ulviyetlerinden bu kadar nasi:psimir. Kendi başına kalmış bır milletin karşısında bugün kraluu önüne katarak yaptığı çirkin nümayişkirlığın çirkinliğini hissl'.demiyor. Bilfukis seviniyor, alkış tutuyor! Hürriyeti için kendi başına döğüşen bir demokrasi ile bi~ kralı karşı karşıya görmek, hem de Harb-i Umümt'd~n sonra bu gözümıüz önündeki gibi görmek elbette Avrupa'da birçok hürriyetperverlere giran geliyor! Evet eminiz, insanlık, civanmertlik hisleri bu alemde büsbütün zail olmamıştır. Bugün, bu halde iftihar edecek acaba kahramanane ve gaalibinıe döğüşen bizler miyiz? Yoksa tel örgü arkasında Anadolu şehiTlerini iıki mağlübi yett..P.II sonra, kral1arı b~ta nümayişkirine dolaşan onlar mıdır? Biz bu halde müftehi:riz. Maziye gelince, onunla kalbimiz doludur; biz de p§.dişihımız Orhan'la Bursa'ya girdikti, lakin kostantın'in girdiği g~bi değil, biz dıe padişahımız Murad'Ia Edirne'ye giroiıkti, lakin Yun·an kralı gibi değil, biz de pidişahımız Murid-ı Sani ile lzmit'e girdiktı, lakin Kosta.ntin'in son ziyareti gibi değil, biz de lstanbul'a, Rumeli'nin, Asya'nın birçok şehir terine girdikti; o girişler birer destandı. Yunanlı mm bu karnıavalına benzemez. Bu karnıavallarla mazbıin aynaarndan o hakiki destam silecekler mi!
YUNANCA
DARB
Kral Kostantin ve Yunanlılık da er geç akıbeti görecek.•• N eşriyat v3.sıtalannm her fezahati örtbas etmekte gösterdiği maharet Yunanlılara baştan başa köylerı yakmakta, çocuklanndan kadınlarına, has· talarına kadar köylüleri kesmekte önüne geçilmez bir cür'et bahşetti. Ankara Hükumeti bu müdafaa-i millıyye harbini insar..lığa göre, medeni usullere gör~ icra etmekle insaniyet a.Ieminin takdirini kazanroağa çalışırken Yunanlılar istihza ediyorlar; çünkü emındirler ki bu insanca hareketlere efkar-ı umumiye anca'~ muttali olabilirse mütahassis o1abilir. Bu ise neşı ıyat kuvvetiylE kaabildiT. Halbuki Kuva-yı Mil· liyy·J bu nıeşriya.t vasıtalarından mahrumdur. Yu· nanistan bilakis ciha.nm gözüne akı kara, karayı ak göst:-.rmek için dünyanm bir ucundan t8. öbür ucuna kadar payitaht payitaht, şehir şehir teşkilata maliktir;
Acaba bu kadar
insafsızca tahriş
ettikleri
kanim-ı
YUNANCA HARB
235
tabia:tlıı bir a:ksıü'l-ameline uğranmyacaklax mı? Kral
Kostantin'in oynadığı bu dram SJ.akespeare'in Moobeth'ini andırır. Macbeth vicdinı.nı susturarak ihaı:ııet V(; cinayetin hadd-i bamını ikaa ettikten sonra .omı:uıların kendi üzerine yürüdüğünü gömıüştü; Kral Kostantın ve ·Yunanlılık da er geç akıbeti görecek hatta daha şimdiden görrneğe başladı bile! Bu 1zmiıt muhareıbeleri hadd-i zatında askerliıkce ne kadar basitti hatta oralardaıki Yunan kuvvetleri bu keşmekeşte Kostantin'in tacı uğrunda beyhf.ı.de ölmektense esir düşüp yaşamağı tercih ettikleri için teslim oldular ve küçücük bir muharebeyi askerlik nokta-i nazarından daha ziyade tesbil ettiler, lakin hasım önünde bu kadar uslu olan bu muhariplerin bakiyesi arlmdan lzmlit'i neyıe benzettiler?
Yunanlllann Anadolu'da icad ettiusul-i harb en basit muharebeleri böyle uzun sergüzeştler haline soktu. ği
Yunanlılar bütün Ba!OOanlar'da ve Şai"k'da .olan sevk-i tabiilerine niçin bu kadar cf.ı.şiş
meşhftr
Yunan ordulıannın üç aydan beri muttasıl haber verdikleri taarruzu herkes beklerken onlar sinsi sinsi sıntıyorlardı, sıntı~ken diyorlardı ki: "Türkler hali taarruzu bekliyorlar, taarruz oldu biLe, hala farkın da değiller!" Taarruz cephenin arkaBmdıa kıalan köy-
EGIL DAGLAR
236 kadınla.ra,
lere, miştt.
çocuklara. bütün
deıhşetle
· icri. edil-
Yuna.nistıaıı İnönü mağlfııbiyetinjn acısını çı
karmıştı. lntikaammı aimışti! Li.kin tekrar ederiz Kostantin'in oynadığı bu oyun Shakespeare'in Macbeth dramına benzer. O oyur. gibi müthiş bitecek. Yunanlılı:k Macbeth'in vicdan azabından nasipsizdir ama tabiatin bütün kanunlarını pirnil edenlerin uğrayacağı aksü'l-ame'den yakasım sıyıraıbilir mi? Yunıa.nlılık ellerini öyle bir kana buladı ki Sha.., kesı.eare'in Macbeth'de dediği gi:bi Arabistan'ın bütün miskleri temizliyemez.
Not: Eksik
satırlar
&ansür
tarafından çıkanlmıştır.
KlSSADAN HlSSE Her hars gibi Türk harsi de ferdierden daha kuvvetUdir, içine aldığı ferdiere kendi rôhunu ve kendi şeklini verir. . Otuz sene evvele iit bir fıkra. Bel'ki hiç vaki' L8.kin doğrudur. Zar8fetiyle meşhur Edmond About der ki: "En doğru vak'ala.r wkuua gelmiş olanlar değildir." Işte bu da o nevı"den bir macera: Otuz sene evvel Aydın bağlarmı phylloxera hastalığı sa.rar, kütükler hastala.ıur, üzüm ticareti tehlikeye düşer. Fakat o aralık İzmir'e bir ecnebi gelir, valiye lsta.nbul Hükümeti'nin resmi bir tavsiyesini sunar, kendi phylloxera hastalığının mütehassısı olduğu i:çin mezuniyet-i v&.sia ne İzmir bağ larını teftişe, hastalığa bir çare bulmağa, sirayeti men etmek için hastalıklı üzüm kütüklerini yakmağa me'mftr edilmiş,.· hakika.tte İzmir'in üzüm ticaretını mahvetmeği kurmuş büyük bir ec:oobi şirketin me'mur.ı olan bu zaire Istanbul HükUmeti gibi !zmir valis! de alda.nıt, herif devre çıkar, elinde bir hurdebin, bağlara -girer, kütülderi muayeoe:ye ~r, - olmamış.
238
EGtL DAGLAR
hurdebini her tuttukça, başına toplanan. bağcılara da gösterir ki kütüğün yapraık1a.rın.dıa kurtlıar kaynaşıyor ve derhal o kütüğü yaıktırır; fakat herif durup dinıerım.eden böylece binlerce kütüğü hasta gösterir, derhal yaktırılmalarını emreder; bağcılar en sağlam zannettikleri kütüklerin yaktınldığım görünce, telaşa düşeder, ş.iıkayete başlasalar phylloxera hekimi hemen hurdebinl·e neler görüLdüğünü kendilerine de gösterir. Nihayet bir gün ııeki köylülerden biri hurdeblni herifin eliilden yakalar ve suratma tutar, bakar ki suraıtmda kurtlar kaynıaşıyor; herifin nı.ak sadı ve huroeb~eki sır anLaşılır. Türklüğü did.iıkleyen yazılıar ve sözler karşısında kaç defa bu hurd~bin fıkrasım hatırladım. Senelerden beri esrarengiz >ne mel'un bir el böyle salıte bir hurdeb~i ~rklüğe tutJiyı<>r, İzmir l>ağcılıarı gibi nice safdillerinı:izi a.]Jd:atıyor, milli cevherLeriınOO hıaJk.kında şüplıeye di,işürüyor.
Bu mil,letin .nice çocuıklan mayalarmdaki cevherlcrden şüphelendiLer: ecnebi irfanmm tesiri nice gözleri bula,ndırdı. O gözler Türklüğıe brukb.kça onda bir meziyet göremiyor. Ortaıda henüz bir devlet, bir vatan var. O vıatanıda bir medeniyet var, o medcniyetin şiiri, mfi.sıkisi, mimarisi bin türlü sanatı var. Hasılı .bir Avrupa milleti nasıl terekkii:tb etm.if!S>e Türklük de öyle terekküb etmiştir; dünyada şaz bir millet olur mu? Ecnebi irffuıının tesiriyle bulanan gözler bu hakikrute böyle baknııyıor, bakarken Türık. Qünyamm lime lime ediyor, fatihleri, mimarları, bmOOkarLan, siyasileri, serdarLan hep baş ka unsurla.rdı.a.:n ııan'll!eıdiyor, Türk'ün eserini, her milletin eseri gibi terkip haimde göremiyor ve bu görüş;
KlSSADAN
HİSSE
biır diıkkatle anlaşılır
239
ki Türk'ün zara.nna, Filan mimar Rumdur dıenilse muvafaıkat, Türktür dıenilse tereddüt hasıi oluyor. Çok tanınmış bir mı1s:ııkişinasnnız1a bir mecliste bulunuyordum; orada murad ettiğim neviden bazı reybiler vardı. Güzide mO.sıkişinası:mızın menşeini, doğduğu iklime nisbeten, Türklükten başka bir unsura musırrane izafe ettiler; bu mO.sıkişinasnnız da onlara babasının ve anasımn isimleırlıii bilip bilmecü·k1erini sordu, hayır, bilıniyıorlardı, sonra döndü onlara dedi ki: "Bana milletimi sordunuz, söyledim, Türküm dedim, inarmıadımz Irendirniz başka bir hükiim verdiniz, eğeır ben sussam Türkten başka bir şey olduğumu biLmekten meımnun olacaksınız, an3Jlllll babamın isimLerini bile bilmiyorsunuz, benim hangi unsurdaın oLduğumu nasıl bileceksiniz? Görüyorsunuz ki bu m€!llllekette söylenen en iyi Türkçe ilıe konuşuyorum. Ruhum bu milletin mO.sıkisiyJe yuğrulmuş, müslümanrm; bütün bunl<ar Türk olduğuma şahadet edemiyor, mftsıkide bir meziyetımi gördüğünüz için beni baş~a bir unsura i:zafe ediyorsunuz, işte beillİ bilfuıassa bu meyliniz muztarip ediyor." Bu sözler hem beni hem de onları düşündürdü; Türk'ün bilhasısa meziyeti müsellem oLan bir ferdini, yahut da bir eserini ecnebilere izafe eıtmek için bu tehalük bu meyil necr-eden geliyor? Bu devleti kuranların tıercüme-i halleri henüz, Avrupa'da misillerini gördüğümüz gibi tamamıyle meydana çıkarnadı; faJı:ıat hangi ecnıebi unsurdan olduklan yazılır, söylenir, okutulur, durur. Türklük her milliyet gibi bir harsdir, her milliyet gibi içinde heır unsurdan ferd vardır; bir at cinsi
-en basit
ecnebi unslllt'la.r Lehinedir.
240 değildir
EG!L DAGLAR
ki msfü'd-dem, halisü'd..dem tahlillerle tarif edilsin. Türk harsini haiz olan her ferd Türktür; Fransız harsini haiz olan her ferd Fransız olduğu gi:bi... Türldüğe bulamk gözlerle bwkıp da Türk cevherirJ göremiyen1er, aynı gözlerle fransızlığa baksalar onu da yanlış görürler. En büyük şairlerden Ronsard, Macar sulbündıendir, Bossuet, Lamennais, Renan Bretoo.'dur1ar. Gambetta, Zola İtalyanlığa izafe olunurlar, hasılı sayınalkla bitmez ki. Bu büyük milletin nice büyük ferdierini soyca başka birer tarafa çekerler, fakat bütün bu büyük insıanlar Fransızdırlar, çünkü temsil ettikleri meziyet Fransız harsinden bir nümfınedir. Ferd harsin bir timsalidir. Aslı Türk olan lbni Sini, Farabi, Mahmud Kaşgari, Araplığa m8.1edilmiştir. Şevket Buhari Acem bilinmiştir ve tıpkı böylk. Türk harsinde meziyet göstermiş başka unsurlardan bütün siyasiler, sanatldirLar Türktürler. İnsanları kafatasıyLe y8.hut da li!Sanl1arımn sarf ve n:ah viy1e tasnif eden ilimler çoktan iflas etti. Her hars gibi Türk harsi de ferdierden daha kuvvetlidir, içine aldığı ferdiere kendi ruhunu ve kendi şeklini vıerir. Mimar Sinan'ın babasının kim olduğunu düşünmeyiz. Abdullıah'dır. Hatta Evliya Çelebj mfuıecca düşsün diye "Sinan bir Abdülmennan'dır." der, fakat Süleymaniye'ye bakınız. Onda İsianıdan ve Türkben başka bir iz görebilir misiniz?
HEPİMİZ İliTİYARLADIK
MI?
Genç, orta yaşlı, müsin, hepimiz ihtiyarladık mı? Bu on iki senelik serencamdan evvel hepimiz çocuktuk; merak, tecessüs, nayr~, perestiş, tahayyül gibi mezıyetlerinıiz vardı. Kitapları bir çocuk merakıyle okuyorduk, vak'aları bir çocu:k heyecamyle seyrediyorduk, yetişmiş insanlara bir çocuk hayretiyle ba~rJyorduk; na2iarımızda hayat esrarengiz, edebiyat ulviydi. Naınık Kemal Midilli'de yaşar, herkes onu tahayyül ederdi, nasıl yaşıyor? Nasıl geziyor? Nasll konuşuyor? Bilmek ister, Midilli'ye gidip gelen yolculara sorardı; şimdi Sakarya boyunda ondan da...t.ıa ateşin bir hayat geçiren Haiide Edib'e o çocuk gözkrinıizle bakmıyoruz. Ahmed Mithat Efendi'nin Beykoz'daki ilmi musahabe1erinden herkeste bir ku1ak aolgunluğu olurdu. Şimdi en büyük Türk alimi Zıya Gökalp'in o cüda Diyarbekir'de gece dersleri ver•liğı, en adi bir ga2iete fıkrası gibi okunuyor. Büyük serencaının başlangıcından daha birkaç sene F. 16
242
E<itL OACLAR
önce, Tevfik Fikret köprüden gıeçse gençler halecanla başlarını çevirir ba:karlardı. Şimdi en tanın mış ediblerim~ kiımse bu meraıkla baJmııyıor. Edebiyat gilbi hayaıt da m~raikımızı kavraımıyıor. Bu on :ilki senelik serencamda bu kadar vıekaayi'e karışmış olan siyasilerimi2ıe karşı herkes lakayd. lnsaruarda mı bir şey değişti? 1ş1eırde mi? Eserlerde mi? Yoksa bizde mi? Anlamak isterseniz basiıt bir muhakıeme ile derhal anlarsınız. On beş sene evveiki muharrir1eırin birçoğu son devrede tekrar yazı ya2dılar; si~asilerin bir çoğu tekrar devletin ba.şma geçtiler, o eski siihr ü efsun1arım muhafaza ettiler mi? Bilirim, birçok basit görüşliller bu iki devr-in farkını Said Paşa'mn ağırbaşlılığıyle Talat Paşa·nın laubiill meşrobindıe görürler, eski devir ağırba.şlı, kapalı tutumlUJydu. Yeni devir pek fazla senli benliyıdi, bnnun için kayıtsız olduk saımrlar. Ruhları bezginli!k, usanç, ümidsizlik denilen in· kıraz kurtlarıyLe kaynaışanları bir tarafa bırakıyo. rum; bunlar her 2'laman, her sımfta vardı. !ş ba· şındaykıen bile ruhlarını gösterirlerdi. Sultan hal'i gecesini "Hiss-i İnıkılrub" unvıanlı küçüık bir batı· ııaınamede Illakleden, Şıpkıa :K!Mıramaını Süleyman Paşa ne şayan-ı dilkıkaıt bir sahne tasvir ediyor: Süleyman Paşa o gooe Mekteb-i Harbiye'de vıak'ayi iykaa etmeğe hazır bulunuyormuş, :me:kteıbe birden bire Serasker Hüseyin A vni Paşa ge:Iırrıiş, önce şun dan buından söz açılmış, Süleyman Paşa o zamfuun en terakkipervıer ve ümidvar bir zabi:ti olduğu için, henüz devretere bile tıa;ksim edilmeyen askeri tahsil V'e tetbiyenin, devrelere taıksim edilirse nıe mühim neticeler wııooeğini tmm. u.za;dı.ya aınlaJttıikt:an sonra
HEPİMİZ İHTİYARLADIK
MI?
243
bu yeni usulle dört sene sonra nre kadar zabit çıka bilec.eğini söyl'ellll.İŞ, eski kafalı ve be.zgin bir müşir olan Hüseyin A vni Paşa bu sözlere gülınüş, Süleyman Paşa'ya: "Paşa, bu devlet daha dört sene kalacak mı acwba ?" demiş; bezgiaılik usanç, ümidsizlik ruhda ne yaman bir karhaJdır, bu sözleri in:kıHip namma bir padişah h~'iLne kalkışnnş bir adama söyletir, fakat dediğim gibi ruhları, bu ba.hse misal almıyorum.
Bu devrin hayata ve edebiyata kayıdsızlığım en unsurunda müşahede ettim. Darülfüniln ta. lebesi harbden önce gençti. Bu çocuklar seferberIiikle beraber ihtiyat zabiti oldular, cephelere gittiler. Bu gençlerden tanı<lıklarımm önce uzaık karargahlard~n. daha sonra Bll!hr-ı Hazer'de yılanlı bir adadan, Siblı-ya şehirlerinden, Arabistan ve Hindistan "kamp" larmdan mektuplarını alırdım. Sergüzeşt lerinin ilk zamanlarnda benden, İstanıbul'da yeni yazılmış biT şiir varsa ister1erdi, bu çocu:kluklarma şaşar dım; seneler ve seneler geçti, birer birer !stanbul' a döndüLer; çoğu tahsillerini bitirmek için tekrar Darnlfünun sıralarma oturdular, birkaç defa bir kita~ adamı gibi, hayatı okuım.uş bu çocuklara bakarken düşündüm. sağ1am
Bu gençlerden ne maoerruaJr dinlediım. Kafkas gündüz uyuyaraik, gece yüriıyereık nasıl gidilir? Harb, soğuk, tifüs, çöl, güneş, kum, susuzluk, açlık, hastalık, esirıeıt, ölüm ne tadtiaıdır. Anafarta'1arın ateşi, çöllerin günıeşi, Kafkas'ların karı ne çeşitmiş? Söylediler. Bu çocuklar hayil:bn en sıi.kı iııntihanmda, büyüklerin ve küçükhudfıduna, konaık konıaık,
244
EGlL DAGLAR
!erin güzel meziyetleri gilbi çirk.iın za.aflıarını da görmüşl-er, insanlıarı pek yakınıdan tanıyorlar. Bu gençlerden ilıeride en büyük bir mim8.rırmız olacs.ğmı zaımettiğiım biri ilıe edebiyata dair konuşuyorduık, dedi ki: "Hayattan bahseden edebiyatı sevemiyorum, çünkü top fasılasız nıasıl patlar, mitralyözler sa;atleroe nasıl boşamrlar birkıaç yüz hatveden gördüm. Atılmış kurşunun kaydığım hissettim, binleroe i:nsamn iç yüzünü tam zamarnnda anladı"ll ; hangi nasir bu gördüklerimden bir salıneyi da;ha iyi nakledebilir? Şimdi edebiyatta hoşuma gı den y·egane mevzu aşktır, onu duymuş bir muharririn eseri olsa meraılda okurum, o kadar..." İşte kayıtsızlığımızın en doğru teşrihi. Acaba biz vıe bu gençler hayatın en canlı sahneleriyle bilafasıla yüz yü2ıe gele gele bezdik mi? Müeıbbeden ihtiyar ladık mı? Hele bu maceralıar bir defa hitama ersin. beş on sene geçsin, hatıra şeklini alsın, ruhlaı·l:Iaız tamamıyle değişir. Bu hal, bir akşam önce çoki~miş, çok eğlenmiş, çok gülmüş, çok yorulmuş insanların yataklarında gözlerini açtıkları zamarı bulU!'ııduıkları hale bell2Jer, birkaç gün geçince o halin izi kalm·az. Hayat vak' a olmaktan çıkınoa merak, hayret, tıecessüs, tahayyül gibi meziyetlerimizi tekrar idrak ed.ecE>ğiz, şimdi yorgun olduğumuz için, ID:sanlara, işlere, edebiyata lakaydız.
BU
MUIIABEBENİ.ı.'i ASKERLERİ İzmir'e Yunan baskınında.n sonra Anadolu'da parlayan mulmddes ateş ve dökülen mukaddes kan bu milleti müebbeden yaşatacalc iki unsurdur.
Bir gün sulh olacağını düşünüyorum. O gün istiklal ordusunun askerlerine denilecek ki: "Haydi çocuklar evlerinize dönünüz! Kur'an'ın devletini kurtardınız! Allah, Peygamber, Osman Gaazi, Fatih, Selim bütün büyük cedlerimiz sizden hoşnuddurlar!" İstiklal askerleri, Ankara'da anlı şanlı bir resm-i geçitten sonra dağılacak, küme küme, birer birer arkalarında torbalan, türkü söyliyerekten köylerine dönecekler! Bu güzel günü tahayyül ederken bir taraftan da içimi bir elem sanyor. İstemiyorum ki bu terhis her harbden sonraki terhislere benzesin. İzmir rıhtımına Yunan ordusu çıktığından bu güne kadar istiklal için döğüşen bu askerler kimlerdir? Adlan neydi? Eğer bu milletin evladlan arasında herkesten aynlan bir sınıf varsa onlardır. Bu devletin son günleri gibi görünen acıklı günlerde gaazi ve hani cedlerimiz bu askerlerin kılı-
246
EG1L DAGLAR
ğında dirildiler, silahlandılar, düşmanın önüne atıldı lar: "Dur" dediler, döğüştüler, son tüfeklerle, son süngülerle, son topla.rla döğüştüler. Eski muharebelerde askere cedlerimiz yeşil bayraklarla, yeşil sarıklarla görünürdü. Bu son in.uharebede ordu halinde tecessüm ettiler. tstiklru ordusunun zabitleri, neferleri onlardı! Bunun için bu terhisin de her harbden sonraki terhise benzemesini istemiyorum. Bana öyle geliyor ki istiklal ordusunun zabitlerine ve neferlerine izin verilince asıl cevherlerimiz göz önünden gidecek. Asker dağılınca halk arasında kayboluyor. Siperin kahramanını artık sokakta tanıyamıyoruz, o da kendini unutuyor. Fakat bu son asklerleırl en küçük nefere lm.dar adlarıyle, sanlarıyle birer birer bilmeği arzU. ederiz. Onları tanımak için göğüslerine birer istiklal roadalyası takmak kafi değil. Ma;dalyalan yalnız şehit düşmeyenler, ömürleri oldukça taşıyabiliyorlar, öldükten sonra artık görmüyoruz. Kınm muharebesinin madalyalarını şimdi görmek kaabil mi? Doksan üç madalyası nerede? Dünkü Tesalya muharebesinin madalyasını bayramlarda tek tük göğüslerde görebiliyoruz. Büyük harbin kırınızı madalyası bile zaman geçtikçe görülmüyor. Askere harb madalyası vermek: "Göğsüne tak! Sen kendini göster!" demek oluyor. Fakat gerek Tesalya harbinde, gerek de Umfuni Harb'de görüldüğü g1bi, döğüşmemiş, hatta şehirden çııkmamış oLanlara da verildiği için, taşıyan göğüslerin halislerini sahtelerinden tefrik edemiyoruz.
BU MUHAREBENİN ASKERLERI
İzmir rıhtımından
241
Sakarya sİperlerine kadar Erzurum'dan Kars'a kadar Kazım Kara Bekir'le bu kara kışta yürüyen askere madalya az bir mükafattır. Çünkü bu son askeri, resmi bir seferberlik emri değil, doğrudan doğruya Allah'ın sadası silah altına çağırdı. İstikla.Iimizi mi1dafaa etmek için diriJ.miş cedlerimize benziyorlar, adları camilerimizin sütunlarına hakkedilmelidir. Harbden yalnız yaralı veyahut gaazi çıkmış olanlar mahviyetkar olurlar, onlara belki yaraları ve hatıraları kafi bir farika görünür; kendi isimlerini kendi gözleriyle camilerimizin sütunlarında görmek istemezler, insanlar, hayata karışınca belki tekrar günahkar da olabilirler. Fakat şehid1erimiz için bu ihtimal varid değildir. Birinci İnönü'nde, İkinci İnönü'nde, Adana'da, lzmir'de, Büyük Sakarya'da şehid düşenierin isimleri sıra ile, Ayasofya'nın, Fatih'in, Süleymaniye'nin sütunlarına hakkedilsin. Kazım Karabekir'le beraber harb edip şehid düşenlere Sultan Selim'in sütunları yaraşır. Bu isimleri o sütunlarda mahki'ık görecek Türk nesilleri, cedlerimiz, tehlikeli bir anda ebedi uykularından bu isimler altında uyandılar ve bu mabedler onların yüzü suyu hürmetine duruyor. İstiklal harbinin hatırasını her türlü nisyan ilitimalinden kurtarmak yalnız büyük bir minnet namına mı lüzi'ımludur? Bu yalnız güzel bir fazilet olurdu. Eminim ki bu fazileti göstereceğiz. Lakin bu lüzi'ım, milletin istiklali için çok esaslı bir noktadan variddir. Görüyoruz ki asırlardan beri harb serencamlarına alıs.mış olanlar bu harbi de onlardan adım adım döğüşen,
248
EGtL DAGLAR
biri. zannediyorlar, sulh olunca başımızdan nasıl bir tehlike geçtiğini, nasıl ve kimler tarafından kurtanldığımızı unuturlar. Zaten on iki şeneden beri çok mukaddes kelimeler gibi "kurtulmak" kelimesi de iptizale uğradı, bu seferkini de o eski kurtuluşlarımız dan biri gi!bi görürler. Türklük için bundan tehlikeli bir gaflet olmaz. İzmir'e Yunan baskınından sonra Anadolu'da birdenbire parlayan mukaddes ateş ve dökülen mukaddes kan bu milleti müebbeden yaşatacak bu iki unsurdur. Bu devletin "İstila Devri" diye anılan asırlannı yakından okumuş olanlar bilirler ki o zaman, o cevherli fatihler unsuru, tehlike karşısında toplanıp da, sulhden sonra dağılm.ıyordu, Osman Gaa.zi' den ta Tevakkuf Devri'ne kadar daima yekpareydi ve yekpare kaldığı için kendini tahrik eden ateşi kaybetmiyordu; o zamandan kalan türbeler, şehidlikler şa hiddir ki bu unsur kudsi addediliyordu; Anadolu' da hele Rumeli'de her yol üstünde, her tepede görülen türbelerde yatan veliler istila ordulannın askerlerdirler. İstanbul fethinde hazır bulunaniann türhelerinde asırlarca kandil yakıldı. Çarşıkapısı'nda, Ayakapı'da, Şehzadebaşı'na yakın olan On Sekiz Seymenler Mezarlığı'nda, sur diplerinde görülen bütün o merkadierde en sade mücahidler yatar; onlan kudsi görmek an'anesi babadan oğula intikaal ediyordu. Bu ba'sü ba'de'l-mevtin kahramanlanndan da böyle bir an'ane kalırsa kuvvetleniriz.
YİNE
BÖYLE BABARDI
Yine böyle bahardı.. Gaazi Eelhem Paşa'nın Alasonya'da Yunan hududunu trambete velvelesiyle geçerek bir hamlede Dömeke'ye gittiği zaman gene böyle bahardı. O anlı şanlı muharebe olalı bu mevsimde tam bir çeyrek asır olmuş. Hangi şehidin esrarengiz sesi bu yirmi beşinci sene-i devriyeyi kulağı.ma fısıldadı? Bilmiyorum, bu saatte gönlüm bütün o Tesalya seferinin trampete sesleriyle, türküleri, neş'esiyle dolu. Ah! O bin üç yüz on üç senesi. O güzel bahar. Vatanın bir ucundan bir ucuna akseden o "Eğil dağ lar... " türküsü. Edhem Paşa'nın geniş gövdesi üzerinde o aslan b~ım andıran başı! O kumandanlar! O askerler! O güzel yaz! Felek müstesna bir talih olmak üzere Yunanistan'ı karşımızda bir defa, tek başına bulundurdu. Rumeli, Plevne'den beri; Anadolu, Gedikler'den beri
250
EGlL DAGLAR
mahzundular. Girit müslümanlannın sürekli bir Kerbela faciasını andıran hali yürekleri yakıyordu. Yunanistan bermutad küstahtı, azgındı, mütecavizdi. İzmir, İstanbul ve Selanik limanlarında keyfine göre ticaret ediyor, Girit'de keyfine göre kıta! yapıyor, hem öldürüyor, hem gülüyordu; devletle hem münasebetteydi hem muharebede! Onu güldüren ve bizi ağlatan bu uzun üzüntülü oyun feleğin sabrını tüketti. Harb Uan edildi. Harb ilan edildiği vaıkirt bütün cihan Veliahd Prens Kostantiıı'in Yunan ordulariyle Rumeli'yi baştan başa yarmasına intizar ediyordu; arzın beş kıt'asın daki kafalar, Yunan tafrafüruşluğuyle bu derece dolgundu; Alasonya hududunda küçük bir müsademeyi, Yunanlılar bütün kainata, zaferin ilk kanad darbesi gibi haber vermiştiler, fakat göz yumup açınca, Yunan orduları çözüldüler. Tırnova'dan Turhala'ya, Turhala'dan Yenişehir'e, Yenişehir'den Golos'a en sonra Dömeke'ye kadar bir "Erkete!" feryadı koptu. Yunan orduları trampete fırtınasından k;açıyordular; o kadar ki bu kaçışı gören Türk şairi: Göriinmüyor nereye gitti asker-i Hurafe miydi aceb nam-ı leşker-i
Yfuıan? Yfuıan t
dedi. O mücehhez, her şeyi hazır, kendi toprağında harb eden Yunan askeri, tabanları ensesine vurarak, ric'at etmişti. Firarın şüyU.uyla beraber Yunanlılık aleyhine dönenler hala hayrettedirler. Bu görülmemiş rezaletin sebebini keşfedemiyorlardı. Fakat sebep gaayet basitti; Yunanlılık ilk defa olarak, tek
Yİ.... E BÖYLE BAHARDI
251
başına, arkadan değil, karşı karşıya harb ediyordu; her millet için tabii olan bu türlü harb Yunanlılığın fıtratına mugaayirdi. Yunanlılık, fıtratina mugaayir olan böyle bir harbe girişemedi bile...
Harb tarihinde "askeri bir gezinti" diye yad edilen bu Tesalya harbi vatanın son sürekli sevinciydi. Millet bu harbi kalbinin bütün kuvvetiyle hissetmişti. Anadolu'nun, Rumeli'nin her tarafından bir türkünün sesi işitiliyordu: Eğil dağlar, eğil
Yeni Wim
üstünden aşam. varam alışam.
çıkmış
Yeniçeri ve sipahiden kalma canlı türkülerimizden beri bu kadar samimi bir güfte bu kadar savletli bir beste vatanın havasında dolaşmamışbr, diyebiliriz. Eğil dağlar, eğil
Yeni
üsütnden
aşam.
·
taıim çıkm:ış varanı ahşam.
Köyler bu türküyle boşalıyor, trenler bu türküyle g~iyo, vatanın her kö~inden Alasonya'ya, Alasonya'dan Dömeke'ye kadar bu türkü rüzgar gibi esiyordu. Eğil dağlar, eğll üsiinden aşam. Yeni tallm çıkmış varaın alışam. Vatanda birdenbire esen bu gUzel havanın lllASultan Abdülhamid anlayamadı, anlayabilseyd! devrine, tam müsrud, yeni bir istikaamet verir, .kendini de milleti de bahtiyar ederdi. Başından mullasım
EÖİL
l>AÖIAR
Aıınid bir kabusu atamayan bu padişah yalnız ogünlerde biraz başkalaştıydı; ani bir ilhamla sara.. yına kapadığı Plevne kahramanını çıkardı, SelanUr'e kadar gönderdi idi, Plevne'yi rü'yada gören Rumeli.. Gaazi Osman Paşa'nın Tesalya'ya gideceğini haber aldığı zaman Selanik'e aktı. İhtiyar gaaziyi orada. "Beş Çınar" bahçesinde, son defa olarak dünya gözüyle gördü; o gün ·talihin güzel bir tesadüfü olarak Yenişehir sukuut etmişti. Halk bu haberi orada Plevne kahramanından öğ·rendi. O gUn eski Rumeli'nin son güzel günüydü. Ah o harbi:..'l hutırala.rı... Bu saaıt dUşünürken "rü'ya mıydı?" diyorum. Tesalya'da oöğiişenler· bugün yaşıyorlar. M.aamafilı o harb maziye gömülmiiş eski muharebelerimiz kadar mensi görünüyor. Evet o bir rü'ya idi, çünkU harb nasıl olur?' Yunanistan, mlitarekeden sonra İzmir rıhtımına çık tığı günden itibaren bize öğretti. Tesalya harbinde biz muzafferdik; ne katliam ettik, ne köyleri yaktık .. ne ırza taarruz etmek hatınmızdan geçti; orada bir düziye ordulanmız yürüyordu, Rum hemşehrilerimiz: !stanbul, Anıadolu ve Rumeli şehirlerinde şen ve şa tır alışveriş ediyorlar, kahvelerinde meyhanelerinde· eğleniyorlar, istedilderi gibi konuşuyorlardı; her zamanki kadar taarruzdan mastın ve müsterihtiler. Bir· gün tanıdığım bir zat o zamanı tabattur ederek: "'Hakikaten biz o zaniaıı Rumlara karşı ne kadar kayıt sızd!k, ·Yunanistan'la bir münasebetleri olup Ölmadığını düşünmedikti bile... " diyor, şaşıyordu. Garip· bir tabirle 1313 harbine "Yunan Harbi" diyonız, o Türk harblydL "Yunan Harbi" bugün gözümüztln.
YINE BOYLE BARARDI
Z53
önUnde Eskişehir'den Biga'ya, lzmir'e, Aydın'a kadar cephe arkasında geçen harbtir. Fena bir rü'yanın içinde iken, güzel bir rü'yanm yirmi beşinci senesine girmişiz, daha basit hadiselerin sene-i devriyelerini tea'id ediyoruz. Acaba bu §anlı hatırayı tes'id etmek batırdan geçiyor mu?
tsTlKLAL HtsslMtZ
Ya devlet
başa,
ya Imzgun
leşel
tnsaniyetin kadim zamanlanndan son zamanianna kadar, boyunduruk altına d~üp de kurtulmak için döğüşmüş milletierin dillerinde istiklal sevdsası nı tarif eden har, hasretli sözler vardır. Bu sözlerin en güzeli, en şedidi, en fasihi, en ateşini türkçededir; insanlık en yüksek his olan istiklal sevdasını ifade etmek için bu sözden barikulade bir söz söylememiş tir ve söyli.yemez de: "Ya devlet başa ya kuzgun leşe!" Öyle bir ifadedir ki insan oğlunun kalbinde yatan "ı:.ziın" dediğimiz arslan kükriyerek boşanmış zan-· nedillr. Ezelden ebede kadar Türk'ü bu sarp söz tarif od.ecek. Büyük Millet Meclisi'nde bir meb'us kUrsüye çıksa da bu sözün badema milli şiarımız o'larak armamıza, millet meclisimizin, hükUmet dairelerimizin, kışlalanmızın, mekteplerimizin kapılanna hakkedilmesini teklif etse millete çok güzel bir şey hatırlat-
lS'flKLAL HİSSlMlZ
mış
Z51i
olur. Avrupa'da her milletin bir "şiar"ı var; dahi bir Türk şairi dahi kim bilir kaç asnn esrarlı karanlığından gelen bu müthiş ses gibi, Türk'e "şiar" olabilecek bir söz söyleyemez: "Ya devlet başa, ya kuzgun leşe." Üç senedir Aydın dağlannda, Hudavendigar toprağında, Marmara kıyılannda, Eskişehir ovalannda, Sakarya boyunda, Kars ve Ardahan yollannda, vatanm her tarafmda istiklru i~iın olan cidali bu iki çift kelime hulasa eder: "Ya devlet başa, ya kuzgun lege!" Mustafa Kemal Paşa ki bu maceradan bir idam kari.n, bir müşir Uniforması, bir gaazi unvanı gibi Uç yadigar saklayacak, Yunan ordusunun lzmir'e çıktığından bir gün sonra - o ateşin gün - mirllva. üniformasıyle Babıaıi merdivenlerinden çıkmış yeisten ellerini uğuşturup bir ç3.re soranlara, yegane vazifeyi tavsiye etmiş, sonra aynı merdivenlerden inerek nhtıma gitmiş, vapura binmiş, Karadeniz'in bir iskelesinde, Anadolu toprağına ayak basmıştı, orada o saat yüzyüze geldiği Türk milletinin hangi fikirde bulunduğunu, geçen balıarda iı:fı.d ettiği meş hur nutukta söyledi. Cümleler harfiyyen hatınmda değil, aynen nakledemiyeceğim. Diyordu ki: "Anadolu'ya ayak bastığım zaman milleti bir istikUU cidaline hazır ve teşne bir halde buldum." Millet o gün Anadolu'da hazırmış, yalnız bir adam bekliyormuş! Tarihin kaydedeceği bu şahadet isbat eder ki bu mnlet istikHU fikrini bir an kaybetmemiş. Meş'uın saat çalar çalmaz kalbinde yatan arslan uyanmış: "Ya devlet başa, ya kuzgun leşe !"
EG1L DAGLAR
!56
Paris'in talebe aJ.eminde Lehli bir arkadaşım istiklal hasretinin ne olduğunu bu arkadaş tan öğrenmiştim; bir gün konuşurken demişti ki: "Lehistan bitti; Lehistan'dan yadigar kalan bir tek şeyimiz var: Leh milletinin kalbindeki istiklal hissi! Eğer milletim bu hissi de kaybedeydi milletimden müebbeden vazgeçerdim! Ben belki görmiyeceğim, fakat eminim ki vatandaşlarıının kalbinde kalan bu kıvılcımdan günün birinde Lehistan tekrar doğacak." O arkadaş yaşıyor mu? Bilmem. Fakat dediğinin doğru çıktığını ben gördüm, yiğit Polonya kurtuldu. Türklerin kalbinde istiklal hissi asırlardan beri mukaddes bir ateş gibi kUller altında duruyormuş; söndUrUleceğini hissedeceği an bütün şiddetiyle parladı. Türkler, Lehler gibi boyunduruk altına düş müş bütün milletler gibi uzun beklemedller; istiklaisizlik acısını, İzmir haftasında etlerine sokulan kız gın bir demirle, ancak birkaç gün hissettiler. Ah bu felaket çok büyüktür, "bir itibarla hayırlı oldu" derneğe insanın dili varmıyor, yoksa istiklalsizliği o kızgın demirden tadacağımıza, morfin gibi uyuşturu cu bayıltıcı bir usulle tatsaydık çok fena olurdu, senelerden sonra fena ağrılarla uyanırdık ve derdimizin çii.resi çok güç bulunurdu. Fakat Namık Kemal'~ hakla varmış: vardı,
Her
kUşede
Dediği doğru imiş.
bir
şir
yatar
toprağını ı ula!
Yunan ordusu İzmir nhtımına çıkar çıkmaz, Meta bir sihir ve efsun kuvvetiyle, yeni bir Türk istiklali derhal belirdi. Ermenistan'ın Sivas'dan Adana'ya inen haritası, Yunanlılığın bütUn
ıı;ıiKLAL uısslM!Z
'Şark
denizlerini sahil, sahil, liman liman saran habütün haritalar duvarlarda kaldılar, geçen gün mütareke haıberleri vesllesiy1e gözümün önün'4ien bir manzara geçti. Yunanistan Anadolu ortasmdan çıkacak olan murahhaslarla yüzyüze gelecek! Dahi Venizelos, Yunanistan'ın, Uç sene sonra, Ana~ dolu ortasından gelmiş murahhaslarla musalaha ed~ ceğini keşfetmiş miydi? Bu murahhaslar nereden gelecekler? Hangi milleti temsil ediyorlar? Bu millet ne zaman türedi? Bu son Uç senede mi? Yalnız onlar mı? Bizimkiler bile ne diyorlardı, hatırlardadır: "Bu hareket dedikleri gibi milli bir hareket olamaz, bu millet Afrika'da, Avrupa'da, A.sya'da bu kadar vilayetlerini kaybetti de böyle ayaklanınadı; şimdi İzmir için ayaklanır mı? Hayır bu bir ,oyundur!" Yunan kralını İsviçre'den Anadolu'ya kadar, beş on çetesiyle muharebe etmek için aldatıp :getiren bu muta.laadır. Yunan kralı da akıbet Türk milletinin istiklali için döğüştüğünü anladı, bari bi:zimkilere söylese, inansalar. Türk dostu ecuebiler görüyorum ki: "Türk milletinin izzet-i nefsi fazla, Yunan şenaatini hazıne demiyor. Bu harb onun yüzündendir" diyorlar. Vatandaşlar görüyorum ki bu ecuebi dostlar gibi, sebepleri vesilelerle kanştıyorlar, bu harbin istiklal hissimizin feveranından başka birşey olmadığını kestiremiyorlar. Türk milletinin hüviyeti ne olduğunu hayatta anlayamıyanlar; kitapta da anlayamazlar, yalnız bir Fransız şairinin meşhur bir şiiri vardır ki Türk milletinin ne olduğunu tam hakkıyle tarif eder: ritası,
F. 17
258 Fransız şairl
EGlL DAGLAR
Alfred de Vigny'nin "Kurdun ÖlUmü'p diye meşhur manrumesinde bu hakikat meknUzdur. Bu hikayeyi üç seneden beıi belki bin defa naklettim, birkaç defa da yazdım. Dinleyenler ve okuyanlar, kurt avı hikayesinde, tek başına boğuşan ve aman dilemeksizin, sessizce can veren erkek kurdu ve sonra yavrularını bu faciadan dağa aşırıp, onlara,; hiç bir zaman muti hayvanlar derekesine düş ınemeği öğreten dişi kurdu, erkek Türk ordusunun ve anne Türk milletinin timsalleri gibi gördüler. Bu son cidal o hikAyeyi bize sahnede gösterdi.
DOŞVNCELERDıtz
Ramazanın
toplan patlarken, anne Anadolu'nun mavi bayraklanm diken Yunan ordulan kar§lsındaki askerlerimizi bir daha hatırlıyacağız, onlan hatırlarken diyar-ı isla.ma Ramazanın bir daha geldiğini haber veren toplan derin bir hüzünle işite ct.ğiz, minarelerde yanan kandilleri dolmuş gözlerle göreceğiz, yükselen ezanlan dalgm dalgın dinleyeceğiz, bu ramazanın her zevki bize biraz acı gelecek. Onlar, Kur'an'ı yeryüzünde müda.faa eden bu askerler bin Uç yüz sene Allah ve Peygamber uğrun da döğUşen İslam ordularının o son kahramanlan, onlar da bizi Bursa'da, İzmir'de, Edirne'de Yunan cephesinin arkasında kalanlan hatırlayacaklar. Onlann da kalbini hüzün saracak, onlar da diyecekler ki: "Henüz sizleri kurtaramadık. Yunan ordulanın anne vatanm ortasında durdurduk, fakat bu Ramazana kadar dağıtıp atamadık. Çünkü bu ordular mUbağnna
260
tarekeden sonra, biz ordusuzken, topsuz ve tüfeksizken, darmadağınıkken, harb bitmişken Anadolu'ya ve Edirne'ye girdiler, insanlığın bu ana kadar bilmediği bir nevi harbe giriştiler, silahsız bir millete karşı en yeni, en mükemmel silahlarla geldiler. Biz onlara karşı elimize geçen silahlarla döğüştük ve onları üç defa yendik, boğduk, kaçırdık. üç defa kaçırdığımız gibi son bir defa, denize kadar darmadağın ederek kaçıracağız. Müsivi silahlarla döğüşseydik karşımız.. da bir gün durabilirler miydi? Yirmi beş sene evvel, Tesalya ovalarında, karşımızda bir gün durabiidiler mi? Bu defa kalbieri çözülmüş, yüzleri sararmış bir halde senelerce bekleyebildiler. Biz bu muharebenin askerleıi, al bayrağın al kanını oluktan akıttık, daha da akıtacağız, al bayrağın al kanı toprak üzerinde akan bütün sulardan daha boldur. Bu namerd düş manı top dumanlarıyle boğamadık, fakat kanla boğacağız. Biz bu muharebenin askerleri, Allahın şe hidlere vad ettiği cennetine kavuşacağız, siz yeryüzünde böyle binlerce Ramazan, binlerce bayram, binlerce kandil göreceksiniz." Ah bu askerler biliyorlar mı ki onların girişti bu dev işini burada ve cephe arkasında her şe hirde büyükten küçüğe kadar herkes, küçük çocuklar bile nasıl bir hayretle seyrediyor, bu muharebenin askerlerini cadlerimiz gibi büyük, mübarek ve bu harb için Allahın seçtiği kahramanlar gibi görUyor; her dakika onları anıyor; henüz minarelerde ezan, camilerde Kur'an okunuyorsa, henüz mübarek günlerde toplar atılıyor, kandiller yanıyorsa, henüz Muhamı:ood'in dini, Fatih'lerin hatıraları yaşıyorsa, hep ği
DÜSÜNCELERlMlZ
261
onların
yüzü suyu hürmetinedir, buna herk~.s. ihtiçocuk bütün müslümanlar inanıyor. Onların bir ordu ha.lin.de ilk toplandıkları zaman, bütün millet muzafferiyetlerine duft ediyordu; onların ilk İnönü muzafferiyetini, onların İkinci İnö nü muzafferiyetini, onların son Sakarya muzafferiyetini kalbierinin en saf ateşiyle seyredenler, onların Yunan ordularını bir taraftan Marmara'ya bir tarafdan Adalar Denizi'ne kadar dipcik darbesiyle kovalıyacakianna inanıyorlar. Onlar bilsinler ki, şehid olurlarsa, cennette yerleri Peygamber'in karşısında ve onun eshabı, halifeleri, gaza arkadaşlan yanın dadır; eğer gaazi olup yaşarlarsa, Saffi.haddin-i Eyyiibi'ye ve askerlerine Fatih Sultan Mehıned' e ve askerlerine, Yavuz Sultan Selim'e ve askerlerine uzaktan ne gözle bakıyorsak, sokaktan geçerken onlara o gözle bakacağız. Onlar bilsinler ki Istanbul'da çıkan gazetelerlmizi, cepheye gönderilmek üzere camilerimizin kapılan yanında duran kutulara atarken içierimiz sız. lıyor, kendi kendimize diyoruz ki: Sanırlar ki belki bu gazeteleri onlar cephede okurken her dakika onlan düşünmüyoruz, başka havalarda geziyoruz, nefsani şeylerden fazla bahsediyoruz, didişiyoruz, gülüyoruz, eğleniyoruz, laubali yaşıyoruz; şimdi de Ramazana girerken içimizi aynı şüphe sanyor. Belki onlar zannederler ki nasıl hazin bir Ramazan'a girdiğimizi fark etmiyoruz, heva vü hevesiere kapıla cağız, eğlenceye dalacağız, onlan her saat düşün yar,
kadın,
miyeceğiz.
Bizim kl yeryüzünde kalb sahibi birer insan yegane burhan olan değerimiz, Anado-
olduğumuza
llGİL
OACLAR
lu'da bugün döğüşen İslam ordulanna karşı beslehissi rabıtadır, bizi o askerler kendilerine karşı bir an lakayd olmakla ithAnı ederlerse yanı hrlar. Biz onlardan a1dığımız bir gurur hissesiyle ağ yar karşısında başımızı dik tutuyoruz. Yann da All&.hın karşısına onlann şefaatinin gölgesinde çıka cağız. Biz yalnız onların ruhunu teneffüs ediyoruz. Bu Ramazana girerken de yalnız onlan düşü nüyoruz.
diğimiz
ViCDANI RAHAT BtBt
Muayyen bir şahıstan değil, birkaç milyon Türk gencinin kanıyle suladığı bakiye kalaniann da muztatip çıktığı bu uzun inkılaptan, yüzü ak, alnı açık, elleri temiz, tırnaklan cllalı, vicdanı rahat, cebi para ve kalbi vatanperverlikle dolu çıkmış bir nevi şa, hıstan bahsedeceğim. Böyle bir şahıs nadir görülür bir muasırımız olsa bir sütun yazıya bile değmez. Fakat bu devrin, şurada burada, daima tesadüf ettiğimiz nümunelerindendir. Bu nümune, istidatlı bir Türk hikayenüvisinin eline düşse~ bir kahraman olurdu. Ben, şimdi mUreffeh bir vatanperver, müsterih bir iş adamı· olan, böyle bir muasırımızla, hayata beraber girdim. İkimiz ayn kafada, fakat bir yaş taydık. Aynı senede meslek olarak, ben hocalığı intihab ettim, o da ticareti. Şimdi de aynı semtte oturnyoruz. Hayatlanmız arasındaki farkı söylerneğe hacet var mı? Ben hayat yoldaşlıarım bütün muhar-
llGlL DAGI.AR
rlrler ve muallimler gibi yaşıyorum, o da kazanç arkadaşlan bütün iş adamlan gibi ömür sürüyor. Bu adamın hiç bir maddi saadeti gözüme batmaz. Fakat öyle geniş bir vicdan istirahati var ki yüzünde gülümsüyor, sözünde bal gibi tadılıyor, yaşayışında hissediliyor; ah işte onun bu vicdan istirahatinde gözüm var. Onu sekiz seneden beri kaç defa tramvayda, vapurda, yolda böyle gülümser ve müsterih gördümse kendi kenudime dedim ki: "Yarabbi serveti de vicdan istL.-B.hatini de buna ve bunun gibilere verdin, ne olurdu serveti buna ve bunun gibilere, vicdan istirahatini de bana ve benim gibilere vereydin? Onlar maddeten mes'üd olurlardı, biz de manen müteselli olurduk; hayatta nasiplerl"'lliz, bir dereceye kadar denk olurdu. Çocukluğumda babam: "Oğulumu ya tüccar yetiştireceğim yahut da maden mühendisi" dediği zaman ne diyormuş şimdi anlıyo rum, bir bu adam gözümün önüne geliyor bir de memleketteki fikir adamlan. Evet memleketteki fikir adamlan .birer birer gözümün önünden geçiyorlar; bunların bilhassa kalb, ahJ.ak, istidat, emel sahibi olanlarını kasdediyorum. Hangisi bir yUzden göze batmıyor? Hangisine küçücük bir vesileyle leke sürülmUyor? Hangisinde bir hadisenin şB.ibesi görülmüyor? Hangisinden bir hesap soıı.ılmuyor? :Misal söylemek istemiyordum, lakin dilimden kurtuluyor, bu son devirden yüklü çıkmış kaç kişi, milli hareketin on seneden beri en fedakar iki gönüllüsü olan Hilide Edib ve Hamdullalı Suphi kadar dişlek ithamlara uğradılar? Böyle misaller bir midir? On mudur? YUz müdür! En yüksek çehrelerden en mütevazı' yüzlere kadar binlerce sayılır.
VlCDANI RAHAT Btru
Z65
Dört sene evvel, mütarekeden sonra, bir sorgu sual
.kıyameti
koptu. Herkes nefsini tebrie, gayn ederek eaşmuş bir haldeyken, dikkat ettim, maznunlann ilk safında fikir ve kalem sahipleri görünüyordu; bütün eller, bütün parmaklar onlara dikilmiş, felaketin asıl mes'ulleıi olarak onlar işiret ediliyordu. İktidar denilen leziz iksirden bir katre tatmamış olan bu zavallılara mes'uliyet denilen zehrin kadehi lebaleb sunuluyordu. Meğer biz fikir adamlarım ne ka.dar mühimsermişiz? N azarımızda onlann, sesinin ve yazısının ne kadar çok değeri varmış? O zaman anladım. "Siz sustunuz, siz korktunuz, siz kavuk salla.dınız. Asıl mes'Ul sizsiniz. Milletin iki eli yakanız dadır!" !thamlan, benim gibi en son hafta olan avarelerin bile yüzüne vuruluyordu. O günlerde vatanperver bir zata yolda tesadüf ettim, beni tuttu, kar§lsına aldı, çatık kaşlarla, kıvılcımlı gözlerle baktı, dedi ki: "Gözünün önünde bu kadar insan astılar. Neye sustun ?" Dedim ki: ~<Gözüm önünde astılar da, işte onun için sustum. Çünkü asıl o zaman insaııın diz bafları gevşiyor; sesi kısılıyor, bir insanı scbpada kukla gibi sarkar görünce insan, doğrusu iqyfuı edemiyor. zaten onlann maksatlan bir yahut beş insan asmak değil, onlan asmakla milyonca insanı susturmak değil mi? Hazret-i Adem'den beri, ası lanlar karşısında bağırmak cür'etini insanlar kaç defa göstermiş?" Böyle söylemekle beraber vicdanım da bir kabahatin ezasını hissediyordum. Fakat gariptir ki bana bu suali soran zata: "Sen niçin isyan etmedin?" demek hatınma gelmedi. Gene o sıralarda bir giin, gene bir kalem sahibini gördüm. İnkılabm,
itham
ECİL
266
DAGLAR
manzum bezeller yazmak gibi en hafif bir hizmetini gören Fazıl Ahıned'e sukuut etmiş erbab-ı iktidardan biri diyordu ki "Sen de aleyhimize iğneli bir li· san kullanıyorsun. Fakat sen bizden, harb zamanın da, aç kaldığın zaman fasulye, patates, bulgur aldın. Sen bizi itharn edemezsin." Baktım ki F8.zıl Ahmed' in dili tutuldu, bir şey söyliyemiyor, ben dedim ki: "Bu adam fasulyeyi bir zaman bakkaldan alırdı, evinde istediği gibi yer, hükfuneti istediği gibi çekişti rirdi. Siz fasulyeyi ortadan kaldırdınız, bu adam bakkal bakkal aradı, bulamadı, karısına çocuklarına götürebilmek !çin sizden istedi, aldığı da fasulye, bari altın olsa. En mutlak iktidardan en adi sebzeye kadar her şey sizin olursa bu memleketin zevi'l- hayat mahlukaatından ne fazilet istiyorsunuz? Bu da böyle bir hata etmiş hoş görünüz." Fakat düşündüm ki bu serzenişe dilçar olan muharririn gür sesle bağırıp felaketleri durdurabilmesi için hiç olmazsa o fasulyeyi yememesi icabederdi, yiyince de artık bağırması ahlaka münafi olurdu. O çekiçle bu örs arasında bir insanın demir olsa seeiye-i metaneti gös- · teremiyeciğine inandım.
İsimleri
olup da cisimleri olmayan fikir adamböyle kademe kademe uğradıklan ithamlara, isimleri gazetelerde görülmeyen, fakat cisimleri okkalı, müreffeh, müsterih iş adamları uğramadılar, onların ruhlarında hiç bir diş ve tırnak yarası, hi-;: bir sıyrık yok; vicdanları da üstleri başları gibi, apartınanları gibi, bakkai ve kasapla hesaplan gibi · tertemiz, harniyetleri de en yüksek ayarda... Selim-i Sa.Iis'in hal'iyle başlayan ve Mahmful-1 Sam'nin cülusıyle biten o kanşık devirde ikbiU ·ve larının
VİCDANI
RAHAT BtRl
267
idbar rüzgarları, beş on defa zıd esmiş, birbiri arkasmdan ikbale geçenleri az bir zaman sonra yere sermiş, işte o zaman, Üsküdar'da yalmz şiir söyleyip nargile içen müstağni bir şair, gözü önünde geçen bu vak'alara bakmış da: Niceler pest ü bülend oldu der-i devletde yine bir haldedir,
Kuşe-giran-ı kaııii.at demiş.
O zamandan beri kuşe-giran-ı kanaat bir halde bulunamıyor, bilakis ıztırap1arın maddisini de onlar çekiyorlar manevisini de ... Evet bilirim: İnsanlığın
ayn zevki vardır
Fakat bu zevk, bizde olduğu kadar az olmasa, insan yalnız onunçün her türlü· belaya katlanır. Bizde fikrin maddi kan hiç, manevi zevki yüzde bir; belası yüzde doksan dokuzdur. Fikir cida.Ilerinde ziyade atılgan olanlanmıza, az bir zaman sonra, kesel geliyor, "Ben de artık bir kenara çekiisem de vic<ian istirahati ile ömür sürsem." diyorlar, bu fikir yalnız siyasiyatla uğraşanlan değil, edebiyat kadar zevkli bir işde çalışanları bile sanyor. Bugünkü Türklerin fikir alemi kadar maddi ve manevi İstira hatten mahrum bir alemde böyle bir meylin türemesi hayra mı delalet eder şerre mi? O rasını herkes kendi iz'amna göre görür. Ben bu fikir aleminde, bahsettiğim muasırımız o iş adamı kadar müsterih bir insan görmedim.
YENİ
TORK
RtnıU
ı
Bir gün gelecek ki yeni bir Türklük, yeni bir Türk rilliu ta karşıdan seçilecek. Yeni Türk ruhu nesıldır? Yeni bir Türk ruhuolduğunu sezip de, ortaya böyle bir sual atmağa cür'et edecek kimseye binlerce ağızdan bu cevap gelir "Yeni bir Türk rUhu? Acaba var mı? ... " Bütün böyle düşünenler bir Türk rUhunun var olduğuna kaani'dirler; fakat o ri'th Türklerin eski ruhudur ki, felsefede: Allaha hudutsuz tevekkülüyle, dünyadan bezginliğiyle, uhrevi zevkleriyle, faniliğe kanaatiyle, bekaada yeşil ve sulak bir cennet tesellisiyle, sonra şiirde: Kah derin bir sermestlikle, kah inca nüktelerle, eski Şark kumaşlan gibi zengin bir şiveyle, gergin vezinler ve mükerrer kafiyelerle, sonra mimaride: Minareler, kubbeler, şadırvanlar, sebiller, hamamlarla sonra kıyafette: Yüksek destardan yassı pabuca kadar bol ve ipekli kisvelerle sonra ulfunda: Metin bir an'aneperestlikle, kelli felli bir belagatfüruşlukla, geniş bir kırk anbar azametiyle, soDTa şevk u tıaımbdıa: Ağyann giremediği kapalı bir meclisin hür neş'esiyle, içki ile ikiz doğmuş bir
nun var
YENİ TÜRK RÜHU I
mtı.sılôyle,
269
zil ve raksın nihayete erdiremeiği gecelerle, sonra adabda, ahlakta, yaşayışta, küçükten büyüğe müteselsil bir hürmetle, diz çöktüren, el öptüren, ağız açtırmaksızın dinleten bir tevazu'la, hatırnevazlık ve hatırşinaslık, irsi bir ağırbaşlılıkla hasılı daha uzun sayamıyacağım bütün bunlardan mürekkep bir manzara olarak görünür. !şte ~nlara göre Türklük, rUhu bu manzaradır. Bu alem şekli ve manasiyle, zeva.Ie yüz tuttu. ğundan beri Türk milletinin hala var olduğuna herkesi inandırmak güç oluyordu. Yeni bir Türk rCıhu var mı? Bu suali sormak kimsenin hatırına gelmiyordu. Bu sual birinin hatırına gelse bin ağız birden inkar ediyordu. Bunların nazarında biz günden güne çürüyen, dökülen, kaybolan, bir bakıye idik; eğer iki yüz elli seneden beri, döğüşe döğüşe ric'at ederken, Prut gibi, Akka gibi, Silistre gibi, Plevne gibi, Gedikler gibi, Tesalya gibi, Çatalca gibi, Çanakkale gibi, Gazze'ler gibi, Kfitü'l-Amare gibi harikalar gösterdikse, bunlar asıl meziyetimiz olan askerliğin damarlarımızda kalan son cevheri sayesinde tecelli etmiş vak'alardı, son bir hayat eseriydi, bir millet ilk cevherini en sonra kaybettiği için, dünyevi ve dini bütün müesseselerimizin zevalinden sonra, bu cevherimizi muhafaza ediyorduk. O da, evet o da, mahza müessis ve asırdide bir merkezin işaretiyle harekete geliyordu, yani an'anevi bir hareketti, yoksa o işaret de olmasaydı Türklük kendı kendine yerinden kımıl damaz ham bir aletti, işte yeni Türk rUhuna inanmayanların görüşü ... Anadolu'nun göbeğinde milli hareketin ansızın mıknatısi bir merkez oluşu, böyle düşünenleri önce
270
EG!r. DAG' AR
şaşırttı;
sonra, seneler geçtikçe, bir Türk rUhunun son zamanlarda o ruhun varlığına inan.dırmağa başlıyor. İnce bir Bektaşi fıkrası vardır: Sultan Mahmud, yeni çeriliği kaldırdığı zaman, yeniçeri ocağımn rUhu olan Bektaşiliği de ortadan kaldırmak için, adamlarına lazım gelen emirleri vermiş, demiş ki: "Bektaşi babalannı yakalayınız, önce başlanndan taclannı çıka nnız, sonra derhal tepeleyiniz." Bu emri alanlar, bir köşede saklı duran, pir-i fani bir Bektaşi babasım ele geçirmişler, öldürmek üzerelerken içlerinden biri, hünkarın ferman ettiği gibi önce, babanın başından tacını almış, fakat tae elinde kalmış, çünkü babanra vücudu o anda sırrolmuş. Türklerin milli rUhu da böyle bir tecelli gösterdi. Anadolu'nun bu üç senelik tarihi yeni bir Türk ruhu olduğunu, en görmek istemiyen gözlere bile gösteriyor. Avrupalılar, Amerikalılar lstanbul'a geliyorlar, bu hadisenin ne olduğunu bizden soruyorlar, daha yakından seçebilmek için Anadolu'ya kadar gidiyorlar. Inkardan şüpheye, şüpheden tereddüde, tereddütten inanınağa doğru günden güne beliren bir hareket var. Bir gün gelecek ki bir Türklük, yeni bir Türk rUhu ta karşıdan seçilecek. Bir asır evveline kadar herkesin nazarında eski bir Almanya yazdı, son asırda yeni bir Almanlık, yeni bir man ruhu sökün etti. Yeni bir Almanlık ki İtalyan istiklalinden sonra yeni bir İtalyan rUhu, Rus teceddüdünden sonra yeni bir Rus ruhu, Japon teceddüdünden sonra yeni bir Japon ruhu, gö.zıe çarpıyor: Fakat bilakis tspanya denilince hala eski Ispanya tahayyül olunur. Yeni İspanyol rUhu biz ec-
varlığı hakkında şüpheye düşürdü,
YEN! TORK 'B.ÜHU 1
zn
nebilerin gözüne mesela yeni Alman rUhu gibi bariz olarak çarpmaz, biz Türkler birkaç sene evveline kadar gerek ağyarın nazarında, gerek de kendi nazarımızda böyleydik. Şimdi bu görüşümUz değişiyor. Yeni Türk ruhu derken bu "yeni" kelimesini ne kadar eskittiğimizi düşündüm. Bilhassa şu son dört seneden beri milli hayatımızın her girdiğimiz safhasım yeni bir devir, bir başlangıç saydık, ondan ötesini unuttuk. Siyasiyatta da, edebiyatta da "yeni" vasfı, laubali bir telakkiye uğradı. Bir milletin hayatında yenilik çok ağır vukua gelen bir hadisedir. Ben bu satırlarda "Yeni Türk Ruhu" derken, Namık Kemal'den, Mustafa Kemal'e kadar, elli senelik bir hadiseyi görüyorum: Bir hadise ki edebi bir coşkunlukken yavaş yavaş sari bir aşk olmuş, ız tıraplı ve uzun bir macera roUphem bir inkılap olmuş, en sonra büsbütün belirerek, mukaddes bir facia olmuş. Bu büyük hadisenin muharrikleri, derece derece yüzlerce, binlerce insandır. Fakat bu muharrikler arasında bazı başlar birinci derecede elli seneden beri, fikirleriyle, hisleriyle, arzillariyle, ihtiraslanyle, fiilieriyle onlar yarattılar. Bu "müessir"leri bütün meziyetleri ve bütün kusurlanyle beraber bir silsile makaalede tahlil etmeğe heveslendi.m. "Yeni Türk RUhu" bir mevzildur ki bir ehlinin eline düşse, yeni Türk edebiyatının en güzel eseri olur. Ben o talihli müellifin yerini almıyacağım. Bu mevzilu merak etmiş ve yalnız kendi görüşünü, kendi düşünüşünü ifade eden .bir muharrir gibi, bu son elli senenin iradeli, arzUlu, emelli. insanlarını tedkik edeceğim.
l.'El\1: Tt!RK Rtnm
u Namık Kemal milli Türk uyanıklığı'nın nıçın ilk merhalesi sayılıyor? Ondan evvelin, vıatan sevgisini hissetmiş, vatanı saran tehlikeler yüzünden endişeye düşmüş, o kadar ricali milli rlıhtan mahrum mu idiler? Bir milletin uyandığına, kalbinde irade denilen arslan kükrediği zaman hükmediliyor, bu hüküm de doğrudur. Yazıda arslan yelesi bir tavn olan Namık Kemal'in zuhfı.ru, Türk rlıhunda bu kükreme hadisesinin ta kendisidir. Hayır, ondan evvel gelenler milli rfthtan malı'" rum değildiler. Namık Kemal kadar hissediyorlardı, düşünüyorlardı, söylüyorlardı, fakat bütün hareketlerinin bir farikası var: Vatan için üzülüyorlardı denilebilir; üzüntü saf fakat menfi bir duygudur. Devlete hayırhah, millete dost bir hükümdar olan Mustafa-yı Salis bir müddet uyanıyor, çalışıyor, uğ raşıyor, sonra yorgun düşüyor, bükülüyor, etrafına
YENİ TÜRK RÜHU
bakınıyor,
dudaklannda
'
n
bedbinliğin
siyah
273
köpüğüy
le: İşimiz kaldı
hemen merhamet-i Lem-yezel'e
diyordu. Halıefi oLan hükümdar, Abdülhamid-i Evvel, hassas, temiz, milletin matemiyle perişandı, felaketIere fazla tahammül edemiyerek, kederinden ölüyordu. Halefi olan hükümdar, Selim-i Salis, tahtına ümitler veren bir cerbezeyle çıkıyor, aziınkarane ortaya atılıyor, dilediklerini icra ettiriyor, senelerce faaliyetten sonra yavaş yavaş gevşiyor, mütevekkil oluyor, eserini de kendini de korkunç bir rehavetle feda ediyor, Topkapı Sarayı'nda, mahlfı.' olarak yaşadığı odasının penceresinden: Katre-i
eşk
gibi
ger~i
nazardan durnz
Derken, vatana ağlayan ancak kendi gibi birkaç muhtefi, menkfı.b ve menfiden başka kimse kalmadığını düşünüyor, ağlıyordu. Selim-i Salis'den Ziya Paşa'ya kadar vatan sevgisiyle mütehassis olanlar hep böyle hassas ve müdrikdirler, fakat üzüntülü ve binaenaleyh bedbin olduklan için vatan sevdasının şiir g.ilbi ateşin biT ayıarda hissedeceıkleTine, felsefe gibi acı hissediyorlardı. İzzet Molla az mı mütehassisti? Bütün eserlerinde siyasi tefekkürlerde bulunur ve dedikleri gibi Halet Efendi'nin nedimi bir mürteci' olarak değil, bilakis teceddüdün, uyanık lığın lüzfı.munu hissetmiş biri gibi nükteler söyler, yalnız bu nüktelerinde, inkırazm siyah farikası olan, bedbiane bir gülümseyiş var, alkışladığı Vak'a-i Hayriyye'yi bile bu gözlerle görür. Oğlu Fuad Paşa ki Türk teceddüdünün belli başlı mübdi'lerindendir. F. 18
EGlL DAGLAR
271
İstediğini bilir, bildiğini ister, zfir-ı bazfı. sahibi bir vezirdir. Onun da bu nüktelerinde bu illet ihssediliyor. O kadar gözü açık vezir bile Namık Kemal'in zuhfı.runu bir kargaşalık alameti sayıyor: "Evve!A asarım, sonra altına gidip ağlannı!" diyor, milli rıl hun müsbet bir sahada tecelli edişinden ürküyor, teceddüde meyli yüzünden dininden şüphe edilmiş olan o yüksek insan bile son senelerine doğru üzülüyor, bedbinleşiyor. Ziya Paşa ki Namık Kemal'in hemfikri, dert ortağı ve menfa arkadaşıdır. Onun da bütün şürinde ve bütün nesrinde bu menfi halet-i ruhiye göze çarpar. Ziya Paşa, Namık Kemal'le bir devirde yaşayıp arkadaş olacağına, pekala, Mahmud-ı Saııı'''nin ilk senelerinde yaşar ve lzzet Molla ile arkadaş olabilirdi. O derece kendi neslinden değildi. Zafername'sini, Terkib-i Bend'ini Divan'ında siyasi felsefesine makes olmuş mısralarını göz önüne getirirken Namık Kemal'den farkı derhal anlaşılır. Bu iki rfı.h birbirine zıttır. Biri menfi, biri müsbettir. Biri eski, biri yenidir. Biri bedbin bir feylesof, biri ümidvar bir şairdir; hasılı biri Batı'dır biri de Doğu. Nam:ı:k
Kemal'in zuhfı.runu düşünürkeın Fransız Albert Sarnain'in iki mısraı hatırıma gelir, bu şair der ki; "Hızı kesilmez bir dişi arslan olan irade, hayatı çevik pençesine almış, ta uzaklara götürüyor." İşte Namık Kemal bumisalde bütün simasıyle görünür. Onun zuhuruna kadar, Türklerin milli rfı. hu, içlerine doğru çekilen bir üzüntüydü. Ondan sonra dışa doğru fırlayan bir kuvvet oldu. Naınık Kemal henUz gençken, hükfı.metin, meclis-i hassm, zabıtanın sevk-i tabiisi onu derhal muzır şairi
Y1lNİ TÜRK
ROHU
n
bir ihtilalci unsuru telakki etti. Bugün Namık Kemal' in kitaplarına bakanlar, bütün sayfalanın dikkafu}· gözden geçirseler, bu milletin dinine, harsine zerre kadar muhalif bir satır göremezler; bilakis bu mü• teceddidin bütün fikirlerini ittihad-ı islam, Osmanlı• saltanatı gibi kadim müddealarımıza tamamıyle uygun ve onları ş§.şaalandıran bir mahiyette görürler; buna rağmen o zamanki hükfımetin telaşı ne imiş? Birdenbire anlayamazlar. İşte o zaman İbret Gazetesi'nde çıkan yazılar ve Vatan-Silistre oynandığı gece, Beyoğlu Tiyatro'sunda işitilen sözler yeni ve naşenide değildir. Fakat Türk milli ruhunu "irade" denilen dişi arslanın pençesinde, içten dışa doğru, müsbet bir mahiyet olarak atıyordu. Namık Kemal'i ozaman bir ihtilal unsuru gibi gösteren yalnız bu hadisedir. Yalnız müsbet olarak ruhlar iyi, kötü birşey, yaratabilir. Yeni Türk ruhunu hep bir ihtirası, bir emeli, bir arzt1su, bir gaayesi olanlar yarattılar. Bu son elli senenin içinde yüzlerce muharririmiz yetişti, fakat kaçının tesirini yeni bünyemi.7ıde ayan beyan görürüz? Bu silsileyi göz önünden geçirirken asıl müessir ve amil olanlar derhal seçilirler, onlar da hüviyetleri müsbet ve iradeli olanlardır. Yeni Türk ruhunu nefheden Namık Kemal aa üzülür çok özler, nikbindir, şevklidir, arziUudur, inanır, sever, ister, maziye, hil:le, istikbale karşı bakarken kalbi bu hislerl-e doludur. Abdülhak H3mid ki> tek başına, Türklere yeni bir şür alemi yarattı, o ds.· bu türlü.dür. Zaten vatana dair dramlannda Namı:m Kemal'in yalnız ruhundan değil, şivesinden de aynlmaz, onun muakkıbi sayılır. Onun gibi "iradeli'"
276
EGlL DAGLAR
"emelli" kahramanlıarın rUhlarını coştuııır. Recai 2ade Ela-em şiiri ve nesriyle zB.riftir. Fakat "Üstat" unvanını hakkettiği muallimliğiyle Türk teceddüdünü yaşatır, büyütür, yayar, kökleştirir; Namık Kemal Midilli'de, Hamid Hind'deyken, bükülmez, bık maz, usanmaz, yorulmaz, yeni ruhu muttasıl neşre der. Recai Zade Ekrem'in en güzel ve en büyük eseri budur. Bu nesilden diğer bir büyük adam daha vardır ki, bunlarla tasnif edilmediği için ekseriya yad edilmiyor. Bu adam Murad Bey'dir. İstanbul'a geç gelmiş bu Dagistanlı, tarih muallimliğiyle, yeni Türk ruhunu yarataniann biridir; tarihi, kah h oşa giden bir şiir, kah uyuşuk bir malfunat mecellesi gibi telakki eden bir nesle, ateşin bir ihtilal ruhu ta:şıyan bu milletçi, bir tefekkür sahası halinde açtı, o neslin çocuklarını alevlendirdi, "siyasiyat"a yeni bir zevk verdi, o kadar ki bir müddet genç Türklüğün riihu oldu. Bu nesilden sonra yeni Türk ruhunu yuğuran iki sima gelir: Tevfik Fila-et ve Halid Ziya. Türk teceddüdü bunların elinde bariz bir şekil alır. O kacar ki aıemlerine giren insan maziyi silinmiş bir ufuk halinde görür. Milli zevke, milli hisse, milli rUha karşı biganelikle itharn edilen bu iki büyük adamın gördükleri işi henüz nafiz bir nazarla tefrik edemiyonız. Fakat ileride Türk teceddüdünü tahlil edecek ·olan münekkidler ve müverrihler, bu iki adamı bizden çok farklı bir nazarla görecekler. Bunlann ikisi de, zikri geçen ötekiler gibi, müsbet hüviyetli ve iradelidirler; ne istemediklerini söylemezler, ne istediklerini, arzii ile, hasretle söylerler, istedikleri hayatı, alemi, ahlakı, terbiyeyi, muhiti güzelleştirirler,
YENI TüRK RÜHU II
277
şürleştirirler,
bir arz-ı mev'ud halinde gösterirler. ve duyuşlarının tarzı bir neslin iliklerine kadar geçer. Bilhassa Halid Ziya'nın icra ettiği tesire kıyas edebileook bir tesir arıasma ancaJk Fuziı.li'nin eski mesleği olain tesiri h aıtıra gelebilir. O da tamamıyle rilh s8:hasındaydı. Bu bilaids bütün b:h' neslin dünyevi hayatını başka bir kılığa soktu. Muasırımız olan bu iki şahsiyetin eseri münakaşa edildiği bir zamanda son neslin bu kabil simalarından bahsetmek güç olur. On üç sene evvel Diyarbekir'den Rumeli'ye ve İstanbul'a gelip dokuz sene oturduktan sonra tekrar Diyarbekir'e dönen, o diyarın nurani bir oğlu, bu toprağa, esrarengiz bir ekici gibi ne ekti? Bunu bugünkü muhit idrak edemiyor. Fakat yakın senelerde idrak ederiz ki "fikir" denilen meş'ale o imiş ve o meş'alenin peşinden yürüyoruz. Ondan sonra yeni neslin bazı kudretli şah sıyetleri, yeni Türk ruhuna yeni bir tekevvün sahası Görüşlerin
açtılar!
Yani fikir ve hareket sahasında, yeni Türk ruhu bir kılıç gibi, yazı örsü üzerinde işlendikten sonra fiil ve hareket sahasında parladı.
ARSLAN GERİLİR DE ÖYLE ATLAR
Mirliva Mustafa Kemal Paşa İzmir faciası günü bir yeis cumfıdiyesi kesilen payitahtın ortasıiıdan geçmiş, tek başına, Babıali merdivenlerinden çıkmış, orada facianın sadrnesiyle benzi sarı nazırlar görınUş. Ellerini nevmidane oğuşturarak: "Ne yapalım? N e yapalım?" diyen o rica.Ie, kısa bir cevap olarak: "Vazifenizi yapınız!" demiş. Oradan ayrılmış, kendi vazifesinin başına geçmek üzere, doğru rıhtıma gitmiş. Bir Karadeniz vapuruna binmiş, anne Anadolu'nun bir sahiline çıkmıştı. Mirliva Mustafa Kemal Paşa' nın arkasında o gün yegane kuvvet, İstanbul'un, Ana: dolu ve Rumeli şehirlerinin meydanlarında matem mitingi halinde, toplanmış hazin, perişan, biçare, mazlum bir halktı. Üç sene sonra, bugün, Müşir Mustafa Kemal Paşa İzmit'dedir; o hazin, perişan, nevhager matem kalabalıkları bugün onun arkasında, Kars'dan Eskişehir'e kadar, bükülmek hilmiyen iki demir bazii gibi gerilmiş ordulardır; bugün, eğer o
ARSLAN
GERİLİR
DE ÖYLE ATLAR
279
üç sene evvelki facia gününün nazırianndan biri İzmit'e gitse ve o gün kısa bir cevap olarak: "Vazifenizi yapınız!" demiş olan genç Türk serdanna şim di onun ne yaptığını sorsa, o: "Vazifemi yapıyo rum!" der ve bu vazifenin ne olduğunu anlatır: Bu vazife insanlığın, Hazret-i A.dem'den bugüne kadar, en büyük, en mukaddes, en yüksek şiarıdır, bu vazife istiklal uğrunda her fedakarlığa mukaabil mücadeledir, bu vazifeyi bize kim bilir kaç asrın derinliğin den gelen ledünni bir ses bu demir cümleyle, emrediyor: "Ya devlet başa, ya kuzgun leşe!,. Ah üç sene! Bu üç senenin manası! Her derin mana gibi aniayanın idrakine göredir. lstiklalimiz varken birden bire İstiklal muharebesine niçin girdiğimizi bazı biçareler anlayama.dılar; öyleleri İstik lalin manasını ancak istiklalimiz kaybolduktan sonra anlarlardı. Fakat o anlayış bir derece pzun sürerse, kurtuluş o anlayıştan on derece daha uzur- sürerdi; bütün esir olmuş milletierin mazisi hatırlarda, bütün esir milletierin hali göz önündedir. Lakin Türk bilkati talibin bu tecrüb0P.ine boyun eğemediği için birdenbire galeyan etti. Bununçün eski istiklalimizle yeni istiklalimiz arasmda bir günlük bir fasıla bile yoktur. Yine işte bununçündür ki bu istiklaı. muharf'besini, geçmiş muharebelerimizden biri zannedenler: "Çok uzun sürdü! Daha bitmiyeceık mi?" diyorlar. Evet bu facia, Yunanlıların ve Ermeni komitelerinin arztı ettikleri gibi, daha birkaç sene evvel biterdi ve bittikten sonra bu millet Mora'da, Tesalya' da, Girid'de bittiği gibi, Epir'de, Makedonya'da, Trakya'da biteceği gibi günden güne bitrneğe ba.;;lar
EGİL
DAGLAR
ve bu defa boyunduruk altındıa iniiye iniiye; esaret ve imha devrinin bitmesini bekler dururdu; o zaman görürdü ki esaretli bir sulh aslaa sulh değildir. Felaketin daha şedid olarak sürekli bir devamıdır. Fransız inkılabının meşhur ihtilalcilerinden Boissy d' Anglas'ya, ihtilalden çok zaman sonra, Meclis-i Ayan müzakeresi sırasında ayandan biri demiş ki: "İhtilal zamanında siz ve arkadaşlarınız sanki ne yaptınız!" Bu acı serzeniş karşısında Boissy d' Anglas ayağa kalkmış ve gür bir sesle: "Mösyö! Altı yüz seneyi altı senede yürüttük!" Diye bağırmış. Fransız inkilabının kısa bir zamanda ateşin bir ihtilalle ne uzun bir iş gördüğünü ifade eden bu sözde bütün bir devrin hakikati mekzuudur. Bu sözü herhangi bir bezgine karşı, milli hareketin herhangı bir askeri, bu geçen üç sene namına sarfedebilir. Bu üç senelik cidalin manasını kürsülerden nutuklar, milli hareketin merkezinden beyannameler binlerce defa ifade ettiler. ifade ettiler ki bu harb bir fi.ituhat harbi değil, bir politika harbi değil, bir ittifak harbi değil, yalnız ve yalnız bir istiklal harbidir ve Türk vatanının istiklali hasıl olacağı gün hitam bulur. Türk milletinin bu ahdi bir hamle ile bir günde yerine gelemezdi. Hamle hamle, merhale merhale kaabil olurdu. Bu emel bu üç senede şark daki altı vilayetimizde, cenuptaki bir vilayetimizde tecelli etti, İzınir'de, Bursa'da, Edirne'de tecelli edecektir. Üç sene cidalden sonra bütün vatanın kurtulması bugün fiilde değilse bile kuvvede vaki'dir. Sulhü bekleyenler sabırsızdırlar, fakat istiklali bekleyenler değildirler, ümidvardırlar. Sulhü bekleyenler milli hareketi muvaffakiyetlerinin hatın
ARSLAN GERİLİR DE ÖYLE ATLAR
ıçın,
281
istiklru bekleyenler bilakis "mukaddes vazife'' yi gören bir hareket olduğu için severler; sulhü bekleyenierin nazarında milli hareketin baş kumandam ve bütün kumandanları talibin. istiklrui bekleyenierin nazarında bilakis "mukaddes vazife"nin timsalidirler. Hasılı her nasıl olursa olsun sulhü bekleyenler: "Milli ordu hala taarruz etmiyecek mi? Etmiyecekse! .... " gibi zehirden daha öldürücü fikirler söyliyebilirler. Fakat istiklali bekliyenler Kars'da, Birinci İnönü'nde, İkinci İnönü'nde, İzmit'de, Sakarya'da bütün milli muzafferıyetlerimizde yanılmadık· ları gibi bu defa da yanılmıyorlar, idrak ediyorlar ki: Arslan gerilir de öyle atlar ve öyle muzaffer olur.
ANKARA VE ATİNA
Atina'mn doğrudan doğruya Ankara ile uzlaşa ·cağına dair ikide birde haberler yayılıyor. Hepsinin menbaı Atina olmak üzere, geçen bahardan beri, k&h alttan alta, kah ecnebi gazetelerinin ağzından, kah telgraflarla ortaya salıverilen bu haberlere inananlar oluyor; geçen sene Temps gibi, Şark siyasetini e:n yıaıkın bir alaka ile takilb eden, mühim bir gazete Ankara'da mütenekkiren seyahat etmiş, Yunan murclıhasları bulunduğunu yazıyordu; geçende ise Papulas'ın başkumandanlıktan atılışına bizzat Atina gazeteleri, Ankara'yla doğrudan doğruya uzlaşmak için müzakereye girmek mes'elesi sebep olduğunu yaydılar. Ikide birde çıkan bu haberlerin manası nedir? Siyasi bir Fransız şarkısının zebanzed olmuş böyle birnakaratı vardır: "Ah! Hakiiraten hükümeti değiştirmek zahmetine değmezmiş !" !şte bu na.ka.ıi.tı, bir seneden beri, Anadolu'da tabanları sızla-
ANKARA VE ATİNA
283
yan, Yunanistan'da yürekleri üzülen, muttasıl cepleri boşalan bütün Yunanlılar için için söylüyorlar. Çünkü bütün Yunanlılar, bir buçuk sene evvel, zannediyorlardı ki: Kral Kostantın tahta, Gunaris kabinenin başına geçmekle Yunanistan, içeride Giridli sopasından, dışarda Türk dipciğinden kurtulur. Menfi Kostantin ve menkup Gunaris Yunan halkının bu bulyasını o zaman, kendi menfaatlerine, çok iyi bir kurnazlıkla sevk ve idare ettiler. Venizelos'u iş başından kaçırttılar, kendileri iş başına geçtiler. O zaman Gunaris doğrudan doğruya asıl Yurakibi Venizelos ise "hariç rumluğu" temsil ediyordu, herkes sandı ki Yunan siyaset-i hariciyesi tamamıyle tahavvül edecek. Fakat o günlerde Atina'dan İstanbul'a gelen kulağı delik gözü açık bir siyasi bize diyordu ki: "Atina'da olan bu tahavvül Şark sulhunü lüzfı.mundan fazla geciktirecek. Çünkü Kral Kostantin ancak harbe daha ziyade şiddetle devam etmek üzere tahtına yapışabilir, "hariç rumIuğu'nun tafrafüruşluğuna Venizelos'dan fazla serfürfı. etmeğe mecburdur; ancak bu sayede Giridli rakibine tefevvuk edebilir, hasılı Kostantin'in yeni kı rallığı harb devam etmekle meşruttur !" O günlerde sulhe-dair nikbinliği saran bu sözler, hep bildiğimiz gibi, birer birer doğru çıktılar. nanistan'ı,
Üç mezbfı.hane saldırıştan, büsbütün boşalan hazineden, günden güne eriyen drahmiden, kaybedilen birçok kandan sonra Yunanistan ne ileriye ne de geriye bir adım atabiliyor. Yunanlı kafası kadar hulyalı bir kafaya göre bile yüzde doksan dokuz bir derecede taayyün eden imkansızlık cenderesi içinde
284
EG1L DAGL\R
zaman zaman bir arzu doğuyor: Doğrudan doğruya Ankara ile uzlaşmak! Atina ahvalini iyi bilen muhbirler söylüyorlar ki bu fikir ikide birde Pire ve Atina vesair şehirle rin meyhanelerin.de, vapurlarda, ortaya sürülüyor. İşte Yunan halkının bu temayülünü sezen bugünkü Atina Hükumeti, el altından, doğrudan doğruya Ankara ile anlaşmak üzere müzakereye girişildiğini neş rediyor, bir müddet ortalığı avutuyor. Atina Hükil.meti, Yunanlıların hatınndan geçen bu çarenin pek basit olmadığını biliyor. Yunanistan bu maceraya Şark w Akdeniz muvazenesinin "istinad kaaidesi" olmak gibi büyük bir programa tebean atılmıştı; şimdi olamıyacağı bilfiil ve bittecrübe meydana çıktı; meydana çıkınakla beraber el'an "hep yahut hiç" kazıyyesi karşısında kıvranıyor; Atina Hükumeti "hep"den vazgeçmiştir; fakat "hiç" e razı olamıyor, bu kadar masraf ve kanın mükafatı olarak bir tavize muhtaçtır. "Külfetten muaf, nimetten müstefid" olmak şartıyle yeni bir vaziyeti, çoktan beri, için için tasarlıyor. Atina Hükil.meti iyi biliyor ki Ankara ile doğ dudan doğruya bir uzlaşmada ana vatan Anadolu toprağından lafzi bir taviz bile koparamaz, bilakis kanlı tırnaklannı geçirip bırakmak istemediği Türk Trakya hakkında uzlaşmağa mecburdur. Bu çareye baş vurmaktan Yunanistan müstefid olamaz. Mevziiı bahs olabilecek ekalliyetler mes'elesine gelince bu mes'elenin hallini Ankara "Misak-ı Milli" ile zaten müteahhittir ve bu taahhüdünü de büyük devletlere karşı teyid edecek. Binaenaleyh "külfetten muaf, nimetten müstefid" olmak nazariyesi doğru-
A.ı.'IKARA
VE ATiNA
285
dan doğruya Ankara ile anlaşarak, Yunan bulyası na göre, tatbik kaabiliyetinden mahrumdur. Ankara, Atina Hükfunetine bu maceradan çı kabileceği yegane yolu gösterdi: Atina Hükfımeti Anadolu'yu tahliye ettiği günden itibaren Ankara ile görüşeceği masayı hazır bulur; Trakya'da ara-yı umfuniyeye müracaat mes'elesinde oynayacağı son oyunu oynar, bu macera biter. Fakat akla, mantı ğa, hakikate tamamıyle uygun olan bu tarz tesviyeye Yunanistan gibi, bir asırdan beri, hep haricin yardımıyle, hibesiyle, atıyyesiyle teşekkül etmiş, hilkaten tfıfeyli bir hükfımet birdenbire yanaşamı yor, hırs ve iştihasının tatmini bulyasından çarçabuk vazgeçemiyor, zebun bir halde yine yerinde sayıyor.
Yunan efkar-ı umumiyesi Atina Hükfımeti'ni Ankara ile doğrudan doğruya uzlaşamadığı ıçın tahtia etmesin, çünkü Atina Hükfımeti'nin, milletine karşı yegane muhti olmadığı nokta budur. Atina Hükumeti'nin hatırından daima geçip ızhar edemediği Anadolu tahliyesini, Yunan efkar-ı umumiyesi doğrudan doğruya izhar ederse en doğru yolu göstermiş olur.
TEŞiillıAT KAABİLİYETİ
Son devirlerde dimağlara yerleşmiş bir fikirdir ki Türkler'in tek bir meziyeti vardır: Askerlik. Eğer Avrupalılar bu tek meziyeti de inkar etselerdi, kendilerini, denizde balık gibi, Avrupa irfanı içinde kaybeden Türklerin küre-i arz üzerinde hiç bir meziyetleri olmadığına kaani' olurlardı. Fakat Avrupalılar birçok sebepler yüzünden bunu inkar etmediler, çünkü askerlik hakikaten, milli farika derecesinde, büyük bir meziyetimizdi, mazi itibariyle Avrupalı ların şerefli bir düşmanı idik. Sonra, son asırda, onların menfaatlerini Romanov'lara ve Habsbourg' larakarşı koruyorduk. Şark'abizim gibi iyi ve merd bir bekçi lazımdı, binaenaleyh bir bekçiye şu kadarcık bir meziyeti bağışlamak lazım geliyordu. Avrupa'nın asıl ilmi bizi hiç değersiz görmez, ancak asıl ilmin revacı Darülfünunlar dairesindeıdir, .dışarıya pek çıkmaz, fikirleri, daha ziyade, amiyane ve siyasi maksadlada yazılmış kitaplar yayar. İşte biz bizi bu kitaplardan biliriz, bunların tesiriyle hor ,görürüz, doksan dokuz nakisesi ve askerlik gibi tek
TESKİLAT KAABILİYETI
287
bir meziyeti olan bir millet sanırız. Askerlik gibi mlnıarimiz de vardır, fakat göz önünde durduğu halde münkerdir, bu mımarinin her camii müslümandan ve Türkden olmayan bir mimarın narnma muzafdır, mimari gibi bütün diğer güzel eserleriınizi ibda' etmiş olmak hakkı bizden n ez' edilmiştir; çünkü bütün bu eserler medeniyete delalet ederler; halbuki bizim medeniyete istidadımızın bahsi bile arzu edilmez. Medeniyetin güzellikden başka bir de canlı tarafı vardır ki, yeni tabiri ile teşkilattır, işte cedlerimizin bu vatanı fethettikleri zaman derhal müslüman ve Türk kılığına koymakla, en ziyade gösterdikleri bu büyük meziyet, bütün diğer meziyetlerimizden daha fazla bir taassupla inkar olunur; bu noktadaki musırrane inkann sebebi aşikardır: Bu asırda teşkilat hayata bürhandır, bizse idama mahki'ı.m bir milletiz, teşkilat meziyetirulen mahrum olduğumuza kendimiz inanırsak, kendi elimizle intihar etmiş oluruz. İşte bunun içindir ki Bosphore gibi Türklüğe hayırhalı (!) Beyoğlu gazateleri, ikide birde "Türk iyi köylü ve merd askerdir" nakaratını tekrar ettikten sonra, Türklüğün idare ve teş kilat kaa:biliyetinden mahrum olduğunu Yunanistan'ı Türk vatanında ortaklığa kabUl ederse çok mes'Ud olacağını söylerler. Bu gazeteler, bizim teş kilat ve idare kaabiliyetinden mahrum olduğumuzu bize inandırmağa çalışıyorlar. Bu fikri bizim kafamı za telkih etmeği programlannın esaslı bir noktası addediyorlar. Fakat itiraf etmeli ki aşılamağa çalı~ tıkları mikrobu hariçten yeni getirmediler. Bizim muhitimizdeki bir kısım kafaları zaten aşılanmış gördüler, ancak tamime çalışıyorlar.
288
EGtL DAGLAR
Hakikatte askerlik Türklüğün tek meziyeti deinkar olur.mayan tek meziyetidir. Zaten bu meziyet teşkilata olan ist1dadını göstermez mi? Müverrih Michelet, meşhur Fransa Tarihi'nde, Süleyman-ı Kanuni'nin ordusunu, Macar ovalarını istila ettiği zaman, bütün teşkilatı ve idaresiyle tasvir ederken hayretten cuşu buruşa gelir, en muazmm bir teşkilat nümunesi alarak tasvir eder. Türk'ün askerlikde olan bu k8iabiliyıeti, futUhat 8!Sırlarında, müiki, kazai, mali, ilmi, sınai, bütün teşkilatında aym mükemmeliyetle göze çarpar·dı. Üç inkıraz asrından sonra bu kaabiliyıet Türk' de yine vardır. Bir misali de göz önündedir: Istiklalinin tamamiyle tehlikeye düştüğünü gören bu millet, üç sene gibi az bir zamanda, Anadolu'nun göbeğinde, hükumetiyle, meclisiyle, ordularıyle, müiki şebekesiyle yeni bir varlık gösterdi. Türk'ün üç inkıraz asrınm uyuşukluğundan sonra, birdenbire, bu kadar bariz olarak tecelli eden, bu kaabiliyetini artık tarihle tevsik etmeğe de hacet yoktur. Istiklal, varlığımızın istinad edeceği kaaidedir. Lakin istiklal yalnız askerlik kaabiliyetimize istir.ad etmekle payidar olamaz. Bilmeliyiz ki teşkilat ve idare kaabileyetimiz de o derecede yüksektir. Şimdiye kadar düşman sadmeleri bilhassa askerlik kaabiliyetimizi uyanık bulunduruyordu. Fütuhat asırlarımızda gösterdiğimiz diğer teşkilat kaabiliyetleri, üç inkıraz asrında uyuş muş olmalarına rağmen yine bizde mevcutturlar. Bu kaabiliyetlerimize evvela inanmak, sonra onları bu asra göre tahmin etmek lüzUınu bir an hatırızdan çıkmasın. İstiklalin sırrı bu itikadda meknuzdnr. ğil,
ZAMANLA TEHDID
Yunanlı hilkaten kurnazdır. Bu k!avmin eski Yunanilere ırkan ve harsen bir nisbeti olduğunu zannetmeyen alimler yalnız Homeros'un destanın daki kurnazlık kahramanı Ulysse'le bir müşabehetini görürler. Ancak Ulysse'in kurnazlıktaki şian incelikti. Bugünkü Yunanlının kurnazlıktaki kabalığı adeta sıntır. Atina Hüki'ı.meti bu son devrenin siyasi durgunluğunu bize, harbi imtidat ettirerek, zamanın ağırlığıyle imha şeklinde yeni bir teşebbüs gibi satmak istiyor. Bu kurnazlıktaki kabalığı adeta gülünç bir derecededir. Drahminin değeri meydanda. Yevmi harb masrafı olarak Ankara'nın bir lirasına mukaabil Atina'nın on iki lira sarfettiğini cihan biliyor. Girid, Tesalya, Mora ve Makedonya dağlan asker kaçaklanyle dolu, gün geçmiyor ki Yunan cephesinden Türk cephesine tahammülü çak olan Yunan neferleri iltica etmesin, Yunan muhiti "bir ayak evvel
F. 19
290
EGlL DAGLAR
sulh!" diye inim inim inliyor. Bütün bunları herkesin bildiğine rağmen bizi zamanla imha edeceğinin tavrını alıyor. İşte Yunan kurnazlığının ayan bunda da belli. On ay evvel, Yunan ordulan "Ankara! Ankara!" vaveylasıyle koşarak artık sulhe kavuştuklarını zannettikleri günlerde Atina Hükfuneti'nin maskesi düşmüş ve hakiki çehresi görünmüştü: Yunan nazır lan Sevvres Muahedesi'ni reddediyorlardı: İzmir'i basmak zahmeti için ayrı, Bursa'yı işgaal zahmeti için ayn iki defa İnönü'ne yürüyüş için ayrı, en sonra Ankara'yı zabtetmek için ayrı, hasılı bir faizci hırsıyle, her emek için ayrı bir taviz istiyorlardı, !stanbul bahsini çıkanyorlardı, işte o zaman, telaş lı telaşlı bu taleplerde bulunan Atina nazıriarı bir taraftan da sulhün bir ay sonra derhal akdedileceğini muttasıl söylüyor ve yunanlılığın kalbine su serpiyorlardı. Sulhün o kadar çabuk akdedileceğini o kadar sabırsızca ilan etmekteki maksadın manasını herkes anlıyordu. Sulh için on ay evvel o derece sabırsız olan Atina Hükumeti'nin bizi bugün harbin imtidadı ve zamanın öldürücü tesiri ile tehdid edişi çok adi bir kurnazlıktır. Eğer zaman bu muhaberede galebeyi temin edecek en son amilse bu arnile iki taraftan hangisinin boyun eğeceği en basit bir muhakeme ile anlaşılır: Yunanistan bir fütuhat harbine girişmiştir, gerek zaman, gerek de mekanda zoru görünce, nefesi kesilince, takatten düşünce kazaya nza verip çekilebilir. Fakat Ankara bir milletin varlığı için müdafaa harbinde bulunuyor, binaenaleyh çekilemez. Zaten
ZAMANLA TEHDID
Ankara'nın
291'
en büyük kuvveti bir ölüm kalım muharebesinde döğüştüğünden geliyor. Zaman, evet zaman harbde yoran bir amildir. Fakat bu amil şimdiye kadar hangi tarafı acısından bağırttı. Atina Hükumeti, bu bahar, bu sonbahar diye, kaç defa Yunanlılara sulhü vaadetti. Milli hareketi sevkeden hükümetin ağzından şimdiye kadar Türklere böyle mukannen bir vaat çıktı mı? Her Türk bilir ki bu harbin bir vadesi vardır, islamın istinad ettiği bu devletin, müstakil olarak, kurtarı lacağı gün bitama erer. Şimdiden sonra geçecek zamanı bir tarafa bı rakalım. Şimdiye kadar geçmiş zaman meydandadır. Bu geçen müddet için Atina Hükumeti, kendi hulyasına göre diyor ki "Birinci hatvede İzmir'i, ikinci hatvede Bursa'yı, üçüncü hatvede Eskişehir'i tuttum, belki sulh dördüncü hatvededir!" Fakat bu görüş kadar yanlış bir görüş tasavvur edilemez, çünkü Yunanistan İzmir'e, Aydın'a ve Manisa'ya saldırdığı zaman bir Türk ordusu yoktu. Edirne'ye, Bursa'ya girdiği zaman Türk ordusu henüz teşek kUl ediyordu. Yunanistan ancak bundan sonrasına "ilk hatve" namını verebilir. İşte o hatve, o Sakarya hatvesi, son hatvedir de... Yarım yamalak bir siyasetin, siyasetsiziikten daha herbad olduğu zebanzed olmuş bir vecizedir. Atina Hükfımeti yarım yamalak bir siyaset içinde bunalmış, şaşkınlığından, daima oynayacak bir son koz arıyor. Anadolu'nun ortasında ordusunun beceremediği bir işi, Anadolu'nun sahillerinde donanmasına başaratacağını zannediyor, bigünah sandallara, yelkenlilere, motorlara saldırıyor. Bir müddet daha
EGlL DAGLAR
Yunanlılan oyalıyor. Fakat o müddet suruyor, nihayet o müddeti de bize bir ölüm korkuluğu gibi gösteriyor. Maamafih "zaman" ve "imtidat" dediği korkuluktan kendi daha ziyade bizardır. Üzüntüsünün, sabırsızlığımn haddi yok. Son gelen Atina gazeteleri bu halet-i ruhiyeyi olduğu gibi ifşa ediyorlar. "Rum ekailiyetinin himayesine mukaabil Anadolu'yu tahliye." İşte bu mülahaza Atina Hükfuneti'nin içini kemiren son endişedir. Bu mülahaza sulhe vannak için nakısdır. Trakya bahsi öyle: "Meriç'e kadar askerlikten tecrid" gibi kuru vaidlerle kapanmaz, akdedilecek sulhün temel taşı olan bir ,bahistir. Atina Hükumeti paçaları sıvayıp Sakarya' yı geçmekle harb belasından nasıl kurtulmadıysa, Mudanya'dan paçaları sıvayıp Gelibolu'ya geçmekle öyle kurtulmaz. Sulhe teşne ise Anadolu ve Trakya balıisierini beraber hatta ikincisini daha önce düşün .sün. Ancak o zaman bu uzun maceradan çıkar.
SULHÜN YEGANE ÇARESt
Karanlıkta
çakan bir şimşek ortalığı bir an na~ Observer gazetesinin Trakya'ya, Adalar Denizi'nde bir Bulgar !imanına, Rumeli'de bulgarlıkla yunanlılığın karşılıklı bir barışıklığına dair açtığı taze bir bahis, gazete sahifelerinin üzerinde olsun, Şark sulhunün hakiki sahasım öyle aydınlattı. Temps da Şark'da sulhün yegane çaresini ilk söylemiş bir gazetedir. Ve üç seneden beri de gür sesiyle muttasıl söyliyor. Temps'ın baş muharriri basiretinin, mantığının, ilminin, zekasınm, insafının bütün kudretiyle Trakya mes'elesini bu ani vesne ile, bir daha inceden ineeye tahlll etti, ve binnetice dedi .l{i: Trakya'da Yunan idaresi attında bir Bulgar limanı açmak imkansızdır. Beynelmilel bir idare muvakkat bir tedbirdir. En doğrusu bulgarlığa Adalar Denizi'nden hava almak için bir pencere açmaktır. Meriç'in şarkını Türklere geri vermektir. Hasılı Rumeli'de işleyen bir yarayı kat'i bir tedbirle kapamaktır. Yunan ordusu henüz Anadolu ovaların da debelendiği için, Şark sulhunü bir Anadolu mes'elesi halinde müşahade etmek bu fetret devresinin bir şiarı oldu; hakikatte bir Anadolu mes'elesi varsa sıl
aydınlatırsa,
294
EGtL DAGLAR
bu mes'ele siyasi değil ancak asireri biır meseledir. Askeri bir sergüz,eşten ibarettir. Yunıanlılığın mahud büyük rü'yayı görürken, bir sair-i filmenam halinde etrafını görmeksizin kendini Anadolu ovalanna atmasıdır. Her sergüzeşt her rü'ya nasıl biterse bu da öyle bitecektir, dediğimiz gibi Anadolu mes'e1esi olsa olsa bir asıkeri mes'eledir. Şark bahsi açı lınca denilebilir ki hakikaten sulhten bahsediliyor. Trakya işi ·halledilirse denilebilir ki Şark sulhü akdedilmiştir.
Atina Hükumeti niçin Anadolu'dan ordularını çekemiyor? Serves hattında olsun Anadolu'da barı nabileceğini umduğundan mı? Hayır Atina çıkmaz yola girdiğini, bilhassa bu işten beri iyiden iyiye anlamıştır. Anadolu'yu bir pamuk ipliğine bağlayıp ordularını çekrneğe teşnedir. Fakat biliyor Jı::i külfetten istiğna ettiği andan itibaren nimetten de istiğna etmesi lazımdır. Biliyor ki Anadolu'dan çekildiğin den pek az bir müddet sonra, Trakya'da da Meriç'in ötesine çekilmek zarfireti belirir: Biliyor ki o zaman Trakya'da Türk ekaeriyetinin doğru olduğunu, Trakya'nın Türk payitahtı !stanbul'a asgari hudfı.d olarak verilmesi beynelmilel muvazene namma, lazım geldiğini ve Edirne'nin mukaddes bir islam şehri olduğu için Türklerde kalacağını en kudretli diplamatlar söylüyor. İşte bütün bunları bildiği içindir ki Atina Hükfı.meti ayağını Anadolu toprağından çekemiyor, üzüntülü gözlerle bir hazinesinin akıntısı na, bizz dıe göğe bakıyor, yeni bir hadise çıkmasına intizaren beklerneğe koyuluyor. Yeni bir hadise yüzünden Anadolu'dan çekilip Silivri'de oturmasına itiraz olunınıyacağını "külfetten muaf, nimetten
SULHÜN YEGANE ÇARESI
295
müstefid" dediği vaziyetin tabiatiyle hallolunması na muntazır oluyor. Hasılı, Atina Hükfuneti, Trakya bahsinin kapanmadığını hisse'I-yakin değil sem'el-yakin olarak bilir, Trakya'daki mevcfıdiyeti Anadolu'da ordular bulundurabileceği müddetçedir. Evet Şark sulhunün düğümü Trakya'dadır. Bu düğüm çözilieceği zaman Şark'ın sulhü en esaslı bir temelin üzerinde teessüs edecek. Türkiye'ye sulhü bahşedecek devletler, Harb-i Umumi'de gaalip gelmiş büyük Garp devletleri değil midir? Bu devletler Türkiye'den bilhassa Şark sulhü için teminat taleb etmiyorlar mı? AcB.ba hangi teminat Boğazların beynelmi1el murakaıbe altınıdıa bulunması şar tıyLe Türkiye'nin Trakya'yıa yıerleştirilmesi kadar sağlam olabilir? Payitahtı İstanbul ve payitahtının hudilildu Meriç salıili olan bir Türkiye Boğazlar büyük devletlerin murakabesi altında oldukça, gaayet muayyen bir siyaset-i hariciye takib etmeğe mecbur olmaz mı? Böyle bir coğrafya vaziyetinde bulunacak olan Türkiye her türlü sergüzeştten müstenkif, sulhkar ve hatta Şark sulhunün başlıca nigehbanı bir devlet olmaz mı? Her türlü sergüzeşt ten müstenkif diyoruz, çünkü herhangi bir sergüzeşte atılmak istese önce Edirne'den ve İstanbul'dan vazgeçmesi iktiza eder. Lakin hangi sergüzeştin vaad edebileceği menfaat Türklerin nazarında, ilk payitahtları · ve milli hatıralarının mukaddes bir makaamı, Hudavendigar Gaazi'ye, Yıldırım Bayezid'e, Çelebi padişahlara Murad-ı Saııi'ye, Fatih'e v~ onların silah arkadaşlarına tecelligah olmuş olan Edirne'yi ve beş asır bütün islamın kalbiyle müteveccih olduğu tstanbul'u feda ettirecek kadar cazibedar
296
EGlL DAGLAR
olabilir? Müstakil Türkiye'nin 'rrakya'ya tekrar sahip olabilmesi için hak ve mantık narnma binbir sebep vardır. Fakat bu beynelmilel mantık hepsinden sarih değil midir? Bulgaristan'a Adalar Denizi'nde, Bulgar vatanına mültasık ve Bulgar toprağı olmak şartıyle bir liman vermek. Meriç'in şark sahilini tabü sahibi olan Türkiye'ye iade etmek bir tedbirdir ki bu üç senelik Şark-ı karib bulıranını müebbeden halleder. Yegane kelimesinin asıl manasıyle Şark sulhunün yegane çaresi budur. Evet yega.ne çare budur. Bu bulıran üç sene sürdü. Daha da sürebilir, fakat bu yegane dediğimiz Şark sulhü için mukadderdir. Bütün alakadarlar er geç bu tarz-ı tesviyeyi en doğru en basit, en kısa ve devletlerin menfaatine en elverişli bir tarz-ı tesviye olarak göreceklerdir. Vakıa bugün henüz Atina Hükfuneti kendi kendine sulh çareleri arıyor, kararlar veriyor, Anadolu'ya muhtariyetler bağışlıyor, bu mevhum muhtariyetin arkasına çekilip barınınağı düşünüyor, yan uyanmış bir sair-i filmenam gibi henüz Anadolu topl"'ağında sıayıklıyor, bugünlin siyası haberleri hep bu Yunan sayıklamalarıdır. Ve bu haberlerle gazeteler doluyor. Temps'ın Trakya mes'elesinden balı sedişi bizce bu haberlerden daha ciddi ve daha ziyade haklkate mutabıktır. Trakya bahsi bugünün bahsi olmayabilir. Fakat daha mühim olarak yarı nın yani sulh saatinin çalacağı bir vaktin bahsidir. Bu bahse bizden ziyade Yunanlıların ehemmiyet vermeleri lazımdır. Çünkü onları sulhe ancak bu bahis kavuşturacak.
Bffi RESDIDEN MVLIIEM
İstanbul'un küçücük müslüman dUkkanlannda duvarlara dört çivi ile tutturulan, al ve yeşil renkli· resimlerden bir resim gördüm, ressam Anadolu'daki: harabenin hakiki bir tarifini en basit bir sanatla kağıd üzerine çizmiş: Yakılmış ve yıkılmış bir köy, hak ile yeksan olmuş bir halde duruyor, bu harabede yalnız yangından kavrulmuş bir ağaçla sakat bir minare yükseliyor, viran köyceğizin yanındaki yolun üzerinde en iptidai kılıkta iki öküzün çektiği bir kağnı arabası duruyor. Arabanın içi sarı sistem topgülleleriyle dolu görünüyor, arabanın yanında, cephe yolculanndan olduklan belli, boynunda fişeklik asılı bir köylü kadını ile, önünde, kırmızı kuşaklı çocuğu oturmuş, viran köyün yanında biraz İstirahat ediyorlar. Kadın sevimli bir gülümseyişle siyah bir· ekmeği kınyor, hissediliyor ki ana ve oğul, yorgunluklarını aldıktan sonra yine yola dözülecekler, ressam gidecekleri yerin resmini de resmin altına un• van kılıklı yazınış: Sakarya'ya doğru. Sakarya istiklal serhaddine alem olmuş bir remizdir. Cedleri-
'298
EGlL DAGLAR
miz gidebilecekleri son şehrin Kızıl Elma olduğunu zannederlerdi, Sakarya Kızıl Elma'nın zıddııdır. Düşmanın Türk toprağında ayak basabileceği son noktadır. Sakarya kelimesi şimdiden sonra bu manMa yadedilecek. İstanbul'un küçücük dükkaniarında görülen bu resim öyle bir hakiüati ifşa ediyor ki düşmanlarımız görmediler. Onlar bu istiklal muharebesini bu bi~are milletin yoksul tabakasının riı.hunden doğmuş bir hareket saymadılar, bilakis nisbeten daha müreffeh, okur yazar, Garp irfaniyle yontulmuş Türklerin, Avrupa'dan getirdikleri hürriyet ve meşriı. tiyet fikirleri kabilinden bir fikrin eseri addettiler ve daima sandılar ki Türk halkı parasızlık, sefalet, açlık ve sürekli bir harbde ezilirse, 8.kıbet esareti istikla.Ie müreecalı görür.
nç senelik feci' tecrübe bu nazariyenin aksini isbat etti. Fecianın derecesi arttıkça bu milletin istiklai hissi arttı, büyükten küçüğe kadar uzaktan yakma kadar her ferdini daha ziyade sardı, daha ziyade gaİeyanla Yunan cephesinin karşısına sevketti. Hayır üç seneden beri en ziyade telaffuz olunan bu istiklal kelimesi, hürriyet ve meşriı.tiyet fikirleri gibi, Avrupakari mektepten sızmış güzide sı nıfın telkini ile yapılmış, halkın kafasına neşriyat kuvvetiyle yerleştirilmiş bir fikir değildir. Bilakis yerli bir fikirdi. Bu itibarla bu millette istiklal fikri fıtridir; bu, milletin asırlardan beri kalbinde sönmemiş ve . sönmez bu meş'aledir. Diğer bir itibarla ki ondan bahsetmek istiyoruz, uzun bir tecrübeden ha-sıl olmuş bir neticedir.
BİR RESIMDEN MOLHEM
Evet uzun bir tecrübeden hasıl olmuş bir netieedir: Uzun, sürekli, feci' muhaceretler, riyazi bir kat'iyetle meydana koydu ki bu milletin değil bir cemaati hatta bir ferdi ancak istikla.I bayrağının altında nefes alabilir, biraz kuru ekmek yiyebilir, soyunu sopunu idame edebilir, bir dam altında bannabilir. İstiklalin kıymetini bu milletin köyiilierine <>nce Balkan hükfunetleri öğrettiler. Fakat yunanhlığın ve Ermeni komitelerinin faaliyeti istiklal fikrini Anadolu'nun en ücra köylerinde uyandırdılar, <>ral,arda en iptidru ve siyasiyata en bigane mUslUmanl,arın kalbinde Meta bir muhafazaa-i nefis sevk-ı tabiisi haline getirdiler. Yabancı bir fikir ne kadar sari olursa olsun bir ıpuhiti ancak on, onbeş, yirmi senede sarabilir, 1z. mir faciasından önce Türk muhitinde istiklal fikrinin neşriyatına tesadüf edilmiyordu. İzmir faciası günü bu fikir birdenbire feveran etti. Milli hareketin timsa.Ii olan büyük adam bir nutkunda söylüyordu ki, lzmir faciasından bir iki gün sonra Anadolu sahiline çıktığı zaman, Anadolu'yu bir istikla.I cida.Iine girişmek için hazır bulmuş, bu hazırlık yalnız bu milletin istiklale olan ezeli itiyadından mı geliyordu? Hiç şüphesiz ki yalnız ondan değil. Dediğimiz gibi uzun bir tecrübe Türklerin en basit halk tabakasının uruuk ve asabına kadar ge~erek öğrenmişti ki yaşamak ancak istikialle mümkündür. BununçUndür ki parasızlıklanmız, zarftretlerimiz, sefa.Ietlerimiz arttıkça istiklal hissimiz daha fazla artıyor, acılanmız çoğaldıkça ufuklarda sulhün yıldızını değil, istikla.Iin yıldızını anyoruz; çUn-
EGlL OAGLAR
300
derman bahşedecek yalnız, o görünürse açlıktan sefa.Ietten kurtu• lacağız. İstanbul'un küçük dükkanlannda görülen oresimdeki köylü kadın küçük çocuğu ile Sakarya'ya doğru yalnız asil bir mefkurenin sevkıyle değil, hakiki hayatta yegane maddi çarenin istikla.I olduğu nu hissettiği için bir muhafaza-i nefis sevk-ı tabisiyle gidiyor. kü ferdi
odur,
ıztıraplarunıza
yalnız
BİR
HASm VE BİR KUIAH
İki sene evvel, fena bir kı§ gUnU, kalbi vatahüznü ve sevgisiyle dolu bir Türk genci yanıma geldi. Süleymaniye Camiine beraber gitmemizi rica etti, beraber gittik. Ca.miin kapısından girerken hayretten dondum: Yarabbi o ne manzara idi! Mihraptan cümle kapılanna kadar, haki ve çamur lekeH kaputlara sannmış, san benizli mütareke askeri küme küme, küme küme, oturmuş, yer yer ateeler yamyor. Kesif, ılık ve humma.Iı bir duman içinde sütunlar, kitabeler kandiller ancak seçilebiliyor, Anadolu ve Rumeli köylerinin hasret türküleri bir cum• hurun boğuk hıçkırıklan gibi her yandan perde perde aksediyor. Sıtmanın sıcağı lle kışın soğuğu arasmda bunalmış bu onbin kişilik asker kalabalığı, o gUn, orada, Türk saltanatının en bUyük mabedinin içinde, bUyük felaketi toplu bir manzarada temsil ediyordu. Bu hazin ziyaretten oöner dönmez gördüğümü yazdım. Harbiye Nazırı Ziya Paşa o kara günleriliın
EGlL DAGLAR
30Z
bu feci' manzarayı muttamüslUman himmetiyle bir gün içinde kal· dınnış. Bir gün sonra Süleymaniye hizmetinde olan kayyum efendi geldi, tahliye edilip temizlenen camii bir daha gönnek için gitmemizi arzu ediyordu, gittik o feci' malışer zail olmuş, büyük devirlerimizin mübarek günlerinin namazlannda misk ü anber· den bir havası olan o kubbeinin altı ecza kokuyordu. Kayyum efendi dedi ki: "Cami kurtuldu, yalnız hasırlan eksik!" Bu noksanın telafi edileceğini söyledim. Fakat anlattı ki biraz güçmüş selatin cami· lerinin hasırlan vaktiyle Mısır'dan gelinniş, başka hiç bir yerde imal edilemeznıiş, bu sıralarda da pek pahdalı imiş, bizim liranın farkı ile satın almak ·büsbütün imkansızmı§, evkafın o kadar parası yokmuş, hAsılı Sultan Süleyman'ın bu camie bıraktığı vakıflar, bulunduklan eyaletlerle beraber, birer birer kaybolmuş, şimdi mütarekeden sonra asker iskam yüzünden, yıpramp atılan hasırlannı yerine koya·
mizdeki
gUçlUğe rağmen,
sıf olduğu
m.ıyonnuşuz!
. Bu son kışın o keskin karayeli de Süleymanı ye'nin bir minaresindeki külahı uçurdu ve bir şere feyi yıktı, bu manzara da altı aydan beri yar U ağ yann gözU önünde öyle duruyor. Cedlerimizin bir camlin altı minaresinden biri· nin başına bir kurşun külalı geçiremiyen ve zemi· nine bir hasır seremiyen bir nesliz demek çok hazin ve çok feylesofane, çok düşündürücU bir teşbih olur. Milletierin zetraline dair hazin bir belagaJt vecizest olabilecek bu cUmle bize dair bir hakikatın yekfinu mudur? İstanbul şehrini asırlarca elinde tutabilecek bir evW hazi'nemiz var, bu hazine yine darmadağın
BIR IlASIR VE BIR KOI.AH
303
olduğu
bir devrede bir Hayri Efendi, Avrupa'ya an· cak Cağaloğlu'ndaki Mekteb-i Hukuk'un sıralannda haya.I meyal aşina olmuş ve Avrupa medeniyetine ancak bir müddet setre pantalon giymekle kanş mış bir hoca iken, birdenbire eflake ser çekmiş hanlar kurdurdu, medreseler ihya etti fakat bu evka.f hazinemiz bugünkü medeniyetin mali ve idari şebe kesiyle tanzim edilirse nasıl feyyaz bir semere verir, bunun misalini Avusturya eliyle Bosna Hersek'de gördük.tü, İstanbul'da daha müşa'şa' olarak görebi· liriz. Raşid Bey camilerimizin zeminine hasır seremediğimiz, minarelerine külah geçiremediğimiz gün· lerde evkafın başına geçti. İsterdik ki newetin ba§ına değil işin baına geçmiş olsun. Kağıdı ve "sözü tamamıyle kaldınnaktan başlayarak bu hazineyi asıl değeriyle canlandırsın, müslüman ve Türk tstanbul'u kendine sahip etsin. Darüleytam Müdüril Balahaddin ve Muhacirin Müdürü Harndi Beyler gi· bi gençler birer müdüriyetin başında değil, \birer işin başında çalışmak itikaadında bulunduklan için imkansızlıklan yendiler. İsterdik ki daha bir kademe yukarıda bir idarenin başında böyle bir tecelli göre·
Jim. Yoktan varlıklar çıkaran, mübdi' Anadolu da görsün ki biz de burada bir şey yaratabiliyoruz.
ATİNA SULH EDEBtiJB Mİf
Türk istikl.Allyle Yunan cihangirllği arasmda geçen facianm bu peroesi de kapanmak üzeredir. Son bir perdenin açılmak Uzere olduğunu Atina'dan haber veriyorlar. Ne olduğu da anlaşıLdı gibi. Atina HUkftmeti, Uç, sene harbden sonra Ankara'ya bir illtiınatomla gUrleyecek. Yıldırımdan sonra gök gür,. lbm.esi. Sakarya'dan sonra ilitimatom! Ah Edınond About! Sen şimdi sağ olmalıydm! Yetmiş sene evvel, hicvin en yüksek zirvesi olan dehanın henüz parladığı senelerde, "Muasır Yunan" ve "Dağlar Kralı" gibi insanları mUebbeden güLdUrecek iki şaheserinle yunanlılığın hakiki çehresini cihana gösterdin. Sen o zaman yunanlılığı sulh ve Asayiş içinde görınUştUn. Bir de harb halinde, şu son Uç senelik maceralar ortasında görıneliydin, yetmiş sene evvel Dağlar Kralı Hacı lstavros Yuna.n.istan dağlarına dehşet salıyordu. Şimdi Anadolu dağlarında bir fa.cia oynuyor. Senin romamn bir sulh mudhıkesi idi. Bu bir harb faciasıdır. Arada yalnız bir oyun farkı var. Fakat oyunun kahrama-
ATINA SUUI .EDEB!UR Ml1
.ııll tıpkı
senin
305
anlattığın adamdır. Tıpkı
na.Iığı, kurnazlığı, desisebazlığı tıpkı
o. Kar-lşi eskisi gibi. Sen
.o zaman zannediyordun ki Yunanistan'ın teşekkül
-etmesi yüzünden devlet mefhfunu gülünç bir derekeye düştü. Demokrasi mefhfımu şerefini kaybetti. .Siyaset tahammülfersa bir cıvıklık oldu. YunanWar bütün bu yüksek mefhumlan bir asırdan beri ne derekeye düşürdülerse harb ve sulh mefhumlannı <la o derekeye düşürdüler. Atina Hükfuneti'nin, Uç sene harbden sonra Ankara'ya bir ültimatom göndereceğille d!ir gelen haber sahih olsa gerek. Sahih olsa gerek diyoruz, .çünkü hatırladık ki, Yunanistan maksadına .varmak için bu üç sened€; her çAreye baş vurdu, ·her vasıtayı kullandı, her tedbiri tecrübe etti, hepsini de iflasa uğrattı. Rezil olmadık bir vasıta kalmıştı: Ultimatom, şüphesiz ki bunu da bir defa deneyecek; ne kadar mlimkünse o kadar gülünç olmakla beraber &lu tecrübe de mukadderdir. Bu haber bu kadar bir bahse değer. Maamarılı .son perde gibi görünen bu safhada hakiki vaziyet nedir? Atina'nın geeeli gündüzlü, gizli kapaklı mü-::zakerelerinden bir netic~ çıkabilir mi? Çıkamaz. Çikamaz, çünkü bugün Atina'da bulyadan hakikate rücu etmeğe cür'et edecek ne bir hükUmdar vardır, ne bir hükumet, ne bir fırka, ne de tek bir hükumet adamı. Hüklimdardan meb'usa kadar hepsi biliyor ki Yunanistan feci' bir çıkmaz <ladır. Maliyesi senelerce düzelmiyecek .gibi berbattır. Anadolu'daki ordusu çözülmek üzeredir. Hepsi :bunu hem biliyorlar, hem de muttasıl söylüyorlar. Fakat bir karar veremiyorlar. Çünkü bugün YunaF. 20
306
EG!L DAGLAR
nistan "müzayede-1 hamiyyet" devrindedir. Yunan harniyetini Venizelos ve fırkası uhdelerine almıştı lar; bugünkü kıral tarafdarları iki seneden beri "hamiyet müzayedesi"ne girdiler. Hala da o mUzayedenin ıztırabına kapılmış bir halde her tUrlU iradeden mahrumdurlar. Atina'da artık bu sergüzeşti hMimeye erdirmek için müzakere başladı mı, derhal "ha..m.iyet mlizayedesi" kendisini gösterir, bütUn politikacılar gayr-i ihtiyari olarak, hakikat-i hali unuturlar. Harniyet müzayedesinde seslerini perde perde yükseltir, yeni muvaffakiyat çareleri ararlar, nihayet şu Ultimatom göndermek gibi neticelere vanrlar. Yunan ahvalini yakından bilenler derlerdi Id Theotokis en ağırbaşlı, en tutumlu, en ciddi yunanhdır. İşte görüyoruz ki o n8.zır bile harniyet mliza• yedesine tutulmuş bir vazi~ttedir. Venizelos iktidarda kalmış olsa idi mus8.laha etmekten korkmazdı. Çünkü Yunan hamiyetinin imtiyazına sahipti; bu sergüzeşte nasıl cür'etle atıldıysa bu sergti2:eştten öyle cür'etle de çıkardı. Venizelos Atina'da siyasetini isbat etmeğe çalışıyordu. Kral Kostanım bil8.kis hamiyatini isbat etmeğe çalışıyor. Sulh edebi.lm.ekçUn Ankara Hükfuneti bll8.kie tam manasıyle bir htikunwttir. Türk milletinden alacağı talimatı almıştır, iradesine sahiptir. Başında olan şahsiyet, bir sulh masasında ahz-7ıt mevki edeceği saat sarahatle konuşabilir, anlaşa bilir, imza edebilir, Adana itllafı, meydana koydu ki Ankara lle musalaha gıll u gışsız, sarih, kolay, çabuk olur. Ankara Hükumeti lle Atina Hükftmeti arasında bu kadar azim bir irade ve iktidar farla da vardır.
Y1NE
EDİRNE
lçtN
Istanbul'dan kalkan tren Rumeli ovala.nna açıl zaman, gökle yerin öpüştüğü uzak bir zirveden dört minare ortasında bir gök kurşfıni kubbeyi görür. Yolculann gözleri saatlerce o cazibe merkezine bakmaktan kurtulamaz, çok süren bir mesafeden sonra, o dört minare ortasındaki kubbenin ayağın da, Edirne'ye girilir. İşte yakın veya uzak, her halde mukadder olan sulh Edirne'siz bir Türk devleti bırakınakla tecelli ederse İstanbul'un gözlerine o dört minare ortasındaki gök kurşuni kubbe, uzaktan muttasıl öyle görünecek, Türklük daima hissedecek ki kendini o cazibe merkezine mukaavemet edilmez bir kuvvet çekiyor, siyasi varlığında o nokta bir yıldızdır, ancak o yıldız pariarsa bu devletin talihi açılır. Balkan Harbi'nde Edirne'yi birkaç ay kaybettiğimiz zaman söylenmiş bir türkünün bu mısra· lannda bu hakikat meknuzdur: dığı
EGtL DAGI.Alt
308
Ey Türk oğlu şimdi atın O yollarda gezemiyor, SaJt.anata benzemiyor Bumeli'siz saltanatın 1 Türk
varlığının geçirdiği
bu büyük imtihanda
lzınir'in adı kuınızı bir bayrak oldu. Hep o bayrağın arkasından gidiyoruz. Fakat İzmir dediğimiz zakanlı günü bir .taksim başlangıcını hatırla Yoksa Akdeniz üstündeki bir Türk şehrini değil. Bizce İzmir biT ukuubet devresini geçiriyor. Yoksa hiç bir an onun bizden aynldığına inanmadık. Yalnız biz mi inanmadık? Onu bıçaklarmın, süngü· lerinin, kasaturalannın ortasına alanlar da hiç bir zı>man inanmadılar; bir defa daha söyledikti yine de söyliyelim: İkide birde Atıadolu mes'elesi, Anadolu mes'elesi diyorlar. Anadolu mes'elesi yoktur, eğer varsa siyasi bir mes'ele değiLdir, askeri bir f&,. ciadan ibarettir, Yunan ordusu da kendi kendine çözüleceği y8.hut da İzmit'de olduğu gibi, her yerden denize döküleceği gün bir Anadolu mes'elesi kalmayacak. Şümullü bir manada bir mes'ele olan Yakın Şark mes'elesinin ukdesi Edirne'dir. Vakıa Yunan ordulan henüz lzmir'de, Bursa' da, Eskişehir'de, Karahisar'dadırlar, fakat bu şehir· Ierin bahsi Garp ordulannın erkan-ı harbiyesine aittir. Edirne bilakis bütün bu cidalin siyasi noktası dır, sulhün manası ancak bu noktada tenevvür ede.. cek. Bir kaatil boğmak istediği bir masumun başına bir yastık kor da üstüne nasıl oturursa, yunanlılık Edirne'nin Ustüne öyle oturdu. Edirne'nin sesini işit-
man bir
malıyız.
Y1NB EDIRNE IÇIN
309
tlrmemek için, Edirne'nin bahsini ettirmemek içn debelenp duruyor, fakat bu cinayet dünyanın en uğ rak bir noktasıdır, Avrupa'nın demir yollarını Asya' ya bağlayan bir cadde iizerinde oluyor. Cihanın göziine çarpıyor. Yunanlılık bu faciayı bir hai-i vaki' göstermek azmindedir. Bu uzun facianın sUrekli sahneleri tevali ettik4 Ç€. bu hal-i vaki' bize değil fakat ağyara adeta vaki olmuş gibi görünüyor. Mümessillerimizden milli davanuzın söz ve kalemle müdataasım deruhde eden adamlarımıza kadar herkes Edirne mes'elesinin taze bir galeyanla şerhine lüzum görüldüğünil hissetmiyorlar mı? Yunanlıların tahayyül ettikleri hal-i vaki'i köklinden sarsıncaya kadar gayret etmeleri şim di lüzumlu bir derecededir. Şark-ı karib de beyneimUel muvazeneinin biitiin mantığı Edirne ile bir Türk devletinin teessüsünii ister. Herhangi bir Avrupa devletinin ayan, meb'us, gazeteci ve diploma.t muhitinde bu hakikati vuzfıhiyle şerh etmekle efkar tenvir edilebilir. Trakya'nın Anadolu'suz, Anadolu'nun Trakya'sız yaşayamayacağını isbat etmek yalnız bizim lehimizde değil, bütün sulhlin lehinde bütUn Balkan hükumetlerinin lehinde, Şark muvazenesine alakadar olan bütün büyük milletierin lehindedir. Bina~naleyh Balkan muhitlerinden itibaren her yerde her derecede tarafdarlar bulur: Ankara'nın neşriyat teşebbüsü Edirne mes'elesini birinci derecede bir hedef addederse yeridir. Ma.atteessüf siyasiyatı günü gününe takib etmemek bir nakisedir. Edirne mes'elesini bugün unutsak yarın o bUtUn ehemmiyetiyle tekrar gözlerimize çarpar. Bu devlet tam manasıyle Edirne'de kııruldu,
EGIL DAGLAR
310
Edirne fütfı.hat devrerolzin tecellig8.hı olan şehirdir. Siyasi, askeri, coğrafi, hiç bir ehemmiyeti olmasaydı yalnız fütfihat devri dediğimiz altın devrinin büyük hatıralanyle Edirne bu milletin haşre kadar rü'yasına girer, Edirne Gaazi Uünkar'la, Bayezid'le, çel~ bi padişahlarla genç ve dinç Murad-ı Sani ile Fatih' le beraber döğüşen cedlerimizin hayaletleriyle doludur. Edirne'siz Türk devleti tarihi kopanlmış bir devlet olur. Zaten ona kavuşmazsak, hasretten gece ve gündüz muztarip olacağız, yerimizde duramıya cağız, demek ki hiç bir zaman sulh ve aşayişe ka· vuşamıyacağız.
Siyasilerimiz Edirne mes'elesini ne ihma.I, ne de edebilirler.
lınhal
BİB
V ııta.n
acılannı
F1KBtN ZEVKl
ta.t:rnadan: evvel anlıyamıyor duk. Geniş saltanatm son gUzel gUnlerinde doğan Namık Kemal, şUphesiz o nevi insanlara mahsus. kablelvukuu' bir hisle bUyük felaketi haber veriyordu. Fakat ne o, ne onun tilmizi AbdUlhak Hamid, kah 8.şikar, kah kinayeli olarak, teganni ettikleri va.. tan acılarım halkın bağnna kadar geçirebildiler. Ge· çiremediklerini lisanlanmn halk tarafından anlaşı lanuyacak kadar beliğ oluşuna atefetmeyiniz. N amık Kemal nesrini, AbdUihak Hamid tiyatrolannı sokak ve köy lehçesiyle yazsalardı yine bUyük vatamn bUyük halk tabakalanna nUfuz edemezlerdi. Nitekim onlardan evvel vatan acılanın hissettiren nice tUrkUlerimiz vardı; hiçbiri halkın dilinde gezmiyordu. Bu kabilden bir Budin tUrkümüz mUslüman kal· binin göz yaşlarından ibaret bir nümtinedir. Buclln'e dUşman girdiği zaman esir dilşen Budin mUftUsUnUn lDzı söylemiş; cıehrin sukuutuna 8.id o faciada ırzı..
312
J!GIL DAGLAR
mıza
sürUlen leke, düşman içinde kalan Budin Türklerinin feryadı, bütUn o acı, bu mısr8.lardadır. Sabah ezanında. düştü bir yıldız Deftere yazıldı on iki bin kız Aman pMiş8.1ıım biz de lsUi.mız Aldı NemQe bizim güzel Budin'L
lki yüz kırk sene evvel söylenmiş bu türkü gibi çok samimi vatan türkülerimiz söylenip kayboluyorlar; kaybolmasalar bile bütün bu halkı sarmıyorlar dı. Geniş vatanda yurtlanm hiç kaybetmemiş olanlar, kaybedenierin acılanm hissedemiyorlardı. Namık Kemal Bey daha feiaketten evvel duyduğu vatan acılannı bunun için mektepli sınıfından öteye,. halka kadar. geçiremedi. Bu acılan lisan ne kadar ateşin olursa olsun anlatamaz, çekenler bilir. . Bize vatan sevdasını, elli seneden beri Rumeli• den, Adalar'dan kaafile kaafile muttasıl gelen muhacirler öğrettiler. Anadolu'da birkaç seneden beri bir Rumeli havası estiğini hissedenler doğru hisse-: diyorlar. Yalnız şimdiden sonra bu Rumeli havası estiğini hissedenler doğru hissediyorlar. Yalnız şim diden sonra bu Rumeli havası İstanbul'un, Anadolu'nun havalanyle kanşacağı için hissedilemiyecek. Çünkü vatan acılannı kendi etinde hissetmiş Türkler ekseriyettedir. Kalbinde hissetmemiş Türkler ise pek azdır. Zannederim ki yeni Türk edebiyatı bugünkü acılann hatıralarından teşekkül edecek. BugUn, vak'a sözden kuvvetlidir. Edebiyat kan ve ateş. karşısında bittabi' soluk kalıyor. Hisler zaman süzgecinden geı;medi:kçe şiir dediğimiz iıksir h8.line gi,re.. miyorlar.
BIR
fİKRlN
ZEVKl
:ns
Büyük acılardan evvel N amık Kemal'in vatan §iirlerinden ancak malıdut bir sınıf zevk alıyordu. O zaman başında vatan havası esen gençler, karşıla nnda Sultan Hamid'i görüyorlardı. Vatan vardı, fakat dardı. Vatan ıztırabını hissedenler o dar vatanda teneffüs edilecek havadan başka bir hedef gözetemiyorlardı.
Hulaseten denilebilir ki o zaman vatan ıztırabı Aile arasında bir sıkıntı idi. O sıkıntıyı da herkes anlamak ve dinlemek istemiyordu. Nice muztariplerin anlattıklan vatan hikayesi "hab-aver'' oluyordu1 • Ve destanlarımn tesirinden yine kendileri ağlıyorlardı. Vatan varken Sultan Abdülhamid'in vatan kelime• sinden o korkusu neydi? Yeni neslln o vatan iştiyakı neydi? Bütün bu niza' şimdi bize ne kadar garip görtınüyor. O zaman vatan ızıtırabını Namık Kemal'in eürinden duymuş nesilden olduğum için hafızamı yokluyorum. Anlıyorum ki genç kafamı vecde geti• ren o his kendi aramızda siyasi bir kinmiş. Hapishane, kendi hapishanelerimize; menfa, uzak yakın, kendi şehirlerimize; zincir ve kelepçelerimize; kendi polis ve kendi jandarmalarımıZin taktığı demiriere diyormuşuz. İşte o zaman hep kendimizin olan o hapishaneler, o menfalar; o demirler, şimdi Yunan adalarında Diyamandidi hapishanelerinde olan Türklere kimbilir ne kadar güzel ve ne kadar iyi görünür? On yedi sene evvel Paris'de, Luxsemburg bahçesine yakın bir sokakta, ekseriyetle talebenin oturduğu bir otelde yaşıyordum. Kafam vatan aşkıyle ı tılıyor.
Vatan hikayesi hAb-aver oldu buuAre manaa
hatırla·
Ml
BÖlL DAGLAR
sarhoştu. Yalnız memlekete dönmeyi hiç arzft etmezdim. Bazı geceler rü'yada kendimi İstanbul'da görür sonra sabahleyin gözlerimi açıp da Paris'de olduğu mu hissedince çocuk gibi sevinirdim. Bir derdim. va.rdı: Vatan. Bir arzum vardı: Ömrümil Paris'de geçirmek. Bütün vatanperver genç Türkler de benim ııa.:.. let-i rfıhiyemdeydiler. İnkılab olduğu zaman Paris'i güç terkettiler. Hoca Kadri gibi bazılan edemediler de orada kaldılar ve orada öldüler. Hepimizin derdi vatandı. O zaman yaşadığım otelde oda komşum bir Lehli vardı. Görünüşe göre talebeden fakat esrarengiz bir mahlukdu; Lehistan'da fıkır fıkır kayna... yan ihtila.I hareketlerinin mürettiplerindendi. M~ refemizden sonra Türkleri çarçapuk seven bütün Lehliler gibi beni sevdi. Zaman zaman odamda arar, görürdü. Bir akşam uzun ve kalbe yakın musa.habede bu adamı dinledim. Seneler geçti o akşamki sözlerini zaman zaman hatırladım. Bu adam benim de kendi gibi bir vatan garibi olduğumu biliyordu. Maamafih bana ve benim gibi Türklere dair ne düşündü ğiinü o musahabemizde ızhar etti ve dedi ki: "Siz buralarda ne arıyorsunuz? Sizin ve bütün genç Türklerin vatan arzUlan beni gayr-i ihtiyari gülümsetiyor. Sizin vatanınız yok mu? Yeni Pazar'dan ta Yemen' e kadar ovalannız var, dağlannız var, şehirle riniz var, kalela-iniz var, kışlal,annız var. Onlann Ustünde sizin al bayraklannız dalgalanıyor, sokaklannızdan geçen asker, biliyorsunuz ki sizin dininiz-:dedir, sizin kanınızdandır, sizin dilinizle konuşur, .ıti~ zin gibi düşünür, sizin giıbi sever, dostlarımza dost. düşmanlarınıza düşmandır. Ah bu _saadetin kad.rini hissedemiyorsunuz. Benim gibi mahki.im bir milletin
BİR FlKfJN ZEVK!
315
çocuğu böyle bir manzarayı rü'yasmda görmek için can verir. En son Lehistn ihtiHi.linde, Varşova'mn bir sokağında Leh bayrağını yirmi dört saat dikili bulundurmak için Leh gençlerinin en civanmerdleri can verdiler. O güzel yirmi dört saat her gün tekerrür etse her gün can veririz. Siz Türkler istiklalinizin kadrini bilmiyorsunuz. Ancak onu kaybedeceğiniz zaman öğreneceksiniz." Bu sözleri daima hatırladım ve daima hatırla cağun. Çünkü benim gibi bütün Türkler de o ıztırab~ı onun tahmin ettiği zaman öğrendiler.
'VÇ TEPE
İnönü Meydan Muharebesi'nin son günü Metris Tepe'den vaziyete bakan İsmet Paşa, neler gördüğü nü milli timsa.J. Mustafa Kemal Paşa'ya haber ve-riyordu: Tabanlan ensesine vurarak kaçan düşman... FistanelJAları tersine çevrilmiş şemsiyeler gibi kaçan efzunlar... Alevler içinde yanan Bozöyük!. Milli tımsaı, bu bozgunu seyreden İsmet Paşa' ya Metris Tepe'den daha neler görüldüğünü, yan-· nın müjdesini almış millet rehberlerine has bir ses-lt., hatırlatıyordu. Milli timsa.J.'le İnönü kahramanı arasında geçen bu mübAvereyi o gün dinlerken ürperdik. Yakup Kadri ise muhavereyi Metris Tepe'den yannın yırtıl mış bir perdesi giıbi görüyor. Birkaç s-enedir, Yakup Kadri, edebiyatın yazıt denilen cephesini kaldırarak ruh denilen ötesini görmeye çalışıyor, bu yeni meylini ilk gösterdiği satır-
OC TEPE
317
ları
birkaç sene evvel çıktığı zaman hemen bütün perestişkarları me'yiis oldular, yalnız Halide Edı"b haber verdi ki bu yeni hareket bizde edebiyatın yakasını açan harekettir. Yazıdan hayata geçti geçeli muharrir Halide Edib'i unuttuk, Hd sene evvel, Sultanahmet meydanlarında tekbirler çekilirken önümüze düşüp bize meş'ale çeken bu ulvi mahluk, edebiyatı hayata nakletti. O gün, o meydanda o tekbir sesleri ortasında siyahlarla görünen insan, Mfızamıza yeni şahsıyetini o kadar kudretle hakkatti ki eski hayalini hatırlayamıyoruz. Ve bize öyle geliyor ki asıl eseri de o günden başlıyor, Yakup Kadri'nin Metris Tepe'yi bundan sonraki Türk edebiyatının mihrakı gibi gösterdiğini işittiyse hemen tasdik etmiştir, sanırım. Türk edebiyatı yeni unvanını takındığı elli seneden beri iki tepeden aleme baktı, bu tepelerin biri Çamlıca Tepesi, öteki de Tepebaşı'dır. eski
Çamlıca, Nanııl{ Kemal ve genç arkadaşları Hamid, Ekrem, Sczai ve ötekilerinin elli sene evvel ale~ me baktıkları tepedir. Namık Kemal, yeni edebiyatın ilk çocuklarına, orada, eski vezir konaklarında tesadüf etti. Bu çocuklar, İstanbul kibar efendilerinin çerkes cariyelerinden doğmuş, dadılar ve lalalar elinde büyümüş, devlet rü'yasını daha beşikte iken görmüş, biraz şehzade ruhluydular. Kemal, bu hanedan çocuklarını bir nefesiyle nasıl ayaklandırmış: Bu çocukların doğuştariyle eserleri aJ""asında ne kadar fark var! Milletin önüne o zaman yeni fikirlerle
318
EGlL DAGLAR
bu hanedan çocuklıarı düştüler. Eserlerinde Çamlıca havası eser, Çamlıeıa. bahçelerinde billbill yavrusu dinledikleri sezilir, şiveleri o semtin vezir konakları gibj ağır, harab ve şairanedir. Yeni nesil, alafranga edebiyatın kınk dökük manzfı.melerinden, sanşın mensurelerinden, tek gözlüklü tenkidlerinden beri artık onları okumadıysa zevk, lisan ve hayiii sahasında bir düziye tecelli eden inkılaptandır, yoksa bugünlere kadar vekaayi'i onlar sevkettiler. Usluplan eski konaklar, yalılar ve köşkler gibi yıkılmış; eski esvaplar gibi gülünç olmuş; eski edeb, eski erkan, eski terbiye gibi itibardan düşmüş bu adamların fikirleri o zamandan bugüne kadar bütün siyasi hadiselere hakim olmadılar mı? Abdülhanıid-i 8ani, onların edebiyatındau korkıa.rdı, mektep1erin sıralarında onların şiirlerini arar, kitapçılan, sahhaflan, Acem tabi'lerinin mahzenlerini, onlann eserlerini yakalamak, endişesiyle bastınr, onların kelimeleridir diye istiklal, hürriyet, vatan kelimelerini ağıza aldırmazdı. Edebiyatta yalnız yazı mahiyeti gören bugünkü yüzler, Namık Kemal ve arkadaşlannın yalnız lisana ettikleri hizmeti görebiliyor; bilakis fikirlere ve binnetice vekaayi'e olan tesirleriyle daha ziyade mümtazdılar. Namık Kemal'i son senelerde Midilli'de görenler nakled:yorlar ki bütün Türk gençleri arasın da en ziyade Harbiye gençlerine ehemmiyet verir, onlardan aldığı mektuplara hahişli cevaplar gönderirmiş. Acaba Mustafa Kemal ve arkadaşlarının oradan yetişeceğini mi seziyordu? Bu edebiyat, çok sıhhatli, temiz havalı, çok sı caıktı; cephaneyi, üstüne çıkıp da berhıava edecek zza-
ÜÇ TEPE
319
bitlere, gemli:lmı dUşmana vermemek için batıracak kapdanlara vücut veriyordu. Yalnı.ı btı edebiyat mazidir. Çamlıca gençleri o tepede eski saltanatm rü' yasını görüyor, o rü'yaya yeni fikirlerle vücut vermeği hayal ediyorlardı.
Çamlıca
Tepesi'nden Tepebaşı'na geçiş nice muasırlara bir inhiatat hadisesi gibi görünüyor. Mai ve Siyah kahramanı Ahmed Cemil'in Tepebaşı'ndaki meşhur gecesinden sonra son neslin gençleri milli rü'yadan uyanarak var kuvvetleriyle medeniyete atıldılar. Bu hareketi Galatasaray Mektebi'nden çık mış bir şairler, İzmir'de bir hıristiyan mektebi.nden çıkmış bir nasirin sanatı sananlar ne kadar aldanır. Medeniyette bütün idrakler ilitirasla mümkündür. Bugünkü Garb medeniyetini, kendiliğimizden liksinecek kadar, ateşli bir ilitirasla sevmeseydik idrak edemezdik. Bizi bir müddet tatlısu firengine benzeten o edebiyat mukadderdi. Ona vücut verenler de bir medeniyetten bir medeniyete geçiş devresine zebundular. Bu itibarla o edebiyat hiç kayr-ı milli değil, millidir de; çünkü o mukadder geçidin gaayet samimi bir in'ikasıdır. Edebiyatın en güzel değeri ihtirassa, itiraf etmeli ki Servet-i Fünun edebiyatı ihtiras hamleleriyle yanar; o hummalarla o sanatkarlar musabdılar ve kaarilerine de sirayet ettiriyorlardı. Yalnız o ihtiraslar yeni bir medeniyet iştihasın dan ibaretti. Bununçün de vatandan hurfic ve milletten ayrılmak alametleriyle görünür.
EGİL
120
DAGLAR
Abdüihamid-i Sfuıi, eski bir Asya padişanımn memleketi bir zevceyi benimser gibi öyle benimsemişti ki yeni ruhlar, eski memleketin her şeyinden tiksinerek harice fırlamak istiyorlardı. Bu cendere içinde Beyoğlu birahanelerinde soğuk bir bira içerken, Tepebaşı'nda Traviata'yı dinlerken, Ada'da bir tenis seyrederken, bir karnaval kaafilesinin geçtiğini görürken teselli buluyorlardı. Bu humma ile bizi ve memleketi özendikleri çerçevede gösteren romanlar yazdılar. Yalnız bütün bu edebiyatın şiarı: "Buradan dışarı, bizden başka türlü!" dür. Bütün bu hareket vatanın o zamanki geniş hudutlarından dışanya şahsi bir saadet kaygısıyle atı lıştır. Yeni Zelıanda'da Hayat-ı Muhayyel o rUhu çok güzel ifade eder. Hüseyin Cahid'in meşhur hikayesini, Fikret'in, bu hayal hakikate inkıiab edemediği zaman söylediği mersiyeyi: kıskanç hırsiyle
N e ser-azade örnr-i safiydi. Geçecek gölgesinde çanılarının! mısralanyle, az çok hayal zannederdim. Meğerse o zaman pek samimi ve saf Fikret, bu hayale adeta k apılmış. Bir gün nakletti ki Servet-i Fünun'da manziime, mensüre yazanlardan başka birçok yeni filtirli doktorlar, mütecedditler, bu fikre and içmiş. Fikret, arkadR§ı Bugünkü nazır - Hüseyin Kazını Bey' le oturmuş, aylarca, harıl harıl Yeni Zeland'a bütün kaafilenin çoluklu çocuklu seyahatini tertib etmiş,
OC TEPE
3!1
<>rada kurulacak köşklerin planlanın çizmiş, geçecek serazad, saf, kirden ari hayatın akşam1ı sabahlı saatlerini bile düşünmüş, iş yalnız parayı bulınağa kalmış, F'ikret'in evinde son tertibat için son içtima' akdedildiği gece, Hayat-ı Muhayyel'in bütün arkadaşlan gelmiş, en sonra kapıdan Doktor ( ... ) Paşa, o günlerde ferikliğe terfi' ettiği için, yeni üniformasıyle, nişanlarıyle girmiş, bu manzara karşı sında Fikret'in gözleri kararnuş, dudaklan yeisten kül olmuş, ne diyeceğini şaşırmış, bir an zannetmiş ki Yeni Zelanda seyahat~ ötekilerin hepsi hayal, yalnız o budala gibi gerçek görüyor. Etrafına sersem sersem, dalgın dalgın bakınmiş: Sen de gittin, senin de arkandan Ağladım, ağladım... O yanık meraiyenin ilk mısralannı o gün yeni üniformasiyle, nişanlarıyle gelen arkadaşı Doktor... Paşa'nın yüzüne baka baka söylemiş. Ziya derdi ki: "Fikret'i o edebiyatın havası boğdu, eski bir şiir için .söylediği iki mısraı doğrudan doğruya ona söylemek daha doğrudur: Ona bir başka zemin, başka zaman lazım dı."
O zümrenin en yüksek çehresi olduğu için deen ziyade çocuk ruhlu ve bir gaayeye en ziyade irade ve hırsla kapılan olduğu için Fikret'e ve onun hayatına bakmak yeter. Şiirleriyle küçük bir kahraman yaptığı oğlunu lskoç illerinde medeniyete emanet ederken tavsiyelerin~ söyledikten sonra bir gün memlekete, esatirin gökten ateşi çalan kahramanı gibi döneceği tahayyül ediyordu. ğil,
F.Jl
322
EG1L DAGLAR
Meğerse oğlan,
müebbeden dönmemek üzere git-
miş!. ..
Bu çocuğun serencaını o edebiyatın son götürmerhaleyi ibretle düşündürecek kadar manidar değil mi? Medeniyetten epey zamandan beri bezginiz. Kusvasına varanlar bile son senelerde nasıl meraretle döndüler. Şimdi anlıyoruz ki meğerse bir alemin sonunda doğmuşuz. Onunçündür ki Yakup Kadri gibi edebiyatın bütün hazlannı aldıktan sonra bezen bir rfıh yeni kelam'ın nazil olacağı tepeye bakıyor ve son günlerde ınilll timsal'in gösterdiği tepe için dedi ki işte o, bu tepedir: Metris Tepe I düğü
Muzafferiyatten Sonra
23 NİSAN
Dört sene evvel o feci' ilkbaharda o Maıt ve Ni~ üzüntüsü bitmeyen kara günlerinde, vatamn kat'i hatimesi yani Sevres Muahedesi tahakkuk ederken, İstanbul baskınına uğrayanların bir kısım Malta'ya giderken ve bir kısmı düşman divan-ı harblerinde inilderken ve bir kısmı Anadolu yollarına düşerken OOsmanlı saltanatı ile Yunan kırallığııım müttefik orduları taksim kararlarını imza ettirmek için Ankara'da hala Türk milletinin istiklalini isteyen Mustafa Kemal Paşa'nın etrafına toplanmış bir zümrenin üstüne atılmağa hazırlanırken, hasılı Türklüğün kıyameti koparken, şehid düşmüş bir Türk, gözlerini hayata bir daha açsa vatanın bugünkü haritasına baksa dört seneden beri geçirilen maceralan dinlese, Meclis'in açıldığı 23 Nisan gününden bu son 3 Mart gününe kadar kat'edilen yolu görse mebhut olurdu. Evet şimdi sene beş! Bu geride bıraktığımız dört sene içinde dört yüz sene yürüdü. sanın
EGlL DAGI.AR
Biz içinde bulunduğumuz için bu devrin daluluğunu hissedemiyoruz. Lakin çocuklarımız bu dört senenin muazzam destanını hayrani ile dinliyecekler. Yeni istiklalin başlangıcı saydığımız 23 Nisanda Türkler, Osman Gaazi'ye istikl3.1 alameti olarak davul ve bayrak geldiği günlerde olduğu gibi mes'fıd değildiler. Yeni istiklal, bir valide, çocuğunu nasıl ağrılar ve acılar içinde doğurursa, ana vatamn ortasında öyle doğdu. Vatan, dışından ve içinden düş man ayakları altında idi. Osman Gn.azi'nin aşiretin den iki yüz sene içinde cihangirane bir devlet çıktığı nı mucize addedenler Ankara'nın muztarip bağrın <ian dört sene içinde yeni bir devletin çıkmasım nasıl telakki ederler hem de bu istiklal hangi devlerle güleşti?
Milli tekevvünün her tarafından sarf-ı nazar, vatan, bugünkü vatan baştan başa 23 Nisanda yeni devletin temelini atanların eseridir. Büyük Millet Meclisi'nin açılacağı binanın üzerinde bile Fransız bayrağı salianıyor ve içinde iş gal müfrezeleri karargah kurmuş oturuyorlardı! hil ve dahil bütün şehirlerimiz ve ovalarımız inkı samın bin türlü cilvesiyle, ya ayrılmış veyahfıt da ayrılmak üzereydi. Cumhuriyet'in nüvesi olan kuvvet iki senede bütün bu yurtları birer birer kurtar<L, bugünkü vatanı yoktan var etti. Bugünkü vatan miras bırakılmış bir kişver değil. Cumhuriyet'in bizzat fethettiği bir ülkedir. 23 Nisan günü en duygulu bir günümüz olduğu için bir noktayı hatırlatmak isteriz: Nice milletler istiklallerini kaybederler. Beni İsrail gibi asırlarca onun hasretini çekerler, sonra yalnız
Sa-
23 NlSAN
uyanırlar
tekrar kan dökerler ve kazanırlar. Türkta Asya içerilerinden beri hür ve müstakil yaşamak mizacını gösterir bir darb-ı meseli vardı. Türkler istiklallerini kaybetmek tehlikesinde kalırlarsa asil bir isyanla: "Ya devlet başa ya kuzgun leşe!" derlerdi. Bükülmektense ölmek isteyen hür insaniann ağzından çıkan sözlerin bu söz en giizelidir. Işte 16 Mart baskınından sonra bir ay geçmesiyle bu güzel söz Türklüğün talihinde bir daha tecelli etti. Başımızdaki büyük münceyi yalnız tarihimizde bir esaret fasılasına müsaade etmediği için sevsek yalnız bu sevgi ömrümüzü daldunnağa yeter. lUğün
TAHAT.rUR VE TAHASS"OS
Bir sene evvel, bir sonbahar günü Bozöyük İs tasyonu'nda bekleyen İsmet Paşa etrafını almış meb• us, köylü ve halk adamlanndan beş on kişiye etrafındaki tepeleri gösteriyor, askeri ıstılahiardan tamamıyle ari bir lisanla, Birinci İnönü Meydan Muharebesi'ni naklediyordu. Napoleon'un meşhur bir ifadesiyle: "Muzafferiyetin sevgili oğlu1 "nu, hepimiz kulak kesilmiş dinliyorduk. Muharebeyi naklettikten sonra, o günlerdeki yoksulluklarrmızı anlattı ve dedi ki: "Muzafferiyeti yaratmak için ordu lazrmdı, orduyu yaratmak için muzafferiyet lazrmdı, işte bu iki ucu bir araya getirrneğe çalışıyorduk; Birinci İnönü bu işin birinci merhalesri oldu." Düşünüyordum ki o gün o sanşın ovada yoktan var olan ordudan yeni bir devlet çıktı, o devletten yeni bir Türk cemiyeti çıkacak! Bu küçük Birinci ı Napoleon, bu sözü, kendi ral Massena için söylemişti.
kumandanlarından
Gen&.
TAHATTUR VE TAHASSÜS
İnönü
321
Muharesi, Fransız ihtilalcilerinin mürteci' Avrupa'ya karşı ilik kazandığı, o küçük Valmy Muharebesi'ni ne kadar ha;tırıatıyordu. O da bunun gibi basit bir müdafaa olmuş, lakin o basit müdafaa ateşinde yuğurduğu askerle sonraları bütün Avrupa'yı altüst eden bir destan yaratmıştı. Valmy Meydan Muharebesi'ni Prnsya ordusunun karargahından seyreden şair Goetlıe cumhuriyet ordularının galebesini görünce derin bir düşüneeye dalmış ve öyle dalgın ne düşündüğünü soranlara: "Zannediyonun ki; Valmy Meydan Muharebesi'yle insaniyetin tarihinde yeni bir devir açılıyor!" Demişti. Valmy ve Birinci İnönü ikisi de birer küçük muharebedirler, ne Napo!Eıon'un o tumturaklı Moskova Seferi'ne ne de Sultan Süleyman'ın onun gibi tumturaklı Mohaç Seferi'ne benzerler, lakin bu iıki küçük muharebe, Peygamber'in .çölde iki taraftan birer avuç cengaverin müsademesiyle geçmiş o küçük Bedir Gazası gibi sonu gelmez, uzun, büyük destanlada doludurlar. Valmy'ııin meşhur yel değirmenleriyle, İnönü'nde Ebülhevli'in gözleri gibi esrarlı iki mağara ağzını ilerideki nesiller en göz kamaştırıcı birer dönüm noktası bilerek dalgın dalgın seyredeceklerdir. Bu ~ senelik serencaını düşündükçe geçirdiği miz merhalelerin az çok her birini tahlil edebiliyonım. İzmir baskınınden sonraki galeyan, Birinci İnö nli'nden, İkinci !nöün'ye kadar olan çuşişli ümid, Sakarya'dan sonra muzafferiyete imanla intizar, hep bu müşkül devrelerdeki nikbinliklerimizi hatırlıyo rum. Bütün emellerimizi kalbinde cem'eden bir bUyük adama kapılmış gidiyorduk. Ümidlerimiz de az çok bir mantıka, bir muhakemeye, bir müşiihadeye
EGlL t>AGLAR
istinad ediyordu. Lakin Birinci İnönü'nden evvelki safhayı hiila, bugün bile tahlil edemiyorum. Yunan ordularımn ilk hücumunda Akhisar'dan, Bursa'ya, Mudanya'ya kadar bütün şehirlerimiz birer birer düştüler. Orta Anadolu'nun içine tıkılelık müdafaamızın maddi aletleri darmadağın olduktan başka manevi sebepleri de kmseyi ikna edemez bir dereceye indi. Maamafih yine nikbindik. Kendi kendime halledemediğim bu hadisenin bir perd:esiıni bir gün Necati Bey - Bugünkü !mar Vekili- açtı. !stiklal muharebelerine dair birçok menkıbeler arasında bir hatırasını nakletti, dedi ki: "Kazım Paşa'mn kurrtandası altında Akhisar cephesini tutan bir avuç fedakar, Yunan ordularının o mükemmel hazırlığıyle yaptığı o müthiş savleti bittabi' kıramazdı. O küçük vatanperver cephesi darmadağın olduktan başka, top, tüfek, mitralyöz, cephane, araba, hayvan, erzak hasılı ne varsa gitti. Devletin bizzat kendi düşmanla müttefik olduğu o günlerde, yalmz şahısiarına güvenerek vazifelerini ifa etmek isteyen fedakar kumandanlarımızdan Kazım Paşa, benim gibi birkaç gençle içeriye doğru ric'at ediyordu. Önünü boş bulan düşmamn savleti müthiş, ric'at müşkül, vaziyet her saat ölümle kalrm arasında oynuyordu. Orada hazır bulunup da hale akıl gözüyle bakan bir adam dedi ki facia artık sonuna gelmiş, vatan bitmiştir. Yunan orduları bir kara bulut gibi ilerledikçe istilayı bekliyen şehirlerimzde hezimet ruhu derhal itilafcılığı uyandırıyordu. Vatam son bir defa müdafaa etmek istemiş vatanperverler Türk şehirlerine ve köylerine bile giremezdiler. Halife'ye isyanın, şakiliğin, dinsizliğin her nev'i
TAIL'.TTUR VE TAHASSÜS
Ue itham
ediliyorlardı.
329
Bu cehennemi ric'atin peri· eanlığı ortasında Eskişehir'e varabildik. Esikşehir düşmanın savletini müteellim, yaslı, perişan bir halde bekliyordu. Düşman trampete çalarak oraya da, ondan sonra her şehrimize de girebilirdi. Durduracak ordulanınız yoktu. Ric'a;t arlmdaşlarıınızla Eskieehir'de biraz İstirahat edebildik. o gün birdenbire Ankara'dan bir vagonu çeken bir lokomotif bütün sür'atiyle geldi. Istasyonda durdu. İçinden Mustafa Kemal Paşa çıktı. Onu ilk defa görüyordum. Gözleri her zamandan ziyade çarpışan kılıçlar gibi kıvılcım lı ve yüzü sertti. Vagondan indikten bir dakika sonra etrafım alan büyük ve küçük askerlere yıldınm gibi hızlı ve sürekli emider veriyordu. Emirleri arasmda Garp Cephesi... ordu... kolordu... fırka... süvari alayları... top bataryaları... mitralyöz bölükleri sözleri geçiyordu. Hepimiz bir mıknatısın cazibesine tutulmuş gibi ona bakıyorduk. Ben görmüştüm ki top, tüfek, cephane, hasılı nemiz var nemiz yoksa Akhisar cephesinde kalmıştı. Kendimden geçmiş bir halde ona bakıyordum. Oradaki zabitler, askerler ve halk onun yüzünün ve sözlerinin sihrine tutulmuş, canlanmış, harekete gelmiş, sağa ve sola koşmağa başlamış, emirleri harfiyen icraya sarılmış bir hale geldiler. Eskişehir halkı bayraklanyle sokaklara bo§aldı, coşkun bir nümayişle ortalığı sardı, ahz-ı asker şubeleri açıldı, hasılı muhit birdenbire değişti. Bu hal karşısında Yunan orduları Eskişehir'de muhtemel bir tecemmu'u nazar-ı dikkate alarak daha ziyade ilerliyemediler, Kestel hattında kakılıp kaldılar. İşte Birinci İnönü Meydan Muharebesi'ni kazanacak olan kuvvetin ilk mayası o gün Eskişehir
330
EGtL DAGLAR
İstasyonu'nda atılmıştı.
Bir başkumandanın ne olo gün orada, ilk defa gördüm. Çok sonraları anladım ki başkumandan o gün orada, Garp Cephesi... ordu ... kolordu ... süvari alaylan ... mitralyöz bölükleri... sözlerini söylerken, muzafferiyeti kazanacak ordularrmızı halk önünde, deha lisaniyle, havaya tersim ediyormuş! O gün orada onun dediklerinin hepisi sonraları oldu, lakin o gii.n arada yalnız kendisi vardı! Bu kifayet etti". İstiklal Harbi dediğimiz bu uzun macerayı yakından görmüş ve onun içinden yeti5111iş bir müşa hid.in bu hatırası bana, Bursa'nın sukuutundan Birinci İnönü'ne kadar olan devrede, felaketin bin türlU cilvesine rağmen yine niçin nikbin olduğumuzu izah etmiş oluyor. Baı;ıımızda o vardı. Onun azminin hızı vardı, onun aşkı vardı, onunçün mağlfıp, perişa.."l, muzmahil bir halde iken bile kendimizi bir kuvvet zarmediyorduk. Çünkü o hepimizi birden kalbine cem' etmiş vıe hepimizin kalbini birden sürüklüyordu. duğunu
SON KAAFİLENİN DtJŞtJNDtJRDtiKLERİ
Selfuıik'den çıkan
son Türk kafilesi, bu münase~ betle müftüden başveki.l.e gelen telgraf, anavatana kavuşarak hür birer vatandaş olacaklarını hisseden o son mübadillerin halet-i rfthiyeleri, hasılı bu hatime hepimizi, milli mukadderatımızdan bir safha gibi, derinden derine mütehassis ettikten sonra, yeniden siyasi bir basiretle düşündürecek mahiyettedir. Rumeli'nin Yunan istilAsına uğrayan cenup taraflarında ve Adalar'da Türk kalmadı. Oralarda beş yüz senelik bir aıemin üzerine perde indL Saltanatın elim mirasından bir sahne olan bu muhacereti, esas muhaceretlerimiz gibi, müzmin bir derd h3.linde bı rakmaktansa bir hamlede halletmek, mübadele işin de çektiğimiz bin türlü sıkıntıya rağmen, hayırlı oldu.
Son hadde maddi lıca şitndır
ve
ş!Arı
düşümnek siyftsetimiziızn baş
olarak
kalacaktır
da.
Edebiyatı
EG1L DA~LAR
musıki,
resim, bize Budin şehri gibi, Peçevi şehri gibi Temeşvar şehri gibi hası lı Tuna'nın ve Sava'nın gerek ötesinde ve gerek berisinde bıraktığımız nice şehirler gibi Selanik'i de, Siroz'u da, Yenice'yi de, ötekilerini de hatırlatabi lir. Bu bahis başka bir bahistir. Maziyi düşünürken mütehassis olabiliriz. Lakin hale ve istikbale bakarken son hadde hakikatperest olmak en sağ·lam bir akidemizdir. Eski saltanat çok genişti, lakin eski saltmat bir lremiyeıtti; Cumhuriyet bilakis keyfiyettir. Öyle şaşaalı ve darmadağın olmaktansa, böyle sade ve derli toplu olmak yeğdir. Osmanlılık toprağı sathına doğru fethediyordu, bugünkü Türklük toprağı umkuna doğru fethedecek, toprağın satbın dan ziyilrle umku ııengin edeibilir. Çaıbulla.r, ııeamet1er ve tiımarlar bugünıkü çiftliık, ticaret ve smaat yanında tahassürle yad edilemez. Bununçün mazinin perdeleri Selanik'den gelen bu son kaafile münasebetiyle olduğu g1bi, hüzünle kapanırken biz yine nikbiniz, çünkü içimiz, maziye ait milli tahassüslerle olduğu kadar, istikbale aid medeni iştiyaklarla doludur. Bu son mübadele işinin nasıl bir devremizde, ne kadar yoksulluklarımiZ içinde, ne derece güç şera ite tabi olarak geçtiğini zikretmek bile beyhudedir. imzaLadığımız biır itilafı mua.yyeııı bir müddette yerine getirmek ıztıranndan ötürü bu safha böyle geçti. Maamafih bu sıkışık devrede birkaç yüz bin vatandaşrmızı nakletmekle birçok tecrübe ve müşahede kazancımız da var. Hep bildiğimiz gibi, zayi' Rumeli'de daha iki milyon Türk kaldı; Yugoslavya'da Bulgaristan'da, gibi,
Ciğerdelen şehri
SON KAFl:LENlN DÜŞÜNDüRDÜKLERl
333
Romanya'da bıraktığımız Türklerin kemiyeti, nva· yetlere göre, bu adetten de fazladır. Netice itibariyle, onlann mukadderatı da Yunanistan'dan getirdiğiımiz Türklerinkinden farklı oLamaz. OnLarı da peyderpey anavıa;tıana gıeti:rmeık, yerJ.eştirmek, hfusılı 1683 senesinin o mel'un Eylülünden beri iki buçuk asır dır muttasıl devam eden bu muhaceret silsilesini müebbeden kapamak, milli birliğinlizi kat'i bir ifade ile vücuda getirmek lazımdır. Bu diyariardan hicret edecek Türkler için önümüzde namalıdut bir zaman var. Lakin biz bu na· malıdut zamanı, kendiliğimizden, on sene gibi bir müddet addetsek ve ilk defa olarak, ecnebi mütahıssıslann da yardımı ile, her türlü istihzar, tertip ve tevziin mükemmeliyeti içinde, muntazam bir hicretin esaslannı hazırlarsak nüfus siyasetimizin en iyi bir eserini vüctidaı getirmiş oluruz. Anadolu'ya iki milyon Türk kazanmak ne olduğunu izah etmek fazladır. Bu Türklerin peyderpey gelmesi, Rumeli çiftçiliğini getirmesi, ani hicretlerin felaketlerinden azade olarak yerleşmesi; vatanın boşluklannı doLdurması müsbet sahaıda, nasıl bir iş olacağı da kolayca tahmin edilebilir. Ancak bu iş bu son mübadele işinden her cihetle başkadır. O bir ıztırari hicretti. Bu bir ihtiyar! hicret olacak. İhtiyar! bir hicreti ise insanlar ne kadar dtirendiş olurlarsa olsunlar, yine tereddütle, hataetle göze aldınrLar. Bulgaistan'dıan, Romanya'dan, Yugoslavya'dan gelecek Türklerin gözlerinden bilhassa bu son senelerdeki hicretlerin acı hatı ralannı silmek, onlara anavatana gelmekten hasıl olacak faideleri ·bilfiil gösterebilmek, daha doğ·rusu
EGlL DAGLAR
onların maddi ümidlerini ve manevi arzillanın anavatana doğru çevirebilmek, bu muhacereti Amerika' ya gitmekten daha cazip bir b.ale getirebilmek Iüzfi.mu vardır. Çünkü bu iş teşviklerden ziyade bilmüşahade itimadiann sevkıyle olabilir. Mübadele, İmar ve İskan Encüıneni'nin faziJıetkar reisi Mnammer Bey, geçen gün kürsüden, iskan işierimize dair izahat verirken dftrendişane mutalaalar serdetmişti. İsterdik ki bu yaratıcı meclisin iskan encüıneni, işe koyularak, siyasi basiretin en yüksek bir nüınftnesine vücud verebilmek için, Rumeli'de bıraktığımız son Türklerin muhaceret ve iskamın tahayyül ettiğimiz gibi temin edecek büyük bir tedbir hazırlasın. Böyle bir eser yalnız o encümene değil bugünkü meclise müebbed bir şeref bahşederdi.
FAZIL AIIMED'E MEKTUP:
15
Şubat
1928 •
Varşova
" Esir Jeminüs ve Altor şehri musahabesini tekrar okuduğundan bahsediyorsun. Mütareke devrinin ıztırapl:arı orıtıası.OOa yazdığım bu musaha;beyi ben de senelerden beri hatırlanm. Bir gün, o sıra larda ekseriya gittiğim, Su11ıan.ıah.med. M,eydanı'mn o basit, fakat Monte Carlo'dan bin kaJt güzel, taraça.lı, alaturka kahvelerinin birinde, Hareket-i Milliyye'yle beraber benim peşime takılmış ve dostlarım olmuş Darülfünun talebesiyle görüşüyordum; onlara gelişi güzel bazı tahassüsler ve seyahat hatıraları anlatırken, Esir Jaıninüs'ün Pyrenees dağlannda bı raktığı kitabeden ve Dört Canton Gölü'nde Willıelm Teli'in kasabasım ziyaretten bahsettim. Sonra o hasbihali Dergah Mecmuası'na olduğu gibi yazdım. Gariptir ki o zamandan beri bu musa.Iıabenin köşede bucakta, hiç umulmadık yerlerde bazı takdirkarlarına müsadif oldum. Musset'nin maruf mısraında anlattığı gibi: "TesadÜf gibi taze ve yazılmaktan ziyade tahayyül edilmiş!" bir eser olmak mazha-
338
EGIL DAGLAR
riyetinden uzaktır, fakat bu tarifin çizdiği nev'e ben bu musahabemle ve vaktiyle Tevhid-i Efkar'a yaroığım diğer bir iki yazınıla temas edebildim. Bu musahabeyi yedi sene sonra senin okumuş olmandan bu anda fazla mütehassisim. Şimdi birçok şeyler düşünürken bir daha kaani' oluyorum ki şiirin ve nesrin yegane yaşayacak tarafı "temiz hisler" den yaratılabiliyor. Gençliği nıizde, herkes gibi bizi de mutasallifane sermest eden vahiliklere şimdi sıkılmaksızın gülüyorum. "Benim deham kalbimdedir" diyen Laınartine'i şimdi daha ziyade anlıyorum. İnsanlara kendimizi istediğhniz şekilde göstermek gayret-i cahilanesiyle vücuda getirdiğimiz edebiyat sahte oluyor ve dayanmı yor: İnsanların bizi istedikleri gibi görmelerine baş tan razı olmak yegane akıl yoludur zannederim. BaZ.L berceste ınıaraları bir asır, iki asır, üç veya dört asır öteden, zaman zaman, bize kadar gelen eski şairleri düşünüyorum; bu adamlar ne kadar sade insaniardı; bıraktıkları o ınıaralar ne kudrettedir ki daima "hiU" halinde bulunuyorlar. Onlar gibi birkaç satır bırakarak öleceğimize kaani' olabilir miyiz? ... "