cesaretfanzin@yahoo.com - http://cesaretfanzin.blogspot.com/
Ferman devletin
端n iv ersi tele r
bizimd ir !
Başlarken Başlarken...
E
İçindekiler Başlarken 2 6 Kasım’da YÖK düzenine karşı alanlara! 3 “Kişisel gelişim” adı altında kişiliksizleştiren sistem! 4 Hazırlık öğrencisi olmak 5 Bologna üzerine yalanlar ve gerçekler -1 6 Bologna sürecinin yansımaları 7 Kitaplarımızı paylaşıyoruz... 8 Zaytung’tan 8 Kampüsten fabrikaya... 9 Keynes’i tarihin çöplüğüne gömmek... 10 İnsanın iktidara karşı savaşı... 11 Etkinlik programı 12
2
vet, az önce birisi karşınıza çıktı ve “Okumak ister misiniz?” diye sorarak bu fanzini size uzattı ve şu anda bu yazıyı okuduğunuza göre siz de aldınız ve okumaya başladınız… Teşekkürler… Daha sonra eline herhangi bir fanzinin geçtiği her insan gibi siz de içindekiler kısmına bakacak ve önce ilginizi çeken başlıkları okuyacak sonra da ilk başta ilginizi çekmeyen yazıları okuyacaksınız ya da göz gezdireceksiniz, belki de hiç okumayacaksınız... Peki, bu fanzin nedir? Kimler yazıyor? Neden çıkarılıyor? Gibi soruların cevaplarını merak ediyorsunuz ya da edeceksiniz… Sizleri yormadan cevaplayalım; Bu fanzin, hukuk fakültesinde dersliğinde oturacak sıra bulamayan hukuk fakültesi öğrencisinin, Keynesyen politikaların günümüzde uygulanmamasına rağmen Keynes isminin hala altın harflerle yazılmış olmasına anlam veremeyen İktisat Fakültesi öğrencilerinin, 30-35 kişilik sınıflarda İngilizce öğretilmeye çalışılan ve %85’lik devam zorunluluğuyla boğuşan hazırlık öğrencilerinin, bölümleri tarafından Bursa ve Trabzon’un şehir planını yapmak için zorunlu olarak gönderilen ve ders başlığı altında yapılan bu zorunlu uygulamanın tüm maddi yükünün sırtlarına bindirildiği mimarlık fakültesi şehir ve bölge planlama bölümü öğrencilerinin, atanamayacağını bilen eğitim fakültesi öğrencilerinin, yaz döneminde okulun yemekhanesinde at eti yedirilen öğrencilerin, sinemaya gitmeyi çok seven ama ekonomik nedenlerden dolayı gidemeyen öğrencilerin, yani biz Ege ve Dokuz Eylül Üniversiteleri öğrencilerinin yazdığı yazılardan oluşan bir platformdur. Bu fanzin, bazen öğrencilerin sorunlarının dillendirileceği, bazen ucuz ya da ücretsiz kültür-sanat etkinliklerinin haberlerinin yer alacağı, bazen kampanyaların- kitap paylaşma kampanyası gibi- örgütleneceği, bazen de üniversitelerin niteliği üzerine tartışmalar yer alacağı geniş bir yelpazeye sahip olacaktır. Bu fanzin, düşüncelerin-duyguların paylaşıldığı özgür bir alan olmanın yanında, yaşanılan bireysel ya da toplumsal sorunları ortadan kaldırmaya yönelik pratiklerin ortaklaştırıldığı bir platformdur. Bu fanzin, “Filozoflar dünyayı, yalnızca, çeşitli şekillerde yorumlamışlardır, oysa sorun onu değiştirmektir…” felsefesinin bir pratiğidir.
a d ’ m ı s a K 6
ı ş r a k e n i n e z YÖK dü
alanlara!
T
üm gençlik muhalefetinin sokaklara akacağı, eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim talepleri için protesto gösterilerinin gerçekleşeceği bir 6 Kasım sürecine doğru ilerlemekteyiz… 1960 yıllardan başlayarak gençlik, içerisinden Denizler’in, Mahirler’in, İbolar’ın çıktığı bir mücadele dinamiği ortaya koymuşlardır. Üniversitelerini ve eğitim haklarını korumak amacıyla eylemliliklerde bulunan öğrencigençlik politik bir kimlik kazanmış, işçi sınıfı ile bütünleşme çalışmalarında bulunmuştur. Bu politik atmosfer içerisinde gençlik devrimci bir mücadele geleneği yaratmıştır. Politikleşmiş kitle hareketinden korkan egemenler, karşı-devrimci girişimlerde bulunmuş ve son olarak 1980 askeri-faşist darbesi ile tüm örgütlenmeleri dağıtmıştır. Karşı-devrimci bu saldırıyı göğüsleyemeyen örgütlenmeler, dağılma sürecine girerken, sermaye sınıfı iktidarını daha da güçlendirmek amacıyla daha da pervasızlaşmıştır. Anayasa yenilenmiş, işçi sınıfının tüm kazanımlarına göz dikilmiştir. Hayatın her alanında yoğun bir baskı ve terör dönemi hüküm sürerken, hak gaspları peşi sıra gelmiştir. Karşı-devrimci bu saldırganlık döneminin üniversitelerdeki kurumsal kimliği YÖK’tür. YÖK, kuruluş tarihi olan 6 Kasım’dan bugüne dek, eğitimin piyasalaştırılması ve üniversitelerin toplum için değil, sermaye için bilgi ve ideoloji üreten kurumlar haline gelmesi için her türlü yöntemi denemiştir. YÖK, uygulamaya soktuğu yasalara karşı mücadele eden tüm üniversite bileşenlerini, öğrenci, akademisyen demeden üniversitelerden uzaklaştırmış ya da atmıştır. Düşünen, sorgulayan insanları üniversitelerden uzaklaştırmakla beraber, öğrencilerin düşünmelerini engellemek amacıyla yoğun bir müfredat uygulaması dayatmıştır. Tüm Türkiye’deki üniversitelere bağlı tüm sınıfların ders programları YÖK tarafından belirlenmiş olup bu programlarda öğrencilere boş zaman bile bırakılmamıştır. 1981 yılında kurulan bu kurum, bugün uygulamalarına ara vermeksizin devam etmektedir. Bugün biz işçi ve emekçi çocuklarına üniversite kapılarını kapayan, fahiş har(a)ç paraları, hukuksuz bir şekilde alınan kayıt paraları, kontenjanları yetersiz devlet yurtları ve dolayısıyla zorunlu bırakıldığımız özel yurtlar özellikle cemaat-tarikat yurtları, üniversite içerisindeki ulaşımımızı engelleyen ücretli yerleşke otobüsleri, pahalı ders kitapları, şovenizmi aşılayan zorunlu YÖK dersleri, bu baskıcı kurumun uygulamalarından sadece birkaç tanesidir. Buna karşı, biz de bu üniversitelerin amfilerinde, sıralarında eğitim gören yani üniversitenin kan damarı olanlar olarak, öznesi olduğumuz bu eğitim sistemi hakkında bir şeyler söyleyeceğiz. Üniversite kampüslerinde kameralarla, mobeselerle, ÖGB ve polis ablukasıyla örülmüş baskı uygulamalarına boyun eğmemek ve eşit, parasız, bilimsel ve anadilde eğitim hakkımızı savunmak amacıyla sokaklarda olacağız. Seni de bugününe ve geleceğine sahip çıkmaya, YÖK’ü protesto etmeye çağırıyoruz.
Eylem programı: 2 Kasım Salı
12.00 Ege Edebiyat önü önü 18.00 Alsancak ÖSYM
3
“Kişisel gelişim” adı altında
kişiliksizleştiren sistem!
H
ayali kurulan üniversite, muhtemelen hayali kurulan üniversitenin öğrenci topluluğunu da kapsamıştır birçoğumuz için. Üniversite, liseden yeni çıkmış birçok öğrenci için çeşitli sıkıntılardan, imkansızlıklardan sıyrılıp yeni ve umut dolu bir başlangıç için atılacak ilk adım olarak görülür. Bu başlangıcın en güzel yanı yapmak istediğimiz fakat sınavlardan, yaşadığımız ilin-ilçenin olanaksızlıklarından dolayı yapamadıklarımızın acısını çıkaracağımız sayısız öğrenci topluluğunun elimizin uzanacağı yakınlıkta olmasıdır. Bu topluluklar-kulüpler sayesinde ilgilendiğimiz sanat veya spor dalına yönelebilir, entelektüel-kişisel gelişimimizi bu topluluklar-kulüpler dolayımıyla gerçekleştirebiliriz. Aynı düşünceyi paylaştığımız, çeşitli konularda aynı görüşlere sahip olduğumuz insanlarla bu topluluklar kanalıyla birçok aktivitede bulunabiliriz. Ancak bu toplulukların öğrenciler tarafından ödenen har(a)çlarla finanse ediliyor olması, her birine kayıt olabilmek için ayrıca kayıt parası ödeniyor olması ve kıt kanaat geçinen birçok öğrenci için bunun altından kalkmanın pek mümkün olamayışı aslında özünde eleştirilesi ve tartışılası bir durum olmasına yol açıyor. Kültürel ve kişisel gelişimimiz için önemi tartışılmasa da bu kulüplerin para ilişkileri üzerinden fırsat eşitsizliğine yol açan konumu tartışılmalıdır. Abartılı bulan arkadaşlar için sorunun sadece kayıt parası olmadığı, bunun dışında çeşitli geziler vs. için bir hayli para harcamak gerektiğini hatırlatmakta fayda var. Kültürel ihtiyaçlarımızın tatmin edileceği bu kuluplerin dışında bir de “kariyer toplulukları” var okullarımızda. Çok da revaçtalar. “Bize katılın yöneticilik özellikleriniz gelişsin”, “Siz de zengin olmayı başarabilirsiniz”, “İş dünyasında rakiplerinizin (sınıf arkadaşımdan mı söz ediyor?) bir adım önüne geçin” … Uzatmayacağım. Bu kulüplerde duyduğum cümleler hep bu tarzda. Bu kulüplerde insanlara rekabet öğretilir, küçük balıkları yiyen büyük balıklar olmamız, toplumda ki binlerce sorunu görmezden gelip kendimizi kurtarıp yaşamamız öğütlenir. Fakat en kötüsü, milyonlarca insan arasından yalnızca sınırlı sayıdakilerin bu hayatları yaşayabileceğini söylemezler, aksine sanki hepimizin bu hayatları yaşayabileceği hayali ile bizleri, yani milyonları bir süre avuturlar. Ta ki mezun olup milyonlarca küçük balıktan biri olduğumuz gerçeği suratımızda patlayıncaya kadar… Bizleri kişisel gelişim adı altında kişiliksizleştiren bu kulüplerin okullarda ki varlığı sorgulanmalıdır. Diğer kulüplerden farklı olarak bu kulüpler bizlerin kültürel-kişisel gelişimini sağlamak bir yana insani-kültürel değerlerimizi erozyona uğratmaktadır. Sosyal bireyleriz, olmalıyız da. Çevremizdeki insanlarla birlikte hareket etmek doğamızda var. Hobilerimizle uğraşmak ve kendi yeteneklerimizi geliştirmek hakkımız. Bunun için okulumuzdaki çeşitli kulüplerden faydalanmamız gerek. Fakat bu kulüplerin maddi açıdan bizleri zorlamaması, üniversitelere devlet tarafından daha çok kaynak aktarılması ve üniversitelerin her birimizin kültürel ihtiyaçlarını ücretsiz olarak bu fondan karşılaması zorunludur kanımca. Ege Üniversitesi Doğa-Dağcılık Kulübü’nden bir öğrenci
4
k a m l o i s i c n e r ğ Hazırlık ö
H
epimiz ayrı şehirlerden Türkiye eğitim sisteminin uygulamaları olan YGS ve LYS sınavlarından sonra, yaptığımız puanlar ölçütünde tercihlerimizi yaptık ve iyi ya da kötü bir bölümü okumaya geldik. İlkin üniversite kayıt işlemlerimizi tamamladık, sonrasında ise sıra muafiyet sınavındaydı. Bölümü yabancı dil ağırlıklı olan öğrenciler bu sınavı geçemediklerinde bir yıl hazırlık okumalıydılar. Kimi sınava çalışarak girdi ama geçemedi, kiminin ise umurunda değildi geçmek ya da geçmemek… Bu ve bunun türevleri durumlar yaşanırken sene başladı ve hazırlık okumanın arka yüzü gün ışığına çıkmaya başladı. Zorluklar… Zorunluluklar… Herkesin aklında soru işaretleri dolaşmaya başladı; “hazırlık kitaplarımı nereden temin edebilirim?”, “Kitapların fiyatları ne kadar?”, “Dokuz Eylül Üniversitesi’nin hazırlık eğitiminin kalitesi ne kadar iyi?” gibi birçok soru biz öğrencilerin kafasını kurcalamaya başladı ve bu soruların cevapları arandı. İlkin kitapların temini için çabalar harcandı. Hazırlık kitapları seviyelere göre değişiyordu ve bu kitaplar öğrenci bütçesine göre uçuk fiyatlarla satılmaktaydı. Öğrencilerin bir kısmı bütçesinden dolayı korsan kitaplara başvurdu, diğer kısmı da orijinal kitaplara yöneldi ya da eski bir öğrenciden aldı kitaplarını. Yabancı dil eğitiminin kalitesi de ayrı bir söylenti konusu haline geldi. Çünkü herkes farklı şeyler söylüyordu; iyi olduğunu söyleyenler, kötü olduğunu söyleyenler ve öğrencinin çalışmasına bağlı olduğunu söyleyenler… Bu konuda pek bir şey söylenemez belki ama bilinen asıl bir gerçek vardı o da muafiyet sınavından geçer not alamayıp sonrasında sınava tabi tutulan öğrencilerin hazırlığı geçmeye yetersiz olmalarına rağmen bir üst sınıfa geçmeleriydi. Evet, düşük notlar alarak geçtiler hazırlığı. Bunun gerekçesi belki de hazırlık öğrencilerinin sayısının çok yüksek olmasıydı. Peki, üniversite yönetiminin yaptığı bu uygulama ne kadar etik? Madem yetersiz olan kişi sınıfı geçebiliyor neden hazırlık okumak zorunlu tutuluyor? Neden tıka basa dolduruluyor sınıflar öğrenciyle? Sınıflardaki öğrenci sayısı 30-35 arasında değişiyorsa kaliteden söz edilebilir mi? Bu gibi etkenler şu düşünceyi doğurdu; Her yıl belirli sayıda öğrenci hazırlığı okumalı ki üniversitenin harçlardan kazancı artsın. Üniversite eğitim yeriyse bu uygulama üniversitemizin özgür ve özgün bir eğitim vermediğinin göstergesi değil mi? Eğitim parasal bir nitelik kazandıysa bu durum üniversitemizin kalitesinin aslında nitelikli olmadığını göstermez mi? 35 kişilik sınıflardaki eğitim eğitimden yoksun
değil midir? Bu soruları hep soruyoruz ama cevaplama hakkına sahip değiliz ya da biz öyle düşünüyoruz. Çünkü öğrenci toplulukları var kapıdan çıktığımız anda karşımızda biten ve bizim umursamadan önlerinden geçtiğimiz, bildirilerini yırtıp çöpe attığımız. Birileri bu konularda bilgilenmemizi istiyor ama biz reddediyoruz. Üniversitemizin suçlu olduğu kadar biz de bazı konularda ilgisiziz. 11-13 yıl arasında değişen örgün eğitimin sonucunda belli bir çabayla geldiğimiz bu “ütopik yaşamın” eksikliklerini irdeleme görevi yerine getiriliyor mu tarafımızdan. Hayatımızın şekillendiği bu mükemmel hayatın kar amacına çevrilmesine karşı çıkmak gerek… Zamanı gelince üstümüze düşeni yapacağımızdan şüphe etmiyoruz. Kar amacı dedik de atlamamamız gereken bir konu var. Harçlar… Üniversitelerin parasal bir nitelik taşıdığını gösteren “resmi yatırım.” Hepimiz hazırlık okuyoruz, aynı eğitimi alıyoruz, aynı dersleri görüyoruz fakat dönem harcını okuduğumuz bölüme göre ödüyoruz. Bu “resmileşmiş haracın” herkes için aynı miktarda olması gerekmez mi? Biri benden az miktar ödüyorsa ben neden ondan fazla ödemek zorunda kalıyorum? Nerde eşitlik ilkesi nerde! Nerde ey pazarlık bileşkesi yöneticileri! Eşitlik cepte. Çıkar cepten işlerine gelince… Bizim eşitlik kavramımız o pis ellerde kirletilmeyecektir, elbet alırız hakkımızı. Bu kirli oyunlar oynanırken insan sağlığıyla da oynadıkları kirlilikleri var üniversitemizin. Eğitim alanımız olan üniversitemizin sınıflarının çok az temizleniyor olması, tamamıyla içselleştiğimiz o ortamdaki kapı, sandalyenin pasaktan geçilmiyor olması, tuvaletlerin kirlilikten kullanmaya müsait olmaması gibi birçok “pasaklı iş” sağlığımızı tehdit ediyor. Bu üniversitede okuyan bireyler olarak bu kirliliğin önlenmesi, daha yaşanılır hal almasını istiyoruz. Bu bizim hakkımız ve üniversitemiz bizden aldığı har(a)çları bu alana da aktarmalı. Temiz, yaşanılabilir bir ortam yaratmalı. Üniversitemizde bir sene geçer mi geçmez mi bilinmez ama üniversite hayatımızın birçok sıkıntılı durumla (kuralla) daha kötü hale getirilmeye çalışıldığı kesin. Bundan dolayıdır ki hazırlık eğitiminin sıkıntılarının çözülmesi için öğrenci sesinin yükselmesi gerek. İnsanın hayatının her alanında savunma mekanizmasını çalıştırması gerek ve bu gerekliliklerin yerine getirilmesi için de cesaret, bilgi ve inanç gerek… Hepimiz bu kudrete sahibiz. DEÜ’den bir hazırlık öğrencisi
5
Bolo yalanlar -YÖK dersleri olan Türk Devrim Tarihi ile Türk Dili ve Edebiyatı gibi derslerin gösterilmesine rağmen kredi sistemine dâhil edilmemesi -Birçok dersin kredilerinin yükseltilmesi ya da düşürülmesi -Daha önce bölümlerimizde gösterilen birçok dersimizin müfredatlardan çıkarılması, daha önce hiç duymadığımız yeni derslerin eklenmesi -Üniversite yönetimlerinin bölgedeki sanayicilerden, iş adamlarından, valilerden, emniyet müdürlerinden oluşan bir heyet tarafından oluşturulmasının tartışılması -Üniversitelerin mali anlamda özerk olması gerekçesiyle eğitimin paralı hale getirilmesi -2009 yılında yapılmak istenilen %500’lük zam ile beraber bu sene okulun açılış döneminde kaldığımız derslerin her birinden alınan ekstra har(a)çlar -Yetkin Mühendislik, Stajyer Avukatlık, Ücretli Öğretmenlik gibi uygulamalar ile meslek gasplarının yaşanması -Mezunları işsizlik ile boğuşurken üniversitelerin daha çok müşteriye ulaşabilmeleri için bölüm kontenjanlarının arttırılması -Bölümlerdeki öğrenci kontenjanlarının arttırılmasına rağmen akademik kadroların zenginleştirilmemesi akademisyenlerin parça başı üretim yapan işçilere dönüştürmesi, üniversite eğitiminin niteliksizleştirmesi -Kontenjanlar arttırılırken derslik, yurt, yemekhane gibi fiziki koşullarının geliştirilmemesi, öğrencilerin yaşam standartlarının kötürüm bir hal alması Bu ve buna benzer örnekler daha da arttırılabilir fakat örneklerin arttırılabilmesinin bizler açısından bir getirisi olmayacaktır. Bizler, üniversiteleri sahip olması gereken nitelikten soyutlayan, onları toplum için bilim üreten kurumlar olmaktan çıkararak ticarethanelere dönüştüren bu uygulamaların nedenlerini bilerek, bu nedenlere karşı mücadele etmeliyiz. 1940’lı yıllarda uygulanan sosyal devlet politikaları ile kamu hizmeti olarak verilen eğitim, sağlık, barınma, ulaşım, iletişim gibi temel insanı ihtiyaçlar 1960’lı yılların sonuna doğru, doğu blokun çözülme süreci içerisine girmesini de fırsat bilen Avrupa burjuvazisi tarafından piyasalaştırılmaya çalışıldı. Öyle ki, 68 Fransa gençliğinin göstermiş olduğu muazzam direnişin özü, Fransız gençliğinin üniversitelerine ve eğitim haklarına sahip çıkmasıydı. Bu direniş atmosferinin tüm Avrupa’ya yayılması ile başarısızlığa uğrayan burjuvazi, amacından vazgeçmemiştir çünkü sermaye yapısal olarak tüm insanı gereksinimleri kar getirecek üretimlerin konusu yapmak zorundadır.
6
ogna üzerine r ve gerçekler -1 70’li yıllarda başarısızlığa uğrayan Avrupa burjuvazisine rağmen, Amerika ve Japonya’nın bu konuda olağanüstü bir yol alması, Avrupa sermayesinin uluslararası rekabette güçsüz kalmasına neden olmuştur. Amerika ve Japonya’da eğitimin piyasalaştırma süreci tamamlanmış, bu ülkeler dünyanın bilgi ve teknoloji üretim merkezleri haline gelmiştir. Avrupa sermayesinin uluslararası rekabette ayakta kalabilmesinin yolu belini kambur eden kamu hizmetlerinin piyasalaştırılması ve dünyadaki teknoloji merkezi olabilmesidir. Bu doğrultuda harekete geçen Avrupa Burjuvazi GATS olarak bildiğimiz süreci işletmeye başlamıştır. GATS, öz itibari ile tüm kamu hizmetlerinin piyasalaştırılmasıdır-. Bu uygulamaların eğitimdeki yansıma ise BOLOGNA SÜRECİ olarak bilinmektedir. Yürütmüş olduğumuz tüm bu tartışmalardan sonra BOLOGNA SÜRECİnin amaçları;
-Avrupa sermayesinin Amerika ve Japonya sermayesi ile rekabet edebilmesi amacıyla Avrupa Yüksek Öğrenim Alanı yaratılmasıdır. Bu şekilde mühendis, mimar, akademisyen gibi vasıflı emeklerin Avrupa’da belirli bir standarda ulaşması hedeflenmektedir. -Eğitim paralı hale getirilerek, sermayenin rekabet etme gücünü kısıtlayan bu yük, işçi-emekçilere devredilmektedir. -Sermaye ile üniversite işbirliğinin sağlanıp, güçlendirilmesi ile toplum için değil, kar için bilgi-teknoloji üreten ticarethanelere dönüşmüş üniversiteler yaratılmaktadır. Kuşkusuz bir gerçeklik olarak burada kaleme alınan tüm önermeler, ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir fakat burada bir yazı dizisinin ilki kaleme alınmıştır. Bundan sonraki yazılarda tüm maddeler daha kapsamlı bir şekilde incelenecektir.
rı Bologna sürecinin yansımala
n parasız eğitime ın temel haklarından ola lar an ins de er sef bu nü zü teslim edip rvasızlaşarak o çirkin yü yavaş sermayenin eline ş va ya eri tel rsi ive ün Sermaye sınıfı daha da pe i logna Sürec üniversite yönen adını bile duymadığı Bo ri müşterisi olarak gören zle Bi . dir kte me tir çevirmiştir. Birçoğumuzu ge na sene gizli numu göstermiştir. YÖK’ün bu ye bizleri de müşterisi ko la ne lar tha raç are ha tic en eri en ist tel n rsi de ive ün attığımızda biz runda bırakılolarak üniversiteye adım da ekstra harç ödemek zo un rum du ası alm timi, bize bu yüzünü ilk la faz n ikide ığı ama yacinin kaldığı her dersten inin inisiyatifine bırakıld ren tim öğ ne ğı, yö ptı te ya rsi ive rak ün ola m rın za bu miktarla an bir zam yapılmayacağı ması, artık YÖK tarafınd k saldırıar... , tek tek mesleklere dönü ml en za irk tir uk ge 0’l e %3 lin 5, ha %2 esi , hç an ba pıl eri arka ektedir. Sosyal rı çerçevesinde üniversitel çok bölüm işlevsizleştirilm bir ta, ak ılm rat Sermaye kendi ihtiyaçla ya ü üc işg i uygulaucuz dir. Böylece sermayeye sözleşmeli öğretmenlik gib kte ık, atl me uk çir av ge r ta jye ya sta ha da ik, ı isl lar n mühend bir hukuk fakültesi syon hakkının gaspı, yetki sürecinin pervasızlığını na log Bo ır. tad bilimlerin tasfiyesi, forma ak tılm ya ilik konlik da olmasına rağmen 420 kiş alı işsizlik ve geleceksiz er fil lom am dip e ilik liğ kiş nç 0 ge 18 . la im lar ma mla gösterebilir derslerden kalıp inden benim yaşadıkları ere giremeyen müşteriler rsl De ır. tad ak müşterisi olarak en basit lm ku so ına adeta bir sıra kapma yarış tenjanlar açılıp müşteriler ek. Bunlara dur deda bırakılmaktadır. iz sürece de devam edec im diğ me elt ks yü ekstra harç ödemek zorun izi im zamanıdevam ediyor ve biz ses YRAĞINI yükseltmenin BA İM VR DE e erd tel Sermaye insanları ezmeye rsi zaman ünive addeleri Zaman isyan zamanıdır, Bizler sermayenin hamm m. eli diy r du er menin zamanı geldi artık. rab be p e he zulme bu sömürü düzenin dır. Gelin arkadaşlar bu den Bir Öğrenci DEU Hukuk Fakültesin olmayalım...
7
Kitaplarımızı paylaşıyoruz... Hepiniz size dayatılan harçları ödeyerek geldiniz, hoşgeldiniz arkadaşlar.... Harçların sadece bir başlangıç olduğunu kapıdan girdiğiniz farketmişsinizdir. İçtiğiniz çaydan tutun, yediğiniz yemeğini kaldığınız yere kadar ne ölçüde sömürüldüğünüzü farkedeceksinizdir. Oysa sizin hayalinizdeki üniversite eğitim-öğretim yuvasıydı. Müşterisinin siz olduğu bir ticarethane beklemiyordunuz herhalde... Arkadaşlar biz de bu sürece bir yerden dur demek için en azından okuduğumuz kitapların metalaşmalarına izin vermemek, raflarımızda boşta duran kitaplarımızı paylaşmak için bir kampanya başlatmaya karar verdik. Şöyle ki bölümün, sınıfın ne olursa olsun, senden sonraki döneme yarayacak en azından bir kitaba sahipsindir. Senin kaldığın yükün altında onların da kalmamasını, en azından yüklerinin hafiflemesini istiyorsan, gel bugün bir değişiklik yap bir kitap da sen paylaş. Bunun için de paylaşmak istediğin kitabın içine adını, soyadını ve telefon numaranı yaz ki küçük bir teşekkür seni mutlu etsin. Bize ulaşmanız için mail adresimiz; cesaretfanzin@yahoo.com
Milli Eğitim Bakanlığı: "Van'daki Depremi İlahi Adaletle Açıklayan Onbinlerce Gerizekalıya Okuma Yazma Öğretmeyi Başardığımız İçin Gururluyuz..." Pazar günü Van ve çevresinde meydana gelen ve yüzlerce kişinin hayatını kaybettiği 7.2 şiddetindeki deprem, bir yandan Türkiye'yi yasa boğarken, bir yandan da ülkedeki eğitim sistemi adına olumlu sinyaller vermeye devam ediyor. Konuyla ilgili olarak bu sabah Milli Eğitim Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, deprem sonrası özellikle internet'te yer alan "Teröristlere iyi oldu, adalet yerini buldu" tarzı yorumlara dikkat çekilerek, daha önce Türkiye'nin bir çok farklı köşesinde yaşanmış ve bunda sonra da yaşanabilecek bir doğal afeti, ilahi adaletin tecellisi olarak yorumlayabilen onbinlerce zihinsel engelli vatandaşa okuma yazma öğreten ve toplumsal hayata kazandıran eğitimim sistemimizin Batı'daki muadillerinden çok daha başarılı olduğu ifade edildi. devamı... zaytung.com’dan derlenmiştir...
8
-> Erol Köse'nin Van'a gitmesinin ardından depremzedeler komşu illere tahliye ediliyor.. -> İsrail Ordusu, Başbakan Erdoğan'a laf yetiştirmek amacıyla geliştirilen yeni savunma sistemi projesini tanıttı -> İstanbul Fatih'de meydana gelen kazada, ambulans olay yerine ulaşana kadar 21 yaşındaki T.K.'nın kırılan bacağı yerine kaynadı... -> Yaklaşık 1 haftadır hiçbir ülke ile sorun yaşamayan Türkiye, 1. Dünya Savaşı’nda Almanya yenilince bizim de yenilmiş sayılmamızın hesabını sormaya hazırlanıyor. -> Günde iki paket sigara içen A.L. (23) Iğdır’ın vergi rekortmeni olduğundan habersiz -> Oturdukları öğrenci evinde “Abi bugün şöyle değişik bir yemek yapalım” parolasıyla yola çıkan E.G. ve U. Ç.’nin umut dolu yolculukları Nuh’un Ankara’da son buldu.
Kampüsten fabrikaya...
Bataklığı kurutmaktan başka
seçeneğimiz yok! Paralı eğitim politikalarının bugünümüzü ve işsizlik gibi temel bir sorunun da geleceğimizi kararttığı bir dünyada yaşıyorken insanca yaşama umudumuzu kaybetmemeye çalışıyoruz… Aşağıdaki ropörtaj hepimizin bildiği fakat düşünmeyi ertelediğimiz, geleceğimizle ilgili endişelerimizden sadece birkaçını yansıtıyor. -Üniversiteye nasıl yerleştin? Babam belediye işçisi. Üniversiteye girebilmek için yazları bir fabrikada işçi olarak çalışıyordum. Dershane ve kayıt ücretlerini böyle ödedim. Bundan sonra herşey güllük gülistanlık olacak sanıyordum. Nasılsa artık bir üniversiteliydim. -Üniversite yaşamında ne gibi zorluklar yaşadın ? Üniversiteye geldikten sonra gördüm ki herşey üniversitenin verdiği tanıtım kitapçığındaki gibi değilmiş. Kitap parası, yurt koşulları, harçlar, antibilimsel eğitim gibi zorluklarla uğraşırken çimenlerde oturup gitar çalmak çok da gerçekçi değil. Çünkü bizler bu telaşın içinde savrulup gidiyoruz. -Eski bir mühendislik öğrencisiyken Yetkin Mühendislik hakkında bilgin var mıydı? Olmaz olur mu! Ama üniversiye girdikten sonra öğrendim. Okulu bitirdiğimde bizi de işsizler ordusuna katmak için mühendislik öğrencilerine düzenlenen bir saldırıydı. -2. Sınıfta okulu bırakma nedenin neydi? Aslında cevabım çok açık. Bir işçi çocuğunun bu koşullarda okuyabilmesinin olanağı yoktu. Bu 2 sene içinde anketörlükten garsonluğa kadar bir dizi işte çalıştım ama yine de yetmedi. Üstüne bir de mezun olan arkadaşlarımın marketlerde kasiyer, fabrikada işçi, kafelerde garson olarak çalıştığını gördükten sonra işsizliğe mahkum olduğumu gördüm. -Şimdi yaşamını nasıl sürdürüyorsun? Bir tekstil fabrikasında işçiyim. Ama zorluklar burada da bitmiyor tabi ki. 2 aydır maaşımı alamıyorum, mesai ücretleri zaten verilmiyor. Günde 12 saat çalışıyorum. -Gündemde olan kıdem tazminatı hakkının gaspıyla ilgili bilgin var mı? İşçi abilerim ve ablalarım molalarda hep bu konuyu konuşuyorlar. 20 yıl kıdemi olan bir işçi 6 aylık kıdem tazminatı alabilecekmiş. Kıdem hakkının gaspıyla işçilerin iş güvencesi diye bir şey kalmayacak. - Son olarak eklemek istediğin bir şey var mı? 24 yılık hayatımda şunu öğrendim ki parası olanın okuyup ve yaşadığı, parası olmayan öğrencilere de kapıların kapandığı bir ülkede yaşamaktayız. İşçi olduğumuzda da durum farklı değilmiş. Hepimiz aynı bataklıkta hep birlikte dibe batıyoruz. - Bataklıktan nasıl kurtulabileceğini düşünüyorsun? Bataklığı kurutmaktan başka seçeneğimiz yok. Okulda, fabrikada nerde olursak olalım insan olduğumuzu unutmayalım. İnsanca yaşamak için hep bir adım önde olmak zorundayız.
9
Keynes’i tarihin çöplüğüne gömmek...
B
u yazı başta iktisat fakültesi öğrencileri olmak üzere, tarih (toplum) bilimleriyle ilgili öğrenci arkadaşlarımızla Keynes’i tartışmak için kaleme alınmıştır. Sosyal devlet politikaları olarak bilinen Keynesyen politikaların, günümüz dünyasında uygulamamasına rağmen, Keynes isminin hala altın harflerle yazılmasına anlam veremeyen öğrenci arkadaşlarımıza yardımcı olabilmesi dileğiyle… 20. yy.ın, ikinci çeyreğinde savunduğu politik argümanlar sayesinde tarihe adını yazmayı başarmış ender insanlardan bir tanesi olan Keynes, öz itibari ile devletin sosyal bir yapıda olması gerektiğini savunmuştur. Ona göre, eğitim, ulaşım, sağlık, iletişim gibi temel insani ihtiyaçlar devlet tarafından kamu hizmeti olarak ücretsiz bir şekilde topluma sunulmalıdır. Fakat burada çok büyük bir çelişki vardır. Keynes’in savunmuş olduğu politik argümanların her biri, uygulandığı anda, burjuvazi için kayıp proletarya için kazanım demek iken, burjuvazi bu argümanları uygulama konusunda tereddüt yaşamamıştır. Herhangi bir tereddüt yaşamadığı gibi, bu politik uygulamaların teorisyeni olan Keynes’i onurlandırmış, adını tarih sayfalarına silinmeyecek şekilde yazmıştır. Kapitalizm, her türlü insanı ihtiyacı, piyasanın dolayısıyla da karın konusu haline getirildiği bir toplum biçimi iken eğitim, sağlık, barınma gibi temel insanı ihtiyaçların ticaretin konusu olmaktan çıkartılarak, kamu hizmeti haline getirilmesi, kapitalist toplumun tüm hareket mekanizmalarına aykırıdır. Fakat buna rağmen sermaye sınıfı Keynes’i tarihin en aydın bilim insanlarından biri olarak görmektedir. Ayrıca bugün, tüm sosyal devlet politikalarının teker
10
teker uygulamadan kaldırıldığı bir tarihsel süreçten geçiyorken bile Keynes, sermaye sınıfının kendisine vermiş olduğu tahtan kaldırılmamıştır. Bu çelişkiyi anlayabilmek için, Keynes’in yaşamış olduğu tarihsel konjonktüre bakmamız gerekmektedir. Keynes, 1929 buhranın akabinde geliştirildiği politik argümanlar ile ün kazanmıştır. Birinci Dünya Savaşı ile kapitalizmin yapısal krizini ertelemeyi amaçlayan dünya kapitalizmine 1917 Ekim Devrimi gerçek bir cevap olmuştu. Rus işçi sınıfı, gerçekleştirdiği devrim ile birlikte krizin bedelini ödemeyi reddederek tüm dünyaya örnek olmuştur. Rusya’da yeni bir tarih yazılmaya başlanılmıştır. Dünyada ki tüm kapitalist ülkeler krizi atlatabilmek için azgınlaşıp işçi sınıfının kazanılmış haklarını gasp etmeye, kamu hizmetlerini ticarileştirmeye çalışırken, Sovyetler başka bir dünyanın canlı örneğini teşkil etmekteydi. Öyle ki Avrupa’nın aksine eğitim, sağlık, ulaşım, iletişim, barınma gibi temel insanı ihtiyaçlar kamu hizmeti olarak devlet tarafından ücretsiz bir şekilde toplumun hizmetine sunulurken, çalışma süresi ve koşulları da işçi sınıfı adına daha nitelikli idi. Kriz döneminde azgınlaşan sermaye sınıfının saldırılarına karşı politik-militan bir kimliğe sahip olan Avrupa İşçi Sınıfı (AİS), ilk önce ekonomik talepleriyle sokağa çıktılar. Öyle ki eğitimin, sağlığın, barınmanın, ulaşımın devlet ta-
rafından ücretsiz teminini isteyen, çalışma sürelerinin ve çalışma koşullarının düzeltilmesini isteyen işçi sınıfı, bu mücadelesi içerisinde politik bir kimlik kazandı. Avrupa İşçi Sınıfı’nın talep ettiği her şeyin Sovyetlerde var olduğu bir tarihsel süreç söz konusuydu. Avrupa İşçi Sınıfı’nın ücretsiz olmasını istediği eğitim, sağlık, ulaşım gibi temel hizmetlerin hepsi, Sovyetlerde zaten ücretsizdi. Sovyetler’ deki çalışma koşulları ve işçi örgütlenmelerin düzeyi AİS’in istediği niteliğe sahipti. Dolayısıyla, AİS, tüm ekonomik taleplerinin gerçekleşmesinin tek yolunun devrimde ve sosyalizmde olduğu görerek, devrim ve sosyalizm mücadelesine yöneldi. Çünkü parasız eğitim, parasız sağlık isteyen AİS, bu taleplerinin sosyalist toplumda gerçekleşebileceğini görmüştü artık. Avrupa sermaye sınıfının, olası bir devrime karşın iktidarını koruyabilmek adına her türlü karşı devrim girişiminde bulundu. Para-militar faşist çetelerinden, polisine kadar tüm güçlerini AİS’nı durdurmak için kullandı. Fakat kullanmış olduğu zor istenilen amaca ulaşmada yetersiz kaldı, burjuvazi adına… Keynes, işte böyle bir konjoktürde tarih sahnesine çıkmış aktörlerden bir tanesidir. Dünyanın kapitalist ve sosyalist olmak üzere iki bloğa ayrıldığı, kapitalist blok içerisindeki AİS tarafından devrim ve sosyalizm bayrağının her gün daha fazla yaşatıldığı bir konjonktür… bu tarihsel süreçte Keynes, tercihinin işçi sınıfından yapmak yerine burjuvaziden yana yapmış ve sermaye sınıfının iktidarını koruyabilmesi için bir takım argümanlar ortaya koymuştur. Keynes, Avrupa sermaye sınıfına iktidarlarını koruyabilmelerinin tek yolu olarak, Sovyet devletinin toplumuna sağlamış olduğu kamu hizmetlerinin her birinin Avrupa’da da hayata geçirilmesi gerektiğini dillendirmiştir. Keynes:’e göre, Avrupa’da da eğitim, sağlık, ulaşım … vb. tıpkı Sovyetlerde olduğu gibi ücretsiz bir şekilde devlet tarafından sağlanırsa, işçiler sosyalizm talebinden uzaklaşır ki tarih maalesef Keynes’i haklı çıkarmıştır. Bugün tekrardan bir kriz döneminde yaşamaktayız ve sermaye sınıfı, Sovyetler gibi bir tehlikenin olmadığının farkında olarak, her gün daha da saldırgan bir kimliğe bürünüyor. Devlet, sahip olduğu tüm ‘sosyal’ niteliğini kaybediyor, eğitim, sağlık, ulaşım gibi temel insanı ihtiyaçlar paralılaştırılıyor fakat Keynes hala ismine leke sürülmeksizin varlığını devam ettirebiyor. Yani Keynes isminin bugün hala yaşatılıyor olmasının nedeni, onun burjuva sınıfın uşaklığını yapmasından başka bir şey değil…
İnsanın iktidara karşı savaşı,
belleğin unutuşa karşı savaşıdır!
İ
zmir’de 2010 yılının yaz aylarında ulaşıma getirilen zamlar kampus içinde ulaşımı sağlayan ücretsiz yerleşke otobüslerinin paralı olması şeklinde üniversitelere de yansımıştı. 21 Haziran 2010 tarihinde yerleşke otobüslerine biniş 85 kuruş olmuş, bunun üzerine yapılan eylemler sonucu mücadeleyi boşa düşürmek amacıyla ücretler 10 kuruşa indirilmişti. Ancak Dokuz Eylül Üniversitesi’nde, ücretsiz ulaşımın hak olması temelinde protestolar devam edip, okul giriş ve çıkış saatlerinde düzenli olarak yapılan yol kapatma eylemleri ve basın açıklamaları sonunda talepler elde edildi ve eylem kazanımla sonuçlandı. “Biz arkadaşlarımıza ücretsiz ulaşılabilen bir kampus bırakacağız” şiarıyla yola çıkan öğrenciler kampus içi ulaşım hakkını elde ettiler ve bugün yerleşke otobüslerine ücretsiz binebilmemizi sağladılar. Ege Üniversitesi’nde formaysan hakkı gasp edilen Fen- Edebiyat Fakülteleri ve Konservatuar öğrencileri kapılarına dikilen işsizlik ve geleceksizlik sorununa karşı 27 Eylül 2010’da formasyon hakkı talebi ile eylemler başlattılar. Öğretmen olarak atanabilmek için gereken pedagojik formasyon yeni uygulamayla birlikte hem paralı hale getirilmiş hem de kontenjan ve not ortalaması kısıtlamalarıyla öğrencilerin büyük bölümü mağdur duruma düşürülmüştü. Haftalar süren yürüyüşler, oturma eylemleri, rektörlükle yapılan görüşmeler sonucunda okul yönetimi geri adım attı. Belirli sayıda kişiye formasyon hakkı verildi. Eylemler çeşitli dinamikler nedeniyle devam edemediğinden tam bir kazanım sağlanmasa da, öğrencilerin sokaklara inip yaptığı eylemlerin sonuç alıcılığına dair umut verici bir deneyim oldu. 27 Kasım 2008’de Ege Üniversitesi 1 No’lu yemekhanesinin işçileri taşeron firmadan ücretlerini alamadıkları için boykota gittiler. İşçilerin boykotu devrimci öğrencilerin de desteğiyle kampüsün dört bir yanına taşındı. Bu arada işçilerin taşeron firmayla sözleşmeleri 31 Aralık tarihinde sona ereceği için bir de işsiz kalma tehlikesi baş göstermişti. Bir ay boyunca yemekhane işçiler ve öğrencilerin işgali altında kalmıştı. Bunun sonucunda üniversite yönetimi geri adım atmak zorunda kalmış ve işçilerin paraları taşeron firma tarafından ödenmişti. Eylemler 17 işçinin işe alınması ile sonlandı. Dünya çapında 200’den fazla ülkede Türkiye’de ise 81 ilde toplam 290 şube ve servis sağlayıcı aracılığıyla faaliyet gösteren UPS Kargo’da sendikal örgütlenme çalışması yürüten Türk-İş’e bağlı Türkiye Motorlu Taşıt İşçileri Sendikası (TÜMTİS) işten atılan işçiler için 20 Nisan 2010’da direniş başlattı. 283 gün süren direniş kazanımla sonuçlandı ve UPS işçileri sendikalaştılar. Bugünlerde toplu iş sözleşmelerinde bulunan işçiler, taşeron uygulamasının işyerlerinden kaldırılması için sendikal mücadelelerine devam etmekteler.
11
Etkinlik programı... Güncelleme adı altında yapılan zamlar belini mi büktü ey arkadaş! Sigara ve yemeğin arasında gidip geliyor musun? Aç kalmayı bile göze almışken, kültürel faaliyetlerini rafa kaldırmak zorunda mı kaldın? Har(a)ç adı altında sömürürken üniversiten seni, güncelleme bunlar diyerek cebini ağlatırken hükümet, öğrencinin öğrenciden başka dostu yok unutma! Paralı eğitim politikalarıyla belimiz bükülmüşken, fahiş fiyatları olan sinema ve tiyatro etkinliklerine bile katılamıyoruz. Tabi ki bu zor hayatın sona erdiği, eğitim, ulaşım, sağlık, iletişim gibi yaşamsal ihtiyaçlarımızın yanında sinema, tiyatro gibi kültürel etkinliklerimizin de kamu hizmeti olarak ücretsiz karşılandığı bir dünya mümkün. Fakat bu cendere altında nefes alabilmek için, bazen 3,5 liraya bazen ise ücretsiz olarak sinema ve tiyatro etkinliklerine katılabiliriz. Dokuz Eylül DESEM’de, Ege Üniversitesi Kampüs Sinema ve İletişim Fakültesi Film Topluluğu bünyesinde güncel ve alternatif film gösterimleri düzenlenmektedir. Modern sinema salonlarını aratmayan sinema salonlarında gerçekleştirilen etkinlikler, paralı eğitim politikalarıyla yaşamı daha da zorlaşan biz öğrenci gençliğine alternatif fırsatlar yaratmaktadır. DESEM ve Kampus Sinema’nın aylık programlarına internetten ulaşabilirsiniz fakat biz yine de önümüzdeki günlere ait programları yazmayı bir görev bildik; DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ DESEM FİLM GÖSTERİMLERİ İYİ YÜREK / THE GOOD HEART
21-27 EKİM
CARLA’NIN ŞARKISI
27 EKİM
AY / MOON
28 EKİM - 3 KASIM
3,5 TL
MAVİ-BORDO SALON
ÜCRETSİZ 3,5 TL
MAVİ-BORDO SALON MAVİ-BORDO SALON
SEREMONİ
3 KASIM
ÜCRETSİZ
İMKANSIZIN ŞARKISI
11-17 KASIM
3,5 TL
MAVİ-BORDO SALON
DAHA İYİ BİR DÜNYA
18-24 KASIM
3,5 TL
MAVİ-BORDO SALON
AŞKIN HALLERİ
25 KASIM- 1ARALIK
3,5 TL
MAVİ-BORDO SALON
MAVİ-BORDO SALON
EGE ÜNİVERSİTESİ SİNEMA KAMPÜS FİLM GÖSTERİMLERİ BABAMIN PENGUENLERİ
21-27 EKİM
3,5 TL
YDY KONFERANS SALONU
BİR ZAMANLAR ANADOLU’DA
28 EKİM-3 KASIM
3,5 TL
YDY KONFERANS SALONU
TEHLİKELİ YOL
4-10 KASIM
PARİS’TE GECE YARISI
11-17 KASIM
OĞUL
18-24 KASIM
ÜÇ SİLAHŞÖRLER
25 KASIM-1 ARALIK
3,5 TL 3,5 TL 3,5 TL 3,5 TL
YDY KONFERANS SALONU YDY KONFERANS SALONU YDY KONFERANS SALONU YDY KONFERANS SALONU