Orkun 9 sayı

Page 1

i i

-I!

rgi .co

m

.1

TÜRKLER

BiR 'ORDU

çİ

N D EK

İ LER

ww w.o tu

İ

ken

de

BÜTÜN

Kurucular

, ,

Me~1isi

Ziya Gök Alp ve 'I'ürkçülük Milli Türkistan

, ...

ATSIZ

. BİLGEAYESEMENLİ

,'"

Davası ve İngilizler

EMEKLİKURMAY

1944-1945

ırkçılık

Orkundan

Sesler

Kara

Turancılık

*:j::;:

Davası

**:j:

1~ Aralık .1950

NEJDET SANÇAR

Sevda' (Hikaye)

Türkelinin

SAYı

. .: YILANLIOGLU

Şeref ve Namus_

Köy ve Kasabaları:

5, Bünyan

AHMET RASİM ÖZSOY Yeşil Cennete Armağan Tuna İçin (Şi,ir) ,

)~(~~.~n Dağı ~~~ '~.,-

-

(Şiir)

(Şiir)

KİRTİşOGLU BEKİR

25

SEPETÇİOGLU M. NECATİ FAZIL BAYRAKT~R ~~

_~

KURUŞ


.,...

"

2

ORKUN

YEşİL

Aleşam

olup,

CENNETE

sular

Cennet

Sana

bağlılığım

sıra

;\ğln.

hayaller

Vatan

sana

Yeşil

bir ... bir.

toprağımdır,

Yolumuz

da

sevgili

selam

sana,

vatana

!..

taşın

ayrndrr

Kan

değildir.

Cennet

Selam

ey

da

aziz

'I'urıa,

benim

taşım:

ı

arkadaşım

etmek

Dikilir

ister

eğer

üniine

tilki

koca

sesi arslanı;

bi te ı: nefesi,

Bozkurt Yeşil

Senden

belki

selam

bahar

ben ... esir;

~:ÜzÜIYlg iil er kerı .

*

yrk ıld ı taş tuş, vollara düst.üm.

h asr-e t, g'üzlerimde

bir

çiğnedim,

yılları

Sende öz kanım

Destanı.

Cennet

ı-uhurnsa

yaş

geçttm.

m

Tehdit

Yaktaşn-su

bir

ezilmiş,

Gönliimün mihrabı Tunam senin için İçimde

ye tişi r !

gülme,

kimsesizim

rgi .co

uzaklardan.

a.ğla,

ağlarım

Aylan Bazan

İçiN

toprağında

Varlığım

gelince"

hayal

Toprağın

TUNA

gölgelenince,

Geçer ler zihnimden Yeşil

ARMAGAN

sana,

gelir

ı..

bana

*

var,

Dileğ'im

yotla.rda

Geçiyor,

geçmekte.

Yüreğim

g itgtde

ruhum var;

sende

g-cl ı

çürümesin, geçecek

erimesin,

yıllar ...

gel! ..

SEPETÇİOGLU

benim

dinimdir,

Billrler,

tarihin

Bozkurt

Destanından

bilirler

her

ki:

da

'imanın

benim

Tarihi

süsleyerı

da

her

damla

imanım.

Arkadaş I{öpek Bu

feryadına,

Arslanları

ben

tilki

bekler

binlercesine

..

Cennet

selam

da

a yrı ıdır

Ernieyen

rmu-ada

hakkı

Iiutıu

fermanını

al

Bizim

vasalar-dan.

bulur

mn?

Da:;çı ı

Tanrı

Dörtnal

Kökunu Ilg-ıt

biziın

geçtiğimiz ge ttr ir

ılgıt

ulu ırak

esen

dillerden, be ller den,

illerden

yel

Tanrı

Dağ'ı

ı

sesine ...

uğrunda

toprağımdır,

ı\reentın Leylisinden ayr ı kalır mı'? Sa.ğıl Tanr-ı Dağı, gel Ta.nrı Dağı!

annem,

bilmem.

yatan

Ao;;ık Ke rern

vatan

«Dokurırna.ym

Yolumuz

isim

Cennetin

Yeşil

Toprağın

de benim

başka

gölgende

sana,

yarıana.!

kar deştrndl ı-, annen

aldırma

yeşil

selam

göğsünde

de aynıdır,

DAGI

defasında

Selam

İsmimiz

TANRI

vardır.

damlnlardır.

Yeşi l Cennet

iKardeşin

NECATİ

sayfasında bir

bu

M.

kanım;

ww w.o tu

Yine

ır , kanın

de

Dinin

ba yruğrmd

ken

Bayrağın,

taşın

bu da

Brnüçytiz Ben sana

gibi

yıloldu,

senden

tutuşma.

yanma;

unuttum

sanmat

uz a ktn

kalrnışım

amma

ı

ı

Gönliim

tnşım ;

A5ılc BAYRAKTAR'an suvaşt.an yılmaz, Ka.llcansrz lcütfü.r-a pa la sıvr ılmaz :

seninledir

bil Tanrı

Dağı

arslana.» benim

ey aziz arkadaşım

ı..

Ba5 Coşup

KİRTİŞOGLU

BEKiR

g övdeclerı, isyanını

kılıç. sal

kından

Tanrı FAZIL

ayrılmaz

Dn ğı

ı

BAYRAKTAR


ATSIZ

Başyazarı:

ORKU r"="-~--~~;-::7;4r~:;=-~ Sahibi

ve

ABONE

Neşriyat

Müdürü

tSl\ı:ET

.TÜMTüRK

P. li. 1818

Galata.

Haftalık

Dergi

Türkçü

:

Yıllık:

8 lira

6 aylık:

4 lira

Yurt

dışı

Yıllık:

12 lira

Istanbul

1 Aralık

1950

Cuma Günlerİ

Çıkar

9. Sayı

ATSIZ

~

10.10 yrlrmla kuruları «Batı. Türkeli» nin yani Türkiyenin cumhur-iyet çağı ger. bır öUh1.İitlrlyet değfldir. 14 mayıs 1950 de gerçek bir cumhuriyet kurulmuş Ve meşru bit hükümet Iş ba.ş ırta gelmişse de bu hükümet, devlet idaresini g ayr ımeşru bii' hükümetten devra.ldrğr için biiyül, giiçliikler içindedir. Bu güçliikler yeni lıüiHıhietin becer'ikaizfiğfnden yahut işlerin çapı-aştklrğmdan değil, meşru hükümetin

!;ciden

rgi .co

m

g;),yrımeşrıi hliki'mıete hııld olmasından ve o gnvrrmeşru hükümeti meşru bir h ükümetrnlş gtbt saymasından doğuyor, Cumhuriyet çağrnırı birinci ve sonuncu l\Iillet Meclisleri milletin isteği ile namuslu seçimlerle seçilmiş kanunt meclislerdır. Diğerleri ise seçimle değil, diktu , töl'İei'ın tÔ,yıl'll ıııı nhbnp kayırmak. geçim sağlamak, köle yetiştirmek için kurul.

~ ~

~\

LL

yapılan konuyu

~

rırız:

~

~ ~

ken

de meşru değildi. Çünkü mlllet her yerde demokrntlara oy verdiği halde gayrımeşru IıUI,iimet bask. Ve hile. ile, reyleri kendi adamlarına savdn-aı-ak çoğunluğu kazanmış Ve dört yıl daha iktidarda kalmıştı. 1946 seçimlerinde yapılan sahtekarlık sayesinde Ankaradrın seçiimiyen İsmet İnönü ve Istanbuldan seçllrniven' Recep Peker seçil , miş gibi gösterilerek başkarı ve başbakan olmuşlar, ·fal,at bütün dünyanın gördüğü bu iğrenç sahtekarlık dolayısryla İspan~'a ye Ürdünden baska hiçbir yabancı hü , kurnet tarafından tebrlk edllmcmişlerdL Yeni demokrat hükümet! yorup yıpra tacak en korkunç şey, ga:;yrımeşru meclislerin çılca.rdrğr lmnunlarla iş görmek mecburiyetinde olmasıdır. Kanun meşru bir unlaşmndır. Bir haydut çetesinin dildaları karnın yerine geceı-se onu kanun diye yürüten topluluktan hayır gelmez. Halk Partisi zamanındaki Türkiyede ise bir Kölemenler hükümetinden bnşka bir şev yoktu. Çünkü Haıı~ Partisi kendi tüzuğünü anayasaya g eçırrntş ve canı istediği zaman da anayasaya aykırı kanunlar çıkar, malda çekinmemİB, işkence anavasayla yasak edildiği halde Ha.lk Partisi z amanmda yurttaşlııra yapıinn Işkence Bolşevik Moskoflarm mernleketdrıdekt işkencelerden hiç de aşağı kalrnamıştrr. Bunları görüp bilen, şahit olan ve çeken bir insan sıfatıyla söylüyorum. Bu duruma göre, meşru demokrat hükümetin gayrımeşru hükümet zamanmda

ww w.o tu

I

de

muş gayrımeşru mecltsler'dl. Bu meclislerde tek partinin adamlaı-ı oturur ye bu adamlar hep birden el kaldırır, vılda 200 kanunu ittifalila çıkarır, adam döver veya öldürür, ırz ve namusa taarruz eder, sa.ylavl ık maaşından başka türlü yerlerden de kazanç sağlar ye Türkiyenin on yılda asırları aştığını, bütün milletleri geçtiğini soyIiyer ek milli mazimize ve mukaddesatımıza söverlerdL Sonılan bir önceki Millet Meclisinde muhalif bir parti vardı. Fakat o meclis

·kanunlarla devleti erbabına hn-akarak

idare etmeğe halekı var mıdır, yok mudur? Bu hulcuki aklın ve mantığın sesine kulak verirsek şu sonuca va.

Türkiye cumhuriyeti 1950 mayrsmd a kurulmuştur. Ondan önceki 1923.1950 çağı g a.vı-ımeşr u ve müstebit bir diktatörlük zarnarudır. Dtkta.töı-Iüğü yapan Halk Partisi, bilhassa onun ileri gelenleridir. Serbest Cumhuriyet Fırkası ve Müstalcfl Gurup gibi maslcara.Irlcla ı-Ia milletin ve dünyanın gözünü boyamaya kalkan Ve boyudık zunnedecek kadar da zekidan mahrum olan bu partinin yaptığı kanunlar kanun olmak vasfını haiz değildir. Çünkü kanunları millet tarafından narnuslu seçimlerle seçilen l\Iillet Meclisleri yapar. Halbuki birinci ve sonuncusu müstesna, Millet Meclisleri namuslu seçimlerle seçilmiş değil; tehditler, datavereter ve emirlerIc tayin edilmiştir. Halk Partisinin memleke t« drnokr asivt bizzat "erdiği nnkkındakt iddia da boş ve gülünçtür. Yabancılara I,arşıeşsiz bir a~a;;·ılık duygusuyın hareket eden Halk Partisi ve onun şefi, Arnertkarı ve İngiliz elçilerinin ihtarları dolayısıyla demokruslye razı olur görünmüş ve 1946 seçiminde 60 kadar muha.Jif milletvekilinin çıkma. ötekilerini yine t,iyin Ve hileyle kendi adamlarından yapt.ırmıştu-,

i'~~~Qj]:!~~~~~~

,~ ~

~


4

ORKUN

~~~~~~JlI!!""~~~~~~~~..-..i"t1 1950 seçimler-inde Halk Partisi Doğu illerinde baskı ve vaktiyle a st ırd ığı şeyh , lerin oğullarından yardim dilerıme gibi aşağılıklar a, Batıda para dağrtma Ye vaid gibi k üçukl ükl er e düşmekle beraber sokttu-emeyip ye ni lm iş ye böylelikle meşru hükümet iş bn şına gelmiştir. . Fakat bu meşru hükümet ga yr ırncşrn Irüküme tin yaptığı kanunlarla (!l iş

~,

~~ ~~

~ .

Içirı değil, çetenin görüş ve menfaatlerine göre haz.ır lanrruştar. ne yapmak lazımdır? . Yapılacak şey şudur: Dünya tarihinde eşi olmıyan bir şeldlde kan dökülmeden ve iht ila.l olmmlan meşru bir hükümet guyrtrrıeşru bir hükümetin yerine geçmiştir. Bu yeni hi.ikümet ihtilfıJsizce iş başına geldiği için gavrrmeşru kanunları da Ih tilü lslz bir "iekilde değiştirecel-tir. 'Bunun da başlangıcı yeni anayasayı hazırlamak olmalı, bu unayasayı ha.zırlamak için de bir ilinrucular Meclisi faaliyete geçmelidir. Artık Kur-ucular Meelisin.in nasıl seçllcc eğt, anayasayı yalruz hazırlamaıda mı iktifa edeceği, yoksa hazırladıktan sonra milletin revine mi arzedeceğ! meseleleri teferrüattan ibarettir. Yeni meşru hükümetin başarı göstermek ve millete hizmet etmek için yapacağı ilk iş yeni anayasayı hazırlıyııcak bir Kurucular Mecüstnt toplantıya çağırmal-tan ibarettir. Ats 1 Z başka,

millet

~

~

Iı ~ ~ ~ ~ ~

m

O halde

rz

~

L.-~~~~~~~~~~~~~.401i

~ .

~ ~

~ ~

rgi .co

Ziya Gök aıp ve Türkçülük BİLGEAY

«umduğu mucizeli bir hamle ile, milletini kurtaracak b.r ümit felsefesini de beraber ge tiri , yordu. Yani 'I'ürkçülüğü de beraber getiriyordu. Onun felsefe ve içtimaiyat alimi oluşu, Türk halkiyat ve tarihini layıkıyla bilmes yumuşak ve münakaşa zernını kuran bir hava içinde çalışmasına imkan vermişti. Bu yüzden, getirmiş olduğu, sistemleştirmiş olduğu 'I'ürkçülük mütevazi, temkinli samimi, as-rba5!ı, hürmet edilen bir hava yarattı. Ve devrrndeki z.hrıiye t hareketlerinin kuvvetli mümezsrllerindc bir ürkeklık. sertlik ve yadırgama havası yarat, madı. Onun milliyetçiliğinin ikinci büyük tarafı da bu noktada toplatur. Ziya Gök Alpın milliyetçiliğ!. bugünkü TÜ1'kçülüğe şekil veren yegane 'I'ürkçülüktür. Onun Türkçülüğü, ciddi, sistemli, eser halinde ilmi bir şekilde tenkit edilmeden, Türk mi lhye tçili., gi ayrı istikametlere vürürnernek mecburiyetindedir. Zira yeni bir sistem ortaya komadan, dağınık çalışmalar faydadan çok zarar getirir. Bu nokta, Türkçülük üzerinde çalışanların asla unutmıyacağı ve ancak uymakla faydalar sağlıyabileceği ehemmiyetli bir husustur. «Türkçülügün Esaslarıs adlı kitabi ile Ziya Gök Alp, Türk milliyetçiliğini bir «kanaat ve çalışma doktr.nt.. haline getirmiştir. Bugün Esasları ve çalışma istikametleri belli olan bir milliyetçiliktir. 'Türk millivetçilklerinin bugün için en mühim meselesi, gösterilen bu istikamette çalışmak olmalıdır. Hiçbir zaman unutmamak lazımdır ki Türkçülük, Türklere iyi günler hazırlıyan, hazırlamaya ve zor ve çetin günlerde vezife gören mukaddes ve fedakar bir inançtır BİLGEAY ESEMENLİ

ww w.o tu

ken

de

Türkçülük, yani Türk rn.Iliye tçiliği zaruri hallerin ve ihtiyaçların karşılığı olarak sistemleneri ve 'teşkilatlanan bir inançtır. Harekettir. Türk milletinin son kurtuluş ve müdafaa silahıdır. Manevi kuvvetidir. Türkçülük Türk halknun. his, düşünce arzu ve kanaatlerine ok adar yapışıktır ki, halkın bu düşünce, his ve kanaatlerinin dışında çerçeve ve mana alamaz. Alırsa, canlılığinı ve hayatiyetnii kaybeder. Devrin insan anlayışı, vatan, milliyet ve hürriyet anlayışı Türkçülüge ekadar ölçülü ve insaflı nufuz etmiştir ki. Tür-kçülük Türk halkının, Türk efkar ıumumiye.. sinin adeta bir ifade tarz ıdır. İfade kahhıdır. Yukarda yazdığımız sa tn-lar, bizim Ziya Gök Alp milliyetçiliğinden anladığımız toplu manayı ifade etmektedir. Ziya Gök Alp içtirnaiyat ilminden faydalanarak, bu şekilde ilmi bir milliyetçiliğin, Tüı-kçülüğün peşinden yürüyordu. Türk milliyetçiliğinin teşekkülü için pek çok kimse çalışmıştır. İlrni olarak, Ahmed Vefik Pa_ şadan, Ali Suaviden, Süleyman Paşadan itibaren günümüze kadar çalışmalar 'devam etmiştir, Fakat bunlardan hiçbiri Türk milliyetçiliğine Ziya Gök Alp'ın getirdiği hayatiye ti, sistemi ge tir-emerniş ler-dir. O güne kadar etraflıca ele alınıp sistemlendirilmemiş, bir çatı altına toplanamarnış, felsefesi yapılmamış, kısacası b.r bütün haline getn-ilemerruş olan Türk milliyetçiliğini, 'Türkçülük adı altında, bir bilgin titizIigi içinde işllyen, her sahasına bir ahenk veren Ziya Gök Alp tır. Ziya Gök Alp, Gayrimüslimlerden başuyarak Arnavutlara kadar ve en küçük kavimlerin milliyet peşinde koş tuk lar ı, son saltanat devri Türkiyeslnde, Anadolunun içinden, Diyarıbekirden geliyordu. Türk yurdu kuracak, kendi ifadesi ile,

ESEMENLİ


s

ORKUN

Milli Türkistan Davası ve İngilizler EMEKLİ

ww w.o tu

ken

de

Cihan durumunun zorlaması yüzünden Anglo-Saksonlar da 'Turkistarıla ilgileniyorlar. Faka t onlar Türkistan Türkleri arasındaki cere , yarılardan hang sine ternaül gösteriyorlar? Bu pek mühirn nokta üzerinde Amerikalıların ne düşündüğünü bilmiyoruz. İngilizlere gelince: ingiliz devletinin değilse de bazı İngiliz çevreIeri nirı bu husustaki mlitalealarına az çok vakıfiz. Hemen kaydedelirn kı bu mütaleaların ananevi İngiliz nok tai nazarı intibaını vermesi esefle karşılanacak bir keyfiye ttir.

Türkiyedeki Türkistanlılardan birinin Türkiyeli Tür kçülere yazdığı bir mektuba göre ken-· di sine «Han» lakabını takarı Veli Kayyum. han falan değildir. Taşkentli bir saracın oğludur. 1923 yılında Özbekistan Milli Eğilim Bakanlığı tarafından tahsil için Almanyaya gönderilmiş, orada Nazi muhitine yakın bir Alman kadımy, la evlenmiş Ve kendisini Türkiye Türkleriyle h.ç bir ilgisi olmıyan bir Türkistan davasının önderi ilan etmiştir. Kendisine bir itibar sağlamak için de «Han," ve «Ata» lakaplarmı almıştır. Merhum 'Türkçü Doktor Rıza Nur Beğin Türk bayrakları hakkındaki eserine bile girmiş olan ve Türkistan milli mücadelesini dışarıda yıllardır temsil eden Türkistan Milli Birliğinin bayrağını redderek kendisine ayrı bir bayrak yapmıştır. Hatta Türkistan Milli Birliği Türkiyen.n harfleriyle neşriya t yaptığı halde Veli Kayyum Sovyetlerin alfabesi ile neşriyat yapm.ştir. Şimdi de Almanyada yaptığı neşriya t yine tadil edilmiş bir alfabe ile ve, özel bir Taşkent şivesi iledir, Yayınladığı bu derginin son sayısında özbekçe Ve ingilizce neşrettiği bir memorarıdumun ingilizcesinde kendisini «Milli Türidstan kalkınma hareketlerinin unümessil.. leri tarafından onaylanmış'. olduğunu söylemiş ve «Türkistan içinde ve dışında yaşıyan bütün Türkistanlıların ernriyle, onların adına «Birleşmiş Millerlere başvurrnak ta olduğunu ileri sürmüş ise de yazısının özbekçesinde böyle bütün Türkistanlılarca onaylanmış olduğunu ve onlar-n emriyle hareket ettiğini bildiren satırları si'; miştir. Çünkü bütün Türkistanlılar tarafında" kendisine vekalet verilmiş değildir. Veli Kayyum 1942 de Türkiyeye geldiği zaman iyi kabul görmediği için olacak, Türkiyeye kuskündür ve belki de bu yüzden bütün Türklüğü değil Özbekliği, onun da yalnız kendi işine eelenini gütmektedir.

m

.Türkistan Türklerinin milli davasını temsil edenler maalesef bir anafikir etrafında toplanmış değildir. Tam is tiklül is tiyerıler in yanında muhtarivet taraflıları vardır. Bir kısmı da Moskof ve Çin hakimiyeti yerine başka bir devletin mandasını düşünmektedır. Hatta yalnız bolşevikliğe muhalif olup Beyaz Ruslada işbirliği yapan ve müstakbel demokrat Rusyada y..lmz dini veya kültürel bir muhtariyetle yetinmeyi şiar ed.nenler de vardır.

münevver Türkleri sahte jurnallarla imha ettirdiği söylerımekted.r. Eğer bu mektuplar tam bir hakikatı ifade ediyorsa durum cidden hazindir, Çünkü Veli KaYYUmLln ifna ettirdiği Türkler arasında Turancılıkla itham olunanları da vardır. Eğer Veli Kayyum için Turancilık b.r suçsa ve bu suçla suçlandırdığı Türkler şu veya bu yabancı kuvvet tarafından yok edildiyse Türklük vicdanı ve Türkçülük Veli Kayyurnu asla affetmiyecek ve bunun hesabını bir gün kendisinden soracaktır.

rgi .co

Bugün birçok milletleı-in mukadderatı hallolunma yoluna girmiştir. Pakistan, Hindistan, ~:!donezya, Trablusgarp gibi devletlerin yanında iki bin yıllık esaretten sonra Yahudilerin de istiklal kazanması Türkçüleri, Türkiye dışi:.n.. daki Türkler üzerinde durdurmakta ve derin derin düşündürmektedir. Bu konu üzerinde Türkçüleri asıl ilgilendiren cihe t büyük devletlerin yani İngilizlerle Amerikalıların Tür k istan hakkındaki düşünceleridir.

KURiHAY

Almanyadaki İngilizlerin oradaki Türk.stan, .ılaı-dan Veli Kayyum adında birisini tutrnak ta oldukları anlaşılıyor. 1944 deki Irkçı lık-Tuı-an, cılık davasında adı geçtiği için Alman hizmetin.c bir Türkistanlı olduğu 'Türkçülerce öğrenilen b zat 'I'ürkçülerin göya Hitler Almanyasıyla temas ettiklerini isbat için bir koz olarak o za., _. anki sıkı yönetim mah kernesi tarafından kullanılmıştır. Türkçüleı-In bu aelam hakkındaki Işi ttik lerr, bir Alman kadını ile evli olmasından, . ngilizler tarafından muhakeme edilmesinden 'c ş;mdi' de İngilizlerle işbirliği yapmasından ibaret tir. Türkistanlılarelan hala Almanyada bulunanların bazıları 'Türk iyedeki Türkçülere yazdıkları dertleşme mektuplarında Veli Kayyum hakkında pek menfi bir dil kullanmaktadırlar. Bu menfi dilin en hafifi Veli Kayyumun, Türkistan davasını Özbek davası haline getirdiği şeklindedir. Bilhassa onun kendisini «Türkistan Milli Birliği Komi tcsi.. başkanı diye ilan etmesi bir çok Türkistanlıların itirazını çekmekte, bu ünvanı kendi kendine almaya hakkı olmadığı ileri sürülmek tedir. Veli Kayyum aleyhinde yazılan mektupların bazılarında isimler tasrih edilerek kendisine rakip gördüğü bir çok

Bu mektubun sonu Türkçüler için daha mühimdir. Orada deniliyor ki: İkinci cihan savaşırda esir veya mülteci olarak Almanlar tarafına geçen Türkistanlılardan binlereesi bugün haya t., tadır. Bunlar Avrupa memleketleriyle Türkiye ve Asyada yaşamaktadırlar. Doğu Türkistanın


o

R K U N

da Bolşevikler tarafından işgalinderı sonra daha binlerce Türkistanlı bunların arasına gelmiştir. ilk cihan savaşının Basmacılarndan Ve Enver Paşa ıle birlikte Ruslara karşı mücadele edenlerden tutunuz da en genç nesillere kadar bilfiil sa 'v-aşmış zinde unsurlar dururken İngilizlerin Veli Kayyum gibi passif ve telkinle hareket eder bir adamı tutmaları vaktiyle Almanların düştüğü hataya İngilizlerin de düşmesi demektir. Bu mektup Türkistan meselesinde İngilizlere düşen vazif'eyi iyi açıkladığı için yazımızın başına 'İngilizlerin de adını geçirdik. İngilizler bizim müttefikimiz olduğu için biz 'I'ürkçüler Türk birliğine aykırı unsurların onlarca makbulolmamasını temenni ederdik.' Moskafa karşı olan durum ve savaşta Türkle İngilizin hak ve

Serer~

menfaatleri biribirirun aynıdır. İrıgilizler Demir Perde gerisindeki küçük mille tleri n, mesela Baltık milletlerinin davasına yardım ediyorlar. Onları destekliyor lar. Fakat Türkistan davasında henüz hakikatı görmemişe benziyorlar. Yakında Moskoflada yapılacak olan üçüncü cihan sava. şında Anglo-Saksonlar ın en büyük . desteği Türkiye olacağı gibi' Rusya içersindeki milletler arasında da Türkistan Türkleri olacaktır. Amerikalılar, Staline inanarak gösterdikler. büyük gaf'leti Türkistan Türklerini ihmal ve onların mukaddera tım salahiyetsiz kimselere tevdi ederek bir daha göstermemelidir. Türkistandaki halk ne Arap, ne Ukraynalı, ne de Fransızdır. Onlar Türktür ve Türkiye Türklerinin öz kardeşleridir. EMEKLİ

KURlHAY

v e N a m u S~

rgi .co

YILANLlOGLU

s-

m

6

fini bir defa kaybeden b.r daha onu ele geçiremez ve bu mukaddes vasıftan mahrum olan insanın da hayvandan farkı yoktur. Hatta hayvan dahi böyle bir insandan üstündür . Bir insan alim, dahi, sanatkar. kahraman, mütefekkir, ve bir milletin başı, k n-alı , dik tatör hasılı her şeyolabilir. Fakat bu meziyetlerin yanında namus ve şeref olmazsa, millet böyle bir insandan fayda yerine zarar görür. Böyle insanlar mensup bulunduğu .milletin gençlerine örnek olarak verüernez. Çünkü gençler kendine örnek olarak verilen insanların bütün vasıf ve meziyetlerini tetkik ve taklit ederler. 'I'ar.hi tetkik edecek olursak milleti namus ve şeref sahibi iyi insanların idare ettikleri devir-lerde, millet daima kuvvetli ve diğer milletlerden üstün olmuştur. İdareyi ahlaksız insanlar ellerine aldıkları zamanda da milletde gerileme, fertlerde ise ahlaksızlık müşahede edilmiştir. Na, sıl ki bir babanın çocuklarına bırakacağı en değerli miras namus ve şeref ise, bir millet büyügünün milletin gençlerine bırakacağı en değerli miras da namus ve şeref olmalıdır. Ahlaksız insanları büyük diye millete ve gençliğe örnek etrneğe çalışan gafil Ve sapıklar millete, kasten kötülük yapmış olurlar, Namus ve şeref sahibi insanlardan müteşekkil bir cemiyette kötülük ve kötü insanlar barinamaz. Bir insan nasıl kendi ailesi etradının namus ve şerefini korursa başkalarının namus ve şerefini de öyle korumalıdır. Çünkü aile milletin bir cüz'üdür Kendisini bir takım maddi ve hayvarıi zevklerin pençesine kaptrrrnış, bundan başka şey düşünmeyen ve bu yolda her türlü rezaleti ir tikap eden bir insan bulaşık hastalık mikrobundan daha tehlikelidir, Böyle insanları başıboş bırakmamak ve islah etmek lazımdır.

ww w.o tu

ken

de

En k uvve tli ve en üstün milletler sağlam karakterli insanlardan teşekkül eder. Sağlam karakter ise namus ve şeref sahibi insanlarda bulunur. Sağlam temelli üstün bir millet olabil .mek için, o milleti teşkil eden fertlerin de şüphesiz namuslu ve şerefli olması icap eder. Namus deyince sadece kadınların korumaya mecbur oldukları iffeti düşünmek doğru değildir. Urnurniye tle namuslu insan deyince şu vasıflar hatıra gelir: Namuslu ve şerefli bir soya mensup, sözünde durur, vazifesini hakkıyle yapar, yalan söylemez, paraya fazla düşkün değildir, hırsızlık yapmaz, rüşvet almaz ve vermez, arkadaşlarına verakardir. f ak ir ve düşkünler-e yardım eder, küçüklerini sever, büyüklerini sayar, iyi insanlarla düşer kalkar, herkese iyi muamele eder. Zaten bütün bunlar bağlı olduğumuz islam dininin ahlaki ahkamındandır. İslam olan bir insan namus ve -şerefirı hakiki değerini idrak etmiştir. İşte bunun içindir ki gençlerimize dinimizin ahlaki ka ide lerini iyice öğretmek, milletimizin 'yükselmesi ve üstün milletler arasında yer alabilmesi için lüzurnlu olan en mühvn b.r mese , ledir. Bunu ihmal etmek, gençliği kendi haline bırakmak, ona garpten, şarktan alınan karmakarışık ahlak kaldeler-ini aşrlamak, mi lle ti şahsiyetsizliğe ve tereddiye götüren yalruş bir hareket olur. Gençlik şunu iyi bilmelidir ki en iyi ve üstün ahlak kaynağı islam dinidir ve en mükemmel ahlak islam Türk ahlakidir. Çocuklarımıza küçük yaşta iken namus ve şerefin değerini anlatmalı ve hayatta korunması icap eden en mukaddes vasfrn namus ve şeref olduğu belirtilmelidir, İnsan hayatta her şeyi elde edebilir. Zamanla bu elde edilen şeyler kavbedilip tekrar ele g eçi rilebi lir Fakat namus ve.. sere,

YILANLIOGLU


1944 1945 ıRKÇılıK -TURANCILIK - DAVASı VI

Merkezde ve saray çevresindeki mücadele sinsice olduğu için Devşirmeler daha çok başarı göster iyorlardı. Çünkü köle likten yetişen yabancıların ahlaki sinsi ve kendileri ictenpazarhkh idi. Fakat iş Anadoluya geçince savaş kanlı bir hal alıyordu. Umumiyetle büyük çapta insanlar . olan Osmanoğullarına karşı Anadoluda bir sevgi ve saygı olduğu muhakka ktı. Bununla beraber, çok defa Devşirme rical aleyhine ·olan ayaklanmalar bazan Osmanoğullarını da hedef tutmuyor değildi.

Haçova meydan savaşından sonra, ihtimal devlet kuvvetinin de zayıflaması dolayısıyla, Anadoluda Türk ahalinin ayaklanmaları şiddetlendi ve milli bir hal aldı. Bilhassa Kalenderoğlunun isyarıı birkaç yıl sürdü ve 20.000 kişilik teşkilatlı bir ordu kuracak kadar kabiliyet gösteren bu tımarlı sipahi, Osmanlıları, yani hanedanla beraber etrafındaki Devşirme gürühünü da Anadoludan atmak gayesini açıkça söylemekten çekinmedi. .

de

Devşirme kaprkulu askeri sayıca azken pek fazla ses çıkaram.yor ve edepsizlikte çok ileri gidemi , yordu, Toplu ve disiplml! oldukları, Istanbulda yaşadıkları için Devşi rrne vezlrlere aletlik ediyorlar, "fakat devle t.n yapısını sarsarmyor-lardı. Kanuni Sultan Süleymandan sonra kapıkulu . askeri çoğaldığı için nüfuzları ve o nisbette de tasallutları artmıştı. Kanuni Sultan Süleymanın büyük ve muhteşem ordusunda Devşi rme ler- en çok 20.000 kişi iken 1596 da yapılan Haçova meydan savaşında 120.000 kişilik Türk ordusunun 50.000 ni Devşirmeler teşkil ediyordu. Bu savaşı Türk ordusu güçlükle ve Anadolu Türklerirıin himmetiylekazanmış, Devşirmeler yığın halinde kaçmışlardır. Devşirmelerin hiçbir askeri kabiliye ti olmadığınıgören Hoca Sa'deddin Efendi, kapıkulu yerine Anadolu ve Rumeli Türklerinden asker yapılması için gerekerilere öğüt verdiğini, fakat dinletemecliğini Serdar-ı Ekrem Satırcı lVIehmed Paşaya yazdığı şu manzum .mektupta anlatmaktadır:

ve herhalde başkalarına da anlatmaya çalışmışsa da söz geçiremerniştir. Bu söz geçirememede de yine Devşirrne ricalin sinsi rolleri olduğu muhakkak tir. Şimdiye kadar kapıkulu aleyhinde resmi bir ağızdan çıkmış bu kadar eski bir şikayet bilinmiyordu. Bunu Atsız, Süleymaniye Genel Kitaplığına bağlı Hacı Mahmud Efendi Kü, tüpanesinde 3333 numaralı Kasidet ül-Bürde'nin 12 inci yaprağının A yüzünde bulmuştur. İler., de de herhalde Devşirme vezirlerin ıslahata karşı yaptıkları baltalamaların vesikalarıele geçecektir.

m

Sa.vaşı :

rgi .co

Türkiyede Irklar

Osmanlı Türkiyesinde ırklar arasındaki savaş yalnız saray çevresindeki devlet ricali ve vezirler arasında kalmış değildi. En şiddetli ve sinsi mücadele burada olmakla beraber ::nerkezden eyale tlere de bulaşıyor, bazan kanlı ihtilaller halini alıyordu.

ww w.o tu

ken

Türk olmıyanların topyekun ihanetIeri, devletin zayıf zamanında kendisini daha çok gösteriyordu. Bilhassa on sekizinci asırda başlıyan ihanetler Türklerm gözünü açacak mahiyette idi. NadirŞah zamanında İranla yapılan savaşlarımızdaki iki vaka çok ibret vericidir.

Bunda feryad eyledüm, dinlenmedi; Gönlümüz bir vech ile eğlenm2di. 'Kalmadı ter nush kim söylenmedi. ,Neyleyirn ..Icim bir sözüm eslenmedi.

*

Eğri'den döndülete arz etdüm tamüm: Yerlii asker içün etdüm Ih timüm. Kapı kulu ile Qeldenemez husürı ; Yerlü asker olmah, olmaz' masün ! Bu manzurn !.-!oca Sa'deddin beklenmiyeceğirıi, mazsa kalelerin

mektuptan anlaşıldığına göre Efendi kaleleriri kapıkulu ile yerli (yani Türk) askeri .01masun kalamıyacağını padişaha

. 15 Temmuz 1733 te TopalOsman Paşa ordusuyla Nadir Şah arasında yapılan savaşta Nadir Şah, Türk ordusundaki Kürtlerle anlaşmış ve . bu birkaç bin kişilik Kürt gurupu, savaşın başlangıcında, bozgun yara tmak için kaçmışlarsa da bizzatTürk ordusu tarafından üzerlerine ateş edilerek panik önlenmiş ve TopalOsman Paşa, savaşı güçlükle kazanabilmiştir. Fakat 26 Eylül 1733 teki Ikinci savaşta Osmanlı ordusunda Araplar topyekun İran ordusuna geçerek savaşı kaybetmemize sebep .olmuşlar ve Namık Kemalin atası olan Topal Xjsman Paşa da elde kılıç savaşırken vurulup şehit olmuştur. En eski zamanlardan beri Hıristiyan .unsur , ların Türklüğe yaptığı ihanetleri bir dereceye kadar mazur görmek kabildir. Fakat Müslüman milletlerin, aynı zamanda halife olan Türk padişahina isyanı hem bir ihanet, hem de din bakımından küfürdür Böyle olduğu halde Müslüman gayrıtürkler devlete toplu bir halde ihanet etmekten çekirırnem.şler, kendilerine devletin en yüksek makamları verildiği halde yine bozgurıculuktan geri kalmamışlardır. Bilhassa Tanzimattan sonra Müslüman unsurların ihaneti son haddini bulmuş, adeta buhranlı zamanlarda devleti yıkacak bir rnahiye t almıştır.


•.. j

/ ._--.-

.-_.~"_._o·

*

'~."

o:,

m

kuş beyinlilerden Fransız Komünist Partisi Lideri Maurice Thorez, tedavi(!) için Moskovaya götürülmüş! Bu, Paristen dünyaya yayınlanan bir tel haberi .. Tabii bu haberin sonunu ikinci bir telgr-af haberi olarak Moskovadan öğreneceğiz: Bulgar Komünist Partisi Lideri Dimitrov yoldaşın ölüm haberi gibi... Ne diyelim! .. Makamı cennet olsun!!

*

1944 TEN HATIRALAR

. Türkçüler, Tophanede bulunan askeri ceza evinde geçirdikleri şerefli hapisleri sırasında, acaba en çok hangi tarafları ile şöhret salmışlardı? Dr. Hasan Ferit Cansever en çok iki tararı ile meşhurdu: Masonluk ile et ve umumiyetle hayvani gıdalar aleyhtarlığı .. Muhterem doktor, ancak peygamberlerde bulunabilecek bir sabırla, arkadaşlarına Masorıluğun dünya için etlerle bütün hayvani gıdaların ise insanlar için nasıl bir tehlike arz ettiğini anlatır dururdu. Hatta, hayvarıi gıdalar hakkında hazırladığı notları, bil' seri konferanslar halinde hapishane arkadaşlarına okumuştu.

ww w.o tu

ken

de

BENZERLiK! Beyinsizlerin büyük şefi Stalin Yoldaş 1930 da Sovyetlerin siyasetini anlatan bir nutkunda şöyle demişti: «Bir karış toprağımızı bile başkalarına vermeye niyetimiz olmadığı gibi, başkalarının bir karış toprağında da gözümuz yoktur!» C. H. P. nin kodamanları da yıllarca «Ne kimseye bir karış toprak veririz, ne de kinısenin bir kurış toprağında gözümuz vardır l» diye tepinip durmuştular ... N e hoş berızeyiş, değil mi?

. ..••...

rgi .co

SARHOŞLAR Istanbul valisinin sarhoşlara karşı açtığı savaş devam ediyor.Doğrusu sayın vali bu hayırlı mücadelesinden dolayı ne kadar tebrik edilse azdır. Bir şehri, sarhoş denilen sulu takımının sululuk ve şirretliğinden kurtarmaya çalışmak az şey mi? İnsan, profesör valinin bu yoldaki başarısını gördükçe ister istemezşöYle düşünüyor: Tanrı lütfedip Fahrettin Kerim kulunu biraz daha önce dünyaya getirse ve talih de lütfedip kendisini, adına cumhuriyet denilen devrirı ilk yılından itibaren bütün Türkiyeye umumi vali tayin ettirseydi, bu, Türklük için ne büyük kazanç olurdu!

,,".

.

Orhan Şaik Gökyay nükteleriyle meşhurdu, Ve daha doğrusu ceza evinin nükte kıralı idi. Eşsiz nükteler savurmak hususunda en küçük KUŞ BEYİNLİLERİiVIİzE İTHAF! bir fırsatı kaçırrnazdı. Türkiye Komünist Partisinin azalanndan bir İsmet Tümtürk'ün iki cephesi meşhurdu: kısmı aşırı hareketlerinden dolayı, 1928 de is- """- Mantığının kuvveti ve duruşma sabahları en igeç hazırlanan oluşu ... Bir çok defalar, hareketik lal mahkemesine ver ilmisler ve muhtelif ha. pis cezaları yemişlerdi. te on beş dakika kala, ~nu tıraş olmak üzere Moskovanın meşhur Pravda (znanası gerçek masa başına geçmiş bulmak mümkündü. der~~ktir, bu da ayrıca malum ola') gazetesi, Sofuoğl u Zeki: Ateşliliği ve Bay İsmet İnönünün hani şu meşhur davudi sesini tıpkı tıpkıTürkiyeli Kremlin beşinci kollarının bu mahküsına taklit etmesiyle meşhurdu .. miye tleri üzerine 1928 Şubatında bir makalesinKulaklarından rahatsız olan Yusuf Kadıgil de şunları yazdı: işine gelrniycn sözleri işitmemesi ve bir de' da«Türkiyede bir takım uydurma proleterlerin mada taş toplama hususundaki ustalığı ile rneşteşkil ettikleri sözde Komün.st Partisi, dost Türk hükumetine karşı ihtilalci bir teşebbüse hurdu. Yüzbaşılık yıldızı omuzlarına hapishanede girişmiştir. Bunlar sosyal davayı anlamıyan ve takılan Dr. Tevetoğlu Fethi, sıtma görmemiş büyük ihtilal davasına ihanet eden bir takım za vallılardır! .,. sesi ile meşhurdu. Türk ırkına has meziyetleri nefsinde toplamış Bu fıkracık da Kremlinin akılsız fedallerine olan piyade üstteğmeni Alparslan Türkes (şim.. sunulur ... di yüzbaşı olarak Çankırı Atış Okulu tabiye öğretmenidir) bilhassa tevazuu Ve bir de satTANRı, T:\KSİRATINI BAGIŞLASIN rançt aki ustalığı ile meşhurdu. Bir müddettenberi rahatsız bulunan Fransalı

*

*


9

Dr. Hasan Ferit Cansever'in askeri ceza evinde ağzından düşmeyen iki .mevzu Masonluk ile hayvani gıdalardı, Muhterem doktor, Masorıluğun mahiyeti hakkında izahat vermekten bıkmadığı gibi, hayvani gıdaların Ve tabiatıyle başta etin insan vücudu için çok zararlı olduğunu isbat etmek yolundaki konuşmalarından da bir an geri' kalmazdı.

-

Arkadaj

bunlar

bizi alakadar

etmez!

Diyerek Fehiman'ı susturmaya çalışıyordu. İş çığırından çıkar bir hale girince başkanlık makamından Türkçülere hain hain bakmakta olan General Yusuf Ziya Yazgan da dayan arnıyarak söze karıştı:

- Burası dedikodu yeri değil, bunları söyle. menin manası yok. Biz yalnız dava ile alakada. rız ve sadece resmi sorgu yargıcıru tanırrz! Diye sert sert söylendi. Bu tartışmanın devamı sırasınca ona sıra tehessürnler ederek önüne bakan savcı, paşanın sert sözlerinden sonra, sanki ondan cesaret al. rnış gibi, birdenbire yerinden f'ırhyarak yargı c" lara karşı:

ww w.o tu

ken

de

Nebati gıdalarda insan vücuduna lazım oları bütün maddelerin bulunduğunu iddia eden ve kızlı erkekli bütün çocukları da bu iddiasının canlı delilleri olarak meydanda bulunan rnuhte., rem Hasan Ferit Cansever, ceza evinde bir gün, 19 Kasım 1944 pazar günü akşamı, arkadaşlarına nebati bir ziyafet çekti. Hayvarıi gıdalara ait bir gram bir yiyecek bulunmıyan sofradan kalktıktan sonra :

~ Tahkikat sırasında size 'tazyik yapıldı mı? diye sordu. Fehimarı Kamuran Çukruk tarafın. dan tazyika maruz kaldığını söyledi. Bunun üzerine o zaman emniyet umum müdür muavini vazifesinde kullanılmakta bulunan Kamuran efendinin tahkikatle ilgili olup olmadığı hakkın. da yargıçla Fehiman arasında bir tartışmadır başladı. Fehiman, Kamuran'ın daktiloluk yapan polis Muzaffer'e emir vererek kendisini elektirikli işkence odasına götür'ttüğünü, bu korkunç yeri görünce haklı olarak çekindiğini söylüyor, duruşma yargıcı da :

m

"*

Mühendis talebesi Fehimarı Altan'ın (Şimdi yüksek mühendis Fehiman Tokluoğlu) sorgusunun yapıldığı duruşma .. İfade alınma bitince ilk tahkikat ifadesi okundu ve bu ifadesiyle duruşma ifadesi' arasındaki aykırılıklar hakkında ne diyeceği soruldu. Fehiman lüzumlu cevapları verdıkten sonra duruşma yargıcı:

rgi .co

Atsız, sakinlik ve mülayemet bakımından bütün 'arkadaşlarmdan ileri idi. Mahkemede bomba gibi pathyarı sözleriyle Yazılarındaki ka-rakteri gösteren Atsız, arkadaşları arasında ku-· zu kadar yumuşaktı. Hüseyin Namık Orkun, 'saatlarının çoğunu yatağının içinde geçirmesi ve pastırmaya karşı olan düşkünlüğü ile meşhurdu. Yedek asteğmen Fazıl Hisarcıklılar (şimdi Karabük Orman Müdür Muavini) herkese sonsuz ikramlarda bulunup kimsenin ikramını kabul etmek istememesiyle meşhurdu. Mühendis Mektebi talebesi - Fehiman Altan (şimdi yüksek mühendis Fehiman Tokluoğlu) en genç 'I'ürkçü sanık olarak meşhurdul.

Allah, Hasan Ferit Beyin kesesine' Halil İbrahim bereketi vere ! cümlesiyle başlıyan ve Türkçüleri kahkanalara boğan bir dua faslı başladı. Aşağıdaki sözler işte bu dua faslından bir kaçıdır: Nejdet Sançar : Allah dünyadaki bütün Masonların canını alıp doktoru Masonlardan -bah_ setmekten kurtara: İsmet Tümtiirk: (Nebati gıdaların faydasını kabul ettiği halde külbastıyı çok sevmesinden ve külbastıdan vaz geçernemesinden dolayı' ve buna telmihen) Allah külbastı lezzeiinde bir nebat halk eyleye ' Sofuoğlu Zeki: (F'azrl Hisarcıklı'nın herkese ikram edip hiç kimseden ikram kabul etmemek adetine telmlhen) Allah, Faz ıl Hisarcıklı'nm nezaketini daha fazla ar ttrrrnaya! Nuruııah Bar ıman : (Dr. Tevetoğlu Fethi ile Sofuoğlu Zeki'nin mahkemede verdikleri ifadelerden çok bahsetmelerine telmihen) Allah, Tevetoğlu ile Sofuoğlu'ya, ifadelerini yeniden anlatmamaları için, birer dilimcik olsun insaf ih.. san eyleye ! i

*

- Efendim, biz bunları huzurunuza misafir olarak değil, hükümeti devirmek istiyen vatan hainleri, katiller, canller olarak sevk ettik. Kendilerini Perapalas otelinde oturtacak değildik. Bunları huzurunuza reisicumhur narnzedi olarak çıkarmadık. Onun' için elbette her nevi -zulmü görmüşlerdir ve göreceklerdir. diye bağırdı. Aynen tesbit olunmuş bulunan bu şirretçe sözler, salonda derin bir süküt yarattı. Bu süküt arasında, İsmet _Tümtürk'ün avukatlığını yapan merhum Kenan Öner'in bir. den yerinden kalktığı görüldü. Yargıca dönerek: - Efendim! Şu sözleri iddia makamı mı söy, Iüyor : Rica ederim; huzurunuzda katiller, canil er değil, sadece maznunlar var. Bunlar ne sözler? _Bu sözlerin zapta geçirilmesini rica ediyorum! dedi. Duruşma yargıcı Kenan Öner'in bu hak, lı isteğini yerine getirmemek ve Kazım'ın şe. caat arz ederken açığa vurduğu işkence işini gürültüyo getirip zapta geçirmemek için bir sürü laf söylemeye başladı. Bir aralık başkan da söze karıştı. Kenan Öner Beğin bütün ısrarları boşa gitti ve Kazım Efendinin ağzından kaçırdığı bu, işkenceyi ispat eden sözler zap-ta geçi; rilmeden oturum sona erdi.


10

ORKUN

HİKAYE

Sevd

Kar

a

NEJDET SANÇAR

*

Sandalla .denize çıkar lardı. O deniz gezint leri ne kadar hoştu? Yeşil gözlü güzel kız, kara sevda türküleri söyler-di. Yüzerler, oynarlar, denizi sevgilerinin coşkunluğu ile inletirlerdi. Konuşmak lç'rı ne güzel şeyler bulurlardı!

m

Birinci arkadaş sorardı : - Saadet" nedir? - Sen söyle, nedir? - Saadet; kumral "saçlı, koyu yeşil göztü bi, kızdır! Birbirlerine su atarlar, gönüllerinde aşkın kara sevdası, altlarında ve yanlarında deniz, oynar" lar, oynarlardı. Kırlarda dolaşırlardı. Onlar ne bitmez tüken , mez, ne bı kılmaz gezintilerdi? Tepelere tırmanırken ayakları kaya r, düşerler," kalkar-lar, y.rıe yürürlerdi.

de

Birinci arkadaş yak.şıkh idi. İnce, uzun bir boyu, güzel bir yüzü vardı. Gözlerinin çakır rengi, bakanları kendine çekerdi. Güldüğü zamanlar çok sevimli olurdu. Ne iyi çocuktu: Onu kim görse beğenirdi. Hele kızlar çok beğen.ılerdi. Birinci arkadaş gönül işlerine pek aldırmazdı. Çekingendi. ürkekti. Kızlar ona söz söyleyince sıkılırdı, kızarırdı. Onlardan uzak bulunmaya çalışırdı. Fakat . Kara sevda yaman şeydir. Kişinin gönlüne bir düşmesin! Bir gündü. T'alih, b.rinci arkadaş ın karşısina bir kız çıkardı. O ne güzel şeydi! -Kumr al saçlarının dalgaları ve koyu yeşil gözleri denizleri hatır la tıyordu. İnsana ürperme ve korku veren sonsuz ve engin denizleri.. Ağzı ne minimini, dişleri ne hoştut Konuşurken, insana, o dişler birer inci olup da ağzından yerlere saçılacakmis gibi gelirdi. Ya çerıesi, ya burnu ve ya hele kaşları .. Bunlar anlatılır şeylerdeğil.. Kara sevda yaman şeydir. Kişinin gönlüne bir düşmesin! Kara sevda bir inci arkadaşın gönlüne de düştü. Ve' o günden sonra birinci arkadaş dünyayı görmez oldu.· Meh tapta gezerlerdi. Onlar ne doyum olmaz gecelerdi? Yeşil gözlü güzel kız, kumral saçlar'la süslü başını birinci arkadaşin göğsüne dayardı. Nasıl sevişirler, ne güzel şeyler konuşurlardı? Birinci arkadaş sorardı: Sen benim nernsirı? - Borı senin nenim?

- Sen benim her şeyimsin: Birbirlerine sarılırlar, gönüllerinde aşkın kara sevdası. tepelerinde onlardan bir arkadaş gibi ayrrlrmyan ay, gezerler, gezerlerdi.

rgi .co

o.

Kara sevdayı bana sorun, dedi. bazan bri ateştir; yakar, kavurur, bitirir. Bazan bir ışıktır; aydırılatır. nur verir. Ben dört arkadaş tanıyorum. Ne iyi çocuklardı : Dördü de aynı yaşta idiler. Birbirlerine karşı bağları çok sağlaındı Çok sevişirlerdi. Yıllarca bir bütün gibi yaşadılar. Fakat sonunda ... Kara sevda yaman şeydir. Kişinin gönlüne bir düşmesin! Kara sevda bir gün onların gönlüne de düştü, O günden sonra ayrıldılar. Çünkü gönüllerine düşen kara sevda başka başka idi. Dördü de kara sevdanın esiri oldular. Kara sevda onları ayrı yerlere, ayrı yollara attı. O yollarda, kara sevdaları mn ardmda yürüdüler, koştular. . Size onların kara sevdalarını, hikayelerini anlatayım :

ww w.o tu

ken

Birinci arkadaş ne tatlı karşılıklar alırdı : "

•••••

0.0

••••••••

şeyler

sorar,

ne tatlı

?

-

?

-

?

"Gülüşürler, kahkahaları ile gökleri inletirler; yürür ler, yürürredi. Tatlı ve iyi günler ne vefasız şeylerdir! .. YJdırım hızı ile gelip geçerler ve çok kere yerlerini kötü günlere bırakırlar. Kaç ay, kaç yıloldu, bilmem! Birinci arkadadaşın tatlı ve iyi günleri de yıldırım hızıyla geçti ve sona erdi. Denizler korkunç ve haindir'ler Denizlere benziyen gözler de hain olur derler. Saadet; birinci arkadaşın kumral saçlı, koyu yeşil gözlü bir kız olarak tanıdığı saadet, b.r gün yok oluverdi. Bir gündü. Nekadar kötü b.r gün olduğunu nasıl söyliyeyirn ? Çok kötü bir gündü. Birinci arkadaşırı, kumral saçlı ve koyu şeyi! gözlü kızın kara sevdası ile dolu olan gönlüne bil' ateş, bir yıldırım düştü, Gökten düşen yıldirz-n insanları nasıl yıkar ve" yakar-sa, bu yıldırım da birinci arkadaşı öyle yıktı, öyle yaktı. Denizlere berıziyen gözler hain Bu yeşil gözler de hain çıkmıştı.

olur

derler.

Birinci arkadaş ne yapsın? Artık onun bir şey yapacak hali yoktu. Konuşmuyor, gülmüycr, yemiyor, içrniyor, uyumuyordu, Eskiden mentapta ee:oerken, denizde oynark en ve kırlarda dolaşır-"

--_:.- ... _---_:_----------


ORKUN

m

İkinci arkadaş kara sevdanın arkasında yuvarlanıp gidiyordu. Sandalya fırtınası hayat denizinde gönül gemisini kaptansiz birakrruştı. Geminin dümenini çevirecek kimse yoktu. Kara sevda böyledir! Kara sevda ikinci arkadaşın başına neler getiriyordu? - Koş! Diyorlar, koşuyor ; - Git! Diyorlar, gidiyor; - Gel! Diyorlar, geliyordu. Dudak bükmelere aldırmıyor, dokunaklı sözleri anlamamazlıktan geliyordu. Kara sevda kişinin görılüne bir yol düşznüye., görsün!

rgi .co

*

la tanışrmştı. Sonra ne olmuştu, o da pek bilmiyordu. Yalnız günün birinde gönlünun bu kara sevda ile tutuşmakta olduğunu görmüştü. Artık ikinci arkadaş ın gözünde h.ç bir şey yoktu. Şimdi o yalnız içini yiyip bitiren, kemiren kara sevdasını düşünüyordu. Otururken, gezerken, yatarken hep onu, hep kara sevdas.m. ... Kara sevda ikinci arkadaşı türlü krlıklara sok-' maya başlamıştı. İkinci arkadaş günden güne değişiyordu. Kara sevdaya tutulan gönlünde bu değişmenin önüne geçebilecek gücü bule.mıyordu. İkinci arkadaş bora hızıyla değişiyordu. Kara sevda ona neler yaptırm -yordu ? Eskiden yalandan. yalancılardan tiks nirken, şimdi kendisi adım başında bir yalan söyler olmuştu. Eskiden dalkavukluğa ve dalkavuklarjı diş bilerken, şimdi kendisi en büyük dalkavukları geride bırakrmştı. Eskiden yükseltneyi «sandalyar ya oturma sananlara «zavallı uzun kulakhlar!derken, artık kendisi de o uzun kulaklılar sırasına geçmişti.

de

kerı hayatın sonsuz olmamasını manasız bulan kafası, şimdi hayatı marıasız buluyordu. O gözler başkasına nasıl bakabilmiş. o mini mini ağız yabancıya nasıl gülebilmişti ? Hayat ne gariptir, ne kahbedir! İnsanların karşısına ummadıkları, bekle.medikleri ne işler, ne zorluklar, ne felaketler çıkarır? Birinci arkadaş sanki artık yoktu Gözlerinin çakır rengi dorıuklaşrmştı. Yüzünün güzelliği, gülüşünün sevimliliği artık bir hayaldi. Cokkereler, kendisinebir işkence yeri gibi gelen yatağından f'ırhyarak gün doğmadan kırlara, bayırlara koşuyor, oralarda dolaşıyordu. Güneşin dağlar ardından çıkışını seyrederken, düşünülemiyecek kadar uzaklarda kalmış' gibi gelen eski sabahları hatırlıyordu. - Bu güneş yine o güneş mi ? diyordu, Evet, herhalde yine o güneştı. Fakat nekadar manasızdıt Niçin doğuyor, niçin batıyordu? Kara sevda yaman şeydir. Birinci arkadaşin kara sevdası da yaman çıkmıştı. Artık o, kara sevdanın elinde bir oyuncaktı. Kara sevda, yırtıcı bir kuş gibi bilinmez ufuklara doğru uçuyor, pençeleri içinde aldığı birinci arkadaşı da ardından sürüklüyordu. Zaman böylece geçti. Hala da geçiyor. Birinci arkadaşırı hikayesini burada bırakalım.

11

ww w.o tu

ken

İkinci arkadaş kısaca boylu, esmer bir geriçti. Erken yaşta bozulmuş olan gözlerinde altın çer., çeveli bir: gözlük 'taşirdı O da sevimli idi. Göz lerinin insana inanç veren bir tatlılığı vardı. Hem de ne kadar iyi çocuktu! Yakından tanıyanlar kendisini muhakkak severlerdi. İkinci arkadaş çok doğru sözlü idi. Yalan söylemeyi aşağılık, namussuzluk sayardı. Yalandan ttksinirdi. Dalkavukluktan yaka silker, böylelerine diş bilerdi. Sırasında hırsızı bağışlar, katili bağışlar, yalancıyı, dalkavuğu bağışlamazdı. İkinci arkadaş ne ıyı çocuktu. Onun daha bir çok meziyetleri vardı. Fakat . Bir gündü. İkinci arkadaş gönlünde bÜYÜk bir kara sevdararı tu tuştuğurıu duydu. Kendini yoklamaya başladı. Evet, büyük bir kara sevda .. Bu kara sevda onu dayanılmaz bir şekilde çekiyordu .. İkinci arkadaş o günden sonra değişti. Kara sevda yaman şeydir. Kişinin gönlüne düşmeyegörsün :. Ortada ne saçları ipekler gibi ince ve güzel, ne de gözleri denizler gibi derin bir kız vardı. Fakat ikinci arkadaş kara sevdaya tutulmuştu. Onun kara sevdası başkaydı. Kara sevda türlü türlüdür! İkinci arkadaş ın gönlüne düşen, sandalya kara sevdası idi. İkinci arkadaş bir gün bir kitap okumuştu. Bir gün bir piyes seyretmişti. Bir gün bir adam-

İkinci arkadaş kırk kiş' ye söz geçirecek bir sandalyaya oturabilmek için, göbeğinin yağı çokça birisinin arkasında haftalarca dolaştı, durdu. Fakat sandalyaya kavuştu. İkmci ıarkadaş dört yüz kişiye söz geçirecek bir sandalyaya oturabilmek için, göbeğin.n yağı çok birisine sayılmıyacak derecede yalan söy, ledi. Fakat sandalyaya kavuştu. İkinci arkadaş dört bin kişiye söz geçirecek . bir sandalyaya oturabilmek için, göbeğinin yağı pek çok birisinin karşısında yıllarca kavuk salladı. Fakat sandalyaya kavuştu. İkinci arkadaş böylece devam etti. Kara sevda yaman şeydir! İkinci arkadaşin kara sevdası da yaman çıkmıştı. Artık o, kanı sevdanın elinde bir oyuncak tı, Kara sevda bir kasırgayı, ikinci arkadaş bu kasırga önünde ku, ru bir yaprağı andırıyord,* Ordan. oraya savruluyordu. , Zaman böyle geçti. Hala da geçiyor. İkinci arkadaşın hikayesini de burada bırakalım. Üçüncü arkadaş

*

çok gösterişli

idi. Sağlam ve


12

ken

de

Ayak topu oyunlarında görüldü. Az zamanda parladı. Atletliğinden çok faydalanıyor. kafasındaki aklı topla ayağı arasında iyice bölebiliyordu. Arkasını bırakmasaydı herhalde bir şeyler olacaktı. Lakin ondan da bıktı. Üçüncü arkadaş; tenis oynadı, ata bindi, kürek çekti, boks yaptı. Fakat hepsini yanda bıı-aktı. O kadar maymun iştahlı idi. Ama ne iyi çocuktu; kendisini ne çok sevdirirdi. Üçüncü arkadaş bir şeyi hiç sevmezdi: Para! .. Parayı «aşağılık şey! >, diye adlandı rırdı. Onun paradan konuştuğu hemen hiç görülmemişti. Bazan yanında kendisine ai t bir parada n söz geçse, üçüncü arkadaşın yüzünün kızardığını görenler olurdu. Üçüncü arkadaşırı parayı sevmediği kadar sevdiği bir şey vardı: Kendisini doğururken ölen anasından hatıra kalmış olan yüzük. .. Bu yüzüğürı üzerine ti trerdi: onu parmağımdan bir şey cıkarabüir : Ölüm! derdi. Üçüncü arkadaş pek iyi bir çocuk tu. Fakat .

m

tı,

Evdeki pazar çarşıyauymaz demişler. Üçüncü arkadaş ın hesabı da uymadı. Dört ayaklı masanın etrafına dizilen dört iskemleden birine oturmanın tadı pek büyüktür. Oturan pek güç kalkabilir, hatta çok kere hiç kalkamaz. O kadar doyum olmaz bir tattır o ... Ü çüncü arkadaş ilk zamanlar işin eğlencesi nde idi. Lalcin, o masadaki insanları çileden çıkaran görünmez güç, iskemlelerinden birine oturanın yakasına bir kere yapışmasm! Ve sonunda üçüncü arkadaş da yakası nı kaptırdı. Artık üçüncü arkadaş atmacanın avına doğru uçtuğu hızla başkalaşiyordu. Hem de nasıl başkalaşış ? Dört ayaklı masanın orta yerindeki paralar için, bazan, öteki iskemledekilerle söz çekişmesi bile yapıyor, sonra eski günleri hatır , Iıyacak olursa içinde bir şeyin burkulduğunu duyuyordu. Nice geceler sabahlara kadar masa başında oturuyor ,ne çok günlerini perdeleri inik loş odalarda öldürüyordu. O; denizleri kucaklamak için yaratılmış kollar, o; raketleri kavramak için yaratılmış eller şimdi masalarda hünerler gösteriyordu. Üçüncü arkadaş gönlünü kemiren, kendisini kasıp kavuran bu kara sevdadan kurtulmak için bir iki kere silkinrnek istedi ve silkindi. Fakat nafile ... Çırpındıkçasuyun dibine giden acemi yüzücüler gibi battıkça batıyordu. Kara sevda böyledir! Artık üçüncü arkadaş kara sevdanın elinde bir esirdi. Parlak zekasını kendinde toplamış olan o gözler aynı pis kağıtlara baka baka günden güne dorıuklaşıyor, manasızlaşıyordu. Sıpor yerlerinde alkrşlarırnak için yaratılmış olan o sağlam, o düzgün gövde masa başlarında kambur laşıyordu. Günün birinde üçüncü arkadaş parmağı yüzüksüz olarak görüldü. Demek üçüncü arkadaş artık ölmüştü! Kara sevda yarnan şeydir! Üçüncü arkadaşın kara sevdası da yaman çıkmıştı. Artık o, kara sevdanın elinde bir oyuncaleti. Ve kara sevdasıyla birlikte dağlardan inen bir çığ hızıyla dibi ' görünmeyen uçurumlara doğru gidiyor, yuvarl a. nıyordu. Zaman böylece geçti. Hala da geçiyor. Üçüncü arkadaşin hikayesini de burada bırakalım.

rgi .co

düzgün bir gövdesi vardı. Akılhydı. Aklı, parlak ela gözlerinde okunabilirdi. Her şeye merak saral', 'her şey! öğrenmek isterdi. Yalnız biraz maymun iştahlı idi. Bu bakımdan çiçekten çiçeğe konan kelebeğe, daldan dala uçan serçeye benzerdi. Üçüncü arkadaş merttL Hem de ne iyi çocuktu. Onu tanıyıp da kendisinden hoşlanmayan olmazdı. Sıporun her türlüsüne merakı vardı. Bir zamanlar atletlik yaptı. Koşulara ve atlamalara çalıştı. Yüz ve iki yüz metre koşularda kendi şehrinin en hızlı koşanları arasına girdi. Boyundan çok yüksek atladı. Ardını bırak~asa idi belki bir şeyler olurdu. Fakat çabuk bıktı. Denize merak sardı. Adını etrafa çabuk dııyurdu, Bir boğaz geçme yarışında bilmem kaç kişi arasında birinci geldi. Ardını bırakmasaydı sanırım bir şeyler olacaktı. Ama ondan da bı k-

ww w.o tu

/

OR.kUN

Kara sevda düşmüyeaörsün

yaman

şeydir.

Kişinin

gönlün e

!

Bir gün kara sevda üçüncü arkadaşin gönlüne de düştü. Ve o günden sonra üçüncü arkadaş başkalaştı. Onun kara sevdası ne güzel bir çift kara gözün derinliklerinde bulunmuş büyük, yakıcı bi,' aşk; ne de insanlara türlü türlü kılıklara sokarak maskara eden sarıdalya idi. Kara sel'da türlü türlüdür! Üçüncü arkadasin kara sevdası kumardı! Kumara ilk merak sardığı zaman, maymun iştihasına güveniyor: - Biraz da kumar bahçelerinde gezeyim, isteyince çıkarını! diyordu.

*

Dördüncü arkadaş orta boylu idi. Yüzünün manalı çizgileri vardı. Bu çizgilerde kuvvetli bir irade göze çarpardı. Onun en çok sevdiği şey okuruaktı. Bilgisi çoktu. İYi konuşurdu. Sözle~'i tesirli idi. Hem de cana yakın bir hali vardı. Dördüncü arkadaş ne iyi çocuktu. Tanışanlar ondan çok hoşlanırlardı. Dördüncü arkadaş hiç bir şeye aşırı derecede düşkün değildi. Yalnız okumavı ve biraz da rahatını severdi. Gezrnek, oynamak onun pek hoşlarımadığı şeylerdi, Hele büyük hamle ıstiyen

.'


ORKUN sıporun

- Sıpor manasız bir yorgunluktur! derdi. Kavga, pek tiksindiği bir haldi. 2:n büyük maddi ve manevi hamleleri istiyen savaş ise, onun aklına ve mantığına asla uygun düsmezdi: - Misafir bulunduğumuz şu dünyada iki gi.::lllük ömrümüz var, derdi, onu da rahat rahat geçirsek daha akıllıca bir iş yapmış olmaz mıyız? Bu yüzden etliye sü tliye karışmaz, her ~t:ye omuz silker: - Neme lazım! diyip geçerdi. Dördüncü arkadaşa : - Sevgilin kim? diye sordukları zaman gülümser ve ağzından her defasında şu kelime çıkardı: -- Rahat! .. İşte dördüncü Fakat ... Kara sevda görsün!'

arkadaş kişinin

böyle

idi.

gönlün e bir yol düşmüve,

de

Kara sevda bir gün dördüncü arkadaşırı gönlüne de düştü. Dördüncü arkadaş bir gün bir kitap okumuştu. Başka bir gün başka bir kitap daha okumuştu. Daha başka bir gün daha başka bir kitap daha okumuştu. Ve .... Bir gün gönlünde kara sevdayı buldu. Dördüncü arkadaşırı kara sevdası ne önünde diz çökülmekten başka bir şey yap.Iarmyacak bir güzel için, ne insanların gönüllerini büyük hırs fırtınaları ile allak bullak eden sa -ı.Ialya ıçın, ne şunun; ne bunun içindi. Onun kar? sev, dası bambaşka idi. Onun kara sevdası ülkü idi, ülkü olmuştu.

Dördüncü arkadaş, kara sevdadan sonra ruhça da. gövdece de savaşçi olmuştu. Ülküye fayda veren, ülküy., gerçekleştirecek olan her şeyi sevdiği için, artık: - Savaş kutludur.! Diyor' ve durmadan savaşıyordu. Kendisinden olan her varlığa bu kara sevdayı aşılamaya uğraşıyordu. - En büyük saadet ülküdedir! - Ülkü insanı tanrılaştırır! Ülküsüz millet zavallı bir sürü; ülküsüz insan konuşan bir hayvandır! Dördüncü arkadaş bunlara inanıyor, bunları söylüyordu. İşte dördüncü arkadaş bu hale gelmişti. Kara sevda yaman şeydir! Dördüncü arkadaşın kara sevdası da yaman çıkmıştı. Ama bu, ne başka türlü, ne hoş yamanlıktı? Kara sevda, ayakları toprak üzerinde bulunan dördüncü arkadasır. ruhunu göklerde uçuruyordu. \Dördüncü arkadaş kara sevdasıyla. sarmaş dolaştı. Kara sevda ve o; erişilmez uzak iklimIere doğru saadetler içinde uçuycrlardı. Zaman böylece geçti. Hala da geçiyor. Dördüncü arkadaşırı hikayesini de burada bırakalım.

m

Bu bakım'dan bulurdu:

rgi .co

işlerden adeta ürkerdi. her türlüsünü lüzumsuz

*

ww w.o tu

ken

Kara sevda işte böyledir. O, bazan bir ateş olur; yakar, kavunu", felaket getirir. Bazan da bir ışıktır; aydırılatır, nur ve saadet verir. İş onun saadet verenini bulabilmektedir. - Bu hikayenin sonu yok mu? - Hem var, hem yok! Dört arkadaş da hala yaşıyorlarmıs. Zaten onlar ölseler de kara sevda biter mi? Birinci arkadaş kara sevdava tutulduğu ver. den çok uzaklarda, sessiz, ıssız bir köşede imiş. Dünyaya küskün bir ömür sürüyormuş. Toprak adamı olmuş diyorlar. Gün doğuyor, gün batıyol', birinci arkadaş da kalkıyor, ya'tıyorrnuş. İkinci arkadaş ... 0, biraz has tayrmş. İSkemle, insanları üstünde oturturken de hasta yapar; yere vurduktan sonra da.. İkinci arkadaşırı bil" gün ayağı fena halde kayrmş. Ogündenberi sinirleri bozulmuş. Bir gem birisi «sırtına beyaz gömlek giydirrnezlerse iyi !', demişti. Doktorlar «mutlak bir dinleme» istiyorlarmış. Yatıyor, dinlenivormuş ' . Üçüncü arkadaş ... Onu hiç sormayın.' Dört kö, şe masanın ne kahbeli kleri vardır! Bazan etrafındakileri çileden çıkarır. Bir gün üçüncü arka, daş da iskemleden öfkeyle fırramış Birkaç aya kadar serbest olacakmiş diyorlar. Dördüncü arkadaş için «en bahtlılan o oldu. diye söyleniyor. Çünkü çok mesutmuş. «Saadet ü1küdedir; ülkü beni yerden göklere frı-Iattı, diyormuş. Her an kendisine asıl saadet! öğreten kelimeyi, kar.a sevdaların bu en güzelini haykmyorrnus : Ulkü ülkü, ülkü., .

Dördüncü arkadaş gönlünde kara sevdayı bulduktan sonra birdenbire nasıl değtşiverrnişti, anlatılamaz. Büyük bir zelzele bir şehrin şeklini, halini bir anda nasıl değiştirirse, işte dördüncü arkadaş _da bunun gibi olmuştu. Artık o, sanki o zamana kadar yaşayan dördüncü arkadaş değildi.' «Rahat» adlı eski sevgiliyi bir anda bırakmış ve sade bırakrnakla kalmamış, çiğneyip geçmişti. - Her şey ülkü için.iher şey ülkü hesabına' Diyor, karıncalar gibi. çalışıyordu. Ülkü için mini mini bir fayda olan her yerde onu bulmak mümkündü. Bir makine gibi Işliyordu, gündüz demeden, gece demeden dldiniyordu, çırpınıvordu. Bütün işlerinde, bütün hareketlerinde doğruluk, fayda, düzen görünüyordu. Nerde ve kim olursı: 01su!1 yalancıları haslıyor. dalkavuklar ve nerne laz.ımcila rIa kavga ediyordu. - Kahrolsun dalkavukluk, Iazrmcılık: Diye .bağrrıyordu.

yere batsın

neme-

NE.JOET

SANÇAR


o

14 TÜRKELL"'İN

KÖY VE 'KASABALARI:

R K U N

5

B Ü N y

AN

AHMET RASİ1\! ÖZ SOY

rgi .co

m

ci adı da (Sarmısakh) dır. İlk adı oları Hamidi, ey kelimesi bize Bünyarım Sultan Abdülhamit .amanında herhangi bir mazhariyete· erişer-ek veya biraz tamir görerek bu ismi aldığını ilham e'ttir-mek tedır. İkincisi olan Sarmısaklı kelimesi (Srrrm saklı = sır'rm gizli) mariasına gelmekte olup kolayca telaffuz edilebiJ,rnesi için sonradan bu hale tahvil edilrnesiylş meydana gelmiştir. Son ve bugünkü adı olan (Bürıyan) kelimesi ise lüga ti karşılığı olan (yeniden inşa edilmiş) manasma gelmek üzere verilmiştir.,Birnyan tarihinin oldukça eski olduğu tahm-n edilmekte ve bunu ispat eder mahiyette eserler bulunmaktad!r, Meseİa, yanında (Kayabaşı) denilen takri,bei1 95-100 metre yüksekliğindeki kayalıkların içi insanlar tarafından oyulmuş inler ve mağaralarla doludur. Bu mağaralarda birsürü şekiller, oyuklar. ocaklar. insan ve haynin kemikleri, tütün ve çıra isleri ve en mühim olarak da eski zaznan denizlerinde yaşarn-ş ve biigün nesli ortadan kalkmış olan bir takım hayvan kalintılarınamesela taşlaşrnış kabukla., ra v.s. tesadüf edilmektedir. Bunlar gösterir., ki buralar ilk insanlar zamanında dahi mesküudu, Buraların Bizanslılar zamanındanberi meskun bulunduğuna bir misal' de kasabanın 1,5. km. batı güneyindeki (bu sene Yıkılmış' olan) büyük bir kilisenin mevcudiyetidir, eBu kil.se bir nevi malikAnehalinde olup 1924 e kadar Rumlarla rneskün idi.) Buna benzer bir misal de meşhur Türk kahramanı Battal Gazi'nin bu bu havalide Bizans Rumlarıyla müteaddit defalar cenk ettiğine dair eski elyazması (Bat t al Gazi) kitaplarında rastlanan yazılardır (Her ne kadar böyle kitaplarda hurafeler ve mübala, ğalar 'olursa da hakikat payını unu trnamalrdır ) . Xiifus ve hususiyetleri : 1945 sayımına göre kasabanın nüfusu 2629 u erkek 2546 sı kadın olmak üzere 5175 kisidir. Halkı mütecanis Türk ırkından olup köklerinin - Oğuz Türklerine dayandığı bazı mevki ve köy isimlerinden anlaşılmaktadır, Bütün ikenin 1945 tek; nüfusu 49600 idi. Halkı yaz ve kış kasabanın içinde oturur; sayfiyeye çıkmaz; esasen sayfiye yeri yoktur ve olsa b.le halkın çoğunluğu çiftçidir, sayf'iyeye çıkması mümkün değildir. Halk umumiyetle çiftçilik, az olarak da. hayvancılık, ticaret, do-kumacılık ve son yıllarda hayli rağbet kazanan halıcılıkla geçimini temin eder: zeki,çok çalışkan ve hoş sohbettir; .mütevekkil ve kanaatkar., dır. Ekseri yerli kadınlar yavaş yavaş unutulrnağa yüz tutan çarşaf ve çar ör teı-Ier S~arl: .' Kasahada 2 tçıi;ırjl-;cı yarçjı)', ;B.iris,i (yünlü do.

ww w.o tu

ken

de

Coğrafi durumu ve iklimi: Bünyan, Kayseri - Sivas yolunun doğusunda, Kavserin.n 42 km. uzağında ye kuzey doğusunda bulunan bir kasabad.r. Doğudan Bünyan Boğazı, batıdan Kurbantepe, kuzeylnden Bünyan ovası ve güneyden de Korumaz dağı ile çevrilmiştir. Birnyanda 'tipik bir kara iklimi hüküm sürer; yazlar kurak ve sıcak, kışlar soğuk ve kurak. Yağmur sonbahar ve ilkbaharda yağar; yağış urnumiye tle azdır. Kışları fazla kar yağmamakla beraber kuru ayaz ve' soğuk yapar. Genel görünüşü: Kasabanın 7' mahallesi - cem'an 1000 kadar evi -, 83 köyü, (Elbaşı, Akkışla ve Sarroğlan) adlarında 3 tane de bucağı vardır. Kasaba Korumaz dağının kuzey ucunda ve dağın oldukça meyilli bir eteğinde kurulmuştur. Evler taştan, ekseı-iya 2 ve bazan da 3 kaltı olup, birbirinin üzerine abanırcasına sık yapılmış, sokaklar dar ve gayri muntazamdır. Çarşı sı ve belli başlı ana caddeleri kaldır.rnla döşenmiştir. Knsabada kı eserler: Kasaba içinde 5 cami, 1 hamam, 20--25' kadar çeşme, 2 ilkokul, 1 orta okul, 1 mezbaha, 2 otel, 4 han, 1 halkev. ve içinde kütüpane, güzel bir park ve Sümerbank Fabrikasında bir de' Sinema vardır. Bunlardan hariç olarak kasaba dışmda, Kaysei-iye 50 km. mesafede ve deznirvolu üzerinde olan tarihi meşhur «Sultanhani» - ki bu IV, Murad'ın Bağdat seferine giderken yaptırmış olduğu bir eserdir - da Bünyarun aynı adlı köyünde bulunmaktadır. Kasabada okuma yazma bilen oldukça fazladır. Köylerinin büyük bır kısmında ilkokul açılmıştır. Orta ve yüksek tahsil yapanlar fazla değildir. Buna da ekscriye tle halkın fakirliği sebep olmaktadır. Birnyan, hayatiyetim nisbeten, sahip olduğu bir suya borçludur diyebiliriz. İsmine çıktığı h avalide (Bünyan suyu), daha aşağılarda (Sarmisaklı suyu) ve Kızılırmağa karıştığı yerde ise (Karasu) derler. Kaynağı kasabanın 5 km. güney doğusundadır. Kasa baya gelmeden 3 kala ayrılır: birisi Bünyarı arazisini, diğeri yanındaki bir köyün arazisini sular ye son kol ise elektrik sant ıralmı Işle tir. Bu santıraIden elde edilen elektrik Birnyanı aydrıla ttrğı gibi Kayseri ve merkez bucakları 013n ıT'alas ve Erkileti) de aydtndmlatrnaktadır. Su 96 metre yüksekliğinde bir selale yapmaktadir ki bu belki de mernleke tirrıizin faydanalınabilen en vüksek şelalesidir diye~iIiriz. Tarihi

vazlyeti

BOoyaııın

,

, __ --_."0 .. __ .•.. '..~~

:

bilqiğimiz

~._. __ .. _.

ilk "dı (Harnidiye)

_ ._---

- .._ ..-.. ~

ıikin,

;>


15

husıısiyetleriyle

düğün:

Sağlık

durumu

ve adetleri:

Herhangi bir doğum anında akraba ve dostlar yemek ve bazı hediyeler gönderirler. Ölümde ise, ölümün üçüncü gününe kadar ölü evine komşu ve akrabalar tarafından yemek' gönderilir. Buna «can aşı» denir. Bundari başka memloks; tinden uzun müddet ayrılmış olanlara, asker, den izinli gelenlere Ve terhis olanlara, herhangi mühim bir musibet atlatmış olanlara v.s. «gözün ayd.n, geçmiş olsun» parolasiyle yemek nevinden, ve bazı ufak tefek hediye gönderilir. Ka, sabada sıhhat seviyesi umumiyetle iyidir. Yalnız son senelerde - bütün yurtta olduğu gibi _ verem illeti artmıştır. Diğer nevi hastalıklar nadir olarak görülür.

ken

de

Önce kızı alınacak ailenin fikrini öğrenmek üzere gizlice bir ahbap gönderilir. Kızlarını verecekleri anlaşılırsa bu defa erkeğin anası, yanında ahbabı kadınlarla kız evine dünür gider. Vaziyet i kızın anasına açar ve «Allahın emri, Peygamberin kavli Ile» kızını oğluna almak istediğini söyler. Kız tarafı teklifi uygun bulur., larsa lazım gelen şartlar erkekler arasında görüşülür . ve söz kesilir, şerbetler içilir. Bir kar: gün sonra nisan yapılır: Erkek tarafından tesbit edilen günde kız evine gidilir; yemekler yendikten sonra nisan takılır. Nişan bilezik, küpc, yüzük, beşibirlik gibi şeyler olabilir. Bu aıada dini nik ah merasimi de ikmal edilir.

m

. Mıthalli

mn havasına uyarak «Sin-sine denilen ve bütün kalabalığın ayrı ayrı iştirak edebileceği bir. oyun oynar. (Sin-sin oyunu, ateşin etrafını çeviren kalabalıktan birisinin ortaya çıkarak bir elini beline koyması ve d.ğerirıi de havaya kaldırarak arka arkaya ateşin etrafında dönmeye başlaması, diğer bir kimsenin ortadakini kovalaması ve onun da tutulmamak için kaçmasından ibarettir). Bundan sonra' «Halay" çekilir. (Bu oyun bu havalinin ananevi ve milli br oyunu olup, kalabalığın, ellerinin küçük parmaklarıyla, bazan da bütün kollaı-ıyla birbirini tutarak bir halka teşkil etmeleri Ve ortada bulunan davul. zurrıaya uyarak vücut ve ayak hareketlerinden ibaret bir oyundur.) . Düğün, gelinin yeni evine getiri1mes'yle sona erer.

rgi .co

kuma fabrikası), diğeri (Elektrik Santralı) dır. Sümerbank yünlü dokuma fabrikası 1933 te açılmıştır. Evvelce alanı dar ve hacmi küçük olan fabrika şimdi genişletilmiş olup tezgah sayısı da çoğaltılmış ve 130' u bulmuştur. İşçi sayısı 500 kadar ve yıllık verimi 350-450,000 met., rekumaştır. Mamulatı arasında en önde batta, niye, yünlü kumaş, kaput v.s. gelmektedir. Elektrik santıralı ise 1931 de inşa edilmiştir. Fabrikanın kurulmasından önce değirrnencilik ileri iken, kurulduktan sonra mevcut olan 15-20 kadar değirmen' kamileri atıl bir hale gc lerek harap olmuştur. (Bu sene bir kaç tanc seyyar değirmen getirilmiş bulunmaktadır.)

Düğün haftanın herhangi bir gününde bas, lar muayyerı zünü yoktur. Düğün erkek evinde er-kekler-in ve kız evinde kadınların iştirakiyle yapılır. İlk günü erkeğin evine bayrak dikilir. Kadınlar ellerine kına yakarlar. Gece şenlik yapgır, oyun oyrıam r, eğlenilir.

ww w.o tu

b

Bugüne «kına günü:", geceye de «kına gecesi» denir. İkinci günü kız evinde toplanan akraba ve davetlilerden, kıza ait olmak üzere «Saçı-. namı altında para toplanır. Herkes gönlünden koptuğu kadar verir (Bu adetten de yavaş yavaş geçilmektedrr). Bugüne de «Saçı günü", derler. Bugünün akşamı, kız evinde hazırlanan ufaktefek börek, leblebi, şeker, kete gib! yiyecekler erkek evine getirilir ve düğün odasında hazır bulunanlara «çerez» adı altında dağıtılır. üçüncü günü öğleden evvel erkek tarafından ~a1abalık bir kitle kız evine giderek gelini alır ve yeni evine getirir. Gelin yeni evinde el öper. O gün akşamı erkek evinde yemek verilir. Düğün

devam et ti ği 3 akşam da erkek evinin hazır bulunanlara kahve Ikrarn edilir. Davut, zurna, saz, keman, ut, cümbüş, bağlama ve dümbek gibi çalgılar çalınarak eğlenilir. -:-r~ekler kendi aralarında oyun oynar, taklit :'"2.:;>2', hoş ve neşeli bir vakitgeçirirler. Akşam :;_"::uk-an 2_3 saat sonra topluca bir meydanlığa çı_ ~::!1:F;gazl a k ülün karışmasından yapılan ve (top) c.e:ıi en bir şey yakılarak .etrannda daire teş~"_ eden halk, ateşin avdmlığında r.j<lVl,ILzurna. odasında

Ziraatçilik

ve mahsul

:

a) Hububat: BUğday, çavdar, arpa, yulaf ve az olarak da burçak, mercimek ekilir. Umumi verim normalin çok altındadır. Çünkü arazi çürük, kurak ve verimsizdir. BUğday bire 5-6, arpa 7-8, çavdar 5-6, yulaf 10-15 kadar verir. Yağ. mursuz senelerde bazan verimin 0,5-1 e kadar düştüğü olur. b) Yemiş: Üzüm, kaysi. erik ve biraz da elma yetişir. Üzü.mden sadece pekmez yapılır; kurutu lmaz ve fazla satılmaz, fakat yine kasabanın ihtiyacını sağlar. c) Sebzeler : Biber, domates, patlıcan, kavun karpuz v.s. ya vetişmez veya pek az olarak ye; tişir ve çoğu hariçten, civar köylerden getir+, lir. Fasulye ve patates bol miktarda yetiş.tir;lir. Kasabanın ihtiyacını karşıladığı gibi fazla olarak ihraç da edilir. Patatesi çok lezzetli ve nefistir. Hayvancılık:

Öküz, inek, manda, eşek, pek az at; koyun, keçi vardır. Yağ yapılır ve satılır; kıl, vün ve deri ise ..az olarak satılır. Tavuk da bulunur. Her hafta (salı) günü kurulan pazara civar köylerin halkı (lg iştirak eder,


rgi .co

m

mevzuunda şu halde bizim tutacağı,'Atatürk mız-yol iki olabilir: ya şimdilik bu rnevzuu deşmemek, yahut da tam bir samirniyet ve açıklıkla ele alıp hakikatin ışığında her noktasını derin ve dikkatli birtetkike tabi tutmak. Bu son şekilde ele almanın ilk yankılarının Mustafa Kemale' karşı çok derin hissi bağtaşıyan arkadaşIarrrnızm belki biraz üzüntüsü olacağını tahmin edebiliriz. Zira şimdiye kadar ortada duyulan sadece onun her noktadan' methi idi. Terazinin öbür kefesindeki noktalar ileri sürüldükçeku_ laklara ahşılmarmş bir ahenk ile çarpacak ve başlangıçta zaruri olarak biraz yadırganacaktır. Takdir edersiniz ki bu mevzuun yukarıda izah edilen açık ve iki taraflı rnünakasasma başlamanın zamanı ve yeri 'herhalde Atatürkün ölüm yıldönümü değildi. ORKUN'un 6. sayısının niçin Atatürk'e tahsis edilmediğinin bu izahının onu seven ve hakikati seven bütün ülküdaşlarrrmzı tatmin edeceğini umuyoruz. Bu mevzudan ayrılmadan önce son bir noktaya dikkati çekmek isteriz.' Son günlerde Ulus'tan tutun da en maskesi düşmüş komünist .paçavralarina kadar solcu, kozmopolit, milliyet , ve irnukaddesat düşmanı" ba~ında geniş ölçüde bir Atatürk propagandası, Atatürk adına dayanan tahı-ikeilik almış yürümüştür. Bu yaygara., nın' başında sicilli komünistler, Falih Rıfkı ve Hasan Ali gibileri, Bay İsmet İnönü gibi Atatiırkün vaktiyle kulağından tutup atmışolduğu bir adam, Hüseyin Cahit gibi Atatürk'ün vaktiyle tel 'inine uğramış' olanlar, v.b, doludur. Bu yayg ararnn samimiyetle zerr ece alakası yoktur. Güttüğü gaye sadece Atatürk adını istismar ederekmilliyetçi - mukaddesatçı Türk cephesine karşı SOYSUZları, solcuları, kozmopolitleri ve inkılap yobazlarını kışkırtmak, milli birliği bozmak ve bulanık suda balık avla-nak tır. Atatürk mevzuunda düşünce ve duygusu ne olursa olsun, bütün ~illiyetçiJerin bu yaygaraya karşı dikkatli olmak ve onun güttüğü kötü niyeti sezrneyerılere anlatmak bir milliyetçilik borcudur. Hulüsa : Atatürk mevzuunda (yapılan bütün tahriklere rağmen), soğukkanlılığımızı kaybet , rniyeceğiz, hakikatleri (ister acı ister tatlı gelsin) tam bir dürüstlükle karşıhyacak ve hiçbir peşin hükme esir olmadan sırası geldikçe>tetkik etmekten kaçırvmyacağ ız, ve en mühimi, bu yüzden aramızı açmak ve milliyetçi cepheys nifak sokmakistiyenlerin bütün oyunlarını boşa çıkarıp, birbirimize güven ve bağlılığımızı herhaldekaybetmiyeceğiz.

ww w.o tu

ken

de

Dr. Selahattin Hoşrtk, Devrek, Orkurı'un 6:' savısırıda niçin Ata türkten bahseder bir yazı çıkmadığını soruyor ve şikayet ediyorsunuz. Bu mevzuda başka mektuplar da aldık. Burada hepsini birden cevaplandırmak istiyoruz. Biz hiç oir kimsenin putlaştırılmasını doğru bulmuyoruz. Buna karşı, tarihte roloynamış şahısların müs, bet taraflarının da tam hakkının verilmesi, iyi ve kötü bütün hareketlerinin olduğu gibi, hakikatler üzerinde zerrece oynarırnadan, belirtilmesi taraftarıyız. Bu, Türkçülüğün değişmez ana vasıflarından olan doğruculuk ve dürüstlüğün icabıdır. Atatürk mevzuuna gelince, şimdiye kadar on~ sevenler (veya sever görünenler) ölçüsüz bir dille methetmişler, sevmiyenler (veya şu veya bu hareketini doğru bulrrııyanlar ) isemesele çıkarmaktan çekinerek (ve işlerin zamanla olacağına varacağını düşünerek) daha ziyade susmavı tercih etmişlerdir. Bu susuşta ölünun arkasından bir şey söylemernek duygusunun da mühim payı vardır. Biz milliyetçilerin arasında Mustafa Kemali sevenler de vardır. sevmiyerıler de. Her iki duyguyu taşıyanlar bizce (samimi oldukları müddetçe) .saygı, ile karşılarımaya layık tır. Türkçülüğün bu mevzudaki tu ta cağı yol ilk önce bu sebeple Türkçüler arasında her türlü ayrılık' ih timalim önleyici mahiyette olmalı, ondan sonra da Türkçülüğün doğruluk ve dürüstlük prensibinden kıl kadar ayrrlmamalı. Bu da ancak hakikate yüzde' yUz sadaka tle olur. Hakikatten kimsenin gocurırnaya hakkı olamaz, ve bilmediğimiz hakikatleri bulup ortaya atanakarşı da hiç bir gocunma duy., mamamız aynı derecede man tikidir. Bütün Türkçülerin bu-esas üzerinde toplanacaklarını umuyoruz.' Şu halde ORKUN'a bu mevzuda düşen vazife, büti.inTürkçüleri sinesinde toplayan bir dergi olarak, evvela kendisi bu nıevzuda hakikil ti çarpık veya tek taraflı aksettirecek bir yola kapılmaktan çekinmek, sonra da bu mevzuda bütün hakikatsever-lerin kabul edeceği bir hükme va; rabilmek için belki ileride sayfalarının bir kısmını serbest münakasa kürsüsü halinde bu mevzua tahsis etmek olabilir, Birkimsenin yalnız İyi taraflarını ele alıp kötü hareketleri hakkında tamamen susmak hakikati tek taraflı olarak aksettireceğinden, ve' binnetice hakikati rı çehresini az çok çarpıtacağından, ORKUN'a yak ışrnıyarı bir hareket tarzı olurdu, MUstafa Kemal mevzuunda da biz bu düşüncelere -yer vererek sürüye katılmaktan çekindik.' Halkın nab, zına göre şerbet veren bir dergi değil, bir meL kure dergisi olarak, bizce prensip .meselelerinm ehernmiye ti her türlü politik düşüncelerin çok üstündedir. Biiyük çoğunluğunu ülküdaşlarımızın teşkil ettiğini tahmin ettiğimiz okuyucuiarrmızın bizim tuttuğumuz buyolu tasvip edecekle.,-: rini umuyoruz.

, ,~•.:._.:-,.,;-'~.!:.~.,".-

.,,_~" .,_..•.1.-10..

_-~_'_.

.- ,.'

<-

'i·

.' '.X "

,,

i;

İdareharıe Feyzullah

Caddesi

.~

: 9 Nu. A. Maltepe

\ i

1.

ısIL

• -~:~

•• :!...:~..••..;' . <•••

_,,:.

MATBAAS~

tSTı\NBVL


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.