Hüseyin Vassaf - Bursa Hatırası

Page 1

H羹seyin Vassaf BURSA HATIRASI

Haz覺rlayanlar Mustafa Kara-Bilal Kemikli


BURSA HATIRASI Bursa Kitaplığı Seyahatname

Proje Koordinatörü Aziz ELBAS Ahmet ERDÖNMEZ Proje Yürütücüsü Bursa Araştırmaları Merkezi Yazar Hüseyin VASSAF Hazırlayan Mustafa KARA Bilal KEMİKLİ Grafik - Tasarım Vizyon Yapım Yayın Kapak Tasarım Barış GÜLEÇ Fotoğraf Arşivi Bursa Araştırmaları Merkezi, Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü (AKMED), Bursa Kent Müzesi, Bursa Anıtlar Kurulu, Engin YENAL Baskı - Cilt Akmat ISBN 978-605-61904-2-1 Yapım Bursa Kültür A.Ş. Logo © 2010 Bursa Kültür A.Ş. Bu kitabın tüm yayın hakları Bursa Kültür A.Ş.’ye aittir. Yazılı izin olmadan kısmen ya da tamamen yeniden basılamaz. Dağıtım Bursa Kültür A.Ş. Adres: Santral Garaj Mah. Merinos Cad. Merinos Atatürk Kongre Kültür Mrk. B Kapısı Osmangazi-Bursa/Türkiye Tel: + 90 224 253 26 46 Faks: + 90 224 253 14 85 info@bursakultur.com / www.bursakultur.com

ii


H羹seyin Vassaf BURSA HATIRASI

Haz覺rlayanlar Mustafa Kara-Bilal Kemikli

iii


Hüseyin Vassaf 20 Mart 1872’ de İstanbul’da doğdu. Bu tarih 10 Muharrem 1289’a denk geldiğinden kendisine Hüseyin ismi verilmiştir. Annesi Fatma Emsal Hanım babası Osman Efendi dervişti. Mekteb-i Mülkiye İdadisinden mezun oldu.Okul dışında bir çok kimseden istifade etti.Tasavvufi hayatın büyük şahsiyetleriyle tanıştı,onların sohbetlerinden istifade etmeye çalıştı. Halvetiyenin kolu Uşşakıye’den icazet aldı.Pek çok eser kaleme almıştır. En meşhur eseri beş ciltlik Sefine-i Evliya’dır.(Nşr.M.Akkuş-Ali Yılmaz).İstanbul 2006 Süleyman Çelebi’nin Mevlid’ine yaptığı şerh Gulzar-ı Aşk (İstanbul 2008) İbnulemin Mahmud Kemal’in hayatı ve eserlerine tahsis ettiği Kemal’ul-Kemal (İstanbul 2009) basılmıştır. 21 Ocak 1929’da vefat etmiş, Rumelihisarı kabristanına defnedilmiştir.

iv


H端seyin Vassaf (1872-1929)

v


vi


İÇİNDEKİLER

SUNUŞ ÖNSÖZ İSMAİL HAKKI BURSEVÎ’NİN BİR KERAMETİ BURSA HATIRASI Ba’de Edâ-yı Mâ-Vecebe Aleynâ Bursa’ya Avdetimizdeki Esbâb-ı Ma’neviye İstanbul’dan Hareket Mudanya’dan Bursa’ya Bursa’da İstanbul’a Avdet TIPKI BASIM

vii

ix xi xv 3 3 4 6 9 15 119 122


viii


SUNUŞ

Bir tarih ve kültür başkenti kabul edilen Bursa, haklarında yeterince bilgiye sahip olamadığımız nice değerleri bağrında barındırmaktadır. Bu şehirde, tarihin hemen her döneminde, pek çok alanda dünya çapında isimler yetişmiştir. Özellikle Evliya Çelebi’nin ifadesiyle Bursa’mızı “ruhaniyetli şehir” haline dönüştüren gönül adamları ve bilge şahsiyetler yetişmiştir. Abdal Mehmet’ten, Baba Sultan’a, Somuncu Baba’ya ve Emir Sultan’a değin nice büyük ruh Bursa’da yaşamış ve şehre değer kazandırmıştır. Bu büyük ruhların etrafında teşekkül eden ilim ve irfan meclisleri, buralarda anlatılanlar ve yazılan eserler kültür hayatımızı zenginleştirmiş ve dilimizi geliştirmiştir. Bize düşen, bu tarihi ve kültürel birikimi, bu dil zenginliğini tanımak ve tanıtmaktır. Burada şu inancımı yeniden ifade etmek isterim: Bursa’nın tarihine dönük yapılan çalışmalar, içinde yaşanılan zamânı daha da anlamlı hâle getirecek ve yarınları daha da güvenli kurmamıza katkı sağlayacaktır. Bu yüzden bir yandan tarihi eserleri restore edip Bursalılara yeniden kazandırmanın yanında, şehrimize dair daha evvel yapılan yerli ve yabancı çalışmaları, arşiv belgelerini, sicilleri, araştırma ve inceleme eserlerini, gezi ve hatıra kitaplarını bilim adamlarımızın katkısıyla yeniden kütüphanelerimize kazandırmak istiyoruz. Geçen asırda İstanbullu bir münevverin Bursa’ya yaptığı araştırma ve inceleme gezisi notlarından oluşan Bursa Hatırası, şehrimizin manevi değerlerini, çarşısını, hamamlarını ve sosyal hayatını kayda alan önemli bir kaynaktır. Bu kaynağı bulup bizimle paylaşan ve yayıma hazırlayan değerli hocalarımız Prof. Dr. Mustafa Kara ve Prof. Dr. Bilal Kemikli’ye müteşekkiriz. Kitap, şehrimizin eski sokaklarından, tarihi ve kültürel yapılarından esintiler içeriyor. Bursa’yı daha çok sevmemize, anlamamıza katkı sağlıyor. Kitabı okurken, özellikle Evliya Çelebi’nin sözünü ettiği “ruhaniyetli Bursa”yı sokak sokak geziyor, hamamlarında yıkanıyor, serin sularından ve şerbetlerinden içiyor ve mesire yerlerinde dinleniyorsunuz. Bize bu güzel eseri hediye eden merhum Hüseyin Vassaf’ı ve eseri bulup yayıma hazırlayan hocalarımıza teşekkür ediyorum. Kitabın ix


Bursalı hemşerilerimize, kültür ve ilim dünyamıza yararlı olmasını diliyorum. Recep ALTEPE Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı

x


ÖNSÖZ

Bursa tarihin hemen her döneminde cazibe merkezi olmuş önemli bir şehirdir. Bilhassa Osmanlı’yla birlikte şehir, adeta yeniden inşa olmuş, Tophane’den Orhan’a, oradan Hüdavendigâr’a, Yıldırım’a, Yeşil’e ve Muradiye’ye doğru genişleyerek Ortaçağın büyük bir ticaret, ilim ve kültür şehri olmuştur. Elbette bunda bir dönem pâyitaht olması etkilidir; ancak daha sonraki dönemlerde de gelişmesini sürdürmüş, devletin ilgisinin yanında himâye ettiği ilim ve irfan ehlinin himmetleriyle ilim, kültür ve sanat şehri olarak valığını sürdürmüştür. Bursa, Tanzimatla birlikte İstanbul’un mimari yapısında ve şehir dokusunda görülen değişime karşı, tarihi birikimini ve zenginliğini uzunca bir dönem korumuştur. Bu yüzden de geçen asırda yerli ve yabancı seyyahların daha çok dikkatini çeken bir şehir olmuştur. Bursa’nın resmi ve sivil mimarisi, türbeleri, medreseleri, kaplıcaları, çarşıları ve buralardaki hayat algısı seyahatnamelerin konusunu teşkil etmiştir. Bu meyanda yüzyılın başında kelimelerle Bursa’nın fotoğrafını çeken en önemli seyahatname tarzı eserlerden birisi Sefine- Evliyâ’nın yazarı Hüseyin Vassaf’a aittir. 1872 – 1929 yılları arasında yaşayan Hüseyin Vassaf’ın sözkonusu eserini Bursa Hatırası adıyla telif etmiştir. Buradan öğrendiğimiz kadarıyla o, Bursa’ya iki defa gelmiştir. İlki, 20 Nisan 1312 [02 Mayıs 1896] tarihinde başlamış ve beş gün sürmüştür. Fakat bu ilk seyahattir; bir bakıma bu, ikinci seyahat için bir ön hazırlıktır. İkinci seyahat ise, 06 Mayıs 1317 [19 Mayıs 1901] tarihinde başlamış ve 21 Mayıs 1317 [03 Haziran 1901]’de tamamlanmıştır. Bu ikinci seyahat on dokuz gün sürmüş ve bu süre içinde kültür tarihimize Bursa Hatırası’nı kazandırmıştır. Hüseyin Vassaf bu eserinde, Evliyâ Çelebi’nin “rûhâniyetli şehir” olarak nitelendirdiği Bursa’yı ve müşahede ettiği hayatı kayda almıştır. Bu bakımdan onun eseri, sadece bir gezginin notlarından xi


ibaret değildir; aynı zamanda kültür tarihimiz için önemli bir kaynaktır. Bursa Hatırası’nın adına Hüseyin Vassaf’ı konu edinen kaynaklarda rastlıyorduk; ancak ne kütüphanelerde, ne de özel arşivlerde esere ulaşabiliyorduk. Ailede olacağını sanıyorduk; ama orada da bulunmadığını bir şekilde öğrenmiştik. Kayıtlarda olan, bizzat müellifi tarafından zikredilen, ama bulunamayan bir eserle karşı karşıyaydık. Evet, ortada hazine değerinde kıymetli bir eser vardı, fakat kayıptı; biz de bu kayıp hazinenin peşindeydik. Aramak lâzımmış; zira yıllardır aradığımız kitabın beklenmedik bir anda izine rastladık. Bir dost meclisinde Hüseyin Vassaf’ı ve eserleri etrafında sohbet ederken, değerli yazarımız Dursun Gürlek’in aradığımız hazineyi bulduğunu öğrendik. Dursun Gürlek’e, bu güzide eseri, ilim ve irfan hayatımıza yeniden kazandırmak için yıllardır aradığımıza dair mesajımızı ulaştırdığımızda, hiç endişeye düşmeden hemen lütfedip eserin bir fotokopisini tarafımıza ulaştırdılar. Böylece kitabı yayına hazırlama görevini de bizlere tevdi ettiler; kendisine şükranlarımızı arzederiz. Kitabı sadeleştirerek yayınlamaya gönlümüz razı olmadı. Çünkü yazarın günyüzüne çıkacak olan eserini, o kendine has diliyle sunmak bir vefadır. Güzel bir Türkçesi var; bazen ağır, bugün için kullanılmayan kelimeler kullansa da güzel bir dil. Bu güzelliği olduğu gibi korumak istedik, bazı kelimelerin anlamını hemen orada metnin içinde köşeli parantezle verdik. Arapça ve Farsça şiirleri de tercüme ettik. 110 yıl önceki Bursa’yı tanımak ne kadar güzelse o günkü dili anlamaya çalışmak da o kadar önemlidir. Bunlardan başka şu iki şeyi yaptık: İlkin kitapta ilgili yerlere yazarın fotoğraflarına ilave olarak birkaç tane eski Bursa fotoğrafı koyduk. İkinci olarak da birkaç dipnot ekledik. Bütün yaptığımız bu kadar; mümkün olduğu kadar müellifin nüshasına sadık kalmaya çalıştık. Kitapların da bir kaderi var; müellif yazıyor, yayınlanamıyor, uzunca bir dönem kayboluyor, arıyor buluyor, üzerinde xii


çalışıyorsunuz. Eskilerin “vakt-i merhûn” deyimleri var; her işin bir beklenen zamanı var. Bu kitabı geçtiğimiz yıl büyük bir heyecanla hazırladık; lakin bir yıl beklemesi gerekiyormuş, bekledi, demlendi, yeniden yeniden okundu. Fakat yine de yanlışlıkların ve eksikliklerin olması mümkündür. Her ne ise, bu haliyle eseri, Bursa Araştıramaları Merkezi yetkilileri yayınları arasında ilim âlemine sunmak istediler. Başta Belediye Başkanı Sayın Recep Altepe olmak üzere tüm ilgililere müteşekkiriz. Eserin ilim âlemine ve Bursa kültürüne yararlı olmasını dileriz. Hüseyin Vassaf başta olmak üzere bu eserde ismi geçen büyüklerimizi rahmet ve hürmetle anarız. Mustafa Kara-Bilal Kemikli Fethiye-Bursa

xiii


xiv


İSMAİL HAKKI BURSEVÎ’NİN BİR KERAMETİ

Dursun GÜRLEK 2008 yılının Ramazanı’ydı. Bu mübarek ayın ilk haftasında, Kubbealtı Kültür ve Sanat Akademisi’nde verilen iftara bendeniz de katılmıştım. Masadaki arkadaşlarla sohbeti koyulaştırmıştık. Bir ara, “Tuğrul İnançer Beyi göremiyorum; acaba bu akşamki iftara gelmeyecek mi?” diye sorma gereğini duydum. Aradan beş dakika ya geçti, ya geçmedi, Tuğrul Bey içeri girdi. Gelip masamıza oturdu. O da sohbete karıştı, derken İsmail Hakkî Bursevî hazretleriyle ilgili dikkat çekici bir hikâyecik nakletti. Şöyle ki; Büyük Türk mutasavvıfı Bursalı İsmail Hakkî hazretlerinin muhterem hanımı, acaba hangimiz önce vefat edeceğiz diye merak edermiş. Bir gün, kocasına “Aman efendim, bu kadar kitap yazıyorsunuz. Bir Kelâm-ı Kadîm de, lütfedip benim için yazsanız.” diye rica eder. “Birkaç gün odama girme de yazıvereyim” buyururlar. İki gün sonra kadıncağız merak eder. Gizlice gelir, kapıyı açar. Bakar ki, kırk kadar İsmail Hakkî yazı yazıyor. Hayrette kalır. Hazret buyurur ki ; “Niçin tembihime aykırı hareket ettin?” ”Efendi, merak ettim. İki gündür bir şey yemediniz. Verilen yemeği de almadınız. Onun için geldim.” demişler. Hazret buyurur ki; “Ben hayatta oldukça bu sırrı kimseye söyleme.” Kadın, işte o zamân kendisinin daha sonra vefat edeceğini anlar. Gerçekten de yirmi yıldan fazla yaşar. Kemâlnâme-i İsmail Hakkî1 adıyla kıymetli bir Bursevî biyografisi kaleme alan merhum Hüseyin Vassaf, kitabında buna küçük bir ilavede bulunuyor ve şöyle diyor: “İsmini bugün hatırlayamadığım bir eserinde bu hikâyeyi okumuştum. Fazla olarak odada kırk İsmail Hakkî’nın her birinin 1

Nşr. Murat Yurtsever,Bursa, 2000 xv


önünde birer mum görür. Hanımına keşfin açılıyor diye iltifatta bulunur ve yazılan şeyin tefsir olduğunu söyler. Hakikati Hazreti Allah bilir.” O akşam bu menkıbeyi dinleyince çok hoşuma gitti. Fakat içimde bir şüphe uyandı. Kendi kendime acaba, kaynaklarda yer alıyor mu, yoksa sadece dilden dile aktarılıyor mu diye düşünmeye başladım. Eve gelip de Hüseyin Vassaf’ın o muazzam eseri Sefine-i Evliya’nın2 ciltlerinden birini karıştırmaya başlayınca aynı hikâyecikle karşılaştım. Hem tatmin oldum, hem de böyle bir tereddüde kapıldığım için kendi kendimi kınadım. Efendi hazretlerinin bu kerametine başka kitaplarda da, mesela Mehmed Şemseddin Efendinin Yâdigâr-ı Şemsî3 isimli eserinde de daha sonra rastladım. Hüseyin Vassaf Bey, adı geçen eserinde İsmail Hakkı Bursevi hazretleri hakkında gerekli bilgileri verdikten sonra, Bursa’daki türbesi hakkında ayrıntılı bilginin Bursa Hatırası isimli kitabında bulunduğunu belirtiyor. Bu satırları okuyunca hem adı geçen kitabı merak etmeye başladım, hem de Bursa’ya gidip bu mübarek zatın türbesini ziyaret etme hevesine kapıldım. Allah’a şükür her iki arzum da gerçekleşti. İsterseniz önce, Bursa Hatırası’nı nasıl elde ettiğimi anlatayım. Hüseyin Vassaf Bey’in nefis bir Osmanlı Türkçesiyle kaleme aldığı Bursa Hatırası ile Bursa’da değil, İstanbul’da karşılaştım. Yukarıda anlattığım gelişmelerden kısa bir süre sonra Kadıköy’de eski kitapçıları dolaşıyordum. Girdiğim bir dükkânda öteden beri tanıdığım ve kendisinden çok kitap aldığım Ruhi Bey, “Hocam şuna bir bak, yeni geldi”, diyerek eski bir eseri elime tutuşturdu. Kitap, Hüseyin Vassaf’ın Bursa Hatırası değil mi? Aman Allah’ım! O anda duyduğum sevinci ve şaşkınlığı anlatamam. İçi bol miktarda tarihi fotoğrafla süslenmiş olan bu seyahatnameyi –hem de yüksek bir ücretle- satın aldım. Bir kere daha muradımı erdim.

2 3

Nşr. M.Akkuş- A.Yılmaz, İstanbul, 2006 Nşr. M.Kara- K. Atlansoy, Bursa, 1997 xvi


Doğrusunu söylemek gerekirse Bursa hakkında çok sayıda seyahat kitabı var. Ama hiç biri, Hüseyin Vassaf Bey’inki kadar bu kadim Osmanlı başkentinin tarihi ve manevi havasını yansıtmıyor.”Burc-ı Evliyâ” denilen Bursa’nın uhrevî havasını teneffüs etmek istiyorsanız, bu kitabı okumanız gerekiyor. Bu arada İsmail Hakkı Bursevi hazretlerinin yukarıda anlattığım kerametine hem vesile, hem de şahit olan muhterem zevcesi Ayşe Hanım’ın kabrinin de, aynı türbenin yanı başında bulunduğunu belirtmiş olalım. Kabir taşındaki yazı söyle: “Merhüme ve mağfûretün-lehâ zevce-i Hakkı Efendi Aişe Hatun rûhuna el-Fâtiha sene 1160.”

xvii


xviii


BURSA HATIRASI


2


BURSA HATIRASI

Ba’de Edâ­yı Mâ­Vecebe Aleynâ Bin üç yüz on yedi senesi Mayısı’nın beşine tesadüf eden pazar günü [18 Mayıs 1901]1 havada bir letâif-i tabi’iyye mevcûd idi ki, hangi cânibe bakılsa âsâr-ı feyz-i bahar kemâliyle arz-ı didâr ediyordu. Hava ne terlenecek kadar sıcak, ne üşünecek kadar soğuk bulunuyor ve afitâb-ı cihân-tâbın ziyâ-yı zerrîni güya ki bir dilberi perî-peykerin çehre-yi tab-nâkinde mündemic olan nûr-ı tecellâ gibi şevk-efken cinân oluyor, adetâ her taraf âsâr-ı ibtisâm arz ediyordu. Feyyâz-ı mutlakın mevâsim içinde bahar denilen bu mevsim-i pür-mesâra mahzâ bahşâyiş-i ilâhîsi olan füyûz-ı bî-şumârı hangi bir kalbe safâ-âver olmaz? Bu mevsimde gönüller tarabla mâlîdir. En gam-gîn bir kalbin bile hüznü surûr ile memzûcdur. Bu mevsimin hulûliyle beraber her bir şeyin devamından usanmaları tabiat-ı zâtiyeleri muktezâsından olan insanlar, şitâdan bıkmış usanmış olmaları cihetle yevm-i mahsûs gibi şevk-efzâ bir rûz-ı latîfte hânesinde oturur zevk-âşinâ bir kimse görülemez. Kimi Boğaziçi’ne, kimi kırlara şıtâbân olur. İşte o gün bir gün idi ki, herkesi bu arzettiğim mahallere şitâbân oluyorken muharrir-i fakîr de akrabâ-yı acîzinden Bâb-ı Vâlâ-yı Ser-askerî Levâzimât-ı Umûmiye Dâiresi birinci sınıf hulefâ-yı kirâmından ve sulehâ-yı ümmetden Hacı Ali Efendi hazretleriyle birlikte 1

Müellif burada sehven 05 Mayıs 1317’de yola çıktıklarını yazmıştır. Esasen 06 Mayıs 1317 Pazar günü yola çıkmışlar, o gün Bursa’ya ulaşmışlar ve akşam dinlenerek ertesi gün yani 07 Mayıs 1317 Pazartesi günü şehir içinde gezmeye başlamışlardır. (Haz.) 3


Bursa’ya gidiyorduk. Bizim için Bursa’ya gitmek Boğaziçi’ne filan gitmekten daha kolaydı. Meselâ bir mesîreye gidilip akşama avdet etmek, o yeri en letâfetli zamânda terk etmek demek olacağından hakkıyla istifade edemeyerek avdete mecburiyet oluverir. Bursa’ya azîmetimizde akşama avdet kâbil olamayacağından bu ufak seyâhat bizim için bâis-i inşirâh-ı kulûb [gönüllerin huzur bulmasına sebep] oluyordu.

1862 yılında BURSA (AKMED Arşivi)

Bursa’ya Avdetimizdeki Esbâb­ı Ma’neviye Muharrir-i kemterin Bursa seyâhati ikinci defa oluyor. İlk seyahatim 20 Nisan 1312 (02 Mayıs 1896) tarihindedir ve beş

4


günden ibarettir. Bursa gibi nefâyis-i âsâra mecma, evliyâu’llâh-ı izâma makar olan bir şehr-i latîfde bu kadar müddet zarfında ne görülebilir? Bâhusûs ilk defa gidiş… Bu kere maksûd-ı aslî makâmât-ı mubârekeyi ziyâret idi. Çünkü Hz. İsmâil Hakkı Kenz-i Mahfî kitabında, “Himem-i evliyâ istimdâdından hâli olma! Zira vusûl-ı merâkid esbâb-ı müessiredendir ve nazar ve nefesde başka hâlet vardır.” demişdi. Ki bu fakîrde Bursa’daki evliyâ-i izâm hazerâtının makâmât-ı mubârekesini güzelce ziyâret ve bu sebep ile şehrin havasından ve letâfet-i mevkı’iyyesinden istifâde emeline düşmüşdüm. Bu bir nevi seyâhat demektir ki, o da “sâfirû tasihhû” hadîs-i şerîfine mübteni olduğu malumdur. İlk seyâhatte bu istifadenin mahdûd kalması ve o vakitten beri mutâla’aya olan inhimâkimin [düşkünlüğümün] tesirâtıyla şehr-i şehîr-i mezkûrun kıymet-i târihiyyesi ile derûnunda medfûn olan evliyâ-yı ızâm hazerâtının terâcim-i ahvâl ve menâkıb-ı aliyyu’l-ale’l-âl kudsiyelerine vukûf husûlu, kalbimde bir ikinci seyâhat ve ziyaret icrâsına bir şevk-i mânevî şu’lesi uyandırmışdı. İki senedir can attığım halde hasbe’l-îcâb muvaffâkiyet oluvermedi. Bu kere ise, inâyet-i Hak yetişdi. Mahall-i memuriyetim olan Dâire-yi Celîle-yi Emânet Rusûmâtın müsâ’ade ve me’zuniyetine mebni olarak malâzeme-i seferiye bi’l-ikmâl yola çıkıldı. Bu seyâhatimi zihnimde o kadar i’zam ettim ki, tasavvurun hâricindedir. Zaten bu seyâhate verilen ehemmiyet değil midir ki bu satırları karalamağa mecbûr eden? Evden Vapura Ale’s-seher kalkıp abdest alınıp salât-ı fecr edâ edildi. Dergâh-ı kadiyyu’l-hâcâta arz-ı ubûdiyyet ve ta’zimât kılındı Ba’dehû refîki enîsim olan muşârunileyh Hacı Ali Efendi hazretleriyle yol çantalarımızı bi’l-ihzâr, doğruca Galata Yolcu Salonu’na azîmetle orada muayene ve murûr tezkirelerimizin kayıt muamelesini icrâ 5


ettirerek doğruca vapura gelindi. Vapurumuz İdâre-i Mahsûsa’nın Pilevne nâmındaki vapurudur. Seccâdemizi münâsib bir mahalle yayıp, çantalarımızı da güzelce bir mahalle koyup vapurun hareketine muntazır kaldık. Yemeğimiz yumurta, zeytinyağlı dolma, a’lâ kiraz vesairedir. Bir desti de suyumuz vardır. Evden salona, salondan vapura kadar epeyce meşakkatler çektik. On üç, on dört yerde para verdik. Âhiret yolu gibi, parayı verirsen, “yolun açık, buyurun” diyorlar. Vapurun vakt-i hareketine kadar sabahın letâfetinden istifade etmek ve o karınca gibi oradan buraya gelip giden vapurlara, kayıklara bakmak üzere güvertenin yüksek bir mahallinde oturuyordum. Vapurumuz ne pek geniş, ne pek dardır. Saatte 12 mil yaparmış. Fakat verilen kömür kâmilen toz olduğu için 8 mil üzerinden gidermiş. Dersa’âdet ile Mudanya arası 43 mildir. Biraz sabah kahvaltısı ettik. İkdam Gazetesi’ni ele aldım. Yazdığı vechile etrafı temâşâ edip arasıra da gazeteye nazar-künân [göz atıyordum] oluyordum. İstanbul’dan Hareket Vapur, saat iki buçuk idi, rıhtımdan ayrılmağa başladı. Bir çeyrek manevrası sürdü. Ba’dehû mersâ-yı Dersa’âdet’ten çıkdık. Vapur başını Bozburun’a çevirdi. Batı lodosu rüzgârı da epeyce üşütecek derecede esiyordu. Yolculuk için gözlerim envâr-ı meserret saçıyor. Fakat yine gönlüm İstanbul’a akıyor. Nedendir ki, İstanbul’dan infikâki [ayrılmak] istemiyor? Bursa’nın memâlik-i sâire-yi şahâneye nisbeten pek yakın bir vilâyet olduğunu bildiğim halde gönlümde caygîr olan şey maskat-ı re’simden [doğduğum yerden] infikâkden mütehassıl-ı te’essürdür. Seyâhatim ve vâki’ olacak

6


ziyâretim için mesrûr ve mütebessim, sevdiklerimden ayrıldığım için de müteessir idim.

İstanbul’daki

Vapurumuzla beraber biz de İstanbul’dan an-be-an tebâ’üd ediyorduk. Biz tebâ’üd ettikçe nazarım da İstanbul’a mahsûr ve mun’atıf bulunuyordu. Epeyce ayrılmıştık. Azamet ve letafet ve heybetiyle reşk-âver ekâlîm-i cihân olan koca İstanbul ufalmağa başladı. Vapur layankati’ ilerlemektedir. Hava lodos olmak hasebiyle ufak ufak dalgacıklar vapurumuzla tesâdüm ediyordu. Bu satırları yazarken Hayırsız Ada’yı geçmişdik. Bu ada uzaktan da görüldüğü gibi, dimdik ve gayr-i meskûn yek-pâre bir kayadan ibarettir. Vapur Bozburun’a takarrub ettikçe uzaktan müteselsil tepeler görülüyordu. O tepeler fevkindeki eşcâr gerçi sâye-dâr değil iseler de menâzır-ı latîfeleriyle def-i ekdâr ettiler. Bozburun denilen mahal ki, denize doğru bir çıkıntıdan ibarettir. Uzaktan bir burun görülür. Gidildikçe ufak ufak körfez zuhûr eder. Biri geçilip de diğer uca vâsıl olundu mu, yine bir körfez müşâhede edilir. Buralara takarrub olunduğu sırada sabahleyin Mudanya’dan hareket eden Bingazi Vapuru’na tesadüf ettik. Evvela bizim vapurumuz üç defa hâlet-i nez’a [can çekişen] gelmiş bir hastadan çıkan sadâ-yı ihtizâz gibi bir sadâ ile Bingazi Vapuruna selâm verdi. O da yirmi beş yaşındaki bir delikanlı sadâsı gibi bir sadâ ile bizden selâm aldı. Ba’dehû bizim vapur üç defa sancak indirip bir düdük çalarak uğurlar olsun işaretini vermekle, o da eyvallâh manasını ifhâmen bir düdük çaldı. Saate bakdım, dört buçuk idi. Salât-ı zuhûr için abdest aldım. Farizayı eda ile etrafın letâfetinden istifadeye koyuldum. Nihayet Bozburun’u dolaşdık. Armutlu Kasabası göründü. Manzarası latîf bir mevki-i dilküşâde vâkı’dir. Ağaçlıklar arasındaki köy haneleri âşiyâne-i tuyûr [kuş yuvaları] gibi, safâ-âver görünüyor. Hava o kadar kesb-i sükûnet eyledi ki, hakîkaten son derece latîf bir hale gelmişti. Umûmun nazarı bizi mahall-i 7


maksûdumuza îsâl edecek olan vâsıta-i nakliyenin mebde’i bulunan Mudanya iskelesine ma’tûf bulunuyordu. Nihayet Mudanya hayal meyal görünmeğe başladı. Fakat buradan dolaşdıkdan sonra insanın karşısına çıkan o manzara-yı dilrubâya doyum olmaz. Vapurumuz Mudanya’ya başını tevcih etti. Keşiş Dağı kemâl-i heybetiyle göründü. Yarısından yukarısı bulutlar içerisinde idi. Körfezin manzara-yı latîfesi de zikre şâyândır. Artık Mudanya’nın evleri yakından seçilmeğe başladı. Vapurun tenteleri tayfalar tarafından toplandı. Herkeste bir telaş… Eşyasını ufak tefeğini toplayan toplayana. Biz de yavaş yavaş toplanmaya başladık. Artık Mudanya’nın sahil boyunu takiben iskeleye yaklaşıyorduk. Mudanya’nın evleri oldukça muntazamdır. Sahil boyu Boğaziçi’ni andırır. İstasyon, şehrin körfez tarafındadır. İskeleye Muvasalat ve Oradan Şimendiferin Hareketine Kadar Mudanya’ya takarrub ettikçe Bursa’nın fevkinde kâin olan ve üstündeki berflerle beyaz bir çarşafa bürünmüş gibi görünen Keşiş Dağı nazarımız önünde burûdetle cilve-gerdir. Bozburun’u döndüğümüzden bir saat geçtiği bir sırada Mudanya sahilinde gezinen adamlar fark oluyorlardı. Mudanya vapur iskelesi Haydarpaşa vapurlarının iskelesi gibi ise de arz ve tûlu onlardan ziyadedir. Üzerinde demir yolu bile vardır. Vapurumuz yavaş yavaş iskeleye yaklaşıp çima atıldı iskelenin üstü birçok hamallarla, memurînle dolu idi. Eşyamızı bir hamal vasıtasıyla çıkardık. Vaktaki iskeleye kadem-nihâde olduk. Daha iskele tahtaları üzerinde bulunduğumuz halde mültezimleri “toprak basdı” namıyla nufus başına yirmişer para resim murûru vereceğimizi söylediler. Biz de tabi’î verdik. Fakat daha toprağa basmaksızın toprak basdı parası istemek biraz tuhafcadır. Ne çare… Belediyeye de vâridât lazım. 8


Eski Mudanya’dan bir görüntü (Bursa Kent Müzesi Arşivi)

Yol çantalarımız doğruca Mahall-i Rusûmât Müdüriyeti yolcu salonuna götürüldü. Muayene ettirip şimendifere râkib olduk. Vapurdan çıkan yolculardan istek edenleri Bursa’ya nakil için bir sıraya dizilmiş olan ve intizamca bizim İstanbul paytonlarından bâlâ-ter bulunan temiz döşemeli arabalar da dolu idi. Şimendifer pek masharadır. Hat dardır. Vagonlar mini, lokomotif de keza. Fakat vagonları tren ekspresi vagonları gibi muntazamcadır. Mini mini mashara kampanası çalındı. Çocuk sesi gibi olan düdüğünü öttürdü, hareket eyledi. Mudanya’dan Bursa’ya Mudanya’ya vapurun zamân-ı muvasalâtı tam saat sekizdir. Şimendiferin hareketi ise sekiz yirmibeşdir. Tren hareketle tayy-ı mesâfeye başladı. Zeytinlik denilen mahalle giderek bu yolun her 9


iki ciheti dut ve zeytin ağaçlarını hâvi seyrekçe ormandır. Maluma, Bozburun’u dolaşdıkdan sonra bu havâlide en büyük ticaret ipekçilik olduğu bilinmelidir. Bu dutluklarda işte o ipekçiliğin teferruatındandır. Trenimiz başladı yokuşu çıkmağa. Bu manzara cidden hoştur. Hat gayet i’vicâclıdır[virajlı]. Çünkü böyle olmasa dağa tren nasıl çıkabilir? İşte böyle dolana dolana birçok tepeler çıktık. Buradan Gemlik Körfezi öyle dil-nişîn [latif] bir surette arz-ı endâm eyledi ki kuvve-i kalemiyem müsait olsa idi size şâirâne surette anlatırdım. Beş saat mütehayyirane bakmakla doyulmaz. Kâdir-i zülcelâlin kudretine azametine pek güzel burhan.

Mudanya’da İstasyonu’ndan bir görüntü (Bursa Kent Müzesi Arşivi)

10


Yokuş bitti. Trenin düdük çalmasından bir istasyona takarrub olunduğu anlaşılıyordu. Saat tamam sekizi elli beş dakika geçiyordu. Tren durdu. Nazarıma bir bina çarptı. Yazısından Yörükali İstasyonu2 olduğunu anladım. Şurada arzedilecek bir şey vardır. O da gayet dil-nişîn bir surette yapılmış bir sebildir. Bânisi İnegöllüoğlu Hacı Mehmed Efendi namında bir sâhib-i hayırdır. Dört çeşmesi, dört tası vardır. Trenin durmasıyla halk su içmeğe öyle bir hâhiş gösterdi ki, trenden inmedik, su içmedik kalmadı gibidir. Tahkîkâtıma nazaran bu zât-ı ‘âlî-kadr eşraftan imiş. Suyun menba’ı epeyce uzakdır. Pek güzel bir hayır yapmış.

Yörükali İstasyonu’ndan bir görüntü (Bursa Kent Müzesi Arşivi)

Tren beş dakika sonra hareket edip Bademlik denilen bir İslam Köyü’ne tesâdüf ettik. Daha bazı tek tük köyler görünüyordu. Lakin bu noktadaki manzarayı nasıl anlatayım? Artık Bursa ovasına nezâret-i kâmilesi olan bir noktadayız. Müddet-i ömrümde o manzarayı ikinci def’a olmak üzere gördüm. Bu 2

Metinde bu istasyonun adı Yörükili şeklinde geçmektedir. (Haz.) 11


letâfet cidden tasvîr ve tasavvurun fevkindedir. Ufkun cevânib-i erba’ası zümrüdîn ekinlerle muhâttır. O eşcâr-ı kebîre gibi câme-i latîfe bürünmüş bir pîr-i sâl-hûrde gibi latîf ve halâvetli görünmekdedir. Bu manzara nâdir görülür menâzırdandır, zannederim. Tren bir müddet yokuş indi. Nihayet Nilüfer suyunu bir köprü vâsıtasıyla geçti. Bursa şehri de bir devenin üzerine sinek konmuş gibi göründü. Dokuz buçuğa kadar tayy-ı mesâfe eyledik. Tam dokuz buçukda Koru İstasyonu’na muvâsalat eyledik. Bir bando mûsikîsi işidilmekle halk pencerelere koşuşdu. Meğer bu muzika Bursa Hamidiye Sanayi Mektebi talebesi tarafından çalınıyormuş. İ’dâdi-i Mülkî talebesine ziyâfet keşîde olunmuş. Pek çok kalabalık idi. Trenin o mûsıkî sadâsı arasında istasyona vürûdu pek hoş oldu. Talebe ise, saf teşkîl eyleyip kemâl-i âdâb ile trenin hareketine muterakkib duruyorlardı. Beş dakika sonra hareketle tam saat onu iki geçe Acemler İstasyonu’na muvâsalat olundu. Burası Bursa’nın Çekirge İstasyonu’dur. Trenimiz buraya vâsıl olduğu zamân ta’rîf olunmaz bir surûr ve inşirâha müstağrak olmuşdum. Burası Bursa’nın bir mesîresi olduğundan pazar gününe müsâdif olmak hasebiyle pek ziyâde kalabalık idi. Müstakbilîn [karşılayanlar] dahi var idi. Yolcunun çoğu buraya çıkdı dersem mubalağa etmemiş olurum. Tren yine hareketle yedi dakika sonra Yahudiler İstasyonu’na vardı. Buraya Bursa Beklemesi dahi derler. Burası da pek kalabalık idi. Bu da Bursa istasyonlarındandır. Yine hareketle tam saat onu yirmi beş dakika geçe son istasyon ki, Bursa İstasyonu derler, muvasalatla şimendifer hepimizi burada bırakdı. Herkeste bir telaş… Eşyayı alıp bir arabaya râkiben misâfir olacağımız hâneye (Hükûmet sarayının karşısında ve cadde üzerindedir) doğru çekmesini arabacıya ihtar ettik. Fakat Bursa toprağına ayak basar basmaz heybet-i evliyâullâh kalb-i fakîr12


hânemde rû-nümâ oldu. Burada medfûn olan o büyük zevâtı ziyâretle müşerref olacağımı düşündükçe mesrûr da oluyordum.

Eski Bursa Hükümet konağı (Bursa Kent Müzesi Arşivi)

İlk işim rûhâniyetlerinden istifâza olduğum ervâh-ı latîfelerine üç İhlâs bir Fâtiha ihdâ eyledim. Yolda iki geçeli olmuş Bursa kadınları yolcuları seyrediyordu. Yolculuk hâli malûm… Epey yorulmuşuz. Yemekler yenildi. Uykular teşrîf etti. Yataklara serildik.

13


14


Bursa’da Yevm­i Pazartesi, 7Mayıs 1317 [20 Mayıs 1901]

Sokaklar intizam ve mükemmeliyetce İstanbul sokaklarının ekserinden arîz ve müferrahdır. Ahmed Vefik Paşa merhumun ahâliyi mecbûr-ı şükrân eyleyen âsâr-ı celîlesi cümlesindendir. Hâne ve dükkânların birbirine mühâzi bulunması caddeye ayrıca bir meziyet vermektedir. İlk İşimiz Kutbu’l-ârifîn gavsu’l-vâsılîn pişvâ-yı tarîkat mürşid-i hakîkat ârif-i billâh İsmâil Hakkı hazretlerini ziyâret olmak musammemdi. Zâten bulunduğumuz mahal, civâr-ı mes’adetmedâr-ı ‘âlîleridir. Sabahleyin her şeyden evvel işimiz merkad-i münevverlerini ziyaret oldu. Evden çıktığımızda derûnuma bir çarpıntıdır ârız oldu. Hem seviniyorum, hem de yüreğim çarpıyor idi. Âmân yâ Rabbî! Nereye gidiyorum? Senin sevgili kulunun İsmâil Hakkı hazretlerinin kabrini ziyarete diye kalbime geldikçe hürmet ve meserret ve havf ile memzûc bir his ile mütehassis oluyordum. Evet, âsâr-ı âlîlerini okudukça irfânının meftûnu olduğum o zât-ı âlinin gidip merkad-i münevverini ziyâret nasip oluyor. Bu inâyet-i ilâhiyeye şükürler ediyorum. Yaklaşıyordu(m)… Yaklaşdıkça o mahall-i mübâreke nasıl bir hürmetle takarrub edebileceğimi tayakkun ettikçe âdetâ şaşkın gibi bir hâle uğruyordum. Nihayet Dergâh-ı Şerîf’in kapısından girdim. Beş sene evvelki gibi, harâbe-zâr değildi. Ser-karîn-i hazret-i şehriyârî Hacı Ali Bey,

15


gerek hücreleri, gerek dergâhı pek mükemmel bir sûrette ta’mir ettirmiş.

İsmail Hakkı Dergâhının cepheden görünüşü (Müellif)

16


Türbe-i mübârekeye cân atarak girdiğimde o deminki hallerin hepsi zâil ve bir inşirâh ve inbisât-ı derûnî hâsıl oldu. Ayak ucunda durup ziyaret eyledim. Âmân yâ Rabbî, ne şerefdir! Bu ziyâret esnasında zât-ı âlîlerinin Şam’da iken ruhâniyet-i Muhyiddin Arabî’den feyz almakla beraber delâletleriyle hâk-i pây-i Resûl-i Ekrem’e yüz sürdükleri esnâda nâil oldukları iltifât-ı cihân-derecât-ı peygamberîyi düşündükçe ervâh-ı aliyyelerinden istimdâd eyledim. İhlâs-ı Şerîf, Fatihâ-yı Şerîf okuyup rûh-ı pürfütûh-ı âlîlerine ihdâ eyledim. Kemâl-i ta’zîmle türbeden infikâk eyledim [ayrıldım]. Ama gönlüm bir türlü ayrılmadı. Bugün nereye gittim, nerede bulundumsa türbenin hey’eti heybeti gözümün önünden gitmedi. Bursa’da bulunduğum müddetçe her gün ziyareti azmeyledim. Tafsilini sâir ziyaretlerimde itmâm eylerim.

17


İsmail Hakkı Hazretlerinin türbesi (Müellif)

Ba’dehû Câmi-i Kebîr’i ziyâret eyledik. Bu Câmi-i Şerîf’in dünyâda bir misli muhakkak olarak yoktur. Hem müferreh, hem cesîmdir. Yirmi bir kubbe3 üzerine mebnî olup içinde on altı dört köşe direk vardır. Orta yerindeki kubbenin üstü açık câmekândır. Câmiin derûnu ziyâde aydınlıktır. Duvarlarını hattâtîn-i meşhûrei Osmânîye’nin cesîm ve nâdide levâyihi tezyîn eylemiştir. Hutûtı Osmânîye kaybolsa, insan gidip Câmi-i Kebîr’de bulabilir. Kubbenin açık yerinin ta altında olmak üzere şadırvan hizmetini 3

Ulucami yirmi kubbe üzerine kuruludur. Burada müellif sehven yirmi bir kubbe üzerine mebni olduğunu söylüyor. (Haz.) 18


görmekde olan etrafı parmaklıklı bir de havuz mevcuttur. Havuzun üstündeki fevvârenin şarıltısı sâmiayı tehzîz eder. Etrafında musluklar vardır. Dört tarafı maksûre ile çevrilmiştir.

Ulucami’den (Müellif)

Mihrâb ve minber ve müezzin mahfili bî-meseldir. Mihrâbı o kadar san’atlı, o kadar nefîs, o kadar dil-rübâdır ki, bakılmakla doyulmaz. San’at-ı Osmâniyenin nefâsetine bir burhan-ı azîmdir. Hele minberi kâmilen abanozdandır. Birkaç bin parça abanozdan müteşekkildir. O kadar mâhirâne bir sûrette birbirine bağlanıp eşkâl-i müte’addide husûle getirilmiştir ki, hayran olmamak mümkün müdür? Tam bir sa’at tetkik eyledim. Olur, bir misli daha yapılır değildir. Müezzin mahfili dahi öyledir.

19


Kürsüyü gördüğüm gibi Ömer Halvetî hazretlerini tahattur eyledim. Çünkü onu vaaz etmek üzere zorla bu kürsüye çıkarmışlar. Câmi-i Şerîfde sâmi’în dolu idi. Kürsüye çıkmasıyla ve bir kere Allâh diye feryâd eylemesiyle hem kendisi, hem de sâmi’în kendinden geçmişlerdi. Câmi-i Kebîr’in mahalli Tûfân-ı Nûh’da sâlim kalmışdır. Nâkili Hazret-i Pîr Üftâde kuddise sırruhudur. Bânisi Yıldırım Bâyezîd’dir. Sebeb-i bânisi damadı es-Seyyid Emîr Sultan hazretleridir. Bir gece âlem-i mânâda Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem efendimiz hazretlerini görmüşlerdir ki, bâ-kemâl-i saâdet Câmi-i Kebîr’in yerini teşrîf buyurup mübârek asâ-yı şerîfleriyle Câmi-i Şerîfin hudûdunu çizip nişân etmişler ve “Şu mahalle ümmetim için bir Ulu Câmi binâ edin” diye emir buyurmuşlardır. Hz. Emir uykudan bîdâr oldukda vakıayı kayınpederi Yıldırım Bâyezîd Han Hazretlerine ifade eylemesiyle her ikisi ve erkân-ı devlet ricâli Câmi-i Şerîfin olduğu mahalle gelip Sultânu’l-Enbiyâ aleyhisselâm efendimiz hazretlerinin mübârek âsâ-yı şerîfleriyle çizilen mahalli ve hududu bir yeşil hat ile bulup Hazret-i Emîr’in rü’yâlarıyla Edirne’nin gazâ malını sarfedip yirmi kubbeli olmak ve vasatında şebîke kubbe altında bir şadırvan bulunmak üzere üç kapılı olarak iş bu Câmi-i Şerîf’i inşâ buyurdular. İlk Cuma hutbesini Hamîdü’ddîn-i Aksarâyî kuddise sırruhu’lcelî hazretleri okumuşlardır4. Timurlenk Bursa’ya geldiğinde içine saman doldurup ateşe vermiştir. Çelebi Sultan Mehmed Han hazretleri tamir eyledi. Celâlîler zamânında da çok hasarâta uğradı. Bir hayli zamân harâbe şeklinde kaldı. Ama yine namaz kılınıyor ve tedrîs-i ulûm ediliyormuş. 1210 (1795)’da kutbu’l-ârifîn Ahmed Gazzî hazretleri kendisine İran gazâ malından hediye gelen kırk kese akçeyi bu Câmi-i 4

Bir rivâyetle ba’de salâti’l-cuma ilk defa olarak vaaz eylemiştir. Tafsili aşağıda gelir. 20


Şerîf’in tamiri uğrunda sarf etdi. El-yevm minberinde dört sancak vardır. Bunu muşâru’n-ileyh asmıştır. 1202 (1787)’de Münzevî Abdullâh Efendi namında bir zât tarafından cesîm bir kütüphane te’sîs edildi. Güzel kitaplar vardır. 1206 (1791)’da harîk-ı kebîrde hasara uğrayıp yine mükemmelen tamir olundu. O zamân Bursa valisi Nurullâh Paşa’nın çok himmeti oldu. 1285 (1868 )’deki hareket-i arzda mühim hasara uğramış ve zamân-ı saltanat-ı Abdulazîz’de tamir olunmuştur. Ahd-i Sultan Abdulhamîd Hân-ı Sânî’de de pek mükemmel tamir edilmiştir. Dünyada beş mukaddes mahal vardır: Biri Mekke-i Mükerreme, biri Medîne-i Münevvere, biri Kudûs-ı Şerîf, biri Şam’da Emeviyye biri de bu Câmi-i Şerîf’dir. Sol tarafındaki minâreyi Yavuz Sultan Selîm Han hazretleri bina edip, Câmi-i Şerîf civarındaki binâ-kerdesi Şengül Hamamı’nı buna vakfeylemişdir. Nasıl anlatayım? Rûhâniyeti itibariyle nâdiru’l-emsâldir. Cenâb-ı Hakk’a yüzbin şükrettim. Burada edâ-yı salâtı bu kemter kuluna nasîb etti. Câmi-i Şerîf’in avlusunda kahveler vardır. Vâlîyi esbak merhûm Münîr Paşa’nın bir sebîli mevcut olup suyu gayet leziz olan Kavak Suyu’dur. Bu su Bursa’yı ihyâ eylemiştir.

21


Ulucami şadırvanı (Bursa Kent Müzesi Arşivi)

Minâresini temâşa ederken onun dibinde bir vakit çile dolduran kutbu’l-aktâb Hızır Dede kuddise sırruhuyu tahattur eyledikçe bir heybet içinde kalmışdım. Bu Câmi-i Şerîf’den Hükûmet Sarayı’na doğru gelirken yolda sol tarafta rast geldiğim bir kabrin taşında şöyle yazılı idi: “Tarîkat-ı aliyye-i Hazret-i Nakşibendiyye meşâyih-i ‘izâmdan pîşvâ-yı tarîkat reh-nümâ-yı hakîkat merkez-i dâire-i velâyet mecma’-ı esrâr-ı me’ârif sâhib-i reşâdet kutbu’l-ârifîn gavsu’lvâsilîn mürşid-i âgâh ârif-i bi’llâh matla’-ı envâr-ı mürebbî-i latîf post-nişîn-i hangâh-ı şerîf kudvetu’s-sulehâ ve’s-sâlikîn el-Hâc Ahmed Baba Efendi Hazretlerinin rûh-ı pür-futûhu için el-Fatiha. 1261 (1845)” Ziyâret eyleyip avdette Câmî-i Kebîr’in mihrâbı verâsında ve cadde üzerinde medfun olan Yürügen Dede’yi ziyâret eyledim. 22


Erbâb-ı seyâhattendir. Mekke-i Mükerreme’den misâl Câmi-i Şerîf’i tavaf eder görüp hâsıl olan muhabbeti üzerine Bursa’ya gelmiş. Hasbeten-lillâh Câmî-i Kebîr’de müddet-i medîde hizmet etmiş ve her gece elli kere abdest alıp yüz rekât namaz kılmayı adet eylemişdi. Vasiyeti üzerine mihrâb arkasında defnolundu. Bir iki defa aher yere naklettiler. Sabahleyin yine mihrâb arkasında buldular. Yürügen Dede denilmesi bu sebeptendir. Mezar taşında, “Kutbu’l-ârifîn el-Hâc Mustafa Efendi el-ârif biYürügen Dede. Rûhuna el-Fatiha.” yazılı olduğu gibi sanduka taşının üzerinde de Âyete’l-Kürsî yazılıdır. Pek heybetlidir. Oradan doğru çarşısına azimet olundu. Aynı İstanbul’un Kalpakçılarbaşı gibidir ve daha uzundur. Evveli kâr-gîr imiş. Hareket-i arzdan [zelzele] sonra ahşap olarak yapmışlar ve üzeri sıvanmış. Aynı görünüşü kâr-gîr gibidir. Her bir sanat ehli vardır. Kısım kısımdır; basmacılar, tuhafiyeciler, attariye satanlar, bakırcılar, zahîre tüccarları, kunduracılar, saraclar… Her şey mevcuttur. Aranan şey bulunur. Oradan semte gelirken mûcid-i hayâlî olan Şeyh Kuşterî hazretlerini ziyaret eyledim. Câmi-i Kebîr’e yakın cadde üzerindedir. Muşârunileyh hazretleri malum olduğu üzere Hüdâvendigar Gazi zamânı erenlerindendir. Demir parmaklıklı türbesi vardır. Penceresi bâlâsında “Kutbu’l-ârifîn gavsu’l-vâsılîn Şeyh Küşterî aleyhi’r-rahme ve’l-gufrân 835 (1432)” yazılıdır. Bir müddet istirahatten sonra şehrin mevâkî-i mürtefi’asından [yüksek yerlerinden] ma’dûd olan Tophane’yi ziyarete gittik. Ovaya buradan kuşbakışı bakılır. Ahmed Vefik Paşa merhum zamânında epeyce umran görmüştür. Orta yerinde bir saat kulesi varmış, yarısı yıkılmıştır. Buraya kadınlar gelir oturup eğlenirler. Dört top mevcut; bayram, ramazanda iftar için atarlarmış. Bu mahal insana Bursa ovasını gösterir. Letâfeti ta’rîf ve tasvîr mümkün değildir. Ağaçlar arasında köylerin letâfeti o kadar uzakta görülen çiftlikler ve mandıralar insana inbisat verir.

23


Ova cesîmdir. Fakat insan kanıyla mülemmâdır. Bunu düşündükçe şâir Sezâî Bey’in, Pek latîf bir manzaran vardır fakat hûn-hârsın Gözlerimden kanlı yaşlar indiren cânân gibi beyti hatıra geldi. Türbe-i Sultan Osman Gâzi ve Orhan Gâzi Hazerâtını Ziyâret Kemâl-i âdâb ve tazim ile türbeye dâhil oldum. Giderken müşârunileyhin mevhibe-i rabbâniyye olan uluvv-i himmet, metânet, azm, hiddet-i zekâ, maharet-i harbiye, celâdet-i fıtrıyye meziyât-ı celîlesini, şân-ı celâdetini, şahâne-i mahâretini sandukası üzerinde tecessüm etmiş gibi gördüm. Öyle bir heybete dûçar oldum ki, tarif edemem. Aman ya Rabbî! Ne rûhâniyetli ve ne feyz-bahşâ bir mahall-i mukaddes… İhlâs-ı şerîf, Fâtihâ-i şerîf okuyup rûh-ı pür-futûhuna ihdâ eyledim. Etrafı sedeften şebeke-muhât olan sandukanın ön tarafında; “Şumûs-ı matla’-ı hilâfet melma-ı envâ-ı saltanat ecdâd-ı selâtîn-i hümâyun-ünvân bâni-i taht-gâh-ı şevket ü şân essultân el-gâzi ebu’l-futuhât ve’l-megâzî Osman Han eskenehu’llâhu-te’âlâ buhbuhate’l-cinân hazretleri” yazılı idi. Sultan Aziz merhumun kendi eliyle sandukasının göğsü tarafına ta’lik eylediği murassa nişân-ı zîşân-ı Osmânî’yi gördüm. Bunun orada bir kasası vardır. Orada hıfz olunuyor. Sandukanın göğsü tarafında şu levha muallakdır:

24


“Bu nişânı Hazret-i Osman Gâzi namına Abdulaziz icâd ve te’sis eyledi. Ve sun’ ve ta’lik eyleyip kendi eliyle şân u rûh-ı ceddini i’lâ ve takdîs eyledi.” Cennetmekân Alaaddin Paşa hazretleri yan tarafında medfundur. Osman Gazi hazretlerinin mahdumudur. 832 5 (1429) ’de irtihal etmiştir. Sultan Orhan’a ibtidâ sikke darbettiren bu zattır. Hayrâtı çoktur. Ehl-i tarîkattandır. Sol tarafında İbrahim şehzâde medfundur. Hüdâvendigâr’ın oğludur. Pederi gazâda iken Bursa valisi olmak davâ-yı bâtılına düşmekle, nasihat kâr etmeyince, Sultan Osman türbesinde habs-i medîd ile ilâ-yevmi’l-kıyâme olmuştur. Hânedân-ı saltanattan daha on iki zat medfundur. Bu türbenin ziyâretiyle müşerref olduktan sonra ittisalinde bulunan Sultan Orhan Gâzi hazretlerinin türbesine dâhil olduk. Bu türbede pek rûhaniyetli olup heybet-i evliyâ’ullâh mevcuttur. Cennetmekân Sultan Orhan Gâzi b. Sultan Osman Gâzi hazretlerinin sandukası etrafında pirinç şebeke vardır. Gayet müzeyyen ve mükellef bir türbedir. Müşârunileyh hazretlerinin ahvâl-i kerâmet- iştimâl aliyyu’l-âl kerîmânelerini düşününce hissiyât-ı aliyye ile mütehassis oldum. Türbe-i şerîfleri harîk-i kebîrde yanmış, sonra merhum Aziz Ahmet Paşa hazretleri müceddeden bina eylemiştir. Hayrât ve hasenatı çoktur. Buradaki câmi-i şerîfin adı Şehâdet Câmii’dir. Bânisi Hüdâvendigâr Gâzi’dir. Oraya sûret-i mahsûsa gideceğimden meşhûdât ve tedkîkâtımı inşallâh yazarım. Sultan Orhan hazretlerinin sandukalarının sağ tarafında medfun olan zatın sandukalarının gögsü tarafında muallâk olan levha da Sultan Korkud b. Sultan Bayezid’in yazısıdır. Yavuz 5

Bu tarih sehven verilmiş olmalıdır. Bilindiği kadarıyala Alâeddin Bey 733 (1333) tarihinde vefat etmiştir. Bkz. Abdulkadir Özcan, “Alâeddin Bey”, DİA, II, İstanbul, 1989, 320. 25


Sultan Selîm’in biraderidir. Manisa valisi iken pederi fevt olmakla Yavuz Sultan Selim, üzerine asker çekip şehit etmiştir 918 (1512). Âlim, fâzıl, ârif idi. Te’lifâtı var imiş. Kâsım Çelebi b. Sultan Orhan henüz küçük yaşında iken vefat eylemekle peder-i âlîlerinin sol tarafında medfundur. Türbede daha onaltı şehzade ve sultan medfundur. Türbe kapısının sağında sancak-dârları medfundur. Sultan Osman Han’ın türbesinin dış penceresinin önünde açıkta dört beş kabir vardır. Nilüfer Sultan hazretleri ki, Orhan Gazi hazretlerinin zevce-i muhteremesi idi, orta yerde medfundur. Bu Tophane Meydanı’na Osmaniye dahi derlerimiş. Burayı ziyaretten sonra müessesât-ı cedîdeden olan ve cesâmet ve zerâfetiyle revnak-bahş olan Askerî Dairesi ve onun ilerisinde Islâh-hâne ve onun daha ilerisinde Guraba Hastânesi musâdif-i nazar oldu. Bu mevki o kadar havadar ki, nefs-i Bursa’da hiç hava alamadığımız halde burada rüzgârdan duramadık. Artık eve avdet olundu. Tecdîd-i vuzûdan ve biraz istirahatten sonra salât-ı zuhru camaatle edâ maksadıyla Ulucâmi veya Câmi-i Kebîr’e âzim olduk. Cemaat yarısına karib idi. Yani ale’t-tahmin bine yakın idi. Müezzin başı selavatladı. Ba’del-Fâtiha, İhlâs-ı Şerîf’ten evvel Âmene’r-Resûlü sûre nihâyetine kadar okudu. Ba’dehû üç İhlâs tilâvet olundu. Kametten evvel bir kere hep bir ağızdan, “Estağfirullâh, estağfirullâh, estağfirullâh el-azîm ellezî lâilâhe illâ-hû, el-Hayyu’l-Kayyûm ve netûbu ileyk ve nes’elühü’t-tevbete ve’l-mağfirete lenâ inne hû hüve’t-tevvâbu’r-rahîm” okunduktan sonra cemaatle farz eda olundu. Son sünnet kılındıktan sonra Âyete’l-Kürsî’den evvel müezzin efendi, “Hazret-i Habîbu’llâh’a salavât” deyip ba’dehû bu sözüne, “Salli ve sellim ala eşrefi nûri cemî’i’l-enbiyâ ve’l-mürselîn salavâtullâh ve selâmu’n-aleyhim ecma’în ve’l-hamdu li’llâhi Rabbi’l-âlemîn. El-

26


Fâtiha” ilave eyledi. Tesbih çekilib veda olunduktan sonra câmiden çıkıldı. Ey kâri, o dakikalardaki inşirâh ve inbisât-ı derûnîyi nasıl tarif edeyim? Şu Câmî-i Şerîf bâlâda yazdığım vechile mecma’-ı esrârdır. Her namazda bir evliyâu’llâh hazır olurmuş, denilir. Bu son değildir. Ha, şunu da arzedeyim ki, imam farz selâmını verdiği gibi, bir diğer imam son cemaat yerinde, “Allâhu ekber” der, namaza durur. Bunun cemaati de ikiyüzden aşağı olmaz. Cemaate yetişemeyenleri iftitah tekbîri fezâilinden mahrûm bırakmamak için bir ikinci imâm esasen tayin olunmuştur. Ba’dehû çarşıya gelip, ağzınıza layık Bursa kebabını gövdeye attık. Suları içdik. Bir arabaya bindik. Bursa’ya yarım saat mesafesi olan Çekirge’ye eski kaplıcaya berâ-yı istihmâm gitdik. Gittiğimiz yol, iki tarafı bazen orman, bazen bir tarafı ovaya kuş bakışı nezâretli bir tarîk-i ferâh-fezâdır. Kaplıcaya muvâsalât olundu. Soyunduktan sonra kaplıca dâhiline girildi. Dâhili su buharından insan insanı göremez bir hâldedir. Bereket versin ki, biraz sonra gözlerimiz alışdı, etrafımızdakileri fark eder olduk. Kubbenin müstenidi olmak üzere etrafında ve bu sütunların ortasında büyük bir havuz vardır. Mezkûr havuzun yanında ve duvar kenarında diğer bir ufak havuz mevcuttur ki, su en evvel aslanağzından bu ufak havuza gelir. Küçük havuz da gelen suyu büyük havuza nakleder. Havuzların derinliği omuzu örter. Yan tarafında muslukları daima akar. Kurnalar dahi var ise de, havuzlar ve bâhusus aslanağzı varken kurnalara pek nazar-ı iltifat atfolunmaz. Bu kaplıcanın suyu çeliklidir. Bu havuzun olduğu mahal Ceneviz’den kalmadır. Dış tarafının bânisi Hüdâvendigâr Gâzi’dir. Üç büyük kubbesi vardır. Biri dış, ikincisi soğukluk, üçüncüsü havuzun olduğu yerdir. Bir saat kadar eğlendik. Mükemmel yıkandık. Abdest alıp çıktık. Bize verdikleri havlular vasfa bi27


hakkın şayandır. Eğer İstanbul hamamlarında o havluları size ikram edecek olurlarsa iki mecidiyeden aşağı kâbil veremezsiniz, utanırsınız. Biz ise yüz para verdik. Sözümüzü birdenbire yanlış anlayıp bize tamah-kârlık etmeyiniz. Sehâvet sahibi imişler deyiniz. Zira yerli ahali yirmi para verir. En sahî olan kuruş feda eder. Şimdi siz kıyas buyurunuz da Bursa’ya giderseniz aldanmayınız. Şu satırları yazarken, o havlular içinde müsterih olarak oturuyordum. Arasıra da pencereye başımı çevirdikçe Bursa ovasını temâşâ ediyordum. Hüdavendigâr Gâzi’ye

Gittiğimiz mahal mukaddes, mübarek bir yerdir. Evvela türbeyi ziyaret eyledik. Aman ya Rabbî! Ne rûhâniyet… Ne heybet! İçimden bana şu zât-ı âlî-kadr için “hazâ-veliyyullâh” diyorlar. Kubbe altında ve direkler ortasında pirinç şebeke içinde sanduka altında yatan o vücûd-ı mukaddesin hatırât-ı târihiyyesini düşündükçe bir hiss-i heybet ve ahvâl-i kerâmet iştimâlini teyakkun ettikçe bir hiss-i hürmet ile mütehassis kaldım. Rumeli’nde, Kosova’da şehit olup Bursa’ya nakliyle bu türbeyi mukaddeseye defnolundu. Kerâmâtı zâhir pâdişahân-ı âl-i Osman’dandır. Hayrat ve hasenâtı pek çoktur. Fütûhât-ı mühimme-i adîdesiyle her türlü sitayişe sezâ-vârdır [lâyıktır]. Türbelerinin önünde bulunduğum zamân hissettiğim şey, şahane mehabet insanı ra’şedâr edecek bir kuvvettir. Mahall-i şehâdetlerinde [Kosova’da] ayrıca bir türbeleri vardır. Buradaki türbeleri pek zarif ve musanna’dır, vâsi’dir. Şebekesi pirinçten mâmuldür.

28


Ziyaretten sonra gayet bir inşirah husûle geldi. Hâkân-ı müşârünileyhin tâc-ı saadetleri, yeşil cübbeleri, seccadeleri, muharebede iktisa ettikleri zırh elyevm türbede mahfuzdur. Bir de şişe varmış. Ağzı serçe parmağı ancak girebilir derecede ufak olduğu halde derûnunda dört parmak enliğinde kalınca bir tahta üzerine yazılmış Hilye-i saadet varmış. Türbedar, yok idi. Bunları ziyaret nasip olamadı. Yıldırım Bayezid’ın mahdumu Musa Çelebi ile Emir Süleyman burada medfundur. Vakt-i asr takarrub eylediği cihetle câmi-i şerîfe dâhil oldum. Yan yana iki kubbedir. Fakat biri hareketten yıkılmış, sonra üstünü düz yapmışlar. Elyevm bir kubbedir. Orta yerinde bir kaynar su vardır. Sadâsı zikrullâh ile iştigâlini ima ediyor. Fakat cemaatsizdir.

Hüdâvendigâr Cami-i Şerîfi (Müellif)

29


Etrafı ikinci kat medresedir. Yani kubbeye kadar medresedir. Etrafında, yani kubbeyi fırdolayı çevirmiştir. Küre-i arzda bunun bir misline tesadüf olunmaz. Antika keçeleri hâvidir. Farsça tefsirli, kebir bir Mushaf-ı Şerîf vardır. Ziyaret olundu. Büyük mumları kırmızı balmumundandır. Câmi-i Şerîf önündeki şadırvan dahi nâdirü’l-emsâldir. Müsemmenü’ş-şekl [sekizgen] yüksek bir havuz, orta yerinde bir tekerlek tekne vardır ki, oradan nebeân eden su havuza dökülüyor. Muslukları vardır. Köşelerinden akan su sıcakdır; bir sıcak, bir soğuk, bir sıcak, bir soğuk. Yaz kış hakketen güzeldir. Buranın rûhaniyetinden feyz-yâb oldukdan ve salât-ı asrı eda eyledikten sonra Bursa’ya avdet olundu.

Esnâ­yı Avdette

Sol tarafta bir mezarlığa rast gelindi. Burada tahminimiz vechile Süleyman Efendi hazretlerinin kabr-i âlîlerini aradık, bulduk. Karîn-i padişâhî Hacı Ali Bey pek güzel bir sûrette tamir ettirmiş, demir parmaklıkla çevrilmiştir. Mezar taşında hatt-ı celî ile şöyle yazılı idi: “Manzûme-i menkâbe-i velâdet-i nebeviye aleyhisselâm ve’ttahiyye müellifi Süleyman Efendi merhumun merkad-ı müteberrekidir. Aleyhi’r-rahmeti ve’l-gufrân.”6 Müşârunileyh hazretleri Yıldırım Bayezid Han hazretlerinin imâm-ı evveli idi. Kibâr-ı evliyâullâhdan âşık bir zât-ı şerîfdir. Mukarreb-i nebevî olduğuna Mevlûd-i Şerîf’i delâlet eder; şarkda garbda âşıklar okurlar, okuturlar. Kerâmâtı çok idi. Türbe-i aliyyelerini bulmuş olmaklığım hasebiyle o derecede mesrûr oldum ki, tarif edemem. Derhal orada toprak üzerinde diz çöküp kemâl-i adâb ve ta’zim ile Sûre-i Mülk, üç İhlâs ile bir Fatiha-i 6

Bu taş şu anda Muradiye Mezartaşları Açık Hava Müzesindedir. (Haz.) 30


Şerîf okuyarak rûh-ı şerîflerine ihdâ eyledim. Ve şefaât-ı aliyyelerine nâiliyyetimi Cenâb-ı Hak’dan temenni ettim. Türbe-i aliyyelerini bulamayacağım diye mahzûn olduğum bir sırada hâtır-ı fakirâneme Mevlûd-ı Şerîf’deki, Kimde kim aşkın nişânı vardır Âkıbet ma’şûka anı irgürür beyti geldi.

31


Mevlûdî Süleyman Çelebi Türbesi (Müellif)

32


Hakîkaten kabr-i şerîflerini kolaylıkla bulduk. ziyaretten sonra yolda bir arabaya atlayarak eve geldik.

Güzelce

Yevm­i Salı, 8 Mayıs 1317 [21 Mayıs 1901] Câmi­i Kebîr’i İkinci Ziyaret

Salât-ı zuhûru eda kasdiyle tekrar gitdim. Bu kere duvarlarını tezyin eden hutût-ı mütenevvi’adan bazılarını size bildireyim. Orta kapıdan girilince soldan dolaşarak size meşhur yazıları bildireyim. Büyük kapı üstünde ser-sikke-keş Abdulfettah Efendi merhum tarafından yazılmış Abdülaziz hazretlerinin bir tuğrası vardır. Bu Câmi-i Şerîf’in hâkân-ı müşarünileyh tarafından tamir edildiğine delâlet eder. Ba’dehû Mustafa İzzet Efendi merhumun kırk arşın murabbaında bir levhası görülüyor ki, “Vallâhu gâlibun âlâ emrihî” (Yûsuf, 12/21) yazılıdır. 1279’ (1862)da yazılmıştır. Son derecede nefistir. Altında, “İnne’s-salâte tenhâ ani’l-fehşâi ve’l-münker ve lezikrullâhi ekber” (Ankebut, 29/45) yazılı levhayı yazan Mustafa Şerîf Efendi’dir. 1268 (1851) tarihinde yazılmıştır. Sonra yirmi arşına karib cesamette, “Re’su’l-hikmeti mehâfetu’l-lâh” yazılıdır. Hattat Şefik Efendi’nindir. Duvara fırça ile yazılmıştır. 1279’(1862)da yazılmıştır. Soldaki kapının üstüne ser-sikke-keş Abdulfettah Efendi’nin 1277(1860)’de hatt-ı nefîsi ta’lik ile yazmış olduğu levha-yı azîmede, “Bel-hüve Kur’ânun mecîd” (Burcuc, 85/21) ayet-i kerîmesi muharrer olup cesîm ve pek latîftir. Az ileride Şefik Efendi merhumun “Allâhu veliyyü’t-tevfik” yazılı levhası vardır ki, bî-meseldir. Cesâmette, “Vellâhu gâlibün ala emrihi” levhası kadardır.7 7

Ulucamideki yazı ve hatlar hakkında geniş bilgi için bk. Zafer İhtiyar, Bursa Ulu camii, İstanbul, 2005; Bursa’nın Kalbi Ulu cami, Editör M.KaraB.Kemikli, Bursa, 2009. 33


Ulucami ve civarı (Müellif)

Hünkâr mahfilinin yanında Sultan Mahmud Hân-ı Sâni hazretleri tarafından sülûs olarak yazılmış “Ve izâ hakemtüm beyne’n-nâsi en-tahkümû bi’l-adli” (Nisâ, 4/58) ayet-i kerîmesi vardır. Hakîkaten güzel yazılmıştır. Mihrabın solunda müşârünileyh Abdulfettah Efendi tarafından çifte olarak yazılmış, “Allâh Hû” levhası vardır ki, “Vallâhu gâlibün alâ-emrihî” levhası kadardır. Mihrabın bâlâsında İsm-i Celâl ile İsm-i Nebî vardır. Altında, “Ve enne’l-mesâcide li’llâhi” (Cin, 72/18) ilâ-âhirihî ayet-i kerîmesi muharrerdir. Mihrabın etrafında hatt-ı kûfî ile Esmâ-i Hüsnâ muharrerdir. Bundan başka sülüs yazı ile Âyete’l-kürsî yazılıdır. O kadar istifli, o kadar nefis yazılmıştır ki, bakılmakla doyulmaz. Minberin dünyada misli yoktur. Bâlâda yazdım, olur şey değildir. Minberin sağ tarafından Ravza-yı Mutahhara’nın bâb-ı şerîfine ta’lik olunmağa şeref-i azîmine nâil olan yazılı perde 34


vardır. Yanında Mekke-i Mükerreme’nin cesîm bir resmi vardır. Onun yanında Besmele-i Şerîfe yazılıdır. Pek büyüktür. Sağ taraftaki kapının başında Şefik Efendi tarafından hatt-ı divânî ile yazılmış Esmâ-i Hüsnâ vardır. Kapının üstünde, “Vallâhu min-verâihim muhît” (Burûc, 85/20) yazılıdır ki, karşı kapının üstündeki ayet-i kerîmenin makablidir. Bu da ta’lik iledir. Bu kapının önündeki direkte ki muallâk levha Şefik Efendi tarafından, “Yâ câmia’l-kebîr ve yâ mecma’a’l-kibâr Tûbâ li-men yezûrüke fi’l-leyli ve’n-nehâr”8 Ve sağ taraf köşesinde istif üzre yazılmış dört vav vardır ki, sanât-ı hat bunda tekmîl olmuştur. Altında, Bu hutûtun emrolub tezhib ve tashîh-i hemân Eyledi icrâ Muhammedle Şefîk-i nâ-tüvân yazılıdır. Orta kapının yanında gayet cesim bir levha, “Fa’lem enne hû lâ ilâhe illallâh” (Muhammed, 47/19) yazılıdır. (Kazasker Mustafa) İzzet Efendi’nindir. Orta direkler üzerinde hatt-ı sülûs ve kûfî ile Esmâ-i Hüsnâ yazılıdır. Duvarlar üzerine Esmâ-i Hüsnâ yazılmıştır. Hem ta’lik, hem sülûs, hem dîvânî, hem kûfîdir. Daha çok âyet-i kerîme ve ehâdîs-i nebeviye yazılmıştır. Niyetimiz Hz. Üftade’yi ziyarettir. Hem de Pınarbaşı’na gidip oranın letafetinden istifade ve Pınarbaşı Kabristanı’nda medfun olan evliyâullâhın ruhaniyetlerinden istifazadır. Efendi Amcam ile birlikte bu tasavvuru mevki-i fi’le çıkarmak için yola çıktık. Fakat ikindi vakti takarrub etmiş. Hz. Üftade Câmi-i Şerîfi’nde ise, gündüzleri cemaat olup açıldığını kestiremediğimizden evvela 8

Ey muhteşem mâbedim cemaatin ne kutlu Seni gece ve gündüz görenlere ne mutlu! (Haz.) 35


Pınarbaşı’na azimete karar verdik. Çünkü orada câmi-i şerîf vardır. Yolda giderken tesâdüf olarak bir kabr-i şerîfe rast geldik. Mezar taşında, “Hz. Üftâde müridlerinden Hüdâyî Mahmud Efendi’yi irşâd eden Eskici Mehmed Dede merhumun rûhu için el-fatiha, 988” yazılı idi. Müşarünileyh hazretleri Amasyalı’dır. Meşâyih-i Semerkandiye hulefâsından ve kibâr-ı evliyaullâhtandır. Hâk-i pâkı ziyâretgâh-ı uşşakdır. Hz. Hüdâyî henüz nâib iken, bû-yı tarîkatı bu zâtın elinden koklamıştı. Ba’dehû yolumuza devam edip debbağ-hânelere geldik. Râyihâ-yı kerîhesi hasebiyle süratlice geçmeğe mecbur olduk. Pınarbaşı Kabristanı’na vâsıl olduk. Biraz mezâristan duvarını takip ettiğimizde Mevlevîhane’ye vasıl olduk. Kapının yanıbaşındaki türbede medfun zât-ı şerîf Cünûnî Ahmed Dede Efendi hazretleridir. 1030(1620)’da irtihâl-i dâr-ı bekâ buyurmuşlardır. Müşarunileyh Karaman’lıdır. Zâhir ve bâtını ma’mur erlerdendir. Bursa’ya gelip Mevlevîhâneyi inşa eyledi. Erbâb-ı halden bir zât-ı kerîm imiş. Türbesi pek rûhâniyetli olup zamânımıza kadar dergâh-ı mezkûrede post-nişîn olan meşâyih-i izâm-ı Mevleviye orada gunûde-i rahmettir. Dergâh pek güzel ta’mir olunmuş, kapısı bâlâsında şu ebyat mahkûkdür: Hazret-i şâh-ı şeh-i devrân gerdûn iktidâr Etti ihyâ nev-be-nev âsâr-ı hayrîyi cedîd Pek harab olmuş idi bu hân-gâh-ı Mevlevî Eyledi imârına ibzâl-i ihsân mezîd

36


Rûh-ı Mevlânâ’yı şâdetti o hâkân-ı kerîm Zikr-i lutfiyle semâ etmekte hep şeyh u mürîd Cevherin tarihini vâli iken yazdı Celâl9 Kıldı bak tecdîd bu dergâhı Han Abdulhamid 1309(1891)

Pınarbaşı çevresi 1930 (Engin Yenal Arşivi)

9

Mahmud Celâleddin Paşa söylemiştir. 37


İlave10

Müşarunileyh hazretlerinin, Güldeste-i Riyâz-ı İrfân vesair yerlerden elde ettiğim terceme-i hâli tafsil münasib görüldü: Yazdığım vechile Karaman’da hırka-pûş-ı vücûd olarak devr-i kemâline kadar orada tahsîl-i kemâlât eyledikten sonra silk-i tarîkat-ı aliyye-i Mevleviyye ve müddet-i medîde Bağdat Mevlevihanesi’nde Mesnevîhanlıkla nâil-i fuyûzât-ı mâneviye olmuştur. Cünûnî Dede hengâm-ı pîrîde sıla-ı rahm vesilesiyle tekrar maskat-ı re’sine avdet eylediği zamân, o tarihte âsitân-ı Hazret-i Pîr’de seccâde-nişîn-i irşâd olan Çelebi Ebûbekir Efendi hazretleri, “Bursa şehri bilâd-ı İslâmiyye meyânında burc-ı evliyâ olmakla şöhret-gîr-i âfâk iken, orada tarîkat-ı aliyye-i Mevleviyeye mensub bir han-gâh olmadığından” bahisle bunun binâ ve ihyâsı hususunu uhde-i himmetine tevdi buyurmuş. Cünûnî Dede ise, evvelemirde pîrliğini der-meyân ederek sûret-i i’tizarda bulunduysa da mukaddemâ Bağdat’ta gördüğü bir vâkı’ayı tahattur ve bu vâkı’anın emr-i vâkii kabul için bir işâret-i mâneviye olabileceğini tefekkür etmesi üzerine infazına musâra’at eylemiştir. Bursa’ya vusûlünde meşâyihînden Şeyh Yakub Efendi’nin Setbaşı civarındaki zâviyesine nâzil oldu. Çünkü o aralık Yakub Efendi, İstanbul’a naklile Ebâ Eyyub Ensarî kurbunde ittihâz-ı mesken edindiği ve binaenaleyh tekke şeyh ve dervişândan hâli bulunduğu cihetle âyende ve revende fukarâ-yı Mevleviyeyi celb ve cem ve icrâ-yı âyin ile me’mulüne nâil olmuştur. Çok vakit geçmeksizin mir’at-ı istihârede cilve-nümâ olan diger bir sûret-i pür-beşâret üzerine, Pınarbaşı reh-güzârında bir künbed-i teng ü târda [küçük ve karanlık] ihtiyâr-ı ikâmet ile 10

Bu kısmı H. Vassaf daha sonraki dönemlerde ilave etmiştir. Zaten yazı karakterleri de farklıdır. (Haz.) 38


orayı îmâra ibtidâr eylediği sırada, sâhibetü’l-hayr bir muhaddere-i sütûde-sıfat ile Şerbetî el-Hac Mehmed Efendi nâmında bir zât ve daha sair ashâb-ı hayr u hasenât mülken ve mâlen bir hayli muâvenet icra etmeleriyle bir hân-gâh-ı bî-bedel vücûda getirmişlerdir. Şu tarihidir: Mevlevi-hâneyi Cünûnî Dede Eyledi hû diye diye ihyâ Tekkenin tarih-i binası 1026 (1617)’dır. Rivayete göre, vakfiyesi Urfî-zâde Mustafa Efendi Bursa Kadısı iken hizmet-i kitâbetinde bulunan şair Bursalı Selîsî yazmıştır. Cünûnî Dede bu hângâh-ı nev-bünyadda icrâ-yı âyin ve ders-i Mesnevî’ye mu’tad iken 1030 (1620)’da terk-i hângâh-ı fenâ eyledi. Kitâb-ı vücûdu buradaki kütüphâne-i kabirde hıfzolundu.

Beyânî nâmında bir şair-i fasîhu’l-beyân şu mısra ile tarih düşürmüştür: Kıldı Cünûnî Dede teslîm-i rûh Merhum muşarunileyh nefes-i nefîsi pür-te’sir inkişâf-ı zamîr ile şehir, mu’takid-i sagîr ü kebîr bir pîr imiş. Urefâ-yı şu’arâ-yı Mevleviye’den olduğuna şu gazel-i bî-bedeli hâlet-engîzi şâhid-i nâtıkdır:

39


Ben tûtî-i kudsem ten-i fânî kafesimdir İhyâ eden emvâtı Mesîhâ nefesimdir Ben bâr-i emânet çekici ol şütûrüm kim Nâlem reh-i maksûduma bâng-ı ceresimdir Dil vermedi dünyâya olan ârif-i billâh Bunda sebeb-i mekse hevâ vü hevesimdir Ol lem’a-yı ruhsâreyedir asl-ı semâ’ım Mûsâ-sıfatım nûr-ı şecer muktebesimdir Gencine-i esrâr olalı kalb-i Cünûnî Nefs ejderi hakkâ ki kemîne asesimdir *** Sâye-i dest-i Cenâb-ı Mevlevî Cilve ber-serdâr dü-nâmeş külâh *** Mısrî Dergâhı şeyhi Mehmed Şemseddin Efendi Bursa’yı medhediyor: Zînet-i rû-yı zemîndir Bursa Cennete çünkü yakîndir Bursa

40


Misli yokdur desem ifrat etmem Yâni Firdevs-i berîndir Bursa Evliyâ burcu diye darb-ı mesel Pek latîf şehr-i güzîndir Bursa

Ulucâmi’yle Yeşil meşhurdur Sanki bir gevher-nigîndir Bursa Kudret-i Hak gülleri vardır onda Lutf-i Mevlâ’ya karîndir Bursa Hem giyâhiyle mübâhi çokdur Sîne-âmiz zemîndir Bursa Vatana oldu mahabbet îman Melce-i erbâb-ı dîndir Bursa Keyd-i a’dâ ile âfatdan İnşallâh emindir Bursa Şemsî-i Mısrî bütün beldelerin Arûsı gibi nâzenîndir Bursa

41


Türbenin kapısı bâlâsında şu levha muallakdır: Olalım silsile-i cünbân-ı der-i Mevlânâ Edelim feyz-i Cünûnî Dede’yi istihsâl Merkad-i pâki olundukda ziyâret ziver Akl-ı külden gelir elbet dîl-i uşşâka kemâl Ziyaret eyledikten sonra doğru Pınarbaşına gittik. İskemlelere kurulduk. Buradan çıkan su çoktur. Altı yedi adam beli kalınlığındadır. Cenevizler zamânından beri akarmış. Dağın altından geliyor. Câmi-i Kebir’deki su, bu sudandır. Kaba sudur. Kısmen Bursa’yı ihyâ eder. Vâsi bir meydanlık vardır. Asır-dîde çınar ağaçlarıyla müzeyyendir. Buradaki câmi-i şerîfde salât-ı asrı edâ eyleyib doğruca Türbe-i Hz. Üftâde’ye şitâbân olduk. Üftâde Türbesi gayet mürtefi’ bir mevkî-i dil-güşâda kâindir. İttisâlinde bir de câmi-i şerîf vardır. Huzûr-ı ma’neviyesine varacağımız zât-ı âlî-kadrin menâkıbını, mertebe-i aliyyesini uluvv-i ka’bını düşündükçe hakîkaten tarif olunmaz bir surûra müstağrak oluyor ve Cenâb-ı Hakk’a ben kemter kuluna böyle bir sevgili kulunu ziyarete muvaffak buyurduğundan dolayı hamd u senâ eyliyordum. Hz.Üftade’nin büyüklüğünün burhanı, daha türbesine girmezden derûnuma düşen havf ve heybettir. Fakat kimseler yok. Galiba türbedâr da yok. Derûn-i türbeye girip şöyle doya doya şeref-i ziyâretleriyle müşerref olamayacağım diye esef ederken, türbedâr efendi ihtimal ki uzakdan bizi görmüş, derhal gelip türbe kapısını açdı. Biz de kemâl-i âdâb ve ta’zîm ile türbeye dâhil olduk.

42


Hazret-i Üftâde’nin Türbesidir (Müellif)

Azîz ve muhterem kardeşim! Size hiçbir vechile anlatamam. O ne rûhâniyet… O ne ulviyet. O ne feyz-bahşâ bir mahall-i mübârekdir. Garibdir; türbeye girer girmez, gözüme ilişen iki levha ki, kâili Hazret-i Azîz Mahmûd-i Hüdâyî’dir, insana şöyle diyordu: Mültecâ-yı derd-mendân türbe-i Üftâde’dir Mürtecâ-yı müstemendân türbe-i Üftâde’dir Meskenetle gel münevver eyle maksûdun yüzün Mehbıt-ı envâr-ı Rahmân türbe-i Üftâde’dir Bunu okuduğum zamân dûçâr olduğum hâli tarif edemem. Diğer levhada ise şunlar yazılıydı: Yüz süregel gir azîzim türbe-i Üftâde’ye Kıl ziyârette riâyet hürmet-i mu’tâdeye

43


Başı tâcıydı Hüdâyî’nin Fütâde sen dahi Ser-firâz olmak dilersen bende ol âzâdeye Okuduğum gibi ihtiyarım elden gitti. Cenâb-ı Hak’dan pek güzel temenniyât-i hâlisânede bulundum. Derhal diz üzere oturup Sûre-i Mülkü kıraat, üç İhlâs bir Fâtihâ-i şerîf tilâvetle rûhı pâkine ihdâ ve bu suretle gönlümü ihyâ eyledim. Baş tarafında mu’allak elvâh-ı celîlenin birinde, hatt-ı celî ile, “Yâ Hazret-i Pîr Muhyiddin Üftâde kuddise sırruh”; diğerinde yine Aziz Hüdâyî’nin şu manzûmesi ta’lik yazı ile yazılmıştı: Bâğ-ı aşkın andelîbi hazret-i Üftâde’dir Derdli âşıklar tabîbi hazret-i Üftâde’dir Vâsıl-ı kâmil odur tevhîd-i zâta şüphesiz Dost ilinin reh-nümâsı hazret-i Üftâde’dir Eyliyen rûhundan istimdâd erişir matlaba Halleden her müşkilâtı hazret-i Üftâde’dir Mürşid-i âlî dilersen dâmen-i pâkini tut Gösteren râh-ı Hudâyı hazret-i Üftâde’dir Sıdk ile kul ol Hudâyî eşiğinde daima Bil hakîkat kutbu’l-aktâb hazret-i Üftâde’dir Türbedâr efendi Hazret-i Pîr’in kemerleriyle tesbihlerini gösterdiler. Teberrüken ziyaret eyledik. Tesbih iri taneli ve otuz üçlüdür. Bir nevi maden taşıdır. Kemeri ihtiramen takbil eyledim.

44


Tesbihi elime aldım hamden, şükren üç kere “sübhânellâh”, “elhamdu lillâh” , “Allâhu ekber” diyerek çekdim. Bu kemer vaz’-ı haml edemeyen kadınların beline bağlanırsa, bi-iznillâh vaz’-ı haml âsân olurmuş. Gördün mü evliyaullâhı? Hayatlarında ubbâdı irşâd eder, âlem-i bekâya intikallerinde ise, erbâb-ı uşşâk rûhâniyetlerinden feyz-yâb olduğu gibi, haste-gûn ve derd-mendâna da vâsıta-ı haseneleriyle şifâ-yâb olurlar. Hz. Üftâde’nin kabr-i şerîfleri türbenin orta yerindedir. Etrafında şebeke vardır. Tarih-i irtihalleri 988(1580)’dir. Müşarunileyh hazretleri Bursalıdır. Tarîkat-ı Celvetiye’nin pîri Hz. Mahmud Hüdâyî’nin şeyhidir. Dâire-i kübrâ ricâlinden olup kerâmâtı zâhirdir. Derece-i kemâlâtı Hz. Hüdâyî gibi bir müridi olmasından anlaşılır. Türbeleri murûr-ı zamânla müşrif-i harab olmakla Sadrazam Dervîş Paşa merhum müceddeden tamir eylediği gibi, murûr-ı zamânla yine müşrif-i harab olmakla Sultan Abdulhamid Han Hazretleri mükemmelen ve müceddeden tamir eylemiştir. Türbede Medfun Zevât­ı Kirâm

Şeyh Mehmed Efendi b. Üftâde Efendi, Şeyh Mustafa Efendi b. Üftâde Efendi, Şeyh Muzaffer Efendi, Şeyh Mehmed Efendi, Şeyh Hayreddin Efendi, Seyyid Mustafa Efendi, Seyyid Ahmed Efendi ve Hz. Pîr’in harem-i muhteremeleriyle kerîmeleri. Müşarunileyhinden Şeyh Mustafa Efendi b. Üftâde Efendi’nin mahdumları ârif-i billâh vâsıl-ı ilallâh Şeyh İbrahim Efendi hazretleri, “kutb-ı Bursa” denilmekle meşhur olup türbe-i mübâreke ittisalindeki kârgîr câmi-i şerîfi bina eylemişdir. Hz. Hüdâyî’den feyz aldı. Çok kerâmetleri vardır. Türbeleri Hz. Üftâde Türbesi’nin kapısı karşısında kâimdir. Altmış sene 45


mürûrunda kabirleri açılıp yüzlerinde alâmet-i hayattan şebnem gibi ter müşâhede olunmuştur. Seng-i mezarında şöyle yazılıdır: “Hazret-i Şeyh İbrâhim Efendi b.Şeyh Mustafa Efendi b. Şeyh Üftâde Efendi. 1089 (1678)” etrafı demir parmaklıkla çevrilidir. Kendisinin Türbe-i Üftâde dâhiline defnolunmayışı vasiyetine mebni imiş. “Beni türbenin dışına defnedin. Zira eğer türbe dâhiline defnolunursam pederimin kıyam etmesi lazım gelir.” buyurmuşlardır ki, kendilerinin pederlerinden daha âlî makam sahibi olduğuna burhandır. Lehu’l-hamd onları da ziyaret eyledik. Mahdumları Şeyh Mehmed Efendi de ecille-i ricâlullâhdandır. Türbe-i Üftâde’de medfûn ve rahmet-i Hakk’a makrundur. Şeyh Mehmed Efendi’nin oğlu Muzaffer Efendi de mürşid-i kâmil olup, Türbe-i Hazret-i Üftâde’de mevdû-i rahmet-i Rahman’dır. Ziyaretle müşerref oldukdan sonra azim bir sürûr içinde doğruca eve avdet olundu. İsmâil Hakkı Hazretleri’ni İkinci Ziyaret

Kalb-i hakîrânemde dünden beri tekrar ziyaret için uyanan şevk neticesi olarak tekrar merkad-i münevverlerine azimet eyledim. Sûre-i Mülk ve İhlâs-ı şerîf ve Fâtiha-yı şerîf kıratından sonra rûh-ı pür-futûh-i âlîyyelerine ihdâ ve gönlümü ihyâ eyledim. Mübarek zatın ziyaretine doyulmaz ki… Ayakuçlarında zevce-i muhteremeleri medfundur. Mezar taşında şöyle yazılıdır: Huve’l-bâkî Merhûme ve mağfûre lehâ Zevce-i Hakkî Efendi Aişe Hatun. Ruhuna Fatiha. 1160 (1747)

46


Yanında mahdûm-i âlîleri Mehmed Efendi medfundur. Tafsili aşağıda gelir. Taşında 1137 (1725)tarihi mahkûkdür. Onun ayak ucunda Şeyh Emin Efendi 1232 (1816) ve Şeyh Bahauddin Efendi 1233 (1817) medfundur. İkinci bir ziyaretle müşerref olduktan sonra türbeden infikâk eyledim.

Yevm­i Çarşamba 9 Mayıs 1317 [22 Mayıs 1901]

Bugün sabahleyin Hükümet Konağı’nın karşısında Çerkes Hasan Ağa’nın kahvesinde birer çay içtikten sonra, müceddid-i bünyân-ı saltanat Gazi Çelebi Sultan Mehmed Han hazretlerinin câmi-i Şerîf ve Türbe-i Münîfini ziyâret eylemek kasdiyle, o tarafa âzim olduk. Yolumuz muntazamdır. Binalar düzgün ve yenicedir. Setbaşı denilen mahalle vasıl olduk. Burada bir köprü vardır. Gökboza Köprüsü’ne müşabihtir. Kırk metreden ziyade çukurdan dere akıyor. Manzarası pek latiftir. Burası şehrin havadar mevkilerindendir. Ecnebi pek rağbet eylemiştir. Güzel oteller vardır. Buradan yol birçok şuûbâta inkısam eder. Birisi Sultan Aziz merhumun inşa ettirdikleri köşke müntehidir. Neyse epeyce yürüdükten sonra Câmi-i şerîf’e muvasalat olundu. Ey azizim! Bu câmi-i şerîf o kadar musanna, o kadar rûhâniyetlidir ki, size bir türlü anlatamam. Avlusuna dâhil olduğumuzda Bursa ovası buradan da başka bir manzara teşkil ediyordu. Yarım saat kadar temaşasına doyamadıktan sonra câmi-i şerîfe dâhil oldum. Dış pencerelerinin kenarında hatt-ı kûfî ile kabartma usûliyle taşa âyât-ı kerîme ve ehâdîs-i nebeviye ve İmam Ali Efendimizin akvâl-ı şerîfesi hâk ve nakşolunmuştur. Büyük kapısı üstündeki

47


nakş misâlsizdir. Beyt-i şerîfin çini üzerine yapılmış resmi de vardır. Câmi-i Şerîf iki kubbeli olarak mebnidir. Yanlarında iki cenah vardır. Kapının iki kenarında iki müezzin mahfili vardır. Mihrabın dünyada hiçbir noktasında misli olmadığı muhakkaktır. Kâmilen çinidir. Çinicilik sanatı bunda tamam olmuştur. Ufak bir yazı okudum: “Amel-i üstâdân-ı Tebrîz” yazılıdır. Sağ pencerenin üstünde Ahmet Vefik Paşa tarafından tertib olunmuş Sûre-i Nebe yazılıdır. O kadar sanatlı istif olunmuştur ki, bu kadar câmi-i şerîf dolaştım bir mislini görmedim. Onun karşısında imâm-ı evvel İbrahim Efendi tarafından aynı nakşolunmuştur. Minber cevizden oyulmuş yek-pâre ve gayet musannadır.

Yeşil Câmi’nin dışardan bir görüntüsü (Müellif)

Kapıdan girilince havuz tesadüf eder. Su yolu bozulmuş tamir olunuyor. Bir iki güne kadar su gelecekmiş. Bir de antika bir 48


fıskıye taşı varmış; onu da koyacaklarmış. Buradan dört basamak taş merdiven ile mihrab önüne çıkılıyor. Mihrabın manzarası sanâyi-i dakîkası insanı hayrete garkeder. İki cenahda hücreler vardır. Soldaki hücrenin kapısı üstünde, “İnna ca’alnâke halîfeten fi’l-arz” (Sad, 38/26), sağındakinin üstünde, “İnnî câilün fi’l-arzı halîfe” (Bakara, 2/30) yazılıdır. Sağdaki hücreye dâhil oldum. Kapısının iç tarafında çini üzerine (Farsça) yazılmış: İn imâret bâ-ebed ma’mûr bâd Sahibeş ber-düşmenân mansûr bâd Her ki in devlet ne-hâhed pâyidâr Dâimâ ender-cihân mahkûr bâd11 Şu ebyâtı okudum burada. O kadar sanat ve nakış vardır ki, hakîkaten bî-nazîrdir. Alçıdan ma’mul gözler vardır. Kapısı ve kenarları kâmilen âyât-ı kerîme, ehâdîs-i nebeviye ve akvâl-i Hz. Ali ile müzeyyendir. Burada Hazret-i Padişah meşveret buyurmuşlar. Mesâlih-i ibâdı rü’yet ederlermiş. Temaşasına hayran olarak çıkdık. Kapının yanındaki hücreler dahi olur şey değildir. Kâmilen çini ile menkûşdur. Etrafında, “Ey kıble-i sa’âdet vey Ka’be-i safâ” beytiyle başlayan ebyât-ı Fârisiye yazılıdır. Bu renk, bu çiçek, bu nakış, bu resm-i eşkâl hiç görülmüş şey değildir. Bu hücrelerin üstü Hazret-i Padişah’ın odalarıdır. Altın yaldızlı demir penceresi vardır. İki penceresinin arası mahfel-i humâyundur. Bu da çini ile müzeyyendir. Onun üstündeki yazıyı okudum ki, Câmi-i Şerîf’in bânisi Mehmed Usta’dır. Tarih-i binası 817 ( 1414)’dir. 11

Bu imaret ebedî ma’mûr olsun Sahibi düşmanlara mansûr olsun Bu devlete karşı olanlar ise Ebediyen cihanda makhûr olsun (Haz.) 49


Salât-ı zuhru edâdan sonra Câmi-i Şerîf’in yanındaki kahvede oturduk. Öyle bir manzara ki, temâşasına doyulmaz. Bu satırları orada manzara karşısında yazıyordum. Darısı başına… Fakat nazar-ı dikkatimi celb eden bir şey var ise, o da bu Câmi-i Şerîf’in nasılsa kıblede ihtilâf olunmuş olmalı ki, sair câmi-i şerîflerin kıblesinden az daha şarka meyilli yapılmış olmasıdır. Câmi-i Şerîfin pencere demirleri uzakdan âdî, dört köşeli demir parmaklık gibi görünüyor. Yanına varıp dikkat olunursa insanın nazar-ı dikkatine öyle bir sanayi-i dakika çarpar ki, hayran olmamak mümkün değildir. Çelebi Sultan Mehmed Han hazretlerinin türbesine müteveccih olduk. Câmi-i Şerîf’in ön tarafında ve set üstündedir. Müseddesü’ş-şekildir. Dışı kâmilen yeşil çinidir. Bundan kinâye olarak türbeye, “Yeşil” derler. Kapısı Câmi-i şerîf’in mihrabı gibi sanatlıdır. Üstünde, “Hâze’t-türbetu’s-saîd eş-şehîd Çelebi Sultan Mehmed Han ibn Bâyezid Han rahimehullâh” yazılıdır. Türbenin bir Maatteessüf türbe kapalıdır.

misli

50

dünyada

daha

yokdur.


Çelebi Sultan Mehmed’in Türbesi (Müellif)

İnşallâh cuma günü Emir Sultan hazretlerine azimet olunacak. Türbe reh-güzârımıza müsâdiftir. O zamân tabii açık buluruz. İçeriden de ziyaret ederiz. Penceresinden mümkün mertebe içeriye atf-ı nazar eyledim. Pek mehîb göründü. Zaten evvelce de Bursa’ya geldiğimde derûnuna girmişdim. Maamafih bu kere meşhûdâtımı bir varak-pâreye yazmak derdine düştüğümden o türbe-i mukaddese hakkında tafsilat veririm. Sultaniye nâmıyla müştehir Medreseleri ile İmâret-i âmireleri buradadır. Ebüssuûd hazretlerinin tahsîl-i kemâl edip ibtidâ cinnilere müftü olduğu hücreleri buradadır. Şunu arzedeyim ki, Çelebi Sultan Mehmed Han hazretleri, Hz. Emir Sultan’dan ahz-ı feyz ederek kemâl bulmuş evliyâullâhdandır. Her işi sünnet-i seniyyeye tatbik âdeti idi.

51


Türbenin dış kapısının yan tarafında bir büyük mezar gördüm. Taşında, “Hüdâvendigâr ve Foça ili sancakları mutasarrıfı iken irtihâl-i dâr-ı bekâ eden vezîr-i merhûm ve mağfûr cennet-mekân Firdevs-âşiyân el-Hâc Ahmed Aziz Paşa hazretleri. Ruhuna el-Fâtiha. 1229 (1813)” yazılı idi. Muşarunileyh hazretleri pek büyük adamdır. Bursa’yı hayrât ve hasenâtıyla ihyâ etmiştir. Yazdığım vechile Sultan Orhan Türbesi’ni yeniden tamir ve ihyâ eylemişdir. Bursa’da ne kadar câmi, medrese, tekke ve hayrat ve hasenât var ise, cümlesini tamir ve ihyâ etmiştir. Hükümet dairesinin karşısındaki çeşmenin bânisidir. Âbid, zâhid, hayır-perver, fukara-perver, sülehâ-yı ümmetînden bir zât-ı kerîm idi. 1227 (1812)’de Bursa valisi olup, 1229 (1813)’da Hakk’a vâsıl oldu. Vüzerâ içinde evliya denmekle şâyestedir. Çelebi Sultan Mehmed Han hazretlerinin türbesini imara dahi delâlet etti. Ecdâdı Kara Çelebi, orada medfundur. Lehulhamd, ziyaret eyledim. İnşallâh tekrar ziyaret ederim. Buradan da ayrıldık. Semt-i azimetimizi şehrin en mürtefi’ noktası bulunan Hünkâr Köşkü’ne tevcih ettik. Geniş ve etrafı muntazam ebniyeyi hâvî bir yokuş çıkıldıktan sonra karşımıza müessesât-ı cedîde-i nâfiadan Harîr Daru’t-Ta’lîm’i tesadüf etti. Burada Bursalılara ipek böcekciliği talim ediliyor. Ve tohumlar muyane olunup, çürük tohumu olanlar mutazarrır olmaz. Vaktiyle sağlam tohum tedarik eder. Tarz-ı inşâsı da pek zengindir. Bahçesi muntazamdır. Bir tarafta fabrikaları vardır.

52


İpekçilik Okulu (Anıtlar Kurulu Arşivi)

İpekçilik; Hünkâr Köşküne çıkan sokak (Bursa Kent Müzesi Arşivi)

53


Ba’dehû yokuş tırmanarak Hünkâr Köşkü’ne vâsıl olduk. Bursa’da semâya yakın bundan başka bina yoktur. Bânisi Sultan Aziz merhumdur. Köşk’ün kapısına kadar dolanmaçlı bir yol ile mükemmel şoşe yapılarak Köşk’e kadar araba ile çıkmak mümkündür. Buradan ovaya nezaret ediş yangın kulesinin iki misli bir yüksekden etrafa bakış gibidir. Bir müddet temâşâdan sonra vâlî-yi cedîd Halil Bey tarafından belediye vâridâtından olmak üzere inşâ ettirilen cesîm bir salonu hâvî muntazam bir binaya müsâdif olduk.

Hünkâr Köşkü (Bursa Kent Müzesi Arşivi)

Oradaki bekçiden vâki olan sualimize aldığımız cevabdan yirmi beşinci sene-i cülûsiye12 münasebetiyle burada yüz on iki kişiye ziyafet verildiğini anladık. Misâfirîn-i ecnebiye gelirse onlara verilecek ziyafetlere mahsus olduğu fakat ailesiyle gelip

12

Sultan II. Abdülhamid’in tahta çıkışının 25.yıl kutlamaları (1901). 54


yemek yiyip eğlenmek isteyenlere de serbest idiğini beyan etti. Bursa’da yüksek ikinci bina budur. Yandaki kayanın üstüne çıktık. Buradaki manzaraya hayran olduk. Yüz metreden ziyade bir uçurum iki dağ arasında bir dere her biri cesim kayalara çarpa çarpa ve hiddetli arslanmış gibi köpükler saça saça, müdhiş sadâlar çıkararak koşa koşa mahall-i maksûduna revan oluyordu. Şu hâl dahi azamet ve kudret-i ilâhiyeyi insana güzelce anlatıyor ve tefekkürât-ı amîka sevkediyordu. Akl-ı insan, o kudret-i celîleyi nasıl muhît olabilir? “Subhâne men-tahayyere fî-sun’ıhi’l-ukûl.”13 Bir müddet o kayanın üstünde oturduk. Bir yanımız uçurum, sağımız ve arkamız nazarımızı okşayan o latîf ovadır. Mevkî-i mezkûr bir şâirin hissini tahrik edecek letâfeti hâizdir. Bedâyî-i kudretin hangi bir şeyi vardır ki, hakkıyla ihâle-i nazar olundukta insanı vâlih u hayrân etmesin! El-hâsıl Hazret-i Hallâk-ı kâinâtın eşref-i mahlûkat olan beşere bu gibi inayât-ı sübhâniyesi her insan için mûcib-i şükrândır.

Gökdere 1913 (Akmed Arşivi) 13

İlâhî sanatıyla akılları hayrete düşüren Allah’ı tesbih ederim. (Haz.) 55


Maksem Denilen Mahall­i Latîfe

Artık avdet ediyoruz. Kayalara, çalılara tutuna tutuna şoseye indik. Orada yirmi beşinci sene-yi devriye-yi mesûde munâsebetiyle inşâ olunan çeşmeyi temâşâ eyledik. Suyundan içtik. Gümüş Suyu tabir olunurmuş. Makseme doğru yollandık. Burada iki sıra ağaçlık içinde gidiyorduk. Andelibânın elhân-ı teessür-nişânını işiterek bu hayvancıklar asvât-ı latîfeleriyle bizi istikbâl ediyorlardı zannediyorum. Çok müteessir olmağa başladım. Hatırıma Ekrem Bey’in gazeli geldi: Nedir bu âh-ı teessür beyânın ey bülbül Senin de var mı ki derd-i nihânın ey bülbül Sesin derûnuma âteş bırakdı gülşende Gönül figânına benzer figânın ey bülbül Hırâsı goncanın etti seni yine nâlân Garîb-i âşıkısın sen Hudâ’nın ey bülbül Bu âşıkâne ifâden gumûmı dâfi’a Neden bana veriyor gam figânın ey bülbül Bana mahabbeti söyle ben âşıkım ey murg Hemân benim gibi aşkı beyânın ey bülbül Hem gidiyor, hem de bu hayvancığı dinlemekle samiamı teşnîf ediyordum. Maksem denilen mahalle vardık. Güzelce bir bahçesi vardır. Altındaki çağlayan insana inbisat verir. Maksem diye suların taksim olunduğu yere derler. Hakîkaten orada böyle bir mahal vardır. Görülecek şeydir. Artık doğruca eve gelip ikindi namazına Câmi-i Kebîr’e gittim. Namazdan sonra maşallâh, maşallâh Câmi-i Şerîf’in her tarafı talebe efendilerle doldu. Her yerde dersler okunuyordu. Her biri

56


mesâil-i dîniyyeden tederrüs ediyorlardı. Allâh eksikliğini göstermesin! Oradan sahaflar çarşısına gittim. Bizim Bayezid sahaflarının küçüğüdür. Buranın ortası bahçedir. Bu bahçenin olduğu mahal bir mahall-i mübârekdir. Bayram Velî hazretlerinin şeyhi Hamiduddin Aksarâyî hazretleri ki, “Somuncu Dede”, “Etmekci Dede” dahi derler, orada pide satarmış. Ulucâmi-i Şerîf inşaatı hitâma resîde olmağla Yıldırım Bayezid Han hazretleri ilk hutbeyi okuyup namazı kıldırmasını damadı Emîr Sultan hazretlerine beyân buyurmakla Emîr-i muşarunileyh, “Direk arkasında bir Somuncu Baba vardır, o kıldırsın” demekle Hazret-i Padişâhın iradesiyle, Somuncu Baba hutbeyi okumuş ve namazı kıldırmış ve alâ-rivâyetin vaaz dahi etmişdir. Namazdan sonra cemaat Somuncu Baba’yı üç kapıdan da çıkarken müşâhede etmişlerdir. Bir daha Somuncu Baba’yı gören olmamıştır. Somuncu Baba’nın kerâmâtı çoktur. Fakat kıymeti kaybolduktan sonra bilinmiş ve ekmek sattığı iş bu mahal takdîsen bahçe şekline ifrağ olunmuştur. Her cuma gününde buraya ahali toplanıp güzelce bir dua okumak adet olunmuştur. Burayı ziyaretten sonra bugünkü seyahatimize hitam verdik.

Yevm­i Perşembe 10 Mayıs 1317 [23 Mayıs 1901]

Salât-ı zuhru Ulucâmi-i Şerîfi’nde edâ eyledik. Yarım saat kadar şadırvanın başında oturup temâşasına doyamadıktan sonra Câmi-i Şerîf’den çıkdık. İlk işimiz Kutbu’l-Ârifîn Ahmed Gazzî hazretlerinin türbe-i mukaddeselerini ziyarettir. Hafîd-i mükerremleri ârif-i billâh vâsıl-i ilellâh [Gazzizâde] Abdüllatif hazretleri de orada makburdur. Abdullatif Efendi hazretlerinin te’lifât-ı adîdesi vardır. Fütûhâtı Kenzu’l-Kur’ân namındaki tefsîr-i şerîfini okumuşdum. Meftûn-ı irfânı oldum. Sâhib-i vâridâttır. Eserinin misli yoktur. Kendisinin

57


büyük bir adam olduğu eserinden bellidir. İrfanına âşık oldum. Bursa’ya azîmetle ziyâret-i âlîyelerini Cenâb-ı Hak’dan temenni eyledim. İnâyet-i Hak’la muvaffak oldum. Bilvesile ecdâd-ı izâmları Ahmed Gazzî hazretlerini de ziyaretle şeref-yâb oldum. Âsitâne Tahtakale üstünde Şeyh Ahmed Tekkesi namıyla ma’ruftur. Arayıp bulduk. Halen şeyhi bulunan Sırrî Efendi, limaslahatin İstanbul’a gitmiş, müşerref olamadık. Vâlide tarafından Eşrefzâde Abdullâh Rûmî hazretlerinin neslindendir. Pederi tarafından Ahmed-i Gazzî evladındandır. Tekke, türbe ve hücreler müdde-i umûmî-i vilâyet [Savcı] Reşid Bey namında bir sâhib-i hayrın delâlet ve muâvenetiyle tamir olunmuştur. Türbeye dâhil olduğumuzda gördüğümüz yazı şöyledir:

ilk

sandukanın

üzerinde

“Şeyh Ahmed Gazzî, Gazze’de tevellüd eyledi. On sekiz yaşında muhaddis olup, otuz sene Câmi-i Ezher’de neşr-i ulûm eyledi. On sekiz kere hac etti. Reisü’l-muhaddisîn olup işaretle Bursa’ya geldi. Hazret-i Mısrî’den hilâfet aldı. Bursa’da bu âsitâneyi bina eyledi. Beş defa tefsîr-i şerîf tedrîsi ile Kur’an-ı Kerîm’i hatmetmişti. Zâhir ve bâtını me’mur idi. 1150 (1737)’de irtihâl-i dâr-i bekâ buyurdu azizim. Çâru-keş-i [şeyh] Dergeh-i Şeyh Ahmedu’l-Gazzî Eşref-i Rûmîzâde es-Seyyid Ali Sırrî.” Tafsîlat onun altında gunûde-i hâk-i gufrân olan zât-ı velâyetsimâtın kim olduğunu bize bildiriyordu. Muşarûnileyh hazretleri kırk sene inziva edip âsitâneden dışarı çıkmamıştır. Menakıbı çoktur. Hatta Abdüllatif Efendi hazretleri, Keramât-ı Gazzî namında mustakilen bir kitap te’lif buyurmuşlardır. Rabbime çok şükürler olsun bu sevgili kulunu kemâl-i hürmetle ziyârete muvaffak oldum. Hafîd-i mükerremleri Abdüllatif Efendi hazretleri yanlarında mevdû-i rahmet-i Rahmân’dır. Sandukalarının önündeki levhada “Fatiha-yı şerîfe tefsîr-i şerîfi müellifi Gazzizade Şeyh Abdüllatif Efendi 58


1247 (1831)’de irtihâl-i dâr-i bekâ buyurmuşlardır. Ketebehû Gazzizâde Ali Sırrî” yazılıdır. Bu zât-ı âli-kadri şurada size tafsilen anlatmak mümkün değildir. Hulâsatu’l-hulâsa anlatayım: Hacc-ı şerîf eylemiş ve Câmi-i Kebîr’de otuz sene ilm-i tefsîr ve Hadis okutmuştur. Nice kimselere yed-i mürşidânesinden şarâb-ı hâli nûş ettirip kemâl sahibi etmiştir. İlm-i zâhir ve ilm-i bâtına mâliktir. Asâr-ı adîdesi vardır. Kalben o kadar mahabbetim vardır ki, terceme-i hâl-i celîlelerini epeyce toplayabildim. Bu abd-i kemterin kalbine mahabbet-i evliyâullâhı ilkâ eden muşarunileyhin ruhaniyetidir. Tefsiri’nin bir yerinde dediği gibi, bana da mürşid-i kâmil kendileri oldu. Garib bir mahabbet peyda eyledim. Beni rûhâniyeti Bursa’ya kadar çekdi. Ziyaretiyle şeref-yâb oldum. Türbe-i mübareke önünde Sûre-i Mülk ve İhlâs-ı Şerîf okuyup, Hazret-i Gazzî’nin ve Hazret-i Abdüllatif’in ve civâr-ı âsitânede medfun olan Gazzîzâde Mustafa Nesib ve onun mahdumu ve müşarunileyh Abdüllatif Efendi’nin pederleri Mehmed Hafîd Efendi’nin ve Hazret-i Abdullatif’in ruhlarına ihdâ eyledim. Şu mersiye Hazret-i Ahmedü’l-Gazzî hazretleri hakkındadır. İstinsah eyledim: Fahr-i râh-ı halvetî Şeyh Ahmed-i Gazzî ki ol Merd-i âlem pîr-i pûr-nûr iftihâru’l-vâsılîn Mürşid-i ashâb-ı sulûk zâhid u takvâ-şiyem Mazhar-ı feyz-i ilâhî iftihâru’s-sâlikîn Nahl-i bustân-ı tarîkat necm-i burc-i âfitâb Şems-i râh-ı istikâmet iftihâru’z-zâhidîn

59


Fahr-ı Râzî-menkâbet allâme-i devr-i cihân Pîr-i meydân-ı kerâmet iftihâru’l-ârifîn İlim u tefsir ü ehâdisin o rukn-i a’zamı Nûr-bahşâ-yı teselli iftihâru’l-fâdilîn Milk-i adne geçmeden Kâtib mulâkî olmadın Türbe-bâni şu azîz-i iftihâru’l-kâmilîn Abd-i kemter dahi Abdüllatif Efendi hazretleri hakkında şu medhiyeyi inşa edip, güzelce yazdırıp bir çerçeveye geçirterek

kendi elimle baş uçlarındaki direğe asdım. Maksadım istişfa’ olmakla beraber arz-ı ihtirâm idi.

60


Medhiye Hazret-i Abdullatif’di şârih-i ümmü’l-kitâb Mazhar-ı sırr-ı velâyet olduğu bî-irtiyâb Öyle bir zât-ı mekârim-perverin ahvâlini Arz için cildler dolar kâfî değildir bir kitâb Bâ-husus ilm-i hadîsde kudreti bâlâ idi İlm-i tefsîrde dahi ol nisbet üzre bil savâb Menba’-ı ilm u hikemdir bunca âsârı delîl Gâfil olma bir oku âsârını ol hisse-yâb Gaflet izhâr eyleyib hürmetsiz olma kabrine Bir vücûd-i âliye ârâm-gâhdır bâ-nikâb Öyle bir sâhib-kerâmettir ki ol Abdullatif Çeşme-i irfândan nûş ile olmuş neş’e-yâb Arz-ı ta’zîmât ile Vassâf ziyâret eyleyip Hazret-i Abdüllatif’in kabrini ol kâm-yâb Âlim u fâzıl hem âmil mürşid-i kâmil ol Böyle bir zâtı ziyâretle olursun feyz-yâb

61


Ey Hudâ-yı lem-yezel senden recâ eyler kulun İşbu abdin hürmetine kıl ziyâretle metâb Levhanın altına şunu yazdım: “Bursa’ya azîmet olunup ziyâret-i aliyyeleriyle müşerref olduğum sırada sunûhat-ı fikriye-i fakîrânem olan iş bu manzûme inşâd olunmuştur. 1319 (1901) Hâk-pây-ı evliyâ Hüseyin Vassaf an Hulefâ-yı Mektûbî-i Emânet-i Celîle-i Rusûmât” Ziyâretle müşerref olduktan sonra müstağrak-ı ferah ve neşât olduğum halde diğer bir kere görmek üzre tekkeden çıktık. Şimdi gideceğimiz mahal Üçkuzular’dır. Pınarbaşı caddesinden doğru gidilir. Burası Bursa’nın en mürtefi’ noktasıdır. Ovaya ve Bursa şehrinin üzerine nezaret-i kâmileyi hâvidir. Mahall-i maksûda vardık evvela bu zatların kim olduğunu anlatayım. Buhara erenlerindendir. İşaret-i mâneviye üzerine ibadetle meşgul olmuşlar ve âlem-i bekâya irtihallerinde oldukları mahalde defnolunmuşlardır. Her üçü de kibâr-ı evliyaullâhdan ve kerâmâtı bâhir zatlardandır. Bunların az aşağısındaki mahall-i mübârekede Kutb-ı zamân Hazret-i Hızır Dede kuddise sırruhû medfundur. Hacı Bayram Velî hazretlerinin hulefâsından olup Hazret-i Üftâde kuddise sırruhunun şeyhidir. Ekber-i kibâr-ı evliyâdandır. Rütbe-i ilmiyeleri Hazret-i Üftâde gibi, bir halifesi olduğundan malum olur. Zevât-ı muşarunileyhimi halisâne ziyaret eyledikten sonra mahall-i ikâmetimize avdet eyledik. Ba’dehû salât-ı asrı yine Câmi-i Kebîr’de cemaat-i kübrâ ile edâ eyleyip pazarı gezmeğe çıkdık. Her hafta pazartesi, perşembe günleri pazar kurulur. Civar köylerden peynir, kaymak, tereyağ gelir. Sebze, et, zahire her ne aranılsa bulunur. Aynı Yeni Câmii Şerîfin, pazartesi pazarı gibidir.

62


Burayı güzelce gezdik. Oradan çarşının yağlıkçılar cihetini de gezdik. Sonra havlu dokunan yerleri dolaşdık. Vakit de akşam oldu. Mahall-i ikâmete gelip istirahate koyulduk. Bu satırları biraz sonra yazdım.

Bursa Çarşısı (Kent Müzesi Arşivi)

Yevm­i Cuma 11 Mayıs 1317 [24 Mayıs 1901]

Bugünkü meşhûdâtım hem mühim hem parlakdır. Ben yazayım siz okuyunuz. Sâmiîn varsa onlar da dinlesinler. Sabahleyin sekize çeyrek vardı. Uyandım. Abdest alıp Câmi-i Kebîr’e salât-ı fecri edâ kasdiyle azîmet eyledim. Maşallâh, maşallâh, cemaatımız cemaat-ı kübrâdır. Kemâ fi’ssâbık! “Amenerresûlü” sûresi âhirine kadar okunub Ihlâs-ı şerîf tilâvetinden ve istiğfardan sonra kamet okundu. Bade’s-selâm salavatlandı, Fatiha denildikten sonra müezzin efendi, Ayete’l-

63


Kürsî’yi okuyub, akabinde…14 âyât-ı kerîmesini okuyub sübhanellâh dedi. Tesbihler çekildi, dua edildi. Cemaat hep bir ağızdan üç kere, “Lâ-ilâhe illallâh” dedi. O dakikada yüreğimi heybet istila eyledi. Bir hale düçâr oldum. Cemaat-ı kübrâ ile kelîme-i tevhîd çekmek ne güzel şey!... Kubbede aks-i sadâ vaki oluyor. İnsana başka bir hal veriyor. Fe-sübhânellâh! Doğrusu Câmi-i Kebîr’in tertîb-i salâtını pek beğendim. Ba’dehû İmam Efendi mihrabiye olarak Sûre-i Feth’in nihayetinden bir sayfa okudu. Cemaat dağıldı. Nice ehl-i hâl kimseleri kimini murâkabede, kimini zikirde, kimini tilâvet-i Kur’an’da, kimini salavât-ı şerîfe çeker gördüm. Cenâb-ı Hakk’a hamdettim. Gözlerimden şükür yaşları döktüm. Câmi-i Şerîf avlusunda çaycıdan çay içtim. Bir de ahbabım vardı, ona da ısmarladım. Min-haysi’l-mecmu’ dört çay içildi. Çaycıya kuruşu verdim. Yirmi para geri verdi. “Yok, dört çay içdik, alacağım yok” dedim. “Borcunuz yirmi paradır, Hak bereket versin” dedi. Meğer koca kadeh çay beş para imiş. Bu adam tutar ve pek kanaâtkârdır. Müşterisi çoktur. Oradan doğruca İstanbul’da Sultan Ahmed civarında nâm-ı âlilerine nisbetle mahallesi olan ekâbir-i evliyâullâhdan Akbıyık Sultan hazretlerini ziyarete gittim. Müşârunileyh hazretleri malum olduğu üzere gavs-i azam Hacı Bayram Veli kuddise sırruhu’l-celî hazretlerinin halife-i mukerremidir. Akşemseddin hazretlerinin refîkidir. İstanbul fethinde memuriyetleri vardır. Gayet zengin idi. Cümle varını fî-sebilillâh infâk ederdi. Câmi-i Kebîr civarında türbesi kurbünde misafirhanede gece gündüz it’âm-ı müslimîn ederdi. Daima açıkbaş gezerdi. Bursa’nın kutbu idi. Pek büyük adamdır. Kemâlât-ı ilmiyeye sahibdir. Hz. Fatih, müşarunileyhin hidemât-ı mâneviyesinden memnun olup hakk-ı âlilerinde arz-ı tekrîmât-ı bî-gâyât [sonsuzlar] eylemişdir. Hatta eser-i hürmet ve mahabbet-i padişâhî olarak mezkûr mahalle 14

Müellif burada işaret ettiği ayetleri kaydetmemiştir (Haz.). 64


nâm-ı âlîlerine nisbetle yâdedilmiştir. Türbelerine Câmi-i Kebir’in karşısındaki dar sokakdan gidilir. Türbenin ilk kapısından girilince bir avlu vardır. Bu avlu dâhilinde dört beş hâne olup hizmet-i aliyyesini müştereken görüyorlarmış. Yani kapısını her sabah birisi açarmış. Türbeye dâhil olduğumda iç kapının üstünde, “Eûzu-billâhi-mine’ş-şeytâni’r-racîm. Bismillâhi’rrahmani’r-rahîm. Fa’lem-ennehû lâ-ilâhe-illallâh Muhammedu’r-resûlullâh (Muhammed, 47/19). Elâ-inne evliyâ-Allâhi lâ-havfun-aleyhim ve-lâ-hüm yahzenûn (Yûnus, 10/62). İzâ tehâyertüm fi’l-umûr fe’steînû min-ehli’l-kubûr. Akbıyık Sultan hazretlerinin ruhu için el-Fatiha. Ketebehu Sa’deddin. 1263(1847)” yazılı idi. Kapıdan asıl türbeye girdim. Aman Allâh’ım! Ne rûhâniyet, ne heybet!... Teberrüken Allâh rızası için iki rekât namaz kıldım. Ba’dehû Sûre-i Mülk ve İhlâs-ı şerîf ve Fâtiha-i şerîf tilâvet edip güzelce bir dua eyleyerek hâsıl olan ecr u mesûbâtdan rûh-ı şerîflerini hisse-yâb ve bu abd-i kemteri de feyz-yâb buyurmasını Hz. Vâhibu’l-âmâldan [Allah’tan] haddim olmayarak kemâl-i huşu’ ve hudu’ ile istirham eyledim. Ve bu kulunun kalbini mahabbet-i hasene ile mâlî ve müncelî eylediğinden dolayı hamd ü sena ettim. Kemâl-i âdâb ile türbeden çıkıp meskenimize mu’avedetle [dönerek] bu satırları yazdım. Cuma namazına inşallâh Emir Sultan hazretlerine gideceğim. Şimdi saat daha ikidir.

65


Akbıyık Tekkesi 1970 (Anıtlar Kurulu Arşivi)

Ziyâret­i Emir Sultan Kuddise­Sırruhul­Menân

Bursa’da Emir Sultan, İstanbul’un Eyüp Sultanı gibidir. Şehrin şark cânibinde ve müntehâdadır. Müşarunileyh hazretleri Buhara’dan Medîne-i Münevvere’ye teşrîfinde Ravza-ı pâke selam verip Resûlullâh sallallâhu-aleyhi ve sellem efendimiz hazretleri selamını almıştır. On yedinci veya on sekizinci evlâd-ı Resûldendir. Bursa’yı teşrîflerinde Yıldırım Sultan Bâyezid Han hazretlerinin Hundi Sultan namındaki kerîmelerini tezvic eyledi. Kerâmâtı günden zâhir bir zât-ı şerîf idi. Bu Câmii-i Şerîf, ibtidâ Hazret-i Emir zamânında küçük olarak bina olundu. Ba’dehû tevsi’ kılındı. Yavuz Sultan Selîm hazretlerinin himmeti vardır. 1210 (1795)’da külliyen müşrif-i harâb olup yedi sene kapalı kalmış ise de, meşâyih-i izâmdan ârifi billâh Şeyh Emin Efendi’nin niyâzı ile Sultan Selîm-i sâlis hazretleri yeniden bina eylemiştir. Sultan Abdulmecid merhum zamânında dahi gerek Türbe ve gerekse Câmi-i Şerîf mükemmelen ve tecdîden tamir olunmuştur. Şadırvanı ve Câmi-i Şerîf ve Türbe-i Şerîfin tarz-ı inşâsı pek hoşdur. 66


Salât-ı cumayı cemaatle edâ eyledik. Hatib Efendi hutbeyi okurken güya Hazret-i Üftâde okuyor sandım. Çünkü müşarunileyh burada çok hutbe okumuştur. Ba’dehû cemaat türbenin şadırvanına nâzır pencerenin önünde toplandı. Müezzin başı efendi tarafından gayet âşıkâne bir sûrette Âyete’l-kürsî, sonra “elâ-inne evliyâellâh lâ-havfun aleyhim velâhüm yehzenûn” (Yûnus, 10/62) âyet-i kerîmesi okunup, güzelce bir dua eyledi. Dua bittikten sonra cemaatin kısm-ı a’zamı dağıldı. Havas takımı türbeye dâhil oldu. Biz de girdik. Aman Allâhım! Ne rûhâniyet… Kalbim o dakikada münevver oldu. Sanki dünyadan başka bir âleme daldım.

Emir Sultan Hazretlerinin Türbesi (Müellif)

Hemen kapı dibinde âdâb ve ta’zim ile oturdum. Hatib efendi başında tel ve üstünde yeşil binişi olduğu halde gelip Hazret-i Emir’in baş tarafında, “Amene’r-resûlü”yü (Bakara, 2/285-286) sûre nihâyetine kadar okudu. Ba’dehû bir hatm-i şerîf indirib 67


müsinn [yaşlı] olan Şeyh Efendi hazretleri gayet âşıkâne ve hâlisâne ve beliğâne bir dua-yı şerîf buyurdu. Bizler de hâlisâne âmin-hân olduk. Hitam-ı duada rızâenli’l-lâh iki rekât namaz kılıp yine âdâb ve ta’zim ile çıkdım. Sandukanın baş tarafında, “Yâ Hazret-i Pîr Şemseddin el-Buhârî Emir Sultan kuddise sırruhu’lmennân” yazılıdır. İrtihalleri 833 (1430)dür. Diğer bir levhada şöyle yazılıdır: Ey âlem-i velâyete sultan olan Emir Ve’y milk-i Rûma rahmet-i Rahman olan Emîr Derece-i ulviye-i mâneviye sahibi olduğuna şüphe yoktur. Polad yürekli bir insan, türbesine girse bir hâle dûçâr olur. En büyük burhan budur. Bir tarafta mahdumları bir tarafta hâremleri ve kerîmeleri medfundur. Civâr-ı rahmet medârında medfun olan meşâyih-i kirâm ve ricâl-i devleti bir bir yazmak mümkün değildir. Mazanne-i kirâmdan pek çok ehlullâh vardır. Oradan Zeynîler’e gidildi. Burada ârif-i billâh Abbdüllatif-i Kudsî kuddise-sırruhû medfundur. Zeynüddin Hâfî hazretlerinin halifesidir. Bursa’da neşr-i tarîk eylemiştir. Bu Zeyniler hudûdu dâhilinde üçyüz kadar kibâr-ı evliyâullâh ve arif-i billâhdan zât-ı şerîf medfundur. Meşhur Molla Husrev, Molla Hayâlî dahi buradadır. Burayı ziyarete gelirken sülehâ-yı ümmetten Kâmil Efendi isminde yetmiş yaşlarında bir zât-ı şerîf de bize refâkat eylemiş idi. Muharrir-i kemter orada oturup sadâ-yı cehrî ile Sûre-i Mülk ve İhlâs-ı şerîf ve Fâtiha-i şerîf tilâvet eyledim. Efendi-i müşârunileyh, Arabiyyu’l-ibâre âşıkâne ve hâlisâne bir dua etti. Hem ağladı, hem de bizi ağlattı. Bendeniz o zât-ı şerîfin ağlamağa başladığını gördüğümde o taştan katı olan kalbime rikkat gelmedi diye ağladım. Aman ya Rabbî; bu kulun Hüseyin’e böyle ziyâretleri nasib eyledin diye sevinçlerle hamd ü şükür eyledim.

68


Zeynîlerin mezar taşı şeklindedir. Orada medrese içinde medfun olan Molla Hüsrev hazretlerini de ziyaret eyledik. Müşarunileyh hazretleri allâme-i zamân idi. Şeyhülislam oldu. Ba’del-azl tedrîs-i ulûm ile meşgul oldu. Buradaki medreseyi bina eyledi. Vefatında, cenazesi İstanbul’dan Bursa’ya naklonulup, medresesine defnolundu. Medrese yanmışdı. Şeyhülislam Çelebizâde Zeynelabidîn 1233 (1818)’de yeniden inşâ ve derûnuna mâ-i lezîz icrâ eylemişti. Molla Hüsrev hazretlerinin kemâlât-ı ilmiyesini Bağdat, Şam, Mısır ve İran uleması bile tasdik etmişlerdir. Kabrini, Allâh razı olsun, karîn-i pâdişâhî Hacı Ali Bey efendi pek güzel yapdırmışlar ve etrafına parmaklık çekdirmişlerdir. Taşında şöyle yazılıdır: Menba-i ilm ü hüner vâris-i ulûm-i hayru’l-beşer Fâzıl-ı hurşîd-i eser sâhibu’d-Dürer ve’l-Gurer Mevlânâ Muhammed Husrev 886 (1481) Ziyaret-i aliyyeleriyle müşerref olduktan sonra müşarunileyh hazretlerinin dershane ve çilehânesini ziyaret eyledim. Medresenin yanındadır. Elyevm harabe şeklindedir. Kârgîr ufak bir oda dershanesi, altındaki karanlık mahal de çilehanesi imiş. Ba’dehû Câmi-i Şerîf’in garb tarafında medfun olan Molla Hayâlî hazretlerini ziyaret eyledim. Bu zât-ı âli-kadrin kabrini de müşarunileyh Hacı Ali Bey, Molla Husrev’in mezarının aynı olarak yapdırmışdır. İlm-i zâhir ve bâtında mâhir idi. Abdüllatif Merzifonî hulefâsından idi. Şerh-i Akâid üzerine haşiyesi vardır. 875 (1470)’de terk-i mâsivâ eylemiştir. Oradan tepeye doğru tırmanmağa başladık. Solumuzda bir harabe göründü ki minaresinden câmi-i şerîf olduğunu anladım. Tahkîkatım neticesinde ulemâ ve sülehâdan ve Hazret-i Emir’in akrabasından Pîr Emir Sultan hazretlerinin Câmi-i Şerîfi ve

69


türbesi olduğunu anladım. Yüz seneden ziyadedir harâbe şeklinde imiş. Ziyaret eyleyip yolumuza devam ettik. Bir tepeye çıktık. Karşımıza mehib bir bina çıktı. Bursa Mektebi İdâdî-i Askerîsi’dir. Buraya Işıklar derlermiş. Mekteb binası Dersaadet İdâdî-i Askerîsi’nin az küçükçesidir. Fakat bahçesi ve ebniyesi pek güzel ve pek zarîftir. Biraz buradaki çayırlıkda oturuldu. Bursa ovasına buradan bakışda başka bir letâfet gördüm. Gayet havadardır. Rüzgârdan duramadık. Şehirden buraya kadar güzel şose yol yapılmış. O yoldan indik. Bir mahalle vâsıl olduk ki, orası Namazgâh tabir olunan mahal imiş. Vakıa taşdan bir mihrab ile minber vardır. Yakınında câmi-i şerîf vardır. Bursa ahalisi, yağmur duasına buraya çıkarlar. Burada toplanır dua ederlermiş. Gayet hoş bir yerdir. Hatta zümrüt gibi çayır üstünde yarım saat kadar istirahat ettik. Oradan yola revân olup semte geldik.

Dergâh­ı Mısrî­i Niyâzî’yi Ziyâret

Vakıa bu zat-ı âlî-kadr Limni’de medfundur. Menâkıb-ı cemîle ve celîlesini okuyup da meftûn-ı kemâlât-ı arîfânesi olduğum halde, buradaki dergâh-ı feyz-i iktinâh-ı âlîyelerini ziyaret etmeksizin geçivermeğe bir türlü vicdanım razı olmadı. Tahkik ettim; tekkenin günü imiş. Câmî-i Kebîr’in karşısında sokak içerisindedir. Bâni-i evveli kendileridir. Burada nice zamânlar irşâd-ı ibâd ile meşgul olmuşlardı. Bendeniz şu yoldaki hissiyât-ı hürmetkârî-i âcîzâneden nâşi Hazret-i Mısrî’nin rûhâniyetleri haberdâr olup bu kemterin feyz-yâb olmaklığıma sebep olacaklarına yakîn hâsıl etmiş idim. Dergâh kapısı önüne geldiğimde taşın üstünde muharrer şu ebyâtı buldum: Dergeh-i Mısrî’ye girmez dîv ü şeytân gâviye

70


Hiç eğlenmez münâfık yerleridir hâviye Bârekallâh hûb u zîbâ tekye-i Mısrî-i din Olsun a’dâsı hemîşe ser-nigûn-i hâviye Mü’minîn eyler imâret istemez ehl-i nifâk Hâşâ lillâh firkatin olsun mu yâhu sâviye Halvetî vü Kâdirî dergâhıdır olma cüdâ Çirk-i şirki def’a kâdir derd-i kalbe dâviye Zâikâ Sahfî lisânından dedim tarihini Devr-i Han Abdülmecid’de vüs’a buldu zâviye 1256 (1840) Evet, zamânlarında kıymeti bilinmedi. Çok ezâ ve cefâya dûçâr edildi. Edenler mahvoldu. Sonra kıymeti bilindi. Dergâh avlusuna girdiğim zamân sadâ-yı zikrullâh sâmiamı tezyîn etti. Semâhanesine gittiğimde dervişânı meşgul bi-zikrillâh olarak gördüm. Bir köşeye sığındım. Aman yâ Rabbi, o meydân-ı ehlullâha nazar ettikçe Koca Sultan Mısrî Niyâzî’ye bir vakitler bu meydan cevlân-gâh oldu idi. Şüphesiz şimdi rûhâniyeti hazır diye düşünüyor, dûçâr-ı heybet oluyordum [heyecanlanıyordum]. Malatya’dan seyâhate çıktığı zamân yedinde bulundurduğu teberi gördükçe hissiyatım büsbütün galeyana geldi. Nihâyet dergâhda çokduramayıp çıktım. Şeyh efendi hoş ve ehl-i hâl bir

71


zâtdır15. Müşerref oldum. Ba’dehû Câmî-i Kebîr’e ikindi namazına yetiştim. Türbe­i Çelebi Sultan Mehmed Hân’ı Ziyaret

Türbenin harici hakkında evvelce tafsilat vermiştim. Şimdi evvela müşaruniley hakkında malum olanı vereyim. Cennet mekân Yıldırım Bayezid Han hazretleri sulbünden 781 (1379 ) sene-i hicriyesinde zînet-bahş-i mehd-i vücûd olmuş ve 816 (1413) senesinde cülûs-ı humâyunları ve 824 (1421) senesinde de irtihalleri vukû bulmuştur. Bu türbede taht-nişîn-i kurb-ı rahmettir. Edirnede vefat edip na’ş-ı mağfiret-nakşları kırk elli gün sonra Bursa’ya nakl ile buraya defnolundu. Âbid ve zâhid idi. Ziyaretlerinden fâide-i kesîre hâsıl olur. Devletimizin bânî-i sânîsidir. Türbesinin dünyada eşi yoktur. Sandukası da çinidendir. Hem o zamânın sanat-ı nâzikesi eseridir. Bu türbeye gidip çinideki rengi, nakşı görmeli. Hayran olmamak gayr-ı mümkündür. Türbede Şehzâde Sultan Mustafa medfundur ki, evlâdıdır. İznik mutasarrıfı iken Sultan Murad hazretleri hîle ile şehîd etmiştir 826 (1423). İkinci mahdumları Şehzade Ahmed Çelebi dahi burada medfundur. 839 (1435)’da şehid oldu. Harem-i âlileri ile ahfâd-ı kirâmları burada medfundur. Hepsinin sandukası çinidir. Şunu da öğrendim ki, Hazret-i Padişah hayatlarında Câmî-i Şerîf’in büyük kubbesine büyük fener yakdırırlarmış. Bu kubbenin ortası deliktir. Üzerinde etrafı pencereli bir ufak kubbecik vardır. Bunun içine bir fener asdırırlarmış, çok ziyâ neşredermiş. Bir rivayette gece uzaktan şehre gelenler yolu bulsun diye. Diğer bir rivayette padişah hazretleri uykuya yattıkları zamân sönermiş ki, halk padişahın yattığını bilsin diye. Bu fener murûr-ı zamân elden ele geçmiş; fakat Ahmed Vefik 15

Burada “Şeyh Efendi” denilen zat Mehmet Şemseddin Mısrî’dir. Limni’ye yaptığı seyahatları anlattığı Dildar-ı Şemsi basıldı (İstanbul, 2010). (Haz.). 72


Paşa’nın himmetiyle, bulunarak antika mesabesinde asdırılmıştır.

kubbeye

Ba’dehû çarşıya gelip Koza Hanı’nı gezdim. Şimdi Bursa’da herkes böcek büyütüyor. Yakında mahsul meydana geldi mi, hep köylüler buraya getirirler ve burada tüccara satarlarmış. Tüccar da burada hazır bulunur. Raiç ne ise, Duyûn-ı Umûmiye vesâtatıyle fürûht [satılır] olunur ve Duyûn-ı Umûmiye hissesine düşeni aldıktan sonra üst yanını köylülere verir, köylü de malının derhal elinden çıktığına mesrûr olur gidermiş. Oradan Bursa’nın havlu dokunan tezgâhlarını gezdim. Birçok amele işliyordu. Temâşası hoştur. Artık akşam olduğu için bugünkü seyahatımıza nihayet verdik.

73


Koza Han’da ipek satışı (Bursa Kent Müzesi Arşivi)

Bir Garîbe

Geçen kış, Ahmed Gazzizâde Abdüllatif Efendi hazretlerinin Futuhât-ı Kenzü’l-Kur’an namındaki Fâtihâ-yı Şerîf Tefsiri’ni mutalaa edip, bu tefsir bendenizde büyük bir te’sir husûle getirmiş ve onun neticesi olarak zaten evliyaullâha olan mahabbetim müzdâd olmakla beraber müellif-i muhteremi Şeyh Abdüllatif Efendi hazretlerine son derecede bir hürmet ve

74


mahabbet peydâ eylemiş ve bu hâli arzû-yı ziyârete kadar vardırmıştım. Bursa’ya azimet niyeti takviyet-pezîr olduğu bir zamânda fakire teveccühü bulundu. Bayezid’deki Kütüphâne-i Umûmî hâfız-ı kütübü Tahsin Efendi hazretleri menâkıb-ı evliyâ meraklısı olan bu kemtere, eline bir kitab geçirdiğini ve Abdüllatif’in eseri olduğunu bilbeyân mutalaa etmekliğimi emretti. Mutalaasına şitâbân olduğumda müşarunileyh hazretlerinin 1245 (1829) tarihine kadar Bursa’da gelmiş göçmüş selâtîn, şehzâde-gân, vüzerâ, evliyâullâh hakkında tafsilâtı cem eylemiş olduklarını gördüğümde pek mesrûr oldum. Bu kitap, altmış bu kadar senedir Maarif Nezâreti mahzeninde kitaplar arasında kalmış, geçenlerde perâkende kitaplar arasında kütüphaneye gönderilmiştir. Hazret-i Abdüllatif’e olan mahabbeti mahsûsa-i fakîrâneme ve Bursa’ya seyahat emeli uyanmasına nazaran bu kitabın altmış bu kadar sene sonra meydana çıkıp elime geçmesini müşarunileyhin bir kerâmetinden başka bir şeye hemledemedim. Evet, Hüseyin-i kemter, madem ki kendisine muhabbet, hürmet izhâr ediyor, o da altmış bu kadar senelik bir kitabının elime geçmesine sebeb-i yegâne oluyor. Güya ki, “Bu kitabı oku, istinsah et, Bursa’ya giderken beraberinde götür, bu sana reh-nümâ olsun. Bununla hep evliyâullâhı ziyaret et, kim olduklarını oku, anla, feyz bulursun” diye Hazret-i Abdüllatif bu fakîre manevî bir işaret veriyor. Öyledir, hiç şüphe yok. Âcizleri zamân-ı âlîlerine yetişemedimse rûhâniyetleri imdâd-res oldu. Kuddise-sırruhu’lazîz16.

16

Burada sözü edilen eser, Abdüllatif Efendi’nin Bursa’da yetişen âlim, sûfî, âşık ve abdallardan bahsettiği Ravzatu’l-müflihûn adlı eserin muhtasarı olan Hulâsatu’l-Vefeyât veya bu eserde müellifin sıkça zikrettiği adıyla Kıblenümâ-yı Kâbetü’l-Uşşâk olsa gerektir. (Haz.) 75


Yevm­i Cumartesi 12 Mayıs 1317 [25 Mayıs 1901]

Bugün sabahleyin ahbab ziyaretine çıktık. Biraz dolaşdık. Vakti zuhûrun takarrubu münasebetiyle Câmi-i Kebîr’e gittik. Câmi-i Şerîf hakkında bir parça malumat daha vereyim. Minberin sağ tarafında bir yeşil ‫ ﯣ‬vardır. Onun önünde her kim kırk gün sabah namazı kılarsa Hızır aleyhisselama mulâki olur, diye bazı evliyâullâhdan naklen bizim Abdüllatif Efendi hazretlerinin Kıblenumâ-yı Ka’betu’l-Uşşâk’ında okumuştum. Yeşil vâv hakîkaten vardır. Ashâb-ı hayırdan birisi de oraya güzelce bir seccade yapmış. Arasıra teberrüken rızâen-lillâh orada fakir de namaz kıldım. Bundan başka öğle, ikindi ve yatsı namazlarından evvel birer hafız hatim sürerler. Mihrabda oturur, yüzünü cemaate döner bir çeyrek saat önce başlar müezzin “sallû” deyinceye kadar okur; “sallû” denildi mi, “Fâtiha” der. Bu âdeti de müstahsen gördüm. Bir de mahfel ile minber arasında, şadırvan arasında yedi kandil vardır. Yediler tabir olunan ‘abdâl-ı saîd ekseri onda cem olurlar diye eser-i mezkûrda okudum. Râvisi evliyaullâhtır. Câmi-i şerîf önceleri bir minareli imiş. Sonra Yavuz Sultan Selim Hân-ı Sânî hazretleri sağ tarafdaki minareyi inşa ettirmiştir. Bu minarenin çifte merdiveni vardır. İki kişi bir birini görmeksizin şerefeye vâsıl olur. Padişah-ı müşârunileyh hazretleri Haremeyn seferine teşrif ederlerken bina eylemişlerdir. Bâlâda yazdığım vechile Câmi-i Şerîf civarındaki Şengel Hamamı’nı inşa ettirip, mezkûr minârenin mesârifine vakıf buyurmuşlardır. Şu beyti de Câmi-i Şerîf derûnunda bir levhada okudum. Pek hoşuma gitti. İstinsah eyledim: Yâ câmi’an-nâs fî-yevmi’l-cem’ân Cezâen bimâ kesebet eydîhim bi-adli’r-Rahmân Câmi-i Şerîf’den çıkdığımızda sabahleyin ağzınıza layık bol yağ ve peynir ve tere otuyla a’la peynirli pide yaptırıp 76


yuvarladıkdı. Ondan nâşi bir harâret-i azîme istila eylediği cihetle kendimizi çarşı içinde bir şerbetçi dükkânına attık. Hararetiniz varsa, biraz anlatayım da tezâyûd etsin. Bursa’nın şerbetçileri vasfa şâyandır. Limonata, portakal, şekilde demir çatal vardır. bâhusûs üzüm şerbeti yaparlar. Şu Keşiş Dağı’ndan getirilmiş gayet temiz kar parçasını o çatala saplamış. Şimdi siz şerbet istediniz mi, o kardan bir parça bardağın içine kor, bir kaşıkla karıştırıp karı eridir ve size takdim eder. Kar pek temizdir. Bizim İstanbul karına benzemez. Biraz teskin-i harâret ettikten sonra Yeni Kaplıca’ya gitdik. Bu kaplıca Çekirge yolundadır. Cefâlızâde bir vezîrin binâkerdesidir. Bu kaplıca hem temiz, hem de ferahdır. Kapısının üstünde şu levha asılıdır: Soyun bu camekâna cism-i uryânın irâet kıl Bakıp mir’ât-ı câna vech-i cânânın ziyâret kıl Girip havz-ı safâya yıka her yanın tahâret kıl Cefâ çekme bürün şol câme gir hammâma rahat kıl Diğer levhada şöyle yazılıdır: Gelen mecrûh-ı diller bunda merhem bulmadan gitmez Hakîm-i mutlakın dense devâ-gâhı sezâdır bu Soyunduk. Bu kaplıca da eski kaplıcanın aynı ise de suyu kükürtlüdür. Bunun havuzu büyükçe ve az derincedir. Soğukluk mahalli pek hoşuma gitti. Cesîmî bir kubbe altındadır. Orta yerinde bir karış derinlikde ve dört arşın murabbaında bir havuz vardır. Havuzun orta yerinde yarım arşın irtifaında bir taşın üzerine bir Mevlevî sikkesi konulmuştur. Sarığı da vardır, taştandır. Sikkenin tepesinden soğuk su nebeân eder. İç hamamda sıcaktan rahatsız olanlar bu soğuk sudan yüzlerini yıkar ve

77


sikkenin tepesinden nebeân bendenizin pek hoşuma gitti.

eden

sudan

içerler.

Bilmem

Yeni Kaplıca (Müellif)

Hamamda çok eğlendik. Fenâlık gelince kendimi buraya atardım. İçim yanarken eğilip sikke-i Mevlânâ’nın tepesinden çıkan sudan içerdim. Sanırdım ki, yed-i Mevlânâ’dan mâu’l-hayât nûş ediyorum. Mevlevîlerde şeyhlerine ta’zîmen eğilmek âdeti olduğu malumunuzdur. İşte buradan su içmek için de eğilmek lazımdır. O kadar hoşuma gitti ki, tarif edemem. Beş on kere gelip su içtim. Ve öyle teşbîh eyledim: Aşk-ı hakîkîde yanıp tutuşanlar işte böyle bir mürşid-i kâmilden buz gibi şerbet-i aşkı içer teskîn-i atş eyler [susuzluğunu giderir]. Suyu içerken fakir tanzim-kerdesi olan şu beyit hatırıma geldi: Umarım kemter-i Vassaf’a şefâ’at eyler Düşerem pâyine ben Hazret-i Mevlânâ’nın

78


Oradan iç havuzların olduğu yere girdim. Kapının üstüne çini üzerine, “Binâ-i Rüstem Dârâ” yazısı gözüme iliştiği gibi, içeride suyun akdığı arslanağzının üstünde, “Lâ-şerefe ale’l-İslâm” yazılıdır [İslâm’dan daha üstün bir şeref yoktur]. Onun altında yine çini üzerinde yazılmış şu cümleyi okudum: “Hâzâ havzu’lcinân” [işte cennet havuzu]. Arslanağzı ki, taşdan yapılmış bir arslan kafasıdır. Su buradan küçük bir havuza akar. O havuzdan da büyük müdevver havuza akar. Oradan doğru lağama gider. Kenarda sûret-i dâimede akar musluklar ve altında kurnalar ve bundan başka ufak tekneler vardır ki, insan içine girer, rahatça oturur. Dağdan çıktığı gibi hamama gelen sıcak suyun olduğu halvete girdik. Buhar-ı mâ’dan bir müddet birbirimizi göremedik. Sonra gözlerimiz alıştı. Görmeğe başladık. Hilâf olmasın, asıl kaynar su bilek kalınlığındadır. Bunun serçe parmağı kalınlığında bir parçasını hamama almışlar. Bacak kalınlığında soğuk su karıştırmışlar da yine hamamda havuza girildiği zamân insan çok dayanamaz bir haldedir. Efendi amcam bendenize hitaben: “Biz böyle birkaç misli soğuk su katılmış şu sıcak suya tahammül edemiyoruz. Ahirette insanın hâli ne olur?” diye düşünüp ağlamaya başlayınca, kalbi abanoz gibi poladlaşmış olan Hüseyin kemterini dahi o düşünceye da’vetle, fi’l-hakîka halimizin harab olduğunu ve ancak inâyet-i Rahmâniye ve şefâ’at-ı Peygamberîye sayesinde inşallâh o halleri görmeyeceğimizi derk ile müteselli olduk. Hatırıma, esteîzu-billâh, “Fe-veylün lil-musallîn” (Mâun, 107/4) [yazıklar olsun o namaz kılanlara !..] âyet-i kerîmesi geldi de titredim. Güzelce yıkandıktan sonra çıkıp biraz istirahatten sonra bir çeyrek hamama verdik. Doğruca Muradiye’ye tevcîh-i azîmet eyledik. Câmi-i şerîfde ikindi namazını edâ eyledik. Bu câmi-i şerîfin tarz-ı inşâsı Çelebi Sultan Mehmed Câmi-i Şerîfi’nin tarz-ı 79


inşâsını andırır. Yeni tamir olunmuş. Bunun havuzu yoktur. Etrafı kâmilen kâr-ı kadîm çinidir. Pek ruh-nüvâz bir câmi-i şerîftir. Oradan türbeye dâhil olduk. Etrafı şimşir ve gül ağaçlarıyla muhat olduğu gibi, üç dört yüz senelik çınarlar da güya o merkad-i mübâreki güneşten muhafaza için olanca kuvvetiyle dal budak salmış ve türbe bahçesinde gökyüzünü gözetmez bir hâle getirmiştir. Gayet loş olmuştur. Girer girmez kalplerimizi bir heybet istila eyledi. Huzûr-ı mâneviyesine gitmekte olduğumuz o koca padişahın Macarlarla günlerce temâdi edip düşmanlarını mahvedercesine ettikleri hûn-rîzâne [kan dökücü] muharebeyi ve kemâlât-ı zâhire ve bâtınâsını düşündükçe türbeye yaklaşamıyacak bir hâlde hissiyât-ı amîka dûçâr oldum. Türbenin kapısının saçağı o kadar musannâdır ki, antikacılığın kemâle geldiği şu zamânda bir bahâ takdîr edemezler. Türbenin de misli yoktur. Türbenin derûnunda sanduka filan göremezsiniz. Size bir tarif edeyim: Türbe, murabbau’ş-şekildir. Orta yerinde dört direk vardır ki, bunlar kubbenin istinad-gâhıdır. Kubbe altı yani bu direklerin arası beyaz mermer döşelidir. Direkten direğe de parmaklık çekilidir. Bu mermerlerin orta yerinde içi toprak memlû bir lahd/kabir vardır. Bir arşın yüksekliğindedir. Orta yeri topraktır. Bu lahd kubbenin tam ortasındadır. Kubbenin aleminin olduğu yer delik ve açıktır. Hazret-i Padişah, böyle vasiyet etmiştir. “Rahmet-i ilâhiye kabrimin üstüne düşsün”, demiştir. Düşen yağmurların te’siratıyla, lahd içinden otlar yetişmiştir. Şu hâli gördüğüm zamânki hissiyatım ilelebet hatıra-pîrâ [hatıramı süsler] dır. Ziyaretle şeref-yâb oldukdan sonra etrafını gezdik. Müstakilen beş kadar türbe vardır. Şehzâde Ahmed Han 832 (1429) Şehzâde Orhan 834 (1431) 80


Şehzâde Mahmud Çelebi 839 (1435) Şehzâde Yusuf Çelebi 839 (1435) Şehzâde Alauddin 846 (1442) Şehzâde Sultan Ahmed 919 (1513) Küçük Ahmed Çelebi 855(1451) Şehzâde Sultan Mustafa 875(1470) Şehzâde Abdullâh 888(1483) Sultan Cem 900(1495) Şehzâde Mahmud Han 913(1507) Sultan Musa 918 (1512) hazerâtının kitâb-ı vücûdları mahfuzdur. Bugünkü ziyaretimize hitâm verdikden sonra doğruca meskenimize avdet eyledik.

Yevm­i Pazar 13 Mayıs 1317 [26 Mayıs 1901]

Bugün ilk işim İsmâil Hakkı hazretlerinin merkad-i pâkini ziyâret oldu. Garib bir mahabbet ki aradan bir gün geçerse iştiyâk-ı azîm husûle geliyor. Türbesine can atıyorum. Kemâl-i âdâb ile ziyâret ve türbesinde Sûre-i Mülk ve İhlâs-ı şerîf ve Fâtiha-i şerîf tilâvet eyledim. Şeref-yâb oldum. Elhamdulillâhi Rabbi’l-âlemîn. Türbe, tekke ve hücreler pek güzel tamir olunmuştur. İhyâsına bâdi olan zât karîn-i hazret-i şehriyârî Hacı Ali Bey’dir. Dört yüz lirayı mütecâviz para sarf etmiştir. Kim ne derse desin, evliya muhibbi bir adamdır. Bu gibi âsâr-ı hayriyyesini gördükçe kıymet-şinâs bir zât olduğunu anlıyorum. Sa’yi meşkûr olsun!

81


Oradan sonra, meşhur Deveciler Kabristanı’nı ziyarete gittim. Bu Kabristan, bizim Merkez Efendi Kabristanı’ndan büyükçedir. Ortasından şoşe yolu açılmış, ikiye bölünmüş. Burada da lâ-yuad evliyaullâh medfun imiş.17 Sultan Murad Hân-ı Sânî hazretleri zamânında irtihâl-i dâr-ı bekâ eyleyen Abdâl Mehmed hazretlerini ziyaret eyledim. Müşarunileyh, Bursa’da Abdâl Sultan namıyla ma’ruftur. Müstakilen bir türbesi ve câmi-i şerîfi vardır. Türbelerinde denildiği gibi, âsâr-ı celâl vardır. Kerâmât-ı bâhire ricâlindendir. Evi veya dükkânı olup da satmak isteyenler müşteri zuhûruna sebep olsun için türbesinin kiremidinden bir tanesini alıp âriyeten ev veya dükkânın üzerine kormuş. Li-hikmeti’llâh gâyet çabuk müşteri zuhûr edermiş. Buna ahâlî itikâd-ı tam ile mu’tekiddirler. Bir de müşarunileyh hazretlerinin “ayakkabısı” varmış. Vaz-ı haml edemeyen kadınlar içine su koyup içerlermiş, akabinde çocuk dünyaya gelirmiş. Bunlara nasıl hürmet olunmaz. Hayatlarında ibadullâhı irşâd, âlem-i bekâya intikallerinde rûhâniyetleriyle ümmet-i Muhammed’i dil-şâd ederler. Kemâlât-ı ilmiyesi, Eşrezâde Rûmî ve Molla Fenârî hazerâtı gibi, kibâr-ı evliyâullâhdan muridleri olmakla anlaşılır. Bu civarda “Hasır-pûş Dede” hazretleri de medfundur. Ashâb-ı terk ve tecridden aslâ dünya nedir bilmemiş erlerdendir. Ziyaretiyle şeref-yâb oldum. Yine bu mezâristanda medfun “Tâkıyyedûz Mehmed Dede” hazretlerini ziyaret eyledim. Müşarunileyh hazretleri Burseviyyu’l-asl olup, ashâb-ı terk ve tecriddendir. “Daima Beytullâhı tavaf edip tayy-ı mekânla cebel-i Kaf’ı seyr ederim” buyurmuş. Seng-i mezârı ziyâret-gâh ve metâf-ı zümre-i agâhtır.

17

Bu mezarlık tamamen ortadan kalkmıştır.(Demirtaşpaşa Endüstri Meslek Lisesi’nden Abdal Mehmed Türbesi’ne kadar uzanıyordu.) 82


Ba’dehû, o civarda dergâhı bulunan Kaygusuz Baba hazretlerini ziyaret eyledim. Mustakillen türbesi yoktur. Mustağrak-ı tevhîd idi. Kerâmât sahibi bir merd-i âli himmettir. Kaddesallâhu esrarehüm. Bugüne kadar Bursa’da ziyaret eylediğim evliyâullâhı size tafsîlen yazsam, belki usanç verir korkusuyla en meşhurlarını yazdım. Yoksa Bursa’da altı yüzü mütecâviz evliyaullâh medfun ve rahmet-i sübhâniyeye makrundur. Cenâb-ı Hak cümlemizi şefaatlerine nâil ve maksûdât-ı dünyevîye ve hayriyemizi hâsıl buyursun. Âmin, bi-hürmeti nebiyyi’l-murselîn. Salât-ı zuhru edâ maksadıyla Kayıhan Câmi-i Şerîfi’ne gidildi. Bu câmi-i şerîfe ahali, Kaygan Câmii derler. Yanlıştır. Müessis-i bünyân-ı devlet, Sultan Osman Han hazretlerinin ceddi Süleyman Şâh hazretlerinin reisi bulunduğu Kayıhan Kâbîlesi nâmına nisbetle, selâtîn-i salîfeden biri tarafından binâ olunmuştur. Yanmış, ba’dehû Halil isminde bir sâhib-i hayr tarafından tecdîden inşa olunmuştur. Tarz-ı inşâsı pek hoştur. Câmi-i şerîf dört direk üzerine bina olunmuştur. Burada Hazret-i Üftâde i’tikâf eylemişdi. Bugünkü programımızda Orhan Câmi-i Şerîfi’yle Kütüphanesi’ni de ziyaret vardı. Doğruca Orhan Câmi-i Şerîfi’ne gittik. Ulucâmi-i Şerîfe yakındır. Bursa’da en eski ve en evvel binâ olunan bu Câmi-i Şerîf’tir. O vaktin mimarlığını irâe eder. Kütüphanesi Câmi-i Şerîf’in sol tarafındadır. Burada bazı nevâdir âsâr olduğunu haber almışdım. Kütüphaneye girdim. Hafız-ı kütüb efendi, kitablar için fihrist çizmekle meşgul imiş. Bendeniz fihrist isteyince elinde çizmekde olduğu fihristi verdi. Kitapların kısm-ı a’zamını sıraya koymuş. Biraz göz gezdirdim. İlm-i tefsir, hadis ve tasavvufa dair elyazması pek kıymet-dâr âsâr müşahâde ettim. Baldırzâde namındaki tasavvufa ve terâcimi-i ahvâle olan eseri saatlerce mutalaa etdik. Bizim Abdülllatif Efendi hazretlerinin şu 83


eserlerini gördüm: Futûhat-ı Kenzü’l-İrfân, Tefsîr-i Neml, Mecmâu’lBahreyn, Ravzatu’l-Muflihûn, Menâkıb-ı Evliyâ, Kerâmât-ı Ahmed Gazzî, Şerh-i Miftâhu’l-Gayb, Hulâsâtu’l-Vefeyât yahut Kıble-nümâ-yı Kâbetu’l-Uşşâk. Ahmed Gazzî hazretlerinin de Mizânu’l-Akâid namındaki bir eserini gördüm. Abdüllatif Efendi hazretleri ömrünü kütüphanede geçirmiş ki, âsârında bahsettiği âsâr-ı nâdire buna burhandır. Kendisi de pek çok kütüb-i nefîse ihdâ eylemiş. Ne ilim muhibbi, ne hayır-hâh bir zât-ı âli-kadr idi. Kuddise sırruhu’l-azîz. İsmâil Hakkı hazretlerinin mezar taşı pek girift yazıldığından okuyamamıştım. Burada bir sûreti müsâdif-i nazarım oldu ki şudur: Kutb-ı zamâne Şeyh İsmâil-i Hakkı bu kim Erişdi ilm ü zâhir u bâtında Hakk’a gâyet Oldu behişte tâir kuds-i rûhu pür-feşâne Müsterşidân eyledi üftâde hâk-i firkate

Tahrîr ettim Hâdiyâ tarih-i sâl-i rihletin Hak Hak dedi azmeyledi Hakkı Efendi cennete 1137(1725) İkindi vakti takarrub eylediği cihetle cemâat-ı kübrâ ile edâ-yı salât için câmi-i şerîfe gidildi. Ba’de edâ-yı salât-ı asr doğruca Gemlik Şosesi’nde köy kahvesine gittik. Bu âlem de başka bir âlemdir. Saat on bir buçuğa kadar oturduk. İstanbul yolcuları

84


zuhûr etmeğe başladı. Onları seyrettik. Bu taraflarında bir köylülük âlemi vardır ki, doyulmaz.

Aksu Köyü 1950 (Bursa Araştırmaları Merkezi)

Yevm­i Pazartesi 14 Mayıs 1317 [27 Mayıs 1901]

Bu sabahleyin erkenden kalktık. Niyetimiz Kara Mustafa Kaplıcası’na gitmektir. Hava gayet sisli idi. Güneş kubbe-yi semâya yükseldikçe, sis de ona musabaka edermiş gibi, Keşiş Dağı’na doğru çekilmeğe başlamışdı. Arabaya bindik. Evvelce size medh u sitayişinde bulunduğum o korudan geçmeğe başladık. Bülbüller ötüşüyorlar. Asvât-ı latîfeleriyle bizi istikbâl ediyorlardı. Yol gayet muntazamdır. Yeni sulanmış. Doğrusu bu kuşun sadasını dinlemeyi pek severim. Fakat müteessir de olurum. Şimdiye kadar pek çok defalar vâlihâne dinledimse de bu sabah kadar müteessir olduğum zamân olmamıştır. Araba birden bire durdu. Bir de baktım ki,

85


gelmişiz. Anlamalı ki, ne kadar tefekkürât-ı şâirâneye dalmışız da o uzun yolun ne vakit tay edildiğinden haber-dâr olmamışız. Bu kaplıca Yeni Kaplıca’nın az aşağısındadır. Soyunulacak yeri tıpkı bizim İstanbul hamamlarının dışarısı gibidir. Soyunduk, hamama dâhil olduk. Kubbeli filan değildir. Âdetâ ev hamamı gibi, iki kurna ve iki banyodan ibarettir. Gayet temizdir. Hamamın burası Ceneviz zamânından kalmadır. Dış tarafını Kara Mustafa isminde evliyaullâhtan bir zat-ı âlî-kadr binâ eylemiştir. Suyu gümüş madeninden nebeân eylediği için gümüş renginde berraktır. Az mavimtıraktır. Bir iki saat içeride eğlendik. Banyolara girdik, çıkdık. Kurnalarda yıkandık. Sağ tarafdaki kurnada Emir Sultan hazretleri yıkanmışlardır. Merzâ [hastalar], teberrüken istişfâ niyetiyle orada yıkanırlar. Biz de teberrüken bu kurnada yıkandık ve abdest aldık. Kurnanın yanında tahta vardır. Onu çekerseniz, Emir Sultan’ın kadem-i şerîflerini görürsünüz. Yani ayağını bastığı taş vardır ki, li-hikmetillâh çukur olmuş ve ayaklarının şekli çıkmıştır. Merzâlar su koyup içerler. Bu zamâna kadar el yüz sürüle sürüle taş adeta yenmiştir. Bu fakir de eğildim, hem öptüm, hem de içinden su içtim.

86


Çekirge’de kaplıcalar (Bursa Kent Müzesi Arşivi)

Emir Sultan hazretleri pek büyük zât-ı âlî-kadrdir. Bâlâda yazdığım vechile Resûlullâh sallâhu aleyhi ve sellem efendimize Ravza-ı Mutahhara’da selam verip, Ravza-ı mübârekeden “ve aleyke’s-selâm yâ veledî” nidası işitilmiştir. Müsbet ve muhakkakdır. Merak edenler Baldırzâde, Güldeste ve Kıble-numâ-yı Kâbetu’l-uşşâk nâm eserlere baksın. Fahr-i âlem sallallâhu aleyhi ve sellem efendimiz hazretlerinin on sekizinci evlâdıdır. Silsile-i nisbet-i aliyyeleri ber-vech-i âtîdir: Emir Sultan Muhammed Şemsüddin el-Buharî b. Seyyid Muhammed b. Seyyid Ali b. Seyyid Muhammed b. Seyyid Hüseyin b. Ali b. Seyyid Muhammed b. Seyyid Muhammed Mehdî b. Seyyid Hasenu’l-Askerî b. Ali Tâkî b. Muhammed Nâkî b. Ali Rıza b. Musa Kâzım b. Cafer Sâdık b. Muhammed Bâkır b. Ali

87


Zeynelâbidin b. Hazret-i Hüseyin b. Hazret-i Ali rıdvânullâhi taâlâ aleyhim ecmaîn. Medîne-i Münevvere’den Bursa’ya işaret-i maneviye ile gelmiştir. Li-hikmetillâh gözüne görünen nurdan bir kandili takib ederek Bursa’ya kadar gelmiş ve o kandil, bu beldede gözünden nihan olmakla burada ikamet edeceğine bir işâret-i mâneviye olduğunu bilerek vücûd-ı mübârekleriyle müşerref kılmışlardır. Böyle bir zâtın hâk-i pâyini gözlere sürme yapmalı. Cenâb-ı Hakk’a hamd olsun; bunu da gördüm. Ziyaret ettim ve şifâ niyetiyle su içtim. Hamamdan çıkıp orada dört yol ağzında kahveci bir ihtiyar baba vardır. Ona birer tiryaki kahvesi pişirtip içtik. Bir müddet etrafın temâşasından sonra yine bir araba ile avdet eyledik. Bu yolun az ilerisinde ve Çekirge yolu kenarındaki mezaristanda vekâyi-i hayâliyesiyle meşhur olan Karagöz’ün veya Hacı Evhad’ın mezarı vardır. Neşîde-i âtiye taşında yazılıdır: Nakş-ı sûn’un remz eder hüsnünde rü’yet perdesi Hâce-i hükm-i ezeldendir hakîkat perdesi Sîreti sûretde mümkindir temâşâ eylemek Hâil olmaz ayn-ı irfâna basîret perdesi Her neye îmân ile baksan olur iş âşikâr Kılmış istilâ cihânı hâb-ı gaflet perdesi Bu hayâl-i âlemi gözden geçirmekdir hüner Nice tende gözleri mahvetti sûret perdesi

88


Şem’-i aşkla yandurup tasvîr-i cisminden geçen Âdemi âmed u şüd etmekde azîmet perdesi Dergeh-i Âl-i Âbâda mustakim ol Kemterî Gösterir vahdet ilin kalkdıkda kesret perdesi Bursalıların rivayetine bakılırsa, bu Karagöz’le Hacı Evhad, Sultan Murad Hân-ı sâni zamânında câmi-i şerîfleri bina olunurken orada çalışırlarmış. Bunlar birbirleriyle tuhaf tuhaf muhavere ettikçe, amele işi terk eder. Bunları temâşâ edip, gülmeden katılırlarmış. İşlerin sürüncemede kaldığına vâkıf olan pâdişâh-ı enâm hazretleri her ikisinin kitâb-ı vücûdunu medfûn bulundukları hazîne-i irfânda hıfzettirmişlerdir. El-uhdetu ale’rrâvî… Ba’dehû bir iki saat kadar akraba ve ahbaba mektuplar tahrîriyle meşgul olundu. Saat sekiz raddelerinde, âheste âheste Ulucâmi-i Şerîfin bânisi Yıldırım Bayezid Han hazretlerini ziyârete gittik. Cennet mekân müşârunileyh hazretlerinin türbe-i münîfeleri şehrin cânib-i şarkîsinde âdeta hâric-i şehirde Bağdat Yolu denilen tarîk üzerindedir. Etrafı bir zamân mâmur iken harab olup sekenesi azalmış iken, âhiren Tatar ve Muhacirler oraları yeniden imara çalışdıkları cihetle, Câmi ve Türbe-i Şerîf’in etrafı epeyce şenlenmiştir. Hâkân-ı müşârunileyh, Timur-ı bînûrun taht-ı esâretinde terk-i hayât-ı müste’ar eyleyüb, na’ş-ı mağfiret-nakışları buraya naklolunmuştu. Türbeye yaklaştıkça vukûât-ı târihiye yüreğimi parçalamaya, adetâ müstağrak-ı hûn olmağa başladım. Sultan Murad Hân-ı evvel hazretlerinin mahdûm-ı müfahhamlarıdır. 761(1360)’de kadem-nihâde-i mehd-i şuhûd olup, 791(1389)’de câlis-i taht-ı celîs-i Osmânî ve 805(1402) şa’banın on beşinci günü târik-i dâr-ı fânî olmuşlardır. Müddet-i ömr-i şerîfleri kırk dörtdür. 89


Yıldırım Külliyesi’nin bir görüntüsü (Bursa Kent Müzesi Arşivi)

Dâhil-i türbede o kadar zînet yoktur. Selâtîn-i sâlîfe nasılsa türbe-i şerîflerinin imarına pek ehemmiyet vermemişlerdir. Fakat asr-ı celîl-i Abdulhamid Hân-ı Sânî’de gerek türbe, gerek ittisalindeki câmi-i şerîf mükemmelen bir sûret-i rasînede ta’mir ve tecdîd edilmiştir. Türbe-i şerîfede, mahdumları İsâ Çelebi ile iki kerîmeleri medfundur. İsâ Çelebi, pederinin vefatıyla Bursa valisi olmuştu. Fakat Çelebi Sultan Mehmed Han tarafından şehîd edilmiştir. 812(1409). Türbe-i şerîfede deve derisi üzerine yazılmış kebîr Mushaf-ı Şerîf vardır. Câmi-i Şerîf ve medrese ve imâreti vardır. Câmi-i Şerîf pek sanatlıdır. Çelebi Sultan Mehmed Câmi-i Şerîfi’nin aynıdır. Yalnız bunda çini yokdur. Başka bir şîvededir. Mihrâbı, nâdiru’lemsâldir. İçinde havuz yoktur. Türbe ve câmi-i şerîf bir tepe üzerindedir. Burada çayır üstünde oturduk. Bursa şehri buradan başka türlü görünüyor. Bursa ovası ise, bir kalîçe-i zümrüdîn gibi nazar-ârâdır. Gözümüzün önünde cilve-ger-i letâfet idi. Oradan istasyona indik. Şoseden âheste âheste Bursa’ya avdet eyledik. Bugünkü seyahatimiz bu kadardır. 90


Yevm­i Salı 15 Mayıs 1317 [28 Mayıs 1901]

Bugün uyandığım zamân derûnuma Hazret-i Üftâde’nin ziyâreti âteş-i aşkı düşmüşdü. Ve dört gün vardır ki, şeref-i ziyâretleriyle müşerref olamamıştım. Derhal abdest alıp yola revân oldum. Tâ ki, Türbe-i Hazret-i Üftâde göründü. Tesir-i mahabbetle ta’zim u meserret hisleriyle mütehassis oldum. Türbei mübâreke öyle bir noktadadır ki, Bursa’nın hangi tarafına giderseniz, görünür. Hazret-i Uftâde’nin huzûr-ı ma’nevîsinde bulunduğum zamânki hâli arz ve ifhâmda aczim zuhûr eder. Orta pencerenin üstünde şu tarih gözüme ilişti: Nakletti dedim ona tarih Göçdü Üftâde Bursa’nın kutbu Orada fakirden başka kimseler yoktu. Kur’an-ı azîmuşşandan birkaç sûre tilâvet ve salavât-ı şerîfe kıraatle dergâh-ı kâdiyu’lhâcâta el açıp, yüz tutup, boyun büküp, kemâl-ı tazarru’ ile temenniyât-ı ubûdiyet-i merdânede bulundum. Ve rûhâniyet-i evliyâullâhdan ve bâhusus rûh-ı pâk-i Hazret-i Üftâde’den istifâze ve istiâne eyledim. Rûh-ı pâk-i Hazret-i Pîr’e Fatihalar ihdâ ve gönlümü ihyâ edip, Hazret-i İbrâhim b. Mustafa b. Hazret-i Üftâde’yi dahi ziyaret kılıp mesrûren ve münşerihen avdet eyledim. Sâlât-ı zuhru İsmâil Hakkı hazretlerinin Câmi-i Şerîfleri’nde edâ eylemek musammem [karar verilmiş] olup şiddetlice yağan yağmura bakmayıp Câmî-i Şerîfe vâsıl ve derûnuna dâhil oldum. İlk nazar-ı dikkatime çarpan şey pencerelerin üzerinde hatt-ı ta’lik ile muharrer ebyât-ı âtiyedir:

91


….18 Yapdı bir böyle dil-güşâ dergâh Gülşen-i bülbülân-ı Celvetiyân Cennet-efzâ-yı âşık-ı evvâh Geldi târîh için bu beyt-i acîb Levhayâ-yı sû-yı gaybden nâgâh Oldu tekye kavî bâ-emr-i ilâh Diyelim Lâ-ilâhe-illallâh 1135(1723 ) Yazıları gayet eskidir. İlk beytin baş tarafı bozulmuş olduğundan okunamadı. Bu Câmi-i Şerîf’e azimetten maksadım, kütübhânesinde mevcut olan ve Hazret-i İsmâil Hakkı’nın dest-i hattıyla [el yazısıyla] muharrer bulunan, âsâr-ı aliyyesini ziyâretle de şeref-yâb olmak ve hem Câmi-i Şerîf ve hem semâhâne olan iş bu mahall-i mübârekede Hazret-i Hakkı’nın rûhâniyeti hazır bulunacağına binaen, teberrüken namaz kılmak hususundan ibarettir. Size evvela Câmi-i Şerîf ve Dergâh-ı Münîf hakkında malumat vereyim. Bu Câmi-i Şerîf bânisi kutb-ı cihân, gavs-ı zamân, Hazret-i Pîr İsmâil Hakkı kuddise-sırruhu’l-âlidir. Hatta bâlâda aynen yazdığım sekiz beyti kendileri inşa buyurmuş oldukları

18

Metinde ilk mısra kaydedilmemiştir. 92


gibi, Câmi-i Şerîf’in kapısı bâlâsındaki muharrer ebyât-ı âtiye dahi eser-i tab’-ı âlîleridir: Kâle İsmâ’îlü Hakkî’l-Münzevî Fî makâmin sâlikûhü kad hüdû Celvetiyyü’l-intisâbi fi’t-tarîk Ekberü’s-sırrı fî-men ürşidü Veffakahu’llâhu’l-Kerîmü’l-Müste’ân Min-yedî kad kâme hâze’l-meşhedü Bel hüve’l-fa’âlü lâ-fîhi şerîk Vahhidu’llâhe te’âlâ vahhidû Vef’alu’l-hayra recâen li’l-felâh Ve’zkuru’llâhe kesîran tehtedû Eyyühe’s-sûfiyyetü ehle’s-safâ İn eradtüm iktirâben fe’scüdû

93


Kâle [fi’]t-târîhi bânîhi’l-fakîr (Temme beytu’llâhi) sallû ve’büdû19 Bu Câmi-i Şerîfe, Câmi-i Muhammediye derler. Hazret-i İsmâil Hakkı, “Yaptığım bu Câmi-i şerîfin ismini Resûlullâh Sallallâhu-aleyhi ve selem efendimiz hazretleri Câmi-i Muhammediye tesmiye olunmasını emir buyurdular” diye bir eserine yazmıştır. İsmâil Hakkı Tekkesi dahi denilir. Hikmetîoğlu Dergâhı da derler. Tekfurdağı’nda bir bî-kes çocuğa rast gelip, haline acır, evlâd-ı mânevî edinir. Ve çocuğun ismini, Hikmet tesmiye buyurur. Ba’dehû dergâha postnişin olduğu cihetle, Hikmetî Dergâhı denilmesi bundan tevellüd eylemiştir. Evkâfı kesîrdir. Câmi-i Şerîf ve Tekye-i Münîf ser-karîn-i hazret-i şehriyârî Hacı Ali Bey tarafından sûret-i mükemmelede tamir edilmiştir. Câmi-i Şerîfe girdiğim zamân, güyâ zamân-ı Hazreti Hakkı’da imişim de 19

Münzevî İsmail Hakkı dedi ki Sâliklerinin hidayet bulduğu bir makamda Tarikatte o Celvetiyye müntesibidir Sırların en büyüğü irşâda erenlerdedir Müstean olan Allah muvaffakiyet verdi Bu eser benim elimle kâim oldu Bilakis şeriksiz dilediğini yapar Allah Teâlâ’yı birleyiniz birleyiniz Felah umuduyla iyilik yapınız Allah’ı çok zikrediniz ki hidayet bulasınız Ey safâ ehli sûfiler Kurb isterseniz secde ediniz Tarihini dedi bunu yapan fakir: “Temme beytullah” namaz kılın kulluk yapın

94


kendileri köşede oturuyorlar gibi, tahayyül eylemişdim. Câmi-i Şerîfin minberi kapısında iki adet sancak vardır. Büyüğü Hazret-i İsmâil Hakkı’nındır. Küçüğü Hikmetî Efendi’nindir. Mâlûm-ı irfânınız olduğu üzere Hazret-i Hakkı, Sultan Mustafa Han merhûmun davetiyle iki defa gazâya gitmişlerdi. Bu sancak gazâya götürdükleri, o sancaktır. Pek ziyâde fersûdeleşmiş, âdeta tutacak yeri kalmamıştır. Diğeri de öyledir. Teberrüken bunları ziyâret eyledim. Kütüphânesi minber aralığındadır. Bir vakitler, “Şeyh Efendi kitabları kimseye göstermiyor” diye işitmiştim. Bu kere görüştüğümde merak edip, sebebini sordum. “Evladım, vilâyetin müteneffizânı buraya gelip okumak üzere istediler. Aradan bir sene, iki sene, üç sene geçdiği ve mükerrer müracaat olunduğu halde vermediler. Gasbetmek istediler. Sonra mahkemeye arzuhal verdim. Pek çok uğraşdıktan sonra, güç hâl ile istirdâd edebildim. Kimseden emin olmadığım için bir vakit sakladım. Halk bana başka sûrette te’vil ile türlü türlü söz söylediler. Şimdi hükûmetin teminatıyla açıyorum. Erbâb-ı mutalaa istifade etsin. Fakat babam olsa hiçbir kitabı tekke kapısından dışarı çıkarmam.” dedi. Doğru, hak verdim. Elyevm her cuma ve salı günleri öğleden ikindiye kadar kütüphaneyi açıp başında bekliyormuş. Kütüphanedeki âsâr, kâmilen Hazret-i Pîr’indir. Yüz on sekiz âsârdan ibârettir. Cümlesi mücelleddir. Güzelce mahfuzdur. Salât-ı zuhru [öğle namazı] edâdan sonra, mutalaa için şeyh efendi önümüze kitabları yığıyordu. Hepsi Hazreti Pîr’in kendi yazısıdır. Güzel sülüs, güzel nesih, güzel dîvânî, güzel reyhânî, güzel ta’lik yazarmış. Hepsi vardır. Hele Rûhu’l-Beyân Tefsiri ve Muhammediye Şerhi, Mesnevî-i Şerîfe Şerhi müsvedde olarak yazıldığı halde, inci gibi yazılmıştır. Silinmiş bir harf yoktur. Âsâr deyip geçmeyin! Ömr-i beşer, yalnız istinsah tarîkiyle onları yazmağa kifâyet etmez. Koca Hakkı, ne vakit tahsil etti, ne vakit

95


yazdı? Size mazbut bir hikâyesini söyliyeyim, güzel bir fikir hâsıl eder.

Ferahur-ruh (Hazırlayan)

96


Bir gece haremi yemek hazırlamış. Zevci olan müşarunileyhi çağırmış. Ses sadâ yok. Bir müddet daha beklemiş, yine gelen yok. Nihayet kadıncağazın sabrı tükenir. Müşarunileyh hazretlerinin meşgul olduğu odanın kapısı önüne vardıkda, odanın kapı deliğinden bakar. Kırk adet mum yanıyor. Her birinin yanında biri oturmuş durmayıp yazı yazıyor. Hangisinin zevci olduğunu tayinden aciz kalır. Ve yavaş yavaş odasına avdet eder. Bir müddet sonra zevcesinin yanına geldikde zevcesi, meşhûdât-ı vâkıasını müşârunileyhe arzedince, “Gülhânî sen de onları görecek kemâli bulmuşsun” buyurmuştur. O yazıyı görürseniz bunun bir kuvve-i kudsiye ile yazılmış olduğuna katiyen hükmedersiniz. Birkaç saatler âsâr-ı aliyyesini gözden geçirdik. Fakat bir bahr-i ummân-ı bî-pâyândır. Onun değil umûmunu, hatta bir adedini mütalaa, hayli zamânlara mütevakkıftır. Bu âsâr görülmeğe şâyândır, bî-bahâdır. Kitapları elime aldıkça, o pîr-i kutbiyetsemîrin fikr u kalemine cilve-gâh olan o sahîfelere nazar ettikçe, gözlerim cilâ-sâz oluyordu. Hele Vâridât-ı Kübrâ’sını okurken, yed-i ihtiramda tuttuğum o kitab-ı meâl-nisâbın müellif-i âlîkadrini düşünürken dûçâr olduğum hali, tariften aczim nümâyân olur. Husûle gelen mahabbet-i fevkalâde-i kemterâneme mükâfaten, güya müşârunileyh hazretleri bu kemtere, âsârını gösteriyor, ikrâm ediyor zanneder de hissiyât-ı amîka ile mütehassis olurdum. Ne büyük adamdır! Şâirlik nedir bilmezken ziyâretinden mütehassıl hissiyat, ben fakîrde ne gibi te’sirât uyanmıştır. Anlamalı ki, şu manzûme-i âtiye meydana çıkıvermişdir. Teberrüken yazdırıp bir çerçeveye geçirip dergâh-ı münîfine yadigâr ettim. Şudur: Olmuşam meftûn-ı irfânı cenâb-ı Hakkı’nın Var mı bir mislini gösterir cenâb-ı Hakkı’nın

97


Cem u farkı devredip cânânı bulmuş şübhesiz Yüz kadar te’lifi burhânı cenâb-ı Hakkı’nın Bunca âsârı şehâdet eyliyor irfânına Haslet-i âliyyesi bî-had cenâb-ı Hakkı’nın Rutbe-i kutbiyyeti bulmuş o irfân menbaı Bî-nihâyet vasfının şânı cenâb-ı Hakkı’nın Bâ-husûs tefsîrini gördükçe hayrânı olup Pek büyük zât olduğun bildim cenâb-ı Hakkı’nın Tâ Sitanbul’dan gelib kabrin ziyâret etmeğe Mürşid-i kâmil veliyyullâh cenâb-ı Hakkı’nın Zâir-i kabri olan me’yus kalmaz bî-gümân Feyz-yâb-ı sırrıdır gönlüm cenâb-ı Hakkı’nın Festeînû emrine bi’l-inkiyâd ta’zim ile Et ziyâret kabrini Vassâf cenâb-ı Hakkı’nın Bî-haber sanma ziyâret ehline vâkıfdır ol Bul ziyâret feyzini sen de cenâb-ı Hakkı’nın

98


İftihar etsin vücûduyla bu belde halkı kim Kutb-ı âlem mürşid-i ekrem cenâb-ı Hakkı’nın Levhanın altına da şöyle yazdım: “Ziyâret-i âliyyeleriyle müşerref olduğum sırada sunûhât-ı fikriye-i fakîrânem olan iş bu manzûme inşâd olunmuştur. Hâk-pâ-yı evliyâ Hüseyin Vassâf an Hulefâ-yı Emânet-i Celîlei Rusûmat” Size müşârunileyh hakkında bir fıkracık daha anlatayım: Geçenlerde tâ Türkistân-ı Çinî’den Bursa’ya bir seyyah gelmiş. Bu zat, Bursa’yı bulasıya kadar ne kadar mesâfe-i azîme katetmiş, ne mihen ü meşakkat çekmiştir. Bu kadar mesâfe-yi azîmeyi katetmesine, bu kadar mihen u meşakkat çekmesine sebeb nedir, bilir misiniz? İsmâil Hakkı hazretlerini ziyârettir. Bursa’ya dâhil olduğu zamân, burada İmam Hazret-i Hakkı Türbesi varmış, diye sormuştur. Seyyâh-ı müşârunileyh ile mülâkî olan fuzalâ ve ülemâdan Yusuf Efendi, müşârunileyhi ne sebepten tanımakda olduğunu ve ziyâretine bu azîm iştiyâkın neden tevellüd eylediğini sordukda, seyyâh cevabında, “Bizim memleketimizde ve Türkistân’ın sâir bilâdında Rûhu’l-Beyân tefsiri en makbul bir tefsirdir. Onda gördüğüm esrâr beni buralara kadar getirdi. Evlâd u ıyâl gözüme gözükmedi” demiştir. Câmi-i Kebîr Medresesi’ne misafir olmuş ve üç gece türbe-i pâk-i Hazret-i Hakkî’da postunu taş üstüne yayıp meşgûl-i ibâdet olarak ve her ne esrâr zuhur etti ise, onun üzerine başını alıp gitmiştir.

99


Ruhul Beyan-1 (Haz覺rlayan)

100


İsmâil Hakkı hazretlerinin hakk-ı âlîlerinde âcizâne edinebildiğim malûmatı hakkıyle tasvirde aciz kalıyorum. Daha pek çok kitablarını gözden geçirdik. Her biri bir hazîne-i irfân, biz dalmışız… Aradan saatler geçmiş haberimiz yoktur. İstemiyerek ayrıldık. Tekrar türbe-i mübârekeye varup ziyâretle şeref-yâb olduktan sonra salât-ı asrı edâ niyetiyle Şehâdet Câmi-i Şerîfi’ne azimet eyledik. Bu Câmi-i Şerîfin de bânisi, Sultan Murad-ı Hüdâvendigâr aleyhi’r-rahmetu’l-Gaffâr’dır. Hisar içinde ve Sultan Osman ve Sultan Orhan hazerâtının türbeleri yakınında ve Askerî Depo karşısındadır. Büyük hareket-i arzda münhedim olup, kırk seneden ziyâde o halde kalmış iken, Cenâb-ı Hak makamını cennet eylesin Mahmûd Celâleddin Paşa merhum, valiliği esnasında müceddeden ve mükemmelen inşâ ettirmiştir. İki kubbelidir. Gayet ferah ve ruh-nüvâzdır. Minâresi pek musanna olup somakî taştan yapılmıştır. Çok şükürler olsun ikindi namazını cemaatle eda edib, avdetimizde Hisar’dan geçtik. Bu Hisar, Ad kavminden bakıyyedir. Kavm-i Ad bina eylemiştir. Kıble-nümâ-yı Kıbletu’l-Uşşâk’da ve Baldırzâde ve Güldeste’de okudum ki, Tûfân-ı Nuh aleyhisselâmda Bursa kum altında kalmıştır. Hazret-i Süleyman aleyhisselâm vezirinin delâletiyle kavmini leb-i deryâda Kumlalar nam mahalle naklettirip, Bursa’yı meydana çıkarmıştır. Sonra Ceneviz keferesi bu hisarı bina, tamir ve ihyâ eyledi. Dört kapısı varmış, elyevm bir kapısı görünüyor. Birine Hisar Kapısı, birine Kaplıca Kapısı, birine Zindan Kapısı tesmiye olunmuştur. Etrafında garib burclar vardır. Altında lağım ve yollar varmış. Hatta kale altında olan lağımın biri Mudanya’ya çıkarmış. Bursa’yı Şam gibi, istilâ-yı küfrden masundur diye ehl-i keşf ittifak etmişlerdir.

101


Hisar Kapısı (Anıtlar Kurulu Arşivi)

Yevm­i Çarşamba 16 Mayıs 1317 [29 Mayıs 1901]

Bugünkü devrimiz, târihçe-i hayatımızın edvâr-ı muşa’şaasından bir parçasını teşkîl ediyor. Biraz da köy âlemi yapalım fikriyle sabahleyin arabaya bindik. Bursa’ya yakın Balıklı Köyü’ne gittik. Bu köye Bursa İstasyonu’ndan şose takip edilerek gidilir. Baharın en güzel bir zamânı olduğu cihetle, yolumuzun iki tarafı da zümrüd gibi yeşil çayır çimenlerle dut fidanlarıyla semaya ser çekmiş kavak ve ceviz ağaçlarıyla muhattır. Bir geriye atf-ı nazar edilse, gûya yolumuzun ibtidâsını ağaçlar kapamış, ön tarafa bakılsa güya ileride yolumuz ağaçlarla kapanmış gibi, 102


görünüyordu. Her iki tarafında bülbüller vesâir kuşcukların feryâd-ı şevk-âverâneleri insânı vecd ü istiğrak hâline getiriyordu. O menâzır-ı latîfeyi müddet-i ömrümde az gördüm desem, yalan söylememiş olurum. En ferah geçirdiğim bir sabah-ı inşirahâverdir. O yol saatlerce temâdi etse bıkılmaz. Ne fâide ki, arabamız az vakit zarfında köye dâhil oldu. Bu köy yetmiş hâneli olup, süt, yoğurt ve kaymakla, dut bahçesiyle meşhurdur. Misafir olacağımız hâne sahibi zaten evvelce süt, kaymak ve yemek hazırlamış olduğundan bunları sevmiyerek ve istemeyerek hatır için zorla gövdeye attık. Köyün bahçelerini gezdik. Velhasıl ona kadar vakit geçirdik. Köy çocukları yalın ayak, başıkabak, donsuzdur. Bizi gören köylüler güya başka bir âlemden ins ü cinnin gayri bir mahlûk gelmiş ki, gâh etrafımızı alırlar, gâh uzakdan alık alık bakmakda idiler. Akşam yemekleri yendi. Süt, yoğurt, zeytinyağlı bakla, a’lâ ilik gibi enginar lezzet-şiâr ve sairedir. Yemekden sonra o civardaki çiftliğe gidildi. Gece burada yatılmak mukarrer idi. Köyde herkes ipek böceği derdine düşmüş, herkesin işi gücü budur. Odalar, sofalar hep böceklerle muhattır. Yatacak yer evlerin alt katında toprak üstüdür. Böceklerini birbirlerine göstermezler. Nazar isabet eder i’tikadındadırlar. Vakıa mübârek hayvan hiç nazara gelmez. Köylülerin kimisi dut yaprağı taşımakla, kimisi yaprak kesmekle meşguldur. Bir cûş u hurûş ki, değme gitsin! Saat on raddelerinde etrafın kesbettiği manzara nadir görülür şeylerden idi. Bir türlü doyamadım. Mehtâb ise, şa’şaa-i ikbâl ile etrafı münevver eylemeğe başlamışdı. Biraz gezinti yapılıp çiftliğin bir odasında ihzar olunan yataklara girdik. İyice yorulmuş olmalıyız ki, gözümüzü açtığımız zamân saat tam dokuz idi. Sabah namazları ma’atteessüf kazaya kalmış idi. Sabahleyin pencereden baktığımız zamân bahçesinde birçok mandalar, inekler ve öküzler, malaklar gördüm. Bir köylü

103


kadıncağız mandalarla ineklerden süt sağmakla meşgul idi. Bu aralıkda çiftçi geldi, öküzlere bir bağırdı; o koca hayvanlar, çiftçinin yanına gelip boyunlarını eğip boyunduruğa girdiler, tarlaya gittiler. Biz de sabah âlemini görmek üzere sokağa çıkmışdık. Herifin biri feryad kopardı. Ne kadar ev varsa hepsinin kapıları açıldı. Her kapıdan birçok inekler, mandalar, malaklar koşuşa koşuşa çıkmağa başladılar. Aman yâ Rabbi!... Kudretine, kuvvetine, azametine kurban olayım. O hayvanlar, sığırtmaçın önüne katılıp bir alay teşkil ederek, otlamağa meraya gittiler. Kapılar kapandı. Bize de komşulardan henüz sağılmış süt ihda olunmuş olduğu cihetle şeref-i âlinize içdik dersek hakîkatsizliğimize hamletmezsiniz sanırım.

Yevm­i Perşembe 17 Mayıs 1317 [30 Mayıs 1901]

Sabahleyin erkence kalktığımız cihetle saat ikiye doğru bir uyku âlemi yapdık. Saat dört idi. Atıcılar çayırına azimet etmek ve bahar letâfetinden orada da istifade eylemek üzere yola çıkdık. Köyümüz şoseden yarım saat kadar içerdedir. Dutluklar ve cevizlikler arasından aheste aheste yürüyerek şoseye vâsıl olduk. Burada karşımıza çıkan bina ve ağaçlık, “Nazar-gâh-ı Hazret-i Üveysü’l-Karânî kuddise sırruhu’l- celî”dir. Müşârunileyh hazretleri, pek âli nazarlara orada göründüğü cihetle, “Nazar-gâh-ı Üveys” tesmiye olunmuştur. Ziyâretinde ashâb-ı ilel ve emrâz ziyâdesiyle fâide-mend olurlar. Orada pek ziyâde âsâr-ı rûhâniyet müşâhede olunduğu cihetle, yerden nebe’an eden buz gibi soğuk çeşmeden abdest alıp, mahall-i mübâreki ziyâretle şeref-yâb ve feyz-yâb ve kâm-yâb olduk. Bir saatten ziyâde burada istirahat eyledik. Bulunduğumuz yer gayet ağaçlıktır. Gökyüzü görünmez bir halde ormanlıktır, dersem mubalağa etmemiş olurum. Ya 104


rüzgârın o tatlı tatlı esişi, bizi buradan ayrılmağa bir türlü meydan vermiyordu. Keşiş Dağı, Bursa üstünden o kemâl-ı heybetle görünüyordu. Atıcılar çayırına vâsıl olduğumuz zamân, kendimi dünyâdan başka bir dünyaya dâhil olmuş zanneyledim. Çayırın etrafını bir devir, bir buçuk saatten ziyâde müddete mütevakkıftır. Çayır heyet-i umûmiyesiyle öyle bir manzaraya mâlikdir ki, en meşhur şâirler vasıftan aciz kalırlar. Keşiş Dağı’nın etekleri kemâl-i heybetle çayırın nazarına mani olmak için kanadlarını açarak sedd-i sedid olmuşlardı. Ovadan Bursa’ya atf-ı nazar olunduğu zamân içinde saatlerce dolaşıp bitiremediğimiz o koca şehir, Keşiş Dağı’nın o azametli eteklerinin üzerinde adeta bir deve üzerine konmuş bir sinek gibi görünüyordu. Çayırda bir çeyrek saat yürüyerek bir mahalle vâsıl olduk. Aman ne latif mahal… Güya (İstanbul’da) Alem Dağı ormanına giriyoruz gibi bir manzara önümüze çıktı. Merhum Ahmet Vefik Paşa vali iken bu ağaçları dikdirmiş, çayırın bir kısmını adeta bir ormancık şekline sokmuştur. O ağaçlarda dereye yakın olmak münasebetiyle kökleri suya erdiği cihetle dalları da güya köklerine musabaka ediyormuş gibi, semaya ser çekmiştir. İnsan ağaçların altına girdiği zamân, o koca ağaçların arasında sinek gibi kalıyordu. Burası bir mesîre imiş. Cuma ve pazar, Bursa halkı burada tenezzüh ederlermiş. Filhakîka görülecek yerdir. Şu satırları yazarken, hafif hafif tatlı tatlı rüzgâr bizi okşuyordu. Oturduğum yer çayırdır. Sanki bir kalîçe-i zümrüdîndir[yeşil halı]. Tabiat-ı şâirânenin şevke getirdiği bir dakikada yazdığım şu satırlardan zevk-yâb olursunuz. Bine yakın deve, öküz, manda, inek, malak çayırda otluyor. Çobanları onları takib ediyorlardı. Defter-i hayâtımın en parlak bir sahîfesini teşkîl eden bu yevm-i mes’udda, hikmet-i ilâhiye ve

105


samedâniyyenin dalıyorum.

hayranı

oluyor

ve

tefekkürât-ı

amîkaya

Subhâne men tahayyere fî-sun’ıhi’l-ukûl20 Bu esnada tefekkürâtım öyle bir noktaya cem oldu ki, bu fakîr-i pür-taksîri fevkalâde mustağrak-ı şevk eyledi. Kutbu’l-âlem Muhammed Mısrî-i Niyâzî kuddise sırruhu’ssâmî hazretleri, Kasîde-i Bürde’yi tesbi’ eylemek arzusuna düşmüş. O kadar uğraşdığı halde emeline bir türlü muvaffak olamamıştı. Çünkü onu tesbi’, tahmis, terbî ve teslis etmek, İmam Busayrî radiyallâhu-anh hazretlerinden mânen feyz almağa yahut Resûl-i Ekrem ve Nebiyy-i Muhterem Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem efendimiz hazretlerinden emr ü mezuniyet istihsâline mütevakkıftır. Bidâyet-i halde Hazret-i Mısrî’de bunun ikisi de olmadığı cihetle adem-i muvaffakiyet yüz göstermişti. Bu halden me’yûs olan Hazret-i Mısrî, bir gece âlem-i menâmda Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve selem efendimiz hazretlerini görür ve emr u mezuniyet istihsal eder. Şöyle ki, Fahr-i âlem, Şefî-i ümem sallallâhu aleyhi ve sellem efendimiz hazretleri, işbu Atıcılar çayırında bir taht-ı âlî-baht üzerine oturmuşlar. Cümle âl ve ashâb-ı kirâm huzûr-ı hazret-i risâlet-penâhîde dest-ber-sîne-i ta’zim olarak pâ-ber-câ-yı tekrîmdirler. Hazret-i Mısrî bu Divân-ı muallâ-erkânda hazır bulunup cemâl-i bâ-kemâl-i cenâb-ı Peygamberîyi müşâhede ile karînu’layn olduktan başka, iltifât-ı cihân-derecât-ı Hazret-i Habîb-i Hudâ’ya mazhar olup, sâhib-i saâdet efedimiz hazretleri tarafından Kasîde-i Bürde’yi tesbi’ eylemek üzre emr u me’zuniyet i’tâ ve şu sûretle mertebe-i Hazret-i Mısrî i’lâ buyurulur21. 20

Yüce sanatıyla akıllara durgunluk veren Allah’ın şanı ne yücedir ! Mısrî’nin bahsi geçen bu rüyasının başka bir rivayeti ve ilgili eseri için bkz: Niyâzî Mısrî, Kasîde-i Bürde Tesbî’i, (Haz. Musa Yıldız), İstanbul, 2007. 21

106


Bu hâl-i rûhâniyet-i iştimâle cilve-gâh olan o çayırda bulunmak şerefine nâiliyetim hatırası bu fakirinizi mest etti. Derd-i aşkıyle yanıp kavrulduğum o başlar tâcı, gönüller ilâcı, server-i âlem sallallâhu aleyhi ve sellemin taht-ı maâlî-bahtına cilve-gâh olan o sahra-yı bî-hemtâya yüzler, gözler sürdüm. Rûhâniyet-i Peygamberî’den istifâza, himmet-i Hazret-i Mısrî’den istifâde eyledim. Müstağrak-ı sürûr-ı bî-hemtâ oldum[benzersiz bir mutluluğa gark oldum]. Bu çayırın az ilerisinde, Elmas Sultan hazretleri medfûn ve rahmet-i Hakka makrûndur. Ziyâret şerefiyle müşerref oldum. Ekâbir-i evliyâullâhtandır. Müddet-i medîde hasta olanlar, üç hafta cumartesi günleri tulû-ı şemsden evvel ziyâretine mülâzemetle bi-iznillâh şifâ-yâb olurlarmış. İsm-i âlîleri Ali Mest Sultan olup, Elmas Sultan bundan galattır.

Yevm­i Cum’a 18 Mayıs 1317 [31 Mayıs 1901]

Bugün alesseher kalkıp salât-ı fecri edâ niyetiyle Câmi-i Kebîr’e azimet olundu. Ba’de edâ-yı salât câmi-i şerîf avlusundaki çaycıdan çay içtik. Gayet nefîs ve sahibi temiz olmakla beraber, bâlâda yazdığım vechile koca bardağı beş parayadır. Buharalı bir kanaatkâr çaycıdır. Bahar sabahları da burada oturup çay içmek pek hoş oluyor. Oradan doğruca “dertli âşıklar tabîbi ve bâğ-ı aşkın andelîbi” Hazret-i Üftâde’nin Türbe-i Şerîfesi’ne azîmet olundu. Bugün yalnız idim. Orada oturup bir Yâsin-i Şerîf okudum ve güzelce bir dua eyledim. Bu türbe-i mübârekenin mevkiini size evvelce tarif ve tavsif eylemiştim. Kenarındaki parmaklıkdan etrafa nazar olunursa, insan bir manzara karşısında bulunur ki, az tesâdüf olunur. Türbenin mevkii o kadar yüksektir. Bursa’dan Türbe-i Şerîfe’ye atf-ı nazar ederseniz gûya merkâd-i pâk-i Hazret-i Üftâde’yi arz, 107


ta’zimen şehr-i Bursa zemîninden semaya doğru kaldırmış zannedersiniz. Bu mahall-i mübâreke bir müddet istirahat ve rûhâniyet-i İsmâil Hakkı ile de müşerref olmak üzere buraya bir çeyrek saat mesafesi bulunan Türbe-i münevvere-i müşarunileyhe azimet eyledim. Burada da Sûre-i Mülk okuyup, tekrar dua eyleyip hâneye muâvedet ettim. Geçenlerde bir ziyaret mahallinde müderrisînden bir zât-ı âlikadra rast gelmiştim. Fakire, ziyaret mahallerine gidildiği zamân on dokuz kere ma’a-euzu besmele Sûre-i Feth’in ilk âyeti olan “İnnâ fetehnâ leke fethan mübînâ” âyet-i kerîmesini okuyup, sonra duada, “Allâhumme ya sebebe’l-esbâb heyyi’ lenâ hayre’l-esbâb”[ey sebeplerin sebebi Allah’ım! Bize sebeplerin en iyisini hazırla!] diye dua et, diye tavsiyede bulunmuşlardı. Ber- mûcib-i tavsiye duada bulundum. Bunu arzdan maksadım sizin hatırınızda olsun da öyle yapasınız. Bugün inşallâh salât-ı cumayı Ulucâmi-i Şerîf’de edâ edeceğiz. Meşhûdâtımı tabî aşağı satırlarda okursunuz. Ezana bir saat kalarak Câmi-i Şerîf-i mezkûra gittim. Şadırvanın suyu kesilmişti. Bunu birdenbire suyolunun bozulmuş olduğuna hükmeylemiş idiysem de Hutbe’nin câmi-i Şerîfin her köşesinden işidilmesi için su şarıldısına meydan vermemek maksadıyla âdet-i kâdîme olduğu vechile mahsûsen kesilmiş olduğunu anladım. Mâşallâh câmi-i Şerîf az vakitte lebâleb doldu. Cemaat-i kübrâ ile salât-ı cuma eda edildi. Mevla kabul buyursun; âmin! Oradan Bursa Mevlevîhânesi’nin yevm-i mahsûsu olmak hasebiyle Pınarbaşı Kabristanı karşısında kâin dergâh-ı şerîfe gidildi. Burayı ilk ziyaretim hakkındaki meşhûdâtımı evvelce yazmıştım. Ona şunu ilâve edeyim ki, Cünûnî Ahmed Dede hazretlerinin yanlarında medfun olan zât, mürşid-i tarîkat-ı Mevleviye idi. Ehl-i hâl idi. Bu Mevlevihâne’de seccâde-i irşâda

108


oturmuş ve canları uyandırmıştır. Hicretin 1072 (1661)22 senesinde idi ki, rûhu döne döne semâya çıkdıkda tennûre-i kalıbı Cünûnî Türbesi’nde kalmıştır. Kuddise sırruh. O civarda medfun olan mazanna-i kirâmdan daha bazı zevât-ı velâyet-simâtı da ziyâretle şerefyâb oldukdan sonra, o sırada Mevlevîhâne güşâd olduğundan semâhâneye girdik, bir mahal işgal eyledik. Maksad-ı aslîmiz rûhâniyet-i Hazret-i Mevlânâ, min külli’l-vücûh evlânâdan istifâzadır. Umarım kemteri Vassâf’a şefa’at eyler Düşerem pâyine ben hazret-i Mevlânâ’nın Dervîşân âdâb-ı mahsûsa ile birer birer geldiler. Ba’dehû Çelebi Efendi geldi. Mutribden bir savt-i hazîn sahibi, bir aşr-i şerîf tilâvet ederek, akabinde Şeyh Efendi güzelce bir dua eylediler. Ba’dehû icrâ-yı âyine başladılar. Yine kırâat olunan diğer bir aşr-ı şerîfle âyine hüsn-i hitâm verdiler. Bilmem bugünkü hâlim pek garibtir. Nâyin sadâ-yı dil-i hazînânesi gönlümü öyle bir hâle getirdi ki, kızgın bir âteş üzerine konan sert bir maddenin şiddet-i harâretle erimeğe yüz tuttuğu zamânki hâlini iktisab eyledi, dersem mubalağa etmemiş olurum. Hele hatimede ilm-i kırâat üzre okunan aşr-ı şerîf, artık sabr u karârımı tahammül olunamıyacak bir dereceye getirdi. Çalgı, âşığın aşkını, fâsığın fıskını artırır derler. Bu fakîr-i pür-taksîrde, lehu’l-hamd ve’l-minne, fısk olmadığından henüz uyanmak istidâdına yüz gösteren âsâr-ı aşkın te’sîrâtı insana çok şeyler yapdıracak. Demek ki, bunda bir sır vardır. Cenâb-ı Hak cümlemizi o esrâra vâkıf ve sıfat-ı aşk-ı hakikî ile muttasıf buyursun! Âmin, âmin. Sonra bazı ahbâb ziyâretiyle akşam edildi. Çünkü rahmet yağıyor. Ortalık çamurdur. 22

Cünûnî Ahmed Dede 1030 (1621) yılında beka semtine göçmüştür. Burada müellif sehven 1072 (1661) tarihini vermektedir. Bkz. Mustafa Kara, “Cünûnî Ahmed Dede”, DİA, VIII, İstanbul, 1993, 130. (Haz.) 109


Yevm­i Cumartesi 19 Mayıs 1317 [01 Haziran 1901]

Bugün allâme-i cihân Molla Fenârî kuddise sırruhu’l-Bârî hazretlerini ziyâretle şeref-yâb oldum. Türbe-i mübârekeleri Bursa’nın en yüksek noktasındadır. Maksem denilen mahalden gidilir. Ziyâret-i aliyyelerine min-evvel iştiyâk-ı azîm var idi. Lehulhamd muvaffak oldum. Türbesi ve Câmi-i Şerîfi mamurdur. Müşârunileyh hazretlerinin cedleri Mâverâünnehir’dendir. Kendileri Fener karyesinden ve evlâd-ı mulûk-ı Hindden’dir. Ulemâ-yı cihân dürr-i yektâ-yı zamân idi. Yıldırım Bayezid Han hazretlerine şeyhülislâm oldu. Emir Sultân ile musâhabet eylemiştir. Emir Sultân, Hazret-i Pâdişâhın kerîmesini tezevvüce memur olduğunu izhâr eylemesiyle, evvel emirde gazâda bulunan Hazret-i Pâdişâha iş başka türlü aksedip, Emir Sultân hazretlerini şehîd eylemek üzere kırk kişi gönderilmişti. Molla Fenârî’nin Emir Sultân hazretlerinin damatlığa kabulünü şeref-i azîm bilmek lazım geleceğine ve işin kendi bildikleri gibi olmadığına dair Hazret-i Pâdişâha yazdığı nâme-i mahsûs, Baldırzâde tarihinde aynen vardır. Merak edilirse, oraya müracaat buyurula. Âsâr-ı adîde-i mu’teberesiyle âlem-i İslâmiyeye etdikleri hizmet gayr-i münker [inkâr olunamaz]dir. Kutb-ı âlem Zeyneddin-i Hâfî hazretlerinin halîfesi olub, Zeynîlerde medfun ve rahmet-i Hakk’a makrûn olan Abdüllatif-i Kudsî kuddise sırruh hazretlerinden -ki ziyaret eylemiş ve tafsilatını yazmıştımhilâfet aldı. Zâhir ve bâtını mâmur kibâr-ı evliyâullâhdandır. Türbe-i münevverelerinin üstü açıktır. Zeynî taşı merkûzdur. Pek ziyâde rûhâniyetli ve inşirah-âverdir. Hitâm-ı ziyârette bir huzûr-ı amîk [derin bir huzur] ile mütehassis oldum. Hâlâ Bursa halkı umûr-ı mühimme için arzuhal yazıp merkâd-ı şerîfleri üzerine koyarlar. Fâidesi olurmuş. Müşârunileyhi irşâd eden bâlâda tafsîlen yazdığım Abdal Mehmed Sultan hazretleridir ki, Eşrefzâde Abdullâh Rûmî 110


hazretlerini de evvel emirde irşad eden o idi. Kaddesallâhu esrârehum. Hamîduddîn-i Aksarâyî hazretlerine mülâkî olmuş ve ondan da feyz-i rûhânî almıştı. Mâceraları Silsile-nâme-i Celvetî’de mezkûrdur. Bugün çarşıdan bazı mübayaat-ı beytiyede bulunmakla akşam edildi.

Yevm­i Pazar 20 Mayıs 1317 [02 Haziran 1901]

Bugün tekraren İsmâil Hakkı hazretlerini ziyâret şevki uyandı. Bu münâsebet-i cemîle ile dergâh-ı münîfleri ittisâlindeki Çilehânelerini görmek ve orada teberrüken namaz kılıp dua eylemek arzusu vardı. Çilehâneleri, türbelerine muttasıl hâne-i aliyyelerindedir. Hâne-i mezkûr ise, bâ-emr-i hükûmet Şeyh Efendi’nin mutallakası hanımın taht-ı tasarrufundadır. Komşumuz bir hanımın delâletiyle mezkûr hâneye gidildi. Çilehâne bahçede evin altındadır. Kârgirdir. Bu kere orası da Hacı Ali Bey tarafından tamir ettirilmiştir. İçi karanlıktır. Kapısından aldığı loşca ziya ile cüzîce aydınlıktır. Mihrâbı vardır. Duvarında 111


bir çiviye merbut zincir vardır. Ki geceleri boynunu bu zincirin bir ucuna rabteder ve böyle ibadet edermiş ki, galabe-i nevmle yatmıyayım diye. Uzun ve ince taneli tesbihi duvarda asılıdır. Buraya girdiğim zamân müşâhede eylediğim heybet hâzâ heybet-i evliyâullâhtır. Burada Mevlâ, lütfen kabul buyursun, teberrüken iki rekât namaz kıldım. Birkaç sûre Kur’an-ı azîmü’şşân tilâvet eyledim. Ba’dehû Kâdiyyu’l-hâcâta yüzümü tutup ellerimi kaldırdım, boynumu büktüm. Öyle bir hâlisâne dua eyledim ki, âkıbet-i duâda münşerihü’l-bâl oldum. Ba’dehû türbei mübârekeye varıp orada da ayrıca âdâb-ı ziyâreti yerine getirdim. Bî-haber sanma ziyâret ehline vâkıfdır ol Feyz-yâb-ı sırrîdır gönlüm cenâb-ı Hakkî’nın Festeînû emrine bi’l-inkıyâd ta’zîm ile Et ziyâret kabrini Vassâf cenâb-ı Hakkî’nın İşte mahabbet insana neler söyletir. Bu manzûme-i fakîrânemi okudukça ne derecelerde mütesellî olurum bilemezsiniz. Sabahleyin Şeyh Efendi ile mülâkât eylemişdim. Selâtin-i sâlifei Osmâniye’nin Dergâh-ı Şerîf’de postnişin olanlara verdikleri fermân-nâme-i humâyunlarında, “Kutbu’l-ârifîn vârisü’l-enbiyâ-i ve’l-mürselîn mürşidü’letkıyâı ve’s-sâlihîn el-hâdî ile’t-tarîki’l-Hakkı ve’l-yakîn pişvâ-yı ehl-i tarîkat muktedâ-yı erbâb-ı hakîkat sâhibu’l-menâkıbu’lkudsiye mâlik-i merâtibi’l-ünsiye nâtık-ı hakâik-i âlem-i dekâik kudve-i ricâl-i nokta-i daire-i kemâl hazîne-i ilm ü hikmet yegâne-i hilm ü ismet eş-Şeyh İsmâil Hakkı kuddise sırruhu’lcelî hazretleri”

112


diye tavsîf ve tebcîl eylemişler. Şeyh Efendi, bu fakire onları gösterdi. Re’ye’l-ayn gördüm. Evkâfı pek çokdur. Fakat kısm-ı a’zamı şunun bunun yed-i zabtında kalmış imiş. Pişvâ-yı erbâb-ı tarîkat, yektâ-yı ekâbîr-i ümmet, mefhar-i efâdil-i Rûm, eş-Şeyh İsmâil Hakkı merhum kuddise sırruhu hazretlerinden sonra seccâde-i irşâda oturan meşâyıh-ı kirâm hazerâtının esâmisi sırasıyla ber vech-i âtidir: Şeyh Hikmetî Efendi kuddise sırruh Şeyh Mehmed Emin Efendi b. Hikmetî Efendi kuddise sırruh Şeyh Bahauddin Efendi b. Emin Efendi kuddise sırruh Şeyh Hacı İsmâil Efendi kuddise sırruh Şeyh Rifat Efendi kuddise sırruh Şeyh Mehmed Fâik Efendi b. Hacı İsmâil Efendi kuddise sırruh Hikmetî Efendi sülalesi el-yevm bâkîdir. Hatta post-nişîn olan Mehmed Faik Efendi dahi, o sülaledendir. Biraz sahaflar çarşısında kitab mutâlaası ve bazı âsâr-ı nefîse ziyâreti ile dem-güzâr olduk. Vakt-i asrın [ikindi vakti] takarrubu hasebiyle Ulucâmi-i Şerîfi’ne azimetle salât-ı asrı bi’l-eda iktisâb-ı fuyûzât-ı bi-intihâ eyledik [sonsuz feyizler elde ettik].

Yevm­i Pazartesi 21 Mayıs 1317 [03 Haziran 1901]

Artık yarın İstanbul’a avdetimiz mukarrerdir. Onun için birkaç saatler bazı eşya mübâyaasıyla iştigal olundu. Mürûr tezkirelerimizin muâmele-i kaydiyesinin ifâsı için bir müddet de Hükümet dairesinde vakit geçirildi. İnşallâh artık avdet yüz gösterdiği için derûnuma bir gariblikdir çökdü. Bu garibliğe

113


sebeb, Hazret-i Üftâde, Hazret-i İsmâil Hakkı, Hazret-i Emir Sultan gibi eâlînin [bilgelerin] yanlarından vuku bulacak iftiraktır. Emin olunuz ki, başka bir şey değildir. İnşallâh şeref-i ziyâretleriyle mükerreren müşerref olduğum gibi, himem-i rûhâniyelerini de merhamet-i ilâhiye ve inâyet-i samedâniyye ile üzerimden eksik etmeyeceklerine kuvvet-i kalb hâsıl oldu. Artık birer veda’ ziyâreti lazımdır. Bu üç sultana inşallâh bugün li-ecli’l-veda türbelerine gidip, Kur’an okuyup ihdâ eylemekliğimiz takarrur etti. Evvela civâr-ı mes’adet-medârında [huzur merkezinin etrafında] sâkin bulunduğum kutbu’l-ârifîn, gavsu’l-vâsılîn, mefhar-ı efâdil-i Rûm, Hazret-i İsmâil Hakkı merhumdan başlıyacağım. Hissiyat ve sanihâtımı alt satırlarda okuyacaksınız.

İsmâil Hakkî Hazretlerine Resm­i Vedâ

Salât-ı zuhru edâ kasdıyla Câmi-i Muhammediye’ye gidildi. Câmi-i Muhammediye’nin Dergâh-ı Münîf-i Hazret-i İsmâil Hakkî olduğunu unutmadınız ya. Yanlış anlaşılmasın, bu Câmi-i Şerîf’in derûnuna girdiniz mi, gam ve kasvet ve meyl-i dünya sizden zâil olur. O kadar müferreh, o kadar münşerih bir mabed-i 114


mukaddesdir ki, içinden çıkmasını canınız istemez. Koca İsmâil Hakkı, Dergâhına “Gülşen-i Bülbülân-ı Celvetiyân” demiş. Bî-esas değildir; vakıa biz o bülbül gürûhuna dâhil olamadık ise de, o bülbüllere âşık olanlardanız. Onunla da iftihar eyleriz. Henüz ezân-ı Muhammedî okunmamıştı. Sûre-i Yâsin ve İhlas’ı okuyup duamızın hitâmında ezan da okundu. Fakîrin İsmâil Hakkî hazretleri hakkındaki mehdiye-i kemterânesini hâvî levhayı, şeyh efendi mihrabın sağ tarafına asmış ki, İsmâil Hakkî hazretleri mihrabın tam ortasında medfundur. Baş ucuna tesadüf etmiş demektir. Bu levhâ-yı fakîrânemi görünce gözlerim bilâihtiyar sulandı. Mevlâ kabul buyura. Salât-ı zuhru cemaatle edâdan sonra, Türbe-i Pâk-i Hazret-i İsmâil Hakkı’ya dâhil olduk. Orada ayak ucunda oturup, aşk ve şevkle cehren bir Sûre-i Mülk ve Üç İhlâs-ı Şerîfe bir de Fâtihâ-yı Şerîf okuyup, güzelce ve etraflıca bir dua eyledik. Amin Allâhım!... Ne inşirâh. Ne incizâb. İnşallâh ziyâreti nasib olur, görür anlarsınız. Bu fakîr-i pür-taksîr, “Ey İsmâil Hakkı hazretleri ziyaretinin aşkıyla buralara kadar geldim. Mükerreren ziyaret eyledim. Artık gidiyorum. Bir daha ya geldim, ya gelemedim… Gelirsem ne a’lâ. Yine şeref-i ziyâretinizle müşerref olurum. Eğer ömrüm hitâma eriyorsa, senden şefaât, himmet isterim. Elveda… Elveda…” diyerek iftirâk husûle geldiği esnada, o inşirah, derhal hüzün ve eleme mübeddel oldu. Gözlerimizden yaşlar akıdarak türbeden ayrıldık. Ba’dehû dergâh-ı Kâdıyu’l-hâcâta el kaldırıb, “Ya Rabbi! Bu kulunun ziyaretini nasib eylediğin gibi, ziyâret-i Beytu’llâh ve ziyâret-i Ravzâ-yı Habîbullâh ile şerefyâb

115


eyle. Ve ol Ravza-yı Pâk-i Ahmedî’yi ziyâret akabinde, Cennet-i Bâkî’de arâm-güzîn eyle.”23 diyerek hâlisâne duâlar ettim. Fakîr-i hakîre dua tavsiye edenlere de duâlar ettim. Of… Bir hüzne müstağrak oldum ki, tarif edemem. Gözlerimden yaş durdu mu, kalbim ağlıyor. Kalbim durdu mu, gözlerim ağlıyor. Zâir-i kabri olan me’yûs kalmaz bî-gümân Feyz-yâb-ı sırrıdır gönlüm Cenâb-ı Hakkî’nın Bu vedâ beni pek dil-hûn etti. Bu hüzün, Hazret-i Pîr’e olan mahabbetimin burhân-ı meâl-i nişânıdır. Onunla iftihar eder ve rûhâniyetlerinden istiâne ederim. Şimdi mahall-i maksûdumuz zübde-i âl-i Resûl-i zîşân Hazret-i Emir Sultan kuddise sırruhu’l-Mennândır. Hikmet; bugün hava da mağmum[kapalı]. Güyâ ki bizim hüznümüze o da iştirak ediyor. Hatta âsâr-ı ibtikâ bile göstermek istiyordu. Koca Sultan… O heybetli ve rûhâniyetli türbesi gözümün önüne geldikce, henüz esnâ-yı râhda iken rûhâniyetlerinden feyz-yâb olmaklığım temenniyât-ı hâlisânesinde bulunmağa başlamışdım. Lehülhamd, tekrar bir ziyaret-i âliyyeleriyle müşerref olduk. Ve dergâh-ı Kâdıyu’l-hâcâtdan temenniyât-ı hâlisânede bulunarak, Ba’dehû avdet olunarak, salât-ı asrı ifa kasdiyle Ulucâmi-i Kebîr’e azimet olundu.

23

H.Vassaf daha sonraki yıllarda Hacca gitti (1906). Hac hatıraları ayrı bir kitap olarak yayınlandı. 116


Huzûr-ı Hazret-i Üftâde’ye vardığım zamân ol bir zât-ı kutbiyyet-simâtın huzûr-ı mâneviyesinde bulunmak gibi bir şerefi azîme nâiliyetimden dolayı Cenâb-ı Hakk’a hamd-i firâvân eyledim. Kemâl-i âdâb ve ta’zim ile Kur’an-ı azîmu’ş-şân ve salavât-ı şerîfe tilâvet edip silsile-i merâtibe riâyetle güzelce dua eyledim. Bundan sûret-i mahsûsada rûh-ı pâk-i hazret-i Üftâde’ye dahi ihdâ ve gönlümü yeniden ihyâ eyleyerek pîr-i müşârunileyhin ziyaretiyle, tekrar teşerrüfümü ve şâyet ecel yaklaşmış ise, şefaat-ı mânevîye ve himmet-i rûhâniyesine nâiliyetimi, Hazret-i Allâh’dan istirham eyledim. Düşünüyorum… Buraya kadar gelmekden maksadım arz-ı veda ve istiâne değil miydi? İstiâne eyledim. Fakat arz-ı vedaya niçin muktedir olamıyorum. Kutb-ı azam Hazret-i Hüdâyî’nin, Mültecâ-yı derd-mendân türbe-i Üftâde’dir Mürtecâ-yı müstemendân türbe-i Üftâde’dir dediği bu türbede, defîn-i hâk-i ıtır-nâk olan zât-ı âlî-kadrin tövbesine iltica eylemekle bi-inâyeti’l-Hak müstağrak-ı rûhâniyet olacağım bedîdâr [aşikar] iken bu abd-i kemter Hüseyin Vassaf nasıl veda ve iftirak edebilir? Dedim ki:

117


“Ey Hazret-i Üftâde! Bilirim ki, hayât-ı mâneviyye ile haysın, ziyâretimden haberdârsın. Bu kadar mürâcaatıma karşı beni me’yûs bırakmazsın. Cenâb-ı Hak takdîr ettiyse yine gelir hâk-i pâkine rû-mâl [temiz toprağına yüz sürer] olurum. Eğer gelmezsem Hazret-i Hüdâyî’nin, Eyleyen rûhundan istimdâd erişir matlûba Halleden her müşkilâtı hazret-i Üftâde’dir dediği gibi, senden bol bol himmetler beklerim. Hazret-i Allâh’ın sevgili kulu olduğunda şübhe yoktur. Hâk-i pâ-yı evliyâ olan bu kemter hakkında da, alâ-derecâtihim, vesâtat ve izhâr-ı himâyet edeceğinden ümitvarım. Mahabbetin gönlümdedir. Türbe-i münevverenin o güzel kokusu burnumda tüter. Türbe-i münevverenin rûhâniyeti de gözümün önündedir. Bunları hiçbir vakit kaybetmem. Senden de ümidi kesmem. Elveda…” Diyerek güyâ ki, babadan evlâd iftirak eder gibi, bir ayrılık vâki’ oldu. Hikmet; burada iken bir tutkunluk ârız oldu. Müstağrak-ı teessür olduğum halde ağlayamadım. Hazret-i Hüdâyî: Mehbıt-ı envâr-ı Rahmân Türbe-i Üftâde’dir demiş ise, boş değil. Aman Allâh’ım! Bu ziyaretleri nasib eylediğin gibi, Beytullâh ve Ravza-yı Habîbullâh’ı da ziyareti ben fakire nasîb ve müyesser eyle. Şâm-ı şerîf’de ve Kudüs-ı şerîf’deki makâmât-ı mübârekeyi ziyaretten mahrum eyleme. Hz. Mevlânâ kulunu ziyârete de iştiyâkım vardır. Onunla da kâm-yâb eyle, yâ Rab! Âmin, âmin, âmin. Ba’dehû pişvâ-yı erbâb-ı tarîkat, reh-nümâ-yı hakîkat halîfe-i mükerem-i Hazret-i Mısrî, Şeyh Ahmed Gazzî kuddise sırruhu’lcelî hazretleriyle bâ-husus âsârından müstefîd olduğum Abdüllatif Efendi kuddise sırruhû hazretlerine arz-ı veda ile istişfâ’ eyledim. 118


Şu sûretle râsime-i vedaa ve Bursa ziyâretine hâtime verdim. Kaddesallâhu esrârehum ecmaîn. İstanbul’a Avdet Bursa’dan Mudanya’ya ve oradan da İstanbul’a... Sabahleyin arabaya râkiben doğruca Bursa İstasyonu’na azimet olundu. Trenimiz on biri elli dakika gece hereket edecektir. Bu istasyondan Mudanya’ya olan mesafe kırk iki kilometredir. Hikmet; araba ile istasyona doğru Bursa’dan tebâud eylemekde olduğum halde, gönlüm Hz. Emir, Hz. Üftâde, Hz. İsmâil Hakkı’dan ayrılmıyordu. Öyle olacağı tabiî ve mahabbetlerini unutamıyacağım bedîhîdir. Bu iftiraka mahzûn fakat onların rûhâniyetleri her yerde meded-res olacağını bildiğim gibi, teveccühlerini kazandım ümîd-i kat’îsinde bulunduğum cihetle bu iftirâkın zâhirî olacağını düşündükçe bir dereceye kadar ta’dil-i te’essür ile memnun oluyordum. Cenâb-ı Hak, cümlemizi şefaat-ı aliyyelerine nâil eylesin! Âmin, âmin, âmin. Hava da o kadar latif o kadar ruh-nüvâzdır ki, onu şâir olmalıyım da size vasfetmeliyim. Tren hareket etti. O belde-i mübârekedeki evliyâ-yı kirâma Fatihalar okuyarak Bursa’dan ayrıldık. Mevsim icabıyla yolcu pek çoktur. Tren iyice kalabalık idi. Sabahın tesirsiz güneşi ovayı başdan başa yaldızlamış yahut çehre-i tâb-nâk-i âf-tâb ile gark-ı nûr olmuş idi. Ovanın fâm-ı zümrüdini mihr-i cihân-tâbın zıyâ-yı zerrînine karışdığı için, sema gibi ova da bir reng-i ulvî içinde nazar-ârâ idi. Bu azîmet subhgâhı [sabah vakti] gönlümü kısmen hüzün, kısmen şevk-i vatan ile mâlî eyledi. Kuşların cıvıltısı, ovadaki kuzuların melemesi, çobanların türküleri, trenimizin gürültü ve düdük sadâsı birbirine karışıyor. Güyâ bu subh-ı safâ-fezânın kulûba doldurduğu hazâin-i şevk u 119


safâ için yalnız insanlar değil hayvanât bile; hayvanât da değil kâinat bile ilan-ı şâdumanî eyliyordu. Tarlalarda birkaç mesud çiftçi öküzleri önünde çift sürüyorlar ve kendilerine mahsus millî şarkılarıyla tefahhüm eyliyorlardı. Artık Bursa’dan uzaklaşıyoruz. Uzaklaşdıkça mecmâ-ı evliyâullâh olan o şehr-i mukaddesede onbeş onaltı günlük cevelânımı düşündükçe şu iftirakla müteessir oluyordum. Tepeye vâsıl olduğumuz zamân Bursa’ya tekrar nazar-endâz oldum. Hiç böyle bir heyet-i mecmuası bir ulviyet-i tâmme içinde heybetli memleket tasvîr olunamaz. Esâmî-i şerîfleri bâlâda zikrolunan selâtîn-i sâlife-i Osmâniyenin ve zevât-ı âliye-i sâirenin türbe-i münîfeleri, o cevâmi-i şerîfe kubbeleri ve minareleri yükselmiş, yükselmiş de âlem-i illiyyîne çıkmış, güya Bursa’ya oradan nazar-ı gâlibiyet atfetmekte bulunmuşlardır. Keşiş Dağı’nın sütre-i beyzâsı aks-i âfitâb ile nûr içinde temevvüc eyliyor, zannolunur. Gözümü arkamdan ayıramaz oldum. Nedir bu incizab? Fakat bu temâşâ çok sürmedi. Vâsıl olduğumuz tepeden inilmeğe başlanıldığından nazarımı bilmecburiye önüme çevirdim. Bu tarafımı da gayet latîf buldum. Etrafa baktım. Her ciheti bir sütre-i hadrâya bürünmüş mütebessim gördüm. Hâlık-ı kâinâtın azamet ve kudretine hayran oldum. Târih-i hayâtım olan otuz sene içinde sabahın rûhâniyetinden en ziyâde neşve-dâr olduğum bir subh-i latîf varsa, o da bu sabahtır. Trenimiz birçok yerler dolaşarak bir tepeyi çıkdı ki, buradan Gemlik Körfezi, gayet güzel bir sûretle arz-ı endâm eyledi. Temâşâsına saatlerce doyulmaz. Nihayet istasyona muvâsalat olundu. Gümrük ve pasaport muayenelerini icra ettirip, iskele parasını verip vapura girdik. Vapurumuz Bingâzi nâmında bir vapurdur. Vakıa yeni değilse de yeni tamir olunmuştur. Yolcu çoktur. Dört buçuk saatte İstanbul’a varıyormuş. Saat ikiyi on geçerek hareket etti. 120


Bozburun’a doğru yollanmağa, Mudanya’dan uzaklaşmağa başladı. Karnımız acıktı. Bursa’da iken yumurta alıp pişirtmiş, ekmek, kiraz, Mihaliç peyniri de almıştık. Bir de destimiz vardır ki, Bursa’nın meşhur Kavak suyu doludur. Sofrayı kurduk. Sizi hatırımıza getirmeksizin bunları gövde bendenize attık. Hava o kadar latiftir ki, rüzgâr hafif hafif esdikçe insana hayat veriyordu. Vapurumuz mersâ-yı Dersaadet’e girmek hengâmında iken herkes eşyâsını toplamağa başladı. Artık vatan kokusu etrafımızı bürümeğe başladı. Saat altıyı çeyrek geçiyordu. Rıhtıma yanaşdı. Bizim devir ve seyahatimiz de hitam buldu. Bu akşam uykusuz kaldığımdan bir uyku çekmek için fakirhâneye şitâbân oldum. el-Bâkî Hüve’l-Kerîm

121


TIPKI BASIM

122


123


124


125


126


127


128


129


130


131


132


133


134


135


136


137


138


139


140


141


142


143


144


145


146


147


148


149


150


151


152


153


154


155


156


157


158


159


160


161


162


163


164


165


166


167


168


169


170


171


172


173


174


175


176


177


178


179


180


181


182


183


184


185


186


187


188


189


190


191


192


193


194


195


196


197


198


199


200


201


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.