Esther gerritsen süper güvercin ön okuma

Page 1

RKBT - RENKLI KALEMLER BLOGTUR


RKBT - RENKLI KALEMLER BLOGTUR

İne ile karşılaştığım ilk gün aynı zamanda ilk kez hafiften havalandığım gündü. O gün de diğer günler gibi başladı. Kışın son sabahlarından biriydi, ortaokulun son yılıydı. Uyandım ve kalkamadım. Anneme şöyle dedim: Kalkamıyorum. Çünkü eğer annem sabahları usulca yatak odanın kapısını açıp günaydın diyorsa, "Anne, ölmeyi kalkmaya tercih ederim" diyemezsin. Onun merdivenleri çıkağını duyduğumda zaten uyanmıştım. Gergin bir şekilde, yaklaşan ayak seslerini dinliyordum. Sanki gelen benim canım annem değil de beni hücremden çıkarmaya gelen bir cellattı. Kapıyı tıklattı ve yavaşça açtı. "Bonnie, hayatım uyanık mısın?" Bir yay gibi gerildim. Yüzümü yastığın içine gömdüm ve çığlık attım. Yatağı yumrukladım. Çarşafı tırnakladım, doğrulup gerindim, bacaklarımla yatağı tekmeledim ve bağırdım: "Bırak beni! Lütfen bir seferlik! Bir seferlik, bırak beni lütfen!" Sonra sakin bir şekilde doğruldum ve anneme yalvararak baktım. "Yapamam. Bugün kalkamam. Gerçekten." Annem gülümsedi, sabahlığının kuşağı ile oynadı ve arkasını dönüp tekrar aşağıya indi. Sonra kalktım. Bu her sabah böyleydi. Annemle babam geç evlenmişler. Ben dünyaya geldiğimde babam elli altı, annem kırk üç yaşındaymış. Her ikisi de çevirmen ve bir kongrede tanışmışlar. Tanıştıklarında zaten ihtiyarlardı. Doğmam bir mucizeydi ve sanırım beni her zaman böyle görmeye devam ettiler. Bir mucize gibi, doğanın anlaşılmayan bir oyunu gibi. Annemle babam kendileri de bir o kadar garip. Olağanüstü sabırlılar. Sinirli başladığım bütün o sabahlar bana hep gülümsediler. Sinir krizinden sonra sakin bir şekilde yataktan çıktım. Bu 5


RKBT - RENKLI KALEMLER BLOGTUR da yeni bir şey değildi. Banyoya gidip yavaşça yıkandıktan sonra giyinirken kendimi tuhaf bir şekilde hüzünlü hissediyordum. Sanki uzun süre hasta yatağımda yattıktan sonra ilk adımlarımı atıyordum. iyileşmiş, ama hâlâ bitkin. Yine de o sabah giyinirken kendimi diğer sabahlara göre daha gergin hissediyor ve annemin kuşağını nasıl düzelttiğini hayal etmeye devam ediyordum. Sanırım bir sökük vardı ve onu düzeltmeye çalışıyordu. Aşağıya indiğimde, babam, çamaşır odası çok soğuk olduğu için küçük mutfağımızda beyaz iç çamaşırları üstünde, gömleğini ütülüyordu. Annemin her zaman yarısına kadar örttüğü masanın ucuna oturdum. Masanın diğer yarısı kâğıtlarla doluydu. Annem gündüzleri mutfak masasında, babamsa oturma odamızdaki çalışma masasında çalışır. Birisinin bütün gün sadece evdeki çalışma masasında çalışmak için sabahları gömleğini ütülemesi takdir edilecek bir olaydır. Ve ben de belki ediyorum, zor olan da bu. Babam mesleğinde oldukça ünlü birisidir, ingilizce'den çeviri yapar, annem ise Lehçe'den. ingiliz asıllı bir yazar bir ödül kazandığında babam aranır ve fikri sorulur. Aslında emekli oldu ama ailem emekliliğe inanmıyor. Babamın altmış beşinci doğum gününde gazetede büyük bir röportajı yayımlandı. Gazeteci ona, kendisinin hiç yazmayı düşünüp düşünmediğini sordu. Babam bunca büyük yazarların arasında kendisinin bir şeyler üretmek için fazla mütevazı olduğu cevabını verdi. Böyle söyleyince, büyük olasılıkla bir erkek olduğu için, herkes bunu harika buluyor.Annemin mütevazılığı babamınkinden çok daha fazla ama bu gazeteye yansımıyor. O sabah iç çamaşırlarıyla ütü yaparken babama baktım ve onun ütüyü bitirmeden hemen önce fişi prizden çıkardığını fark ettim. Böylece ütü biraz daha sıcak kalıyor, yani daha az elektrik harcanıyordu. Annem bir kaşık yardımıyla haşlanmış yumurtaları çaydanlıktan çıkarıp yumurtaları haşladığı suyu çaydanlığın demliğine döktü ve ben ilk defa bunun 6


RKBT - RENKLI KALEMLER BLOGTUR olamayacağını düşündüm. Ben bu kadar mütevazı değildim. Bu kadar tutumlu ve kibirsiz. Onların yetenekleri bende yoktu. Tekrar ağlayabilirdim. Ortaokuldaki çoğu kız yere düştüğünde ağlardı ve sonra diğer kızlar gelip onları teselli ederdi. Ben bunu hiç yapmazdım. Sebebini bilmiyorum ama evde çok çabuk ağlıyordum. Ortaokulda bir kez ağladım. Çünkü bir sorunun cevabını bilmiyordum. Öğretmen neden ağladığımı sorduğunda büyükannemin öldüğünü söyledim. Büyükannem ben iki yaşındayken ölmüştü ama okulda bunu bilmiyorlardı. Neye ağlayıp neye ağlayamayacağımsa çok açıktı. O sabah kahvaltı sofrasında ağlamadım, çünkü annem ile babamın mutlu bir çocuğu hak ettiklerini düşünüyordum. Cesurca gülümseyerek ekmeğimi yedim ama bu ödüllendirilebilecek tarzda bir cesaret değildi. Ancak dış kapıyı arkamdan kapattığım an, gülümsemeyi kestim. Genelde moralim düzelirdi ama o sabahki öfke nöbetimden sonra düzelmedi. Her zaman kapalı olan yeşil bahçe çitlerimizi aniden çok yüksek bulup ve oflayarak üstünden atladığımı hatırlıyorum. Sanki hafızam değişmişti. Bir gün önceki hafızam halen bir çocuk hafızasıydı, bu yüzden bir an öfkeli olup sonrasında başka yeni bir şeyle dikkatim dağılıyordu böylece öfkemi aniden unutabiliyordum ama bu sabah her şeyin takılıp kaldığı, sızlayan, olgun bir insan zekâsıyla uyanmıştım. Gün kendiliğinden devam ediyordu.. Yapacak hiçbir şey yoktu. Aynı caddeler, aynı su birikintileri, aynı sokak taşları. Her zamanki gibi Manuel'in evinin oradan geçiyordum. Manuel. Kreşten beri başka çocukların kafalarına oyuncak araba ile vuran yaramaz çocuk. Ben yaygarayı basmayan tek çocuktum, bu yüzden okulda her zaman Manuel'in yanına otururdum. Onu çok yakışıklı bulurdum. Koyu renk gözlerini ve saçlarını beğenirdim. Bizim aileden çok farklıydı. Ine'nin 7


RKBT - RENKLI KALEMLER BLOGTUR geldiği o güne kadar Manuel ile ayrılmazdık. O sabah çok yavaştım. Ben kapı zilini henüz çalmadan Manuel dışarı çıktı. Evlerinin önündeki küçük bahçelerinin arasından koşup yeşil çitlerin üstünden atladı. Günlük rutin yürüyüşümüzü bozmamak adına adımlarımı son anda hızlandırabilmiştim. Üstüme atladığında çalılıkların ordaydım. Ona müsaade ettim. Ona doğru düştüm ve ellerimle yüzümü çalılıklardan korumaya çalıştım. Ağır bedeni benimkinin üstündeydi. Manuel bir eliyle boynumu çalılıkların arasına doğru itiyordu. Diğer eli belimdeydi. Diğer sabahların aksine bu sabah itiraz etmedim, bağırmadım, bacaklarımla arkaya doğru tekme atmadım ve ilk defa nefesini boynumda hissettim. Benimkine daha hızlı bastırdığı kalçasını ve montumun altına soktuğu elini hissettim. O eli iyi tanıyordum. Birçok kez avucumun içindeydi o el. Ama şimdi başka türlü bir eldi. Çalılıkların arasına daha fazla yerleştiğim anda kendimi serbest bıraktım. Nefes nefese. Boynumdaki sıcaklık. Karnımda tam şu an bile gösterebileceğim yerdeki el. Her şey daha iyi oluyordu, bugün itibariye daha iyi, evet o an düşündüm. O el olacakların habercisiydi. Ine Amsterdam'dan geliyor, demişti öğretmenimiz, tabii bu Ine'yi daha da ilginç kılıyordu, Ine alt dudağını ısırıyor ve ağzını yamultarak gülümsüyordu. Genelde çoğu insan hakkında yüzlerini böyle yamultmasalar daha iyi gözükeceklerini düşünürsün. Ama Ine yapınca çekici oluyordu. Neredeyse beyaza kaçan sarı saçları omuz hizasında kesilmişti ve dümdüz bir kâkülü vardı. Onu gülerken gördüm ve kendimin ne kadar çirkin olduğumu düşündüm. Ine'nin tam tersiydim. Özellikle saçlarım. Küçükken oldukça sevimliydim. Sekiz yaşındayken bir ihtimal hâlâ sevimliydim. O zamanlar bu kabarık sarışın saç komik duruyordu. Dokuz yaş civarlarında artık komikliği kalmamıştı. Ine'yi tanıdığım gün ise her bir teli farklı yerlere 8


RKBT - RENKLI KALEMLER BLOGTUR doğru uzuyordu. Gözlerim daha da çöktü, burnum büyüdü ve çenem sanki kendini geri çekti. Öğretmen Ine'ye kardeşleri olup olmadığını, Haarlem'de nerede oturduklarını ve bundan önce hangi okulda okuduğunu sordu, Ine önce sorulara cevap vermedi sonra konuşmaya başladı. Haarlem'de emlak ofisi açan annesi hakkında bir şeyler anlatmaya başladı. Bu annesinin eskiden beri hayaliymiş, tabii Ine liseye başlayıncaya kadar beklemek istemişler ama burada hayır diyemeyecekleri bir ev bulmuşlar ve abisi... Sanki hepimiz onu ziyarete gelmişiz gibi anlatıyordu. Hiçbir çekinme belirtisi olmadan. Eğer çirkin olsaydı böyle rahat olamazdı. Şimdi biz nefes bile almadan Ine'nin bize hayatından bahsetmesini dinliyorduk. Okul çıkışında okul bahçesinin girişindeki çalılıkların yanında Manuel'i bekliyordum. Sabahın devamı için hazırdım. Okul kapısından çıktığını gördüm. Dirsekleriyle bir sürü çocuğun arasından yol açıp bana doğru koştu. Bağırmak yerine sakince gözlerimi kapattım. Üstüme atlayıp birlikte çalılıkların arasına nasıl düştüğümüzü hissettim, kollarıyla belimi sardı ve tam o anda yabancı bir kız sesi: "Hop! Hoooppp! Kes şunu! Hemen kes şunu!" diye bağırdı. Manuel'de bağırarak cevap verdi ve beni bıraktı. Gözlerimi açtım, zorlukla doğruldum ve son anda Manuel'i saçlarından asılarak çalıların arasından nasıl çıkardığını gördüm. Manuel karşılık vermedi, sadece şaşkın bir şekilde Ine'ye baktı. "Kız çocuklarına gücün yeter, di mi?" Beni korudu. Ve bana 'kız çocuğu' dedi. 'Kız çocuğu' sözcüğü hiçbir zaman benim için uygun değildi. 'Kız çocuğu' var olan en güzel kelimedir ve bunu benim için kullandı. Tabii ki Manuel ile çalılıklarda yatmayı tercih ederdim ama böyle bir şeyi söyleyemezsin. Bu yüzden Manuel de ben de sustuk. Ine'ye baktık, bu durumun çok uzun sürdüğünü hissettiğim 9


RKBT - RENKLI KALEMLER BLOGTUR an olanca gücüm ile Manuel'in kaval kemiğine tekme attım. Manuel bağırdı ve bana şaşırmış bir şekilde baktı. Hiçbir zaman birbirimizin canını yakmaya çalışmazdık. Anında pişman oldum. Eğer varsa öyle bir şey, daha yaparken pişman oldum. Ama bunu nasıl izah edersin? Bilinçli bir şekilde kaval kemiğine tekme atıp sonrasında 'özür dilemek' olmaz ki. Hızlı bir şekilde koşarak uzaklaşmak haricinde aklıma başka bir şey gelmedi. Kısa bir süre sonra birisinin arkamdan geldiğini duydum. Kim olduğunu veya ikisinden hangisinin olmasını daha çok istediğimi bilmiyordum; İne mi yoksa Manuel mi? "Bekle," dedi Ine. Bana yetişemedi. "Beklesene biraz." Sokağın köşesinde, okulun görüş alanın dışında durdum ve yüzümü döndüm. "Adın ne?" diye sordu. "Bonnie." O an ilk kez Ine benim adımı söyledi. "Bonnie," dedi "Bence gerçekten harika saçların var." Kimse saçlarımdan söz etmez. En kötü ihtimalle arkamdan seslenirler veya dalga geçerler. Böyle... Bir sohbet esnasında değil. Yüzünde kocaman bir doğum lekesi olan birisine bir şey söylemezsin. Başka kimse duydu mu diye etrafıma baktım, bir şaka mı yapmıştı? Manuel'in gelmesi gereken sokağın köşesine doğru baktım. Beni yine tekmeleyecekti veya üstüme atlayacaktı, böylece her şey normale dönecekti ama Manuel gelmedi. Ben orada benden ne istediğini anlamadığım o güzel kızla öylece duruyordum. Bu bana bir an önce uzaklaşmamı gerektiren tehlikeli bir durum gibi geldi. "Eve gitmem gerekiyor," dedim ve yine koştum. "Nerede oturuyorsun?" diye seslendi Ine. Hiç koşmadığım kadar hızlı koştum. Kaldırımlardaki kocaman su birikintilerinin üstünden her seferinde daha da büyüyen adımlarla atladım. Büyüyen adımlarla koştum ve eve geldiğimde ön bahçemizdeki yeşil çitin üzerinden atlarken kısa bir süre havada kalmama şaşırmadım. 10


RKBT - RENKLI KALEMLER BLOGTUR Her zaman bir şeyi hayal etmiştim. Bir şeyi beklemiştim. Sanki bu hayatın, benim hayatım olamayacağını biliyordum. Bir zamanlar ileride güzel bir şeye dönüşeceğimi düşünüyordum. Bu bana çocukken çok mantıklı geliyordu. Bu benim gibi mucizevi bir çocuk için uygundu. On bir yaşımı doldurduğumda bunun olamayacağını biliyordum. Yani o sabah o bahçe çitinin üstünden uçmam, beklentimi karşılıyordu. Mutlu oldum ve tabii ki beklediğimin bir anda olduğu için heyecanlandım, ama şaşırdım mı? Hayır. Durup düşünmedim. Sadece bahçe çitinin üstünden bacaklarımı eğmeden atlayabilmek için biraz koştum. Havada kalıp bedenimin daha da öne doğru ilerlediği dünya ile hiçbir bağının olmadığı o bir saniyeyi biliyordum. Ama şu an o bir saniye uzuyordu. Hâlâ havadaydım. Daha önce hiç hissetmediğim bir hava akımının içine girdim. Saniyeler boyunca kaldırıldım. Bir şey kendiliğinden oluyordu. Yere inerken evet, evet, tabii ki, işte bu diye kafamı sallıyordum. Bunu annemle babama anlatmakta tereddüt etmedim. Kapıyı yumrukladım. Böyle bir mucizeyi insan nasıl gizli tutabilir anlamıyorum. Kapıyı annem açtı. Babamı çağırmasını söyledim. "Baban telefonda Amerika ile görüşüyor," dedi annem. İkisinede bir şey göstermem gerektiğini ve oldukça önemli olduğunu söyledim. "Baban Amerika ile görüşüyor." "Evet biliyorum, ama ö-nem-li." "Şu an değil"diye tekrarladı "Baban Amerika ile görüşüyor." Belli ki 'önemli' kelimesi ben kullandığım zaman anlamsız kalıyordu. "Bana gösterebilirsin, değil mi?" dedi. Söylerken çok güzel gülümsüyordu ve o önemli an için sabırsızlandığını ve ikisinin ayrı ayrı hayranlıklarından daha uzun süre keyif alabileceğimi düşündüm. Anneme tam olarak nerede durması gerektiğini söyledim. 11


RKBT - RENKLI KALEMLER BLOGTUR Sırtı çam ağaçlarına doğru, bahçenin yan tarafında, böylece beni yükseldiğimde yandan iyi görebilecekti. Ondan istediğimi yaptı, ama çam ağaçların arasında sessizce gülümsemeyi sürdürdüğünde bana o bakışı çok tanıdık geldi. Tesadüf değildi. İkincisinde daha da başarılıydım. Sakince sokağa doğru yürüdüm ve abartılı olmayan ama yeterli bir mesafe boyu koştum. Demek ki o zamanlar bile doğal olan şeyler için fazla çaba sarf etmek gerekmediğini anlayabiliyordum. Hızla birkaç büyük adım attım ve sağ ayağımı çitin hemen önüne koydum, yukarı doğru zıpladım, sol bacağımı kaldırdım ve işte başladım. Sol bacağımı daha önceden kaldırdığım da hava akımı olan o aynı yerde kaldırdım ve annemin gözlerinin önünde o akımın üstünde havalandım. Uçuyordum. Çok uzun ve çok yüksekte değildi, ama uçuyordum. Annem gördü... Ve annem etkilendi... Annelerin her zaman etkilendiği gibi. Hayretler içerisinde kafasını salladı. O an uçuşumdan hemen önceki bakışını hatırladım. Çocukken takla atmak istediğimde de böyle bakardı. Ona resim yaptığımda da böyle bakardı. Bana hep böyle bakardı. "Ama uçtum," dedim. "İnanılmaz." Hâlâ başını sallıyordu. "Ama anne, gördün di mi, bu normal değildi." "Evet," dedi annem "Bu kesinlikle normal değildi." "Ama anne," dedim, "Ben... Uçuyordum... Ya da... Havada kaldım, di mi?" "Evet, gördüm, inanılmaz bir şey!" dedi ve arkasını dönüp içeriye doğru gitti. "Çay istiyor musun?" diye sordu. Görmek istemedi. Gerçek olmasını istemedi. Arkasından yürüdüm ve bağırdım: "Geri gel! Kahretsin, geri gel!" 12


\

\

RKBT - RENKLI KALEMLER BLOGTUR "Ne dedin sen?" dedi. "Öylece gidemezsin," derken kızardığımı hissettim. "Hayatım, neler olduğunu anlamıyorum," dedi annem. "Bana 'hayatım' demeyeceksin," dedikten sonra gözyaşlarını akmaya başladı, "Bana..." Yine ağlamaya başladım. Bağırarak. "Hadi otur ve montunu çıkart," dedi annem. Bu beni daha da öfkelendirdi. Tüm bu her şeyi normale döndürme çabaları, tüm bu inkârlar. O yüzden annemle veya babamla tartıştığım zamanlarda her zaman söylediğim şeyi söyleyip odama koştum: "Beni anlamıyorsun !" Süper kahraman olmam böyle başladı. Sakinleşmeme izin verdiler. Babam kapımı çalıp içeri girmek için izin istedi. Gelip yanıma yatağıma oturdu. "Annen bana olanları anlattı," dedi. "Evet, hafife alınacak bir şey değil, di mi?" Kendimi yetişkin gibi hissettim. "Hayır," dedi "Hafife alınacak bir şey değil." "Sana da göstereyim mi?" Bana daha önce hiç görmediğim bir bakışla baktı. Sonraları bu bakışı daha çok görecektim. Endişe ile şaşkınlık arasında bir bakış. "Bir sefer daha yapabilirim." "Bence uygun bir zaman değil Bonnie. Önce senin ile annene söylediğin şey hakkında konuşmak istiyorum." Anneme 'kahretsin' demiştim. Demek ki bu, bir mucizeden daha önemliydi. Tam manasıyla üşüdüğümü hissettim. Sanki bu konuda yalnız olduğumu daha o an hissetmiştim, ona "Seninle konuşmak istemiyorum," dedim. "Bonnie sorun ne?" "Siz görmek istemiyorsunuz." "Neyi görmek istemiyoruz?" "Benim..." Birden bu çok çocukça geldi. "Senin ne?" 13


RKBT - RENKLI KALEMLER BLOGTUR "Benim uçabildiğimi." "Tabii ki görmek isteriz," dedi babam, "Ama her şeyin senin istediğin gibi olmayacağını anlamalısın. Senin müsait olduğun her an senin için zamanımız olamaz." Ve sonra en kötüsünü söyledi: "Dünya senin etrafında dönmüyor." Bu cümleyi son zamanlar da onlara göre gereksiz bir şekilde ilgi istediğim de daha sık kullanıyorlardı. Bildiğim en ağır laf. Sanki şunu demek istiyorlar; şu an var olmamalıydın, bu herkes için daha iyi olurdu keşke bunu kendin görebilseydin. Utandım ve sessizce başımı salladım.

14


RKBT - RENKLI KALEMLER BLOGTUR

Ertesi gün uyandığımda hemen özel bir şeylerin olduğunu ve bunu yanlış değerlendirdiğimi anladım. Aileme zaman vermeliydim. Annem odamın kapısını açıp "Bonnie uyandın mı?" diye sorduğunda sakince "Evet uyandım," dedim. Orada duruyordu. "Kalkacak mısın?" "Evet," dedim ve dün olanlar hakkında bir şey söylemesini bekledim. Bir şey demeden orada durmaya devam etti. Ben de "Bir şey mi var?" diye sordum. "Ağlamıyorsun," dedi. "Evet," dedim, "Bugün başka bir gün." "Neden?" diye sordu. Bunu kendim söylemek istemedim. Artık dikkat çekmeyecektim. "Sen ne düşünüyorsun?" "Belki de artık büyüdün," dedi. Bu cevabını çok üzücü ve anlamsız buldum. Annemin bu konuşmayı üçümüz bir araya gelinceye kadar ertelediğini tahmin ettim. Giyinirken hiç acele etmedim. O andan itibaren sabır denemeleri yapmaya karar verdim. Dün olanlardan sonra artık birkaç adım öndeydim. İnsanların hemen bana uyum sağlamalarını bekleyemezdim. Yine de mutfağa girdiğimde umut doluydum. Babam gazeteden başını kaldırmıyordu. Annem yumurtaları çaydanlıktan çıkartıyordu. Kapının eşiğinde durdum ve onlara bir önceki gün hakkında bir şey söyleme şansını verdim. Bir şey söylemediler. Eşikte durup beklemeye devam ettim. Annem yumurtaları, bir zamanlar benim tarafımdan beden çizilmiş tahta yumurtalıklara yerleştirdi. Böylece yumurtalar kafaya 15


RKBT - RENKLI KALEMLER BLOGTUR benzemişti. Kaynamış suyu demliğin içine boşalttı. Babam okuduğu gazetenin sayfasını çevirdi. Annem yumurtaları ve çaydanlığı masaya koydu ve masanın diğer tarafına, babamın karşısına oturup ondan gazete istedi. Şimdi ikisi de gazetenin arkasına gizlenmişlerdi. Bekledim. Bir şey söylemediler. Bu garipti, çünkü ben eşikte duruyor ve kapıyı kapatmıyordum dolayısıyla içerisi soğuyordu. Oysa annemle babam her zaman enerji tasarrufuna dikkat eder. 'Bu bir sınav,' dedim kendi kendime. Benim sabrımı sınıyorlardı. Usulca kapıyı kapattım ve masaya oturdum. Sessizce ekmeği poşetinden çıkarttım. Sanki mikado oynuyordum, olabildiğince az şeye dokunmaya çalışıyordum. Çikolatalı çubuklardan almadım çünkü onlar ses çıkartırdı. Ekmeğime sadece yağ sürdüm çünkü sadece margarinin kapağı açıktı. Ağzım kapalı bir şekilde yavaşça ekmeğimi yedim. Çay içmedim. Yumurtaya dokunmadım. Annemle babam sadece ekmeklerinin üzerine bir şey sürerken gazeteyi tabaklarının yanına koydular, ama gözlerini gazeteden ayırmadılar. Bizden çok uzaklarda yaşanan olaylara duyulan bu ilgi çok dikkat çekici idi. Ekmeklerine bir şeyler sürdükten sonra tekrar gazetelerinin arkasına gizleniyorlardı. Belli etmedim ve gülümsedim. Sekizi çeyrek geçe hole doğru gittim ve montumu giydim. Şimdi bir şey söylemem gerekecekti. "Anne, baba hoşça kalın," dedim, "Ben artık okula gideyim." Ağızları açık bir şekilde bana bakakaldılar. Sanırım bu sınavda başarılı olacağımı tahmin etmemişlerdi.

Okul yolunda her su birikintisinin üstünden adarken kendimi daha rahat hissettim. Manuel'in bahçe çitinden sanki her zaman bunu yapıyormuşum gibi uçtum. Manuel dışarı çıktığında bir an sabırsızlandım: "Bak!" dedim. Tekrar koşup yeşil çitin üstünden uçtum. Ona doğru döndüm. Çitin üstünden atlayıp beni yere itti. Çenem dizime çarpınca 16


RKBT - RENKLI KALEMLER BLOGTUR ön dişlerim alt dudağım kesti. Manuel önümden koşuyordu. "Ama bakmadın!" diye arkasından seslendim. Dudağımdan sızan kanı fark ettim. Böyle olmayacaktı. Bunu artık anlamalıydım. Sakince okula yürüdüm, insanlara zorla gösteremezdim. Belkide bu özel şeyi kendileri fark etmek istiyorlardı. Olabilirdi. Ormanda babamın bana bir kuş göstermesine ben de sinir oluyordum. Veya gökkuşağını göremeyen tek insanmışım gibi annemin sürekli bana yardımcı olmasına: "Orada, orada, görmüyor musun? Baksana parmağımın ucunda, orada!" Bir süre sonra dikkatli bir şekilde okul bahçesinde ki büyük su birikintilerinin nerede olduklarına bakarak yürüyordum. Derse geç kalmıştım. Teneffüsü beklemem gerekiyordu. Saat onu çeyrek geçe dışarı ilk ben çıktım. En büyük su birikintisi meydanın tam ortasındaydı ve ben kolaylıkla üzerinden atladım. Bir uçtan diğerine ve sonra tekrar. Her seferinde kısa ama belirgin bir süre havada kaldım, Ine oyun parkında duruyordu, üzerinde bağcıklarının ucunda tahtadan düğmeleri olan montu vardı ve beni seyrediyordu. Bu durum tuhaf değildi. Birazdan diğer çocuklar da beni nefes almadan izlemeliydiler. On beş dakikalık teneffüsümüzün başından sonuna kadar tam yüz üç sefer o su birikintisinin üzerinden atladım. Ine beni izleyen tek kişiydi. Zaten otuz dördüncü atlayışımda kimsenin bana bakmadığını veya bakmak istemediğini fark etmiştim. Sanırım altmışıncı atlayışımda okuldaki diğer çocuklardan umudu kesmiştim. Ine kırmızı montunun içerisinde kıpırdamadan duruyordu. Kırmızı bir lekeye dönüştü. Önce o kırmızı lekeye doğru zıplıyor sonra o kırmızı lekeden uzaklaşıyordum. Pes etmeyecektim. Nasıl sabır ve alçakgönüllülük için sınavlar var ise, demek ki dirençle ilgili de bir sınav varmış ve ben bu 17


RKBT - RENKLI KALEMLER BLOGTUR sınavda da başarılı olacaktım. Zil çaldığında Ine'nin de herkesle birlikte içeri girmesini bekledim. Yavaşça kapıya doğru yürüdüm. Yanıma geldi ve; "Sen ne kadar da uzağa atlayabiliyorsun öyle," dedi. Cevap vermedim. "Hem de çok uzağa." "Gördüğün tek şey bu mu?" dedim. "Nasıl yani?" "Atladığımda garip bir şey görmedin mi?" "Nasıl bir şey?" "İşte ben de sana onu soruyorum," dedim. "Ne görmem gerekiyordu?" dedi. Tereddüt ettim, belki de böyle olması gerekiyordu. Normal davranışlar sergilemem gerekiyordu. Sustum ve Ine'nin önünden okula girdim. Dört sınava tabi tutulmuştum: Sabır, mütevazılık, direnç ve sükûnet. Günün geri kalanındaki görevim basitti: Normal davranmak. Hayatımda ilk kez defterime çiçekler çizdim. Bunu diğer kızlar yaparken görmüştüm. Aslında sayfam boşa gidiyordu, ama bir kahramanın fedakârlıkta bulunması gerekiyordu. Gerçi çiçekleri yan yana sıralar halinde çiziyordum. Sayfanın en altına, orada kelimeler yoktu. Aralarında beyaz boşluklar bırakıyordum, böylece bir satır oluşturuyorlardı. Belirli bir mesafeden anlaşılmıyordu bile. Sabahın sonunda yeni ev ödevimiz verildi: Turistler için şehrimizin bir broşürü. Grup çalışmasına müsaade ettikleri bir ödevdi. Birlikte çalışmak bizim De Regenboog'da çok önemliydi ve birçok öğrenci bunu keyifle yapardı. Etrafımdaki çocuklar sandalyelerinin üstünde kıpırdamaya, birbirlerine işaret edip eş bulmaya başlamışlardı. Ben ödevlerimi 18


RKBT - RENKLI KALEMLER BLOGTUR başkalarıyla birlikte yapamazdım. Haarlem'deki savaş sırasında direnişteki en ünlü kadın direnişçi olan Hannie Schaft hakkında yazabilirdim. Savaş hakkında okumayı severdim ve geçen sene yaptığım sunum Anne Frank hakkındaydı. Ödevimle ilgili düşüncelere dalmışken, Ine'nin bana kocaman gözlerle bakıp işaret ettiğini gördüm ve daha fazla kayıtsız kalamayacağımı anladım. Normal davran. Sen de katıl. Çok kolaydı. Sadece gülümseyip başımı sallayarak onay vermem gerekiyordu. Kimse fark etmemişti. Dersin sonunda tıpkı dün yaptığı gibi yanıma geldi ve benimle konuşmaya başladı. Denize gitmek istediğini, buraya bunun için taşındıklarını anlattı. Yani tam olarak değil ama ailesi sürekli şöyle söylemişti: "Denize yakın. Ne kadar güzel." Tabii ki bunu sadece Ine taşınmayı istesin diye söylüyorlardı. "Bana gelir misin?" Ine'nin sözünü kesmiştim. Yaptığımdan kendim korktum. Kulağa iğrenç geliyordu. Sanki değerli bir şeyi kendi pis inime sürüklemek istiyordum. Çarşamba günü saat on ikiyi çeyrek geçe gördüğüm en güzel kız bizim oturma odamızdaydı. "Sizin ne kadar çok kitabınız var!" dedi. Babam güldü ama annem "Annenin burada olduğundan haberi var mı?" diye sordu. O an annemin de böylesine bir güzelliğin dış dünyadan kimsenin haberi olmadan evimizde olmasından utandığını düşündüm, Ine "hayır" anlamında kafasını salladı. Annem telefonu işaret ederek "Belki onu araman gerekiyordur," dedi. Ine sanki yıllardır bize gelip gidiyormuş gibi telefona doğru yürüdü ve üçümüz de bir kız arkadaşında olduğunu söylediğini duyduk. Böylece bir kız arkadaşım olduğunu öğrenmiştim. Ailem ve onun annesi de duymuştu. Daha iyisini kendim düşünemezdim. 19


RKBT - RENKLI KALEMLER BLOGTUR Böylece kimse artık beni garip davranışlarımdan dolayı veya ilgili çekmek istediğim için suçlayamazdı. Bana da yaptığı gibi, ailemle durmadan konuşan çok nazik bir kızı evimize getirmiştim, Ine bizde ekmek arası bir şeyler yedi. Sonrasında ise neler olacağını düşünmek ya da garajın yanındaki boş alanda uçuşlarıma çalışabilmek için hemen gitmesini isterdim ama Ine gitmedi. Yalnız kalmak isterdim. Ya da arka taraftaki meydandaki garajların yanında uçuşlarıma çalışmak isterdim, Ine gitmedi. Babam sofrayı toplarken, Ine "Hadi şimdi ödevimize çalışalım," dedi. "O zaman şimdiden odanın kaloriferlerini aç," dedi annem. "Hayır," dedi Ine "Sahile gitmek istiyorum. Oraya nasıl gidebileceğimizi biliyor musun?" Sahile mi? Bu bize bütün bir öğlene mal olacaktı. Sonra annem "Sahil için şu an çok soğuk," dedi. Soğuk. "Soğuk mu?" dedim. "Bu rüzgârla..." "Çok mu soğuk?" "Evet." Çok soğuk. Çok net. Bana belirtti. Öncesinde kaloriferler hakkında başladı, şimdi de soğuk. Engeller. Sınanıyorum. "O soğuğa dayanabiliriz," dedim. "Bu rüzgâr sahilde çok sert olur," dedi annem. "Sorun değil," derken ona dik dik baktım. "Ciddiyim. Soğuk olması sorun değil." Bisikletle Overveen'e giderken ben de konuşmaya başladım. Tıpkı Ine'nin yaptığı gibi. Her şey sözüm ona normal davranmak içindi. İtiraf etmeliyim ki ilginç bir şekilde çok zorlanmıyordum ve tahmin ettiğimden daha da zevkliydi. Manuel haricinde gerçek arkadaşım yoktu ama onunla da ya kavga edebilirdim ya da en fazla boşa zaman geçirirdim, Ine'ye 20


RKBT - RENKLI KALEMLER BLOGTUR Hannie Schaft'ı anlattım. Savaş kitaplarına karşı ilgim gençlerin çoban köpekleri ile beraber direnişe katıldıkları bir seri kitabı olan Snuf de hond ile başladı. Sonrasında genellikle kamplar hakkında okumaya başladım. Bu konu hakkında birçok çocuk kitabı var. O zamanlar kütüphaneden yetişkinler için uygun olan kitapları bana vermeyi reddetmişlerdi ama ailemin kitaplığında zaten yeterince vardı. Hannie Schaft hakkındaki Het meisje met het rode haar (Kırmızı saçlı kız) adlı kitap beni özellikle Hannie'nin Haarlemli olmasından dolayı etkilemişti. Rüzgâr çok sert esiyordu ve bisikletin üstünde birbirimizi duyabilmek için neredeyse bağırmamız gerekiyordu. "Hannie Schaft hakkında bir şeyler yazabilirim," dedim. "Haarlem'deki savaşta direnişçilerin arasındaydı ve onu kumsalda öldürdüler. Sana nerede olduğunu gösterebilirim. İlkinde ıskaladıklarını biliyor muydun?" "Kimler?" "Almanlar. Iskalamışlar ve sonrasında Hannie Schaft 'Ben sizden daha iyi ateş ederim,' demiş." "Gerçekten mi?" diye sordu Ine. "Evet, ne sandın? Böyle bir şeyi uyduracağımı mı? Ben sadece gerçek yaşanmış hikâyeler okuyorum." dedim. Sonrasında gerçekten sohbet etmeye başladım. Evde okuduğum kitaplar hakkında çok konuşmazdım. Aptalca şeyler söylemekten korkardım. Ama konu hakkında hiçbir şey bilmeyen bir kıza anlatmaya cesaretim vardı. Hannie Schaft'm kitabından sadece bu kadarını anladığımı bilmesine gerek yoktu. Tıpkı SD ve SS veya kaçak gazetelerin adını unuttuğum gibi, direnişçi grupların isimlerini de unuttuğumu veya karıştırdığımı da bilmesine gerek yoktu. Almanların daha önceden de Hannie Schaft'ı neredeyse yakaladıklarını anlattım. "Almanlar onun sakladığı bir çiftliği arıyorlarmış. Tam evin her yerini aramak 21


RKBT - RENKLI KALEMLER BLOGTUR isterlerken çiftçi onlara yatak odalarında hastaların kaldığını söylemiş. Almanlar bulaşıcı hastalıktan çok korkarlarmış (haince 'bildiğin gibi' diye ekledim). Böylece onu bulamadan gitmişler." Hannie'nin saldırıları hakkında anlatmaya devam ettim. "Bunları bisikletiyle gerçekleştiriyordu." Bisiklet çantasındaki kaçak evraklardan, silahlardan ve onu sahilde, öldürdükleri yere kırmızı saçından bir tutam gözükecek kadar özensiz bir şekilde nasıl gömdüklerinden bahsettim. "Hâlâ gözüküyor mudur?" diye sordu. Ciddi olup olmadığını anlayabilmek için Ine'ye baktım. Ine'yi her şeye inandırabilirdim. Onu herhagi bir mezara götürüp uzaktaki bir tutam çimi göstererek Hannie Schaft'ın saçı olduğunu söyleyebilirdim, Ine buna inanırdı. Ama ben gerçeklerden hoşlanıyordum ve dinleyicime doğruları anlatmazsam o zaman anlattıklarımın bir önemi kalmazdı. "Tabii ki artık orada değildir," dedim. "Savaştan sonra kraliçe ile birlikte onu resmi bir mezarlığa taşıdılar." Sonra biraz ileri giderek kolunu hafifçe sıkıp "Sana her şeyi öğretmem gerekiyor değil mi?" dedim, Ine bu duruma şaşırmadı. Gülümseyerek, "Ama bu konu turist broşürü için uygun mu?" dedi. İşte bu yüzden ev ödevlerine yalnız çalışmak gerekiyor. Kaygımı bastırarak, "Sen bunu kafana takma," diye cevap verdim. Kum birikintisinin üstüne tırmandığımızda Ine bağırarak aşağıya, sahile doğru koştu. "Eveeeetttt. Şimdi serbest çalışmamızı yapacağız!" diye bağırıp bir at gibi kumsalda koşmaya başladı. Ne demek istediğini yana doğru kötü bir adama yapınca anladım, Ine büyük adımlarla kumda yürürken zarif bir şekilde kollarını sallamaya çalışıyordu. Garip görünüyordu çünkü bu antrenmandan çok at terbiyesine benziyordu. Tuhaf bir şekilde zıplamasını ve 22


RKBT - RENKLI KALEMLER BLOGTUR yamuk takla atışlarını izledim. Eğlencesinin bitmesini bekledim ki böylece Hannie Schaft'ın öldüğü yere gidebilecektik. Ama onu izlerken bedenimin nasıl hareket etmek istediğini fark ettim. Amuda kalkıp takla atarak adımları ile ne yapmak istediğini anladım ve aniden büyük ve yüksek adımlarla, bir at misali ona doğru koşmaya başladım. Aslında bacaklarımı gökyüzüne doğru özgürce savurmak güzel bir histi. Zor ama zarif bir şekilde ilerlemek, her zamanki koşmalarımdan ve havalanmalarımdan çok farklı bir duyguydu. Hem çok saçma hem çok güzeldi. Bir an her şey mümkünmüş gibi geldi. Sanki Ine yaptığım hiçbir şeye asla garip demezdi. Kendimi kumun üzerine bıraktım. Ellerimi sırtımın altına koyup bacaklarımı olabildiğince havaya kaldırdım ve gökyüzünde kendi küçük danslarını yapmalarına müsaade ettim, Ine yanıma gelip kendini kuma attı. Böylece ikimizin de bacakları orada dimdik yukarı doğru gökyüzünde adeta senkronize yüzücüler gibi dans ediyorlardı ve ben bu sırada soğuğu ve yapmacıklığımı tamamen unuttum. Akşam yemeği esnasında aileme Ine'nin Hannie Schaft'ın hâlâ sahilde gömülü olduğunu ve saçının hâlâ gözüktüğünü sandığını anlattım. Bu anlattığıma çok güldüler. Gülüşleri eskiden olduğu gibi, benimle mutlu olduklarını düşündürdüğü için içimi rahatlattı. Yemekten sonra çabucak odama gittim. Yalnız kalma isteğimi unutmamıştım. Bugün öğleden sonrasında yaşananlar sonuçta zaman kaybıydı. Odamda yatağıma yatıp tekrar bacaklarımı yukarı kaldırarak gündüz yaptığım gibi oynatmaya başladım. Tıpkı bir yüzme koreografisi gibi. Düşünebildiğim tek şey sahildeki dansımızdı ve sanırım o an mutluydum. Bir saat içerisinde bir güvercine dönüşmüştüm. Her şey bacaklarımla havada o hareketleri yaparkenki o mutluluğa hayret ederken başladı. Bu daha önce hiç 23


RKBT - RENKLI KALEMLER BLOGTUR hissetmediğim türden bir mutluluktu ve o an hemen bu duygudan korkmaya başladım. Yoksa bu Ine gibi kızların her zaman hissettiği türden bir mutluluk muydu ya da bu duygu benim için uygun muydu? Bu Ine'nin etkisi miydi, onun şansı bulaşıcı mıydı ya da aklımı mı çeliyordu? Tabii ki! Bu baştan çıkarmalar da bir sınavdı. Direnişçinin mezarına doğru giderken Ine beni kayıtsızlığa doğru sürüklemişti, böylece direnişçiyi tamamen unutmuştuk. Bacaklarımı indirdim, yana doğru döndüm ve yatağımın dayalı olduğu yamuk duvara doğru kıvrıldım ve gözlerimi kapattım. Sabırlı davranmış, tevazu göstermiş, susmuş, bir arkadaşlık kurmuş ve soğuğa karşı meydan okuyup eğlenmiştim fakat bu sonuncusunda bir gariplik vardı. Omuzlarım kaşınıyordu. Dönüp sıramı duvara sürttüm fakat kaşıntı daha da arttı. Sonrasında bedenimi müthiş bir sıcaklık bastı. Bir şeyi yanlış yapmış olmalıyım diye düşündüm. Tüm vücudum terlemeye başladı. Kıyafetlerimi çıkartırken aynı zamanda kürek kemiklerimi kramp girmesine sebep olan kaşıntı hafiflesin diye öne arkaya götürdüm. Kramp tüm vücuduma yayılıyordu ve canımı acıtmadan oturabildiğim tek pozisyon çömelmekti. Yatağımın üzerinde duvarın köşesine doğru çıplak bir şekilde oturuyordum. Ama o köşe de bana dar gelmeye başlamıştı ve yatağımın ortasına doğru ilerledim. Diz çökerek yürümek... Badi badi yürümek. Kürek kemiklerimi kırarcasına kadar öne ve arkaya götürdüm. Başka tarifi yok bunun, kırıldılar. Korkudan ve acıdan bağırıyordum. Kürek kemiklerimin ortadan ikiye ayrıldığını düşünerek acıyla haykırdım. Gözlerimi açtım ve ayaklarımın yerinde iki adet iğrenç kuş ayağı gördüm. Gri büyük tırnakları kahverengi yorganımı tırmalıyordu. Görüntüyü silmek için kafamı salladım. Ayaklar 24


RKBT - RENKLI KALEMLER BLOGTUR kaybolmadı, sadece 'İğrencim,' diye düşündüm. 'Korkuncum.' Hiçbir zaman düşünemediğim kadar çirkinim. Bu benim ilk dönüşümümdü. Yatağımın köşesinde gerçekleşmişti ve bunu ben istememiştim. Nasıl ailem benim uçmamı görmek istemediyse ben de o çirkin hayvanı görmek istememiştim. O hayvana dönüşmek istememiştim. Gözlerimi tekrar kapattım, kendimi yana doğru attım ve uykuya dalıncaya kadar gözlerimi kapalı tuttum. Bir saat sonra titreyerek uyandım. Tekrar kendim olmuştum. Ellerimi saçlarıma götürdüm ve hâlâ kabarık bir şekilde kıvırcık olduğu için ağlamaya başladım. Ertesi gün annem beni uyandırdı ve her sabah olduğu gibi ağladım fakat bu sefer annem dayanamadı ve "Kes şunu! Tanrı aşkına kes şunu!" diye bağırdı. Bir an için sustum. Aslında onu anlıyordum. Sakin olduğum o sabah onu umutlandırmıştım. Sonrasında da bir kız arkadaşımı eve getirmiştim. Tabii ki o da yeni yaşanacak güzel şeyler için heveslenmişti. Her şeyin daha da kötüye gideceğini tahmin edememişti. Her zamankinden daha güçlü olarak "Yapamam!" diye bağırdım, sanki nihayet öfkemi kusacağım birini bulmuştum. "Sessiz olamam. Göstermem lazım! Tuhaf bulursanız bulun, benim elimde olan bir şey değil!" Annem ellerini havaya kaldırarak "Seni tuhaf bulmuyoruz!" dedi. "Ama öyleyim!" dedim, "Bende bir gariplik var!" Annem iç çekerek yüzünü ovaladı, kuşağını sıklaştırdı ve tekrar iç çekti. Bense, "Bende bir gariplik var, ayaklarım kuş ayağı ve saçlarım tuhaf!" dedim tekrar. Ağlamaktan konuşamıyordum. Birden nefes alamadım ve bir astım hastası gibi inlerken annemin bana cevap vermeye devam etmesini ve yanıma gelip başımı bir köpeği okşar gibi okşamasını istedim. Tüm bunları bekledim. Annemin 25


RKBT - RENKLI KALEMLER BLOGTUR kabullenmeyip omuzlarımdan tutup sarsarak beni durduracağı sözleri bekledim ve sonunda "Ne istiyorsun sen!" dedim. Hiçbir şey demedi. Yanıma gelmedi. Durumu daha da kötüleştirmem lazımdı, böylece müdahale etmesi gerekecekti ve bana engel olacaktı, ona "Git buradan!" dedim ve gitti.

26


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.