“SU YÖNETİMİNDE SORUNLAR VE DENEYİMLER” Sayın Başkan Sayın Konuşmacı arkadaşlarım Değerli konuklar Hepinizi içten dileklerimle selamlıyorum “Su Yönetiminde Sorunlar ve Deneyimler” başlığı altında sizlerle, “Diyarbakır’da yaşadığımız sorun ve deneyimleri paylaşmaya çalışacağım. Öncelikle; Şehrin Dicle ve su ile hukukundan kısaca bahsetmek, 20 yıl süresince yaşadığımız susuzluktan sonra, temin ve projelendirme sürecinde karşılaşılan sorunlara değinmek, Son olarak da; su yönetiminde karşılaşılan zorlukları ve çözümleri aktarıp, kısa bir değerlendirme yaparak sonlandırmak istiyorum. Dicle ve Diyarbakır Efsanelere göre; belki de gökyüzünün, toprağın ve güneşin olmadığı günlerden kalmadır Dicle. Büyük Su’dan kalan bir parçadır belki! Gerçekte Dicle’nin kendi gibi uzun ve dolambaçlı olan tarihi, bizi uygarlık tarihinin pek çok başlangıcına ve Diyarbakır’a ulaştırır. Taşlara, taşların gizemiyle hep iç içe yaşanan bir tarihe… Sönmüş bir volkan olan Karacadağ, 1954 m yüksekliği ile Diyarbakır Havzası’nın en yüksek noktasıdır ve patlama sırasında akışa geçen lavlar, Dicle Nehri’ne ulaşarak burada sonlanmıştır. Yer yer 60 metreye varan bazalt tabakalar oluşturan bu platoda ise 7000 yıl önce Karacadağ’ın soğuyan lavlarından/bazalt taşından Diyarbakır kurulmuştur. 10-12 bin yıl önce insanların ilk yerleştiği noktalardan biri olan Hassuni Mağaraları ve 9-10 bin yıl önce belli bir tasarım ve tekniğe göre yapılan evlerde oturan, bitki yetiştiren ve hayvan besleyen insanların izlerini taşıyan Çayönü Tepesi, Şehrin yanı başında yer alan Mezopotamya Medeniyetlerinin ilk habercileridir. 5,5 km uzunluğunda, 8-10 metre yüksekliğinde, 3-4 katlı olarak bazalttan inşa edilmiş sur bedenlerinde yükselen 82 burcu ile eski dünyanın tüm kavimleri ile tanışan Diyarbakır, 26 medeniyetin canlı izlerini halen taşımaktadır.
Diyarbakır’da Suyun Tarihi Karacadağ’ın aldığı yağış, bazalt çatlakları ile yeraltından ve yüzeyden küçük akarsular ile kent merkezinin altından/içinden Dicle Nehri’ne akmaktadır. Bu akış günümüzde devam etmekle birlikte, iklim değişikliği ve tarımsal amaçlı bilinçsiz yeraltı suyu kullanımı nedeniyle azalma göstermiştir. MS. 1500’lü yıllara kadar şehrin içme ve kullanma suyu ihtiyacını yeteri düzeyde karşılayan Anzele, Arbedaş ve İçkale Kaynak suları, bazalt pöhrenkler ile kente sunulmaktaydı. Bu tarihten sonra, bölgedeki ticari ve politik merkez konumundaki Diyarbakır’ın artan su ihtiyacı, Karacadağ eteklerinde yer alan ve kente 14 km mesafede bulunan Gözeli Kaynağı’ndan, bazalt su kemerleri ile kente isale edilerek karşılanmıştır. Diyarbakır’da ilk şebekenin tarihi 1920’li yıllara gitmektedir. Vakıflar İdaresi tarafından yaptırılan font şebeke, 1970’li yıllara dek kullanılmıştır. Bu tarihlerde yine Gözeli Sahasında açılan derin kuyularla birlikte, şehrin su ihtiyacı 1980 yılı başlarına dek karşılanmıştır. Son yüzyılda ciddi bir su yatırımının yapılmadığı Diyarbakır, doksanlı yılların ilk yarısında köy boşaltmaları nedeniyle göç felaketine maruz kalmış ve altyapısı tamamen felç olmuştur. Bu yıllarda içme suyu ile bulaşan hastalıkların sayısında çok ciddi bir atış gözlenmiştir. Nüfusun yarısına yetecek suyun, diğer yarısını da ekonomik ömrünü yitirmiş şebekede kaybeden su idaresi, tüm hizmetlerini yetersiz insan ve makine kaynağı ile yürütmek zorunda kalmıştır. İşte DİSKİ böyle bir ortamda 1996 yılında kurulmuş ve ilk iş olarak su temin projesini başlatmıştır. Şehrin su sorununu çözmek için yeraltı suları yerine yüzeysel su kaynakları alternatifi üzerinde durulmuş, ilk olarak Devegeçidi Barajı, daha sonra kirlilik nedeniyle (Shell ve TPAO şirketlerinin kirletmeleri nedeniyle Devegeçidi Barajı’nda hidrokarbon konsantrasyonunun çok yüksek olduğu tespit edilmiştir) vazgeçilerek Dicle Barajı’na yönelenmiş ve kaynak olarak seçilmiştir. Bu durum, suyun maliyetinin yaklaşık iki katına çıkmasına neden olmuştur. Çünkü, Devegeçidi Barajı’nın kaynak seçilmesi halinde sadece 52 m terfi yapılacaktı, fakat şu an suyu Dicle Barajı’ndan alarak 175 m terfi etmekteyiz ve sadece suyu terfi etmek için aylık ortalama 600.000 TL enerji giderimiz oluşmaktadır. Bunun dışında 1,25 milyar m3 yer altı suyu da aynı kuruluşlar tarafından kirletilmiş durumdadır.
Bu büyük olumsuzluk dışında bir de; projelendirme kriterleri ve hesap hataları nedeni ile halen yaşadığımız sorunlarla mücadele etmek zorundayız. Yasa gereği yetki devri yaptığımız DSİ, nüfus projeksiyonu hesaplamalarında yaptığı hata sonucu, 2005 yılında şehir nüfusunun 1.211.000 olacağını öngörmüş ve bu nüfusun ihtiyaç duyacağı suyu (10 milyon m3) taşıyacak boruların çaplarını hesaplamıştır. Oysaki 2009 yılı nüfusumuz 835.000 kişi, bu nüfusun ihtiyaç duyacağı su miktarı ise, yaklaşık 3 milyon m3 şeklinde gerçekleşmiştir. Yanlış hesap sonucuna göre belirlenen boru çapları ihtiyaç duyulandan oldukça büyük tutulmuş ve kazı maliyetinden tutun, malzeme maliyetine ve esas önemlisi de işletme maliyetine negatif etkisi büyük olmuştur. Bununla birlikte; hesap edilen boru çapına ilave olarak, yapılacak imalatın kalitesinin düşük olacağını düşünerek, kayıp-kaçakların yüksek olacağından hareketle, ihtiyaç duyulacak su miktarına %25 ilave yapmıştır. (Kaynak: DSİ-D.Bakır Merkez İçme Suyu Hidrolik Raporu). Tüm bunların üzerine İller Bankası’nın 1.000 km şebeke, 100.000 m3 kapasiteli 6 depo, onlarca farklı yerde yapılan imalat süreçlerine projenin başlangıcından feshedilmesine kadar tek bir kontrol mühendisi ataması, şebekenin de olması gereken kalitede imal edilmemesine dolayısı ile kayıp oranının yükselmesine neden olmuştur. İşletmeye alındığı 2001 yılından sonraki ilk iki yılda toplam kayıp oranı %69 olarak hesaplanmıştır. İçme Suyu Sistemi Halihazır da şehrin içme suyu Gözeli ve Dicle Barajı olmak üzere iki kaynaktan karşılanmaktadır. 835.000 nüfusa sahip şehir merkezine aylık ortalama 5 milyon m3 su arzı yapılmaktadır. Yaklaşık 2 milyon m3’ü iletim ve şebekede kaybolan suyun 0,5 milyon m3’ü de tahakkuk ve tahsilat sürecinde yitirilmektedir. Dolayısı ile toplam kayıp oranımız %50 dolayında seyretmektedir. Nüfusun %99’u içme suyu, %98’i ise atık su şebekesine bağlıdır. Su Kayıpları Kapsamında Yürütülen Çalışmalar. Yaşanan tüm bu olumsuzluklarla mücadele etmek elbette kolay değildi. 1980’den 2001’e dek musluklarında günde veya birkaç günde sadece 1-2 saat su görmüş insanların yaşadığı bir şehirde suyu yönetmek, henüz 5 yaşında bir kamu kuruluşu olan DİSKİ’de, “önce su vermeli, daha sonra kayıp-kaçak işleri ile ilgilenmeli” algısını oluşturmuştur. 2006 yılından bu yana gündemine aldığı su kaybı çalışmalarında, sorunu detayları ile tanımlamış, gerekli idari yapılanmasını gerçekleştirmiş, çözüm yöntem ve araçlarını oluşturarak belirli bir bölgede uygulamış ve şehrin kalan tüm bölgelerinde neler yapılacağını planlamış bir süreci yaşamaktadır DİSKİ.
Bu kapsamda 835.000 nüfuslu şehrin 284.954 nüfusunun yaşadığı Bağlar semtinde, alanı 5,3 km2 olan ve sadece fiziki (şebeke) kayıpları %35,2 olan bir alanda (3.1 basınç katı) uygulanan yöntemler ile fiziki kayıp oranı bir yıl içinde (Şubat 2008-Şubat 2009) %18,5’e düşürülmüştür. Bu çalışmalar hangi yöntem ve araçlarla gerçekleştirildi, isterseniz biraz irdeleyelim: Teknik ve İdari Çalışmalar olmak üzere iki bölümde ele alınmıştır. TEKNİK ÇALIŞMALAR Teşkilat yapısına yeni birimlerin eklenmesi Coğrafi ve Yönetim Bilgi Sistemi Departmanı SCADA Departmanı Kaçak-Kayıp Tespit Departmanı Mevcut Birimlerin İş Akış Prosedürlerinin Yeniden Tanımlanması Şebeke İşletme Tahakkuk Abone Bilgi İşlem İDARİ ÇALIŞMALAR Basınç katlarının daha küçük izole edilmiş alanlara bölünmesi. Her izole bölgenin CBS ve YBS veri tabanının tamamlanması. Bölgenin tek noktadan beslenecek şekilde dizayn edilmesi. Besleme noktasına istasyon inşa edilmesi (cihazların montajı vb) İzolasyon testinin tamamlanması. Mevcut durum analizi (ihtiyaç-arz-tahakkuk hesap ve ölçümleri). İhtiyacın hesaplanarak, ihtiyaç fazlası miktarın (fiziki kayıp) belirlenmesi Korelasyon, adım testi, dinleme, vb yöntemlerle noktasal tespit. Değişken basınç ve debi yönetimi ile ihtiyaç kadar arz yapılması. Stepe de aynı işlemin uygulanması.
DÖNGÜ Kayıp önleme çalışmalarının dışında, sosyal sorumluluğunu da yerine getirmeye çalışan DİSKİ, “herkesin suya adil ve eşit erişiminin bir insan hakkı olduğu” prensibi ile hizmet üretmeye çalışmaktadır. Bizim için abonelerimiz hiçbir zaman “müşteri” olmamıştır. Suyu bir meta olarak arz etme anlayışı ile hareket eden birçok su idaresi, asgari tüketim miktarını düşük tutarak, kalabalık hanelerin bu
haktan yeterince yararlanamamalarına neden olmaktadır. Ülkemizde bu oran 1215 m3 dolaylarında seyretmektedir. Hane halkı büyüklüğü ülke ortalamasının oldukça üzerinde olan şehrimizde, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Meclisimiz, bu değeri 20 m3 olarak tespit etmiş ve suya erişim hakkını destekleyen bir karara imza atmıştır. Son olarak, su-enerji-çevre-kültür ilişkisine bakışımızı değerlendirerek sözlerimi tamamlamak istiyorum: Gelişen teknolojinin günlük yaşamı daha fazla enerjiye bağımlı kılması ve dünya nüfusunun giderek artması, özellikle elektrik enerjisini vazgeçilmez kılmaktadır. Modern insanın her geçen gün artan enerji ihtiyacı, tüm ülke yöneticilerinin çözmek zorunda oldukları bir büyük sorundur. Ülkemizin bu ihtiyacını büyük ölçüde gidereceği düşünülen GAP projesi, neredeyse bütün hedefi enerji ve tarımsal üretim üzerine kurulmuştur. Ve günümüze kadar projelerin %80’inin enerji, %14’ünün ise tarımsal alanda gerçekleştirilmiş olması bunun kanıtı olmaktadır. GAP, her iki yönden de temelini Fırat ve Dicle’nin sularına dayandırmaktadır. 1976’dan bu yana, inşa edilen 19 adet barajdan yıllık yaklaşık 21 milyar kWh enerji üretilmiştir. GAP kapsamında Dicle ve Fırat üzerine inşa edilmekte olan 7 adet barajdan yıllık 1,65 milyar kWh üretim beklenmektedir. Yine aynı nehirler ve kolları üzerine inşa edilmesi planlanan 89 barajdan ise, yıllık 26 milyar kWh üretim yapılması hedeflenmektedir. Eş deyişle, yapılacak olan 96 barajın toplamından yıllık 27,7 milyar kWh enerji elde edilmesi hedeflenmektedir ki, bu değer de, gelecek 2019 yılında (10 yıl sonraki) ihtiyaç duyacağımız 318,67 milyar kWh enerji miktarının %8,7’sini karşılayabilecektir. Buna karşılık, Türkiye’de ortalama şebeke kayıpları %18 dir yani, 2008 için 31,5 milyar kWh düzeyindedir ve dağıtım kayıpları ve kaçaklar %10 oranında düşürülebilirse, bu değer 4000 MW gücündeki bir santralin ürettiğine eşdeğer enerji tasarrufu sağlayacaktır. Ayrıca enerji açığına %9,73 oranında katkı sağlayacaktır. Bir tarafta milyarlarca dolar harcanarak inşa edilecek dev barajlar ve olumsuz etkileri ile %8,7 lik bir katkı, diğer tarafta ise, çok daha az bir maliyetle %9,73 lük bir katkı yer almaktadır ve kazanabileceğimiz bir dünya durmaktadır.
Bununla birlikte, daha az enerji tüketen aydınlatma elemanlarının kullanımı ve üretiminin teşvik edilmesi de bir diğer destekleyici çözümdür. Türkiyedeki her konutta enkandesan lambaların birisinin kompakt flüoresan lambalar ile değiştirilmesi, Ilısu Barajı ve HES’den elde edilebilecek enerji kadar tasarruf yapılmasına yetebilir. Türkiye’de 23 milyon konutta, 100 W’lık bir enkandesen lambanın 20 W’lık bir kompakt flüoresan lambaya değiştirilmesi ele alındığında, bu lambaların günde 4 saat çalışması varsayımı ile tasarruf edilebilecek enerji miktarı 2,7 GWh’tir. Bir gecede tesis edilebilecek bir santrale eşdeğer bu enerji oldukça dikkat çekicidir. Bu amaçla devlet destekli, konutlara ücretsiz kompakt flüoresan lamba dağıtılması gibi projelerinin geliştirilmesi mümkündür. Bu projelerin benzerleri çeşitli ülkelerde yapılmış ve olumlu sonuçlar alınmıştır. Ülkemizde de bu uygulama dar bir alanda başlamış; ancak seçim malzemesi gibi algılanmış ve sonuçları takip edilememektedir. Baraj yapımı için kullanılacak kaynakların, iletim ve şebeke kayıplarının önlenmesi ve tasarruflu teknolojilerin kullanılmasına ayrıldığında, sorun büyük oranda çözülmektedir. Salt ekonomik bir değerlendirme yapıldığında bile, “Bütün bunlara değer mi?” sorusun cevabı: “Elbette HAYIR” olacaktır. Fırat-Dicle kolları üzerinde inşa edilen-edilecek olan barajların sayıları ve bunların tamamlanması, bunların nehir olmaktan çıkıp göller dizisi haline gelmeleri ve sonuçta enerji için habitatı ve tarihi-kültürel mirası bir daha geri gelmemek üzere kaybetmemizle ve yüz bini aşan nüfusun, binlerce yıldır yaşadıkları yerlerden ayrılmak zorunda kalmaları ile sonuçlanacaktır. Bunlara ek olarak, yenilenebilir enerji kaynağına (güneş) yapılacak yatırımların bu sorunu çözmekte hayli rol oynayacağı da yine bu konudaki uzmanların ortak görüşüdür. Yıl boyunca 2993 saat güneş alması ve 1460 kWh/m2-yıl enerjiye sahip olması itibarı ile bölgemiz, Türkiye’de ki en fazla güneş alan bölgedir. Nitekim bir yıl önce hayata geçirdiğimiz “Güneş Evi” projemiz bu konuda önemli bir somut örnektir. Web sitemizde detaylı bilgilerini bulacağınız projemizin, makro planlamalara fikirsel anlamda güç vereceğine inanıyor ve son olarak; Bırakalım Dicle Aksın… Ve binlerce yılda oluşturduğu değerlere yenilerini eklesin !!! Saygılarımla…