Çevirmenler Meslek Birliği
ÇevBİrBülten Çevirmenler Meslek Birliği
Sayı 1 Şubat 2012
www.cevbir.org rasim Paşa Cad. nemlizade Sok no: 11 Urluoğlu İşhanı Kat 1 Daire 2, Kadıköy, İStAnBUl tel: (0216) 337 16 99
çıkarken... Değerli Arkadaşlar,
Ç
evbir gönüllü kolektif bir çalışmanın ürünü olarak doğdu ve kolektif bir emekle yaşıyor. Bu süreçte yayınevleri ve resmi organlar nezdinde çevirmenleri temsil etme ve çevirmen haklarını savunmanın yanı sıra muhtelif olaylar yaşıyoruz, çeşitli etkinlikler düzenliyoruz. Yaşanan olaylar ve gerçekleştirilen etkinlikler katılan arkadaşların anılarında, Çevbir’in sitesinde ve internet mail gruplarının eski sayfalarında yer almakla birlikte yavaş yavaş unutulup gidiyor. Bu doğal sürecin önüne geçmek için yaşanan önemli olayları derli toplu hale getirmek ve ayrıca, bu vesileyle dileyen arkadaşların çeviri denemelerini, araştırma ve fikir yazılarını, yaptıkları röportajları, yaşadıkları ilginç deneyleri, anekdot ve esprilerini yayımlamak için uygun bir ortam olarak bülten çıkarma düşüncesi bir çok arkadaşımızın kafasında belirdi. Sonuç olarak arkadaşların önerileri, yazıları ve gayretleri doğrultusunda okuduğunuz formatta bir bülteni hazırlamış bulunuyoruz. Umarım Çevbir Bülteni okumaktan keyif alırsınız. eleştiri ve önerilerinizi her zaman bekliyoruz. Böylece önümüzdeki dönemde yeni bültenler çıkarmak için gerekli enerjiyi kazanırız. en iyi dileklerimle Bilal Çölgeçen
etkinlikler 2012 yılında başlayacak etkinlikler
Uluslararası Atölyeler
2012 yılında katkılarınızla muhtelif etkinlikler düzenleyeceğiz. Şu an kesinleşen tek etkinliğimiz var:
29.10.2011 / 4.11.2011 – Büyükada’da düzenlenen tAÇAt’a (türkçe – Almanca / Almanca – türkçe Çeviri Atölyesine) temsilci düzeyinde katıldık. Çevbir’i Sibel Yeşilay temsil etti.
18.02.2012 – Khalkedon’da Furkan Akderin yönetiminde temel latince Kursları başlıyor. Ayrıntılı bilgi için tıklayınız 2011 yılında gerçekleştirdiğimiz etkinlikler
11.11.2011 / 21.11.2011 – Büyükada’da düzenlenen tüFÇAt’a (türkçe – Fransızca / Fransızca – türkçe Atölyesine) temsilci düzeyinde katıldık. Çevbir’i renan Akman temsil etti.
Söyleşiler Film gösterimi
18.01.2011 – Cezayir toplantı salonunda Orhan Kılıç’ın sunduğu “Popüler Bilim Çevirileri ve tüBİtAK” konulu söyleşi 22.02.2011 – Cezayir toplantı salonunda Murat Sözen’in sunduğu "türkiye'de Kafka Çevirileri Bağlamında 'Şarkıcı Josefine Ya da Fare Ulusu' üzerinden Kâmuran Şipal'in Yeri" konulu söyleşisi 22.03.2011 – Cezayir toplantı salonunda Sabri Gürses’in sunduğu "Puşkin'in Şiirini Çevirmek neden Yüz elli Yıl Sürdü?" konulu söyleşi 26.04.2011 – Cezayir toplantı salonunda Meral Camcı’nın sunduğu “edebiyat Kuramlarından Çeviriye Bakış” konulu söyleşi 17.05.2011 – Cezayir toplantı salonunda Barış Özkul’un sunduğu “tanzimat Dönemi ve Çeviri etkinliği” konulu söyleşi 23.06.2011 - Cezayir toplantı salonunda Gülden Oktay Akyol'un sunduğu “Düşünce Metinleri ve edebiyat Çevirisi Alanındaki tezler" konulu söyleşi
25.10.2011 – tütün Deposu’nda Sibel erduman’ın organizasyonu sayesinde yönetmen Banu Yalkut Breddermann’ın çevirmen erol Güney’in yaşamını anlatan “Yaşamın Sürüklediği Yerde” başlıklı belgesel filmini izledik. 26.11.2011 – Cezayir toplantı salonunda Zehra Aksu Yılmazer’in organizasyonu sayesinde yönetmen vadim Jendreyko’nun tanınmış çevirmen Svetlana Geier'in hayatını anlatan "Die Frau mit den 5 elefanten" belgesel filmini izledik. takip edilen Davalar 2011 yılında çevirmenler ve yayınevleri aleyhine açılan, hukuk sistemimizin ve çağdışı zihniyetin bir garabeti olan iki davayı takip ettik. "Yumuşak Makine" davasında üyemiz Süha Sertabiboğlu ve yayıncı İrfan Sancı (Sel yayıncılık); "Ölüm Pornosu" davasında meslektaşımız Funda Uncu ve yayıncı Hasan Basri Çıplak (Ayrıntı yayınları) yargılanmaya devam ediyorlar. Uluslararası toplantılar
Kültürel Amaçlı Atölyeler 29.01.2011 – Kalkhedon'da Sevinç Altınçekiç’in yönetiminde Kafka atölyesi 5.06.2011 – Kınalıada’da Bülent Doğan’ın yönetiminde Marx Atölyesi
26 – 27.05.2011 – İstanbul Dedeman Otelde literature Across Frontiers (lAF) tarafından düzenlenen "literary exchange and translation in the euro-Mediterranean region: Challenges of the next Decade" konulu konferansa katıldık. Çevbir’i Aslı takanay ve Akın terzi temsil ettiler.
Gelir Getirici Atölyeler
27 – 28.05.2011 - Boğaziçi üniversitesi Kültür merkezinde düzenlenen "Çevirmenleri ve Yayıncılarıyla türk edebiyatı 3. Uluslararası Sempozyumu"na katıldık.
12.02.2011 – Khalkedon Kafede sabah Aslı Biçen’in yönetiminde “edebiyat Çevirisi Atölyesi” ile öğlen Bülent Doğan ve Savaş Kılıç yönetiminde “Sosyal ve Beşeri Bilimler Çevirisi Atölyesi” başladı.
1 - 3.12.2011 tarihleri arasında Brüksel’de gerçekleştirilen PetrA kongresine katıldık. Çevbir’i Akın terzi temsil etti.
23.04.2011 – Sertaç Canbolat’ın yönetiminde "Çeviriye Yönelik Film Okuma" atölyesi başladı.
Ödül töreni 4.01.2011 – Mehmet Küçük Kuramsal Çeviri Ödülünü Can evren’in kazanmasını kutlamak vesilesiyle Makine Mühendisleri Odasında mütevazı bir tören düzenlendi.
hukukvebiz
Çevbir Bülten’in bu köşesini, hukukun yaşamımızla kesiştiği konulara ayırmak istiyoruz. Çeviri sözleşmesi ihlallerinden ifade özgürlüğü davalarına dek pek çok alanda, birikimlerimizi ve deneyimlerimizi paylaşarak
daha da güçleneceğimize inanıyoruz. Aklınıza gelen soruları bilgi@cevbir.org adresinden bizimle paylaşmanız ve köşemize yazılarınızla katkıda bulunmanız dileğiyle.
Bu mesleğin bütün dezavantajlarına rağmen varlığını sürdürmesinin tek nedeni, yabancı dilde okuduğu bir kitaba gönül veren ve onu kendi dilinde de var etmek için duyduğu müthiş çekimden kendisini kurtaramayan birilerinin hep bulunmasıdır. Maddi ve manevi takdir eksikliği sonucu bir zaman sonra heyecanını yitirip başka alanlara geçenlerin yerini taze kuvvetler alır ve böylece aslında tam olarak bu dünyaya dair olmayan bu ayrıksı tür güçlü kökler salamasa da uçucu ve özgür varlığını sürdürür. İlknur İgan 1
ü
yemiz İlknur İgan’ın, okuduğu kitaba gönül veren ve onu başka bir dile aktarmak isteyen çevirmen imgesi, belki de pek çoğumuzun zihninde, yüreğinde karşılık buluyor. Dahası Çevbir’de meslektaşlarıyla buluşup söyleştikçe insan başka imgelere de aşina oluyor. Çeviri işçisi çevirmen, ev eksenli çalışan kadın çevirmen, yayıncının verdiği torbadan kitap çeken çevirmen, gündüz felsefe kitabı çevirip gece silahların konuştuğu mafya dizisine altyazı geçen anti-militarist çevirmen… ben çevirmezsem dünya dönmez diyen çevirmen, kültürlerarası diyalogun öznesi çevirmen, tercümana zeval olmaz diyen çevirmen.
Yaptığımız işe dair algımız ne olursa olsun, faaliyet gösterdiğimiz alanın dayattığı enformel ve güvencesiz koşullar hepimizi bir şekilde bağlıyor. 5846 numaralı Fikir ve Sanat eserleri Kanununca anılan bir mesleğimiz var ama iş alanında görünmüyoruz; çalışıyoruz ama sağlık ve emeklilik gibi haklardan yoksunuz. Söz konusu hakların gündeme geldiği bugünlerde ise sosyal güvenlik sistemine yine bir arka kapıdan giriş yapmamız isteniyor. Merdivenaltı çevirmenliğinin giderek daha geniş yer tuttuğu, temsil güvenliğimizin zaman zaman tehlikeye atıldığı, çeviri gasplarının çok sık
yaşandığı mevcut koşullarımızda Bilal Çölgeçen, faaliyet gösterdiğimiz sektörü “dışarıdan çok cazip görünmekle birlikte son derece kötü ekonomik koşullar sunan bir alan olduğu için son derece kaygan, sürekli insan öğüten bir mekanizma” biçiminde tarif ediyor. Çevbir’de edindiğimiz vaka takibi deneyimi ise çevirmenlerin yaptıkları sözleşmelerde sıkça sıkıntı yaşadığını gösteriyor. Yazımızın bu kısmında çeviri sözleşmesi yaparken nelere dikkat etmemiz gerektiğine kısaca değinmek istiyoruz. Her şeyden önce sözleşmelerin sözde kalmaması için sözüm senettir anlayışıyla taraflar arasında varılan sözlü anlaşmalarla
yetinilmemesi, sözleşmelerin yazılı olarak yapılması gerektiğini hatırlatmak isteriz. Bu temelden hareketle sözleşme yaparken dikkat edilmesi gereken hususlar şu şekilde sıralanabilir: a- İlk baskı miktarının 2000'in altında olmaması veya 2000'nin altında bile olsa çevirmenin asgari 2000 üzerinden ücret talebinin kabul edilmesi, b- ücretlendirmenin asgari net olarak (yani her türlü vergi yayınevine ait olmak üzere) kitabın etiket fiyatının baskı adediyle çarpılmasından elde edilen miktarın %7'sinin altına gelmeyecek şekilde yapılmasının sözleşmede açık bir şekilde yer
almasına ve çevirmenin kendi deneyim ve uzmanlığıyla orantılı olarak bu asgari oranın yukarıya çekilmesine, c- İkinci ve takip eden baskılarda çevirmenin hakkının aynen korunması, ücretinin garantiye alınması, çevirmenin tek seferlik ücret ödemeyi öngören anlaşmaları imzalamaması, d- Sözleşmenin makul bir süreyle sınırlandırılması, yani 3 yıl, 5 yıl gibi bir süre sonra sözleşmenin sona ermesinin talep edilmesi, e- elektronik kitap (ekitap) uygulamalarının sözleşmelere eklenmesi, makul ücret ve süre koşullarının sözleşmede yer almasına dikkat edilmesi. f- Çeviri, sadece e-kitap olarak yayımlanacaksa, aynen matbu kitabın yayınlanmasında talep edilen ücrete eşdeğer bir ilk ücretin talep edilmesi, asla tek tek satışlar üzerinden bir ücretin kabul edilmemesi gerekir.2 Bu asgari hususların CeAtl tarafından yayımlanan sözleşmelerde dikkat edilmesi gereken Altı İlke çerçevesinde daha da genişletilmeye çalışılmasında yarar vardır.3 2008-2010 döneminde
Çevbir’in başkanlığını da yürütmüş olan Mehmet Moralı, çevirmenlerin en ufak tereddütlerinde ÇevBİr'e danışmalarının öneminin altını çiziyor. Moralı’ya göre “Hal böyle olunca önleyici adımlar, en az sonradan başlatılan hukuki süreçler kadar önemli olabiliyor.” Çevbir’in üyelerine ücretsiz olarak sunduğu çeviri tasdiki işleminin de önleyici bir adım olarak önem taşıdığını anımsatalım. Çeviri tasdik işlemi, çevirmeni, çeviri eserinin yayınevine teslim edilmeden sonra karşılaşılabilecek her türlü haksız uygulamaya karşı hukuki bir güvence sağladığını bilmekte yarar var. Moralı’ya göre Çevbir'in karşısındaki en büyük hukuki engel, yasa gereği yalnızca mali hak takibi yapabiliyor olması. Mahkeme usulleriyle ilgili, yargılamaların uzun sürmesi gibi bilindik sorunlar düşünüldüğünde bilirkişi ücretleri de önemli bir etmen olarak karşımıza çıkıyor. Çevirmenlerin yayınevlerinden alamadıkları paralar, daima çok yüksek meblağlar olmuyor. Bu
durumda mahkemenin talep ettiği bilirkişi ücreti, Çevbir’in şu an karşılamakta zorluk çektiği, bu yüzden ilk etapta çevirmenin cebinden çıkması gereken bir masraf olarak dikkat çekiyor. Bu yüzden dava süresinin uzunluğu, bilirkişi ücretinin yüksek oluşu gibi gerçekleri göz önünde bulunduran çevirmen zaman zaman hak takibi yapmaktan vazgeçebiliyor.4 Bu somut sorunların yanı sıra Çevbir’in yayın piyasasında bugüne dek oluşturduğu karşıağırlığın tutarlı bir şekilde varlığını sürdürebilmesi için çevirinin ve çevirmenin görünürlüğüne yönelik kampanyaların süreklilik kazanması, yayıncılığın farklı alanlarında çalışan çevirmenlere ulaşabilmek, e-kitap gibi görece yeni uygulamalarda çevirmen emeğini gözeten politikalar üretebilmek ve çevirmenlerin yargılandığı davalarda birbirimizi destekleyebilmek amacıyla hep birlikte çaba sarf etmemiz gerekiyor. Bugüne dek gönüllü çalışmalarla kat edilen yolu düşünürsek tüm üyelerimizin bu süreçlere katkısının ve katılımının ne kadar
hukukvebiz
değerli olduğu ortaya çıkacaktır.
Mesleki sorunlarımızın yanı sıra çevirmenleri de doğrudan etkileyen ifade özgürlüğü davaları yakın geçmişte gündemimizde önemli bir yer tutmuştu. Bu kapsamda geçmişte tCK 301 kapsamında çevirmenlere açılan davalar önem kazanmış ve Çevbir olarak buna karşı bir kampanya düzenlemiştik. Bu davalar şu an gündemden çıkmış görünüyor. Buna birlikte editörlük ve çevirmenlik mesleğine bir arada yürüten üyemiz taylan tosun, eskiyen yasa maddelerinin yerine yenilerinin kullanıldığını, fakat ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamaların sürdüğüne dikkat çekiyor ve çeviri edimine getirilen kısıtlamaların, ifade özgürlüğünün parçası olan toplanma özgürlüğüne de sekte vurduğunu belirtiyor. Zira insanları bir araya getiren, belirli fikirler etrafında toplanmalarını sağlayan unsurlar bağlamında çeviri edimi yaşamsal bir önem taşıyor. Bu çerçevenin bir parçası saydığımız, 2011 yılında açılan ve halen
devam eden, çocukları muzır yayınlardan koruma ve müstehcenlik gerekçeli davalar ise meslektaşlarımızı haksız yere rahatsız ediyor. Meslektaşımız ve üyemiz Süha Sertabiboğlu’nun William Burroughs’un Soft Machine adlı eserini Yumuşak Makine adıyla türkçeye kazandırmasından ötürü açılan davanın dördüncü duruşması geride bırakılmışken, insan hakları hukukçusu ve ceza avukatı Dr. Ali Pehlivan’ın Çevbir Bülten için bizimle konuşurken çizdiği çerçeve de ifade özgürlüğünün korunmasının önemini bir kez daha vurguluyor. Dr. Ali Pehlivan’ın anımsattığı üzere, ifade özgürlüğünün Kıta Avrupası’nda özel bir koruma altına alınması, 1950 yılında roma’da imzalanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile gerçekleşmiştir. türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni 10.03.1954 tarih ve 6366 sayılı Kanunla onaylayarak iç
hukukuna dahil etmiştir. Sözleşme, türkiye’de kanun hükmündedir. Buna ek olarak 2004 yılında Anayasa’nın 90. maddesinin son fıkrasına eklenen bir cümleyle temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası antlaşma ile kanunun çelişmesi halinde, uluslararası antlaşma hükümlerinin esas alınacağı öngörülmüştür. Bu düzenlemeyle türk hukukunda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin, kanunun üstünde bir değeri haiz olduğu hüküm altına alınmıştır. Bu itibarla kanunla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi arasında bir çelişki olduğunda, Sözleşme ve Sözleşme’ye hayatiyet kazandıran Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları belirleyici olmalıdır. Dr. Ali Pehlivan, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesi uyarınca esas olan ifade özgürlüğüdür. İfade özgürlüğü, demokratik toplumların
varlığı ve gelişimi için temel bir değer olup sınırlı nedenlerle kısıtlanabilir. İfade özgürlüğünün sınırlanmasında kullanılabilecek nedenlerin, şiddet veya şiddete çağrı ile üçüncü kişilerin şöhret ve haklarının korunması bağlamında hakaretten ibaret olduğu söylenebilir” diyor. Bu davalar vesilesiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin geçmişte aldığı bir karar bizi ve türkiye’yi yakından ilgilendiriyor. BiaMag’de Adem Sakal anlatıyor: “…dünyaca ünlü Fransız şair Guillaume Apollinaire'in ‘On Bir Bin Kırbaç’ isimli kitabı için 1999'da açılan ceza davasında yayıncısı ağır para cezasına çarptırılmış, bunun üzerine yayıncı rahmi Aktaş 2004 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurmuş ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de yayıncı rahmi Akdaş'ın, ağır para cezasına
hukukvebiz
çarptırılmasının ifade özgürlüğünün ihlali olduğuna hükmedip türkiye'yi cezalandırmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararında söz konusu eserin dünya çapında bilinen bir yazara tarafından yazıldığını, eserin Avrupa edebiyat mirasının bir parçası olduğunu vurgulamış ve ‘Böylesi yaptırımlara demokratik bir toplumda ihtiyaç yoktur’ diyerek kesin yargısını koymuştur.”5 Bu vesileyle Süha Sertabiboğlu'nun en yakın zamanda mahkeme çilesinden kurtulmasını diliyoruz…
Bilal Çölgeçen Zeynep Demirsü
1 İlknur İgan’ın 2006 yılında Birgün gazetesinde yayımlanan ve Çevbir’in web sitesinden erişilebilen yazısı ise çevirmenlerin yaşam koşullarında nelerin değişip nelerin aynı kaldığını görebilme olanağı sunuyor. http://www.cevbir.org/index.php?option=com_content&view=article&id=94:gecinmek&catid=37:yazicizi&Itemid=75 2 tip sözleşme için bakınız: http://www.cevbir.org/index.php?option=com_content&view=article&id=54&Itemid=58 3 http://www.cevbir.org/index.php?option=com_content&view=article&id=305:duyuru 4 Çevbir üyeleri, bugüne değin bilirkişi ücretleriyle ilişkili olarak destek kampanyaları düzenlediler ve birbirlerine destek oldular. Katkıda bulunan herkese ve emeklerinden dolayı Mehmet Moralı’ya tekrar teşekkür ederiz. 5 http://bianet.org/biamag/diger/131839-erotik-edebiyatin-226-cilesi
söyleşi B
eril eyüboğlu ile Söyleşi: “İyi Bir Mütercim Büyük Bir Müellif Kıymetindedir”
leyla Şimşek-rathke: Sizin özgeçmişinizi araştırırken psikoloji eğitimi aldığınızı öğrendim. Psikoloji eğitiminden sonra çevirmenliğe yönelmeniz nasıl oldu acaba? Beril eyüboğlu: Aslında ikisi iç içe geçti. Ben üniversiteye çoluk çocuk sahibi olduktan sonra gittim, 1967’de. türkiye’nin gene çok çalkantılı olduğu ama bugünlerin aksine canlı ve umutlu bir dönemiydi. ’68 Haziranında İstanbul üniversitesi’nde ilk işgaller başladı. 1971’de 12 Mart darbesiyle demokrasi ve özgürlük beklentileri kesintiye uğradı, siyasi partiler ve dernekler kapatıldı, kitlesel tutuklamalar başladı. ’71 Yazında Okulu bitirir bitirmez bir tekstil fabrikasındaki kadın işçilerin çocukları için kurulmakta olan bir yuvada iş buldum. Bu biçilmiş kaftandı benim için. Fabrika vardiyalı çalıştığından yuva 24 saat açıktı. O zamanlar annelerin doğum izni 40 gündü, minicik bebeklerini yuvaya emanet edip işbaşı yapardı kadınlar. İlk çevirim, Albaya Kimseden Mektup Yok o sırada, Cem Yayınevi’nin sahibi ve yayın yönetmeni Oğuz Akkan’ın teşvikiyle 1976’da çıktı. nasıl cesaret ettiğime hâlâ şaşarım, Márquez dünya çapında bir yazar, kitabın aslı İspanyolca ve ben onu İngilizcesinden çeviriyorum! Yani 1970’li yıllarda başladı ilk çeviri maceranız. Sonra da arka arkaya geldi. Pek arka arkaya gelmiş sayılamaz. Ben seyrek çeviri
yapan biriyim. 80’lerde J.M.Coetzee’nin Waiting for the Barbarians’ını okumuş, mutlaka çevrilmesi gereken bir kitap olduğunu düşünmüştüm. Aldım, Adam Yayıncılığa götürdüm. Okuyup beğendiler, hemen yayımlamaya karar verdiler ve o dönemin koşullarında üç baskı yaptı. Sonradan telif hakkını nedense uzatmadıkları için geçtiğimiz yıllarda bir başka yayınevinden, bir başka çeviriyle yeniden çıktı.
Çevirinin dışında bir de yuva yöneticiliğiniz var. Benzer başka uğraşlarınız oldu mu? Çocuk yuvalarında kurucu ve yönetici olarak çalışmaktan hep çok hoşlandım. Benim çalıştığım yuvalardan biri az önce bahsettiğim tekstil işçisi kadınların çocukları içindi. 80’lerde ise İtü’nde öğretim üyelerinin ve personelinin çocukları için bir yuva açtık Maçka kampüsünde. Her iki yuva da kâr amacıyla kurulmadığı için ana babalara maddi yük getirmiyordu. İfrata kaçmayan, çocukları mutlu edecek bir ortam yaratılmasına özen gösteriliyordu. İtü yuvasında çalışmaya başlamazdan önce bir süreliğine türkiye İşçi Partisi bünyesindeki Bilim Yayınevi’nin yöneticiliğini ve editörlüğünü üstlendim. ne yazık ki 12 eylül darbesiyle yayınevimiz mühürlendi. Bir bakıma farklı çizgilerden yazarların çevirmeni olmuşsunuz. John Berger, Gabriel García Márquez, John Maxwell Coetzee, William Saroyan, emma Goldman, Marilyn French, Alice Sebold ve Kate Millett gibi hepsi çok farklı renklerden birçok yazarın eserlerini türkçeye kazandırmışsınız.
Pek farklı sayılmazlar bence. Hepsi insani konuları ele alan, haksızlıklara karşı çıkan, eşitlikten, özgürlüklerden yana mücadeleci kişiler. emma Goldman, Marilyn French, Kate Millett dünyamızda feminist mücadelenin öncüsü olmuş kadınlar. Alice Sebold ise genç bir yazar, lucky/ talihli Kız otobiyografik bir anlatı. Sebold, üniversiteye başladığı yıl okulun yakınlarındaki bir parkta tecavüze uğruyor. Ölümden kıl payı kurtuluyor. Başından geçen felakete rağmen zorlu bir hukuk mücadelesi vererek ayakta kalmayı başarıyor. Okurken ve çevirirken beni en çok etkileyen bu travmatik olayı akıcı ve edebi bir dille aktarabilmiş olmasıydı. John Berger’a özel bir sevgim ve saygım var. Antenleri öylesine duyarlı ki yeryüzünün herhangi bir köşesindeki haksızlık ona dokunuyor ve karşı çıkmakta asla tereddüt etmiyor. William Saroyan ise çok eski bir dost benim için. Onun kitaplarını gençlik yıllarımda okumuştum. Aras Yayınevinden teklif alınca hemen kabul ettim. Çevirdiğim iki kitaptan biri İnsanlık Komedisi’ydi. 2008’de Saroyan’ın doğumunun yüzüncü yılı vesilesiyle bu kitap her gün Açık radyo’da tefrika edildi. Dinlemek çok zevkliydi. Çeviri yaparken önünüzdeki metinle hesaplaştığınız, sıkıldığınız zorlu yerler oldu mu? Hatırlıyor musunuz böyle zamanları? tenimdeki ülke nikaragua’yı Metis’e ben önermiştim. nikaragua Devrimi’ni yaşamış bir gerilla Gioconda Belli, şair ve romancı hem de. Çok da
güzel yazılmış bir kitap ama kimi zaman kendini ayrıntılara kaptırdığını düşündüğüm oldu. Ama tabii “yaa sabır” deyip sadakatle çeviriyorsunuz her sözcüğünü. Bir müdahale söz konusu olamaz. Yaptığınız çeviriler için bir bakıma hepsi sizin tercihiniz olmuş diyebilir miyiz? tercihim sayılabilir. Ya ben önerdim ya da yayınevi. Sonuçta isteyerek çevirdim hepsini de. Beğenerek yaptığınız işler oldu hepsi yani. Zorunlu olarak çevirdiğiniz kitaplar pek yok. Çeviri sizin de bildiğiniz gibi son derece meşakkatli bir iş. Ondan hayatını kazanmak başlı başına büyük bir fedakârlık gerektiriyor. Ben hayatımı çeviriyle kazanmadım. Katkısı oluyor kuşkusuz ama çevirinin yanı sıra hep başka işler de yaptım. Kendim birebir yaşamasam da, genç arkadaşların çevirmenliğin maddi, manevi yükünü taşıdığını biliyorum. Geçiminizi çevirmenlikten sağlamıyor olsanız da aralıklı olarak takriben 35 yıldır çeviri yapmışsınız. Bunca yıldır yayıncılık ve çeviri camiası içindesiniz. İzleyebildiğiniz kadarıyla türkiye’deki çeviri geleneği hakkında neler söyleyebilirsiniz? tanzimat kuşağı yazarlarının çeviri faaliyetinin ilk öncüleri olduğunu biliyoruz. ne var ki bu sistemli bir hareket değildi. 1940’ta Milli eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’in öncülüğünde, nurullah Ataç, Sabahattin eyüboğlu, Azra erhat, vedat Günyol ve ülkenin önde gelen diğer çevirmen ve yazarlarının
söyleşi katkısıyla Ankara’da bir “tercüme Bürosu”nun kurulması, çeviri edebiyatı açısından son derece önemli bir atılımdı. Bu büroda çalışanlar farklı dillerden yüzlerce klasik ve temel eseri dilimize kazandırdı. Devlet eliyle yapılan çok önemli bir teşvikti bu. Ancak devlet teşviki, değişen hükümetlerin estirdiği rüzgârlara bağlı olduğundan günümüzde pek de tamah edilecek bir şey değil kanımca. Çocukluğumdan Milli eğitim Bakanlığı’nın yayımladığı bu güzel, beyaz kapaklı kitapları hatırlıyorum. Daha sonraları benim de elimden düşmez oldular. varlık Yayınevi de telif ve çeviri yüzlerce kitap yayımladı. Ufak boy, ucuz ve nitelikli eserlerdi bunlar. turgenyev, Gogol, Kafka, Camus, Sartre, Istrati, daha nice dünyaca tanınmış seçkin yazarı türkiyeli okurlar bu sayede tanıyıp sevdi. eski ve yeni kuşaklardan çok değerli çevirmenlerimiz olsa da, türkiye’de bir çeviri geleneğinin var olduğunu söylemem zor. Çeviri literatürünün türkiye’de okuryazarlığa ve entelektüel hayata katkısı nasıl oldu sizce? Cumhuriyet’in kurulduğu yıllarda ülkemizde okuryazarlık oranı yüzde 5 bile değildi ve nüfusun yüzde 80’i köylerde yaşıyordu. Bir eğitim seferberliğinin gerekliliği aşikârdı. Milli eğitim Bakanı Hasan li Yücel ve eğitimci İsmail Hakkı tonguç bu gerçekten yola çıkarak, 1940 yılında köy çocukları için, cinsiyet ayrımı gözetmeksizin, genel ve uygulamalı eğitim veren Köy enstitülerinin temellerini attılar. Ayrıntıya girecek
değilim ama öğrencilerin her yıl 25 klasik roman okumakla yükümlü olduklarını belirtmeliyim. Bunu zorbalık gibi görenler olabilir. ne var ki bu enstitülerden çıkan talip Apaydın, Fakir Baykurt, Mehmet Başaran, Dursun Akşam, Pakize türkoğlu ve daha nice yazarımızı hatırlayacak olursak, çeviriyle dilimize kazandırılan dünya klasiklerinin bu köy çocuklarına nasıl bir ışık tuttuğunu kavrayabiliriz. Çeviriyle beslenmeyen, yeryüzündeki kültürlere kapalı bir edebiyat sadece kendi olanaklarıyla gelişemez. Oktay rifat, Orhan veli, Melih Cevdet Anday, Cevat Çapan güzel şiirleri kadar dilimize kazandırdıkları nitelikli şiir çevirileriyle de anılır. tomris Uyar ise edebiyat hayatına çevirmenlikle başlamış, çeviriyi hiç ihmal etmeden, birbirinden güzel öyküleriyle edebiyatımızı zenginleştirmiştir. türkiye’de dönem dönem çeviri etrafında şekillenen entelektüel hareketler olmuş. Az önce sözünü ettiğim Çeviri Bürosu çevresindeki aydınların üretkenliği ve disiplinli çalışması sonucu edebiyatımız, dünya edebiyatının seçkin eserleri sayesinde gelişip zenginleşti. Sonraki yıllarda Memet Fuat’ın yayımladığı Yeni Dergi genç çevirmenler için bir okul işlevi gördü. Çeviriye ağırlık verilen dergi sayfalarında başka ülkelerdeki sanat olayları ve düşünce tartışmaları da yer aldı. 80’lerde Yazko Çeviri ‘nin çıkışı edebiyat çevrelerince heyecanla karşılandı. İki ayda bir çıkan derginin bir seçici kurulu vardı. Kimi çeviriler, çevirmenin isteğine bağlı
olarak özgün metniyle birlikte yayımlanıyordu. Şiir, öykü, deneme, oyun, her çeşit edebi çeviriye Yazko’nun kapısı açıktı. Öyle ki, o tarihte çevrilmiş sadece tek bir kitabım varken, Yurdanur Salman’ın yüreklendirmesiyle, Susan Sontag’dan çevirdiğim “tiyatro ve Sinema” başlıklı inceleme dergide yayımlandı. Yazko Çeviri yayın hayatından çekildikten üç yıl sonra, 1987 Güz’ünde Metis Çeviri‘nin ilk sayısı çıktı. Yayın Kurulu’nda Müge Gürsoy, Suat Karantay, levent Mollamustafaoğlu, Güzide refiğ, Yurdanur Salman ve Hür Yumer vardı. Çevirinin iç sorunları, kötü örneklerin sergilenmesi, başka kültürleri tanıma ve onları anadilimizde özümseme, okumuş kitlenin taleplerini çeviriye yansıtma gibi dertleri vardı bu insanların. Çeviri hatalarının sergilendiği “eşekarısı” köşesiyse ilginç olduğu kadar düşündürücüydü. Basılmış ve yayımlanmış kitaplardan alınmış örnekler, ancak acemi çevirmenlerin yapacağı hatalar ve tuhaflıklar olabilirdi…
Zengin içeriğiyle çeviri dergileri içinde en uzun soluklu sayılabilecek olan Metis Çeviri, 1987-1992 tarihleri arasında 20 sayı çıktı. Bir iyi haber, zaman içinde Metis Çeviri yazılarının internet ortamında okunmaya açık hale getirileceği. Şimdi ise 20 sayının yazı ve çevirilerinin listesini internette, Metis Çeviri kaynakçasında bulabilirsiniz. Sizce Çevbir’in düşünce hayatımıza nasıl bir katkısı olabilir? Çevbir’de neler yapılabilir? Çevbir öncelikle çevirmenliğin bir meslek olarak tanınması ve çevirmenlerin çalışma koşullarının düzeltilmesi amacıyla yola çıktı. Ben kendi adıma bu girişimi çok anlamlı buluyorum. ülkemizde köklü bir yazılı kültür geleneğinin bulunmayışından dolayı kanımca bir çeviri geleneği olduğu da söylenemez. Buna rağmen kurulduğu 2006 yılından bu yana azımsanmayacak işlerin üstesinden geldi Çevbir.
söyleşi Çeviri kalitesini yükseltmek için düzenlenen atölyeler, güncel çeviri toplantıları, intihal komisyonu çalışmaları ve Anadolu dilleri söyleşileri bunlardan bazıları. Şimdilerdeyse bir çeviri dergisi çıkarmanın heyecanı yaşanıyor. Atölyelerin sonuç raporlarının kitaplaştırılması için bir çalışma var mı, bilmiyorum. Bülent’in Kınalı Ada’da, yoğun ilgiye mazhar olan kapsamlı Marx Atölyesi’ni aktardığı yazısını okuyunca, doğrusu katılmadığıma pişman oldum. Bu raporların yayımlanması için bir ekip çalışması gerekebilir. Çevbir’de en çok yakınılan ve sıkıntısı hissedilen şey, işlerin az sayıda insanın omzunda olması, bir başka deyişle özveriyle çalışan üyelerin sayısının azlığı. Son zamanlarda bu sorunun üstesinden gelmek için uğraşılıyor olması sevindirici. Birlikte iş yapmanın temel koşulu uyumlu bir çalışma ortamının sağlanabilmesi bence. O gerçekleşebilirse eğer, önümüze koyacağımız hedeflerin hayata geçirilmesi de zor olmayacaktır. Sizin çeviri tarihinize bakacak olursak, o süreçte etkilendiğiniz, çeviriye dair veya yayın dünyası içinde halen unutamadığınız anılarınız var mı? 1998 İstanbul Kitap Fuarı’na Kate Millett’in gelmesi benim için unutulmayacak bir olaydır. Metis, Zulüm Politikaları’nın yayımlanması vesilesiyle Kate Millett’i Fuar’a davet etti. Bildiğiniz gibi Kate, 1970’te ABD’de yayımlanmasıyla fırtınalar kopartan Cinsel Politika’nın yazarı. Feminist bir manifesto niteliğindeki Cinsel Politika, kadınlarla erkekler arasında
ezelden beri süren savaşın siyasi bir çözümlemesidir. Kate’in gelişi İstanbullu feministler arasında da heyecan yarattı. Burada kaldığı on gün boyunca panellere katıldı, çeşitli dergi ve televizyonlara demeçler verdi, feminist Pazartesi dergisinde önemli bir söyleşisi yayımlandı. Kate bu süreç içinde benim evimde kaldı, onun dostluğunu kazanmış olmak son derece kıymetli benim için. toplumsal dinamikler belki sizin çeviri deneyiminizi de tetikledi… Bu ülkede yaşayıp da toplumsal baskılardan etkilenmemek mümkün mü? “Siyasi tutukluların tanıklıkları üzerine Bir Deneme” alt başlığını taşıyan Kate Millett’tan Zulüm Politikaları, J.M.Cootzee’den Barbarları Beklerken ve Michael K nasıl Yaşadı, John Berger’den Kıymetini Bil Herşeyin adlı kitaplar haksızlıklara ve zulme uğrayan insanların varolma savaşını ve direnme gücünü öne çıkaran eserler. Çeviri benim için bir paylaşım aracı. Bu türden kitaplar ne kadar çok okunursa, zulme karşı savunma gücümüzün o denli artacağına dair çocuksu olduğunu bildiğim bir beklentim var… Çevirmenliği nasıl tanımlarsınız? Sizce çevirmenlik nasıl bir meslek? nasıl olabilir veya nasıl olmalı? “İyi bir mütercim büyük bir müellif kıymetindedir,” demiş Hasan Âli Yücel. Bu sözler ağır bir sorumluluk yüklüyor çevirmenlere, aynı zamanda bu mesleğin mensuplarına bir zamanlar ne kadar değer verildiğini de gösteriyor. Ben
de çevirmenlerin sorumluluk bilinci taşıması gerektiğini düşünüyorum. Çevrilen eserin biricikliğinin yansıtılabilmesi çok önemli. Yazarın söylediklerini en doğru şekilde ifade etmeye çalışırken, kendisine özgü anlatım biçimi de türkçede karşılığını bulabilmeli. Çevirmenlik yoğun emek isteyen bir uğraş. Kimi zaman nerdeyse her şeyden tecrit edilmişçesine bir masa başında çalışmak, gönül verilmeden yapılacak iş değil. Buna karşılık okurların ilgisine, takdirine mazhar olmak da benzersiz bir duygu. “Biz çevirmezsek dünya dönmez!” diye bir sloganı var Çevbir’in… evet, çok seviyorum o sloganı. İddialı ama gerçekçi aynı zamanda. İddialı olmak iyidir. Farklı dilleri konuşan, farklı dillerde yazan insanları, o insanların kültürlerini buluşturuyor çevirmenler. İyi bir çevirmen olmak size göre nelere bağlıdır? türkçeyi çok iyi bilmeden, eski dilin nüanslarına hâkim olmadan çeviri yapılamaz diye düşünüyorum. edebiyattan zevk almayan, şiiriyle, romanıyla, tiyatrosuyla türk edebiyatına ilgi duymayan birinin iyi bir çevirmen olması mümkün mü? Benim çocukluğumda, Cumhuriyet gazetesinde tefrika romanlar yayımlanır, büyükannem bize her akşam Miskinler tekkesi’nden bir bölüm okurdu. Bayılırdım onu dinlemeye. Yabancı dil bilen herkesin çeviri yapabileceği sanılmamalı. Çeviriyi bir süre dinlendirdikten sonra salt türkçesi açısından yeniden okumalı. Yayınevinde, redaksiyon aşamasında
çevirmene danışılmadan müdahalede bulunulmamalı. Çevirmenlik zor bir uğraş olsa da çok çekici yanları olduğunu kabul etmek gerekir. Bir cümleyi kurarken, yani cümleleri bir dilden ötekine aktarırken çeşitli keşiflerde bulunursunuz. eser hangi dönemde geçiyor, yazar hangi sosyal sınıfları ele alıyor, nasıl bir üslup hâkim anlatıya! Çeviri niteliğinin yükseltilebilmesi için eleştiriye ihtiyaç var bence. Kitap tanıtımlarında söz konusu kitabın çevirisiyle ilgili kapsamlı ve nesnel değerlendirmelere yer verilmesi çevirmenin görünürlüğünü sağlayacağı gibi, gelecekteki çalışmaları için de yararlı olacaktır. Bugün çevirmenliğin türkiye’deki koşulları hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu mesleğin geleceği nasıl olacak? Çeviri artık üniversitelerde kürsüsü bulunan bir bilim dalı. Öte yandan çevirmenliğin öncelikle yetenek işi olduğunu unutmamalı. Çevirmenlerin salt eğitimle yetiştirilemeyeceğini düşünüyorum. Çevirmenliğe her zaman ihtiyaç duyulacak. eskiden Fransızca, Almanca ve İngilizce gibi belli başlı üç dilden çeviri yapılırken artık Japonca, İbranice, Aramice, Portekizce, vb. 72 dilden çeviri yapan meslektaşlarımız var. türkiye’de koşulların ağır olduğu malum, ne var ki çevirmenlik artık meslekten sayılmaya başladı. Yeni kazanımlar için mücadeleyi elden bırakmamak gerekiyor. Çok genç yaşta 40-50 kitap çevirmiş arkadaşlarımız var. Koşullar zorluyor olsa da her şeye rağmen severek, isteyerek
söyleşi yapılan bir iş bu. Dünyada çeşitli dillerden sürekli edebiyat eserleri yayımlandığına göre, çeviri de sürgit yapılacaktır; türkçeden de başka dillere yapılacağı gibi. türkiye’de de giderek daha çok insan yabancı dil öğreniyor. Ama buna rağmen çeviriye olan ihtiyaç sürecek diye düşünüyorsunuz. elbette sürecek. Yabancı dil öğrenmekle bitmiyor ki iş. eğer edebiyattan söz ediyorsak, kişinin o dilde yazılmış eserleri okuyup yorumlayacak düzeyde olmalı dil bilgisi. Okullarımızda öğretilen yabancı dilin pek yeterli olmadığını düşünüyorum. Özel bir gayret gösterilmedikçe sınırlı sayıda sözcükle kendini ifade etmeye çabalamaktan öteye geçilemiyor. “Yabancı dil öğrenmek” konusunda aykırı bir örnek vermek istiyorum. Bizler Kürtçe diye bir dilin varlığından habersiz yetiştik. Yıllarca bilmezden, duymazdan gelindi Kürtçe, bununla da yetinilmeyip yasaklandı. Geçenlerde Diyarbakır Kitap Fuarı’na gitmiştim. Standlar Kürtçe kitaplarla kaplıydı ve ben kitap adlarını bile okumaktan acizdim. Duyduğum heyecanı ve utancı anlatamam. Selim temo, Muhsin Kızılkaya ve başkaları çevirmese biz Kürt edebiyatından nasıl haberdar olacağız? Ya ermenice? Bu topraklarda yaşamış ve yaşamakta olan farklı etnik kökenlerden insanlara saygı göstermenin bir yolu da onların dillerini ve kültürlerini tanımak değil mi? evet. Mesleğin başında olan kişilere neler önerebilirsiniz? Daha önce de söylediğim gibi her iki dili de çok iyi öğrenmek, bilmek için sürekli çaba harcamak gerekiyor. İki
dilde de edebiyat eserlerini okumaya öncelik verilmeli, okurken bilinmeyen sözcükleri mutlaka sözlüklerden ya da internetten araştırmalı, en uygun anlamı seçmeli. Bazı fahiş hatalara rastlanabiliyor çevirilerde. AnaBritannica’da çalışırken, nur içinde yatsın vedat Günyol bunları listelemeye meraklıydı. Hiç unutmuyorum, “çalışkan işçi” diye çevrilmiş olan “industrial worker”ı, “konfeksiyoncu” olarak çevrilen “confectioner” yani şekerciyi! tekrar olacak ama çeviriyi mutlaka demlendirmeli. Bir iki gün sonra yeniden okumalı, kılçıklı ifadeleri düzeltmek için. Sadece çeviriyle hayatını döndürebilen galiba çok az sayıda insan var. Maalesef öyle. Harry Potter gibi çok satarlar ve çok sayıda baskı yapan bazı kitaplar çevirmene belli bir avantaj sağlıyor mutlaka. Değerli çevirmen Seçkin Selvi, Çevbir’in davetlisi olarak bulunduğu bir toplantıda, hoş bir yakıştırmayla, “Hayatımda bana destek olan yegâne erkek,” diye söz etmişti Gabriel García Márquez’den. Yüzyıllık Yalnızlık’ın çevirmeniydi ve türkiye’de yayımlandığı 1984 tarihinden bu yana 43 baskı yapmıştı. Sizin bir de hikâye derlemeciliği yönünüz var. Benim bildiğim kadarıyla iki derlemeniz var. evet, Dile Kolay Öyküler/ Masallar, Çevbir üyesi çevirmenlerin ikinci ortak çeviri çalışmasıdır. nadine Gordimer’in Güney Afrika’da, AIDS ile mücadele adına dünyaca tanınmış yazarları harekete geçirerek derlediği telling tales’in 21 öyküsünü çevirmenlerimizin gönüllü katkısıyla çevirdik. Özgün dili
İngilizce olan 13 öykü dışındaki öyküler İspanyolca, Almanca (2 öykü), İtalyanca, Japonca, İbranice, Fransızca ve Portekizce asılları bulunarak çevrildi. Dile Kolay’ı Pan Yayıncılık’ın karşılıksız emeği ve UnFPA’nın maddi desteğiyle türkiye AIDS Savaşım Derneği yararına yayımladık. Daha sonra gene türkiye AIDS Savaşım Derneği yararına, yaklaşık elli yıllık bir zaman dilimi içinde ürün vermiş türkiyeli 21 yazarın armağanı birer öyküden oluşan Hayatın Seyri gene Pan Yayıncılık tarafından yayımlandı. Bir de cezaevindeyken çeviri yapmaya başlayan çok sayıda insan olmuş... Az önce çevirmenlerin nerdeyse tecrit edilmiş bir ortamda çalışmak durumunda olduklarından söz ettim, bu doğal olarak tercihe bağlı bir tecrit. Oysa ülkemizde, onyıllardan beri zorunlu tecrit koşullarında, cezaevlerinde yazan, çeviri yapan insanlarımızın durumu bundan çok farklı. İçeriye keyfi şekilde kitap, sözlük, daktilo (şimdilerde bilgisayar) sokulmaması, yazıların imha edilmesi ya da dışarıya çıkarılmasının engellenmesi türünden bin çeşit zorlukla karşılaşıldığı malum. ülkemizde, özellikle siyasi tutukluların çeviri edebiyata bir hayli katkısı olduğunu söyleyebiliriz. ne var ki geçmişte çeviriler takma adla yayımlandığı için bunları kimlerin yaptığı pek bilinmiyor. nâzım Hikmet’in cezaevindeyken rus klasiklerini çevirdiği hâlâ dillerde dolaşır. Günümüzdeyse, genç yaşta özgürlükleri kısıtlanmış olsa da tüm zorluklara karşın, içerdeki yılları verimli bir uğraşla telafi edebilen çevirmenlere örnek olarak Işık
ergüden’le Osman Akınhay’ı gösterebiliriz. Bu iki isme ilave edilecek, benim bilmediğim “içerde” kendini yetiştirmiş ve bir kısmı hâlâ tutsak olan daha nice çevirmen olduğundan kuşkum yok. türkiye’de her dönemde, topluma azımsanmayacak katkılarda bulunabilecekken türlü bahanelerle, özellikle de komünizm propagandası gerekçesiyle, siyasi iktidarın hışmına uğrayıp harcanmış çok sayıda insandan söz edebiliriz.1948’de devlet memurluğundan ve Dil tarih Coğrafya Fakültesi öğretim üyeliğinden kesin olarak ihraç edilen Behice Boran da bu şiddetten nasibini alarak işsizliğe mahkûm edilmişti. Yabancı dil bilmesi zor günlerinde ona can simidi oldu. ekmeğini kazanmak için kocasıyla birlikte bir tercüme bürosu açtı, ticaret mektupları çevirirken bir yandan da Howard Fast’tan Hürriyet Yolu, Joseph Kessel’den Atlılar, John Steinbeck’ten Sardalye Sokağı’nı çevirdi. ne yazık ki, bu çevirilerde hep takma ad kullanmak zorunda kaldı. Kemal H. Karpat’ın türkçesi 1967 yılında yayımlanan türk Demokrasi tarihi: Sosyal, ekonomik, Kültürel temeller adlı kitabının ilk çevirisi Behice Boran tarafından yapılmıştır. Ancak malum koşullar yüzünden kitabın künyesinde adı geçmez. leyla Şimşek-rathke 3 Kasım 2011, emirgan
şiirçevirilerimiz Boris Pasternak Hamlet Çev. Günay Çetao
Dindi uğultu. Sahneye çıktım. Dayandım kapının sövesine, Irak bir yankıda yakaladım, Görüp göreceğimi ömrümde. Yarı karanlığı gecenin çevrili üstüme Çepeçevre bin bir dürbünden Abba tanrı, eğer mümkünse O kâseyi çevir önümden. İnatçı maksadını seviyorum senin, Bu rolü oynamaya razıyım da. Ama şimdi bir başka dram sahnelenen, ve bu defa n'olur bana dokunma. Fakat perdeler çoktan sıralanmış, ve kaçınılmaz artık yolun sonu. Yalnızım, boğuluyor her şey ikiyüzlülükte. tarla geçmeye benzemez yaşam yolu.
Гамлет
Гул затих. Я вышел на подмостки. Прислонясь к дверному косяку, Я ловлю в далеком отголоске, Что случится на моем веку. На меня наставлен сумрак ночи Тысячью биноклей на оси. Если только можно, Aвва Oтче, Чашу эту мимо пронеси. Я люблю Твой замысел упрямый И играть согласен эту роль. Но сейчас идет другая драма, И на этот раз меня уволь. Но продуман распорядок действий, И неотвратим конец пути. Я один, все тонет в фарисействе. Жизнь прожить — не поле перейти.
Marina tsvetayeva Hamlet’in Vicdanla Diyaloğu Çev. Günay Çetao
- Dipte o şimdi, balçık ve çamura... Uyumaya Gitti o şimdi, - ama dipte uyku yok! - Oysa sevdim ben onu, Kırk bin erkek kardeşin Sevemeyeceği kadar çok! - Hamlet!
Диалог Гамлета с совестью ил
И водоросли... Спать в них Ушла, -- но сна и там нет! -- Но я ее любил, Как сорок тысяч братьев Любить не могут! -- Гамлет! ил:
Dipte o şimdi, balçık ve balçık!.. ve tacı son kez Göründü suda, kıyıdaki kütüklerde... - Oysa sevdim ben onu, Kırk bin kardeş gibi... - Daha çok severdi yine de tek bir sevgili. Dipte o şimdi, balçık içinde. - Oysa ben onu (şaşırarak) sahi sevdim mi??
-- На дне она, где
На дне она, где
Ил!.. И последний венчик Всплыл на приречных бревнах... -- Но я ее любил Как сорок тысяч... -- Меньше, Все ж, чем один любовник. ил.
На дне она, где -- Но я ее -(недоуменно) любил??
yeniçıkançeviriler Çevbir üyelerinin 2011 Yılı İçinde Yayımlanan Kitapları
Aysun Babacan Kişi Olmaya Dair, Carl rogers, Okuyan Us Yayınları rüzgarın On İki Köşesi, Ursula le Guin, Ayrıntı Yayınları B, Bira, tom robbins, Ayrıntı Yayınları Bulfinch Mitolojileri, thomas Bulfinch, Pinhan Yayınları [Bora Kamçez ve Berk Özcangiller’le birlikte] Sakın Açma, Jon Farndon, ntv Yayınları
Yelda türedi İstanbul'u Dolaşırken, John Freely ve Hilar Sumner Boyd, Pan Yayıncılık renan Akman Bir Fransız romanı, Frédéric Beigbeder, Sel Yayıncılık leyla Şimşek-rathke Dünden Kalanlar: türkiye'de Hemşirelik ve GAtA tSK Sağlık Meslek lisesi Örneği, (Yazar), İletişim Yayınları
Süleyman Doğru Gammazcılar, Juan Gabriel vásquez, everest Yayınları Yusuf eradam (Misbah Şengül’le birlikte) Bir Başına, Anthony Storr, Apollon Yayıncılık Ahmet Arpad Merhaba Umut, Mario Simmel, everest Yayınları Kitapçı Mendel, Stefan Zweig, Yordam Kitap Kemal Atatürk, Herbert Melzig, Alfa Yayınları Geleceğe Güven, Stefan Zweig, everest Yayınları Herkes tek Başına Ölür, Hans Fallada, everest Yayınları Yolculuklar üzerine, Stefan Zweig, everest Yayınları Kadriye Cesur Dünya nimetleri, Anton Baev (Şiir), Komşu Yayınları elif Uras Akhan Ağaçtaki Gözcü, rebecca Pawel, literatür Yayınları vatana Dönüş, rebecca Pawel, literatür Yayınları Ahmet ergenç Bir İdea Olarak Komünizm, Ayrıntı Yayınları, [elif Kılıç’la birlikte]
Sabri Gürses İğrenç Adamlarla Kısa Görüşmeler, D. F. Wallace, Siren Yayınevi Devrimci Hayaller, richard Stites, Sel Yayınları Yufka Yürek, F. Dostoyevski, Can Yayınları Boksör, Böcek, ned Beauman, Domingo Yayınevi Sanat ve Kuram, ed. Charles Harrison & Paul Wood levent Bakaç Sosyalizmin Önkoşulları ve Sosyal Demokrasinin Görevleri, Yazılama Yayınevi Betül Parlak Bir Çeviri eserler Bibliyografyası Işığında türkçede İtalyan Kültürü (Yazar), Beta Yayıncılık Will Moogley Hayalet Ajansı - tüyler ürpertici Bir Aile!, Matteo Piano ve Pierdomenico Baccalario, İthaki Yayınları Hayalet Ajansı - Beş Yıldırımlı Otel, Matteo Piana ve Pierdomenico Baccalario, İthaki Yayınları H. Can erkin Anahtar, Junichiro tanizaki, Can Yayınları
kazanımlarımız Çevbir deneyimine katkı sunan Mehmet Moralı, Bilal Çölgeçen gibi üyelerimiz, hak savunuculuğu sürecinde belki de en büyük kazanımın Çevbir’in kurulması olduğunu ifade ediyorlar. Çevbir Bülten için bizimle deneyimlerini paylaşan Mehmet Moralı “Çevbir kurulup da bir takım davalar kazanmaya başladıktan sonra, birçok yayınevi ÇevBİr'in konuya müdahil olduğunu öğrendiğinde tutumunu yumuşattı ve dava konusu olabilecek bir çok sorunu çok daha kısa yollardan, bir mektupla, bazen bir telefon konuşmasıyla halledebildik” diyor. Bilal Çölgeçen ise, bültenimizin yayım aşamasına geldiği sırada bize ulaşan bir haberi paylaşıyor: “nesrin Altınova'nın Sefiller çevirisinin intihali
dolayısıyla engin yayıncılığa karşı açtığımız dava nihai olarak sonuçlandı. Mahkeme ilk etapta 19.446 lira tazminat cezası belirlemekle birlikte davanın temyiz aşaması başlarken yayınevinin 29.050 lira (net 26.338 lira) ödemeyi kabul etmesiyle birlikte bir anlaşmaya varıldı. Bir yandan bu davanın lehimize bitmesinin sevincini, bir yandan da nesrin Altınova'nın bu davanın nihai sonucunu göremeden aramızdan ayrılmasının kederini yaşadık.” Bu davanın sonuçlanması vesilesiyle avukatımız Canan Cihan’a, dava için intihal raporunu hazırlayan Mehmet Moralı'ya ayrıca teşekkür ediyoruz.
yazıçizi Çevirmenler niçin Biraz takdiri Hak ediyor (the Observer, 25 nisan 2010) Yazan: tim Parks Çeviren:Yiğit Yavuz
B
ayılarak okuduğunuz Milan Kundera kitaplarını kim yazdı? Cevap: Michael Henry Heim. Pek yetenekli olduğunu düşündüğünüz Orhan Pamuk’unkileri? Maureen Freely. engin bir hayal gücüne ve bilgiye sahip roberto Calasso’nun kitaplarını kim yazdı peki? Ben yazdım. Çevirmen, işini yapıp ortadan kaybolmalıdır. Muhteşem, karizmatik, yaratıcı yazar, dünyanın her tarafında yerini almak ister. Okurlarının çoğunun aslında kendisini okuyor olmadığı gerçeği ise, kabul etmek isteyeceği en son şeydir. Okuyucular da aynı hisse sahiptir. Muhteşemliğin kendisiyle yakın temas içinde olmak isterler. Bu metnin Bremen’deki bir küçük bir evde veya Osaka’nın kenar mahallelerindeki yüksek bir apartman katında, açlık sınırı dolaylarında bir ücret karşılığında yazıldığını bilmek istemezler. Çocuklar niçin, JK rowling’in aslında sigaraları art arda dizen bir emekli olduğunu öğrenmeyi arzu etsinler ki? romanlarımı okuyan kişiler benimle tanıştıklarında, çeviri de yapıyor olmam karşısında hayal kırıklığına uğruyorlar; sanki bu iş, “önemli” biri olduğunu ümit ettikleri yazarı küçük düşürüyormuş gibi. Küreselleşmeyle bireyciliğin suç ortaklığıdır bu; nerede yapılmış, nerede yazılmış olursa olsun hepimiz tüm
filmleri izleyip, tüm kitapları okuyabilir ve aynı deneyimi yaşayabiliriz. Aslında bir aracıya ihtiyaç duyduğumuzun hatırlatılması, hevesimizi nasıl da kaçırır; Çinlilerin eline geçen, kitaplarımın bir aracı üzerinden gelen varyantıdır; ben de Dostoyevski’yi bir aracı üzerinden okuyorum. Yıllar önce yazar Kazuo Ishiguro, İngiliz meslektaşlarını, metinlerini çeviriyi zorlaştıracak şekilde yazdıkları için kınamıştı. Söylediğine göre, bu kadar sade bir üslûpla yazmasının sebeplerinden biri, kitaplarının dünyanın her tarafında yeniden üretilebilmesini sağlamakmış. Peki Shakespeare, Fransız okuyucularını düşünerek kelime oyunlarını azaltsaydı ne olurdu? Ya da Dickens, Micawber’ın konuşmaları Japoncaya nasıl çevrilecek diye kaygılansaydı? Kundera için çeviri daha da önemli bir meseleydi; zira çevrilirken üslubunun sıradan hale getirildiği kanısındaydı. “Saptırılmış vasiyetler” adlı eserinde, şöyle gürlüyordu: “Çevirmenin üstündeki otorite, yazarın kişisel üslubu olmalıdır… Oysa çevirmenlerin çoğu başka bir otoriteye, basmakalıp ‘iyi Fransızca, Almanca ya da İtalyanca’ çeviri anlayışının otoritesine boyun eğerler’.” lakin dilsel bir normdan sapmak, sadece kaynak dil bağlamında anlam taşır. lawrence Aşık Kadınlar’da uykusuzluk çeken Gudrun’dan bahisle, “harap olarak mükemmel bir bilinç haline ulaşmıştı” şeklinde ürpertici bir ifade kullanır. Ama ya burada yıkım bir tür dönüşüm olarak anlaşılmışsa
ya da bilinç olumsuz görülmüşse? Çevirmenin tam olarak ne yaptığını asla bilemezsiniz. Çevirdiği kitabın gerisinde duran tüm kitapların ayırdında olarak, nüansları ve kültürel imaları manyakça bir dikkatle okur; sonra bu inanılmaz derecede karmaşık şeyi kendi dilinde yeniden yazmaya koyulur. Bunu yaparken her şeyi, özgün metinle ilgili deneyim değişmeyecek, yahut ona mümkün olduğunca yakın olacak şekilde tekrar detaylandırıp değiştirir. Her bir cümlede, en sadakatli hürmetle en mahirce dikkati bir araya getirmek zorundadır. Pisa Kulesi’ni Manhattan’ın merkezine taşıdığınızı ve herkesi kulenin doğru yerde olduğuna ikna etmeye çalıştığınızı düşünün; için ölçeği bu kadar büyüktür işte. Kendi romanlarımı yazarken her zaman, organizasyon ve hayal gücünden yana büyük çaba sarf etmişimdir, ama cümle cümle çeviri, entelektüel açıdan daha külfetlidir. Olumlu yanından bakarsak, başka bir yazarın kendi eserini nasıl oluşturduğunu uygulamalı olarak deneyimlemek, bir yıl boyunca yaratıcı yazarlık dersi almaya eşdeğerdir. Çok az yazarın çeviriye “gönül indirmesi” ne kadar yazık. elbette çevirmen zayıfsa, uyuşmada kimi tuhaflıklar ortaya çıkacaktır (içeriği yakalamış, fakat üslubu kaçırmışsınızdır); yahut metin akıcı fakat isabetsiz olacaktır (üslubu yakalamış, fakat içeriği kaçırmışsınızdır). en başarılı –özgün metin üzerinde en derinlemesine kavrayışa ve kendi dilinin en büyük imkânlarına sahip
olan– çevirmen, üslûpla içeriği hem yepyeni, hem de asıl modele şaşılacak derecede sadık olacak biçimde bir araya getiren kişidir. Çevirmen arada sırada, bireysel dehanın kutlandığı şenliklere, kariyerini ileri taşıdığı, hatta oluşturduğu büyük bir adamın konuğu olarak katılır. new York’da Mr. eco, Almanya’da Mr. rushdie’dir o. Aldığı milyonlarca karardan ötürü değil, rushdie’yi veya eco’yu çevirdiği için takdir görmektedir. Daha bahtsız yazarlar için harika işler yapmış olsa, ismini hiç duymayacaktık. İşte bu yüzden, genç çevirmenler için bir ödül koyan Harvill Secker’ı alkışlamak gerekiyor; çevirmeni ünlü bir isimle bağlantısı yüzünden değil, bir hikâyeyi başkalarından daha ikna edici şekilde çevirdiği için konulmuş az sayıda ödülden biridir bu. Her neslin, kendi çevirmenlerine ihtiyacı vardır. Güzel bir edebiyat eserinin asla güncellenmesi gerekmez; oysa bir çeviri, ne denli harika olsa da zamanla toz tutar. Pope’un Homeros’unu okurken, Homeros’tan ziyade Pope’u duyarız. Constance Garnett’ın tolstoy’unu okurken, 19. yüzyıl sonları İngiltere’sinin sesini duyarız. Büyük eserleri yeniden ele alıp, onları kendi dilimize uydurmamız icap eder. Bunun için taze zihinlere, taze seslere ihtiyaç duyuyoruz. Her yıl birkaç dakikalığına, çevirmenlerin önemli olduğunu gerçekten kabul etmemiz, en iyi çeviriyi okuduğumuzdan emin olmamız gerekiyor.
yazıçizi üçüncü Şahıslar Şinasi Yazan: Sabri Gürses
Ş
inasi, edebiyatımızın en ilginç karakterlerinden biri, elli yıla bile ulaşmayan hayatında, türkçenin neredeyse bütün ilklerini yerine getirmiş bir yazar: ilk serbest gazeteci, ilk yerli tiyatro yazarı, ilk makalenin sahibi, hatta modern noktalama işaretlerini türkçede ilk kez kullanan yazar. Fakat en önemlisi, Batı şiirinin türkçedeki ilk çevirmeni. Bunun önemini anlamak günümüzde, Batı şiirinden çevirinin çevirmenin şiir diline yatkınlığı, çeviri sanatındaki ustalığı gibi ölçütlerle değerlendirilmesinin olağan olduğu günümüzde oldukça güç. Şinasi’nin attığı adımın eşsizliğini, biricikliğini anlamak için o dönemin edebiyatının genel olarak Batı edebiyatıyla, özellikle de Batı şiiriyle ne kadar yabancı ve uzak olduğunu hatırlamak gerekir. Öncelikle farklı edebiyat biçimleri kullanılmaktadır, farklı edebiyat gelenekleri ve kültürel geçmiş söz konusudur. Şinasi’nin Fransız edebiyatından, Jean racine’den ilk şiir çevirisini yaptığı 1859 yılından iki yıl önce, Charles Baudelaire les Fleurs de Mal’i (Kötülük Çiçekleri) yayınlar: modern şiirin simgeci kapıları açılmış, Batı edebiyatında serbest şiire giden yola çıkılmıştır. Aynı yıllarda Şinasi de Osmanlı edebiyatının biçimsel kalıplarını çeviri yoluyla zorlamış, yeni türkçe edebiyatın Batı şiiriyle çeviri yoluyla özel bir şekilde kaynaşmasına öncülük etmiştir.
Bunun ne kadar zorlu bir adım olduğunu anlamak için, dönemin, Batı edebiyatını kuşkusuz okumakta olan yazarlarının bu edebiyatın yabancılığı ile ilgili duygularını hatırlamak yararlı olabilir. tevfik Fikret, Fransız edebiyatı okumaları için şunu söylemektedir: “.. Bodler (Baudelaire), Müse (Musset), Hügo, Bonival (Baunivalle), Prüdom (Prudhomme), Kope (Coppee) gibi bedî’aperverân-ı hayâl ve hakikatten
sürülebilir: iki ayrı uygarlık kaçınılmaz buluşma, kaynaşma noktasına gelmiştir ve bu uygarlığın aktörleri birçok alanda birbirlerini karşılaştırmakta, değerlendirmektedir. Osmanlı aydınlarını, okumuşlarını, alimlerini ve züppelerini Batı’ya yolculuk eder, Batı edebiyatının eserlerini inceler, bunların kendi eserleriyle yakınlık ya da uzaklıklarını anlamaya çalışırken hayal edebiliriz. Bu sürecin yirminci yüzyılda da devam ettiğini
üçer beşer sahîfe mütalâa ettim. Her yaprağı çevirişimde zihnime bir cihân-ı marifet sığdırmış gibi oluyordum. Okuduğum nefâyise Osmanlı âsâr-ı edebiyyesi arasında emsâl arıyor, bulabildikçe iftihâr ediyordum.” Bu kısa alıntının, tanzimat dönemi edebiyatının genel havasını yansıttığı öne
gösteren, hoş bir fıkra Yahya Kemal’in anıları arasında yer alıyor: “verlenİn Şİİrİ Fransız şairi verlenin [verlaine] (Mon rev fami) namında maruf bir manzumesi vardır. Celâl Sahir bey bir gün mecliste bir çok şiirlerini okuduktan sonra: Mon rev familya, sevgili bir şiiri verlenin,
vardır benim de böyle mükemmel şiirlerim! Deyince Yahya Kemal Bey öteden seslenir: - Öyle şiirlerin varsa onları okusan a… İki saatten beri niçin bunları dinletiyorsun?” Şinasi Fransızcadan yaptığı ilk şiir çevirileriyle benzersiz bir dönüşümün yolunu açmıştır. Çünkü edebiyatın diğer alanlarında yapılan çeviriler, büyük ölçüde yeni bir türün (roman, tiyatro oyunu, makale..) yerli edebiyata katılması, uyarlanması sürecinde gerçekleşiyordu; buna karşılık, şiir çevirileri, var olan bir türün dönüşümüne yol açtı. Birkaç on yıl geçmeden, birçok yerli edebi biçim bir yana bırakıldı ya da uyarlandı ve Batılı şiir biçimleri yerli edebiyata katıldı. Şinasi ilk şiir çevirisini Fransa’da şahsen tanıştığı Alphonse de lamartine’den yapmıştır. lamartine çevirilerinin yanı sıra Jean racine, nicolas Gilbert ve Jean de la Fontaine’den yaptığı çevirileri ilk basımında Fransız lisanından nazmen tercüme ettiğim eş’ar (1859) adını verdiği, ikinci basımındaysa adını terceme-i Manzume (1870) olarak değiştirdiği bir kitapta derlemiştir. “Çevrilen dizelerin sayısı 100’den biraz fazladır. “Bu çevirilerin dikkate değer yanı, Şinasi’nin tuttuğu yoldur. Çevirilerinde metne bağlı kalmıştır. Denetlemeyi kolaylaştırmak için, metinlerin asıllarını da vermiştir. Metinden ayrıldığı zaman, bunu sözcüklerin altını çizerek belli eder. Dizelerin sırasında aslına göre bir değişiklik olmuşsa, bunu da metinde ve çevirideki dizelere aynı numaraları vererek gösterir.
yazıçizi “Bu çeviriler şiirimizin yapısıyla ilgili geleneksel görüşleri sarsmalarıyla çok önemlidir. Şinasi, yaptığı manzum çevirilerle, biçim özgürlüğü konusunda ilk adımları atmış, ayrı bir edebiyat görüşünün habercisi olmuştur.” Şinasi’nin şiirlerin çevirileriyle birlikte asıllarını da vermiş olması, birçok açıdan yorumlanabilir: ama en önemlisi, Şinasi’nin kitabın bir yanında sağdan sola akan Osmanlıca çeviriye, diğer yanında soldan sağa akan Fransızca kaynak metne yer vermiş, iki farklı dünyayı birbiriyle örtüştürmüş olmasıdır. Bu çeviri her yönüyle farklılığın ve yakınlaşmanın işaretlerini taşımakta, okuru iki dünya arasında karşılaştırma yapmak üzere serbest bırakmaktadır. Ahmet Hamdi tanpınar, Şinasi’nin çalışmasını değerlendirirken bu çabanın “acemi olduğu” fakat “yeni bir ses getirdiği, yeni bir şekil aradığı” üzerinde durur: “esther’in, Athalie’nin parçalarını, Gilbert’in bir kıt’asını aşağı yukarı eski şekillerde tercüme eden Şinasi’nin, daha lamartine’in Meditations’undan aldığı dört kıt’ayı tercüme ederken yeni şekil aradığını görüyoruz. Filhakika dört mısra’ı da birbiriyle kafiyeli kıt’alar bilhassa müseddeslerde, hatta kaside matla’larında, eskilerde vardı. Fakat bu cins kıt’alarla yazılmış manzume yoktu. Şiirimizin her iki ananesinde kıt’a şeklinin daha ziyade musikiye refakat için kullanıldığını mukaddememizde söylemiştik. Bu itibarla kıt’aların, sonlarındaki kafiye bağlılıklarıyla bir nakarat gibi birbirini cevaplandırması gerekiyordu. İşte Şinasi’nin manzumesi, bu noktada yeni idi. Kaldı ki bu tercümede
Şinasi, dili evvelâ sadelik uğruna, sonra da lamartine’in düşüncesini mümkün olduğu kadar sadık kalarak ve muayyen bir şekil içinde, yani hiç olmazsa kıt’a bünyesine riayet ederek vermek için çok zorlamıştı. ve böylece türkçeye bilâhare kendi yeni manzumelerinde de az çok devam eden çok acemî ve iptidaî olsa bile, yeni bir ses getirmişti.” [abç]. Şinasi’de bir çevirmen görmek zor kuşkusuz, Şinasi tam anlamıyla bir çevirmen değildir, fakat çevirinin kültürler arasında örtüşmeyi sağlamak ve yerli kültürü dönüştürmek açısından taşıdığı önemi kavramış bir aydındır. Sözlük çalışmaları, Batılı cümle düzenini ve noktalama işaretlerini edebiyatımıza sokması, dilde sadelik ve özlülüğe öncelik vermesi her yönüyle çevirinin farkında olan ve çok yönlü bir uygulamasını gerçekleştiren bir insanın engin çabasını sergiler. Aynı dönemde Osmanlı edebiyatını İngilizceye çevirmekte olan e.J.W. Gibb, Şinasi için şöyle demektedir: “Şinasi, bilginler elinde bir oyuncak gibi olan edebiyatı, ulusun töresi ve davranış eğitimi için bir araç haline getirdi. Bunu Batı’dan aldığı dersle, yapmacığın yerine doğallığı koymak ve söyleme yolunu, söylenecek olanın emrine vermekle yaptı.” Burada “Batı’dan aldığı dersin” uygulamaya geçirilmesinin en temel aracı, çeviridir. Şinasi’nin çeviride uyguladığı yöntemi, yani kaynak metne bağlı kalma, ayrıldığı yerleri belirtme yöntemini kendi yazı üslubunda da kullandığı söylenebilir: “Aruzu türkçe sözcükler üzerinde denedi ve ‘sâfi türkçe’ manzumeler yazdı. Sokakta ve evde konuşulan
türkçeyi nazma soktu .. konuşulan türkçeye saygı gösteriyor, aynı nedenle türkçe sözcükleri uyak yapıyor, göze çarpsın diye böyle olan dize ve manzumeleri işaret ediyordu. .. Uzun, çapraşık, anlaşılması güç ‘inşa’ cümlesi, Şinasi’nin kısa, açık, düşünce bakımından yoğun cümlesine yenildiyse, bu, öyle kendiliğinden ve kolayca olmadı. .. Şinasi’nin cümlesi sözcük fazlalığından elden geldiğince ayıklanmıştır; yolunu bulsa, cümleyi matematik yalınlığa kavuşturacaktır. .. Düşüncelerin, fazla benzetmelere ve sözcük oyunlarına başvurulmadan, mantıkî bir düzen içinde düpedüz anlatılmasını yeğler.” Bu çok yönlü çalışmanın türkçede Batı edebiyatından şiir çevirisinin gelişiminde çok önemli bir yer tuttuğu, hatta bir bakıma onun evrimini yönlendirdiğini söylemek yanlış olmaz. Şinasi’nin şiir çevirisi yaptığı tarihlerde, şiir çevirisinin biçemsel yakınlık sağlanarak yapılamayacağı, nesir olarak yapılması gerektiği, hatta şiir çevirisinin büyük ölçüde olanaksız olduğu görüşü yaygındı. Bu görüş bir yandan şiir çevirisinin kendine özgü güçlüklerinden, diğer yandan Batı edebiyatının yabancılığından besleniyordu. İlk yaklaşımı dile getirenlerden biri necib Asım’dır: “[Klasiklerin] Manzûm olanlarının nazmen bir şey artırıp eksiltmeksizin tercümesi kâbil olamayacağını o yolda en ziyâde ibrâz-ı liyâkat eden Şinâsi merhûm için bile, hem de âdî kurt koyun masalında, mümkün olmamıştır. Mamâfîh o derecede iktidâr gösterilebiliyorsa yine makbûl olur, lâkin işte kolaylık için
nesir yolu şimdilik daha muvâfık görülür.” İkinci yaklaşım için, şair nigâr Hanım’ın Alfred de Musset’nin bir şiiriyle kendi yaptığı çeviriyi karşılaştırmak üzere söyledikleri anılabilir: “ne selîs, ne lâtif, ne manidâr, ne vâzıh bir şiir numûnesi! Her zamân olduğu gibi bunda dahi aslındaki letafeti tercümesinde muhafazaya muvaffak olamadım. Heyhat! Ona muvaffakiyet bizim gibi acize için mümkün mü? Alfred de Musset kim!” Her iki ifadenin de Şinasi’den sonraki tarihlerde dile getirilmiş olması, Şinasi’nin çabasının yeterince karşılık bulmadığını düşündürebilir. Fakat, Şinasi çok daha derin bir toprağa tohum atmıştır ve yüz yıl sonra, yaklaşımı çevirmen Selahattin Hilav ve Sait Maden’in sözlerinde yankı bulmuştur: “Bugüne kadar yapılmış çeşitli özümleme deneylerine rağmen, Batı şiiri de, tıpkı Batı düşüncesi ve hayatı gibi yalnız biçim açısından yaklaşabildiğimiz bir şey olarak kalmıştır. .. Çağdaş Batı şiiri, özü gereği, dile karşı bir başkaldırma, dilin alışılagelmiş kullanılışını bozma biçiminde de ortaya çıkmıştır. Dadacıların ve Gerçeküstücülerin, geleneksel dünyanın taşıyıcısı olarak gördükleri dile karşı özel bir tavır takınmaları bu davranışın önemli görünüşlerinden biridir. Öyleyse, çağdaş Batı şiirini öz diline aktarmak isteyen çevirici dil karşısındaki bu özel tutumu benimsemek zorundadır.. Ayrıca, dış benzemelerin ötesinde, çağdaş Batı şiirine genel olarak yanaşamamış bir şiir dünyası içinde iş görmek zorunda olan çevirici, sayısız ön duyguları ve önyargıları da aşmak zorundadır. Çağdaş Batı şiirini öz dili içinde yeniden
yazıçizi yaratmakla görevli olan şiir çeviricisi, dil konusunda alışılagelmiş kullanışları aşmak zorunda olduğu gibi, çevirdiği şiirin özünü kuran imge yapısını da yine öz dilinde yeniden yaratmakla görevlidir. Yani ‘indirgemecilikten’ kaçınmak, yeni ve değişik olan şiir özünü alışılagelmişin içinde dile getirmekten sakınmak zorundadır.” [abç]. “Amaç bizim duyarlığımızdan, dünyayı algılama özelliğimizden ayrıksı bir ozanı, kendi dili aracılığıyla bulduğu incelikleri elden geldiğince korumaya çalışarak .. verebilmektir türkçede. .. Her yeni şiir için dilde yeni olanaklar aramak gerekir bu yüzden.” Bu açıdan, Şinasi’nin Batı şiirinin türkçeye çevrilmesinden, olanaksızlıktan olağanlığa uzanan bir yolda öncü bir çevirmen olduğu söylenmelidir. Osmanlı
dünyasının kırıldığı, farklı kültür dünyalarının çatışmaya başladığı bir zeminde dönüşüm şansını ilk kez işaret etmiş, ortaya koymuş ve geliştirmiştir. Dönemin gazetelerinin kültür dönüşümü açısından önemli rolü hatırlanırsa, bu genç ölen insanın kişiliğinde toplanan birikim daha iyi değerlendirilebilir: iktisatçı, yazar, sözlükçü, dilbilgici, gazeteci ve çevirmen. Gerçek bir öncü. Fakat dönemin birçok öncüsü ve günümüzün birçok çevirmeni gibi, insanı perişan eden bir hayat tarzı sürmüştür. ebuziyya tevfik, yanında çalıştığı Şinasi’nin son günlerini oldukça hüzünlü bir şekilde aktarıyor: “Fransızların ‘cynique’ dedikleri kelbiyyun meşrebine mahsus hayat tarzını sürdürüyordu. tam bir yoksulluk içinde imiş gibi odası hiçlikten ibaret görülecek bir sahne idi ki onun da kahramanı Şinasi idi.
Fakat bu kasvet verici hayat, nihayet maneviyatı gibi sağlığını da tahrib eyledi. Orada ikâmet etmeğe daha ziyade dayanamadı. Matbaasındaki baskı takımlarını Bab-ı Âli yakınındaki Beşir ağa tekkesinin müştemilâtından bir mahzene naki ederek, kendisi yedi seneden beri ayak basmadığı Sormagir’deki hanesine çekilmeğe mecbur oldu. Bu mahalle Cihangir’e bitişik havadar bir yerdi, evinde şimal cihetinde genişçe bir bahçesi vardı. Şinasi evine girdikten biraz sonra bahçesine kârgir bir matbaa inşa ettirmeğe başladı. Maksadı bitirilmek üzere bulunan lûgatı bastırmak olduğundan bir taraftan da Paris’ten Çince, Uygurca, Sanskri lisanınca, velhasıl türkçe ile kök münasebeti olan eski ve unutulmuş lisanlara ait döktürülmüş kelimeler getirtiyor, onları numaralayarak bir çok gözleri havi levhalara yerleştiriyor, bir
akıllarazarar!
Hani lan biz köprüydük?
İnsan üzerinden geçtiği köprüyü dinamitler mi?
Zaten zar zor geçinen çevirmene, bu davalar yoluyla da çektirilen eziyeti kınıyorum. Bu bağlamda yazılmış şiire göz kırpan bir ucube!! neden
paronoidşizofren oldum? "Çevirdiğiniz şeye dikkat edin, sakın müstehcen olmasın
haaa! Bölücülük de olmasın içinde,
İçinde bir parça mistizm, azıcık ökse otu ve pancar ezmesi bir dilim milliyetçilik çok az din ve bir soğanbaşı büyüklüğünde ince doğranmış ve hatta bir başka tencerede nedense pembeleşmeye bırakılmış asalet olsun...
Kimseyi üzmesin çevirdiğin ey çevirmen, zülfü yare hiç dokunmasın mümkünse herkesin yerin dibine soktuğu
güçsüzlere küfür etsin, sen mi kurtaracan bu memleketi şiarın olsun! Hakkıdır puta tapan milletimin orak çekicin Çekiç kısmı kafana küt diye iner bak adam gibi heykel yap lan! Adam gibi sanat yap toyata gibi adam ol! Adam gibi tiyatrocu olmak neyine senin! vergide listeye gir, uyutsun sanatın bir afyon gibi sakallı arkadaşa büyük selam!
taraftan da ‘not’ defterlerinden henüz tasnif edilerek sahifelere geçirilmemiş incelemelerini bir nush hattatına gözünün önünde yazdırıyor ve okutup karşılaştırdıktan sonra bu notları derhal yakıyordu. Bitip tükenmek bilmiyen bu meşguliyet kendisince bir zevk hükmünü aldığı halde dimağını da yoruyordu. Çünkü yiyip içme tarzı pek fena adeta sağlık bozucu idi.” Bu manzara insana çok yabancı gelmiyor. Günümüzde, masasının başına oturmuş, bir yandan kalemle ya da klavyeyle çevirisini yapan, bir yandan notlar alan, internette araştırma yapıp klasörlere konusuyla ilgili kaynakları dolduran, gününün büyük kısmını sağlığını bozacak şekilde bu uğraşla geçiren çevirmeni düşünün. İşte bu çevirmenin türkçeye çevirdiği her şiirin ardında, Şinasi’nin 1859 yılında yayınladığı o ilk şiir çevirisi derlemesi var.
Delirdi hasta sinyal alamıyoruz! "üç sisi diabomenol karışımlı sülfat sıkın gözüne"
"Anlaşıldı tamam." Korku yoldaşın olsun ey çevirmen Ödün patlasın otoriteden feci yapıyorlar bak! Benden demesi.
Zafer Avşar
Çevbir Bülten’e emeği Geçen Herkese teşekkür ederiz
bağışveaidatlarınıziçin Çev Bİr ba nk a he s ap ları :
Garanti erenköy 150/6298359 tr44 0006 2000 1500 0006 2983 59 İşbank Şaşkınbakkal 1066 0462343 tr86 0006 4000 0011 0660 4623 43
tasarım Javi e r Gó n z ale z
tel: 0538 266 90 43 email: info@xavidesign.com Web: www.xavidesign.com