Bütün Şehir Dergisi Yıl 1 Sayi 12

Page 1

Şehir ve her şey...

Yıl: 2 / Sayı: 12

Kentin Ruhu Ya Da RUHSUZ KENTLER

Fiyatı: 15

Kent Kültürü Dergisi

SAATHANE MEYDANI Kentsel Arkeolojik Sit Alanı İlan Ediliyor!

SAMSUN’DA TURİZM NİÇİN, KİM İÇİN?





Yıl: 2/Sayı: 12 Nisan-Mayıs 2016 www.butunsehirdergisi.com

Bütünşehir’den Merhaba 12

KÖKÜ MAZİDE BİR ATİ İmtiyaz Sahibi ve Sorumlusu Akasya Basın Yayın Tanıtım Recep YAZGAN 0544 730 49 32 recepyazgan1@gmail.com Yayın Kurulu Prof. Dr. Cevdet YILMAZ Prof. Dr. Bünyamin KOCAOĞLU Doç. Dr. Önder DUMAN Yrd. Doç. Dr. Cem GENÇOĞLU Tevfik DEMİR İbrahim TÖKEL Recep YAZGAN Mustafa KARAOSMANOĞLU Reklam Koordinatörü Yasin KURT 0544 303 55 55 İletişim Gaziler Meydanı Gelişen Han No: 11 Kat: 3 İlkadım/Samsun Tel: (0362) 432 12 01 butunsehirdergisi@gmail.com Grafik Tasarım Akasya Basın Yayın Tanıtım 0362 432 12 01 Baskı Uğur Ofset Pazar Mah. Şehit Nuri Urun Sok. No: 48 İlkadım/Samsun Tel:(0362) 431 52 55 www.ugurofset.com.tr Baskı Tarihi 15.05.2016 Bütünşehir Dergisini Ebabil Kitabevi, Endülüs Kültür Merkezi, Deniz Kültür Merkezi Selamet Kitap Kırtasiye’nden temin edebilirsiniz.

Bu sayımız biraz hatta biraz dahadan fazla gecikti. O neden bu neden yok. Zamanında çıkabilmeliydik sair sebepler nedeniyle zamanında çıkamadık özür dileriz. Biz aylık bir dergiyiz. Şehire ait ne varsa diye çıkıyoruz. Çarpık kentleşme, kentsel dönüşüm de dergimizin derdi konular arasında. Yine İstiklal Caddesindeki binaların dışına yapılan uygulama ve ortak renk de bizi ilgilendiriyor. Şimdi de bu uygulama Cumhuriyet Meydanve çevresinde başladı: Görüntü kirliliği açısından beğendiğimiz bir proje ama tek renklilik açısından tartışılması gerekirdi. En azından kullanılan renkler tartışılabilinirdi diye düşünüyorum. Yoksa bu alanlar şehrin önemli dış yüzleri,kendi haline bırakılmayacak kadar öenmli alanlar. *** Yine şehrimizde yapısal bir hareketlilik özellikle Atakum’da sürerken hala kendimize ve tarihimize özgü bir mimarinin olmayışı ayrı bir üzüntü kaynağımız. Birçoğu hatta tamamı dış cephe malzeme ve moda renklerle göze ilk anda hoş gelen yapılar. Ancak bu yapılara hangi birimiz bizim şehirlerimiz, bizim estetiğimiz, bizim duygularımız ve bizim tarih-inanç değerlerimizle bağdaşık diyebilir. Bir tane mağarayı ya da eski kral mezarını ya da eski bir Selçuklu, Osmanlı evini görebilmek için tatil programı yapan bizler bu hayranlığımız neden yaşadığımız şehirlerde mimariye dönüştürmeyiz ki. Şu kentlerden-yani şehir ruhu taşımayan toplu yaşama alanlarından camiileri-minareleri çıkarın bakın geriye ne kalıyor? Çok şükür ki özellikle İlkadım ilçemizde camiilerimiz hatırı sayılır da hem mimari hem de ses olarak Müslüman bir belde de yaşadığımızı anlıyoruz. Eskiden temelden yetişip ustalık dönemlerinde camii,mescid,kervansaray,yol,köprü,ev,han yapan ecdadımız belki mimarlık mühendislik diplomasını alamadılar ama bugünkü bazı mimarlar gibi camiiye karşı olmak yerine cami yaptılar. Köprüye karşı olmak yerine köprü yaptılar. Hem de şimdikiler gibi her beş senede bir bakıma alınacak şekilde değil beş yüz yıl bin yıl ayakta kalacak şekilde. Biz bu dergide hep bunu anlatıyoruz. Gücünü geçmişten alan,tarihten alan, kültüründen alan bir şehircilik anlayışından bahsediyor. İnsanıyla, şehriyle,taşıyla,toprağıyla dün var olan yarın da olması gereken bir şehirden bahsediyoruz. TOKİcilikten değil şehircilikten bize ait şehircilikten bahsediyoruz: derdimiz budur, bu sayımızda da. Ne harâbîyim, ne harabâtîyim,. Kökü mâzide olan âtîyim ... Yahya Kemal

Tevfik DEMİR 5


İÇİNDEKİLER <Tevfik DEMİR> 05 Bütün (Samsun) Şehir <Adnan ÖZ> 08 ŞARK KAHVEHANELERİNDENGARP KAFELERİNE <Hülya BULUT> 12 Samsun’da Turizmniçin, Kim İçin? <Prof. Dr. Cevdet YILMAZ> 18 KENTİN RUHU YA DARUHSUZ KENTLER <İsmail OKUDAN> 28 Samsun Deniz Fenerleri <Emine YILMAZ> 30 BANDIRMA VAPURU MÜZE YAPILMAK İSTENDİAMA EMİR YERİNE GETİRİLEMEDİ! <Recep YAZGAN> 34 Şaban Sağlık'la Sorulunca Anlaşılan <Mustafa KARAOSMANOĞLU> 36 1883 (H.1299) Canik (Samsun)HÜKÜMET KONAĞI YANGINI <Yrd. Doç. Dr. Selim ÖZCAN> 46 Osmanlı'nın Son DönemindeÇARŞAMBA'DA EĞİTİM <SERVET ZEYREK> 52 AHALİ GAZETESİ VE SAMSUN’DA EĞİTİM (1936-1939) <Tarihçi Yazar Civan ÇELİK> 60 İlâhi Sitelerden İnkâr Sitelerine <Alaattin KARACA> 66 ANTİK AMİSOS KENTİ’NDEN Bir Yer Altı Odalı Mezar Örneği <Mustafa KOLAĞASIOĞLU - Orhan Alper ŞİRİN> 70 Yaşlılar Anlattı Gençler Kaydetti OMÜ Tekkeköy Sözlü Tarih Araştırmaları Gezisi <AKASYAMHABER> 82 SAATHANE MEYDANI Kentsel Arkeolojik Sit Alanı ve3. Derece Sit alanı İlan Edildi <AKASYAMHABER> 84 Ayten Öztürk Ünalçarşamba Ve Ayvacık’ın Yeşilinihiçbirşeye Değişmem! <Yasin KURT> 86 SAMSUN’DA CAMİ BAHÇESİNDE TARİHİ DUVARA RASTLANDI! <AKASYAMHABER> 90 Tekkeköy Belediyesi 80. Yıl Parkı Yenileniyor <AKASYAMHABER> 91 ŞAMPİYON BELLİ İKİNCİ KİM? <Hüseyin KARAKAŞ> 92 ŞEHİRDEN MERHABA 12

6



BÜTÜN (SAMSUN) ŞEHİR Adnan ÖZ

Aslında yazımızın maksadı Samsunda yayın yapan bütün şehir dergisi ama bütün şehir demişken yaşadığımız şehrimizin durumuna da bir göz atalım dedik.

8

Bakmayın siz şehrimizin tanımının şehre yön verenler bile bu şehbütün şehir olduğuna, bu şehrin rin ne şehri olduğunu, neyle öne sadece konumu bütün şehir. çıktığını bilmemektedir. Çünkü Aslında yazımızın maksadı Samsun hiç bir alanda öne çıkaSamsunda yayın yapan Bütün mamıştır. Şehir Dergisi ama bütün şehir Bunu planlaması gerekenler hala demişken bu şehir ne şehri olsun diye soru Yaşadığımız şehrimizin durumu- sormaktadırlar. nada bir göz atalım dedik. Oysa şehre yön verenlerin bunu Düz bir manıtıkla baktığımızda planlayıp gereğini yapması gerebütüm tam demektir.O zaman kirken yapmamışlar. bir soru soralım Samsun tam bir Samsun eskiden fuarcılıkla anılan şehirmidir? bir kaç soruyla bunu bir şehirmiş şimdi ise fuarcılık külaçalım. Samsunda bir vatandaşa bu şehir ne şehri, neyiyle öne türü tarih sayfalarında yerini almış. çıkmış diye sorsak vatandaş ne Samsun eskiden ticaret şehriymiş der? Vatandaşı bırakın yıllardır bu değişen koşullar ve plansızlıktan


oda tarih sayfalarında yerini almış.

Yollarımızda genelde sağ şeritler Samsun ülkemizin iki önemli ovası indir bindi ve park için kullanıldığı ve iki önemli akarsuyuna sahip için ana yol aktif dört şerite yani olmasına rağmen hükümetlerin bir istikamete iki şerite düşüyor. tarım politikalarının plansızlığın- Buraya ünüversiteninde kuruldudan dolayı ovalarımızın büyük ğu düşünüldüğünde bu yolun yetbölümü ormana dönmüş. meyeceği, dar geleceği kesindi. Buna yerel yöneticilerde bir altar- Ama bunu bile hesaplayamamışız. natif üretmemiş, üretememiş. Hiç olmazsa paralel yollar yapsaySamsun sanayi şehri olma yolunda dık! yapmışızda ama yaptığımız yolise idarecilerin ister yetersizliği lara yada yaptık dediğimiz yollara deyin ister beceriksizliği ister de bir bakalım. Oradada çuvallamışız.

birilerinin iddia ettiği gibi maksat- İnönü Bulvarının girişi evlere şenlı bir şekilde mobing uygulaması, lik. Cağaloğlu Caddesi önce tek şehri bu konuda güdük bırakmış. şerite düşüyor sonra bitiyor. Koskoca Samsunda oluşturulan sanayi alanları malesef Kayseride bir firmanın kullandığı alan kadar olabilmiş. Samsunun tarihi ise bir devirden öncesi ön plana çıkarılırken bir bölümünün üstüne, her halde ıslanıpta yıpranmasın diye olacak bina dikip korumaya almışlar! Samsun şehri plansız programsız kendi halinde, kendi başına betonlaşarak büyümüş. Kimsede bu şehrin elli yıl sonrasını yüz yıl sonrasını düşünmemiş.

Yeni açılan ve bulvar diye yutturulan yol ise düz tarlada virajlı. Virajından geçtik gelip oda şehir içine giriyor şehir trafiğini sıkıştırıyor. En önemliside gidiş dönüş dört şerit yani azıcık şehir gören bir insanın, şehri yönetenlerin tarlaya dört şeritli yol açmasını, hele bu şehrin nüfusunun bir milyon olacağı öngörüldüğünü ve ortalama her yıl onbin nüfus artışı olan bir ilçe olduğunu biliyorsa yöneticilerin bu yaptığını her halde anlamlandıramaz.

Bu yolun sağ şeridininde indir binHadi ilkadımı ilçesini geçelim ilka- dir yada park olarak kullanıldığıdım merkezi eskiden yapılaşmıştı nı varsayarsak elimizde kaldı bir bir şey yapılamadı. şerit onuda yöneticiler alsın tepe Ya Atakum? Otuz yıl önce tamamı- tepe kullansın. na yakını tarla ve arsa olan atakum Atakum eskiden çok parçalı ilçesi nasıl planlanmış bir bakalım. yönetilmiş olsada üst belediyenin Atatürk bulvarı gidiş dönüş altı şerit planlanmış yani bir yöne üç şerit yolun hemen sıfırına binalar kondurulmuş çoğu yerde kaldırımlar yetersiz Sinop ve Bafra güzergahının yolu olan bu yola birde şehrin yoğunluğu eklenince bu günkü tablo ortaya çıkmış.

Samsun'un tarihi ise bir devirden öncesi ön plana çıkarılırken bir bölümünün üstüne, her halde ıslanıpta yıpranmasın diye olacak bina dikip korumaya almışlar! Samsun şehri plansız programsız kendi halinde,kendi başına betonlaşarak büyümüş.

bu şekilde standartsız yapılaşmaya müsade etmemesi gerekirdi,deniz kenarında bile bitişik nizam binalar yapılmış, aynı caddeye bakan binaların bile kat farkının olması tuhaf ve haksızlık değilmi? bir sokakta yürürken önüne bina gelip yolun bitmesi normalmi?

9


Ve bunların hepsinin daha dün tarla olan yerlerde olması,birde bu şehri yönetenler tarafından çok güzel bir planlama yapılmış gibi ben yarattım,ben planladım diye övünülmesi

şehirlerimizi bir şekle sokmak o kadar kolay değil ama hiç olmazsa bundan sonrası için bir planlama yapılmalı.

gelinceye kadar çalışmalar yapıp bunları yinede mevcut yöneticilere bir rapor halinde sunmaları,kabul görmeyen projelerin arşivleyip Şehir yönetmek deniz doldurup saklamaları gerekmektedir. alan kazanmak,ağaç kesip bina Uygulamaya koyduramadıkları projeleri yeni gelecek yöneticiye Nasıl bir zihniyetler tarafından dikmek olmasa gerek. yönetildiğimizin göstergesi değil- Bu söylediğim sıkıntıları siyasi taktim etmeleri gerekecektir. midir? olarak söylemiyorum çünkü Bütün Kimse bu şehiri yönetenlere kızıp Yöneticilerimizin sahildeki bul- Şehir Dergisi siyasi bir dergi değil- şehirden vaz geçmemelidir. dukları arsaları kamu binalarıyla dir. Bütün şehir dergisinin Samsun Bu şehir tarihiyle,kültürüyle ve doldurmasını,bunun şehircilik bili- için bir şans olduğunu düşünenler- geleceğiyle hepimizin ve gelecek mi açısından izahının olup olma- denim ama bunu faydaya dönüş- nesillerindir .Bunun için sizler gibi dığını Samsunlular taktir etmek- türmek gerektiğinide biliyoruz. Bu şehrin geçmişiyle geleceği aratedir.Ve bu yöneticilerki her top- Bütün Şehir Dergisi ekibi yılların sında köprü olma görevi düşen lantıda şehir sıkıştı,şehir tıkandı birikimiyle çalışmalar yapmakta insanlara bir gün hak ettiği değer şehri güneye taşımamız gerekiyor Bu çalışmaların kıymetini bilmesi verilecektir .Bu ekibin üzerinde diyen yöneticiler ise bu plansızlık gerekenlerin bilmemesi bir gün vebal vardır kişisel veya başka bu yöneticiler tarafından yapılı- bilinmeyeceği anlamına gelmez. nedenlerden bütün şehir dergisi yorsa kime ne diyeceğiz. Bir gün bu şehri yönetenler,bu eki- ve ekibi dağılmamalı ne pahasına Oysa Atakum düzgün bir şekilde bin değer kabul ettiği değerleri planlanabilseydi bütün karadenizin değer kabul edecek, bu ekibin dert imrendiği bir yaşam alanı olurdu. edindiklerini dert edinecek bir kişi Bu keşmekeş haliyle bile gördü- olacaktır.

olursa olsun çalışmalarına devam etmelidir.

Bütün ekibe bu şehirde yaşayan biri olarak teşekkürü bir borç biliğü ilgi bunu gösteriyor.Artık bu Bütün şehir dergisi ekibinin O gün yoruz. 10


11


ŞARK KAHVEHANELERİNDEN GARP KAFELERİNE Hülya BULUT

Bir sus nidası çarpıyor kahvenin mavisi gitmiş grisi keyfte duvarına. “Bi susun akideşim, ajans başlıyıvedi!” Bi bakalım nele olup bitmiş memleketimde?

12

Omuzlarında keder, Osman Ağa yine düşmüş kahve yoluna. Oysa namaz vaktine var daha epeyce. Üstelik ceketini sol omzuna atmış nedense? Mahallenin yaşlısı, genci vakitli_vakitsiz gider oldu kahveye. Ne olacak bu işin sonu diye soruyor cümle ahali, ne olacak bu insanların ahvali hali?

-Ne olucak bu memleketin halleri? Gidişat heç mi heç eyi görünmüyo bene. Uyuklamanın sırası mı Rüstem emmi, sen de etsen iki kelime. Bak gençler de va aramızda, öğrenseler ya onlarda, yavrulamız heder olmasın bizden geride! Çaycı Remzi, tazele bakim çayları, konu möhüm bu gece, bitmez kelam öylece dar vakitlerde, lambayı söndüremeyiz erkence.....

Bir sus nidası çarpıyor kahvenin mavisi gitmiş grisi keyfte duvarına. “Bi susun akideşim, ajans başlıyı- Gençlerden biri atılıveriyor ortaya, münasebetsizliği hoş vedi!” Bi bakalım nele olup bitmiş olmasada:Hayriye teyze diyor, memleketimde? kızdı yine arkandan Osman Ağa!Her _Ajansları okuyor bir kadın radyo- gece her gece bitmedi gayfesi da, mahalle eşrafı kulak kesilmiş diye. Kötü örnek oluveriyomuşsun sese. gençlere!


Osman Ağa bu, söz söyletir mi kendine, yine de temkinli her sözünde. “Ayıp edivemiş koca karı, ne kötü misal oluvecek miş benim gayfem herkeslere. Kötü belleyeni ipinden çekip mi geliyom ben? Hem siz görüyonuz ne güzel konuşup dinliyoz, öğreniyoz her şeyleri birbirimizden. Tutturmuş bir ağız,Acem, Arap bulaşığıymış burala!Olumu öle şey. Heç Arap gören oldumu aramızda ben yıllardır geldim, gittim göremedim bidene. Uydurmuş kimin uydurmasıysa.

Bizim oğlan orda dinelmede bari, beni bi çay yap... Gayfeyi sonra içeriz gari, deve çıngırakları ipek yolunun başında zaar daha! Masaların örtüsü yok, sandalyeler tahtadan, ortadaki kış aylarında her daim göbeği çatlayana kadar kızaran sobasıyla kahvelerin içinde, yalansız, güler yüzlü, insanlarımız durur. Memleketimizin bize ait hüzünleri, sevinçlerine ortak ettikleri yürekleri ellerinde. İlimide, irfanıda yüreklerinde insanlar!

_Ne müşkül bir meslekmiş bu kahvecilik. Gecenin kör vaktine kadar sürer mi bir iş? Sürer... Gönül yarenlerinin ne muhabbeti biter ne keyfi_keder halleri. Boşuna deme_Ben heç gidevemedim oralara, siz miş eskiler “gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül sohbet ister gençsiniz gidiverin gari. kahve bahane”diye. Gülüşmelere aldırmaz Osman Ağa, o kendine has uslübuyla başlar Kahve ve kahvehaneye deyince anlatmaya. Her iki gecede bir aynı duracaksınız, Türk toplumunda. muhabbet bir kez döner kahve- Kaç toplum vardır ki bir içeceğin hane efradının kulaklarında. Ama bir fincanına “kırk yıl”hatır biçmiş, yine de kimse ses edip de bölmez kırk yıllık hatrın tanığı mekanları, hayatının merkezine bu kadar Osman Ağa’nın sözünü yarıda. yerleştirmiş olsun. Osman Ağayla Tahta masaların tahta sandalyelerikahve cemaatini kendi dünyalane çöken yürekler, çay kaşığı çınlarında bir çay içimlik bırakıp, hayat maları arasında, ahşap tereğin kadim tarzımızın bir parçası olmuş kahdostu eski radyoda çalan “Yemen veyi ve mekanını tanıyalım bakalım Türküsüne”kaptırır kendini bir süre. nereden gelmiş aramıza nereye Kahve, Yemen’den mi gitmekte bizden sonra. Habeşiştan’dan mı gelmiş bilinOsmanlıda ilk kahvehane,1554 mez, Khaldi’nin çelimsiz koyunlayılında İstanbul Tahtakalede rının bilmeden yediği kahve otu o Halep’li Hakem ile Şam’lı Şems gün bu gündür dost sohbetlerinin tarafından açılır ve oradan tüm en güzel yareni oluvermiş. yurda yayılır. Kahvehaneler ilk ola_Yavrım bakıve gari, taaa... 1500 yüzlerde koca İstanbul’un Tahtakalesine açılmış bunun aynısı yeler. Bilivedin mi?

_Eee !Remzi Usta nerde kaldı bizim gayfeler? Ebu Abdal, Hecin develerini atlatamadı heral hendekten. Yoksam çoktan ulaşıdı önümüze!

rak camiilerin yakınında açılmıştır. Namaz vakitleri arasındaki boşluklarda insanlar, küçük kulübeler şeklinde yapılan barakalarda sohbet Gayfeleri yapıvecesen yapıve, etmişlerdir, ilk bilinen amacı budur. yapıvemicesen, yapıvecek gaveler İlk dönem kahvehaneler, müdavaa, hemide maskodığanda pişe- vimlerinin ilğilerine göre sınıflara ninden.... ayrılmış;

Kahve ve kahvehaneye deyince duracaksınız, Türk toplumunda. Kaç toplum vardır ki bir içeceğin bir fincanına “kırk yıl”hatır biçmiş, kırk yıllık hatrın tanığı mekanları, hayatının merkezine bu kadar yerleştirmiş olsun. Osman Ağa'yla kahve cemaatini kendi dünyalarında bir çay içimlik bırakıp, hayat tarzımızın bir parçası olmuş kahveyi ve mekanını tanıyalım bakalım nereden gelmiş aramıza nereye gitmekte bizden sonra.

13


Mahalle kahvehaneleri, Esnaf, Yeniçeri, Tulumbacı, Aşık, Semai ve Meddah kahvehaneleri.... Osmanlı döneminde yeniçeri ayaklanmalarının organize edildiği, Kurtuluş Şavaşı sırasında direnişlerin planlandığı mekanlar olmuşlardır. Tanzimattan sonra bunlara “Aydın K a h v e h a n e l e r i ”e k l e n m i ş t i r. Bu dönemde de adı, “Aydınlar Okulu”anlamına gelen “Mekteb_i İrfan” olarak anılmıştır. Aydın kahvehaneleri,o dönemlerin entelektüellerinin devam ettiği mekanlar olmuştur. O dönem kültür ve düşünce hayatı buralarda gelişmiş ve şekillenmiştir. Belli kesimlerin bir araya geldiği buluşmalarda, edebiyattan sanata, matematikten şiire, politikadan teknolojik ilerlemelere, velhasıl güncel ve toplumsal tüm konularla ilğili tüm bilgilerin paylaşıldığı ve yayıldığı mekanlardır kahvehaneler. Tanzimatla beraber değişen Türk toplum hayatında kahvehane sözcüğü yerini kıraathaneye bırakmıştır. Her iki kullanımda birbiri yerine kullanılagelmiştir günümüze değin. Kıraathaneler, “okuma evi”anlamındadır. Bu yönüyle kah14

vehane kültüründen ayrılır. Toplum hayatındaki değişim ile beraber bu mekanlarda, yerli ve yabancı gazeteler okunabilmiş, okuma eylemine kolay ulaşım getirmiş bu gelişimle, düşünsel üretim mekanları olarak “Tük düşünce tarihinin”toplum içinde yayılmasında önemli işlevlerde bulunmuştur. Tam da bu nokta da “Mahalle Kahvehaneleri”Üstad Necip Fazıl’ında deyimiyle; “Tembelhane ve enerji mecbahanesi” bir nevi, zaman öldürme mekanları sayılırken, kıraathaneler, “zamanın kültür enstitüleri”olmanın örneklerini vermiştir. Cumhuriyet kurulduktan sonra gerçekleştirilen yeniliklerin halk arasında yayılmasında da bu mekanların önemli yeri vardır. Türk kültür hayatında bu mekanlar edep ve erkan öğrenilen yerlerdir. Geleneksel kültür varlıklarımız arasında sosyal hayatımızı etkileyen en önemli mekanların başında yer alır. Bizim için eski çehresiyle “Bir Hayat üslubudur. ” Konumuz her ne kadar kahvehaneler olsa da kahvehane kültürünün ayrılmazı kahve ile ilğili önemli bir ayrıntıyı paylaşmadan geçmeye-

lim istedik. Mangal kumunda pişen kahveler, yanında lokumu ve bir bardak soğuk suyu ile yüzyıllardan beri hayatımızda. Kahve, Osmanlı döneminde padişahlara bir bardak suyla ikram edilirmiş. Padişah içmeden önce kahvenin üzerindeki köpüğe parmağını değdirir, sonra parmağını su dolu bardağa sokarmış. Su mavi renk alıyorsa fena, kahve zehirli demekmiş zira. O günlerden kalma bu alışkanlık sürer hala. Kahvenin yanında mutlaka soğuk su getirilmesi adettendir. Çoğunluk yanlış bilir, zira o su kahveden önce ağız çalkalamak içindir. Kahvenin tadı mümkün olduğunca daha fazla kalsın diye ağızda. Geçmiş zamanımızın güzelliklerini hakkıyla yaşayıp, yaşatabilmek adına ince ayrıntılardaki güzellikleri görmeliyiz. İnsan yaşadığımız günlere bakarak varolan kültürümüzün güzelliklerini daha bir anlamlı buluyor. Baksanıza ne anlamlar yüklemişler bir fincan acı kahve nazarına. Şimdilerde durum değişti, insanlar kendilerine sunulan kahveden bir yudum kalmaya korkar oldu. Malum kırk yıl hatır_ gönül çekme zahmetli iş. Akşam


Işıkları söndürürken çayçı Remzi abi pek bir düşünceliydi. Ne olacak bu gençlerimizin hali, ahvali?....... Sabah çayları tavşan kanı kıvamına ermeden düşmüştü Osman Ağa kahvenin eşiğine. Hadin bırakın çayı şehre iniyoz hep barabar. Gece ecünnüler bastı, uykuma. Çocuklar bubasız, gidiverelim oldukları yere, sahapsiz olmadıklarını anlasın millet!...... _Anlasın ya anlasın millet diyorum ve görevi Osman Ağadan devralıyorum. Koca çınarın serinliğinde dinlenme vakitleri onların deyip düşüyorum yollara. Kent sokaklarında dolaşmayı sever misiniz? Güneş ne kadar dik gelsede üzerinize bir kasvetli hava boğar sizi. Ya da bu benim için böyle. içilen kahvenin hatrı sabah unutu- _Osman Ağa!onlar şehre yeni gaylur oldu. feler açılmış oralara takılıyola, gelBizim eşraf halen kahvede, anlaşı- mezler atık bizim fakirhanemize. Yanlarında bide kız dolaştırırlarlan bu gece sönmeyecek ışıklar..... mış. Akideş dedidiler okuldan orda _Buyur Osman Ağa bol göpüksünöle karışık oturulasıymış. Okuyolar den gayfen hazır, pödürdeti ve ya böyük adam oldular, zaar beğengari!Bandır bakem sende parmamiyip durular bizi. ğını suya zehir vamı içinde? (gülüş_Ganareler neyimizi beğenmiyolar? meler, gülüşmeler... ) Çıktıkları yerimi inkar ediyo ki bu _Dede bu neden böle oldu? gavurun dölleri. “O mahiler ki derya _Sus bakem kapçıkağzlı o ne öle içredir deryayı bilmezler”deyi boşa dede? hem olan biten bişeycikler mı demiş atılamız. Öğrenicek onlayok? da. Burlarda böyüdü onlar. Aslımız _Beni bak bakem ırmızan, bizim bu bizim. oğlanlar Mıstıvayla ibram nelerde _Gelile gelile, kürkçü dükkanı şahit görinmiyüp durular? Kızdırıpdurula dönüp gelile. Olmadı biz gidip takip analarını, Sabah oldu mu kaybo- ederiz dallarımızı nerelede eğiluveriyorlarmış ortalık yerden. yola bizim oğlanlaa. Ata yadigari Kadıncaza bir sorem dedim, somaz onlar bize. Biz sahiplenmezsek kim olaydım. sahiplenecek fukaralara. Vakitte

Sisli bir karanlık içinde, küçük adımlarla, sokağın taş bağrına basa basa ilerken, üzerime Saadetlü Mutasarrıf Paşa Hazretlerinin teftiş ağırlığı basıyor gibi hissediyorum. Bakalım Mustafayı, İbrahimi bulabilecekyim diye geçiriyorum içimden. Yüzümde hafif bir tebessüm oluşuyor, kendi marifetime gülüyorum içten içe. Kaleiçi Mahallesinden geçip, Hançerli Sokağa sapıyorum, oradan Metropolithane sokağının başından giriyorum içeri, olsa olsa buradadırlar bizim kayıp efrat diyorum....

Sokağın iki yanına atılmış rengarenk masalar ve dükkanların ışıl ışıl parlayan ön girişleri sizi ayrı bir dünyadaymışsınız hissi veriyor. Sohbet gürültüsüne karışan müziğin tiz çığlıkları kulaklarınızı tırmalıyor. Oysa “sarı çicek” vardı _Adı batsın ganarelerin deyi ünle- epey geçe gelmiş, haydi cemaat bu arkamda kalan evin penceresinde! Siz yürüdükçe değişen endişeli, yip durudu gene. gecelik yetivesin bu muhabbet. 15


tiksinç gölgelerin seyrini içinizde hissetmek, alışık olmadığım bir tedirginlik hali yaratıyor. Kahkası bol sokağın beni olumsuz etkileyen acayip sinsi bir hali var. Aralarından geçerken şöylecene bakma fırsatı yakaladığım, yarım yamalak görebildiğim şekilsiz yüzler çarpıyor gözüme. Bu yüzlerden geldiğine hükm verdiğim hırlamaya benzer mırıltılı sesler çalınıyor kulağıma. İçime tarif et deseniz tarifte zor-

deden mercan köşküne takıldığını anlayıp, bir sade kahve istiyorum. Muzurluk bu olsa gerek! Ben ona o bana yabancı bir nesil, olacak, kuşaklar ince ince çatışaçak, kimbilir bir avuç mercan köşkü birleştiriverir bizi gün gelir, kokusuyla...

li noktasıdır der Ahmet Hamdi Tanpınar. Bütün ihtiras ve değişme, korku ve nesil anlaşmazlıklarının kilit noktası orasıdır. Kilit, yeni düzenin nabzını sıkı tutabilmekte.... Serbest piyasa ekonomisinde bu düzen yutar zayıfı!Tehlike tam da Yüzdeye vuramam, bunlar bizim burada. Yeni akımın alacalı renkleri gençliğimiz, amma velakin yarısın- gençlerimizi bizden ve geçmişimizdan bir boy fazlasını tanıyamıyo- den koparan! Dışımız perişan halde sıra içimizde! Duygularımızda, rum. Bu çocuklar bizim aramızda ne ruhumuzda! ara böyle büyüdüler. Afallıyorum. Unutmamamız gereken “Kurt dumanlı havayı severmiş”Eski mekanların öncelikli öğretisi; İnsan haysiyetinin değerinin bilinmesidir, aklımızdan çıkmasın! Karşımda hafızasız bir nesil!Parmağımı suya batırıyorum suyun rengi değişiyor. Katran mavisi!Paramparça dağılıyor kahve köpüğü! _Kahve zehirli diyorum. Garson ikinci heyezanını yaşıyor. Anlamsız boş bakıyor yüzüme, ne diyorsun der gibi.

lanacağım garip bir acı çörekleniveriyor. Yok bu böyle olmayacak diyorum. Çınarlı kahve ile Şanzelize cafenin çaprazına düşen bir masaya oturuyorum. Buradan manzara daha bir ayan beyan seçilir fikrindeyim. Mekanların bize dönük olanlarında asayiş berkemal. Ohhh diyorum, içime serin sular serpiliyor. sipariş almaya gelen garsona bir fincan mercan köşklü Türk kahvesi diyorum, yüzündeki şaşırmış ifa16

Beyaz Zambaklar ülkesinde şöyle der; “Yeni nesiller yeni şarkılar üretirler. ”Bizim yeni şarkımız makamsız oluşuyor görülen. Ya da bizim bilmediğimiz besteler işliyor gençlerimizin ruhuna. Yabancı sesler içimizde geziniyor. Muhayyer_hüzŞamatası bol bir masaya kayıyor zam makamı çalan.... gözlerim. Pembe, petrol mavisi, Modernleştik. Gururluyuz. Kafeler fosfor yeşili üç baş saç yumağıtıka basa dolu!Baş döndürücü bir nı görünce irkiliyorum oturduğum değişim yaşadığımız. Yeni Türkiye yerde, kollarında dövmeler, burunmanzarasının renklerini tanımakta larında, kaşlarında piercingler..... zorluk çekiyoruz. Kızıl_mavi.... Bütün kestirmelerin başı tutulmuş Bu arada istisna ve kaide sözünüdiyorum. Ruh kargaşası yaşadı- de sıkıştıralım araya. Bu demek ğım. Aileler; “Bırakalım yapsınlar değil tüm mekanlar aynı bu demek bırakalım geçsinler”demişsiniz, hiç değil tüm gençliğimiz bu halet_i doğru etmemişsiniz. Terbiye ve ruhiyede! Münevveriyetini koruyan yetiştirme bir toplumun en önem- mekanlarımız ve buraların müda-


imi insanlarımızda portföyümüzden geçiyor ince bir nezaket içinde. Öncelikle çürük elmaları ayırıp, iyileştirmeliyiz ki sağlam olanlarada zarar vermesinler. Onlarda çürümeye terk edilmesinler. Zira zararı hepimize. Kalabalıklar arasında yapayalnız insanlar var etrafımda. Konuşurken kimse kimseyle göz göze gelmek istemiyor. Dolu masalarda boş şişeler, fazlasıyla boşa meşgul “Ruh Terbiyecisi” beyinler!

ğimin izleri. Gördüğüm, bizim olan izler silinmiş. Yeni izler bize yabancı. Sokaklarımızda sert fırtınalar esiyor, önünde bizim çocuklarımız! Dönüşü olmayan dönemeçlerde kaybolmadan, kirli eller onlara dokunmadan, toplum hafızamız engel olmalı bu savruluşa. İyiliğe bürünmüş yaşlı ihtiyarın elmasına uzanmadan elleri, kendi elimizi uzatalım çocuklarımıza. Hiç bir masalı laf olsun diye anlatmadık biz onlara. Kırmızı başlıklı kız da şahit anlattıklarımıza.

Sıyrılıp geçmek istiyorum çok kısa bir an aralarından... Öylecene, kalkıp uzaklaşmak. En kolayı, gözlerimi olan bitene kapamak. Evet en kolayıdır, sorumluluk duygusundan kurtarır. Aman bana necilerden eder. Her kes kendi çocuğunu korusun. Öyle değil işte. Aynı çınar kökünün dallarıyız. Kırıldıkça Oyun ortadaydı aslında. Rest çekzannetmeyin canımız acımayacak tiler bize açıkça. Elimiz sağlam zanbizimde. Acısı toplumca hepimize. nettik oysa hile karışmıştı oyuna, Bakarsak hepimiz görürüz, gör- reste rest çektik, kaybettik topmeliyiz olan biteni. Tam bir vicdan lumca! Kendi oyunumuzu başkalamuhakemesiyle.... rının kurallarıyla oynamaya kalktık, Çınarlı meydan kahvehanelerin- tabiki yenilecektik sonucunda.... den, dar, loş, çıkmaz sokak ara- Toparlanmalıyız, çok dağıldık! larında kaybetmeyelim geçmiş Sinsice gençlerimizin güzel yüzzaman izlerimizi. Kendi kaderimizi leri, duyguları, ruhları öldürülükendimiz inşa edip yaşama sana- yor. Oysa hepsinin gözleri ışıl tınımızı bu yolda ilerletmeye mec- ışıl yürekleri tertemiz biliriz. buruz oysa. Toplumumuzun maneviyatı kurutu-

laştırıp düzenleri yıkmaktır der. Aklıma yatan bir fikir. Kurumlar ve kurumların işletmeci beyinleri bu noktada kilit noktası. Onlar ne kadar uyanık, düzenleyici ve toplum sorumluluğu bilincinde tavır sergilerse, daha bir kolaylaşır işimiz. Amma velakin bize daha derin daha kalıcı bir köprü gerek geçmişimizle bizi bağlayacak! Ama ne? Ama ne?...... Bin bir düşünce zihnimde ağır adımlarla sahipsiz sokağı terkederken, şehir sokaklarında kurutulacak bir yığın bataklık var diyorum. Sazlıklarda kurutulup yerine mercan köşkleri dikilmeli. Kemal_i keramiyetle şehir halkına teslim edilmeli. Sonra Osman Ağa geliyor aklıma, olsa yanımda kesin şöyle derdi bana:

Bataklığı kurutmak sana mı kaldı gızım, uzun iş o hem bi anda oluvemez. Ne ölee saatlerdir kelamında bitivemedi. Kısa keseydin Aydın Havası oluveseydi be gızım. Ne habar bizim hergelelerden, gödün luyor. Geleneklerimizle uzlaşmanın mü onları? bir yolunu bir an önce bulmalıyız. Gülümsüyorum... İçimden işim O gençlerimizede suç yüklemek kahve peykesinden aleme nizam pek vicdanlı değil. Onlarda geçmiş vermek değil diyorum, tam sözüve gelecek çizgisi arasında sıkışıp me söz ekleyecekken, Kefeli kalmışlar görülen. Onlara yol gös- Camiinden akşam ezanı yükseliyor. termeliyiz. Ezanın upuzun kollarının, yüzümde

Avrupa’nın bakir fikriyle bizim ak_ı piranemiz birleşir mi hiç? Birleşirse, Galat_ı Hilkatları doğarmış. Doğmuşlar ya üstad diyorum biz farketmeden boy atmışlar birde. Deyimden ürküyorum. Ne yaptın üstad, şimdi bunu nasıl açıklarım kariye? Cemil Meriç, Sosyoloji Notları Ben her şeyden önce kendimin kitabında, sorunun kaynak değişipeşindeyim. Sokaklarımızda ara- mi fikri beyanında bulunur; Batının dığım kendi sesim, geçmiş benli- son dönem oyunu kurumları yoz-

sıcaklığını bırakıp, Arastaya aktığını hissediyorum. Ruhum rahatlıyor incedennn inceyeee...... İşte bu diyorum, işte bu.... 17


SAMSUN’DA TURİZM NİÇİN, KİM İÇİN?

Prof. Dr. Cevdet YILMAZ Turizmin tanımı ve amacı

Başka bir tanıma göre turizm (tatile çıkma) ve rekreasyon (boş zaman faaliyetleri); insanların (çalışma, yeme-içme ve uyuma dışında kalan) beden ve zihnini dinlendirme ameliyesidir.

18

Turizm (en genel şekilde); dinlenmek ve rekreasyon amacıyla seyahate çıkan kimselerin yolculukları ve geçici süreyle konaklamaları esnasında ortaya çıkan olaylar ve ilişkiler bütünü olarak tanımlanır. Başka bir tanıma göre turizm (tatile çıkma) ve rekreasyon (boş zaman faaliyetleri); insanların (çalışma, yeme-içme ve uyuma dışında kalan) beden ve zihnini dinlendirme ameliyesidir. Bu tanımlara göre turizm ve rekreasyon; gün içindeki yorgunluğun aralarda küçük molalarla, haftalık yorgunluğun hafta sonu dinlenerek ve nihayet yıl boyunca

çalışmanın getirdiği yıpranma ve bezginliğin de yıllık tatillerle giderilmesi esası üzerine kuruludur. Temel amaç; bir sonraki işgününde veya çalışma döneminde daha verimli çalışmak üzere zinde, dinç ve morali yerinde olarak, beden ve zihni dinlendirmek ve hazır olmaktır. Bu durumda; iş hayatında kesintilere neden oluyor, işleri aksatıyor gibi görünse de günlük, haftalık ve yıllık tatiller, aslında aşırı yorgunluğa ve dikkatsizliğe bağlı iş kazası gibi risklerden uzak, verimli ve etkin bir çalışma ortamı için elzemdir. Gelişmiş Batılı ülkelerin kendi çalışanlarını turiz-


Doğru; Havaalanı yolunda ve şehrin ana caddelerinde ilin zenginliğini gösteren görseller.

Yanlış; Gerekli tedbirleri almadan ve muhtemel ziyaretçilere ön bilgilendirme yapmadan herkesin gelişigüzel davet edilmesi.

me katılmaya teşvik etmelerinin temel sebebi, onlara çalışmadıkları halde tatil günü evlerinde otururken boş yere para vermek değil, tatilden sonra daha verimli çalışmalarını sağlamak içindir. Tatil yapan bireylerin işe başladıklarında daha moralli, çalışkan ve üretken olmaları işverenleri memnun ettiği gibi, bu yolla toplamda üretim, verimlilik ve kârın artması bir sonraki tatil için yeniden finans imkânı sağlayan bir döngü oluşturur. Ayrıca tatil yapan kişinin mutlu olması, bunu moral ve güleryüz olarak ailesine ve çevresine yansıtması ise, sadece işyerinde değil, toplum içinde de barış ve huzur ortamına katkıda bulunacaktır.

engellerini aşma, refahın halka yayılmasında aracı rol oynama gibi özellikleri nedeniyle Türkiye için de önemli bir sektördür.

Turizmin önemi Turizmin ekonomik, sosyal, kültürel, çevresel vd. alanlarda çok sayıda olumlu ve olumsuz etkileri vardır. Fakat bunlar içinde ekonomik taraf ağır basmakta ve bütün dünyada turizm daha çok bu yönü ile gündeme gelmektedir. Çünkü dünyada en fazla istihdam yaratan faaliyetlerden biri olan turizm, diğer gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi; yatırım sermayesi temin etme, dış ödemeler dengesi açığını kapatma, ihracat

Fakat turizm istikrarsız bir sektör olup başta güvenlik olmak üzere ülke içi ve ülke dışı olaylardan çabuk etkilenir ve oldukça kırılgandır. Örneğin, Rusya’dan Türkiye’ye gelen turist sayısı 2014’e göre 2015 te % 18,5 düşüş göstermiş, bu yıl ise hangi miktarda gerçekleşeceği belli değildir. Bu istikrarsızlık turizm gelirlerinin ve bu sektörde çalışan sayısını yıldan yıla değişmesine sebep olur. İstikrarsızlığın bir diğer sebep-sonuç ilişkisi de turizmin uluslararası bir şantaj aracı olarak kullanılmak istenmesi durumunda karşımıza çıkar. Çeşitli unsurlar kullanılarak tatil beldelerinde meydana getirilecek bir olumsuzluk (terör saldırıları, orman yangınları, cinayetler, trafik kazaları, çifte rezervasyon vb.) anında rezervasyon iptallerini gündeme getirebilir ve örneğin Antalya’ya gelecek 10 milyon turistten 1 milyonunun yönü bir anda değişerek yine örneğin Yunanistan’a kayabilir. Bu durum sadece Antalya’nın turist kaybetmesi değil, kişi başı yapılacak harcamalar için orta-

Turizmin ekonomik, sosyal, kültürel, çevresel vd. alanlarda çok sayıda olumlu ve olumsuz etkileri vardır. Fakat bunlar içinde ekonomik taraf ağır basmakta ve bütün dünyada turizm daha çok bu yönü ile gündeme gelmektedir. Çünkü dünyada en fazla istihdam yaratan faaliyetlerden biri olan turizm, diğer gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi; yatırım sermayesi temin etme, dış ödemeler dengesi açığını kapatma, ihracat engellerini aşma, refahın halka yayılmasında aracı rol oynama gibi özellikleri nedeniyle Türkiye için de önemli bir sektördür.

19


Doğru; Ankara - İstanbul istikametlerinden Samsun’a gelmekte olanların şehirdeki turistik mekânlar hakkında “….. ziyaretlerinizi bekliyor” şeklindeki talep yaratıcı ön bilgilendirme tabelaları. lama 1000 dolardan toplamda 1 milyar dolar döviz gelirinin de Türkiye yerine Yunanistan’a gitmesi demektir. Normal şartlarda uluslararası kuruluşlardan, örneğin IMF’den 1 milyar dolar kredi almanın zorluğu, bunun faizi ve bonus (!) olarak istenen ekonomik ve siyasî tavizler dikkate alındığında, şantajın büyüklüğü ve terörün bu alanda nasıl bir araç olarak kullanılmakta olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Rakamlarla Dünyada, Türkiye’de ve Samsun’da Turizm: Dünya Turizm Örgütü (UNWTO) verilerine göre 2015 yıl sonu itibarıyla dünyada turist sayısı 1,18 milyara, turizm ve seyahat alanında çalışan (istihdam edilen) sayısı 284 milyon kişiye çıkmış, çalışan her 11 kişiden 1’inin bu sektörden geçimini sağladığı belirtilmiştir. Turizm alanında istihdam her geçen yıl artmakta olup, 2026’da çalışan sayısının 370 milyona çıkacağı ve her 9 çalışandan birinin bu sektörde istihdam edileceği tahmin edilmektedir. Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) verilerine göre; 2015 yılında Türkiye’ye gelen 20

Yanlış; Henüz şehre ulaşmamış kişilere “Bandırma Gemisi’ni gördünüz mü” nasıl denir? Daha gelmedi ki.

yabancı turist sayısı 41,6 milyon kişi, turizm geliri 31,4 milyar dolar, kişi başına harcama da 756 dolar olmuştur. Aynı dönemde Türkiye’den yurt dışına çıkan turist sayısı 8,7 milyon kişi, gidenlerin harcadığı döviz miktarı 5,6 milyar dolar, kişi başı harcama 651 dolar olarak gerçekleşmiştir. 2014 yılsonu itibarıyla Türkiye’de turizm işletme belgeli tesislerde 384 bin oda, 807 bin yatak vardır. Türkiye’de turizm sektöründe istihdam edilen sigortalı kişi sayısı da 1 milyonu bulmuştur. Turizmin GSMH içindeki oranı % 6,2’dir. 2015 yılında 63,2 milyar dolar olarak gerçekleşen dış ticaret açığının % 49’u turizm geliri ile karşılanmıştır. Samsun İl Kültür Turizm Müdürlüğü verilerine göre; 2015 yılında Samsun’u 371 bini yerli, 58 bini yabancı toplam 429 bin turist ziyaret etmiştir. Bunlar içinde müzeleri ziyaret eden kişi sayısı 103 bin kişi olup bunun ancak bin kadarı yabancı turisttir. İç turizm mi, yoksa dış turizm mi daha önemli? Turizm maalesef Türkiye’de yanlış anlaşılan konulardan biridir.

İstisnalar olmakla birlikte, turizm politikalarımız daha çok gelen turiste hizmet üzerine kuruludur. İl turizm müdürlüklerinin “Turist temizliği sever temiz olalım”, “Memnun ayrılan bir turist bin turist demektir” gibi sloganvari döviz ve pankartlarına bakılırsa bunun böyle olduğu kolayca anlaşılabilir. Yurtdışından gelen yabancı turiste, maddi karşılığı alınmak şartıyla, daha iyi hizmet elbette olmalıdır. Fakat bizim turizmi “yabancılar rahat etsin, döviz geliri sağlansın, istihdam artsın” gibi temel, fakat basit ve dar bir mantık üzerine kurmamız, kendi vatandaşımızın bu süreçten yararlanmasını geri plâna atmamız, gelişmiş ülkelerle ülkemiz arasındaki gelişmişlik farkının açılmasından başka bir işe yaramayacaktır. O halde biz de kendi imkânlarımız ölçüsünde turizme katılmalı, beden ve zihnimizi dinlendirerek daha verimli ve üretken olmanın yollarını bulmalıyız. Çalışma hayatımız buna göre düzenlenmeli, tatil için para ve zaman ayırmalıyız. Yerel ve merkezî idarelerden turizm ve rekreasyonel faaliyetlerde bulunabileceğimiz


Doğru; Samsun – Trabzon istikametinde Karadeniz Sahil yolu sol kesiminde Miliç sahili düzenlemesi (Terme) alanlar talep edilmeli, bu yöndeki projelere destek olunmalı, bu tür faaliyetleri öncelikli olarak programına alan idareci ve siyasetçilere destek olmalıyız. Bu durumda, turizm denildiğinde kendi insanımızın tatil yapması anlaşılmalı, daha verimli ve üretken olabilmek için kendi çalışanlarımızın beden ve zihnini dinlendirecek faaliyetler akla gelmelidir. Bu durumda “öncelik iç turizm mi, dış turizm mi” tartışmasında tabi ki tarafımız iç turizm, yani kendi insanımızın ihtiyaçlarının karşılanması yönünde olmalıdır. Samsun’un turizm potansiyeli Samsun’un merkez ve taşra ilçelerinde nelerin olduğunu yaklaşık olarak biliyoruz. Bizim de katkı verdiğimiz Samsun Turizm Rehberi’nde de yer aldığı gibi gerek fizikî, gerekse beşerî çekicilikler saymakla bitmeyecek kadar çok. Terme’den Yakakent’e kadar deniz turizmine uygun sahilleri, yaz ve kış turizmine uygun yaylaları, termal kaynakları, jeolojik ve jeomorfolojik çekicilikleri, akarsu, göl ve çağlayanları, ormanları, dünya çapında öneme sahip sulak alanları, ilkçağlardan günümüze

Yanlış; Aynı yerde, yolun sağ kesiminde turistik tesis (!). Binadaki çirkinlik çevredeki bütün çalışmaları gölgeliyor.

ulaşan muhtelif devirlere ait tarihi ve kültürel çekicilikleri, mimari özellikleri, ahşap camileri, başta karayolu ve havayolu olmak üzere ulaşım kolaylıkları, sayıları hızla artan otel ve konaklama altyapısı ile Samsun (biz içinde yaşayanlar olarak çok farkında olmasak da) gerçekten büyük bir potansiyele sahiptir. Sorun şu ki; bu potansiyel bugüne kadar ne yazık ki harekete geçirilememiş, Samsun’un turistik yönü bir türlü öne çıkarılamamıştır. Samsun bir “destinasyon” mudur? İster kabul edin, ister etmeyin, bugüne kadar Samsun bir destinasyon olamamıştır. Turizmde destinasyon kavramı “varış yeri, hedef”, yani “turizm olayının geçtiği yer”; “tatil beldesi” anlamında kullanılmaktadır. Turizm ve seyahat acentalarının broşürlerine bakıldığında, bu kadar turistik çekiciliğe sahip olmasına rağmen, Samsun’un bir destinasyon olarak görülmemesi sizce de garip değil mi? Bu durum herkes tarafından bilindiği halde Samsun için “turizm kenti” denilebilir mi? Deniyorsa, bu doğru bir ifade midir?

Samsun, Karadeniz turuna çıkanların yarım saatliğine durup da Atatürk Heykeli önünde bir hatıra fotoğrafı çektirmekten ibaret bir yer midir? Samsun için hazırladığımız turizm broşürlerinde sayfalar dolusu görsel zenginliklerin Atatürk Heykeli dışında, neden birkaç tanesi bile (Samsun Valiliği ve Samsun Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan yayın ve diğer materyaller dışında), ulusal ve uluslararası turizm şirket ve acentalarının turizm broşürlerinde yer almamaktadır? Bunun için ne yapılmaktadır, başka neler yapılmalıdır? Samsun’un bir destinasyon olması için yapılanlar Başta Samsun Büyükşehir Belediyesi olmak üzere, Samsun’un ulusal ve uluslararası arenada tanıtımı ile ilgili olarak yapılan çalışmalar gerçekten takdire değer gayretlerdir. Bugüne kadar yeterli başarı gösterilememesi bu çabaların sonuçsuz kalmasından değil, bu tür çalışmalara geç başlanmasından kaynaklanmaktadır. Sadece il merkezinde değil, ilçelerin de dahil edilerek il genelinde yapılan tespit 21


Doğru; Turizm Haftası münasebetiyle Samsun il merkezinde ilçelerin tanıtımı. ve tanıtım çalışmaları artık sonuç verme aşamasına gelmiştir. Fakat dünyadaki gelişmeler çok daha hızlı gerçekleştiğinden turizmde marka haline gelmiş yerlerle rekabet zorlu geçmekte, aradaki açık bir türlü kapatılamamaktadır. Bu durum sanki Samsun’da bir şey yapılmıyormuş gibi bir algı oluşturarak moralleri biraz bozsa da, bu doğru değildir. Özellikle Samsun Büyükşehir Belediyesi mevcut fizikî ve beşerî çekiciliklere ilave olarak yeni turizm alanları ortaya çıkarma gayreti içindedir. Amazon Köyü gibi, bazı nedenlerden dolayı tepki çekenler olsa da, bu yeni çekicilikler oldukça önemlidir. Kızılırmak Deltası - Ramsar - Sulak Alanı’nın öne çıkarılması, Engelliler Kampı, Bandırma Gemisi, Terme’den Bafra sahillerine kadar kıyı düzenlemeleri, Şahinkaya kanyonu gibi bazı yerlerin turizm bölgesi ilan edilmesi, Çakallı Han ve Saathane Meydanı gibi tarihi geçmişin restore edilerek gün yüzüne çıkarılması, başta Samsun Kent Müzesi olmak üzere ilçelere, sahip oldukları özelliklere göre (Bafra’da Tütün, Alaçam’da Mübadele) gibi konulu müzeler inşa edilme22

Yanlış; Turizm Haftası münasebetiyle İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü bahçesinde “Köy Ürünleri Pazarı”.

si olumlu gelişmelerdir. Devam etmekte olan Atayolu’nu tespit ve 19 Mayıs Panaroma Müzesi inşa faaliyetleri yanında Samsun Valiliği’nin girişimleriyle Akdağ’da kış turizm merkezi, Vezirköprü’de Osmanlı mimarisinin restorasyonu, ilçelere yayılmış ahşap camilerin tanıtımı da diğer önemli çalışmalardır. Samsun’un bir destinasyon olması için yapılması gerekenler Turizm dünyada en hızlı büyüyen, bir o kadar kırılgan ve yine bir o kadar da (gidilen yer ve uğraşılan faaliyet anlamında) modası çok hızlı değişen bir sektördür. Biz Samsun’da turizmi geliştirmek için ne kadar gayret sarf edersek edelim şu hususlar olmadan belli bir mesafe kat edilmesi zordur. Şöyle ki; - Dünyadaki turizm eğilimleri ne yönde gelişmektedir, bunlar bilinmelidir. 1950’lerden 1990’lara kadar deniz turizmi rakipsizken, günümüzde doğa temelli yeşil turizm ve kültür turizmi öne çıkmaktadır. Bu durumda biz deniz turizmini ihmal etmeden alternatifler üretmeliyiz. Bu arada da Samsun sahillerinde Karadeniz’in

yapısından da kaynaklanan ve her yıl çok sayıda can alan boğulmaların önüne geçmeden Samsun’da deniz turizmini önerebilir miyiz? - Doğa temelli turizmden ne anlıyoruz? Samsun’daki yaylalar, ormanlar, baraj gölleri çevresi, sulak alanlar, tabiat parkları, taşra ilçelerindeki kırsal ortamlar bu tür turizmin Samsun’da geliştirilmesine uygun mudur? Yoksa Türkiye nüfusunun hali hazırda (bize göre en az) % 80’inin kırsal kesimle bağı devam ettiğine göre (örneğin Karadeniz sahil kuşağından gurbete çıkmış kişilerin yazın fındık ve çay toplamak için köylerine gelmelerini göz önüne aldığımızda) iç turizmde biz ne kadar insanı Samsun’daki doğa temelli turizme katabiliriz? Kırsal turizm derken bunun ne anlama geldiği gerçekten bilinerek mi çalışmalar yapılıyor, yoksa bu da bir turizm çeşididir, yok demesinler diye mi broşürler hazırlanıyor, gerçekten merak konusudur. Çeşitli olumsuzluklar nedeniyle iç göçe katılım sonucu hızla terk edilmekte olan köyler ve buralarda yer alan bakımsız köy evlerinin kırsal turizm sayesinde birden bire pırıl pırıl tertemiz ve bakımlı odaları, bembeyaz çarşaf-


Doğru; Gelişmiş ülkelerde şehrin en merkezî kısımlarında yer alan Turist Bilgi Merkezi. ları, rengârenk çiçekten geçilmeyen bahçeleri, sineksiz böceksiz ortamı, işletme becerisine sahip aktif, eğitimli ve genç nüfusu olan yerler haline gelecekleri mi hayal edilmektedir? Bu tür öneri ve eleştirilerimizi daha da arttırabiliriz. Fakat konu nelerin hayal edildiği ve yapılmaya çalışıldığı değil, doğrusunun ne olduğu ve ne yapılması gerektiğidir. Bu konuda söylenecek çok şey olmasına rağmen konuyu fazla uzatmadan bir örnek üzerinden ne demek istediğimizi özetleyelim; Kızılırmak Deltası sulak alanı / kuş cenneti örneği Malum olduğu üzere son yıl ve aylarda Samsun il merkezine yaklaşık 50 km mesafede bulunan Kızılırmak Deltası sulak alanı, buradaki ekolojik ortam özellikleri dikkate alınarak oldukça öne çıkarıldı. Aslında burası, yıl boyu belli aralıklarla görülen göçmen ve yerli kuşlar yanında diğer doğal özellikleriyle, daha önce Ramsar Sözleşmesi kapsamında koruma altına alındığı için, bilinen bir yerdi. Şehre bu kadar yakın ve dünyaca ünlü böyle bir sahanın turizm amaçlı olarak değerlen-

Yanlış; İçeride, görevlinin masa ve sandalyesinin kapladığı alan da dâhil (!) Samsun’da turizmin günümüzdeki boyutunu gösteren Turizm DanışMA.

dirilmemesi elbette ki düşünülemezdi. Çünkü, bu şehir gittikçe daha da betonlaşıp kalabalıklaşmakta, caddeler araçlarla dolarak trafik çekilmez hale gelmektedir. İnsanlarımız adeta şehir içinde sıkışıp kalmış durumdadırlar. Bunlara 30 km ileride tabiat harikası doğal bir ortamın / kuş cennetinin varlığını hatırlatacak, ailece burayı ziyaret etmelerini sağlayacak, onları orada ayakları kuma basarak yürütecek bir girişime gerçekten de bir ihtiyaç vardı. Olumlu - olumsuz eleştiriler sonuç verdi ve Büyükşehir Belediyesi bu alanı değerlendirme kararı aldı. Şimdi mevcut duruma ve tartışmalara bakalım; 1.Deltanın stabilize olan yolu beton yol haline getirildi. Stabilize olduğunda çok toz kalkıyor diyenler, beton yola da karşı çıktılar. 2.Beton yol yapıldı, bisikletlilerle araç sahipleri yolu paylaşamadılar. Belediye araç trafiği yerine akülü araçlar öneriyor. Bu durum, “yöreye sadece üst düzey nitelikli nüfus mu gidecek, normal vatandaş çoluk çocuğu ile gitmeyecek

mi” sorusunu akla getiriyor. 3.Adını kuş cenneti koyanlar, bu kadar reklam yapmayın, gelenler kuş görmezse ne olacak demeye başladılar. 4.Burası doğal bir ortam, bir ekosistem. Dünyada bu tür yerler ancak bilim insanlarının dikkatini çeker. Ortamın bozulmaması için (zaten Ramsar Sözleşmesi gereği koruma altına alınması da bu yüzden) en az sayıda ziyaretçiye açık olması gerekirken; Samsun Valiliği Türkiye’de varlığı bilinen 400 kuş çeşidinden 352’sinin görüldüğü bu sahanın gelecekte 1 milyon turistin (!) ağırlanacağı bir yer haline getirileceğini söylüyor. 5.Havaalanı yolu ile Yörükler mevkiindeki aydınlatma direklerine asılan kuş fotoğrafları ne kadar ilgi gördü bilinmez ama, Atakum’da Atatürk Bulvarı boyunca da kendine yer buldu. Güzel de oldu. Böylece Delta sahası diğer turistik çabaların önüne geçti. Galeriç ormanına yapılan ahşap tesislerin yeri ve gerekliliği tartışılabilir, fakat Yörük çadırı gibi tamamlayıcı unsurlar iyi düşünüldü. Fakat bu çalışmaların hepsi kuşların gölgesinde kaldı. …… 23


Doğru; Sahil düzenlemeleri ve yürüyüş yolları yapmak. Bunlar insanların hareket etmesini ve deniz nimetinden faydalanması için gerekli. Samsun kamuoyunda süregelen bu ve benzeri tartışmaları daha fazla uzatmamak, yörede turizmi geliştirmek ve ortaya çıkacak olumsuzlukları zaman geçirmeksizin bertaraf etmek için gönüllülerden oluşan ve içinde idarecilerle akademisyenlerin de olduğu bir izleme grubu kurulmuştur. Yukarıda bir kısmı verilen tartışmaların bu grup tarafından düzenli olarak ele alınması ve karşılaşılan sorunlara çözüm üretilmeye çalışılması önemli bir gelişmedir. Peki, olması gereken nedir? Çok basit. Burasının bu kadar reklamı yapılmadan, henüz çok fazla kimse buraya gitmeden önce şöyle denilse problem çözülecek: “Ey Samsunlular, sayın ziyaretçiler, Şehrimizin hemen yakınında, 30 km mesafede doğal bir ortam var. Her zaman olmasa da mevsimine göre farklı tür ve sayıda kuşları bu alanda gözlemleyebilirsiniz. Kendi halinde otlayan yılkı atlarıyla suya yatmış mandaların yanından yürüyüp geçebilirsiniz. Rengârenk çiçekler görebilir, bataklık bitkilerinin göle yansımalarının fotoğrafla24

Yanlış; Samsun’u destinasyon olarak seçmeyip, sadece Samsun’dan geçmekte olan turistlere Atatürk Anıtı ve Bandırma Gemisi önünde fotoğraf çektirmelerinden başka bir alternatif sunamayışımız.

rını çekebilirsiniz. Patika yollarda yürüyebilir, çıplak ayakla sahilde kumlar üzerinde yürüyebilirsiniz. Havanın durumuna göre güneşe, de rüzgâra da, yağışa da hazırlıklı olun. İnternet üzerinden canlı yayınla hâlihazır hava durumunu görebilir, tedbirinizi ona göre alabilirsiniz. Yine internet üzerinden; uymanız gereken kurallar ve yasaklar ile sizi orada bekleyen ulaşım, konaklama, yeme içme ile ilgili altyapı da şunlardan ibarettir. Burası dünya çapında öneme sahip, bu yüzden de çok sıkı korunması ve geleceğe miras olarak bırakmamız gereken doğal bir ortam. Buraya araçla girilmeyecek. Araçlarıyla gitmek isteyenler koruma alanı girişinde park edecekler. İlla da aracımdan inmem diyorsanız burası size göre bir yer değil. Unutmayın buraya doğal ortamla baş başa kalmak için gidiyorsunuz. Şehrin gürültüsünden patırtısından, televizyondan, internetten ve diğer ortamlardan uzaklaşıp ailece çoluk çocuk ya da misafirlerinizle bir arada olmak için buradasınız. Bu şartları sahanın korunması ve sürdürülebilirliği için bilim insanlarına danışarak koyduk. İlginizi bekler, iyi tatiller dileriz”.

Evet, söylenecek söz bu kadar. Bu yapılmadığı gibi, öylesine reklamlar yapılıyor, öyle bir beklenti yaratılıyor ki gitmeyenler pişman, gidenler şok oluyor. Hava da güneşliyse güneşin altında kim ne yapacak, kuşlar sazlık ve bataklıkların arasında, insanlar onları görmek istediğinde beton yoldan sapıp oralara nasıl gidecek, gitmeli mi, gitse başına bir iş gelse, ya da çevreye zarar verse bunun takibini kim yapacak, sınırlama getirilmediğinde alana gelişigüzel dağılmış insanları kim takip edecek, çevreye verecekleri muhtemel zararı kim önleyecek, bütün bunlar nasıl kontrol altında tutulacak?... yarın bir gün bu tanıtımlar amacına ulaşır da ziyaretçi sayısı artarsa, olur ya bir talep patlaması yaşanırsa, doğal hayata zarar vermeden hangi altyapıyla buna karşılık verilecek? Bütün bu sorular, bizim bu örnekten yola çıkarak “Samsun’da turizm” konusunda daha çok kafa yormamızı ve zor durumda kalmamak için başka neler yapılmalı ve hangi tedbirler alınmalı yönünde çalışmalarımızı sürdürmemiz gerektiği sonucunu ortaya çıkar-


Doğru; Apartman dairelerine sıkışmış şehir insanlarımızın (özellikle kadınlar, yaşlılar ve çocuklarımızın) nefes alabilecekleri, ayaklarının toprağa basabileceği piknik alanları yapmak. maktadır. Yoksa sıkışınca “yasak” deriz, olayı çözeriz diye düşünmenin bir anlamı olmasa gerek. Bu kısa açıklamadan sonra yine aynı örnek üzerinden bu kez soruyu başka bir açıdan soralım; Kızılırmak Deltası Kuş Cenneti’nin tanıtımı için sürdürülen bu faaliyetlerin, yapılan bunca reklamın amacı nedir, Büyükşehir Belediyesi’nin bu çabalarındaki hedef kitlesi kimlerdir? Hedef kitle bu işin neresindedir? Bunlar bizim için mi yoksa Samsun’u dışarıya tanıtmak için mi yapılıyor? Bu ve benzeri faaliyetlerin mahiyeti hakkında ilgililer tarafından kamuoyu yeterince aydınlatılıyor mu, bu kadar çabaya karşılık yapılan çalışmaların içeriği ve umulan hedefleri hakkında mutlaka bir fikrimiz olması gerekmez mi, peki var mı? Samsun turizminde öncelik ne ve kim için olmalı? Yapılan bütün bu çalışmalar Samsunlular için mi, yoksa dışarıdan gelenler için mi? Ya da, Samsun’u kimler için bir cazibe merkezi, bir turizm destinasyonu yapmak istiyoruz? Sorusunu tekrar sormamız gerekiyor.

Doğru; Bu piknik alanlarının herkese açık olması ve kolay ulaşılabilir mesafelerde bulunması.

Bize göre öncelik ulusal ve uluslararası turizm değil, yerel turizm olmalıdır. Yereli harekete geçirebilirsek bu durum (il dışında büyük kentlerde yaşayan Samsunluların da katkısı ile) ulusal turizme geçişi kolaylaştıracak, ulusaldan da uluslararası turizme entegrasyon kendiliğinden gelişecektir. Bu durumda başka bir soru daha soralım; sahip olduğumuz tüm bu ve diğer zenginlikleri kendi insanımız için nasıl kullanabiliriz, hemşehrilerimizin ayaklarını buralara nasıl bastırabiliriz? Samsun’un bu anlamda elbette ki tanıtıma, yatırıma, ulaşım ve konaklama altyapısına ihtiyacı vardır. Bunun için ilk olarak biz şehirde yaşayanların ilimizin sahip olduğu bu turistik mekânlara talep göstermesi gerekir. Gerek hafta sonu, gerekse yıllık tatillerimizde buraları ziyaret etmeliyiz. İlçelerin en ücra köşelerine kadar geziler tertip edilmeli, yöresel ürünler tadılmalı, kültürel etkileşimlerde bulunulmalı, bu vesileyle de birbirimizi tanımalı ve sevmeliyiz. Varsa olumsuzluklar, yoksa sevinçler paylaşılmalı,

il genelinde birlik ve beraberliğin sağlanmasında amaç ve araç olarak turizmden azami şekilde faydalanmalıyız. Bunun beden ve ruh sağlığımız için olduğu kadar, aile mutluluğumuz ve işimizde daha verimli çalışmamız için elzem olduğunun farkında olmalıyız. Öncelikle kendimiz ve yakın çevremizden başlayarak bunları yapabilirsek, yaşadığımız şehirde mutlu olacağız. Biz inanıyoruz ki, Samsunlular mutlu ve huzurlu olduklarında yaşadıkları bu mekânı daha da sevecekler, yatırımlarını buraya yapacaklar, bu olumlu gelişmeler dışarıdan da yatırım çekecek, bu süreç istihdamı artıracak, sonuçta Samsun ülkemizin önde gelen cazibe merkezlerinden biri olacaktır. Gelişmişlik seviyesi artıkça, istihdam sorunları çözülecek, refah düzeyi artan insanlarımız çevreye daha duyarlı olacaklar, koruma bilinci gelişecek, gördükleri olumsuzlukları görmezden gelmeyecek, mutlaka düzeltecek veya ilgilileri uyaracaklardır. Bu durumda başta Samsun Büyükşehir Belediyesi olmak üzere alt belediyeler ve sivil top25


Doğru; İl genelinde turistik çekiciliklerin tanıtımı ve bunlara nasıl ulaşılabileceği hakkında bilgi veren kitap ve broşürlerin hazırlanması.

Doğru; İlçelerin sahip olduğu doğal ve kültürel zenginlikler yanında, buralarda yeni faaliyete geçen mekânların tanıtımı.

lumun il genelinde turizmi geliştirmek için harcadığı emekler de boşa gitmemiş olacak, hepsinin karşılığı gerek maddî gelir, gerekse manevi tatmin olarak bize geri dönecektir.

Sonuç

Bu durumda üniversite, yerel ve merkezi idare, sivil toplum, herkes elini taşın altına koymalı, karşılaşabileceğimiz olumlu ya da olumsuz durumlar konusunda daha iyi veya daha başka neler yapılabilir, hangi önlemler alınabilir sorusunu kendimize sorarak gerekli tedbirleri zamanında alabilmeliyiz. Yine bu anlamda bütün taraflar, hepimiz, uzak-yakın tanıdıklarımızı davet ederek, sosyal medyayı etkin bir şekilde kullanarak, ilimizin sahip olduğu turizm değerlerini yurt içi ve yurtdışına anlatarak birer turizm katılımcısı ve tanıtım elçisi olmalıyız. Bu arada bireyler olarak yaşadığımız şehrin karmaşa ve gürültüsünün aksine, doğayı tadacak ve yine ailece bundan zevk alacak eğitim, tanıtım ve bilinç altyapısına ihtiyacımız olduğu da unutulmamalıdır.

Şimdi tekrar soralım; yaşadığımız şehir bize bu imkânları veriyor mu? Samsunlular beden ve zihinlerini dinlendirmek istediklerinde mevcut turizm altyapımız buna müsait mi? Sahil bandı üzerinde dolgular üzerine inşa edilen piknik alanlarından gereği gibi yararlanıyor muyuz? Örneğin, şehir içinde birinci ikinci katlarda güneşi görmeyen dairelerde, demir parmaklık arkasında perdeleri çekilmiş vaziyette bir ömür geçiren insanlarımızın ayakları buralara basabiliyor mu, bolca reklamını yaptığımız bu yerlerden Samsunlular ne kadar yararlanabiliyor? Büyükşehir Belediyesi’nin bu yöndeki çabaları karşılık bulabiliyor mu? İnsanlarımızı mutlu edebiliyor muyuz?

26

Samsun için kalkınma ve gelişme yollarında biri de kesinlikle turizm olmalıdır. Samsun turizm kenti de olmalı, fakat turizm öncelikle Samsunlular için olmalıdır.

Bütün bunları başarabilirsek Samsun’un turizm kenti olması bir yana, Samsun bizim gözümüz-

de de yaşanabilir bir kent imajına kavuşacaktır. Samsun yaşanabilir bir kent olduğunda; önce (göç vererek) kaybettiği kendi evlatları başta olmak üzere, uzak ve yakın çevresinden aktif ve nitelikli nüfusu kendine çekecektir. Bu ise kalkınma çabası içinde olan ilimize yatırımları arttıracak, bu yatırımlar istihdamı çoğaltacak, bunların birbirini çoğaltan etkisiyle ilimiz kısa zamanda kalkınma ve gelişme yönünde büyük bir ivme yakalayacaktır. En sonunda ortaya çıkan ve çıkması muhtemel olumlu gelişmeler sayesinde, ulusal ve uluslararası çevrelerden gelen ve daha da gelecek olan yerli ve yabancı turistler için en uygun ortamlar yaratılmış olacaktır. Bu ortam oluştuğunda bu kez Samsunlular, yani bizim insanlarımız bu durumdan en iyi şekilde istifade eder hale gelecektir. Unutmayalım ki yaşadığımız şehirde mutlu olduğumuzda bu şehri daha çok seveceğiz. Bu şehri seversek, işte o zaman tereddütsüz “Samsunluyum” diyeceğiz.



KENTİN RUHU YA DA

RUHSUZ KENTLER İsmail OKUDAN

Ruh zaten somut olarak görünebilen bir şey değildir. Bundan dolayı kimse kentin ruhu yoktur diyemez.

28

Biz göremesek de her kentin bir ruhu vardır. Ruh zaten somut olarak görünebilen bir şey değildir. Bundan dolayı kimse kentin ruhu yoktur diyemez. İnsanın da ruhu somut olarak görünmediği halde herkes insan da ruh olduğuna inanır. Ruhu olduğu için yaşadığına inanır. Ruh bedenden çıktığı zaman insan ölür. Kentler de öyledir. Tarihte yüzlerce ölü şehir olduğunu biliyoruz. Bunlar ruhlarını kaybettikleri için var olma nedenlerini de kaybedip yıkılmış ve kaybolmuşlardır. Bundan dolayı her toplum, her millet, her medeniyet hayatta kalmak için şehirleri imar etmeyi bir çözüm olarak görmüştür. Özellikle de siyasal hareketlerin halka kendilerini beğendirmek,

kabullendirmek için başarı seviyesinde nihai hedef olarak gördükleri en büyük mesele imar konusudur. Şehirlerin imar edilmesi konusunda onlarca plan ve proje hazırlanmaktadır. Oysaki kentin ruh sahibi olması bütün bu projelerden daha önemlidir. Yapılan projelerin maddeci bir anlayış ve kapitalist bir felsefeyle hazırlanmış olduğu görülmektedir. Oysaki ülkemizin diğer meselelerine de aynı felsefeyle yaklaşıldığı için bir çözüme ulaşılamamıştı. Bu yüzden farklı bir anlayış, farklı bir yaklaşımla çözüm bulmak gerekir. Bunun için kendi medeniyetimize dönmemiz yeterlidir. İslam medeniyetinde şehirlerin imar edilmesi


demek; geniş yolların, geniş caddelerin açılması, her gün çöplerin toplanması, yıkanıp temizlenmesi demek değildir. Bunlarla beraber ama bunlardan ziyade şehirlerin manevi bakımdan kalkındırılması, şehre ruh ve kimlik kazandırılması demektir. Şehirlerin de bir ruhu, bir şahsiyeti vardır, olmalıdır. Bizim meselemiz kendi medeniyetimizin izini sürdürmektir. Aslında şehir her zaman şiirle ilgili bir durumdur. Şehir en çok ruhla ilgili bir durumdur. Şehir belli bir ruh kazandığı zaman orada yaşayan halka bir kimlik kazandırabilir. Şehir ruh kazandığı zaman gerçek şiiri ortaya çıkarabilir. Gerçek kardeşlik, ruhu olan şehirlerde ümmet şuuruna erişildiği zaman kazanılır. Ümmet fikrini, ümmet şuurunu yaşayan milletler kardeşlik şiirini yazabilirler. Zulüm ve haksızlıklar karşısında direnebilenler kardeşlik şiirini seslendirebilirler. Ümmet olamadığımız zaman kardeşliğimizi de geliştirip koruyamayız. Herkes kabul etmese de şehrin gerçek sermayesi kardeşlik ve şiirdir. Kardeşliğin, dayanışmanın, yardımlaşmanın, paylaşmanın olmadığı şehirlerde sermaye sıfır demektir. Nasıl ki balıkların yaşama alanı temiz suysa şehrin yaşama alanı da temiz kültür ve temiz hayattır. Şehrin gelişmiş bir şehir olabilmesi için ekonomik ve şehircilik yönünden ilerlemesinden ziyade ahlak ve maneviyat bakımından ilerlemiş olması gerekir. Şehre ruh ve kimlik kazandıran medeniyet ve kültürdür. Kültür ve medeniyet bakımından yeterince gelişmeyen şehirler ruhsuz, kimliksiz kalan şehirlerdir. Ruhu olmayan şehirler ölü şehirlerdir. İyilik ve kardeşlik karşısında hoş-

Şehirler en kılcal damarlarına kadar iğfal edildi. Bütün şehirlerin sinirleri boşaltıldı. Şehirler ağlıyor. Anneler ağlıyor. Çocuklar oynuyor, fakat oyunlar bile boş. Çünkü şehirde her şey var fakat hayat yok, toprak yok, ruh yok. Ruh ve medeniyette ilerleyen şehirlerin sınırları olmaz.

görülü ve nazik, münker karşısında cesur ve şedit olmayan insan ölü insan demektir. Ruhu ve medeniyeti olmayan şehirler kuru gürültüden ve kuru maddelerden oluşan beton yığınlarıdır. Günümüzde ruhu ve medeniyeti olmayan şehirler çoğaldığı için yeryüzünde zulüm ve haksızlıklar da çoğalmıştır. İşgal, savaş ve katliamlar insanlığı iğfal etti. İşgal, savaş ve katliamlar karşısında sessiz kalan insanlar şehirleri nasıl temizleyebilir ki? Kendi vicdanları kötü olan, kendi iç dünyaları kirli olan insanlar şehre bir şey katamazlar. Şehir önce şirk ve günahlardan temizlenmelidir. Zulüm ve katliamlarda adeta dünyanın sonuna gelinmiş gibi. Zulüm, katliam ve sömürüde daha hangi noktaya kadar gidilecek acaba? Daha doğrusu gidilmeyen bir nokta

kaldı mı acaba? O kadar alçak, o kadar berbat bir duruma gelindi ki artık bunun ötesi düşünülemez oldu. Bunun birkaç adım ötesi cehennemdir ki o cehennem de mazlumlar için değil zalimler içindir. Sevinç ve umut verici olan tek şey bu durumdur. Şehirler en kılcal damarlarına kadar iğfal edildi. Bütün şehirlerin sinirleri boşaltıldı. Şehirler ağlıyor. Anneler ağlıyor. Çocuklar oynuyor, fakat oyunlar bile boş. Çünkü şehirde her şey var fakat hayat yok, toprak yok, ruh yok. Ruh ve medeniyette ilerleyen şehirlerin sınırları olmaz. Şehirlerin sınırları irfan ve düşünce sınırıdır. Coğrafi sınırlar koyan insan zihniyetidir. İrfan ve düşünce ise bir kalıba sığmaz. Kardeşlik bir coğrafyaya sığdırılamaz. Ruh ve medeniyet çökertildiği için şehirler de cansız ve kansız kaldı. Şehri yani hayatı canlandırmanın tek yolu ruhu diriltmektir. Diriliş ancak ruhla birlikte olur. Şehirler temiz sokaklara, geniş caddelere, fabrikalara, makinelere, teknolojiye, yüksek binalara sahip olduğu zaman değil ruha ve medeniyete kavuştuğu zaman kalkınmış, gelişmiş ve dirilmiş olurlar. Çünkü gelişmişlik ancak adalet duygusunun yükselmesi ve ahlakın güzelleşmesiyle olan bir durumdur. O halde iyice anlamak gerekir ki diriliş ancak ruhla birlikte olur. Gerçekte her kentin bir ruhu vardır fakat günümüzde şehirler ruhsuz bırakılmıştır. Şehirler sadece belediye başkanlarının, hükümetlerin ekonomik paketleri, sosyal politikalarıyla, projeleriyle değil asıl ruhlarına kavuştukları zaman imar edilmiş olurlar. 29


SAMSUN DENİZ FENERLERİ Emine YILMAZ / Arkeolog-Sanat Tarihçisi

Günümüzde Deniz Fenerlerinin anlık durum takibi için kapsamlı bir bilgisayar ağı oluşturulmuş ve internet üzerinden her fenerin anlık durum kontrolünün yapılması sağlanmıştır.

30

Tarih boyunca denizcilik faaliyetlerinin en önemli objesi ‘’Deniz Fenerleri’’ olmuştur. Bu nedenle denize kıyısı olan ülkelerde Deniz Feneri yapımcılığı ve aktif sürdürebilirlik sistemleri sürekli bir gelişme kaydetmiştir. Bilinen en ünlü deniz feneri dünyanın 7 harikasından biri olup, MÖ.285-246 yılları arasında Mısır’ın İskenderiye şehrinde inşa edilen Deniz Feneridir. Ptolemy (Batlamyus) ve Soter tarafından İskenderiye Limanı karşısındaki Pharos Adası üzerine yaptırılan Fener aynı zamanda bilinen en yüksek Deniz Feneridir. İlk zamanlarda denize kıyı yüksek noktalardan ateşle sağlanan sinyal

sistemi sırasıyla yerini Asetilen, Elektrik ve son olarak Güneş Enerjisi sistemlerine bırakmıştır. Günümüzde Deniz Fenerlerinin anlık durum takibi için kapsamlı bir bilgisayar ağı oluşturulmuş ve internet üzerinden her fenerin anlık durum kontrolünün yapılması sağlanmıştır. Ülkemizde, Seyir/ Rota ve Sis Deniz Fenerleri Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü bünyesinde hizmet verirken Balıkçı Barınaklarında yer alan Mendirek Fenerleri 3. Şahıs Deniz Fenerleri adı altında yine Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğüne bağlı Teknisyenlikler kontrolünde hizmet vermektedir. İlk Çağdan bugüne gerek amaç


gerekse görsellik bakımından kültürel bir gelişim süreci geçiren Deniz Fenerlerinden çok azı orijinal haliyle günümüze ulaşabilmiştir. Samsun Deniz Fenerlerinden 1880 tarihi yapımı olan Bafra İlçesi Fener Köyü Halis Burnu Feneri 2863 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilerek tescil işlemlerine başlanmıştır. Kagir kule veya metal aksamlı çatma plon’ dan inşa edilen Deniz Fenerleri kendi içlerinde Karakterler ihtiva etmektedir. Her bir fenerin diğerlerinden farklı olan karakteri Denizci için hangi barınak ya da limanda olduğunun ifadesidir. Fener karakterleri genel olarak ‘’Tek Karakterli ve Çift Karakterli’’ olarak adlandırılmaktadırlar. Tek Karakterli Fenerde kule gövdesinde tek şerit kuşak, çift karakterlide ise çift şerit kuşak bulunmaktadır. Fenerin kendi kimliği olan karakter özelliğini ifade etmek için gündüz şerit kuşaklar yeterli olurken, gece karakterini gösteren ışık sistemi devreye girmektedir. Her fenerin farklı yanıp-sönme süresi olup, bu süre kendine has olan karakterini ifade etmektedir. Samsun İl sınırları içerisinde Sis,

Mendirek ve Seyir/Rota Fenerleri adıyla anılan üç tip Deniz Feneri bulunmaktadır. Sis Fenerleri; Sirenli Deniz Fenerleri olup, yeşil renktedirler ve bir düdük istasyonu ihtiva ederler. İlimiz merkezindeki liman girişinde bir adet Sis Feneri bulunmaktadır. Mendirek Fenerleri; genellikle Balıkçı Barınaklarında yer alan Fenerler olup, 19 Mayıs İlçesi Dereköy, Tekkeköy İlçesi, Terme İlçesi Yalıköy Tersanesi Feneri, Samsun Doğu Mendirek Feneri, Canik İlçesi Belediye Evleri Feneri, Yakakent İlçesi Deniz Feneri bu gruba giren Fenerlerdir. Genellikle 20.yy. yapımı olan bu fenerler ortalama 6 m. yüksekliğinde metal aksamlı ya da betonarme ve kagir kuleler şeklindedir. Mendirek fenerleri gemi giriş yönüne göre sağ ve solda olmak üzere iki adet olarak yapılmaktadır. Sağ Taraf Sancak yönü olup yeşil renkte ışık ve kuşağa, sol taraf ise iskele yönünü ifade edip kırmızı renkte kuşak ve ışığa sahiptir.

Sis Fenerleri; Sirenli Deniz Fenerleri olup, yeşil renktedirler ve bir düdük istasyonu ihtiva ederler. İlimiz merkezindeki liman girişinde bir adet Sis Feneri bulunmaktadır. Mendirek Fenerleri; genellikle Balıkçı Barınaklarında yer alan Fenerler olup, 19 Mayıs İlçesi Dereköy, Tekkeköy İlçesi, Terme İlçesi Yalıköy Tersanesi Feneri, Samsun Doğu Mendirek Feneri, Canik İlçesi Belediye Evleri Feneri, Yakakent İlçesi Deniz Feneri bu gruba giren Fenerlerdir.

Yakakent İlçesi Mendirek Fenerleri; Balıkçı Barınağı için 1991 yılında yapılan Mendirekler üzerine 2007 yılında inşa edilmiştir. 31


Şuan 89 yaşında olan Cemal DİLMAÇ, 17 yaşında başladığı Samsun Deniz Feneri bekçiliğinden emekli oldu. 6 m. yüksekliğinde, beyaz renkli betonarme kule şeklinde olup tek şerit kuşaklı karakterlidir. Canik İlçesi Belediye Evleri Mendirek Fenerleri; Balıkçı Barınağı için yapılan Mendirekler üzerine 2005 yılında inşa edilmiştir. 6 m. yüksekliğinde, beyaz renkli betonarme kule şeklinde olup tek şerit kuşaklı karakterlidir. Terme İlçesi Yalıköy Tersanesi Feneri; Yalıköy Tersanesi için yapılan Mendirekler üzerine 2009 yılında inşa edilmiştir. 6 m. yüksekliğinde, beyaz renkli betonarme kule şeklinde olup, tek şerit kuşaklı karakterlidir. 19 Mayıs İlçesi Dereköy Feneri; Balıkçı Barınağı için yapılan Mendirekler üzerine 1987 yılında inşa edilmiştir. 6 m. yüksekliğinde, beyaz renkli betonarme kule şeklinde olup tek şerit kuşaklı karakterlidir. Samsun Doğu Mendirek Feneri; 1959 yılında Asetilenli olarak Samsun Limanındaki Mendirek üzerine inşa edilmiştir. Beyaz renkli betonarme kule şeklindeki fenerin görüş mesafesi 10 mil,

32

denizden yüksekliği 13,5 metredir. Günümüzde güneş enerjisi ile çalışmaktadır ve tek şerit kuşaklı karakterlidir. Seyir/Rota Fenerleri: Ulusal ve Uluslar Arası Deniz Yolları hizmet ağıyla ilgili olup, Mendirek Fenerlerine göre daha kapsamlı Deniz Fenerleridir. Genellikle Kagir kule ve Gardiyan Evi (lojman) olan müştemilatlı yapılardır. Gerek kule gerekse gardiyan Evlerinde genellikle beyaz renk kullanılmaktadır. Bafra Fener Köyü Halis Burnu Feneri, Çarşamba Temurlu Köyü Civa Burnu Feneri, Terme Sivaslılar Köyü Çaltı Burnu Feneri, 19 Mayıs Yörükler Beldesi İncir Burnu Feneri İlimizde bulunan Seyir/Rota Fenerleridir. İl sınırlarımız içerisinde Tarihi ve Kültürel Özelliği olan tek Deniz Feneri Bafra Feneridir. Bafra İlçesi Fener Köyü Halis Burnu Feneri; Kızıl Irmağın denize döküldüğü yerde 1880 yılında Fransızlar tarafından demir boru kazıklar çakılarak üzerine inşa edilen Seyir/Rota Fenerinin bakımından 1919 yılından itibaren ÖZKAN ailesi sorumludur. Fener 1880

yılında gemiyle bir bütün halinde getirilmiş demir kazıklar üzerine denize monte edilmiştir. 1919 yılında 500 m. mesafedeki karaya yani şimdiki yerine kurulmuştur. Silindirik kagir kule çevresinde çelik çatma profilli kafes mevcuttur. Fener kulesi denizden 25 m. yüksekliktedir ve her 5 saniyede bir ışık veren karaktere sahiptir. İlk olarak gaz yağı ile çalıştırılmış, sonrasında asetilen gazına çevrilmiş olup günümüzde 500 wattlık süngülü Avrupa Ampulü aydınlatan elektrik enerjisiyle çalışmaktadır. İlk olarak 1880 yılında devvar fener olarak kurulan fenerde 1978 yılında elektrikli devvar sistemine geçilmiştir. Görüş mesafesi 20 mil olan fener çift karakterlidir. Beyaz boyalı Gardiyan Evi (lojman) ile birlikte son derece estetik bir görüntüye sahiptir. Fenerin tescil çalışmaları devam etmeketedir. Çarşamba İlçesi, Temürlü Köyü Civa Burnu Feneri; İlk olarak 1880 yılında Asetilenli olarak betonarme malzemeden inşa edilen fener 1998 yılında elektrik-akülüye çevrilmiş olup, 2008 yılından itibaren 50 Watt süngülü ampüle sahip


güneş enerjisi ile çalışmaktadır. Deniz seviyesinden yüksekliği 23 m. olup, 10 millik bir görüş mesafesine sahiptir. Çift karakterli beyaz boyalı fener son derece estetik bir görüntüye sahiptir. Terme İlçesi, Sivaslılar Köyü, Çaltı Burnu Feneri; İlk olarak 1961 yılında Asetilenli olarak Demir çatma

plon malzemeden inşa edilen fenerde gardiyan Evi (lojman) de bulunmaktadır. 2000 yılından itibaren 12 Volt 25 Watt tablalı dişi süngülü halojen ampule sahip olup güneş enerjisi ile çalışmaktadır. Deniz seviyesinden yüksekliği 17 m. olup, 9,5 millik bir görüş mesafesine sahiptir. Çift karakterli beyaz boyalı fener lojmanıyle birlikte son derece estetik bir görüntüye sahiptir. 19 Mayıs İlçesi, Yörükler Beldesi İncir Burnu Feneri; İlk olarak 1969 yılında Asetilenli olarak beyaz boyalı demir çatma plon malzemeden inşa edilen fener 1999 yılında elektrik-akülüye çevrilmiş olup, 2005 yılından itibaren 12 Volt 36

Watt ampule sahip güneş enerjisi ile çalışmaktadır. Deniz seviyesinden yüksekliği 14,5 m. olup, 13 millik bir görüş mesafesine sahiptir. Çift karakterli beyaz boyalı fener son derece estetik bir görüntüye sahiptir. İlkadım İlçesi, Fener Plajı Feneri; Orijinali bugünkü yerine yakın bir mesafede kurulmuş olup, günümüze ulaşamamıştır. Fener 20.yy.da bu günkü haliyle beyaz boyalı betonarme malzemeden yeniden inşa edilmiştir. Gardiyan Evi (lojman) bulunmaktadır. Estetik bir görüntüsü olup günümüzde plajla birlikte farklı bir amaçla (kafeterya) kullanılmaktadır. Denize kıyısı olan ülke ve kentlerin en önemli sembollerinden biri olan Deniz Fenerleri korunmalı ve bulundukları coğrafyanın turizmine aktif olarak hizmet vermeleri sağlanmalıdır.

33


BANDIRMA VAPURU MÜZE YAPILMAK İSTENDİ

AMA EMİR YERİNE GETİRİLEMEDİ! Recep YAZGAN

Ne var ki bu emir yerine getirilmediği daha doğrusu emir verilmeden yıllar önce Bandırma vapuru 1925 yılında jilet olduğu için, Samsun Büyükşehir Belediyesi tarafından vapurun aynı ebat maketi bu gün Samsun’da müze olarak hizmet veriyor..

Mustafa Kemal Atatürk’ü İstanbul’dan Samsun’a taşıyarak Milli Mücadele’nin sembolü haline gelen Bandırma Vapuru, 1957 yılında Cumhurbaşkanı’nın emriyle müze yapılmak istenmiş. Ne var ki bu emir yerine getirilmediği daha doğrusu emir verilmeden yıllar önce Bandırma vapuru 1925 yılında jilet olduğu için, Samsun Büyükşehir Belediyesi tarafından vapurun aynı ebat maketi bu gün Samsun’da müze olarak hizmet veriyor.. Cumhurbaşkanlığı’ndan Başbakanlığa yazılan emir şöyle;

Türkiye Riyaseti Cumhur Umu Kâtipliği Yüksek Başvekâlete, Reis-i Cumhurumuz, Atatürk’ü 1919 senesinde Samsun’a götürmüş olan ve 1950 yılına kadar ‘Bandırma’, bilahare ‘Ülgen’, ismi altında çalışan ve halen Denizcilik Bankasınca hizmet dışına çıkartılmış bulunan vapurun, tarihi kıymeti dolayısıyla, eski adı ile müze olarak muhafaza edilmesinin muvafık olacağını buyurmuşlardır. Derin saygılarımla arz ederim. Umumi Katip

34


İstanbul Rama Derasimo firmasına satılarak İstanbul Limanına kayıt edilmiştir. 1894 yılında o zamanki Deniz Yolları İşletmesi anlamına gelen İdare-i Mahsusa'ya nakledilmiş ve Türk bayrağı çekilerek, adı Panderma olarak değiştirilmiştir. Marmara Denizi kıyılarında, Tekirdağ, Mürefte, Şarköy, Karabiga, Erdek arasında yük ve yolcu seferleri yapmıştır. İdare-i Mahsusanın statü değiştirerek 28 Ekim 1910 yılında Osmanlı Seyrüsefain İdaresi (Osmanlı Denizcilik İşletmesi) olunca geminin adı Bandırma olarak değiştirilerek posta vapuru haline getirilmiştir. 19 Mayıs 1919 tarihinde Atatürk ve Silah Arkadaşlarını Samsun'a getirdikten sonra yine posta hizmetlerine devam etmiştir. 1924 yılında Türkiye Seyrüsefain Bilindiği gibi 1957 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanı 1 Kasım 1957 tarihinde yapılan seçimle yeniden seçilen Mevcut Cumhurbaşkanı Celal Bayardı.

luk yolcu ve yük vapuru olarak inşa edilmiştir. Geminin ilk sahibi Dussey and Robinson şirketi gemiyi Torocaderto adı altında 5 yıl çalıştırdı. 1883 yılında Bayar, 1. turda oy birliğiyle yeni- Yunanistan'daki H. Psicha Preus den cumhurbaşkanlığına seçil- Firmasına satıldı. Kymi adını alarak, geminin Londra'da olan kaydı mişti. Pire Limanına alınmıştır. 1890 VAPURUN HİKAYESİ yılında H. Psicha Preus firması Bandırma Vapuru, 1878 yılın- gemiyi başka bir Yunan firması da İskoçya'nın Glasgow kentin- olan Cap. Andereadis firmasına de Mac. Intyre Paisley - Huston satmış, 12 Aralık 1891 tarihinde and Cardett tersanesinde 21 kaza sonucu batmış, aynı yıl içersıra numarası ile 279 groston- sinde yüzdürülüp Kıymı adı ile

İdaresi tarafından hizmet dışı bırakılmıştır. 1925 yılında gemi Bozmacı İlhami isimli Türk armatöre satılmış, ve aynı armatör tarafından 4 ay içinde hurda olarak parçalanmıştır. 1999 yılında Samsun'da vapurun birebir replikasının inşa edilmesi projesi başlatılmış, 2001 yılında inşası tamamlanan vapur 18 Mayıs 2003 tarihinde müze olarak hizmete açılmıştır. 35


ŞABAN SAĞLIK'LA

SORULUNCA ANLAŞILAN Mustafa KARAOSMANOĞLU

Şaban Sağlık 19 Mayıs Üniversitesinde edebiyat profesörlüğü yapan bir öğretim üyesi. Dost canlısı bir insan, bir başka deyişle üniversitenin şehre açılan edebiyat kapısı.

36

Zamanın hercai ruhu, yeryüzüne bir şeyler fısıldarsa; bir avuç toprağı ayartmaya koyulursa kısacık bir an; bir insan teki üzerinden görücüye çıkarsa yeni yüzleriyle bilindik kelimeler; dünyanın henüz keşfedilmemiş bir ucuna gitmek için bir roman yazılır, yer küreye yeni bir ada katmak adına, bir şiir söylenir başka gezegenleri sığdırmak için dağarcığına insanın. M. K.

Öğrencileri tarafından çok sevilen bir hoca. Yeni edebiyatın bütün dalları hakkında yetkin ve oldukça derin bilgi sahibi. Bütün edebiyat kuramlarına vukufiyeti bulunan hocamız, oldukça üretken biri olmanın yanında yaklaşık on beş günde veya ayda bir şehir dışında bir sempozyum, bir panel veya bir konferansa katılmaktan da geri durmayan bir tecessüs. Akademik camianın en tanınmış simalardan

ve bunu bütün boyutlarıyla hak eden biri. Bütün Şehir dergisi adına bu sayımızda kendisini ağırlamak istedik ve kurgu, metinlerarasılık, popülarite, eserde zaman mekan sorunsalı üzerine sorularımızı zat-i alilerine tevcih ettik. Yürüyen bir edebiyata bir adım katkı sağlamak için yola çıkar bütün kelimeler. Sanırım dünyayı tökezletmek adına bile olsa, yürümesi için yapıya yerleştirilen


her tuğla, bir bakıma klasiğe göz kırpar. Ama yerinde say komutu ile tanıdık adımların birbiri üzerine iz düşürmesi her şeyi sıradanlaştırmakla belki tanış olduğumuz bir çehreyle karşılaştırır bizi. Lakin çokça gördüğümüz bir nesne, bizi usandıran anlatılarıyla ağırlaşmamıza vesile olur. Yüksek bir eserle sıradan bir eserin arasındaki fark belki de budur. Evet hocam, gerçeklik edebiyatın içine bir taş atmış ve bu taş dalga dalga yayılmış, sonra intikam zamanı geldiğini hisseden edebiyat da gerçekliğin içine bir taş atmış o da dalga dalga yayılmış gerçekliğin içinde. Bu durum ilanihaye devam ededurmuş. En son gelinen noktada (ki böyle bir nokta var mı bilmiyorum) her ikisi de bakmışlar ki kendileri kadar taş, taş kadar kendileri olmuşlar. Metinlerarasılık deyince benim aklıma hep böyle bir kurgu gelir oturur. Kısa bir girişe meseleye bakışımı özetledikten sonra sorulara geçelim dileseniz. Bir metin gerçeğin doğasından ayrılmaya başladığında (özgün) eser olmaklığını gerçekleştirmeye başlar aslında. Sonrasında ise gerçeklikle belirli bir düzen dahilinde imtihana tabi tutulur. Gerçekten ayrılacak ama gerçekliğin “bizi idare eden hikayesinin” kurallarına da aykırı olmayacak biçimde belirginleşecek veya gerçekliğin kenarında bir yerde konumlanıp, kendine ait bir atmosfer oluşturarak, kendi gerçekliğinin çerçevesini bir bütünlük, bir sistematik dâhilinde kurma durumunu üstlenecektir. Kısaca söyleyecek olursak metnin; başlayıp bitme noktasında dünya (gerçeklik), metin (kurmaca), ve dünya (gerçeklik) diye bir döngüye sahip olduğunu görüyoruz. Bir anlamda gerçek

kurmacaya kurmaca da gerçeğe bir şeyler söylemiş oluyor. Bu durum, gerçekle (dünya) metin (kurmaca) arasında bir tür metinlerarasılığı işaret etmiyor mu? Cevabını içkin bir soru. Bana düşen sadece “evet” cevabı. Sorunun içerdiği kavramsal zenginliğin ve içinde barındırdığı disiplinlerarasılığın tam anlamıyla izahına girişsek, kitap değil kitaplar yazmamız gerekir. Bu manada benim işimi epeyi kolaylaştırmışsınız. Ancak şunu ilave etmeden de geçemeyeceğim. Sorunuzda geçen “bizi idare eden hikaye” ifadesinin ben de altını çizmek istiyorum. Sorunun içerdiği zengin epistemoloji, yani o kadar külfet sadece “bizi idare eden hikaye”ler içindir. Burada hikayeyi dar anlamda, yani bir edebiyat türü anlamında kullanmıyorum. Her şey adeta insanın evrensel hikayesini anlamak ve anlatmak için bir araya gelmiş. Sizin de işaret ettiğiniz gibi buradaki her şey (dünya ve metinler) adeta “tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan çıkar” dilemmasını akla getirmektedir. Dünya mı metinleri etkiler, metinler mi dünyayı etkiler? Bu soruya verilecek sabit ve değişmez bir cevap yoktur. Ya da verilen her cevabın doğru olduğu gibi paradoksal bir noktadan bahsedilebilir. Ancak şimdilik cevap niyetine, gerçekle (dünya) metin (kurmaca) arasında “metinlerarasılık” vardır ve olmalıdır, deyip geçelim. Somut olandan soyuta değin her nesne uzayda bir yer kaplıyor, buradan kalkarak (mutlak) yokluğun varlığını haklı nedenlerle kabul etmeyen düşünce akımlarına bağlı kalıp; her şeyin “orada” bulunan başka bir şeyin yerinde gözü vardır hükmünü çıkartabiliriz sanırım. Şair veya

Dünya mı metinleri etkiler, metinler mi dünyayı etkiler? Bu soruya verilecek sabit ve değişmez bir cevap yoktur. Ya da verilen her cevabın doğru olduğu gibi paradoksal bir noktadan bahsedilebilir. Ancak şimdilik cevap niyetine, gerçekle (dünya) metin (kurmaca) arasında “metinlerarasılık” vardır ve olmalıdır, deyip geçelim.

37


yazar bir metni elde etmeye çalıştığında bu metnin bizde edeceği yeri de hesaplıyor demektir. Çok merak ederim bir metin yazarı, bizim zihnimizde oluşturacağı etki ile neyi yerinden etmek istemektedir. Neleri değiştirmeye kendini görevli kılmıştır acaba! Bu soruya “yazar” (şair vs.) açısından bakıldığında, Umberto Eco’nun kavramsallaştırdığı “yazarın niyeti” bahsine girmemiz gerekecek. Yani bir yazar, hangi türde metin üretmeyi hedeflemişse, mutlaka o metni üretmesine sebep olan bir niyet de taşıyor demektir. Nedir bu niyet ya da niyetler? Çünkü yazacağı eseri bu niyetini somutlamak için ortaya koyacaktır. “Kalemiyle geçinmek” ifadesinden de anlaşılacağı gibi, yazar para kazanmak için metin üretebilir. (Bunun en tipik örneği edebiyatımızda Peyami Safa’dır. Ünlü romancı, sanat-edebiyat yönü güçlü romanlarında “Peyami Safa” imzasını kullanırken, sırf para kazanmak için kaleme aldığı basit polisiye roman serisinde (Cingöz Recai serisi; bu serinin hemen hepsi filme de alındı) ise “Server Bedii” takma adını tercih etmiştir.) Yazar, savunduğu ideolojiyi okurlarına kabul ettirmek ya da sevdirmek için de eser yazabilir. Birçok yazar da yeni bir sanat telakkisini ya da kendince orijinal bulduğu bir “anlatım biçimini” denemek için de eser yazabilir. Daha pek çok sebep söyleyebiliriz. Yani yazarın eser üretme sürecinde en klişe biçimiyle ifade edersek, “Bu eseri niçin yazdınız?” sorusuna verdiği cevap, onun niyetini ortaya koyar. Umberto Eco, ikinci bir niyet olarak “okurun niyeti” tabirini kullanır. Burada da yazarın niyeti ile okurun niyeti buluşabilir. Yani yazar hangi niyeti taşıyorsa, mutlaka o niyete uygun okuyucular bulur. Umberto Eco’nun 38

Her kaliteli metin bir süpermarket gibidir. Okuyucu da müşteri. Okuyucu o süpermarkete ne almak için giderse, o markette ilgili reyon bulunmalıdır. bahsettiği bir diğer niyet “metnin niyeti”dir. Metin güçlü ve adeta yazarına da meydan okuyacak bir yapıda ise, işte o zaman o yazar ve okurun niyeti metne değil, metnin niyeti yazar ve okura hakim olur. Böyle bir metin, yani yazar ve okurun niyetini aşan güçlü bir metin, okuyucuların zihninde devrim ya da islah yapabilir. Bu ne demektir? Öyle metinler vardır ki, okuyucu o metin öncesindeki bütün bilgi ve algılarını değiştirebilir. İşte böyle metinler okurun zihninde devrim yaparlar. Erol Güngör’ün Türkçe’ye “Dünyayı Değiştiren Kitaplar” adıyla çevirdiği kitap işte bu tür metinlerden bahseder. Bazı metinler de okurun zihnindeki bilgi ve algıları yok etmeyip adeta hani bir Yeşilçam filminde var olan şu repliği akla getirir: “Masaya koyun bir tabak daha” İşte bazı metinler zihnimize hücum edip kendiliğinden yer açarlar; bazen de davetsiz misafir gibi gelip yerleşirler. Bütün bunlar metnin gücü ve kalitesi ile ilgilidir. Kısaca şöyle de ifade edebiliriz: Her kaliteli metin bir süper-

market gibidir. Okuyucu da müşteri. Okuyucu o süpermarkete ne almak için giderse, o markette ilgili reyon bulunmalıdır. Müşteri zaten süpermarketin içini gezerken ihtiyacı olan şeyi ilk önce görür; daha sonra imkanı varsa satın almaz mı? Okuyucu metin ilişkisi biraz böyle değil midir? Bütün mesele, bütün reyonları içeren büyük bir süpermarketi andıran bir metin üretmek değil midir?... Gerçekle hayal arasındaki en temel ayrımlardan birini; birincisinin ayakları üzerinde duruyor olmasına karşın diğerinin böyle bir özelliğe sahip olmaması şeklinde gösterirler. Bana burada bir yanlış varmış gibi geliyor; yer yer gerçek olup da zihnimizin kavrayamadığı şeyler de(en azından) bizim için hayalle aynı etkiye sahip. Tersinden şunu da söyleyebiliriz, bizler hayallerimizi hesaba katıp içinde bulunduğumuz dünyada gerçekleştirdiğimiz eylemlilikleri bu hayallerimizi de üzerine koyarak gerçekleştir/ ebil/iyorsak bahsi geçen durumda gerçekle hayalin arasındaki farklılık ortadan kalkıyor demektir. Oysa roman veya hikâyede zaten bir kurgu içinde ilerleyen düzlemde ne tipten bir gerçek hayal ilişkisi kurabiliriz? Gerçek ile hayal, dolayısıyla kurmaca arasında pek çok fark vardır. Siz de en can alıcı farklılığı ve de ortak noktayı belirtiyorsunuz. Sınırlarının iç içe geçmesi bu iki kavramı aynı düzlemde değerlendirmeyi zorunlu kılmaktadır. Bunu roman ya da hikaye üzerinden analiz edersek, şunları vurgulamamız gerekecek: Bir kere “gerçek”, bir “seçim”dir, bir tercihtir. Bu yüzden de tek yönlüdür, ya da tektir. Bunu insan hayatta bir şeyi bir kere yaşar, şeklinde de


söyleyebiliriz. Yani icra edilen her eylem ve sonuçlandırılan her hayat süreci sonuçta bir “seçim”dir ve bir kereliğine icra edilmiştir. Buna karşılık hayal ya da kurmaca (mesela roman-hikaye) henüz kesin seçim yapılmama, tercihte bulunmama halini ilgilendirir. Ortada bir kesin seçim ya da tercih olmadığı için, hayalin (kurmacanın) “tek olan”la sınırlı olmak gibi bir problemi yoktur. Kurmacanın önünde bolca seçenekler vardır. Bu yüzden de gerçeğin yanında imkanları bol bir şekilde hava atabilir. Bu bir anlamda tiyatro-sinema oyuncularının sendromlarına benziyor. Oyuncular “gerçek” hayatta diyelim ki “mutlu”lar. Oysa canlandırdıkları rollerde “mutsuz” insanları da oynayabilirler. Veya ellerini kollarını bağlayan “gerçek”in dayatması yanında, kendilerine bütün “olabilirlikler”in alanını açan “roller”le yalan

da olsa rahatlayabilirler. Burada Aristo’nun “katharsis” kavramını hatırlayalım. Her ne kadar “arınma” temel anlamını içerse de katharsis, sonuçta rahatlama, deşarj olma gibi işlevlere de sahiptir. Hani bazı filmlerde “Yalan da olsa sevdiğini söyle” repliği vardır. Gerçekte sevilmeme seçeneğinin kurbanı olan kişi (bir seçenek tercih edilmiş ve hayata geçmişse, işte o gerçektir), farklı bir arayış olarak karşısındakinden başka bir seçeneği tercih etmesini talep etmektedir. Hatırlarsın, galiba 2004 yılıydı. Irak’ta Amerikan askerleri Türk askerlerinin başına çuval geçirmişti. Bu “gerçek” bütün Türk insanını ama özellikle milliyetçi fikirdeki Türkleri bir hayli sarsmıştı. Aynı yıl çekilen “Kurtlar Vadisi – Irak” adlı filmde adeta bu hadisenin rövanşı alındı. Filmin başkahramanı Polat Alemdar filmin sonunda Amerikalıların başı-

na çuval geçirmişti. Bu manada “yalan” kavramında “kurmaca” tadı vardır. Kurmacada da katharsis, yani rahatlatma söz konusudur. Tabii burada “yalan” kavramını idealize ediyor değiliz. Yalan kavramının “olmamış olanı olmuş gibi sunma” anlamının “hayal” ve “kurmaca” için de geçerli olduğunu ima etmek istiyorum. Burada yalanın kim tarafından ne sebeple nasıl ele alındığı önemlidir. Atilla İlhanvari soralım: “Hangi Yalan!” Yaşanmış ve olmuş-bitmiş bir gerçek hadise, hayal ya da kurmacaya (roman ya da hikayeye) ancak malzeme olur. Yazar, o malzemeyi yepyeni bir seçim (tercih) öncesine taşıyarak, söz konusu hadise daha başka türlü olabilir miydi, tarzında başka bir olabilirlik alanına taşır. Mesela gerçekte korkak olan bir kişi, kurmaca dünyada bir kahraman ya da cesaret sahibi bir yiğit olarak tasarlanabilir. Ziya Gökalp, meşhur Türk ütopyası “Turan” hakkında konuşurken, büyük hayallerin küçük hayallerin gerçekleşmesine sebep olduğunu söyler. Burada “küçük” kavramını “gerçek”, “büyük” kavramını da “hayal” (kurmaca) anlamında kullanabiliriz. Gökalp, bu bağlamda büyük hayallerin insanlara “umut” ve “idealizm” aşıladığını da söyler ki bu doğru bir tespittir. Fakat burada şu da unutulmamalı ki, asıl belirleyici ve somut olan tabii ki “gerçek”tir. Daha fazla uzatmadan şöyle bağlayalım: Gerçekte bir olay ya da kişinin “ne olduğu” ortaya konulur. Hikaye ya da roman gibi kurmacalarda ise söz konusu olay ya da kişinin “ne de olabileceği” tartışmaya açılır. Birinci soruda değindiğimiz dünya mı metni, metin mi dünyayı etkiler, sorusunu buraya “gerçek” mi kurmacayı etkiler, yoksa “kurmaca” mı gerçeği etkiler biçiminde uygulayabiliriz. Burada aklıma Abdülhak Hamit Tarhan’ın 39


bir beyti geldi. Galiba şöyleydi: Az çok hayâlden gelir insana tesliyet / Hep iğbirardır yüzü gülmez hakikatin. Yani şair diyor ki, insana teselli ve rahatlama hep hayalden gelir. Hep kötümser ve moral bozucu olduğu için hakikatin yüzü bir türlü gülmez.

geliyor. Hal böyle olunca bir ağacın bir dağa söylediğini, bir taşın yontulup heykel olmasını, ışık gölge karşıtlığının bize anlam olarak intikal etmesini edebiyat bağlamında nereye oturtabiliriz?

Yaşadığımız evrende her şey diğer her şeye bir gönderme olarak birbirini besler. Devamla söylersek eğer, her insan başka

Dikkat edersen, sürekli bir sirkülasyondan bahsediyorsun. Her şey birbiriyle bir şekilde ilişkili. O ona bir şey söylüyor, bu buna… Bu da aklıma ilk planda felsefi karşılığı olan “Eylem” kavramını

insanlardan, her şehir başka şehirlerden ve her ülke başka ülkelerden beslenir diyebiliriz. Hatta bu doğrultuda bir dil kümesi içinde bulunan kelimeler, başka birçok şeyin yanında birbirlerinden beslenerek anlamlı bir cümle oluştururlar yargısına da varabiliriz. Bağlam gereği birçok şeyin bizatihi kendi bünyesinde bile bir tür metinlerarasılık olduğunu söyleyebiliriz. En azından bana öyleymiş gibi

getiriyor. Hani Sartre, meşhur Varoluş bildirgesinde vurguluyor ya, hatta adına “Bağlanma” diyor. Yani her şey her şeye belirli bir “iç dikiş” nizamıyla bağlanmak istiyor. Her şey hareket halinde. (Burada Nurettin Topçu’nun çıkardığı dergiye “Hareket” adını vermesini hatırlayalım. Necip Fazıl’ın Sakarya Türküsü’ndeki meşhur “Her şey akar; su tarih insan ve fikir” mısralarını da aklımıza getirelim.) Yine Oğuz Atay’ın “Eylembilim” adlıyla

40

yazdığı bir kitabı da analım. Hatta Nuri Pakdil’in “eylem adamlığı” vurgusunu… Demek istiyorum ki, varlık (buna en başta insan dahildir) ölmediği sürece “eylem” içindedir. Ölünce eylem biter. Edebi metinler de hep eylem içinde; birbirleriyle etkileşim içinde. Biz buna edebiyat dilinde “metinlerarasılık” diyoruz. Soruda çok güzel vurgulanmış. Her şey birbirine bir şeyler söylüyor. Bazen konuşanlardan birinin sesini biraz fazla yükseltmesi buradaki diyalogu zedelemiyor. Yeter ki “monolog” (tek ses) olmasın. Bence monolog, tek ses olması hasebiyle ölüme çok yakın bir alanı işaret eder. Aynı konuda, hatta aynı duygu ve düşünce birlikteliğinde bile insanlar diyalojik bir tavır sergilerler. Şöyle bir örnek verelim. Diyelim ki bir kişi öldü. Ölen kişi için hemen her kişi bir cümle sarf eder. Biz sarf edilen cümlelerden konuşan kişilerin ölen kişiye nasıl baktıklarını anlayabiliriz. Ölen kişi hakkında şu manada cümleler duyulur. “Falanca öldü”; “Falanca geberdi”; “Falanca öbür aleme göç etti”; “Falanca beden olarak aramızdan ayrıldı ama, ruhen hep bizimle yaşayacak”… Şimdi burada bir kişi ölüyor. O ölümü çok kişi, ölenle arasındaki ilişkiye göre değerlendiriyor. Görüldüğü gibi ölüm “tek”; o ölümü değerlendirme “çok”. Buradaki tek’lik bir anlamda gerçeği, “çokluk” da kurmacalığı ifade ediyor. İşte edebiyatı bu “çok”lukta aramamız gerekiyor. Şöyle de diyebiliriz. Edebiyat, varlığa (gerçeğe) sanatçının kattığı şeydir. Az önceki örnekte olduğu gibi, kişi ölmüştür. Biri o kişi için, “Falanca geberdi” derse, iki şeyi söylemiş olur. Birincisi, bir kişinin öldüğünü söylemiştir. İkincisi, ölen kişiden nefret ettiğini, hatta ölümünden dolayı üzülmediğini ima etmiştir. Bu da edebiyatın evrensel tanımı olan “az sözle çok şey


söyleme” retoriğine uygun değil mi? Görülen o ki, her şey her şeyle bir şekilde konuşuyor. Tasavvufi düzlemde bunun için her şey kendi diliyle kendini yaratanı zikreder / konuşur, manasındaki yaklaşım da galiba bunu işaret ediyor. Ancak konuşan kişi mutlaka “kendinden” bir şeyler katar. Hatırlarsın, sen şair Mustafa Karaosmanoğlu olarak yıllar önce yazdığın bir şiirde şu mısraya yer vermiştin: “Damardan bir dünya verildi bana”. Bu, çok başarılı ve olağanüstü bir imgedir. Burada şair dünyanın adeta anasını ağlatıyor. Bütün varlıkları içine alan kocaman dünya, bu mısrada o kadar küçültülüyor ki, adeta damardan verilen bir küçük ilaca dönüşüyor. Şairin dünya kavramına kattığı bu orijinal anlam edebiyat (şiir) değil de nedir? İşte edebiyat kişinin kendinden kattığı şeydir. Herakliatos da, aynı suda iki kere yıkanılmaz derken, bir anlamda bunu vurgulamıyor mu?... Hep merak etmişimdir; gitmekle kalmak arasında bir mesafe bulunur, ölümle hayat arasında ise bir kelime. Demem o ki, mesafenin bir yüzü kalmak ise diğer yüzüne gitmek düşüyor, kelimenin bir yüzü ölmek ise diğer yüzü hayat olarak envanterimize girmiş bulunuyor. Bir mesafede bir kelimede anlamı böylesine ikiye bölen şey nedir? Bir önceki sorunun cevabında değindiğim, şairin “varlığa” kattığı şeydir. Soruda geçen “kelimenin bir yüzü ölmek ise diğer yüzü hayat” ifadesi de öznel bir tercihtir bence. Çünkü çoğu kişiye göre ölmek ile hayat arasındaki mesafe çok uzaktır. Yani pek çok kişi sanki ölmeyecekmiş gibi bağlanır dünyaya. Tabii ki sonunda onlar da ölürler. Ancak onlar hiç ölmeyeceklerini düşünürler. Yani “kelimenin

Bütün varlıkları içine alan kocaman dünya, bu mısrada o kadar küçültülüyor ki, adeta damardan verilen bir küçük ilaca dönüşüyor. Şairin dünya kavramına kattığı bu orijinal anlam edebiyat (şiir) değil de nedir?

bir yüzü ölmek ise diğer yüzü hayat” ifadesi bütün insanların algısını içine almıyor. Bilirsin, Rasim Özdenören’in “Denize Açılan Kapı” adlı öykü kitabının başında iki tane kısa tiyatro metni (bunlar “Kapıyı Vuran Kim” ve “Beklenen” adlarını taşır) vardır. Bunlardan birinde şöyle bir diyalog geçer: Bir delikanlı sahnede tek başına düşünceli olarak durmaktadır. Tam o anda bir dış ses olarak şu sözler duyulur. Delikanlı sorar: “Sen kimsin?” Sesin sahibi cevap verir: “Ben ölüm, annen!...” Burada yazarın ima etmek istediği şey son derece belirgindir. Yani, yazar demek ister ki, ölüm bir insana annesi kadar yakındır. (Bir çocuğun dünyasında annenin yerini dikkate alırsak, ölümün insana ne kadar yakın olduğunu görürüz.) Burada çocuk (insan) ayrı varlık, anne ayrı varlık. Aralarında belirli bir mesafe de var. Senin de ifade ettiğin gibi, zahiri anlamda görülen bu mesafe, esasında mesafe değil, aynı varlığın iki farklı yüzü olarak tecelli ediyor. Görmenin / bakmanın öznelliği bağlamında kimi “hayat”

ile “ölüm” arasında mesafeyi görüyor, kimi de bu iki kavramı aynı varlığın iki yüzü olarak algılıyor; yani mesafeyi yok ediyor. Burada da Atilla İlhan gibi soralım: Hangi bakma ya da görme?... 20. Yüzyılın en kayda değer filozoflarından biri olan H. Bergson, “Her insan hayatında aslında bir kelime söyler ve onun etrafında dolanır” meyanında bir şeyler söyler. Bu durumda normal insan ile filozofun arasında bir fark yoktur, asıl fark normal insanın bir kelime olarak başladığı şeyi pek bir ileriye götürememesi, buna mukabil filozofun bir kelimenin etrafında bütün bir dünyayı döndürdüğü sistematik bir bütünlüğün olduğundan bahseder. Yani biri sığlık ve vülgarize olmak temelinde varlığa katılırken diğeri ise rafine olmak ve sistematik bir çehreye bürünerek kendini ifade eder. Popüler roman değerlendirmesinde bir ölçüt olarak bu bakış açısını temel alabilir miyiz, ne dersiniz hocam? Kesinlikle. Burada felsefe ile edebiyatın farklı disiplinler olmasını unutmadan şunu vurgulamak gerekecek. Filozofun metodolojisi ile mesela romancının metodolojisi birbirine benzer. Senin de vurguladığın gibi, filozof bir kelime etrafında dünyayı izah etmeye çalışır. Nasıl yapar bunu? Sürekli olarak o kelimenin anlam alanına “bir şeyler” katarak… Önceki sorularda değinmiştik. Edebiyat, varlığa insanın kattığı şeydir demiştik. Filozof, seçtiği kelimeye sürekli bir şeyler katar. Buna karşılık edebiyatçı, bütün kelimeler desek abartı olur, tek kelimeyle yetinmeyip daha çoklu bir kelimeler dünyasına hükmetmeye çalışır. Yani filozofun “kelimesi”, edebiyatçının ise “kelim41


eleri” vardır, diyelim. Filozofun tek kelimeyle yapmaya çalıştığını mesela bir romancı, birçok kelimeyle yapar. Hani sürekli vurguluyorum ya, sanatçının varlığa kattığı şey diye. (Bilirsin bunun için felsefede “yapıbozum”, “yapısöküm” gibi kavramlar da kullanılıyor) Burada belki sanatçının varlığa kattığı şeylerin niceliği dikkate alınabilir. Varlığa çok şey katan sanatçı, adeta o varlığı başkalaştırır; yabancılaştırır. Varlığa az şey katan sanatçı ise, söz konusu varlığı adeta yabancılaştırmaktan sakınır. Bu manada az yabancılaştırılmış varlıklar, okuyucuya daha yakın veya tanıdık geldiği için, kolay anlaşılır ve hızlı tüketilir. Edebiyat ve medya dilinde bu tür ürünler için “popüler” dendiğini biliyorsun. Popüler olduğu oranda “tüketim” aracı olur ve kısa bir ömür sürer. Dolayısıyla Bergson’dan hareketle yaptığın değerlendirme bence yerinde ve tutarlı bir değerlendirmedir. Soru içinde geçen “ileriye taşıma” kavramı, bir anlamda sanatçının varlığa kattığı şey sayısından başka bir şey midir? Popüler romancılar varlığa çok az şey katarlar; o yüzden roman sanatını pek ileriye götüremezler. Zaten çoğu da yerinde sayar. En başta değindiğimiz “yazarın niyeti” bağlamında değerlendirirsek, zaten popüler roman yazarının roman sanatını ileri taşımak gibi bir niyeti yoktur. Görünen kadarıyla herkes (şey) kendi içkinliğinde bir özel olmaklık hali görür ve devamla bu durumunu yasallaştırmak için muhtariyet talebinde bulunur. Paralel olarak dildeki her kelimenin -insan yapısı olduğundan mı nedir- bir tür muhtariyet, bir tür hegemonik tutuma sahip olduğunu hissetmektey42

iz. Her cümlede bir kelime öne çıkarak diğerlerinin kendisine ram olmasını istiyor adeta. Bir kelimenin diğerlerine galebe çalması, onları kendi istemi doğrultusunda tasarrufu altına alma girişimi, bu meyanda dilde çokça görülen bir şeymiş gibi geliyor bana. Bu durum kelime için bir şey olduğu kadar ifade için de bir durum haline geliyor. Sonuçta kelimeden başlayıp ifade ve şeye kadar uzanan süreçte bir değişim başlamış oluyor. Edebiyatın gerçekliğe dokunuşunda böyle bir hal hissediyor musunuz? Demem o ki, edebiyat gerçekliğin üzerinde hegemonik tasarrufa sahip olabilir mi? Kelimeler bana hep insanmış gibi gelir. Yani her kelime bir insan… Nasıl ki insanların arasında çok farklı geometrilerde ilişkiler varsa, aynı ilişki kelimeler arasında da var gibime geliyor. Mesela bana her cümle bir aile gibi gelir. Bu ailenin reisi (babası) “özne”, annesi de “yüklem” gibi geliyor. Gerçekten de bir ailede bütün yük annelerin sırtındadır. Diğer ögeler çoluk çocuk. Yine nasıl insanlar arasında çok değişik parametrelere göre farklı gruplaşmalar varsa, kelimeler içinde de vardır. Mesela insanlar ekonomik kritere göre zengin-fakir olabiliyor. Bilgi ve kültürlenme açısından alim-cahil olabiliyor. Yine yaşadığı mekanın bilgi ve teknolojiye uzaklığına göre (medeni düzey) taşralı, köylü, şehirli olabiliyor… Kısaca aynı durum kelimelerde de vardır. Ancak her insan gerçekleştirse de gerçekleştirmese de nasıl ki “en iyi” “en başarılı”, yani bütün “en”leri kendi üzerinde toplamayı isterse, kelimeler de aynı şeyi yapıyor. Zaten siz de bunu vurgulamışsınız. Bu açıdan bakılınca herhangi bir

dilsel kategoride (cümle, paragraf, metin vs.) mutlaka belirli kelime ya da kelimelerin öne çıktılarını görürsün. Buna “kelime hiyerarşisi” diyebilir miyiz? Bazı kelimelere bu ayrıcalığı kim veriyor? Tabii sanatkar. Yukarıda da değindik; sanatçı bazı kelimelere (varlıklara) kendinden bir şeyler ekliyor. Demek ki sanatçı, mesela şair bazı kelimelere torpil geçiyor; o kelimeleri bayağı bir donatıyor. Bu da ister istemez bir metinde ya da dilsel kategoride bazı kelimelerin diğerlerinden daha farklı görünmesine sebep oluyor. Bir toplumda saltanat kuran krallar ya da padişahlar, şayet ahalisi yoksa neye / kime hükmedecek? İşte bazı kelimeler de kendini kral kraliçe, imparator hükmünde görüp, diğer kelimelere hükmediyor. Biz de buna edebiyat diyoruz. Tanpınar da, eski edebiyatımızı bir “saray istiaresi” etrafında izah ederken benzer şeyler söylemiyor mu?.. Hocam “Küçük Güzeldir” diyor E. F. Schumacher. Bu her ne kadar iktisada yönelik bir ifade olsa da, Schumacher bu sözle, fazla kazanma güdüsünün her şeyin üzerini bir şal gibi örten modern algı dünyasındaki ağırlığını yumuşatmak, yanımızda bulunan insana ve insani olana yer açmak, küçük olanın sevimli ve içten doğasını ön plana çıkartmak istiyor gibi. Aslında estetik duruşumuzu da büyük olana doğru genleştirip, esneten bu modern algı, büyük olana dikkat çekerek güzeli tekrar tekrar bakmanın ağırlığı altında zamanla sıradan bir unsur haline getirdi. Buna karşıt olarak küçüklerin bir aradalığında oluşan kompozisyonun güzele taşınmış hali, gözlerimizi büyükten farklı bir alana çekerek bir çerçeve dâhilinde küçük enstrümanların birbirlerine


yaptığı vurgu ile onu bitiremeyeceği bir temaşa ile baş başa bıraktı. Belli bir kompozisyon dâhilinde bir araya gelen küçük unsurlar güzele bakışımızı kendi içeriğinde bulunan farklı unsurları refere ederek genişletti ve bit/iril/mesi hiç de kolay olmayan bir yapıyı oluşturdu. Bunu romana, öyküye ve şiire taşırsak, bir kompozisyon olarak güzel hayata daha yakın durmasıyla klasikleşecek bir noktayı işaret ediyor gibi. Buna mukabil her daim anlatının tekliği üzerinden hareket edip dönüp dönüp aynı noktaya varan bir roman belki daha anlaşılır olmakla birlikte hayata dair bir çoğulculuğu üzerinde barındırmadığı için hem daha bir popüler ve hem de daha vülgarize bir hale gelmiyor mu, ne dersiniz? Size aynıyla katılıyorum. Sorunuz bağlamında aklıma çok şey geldi. Ancak burası yeterli değil. Ancak şunu anmadan geçemeyeceğim. Hani söylerler ya, edebiyat kutsal kitapların varisidir. Bizim edebiyatımızda bunu Ahmet Haşim şiir için söylüyor ve “Şiir, resullerin sözüdür” diyor. Resuller, Allah kelamını dile getirdikleri için de onların sözü de bir bakıma Tanrı’nın sözü oluyor. Bu manada özellikle şairlerin –Sezai Karakoç’un tabiriyle söylersek, Allah’lık iddia etmeden, yani şirke düşmedenAllah’ı taklit ettiklerini söyleyebiliriz. Allah’ın kelamı (sözü) nasıl ebediyse, yani bütün zamanlara nasıl sesleniyorsa, şair de aynı niyetle hareket eder. Yahya Kemal’in ebediyen “dilden dile dolaşan bir şiir peşinde olduğunu” söylemesi bu manada anlamlı hale geliyor. Hatta Yahya Kemal’in şöyle bir duası vardır: “Yârab bana bir ses yaratan kudreti ver.” Oysa seküler / popüler olan, kapitalizmin de etkisiyle hemen

Neyse sorunun cevabını daha fazla uzatmağa gerek yok.

Hani söylerler ya, edebiyat kutsal kitapların varisidir. Bizim edebiyatımızda bunu Ahmet Haşim şiir için söylüyor ve “Şiir, resullerin sözüdür” diyor.

tüketilen ve yerini başka bir “ürün”e bırakan “değer”lerin peşindedir. Yani kapitalizm (modernizm desek de yanlış olmaz) hemen tüketilen ve demode olan değerler peşindedir. Kapitalizmin bu anlayışı edebiyatı popüler boyutuyla yakalamış ve onu da kullanılan bir objeye dönüştürmüştür. Edebiyatta kolay anlaşılma, günübirlik olanı ve hemen tüketilebilir / pratik olanı akla getirir. Özellikle popüler romanlar bunu sağlarlar. O yüzden “tek anlam” ya da “mevcut duruma / statükoya uygun içerik” taşırlar. Bu yüzden de geçmişi içermedikleri gibi, geleceğe dair öneri ve imalar da taşımazlar. Hakiki sanat bu manada tıpkı kutsal kitaplar gibi her devre seslenir. Hakiki sanat eserlerinde “mazi-hal-istikbal” bir arada bulunabilir. Yahya Kemal’in “imtidat” dediği de bu değil midir?

İnsan zamanla dikey mekânla da yatay boyutta saçaklardan bir varlık. Olaylar mekânın hanesine yazılırken olgular zamanın kapısını açar bir mahiyette ilerliyor. Buradan bakınca mekâna eğilip pratiğin olabilirliğini kullanmaktan daha ziyade -ki bunları asgari ölçüde zaten kullanıyoruz- zamana yönelip onun imkânlarını daha fazla kurcalayarak kurguya ulaşıyoruz gibi geliyor. İnsan yatay olandan daha ziyade dikey olanı mı tercih ediyor. Öyle mi acaba? Bir önceki soruyu Yahya Kemal’in “imtidat” kavramıyla bitirmiştik. Bir şiirinde de vurguladığı gibi ünlü şair bu durumu “Kökü mazide olan ati” şeklinde de ifade ediyor. Yahya Kemal’in bu görüşleri esasında Bergson’un “sezgi” olarak adlandırdığı felsefi bir anlayışın tezahürü; ya da edebiyat diliyle ifadesi. Sorunuzda yer alan “yatay” kavramı akla ilk olarak “mekan”ı getiriyor. Doğrudur. Oysa dilbilimciler aynı kavram (yatay) için “eşsüremli” (senkronize) terimini de kullanırlar. Bu terim için “şimdi, burada ya da orada olan” tabirini kullanabiliriz. “Dikey” kavramına gelince, bu kelime öncelikle “zaman”ı akla getiriyor. Aynı dilbilimciler bu kelime için de “art süremli” terimini tercih ederler. Art süremlilik, “şimdi”yi merkeze almak kaydıyla anakronik olarak hem “geçmişe” hem de “geleceğe” yapılan zihinsel yolculuğu ifade eder. Yani insanın bilinci (şuuru) hep “şimdi”dedir. İnsan zihinsel bir şekilde çok hızlı bir şekilde geçmişe, yani “hatıralar”a; aynı hızla geleceğe, yani “hayal”lere de yolculuk yapar. Anlatıbilim literatüründe bu kavramlar için, geçmişe yolculuk manasında “geri kırılma” “(flashback), geleceğe yolculuk anlamında 43


ise “ileri kırılma” (flashforward) terimleri kullanılır. Esasında insan her üç zamanı aynı anda yaşar. Sık sık “dalıp gitme” hallerinde insan geçici bir süre “şimdi”den ayrılıp ya geçmişe ya da geleceğe zihinsel yolculuk yapmaz mı? İnsanı böylesine anakronik olana mecbur eden de senin söylediğin insanın yatay olandan ziyade dikey olanı tercih etmesi değil mi? Çünkü yatay olan, yani şimdide olan, her zaman insanı huzurlu kılmaz. Bu yüzden de insan kendini huzurlu hissettiği zamanlara zihinsel olarak ama geçici bir süre hicret eder. Diyelim bir kişi yatay düzlemde (yani şimdi’de) karnı aç. O kişi ya geçmişte tıka basa yemek yediği bir ortamı hatırlar ya da kısa zaman sonra gideceği bir ziyafetin hayalini kurar. Her hal ü karda şimdi’den geçici bir süre uzaklaşır. Dışarıdan bakan birine göre o kişi “dalgın”dır. Yani bizim “dalgınlık” anları esasında zamanda çıktığımız zihinsel yolculuklardan başka bir şey değildir. Bu da şunu göstermiyor mu: İnsan zihni an (şimdi) içinde boşluk kabul etmiyor. Ne zaman boşluk oluşsa, işte o zaman zihnimiz yatay olandan sıyrılıp dikey olana yöneliyor. Neden zaman dışına çıkıyor? Tabii ki, “şimdide olmayanı geçmişte ya da gelecekte bulabilir miyim” kaygısıyla. Dolayısıyla insanın yatay olandan dikey olana yönelmesi bir “arayış”ı içeriyor gibi. Peki insan ne arıyor? Tabii ki “mutluluk”u (Kayıp Cennet’i). Acaba “sanat”ın kökeninde de insanın bu özelliği (arayışı) mi var?... Yukarıda da bahsettiğimiz gibi insan zaman ve mekândan mürekkep bir varlık. Dil de bir kurgu olarak zamanın hanesinde yazılmış durumda. Roman, şiir, hikâye, daha açıkça söylemek gerekirse, sanatın bütün imkânları bir dil kullanmak hasebiyle kurguya 44

yaslanıyor. Yani bir sanat eseri kurgunun içinde bir kurgu olarak kendini var edebilme imkânına sahip gibi. Lakin ana kurguya geri dönme özelliğine de sahip. Böyle işleyen bir döngünün içinde kurgunun imkânlarını nereye kadar zorlayabiliriz? İnsanın Tanrı olmadığı / olamayacağı bilincini edinene ve hasbi bir şekilde bu bilinci yansıtmasına kadar zorlayabiliriz, gibime geliyor. Ne demek istiyorum? İnsan yaptığı bir işte eskilerin “müstağni” dediği, bugün ise “bitmiş tamamlanmış, eksiksiz” dediğimiz noktaya gelmek risklidir. Kim, hangi sanatçı ben geleceğim yere geldim, bundan daha ötesi yok derse, o noktada bitmiştir. Çünkü müstağni insan, asla “yarım kalmışlık” ya da “tamamlanmamışlık” noktasına gelmez. Bu noktaya gelmediği için de kendini “kusursuz” addeder; arayış ve denemelerini bitirir… İşte bu sanatçı bitmiştir ya da bitmeye adaydır. Peki olması gereken ne? Olması gereken en basitiyle şu: Her sanatçı ne kadar ustalaşırsa ustalaşsın, kendinde her zaman “amatör” bir ruh hissetmeli; asla müstağni olmamalı; arayış ve çabalarını her zaman sürdürmelidir. Yani kendini usta hissedip “tembellik” derecesine gelmemeli. Kendini hep “çırak” gibi hissederse, arayışı ve çabaları da sürecektir. Büyük sanatçıların bu ahlaka sahip olduklarını sen de bilirsin. İşte böyle bir durumda, kurgunun, yeniliğin ve farklılığın imkanları bu anlayış devam ettiği sürece daha bir ileriye gidecektir. Aksi zaten “durma” noktası değil midir? Bir kere durunca da onu artık gerileme, yok olma, tarihten silinme süreçleri izler. 11-) Hayat zamanın mekâna sataşmasıyla var olan bir şey

gibi, hoş bu sataşma olmasaydı bu kadar kırgınlıklar, kırılıp dökülmeler meydana gelir miydi? Bir yönüyle sanat da hayatı takip ediyorsa eğer, bir sanat eserine zaman ve mekanın nasıl müdahil olduğunu söyler misiniz? Devamla söyleyecek olursak eğer, işbu kırılıp dökülmeler bağlam gereği sanata ne kazandır? Sevgili Mustafa Karaosmanoğlu, senden duyup da her fırsatta kullandığım bir cümleyle bu soruna kısaca cevap vermeye çalışayım. Ne demiştin sen: “Asıl olan, yeni bir şey söylemek değil, bir şeyleri yeniden söylemektir.” Sorduğun sorunun cevabı senin söylediğin bu sözde gizli. Hani, metinlerarasılık için şöyle söylenir. Yeryüzünde söylenmedik bir söz yoktur. İnsanlar, söylenen sözleri kendilerinden küçük şeyler katarak bir kere daha söylerler. Biz de buna sanatta / edebiyatta kısaca “metinlerarasılık” deriz. Sen ne diyorsun; yeni bir şey söylemek zordur; bir şeyleri yeniden söylemek ise mümkündür. İşte bir sanat eserine zaman ve mekan böyle, yani söyleyeceklerimizi yeni bir tarzda, zamanın ruhuna uygun olarak söylersek müdahil olur. Burada “asıl söylenmesi” gereken, bir ruh gibi zaten metnin (eserin) içinde gizlidir. Değişen nedir? Zamanın şartlarına ve enstrümanlarına göre söz konusu sözü “yeniden söylemek”tir. Bir söz, her çağda yeniden söylenebilme karakterini taşıdığı sürece de bundan hep sanat kazanır. Bilgisayar tabiriyle söylersek, söyleyeceklerimizi sürekli “güncellersek”, bu, sanatın kendini yenilediği anlamına gelmez mi?...



1883 (H.1299) Canik (Samsun)

HÜKÜMET KONAĞI YANGINI Yrd. Doç. Dr. Selim ÖZCAN *

294 (1876– 1877) yılı Devlet Salnamesi’nde Canik (Samsun) Trabzon Vilayetinden ayrı müstakil bir mutasarrıflık olarak kaydedilmiştir.

46

Canik (Samsun), Orta Karadeniz kıyılarını Doğu ve Güney – Doğu Anadolu’ya bağlayan önemli bir iskele şehri konumundadır. XIX. yüzyılın ortalarında idari bakımdan Trabzon eyaleti dâhilindeki sancaklardan birisidir1. 1273 (1856–1857) yılı Devlet Salnamesi’nde Trabzon Eyaleti bünyesinde yazıldığı görülmektedir2. 1877 yılında ise müstakil mutasarrıflık olmuştur3. Nitekim 1294 (1876–1877) yılı Devlet Salnamesi’nde Canik (Samsun) Trabzon * Amasya Üniversitesi Eğitim Fakültesi İlköğretim Bölümü Sosyal Bilgiler Ana Bilim Dalı 1 Musa Çadırcı, “XIX. YY. 2.Yarısında Karedeniz Kentleri ( Trabzon, Samsun )”, İkinci Tarih Boyunca Karadeniz Kongresi Bildirileri (1-3 Haziran 1988), Samsun 1990, s.16 2 Tuncer Baykara, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyasına Giriş I Anadolu’nun Tarihi Taksimatı, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü, Ankara. 1988, s. 75-76 3 Çadırcı, s.16

Vilayetinden ayrı müstakil bir mutasarrıflık olarak kaydedilmiştir4. Çalışmamızın konusu olan hükümet konağı yangını esnasında bu konumunu sürdürmektedir. Fakat 1892 yılında Canik Sancağı’nın yeniden Trabzon Vilayetine bağlandığı görülmektedir. Bu durum 1910 yılına kadar devam etmiştir5. Osmanlı Devletinde XIX. yüzyıla gelinceye kadar idari birimlerim yöneticileri için inşa edilmiş veya bu amaçla tahsis edilmiş ayrı kamu binaları bulunmamaktadır. Atanan valiler, eyalet merkezlerinde kendilerine ayrılan veya 4 Baykara, s. 249-251 5 Orhan Kılıç, “Osmanlı Dönemi İdari Uygulamalar Bağlamında Canik’in Yönetimi ve Yöneticileri”, Geçmişten Geleceğe 2006 Samsun, Samsun.2006, s.36


kendileri için kiralanan konaklarda oturmuşlardır6. Valilerin yaşadığı, kapı halkının bir kısmının barındığı bu konaklar, aynı zamanda devlet işlerini yürüttükleri yerler olmuştur. XIX. yüzyıla gelindiğinde bu durum değişikliğe uğramıştır. Tanzimat’ın ilanıyla başlayan yeniden yapılanma sürecinde ayrı kamu binaları inşa edilmeye başlanmıştır. Başlangıçta hemen binalar inşa edilemediğinden mevcut binalar kullanılmış, hizmet için bazı büyük konaklar ise kiralanmıştır. Tanzimat’la birlikte modern şehir düzenlemeleri bağlamında bir hükümet meydanı oluşturulmuştur. Bu meydanlar, eğer uygunsa şehrin eski dokusu içinde var olan meydanın düzenlenmesi şeklinde oluşturulmuş veya amaca hizmet eden büyük bir meydan oluşturabilmek için eski şehir dokusunun dışında, yeni bir düzenleme ile meydana getirilmiştir. Hükümet meydanının en önemli mimari öğesi hükümet konağı binaları olmuştur7. Dikdörtgen şemadaki hükümet konağı binaları, iki ya da üç katlı olarak inşa edilmişlerdir. Bu konakların içerisinde adliye, zaptiye, umur-u nafia, ticaret ve zaptiye, maarif, umur-u ecnebiye müdürlükleri ve defterdarlık gibi birimler yer almaktaydı8. CANİK ( SAMSUN )YANGINLARI Tarih boyunca şehirde birçok yangın meydana gelmiş ve şehir bu yangınların bir kısmında büyük zayiatlara uğramıştır. Canik’in en eski tarihi M.Ö. VII. yüzyılda Miletoslar’ın Karadeniz kıyıların6 Musa Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentleri’nin Sosyal ve Ekonomik Yapısı, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara. 1977, s.17 7 Nurcan Yazıcı, “Trabzon Örneğinde Tanzimat’tan Cumhuriyete Hükümet Konakları, Uluslar arası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Sayı. 1/5, s.946-947 8 İlber Ortaylı, Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahalli İdareleri (18401880), Anakara.2000, s.5

da koloniler kurmaya başladıkları döneme kadar dayanmaktadır9. İlk yangının, M.Ö 1200 yıllarında Balkanlardan gelen “Firig” denilen deniz kavminin bir Hitit şehri olan Samsun’u yakıp yıkmasıyla gerçekleştiği anlaşılmaktadır10. Bundan sonra değişik güçlerin hâkimiyetinde el değiştiren Samsun Osmanlılar dönemine gelinceye kadar kayda değer yangınla karşılaşmamıştır. Osmanlılar döneminde “Kafir Samsun” denilen Amisos11, 1425’te II. Murat zamanında hakimiyet altına alınmıştır. Bu esnada şehre hakim olan Cenevizliler Türklerin şehre yaklaştıklarını öğrenince Amisos (Kafir Samsun)’u yakıp yıkmışlar ve gemilere binerek şehri terk etmişlerdir. Böylece şehir ikinci kez büyük bir yangınla karşı karşıya kalmıştır12. Bu yangın sonrasında “Kafir Samsun” denilen Amisos, tarih sahnesinden ebediyen silinmiş, geriye sadece şehrin enkazı kalmıştır. Yangını surların dışından seyreden Türkler, haftalarca tüten kara dumanlardan dolayı şehre “Kara Samsun” adını yakıştırmışlardır. Bu isim, günümüzde hala halk arasında kullanılmaktadır. Osmanlı hâkimiyetindeki Samsun’da çıkan diğer bir yangın, şehrin Canik muhassıllığına dönüştürülmesiyle bu göreve atanan Canikli Ali Paşa zamanında olmuştur. Bu dönemde Canikli Ali Paşa ve oğullarının Çorum şehri yüzünden Bozok mutasarrıfı ile araları açılmış ve yaptıkları savaşı kaybetmeleri üzerine 1779’da şehri ateşe vermişlerdir. Böylece şehir yeni bir yangınla karşı9 Yurt Ansiklopedisi, “Samsun”, Cilt.IX, s.6554 10 M. Emin Yolalıcı, XIX. Yüzyılda Canik Sancağı’nın Ekonomik ve Sosyal Yapısı, Samsun.1990, s.2 11 Miletosluların Karadeniz kıyılarında kurdukları kolonilerden birisi olarak bugünkü Samsun şehrinin olduğu yerde konumlanan şehir. 12 Besim Darkot, ”Canik”, İslam Ansiklopedisi, MEB, c.X, İstanbul.1986, s.173

Osmanlılar döneminde “Kafir Samsun” denilen Amisos, 1425’te II. Murat zamanında hakimiyet altına alınmıştır. Bu esnada şehre hakim olan Cenevizliler Türklerin şehre yaklaştıklarını öğrenince Amisos (Kafir Samsun)’u yakıp yıkmışlar ve gemilere binerek şehri terk etmişlerdir. Böylece şehir ikinci kez büyük bir yangınla karşı karşıya kalmıştır. Bu yangın sonrasında “Kafir Samsun” denilen Amisos, tarih sahnesinden ebediyen silinmiş, geriye sadece şehrin enkazı kalmıştır.

47


laşmıştır13. III. Selim zamanında Canik muhassıllığına getirilen Tayyar Paşa, yapılan ıslahat hareketlerine karşı çıkarak, tepkisini Amasya’yı basarak göstermiştir. Bu harekâtı onun asi ilan edilmesine sebep olmuş ve üzerine kuvvetler sevk edilmiştir. Bu olayla ilgili olarak 1806’da Samsun’dan geçen seyyah “Joubert” izlenimlerinde, karışıklığı önlemek için İstanbul’dan Samsun’a donanma gönderildiğini ve bu donanmanın şehri topa tutarak yakıp yıktığını ifade etmektedir14. Bu da şehrin yeni bir yangınla karşılaştığını göstermektedir. Bundan başka 1863 yılında Hançerli Camii Medresesinde kazaen çıkan bir yangın daha vardır. Bu yangın şehrin neredeyse tamamen yanıp kül olmasına sebep olmuştur15. Samsun tarihinde karşımıza çıkan bu yangınlar, şehrin tarihinin detaylı olarak ortaya konulabilmesini zorlaştırmaktadır. Yangınlar sadece maddi zayiatlar vermemektedir. Aynı zamanda toplumu psikolojik olarak etkilediği gibi tarih şuurunun oluşumunun temel kaynaklarını yok etmesi bakımından daha tahrip edici manevi zayiatlar vermektedir. Çünkü bu dönemlere ait devletin resmi evrak ve belgeleri ile diğer tarihi kaynakların yok olmasına sebep olmaktadır. Bu da dönemin aydınlatılmasında karşımıza güçlükler çıkarmaktadır. Nitekim, Samsun tarihi hakkında yazılan eserlerin kısıtlı olması ve aynı bilgileri tekrarlamaları yeterli kaynaklara ulaşılamaması bunu doğrulamaktadır. Bilindiği üzere tarihin gerçek bilgileri belgelere dayandırılır. Belgeler olmadan varsayımlarla 13 Mehmet Torun, Samsun ve İlçeleri Tarihi Araştırmaları, İstanbul.1954, s.55 14 Darkot, s.175 15 R. Vadala, Samsun, Paris.1934, s.13

48

Yer olarak günümüzde mevcut olan Hançerli Mahallesine yarım saat mesafede ve denize nazır olduğu, iki katlı olup yirmi sekiz odasının bulunduğu, bitişiğinde ise hükümet konağının idaresinde bir ahırın ve hapishanenin yer aldığı anlaşılmaktadır.

geçmişi aydınlatmak, belirli bir devir hakkında hüküm vermek, bir dönemi değerlendirmek tarih ilminin gerektirdiği tarafsızlığa ve ilmi objektifliğe uygun düşmez. İşte toplumların geçmişini aydınlatan belgelerin ortadan kalkmasıyla toplumlar tarihi tecrübelerinden istifade edemedikleri için geçmişlerinden güç ve kuvvet alamamaktadırlar. Bu da geleceğe daha güvenli ve akılcı bir şekilde yönelmelerine engel olmaktadır. Bizde bu çalışmamızla, Samsun’da yukarıda kısaca bahsettiğimiz yangınlardan sonra 1883 (H.1299) yılında çıkan Canik (Samsun) Hükümet Konağı Yangınını ve sonuçlarını Osmanlı Başbakanlık Arşivi Yıldız Evrakı, Yıldız Sada-

ret Hususi Maruzat kataloglarında bulunan belgelerin ışığı altında değerlendirmeye çalışacağız. CANİK ( SAMSUN ) HÜKÜMET KONAĞI YANGINI Yangının çıktığı hükümet konağı hakkında kısa bir bilgi vermekte yarar vardır. Bu dönemdeki hükümet konağının yeri kesin olarak Canik sancağının yangınla ilgili olarak vilayetle olan yazışmalarında olsun, yangın soruşturma evraklarında olsun belirtilmemektedir. Fakat yine bu kayıtlarda verilen bilgilere dayanarak bazı düşünceler ortaya koyabiliriz. Yer olarak günümüzde mevcut olan Hançerli mahallesine yarım saat mesafede ve denize nazır olduğu16 , iki katlı olup yirmi sekiz odasının bulunduğu17, bitişiğinde ise hükümet konağının idaresinde bir ahırın ve hapishanenin yer aldığı anlaşılmaktadır18. Yangının çıkmasında önemli sorumlulukları bulunana üç odacı görev yapmaktadır. Bunlar, on dokuz yaşında olan ve üç yıldır muhasebe, muhasebeci, tahsildar ile sadık emini odalarına bakan odacı Hamdi19,on beş yaşında ve bir yıllık odacı olan adliye odasına bakan odacı Hamdi’nin kardeşi odacı Arif ve diğer odacı da seksen yaşındaki yirmi yıldır bu görevi yapan aşar, nüfus, emlak ve evkaf odalarına bakmakta olan Ahmet Ağa idi20. 28 Aralık 1883 Çarşamba gecesi çıkan yangın21 gece saat iki buçuk sıralarında Canik Zaptiye Tabu16 BOA, Yıldız Arşivi Sadaret Husûsî Maruzatı (YA. HUS), No: 176/91 Harik Komisyonu Tahkikatı, s.40 17 BOA, YA. HUS, No: 176/91 Canik Zaptiye Taburunun Piyade Birinci Bölük Yüzbaşısı Ömer Ağa’nın Takriri s.8 18 BOA, YA.HUS, No: 176/91 Harik Komisyonu Tahkikatı, s.39 19 BOA, YA.HUS, No: 176/91, Samsun Hükümet Konağı Odacısı Hamdi’nin İstintakı, s.1-5 20 BOA, YA.HUS, No: 176/91, Samsun Hükümet Konağı Odacısı Arif’in Takriri, s.12 21 BOA, YA.HUS, No: 176/91, Mukaddem Kaimakam Alayından, Harik Komisyonuna Tahrirat, Tarih 4 Ocak 1883, s.1


ru nöbetçi onbaşılarından Şerif Onbaşı tarafından yangın görülüp, “Yangın var!” diye bağırması üzerine olay duyulmuş22 hemen hükümet konağı görevli ve sorumlularına haber verilmiştir. Hükümet konağı görevlileri ile askeri erkânın hazır bulunması ve ahalinin de katılımı sonrasında mevcut tulumbalarla sabaha kadar yapılan çalışmalar sonunda yangın daha fazla büyümeden söndürülmüştür. Hükümet konağında yangın devam ettiği sırada daha fazla yayılmasını önlemek düşüncesiyle zabıta dairesi ile hükümet konağı arasındaki ahır söktürülerek yıkılmıştır. Böylece ateşin bitişikteki hapishaneye sıçraması engellenmek istenmiştir23. Bu olayda en büyük özveriyi Samsun mukaddem kaimakamı Mehmed Reşid Bey göstermiştir24. Hükümet konağındaki yangın önemli bir hususu gündeme getirdiği gibi yöneticilere bundan sonra daha titiz davranmalarını göstermiştir. Buradaki ihmal her yerde evrak ve kaydı kuyudatın mahzenlerde saklanmasına rağmen böyle bir tedbirin yerine getirilmemesidir. Bunun sonucunda çıkan yangında defter ve evraklardan bazılarının yanması açısından dikkat çekicidir. Hâlbuki Osmanlı devlet teşkilatında evrakın muhafazasına titizlik gösterilirdi. Mesela, Hatt-ı Hümayunlar padişahlara bile emaneten verilir ve işi bittikten sonra yerine konulurdu25. Resmi evrakın işi bitsin bitmesin o güne ait olanların hiç biri açıkta bırakılmaz akşamları mahzene konur, sabahları tekrar 22 BOA, YA.HUS, No: 176/91 Harik Komisyonu Tahkikatı, s.5 23 BOA, YA.HUS, No: 176/91 Harik Komisyonu Tahkikatı, s.15 24 BOA, YA.HUS, No: 176/91 Sinop Kumandanı Mirliva İmzalı Tahrirat, Tarih 15 Ocak 1883,s.1 25 Başbakanlık Osmanlı Arşivi Katalogları Rehberi, Ankara, 1995, s.VIII

çıkarılarak ilgili kalemlere getirilirdi. Bu tedbirin başlıca sebebi açıkta bırakılan evrakın herhangi bir şekilde zarar görmesini önlemeye yönelik olmasındandır. Hükümet Konağı yangınında böyle bir tedbirin alınmaması üzerine hemen soruşturma ile doğru haber alınabilmesi için vilayet erkânından birinin Samsun’a gönderilmesi istenmiştir. Ancak bu sırada Canik sancağında bulunan Vilayet Adliye Müfettişi Ömer Behçet Efendi soruşturmanın yapılmasına memur edildiği gibi Trabzon’dan gönderilecek memurun gecikebileceğinden soruşturmanın başlamasının uzayabileceği endişesiyle askeriyeden ve memleketin ileri gelenlerinden oluşacak bir komisyonun hemen teşkil edilmesini mutasarrıflığa bildirilmiştir26. Bunun üzerine askeri mahkemeye ait işleri yürütmek üzere Sinop’tan Samsun’a gelen Sinop Kumandanı Mirliva Hacı Hakkı Paşa yangını tetkik etmek üzere komisyon başkanlığını kabul edip27 kaimakam , binbaşı, vilayetten gelen memur ile altı tane azanın katılımı ile yangını soruşturma komisyonu kurmuştur28. Komisyondan, odacılardan başlayarak en büyük memurlara kadar sorgulamayı yapıp sonucunun sadarete bildirilmesi istenmiştir. Komisyon bu emir üzerine çalışmalarına hükümet konağındaki görevli üç odacıdan başlayarak, askeri ümeradan Canik Zaptiye Taburu Komutanı ve hükümet konağında görevli askerlerinden, Samsun kalesi topçu Komutanı ile konaktaki görevli askerlerinden ve hükümet konağındaki bütün dairelerin amirlerinden Samsun tabur 26 BOA,YA. HUS, No:176/91,Trabzon Valisinden Yıldız Başkâtibine Tahrirat, Tarih.19 Ocak 1883, s. 1 27 BOA, YA.HUS, No: 176/91, Sinop Kumandanı Mirliva İmzalı Tahrirat, s.1 28 BOA, YA.HUS, No: 176/91, Harik Komisyonu Tahriratı, s.39

Ağasına kadar toplam otuz iki kişi sorgulanmıştır29. Dokuz gün süren araştırmaları sonucunda çalışmalarını mutasarrıflığa teslim etmiştir. Memuren Samsun’a gönderilen Mektubi Fehmi Efendi de bu çalışmalara yardımcı olup Trabzon’a geri dönüşünde soruşturmanın evrakını ilişiğinde Samsun Mukaddem Alayı Kaimakamının yangın komisyonuna yazdığı 4 Ocak 1883 tarihli ve yangın komisyonu reisi Mirliva imzalı Samsun Mukaddem Alayı kaimakamı Mehmed Efendi’ye yazdığı tahriratlar ile birlikte vilayete takdim etmiştir30. Yangını görenler ifadelerinde yangının meclis idare odasıyla onun altındaki muhasebe odasından başladığını, ama öncelikle meclis idare odası muhasebe kaleminin üzerinde bulunmasından yangının muhasebe kaleminden başlamış olduğunu belirtmişlerdir31. Yine vilayetten memur olarak yangının soruşturması için Samsun’a gönderilen Mektubî Efendi’nin de yer aldığı soruşturma komisyonu yangının kasıtlı çıkarıldığına dair bir delil bulanamadığını ifade etmiştir32. Aksine dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu kazaen çıktığı belirtilmiştir. Hükümet konağının korunmasının yetersiz olup seksen yaşında bir ihtiyar odacı ile biri on dokuz diğeri on beş yaşlarındaki çocuklar tarafından korunmanın yerine getirilmeye çalışılması bu düşünceyi kuvvetlendirmiştir. Aynı zamanda evrakın ve kaydı kuyudatın korunmasının da yetersiz olduğu komisyon tarafından belirlenmiştir. Önemli evrakın önceleri muhasebe kaleminden bir sandıkla akşamla29 BOA, YA.HUS, No: 176/91, Harik Komisyonu Tahkikatı, s.1-39 30 BOA, YA.HUS, No: 176/91, Trabzon Vilayeti’nden Yıldız Başkâtibine Tahrirat , s.1 31 BOA, YA.HUS, No: 176/91, Trabzon Vilayetine Gönderilen Tahrirat, Tarih. 25 Ocak 1883, s.1 32 BOA, YA.HUS,No: 176/91, Trabzon Vilayetinden Yıldız Başkâtibine Tahrirat,s 1

49


rı hükümet konağının bitişiğinde bulunan hapishanedeki mahkumlar tarafından hükümetin avlusundaki mahzene götürülüp sabahları sandıkla tekrar getirilmesi usulü terk edilmiştir. Daha sonra evrakın mahzene nakli için mahkum verilmediği gerekçesi ile sandık mahzende bırakılıp akşamları önemli evrak ve malzeme götürülüp sabahları getirilmeye başlanmış33, sonucunda esası gelir ve gider defterleri içinde bulunan devletin önemli evrak ve kuyudatının muhasebe meclis idare kaleminde bırakılarak yanmasına sebebiyet verilmiştir34. Devletin en mühim evrak ve kuyudatının böyle bir kazada korunamamasının, bile bile gözetilmeden mahzene nakledilmeyerek hükümet konağında bekletilmesi sonunda meclis kaleminden hiç bir şeyin kurtarılamadığı, meclis idaresinden ise bir torba müsvedde çıkarıldığı beyan olunmuştur35. Mahkeme dairesinde ise yapılan soruşturma üzerine hukuk ve ceza kısımlarıyla savcı muavinliğine mukavelat memurluğu ile icra memurluğunda defter ve evraktan zayiat olmadığı tespit edilmiştir. Ancak istintak dairesinde bir hırsızlık olayı ile ilgili soruşturma evrakının kaybolduğu belirlenmiştir36. Evrak ve Kuyudat-ı mühimme33 BOA, YA.HUS, No: 176/91, Harik Komisyonu Tahkikatı, s.2 34 BOA, YA.HUS, No: 176/91, Harik Komisyonu Tahkikatı, s.43 35 BOA, YA.HUS, No: 176/91, Trabzon Vilayetine Gönderilen Tahrirat , s.1 36 BOA, YA.HUS, No: 176/91, Trabzon Adliye Müfettişliğine Gönderilen Mazbata, Tarih. 18 Ocak 1883, s.1

50

nin saklanamaması gibi mahzenin anahtarının saklanmasına da önem verilmeyerek olur olmaz kişilerin elinde bırakıldığı, hatta bazen çay ocağında asılı bulunması dikkati çeken önemli bir tedbirsizlik olmuştur37. Bu gibi tedbirsizlikler de hükümet konağının yangına karşı korumasız olduğunu ve çıkacak yangınların önemli zayiata neden olabileceğini göstermiştir. Yangının söndürülmesinden sonra Samsun Tabur Ağası Süleyman Ağa nöbetçi zaptiye çavuşuyla, odacı Ahmet Ağa’nın “Yangın neden çıktı.” diyerek ifadelerini alıp gerekli tahkikatı yaptığını zaptiye dairesine gelen mutasarrıf Paşa’ya da bu soruşturmayı gösterdikten sonra olayı telgrafla Trabzon’daki alay beyliğine haber verdiğini bildirmiştir38. Yangın komisyonu tarafından, hükümet konağı yangını soruşturmasının tamamlanarak sadarete sunulmak üzere vilayete gönderildiği gibi, yangının çıkmasındaki tedbirsizlik ve ihmalkârlıklardan dolayı Canik Mutasarrıfı ile Amasya Mutasarrıfının becayişlerinin tezkere ile sadarete arz olunduğu da belirtilmiştir39.

lerine karar ve işlemleri defterlere kaydetmeleri emir olunmuş olmasına rağmen hükümet konağı yangınında bu hassasiyetin gösterilmediği ve sonuçta toplum hayatı için temel dayanak olan ve dönemin idari, siyasi, hukuki, askeri, ekonomik ve çeşitli sosyal özelliklerini ortaya çıkaran evrak ve kuyudatın zayiata uğramasıyla karşılaşılmıştır. SONUÇ

Geçmiş ile bugün ve gelecek arasında sağlam köprüler kurulması; siyaset, ekonomi, toplum hayatı ve kültür alanında yaşanan tecrübelerin gelecek nesillere sağlıklı bir şekilde aktarılması ancak orijinal belgelerin değerlendirilmesi, ilmi çevrelerin istifadesine sunulması, kısacası bu güne kazandırılması ile sağlanabilmektedir. Bu da milletlerin hayatında çok büyük önem taşımaktadır. Her millet bir tarihi mirasın sahibidir. Bu tarihi mirasın çok önemli bir bölümünü de maddi ve manevi kültür varlıkları teşkil etmektedir. Toplumların geçmişlerinden haberdar olabilmeleri, geleceklerini sağlam temellere oturtarak daha medeni ve daha müreffeh bir yapıya ulaşabilmelerinde bu kültür varlıklarının büyük rolü ve yeri vardır. Sahip olunan bu kültür varlıklarının nesillere intikali ise bunların korunması ve değerlendirilmesiyle mümkün olabilmektedir.

Bu itibarla da maddi ve manevi külDevletin merkez dairelerinde bel- tür unsurlarının oluşturduğu arşivler gelerin saklanmasında ve korun- bir ülkenin tapu senedi, bir milletin masında gösterilen titizlik ve arşi- hürriyet varakası, bir nevi hatıratı, vcilik anlayışının taşrada görevli onun bütün varlığı, hakları ve özellikeyalet, beylerbeyi ve kadılardan da leriyle onun geçmişinden bu gününe; istenmiştir. Taşra teşkilatı görevli- bu gününden yarınlarına bağlayan 37 BOA, YA.HUS, No: 176/91, Trabzon Vilayetinden Yıldız Başkâtipliğine Yazılan Tahrirat, Tarih. 19 Ocak 1883, s.1 dayanağıdır. Titizlikle korunmalı ve 38 BOA, YA.HUS, No: 176/91, Harik Komisyonu Tahkikatı, s. 15 39 BOA, YA.HUS, No: 176/91, Edhem İmzalı Sadarete Yazılan Tahrimuhafaza edilmelidir. rat, Tarih. 2 Şubat 1883, s. 1



Osmanlı'nın Son Döneminde

ÇARŞAMBA'DA EĞİTİM Servet ZEYREK

Rum Pontus Çetelerinin işlediği cinaylere tanık olan Mustafa Demircioğlu’nu mezarı başındaki kitabede ise çıldırarak öldüğü yazıyor..

52

Osmanlı’nın son döneminde devlet görevlileri tarafından kaleme alınan salnameler, anlattıkları bölge ve dönemle ilgili çok önemli bilgiler vermektedir. Salnamelerde, devlet kurumlarından, yöneticilerden vb. konulardan bahsedilmekte hatta bazı istatistikî bilgiler de verilmektedir. O dönemde Orta ve Doğu Karadeniz’in neredeyse tamamını içine alan Trabzon vilayeti için de H. 1286 - 1322 (M. 1869 - 1905) arasında 22 adet salname yazılmıştır. 1869 yılında yazılan Trabzon Vilayet Salnamesinde, vilayetteki halkın nüfusu, dini yapısı, hane sayısı, cami, kilise vb.

dini kurumların ve din görevlilerinin sayısı, bulunan eğitim kurumları ve kütüphaneler gibi pek çok bilgiye yer verilmektedir. Bilindiği üzere Osmanlı’nın son dönemlerinde iki çeşit eğitim kurumu vardır. İlki geleneksel usulde eğitimlerine devam eden mahalle mektebi (sıbyan mektebi) ve medreselerle, Osmanlı’nın son dönemlerinde özellikle de Sultan II. Abdülhamid Han zamanında sayıları hızla artan Avrupa’daki okullar örnek alınarak kurulmuş olan iptida (ilkokul), rüştiye (ortaokul) ve idadi (lise) adı verilen okullardır. Geleneksel tarzda eğitim veren kurumlardaki eğitim,


Medresenin Adı

Medresenin Yeri

Müderrisi

Öğrenci Sayısı

Banisi (Kuranı, Yaptıranı)

Hazinedarzade Süleyman Paşa Medresesi

Çay Mah.

Ahmet Efendi

Naimiye Medresesi

Çay Mah.

Hacı İsmail Efendi 107

Hacı Mehmet Naim Efendi

Ahmet Efendi

58

Sofuzade Hacı Hasan Efendi

Mahmut Tayyar Paşa Medresesi Orta Mah.

Durmuş Efendi

46

Mahmut Tayyar Paşa

Hamidiye Medresesi

Orta Mah.

Derviş Efendi

55

Hasan Kadıoğlu Hacı Abdullah Efendi

Akpınar Medresesi

Sarıcalı Mah.

Mehmet Efendi

15

Muhiddin Efendi

Yusuf Zeyneddin Medresesi

Pembe Mah.

Mahmut Efendi

66

İaneten

Tatarlı Medresesi

Tatarlı Köyü

Bekir Efendi

17

İaneten

Sarıyurd Medresesi

Sarıyurd Köyü

Halil Efendi

32

-------

Hisarcık Medresesi

Hisarcık Köyü

Fehmi Efendi

52

İaneten

Eğri Kiraz Medresesi

Karakaya Köyü

İbrahim Efendi

17

İaneten

Şeyh Habil Medresesi

Şey Habil Köyü

Musa Efendi

16

İaneten

Abacalu (İpçili) Medresesi

Abacalu (İpçili) Köyü Zihni Efendi

19

İaneten

Arnabud Ali Bey Medresesi

Orta Mah.

85

Hazinedarzade Süleyman Paşa

Tablo 1: 1904 Tarihinde Çarşamba’da Bulunan Medreselerin Durumu devlet tarafından tam olarak planlanmış ve denetlenebilen bir eğitim değilken, yeni açılan okullardaki eğitimin daha planlı ve denetimi daha da kolay olmuştur. Çarşamba (Arım) kazası idari yönden, Trabzon vilayetinin Canik sancağına (liva) bağlıydı. Osmanlı’nın son dönemindeki Çarşamba, şu anki Çarşamba ilçesinin tamamını, Ayvacık ilçesinin büyük bölümünü, Salıpazarı, Asarcık ve Tekkeköy ilçelerinin bazı köylerini de içine alan Canik sancak merkezinden sonra (şu anki İlkadım, Canik ve Atakum ilçeleri) en büyük kaza idi. Aynı zamanda Çarşamba’nın barındırdığı eğitim kurumları ve kütüphanelerle komşu kazalardan çok daha zengin olduğu görülmektedir.

medrese, 1880 yılında 12 medrese, 1888 yılında 7 medrese, 1895 yılında 5 medrese, 1901 yılında 6 medresede 6 müderris ve 717 öğrencinin olduğu, 1902 yılında 13 medresede 13 müderris ve 558 öğrencinin var olduğu, 1904 yılında ise 13 medresede 13 müderrisin 585 öğrenciye eğitim verildiği belirtilmektedir. 1904 tarihinde Çarşamba’da bulunan medreselerin durumu şöyleydi.

Yukarıda vermiş olduğumuz tablodan da anlaşılmaktadır ki Çarşamba’da 1904 tarihinde 13 tane medrese bulunmakta ve bu medreselerde toplam 585 öğrenci eğitim görmektedir. Aynı yıl Trabzon vilayetinin tamamında 60, Canik sancağında ise toplamda 23 medrese varken bunlardan 13 tanesinin Çarşamba’da Tutulan kayıtlara göre bulunuyor oluşu dikkate şayanÇarşamba’da 1869 yılında 8 ilmi- dır. Medreselerden 6 tanesiye medresesinde 11 müderrisin nin kaza merkezinde diğerleri205 öğrenciye eğitim verdiği nin ise değişik köylerde kurulu belirtilmekte olup, 1872 yılında 4 olması da yine dikkat çekicidir.

Osmanlı Devleti’nin dağılma döneminde devletin içindeki azınlıklar büyük devletlerin desteği ile yavaş yavaş Osmanlı Devleti’nden ayrılırken, yüz yıllardır Anadolu’da Türklerle iç içe yaşayan Rumlara da İnebolu’nun batısından başlayıp Batum’a kadar uzanacak olan bir Pontus Devleti kurma hayalleri içine girmişlerdi.

53


Kütüphanenin Adı

Bulunduğu Mahalle

Banisi (Kuranı, Yaptıranı)

Kitap Sayısı

Kuruluş Tarihi

Hazinedarzade Süleyman Paşa Kütüphanesi

Çay Mah.

Hazinedarzade Süleyman Paşa

150

1227 (1812)

Naimiye Kütüphanesi

Çay Mah.

Hacı Mehmet Naim Efendi

130

1303 (1885)

Arnabud Ali Bey Kütüphanesi

Orta Mah.

Sofuzade Hacı Hasan Efendi

335

1275 (1858)

Mahmut Tayyar Paşa Kütüphanesi

Orta Mah.

Mahmut Tayyar Paşa

720

1227 (1812)

Çarşamba’da yine klasik usulle eğitim veren mahalle mektebi veya sıbyan mektebi diye anıda olduğudur. Kütüphanelerin lan ilk derece mektebi diyebive medreselerin aynı adı taşı- leceğimiz mektepler de vardı. ması ve banilerinin aynı oluşu Çarşamba’da 1869 yılında 169 bu kütüphanelerin medreselere sıbyan mektebinde 2607 öğrenait kütüphaneler olduğunu gös- cenin var olduğu, 1800 yılında termektedir. Hazinedarzade 147, 1888 yılında 280, 1902 yılınSüleyman Paşa Medresesi da 198 adet sıbyan mektebi ve Kütüphanesi günümüzde bulunduğu belirtilmektedir. halen Süleyman Paşa Camii Çarşamba’da geleneksel metotolarak bilinen caminin bünye- larla eğitim veren medrese sinde veya civarında, Naimiye ve sıbyan mekteplerinin yanı Medresesi ve Kütüphanesinin sıra, 1850’lerden itibaren tüm de halen günümüzde Naimiye Osmanlı coğrafyasına yayılmış Camii olarak bilinen cami- özellikle de Sultan II. Abdülhamit nin bünyesinde veya civarın- Han zamanında geniş yayılım da olmalıdır. Arnabud Ali Bey imkanı bulmuş Avrupa modeli Medresesi ve Kütüphanesinin iptida (ilkokul) ve rüştiyelerin banisinin Sofuzade Hacı Hasan (ortaokul) de açıldığını görmekEfendi olarak belirtilmesi aklı- teyiz. Çarşamba’da ilk iptidanın mıza Çarşamba’da müftülük de ne zaman açıldığı bilinmemekle yapmış olan ve “Mecmâ’ûl Âdâb” beraber 1888 yılında 4 iptida, adlı bir esere de imza atmış olan 1895 yılında 4 iptida, 1898 yılınSofuzade Seyyid Hasan Hulusi da 1 iptidada iki muallimin olduğu Efendi’yi getirmektedir. Bu bilinmekte fakat öğrenci sayımedrese ve kütüphanenin yeri ları bilinmemektedir. Ortaokul de yakın zamana kadar ayakta derecesinde eğitim veren ilk olan Soğuoğlu Caddesindeki rüştiye Çarşamba’da 1871 yılında Sofuoğlu Camii olabilir. (İki açılmıştır. Kayıtlardan bu rüştiyıl evvel camii yıkılmış yerine yede 1872 yılında 45 öğrencinin Abdullah Tanrıverdi Camii inşa olduğu anlaşılmaktadır. 1873’de edilmiştir.) Camii yıkılmadan 3 muallim ve 45 öğrenci buluönce caminin kuzey duvarında nan rüştiyede, 1880 ve 1895’deki bulunan küçük odacıklar, bu oda- kayıtlarda da 3 muallim bulun-

Tablo 2: 1904 tarihinde Çarşamba’da bulunan kütüphanelerin durumu Özellikle köylerde kurulu olanların banisinin de köylüler olduğu anlaşılmaktadır. Bu medreselerin yanında Hazinedarzade Süleyman Paşa’nın Hassabahçe Mahallesinde 45 hücreli bir yapıyı medrese olarak vakfettiği anlaşılmaktadır. Fakat bu medresenin kurulup kurulmadığı ile ilgili malumatımız yoktur. Bir de Çarşamba kazasında bulunan kütüphanelere yukarıda ki tabloda göz atalım. Yine 1904 yılında tutulan istatistiklerden Çarşamba’da bulunan kütüphane ve kütüphanelerdeki kitap adedinin de fazla oluşu dikkat çekmektedir. Trabzon vilayeti genelinde bulunan 12 kütüphane bulunmakta ve bu kütüphanelerden de 6 tanesi Canik sancağında bulunurken Çarşamba kazasında 4 tane kütüphane bulunuyor oluşu da dikkate şayandır. Bir diğer ilgi çeken konu da kütüphanelerin ve medreselerin tamamının devlet eliyle değil de şahıslar eliyle kurulu oluşudur. Bunun yanında dikkat çeken bir diğer konu da medreselerin büyük bir bölümünün, kütüphanelerin ise tamamının Çarşamba’nın doğu yakasın54

cıklarda daha önceden eğitim verildiği izlenimini vermektedir. Aynı odacıkları yakın zamana kadar Çarşamba’daki Akpınar Camii’nde de görmek mümkündü. Bu odacıklarda yirmi sene öncesine kadar hafızlık yapan öğrenciler veya İmam - Hatip Lisesi’nde okuyan öğrenciler yatılı olarak kalıyor, iaşeleri de halk tarafından karşılanıyordu.


Mekteb-i Aşîret-i Hümâyun

makta, 1898’de 4 muallim 60 öğrenci, 1899’da 3 muallim 68 öğrenci, 1900’de 4 muallim 95 öğrenci, 1903 yılında ise 3 muallim 91 öğrenci bulunmaktadır. Sonraki yıllarda Çarşamba’da İnas Rüştiyesi (Kız Rüştiyesi) de kurulmuştur. İnas Rüştiyesinde 1912 yılında 2 muallime ve 48 öğrenci bulunuyordu. Bu okulun 1913 yılında kız iptidasına dönüştürüldüğü düşünülmektedir. Osmanlı döneminde Çarşamba’da lise düzeyinde eğitim veren idadi açılmadığı anlaşılmaktadır.

eğitim kurumları da vardı. 1893 tarihli bir nüfus sayımına göre Çarşamba’da 47597 Müslüman, 3114 Rum ve 9775 Ermeni yaşamaktaydı. Bu gayrı müslim nüfusa yönelik olarak Çarşamba’da 33 kilisede 36 din görevlisi hizmet vermekteydi. 1869 yılında 7 Rum sıbyan mektebinde 245 öğrenci, 18 Ermeni sıbyan mektebinde de 404 öğrenci olmak üzere toplamda 25 sıbyan mektebinde 649 öğrenciye eğitim verilmekteydi. 1872 yılında 3 Rum mekteBu kurumların yanında binin olduğu, yine 1880 yılında Çarşamba’da gayr-ı müs- da 3 sıbyan mektebinin olduğu lim tebaaya hizmet veren belirtilmektedir.

Yararlanılan Kaynaklar: • Abdullah Bay – Hazinedarzadelerin Vakıf Faaliyetleri, Uluslararası Karadeniz İncelemeleri Dergisi, 2008, Sayı:5 Sayfa: 113.

• Ünal Taşkın – 1317 Maarif

Salnamesine Göre Trabzon Vilayetinde Eğitim Kurumları, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2009, Sayı:7, Sayfa: 244.

• İbrahim Topal – Salnamelere Göre Trabzon Vilayetinde Dini ve Sosyal Yapı, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), 2012.

• Hayrettin Arıcı – XIX. Yüzyılda

Trabzon Vilayetinde Eğitim (Vilayet Salnamelerine Göre)(Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), 2006.

55


SAMSUN’UN İLK KIZ OKULU

MERKEZ İNÂS RÜŞTİYESİ Meltem KARABACAK

1869’da hazırlanan Maarif Nizamnamesi ile kızlar için öğretmen okullarının açılması ve kız rüştiyesi sayısının arttırılması öngörülüyordu.

56

Tanzimat öncesi dönemde sıradan ailelerin kızlarının ulaşabileceği okullar sadece mahalle mektebi diye de bilinen ve eğitimin ilk basamağını oluşturan sıbyan mektepleriyle sınırlıydı. Sonrasında devam edecekleri orta ve üst sınıf eğitim kurumları mevcut değildi. Esasen halkın da dönemin sosyal ve ekonomik koşulları içerisinde böyle bir ihtiyaca gereksinimi henüz ortaya çıkmamıştı. Bunun dışında bazı varlıklı aileler ile ilmiye sınıfına mensup olan ailelerin kızlarına kendi evlerinde imkânları çerçevesinde özel eğitim verildiği bilinmektedir. Osmanlı Devleti için bir dönüm noktası olan 1839 Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu’nun ilanı ile başlayan ve Tanzimat dönemi diye

adlandırılan süreçte diğer pek çok alanda olduğu gibi eğitim alanında da önemli değişimler yaşanmıştır. Bu bağlamda ilk olarak 1858’de İstanbul Sultan Ahmet’te sıbyan mektebi sonrası eğitimi sağlamak maksadıyla ilk kız rüştiyesi açılmıştır. 1869’da hazırlanan Maarif Nizamnamesi ile kızlar için öğretmen okullarının açılması ve kız rüştiyesi sayısının arttırılması öngörülüyordu. Maarif Nizamnamesi ile eğitim üç kademeye ayrılmış, bunun ilk basamağı dört artı dört yıl şeklinde olmak üzere sıbyan ve rüştiye mekteplerine verilmiştir. Maarif Nizamnamesi’nde kız rüştiyelerinin sayısının artırılması öngörülmüşse de maddi imkânsızlıklar, kadın öğretmen sayısının ye-


madan gerçekleştiği anlaşılmaktadır. İkbal Hanım ile göreve başlayanlardan biri de bevvâbe (müstahdem) Hoca Emine Hanım’dır. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulduğumuz belgeler bize göstermektedir ki okul öğretmenlerinin kadrosu sıklıkla değişiyordu. İkbal Hanım’ın 1897’deki atamasından iki sene sonra 1899’da okulun başöğretmenliğine DiOkulun Günümüze Ait Fotoğrafı yarbakır İnâs Rüştiyesi’nden Emine Naciye tersizliği ve yeterli sayıda öğrenci Hanım atanmıştı. Bu bulunamaması gibi sebeplerle taş- sık yer değişiklikleri bazen hoca rada bu kararın uygulanması çok hanımların aralarında çıkan sorunkolay olmamıştı. Kız rüştiyelerinin lar ve birbirlerini şikâyeti üzerine taşrada yaygınlaşması II. Abdül- gerçekleşebiliyordu. 1901 tarihli hamit dönemine denk gelir. İşte belgeden anlaşılıyor ki okulun baSamsun’da da bir sene evvelinden şöğretmeni olan Mahmure Hanım şehrin ileri gelenleri ve idareci- görev arkadaşı kadın öğretmen leri tarafından yapılan müracaat tarafından geçimsiz, hırçın ve ahüzerine Samsun İnâs Rüştiyesi’nin laksız olduğu gerekçesiyle maarif 1898’de açıldığı anlaşılmaktadır. komisyonuna şikâyet edilmiş, inPazar Mahallesinde bulunan ve celeme neticesinde her iki hoca haZübeyde Hanım Bağı diye anılan nımın da başka şehirlere gönderilarazi Maarif Nezareti tarafından mesine karar verilmiştir. Böyle bir satın alındıktan sonra üzerine üç şikâyet örneği 1908’de de görülür. sınıflı bir bina inşa edilmiş ve adı Hakkında şikâyette bulunulan baMerkez İnâs Rüştiyesi olarak ta- şöğretmen Gülser Hanım Sivas’ta yin edilmişti. Okul bando takımı görev yapan Naciye Hanım ile beve mızıka eşliğinde açılmış, törene cayiş edilmişti. Yer değişikliği yaşehrin ileri gelenleri ve Canik mu- şayan bu kadın öğretmenlere her tasarrıfı Hamdi Bey de katılmıştır. zaman harcırah verilmediği bilindiHamdi Bey, Maarif Nazırı Saffet ği gibi maaşların da yerel kaynakPaşa’nın damadı ve Hürriyet gaze- lar tarafından ödendiği görülür. tesi kurucusu Sedat Simavi’nin de Samsun İnâs Rüştiyesi öğretmenbabasıdır. lerinin aralarında çıkan geçimsizMaarif Nizamnamesi uyarınca kız rüştiyelerinin öğretmen kadrosu kadın olmak zorundaydı. Dârülmuallimât (Kız Öğretmen Okulu) mezunu İkbal Hanım’ın Samsun İnâs Rüştiyesi’ne tayininin daha 1897’de okulun açılış töreni yapıl-

Samsun İnâs Rüştiyesi’nin 1898’de açıldığı anlaşılmaktadır. Pazar Mahallesinde bulunan ve Zübeyde Hanım Bağı diye anılan arazi Maarif Nezareti tarafından satın alındıktan sonra üzerine üç sınıflı bir bina inşa edilmiş ve adı Merkez İnâs Rüştiyesi olarak tayin edilmişti.

likler dışında yerel halkla yaşadıkları kültürel sorunların varlığı da bilinmektedir. Yukarıda bahsi geçen okulun ilk öğretmeni İkbal Hanım, Habeş asıllıdır. İkbal Hanım’ın başka okulların idarecileri ile kurduğu ilişki halk arasında dediko-

57


ler şöyledir: Kur’an-ı Kerim ve din bilgisi, Osmanlıca alfabe, okuma, imla, yazma, şiir ezberleme, hesap ve geometri, tarih, coğrafya, ev ekonomisi, ziraat, resim ve el işleri, beden eğitimi ve müzik. Müzik eğitimi, Şehbenderzâde İlmi Bey’in annesi tarafından okula hediye edilen piyano ile yapılıyordu.

Günümüzde Konferans Salonu Olarak Kullanılan Sınıflardan Biri

Okulun İç Merdivenleri dulara sebep olmuş, dönemin hâkimi Fazıl Kadı ile Çarşamba’da gittikleri düğün halk arasında dilden dile dolanan bir türküye güfte olmuştur: Mektebin yolu bir büyük bahçe Kebap taşınır bohça bohça Hâkim Bey’in cebinde kalmadı akça Aman da hoca hanım etmemeliydin Sen bu düğüne de gitmemeliydin

İkbal Hanım’ın ince hastalıktan vefat ettiği bilinmektedir. 1898 senesinde okulda 79 kız öğrenci 58

İç Merdivenlerin Altında Bulunan Çeşme bulunuyordu. Bu öğrenciler bölgenin ileri gelen aileleri ile idarecilerin kızlarıydı. Yüzbaşı Şemseddin Efendi’nin kızı Salise, Sâdiler tekkesinin şeyhi Mehdi Efendi’nin kızı Besime ve Hamalbaşların kızı Emine okula ilk kayıt olan öğrencilerdi. İlerleyen yıllarda nüfusun artışıyla birlikte öğrenci ve öğretmen sayısının da arttığı görülecektir. 1903 senesine gelindiğinde okulda 93 öğrenci olduğu bilinmektedir. Okul kayıt defterlerinden anlaşılacağı üzere okulda eğitimi verilen ders-

Merkez İnâs Mektebi, 1914 senesinde sıbyan sınıfı ile birleştirilerek toplamda 7 sene eğitim veren bir kurum haline dönüştürülünce öğrenci sayısı okulun kapasitesini aşmıştır. 1914-1915 tarihli kayıt defterine göre okula 639 öğrenci devam etmekteydi. Bu sebeple öğrencilerin bir kısmı yakın çevrede bulunan Abdullah Paşa, Said Bey ve Necm-i Terakki (bugünkü Mithat Paşa Lisesi) okullarına nakledilmiştir. Samsun’da Merkez İnâs Mektebi’nin açılışıyla hemen hemen aynı döneme denk gelen bir de Fransız kız okulu bulunuyordu. Rum Kilisesi içinde ruhsatlı olarak açılmış olan St. Josef isimli bu Fransız İnâs Mektebi’nin rahibe ve öğrencilerinin 1903 senesinde okulları yararına bir piyango düzenleyip halı, seccade gibi elişleri satmak üzere hükümetten izin aldıkları bilinmektedir. Merkez İnâs Mektebi ilerleyen yıllarda Merkez Numune Okulu adını alarak kız ve erkek öğrencileri kabul etmeye başlamış, Cumhuriyet’in ilanından kısa süre sonra okul öğretmenlerinden Kâzım Dilcimen ve Torik Kemal’in teklifi ile adı Bozkurt İlkokulu olmuştur. Bozkurt İlkokulu 2011 senesine kadar eğitim vermeye devam etmiş ancak bu tarihten sonra okulun fiziksel olanaksızlığı sebebiyle öğrenciler civar okullara nakledilmiştir. Bugün Pazar Mahallesi mevkiinde bulunan binanın bir eğitim müzesine dönüştürülmesi planlanmaktadır.



AHALİ GAZETESİ VE SAMSUN’DA EĞİTİM (1936-1939) Civan ÇELİK / Tarihçi-Yazar I-Ahali Gazetesi

Gazetenin amacı 9. sayıya kadar siyasetten uzak, sosyal ve ahlaki konular üzerinde memleketine yardımcı olmaktı. Fakat olaylar karşısında siyasi olmak gereğini duydu.

1914 yılında ellerindeki küçük pedal ile Belediye Caddesi'ndeki dükkanda Tüccarzade Dülger Ahmet Neş'at Efendi ve oğulları Mehmet, Hasan ve İsmail Cenani Mücellitlik ve Matbaacılık yapıyorlardı. İsmail Cenani (Oral) 14 Teşrini evvel 1918'de gazetenin ilk nüshasını çıkarmıştı. Ahali haftada bir defa Perşembe günleri tek yaprak olarak 400500 adet basılıyordu. Nüshası 100 para idi. Sahibi ve Müdürü: İsmail Cenani, Ser Mürettibi ve makinisti de, Abdullah Yesari Efendi idi. İdarehanesi: Belediye Caddesinde kendi binasında idi. Gazetenin amacı 9. sayıya kadar siyasetten uzak, sosyal ve ahlaki

60

konular üzerinde memleketine yardımcı olmaktı. Fakat olaylar karşısında siyasi olmak gereğini duydu. Çünkü köylerde Türklere karşı Pontus Çeteleri tarafından yapılan zulüm ve vahşeti yazmak siyasi telakki edildiğinden o zaman Mudde-i Umumilikçe gazeteye müdahale edilmiş, ikinci bir beyanname ile tediyesi kanuni depozito akçesini de verdikten sonra artık bu gibi haberlerin neşrine hak kazanmıştır. Gazetenin Baş Muharrirliğini Öğretmen Kemal Emin yürütüyor, Dr. Mustafa Lütfü ve Dr. İhsan (Özgen), Telgrafhane Müdürü: Haydar Rüştü, gazetede yazılar yazıyorlardı. Samsun jandarma Kumandanı Tahir(Baykal), Pontoscu


çetelerin Samsun ve Ulusal Mücadele yanlısı, Pontus çetelerine karşı yazıları gizlice gazeteye ulaştırıyordu. Yayınlanan bu listeler ulusal birlik ve beraberliği sağlamakta, Samsunluları ulusal direnişi desteklemesine yardımcı olmaktaydı. İki yıla kadar kapalı kalan Ahali gazetesi kapanma nedenini şu şekilde dile getiriyordu. " ... Evet bir zamanlar yani Mütareke zamanlarında Pontuscuların köylerde ve şehirde işledikleri cinayetleri anlatan haberler yayınladığımız için Rum ve Ermeniler ve daha vatanını sevmeyenlerin, muhalif hareketimizi o vakit Samsun'da bulunan bir takım canilerin hami ve müdafi bulunan İngiliz Yüzbaşı Solter tarafından Mutasarrıf İbrahim Bey'e yazılan tezkerede gazetemizin yanlış yola saptığı zikredilmiş ve Mutasarrıflıkça gazetemiz toplatılmış ve yayını tatil edilmiştir. Hareketi Milliye esnasındaki yayınlanan nüshalarımız Pontuscular tarafından güya mühim bir vesika imiş gibi Cemiyet-i Akvam'a yön verilmişti. " Ahali gazetesi 22 Ağustos 1921 tarihinde 19. sayısıyla yeniden yayın hayatına başladı : " Gazetesi olmayan bir memleket gayr-i mütakim isim edilse layıktır. Ceride bir beldenin, bir milletin fikrini temsil eder.

Nisan 1930 tarihinde 501.sayısıyla büyük boy ve 4 sayfa olarak yeniden yayınına devam etmiştir. Ahali gazetesi 1926 yılında Samsun'da yayınlanan diğer gazetelerden, gazetenin fiyatının 1 kuruş olması ve bedava dağıtıldığı gerekçesiyle yöneltilen eleştirilere şu yanıtı veriyordu: " ... Gelelim 1 kuruşa gazete sattığımıza ve parasız dağıtıldığına, bu kabahatte bizim değildir. Çünkü her nüshadan 400, 450 adet basıyoruz. Bunlardan 300'ünü sinema veyahut herhangi bir alakadarına bedeli mukabilinde satıyoruz. Kalan kısmını da abonelerimize ve mübadele suretiyle diğer gazetelere gönderiyoruz. Şimdi bu mal satıldıktan sonra satanın o mal üzerinde bir hakkı kalabilir mi? Mesela ben ilanımı derç ettirdiğim her hangi bir gazeteyi fazla miktarda alarak istediğim yere parasız vermeme acaba kim mani olabilir "... Ne yapalım Allah başka türlü yüz karası vermesin de bizim de kabahat ve kusurumuz 1 kuruşa gazete satışımız olsun." (Sarısakal:2003,s.45-46)

"... Hayli zamandan beri tatil-i neşriyat eden ( Ahali ) bugün tekrar yayına başlıyor. Memlekete, millete yararlı olduğuna inandığımız her şeyi yazacak ve neşredeceğiz."

İsmail Cenani (Oral) tarafından 1918’de çıkarılan Ahali gazetesi hem yazıları hem de Samsun’u işgal eden İngilizlerden aldıkları destekle Samsun ve köylerinde cinayetler işleyen Rum çetelerinin öldürdüğü insanların listelerini yayınlamıştır. Samsunluların şuurlanmasında ve milli mücadeleye gönüllü olarak katılmasında bu listeler ve yazılar önemli rol oynamıştır.

Ahali gazetesi 2 Teşrin 1923 tarihinde 34. sayıdan itibaren her ay yalnızca " Edebi Mecmua " yayınlamaya başlıyor . 1924 yılından itibaren Çarşamba ve Cumartesi olmak üzere haftada 2 gün yayınlanmaya başlayan gazete 5 Mayıs 1929 tarihinde 500. sayısıyla kapanmış ve getirilen kazanlı tab makinesiyle 3

Ahali gazetesinin çok önemli bir özelliği de bugün bile Samsun gaze-

İsmail Cenani, kurduğu Ahali Gazetesini, Pontuscuların can evine saplanan bir ok gibi çıkarmaya başladı. Fakat İngiliz işgal kuvvet kumandanlığı tarafından sık sık kapatıldı. Nihayet işgal kalkınca sesini daha da yükseltti.

Ahali gazetesi 2 Teşrin 1923 tarihinde 34. sayıdan itibaren her ay yalnızca " Edebi Mecmua " yayınlamaya başlıyor. 1924 yılından itibaren Çarşamba ve Cumartesi olmak üzere haftada 2 gün yayınlanmaya başlayan gazete 5 Mayıs 1929 tarihinde 500. sayısıyla kapanmış ve getirilen kazanlı tab makinesiyle 3 Nisan 1930 tarihinde 501. sayısıyla büyük boy ve 4 sayfa olarak yeniden yayınına devam etmiştir.

61


telerinde rastlayamadığımız “sanat ve edebiyat eki” çıkarmasıdır. Ahali gazetesi İsmail Cenani Bey’in vefatına kadar (1944) 26 yıl boyunca yayınlanmıştır. (Kayıkçı, Cilt 2, s. 105) II-Samsun’da Eğitim "Samsun Orta Okul Dikiş Biçki Resim sergisinin bilhassa bayanlarımızda alakalı takdirler uyandırdığını memnuniyetle haber almaktayız. Kızlarımız bir taraftan kültürel bilgilerini geliştirirken bir taraftan da Türk kadınlığının ezeli zevki olan Dikiş Biçki hususunda da kendilerini geliştirmişlerdir. (14 Temmuz 1937/Çarşamba) Okullardaki Nakış ve Dikiş kurslarındaki başarılar gazetelere şu şekilde yansımıştır : "Saat 17'den önce davetliler, güler yüzlü genç kızların karşılamalarıyla salonda toplanmaya başladılar. Fırka bandosu iyi bir organizasyonunun kusursuz, kıvrak havalarını güzel ve yavaş sesle şarkılarını söylediler. Değerli Vali Sayın Fuat Tuksal kısa bir nutuktan sonra kırmızı beyaz kurdelayı keserek sergiyi açmıştır. Kızların Nakış ve Dikiş işlerindeki başarıları göğsümüzü kabartmıştır.(24 Haziran 1937/ 62

Perşembe) Bu yıl şehrimiz Lisesinin son sınıf okurlarından bir kısmı diplomalarını alıp okuldan ayrılacağından, son sınıf okurları tarafından bu onurlu günün şerefin başta direktör ve öğretmenleri bulunduğu halde Kazım Paşa sinemasında 9 Mayıs 1937 Pazar günü talebelere, akşamı velilere ulusal ve sosyal konular üzerine hazırlanmış bir ayrılık müsameresi vermişlerdir. ( 19 Mayıs 1937/Çarşamba ) Başarılar olduğu kadar eğitim öğretim alanındaki sıkıntılar ve müfredat konuları da bugün olduğu gibi geçmişte de tartışma konusunu oluşturmaktaydı. Bu olaylar gazeteye şöyle yansımıştır : "Son yıllarda okullarımızı yakından ilgilendiren belli başlı dertlerden biri de kitaplardır. Yalnız okulları değil, çocukların velilerini de ilgilendiriyor. Eskiden kitapçılar rekabet içindeydi. Bu, fakir öğrenciler açısından sorun oluyordu. İlkokul çocuğunun kitabı hayatı olmalıdır. Ve esasen bu okulun görevi de çocuğu hayata hazırlamaktır. ( 19 Mayıs 1937/ Çarşamba ) İlkokullar için yeni bir müfredat programı yapıldı. Ortada iki program vardır. Birisi : beğenilmeyen eski program ; diğeri de:

tatbik edilmekte bulunulan yeni bir programdır. Eskide bulunmayan Yurt Bilgisi, Tarih ve bir de Aile Bilgisidir. Ve bir karşılaştırma yapacak olursak, eski müfredat programı, yenisinden çok daha verimliydi. (15 Nisan 1937/Perşembe) Öğretmenlerimizin birbirleri ile irtibat halinde olduklarını şehirlerarası da ilişkilerin olduğu görülmektedir. "Tokat ve Sivas öğretmenlerinden oluşan bir heyet bayramın 2.günü ve Şubatın 23’ünde şehrimize gelmişlerdir. O gün şehrimizden giden öğretmenlerden oluşan bir heyet Havza'da kendilerini karşılamışlardır. (11 Mart 1937/Perşembe) Samsun 30 Ağustos İlkokulu'nun açılışı şöyle duyuruluyordu. "Şirin Samsun'umuzun en havadar ve en güzel yerinde yükselen modern bir bina her geçenin takdir ve hayret nazarlarını kendisine çevirtir. Bu muazzam bina bir irfan ve fazilet ocağı olan 30 Ağustos İlkokuludur. Bu abidenin şehrimizde yükselmesine çok candan çalışan ve inşaasında en ufak kısımlarına bile çok titiz bir alaka gösteren böyle modern


bir okulu Samsun'umuza kazandıran Sayın Valimiz Fuat Tuksal'ı saygı ve takdirle anmak bir memleket borcudur. (9 ikinci teşrin 1938/ Çarşamba) Yine okumak için Samsun'a gelen öğrenciler için kalacak yer temininin sorun olduğu ve bu yönde çalışmaların olduğu gözlenmektedir. "Sayın valimiz Bay Fuat Tuksal'ın bir iki yıldır üzerinde durduğu işlerden biri de dışardan okumak için Samsun'a gelen lise öğrencilerine pansiyon temin etmektir. Bu yıl bu pansiyon açılmıştır. Yıllığı 150 lira olan bu ücret taksitle alınacaktır. Bu durum karşısında öğrenci sayısı günbegün artmaktadır.(19 Birinci teşrin 1938/ Çarşamba) Üniversite okumanın çok önemli olduğu ve okumak üzere şehir dışına çıkanların haberlerinin yapılarak gazetede yayınlanıp övüldüğünü görmekteyiz. "Memleketimizde mühendislik ihtiyacını karşılamak amacıyla açılan sınavlarda değerli fen memurlarımızdan Reşit ve Faik başarılı olmuşlardır. Bu ay sonunda aramızdan ayrılarak İstanbul mühendislik mektebine gideceklerdir. Tebrik ederiz". (18 Ağustos 1938/Perşembe) Vazifesine başladığı günden beri kültür bakımından önemli işler yapan Kültür Direktörü Bay Muhiddin'i makamında ziyaret ettim. Memleket irfanına daha geniş ölçüde faydalı olmak için yabancı ülke ilim kaynaklarından da yararlanmayı düşünmüş ve bu amaç için Amerika'ya gitmişler. 4 sene sonra mesleki bilgilerini geliştirerek Türkiye'ye dönmüşlerdir. İlk tayin yerinin Samsun olması bizim için bir fırsattır....(29birinci teşrin 1938/Çarşamba) Öğrencilere ilçelerde eğitim kampları kurulduğu görülmektedir. "10 Temmuz'da Kavak'a kampa gönderilen lise talebelerinin ay sonunda

Üniversite okumanın çok önemli olduğu ve okumak üzere şehir dışına çıkanların haberlerinin yapılarak gazetede yayınlanıp övüldüğünü görmekteyiz. "Memleketimizde mühendislik ihtiyacını karşılamak amacıyla açılan sınavlarda değerli fen memurlarımızdan Reşit ve Faik başarılı olmuşlardır. Bu ay sonunda aramızdan ayrılarak İstanbul mühendislik mektebine gideceklerdir. Tebrik ederiz".

döneceklerini, bu defaki yerlerinden memnun olduklarını haber aldık. (28 Temmuz 1938/Perşembe) Öğrencilerin yıl sonu sergisi düzenlediğini ve Samsunlu yetkililerin de katıldığı gözlenmektedir. "Lise

ve Ortaokul talebelerinin resim ve iş sergisi 27 Haziran Pazar günü Halkevi salonunda Vali , komutanlar , Belediye Reisi ve daha birçok davetlinin katılımıyla açılmıştır.(30 Haziran 1938/Perşembe)" Şehir Kulübü'nün Ticaret Ortaokulu'nun olduğu bina olduğu da gazeteden anlaşılmaktadır." Bir müddetten beri tamirine çalışılan Şehir Kulübü açılmıştır. Ticaret Ortaokulun tahliye ettiği bu kulüb binası merkezi olmakla beraber memleketin en iyi yerlerinden biridir..(17 Mart 1938/ Perşembe)" Gazete arşivinin önemi bakımından şu olayı aktarmak yerinde olacaktır. “Ahali Gazetesini çıkaran Cenani Bey’in yıllarca emek vererek oluşturduğu Ahali Gazetesi Arşivi, Milli Mücadele Basını adlı kitap hazırlayan Gazeteci-Yazar Ömer Sami Çoşar tarafından emanet olarak alınmış, Ömer Sami Coşar’ın vefatı üzerine kaybolmuştur. Yani Kurtuluş Savaşı’nın sembol şehri Samsun, Kurtuluş Savaşı günlerini anlatan en değerli belgelerini kaybetmiştir. (Alçın, 2011:1-2) Ahali Gazetesi’nin üç yıllık (19361939) arşivi tek tek incelenerek arşivime alınmıştır. Samsun İl Halk kütüphanesinde birkaç yıllık nüshaları kalan gazete, bu arşive sahip çıkamayanların gafleti karşısında tahrip edilip, bazı resim ve fotoğrafların kesilerek alınmış olması beni üzen olaylardandı. Bu şehrin her tarihi kültürel kalıntı ve kırıntısının sürekli yok olması tesadüf değil. Bu şehrin sahipleri, sahip olduğunun farkında değil. O yüzden bugün resimlerde gördüğümüz, Arnavut kaldırımlar, kaleler ve onlarca çeşmenin yerinde yeller esiyor. Artık bu şehrin sahipleri var. Bütün Şehir Dergisi’ne bu şehre sahip çıkan duruşu ve politikası nedeniyle bir kez daha teşekkür ederim. 63




İLÂHİ SİTELERDEN İNKÂR SİTELERİNE Alaattin KARACA

Bizde modern kentlere hayranlık 19. yüzyılda başladı. Ana sebep ise geri kalmışlık ve Batı kentlerindeki maddî refahtı.

66

Şehirler, medeniyetin aynasıdır. Her medeniyet, kendine özgü şehirler kurmuş. Coğrafî ve ekonomik şartlar, şehirlerin inşasında rol oynar ama herhâlde asıl etken dindir. Bu bağlamda İslâm’a özgü bir şehir mimarîsi/geleneği var. Aynı şekilde Batı medeniyeti de kendine özgü şehirler kurmuş. Onların şehir geleneğinde güce, ihtişama dayanan Roma sitelerinin etkisi büyük… Sezai Karakoç, İslâm şehirlerine; Allah’ı ve mâverayı hatırlatan mimarîsinden dolayı ‘İlâhî site’ diyor. Yahya Kemal, “Koca Mustâpaşa” şiirinde İslâm şehirlerindeki bu dünyametafizik ilişkisini; ‘Ahiret öyle yakın seyredilen manzarada’,

‘Geçer insan bir adım atsa birinden birine’ dizelerinde dile getirir. Oysa modern kentler, Allah’ı ve metafiziği unutturup ihtişamı, maddeyi, tüketimi, şirki teşvik ettiği için ‘inkâr siteleri’dir Karakoç’a göre… Bizde modern kentlere hayranlık 19. yüzyılda başladı. Ana sebep ise geri kalmışlık ve Batı kentlerindeki maddî refahtı. İstanbul’un dar, çamurlu, izbe, karanlık sokaklarında, bir kıvılcımla kül olan ahşap evlerinde yaşayan, ilkel ulaşım araçlarına mahkûm Osmanlı aydını, Batı’da teknolojiyle donatılmış konforlu, hızlı, aydınlık, temiz kentlerle karşılaşınca; o müreffeh kentleri


büyük bir hayranlıkla seyretti. Tanpınar, buna Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi’yi örnek vererek; onun 1721’de gittiği Paris’e artık ‘bir serhat mücahidinin mağrur gözüyle’ bakmadığını söyler. Ondan yaklaşık 150 yıl sonra Hoca Tahsin Efendi şu beyti döktürür: Paris’e git hey efendi akl ü fikrin var ise Âleme gelmiş sayılmaz gitmeyenler Paris’e Eh ne yapalım akılsız ve fikirsiz (!) kalacak değildik ya, rotamızı çevirdik biz de Paris’e… Çünkü Paris cennetti. Hoca Tahsin Efendimiz, Abdülhak Hâmid’in “Cenneti ne zaman nerede göreceğiz?” sorusuna, “Paris’e vardığımız zaman orada göreceğiz.” cevabını vermemiş miydi? 1863’te Avrupa’ya giden Hayrullah Efendi de tıpkı onun gibi Londra’yı görünce gözleri kamaşmış, ağzından hayranlıkla; “Bu şehrin vüs’at ve cesameti o mertebededir ki…”; “Kezalik sokaklarda ve hanelerde sair yerlerde dört yüz bine karîb [yakın] gaz şuleleri [alevleri] her gece iş’âl olunur [yakılır]…” cümleleri dökülüvermişti… Aynı yıllarda yolu Londra’ya düşen bir başka Osmanlı aydını da Namık Kemal. Hürriyet Şairi, Thames Nehri’nin kıyısından Londra’ya iç geçirerek bakıyor; “Terakki”

ve “Ufacık Bir İbret [Londra ve Şehircilik]” başlıklı makalelerinde böyle bir şehirde yaşamadığına esef ediyordu! Medeniyet burada, refah buradaydı çünkü. “İnsan yalnız Londra’yı im’ân-ı nazarla temaşa eylese göreceği bedâyi akla veleh getirir[di].” Velhasıl bu modern kentler onun da aklını başından almıştı. Ama nereden bileceklerdi sonunun ‘çarpık kentler’ olacağını?.. İşte bu, devrine göre makul görünen ‘terakkî iştiyakı’nın doğurduğu Batılı kent güzellemeleri, Cumhuriyet dönemindeki geleneksel mimarîye karşıt görüşler veya kimi muhafazakâr iktidarların maddî terakkî politikalarıyla birleşerek, tarihî/kültürel dokunun tahribine ve çarpık kentlerin çıkmasına sebep oldu. Şimdi ise, Osmanlı’nın ‘hayranlık psikolojisi ve terakki iştiyakı’ yerini çarpık kentleşmeye karşı eleştirilere bırakmış bulunuyor. Kimi Müslüman aydınların bu sorunlara İslâmi bir duyarlıkla yaklaşması, az da olsa bir bilinçlenme işaretidir. Ancak -Batıcılar bir yana- muhafazakâr iktidarlar da bu konuda yetersiz; yapıp yıktıklarının farkında değiller. Geçen hafta 9 Nisan’da Mimar Sinan’ı Anma töreni yapılmış, Sinan’ın kafatasının kayıp olduğu yazılıp çizilmişti. Bence asıl Sinan’ın ruhu kayıp ruhu!..

Eh ne yapalım akılsız ve fikirsiz (!) kalacak değildik ya, rotamızı çevirdik biz de Paris’e… Çünkü Paris cennetti. Hoca Tahsin Efendimiz, Abdülhak Hâmid’in “Cenneti ne zaman nerede göreceğiz?” sorusuna, “Paris’e vardığımız zaman orada göreceğiz.” cevabını vermemiş miydi?

67


SAMSUN BÜYÜK ANADOLU



Res.1: Toraman Tepe - 1905 (Kaynak: Yerel Tarih ve Kültür Derneği / Fotoğraf Arşivi)

* Mustafa KOLAĞASIOĞLU * Orhan Alper ŞİRİN

ANTİK AMİSOS KENTİ’NDEN Bir Yer Altı Odalı Mezar Örneği Amisos, nekropol sahası ile birlikte değerlendirildiğinde ise kentin yayılım alanı büyümekte, İlkadım İlçesinde bulunan Liman, Cedit, Kalkanca, Baruthane ve Karasamsun Mahallelerini içine alan geniş sınırlara ulaşmaktadır.

Orta Anadolu’dan gelen ticaret yollarının Karadeniz’le kesiştiği noktada bulunan Antik Amisos Kenti,1 Orta Karadeniz Bölgesi’nin kıyı kenti olan Samsun›un kuzeybatı kısmında yer alan Toraman Tepe üzerine ve yamaçlarına yayılmış vaziyettedir (Res.1). Deniz kıyısında bulunan Toraman Tepe çevresine göre hakim bir yükseltiye sahiptir. Sırt kısmında yerleşime elverişli geniş düzlükleri bulunan bu tepe, Amisos’un hem yerleşim sahasını hem de nekropol alanının bir kısmını üzerinde barındırmaktadır. Amisos, nekropol sahası ile birlikte değerlendirildiğinde ise kentin yayılım alanı büyümekte, 1 Amisos yazımı da dair çeşitli örnekler; AMIΣOY - ΣAMIΣOY - ΣAMIΣOHE - AMICOY - AMICOC

İlkadım İlçesinde bulunan Liman, Cedit, Kalkanca, Baruthane ve Karasamsun Mahallelerini içine alan geniş sınırlara ulaşmaktadır. Tabi bu sınırlar içerisinde kente dair antik bir yapı ya da harabe izi de görülememektedir (Res.2a). Askeri saha içerisinde bulunan, oldukça kısa ve tahrip olmuş sur kalıntıları dışında Amisos Akropolü’ne ait toprak üstünde herhangi bir yapı günümüze ulaşmamıştır. Bunda Amerikan radar tesisinin 1954 yılındaki yapımı sırasında Toraman Tepe sırtlarının iş makinasıyla düzleştirilmesi, Amisos’a ait birçok kalıntının yok olmasına da sebebiyet vermiştir.2 Bu tahribat esnasında ortaya çıkan 2 Atasoy 1997, iii, 48.

* Arkeolog Orhan Alper ŞİRİN. Samsun Müze Müdürlüğü, Kale Mahallesi, Ondokuzmayıs Bulvarı No:5 Posta Kod. 55030 Samsun/Türkiye * Arkeolog Mustafa KOLAĞASIOĞLU. Samsun Müze Müdürlüğü, Kale Mahallesi, Ondokuzmayıs Bulvarı No:5 Posta Kod. 55030 Samsun/TÜRKİYE.

70


Res.2a: Toraman Tepe - 2011 (Kaynak: Yerel Tarih ve Kültür Derneği / Fotoğraf Arşivi)

Res.2b: Toraman Tepe - 2016 yığıntıların ise tepenin batısında bulunan Baruthane Deresi’ne inen yamaçlara döküldüğü, yamaçtaki dolgu içinde bulunan yoğun miktardaki arkeolojik malzemeden de anlaşılmaktadır. Günümüzde ise Amerikan radar tesisinin olduğu alanda Sahra Sıhhiye Okulu ve Eğitim Merkezi Komutanlığı’na bağlı 19 Mayıs Kışlası bulunmakta olup buranın I. derece arkeolojik sit alanında olması da sahanın korunmasını sağlamıştır. Ancak askeri saha dışında kalan diğer kısımlar için bu durumdan bahsetmek güçtür (Res.2b). Bu durum kentin sınırlarının net tespit edilmesini engellemekle kalmayıp idari, dini ve sivil yapıların ortaya çıkarılması için gerekli olan bilimsel araştırma yapılacak sahaları ve kazı alanlarını da oldukça kısıtlayabilmektedir. Batıda Halys (Kızılırmak) ile Anadolu’nun kuzeydoğu ucunda bulunan Kolkhis arasında kalan Pontus Bölgesi3 sınırlarında kalan Amisos, antik dönemde Karadeniz kıyılarında kurulmuş en önemli liman kentlerinden biri olup tarih 3 Tekin 2010, 157.

boyunca değerini korumuş Halys (Kızılırmak) ile Iris (Yeşilırmak) nehirleri arasındaki verimli topraklara sahiptir. Karadeniz’e paralel uzanan Kuzey Anadolu sıradağlarına ait yüksek geçitler Amisos’un güneyinde alçalarak kıyıdan iç kesimlere ulaşımı kolaylaştıran geçişler de ortaya çıkarmıştır. Karadeniz ticaretinde dolanan malların İç Anadolu kentlerine ulaştıran yolun başlangıç noktasını Toraman Tepe’nin doğusunda yer aldığı düşünülen bu liman oluşturur.4 Ayrıca, liman Pontus Bölgesi’nin ticari kaynaklarını deniz aşırı kentlerle de buluşturmaktadır. Hellenistik Dönem’de kentin Atina gibi çağın önemli ticari merkezleri ile ilişkiler kurması5 ve Delos’ta M.Ö. 2.yy.’ın 2. yarısında Amisos’un ticari temsilciliğinin bulunmuş olması limanın ihracat hacminin küçük bir göstergesidir.6 Çeşitli tarım ürünlerinin yetiştirildiği ve hayvancılık içinde oldukça müsait olan verimli arazilerden elde edi4 Atasoy 1997, 50. 5 Summerer 1999, 222. 6 Keskin 2005, 45.

len tarım ürünleri Amisos limanının ihracat gücünü artırmaktadır. Helenistik Dönem’de ise M.Ö. 4.yy.’ın sonundan itibaren Kuzey Anadolu, Pers kökenli Mithradates sülalesine ait krallığın kontrolü altındaydı.7 Krallık, I. Mithradates Ktistes tarafından M.Ö. 301 yılında Iris (Yeşilırmak) ile Lykos (Kelkit) havzalarında kurulmuş ve Hellenistik Dönem boyunca sınırlarını devamlı genişletmiştir.8 Bu genişleyen sınırlara karşın krallık var olduğu süre boyunca kendini hiç bir zaman Pontus Krallığı olarak da adlandırmamış ve kralların ya da krallıkta yaşayan halkın kendi devletlerine de ne isim verdiği bilinmemektedir.9 Konumunun yarattığı stratejik önemden dolayı Ariobarzanes (M.Ö. 266/265-250) tarafından krallığa dahil edilmiş olan Amisos, bir süre sonra krallığın en önemli kentlerinden birisi haline gelmiştir.10 7 Tekin 2010, 157; Bekker-Nielsen, Czichon, Høgel, Kıvrak, Madsen, Sauer, Sørensen ve Winther-Jacobsen 2015, 13. 8 Arslan 2007, 11. 9 Arslan 2007, 12-13. 10 Arslan 2007, 58.

71


parlak dönemini Roma İmparatorluğu’nun Hannibal’dan sonra en zorlu düşmanı olan kral VI. Mithradates Eupator Dionysos (M.Ö. 120 - 63) zamanında yaşamıştır. Son kral VI. Mithradates, M.Ö. Res.3: Yer altı mezar odalarından genel görünüm. 1.yy.’da Amisos’u tapınak ve saray gibi yeni yapılarla donatarak, kentin ve krallığının sınırlarını genişletmiştir.13 Genişleyen sınırlar ise kralı Batı Anadolu’yu kontrol altında tutan Roma İmparatorluğu ile karşı karşıya getirerek büyük çatışmalara sürüklemiştir. Bu hakimiyet mücadelesi Roma İmparatorluğu ile VI. Mithradates arasında uzun yıllar süren üç kapsamlı savaşa neden olmuştur. M.Ö. 1.yy. içerisinde gerçekleşen şiddetli savaşlarda kral, Roma İmparatorluğu’na karşı ilk başta önemli başarılar elde etmiş, krallığının sınırları bir dönem Güney Anadolu sahilKroki 1: Her dört mezarı gösteren kroki. leri ile Ege Adalarına14 ve Atina’ya15 kadar da Mithradates soyuna ait ilk kral- uzanmıştır. Roma İmparatorluğu lar, son kral VI. Mithradates ve VI. Mithradates arasında geçen Eupator’un aksine Roma uzun ve şiddetli savaşlarda oldukİmparatorluğu ile ilişkileri iyi ça zarar gören Amisos’un büyük bir düzeyde tutmak için çaba gös- kısmı tarihinde bilinen ilk yangınla termişler11 hatta, V. Mithradates yok olmuştur. Evergetes Kartacalılara karşı Roma İmparatorluğu’na bir miktar Bölgede görevli olan generalaskeri birlik göndermesi12 bu duru- ler Lucius Licinius Lucullus ve Gnaeus Pompeius Magnus16 ile mu destekler niteliktedir. büyük mücadeleler içine giren Amisos, ekonomik ve siyasal Erciyas 2006, 194. anlamda tarih sahnesindeki en 13 14 Erciyas 2006, 198, 11 Erciyas 2006, 197. 12 Işık 2001, 12.

15 16

72

Bekker-Nielsen, Czichon vd. 2015, 13. Oktan 2008, 49-50.

VI. Mithradates sonunda Roma İmparatorluğu’na yenik düşmüştür. Böylelikle Karadeniz merkezli kurulan ilk krallığın en önemli yöneticisi VI. Mithradates, M.Ö. 63 yılında Kırım’da intihar ederek cenazesi Pompeius tarafından Sinope’deki kraliyet nekropolüne gömülmüştür.17 Bir döneme damgasını vuran VI. Mithradates egemen olduğu kentlerden olan Antik Amisos kentinin Nekropol sahasında tespit edilen mezar tiplerine baktığımızda ise genel olarak basit toprak mezarlar, kiremit çatma mezarlar, yer altı odalı mezarlar, tümülüsler ve ayrıca yer altı mezar odaları içerisinde bulunan pişmiş toprak lahitler ile kremasyon gömünün uygulandığı urne olarak nitelendirebileceğimiz kap mezarlar karşımıza çıkmaktadır. Buradaki mezar tipleri daha çok Helenistik Dönem’den Roma İmparatorluk Dönemine dek Amisos kent Nekropolü içerisinde görülen mezar tipleridir. Kısaca yukarıda belirtmiş olduğumuz Amisos Nekropolü’nde yaygın olarak görülen mezar tiplerinden konglomera anakayaya oyulmuş yer altı mezar odaları genellikle arazinin coğrafi yapısıyla ilişkili olarak genellikle yamaçlara yapılmıştır. Kaçak kazılar, inşai faaliyetler veya Müze denetimli sondaj kazıları, altyapı-temel kazıları sırasında ortaya çıkan bu mezar odalarından toplu halde bir grup örnekte Samsun’un İlkadım İlçesi, Baruthane Mahallesi’ndeki inşai çalışmalar esnasında açığa çıkmıştır. Büyük oranda tahribata uğrayarak birbirlerine yaklaşık 2 ila 3m. arasında değişen mesafede toplam dört adet yer altı mezar odası tespit edilmiştir (Res.3, Kroki 1). 17

Tekin 2010, 162.


Res.4: M4’ten görüntüler.

Res.5a: Mezar odasındaki soyulmamış defin nişinden görüntüler.

Res.6: Defin nişi içinden görünüm.

Res.5b: Mezar odasındaki soyulmamış defin nişinden görüntüler.

Çizim 1: M4’ü gösterir çizim.

Samsun Müze Müdürlüğü’nce kurtarma kazısı gerçekleştirilen M1, M2, M3 ve M4 olarak belirtmiş olduğumuz yer altı mezar odalarından M1’de ortalama 3.20-3.70x2.50m. ebadında bir ön oda ve buradan güney yöne doğru birbirine paralel uzanan 0.65x2.30m. ebadında ve 1m. yüksekliğinde iki adet defin nişi tespit edilmiştir. M1’in kuzeybatısında yer alan M2 ise ortalama 2.40-3.15x2.45m. ebadında ve 0.90m. yüksekliğindedir. M2’nin kuzeyindeki M3’te ise kuzey-güney doğrultulu ortalama 0.70m. eninde ve 0.40m.’lik kısmı kalan bir niş gözlemlenmiş olup her üç mezar odasının da genel olarak bütünlükleri korunamamıştır. M3’ün batısında bulunan M4’ün bütünlüğünde de bozulmalar

bulunmakla birlikte mezarda tahribe uğramamış bir defin nişi tespit edilmiştir (Res.4, Çiz.1). Araları sıvalı olan ortalama 10cm.’lik doğal taşlarla örülerek girişi kapatılmış olan bu defin nişi 2.40x0.80m. ebadında ve 1m. yüksekliğinde olup içerisinde inhumasyon gömü uygulanarak dorsal şekilde yatırılmış bir birey ve in-situ olarak ölü hediyeleri açığa çıkarılmıştır (Res.5a-b). Hediye konumundaki bu buluntular çoğunlukla takıldıkları uzuvların çevresinde yer almaktadır (Res.6). Ayrıca defin nişi dışında mezar odasının güney köşesinde Amisos Nekropolündeki mezar tipleri açısından bulunma şekliyle nadir olarak karşılaşılan ve bir mezar olarak kullanılan pişmiş topraktan yapılmış bir urne kabı açığa çıkarılmıştır. Mezar odasının duvarına açılan küçük bir oyuk içine yerleştirilerek kremasyon gömü uygulanan urne kabının üzeri

Res.7: Mezar odasının duvarına yerleştirilmiş urne mezar. tekrar sıvayla kapatılmış ve duvar içine saklanmıştır (Res.7). Defin nişinde ortaya çıkan altın, pişmiş toprak ve metal buluntular benzer örneklerle yapılan karşılaştırmalarla birlikte yapım ve stil özellikleri ışığında tarihlendirilmeye çalışılmıştır. 1-Kharon Sikkesi Definin baş çevresinde ortaya çıkan altın pul şeklindeki obje Stampa18 tekniğiyle yapılmış olup Samsun Müzesi envanterine 2013/212(A) numarasıyla kayıtlıdır. Obol olarak adlandırılan altın pulun çapı 1,96cm., kalınlığı 0,22cm. ve ağırlığı 0,30gr.’dır. Tek yönlü altın pulun üzerinde dikey olarak kayışı sağa sarkmış kını 18

Kalkınoğlu 1989, 26.

73


bugün bile Anadolu’da görmek mümkündür. Tabi burada mezarlara konulan para ile amaçlanan husus ölümden Res.8: Kharon Sikkesi (ön ve arka yüz) sonra iki ruhun arasındaki anlaşmazlıkların içinde kılıç kabartması bulunmak- tatlıya bağlanmasıdır ki, İzmir’in tadır. Bu kabartmanın sağ ve sol Menemen ilçesinde defin sırasıntarafına bölünmüş olarak da “[X] da mezarda eski bir gömüye rastABA-KT[ΩN]” lejantı yer almakta- lanması halinde ölüye ait kemikledır. Lejantın sol üst köşesinde yarı- rin ayakucunda toplanarak üzerine may ve yıldız/güneş betimi, sol alt para atılması ve yeni gömünün aynı köşesinde ise bir monogram yer mezara defnedilmesi; Aydın’da ise alır (Res.8). bu durumun, ölü mezara indirileceGrek inanışına göre yer altı ülke- ği esnada avucuna para konularak sinde bulunan Stiks ya da Akheron gerçekleştirilmesi,24 Çankırı’nın ırmağının karşı kıyısına ölen kişi- Subaşı Köyü’nde mezara bir miktar nin ruhunun kayıkçı Kharon tara- para konulması ve Anamur İlçesine fından geçirilebilmesi için ölünün bağlı Çarıklar Köyü’nde ölünün ağzına bir bahşişin (obol) bırakıl- ağzına para sıkıştırılması25 gibi ması gerekirdi.19 Bu bahşiş bıra- uygulamalar Antik dönem gömü kılmadığında ise farklı tasvirlerle geleneğinde görülen Kharon inanbetimlenen Kharon ruhları kovar cının şekilselliğinden çok anlamve asla yumuşamazdı.20 İlk ola- sallığının değişikliğe uğrayarak rak Minyas’ın şirinde adı geçen günümüze dek yansımalarını göskayıkçı Kharon’a dair bu geleneğin termektedir. Yunanistan’da ne zaman başladı- Geniş bir coğrafyaya yayılan ğı ise kesin olarak bilinmemesine bu gömü geleneği doğrultusunkarşın M.Ö. 6.yy.’da halk arasında da sadece defin ayini yapılanlar bu gelenek yer bulmuş olup M.Ö. Kharon tarafından bekletilmeden 5. yy.’ın beyaz bir Lekythos’u üze- karşı kıyıya ulaştırılırken diğerleri rindeki betimi de bu varlığı ortaya ise karşı kıyıya geçemeden yüzyıl koymaktadır.21 boyu sahipsiz olarak dolanmaya Etrüsk etkisiyle Roma’da daha da ön plana çıkarak belirgin bir kişiliğe kavuşan kayıkçı Kharon geleneği22 önceleri Sicilya, Güney İtalya ve Sikyon’da görülürken aynı zamanda Atina ve Megalopolis’te de bilinmekteydi.23 Hatta bu geleneğin uzantıları olarak nitelendirebileceğimiz ölü-para ilişkisini 19 Erhat 2008, 173; Kasapoğlu 2012, 204; Koç 2012, 25; Kurtz ve Boardman 1971, 211; Şahin 1996, 165. 20 Erhat 2008, 173; Koç 2012, 25, 26; Şahin 1996, 165. 21 Hürmüzlü 2008, 38-39, res. 28; Şahin 1996, 165-166, fig. 27; Ünal 2002, 359, res. 5. 22 Erhat 2008, 173. 23 Grinder-Hansen 1991, 213; Kurtz ve Boardman 1971, 211.

74

mecburdu.26 Ölüler ülkesine gitmek isteyenleri bile para karşılığında kayığına alan Kharon’a27 ölüler ruhlarını huzura kavuşturmak için muhakkak bahşiş vermeliydi. Genellikle bu bahşiş ise drahminin altıda biri değerindeki düşük değerde bir sikkeden (obol) oluşurdu. Ancak bazen de bu bahşişler gerçek bir sikkenin tek yönlü olarak işlendiği “İmpression Coins”, “Pseudo Coins”, “Ghost ya da Dead 24 25 26 2012, 26. 27

Kalafat 1999, 250-151. Örnek 1971, 72. Estin ve Laporte 2003, 222-223; Koç Boz 2013, 43.

Coins”, “Sikke-Aplik” ya da bir pul veya bir aplik olarak çeşitli adlarla nitelendirilen sikke taklidi altın pullara basılmış objelerden de oluşabilmekteydi.28 Bu objeler farklı isimlerle adlandırılmış olsalar da Kharon inancının bir sonucu olarak kullanılmış olmalıdırlar. Ayrıca formundan dolayı bu objeler genellikle bir aplik olarak da adlandırılabilmektedir. Ancak bir yere takılarak ya da iliştirilmeleri şeklinde süs amacıyla kullanılan apliklerin genellikle kenarlarında tutturma deliklerinin bulunması29 ya da arka yüzünde ip geçti deliklerinin varlığı veya tam ortalarında bulunan deliklerin pim çivilerle tutturulması30 gibi belirgin özellikleri ile Kharon’a bırakılan tek yönlü altın objelerden ayırt edilebileceği düşüncesindeyiz. Örneğin, Amisos’tan bir mezar buluntusu olarak rozet motifli tek yönlü altın obje Kharon geleneğiyle ilişkilendirilirken31 aynı motifin işlendiği ve çevresinde delikler bulunan Gordion F Tümülüsü’nden benzer bir objenin ise aplik olarak kullanıldığı belirtilmektedir.32 Fakat herhangi bir iliştirme deliği bulunmayan ve çeşitli yöntemlerle tutturularak kullanılan Kovalenko tarafından da “sikke-aplik”33 olarak adlandırılan bu objelerin mezar buluntusu olarak bir taç ya da diademe, define ait bir eşya üzerine ya da kumaşa tutturulmaları durumunda, bulunma konumunun bilinmesi ve mezar kontekstiyle birlikte değerlendirilmesiyle Kharon için bırakılan objelerden ayırt edilebilmesinde ön plana çıkmaktadır.34 Bundan dolayı taçların 28 Bingöl 1999, 183; Boulter 1963, 126, pl. 45, L3; Davidson ve Oliver 1984, 161, 163, nos. 225, 230, 232-233; Grinder-Hansen 1991, 213; Keleş 2014, 121; Kurtz ve Boardman 1971, 211. 29 Williams ve Ogden 1994, 151, fig. 91, 92; Bromberg ve Skiadareses 1990, 33, pl. 10. 30 Akkaya 1997, 10. 31 Endoğru ve Ünan 2011, 206. 32 Devries 2006, 44. 33 Aktaran, Keleş 2014, 120. 34 Musti, Benzi, Rocchetti, Guzzo,


veya diademlerin üzerine yerleştirilen apliklerin, çeşitli nedenlerle düşerek baş takılarından ayrılması bu objelerin ne amaçla kullanıldığının belirlenmesini de oldukça güçleştirmektedir. Örneğin, Parion Nekropolü’nden Repousse35 tekniğiyle işlenmiş olan dört adet tek yönlü altın obje için yapılan “dil altı sikkeleri”, “İmpression sikkeler”, “Empresyon sikkeler” ve “sikkeaplik” gibi farklı nitelendirmeler bu objelerle aplikler arasındaki kullanımın belirlenmesinde görülen zorluğu vurgularken kontekst olarak değerlendirilmesinin gerekliliğini de ortaya koymaktadır.36 Bir sikkenin mezar buluntusu olarak Kharon geleneğiyle ilişkilendirilmesinde için değeri düşük bir sikke olması, ölüm anında konması, ölünün ağzına bırakılması ve Kharon’a sunulması olmak üzere dört özelliğin bulunması gerektiği Stewens tarafından belirtilmektedir.37 Ayrıca Kharon için bırakılan bu sikkelerin mutlak olarak definin ağzına bırakılmadığını gösteren örneklerde bulunmaktadır. Bahşişlerin sadece definin ağzına değil gözlerine, eline ya da yakınına bırakılıyor olması Erken Helenistik Dönem mezarlarından da bilinmektedir.38 Gerçi burada belirtilen ölünün gözlerine sikke konulması olayının Kharon geleneğinden uzak olduğu görülmektedir. Çünkü iki adet sikkenin gözlere konma uygulaması Kharon için tek bir sikke (bahşiş) bırakılması geleneğiyle bağdaşmamaktadır. Gözlere konulan bu sikkeler, ölüCalcani ve Catilli 1992, 123, 133, fig. 82, 84, 96.6; Bromberg ve Skiadareses 1990, 58, fig. 22; Hoffman ve Davidson 1965, 70, fig. 9; Tsigarida ve Ignatiadou 2000, 59, fig. 54. 35 Tsigarida ve Ignatiadou 2000, 38, fig. 29. 36 Tavukçu 2006, 29, kat. no. 9-12, lev. 18; Başaran 2005, 22; Başaran ve Tavukçu 2007, 614; Kasapoğlu 2012, 205, res. 255; Keleş 2014, 121. 37 Stewens’ten aktaran, Kasapoğlu 2012, 206. 38 Şahin 2004, 136.

nün gömü hazırlığı sırasında ilk iş olarak gerçekleştirilen gözlerin kapatılması uygulamasıyla (belki de bir göz bandının işleviyle) ilişkili olmalıdır. Örneğin, Hierapolis Kuzey Nekropolü’nden bir mezarlarda definin eline ölümden sonra kişinin alış veriş yapabilmesi düşüncesiyle birden fazla sikke bırakılırken Kharon inancı gereği ağız içine de bir adet sikkenin konulması Kharon için tek bir sikke geleneğini destekler niteliktedir.39 Ayrıca Juliopolis Nekropolü’nden bir mezar örneğinde defin buluntusuna rastlanmazken, cesedi kente ulaşamayan ölüye ait ruhun öteki dünyaya rahatça göçebilmesi amacıyla yapılmış sembolik boş bir mezara (kenotaph) Kharon inancı doğrultusunda bir sikkenin bırakılmış olması,40 Amisos Nekropolü’nden bir yer altı mezar odasında defnedilmiş ölü bireylerden ikisinin karın çevresinde Kharon için bırakıldığı belirtilen obol olarak adlandırılan tek yönlü altın objelerin bırakılması da41 Kharon bahşişlerinin mezar içinde mutlak bir yere konma geleneğinin bulunmadığını desteklemektedir. Altın obje üzerine işlenen «[X] ABA-KT[ΩN]” lejantı ise VI. Mithradates’in, Pontos ve Paphlagonia kentlerinin kendi adlarıyla bronz sikke darbına izin vermesiyle42 daha önce para basmayan Amesia, Gaziura, Laodikeia, Kaberia, Komana, Taulara kentleri gibi kendi adına para basmaya başlayan Khabakta43 darbına aittir. Khabakta kentinin yeri konusunda ise Themiskyra yöresinden (Terme çevresi) Sidene’ye gelindiğinde deniz tarafında Khabaka, 39 Okunak 2005, 65. 40 Arslan, Metin, Cinemre, Çelik ve Türkmen 2011, 171. 41 Endoğru ve Ünan 2011, 206. 42 Tekin 1999, 8-9. 43 Saprykin 2008, 200.

Phabda ve Side kalelerinin varlığından bahseden Strabon, Amisos arazisinin de (idari yetki alanının) buraya kadar uzandığını belirtmektedir.44 Erciyas ise Oinoe’den (Ünye) Karadeniz’in iç kesimlerine Paryanas (Canik) dağlarındaki dolambaçlı yollardan geçilerek ulaşıldığını ayrıca sahile inen diğer bir alternatif yol güzergahının da M.Ö. Geç 1.yy. ile M.S. 1.yy.’ın ilk yarısında kullanılan KaberiaPolemonium (Niksar-Bolaman) yol güzergahı olduğunu ve bu yolunda Polemonium’un önemini kaybetmesiyle Kaberia-Oinoe (NiksarÜnye) arasındaki güzergahın tekrar ana yol konumuna ulaştığını belirtmektedir.45 Bu yol güzergahı üzerindeki Ünye Kaleköy’de bulunan kalenin savunmadan ziyade iç bölgeden kıyıya dek uzanan yolu denetim altında tutmak için kullanılıyor olması46 ThemiskyraPhabda (Terme çevresi-Fatsa) arasında gözlemlenen Khabakta’nın, bugünkü Ünye-Niksar karayolunun 7km. güneyinde bulunan ve denizden bakıldığında rahatlıkla görülebilen Kaleköy’deki kale ve çevresinde olduğunu desteklemektedir.47 II. Mithradates (M.Ö. 250-220) zamanında kurulduğu sanılan Kaleköy kalesinde gözlemlenen taş örgü sistemi ile akroterli kaya mezarının varlığı da Helenistik Döneme dair yapı özelliklerini yansıtmakta olup48 Phabda’nın (Fatsa) 5 km. doğusunda bulunan Çıngırt Kalesiyle49 Khabakta (Kaleköy) kalesinde benzer yapım tekniğini yansıtan M.Ö. 301-63 yılları arasında Karadeniz Bölgesi’nde egemen olan Mithradates sülalesinin yönetimi 44 Strabon XII, 3, 16. 45 Erciyas 2001, 135, fig. 18. 46 Umar 2000, 92. 47 Arslan 2007, 41, dip not. 172; Erciyas 2001, 147148; Hojte 2009, 99-100; Kınacı 2015, 189. 48 Özsait 2008, 297, res. 4-6. 49 Erciyas 2001, 148; Kınacı 2015, 189.

75


nin bir aplik olarak kullanılmadığını da ortaya koymaktadır. Böylelikle Khabakta darplı altın objeyi Kharon için özel olarak yapılmış gerçek bir sikkenin tek yönlü Res.9a-b: Küpelerden görünüm darbının işlendiği, definin statüsünü gösteren altındaki topraklar üzerinde de yay- bir forma sahip olması doğrultugın olarak görülen su menfezlerinin sunda “Kharon Sikkesi” olarak varlığı her iki kalenin çağdaş özellik- adlandırılmasının uygun olacağı lerini yansıtmaktadır.50 düşüncesindeyiz. Khabakta kenAltın obje üzerindeki semboller tinin VI. Mithridates döneminde ise Khabakta tarafından basılan sikke darbına başlaması da Kharon sikke tiplerinden51 ön yüzünde sikkesini M.Ö. 120-63 yıllarına tarihbir bakıma askeri savaşa motive lendirmemizi mümkün kılmaktadır. etmek için tercih edilen Ares başı Khabakta kenti ile Amisos kentinin ve arka yüzünde de kını içinde kılıç sosyal bir etkileşim içinde olduğunu motifi ile VI. Mithradates tarafın- gösteren bu sikke belki Khabaktalı dan da kılarak hanedanın resmi bir ailenin Amisos’a göçünü, belki sembolü haline gelen ay ve yıldız/ de evlilik yoluyla gelerek yerleşmiş güneş52 motiflerini simgelemekte- olduğu Amisos’ta ölen bir kadın dir.53 Ayrıca objede gözlemlenen bireyin defnedilmiş olabileceği akla monogram ise Khabakta’nın Ares/ getirmektedir. Kılıç ve Aegis/Nike darplı sikkelerinde de görülmekte olup54 bu 2-Küpeler monogramın Amisos kent sikke- M.Ö. 4. yy.’da görülmeye başlanan lerinde de darp edilmesi belirli bir ve Helenistik Dönemde popüler otoriteyi vurgulamaktadır.55 olan insan ve hayvan protomlu 56 Sonuç olarak, form itibariyle altın halka tipi küpelerden iki örnek objenin içten ya da dıştan çukur Amisos mezar buluntusu olarak şeklinde olmayıp düz bir formda karşımıza çıkmaktadır. Definin işlenmesiyle ayrıca diğer örnekler baş çevresinde ortaya çıkan haykadar oldukça ince olmayışıyla fark- van protomlu bu küpeler Samsun lı işlenişi bünyesinde barındırmak- Müzesi envanterine sırasıyla tadır. Ayrıca defin nişinden ortaya 2013/210(A) ve 2013/211(A) numaçıkan bir şerit diademin ortasında ralarıyla kayıtlı olup 1,9x2,5cm. ile bir motifin bulunması da bu sikke- 2x2,3cm. çaplarında ve her ikisi de 50 Hojte 2009, 104, fig. 4c; Özsait 2008, 296, 2,15gr. ağırlığındadır (Res. 9a-b). 299, res. 11. İşleniş açısından aynı yapım tek51 Göktürk ve Cebesoy 1994, 64, lev. III, res. 152niğini sergileyen küpeler filigre57 153; Köker 2008, 236, res. 68; Olshausen 2009, 34, 83, 181; Tekin 1999, 58, lev. LIII, 588-593; SNG tekniğiyle yapılmıştır. Küpenin BM Black Sea, 1249, 1254-1259. gövdesinden itibaren boyun kıs52 Yıldız/güneş motifi ile ilgili olarak bakınız, Tezcan 2007, 3092-3096. mına bir cam boncuk ve iki yarım 53 Göktürk 2002, 136, lev. 5, res. 57; Göktürk ve küre formlu taş boncuğun üst üste Cebesoy 1994, 65, lev. IV, res. 154; Olshausen gelecek şekilde yerleştirilmesiy2009, 76-77, taf. 4, no. VI -836; SNG BM Black Sea, 1250-1252. le küpeler sallantılı bir durumda 54 Göktürk 2002, 173, çiz. 1, mğ. 5; Köker 2008, ses çıkartacak bir yapıya kavuş236, 242; Olshausen 2009, 41, 78, 108; Tekin 1999, 37, 58, 75. 55 Tekin 1999, 75.

56 Türe ve Savaşçın 2002, 108. 57 Kalkınoğlu 1989, 29.

76

turulmuştur. Küpelerin boynunda yer alan boncuklar altta ve üstte granülasyon58 tekniğiyle yapılmış üçgen motifli yuvaların içine oturarak ortalarında üç sıra halinde granüle küreciklerin lehimlenerek oluşturulduğu bir halka boncuk bulunmaktadır. Helenistik Dönem küpelerinde popüler olarak kullanılan çeşitli figür ve hayvan başlarından59 özellikle Dionysos ile ilişkilendirilen60 ve daha çok dönemin geç evrelerinde yoğunluğu artan vaşak başları Amisos küpelerinde baş protomu olarak işlenmiştir. Kyme Doğu Nekropolü’nden M.Ö. 3.yy.-1.yy. aralığına tarihlenen örnekle61 Amisos küpelerinde görülen benzer yapım tekniği ön plana çıkarken, küpelerin gövdesini oluşturan sarmallar ile boyundaki boncuklar arasında yer alan granüle halkaların işlenişiyle benzer yapım stilini yansıtan genel olarak Klasik ve Helenistik Dönem’e tarihlenen örnekler arasında bulunan vaşak başı protomlu küpelerle62 M.Ö. 4.yy.’dan itibaren Grek-Roma Dönemi takılarında ve M.Ö. 1.yy. ile M.S. 3.yy. aralığına tarihlenen vaşak protomlu küpe örneklerinde görülen telkari ve granüle tekniği, renkli boncukların halka tipi formlarda kullanılması olmak üzere görülen işleniş özellikleri Amisos küpeleriyle olan karakteristik benzerliği ortaya koymaktadır.63 Ayrıca M.Ö. 1.yy.’a ait vaşak başı protomlu bir diğer küpe örneğinde de ön plana çıkan stil özellikleri ve yapım tekniğindeki benzerlikler64 özellikle M.Ö. Geç 2.yy. ve 1.yy. aralığına tarihlenen örnekte daha 58 Kalkınoğlu 1989, 31. 59 Marshall 1911, XXXIII, XXXIV; Pinckernelle 2007, 32. 60 Pinckernelle 2007, 32. 61 Atıcı ve Karakaş 2014, 232-234, res. 2. 62 Greifenhagen 1975, 56, taf. 45, 6-7. 63 Marshall 1911, 195, 286-287, pl. XXXI. 18061807, pl. LII. 2436-2439, 2442-2443. 64 Ogden 1992, 44, fig. 28.


Res.10: Diademden görünüm ve yıldız/güneş motifinden ayrıntı

da belirginleşmektedir.65 Küpeler haricinde vaşak başının işlendiği diğer takı örneklerine baktığımızda ise vaşak başının işlenişindeki karakteristlik benzerlikler M.Ö. 1.yy.’ı ön plana çıkarmaktadır.66 Form ve işlenişleri açısından, karşılaştırması yapılan örneklerden yola çıkılarak Amisos küpeleri mezar kontekstiyle birlikte değerlendirildiğinde M.Ö. Geç 2.yy. ile 1.yy. başlarına tarihlenmektedir. 3-Diadem Bir ödül olarak verilen veya törenlerde takılan çelenkler gibi soyluluğu simgeleyen diademlerde baş takıları içerisinde bulunmakta olup her ikisinin de kullanımlarındaki anlamları birbirinden farklıdır.67 İlk kez Mezopotamya’da doğarak Yunanistan’a geçtiği düşünülen diademler, Antik Dönemde başa takılan ince bir kumaş veya metal plakadan yapılmış bant şeklindeki formuyla önceleri bir soyluluk göstergesi olarak kullanılırken zamanla gelişerek günümüzde kral ve kraliçeleri simgeleyen birer takı formuna dönüşmüştür.68 Genel olarak diademleri alınlıklı, düz şerit ve Herakles düğümü şeklinde tiple65 http://jeannepompadour.tumblr.com 2015. 66 Marshall 1911, 219, pl. XXXVIII. 1977; Ogden 1992, 44, fig. 27; http://art.thewalters.org 2015. 67 Kalkınoğlu 1989, 53; Marshall 1911, XXXII; Türe ve Savaşçın 2002, 101, res. 195. 68 Kalkınoğlu 1989, 53.

Terme Belediyesi olarak 2016 yılı itibariyle Türkiye nin yakaladığı istikrar ve gelişimi, şehrimizin bütün paydaşlarına yansıtmayı başardık.

re ayırmak mümkündür.69 Klasik Dönemdeki geniş bantlı formların M.Ö. 3.yy.’dan itibaren daralmaya başlayarak inceldiği ve üçgen alınlıkların küçüldüğü diadem örnekleriyle70 düz şerit formlu diadem örneklerinde de dönemsel değişikliklerle bera69 Greifenhagen 1975, 12-13, taf. 2/6, 8 taf. 3; Hoffman ve Davidson 1965, 51, 55, 67, fig. 1a, 1f, 7a; Peker 2015, 309-311, fig. 6-10; Rudolph ve Deppert 1995, 162, 208, 34.C, 55.A; Williams ve Ogden 1994, 65, 92, fig. 18, 44. 70 Bingöl 1999, 46-47; Türe ve Savaşçın 2002, 100-101; Williams ve Ogden 1994, 234.

ber özellikle mitolojik figürlerin bitkisel motiflerle birlikte işlenmeye başlandığı görülmektedir.71 Alınlıklı ve düz şerit formlu diademler üzerine işlenen hayvan figürleri, bitkisel ve stilize motifler ile mitolojik figürler ve basit geometrik desenler çok fazla bir değişikliğe uğramadan Arkaik ve Klasik Dönemlerin sonuna kadar da kullanılmış olup72 özellikle Helenistik Dönemde görülen Pers etkisiyle M.Ö. 2.yy.’dan itibaren diademlerin kullanımı da yaygınlaşmıştır.73 Bu döneme ait diadem örneklerinden biride Amisos mezar buluntusu olarak karşımıza çıkmaktadır. Definin baş çevresinde ortaya çıkan düz şerit formlu diadem Samsun Müze envanterine 2013/218(A) numarasıyla kayıtlıdır. İnce altın sahifeden kesilerek oluşturulmuş olan diademin uzunluğu 38,8cm., eni 2,5cm., kalınlığı 0,18cm. ve ağırlığı 4,15gr.’dır (Res.10). Ayrıca diademin üzerine baskı tekniğiyle yapılmış asma dalı ve kalp şeklindeki yapraklardan oluşan bitkisel motiflerle birlikte tam ortasında VI. Mithradates’i simgeleyen yıldız/ güneş motifi yer almaktadır. Buradaki motifin aynı işleniş stilini sergileyen bir örnek ise M.Ö. 375-350 yıllarına ait bir mezar buluntusu olarak ahşap bir san71 Türe ve Savaşçın 2002, 100-101. 72 Higgins 1961, 60-61, 133, 150-151 fig. 6; Kalkınoğlu 1989, 53. 73 Türe ve Savaşçın 2002, 107.

77


Res.11: Yeni dizim kolyeden ve boncuk tanelerinden görünüm.

dık üzerine yerleştirilmiş altın disklerde de görülmekte olup74 üzerine işlenen motiflerle birlikte diadem mezar kontekstiyle değerlendirildiğinde M.Ö. 120-63 yıllarına tarihlenmektedir.

yer almaktadır.77

M.Ö. 3. bine kadar uzanan ve döneminin estetiğini oldukça üst düzeye çıkaran altın boncuklarla taş boncukların sıralı olarak dizilmesiyle oluşturulan kolyeler76 Arkaik ve Klasik Dönemlerini de en iyi ifade eden altın takılar içerisinde

M.Ö. 547’de Perslerin Lidya’yı ele geçirmesiyle Anadolu’da görülen Pers egemenliğinin Anadolu kuyumculuğunu da etkilemesi, Doğu sanatı ve motiflerinin değerli ve yarı değerli taşların Anadolu’da kullanılmasının da önünü açmıştır.78 Böylelikle takılarda kullanılan ve doğu zevkini yansıtan renkli taşlar Helenistik Dönemle Batı dünyasına girmiş ve bu taşlarla süslenen kolyeler dönemin genel yapım şeklini yansıtarak formları çeşitlenmiş ve zenginliği artmıştır.79 Bu dönemsel formlar içerisinde yer alan Amisos mezar buluntusu olarak karşımıza çıkan kolye de altın ve akik boncuk tanelerinin dizilmesiyle oluşturulmuştur (Res.11). Definin baş çevresinde dağılmış olarak ele geçen ve toplam 71 adet boncuk tanesinden

74 Tsigarida ve Ignatiadou 2000, 59, fig. 54. 75 Bingöl 1999, 33; Kalkınoğlu 1989, 68. 76 Köroğlu 2004, 29.

77 Kalkınoğlu 1989, 2. 78 Köroğlu 2004, 24, 26. 79 Kalkınoğlu 1989, 5.

4-Kolye Boyunluk ve gerdanlıklar gibi boyun takıları içerisinde yer alan ve ilk örneklerinin hayvan kemiği, tırnağı, dişi ya da deniz ve tatlı su kabuklularının oluşturduğu kolyelere zamanla altın, gümüş, tunç, değerli ve yarı değerli taşlar ile cam boncuklarında eklenmesiyle oldukça çeşitli formlarda yapılan kolyeler ilgiyle kullanılmıştır.75

78

oluşan kolye Samsun Müzesi envanterine 2013/216(A) numarasıyla kayıtlı olup yeni dizimdir. Kolye tanelerinden altın olan 38 adet boncuğun çapı 0,39cm. ile 0,43cm. arasında iken toplam ağırlıkları da 6,65gr.’dır. 38 adet altın boncuğun 29 adedi yuvarlağa yakın formlu ve kenarları tek sıra telkari halkayla çevriliyken 9 adedi küre formlu olup üzerlerinde granül tekniğiyle işlenmiş üçgen ve geometrik desenler bulunmaktadır. Diğer 33 adet boncuk tanesi ise kolyelerde ilk kullanımı Geç Neolitik Dönem’e80 (M.Ö. 4.bin) dek uzanan değişik çaplardaki siyah, kırmızı ve yeşil renkli akik taşlarından oluşmaktadır. Amisos örneğiyle J. Paul Getty Müzesi’nde yer alan Helenistik Dönem’e ait benzer bir kolyenin özellikle renkli akik ve üzerine granüle tekniğinin işlendiği altın boncuklarla oluşturulmasında 80 Atik 2007, 10.


Res.12: Yüzükten görünüm.

görülen oldukça benzer yapım ve işleniş şekliyle81 Helenistik Döneme işaret eden kolye mezar kontekstiyle birlikte değerlendirildiğinde, M.Ö. Geç 2.yy. ile 1.yy. başlarına tarihlenmektedir. 5-Yüzük İlk örnekleri kemikten yapılmış basit birer halka şeklinde olan yüzükler farklı madenlerin keşfiyle de çeşitli formlarda yapılarak kullanım görmüştür.82 Önceleri otoriteyi simgelemek için kullanılan yüzüklere zamanla farklı anlamlarda yüklenilmiştir. M.Ö. 5.yy.’da kişisel olarak yüzük kullanımının kısıtlanmasıyla yüzüğün sadece soylularla zenginlerin kullandığı bir forma dönüştürülmesi yüzük kullanımının da azalmasına neden olurken83 takıların, Helenistik Dönem’de günlük hayata girmesiyle de bu azalma artarak takılar içerisinde yüzükler yoğun olarak tercih edilen bir yapıya kavuşmuştur. 81 Pfrommer ve Towne-Markus 2001, 63, fig. 37. 82 Bingöl 1999, 35. 83 Türe ve Savaşçın 2002, 104.

Terme Belediyesi olarak 2016 yılı itibariyle Türkiye nin yakaladığı istikrar ve gelişimi, şehrimizin bütün paydaşlarına yansıtmayı başardık.

Helenistik Dönem’de süs amaçlı, mühür olarak ya da nazar düşüncesi gibi farklı amaçlarla kullanılırken bu yüzüklerinden Amisos örneği de bir mezar

buluntusu olarak karşımıza çıkmaktadır. Samsun Müze envanterine 2013/213(A) numarasıyla kayıtlı olan altın yüzük 1,5x1,6cm. çapında ve 1gr. ağırlığındadır (Res.12). İyileştirici ve koruyucu bir niteliğe sahip olduklarına da inanılan ve ilk örnekleri yüzük halkasına döner şekilde Skarabelerin takılmasıyla oluşturulan taşlı yüzüklerin zamanla yüzük halkalarının üstündeki montürlere mühür formlu taşların ya da bezemesiz sade taşların yerleştirilmesiyle kullanımı yaygınlaşan taşlı yüzüklerde olduğu gibi84 Amisos yüzüğünde de bezemesiz yarım küre şeklinde yeşil akikten bir yüzük taşının yüzük kaşı içine yerleştirildiği görülmektedir. Ayrıca Helenistik Dönem’in erken örneklerinde yüzük taşları yüzük tablasına dikine bağlanırken zamanla yüzük halkası yüzük taşına doğru genişleyerek yüzük tablalarının kademeli olarak işlenmeye başlanmıştır.85 Bu şekildeki gelişen formlar içerisinde Amisos yüzüğü de oldukça hafif ve ince halkalı olup yivli 84 Bingöl 1999, 35; Kasapoğlu 2012, 204. 85 Türe ve Savaşçın 2002, 111.

79


Res.13a-b-c: Sırası ile halhal, ayna ve iğneden görünüm.

olarak kademeli bir şekilde kaşa doğru genişlemektedir. Ayrıca yüzük kaşından taşın kolaylıkla çıkmaması için taşın halkadan yükselen montür içine yerleştirilmiş olduğu da görülmektedir.

Terme Belediyesi olarak 2016 yılı itibariyle Türkiye nin yakaladığı istikrar ve gelişimi, şehrimizin bütün paydaşlarına yansıtmayı başardık.

M.S. 1.yy.’a tarihlenen ince yüzük halkası üzerine motifsiz bir yüzük taşının yüzük möntörü içine yerleştirilmesiyle oluşturulmuş örnekle86 benzer işleniş özelliklerini sergileyen Amisos yüzüğü form ve işleniş itibariyle Helenistik Dönemin özelliklerini yansıtmakta olup mezar kontekstiyle birlikte değerlendirildiğinde de M.Ö. Geç 2.yy. ile 1.yy. başlarına tarihlenmektedir. 6-Pişmiş Toprak ve Metal Buluntular Definin ayak bileği üzerinde in situ konumuyla ortaya çıkan 86 D’Ambrosio ve De Colaris 1997, 41, 100, n. 80, 319, tav. VIII, XXXI.

80

Res. 14a-b: Sırası ile Unguentarium ve pişmiş toprak boncuk tanelerinden görünüm.

ve bu şekliyle kullanım amacı anlaşılan 6,5x7,8cm. çapında, 0,5cm. kalınlığında ve 49,80gr. ağırlığında olan bronzdan yapılmış bir halhal (Res.13a) ve ayak ucu hizasına konulmuş bronzdan yapılmış bir de aynaya ait parçalar bulunmuştur (Res.13b). Defin nişi içinde ayrıca kurşundan yapılmış 10,50 cm. uzunluğunda bir tane de iğne ortaya çıkmıştır (Res.13c). Definin ayakucunda aynanın hemen yanına bırakılmış pişmiş topraktan kırık-noksan bir Unguentarium parçası (Res.14a) ile yine pişmiş topraktan oluşan dağınık olarak çeşitli ebatlarda boncuk taneleri de ortaya çıkarılmıştır (Res.14b). Defin nişi içerisinde açığa çıkan yukarıda değinmiş olduğumuz buluntular mezar kontekstiyle birlikte değerlendirildiğinde genel olarak M.Ö. Geç 2.yy. ile 1.yy. başlarına tarihlenmektedir.



Yaşlılar Anlattı Gençler Kaydetti OMÜ Tekkeköy Sözlü Tarih Araştırmaları Gezisi

Akasyamhaber

Ondokuz Mayıs Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mehmet Yavuz Erler ve FenEdebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Fahri Sakal’ın başkanlığında Tekkeköy’e sözlü tarih araştırma ve inceleme gezisi düzenlendi.

82

Tekkeköy Belediyesi ve KATAP (Karadeniz Tarih Araştırmaları Platformu) nun katkılarıyla Tarih Bölümü lisans ve lisansüstü öğrencileri verilen sözlü tarih araştırma ve inceleme metotları çerçevesinde sahada faaliyette bulundu. Bu kapsamda öğrenciler Büyüklü, Kurşunlu ve Çırakman köylerinde gerçekleştirilen saha araştırmalarında 90 ve üstü yaş gruplarında erkek ve kadın yöre sakinleriyle yapılan söyleşileri görsel cihazlarla kayıt altına alındı. Böylece sözlü tarih çalışmaları için materyal veriler derlendi. Bu kapsamda sadece Büyüklü’de 30, Çırakman’da 129 kayıt yapılarak bizzat yaşanmış bir tarihe ait veriler akademik çalışmalarda değerlendirilmek üzere tasnif edilmiş oldu.

Tarihe Etki Eden Ekolojik Yapılar Ayrıca Prof. Dr. Mehmet Yavuz Erler tarafından saha üzerinde tespit edilen ve tarihi olaylara etki eden ekolojik yapıya ilişkin akarsu kaynakları ve şelalelerin, sel türünden doğal afetlerin oluşumundaki etkileri de yerinde incelenerek kayıt altına alındı. Sözlü Tarih Araştırmaları ile ilgili olarak ise sahadaki incelemeler esnasında Prof. Dr. Fahri Sakal şu tespitlere yer verdi “Sözlü tarih resmi ve yazılı basında yer almayanların, itilmişlerin, unutulmuşların ve yanı başımızda duran halkın tarihidir. Onların söz ve düşüncelerini kayıt altına almazsak, bir gün o fikirler kendileriyle beraber mezarlara gömüleceklerdir”. Konu ile ilgili


olarak Prof. Dr. Mehmet Yavuz Erler “yaşayan kültür varlıklarımız, tarihin canlı tanıkları olan büyüklerimize ve onların hatıralarına sahip çıkmamız ve bu hatıraları gelecek nesillere taşımamız elzemdir; bu konuda üniversitelerimizin bünyelerinde barındırdıkları genç nesli bir önceki kuşaklarla buluşturma konusunda daha sorumlu ve bilinçli davranma noktasında katkıda bulunmalıdır. Ayrıca, Ondokuz Mayıs Üniversitesi öğrenci ve personeliyle bu konuda öncü olarak sahada çalışmalara başlamıştır” dedi. Tekkeköy Kurşunlu Şelalesi’nde ise doğal afet türlerinden biri olan sellerin oluşumunda şelalelerin aşırı yağış debisi dönemlerinde taşınan taşlardan oluşan setler nedeniyle oluşturdukları göllerin patlaması sonrasında akarsu kenarlarında yer alan yerleşim yerlerinin maddi ve can kayıplı tahribatlara neden olduğunu belirten “Osmanlı Doğal Afetler” uzmanı Prof. Dr. Mehmet Yavuz

Erler kentsel yapılanmanın tarihsel eksikliklerini dile getirerek bu konuda tarihe ait hale gelen verilerin olumlu veya olumsuz yanlarının değerlendirilerek yeni kent planlarının gözden geçirilmesine yönelik gerekliliğe vurguda bulundu. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Rektörlüğü tarafından sağlanan imkânlarla Üniversite öğrencileri ve öğretim üyeleri sahada halkla buluşarak tarihimize ilişkin yanlış anlatı ve verileri modern metotlarla tespit edilen verilerle yeniden değerlendirilmesine imkân sağlamışlardır. Ayrıca yazılı materyallerle tespiti bir hayli güç olan sosyal, iktisadi ve ekolojik yakın tarihimize ilişkin pek çok veriyi kayıt altına alarak yöre halkının bu arşivin oluşumuna katkı sağlamasına fırsat vererek halk ve üniversite birlikteliğinin ortaya çıkarabileceği verimli bir çalışmaya imza atılmıştır.

Ondokuz Mayıs Üniversitesi Rektörlüğü tarafından sağlanan imkânlarla Üniversite öğrencileri ve öğretim üyeleri sahada halkla buluşarak tarihimize ilişkin yanlış anlatı ve verileri modern metotlarla tespit edilen verilerle yeniden değerlendirilmesine imkân sağlamışlardır.

83


SAATHANE MEYDANI Kentsel Arkeolojik Sit Alanı ve 3. Derece Sit alanı İlan Edildi

Samsun Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından alınan karar resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi.

Samsun Saathane ve çevresi Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Kentsel Arkeolojik Sit Alanı ve 3. Derece Sit alanı İlan Edildi.

84

Yürürlüğe giren yönetmelik gereği; Tescil edilen sit alanlarına ilişkin koruma amaçlı imar planı yapılıncaya kadar; kentsel arkeolojik sit alanında Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulunun 15.04.2005 gün ve 702 sayılı ilke karında belirtilen hususların, III. derece arkeolojik sit alanında Kültür ve Tabiat

Akasyamhaber Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulunun 05.11.1999 gün ve 658 sayılı ilke kararındaki III. Derece arkeolojik sit alanlarına ilişkin belirtilen hususların Koruma-Kullanma koşulları olarak belirlenmesine, Kentsel arkeolojik sit alanında açığa çıkan kalıntıların koruma ve teşhirine yönelik projelerin Samsun Büyükşehir Belediyesince hazırlanarak Kurulumuza sunulmasına, bu süreç zarfında gerekli güvenlik önlemlerinin de Belediyesince alınmasına karar verildi.



Metro Holding Avter Yönetim Kurulu Başkanı Ayten ÖZTÜRK ÜNAL

ÇARŞAMBA VE AYVACIK’IN YEŞİLİNİ HİÇBİRŞEYE DEĞİŞMEM! Yasin KURT

Onlar için Galip Bey, Samsun’da olmamasına rağmen hala Samsun’a desteğini sürdüren bir işadamı olarak hayırseverlik ünvanını her zaman hak eden bir insan.

86

Samsun’dan Türkiye’ye hatta dünyaya açılan önemli bir markanın yöneticisi, METRO Holding AVTER İşletmeleri Yönetim Kurulu Başkanı Ayten Öztürk Ünal ile Bütünşehir Dergisi olarak bir sohbet gerçekleştirdik.

ten ve Çağla Öztürk kardeşler Samsun ile her zaman yakından ilgilendiklerini tıpkı babaları gibi yardımseverliklerinden hiç vazgeçmediklerini belirtiyorlar.

Onlar için Galip Bey, Samsun’da olmamasına rağmen hala SamSohbetimize Bazen METRO sun’a desteğini sürdüren bir Holding Yönetim Kurulu Başkanı işadamı olarak hayırseverlik ünÇağla Öztürk, bazen de AVTER vanını her zaman hak eden bir Yönetim Kurulu Üyesi Haluk insan. Tan'da eşlik etti. Galip Bey’in yardımseverliğiAyten Hanım ile sohbetimiz ağır- ne kimsenin yetişemeyeceğini lıklı olarak Samsun, Çarşamba belirten Ayten Öztürk, “Nereye ve Ayvacık üzerine oldu. kime yardım yaptığını bazen bizBabaları Galip Öztürk’ün yurt den de gizler, saklar. Bize sadece dışında olmasının burukluğu ile yapacağı yardımın miktarını söysorularımızı cevaplandıran Ay- ler, biz bilmeyiz nereye kime gi-


Ayvacıklı” diyerek ekliyor; “Tabi sizlerle şu an bu röportajı yaparken Türkiye’ye ve Samsun’a yatırımlarımız devam ediyor” METRO Turizm’e ait otobüslerde dağıtılan ikramların Kavak Organize Sanayii Bölgesi’nde kurdukları fabrikada üretildiğini de belirten Öztürk, “İstanbul’a uzak olmasına rağmen biz fabrikayı özellikle Samsun’a kurduk, yatırımımız yine memleketimize oldu” diyor.

diyor. Biz sadece bir yere yardım gittiğini biliriz” diyor. YATIRIMLARIMIZ DÖRT KOLDAN DEVAM EDİYOR Samsun’a ve Ayvacık’a yatırımlarının da devam ettiğini belirten Öztürk, “Galip Bey, Türkiye’nin en büyük ikinci okulu Mehmet Akif Ersoy Anadolu İmam Hatip Lisesi’ni ve Kızılay Karadeniz Bölge Kan Merkezi’ni Samsun’a kazandırdı. İstanbul, Samsun, Bafra, Ayvacık, Gürbulak, Diyarbakır ve Bosna Hersek’te 30 okul ve yurt

Siyasetten uzak durmaya çalıştıklarını, hedefe, yani işlerine odaklandıklarını da sözlerine ekleyen Ayten Öztürk, İstanbul da Samsunlu olmanın avantajlarının yanında daha çok dezavantajlarını yaşadıklarını, Galip Bey tutuklandıktan sonra en yakınlarının bile kendilerinden uzaklaştığını belirterek, “Galip Beyin cezaevi süreci sıkıntılı bir süreçti. O günlerde dostumuzu ve düşmanımızı daha iyi anlamış olduk. Dostumuz dediğimiz Samsunlu hemşerilerimizi yanımızda bulamadık. Bu da bize bir ders oldu. Hayat devam ediyor, bize de birçok yeni şeyler öğretiyor yaptırdı; hedefi 100 okuldu. ve yolumuza kaldığımız yerden devam ediyoruz” diyerek iyisiyPolonezköy’de 250 kişilik engelli ve yetimlerin barındığı, eğitim le kötüsüyle bunlarla yaşamaya aldığı sevgi evlerini Sosyal Hiz- alıştıklarının da altını çiziyor. metler’e, Samsun Salıpazarı’nda BİZİM KARADENİZ’İN 15 derslikli lise ve 120 kişilik yurt KOKUSUNU ÖZLÜYORUM yaptırarak Milli Eğitim’e devretSamsun’a ne kadar sıklıkla gelti. Van Polisevi ve kız yurdu için dikleri sorumuza ise, “İşlerimizin 850 bin TL bağış yaptı. yoğunluğundan dolayı çok sık giAyvacık’ta okul yurt ve farklı demiyorum ama geçen yıl SamSosyal Sorumluluk projeleri de- sun’a geldiğimde birçok şeyin vam ediyor. Bildiğiniz gibi Ayva- değiştiğini gördüm. Daha çok bir cık’da doğanın yeşilin içinde bir- Anadolu kenti görünümünün dışıde otelimiz var çalışanların hepsi na çıkmış gibi geldi bana. 87


Karadeniz’in kokusunu özlüyorum. Bizim orada daha farklı ve bambaşka. Atakum çok değişmiş, Çarşamba’nın ve Ayvacık’ın yeşilini hiçbir şeye değişmem. Uzaklaştıkça hemen özlemeye başlıyorum o yeşilliği ve o tabiatın güzelliğini” şeklinde cevap veriyor. Evli ve bir çocuk annesi olan Ayten Hanım’ın bebeği henüz dört aylık. Bebeği için işyerinde bir oda düzenlemiş ve bakıcı eşliğinde bebeğini büyüterek işlerini yürütüyor. Ayten Öztürk şöyle devam ediyor, “Evet dört aylık bebeğim var, iki buçuk aylık iken ofisime getirmeye başladım, hemen ofisin yanına da çocuk odası kurdum, bebeğimin sesi tam tersine bana enerji veriyor, gelen misafirlerim sizin gibi şaşırmakta ama çok alıştım. Bebeğimle birlikte çalışmak benim için çok keyifli. İlk zamanlar zorlanmadım değil, bir tarafta şirketi yönetiyorsunuz bir tarafta bebeğiniz ağlıyor yanına gidiyorsunuz. Ama Galip Bey’in kızı olunca her zorluğu göğüsleyecek gücü ve kuvveti buluyorsunuz. En zor anlarımda babamın manevi varlığı bana güç veriyor. Onun resimlerine bakmak bile yetiyor bize." 88



SAMSUN’DA CAMİ BAHÇESİNDE

TARİHİ DUVARA RASTLANDI! Akasyamhaber Samsun Yalı Camii bahçe kazısı sırasında tarihi bir duvar ortaya çıktı. İlkadım Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü ekipleri tarafından tuvalet yapmak üzere başlatılan kazı, tarihi duvar çıkması hasebiyle durduruldu. Samsun İlkadım İlçesi Hançerli Mahallesi'ndeki 1485 yılında Hoca Hayrettin tarafından yaptırılan Yalı Camii'nin avlusunda yapılan kazı sırasında tarihi duvara rastlanıldı. Samsun Müze müdürlüğü tarafından bahçe kazısı durdurulacak tarihi duvar koruma altına alındı. 90


TEKKEKÖY BELEDİYESİ

80. YIL PARKI YENİLENİYOR Akasyamhaber

Tekkeköy Belediyesi Kutlukent bölgesinde bulunan 80. yıl parkı ve içerisinde bulunan tesisleri tamamen değiştirerek sil baştan düzenlemeye başladı.

Tekkeköy Belediyesine ait 80. yıl parkı ile içerisinde bulunan çocuk parkı, tomruk kafesi ve oturma yerleriyle tüm alan içerisinde köklü bir değişim yaparak parkın kullanılır hale getirilebilmesi için çalışma başlattı. Tekkeköy kutlukent mahallesinde bulunan kullanırlığını yitirmeye başlamış olan 80. yıl parkının her türlü donanımıyla, yediden yetmişe herkesin kullanılabileceği bir duruma getirilmesi için gayret sarf ettiklerini ifade eden Tekkeköy Belediye Başkanı Hasan Togar ‘Belediyemize ait olan tüm tesislere sahip çıkmak bizim öncelikli görevlerimiz arasındadır. Tüm yapılan binalar, parklar, tesisler vatandaşlarımızın vergileriyle yapılıp, vatandaşların hizmetine sunulmuştur. Belediyeye ait bu

alanların daha önceki dönemlerde yapılmış diye sahipsiz bırakılması anlayışı bizler için ters bir bakış açısıdır. Bu yerlerin hepsinde tüyü bitmemiş yetimlerin hakkı var. İlçe sınırları içerisindeki vatandaşlarımızın vergileri ile yapılmış olan tüm yapıları ve tesisleri sahiplenip bakımını yapmak, kullanılır hale getirmek ve atıl durumdan kurtarmak bizlerin görevidir. Bu anlayış içinde ilçemiz Kutlukent Mahallesi Kutlukent hizmet binamızın yanındaki 80. yıl parkının durumunu gözden geçirdik. Parkımız kullanılabilirliğini yitirmeye başlamış bir durumda idi. Bizde bu parkı halkımızın ve çocuklarımızın kullanabileceği bir duruma getirebilmek için köklü bir çalışma başlattık. 91


Şampiyon belli İKİNCİ KİM? Hüseyin KARAKAŞ

Ligin ikinci yarısı Furkan harika performans sergiledi fakat ilk yarı Soner'in yerini de dolduramadık.

92

Beyler..! Maalesef play-off ümidimizi yitirdik. Sezonu özet geçmek gerekirse şayet bir çok hata göreceğiz. Bunları sizlerle bir bir Taraftarın Sesi programında ve köşe yazılarımda paylaştım. Biraz bunlardan bahsetmek istiyorum. Biliyorum, atı alan Üsküdar’ı geçti. Suçlu aramıyorum ancak önümüzdeki sezon umarım bu yanlışları yapmayız. Tüm temennim bu. Sezon başı play-off finali oynamış kaleci Soner, Murat Akyüz ve Ahmet Burak Solakel, Tuna Üzümcü, Embilla gibi tecrübeli isimlerimizle yollarımızı ayırdık. Yerlerini doldurmaya çalıştığımız isimler de tabii ki iyi isimler fakat geçen sene ki verimi alamadık. Canberk ve Oğuzhan bek özellikleri çok yüksek oyuncular değil ve yan toplarda da boylarından dolayı da bazı problemler yaşadık. Birde stoperde Fatih ve N'diaye uyumsuzlu-

ğu dikkat çekti. Fatih fizik gücü bakımından yetersiz kaldı. Ercan'dan faydalanamadık. Ligin ikinci yarısı Furkan harika performans sergiledi fakat ilk yarı Soner'in yerini de dolduramadık. Hele ileri uçtaki yabancı oyuncularımızdan bahsetmek bile istemiyorum. Hal böyle olunca bir de Ümit Özat'ın futbolcular karşısında saha içi ve saha dışında enteresan diye adlandırdığım tavırları işin içine eklenince tam 8 maçlık seri bizi ligde bayağı geri itti. Ümit Özat'a Samsunspor taraftarı ve yönetimimiz krediyi biraz uzun tutarak hata yaptı. Samsunspor'da etik değerler her zaman üç puanlardan daha önemlidir. Ümit Özat için sadece şunu söyleyebilirim. Huylu huyundan maalesef vazgeçmedi. Ona, ömrünün geri kalanında egolarıyla birlikte mutlu bir hayat diliyorum. Engin Korukır'a gelince. Ümit Özat


yerine sezon başı kendisi veya biraz daha egolarından sıyrılmış güler yüzlü, babacan bir teknik direktör olsaydı ilk 6 ya rahatlıkla girebilirdik .Engin Hoca'nın en büyük başarısızlığı beş deplasman maçından altı puanlık maçların hiç birini bizlere kazandıramamasıydı. Bu maçlardan en az 1 veya 2'sinden puan çıkarsaydı zaten kahramandı. Karabük, Giresun vs. ama özellikle Balıkesir deplasmanı umutlarımızı tüketen maç oldu. Özellikle 33 yaşındaki Mustafa Sevgi'yi forvet arkasında oynatmakta ısrar ederek, hem Mustafa Sevgi'yi, hem kendisini daha önemlisi bizleri de ateşe attı. Bunu görebilmesi gerekirdi. Trabzonspor'la oynanan hazırlık maçında Mustafa Sevgi'yi sol bekte denedi ki gerçek mevkii de sol bektir, verimde aldı. Ama daha sonra neden devam edilmedi anlamak mümkün değil. Birde bu takımda başka duran top kullanan bir futbolcu yok mudur bu sorumun cevabını da bilen varsa lütfen bana söylesin. Her duran topu Mustafa Sevgi'ye kullandırırsan, gerçekte sol bek mevkiinde oynayan bi oyuncuyu forvet arkası oynatırsan,33 yaşındaki bir adamın ayağı gitmez. Beyni komut verse nafile. Birde İvanov'dan mutlak faydalanılması gerekirdi. Sonuçta İvanov kesinlikle bu takımda kendini kanıtlamış mutlaka kazanılması gereken, neler yapabileceği bilinen bir oyuncumuzdu. Arkadaşlar benimde kendi çapımda bu kulübe bir yakınlığım var, bildiklerim var. Mustafa Sevgi babamın oğlu değil. Size şu kadar sölim Mustafa Sevgi bu takımda bir çok isme göre daha adamdır. O bazı şeyler için bizi satmayanlardandır. Futbolculuğu eleştirilir ama karakterine kalıbımı basarım. Burada kimleri kastettiğimi o arkadaşlar gayet iyi bilmekte. Bu kadarını söylüyorum şimdilik. Sebebi ise korktuğumdan değil Samsunsporluluğumdandır. Camiamıza

zarar gelmesin diyedir. Yoksa Evel Allah kimseden korkmayız Allah'tan gayrı bu böyle biline... Son olarak yönetimimize değinmek istiyorum. Erkut Başkanım ve ekibi bu kadar zorluklarla, küme düşecek denen bir Samsunspor'u alıp playoff'un kapısına kadar getirdiler. Bu kez olmadı ama biz gene onlara minnettarız. Sanırım bu sezonun en büyük tebrikini taraftarımızdan sonra gene yönetimimiz hak ediyor. Üç puanımızın silinme hadisenin de, dile kolay tam 16 puanın silinmesi söz konusu iken onlar ancak bunu 3 puana düşürebildiler. Keşke hiç silinmeseydi diyoruz değil mi. O zaman şehrin diğer dinamitleri elini taşın altına daha çok koymalıydı. Buradan bu sonuç çıkıyor. Erkut Başkana daha çok destek olunmalı. Şehir olarak bütünleşmeliyiz. Kurtuluş yolu ancak budur. Bunu başarana kadar ben bunu dile getirmekten asla bıkmayacağım arkadaşlar. Bıkmayacağım çünkü bazı tablolar karşısında yaralanıyorum. Alanyaspor'un maçında süper lig yolunda tribünde Dış İşleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu atkısını takmış hop oturup hop kalkıyordu. Bu ortam maçı kazanmak adına kesinlikle futbolculara itici bir güç oluyor. Ben stadımızda heyecandan hop oturup hop kalkan bir Bakanımız veya bir lobi görmeyi geçtim gelseler atkılarını takıp otursalar bile razıyım. Turizmde evet ama futbolda seyircisi dahi olmayan Alanyaspor ile futbol kenti olan ve her maçını 5,10 binlere oynayan Samsunspor'umuzun şu anki durumlarını karşılaştırmak bana acı veriyor. Bu şehrin potansiyelini ortaya çıkarmak için tabiri caizse, bazı isimlerin paltolarının orda olmaları bize yeterde artar bile. Gene buradan Samsunspor'umuza şehrin tüm önde gelenlerinden destek rica ediyorum. Yeni sezonda yeni stadımızda bu

birlikteliği artık sağlamamız şart. Allah'ın hakkı 3 tür. Bu sene çıkamadık, içim kan ağlıyor fakat Allah böyle istedi diyorum. Her şerde bir hayır, her hayırda da bir şer olabilir. Bizler için yaşanan olaylarda gizlenen mucizeleri Allah'tan başka kimse bilemez. Bu yüce Kitabımız Kuran-ı Kerimde bir ayettir. Bizler üstümüze düşeni yapıp, derslerimizi çıkarıp, yeni sezonda da elimizden geleni yapıp daha sonra tevekkül edeceğiz. İnşallah bu kez mutlu sona ulaşabiliriz. Üstelik bu sene bizi düşüren Sivasspor, playoff final maçında taraftarlarımın stada alınmadığı ve bayan taraftarlarımıza küfürler edilen haksız yere süper lige çıkan Mersin.İ.Y taraftarı ve takımı da bu sene rakibimiz. Ben ellerimi ovuşturmaya şimdiden başladım bile. Onları yenip süper lige çıkmanın hazzı gerçekten başka olur. Burada akla şu soru geliyor. Kader gene ağlarını mı örüyor?. Yeni stad diyoruz adı üstünde inşallah bu yıl stad değil, her anlamda eksiklerimizi yeniden inşa ederiz. Birbirimize, taraftar, yönetim, futbol takımı, camia kısaca şehrin bütün dinamikleri olarak daha da sıkı sarılırız ve Samsunspor'umuza destek oluruz. İşte o zaman bizim karşımızda kimse duramaz. Biz bu Süper Lige çıkarız. Bundan eminiz, bunu biliyoruz o zaman niye hala duruyoruz, neyi bekliyoruz?. Bu sene bitti. Önümüzdeki sezon şampiyon sadece taraftar değil bu kez inşallah futbol takımımızda olur. Bu sene şampiyonda bu takımın gerçek sahibi de her zaman sizlersiniz büyük Samsunspor taraftarı. Ben buradan bir kardeşiniz olarak düşüncelerimi naçizane kaleme döktüm. Yani benim gönlümde şampiyon belli, gayrısına da Samsunspor'da en yetkili merci olan sizler karar verin... Saygılarımla. 93





Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.