BURSA KENT KONSEYİ KONFERANSLAR DİZİSİ 7
“KENTLİLİK BİLİNCİNİN GELİŞTİRİLMESİNDE HEMŞEHRİ DERNEKLERİNİN ROLÜ”
TARİH: 13 NİSAN 2012 - SAAT: 18.30 - YER: ATATÜRK KONGRE KÜLTÜR MERKEZİ - BAŞKANLIK SALONU
“KENTLİLİK BİLİNCİNİN GELİŞTİRİLMESİNDE HEMŞEHRİ DERNEKLERİNİN ROLÜ” Mustafa BAY - DAĞ-DER Eğitim ve STK Komisyonları Başkanı: 3540 civarı çalışma grubundan biri olarak, 2 yıl önce Bursa Kent Konseyi Hemşehri Dayanışma Dernekleri Çalışma Grubu adıyla faaliyetlerimize başladık. Grubumuzda çalışan hemşehri dernekleri adına, hemşehrilerimiz ve Bursa’daki hemşehri derneklerimiz adına ve çalışan arkadaşlarımız adına sizlere hoş geldiniz diyorum. İlkini, geçen yıl 9 Nisan’da bu salonda yapmış olduğumuz “Bursa’ya göç risk mi, frsat mı?” konulu paneli hatırlıyorum. Bugün onun devamı niteliğinde ikincisini gerçekleştiriyoruz. Sayın Bursa Emniyet Müdürümüz de panelistlerimiz arasında. Ben, hemşehri dernekleri olarak kentimiz geleceğimizdir, bu bilinçle hareket ederek, hem göç olayının hem insan hareketliliğinin, gerçekten ülkemize yayılacak kadar Bursa’da, kent konseyi ile hemşehri dernekleri ile gönüllü kuruluşlarla gerçek bir sinerji yaratıp Bursa’dan başlayan bir ışık ile bütün Türkiye’ye model olacağını düşünüyorum. Şimdiden panelimizin, Bursa’mıza, kent konseyimize ve Bursa’mıza göç eden ve bu gerçekle yaşayan tüm insanımıza hayırlı olması dileğimle panelimizi açıyorum, saygılar sunarım. Mehmet Semih PALA – Bursa Kent Konseyi Başkanı: Sayın Vekilim, Değerli Dernek Başkanları ve gerçek sivil toplum kuruluşu olan hemşehri derneklerinin değerli yöneticileri, katılımcılar, hepinize, herkese Bursa Kent Konseyi Başkanı olarak hoş geldiniz diyorum. Ve bu akşamki toplantının da hayırlara vesile olmasını niyaz ediyorum. Çok değerli konuklar, Bursa Kent Konseyi gerçekten çok güçlü ve büyük konumuna uygun çalışmalar yapıyor. Bursa Kent Konseyi, Türkiye’nin en güçlü, en aktif, en dinamik kent konseyi konumunda. 33 ay önce iş başına gelen Bursa Kent Konseyi ismi ile yeni yasadaki yeni konumu ile göreve başlayan bizler, 33 ay içinde 3650 etkinlik gibi müthiş bir rakama ulaşmış bir kent konseyinin başkanı olmanın da gururunu yaşıyorum. Bu faaliyet sayısı, Türkiye’nin gelmiş geçmiş kendine emsal kuruluşları içinde bu tarz kurumların yakalayamayacağı bir sayıdır. Bu tabi Bursa’nın gücünü ortaya koyuyor, Bursa insanının gücünü ortaya koyuyor, Bursalıların ve sizlerin gücünü ortaya koyuyor. Bu nasıl oldu? Bu Türkiye’ye örnek çalışma, Türkiye’de bütün kent konseylerine örnek ve belediyelere de örnek olan bu çalışma, her gün izleyicileri ve takipçileri tarafından soruluyor, araştırılıyor, biz de Bursa Kent Konseyi
1
olarak yöneticilerimiz ile birlikte, yürütme kurulumuz ile birlikte, Türkiye’nin değişik yerlerine gidiyoruz. Oralardaki kent konseylerinin gelişmesi için anlatıyoruz, bilgi veriyoruz, Bursa’nın ismini yüceltiyoruz, büyütüyoruz. Bursa Kent Konseyi olarak gidiliyor, Bursa olarak gidiliyor. Tabi ki sonuçta bütün bunlar ülkemiz için yapılıyor. Yani Bursa’da yaptığımız bu çalışmalar çok değerli konuklar, ülkemiz için Türkiye’miz için yapılıyor, Türkiye’nin büyümesi, güçlenmesi için yapılıyor. Üzerimize düşeni yapmaya gayret ediyoruz gerçekten yaptıklarımız da ortada. Böylesine büyük faaliyetleri yapabilen arkadaşlarımıza, katılımcılarımıza, kent konseyine katkı koyan ve kent konseyini sahiplenen Bursalılara teşekkürü bir borç biliyorum. Tabi ki bu işler imkânla olur, bu imkânların verilmesi ile olur. Kent konseyinin 40 çalışma odası, 20’ye yakın personeli var. Bütün bunların hepsini Bursa Büyükşehir Belediyesi veriyor. Bu imkânları Türkiye’de hiç olmayan bir şekilde veriyor. Tabi ki kent konseyi katılımcıları, gönüllüleri de kendisine tanınan bu imkânların fazlasıyla ve fazlasıyla karşılığını veriyor ve Türkiye’ye örnek çalışmalar yapıyor. İşte bir belediye ve konsey işbirliğine örnek, en güzel örnek Bursa Kent Konseyi ve Bursa Büyükşehir Belediyesi. Uyum önemli, anlaşma önemli. Kavga etmek kolay, yıkmak kolay, yapmak, yapıcı olmak, idareci olmak, iş yapmak hepimizin görevi. Bu işleri yapınca bu işlere yatkın bir Büyükşehir Belediye Başkanı olursa mesela Sayın Recep ALTEPE kardeşimiz gibi ve kent konseyinin yöneticileri de gerçekten aklı başında, aklıselim sahibi insanlardan da oluşursa ortaya müthiş bir birliktelik, beraberlik çıkıyor. Gıpta ile bakıyorlar bütün Türkiye’deki belediye başkanları dâhil, Bursa’ya. Bunları anlatıyorum, bilinmeyen şeyler bunlar. Bunların bilinmesinde fayda var, bu işler kolay olmuyor. Her şeyi yapabilirsiniz ama insanların birbirleri ile anlaşması en zor iştir. Çok değerli konuklar, sizler de yöneticisiniz, derneklerde nelerle karşılaşıyorsunuz. İnsanların beraber olması, birlikte iş yapması kadar zor iş yoktur. Ama düşünün ki Bursa gibi bir dünya kentinde Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı, Bursa Kent Konseyi Başkanı arasındaki uyum sonucunda ortaya çıkan başarı… Tabi ki Bursa Kent Konseyi Başkanlığı ekip çalışması sonucunda bu sonuçlara varıyor. Bizim 34 tane çalışma grubumuz var. Çok önemli işler yapıyor. 4 tane meclisimiz var. Neler yaptığını saymaya kalksam sabahlara kadar sürer. Bunları internet sitemize girip, bakabilirsiniz ve bakmalısınız. Ve gerçekten çok önemli işler yapılıyor. Mesela Şairler ve Yazarlar Çalışma Grubumuz var, bu çalışma grubumuz müthiş çalışmalar yapıyor. O çalışma grubunun da başında temsilcisi Sayın Faruk ANBARCIOĞLU, yılların tecrübeli ismi, eğitimci, milletvekilliği yapmış bir insan ve bakın kendi bilgisini, becerisini buraya veriyor. Gelmez
2
mi başarı… Hemşehri Dernekleri bir arada toplandı. Bursa’da öyle bir iş yapıldı ki Türkiye’de belki de hiç olmayan bir işi Bursa gerçekleştirdi. Bursa’daki Türkiye diye isimlendirdiğimiz ve sonuçta da kardeşlik bildirisi yayınlanan öylesine önemli bir toplantı yapıldı ki Türkiye’de ses getirdi. Bakın burada bir şeref tablosudur, Bursa’daki Türkiye’nin resimleri. Biliyorsunuz biz bunlardan kartvizit haline de getirdik ve dağıttık bunları. Şimdi bu tabloları da derneklere asılmak üzere, kenara konulmak üzere değil çünkü bir tarihi vesikadır bu. Böyle bir resmi çekmek, çektirebilmek, koyabilmek her İl’e nasip olmaz, gerçekten nasip olmaz. 81 ilimizin büyük çoğunluğunun bulunduğu dernekler toplantısında, bakın hepimizin elinde, ne güzel ilinin yazdığı pano ve Türk Bayrağımız ile birlikte bir kardeşlik bildirisi yayınlandı. Çok kısa bir bildiri ama çok anlamlı bir bildiri ben bunu okumak istiyorum izin verirseniz. Bursa Kent Konseyi bünyesinde bulunan, Kafkaslar’dan Balkanlar’a, Anadolu’dan gelip Bursa’da yaşayanların oluşturduğu Hemşehri Dernekleri’nin yayınladığı Kardeşlik Bildirisi… Bursa öyle bir kent ki çok değerli konuklar, büyük Osmanlı Coğrafyası’nın kurulduğu topraklar, çok bereketli, maneviyatlı topraklar, tarihi topraklar binlerce yıllık geçmişi tarihi var. Ve hepimize düşen görevler de var böyle topraklarda yaşadığımız için, yaşama şansına eriştiğimiz için. Dernekler toplandılar, altına imza da attılar. Hemşehri dernekleri diyor ki; “Anadolu topraklarında asırlardır kardeş olarak yaşayan insanları birbirine düşman etmek isteyen ve Türkiye’yi bölmek isteyenler hedeflerine ulaşamayacaklardır. Ülkemizi ve halkımızı huzursuz eden terörü şiddetle kınıyor ve teröristlerin saldırılarında Türkiye için şehit olanlara Allah’tan rahmet diliyoruz. Türkiye’yi bölmek isteyenlerin oyunlarına gelmeyeceğiz. Hepimiz kardeşiz.” Ne kadar güzel, bu topraklarda yaşayan insanların, işte bu büyük milletin kardeşlik anlayışı. Asırlardır gelen bu kardeşlik anlayışı yine Allah nasip ederse asırlarca gidecek. Türkiye yine güçlü hale gelecek çok değerli konuklar. Türkiye’nin güçlü olması dünyanın menfaatinedir, çevremizdeki komşularımızın menfaatine, Kafkasların, Balkanların, Ortadoğu’nun menfaatinedir. Bu ülkenin büyük olması, güçlü olması lazım. Asya’nın menfaatine, Avrupa’nın menfaatine. Avrupa sallanıyor, göçecek, onu ayakta tutacak olan Türkiye… Bunun belki daha yeni yeni farkına varacaklar. Nüfusu yaşlanmış öyle bir ülke ki Avrupa, sallanıyor ekonomik anlamda. Türkiye’deki iç dinamikler, Türkiye’deki kardeşlik, dostluk anlayışları, dayanışma, manevi zarafet, düşünce ve kalplerdeki büyüklük, anlayış, kültür anlayışı işte Türkiye insanını, ülkemiz insanını, milletimizi, gerçekten kardeş millet haline getiriyor.
3
Hemşehri Dernekleri, Bursa’ya gelmiş insanların kurdukları dernekler. Herkesin ait olduğu iller ve ilçeler var. O illerdeki, ilçelerdeki geleneklerini Bursa’ya taşıyorlar, ne güzel bir şey. Herkesin farklı görüşleri, düşünceleri, yaşam şekli olacak. Hiç kimsenin torna tezgâhından çıkmış insan olmasını istemiyoruz. Öyle bir şey de mümkün değil. İnsan haklarına da aykırı, demokrasiye de aykırı. Herkesin farklı görüşleri, düşünceleri olabilir ama insan olacak, ahlaklı olacak, dürüst olacak. Önemli olan bunlar, başkasına saygılı olacak. Ve böyle bir ortamda yaşayan insanların oluşturduğu ülke, bu büyük ülke Türkiye, büyük Bursa için hepimiz el birliği ile üstümüze düşen görevleri yapacağız, çok değerli kardeşler. Ben gerçekten mutlu bir kent konseyi başkanıyım. Çok yoğun çalışmalar yapıyoruz, yüzlerce, binlerce etkinliği yapabilmek gerçekten zor, zahmetli, meşakkatli. Bu çalışmalarda destek olanlara tekrar teşekkür ediyorum. Bakın yine yarın iki gün sürecek olan, Orhangazi Salonu’nda Orta Doğu baharının mimarlarının konuşacağı toplantılar var, çok değişik toplantılar. İlgili olan arkadaşları, çevrenizi mutlaka gönderin, izlesinler. Yarın 9.30 10.00’da başlıyor. Bu tür toplantılar her zaman denk gelmez, yapılmaz. Bu farklı etkinlikleri yapabilecek güçteyiz. Bursa Büyükşehir Belediyesiyle birlikte Bursa Kent Konseyi olarak çok değişik etkinlikler yapıyoruz. Ben sizlere ömür boyu mutluluklar diliyorum. Ve Bursa’mızın büyümesini, ülkemizin büyümesini istiyoruz ve bunun için çalışıyoruz, biz çalışmaya devam edeceğiz. Herkese hayırlı akşamlar diliyorum, teşekkür ediyorum. Enes Battal KESKİN – Bursa Kent Konseyi Genel Sekreteri: Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bugün panelimizde 4 konuşmacımız var, konuşmacılarımız içerisinde en fazla zamanımızı İl Emniyet Müdürü’müze ayıracağız. Ben diğer konuşmacılarımızı davet etmek isterim, sırasıyla Antalyalılar Kültür ve Dayanışma Derneğinden Sayın Recep ERDEM, Batı Trakya Türkleri Dayanışma Derneği Başkanı Sayın Şükrü KÖSE, Diyarbakırlılar Kültür Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Sayın Şehmuz SEVİŞ, buyurun. İlkini 9 Nisan 2011 tarihinde yapmış olduğumuz panelimizin aslında devamı niteliğindeki bir etkinlik bugünkü panelimiz. Bugünkü paneli önemli kılan iki faktör var. Birincisi; kentlilik bilincinin bir şehirde konuşuluyor olması, İkincisi; kentlilik bilinci kavramını konuşanların bizzat hemşehri dayanışma derneklerimiz olmasıdır. Panelimizde konuşmacılarımıza 10’ar dakikalık süreler vereceğiz. Bu 10’ar dakikalık süreler içerisinde panelistlerimiz göç, kentlilik bilinci, kentlilik bilincinin geliştirilmesinde sivil toplum kuruluşlarının ve özellikle Hemşehri Dayanışma Derneklerinin rolleri üzerine konuşacaklar. Antalyalılar Kültür ve Dayanışma Derneğinden Recep ERDEM Bey bize Bursa kent kültürü, kentlilik bilinci, bireysel ve yasal görevimiz başlıklı bir
4
sunum gerçekleştirecek, buyurun sayın Recep Bey. Recep ERDEM - Antalyalılar Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı: Sayın Başkanım teşekkür ediyorum. Değerli Protokol, Değerli Konuklar, ilk önce buraya gelerek Bursa’nın böyle ciddi bir konusunda sosyal duyarlılık gösterdiniz, bunun için hemşehri derneklerinin bir üyesi olarak çok teşekkür etmek istiyorum. Sizlerin de bildiği gibi Bursa, tarihî dokusu, doğal imkânları, coğrafî özellikleri nedeniyle, ülkemizin son derece güzel ve çekiciliği olan bir kentidir. Bu özelliklerinden dolayı daima çekim merkezi olmuş, gönülleri kendisine cezbetmiştir. Her tarihte sürekli göç almıştır. Ama yakın tarihte bu göç alma daha da büyük bir hız kazanmış ve Bursa’mız, günümüzde ülkemizin önde gelen, metropol kentlerinden birisi olmuştur. Gerek yurt içinden, gerekse eski Osmanlı topraklarından kalkıp bu güzel şehre gelip yerleştik. İyi ki geldik; çünkü farklı bölgelerden gelen bizler, bu kent insanının dinamizmine katkılarda bulunduk. Bu göçler nedeniyle nicelik ve nitelik kazanan kent nüfusu, yörenin her türlü imkânını realize ederek Bursa’mızı sanayi, ticaret, turizm ve aynı zamanda tarım şehri yaptı. Bu olgular, güzel Bursa’mıza yönelik göçe daha da bir hız kazandırdı. Bu kent hepimize şefkatle kucak açtı. İşte bizler, bu göç olgusunun bir sonucu olarak buradayız. İlkçağ kültürlerine, yani Roma - Bizans kültürlerine mekân olmuş olan kentimiz, sahip olduğu kültür birikimini, İslamî-Türk kültürü ile taçlandırmıştır. Tarihî kentlerin her ne kadar geçmişten gelen, kökleşmiş bir yaşam kültürü olsa da, göçle gelen bizlerin getirdiği kültürle, Bursa’da bir sosyal çeşitlilik oluşturduk. Bu sosyal çeşitliliğe duyulan toleransa ihtiyacımız var. Fakat sosyal hayat nezaketli olmayı gerektirir. Bunu da unutmamamız lazım. Bizler böyle bir kültür dokusuna sahip bir kentte yaşamaktan, son derece mutluyuz. Bu kentin ortak paydalarında buluşuyorsak, bu kentte yaşayan bireyler olarak, kentlilik bilincine sahip olmamız lazım. Çünkü kişisel ve sosyal yaşantımızı bu bilinçle sürdürmek, bize kent yaşamını kolaylaştırıp daha da yaşanır bir hale getirecektir. Peki, nedir bu kentlilik bilinci? Önce insanın herhangi bir şey hakkında bilinç sahibi olabilmesi için, o şeyin yapısı, sahip olduğu özellikler, bu özelliklerin taşıdığı değerler ve fonksiyonları hakkında genel bir idrake sahip olması gerekir. Bu tanımı kentlilik bilinci özelinde yapmak istersek, içinde bulunduğumuz kentin, sosyal ve kültürel yapısı, ekonomisinin işleyişi, tarihi, tarihî değerleri hakkında genel bir idrake, toplu bir tasavvura sahip olmamızdır. Hemşehri derneklerinin kentlilik bilinci denince şunu anlıyoruz, hepimizin bildiği gibi hemşehrilik, içinde bulunulan kentin dışındaki ayrı bir bölgeden, bir yerleşim merkezinden gelmiş olmayı ifade eder. Genelde
5
hemşehri derneklerini oluşturan kişiler, kırsal kesimlerden, geçim imkânları sınırlı olan çevrelerden gelmişlerdir. Kırsal kesimin hayat tarzı, ihtiyaç duyulan şeylerin türleri, ekonomik imkânları genel olarak sınırlıdır. Sosyal kesimden kente, üstelik çok farklı bir kente gelince, yavaş yavaş kente ait algılar birikimi oluşmaya başlar. Bu algılar kendi aralarında bütünleşirler ve genel bir tasavvura ulaşır. Artık insan, sağını solunu, önünü arkasını görür olur. İşte buna göreceli de olsa kent bilinci, kentlilik bilinci diyoruz. Kırsal hayat bilinci ile kentlilik bilinci arasında ne gibi farklar vardır? Çok önemli farklar vardır. Her şeyden önce kent, insanı özgürleştirir. İnsanın bireyselliğinin, daha doğrusu kişiliğinin oluşması ve gelişmesine yardımcı olur. Mesela, kırsal kesimde kişinin yaptığı iş, yani mesleği ata yadigârı gibi bir şeydir, değiştiremezsin. Sahip olduğu üretim araçları miras yolu ile gelmiştir. Onları elden çıkarıp bir başka iş koluna geçmesi çok zordur. Böyle bir durumda çevreden iyi bakılmaz. Atalarının yadigârına sahip çıkmadığı, atalarına vefa göstermediği şeklinde değerlendirilir. Çevrenin kendisine bu gözle baktığı hissine kapılır. İşin nereye vardığına dair herhangi bir durum değerlendirmesi yapmak aklından bile geçmez. İşte her şeyden önce kent, insanı bu konuda özgür kılar. Kişi kente gelince, meslekler, geçim yolları hakkında alabildiğine serbestçe düşünür, değerlendirmeler yapar. Kırsal kesim hayatı ile kent hayatı arasındaki farkı sadece bir alanda örnekleyebildik. Örneklemeye zamanımız yetmeyecek kadar nice ayrıntılar var. Fakat şunu çok iyi biliyoruz ki insan, içinde bulunduğu ortama ve sosyal çevreye uyum sağlayabilecek kabiliyette yaratılmıştır. Dil, din, tarih, coğrafya, eğitim ve kent bilgisi bizleri bilinçlendiren ortak değerlerdir. Bu değerler, ortak yaşam kültürünü, yani bir bakıma kentlilik bilincini oluşturmaktadır. Değerli konuklar Bursa da artık bizler yaşıyoruz. Birbirimizin yaşadığı yöresel kültürleri bir zenginliğimiz olarak görüyoruz. Bursa’nın ortak paydalarında buluşuyoruz. Bu nedenle birbirimize ve şehrimizin değerlerine karşı saygılı olmak, özellikle de, bu kente yakışır bir şekilde kentlilik bilinci ile yaşamak, temel görevimizdir. Hani bir söz vardır: «Sadece yaptıklarımızdan değil, kaçındığımız şeylerden de sorumluyuz.» İşte bu söz çerçevesinde bu kentte bizler, yöresel kültürlerimizi yaşarken, Bursa›yı incitmeden, doğal dokusunu zedelemeden yaşayalım. Hani derler ya: “Dünya bize atalarımızdan miras kalmadı, çocuklarımızdan ödünç aldık.” Evet, bizler Bursa’yı gelecek nesillerden ödünç aldık. Değerli başkanlarım Bursa’nın dinamikleri olan biz hemşehri dernekleri, hem kentimize, hem de üyelerimize karşı sorumluluklarımızı en iyi şekilde yerine getirmeliyiz. İlk önce bu bizlerin kişisel sorumluluğuna dayanır. Peki, yasal dayanağımız yok mudur? Elbette vardır, işte bu noktada kentimizin yerel yönetimleriyle,
6
belediyelerimizle paydaş oluyoruz. 5393 Sayılı Belediye Yasası’nın “Kent Konseyi” başlıklı 76. Maddesi: Kent konseyleriyle hemşehri derneklerini buluşturup kentlilik ve hemşehrilik bilincinin oluşturulması, demokratik katılım ve kentlerin yönetiminde rol almayı gerektirmektedir. Bu yasal zemine dayanarak, Hemşehri Dayanışma Dernekleri Çalışma Grubu olarak, daha önce Bursa Büyükşehir Belediyesi Yerel Gündem 21 çatısı altında çalışmalarımız oldu. Bu çalışmalarımızı artık Bursa Kent Konseyi bünyesinde Hemşehri Dayanışma Dernekleri Çalışma Grubu olarak sürdürüyoruz. Bursa Kent Kültürü ve Kentlilik Bilinci projesi bir eğitim projesi ise, eğitim her bireyin olmazsa olmazıdır. Bu projede hemşehri dernekleri üstüne düşen görevi mutlaka yapacaklardır, kentlilik bilincinin güçlenmesinde yeni bir rol üstlenmelidirler. Çok teşekkür ediyorum, sabırla dinlediğiniz için. Enes Battal KESKİN – Bursa Kent Konseyi Genel Sekreteri: Evet, Recep Bey’le yıllardan beri birlikte çalışıyoruz ve gönüllü çalışmalar içerisinde özellikle hemşehri dernekleri konusunda hem pratikte çalışmalar yapan, onun için teorisi noktasında da kafa yoran bir dernek başkanımız. Bu anlamda zaten yaptığı sunumda da bunu ortaya koydu. Hemen ikinci konuşmacımıza geçmek isterim, Batı Trakya Türkleri Dayanışma Derneği Başkanı Sayın Şükrü KÖSE. Bize tam da panel başlığımız çerçevesinde “Kentlilik Bilincinin Geliştirilmesinde Hemşehri Derneklerinin Rolü” konusunda konuşacak. Buyurun Sayın Şükrü KÖSE. Şükrü KÖSE - Batı Trakya Türkleri Dayanışma Derneği Başkanı: Teşekkür ediyorum Sayın Moderatör, Sayın Kent Konseyi Başkanım, Çok Değerli Milletvekilim, Saygıdeğer Sivil Toplum Kuruluşları Başkanlarım, Dernek Başkanlarım ve Yöneticilerim, Kıymetli Katılımcılar hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum. Öncelikle böyle bir paneli organize eden çok değerli kent konseyi başkanıma ve yönetimine de ayrıca şükranlarımı arz ediyorum, çünkü böylesi paneller insanımız için, kentimiz için, kentlilik için gerçekten zaruri bir ihtiyaç. Özellikle de bu panelde ön plana çıkan panelistlerin dernek başkanları olması ve problemleri de kentlilik bilincini de derneklerin kendilerinin konuşuyor olması ayrı bir güzellik diye düşünüyorum. Böyle bir giriş yaptıktan sonra tabi ki kentlilik bilincinin geliştirilmesinde hemşehri derneklerinin rolü ne olur diye sorduğumuz zaman aslında kent, kentlilik, kent bilinci ve hemşehrinin tanımlarını da yapmak gerekiyor. Bunu biraz önceki sayın konuşmacımız Recep başkanım da kısmen yaptılar, bunun üzerinde tekrardan durmak istemiyorum. Şimdi kıymetli katılımcılar hemşehrilik, hemşehri derneklerinin rolüne geldiğimiz
7
zaman hemşehrilik aynı şehirden, aynı coğrafi bölgeden, aynı ülkeden ve aynı kültürden olmayı ifade eder. Hemşehrilik, şehir hayatı içinde kaybolan bir kimlik olmayıp tersine şehir hayatında diğerleriyle ilişkiler arttıkça gelişen ve korunan bir ilişki biçimidir. Hemşehrilik kimliği tümüyle gelinen yere ait bir kimlik olmadığı gibi şehirle hiç ilgisi olmayan bir kimlik de değildir. Belki de bu ikisi arasında bir tampon görevi veya tampon kurumu olabilir diye düşünmemiz gerekir. Şehirlerin var olan yapısı her geçen gün değişimlere uğrayarak gelişir. Özellikle göç alan şehirlerde bu değişimi etkileyen önemli etkenlerden biri, farklı kültürlerin bir araya gelerek yeni bir kültürel mozaik oluşturmalarıdır. Hemşehri dernekleri de bir sivil toplum örgütü olarak yönetimde söz sahibi ve yöresel dayanışmayı amaçlayan legal örgütlerdir. Kent yönetiminin, yapacağı tüm uygulamalarda bu dernekleri dikkate alması gerekir. Bir toplum bireylerden oluştuğuna göre, bireylerin uyumu toplumun geleceği açısından çok önemlidir. Bu uyumu sağlayan ise kültür ve kültürü meydana getiren unsurlardır. İşte kent kültürünün oluşumunda çevre, coğrafya, ekonomi, eğitim, farklı gelenek ve inanışlar gibi birinci derecede etkili unsurlar vardır. Bunlar başlı başına aslında birer araştırma konusudur. Hemşehrilik ilişkilerinde en çok dikkat çeken husus ekonomik ilişkilerdir. Zira büyükşehire gelenlerin öncelikli ihtiyaçları barınma ve iş kurma ihtiyacıdır. Buna ilaveten hemşehrilik ilişkilerinin göç etmiş nüfusun kendisini şehirliden ve göç ettiği köyden ayırmasına yarayan bir kimlik, hem şehre uyması için gerekli bir araç, hem de bir güvence olarak görülmektedir. Eğitimi, bir insanın yaşadığı toplumda yeteneğini, tutumlarını ve olumlu değer içeren diğer davranış biçimlerini geliştirdiği süreç toplamı diye tarif edebiliriz. Şimdi eğitim, ruhu ve karakteri şekillendiriyor, ferde ve millete bütün değerleri kazandırıyor. Bir milletin yaşayış ve düşünüşüne ait bütün değerlerini tarihi seyri içerisinde nesillerden nesillere aktararak ve geliştirerek sürdürdüğü en büyük çalışmalar eğitim çalışmalarıdır. Hemşehri derneklerinin, üyelerin kentin kültürel değişimine katkılarını düşünerek sosyal ve kültürel uyumun sağlanmasında en olumlu etken olan eğitim faaliyetlerine büyük önem vermeleri gerekir. İçinde yaşanılan kente aidiyet duygusunu taşıyarak olumlu katkı sağlamanın yolu; kültürlü, bilinçli, yeniliklere açık, ufku geniş, farklılıkları kabullenebilen, dünya ile barışık üyeler yetiştirmeye çalışmaktır. Şayet dernekler arasında bir yarış yapılacaksa onun çıkış noktası da bu yaklaşım olmalıdır diye düşünüyorum. Hemşehri derneklerinin, yörelerinden yeni kopup gelen insanlara, bölgesel geleneklerini kaybetmeden, içinde bulunduğu şehrin değerlerine saygı duyarak ve gerektiğinde onları benimseyip yaşayarak hayata alışması ve yaşamını sürdürmesi gerektiğini
8
sağlama gibi köklü bir köprü görevi vardır. Yöresel âdet ve geleneklerin canlı tutulması, insanların kendi kültürlerinden tamamen kopmadan içinde bulundukları şehir hayatına konsantre olmalarına katkı sağlar. Hemşehri dernekleri kendi yörelerinin kültürel âdet ve geleneklerini muhafaza etmeye çalışırken, bu insanların şehir hayatına uyumu noktasında da çaba sarf etmelidirler. Bu aşamada bir de farklı kültürlere de açık olmaları kentlilik bilincinin oluşumunda çok önemlidir. Kendileri gibi düşünmeyen ve yaşamayan farklı insanları da anlayışla karşılamak farklılıkları kolay hazmetmek ve farklılığı zenginlik olarak kabullenmek zor ama olması gereken ilkelerdendir. Kent kültürünü o kentte yaşayan insanların içselleştirmeleri gerekmektedir. Şehre yeni göç eden insanların derneklerde daha sık ilgilendikleri, boş zamanlarını buralardaki etkinliklere harcadıkları, zaman geçtikçe tabir yerindeyse çevresini tanıdıktan sonra yeni arkadaş gruplarıyla tanışmak bilgi ve döngüsünü arttırmak suretiyle ilgi alanlarının genişlediği ve yavaş yavaş dernek faaliyetlerinden geri kalmaya başladıkları gözlenmektedir. Bu durum her yeni sosyal çevre için geçerli bir norm olmakla birlikte içinde yaşadığı sosyal çevreye uyum sağlamaya başladığının da bir işaretidir. Hemşehriler bir dernek etrafında kümelendiklerinde ve ortak hareket bilinci geliştirdiklerinde önemli bir siyasal kaynak oluşturmaktadırlar. Kısaca dernekler buluşma adresi ve problemlerin çözülmeye çalışıldığı mekânlardır. Dolayısıyla hemşehri dernekleri siyasi sistem ile birey arasında iletişimi kuran ve onun dilek, talep ve hoşnutsuzluğunu sisteme aktaran bir ara kurum olarak da işlev görmektedirler. Sonuç olarak toparlamak gerekirse, kentleri yönetenler daha doğrusu yerel yönetimler gelecek yıllarını veya diğer bir ifadeyle stratejik planlarını oluştururken mutlaka sivil toplum kuruluşlarını da bunlara dâhil etmeli ve hemşehri dernekleriyle sürekli temas halinde olmalıdırlar. Yani dernekleri de kentlerin yönetimine katarak böylece hemşehri dernekleri de sosyal hayata ve yönetim erkine daha yakın durarak üstlendikleri misyonlarını yerine getirmelidirler. Hemşehri dernekleri özellikle kentin sosyal, kültürel değişiminde kendi yörelerinin değerlerini koruyarak kentleşme bağlamında şehirlilik bilincinin oluşumunda ve gelişiminde kendi hemşehrilerini eğitmeli, yönlendirmeli ve güçlendirmelidirler. Empoze kültür yerine bilinçli, neyi niçin yaptığını bilen, kültürlü ve eğitimli nesillerin yetişmesi, kentlilik bilinci ve ülkenin gelişimi için önemlidir. Kentsel dönüşümü sadece ekonomik ve yapısal boyutuyla ele alırsanız günün birinde karşınızda kültürel yozlaşma ve çatışmayı bulmanız mümkündür. Bütün değerleri koruyarak, değişimi gelişim yönünde hızlı bir şekilde sürdüren topluluklar, bilimsel yaklaşımları ortaya koyarak geleceği daha iyi
9
planlayabilirler. Böylece hep birlikte el ele vererek önce kendi üyelerimiz olmak üzere tüm kent insanımızı mevcut değerleriyle birlikte geleceğe hazırlayabilirsek kentlilik bilincini sağlıklı bir şekilde daha üst seviyelere taşımış ve çıkarmış oluruz diye düşünüyorum. Kentlilik bilincini burada toparlarken, hemşehri derneklerimizin rolünü toparlarken şunu da ifade etmek isterim ki kentlilik bilincinin gelişiminde şu anda belki de norm olarak kabul edilmiş sayabileceğimiz kentlilik bilinci kurallarını da tekrar sizlerle paylaşmak istiyorum. Çünkü kentlilik bilinci kuralları aslında bizim millet olarak, toplum olarak, yaşadığımız hem maneviyat, hem değerler, hem de mevcut olan sistemimizde var olan yapılar ama maalesef bunların bir kısmı zaman içerisinde belki tahribata uğramış veya önemsenmemiş olabilir. Tekrardan kuralları sayacak olursak; bir defa kentlilik bilincinin oluşumunda kentimizi tanımak durumundayız, tarihine sahip çıkmak durumundayız, yine kentin doğasını korumak durumundayız, insanlarla -örneğin sabahleyin evden çıkınca veya kapıda karşılaştığımız komşumuzla- selamlaşmak durumundayız yani selamı yaygınlaştırmak durumundayız. Bunlar hep kentlilik bilincini biraz daha geliştiren kurallar diye hatırlamamız gerekir. İnsanlara karşı nazik olmalıyız, komşu hakkını gözetmeliyiz, farklı kültürlere açık olmalıyız, kentimizi temiz tutmalıyız, kamu görevlilerine yardımcı olmalıyız, çevremizi rahatsız edecek unsurlardan kaçınmalıyız. Ayrıca kültürel gelişime önem vermek, kentimiz için bir gerekliliktir. Kentin, daha doğrusu kamuya ait olan kentteki mevcut olan demirbaş eşyanın korunması bizim asli görevlerimiz arasında olmalıdır ve yardımsever olmalıyız, katılımcı olmalıyız, kentimizin geleceğine sahip çıkmalıyız diye ifade ettikten sonra beni sabırla dinlediğiniz için hepinize saygı, hürmet ve muhabbetlerimi, teşekkürlerimi arz ediyorum. Enes Battal KESKİN – Bursa Kent Konseyi Genel Sekreteri: Şükrü Köse Bey’e teşekkür ediyoruz, hemşehri dayanışma derneklerimizin yaptıkları ve yapması gerekenler hakkında bilgiler verdiler. Ayrıca, kentli yaşam bağlamında bireysel olarak uygulamamız gereken kuralları bir kez daha bizlere hatırlattılar. Şimdi de konuşmalarını yapmak üzere sözü, Diyarbakırlılar Kültür Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Sayın Şehmus SEVİŞ’e bırakacağım. Kendileri bize sivil toplum kuruluşları arasında hemşehri dayanışma derneklerinin önemi ve kentlilik bilincine katkıları konusunda bir sunu gerçekleştirecekler, buyurun. Şehmuz SEVİŞ – Diyarbakırlılar Kültür Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı: Teşekkür ederim, Sayın Vekilim, Sayın İl Emniyet
10
Müdürüm, Sayın Kent Konseyi Başkanım, çok değerli Sivil Toplum Örgütlerinin Başkanları, Temsilcileri, Değerli Konuklar, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Öncelikle bu panelin düzenlenmesinde Bursa Kent Konseyi olarak Türkiye’de ve Bursa’da özellikle marka olma yolunda büyük adımlar atan, çok güzel çalışmalar yapan, içinde barındırmış olduğu 4 meclisi, 34 çalışma grubu ile birlikte gerçekten Türkiye’ye örnek olan, bu kadar güzel sivil toplum örgütlerinin tamamını içinde barındıran Kent Konseyi Başkanı Sayın Mehmet Semih PALA’ya huzurlarınızda teşekkür ediyorum. Yine Kent Konseyimizin Hemşehri Dayanışma Dernekleri Çalışma Grubu’nun Başkanı Lütfi TAŞÇI Hoca’ya da emeklerinden dolayı teşekkür ediyorum huzurlarınızda. Yine bu çalışmalarda en çok emeği geçenlerin başında gelen Kent Konseyimizin Genel Sekreteri Enes Battal KESKİN’e çok teşekkür ediyorum. Değerli katılımcılar İl Emniyet Müdürümüze de teşekkür etmek istiyorum, İl Emniyet Müdürümüze iki defa teşekkür etmek istiyorum. Birincisi böyle bir paneli düzenlediğimizde bizi kırmayıp gelme taahhüdünde bulunup ve bu panele konuşmacı olarak katıldığı için teşekkür ediyorum. Yine ikinci bir teşekkürüm de gerçekten Bursa’ya göç etmiş olan özellikle, hem Anadolu’nun her tarafından hem Kafkaslardan hem Balkanlardan, hem Rumeli’den göç etmiş insanlarımızın yaşamış olduğu göç konusu ile ilgili aslında çok da dillendirilmeyen bir sıkıntıyı Sayın Emniyet Müdürümüzün buraya geldiği ilk günden itibaren özellikle basına yansımış olan demeç ve söylemlerinden sonra kendisine teşekkür ediyorum. Çünkü o kadar önemli konulara değindi ki kendisi, bizim Bursa’ya göç etmiş olan insanların sıkıntılarını bir nebze dile getirdi, ortaya koydu. Başta benim ve diğer hemşehri derneklerinin yaşamış olduğu o sıkıntıyı ortaya koyan bilimsel, akademik söylemler dile getirdi ve bence Bursa’da başta yerel yönetimler olmak üzere, yerel yöneticiler, idareciler olmak üzere, bir kısım medya ve yazarlar olmak üzere, bilinçli ya da bilinçsiz bugüne kadar getirmiş oldukları o söylemlerin ezberini bozan bir görüş ortaya koydu Sayın Emniyet Müdürümüz. Dolayısıyla bizler açısından da, Bursa’da yaşayanlar açısından da çok önemli bulduğumu dile getirmek istiyorum. Ben huzurlarınızda bu açıklamalarından dolayı kendisine teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. Kentlilik bilincinin geliştirilmesi, kent kültürünün oluşturulması ile alakalı arkadaşlarım geniş detaylı söylemlerde bulundular. Ben çok fazla girmeyeceğim bu konulara. Ancak işte hemşehri derneklerinin Bursa’daki rolü, özellikle olması gereken rolü konusunda, oynamaları gereken rol konusunda bir şeyler ifade etmek istiyorum. Şimdi dünyada gelişmiş olan bütün toplumlara baktığımızda sivil toplum örgütlerinin hem katkıları, hem siyasetteki etkileri ve o toplum
11
içerisindeki önem ve yeri çok ciddi boyutlardadır. İşte Bursa da, ülkemizin en şanslı kentlerinden bir tanesidir çünkü Türkiye’nin bana göre sivil toplum örgütlerinin en güçlü olduğu, toplumun sosyal hayatın içerisinde yer edinmiş olduğu şehir ve kentlerden bir tanesidir Bursa. Bursalılar olarak şanslıyız, Bursa çok şanslı bu konuda. İşte bu şanslarından bir tanesi de yine bu sivil toplum örgütlerini içinde barındıran kent konseyinin de böyle Türkiye genelinde bir marka olması, bu şansının önemini ortaya koyuyor bu şekilde. Şimdi insanlar yaşadıkları topraklardan, doğdukları yerlerden çeşitli sebep ve nedenlerle göç ederler. Çok da doğaldır bu. Yurt içinden olduğu kadar yurt dışından da insanlar Bursa’mıza, Türkiye’mize göç ediyorlar. Şimdi Türkiye’nin 4.büyük kenti, ekonomide en çok ilerlemiş, en çok gelişmiş kentlerinden bir tanesi Bursa. Sosyal hayatta ve diğer birçok alanda en fazla en önde gelişmişliği yakalamış olan kentlerden bir tanesi Bursa. İnsanların Bursa’ya göç etmesi doğal değil mi? Çok doğal, tabi ki göç alacaktır. Bu kadar zenginliğin, bu kadar ekonominin, bu kadar sanayinin yaşanmış olduğu, var olduğu bir kentte insanlar doğal olarak göç edecektir. İşte o göç edenlerle beraber aslında Bursa zenginliğine zenginlik katıyor. Hem sosyal yönden hem ekonomik yönden ve hayatın, yaşamın diğer birçok yönüne işte o insanlar zenginlik katıyor, renk katıyor. Bunu böyle görmek lazım, bunu böyle kabul etmek lazım. Kent konseyi başkanımızın yapmış olduğu konuşmada değinmiş olduğu o cümle çok güzeldi gerçekten, herkesten aynı tornadan çıkmış gibi muamele beklemek ya da öyle görmek doğru değil, olmaması gereken bir şey. İnsanın tabiatına aykırı olan şeyler bunlar. Dolayısıyla insanlar doğmuş oldukları yerlerden geldikleri Bursa’ya bir de kültür getiriyorlar doğal olarak. O kültürün de burada bir nebze yaşamasını da diliyorlar, istiyorlar. Aynı zamanda yardımlaşma duygusu ve hissiyatı içerisinde de bulunuyorlar. Yardımlaşmak, bizim dinimizin en önemli, en temel görevi değil mi? Komşun aç iken sen tok yatmamalısın diyor dinimiz, bize öyle emrediyor. Kültümüz nereden geliyor? Dinimizden de etkilendiği gibi kültürümüz ondan da oluşuyor doğal olarak. Şimdi Diyarbakır’dan gelenler sahip olmuş oldukları o kültürü bir nebze kendi içinde işte örgütlenerek yaşamak istiyor ya da yaşatmak istiyor. Bir nebze olsun çocuklarına bunu aktarmak istiyor. Bu da çok doğal bunu normal karşılamak, hoşgörü ile karşılamak lazım. Sadece Diyarbakır için geçerli değil bu. Bütün diğer hemşehri dernekleri için de bu geçerli. Yani ben Kafkasya’dan göç etmiş olan derneklerimizin, hemşehrilerimizin çeşitli etkinliklerine katıldığımda orada almış olduğum o haz, o mutluluk beni çok başka duyguların içerisine sokuyor. Doğal olarak bizim gerçekleştirmiş olduğumuz bu etkinlikler de onları mutlu ediyor. Bütün
12
bunlarla biz kendi insanımıza, hemşehrilerimize hizmet etmiş gibi görünüyor olsak bile aslında biz Bursa’ya hizmet etmiş oluyoruz. Biz Bursa kültürüne değer katmış oluyoruz. Biz Bursa’nın ekonomisine, yaşam şekline, standartlarına, bütün alanlarına artı değer katkıda bulunduğumuz gibi işte bu gerçekleştirdiğimiz çalışmaların da o anlamda özellikle siyasetçiler tarafından, özellikle yerel idareciler, yöneticiler tarafından takdir edilmesi gerekir. Bunların desteklenmesi gerekir, bunların önünün açılması gerekir. Zaman zaman karşılaşıyorum, karşılaştık da… Şimdi bizim yapmış olduğumuz hizmetlere, çalışmalara birileri sözüm ona mikro milliyetçilik yapıyorsunuz diye etiket yapıştırılıyor, böyle bir yaftada bulunuluyor. Yani şimdi insanların ne bileyim gelmiş olduğu kültürden oluşan hissiyatlarını, duygularını, düşüncelerini yaşam şekillerini ortaya koyması ve bir sivil toplum örgütü adı altında örgütlenmesi, bir arada olması niye mikro milliyetçilik olsun ki! Şimdi bunu dile getirenler aslında ne anlatmak istiyorlar ben çok iyi biliyorum. Yani aslında bunun altında, arkasında yatan şey şu ırkçılık, şovenizm. Neden bunu da ortaya koyuyorlar? Şunun için, şimdi 20 yıl öncesinin, 30 yıl öncesinin alışkanlıklarını devam ettirmek istiyorlar. Bursa’nın siyasetinde, Bursa’nın ekonomisinde, Bursa’nın çok önemli yerlerinde sahip oldukları o nüfusu o gücü bırakmak istemiyorlar, hoşlarına gitmiyor. Ama bunları paylaşmak durumundalar, dünya değişiyor, Türkiye değişiyor, Bursa değişiyor. Bursa 20 yıl önceki nüfusu ile aynı mı bugün? Değil, her anlamda, her alanda değişiklik ve gelişmişlik yakalamış olan Bursa’da hemşehri derneklerinin hem siyasette hem ekonomide hem de diğer alanlarda söz sahibi olması, olmak istemesi kadar daha doğal ne olabilir. Ama bunları benimsemeyen, bunlarla paylaşım içerisine girmek istemeyenler ne yazık ki işte böyle mikro milliyetçilik adı altında vs. farklı şeyler söylüyorlar. Bir nebze bizi ötekileştiriyorlar, bir nebze bizi pasifize etmeye çalışıyorlar ne yazık ki. Ama yapmak istedikleri şey onları küçültüyor bunu belirtmek lazım. Dolayısıyla sivil toplum örgütlerinin bir kentin bir toplumun gelişmişliğindeki yeri çok önemlidir, çok büyüktür. Bursa da o anlamda çok şanslıdır. Sahip olduğu sivil toplum örgütleri ile bu gelişmişliği yakalamıştır ve daha da ileriye götürüyor, götürmeye de devam edecektir. Bize düşen bunları daha iyi noktalara getirmektir. Ben sabrınızdan dolayı hepinize teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. Enes Battal KESKİN – Bursa Kent Konseyi Genel Sekreteri: Şehmus Bey’e çok teşekkür ediyoruz. Evet, Bursa’mızdaki hemşehri derneklerinin üstlendiği rollere artı bir vurgu yaptı. Tabi ki hemşehrilik bilincindeki temel vurgu da bildiğiniz gibi kentlilik bilinci noktasında… Doğduğumuz yere
13
saygı ama yaşadığımız kente aidiyet… Bu işin olmazsa olmaz kuralı budur. Geleneklerimiz, göreneklerimizi yaşatacağız ama yaşadığımız kente özgü değerleri de içselleştirmemiz ve kent yaşantısını içselleştirmemiz gerekiyor. Hemşehri derneklerimiz sivil yapı olarak güçlendikçe zannediyorum kente aidiyet duygusu da gittikçe artacaktır. Evet, emniyet müdürümüz aramızdalar. Biz katılımlarından dolayı kendilerine çok teşekkür ediyoruz. İl Emniyet Müdürlüğü’müz bu bağlamda kent konseyinin de paydaşlarından bir tanesi, şu an hali hazırda hem Toplum Destekli Polislik Müdürlüğü ile hem de Çocuk Şube Müdürlüğü ile farklı iki çalışma yürütüyoruz. Dolayısıyla bizim çok yakın diyalogda olduğumuz ve bu sosyal hayata katkılarını bildiğimiz bir yapı. Bizzat en tepe ismi olarak Bursa İl Emniyet Müdürü’müz Ali Osman KAHYA, bize bugünkü panelimizde göç ve göçün şehirde doğurduğu sonuçlar ve etkiler konusunda bir sunum gerçekleştirecekler. Buyurun sayın müdürüm. Ali Osman KAHYA – Bursa İl Emniyet Müdürü: Sayın Milletvekilim, Sayın Başkanım, Çok Değerli Sivil Toplum Kuruluşları Temsilcileri hepinizi saygı ile selamlıyorum. Öncelikle bizlere böyle bir imkan verdikleri için Bursa Kent Konseyine teşekkür ediyorum. Benim konum göç ile ilgili. Göç nedir, göçmen nedir, mülteci nedir? Bilmiyoruz. Şimdi göçmenle, mülteci farklı şeyler. Göçmen bir yerden bir yere yaşamak için, ikamet etmek için gelen, hayatını orada idame ettiren kişidir. Göçmen deyince biz Kafkaslardan gelen, Balkanlardan gelen kişiler bilirdik. Göçmen evet o da göçmen ama eğer Keles’in bir köyünden gelip, Bursa’ya yerleşiyorsa veya İnegöl’den gelip Bursa’ya yerleşiyorsa, Bursa’dan Eskişehir’e gidip yerleşiyorsa insan, bilimsel olarak bunlar göçmen sayılıyor. Göçler, iç göçler kırsaldan kentlere göç, Orta Anadolu’dan, Türkiye’nin İç Anadolu’sundan, deniz kenarlarına göçenler göçmen sayılıyor. Balkanlardan gelen dış göçlerde Balkanlardan olsun, Kafkaslardan olsun, diğer devletlerden gelen göçmenler de dış göç olarak kabul ediliyor. Göçe baktığımızda, göçler kente gelen ve kentleşme olarak değerlendirilen köyden gelen bir kişinin kentli olabilmesi için üç nesil geçmesi gerekiyor. Sosyolojik olarak baktığımızda insanların kentleşmesi üç nesil alıyor, beş nesil sonra da asimile oluyorlar. Bir nesil 30 yıl olarak kabul ediliyor. Eğer bir kişi köyden gelip Bursa’ya yerleştiyse, 90 yıl sonra, 100 yıl sonra bu kişi kentli sayılıyor, taşralı değil artık, dağlı değil. Ama Bursa’ya baktığımızda Bursa’da 120 yıl önce, 1993 harbiyle birlikte gelip yerleşenler var. Hâlâ kendilerini muhacir olarak değerlendiriyorlar. Halkla yapmış olduğumuz sohbetlerde biz 1993 muhaciriyiz, biz balkan göçmeniyiz, biz Batı Trakya göçmeniyiz diye tarif ediyorlar. Bu da gösteriyor
14
ki kentlilik bilinci oluşmamış daha... Biz burada yaşıyoruz, hepimiz buralıyız artık. Niçin böyle tanımlanıyor onu bilemiyorum tabi... Sosyologlarımız onu bileceklerdir. İnsanlar bir yerden bir yere niye göçerler. Göçün temel nedenlerinde işsizlik başta geliyor. İş bulmak için insanlar bir yerden bir yere göçüyorlar veya depremler nedeniyle bulundukları yeri terk ediyorlar, bir başka yere geçiyorlar. Kuraklıklar olabilir, kuraklık olduğu için daha verimli yerlere göç ediyorlar. Güvenlik gayesiyle göçler oluyor. Biz Türkiye’nin doğusundan batısına çok göç alıyoruz. En önemli nedenlerinden birisi güvenliktir. Orada huzur bulamıyor, sürekli taciz ediliyor, onun için bıkmış, usanmış… Kendi öz topraklarını, vatanını terk etmek durumunda kalıyor insanlar. Sosyal imkânlar var, kan davaları var. Kan davasından dolayı hicret etmek zorunda kalıyorlar. Evlilikler nedeniyle insanlar bir yerden bir yere gidiyorlar. Tabi bu evliliklerden dolayı bayanların üçte biri muhacir sayılıyor, göçmen sayılıyor. İlginçtir, Türkiye’deki göç eden bayanların da eğitim seviyesi yükseliyor. Siyasi faktörler vardı, 1980 öncesini idrak edecek yaşta abilerimiz, arkadaşlarımız var. Siyasi nedenlerle, sağ - sol meselesi nedenleri ile göç etmek zorunda kalmıştır insanlar. Daha iyi eğitim almak, daha iyi sağlık hizmetlerinden faydalanmak için veya kendisini toplumun baskısından kurtarıp daha özgürce yaşamak, küçük yerlerde insanların birbirleri üzerinde baskıları çok fazla, bu baskıdan bunalan insanlar orayı terk ediyorlar, büyük yerlerde kaybolup gidiyorlar veya denetimsiz kalıyor, baskıdan uzak kalıyorlar. Dolayısıyla özgürleşmek için, özgürlüğü yaşamak için de göç oluyor. Göçler ile ilgili toplumda değişik ön yargılar var. Biz bunlara katılmıyoruz. Göçmenler çok suç işler diye bir kanaat var. Bizim istatistiklerimize baktığımızda en az göçmenler suç işliyor. Kozmopolit olan yerlerde suç oranları azalıyor, az suç işleniyor. Bu insanlar zaten dış sebepten dolayı yerlerini değiştirmek zorunda kalmışlar. Yeni gittikleri yerde de ötelenmek, dışlanmak, aşağılanmak istemiyorlar. Oranın kurallarına uyuyorlar, sorun çıkarmak istemiyorlar, oradan da kovulmak istemiyorlar, gittikleri yerin kuralları ne ise onlara uyuyorlar. Göçmenler, göçle gelenler çok suç işlerler diye bir kanaat var toplumda. Fakat bizim yapmış olduğumuz çalışmalarda bunun böyle olmadığını gördük. Göçü herkes kötü bir şey olarak tanımlıyor yani göçmenlere iyi gözle bakılmadığını hatta yerliler tarafından veya o kentin eski sahipleri tarafından bunların benimsenmediğini görüyoruz. Hâlbuki göçler çok faydalı, bunu örneklerle sizlere anlatacağım. Biz buraya bin yıl önce gelmişiz, 1071’de Anadolu’ya girdiğimizi biliyoruz. Türkler kuraklık nedeniyle Orta Asya’dan göç etmek zorunda kalmışlar ve Anadolu’yu yurt edinmişler. Türkler Anadolu’ya geldikten sonra imparatorluk kurmuşlar, medeniyet
15
kurmuşlar. Yani göçler neticesinde medeniyetler kuruluyor. Bugün Amerika, Avrupa’dan giden göçmenler sayesinde bu medeniyeti kurmuşlardır. Amerika’daki şu anda dünyanın jandarması olan devleti, bir göç neticesinde oraya gitmişler, orada dünyanın en güçlü devletini kurmuşlar, medeniyet kurmuşlar. Yani göçler insanlar için çok faydalıdır. Türkiye’den örnekler verecek olursak, göç bir ilimizin, beldemizin gelişmesine büyük katkı sağlamıştır. Türkiye’deki illere baktığımızda, göç almayan illerle göç alan illeri mukayese ettiğimizde bunun ne kadar faydalı bir şey olduğunu göreceksiniz. Bakınız Sinop göç almayan bir ilimizdir, Iğdır göç almayan bir ilimizdir, Kars göç almayan bir ilimizdir. Yani belki köyden kente göçenler var. Beldeden veya ilçeden il merkezine gelenler var. Bu illerimize baktığımızda gelişmediklerini görüyoruz. Bunu çoğaltabiliriz. İsmen belki zikretmek belki hoş olmaz ama ben özellikle Sinop’u sizlere söylüyorum. Sinop gelişmemiştir. Sinop niçin gelişmedi? Göç almadığı için gelişmemiştir. En gelişmiş ilimiz hangisi? Bugün herkesin yerleşmek istediği İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa vs. bu kentlerimiz göç neticesinde bu seviyeye gelmişlerdir. Yani göç alan illerimiz kalkınmış, gelişmiş, göç almayan illerimiz de gelişmemişlerdir. Evet, göçün büyük faydaları var. Fakat bu entegrasyonu sağlamamız lazım, kentin sahipleri veya kentin yöneticileri bu entegrasyonu iyi yönetmeleri lazım, iyi yönetirlerse göçün ekonomik olarak, kalkınma olarak, gelişmişlik olarak çok büyük faydaları olduğunu müşahede ediyoruz. Ve 2023 yılında Bursa’nın nüfusunun 5 milyon olacağı telaffuz ediliyor. Şimdiden bunun altyapısını hazırlamamız lazım. İşte göç nedeniyle gelenler, kırsaldan kente gelenler, ilk önce şehrin kenar mahallelerine yerleşiyorlar. Burada hemşehri dernekleri çok önemli rol üstleniyor. Gelen kişiye bir güvence sağlıyor. Psikolojik olarak, moral olarak, yalnız olmadığını hissediyor ve yaşıyor, bu dernekler sayesinde iş buluyorlar, aş buluyorlar, eş buluyorlar. Bu derneklerin gelenlere büyük faydaları var. Buradan şehir hayatına alışabilmek için bir geçiş süreci yaşamak durumundalar. İlk gelenler kenar mahallelere, gecekondulara yerleşiyorlar. Bilâhare yani 30 sene, 40 sene geçince iş kuruyorlar, iş yapıyorlar, para kazanıyorlar. Bir üst yere terfi ediyorlar yani şehrin gecekondu mahallesinden, prestijli bir yerine, semtine taşınıyorlar. Yeni gelenlerde bunların boşaltmış oldukları yere taşınıyorlar. Göçün etkilerini anlatıyorum. Yani göçün sonuçları nasıl kente yansıyor. Evet, göç eden kadının eğitim seviyesinin yükseldiğini söylüyoruz, bunlar bilimsel şeylerdir. Yani ben hamasi olarak konuşmuyorum. Hakikaten araştırılmış, bilim adamlarımız, sosyologlarımız tarafından bu sonuçlara varılmış, uzun yıllar araştırma yapılmış, bunun sonucuna göre raporlanmış. İllerde ki çarpık
16
kentleşme, kırsaldan kentlere göçün bir sonucudur. Böyle de bir zararı da var göçün, negatifi pozitifi var, artıları ve eksileri var. Bir ilde çarpık kentleşme varsa orası çok fazla göç almış demektir. O ilin yöneticileri buna hazır olmadıkları için hazırlıksız yakalanmışlar ve çarpık kentleşme meydana gelmiştir. Sosyal ilişki ağları bakımından bu hemşehricilik çok önemli ve hemşehri dernekleri önemli bir sosyal açığı sarıyorlar, tedavi ediyorlar. Yoksullukla baş etmek için sosyal ilişki çok önemli, burada ilk ilişki kuracağı kişiler hemşehrileri, hemşehri dernekleri. Dayanışma için birbiri ile yaklaşıyorlar, bu ideolojik yön olabilir, dini yön olabilir, kültürel yönü olabilir. Herkes birbirine yaklaşıyorsa bu benim dinimden veya bu benim görüşümden, bu benim siyasi görüşüm diye bu etkenler insanların bir araya gelmesini sağlıyor. Dışardan yani gecekondulardan, pretijli yerlere göçü, bilim adamları nöbetleşe yoksulluk diye tarif ediyorlar. Yoksul gelen bir kişi gecekonduya yerleştiyse, para kazandıktan sonra şehrin bir başka yerine taşınıyor. Ondan sonra gelenler de onun boşalttığı yere geliyorlar. Bunu “nöbetleşe yoksulluk” olarak tabir ediyorlar. Yoksul ailelerde erkek otoritesi artıyor. Eğer erkeğin otoritesini kırmak istiyorsanız, o aileyi zenginleştirmek lazım. Aile zenginleştikçe erkek otoritesi zayıflıyor. Veya tersini de söyleyeyim iyi bir otorite kurmak istiyorsanız fakirleşeceksiniz yani erkeklere söylüyorum bunu, kadınlara da eğer erkeğin otoritesini kırmak istiyorsanız zenginleşeceksiniz. Devlet yoksula yardım ettikçe otorite zayıflıyor, erkeğin otoritesi zayıflıyor çünkü kadının bir güvencesi var yoksul olunca. Yoksulluk siyasi radikalleşmeleri tetikliyor. Yoksul olan insanlar radikalleşiyor, aşırı uç haline geliyor, aşırı hareket ediyor, aşırılaşıyor, eğer çevrenizde aşırılıklar görüyorsanız bu yoksulluktan kaynaklanıyordur, insan zenginleştikçe törpüleniyor, fakirleştikçe hırçınlaşıyor, uçlara kayıyor. Kadın yoksul olunca kadına karşı şiddet artıyor. Eğer çok şiddet gören kadınlar varsa bunun en önemli amillerinden birisi kadının yoksul olmasıdır. Eğer kadın zenginse ona beyi kolay kolay şiddet uygulayamıyor, dolayısıyla şiddete maruz kalmak istemeyen hanımlarımızın zenginleşmesi gerekiyor. 1980’lere kadar devlet sanayiyi teşvik etti ve konut sektörünü ihmal etti, sanayicilerimiz de konut sektörüne yönelmedikleri için gecekondulaşma başladı ve gecekondulaşma bundan dolayı oldu. Yani sanayiye destek verildi, konut sektörüne destek verilmedi. Gençlerin uğraşacak bir şeyleri olmazsa, suça yönelmeleri daha kolay oluyor. Suç işleyen insanlar, cezaevlerini incelediğimizde değerli misafirlerimiz, iki şey öne çıkıyor; cehalet ve eğitimsizlik. Eğitim nedir? arkadaşlar, eğitim bildiğini uygulamaktır. Eğer bir insan bildiğini uygulamıyorsa o iyi eğitim almamıştır. Çok iyi öğretebilirsiniz, örnek vereyim
17
günlük hayattan, kırmızı ışıkta geçilmeyeceğini herkes biliyor ama geçiyor. Alkol aldıktan sonra araba sürülmeyeceğini biliyor, araba sürüyor. İşte şehirlerarası yolda, şehir içinde, otobanlarda duble yollarda veya devlet yollarında kaç kilometre hızla gidileceğini biliyor fakat uymuyor. Bunun adı nedir biliyor musunuz? Eğitimsizlik, iyi eğitim almamış. Eğitimli insanlar bildiklerini uygulayan insanlardır. Az şey bilebilirsiniz ama bildiğiniz şeyi uygulamanız lazım. Evet, işte gençlerin uğraşacak bir şeyleri olmazsa daha fazla suç işliyorlar. Cezaevlerinde yatanların, cezaevine girenlerin çoğunun eğitimlerinin çok düşük olduğunu veya fakir olduklarını görüyoruz. Yani zengin insanlar, varlıklı insanlar, hali vakti yerinde olanlar daha az giriyorlar. Evet, başta da dedik, sanayinin yarattığı cazibe olsun, ekonomik ihtiyaçlar olsun, göçün nedenlerindendir demiştik, kozmopolit olması bir yerin az suç işlendiğini gösteriyor demiştik. Göçe çok kötü bakmamak lazım diyorum, göç faydalı bir şey fakat göçü iyi yönetmek lazım. Sizlerin daha fazla sabrını zorlamadan bizleri sabırla dinlediğiniz için çok teşekkür ediyorum. Enes Battal KESKİN – Bursa Kent Konseyi Genel Sekreteri: İl Emniyet Müdürümüze çok teşekkür ediyoruz. Bize akademik bir perspektifte katkı sundular. Hem de kent sosyolojisi literatürünü de bir yerde bilmemize olanak verdiler. Sabrınız ve katılımınız için çok teşekkür ediyoruz.
18