Eylül
8 Haber Derlemesi 10 Word Press Photo 2013 14 Serkant Hekimci Röportajı 22 Göz Ucuyla Kamikaze 22 Her şey Sevmekle Başladı 23 Brethson
26 Günümüzün Reklam Stratejileri: Otomatlar 28 Bayram Reklamları 30 B’ADvertising 32 Turkcell Süper Lig Hiç Bitmeseymiş
14
36 Google+ 38 Sosyal Ağ Değil, Sosyal Katman 40 Mobil Uygulamalar 42 Sosyal Medya Vakası 43 Teknoloji - Mobil Haberleri
62
46 Müzikal Filmler 49 Yirmi Farklı Müzikal Hareket ve TV Ekranları 54 Sound of Noise
58 Ayı’n Kafası 59 Galiba 60 Müzik Haberleri 62 Bu Proje Olmazsa Olmaz 74 Tarihin Yavuz Hırsızları 78 Dünyanın En Güzel Arak Yapan Grubu: Led Zeppelin 80 Dikkat Modada Çocuk Var!
İmtiyaz Sahibi Anadolu Üniversitesi İletişim Kulübü
Yazılım Rameş Aliyev
Genel Yayın Yönetmeni Canberk Ulusan
Yazarlar Armağan Abanuz, Aykut Coşkun, Aysun Yapıcıoğlu, Ekin Çiftçi, Emre Yener Namaz, Esen Özay, Gamze Konakçı, Hakan Alper Yavaşçalı, Hasan Mert Kozbe, Irmak Dokuzcu, Kerem Salış, Osman Şimşek, Sedef Oral, Seher Önemli
Bölüm Editörleri Ahmet Sedat Tözün Alper Küçükbezirci İpek Kesici Yağmur Yarkent Tasarım Canberk Ulusan Halil Beydilli İllüstrasyon Yeliz Sargın
Comm. Mag Aylık İletişim Dergisi Direniş Özel Sayısı Eylül 2013 – SAYI 06 Adres: Anadolu Üniversitesi Yunus Emre Kampüsü, Öğrenci Merkezi, Kat 3, İletişim Kulübü, 26470, Eskişehir E-Poste: info@commmag.com İnternet Sitesi: www.commmag.com Facebook: facebook.com/CommMag Twitter: twitter.com/commmagazine
Teşekkürler Furkan Şener, Serkant Hekimci Redaksiyon Berrak Gürbüz
Comm. Mag Aylık İletişim Dergisi’nde yayımlanan tüm yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu reklam verenlere aittir.
Comm. Mag Aylık İletişim Dergisi’nin içeriği, tamamen ya da bölümler halinde dergi yönetiminden ve yazarlardan izin alınmaksızın kullanılamaz. İçeriğin her hakkı saklıdır. Kapak Görseli Halil Beydilli (2013)
Haber Derlemesi
Gazeteci-yazar Mustafa Miyasoğlu hayatını kaybetti. Beynindeki tümör nedeniyle iki aydır tedavi gördüğü hastanede 1 Ağustos Perşembe günü hayata veda eden 67 yaşındaki gazeteci, yazar, şair ve edebiyatçı Mustafa Miyasoğlu, düzenlenen cenaze töreninin ardından son yolculuğuna uğurlandı. “Hicret Destanı” adlı şiiri ile Milli Kültür Vakfı ödülüne layık görülen Miyasoğlu’nun çeşitli şiir ve hikayeleri İngilizce, Arapça ve Urduca çevrilerek yurtdışında yayınlanmıştı. Bütün Ağaçlar Seni Söyler Ucunda korku var gülüşlerimin Arka arkaya bıraktım pabuçlarımı Bütün ağaçlar seni söyler Yırtık resimlerin gülüyor bana Bütün perdelerin ardında sen Tren sesleri kaçırmaz insanı Bir çığlık getirir bunalan geceye Nice tünele girer içimden korkunç
Gazete satıcılarına gözaltı şoku
Duran Adam’a Almanya’dan ödül
Taksim metrosu yakınlarında BirGün ve Aydınlık gazetelerini satan iki kişi, gürültü kirliliği yaptıkları gerekçesiyle gözaltına alındı. Şikâyet üzerine emniyete götürülen Hasan Ortatepe ve Burak Butur’a, Kabahatlar Kanunu dâhilinde 88 TL para cezası kesildi.
Gezi eylemlerindeki ilginç direnişi ile tanıdığımız Duran Adam Erdem Gündüz’e Almanya’dan ödül geldi. 2005 yılından bu yana Almanya’da farklı ülkelerden editörlerin katılımıyla gerçekleştirilen M100 Sanssouci Colloquium organizasyonunda “Yılın Medya Ödülü”, Duran Adam’a layık görüldü. M100 Sanssouci Colloquium tarafından yapılan açıklamaya göre Gündüz’ün saatlerce ayakta durarak direnmesi, barışçıl bir sembol hâline geldi. İfade özgürlüğünü ve barışı temsil eden bu direnişle ilgili olarak Sınır Tanımayan Gazeteciler sözcüsü Michael Rediske is e şöyle konuştu: “Taksim Meydanı’ndaki çarpıcı performansıyla Erdem Gündüz, tek bir insanın bile ifade özgürlüğüne nasıl dikkat çekebileceğini gösterdi.”
“Aydınlık günler diliyorum” sloganıyla gazete satan Ortatepe, metro çıkışında aydınlık satan amca olarak tanınıyordu. Metro çıkışında aydınlık satan amca olayla ilgili şunları söyledi: “Saat 11.00 sıralarında iki sivil polis memuru geldi, hakkımda şikâyet olduğunu, karakola gitmemiz gerektiğini söyledi. Ben de ‘İşimi bitirdikten sonra uğrarım’ dedim. Fakat ısrar ettiler, ben de gazetelerimi topladım, Beyoğlu Emniyet Amirliği’ne gittik. Orada tutanak tutuldu, Kabahatler Kanunu’na göre çevreyi kirlettiğim söylendi. Sanıyorum 82 lira para cezası gelecek. Bekliyorum.”
Ben bunu düşünür yüz yıllarca Unutulmuş bir tarihi yaşarım Ve.. bütün ağaçlar seni söyler.
Basın Fotoğrafçılığı Sertifika Programı başlıyor! Gizemli kitaplar
Büyük Park’ta isyan Gezi eylemlerinde tutuklanan 9 Eylül Üniversitesi öğrencisi Elif Kaya(22)’nın cezaevinde karşı karşıya kaldığı taciz, çıplak arama ve tehditlere karşı halk, 22 Ağustos Perşembe günü İzmir’in Bornova ilçesinde sesini duyurdu.
8
2010 yılında kaybettiğimiz yazar Jerome David Salinger’in yeni kitapları olduğu ortaya çıktı. İngiltere ve ABD’de 3 Eylül’de yayınlanması planlanan biyografinin prova baskısından elde edilen bilgiye göre, biyografi yazarları David Shields ve Shane Salerno, bilgiyi iki farklı kaynakla belgeliyor. Alınan bilgiye göre Salinger’in yayınlanmamış öyküleri, “Çavdar Tarlasında Çocuklar”ın kahramanı Holden Caulfield’ı yeniden okuyucuyla buluşturuyor.
Bilgi Eğitim ve Galata Fotoğrafhanesi işbirliğiyle İstanbul Bilgi Üniversitesi Santral Kampüsü’nde başlayacak ‘Basın Fotoğrafçılığı Sertifika Programı’ kapsamında uzmanlar tarafından verilecek eğitim 22 Eylül-2 Şubat tarihleri arasında her Paz ar günü gerçekleşecek. Eğitim; Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Alper Kırklar, Business Week Fotoğraf Editörü Cevahir Buğu, Bilgi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Delizia Flaccavento, Halkla İlişkiler Uzmanı Gülşah Durak, Reuters Türkiye Bürosu Fotoğraf Editörü Murad Sezer, Sanatçı Sevgi Ortaç, Fotoğraf Vakfı ve Galata Fotoğrafhanesi Kurucusu Yücel Tunca gibi alanında uzman isimler tarafından verilecek.
Facebook-hükümet işbirliği
Su içerken dikkat!
Twitter hesabınız aktif değilse kapatılıyor!
Dünyanın en çok rağbet gören sosyal paylaşım sitelerinden Facebook, 45 kullanıcının özel bilgilerini hükümetle paylaştı. Site yetkililerinin, Akp hükümetinin 173 kullanıcıyı kapsayan 96 başvurudan 45’İ hakkında bilgi verdiği öğrenildi.
Sıcaklarla birlikte artan su tüketimi, bir takım sorunları da beraberinde getirdi. Üretim ve tüketim maliyeti ucuz, kullanımı kolay pet şişelerin, sağlığı ciddi anlamda tehdit ettiği yapılan araştırmalar sonucu belirlendi. Dicle Üniversitesi Bilim-Teknoloji Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Hamdi Temel ve doktora öğrencisi Uzman Mustafa Abdullah Yılmaz tarafından yürütülen çalışmalar sonucu doğaya da zarar veren plastik maddelerin temas ettiği gıda ve içme suyunda 5 çeşit kimyasal olduğu ortaya çıktı. Bu kimyasalların uzun vadede iç organlara da zarar verebileceği açıklandı. Uzmanlar, eski usul cam veya toprak kapların kullanımın yaygınlaştırılması yönünde uyarıda bulundu.
Dünyada en çok kullanılan sosyal paylaşım sitelerinden olan Twitter, aktif olmayan hesapları ayıklamaya başladı. Sahte hesaplar nedeniyle güvenilirliğini yitirmeye başlayan site bu konuda çeşitli önlemler almaya yöneldi. Takipçi sayısını artırmak isteyen bazı kullanıcıların, takipçi satın almak gibi ilginç bir yönteme başvurduğu belirtildi. Açılan sahte hesaplar üzerinden işleyen bu yöntemle pek çok kullanıcı takipçi veya Retweet satın alıyor. İnsanların kendilerini ifade etmeye çalıştığı sosyal paylaşım ortamında her geçen gün farklı bir olaya tanık oluyoruz ve olmaya devam edeceğiz gibi görünüyor.
Bu tür başvurulara sık rastlanırken Facebook şu açıklamalarda bulundu: “Facebook, protesto olaylarıyla bağlantılı olarak Türkiye’deki devlet otoriteleriyle herhangi bir kullanıcı bilgisi paylaşmamıştır. Genel olarak, Türkiye’deki devlet otoritelerinden gelen bilgi talepleri; yaşamsal ya da çocukları tehdit eden bir konu içermediği müddetçe (ki bu kapsamdaki talepler, bize ulaşan taleplerin çok küçük bir kısmını oluşturmaktadır) kabul edilmemekte ve resmi yasal kanallara yönlendirilmektedir. İnternet şirketlerinin Türkiye’deki asayiş otoriteleriyle daha sıklıkla kullanıcı bilgisi paylaşmasını gerektirebilecek yasal düzenleme önerileriyle ilgili endişelerimiz bulunmaktadır. Türkiye hükümetinin temsilcileriyle, bu hafta Silikon Vadisi’ne gerçekleştirecekleri ziyaret esnasında bir araya geleceğiz ve yasal düzenleme önerileriyle ilgili güçlü endişelerimizi kendilerine doğrudan da aktaracağız.” Facebook’un Genel Danışmanı Colin Stretch ise “Biz bu isteklerle, yasal eksiklikleri bularak ve aşırı geniş veya belirsiz istekleri bu kapsamda daraltarak mücadele ediyoruz. Belirli bir talebin yerine getirilmesi gerektiğinde ise, genellikle isim gibi sadece temel kullanıcı bilgilerini paylaşıyoruz” diye konuştu.
81 ilde Depreme Duyarlılık Sergisi Anadolu Üniversitesi (AÜ) Yer ve Uzay Bilimleri Enstitüsü, İMO (İnşaat Mühendisleri Odası) işbirliğiyle 17 Ağustos depremini anmak ve halkı bilinçlendirmek için büyük bir sergi organizasyonuna imza attı. Geçtiğimiz yıl Eskişehir’de başlayan, bu sene ise 16-17-18 Ağustos tarihlerinde Türkiye’nin 81 ilinde gerçeklen“Depreme Duyarlılık Sergisi” kapsamında depremde oluşan hasarları konu edinen fotoğraf, afiş ve karikatürler halkla buluştu.
SGK’dan özel hastanelere kota SGK, özel sektörde çalışan doktorların ilgilenebileceği hasta sayısını günde en fazla 60 olarak belirledi. Değişikliğe göre, kota aşıldığı takdirde SGK hiçbir katkıda bulunmayacak. Acil ve poliklinik hizmetlerini kapsamayan uygulama dâhilinde göz hastalıkları için hasta kotası ise 40 olarak belirlendi.
9
Word Press Photo 2013 Dünyanın en prestijli basın fotoğrafları yarışması ‘’Worl Press Photo 2013.’’ Sergisi 14 ağustos- 3 eylül tarihler, arasında Forum İstanbul’da ziyaret edilebilecek. Genel Haberler Hikâyeler kategorisinde birincilik kazanan İtalyan fotoğrafçı Alessio Romenzi bu yılın ilk konuğu ve Suriye’de iç savaş sırasında çektiği fotoğrafları ile dikkat çekiyor. Hollanda Kraliyeti İstanbul Başkonsolosluğu’nun katkıları ve Geniş Açı Proje Ofisi’nin koordinasyonuyla Türkiye’ye gelen serginin bu yıl 56. düzenleniyor. Amsterdam merkezli World Press Photo Vakfı’nın düzenlediği yarışmaya bu yıl 124 ülkeden 5.666 fotoğrafçı, 103.481 fotoğrafla katıldı. İstanbuldaki sergi süresince ödüllü fotoğrafçılar, fotoğraf tutkunları ile biraraya geldi ve sergi kapsamında bir çok fotoğraf atölyesi düzenlendi.
10
11
12
13
Serkant Hekimci
İpek Kesici ipek.kesici@commmag.com
Etkinlediğiniz fotoğrafçılar kimlerdir? Bana fotoğrafı sevdiren, takip ettiğim, sergilerine katılmaya çalıştığım fotoğrafçılar var elbette, daha çok sosyal belgesel fotoğraf izlemeyi sevdiğim için bu fotoğrafçıların çoğu da belgeselci. Ama belirli fotoğrafçı isimleri vermek yerine ben Yunanistanlı bir yönetmenin ismini vereceğim. Bana asıl olarak izlediğim filmleriyle fotoğraf yolunu açan o dur. Hiç bir zaman görmediğim,tanışmadığım bu adamın filmleri,filmleri için yöneldiği konular,kadrajları,ışık için gri gökyüzü ve doğal olarak sonbahar ve kış seçimleri benim de halen daha fotoğraf yolunda uygulamaya çalıştığım,örnek aldığım işlerdir. Bahsettiğim yönetmen Theo Angelopoulos. Bence dünya sinemasının son büyük sanat yönetmeniydi. Ara Güler’in ‘’Sanat bir mesaj verir, fotoğraf sanat değilidr.’’ sözüne katılıyor musunuz? Sorunuza direk değil, etrafından dolaşarak cevap vermeye çalışayım. Ben ‘’kurgulanmayan’’ bir şeyin sanat olduğuna inanmıyorum. Yazarsınızdır, kurgularsınız. Aklınızda bir dünya, bir hayat,bir şehir yaratırsınız. Beethoven’sınızdır ,sağırsınızdır,duymazsınız ama aklınızda bin bir melodiyi bir araya getirirsiniz, kurgularsınız. Theo Angelopoulos’sunuzdur kesilmeden akan 5 dakika görüntü içinde Sosyalizm’in Balkanları nasıl terk ettiğini anlatır-
Ayrıca demiryolu güçlü perspektif yapısı ile,trenler zaten insan zihinlerinde bıraktıkları ‘’tren nostaljisi’’ ve hız ile,istasyonlar güçlü mimari ve tarihsel yapıları ile bence iyi fotoğraf için çok uygunlar.O yüzden çok uzun bir zaman daha istasyon ve insan fotoğrafları üretmeye devam etmeye çalışacağım. Yolda olmak iyidir. Sony fotoğraf Ödülleri Türkiye Özel Açık Yarışması’nda size başarıyı getiren fotoğrafın öyküsünü bizimle paylaşır mısınız? 16
sınız. Bunlarla kıyaslarsak bence fotoğraf sanatsa bile ucuz bir sanat olarak kalıyor. Burada bence çizgiler çok kalın değil, biraz iç içe geçmiş. Ara Güler’in bir başka söyleşisinde dile getirdiği gibi foto muhabiri bence de sanatçı değildir. Bence foto muhabirine sanatçı dersek Beethoven a büyük haksızlık etmiş oluruz. Fotoğrafta görüntü önünüze bazen çok hazır gelir ve size sadece onu uygun ışıkla almak kalıyorsa bu sanat olmamalı bence. Yine de bütün bu söylediklerimden proje bazlı fotoğraf çalışmalarını ayırmak isterim. Bir konu etrafında bir araya gelmesi düşünülen karelere bence sanatçı estetiği ile yaklaşılmalı. Bütünlük düşünülmeli, tüm seriyi doğru anlatacak ışık düşünülmeli,vermesini istediğiniz hissiyatı yaratacak mekanlar,kadrajlar,insanlar düşünülmeli. Bu da elbette sanat yaklaşımını getirir ki bu da bence kurgulamaktır. Fotoğraflarınızdaki istasyon ve insan temasını seçmenize ne sebep oldu? İnsan tüm hikâyelerin ortak paydası, bence insan yoksa fotoğrafta yoktur. İstasyonlar ise ara yerlerdir bence, bekleme yerleridir, Arafatsınızdır, yoldasınızdır, gidiyor ya da geri dönüyorsunuzdur. Elbette önemli olan çoğu zaman ulaşılacak yerler değildir, önemli olan yolda olmaktır. Tüm bunları anlatmak için istasyon, tren ve insanlar bence uygun objeler.
Sony’de başarılı olan fotoğrafın arkasında bir Rus anne ve oğlunun İstanbul ziyareti vardır. Her ikimiz de resme meraklı olduğumuz için Tunca Subaşı’nın 2. Dünya savaşında zor durumdaki Rus insanını anlattığı ‘’Kalınıtı’’ sergisini İstanbul Tophane’de ki Galeri Pi’de ziyaret etmiştik. Resimlerden çok etkilendik, arkadaşımın büyükannesi de 2. Dünya savaşında Leningrad kuşatmasını 3 yıl boyunca yaşamış biri olduğu için o da zaten resimleri görüne oldukça duygusallaştı. 6 yaşındaki oğlu ise resimleri çözmeye,
artık pek aşina olmadığı ama yinede ülkesinde ara ara gördüğü orak ve çekiç simgelerinin İstanbul’da bir sergide ne aradığını anlamaya çalışıyordu. İşte bu şekilde resimleri izlerken kendisini arkasındaki bir tablo ile fotoğrafladım. Arkasındaki tabloda yoksul, savaş yüzünden perişan olmuş Rus insanları vardı. Analog fotoğrafçılık hakkında ne düşünüyorsunuz? Fotoğrafa analog ile başladım ancak şunu artık kabul etmemiz lazım ki artık analog fotoğrafın işi zor. Siz yapmak isteseniz bile, siz ondan keyif alıyor olsanız bile yakında artık film üretimleri de duracak. Film banyosu yaptıracak yer bulamayacaksınız,kimyasalların üretimi de duracak. Ama burada ters bir şey yok. Bu sadece evrilmek. Bugün kullandığımız teknolojiler de her geçen gün evriliyor, değişiyor,dönüşüyor.Önemli olan halen fotoğraf makinesini sizin yönlendirdiğiniz gerçeğidir,bu yüzden fotoğraf insana aittir. Şu da var ki kendi adıma halen film dokusu ve ruhu hissettiğim fotoğrafları seviyorum. Fotoğraflarınıza photoshop uyguluyor musunuz? Photoshop dijital fotoğrafın karanlık odası, eminim yakın zamanda çekim sonrası işleme gerek bırakmayacak makine gövdeleri de üretilecektir, birkaç düğme ile gövde içerisinde siz photoshop’a gerek duymadan işlerinizi yapabileceksinizdir. Ancak şu aşamada halen dijital fotoğraf makineler i fotoğrafı doğru değerlerde işlemede başarılı değiller. O yüzden bazı temel ışık ayarları,siyah beyaz çevrimleri veya fotoğrafı kadrajlamak için elbette photoshop kullanıyorum. Fotoğraflarınızın pek çok sergide yer aldığını ve kişisel sergileriniz olduğunu biliyoruz. Yakın bir gelecekte fotoğraflarınızı görebileceğimiz bir sergi olacak mı acaba? Ben çok sergi geçmişi olan bir fotoğrafçı değilim. Geçmiş yıllarda katıldığım yurtiçi ve yurtdışı ortak sergiler oldu ama sayısı çokta fazla değildi . Ancak bu senenin başında yurt dışında iki kişisel sergim açıldı,biri Ukrayna diğeri ise Rusya’da. Şuanda Kaliningrad Baltık fotoğraf festivalinde 2 fotoğraf serim sergileniyor. Yine konuştuğumuz ama kesin olmayan 3 sergi var ki ikisi yine Rusya merkezli, biri ise eğer bir aksilik olmaz ise Ekim gibi İstanbul’da.
Fotoğraflarınızda şehrin kör noktalarını, arka sokaklarını ve çoğumuzun görmekten kaçtığı gerçekleri tahlil edebiliyoruz. Fotoğraflarınızın temel amacı bize bu gerçekleri göstermek midir? Fotoğraflarımın temel amacı önce beni tatmin etmektir, önce benim içimdeki boşluğu doldurmalarıdır. Hepimizin kişisel/ruhsal boşlukları vardır ve tüm hayat mücadelesi bence onları doldurmakla geçer. Kimisi işi gücüyle, kimisi ailesi ile, kimisi gezerek,kimisi ise para ve spor arabalarla bu boşlukları doldurur.Benim yöntemim ise şuan için fotoğraf,ilerde başka bir şey de olabilir.Bu anlamda benim için olay öncelikle kişisel,zaten kişisel olmasa başarılı olunacağını düşünmüyorum.Ama elbette bir yandan çekimlerim eğer belge niteliği taşıyorlarsa onlar üzerinden bir takım gerçekleri göstermek önemli. Her şeyden öne gerçeği göstermek önemlidir. Hele ki gerçeğin üzerinin bu kadar örtülmeye çalışıldığı bir ülkede yaşıyorsanız! Çok iyi bildiğimiz, çok iyi fotoğrafçılar İstanbul’u, çevremizi, ülkemiz ve İstanbul’un önemli ve bilindik noktalarını çok iyi fotoğraflamışlar. Ben eğer onların üzerine bir şey koyamıyorsam orayı bir daha çekmeyi kendime kabul ettiremem, o yüzden ben oralardan uzaklaşmayı ve biraz daha arka sokaklara, arka yaşamlara yönelmeyi tercih ettim.Bir baş selamıyla girdiğiniz bir mahalle kahvesinde kimlerle,nasıl hikayelerle karşılaşacağınız belli olmuyor,bu bana hem daha samimi geliyor hem de daha hikayesi bol. Son olarak, siyah-beyaz fotoğrafın duygusal derinliğinin daha fazla olduğunu düşünüyor musunuz? Siyah Beyaz fotoğrafa şartlandırıldığımızı daha çok düşünüyorum! Ve aslında bu gayette normal bence. Çünkü zaten tarihsel süreçte renk sonradan geliyor ama o gelene kadar başarılı siyah beyaz fotoğraflar üretiliyor. Ayrıca eski alışkanlıklarından kurtulamayan çok başarılı fotoğrafçıları hep siyah beyaz çalışmalarıyla görüyoruz ve ‘’iyi fotoğrafın siyah beyaz olması gerektiğine şartlandırılıyoruz’’.Bu doğru değil elbette. Ben rengin çalışılan konu ile alakalı olduğunu da düşünüyorum. İstasyon,tren ve insan üçlemesini yan yana iken çokta renkli düşünemiyorum açıkçası,o ruhu siyah beyaz bütünlüyor gibi. Ama kendi adıma son dönemde renkleri daha çok seviyorum. Günümüz dijital makineleri renk yelpazelerini çok geliştirdi, belki hala değil ama Dia filme sanki gittikçe daha da çok yaklaşılıyor.
17
18
19
20
21
Göz Ucuyla Kamikaze. Bugün yine her sabah, her cümlesinin sonunu ‘’aydınlık.’’ Diye bitiren adamın yanından metroyla bir yerlere yetişmeye çalışan insan seline kapılmışım gibi yapıp, geçip gitmeyi düşündüm. Bu kez olmadı. Müzikle tıkadığım kulaklarımı açtım. 75 kuruşa bir aydınlık gazetesi aldım. Geçenlerde o adamı metronun girişinde gazete satıyor diye gözaltına almış olduklarını haberini okudum sonrasında. En azından hergün yürüyen merdiven sırasına girip, metroda insanları süzdükten sonra o gün iş yerinde hangi bakışları süzeceğini düşünmekten daha insanı bir işle meşguldü bana kalırsa. Üstelik sesi yorgun değildi. Onun sabah yatağından nasıl kalktığına dair herhangi bir öngörüde bulunamıyorduk diğerleri gibi. Yorgun uyanma ihtimalinin yanında dinç uyanma ihtimalini de düşündürüyordu bizlere sesindeki ‘’aydınlık.’’ tonu. Ya da bütün bunların hepsi sadece –bana öyle geliyordu.- bilmiyorum. İnsanlar –sıralı- olmaktan yakınırken, elbette birbirlerinin ayaklarına basa basa işlerine yetişmek istemezler. Hangisinin daha fena olduğuna karar veremedim çünkü onca sıranın arasından çıkıp gittiğinizde bile adımlarını her an önünüzde bir adım atılıyormuş tedirginliği ile atıyorsunuz. Tek bildiğim ince, matematiksel yüzde hesapları gibi onlarda da dakikalarının, saniyelerinin hesaplarını tutuyorlar. O dakikaların toplamından yeni bir gün ya da yeni bir an elde edemiyorlar elbette. Sadece koşturup duran yüzlerce insanın arasında sabit bir hızla gitmek onlarada yetişemeyecekleri hissiyatını uyandırıyor olmalı. Tüm toplu taşıma araçlarını süren adamlar lunapartaki kamikazelerin içlerindeler sanki. İnsanlardaki sıra aynı otobüsü değil kamikazeyi bekliyorlar. Sanki şehir kaçıyor. Sanki kamikaze kaçıyor. Sonra her yerde yanıp sönen ışıklar.
22
Ve çarpışan arabalar. Elbette dönen ışıklı şehrimizde durmaya kalkınca yine bir lunapark görevlisi tarafından balerine sürükleniyoruz ki iyice başımız dönsün. Çünkü durunca ya ışıklardan gözlerimiz patlıyor ya da çarpışan arabalardan biri bize denk geliyor. Yavaşlık ve sabır karşısındaki hızlı ve sabırsız tutumları onları gün geçtikçe daha da tutarsızlaştırıyor. Bu tutarsızlık yüzünden henüz uyanamayan yüzlerdeki yorgunlukla beraber makyaj izleri, yürüyüp giden kıyafetler, iki elini çantasının üzerinde tutmanın vermiş olduğu tedirginlik. İşte böyle durumlar arasında sıkışıp kalmışken ağların arasından görünen balıklar gibi bile görünemiyoruz. Çünkü o ağın içine bilerek sıkıştık. Halbuki havayla temas eden balığın çırpınmasını nasıl gözardı ederek yaşamımıza devam ediyoruz? Yapılması gereken onca şey, kazanılması gereken para, gidilmesi gerekilen evler o ağı bizler için görünmez kılıyor. Vakit ile vakitsiz arasında gelip gittiklerini görebiliyorum. Bazı şehirlerde buna dair bir denge yok ne yazık ki. Üzerinde kaç bakış kaldığını hesap etmek istemeyen insanlar ya kitap okuyor yada gözlerini kapıyor kalabalık yerlerde. Sanıyorum ki bu yabancılaşmanın bir çözümü yok. Ne diyorlardı? ‘’günlerin getirdiği.’’ ‘’günlerin götürdüğü.’’ Babanelerimizin iki eliyle tuttuğu ipliklerin yumak haline dönüşmesi gibi işlevselleştirilirken –halbuki bizler iplik olmadan, örülmeden ve kazak olmadan önce de tarlalarda da işlevseldik.- bunu isteyip istemediğimizi sorgulamıyoruz. Bilincimizin üzerindeki faşizmi çözmeden, sokaktaki faşizmi çözmemiz mümkün olmuyor. Ve bu durum olan biten ya da bitmeyen her şeyin yanımızdan geçip gitmesine sebep oluyor.Günlerimiz anlatacak yeni şeylerimiz olmadan tam manasıyla geçip gidiyor. İpek Kesici - ipek.kesici@commmag.com
Brechtson
Aşağıda daha çok insan olmalı yukardakilerden. yoksa durmaz tahterevalli. tahterevalli. evet, bütün düzen bir tahteravalli.* Bana bu düzenin şiirini yazabilir misin Brecht? Sanırım bu soru karşısında, siyah çerçeveli gözlüklerinin arasından hınzırca gülümsüyor bana. Yıkılmaz denilen kuralları olan Aristoteles Tiyatrosu’na Donkişot misali kafa tutan, yel değirmenini alt üst etmeyi başaran bir adam Brecht. Tiyatrosunu tamamen tahteravalli düzeninden almış. Aşağıdakiler – Yukardakiler / Ezenler – Ezilenler... Yuvarlak Kafalılar – Sivri Kafalılar, Evet Diyen- Hayır Diyen.. “Sanatın yeryüzüne sağladığı en büyük katkı insanın yaşam sanatına olan katkısıdır.” Bertolt Brecht Brecht’in ortaya koyduğu Epik (Göstermeci) Tiyatro, rılır. İntihar eder. Sonrasında nişanlısı Kreon’dan olma olaylar dizisinin anlatıldığı, seyircinin gözlemci olarak Haimon, sonra da Haimon’un annesi Eurydike. Arkaetkin duruma geçirilerek yargı vermeye götürüldüğü larında Kreon’un dışında, kusursuz bir tragedya bırave olaylar dizisinin incelenmesinin sağlandığı bir tiyat- kırlar. Hepsinin hallerine üzüldük değil mi? Yanıt evetro türüdür. Seyirci bir kazayı seyreden üçüncü kişi duru- se, sebep katharsis, sebep Antigone ile özdeşleşmek. mundadır. Olaya dışarıdan bakmakta ve olayın içinde Hayır dediyseniz, yahu sizde hiç vicdan kalmamış. olmadığı için duygusallığı geriye gönderip gördükleriBrecht, Sophokles’in Antigone’sine yazdığı ön oyuni aklıyla değerlendirmelidir. Bu yapı, Aristotelesçi Dra- nuyla bile “Bırakın zırlamayı, biraz kendinize gelin, dümaturgi anlayışını ve özellikle katharsis kavramını (Po- şünün.” diyor. Bu ön oyundaki Hitler Almanya’sında etika’daki tanımı; seyircinin izlenen oyundaki korku ve kapana kısılmış iki kız kardeş, şüphesiz ki, Antigone acıma öğelerini, kendi başına geliyormuş gibi düşüne- ve İsmene. Bu iki kız kardeş, Kızılordu’nun Berlin’i ele rek, bu duygulardan arınması olgusu) karşısına alıyor. geçirdiği bir dönemde, odalarında ölümü beklemekMÖ 5. Yüzyıl Yunanistan’ında yaşamış Sophokles’in tedirler. Brecht, bu uyarlamasında, Kreon ile Hitler’i Antigone’sini alıp, Hitler faşizmine göndermelerle ilişkilendirir. Tahterevallinin en yukarısındaki Kreon, altınsüslemek, belki de bir tek Brecht’in aklına gelebilir- dakilere şiddet uygulamaktan kaçınmaz. Daha sonra di. Çoğumuz biliriz Antigone’nin hikayesini. Kral Oidi- bir iki ufak değişiklikle bildiğimiz Antigone miti. Devlet pus’tan başlamak gerek belki de. Babasını öldürüp, yasalarına karşı çıkan anarşist hanım kızımız Antigone, annesiyle evlenen Oidipus’un kızıdır Antigone. İsme- gücünü tanrısal yasalardan değil de, insanlık onurunne kız kardeşi, Etoekles ve Polyneikes erkek kardeş- dan alır bu kez. Savaşın ortasındaki Thebai kentinde leri. Oidipus’un gerçekleri öğrendikten sonra kendini Kreon, şiddeti arttırdıkça arttırır. Brecht’in bu oyununkör ederek, Kolonos’a yol alması, tahta kardeşlerinin daki en önemli nokta, oyun boyu Kreon’un yanında çıkması. Kardeşlerinin diyorum, çünkü yapılan an- yer alan Koro’nun oyunun sonunda bilinçlenerek inlaşmada altı ay Etoekles ve altı ay Polyneikes tahta sanlık onurunu yeniden kazanmasıdır. İşte Brecht, seçıkacaktır, Thebai kentinde. Altı aylık taht devri sona yircisinden bunu ister. “Tiyatro, dünyayı savaşlardan eren Etoekles tahtı bırakmayıp, Polyneikes Thebai’ye kurtarır.” sözünü boşu boşuna söylemediğini düşünükarşı silahlanınca, savaş başlar. Savaşta iki kardeş yorum. Antigone’ye ağlamayın arkadaşlar, durumu aynı anda ölür ve aslında Antigone oyunu burada düşünün, henüz son söz söylenmedi. Birşeyler tırmabaşlar. Devlet merasimiyle gömülen Etoekles ve kar- ladı beynimizi değil mi? Olmaz olsun böyle “düzen” tallara yem edilen kardeşi Polyneikes. Sizce de bura- dedik mi? Yanıt evetse, Brecht’in göller karası gözlerida adil olmayan birşeyler yok mu? Elbette ki, böyle ni güldürebilmeyi başardınız; hayırsa, üzgünüm, ama düşünen birisi vardır: Antigone. Antigone, yasalara hayata romantik romantik bakmaya devam edin. karşı gelir ve kardeşini gömer. Ölüm cezasına çarptıMert Dayıoğlu
23
Günümüzün Reklam Stratejileri: Otomatlar Hepimiz farketmişizdir ki son zamanlarda reklamlarda otomat kullanımına yönelik bir moda başladı. Coca-Cola’nın öncülüğünü yaptığı bu reklamların büyük etkileri sonrası bu otomatlar birçok markalar için çekici hale geldi. Olay bu hale gelince bende bu akımı, bu sayıda ayrıca ele almak istedim. Haziran sayımızda Coca-Cola’nın Open Happiness kampanyası kapsamında içinde otomatların bulunduğu ‘global’ işlerinin yanı sıra ‘local’ çalışmalarını da incelemiştim. Sevgililer gününe özel ülkemizde yapılan Sevgili Otomatı, Dünya’nın en mutlu ülkesi Danimarka’daki havaalanına konulan bayrak otomatı ve Hindistan ve Pakistan dostluğu adına yaratılan Small World Machines otomat reklamlarına iyi ve öncü örneklerdi.
Coca-Cola’dan sonra Samsung, Milka, Budwieser gibi büyük markalar hatta en büyük rakibi Pepsi dahi bu tür reklamlara başvurdu. Otomat reklamlarının sırrı ise basit ve etkili olması. Genelde kalabalık yerlere konulan ve ilk bakışta ne olduğunun anlaşılmadığı esrarengiz otomatların yaptığı güzel süprizler insanlara farklı geliyor ve bu yüzden de bu otomatlar sevdiriyor kendini. Otomat projeleri, hem etkinlik projesi olması hem de ardından sosyal paylaşım sitelerinde yarattığı etkilerle markaların istenilen başarı hedeflerine kolayca ulaşmasını sağlıyor. Bu sayıda Samsung, Amstel Beer ve Milka’nın yaptığı otomat çalışmalarına değineceğim.
1 Saat Bak S4’ü Kap.
Samsung hazırladığı bu otomatta, diğer otomat reklamlarına nazaran otomatlarını kullananları daha cok terlettiyor. Tabi ürün bir Cola veya bi paket cikolata değil, otomat gıcır gıcır bir S4 veriyor. Reklamda gördüğümüz üzere otomatın insanlardan istediği tek şeyse gayet açık 1 saat boyunca gözlerini S4’ün üzerinden ayırmamaları. Tabi bu da o kadar basit değil. Cevreden gelen bolca uyarı-yanınızdan motorsikletli birinin gecmesi,kavga eden ciftler,havlayan köpekler gibi - bu hedefte insanların önünde büyük bir engel. Reklam bu engellerinde kattığı güzellikle gayet eğlenceli olmuş. 26
3 Dakika Araya Soğuk Bira
Samsung’dan sonra Amstel’in hazırladığı reklama bakalım. Amstel çalışma hayatının yorgunluğu ve stresinden uzaklaşmanın, hayata bir mola vermenin gerekliliği üzerinde durmuş reklamında. Hayatın koşuşturmasında kalabalık metro durağının önünde günün hararetli saatlerinde kimsenin durmak dahi istemeyeceği yerde Amstel, 3 dakika boyunca insanlardan sadece beklemelerini istemiş. Samsung’la da benzer yönler taşıyan reklamda 3 dakika sonunda soğuk biralarına ulaşan insanlara reklamda amaçlanıldığı üzere günün yoğunluğundan ufak bir nefes aldırılıyor. Milka ile Mutluluk Elden Ele
Son olarak Milka’nın otomatına baktığımızda da diğerlerinden farklı bir çalışma şekli olduğunu görüyoruz. Milka otomatının çalışması için tek kişi yeterli değil. Otomat sadece milka ineği ve otomat arasında, insanların ele ele tutuşup bir sevgi köprüsü oluşturmalarıyla çalışıyor. Ele ele tutuşan insanlar inek ve otomat üzerindeki butonlara basmalarıyla cikolatalarını kazanıyorlar. Projeye eğlence katan bir diğer etmense otomatın cikolata vermesi sonrası milka ineğinin geri gitmesi ve bir sonraki buluşma için daha fazla insanın el ele tutuşmasının gerekmesi. Böylece mutluluk daha da cok yayılabiliyor. 27
Bayram Reklamları “Bayram gelince el öpülünce iki hece Ece” Marka: Ülker Ece Medya Ajansı: Mediavest Reklam ajansı: Alametifarika Yaratıcı ekip: Emrah Karpuzcu, Kenan Ünsal, Berat Pekmezci, Odisseas Sevsevme, Ozan Özüm Özbey, Erkul Yazgan, Seden Padır, Dilan Davutoğlu, Berkay Tahmaz, Sertuğ Alptekin Yapım şirketi: Dinamo İstanbul Demo yapım şirketi: Complete Works Demo yönetmen: Petr Hrdlycka Yönetmen: Cihangir Ateşağaoğlu Müzik: Alametifarika Müzik Yapım: Jingle House Kullanılan mecra: TV, internet
Bayramın yaklaşmasıyla şekerleme reklamlarını sıkça görür olduk. Ülker Ece de diğer bayram reklamlarında kullanılan hüzünlü temaların aksine enerjik bir reklamla karşımıza çıktı. Bir farklılık da bayramda çocuklarını, torunlarını bekleyen dedelerimiz, ninelerimiz yerine bayram denince zihinlerinde ilk beliren şey renkli renkli, lezzetli şeker ve çikolatalar olan çocuklar açısından bakılmış olmalı ki yeni alınan bayram kıyafetlerini giymiş küçük bir çocuğun şeker toplamak için kapı kapı gezerken ona reklam için bestelenen gayet enerjik bir şarkı eşlik ediyor. Kimileri için rahatsız edici bir reklam olarak nitelensede bu reklam bence şarkısıyla bayrama bir eğlence katıyor ve birkaç defa izledikten sonra sizde kendinizi istemsiz olarak bu şarkıyı söylerken buluyorsunuz. Bazıları için Bayramlar ‘’Sütaş’’sız Geçmez. Feraye Hanım Gibi… Reklamveren:Sütaş Reklamveren Temsilcisi:Ergun Ermutlu, Tülay Dalkılıç, Eylem Karakaş Soyluoğlu Reklam Ajansı:Happy People Project Yaratıcı Grup:Yaşar Akbaş, Atilla Karabay, Selçuk Akyüz, Cihan Önder, Ceyda Koç, Sibel Ergeç, Lina Nil Stratejik Planlama:Emel Göker, Mert Soyal, Özlem Akbaş Müşteri İlişkileri:Orçun Onural, Başak Tetik, Sena Meten Yönetmen:Eralp Vardar Prodüksiyon:Böcek Yapım Müzik:Kollektif İstanbul tarafından seslendirilen “Osmania” adlı şarkı Medya Ajansı:People Communications Planlama ekibi:Nurdan İşbecer, Esra Muhriroğlu, Deniz Gömeçoğlu, Adnan Kayalıoğlu Kullanılan Mecralar:Televizyon, açık-
Sadece bayramda değil ramazan süresince de Topçu Hüseyin, Pideci Recai ve Davulcu Sezgin reklam filmleriyle sürekli gözler önünde olan Sütaş tabiki bayramı da kaçırmadı ve aileler için süregelen bayram alışkanlıklarını, geleneklerini bayram günleri içi katı kuralları lan Feraye Hanım’ın ailesiyle geçirdiği bayram gününü etkili ve Feraye Hanım’ın mizahi konuşmasıyla işledi. 28
Vakıf Bank Halden Anlıyor Ajans : Alaaddin Adworks Reklamveren : VakıfBank Yaratıcı Bölüm Başkanı : Murat Doğu Yaratıcı Grup : İrfan Ongan, Can Çelebi, Moris Hasan, Sevil Yılmaz Müşteri İlişkileri : Melike Gezgin, Şükran Olgaç, Meltem Erciyeş Yapım Şirketi : Depo Film Yönetmen : İlkay Kopan
Reklam konusunda önceleri daha pasif kalan VakıfBank son zamanlarda reklam stratejisini oldukça önem verdi ve bu alanda başarı grafiğini yükseltmeyi zamanla başardı tabiki çalıştığı ajans olan Alaaddin Adworks’ün katkısıyla. Bu reklamları oluştururken ise bir konsept üzerinden devam etti : Halden anlamak. Bayramda da yine ‘’Halinizden anlıyoruz.’’ sloganıyla hareket ederek çocukların ön planda ön olduğu bir reklam filmiyle “Halden Anlayanlar”a bayram reklamını ithaf ediyor. Başarıyı yakalamasına rağmen bayram reklamlarında genel hava olan hüzün ağırlıklı temadan ise kurtulamadığı açık.
Coca-Cola Bayramı da Es Geçmedi Reklamveren: Coca-Cola Company Reklamveren Temsilcisi: Sonat Antepli, Arzu Sungur, Eda Kıralı, Eda Didem Dağcı Reklamveren Produktörü: Tolga Himmetoğlu Reklam Ajansı: Vietnam Yaratıcı Yönetmen: Serkan Balak Yaratıcı Grup Direktörü: Cihangir Gümüş, Rıza Çankaya Yaratıcı Ekip: Aslı Sevim, Emre Koç, Zeynep Güneş, Gözde Dilek, Erdem Güngör, Umut Kısa, Kenan Çetinkaya, Kezban Ekrem Illustrasyon: Cihangir Gümüş Stratejik Planlama: Zeynep Karahan Müşteri İlişkileri: Damla Acun, Melike Karamehmetoğlu Ajans Produktörü: Begüm Baran Yapım Şirketi: Autonomy Yönetmen: Fatih Kızılgök Görüntü Yönetmeni: Florent Herry
Coca-Cola, ramazanı, yılbaşını, sevgililer gününü kısaca hiçbir özel günü kaçırmadığı gibi bayramı da es geçmeyen markalar arasında yer alıyor. Sadece bayramda değil ramazan boyunca da Sofra Hikayeleri ve kavuşma, kavuşturma teması ile bayram havasını yaşatmayı gayet başarılı şekilde yansıttı bana kalırsa.
29
Eveet sevgili okurlar, öncelikle hoş geldiniz. Geçen aydan size bir sözüm vardı belki hatırlarsınız. (Biriniz bile hatırlamayacak biliyorum.) ‘’Temmuz-Ağustos Direniş Özel’’ sayımızda sizlere bu ay güncel reklam sunmayacağımı söylemiştim. Çünkü o kadar kötü reklamlar var ki geçmişte, onlara haksızlık ediyorum diye düşünmekten kendimi alamamıştım. Bu ay farklı bir şey yapma kararı aldım. (Çok marjinalim kahretsin.) Bu köşe için adeta bir devrim niteliğinde olacak, ayrıca ilk ve son olacak yani sonraki aylarda dergiyi okumaya başlayanlar çok şey kaçıracak. Ama siz ‘’Yahu bir zamanlar bu bölümde çocuk ne yapmıştı öyle?’’ diyeceksiniz! ( Demezseniz de canınız sağol-
sun be canlarım). Bu ay sizlere bir ‘’En kötü reklamlar potpurisi’’sunacağım. (Evet bu ne diyorsunuz büyük ihtimal. TDK’yı açtım özellikle, bizim kırk yıldır “pötböri” dediğimiz, aslında potpuriymiş. Bir de bilgi vermiş oldum, hadi iyisiniz. Benim okurum kazanır.) Ve bu reklamların 3’ü de eski olacak diye yola çıktım. Ama yine sözümü tutamadım. Son reklamımız çok eski sayılmaz. Ancak gerçekten buraya girmeyi fazlasıyla hak ediyor. Yani bu ay 1 değil, 2 değil, 3 tane reklam değerlendirmesi göreceksiniz burada. Evet yanlış okumadınız tam 3 reklam. 1 okumaya 3 kötü reklam. (Bizde de kampanya böyle.)
Evet, artık paylaşım vakti geldi. 1. reklamımız aslında hepimizin bir zamanlar iğrenerek izlediği ancak şu zamanlarda hepimizin unuttuğu bir reklamımız. Reklam aslında resmen bir ‘’korsan reklam’’ gibi. Yani o reklam kuşağında aslında yokmuş da son saniyede kendi imkanlarıyla fırlamış gibi. Evet reklamımız ‘’Dabi Dabi Mısır Çerezleri’’ reklamı. Sanki yüzünüzde bir ‘’aaa hatırladım’’ ifadesi belirdi. Herkes duyduğu an kanalı değiştirirdi.(Siz de yazıyı değiştirmeyin nolur :-) ) Belki 15 saniyelik bir reklam, ancak etkisi saatlerce sürer. Ekranda mısır çerezleri dönüyor ve onların yanında oturan çocuk ise o ‘’Müthiş’’ çerezleri yiyor. Arka fonda da jingleımız dönüyor. Jingle da jingle hani. Bu devirde Sertap Erener ve Nil Karaibrahimgil bile yapamaz. (İsmail YK’yı ayrı tutuyorum). Çocuğumuz dünyadan kopmuş, çerezlere odaklanmış . Öyle bir yiyiş şekli ki hayatımda hiçbir zaman Dabi Dabi mısır çerezlerinden almadım. Aldığımda öyle olacağımdan korktum belki de kim bilir? ( Reklamı tekrar izleyip kendine işkence etmek isteyenler reklama BURADAN ulaşabilir.) Bu arada Dabi Dabi , Nazo’nun çıkardığı bir ürünmüş. Yani pek de şaşırmamış olabilirsiniz.
30
2. reklamımız ise beni buralardan aldı götürdü. Yazamayacaktım neredeyse siz düşünün. Yahu ben bu grubu nereden hatırlıyorum diye sormayın kendinize boşuna, ben size söyleyeyim. Rapçi Fuat (Owww Yeahhh MEEnnn Sana puanım 9 kankam!!!) katıldığı bir televizyon programında tartıştığı bu grup için arkalarından şarkısını söylerken içinde ne demişti hatırlar mısınız ? Evet daha fazla merak ettirmeyeyim . İşte bu reklamın kahramanları ‘’Boys Anılar’’. ( Boys Anılar tuuf tuff soytarılar.) Bu kaslı ağabeylerimiz koşarak ekrana girip Fuat’a tekme tokat dalmışlardı. Bu reklamda Namlı markasının ürünleri için çektikleri reklam filmini hatırlamazsınız büyük ihtimal. Ama ben böyle bir faciayı gerçekten çok az gördüm diyebilirim. Şarkılarına da göz atarsınız zaten nasıl bir jingle hazırladıklarını düşünebilirsiniz. “AH DİYECEK İNLEYECEK NAMLI SUCUK YİYECEK!‘’ (Hani sıkıyorsa yemeyin isterseniz.) Reklamda çocuklar da var ve Namlı ürünlerini yiyerek bir anda büyüyorlar ve Boys Anılar grubundan bir birey haline geliyorlar. (Benjamin Sucukton.) Daha bir ton komikliklerle dolu reklamı kesinlikle izlemelisiniz. 3. reklama geldi sıra. Size bahsetmiştim yeni olmayacak diye. Belki her seferinde aynı şeyi söylüyorum ama , yahu bu kadar kötüsü de yapılmaz ki be kardeşim. Benim eski kötü reklamlar, serimi bile bozdu düşünün. Sinirlerim gerçekten altüst. DEWasa bir yıkım içerisindeyim. Evet spoilerı verdim. Son reklamımız ‘’DEW Motor Yağları’’na ait. Yahu yapmayın ya, bari reklam yapmayın da alalım ürününüzü ne olur. Her yerden çıkan DEW kelimeleriyle reklam yapmaya çalışmışsınız ama olmamış yahu . Bir marka bu reklamı nasıl kabul eder hala aklım almış değil. Bari yapıyorsunuz kaliteli seslendirme ve çekim olsun. Ama yok ille batıracağız demişler. Daha fazla konuşmadan reklama ulaşın ve hayatınıza Devam edin. Evet bu ayki yazımız da dolayısıyla biraz uzun oldu. Ancak böyle bir şey yapmayı düşünüyordum ve yaptım. ( Köşe benim, yazı benim. Yazıyorum arkadaş, yerim ay bu çok uzun diyen gözlerinizi!) Gelecek aylarda daha kötü, daha gülünç, daha iğrenç reklamlarla görüşmek üzere. Bol okumalı günler. 31
TUKCELL SÜPER LİG, HİÇ BİTMESEYMİŞ! Futbolda 2013/2014 sezonu başladı. Bu cümle ülkemizde çok fazla anlam taşıyan bir cümle. Öyle ki futbol, çoğumuz için hayatımızın bir parçası, hatta hayatımızın ta kendisi. Futbol denilince de aklımıza ilk gelen şey Süper Lig oluyor. Her yıl bomba etkisi yaratan transferlerin yapıldığı, toplamda 18 kulüp taraftarlarının, sırf takımlarına destek olmak amaçlı milyonlarca lira harcadığı, uğruna haftanın 7 günü televizyonlarda programlar yapılan, ülkemizin en büyük futbol ligi... Hal böyle olunca da bu ligin adının yanına alınacak bir sponsor, futbol federasyonu için çok yağlı bir kapı haline geldi. Dünya liglerinde de örneklerine rastladığımız, ismin önüne sponsor alma olayını şu sıralar bizim ligimizde de görebiliyoruz. Süper Lig, ilk sponsorluk anlaşmasını 2000 yılında Telsim ile yaptı. O dönem ‘Türkiye Telsim Ligi’ diye anılan ligin ismine sponsor alınması, belli bir kesim tarafından tepki alınca Telsim ile olan sponsorluk sadece 1 sezon sürdü. 2001-02 sezonunda, bugünkü Süper Lig adını alan ligimize 2006 yılında iletişim devi Turkcell sponsor oldu ve esas macera o zaman başladı. Çünkü 2000 yılındaki sponsorlukta Telsim, ligin adını pek de ileriye taşıyamamıştı. Bunun için fırsatları olmadı da denebilir. Bilmeyenler için hatırlatayım; 2010 yılından beri ligimizin sponsoru Spor Toto. Yani ligimiz, “Spor Toto Süper Lig” adıyla kullanılıyor. Peki futbolla pek de alakası olmayan kesimden kaçı bu durumdan haberdar? Kaç kişi televizyonda Spor Toto Süper Lig reklamını görüp, belki sadece laf arasında geçen Spor Toto’yu araştırmaya kalktı? Sanırım hiçbiriniz. Çünkü öyle bir reklam yok. Spor Toto Süper Lig adına internette bulabileceğiniz tek bir reklam var; o da Ntv Spor’un İspanya La Liga için yaptığı şiirsel reklama gönderme yapan, amatör işi bir iş. Yani eğlence amaçlı tek bir video hariç -ki o da markanın yaptığı bir video değil- Spor Toto bu sponsorluğu henüz değerlendirememiş gibi duruyor. Peki Turkcell Ne Yapmıştı? Bu sorunun cevabını size birkaç hatırlatma ile buldurmayı deneyeceğim. ‘’Turkcell Süper Liig, hiç bitmesiiin!’’ diye bağıran adamları hatırladınız mı? Ya da sevgilisiyle bir yemek esnasında ‘’Turkcell Süper Lig, artık başlasın!’’ diye bağıran bir genci gözünüzün önüne rahatlıkla getirebildiniz değil mi? (Benim favorim: ‘’İyi ki varsın futbol’’du.) Çünkü bu sloganlar, Turkcell’in sponsorluğu döneminde sürekli televizyonlarımızda yer alan reklamların sloganlarıydı. Turkcell, bu sloganlarıyla hafızamızda öyle bir yer edinmişti ki spor spikerleri bile sponsorluk anlaşması sona ermesine rağmen, canlı yayında kazayla Turkcell Süper Lig adını kullanıyorlardı. Sponsor olduğu 5 yıl boyunca Süper Lig’e farklı bir hava katan ve özellikle kadınları futbolun içine çok güzel monte eden reklamlarıyla takdir ettiğim Turkcell’in başarısını Spor Toto’da maalesef göremiyoruz. Bu karşılaşmayı maddi olarak değil, artık dillere pelesenk olmuş ‘’ligimizin marka değeri’’ kriterine göre yaptığımı hatırlatarak birkaç not daha eklemek istiyorum. Maddi açıdan zaten 10 kulübe sponsor olan Turkcell’in sponsorluklarını, Spor Toto şu an devam ettiriyor ancak ücretleri biraz kıstı. Esas fark ise sponsor olduğu yıllarda lige her türlü renk katmaya çalışan ve değerini yükseltmek için çabalayan bir Turkcell varken, şu an sadece para veren bir Spor Toto olması. Üstelik bir marka, iletişim sektöründeyken diğeri futbolun tam kalbinde yer alıyor. Ben bu noktada Spor Toto’yu çocuklarına sadece para verip, ilgi göstermeyen bir babaya benzetiyorum. Sponsor olduğu dönemde ligimizin renkli simalarını da reklamlarında kullanarak, çok başarılı işlere imza atan Turkcell, bu başarısıyla yayıncu kuruluş olan ve aynı zamanda ortağı Digiturk’ün de üye artışında önemli bir rol oynamıştır. Ancak aynı Digiturk, Turkcell’e fiyat artırması için talepte bulunmuş ve bu talebi de Turkcell kabul etmeyince, Turkcell’in sponsorluğu 2010 yılında son bulmuştur. Yaptığı reklamlar insanların fazlaca beğenisini kazanan, ligimize farklı kesimlerden bir sempati kazandıran Turkcell, vedasını da güzel bir şekilde yapmış ve Spor Toto’ya devam ettirilmesi çok rahat ve güzel bir strateji bırakmıştır. Ancak dediğimiz gibi Spor Toto bu fırsatı tepmiş ve maalesef her şey eski haline geri dönmüştür. Bu süreçte para kaybı yaşayan Digiturk’ün ve prestij kaybı yaşayan Futbol Federasyon’unun bu olaya bu kadar tepkisiz kalması da farklı bir süreç. Biz futbol severler olarak umarız ki Spor Toto bu tutumundan vazgeçer, vazgeçesi yoksa da Turkcell’in bayrağını daha ileriye taşıyacak yeni bir sponsorla yola devam edilir.
32
33
Google+ Facebook’ta ve Twitter’da yaptığınız paylaşımları aynı şekilde Google+’ta da yapabilirsiniz. Gönderi paylaşabilir, durum yazabilir, şarkı, resim paylaşabilirsiniz. Kısacası Google+ farklı teması olan bir Facebook gibi görünüyor ilk bakışta. Sonraki bakışta da öyle görünüyor, arkadaşlarınızla sohbet kısımları bile Google+ hakkında ilk düşündüğün şey nedir diye neredeyse birbirinin aynısı gibi. Beğen butonu yerine sorsalar, diyeceğim şey “çok boş sanki ya”dır. Bu boşluk belki de tanıdığım çoğu kişinin Google+ ‘ı kul- +1 işareti konmuş olsa da bu özellik de aynı. Paylaş lanmadığından, kimse hakkında bir şey göremediğim butonu da farklı diyemeyiz. Aynı şekilde profilimzde bulunan kapak ve profilimizin entegresi de aynı. (Ariçin olabilir. Ancak o boşluğa rağmen o kadar çok özellik var ki… Nereden başlasam, nasıl yazsam bile- kadaş yoksa ben Facebook’a mı girdim yanlışlıkla?) İyi de bunların hepsi aynı. Tamam aynıları bırakalım medim. Hadi biraz Facebook’la karşılaştırıp bakalım artık, yoksa buradan çıkamayacağız. Hadi farklılıklaGoogle+’a. Çünkü en büyük rakibi, aynı zamanda da ilham kaynağı Facebook olan bir sosyal ağı diğeri ra bakalım (başka bir şey kaldıysa tabii). Google+, Facebook’ta en çok şikayet edilen ve olmadan değerlendirmemiz takdir edersiniz ki imkanaynı zamanda da Facebook’un olmazsa olmazı olan sız. 2 özelliği, oyunları ve reklamları içinde barındırmıyor. Aslında düşünecek olursak bu gayet normal bir (En azından şimdilik.) Bu özelliklerden bıkan Faceboşey. Çünkü tüm sosyal ağlar birbirinden etkilenmek ok kullanıcıları koşarak Google+’ın kollarına atıyor zorunda bir nevi. Aynı amaca hizmet ediyorlar, aynı kendini. Ancak bu durum Google+‘a çok büyük bir özellikleri sunmak zorundalar, Google+ bu yola “Yok dezavantaj da katıyor. Ortalama bir kullanıcının Fabirbirimizden farkımız ama biz Google+’ız “ (Sinan cebook’ta online olma süresi 6 saat iken, Google+’ta Hocaya saygılar, plus olarak okuyun) sloganıyla çıkmış gibi. Kendi isimlerine, markalarına o kadar gü- bu rakam 6 dakika. Yani aralarındaki en büyük fark veniyorlar ki aynısını kopyalasalar bile başarılı olacak- şimdilik kullanım süresi. Bu online süresinde oyunların etkisi tabii ki de çok büyük. Aynı şekilde reklam larına eminler. Yola biraz daha erken çıksalar, belki gelirleri de Google+‘ın kaç kat üstünde bilemiyorum de şu an Facebook hafızalarımızda sadece bir anı olarak bile kalabilirdi. Çok varsayım yaptık hadi biraz bile. Maddi olarak Facebook, rakibine göre çok farklı yerlerde. da delillerle konuşalım.
36
Google+’ın içerik olarak belki de en farklı özelliği ise, tanıdığınız kişileri eklerken nereden tanıdığınıza dair ayırabilmeniz. Bu arada arkadaş olarak değil, çevreniz olarak ekliyorsunuz bir kişiyi. Böylece bir kişiyi okul arkadaşınız olarak eklerseniz, onun okul arkadaşlarına da erişerek başka okul arkadaşlarınıza da kolayca ulaşabiliyorsunuz. (Daldan dala,daldan dala...) Ama iyi de ben, ben istemediğim sürece kimsenin beni görmesini istemiyorum ki!! İşte orada da Google+ size kucak açıyor. En güvenilir, güvenlik sistemi en yüksek seviyede olan sosyal ağlardan biri olan Google+ kişisel bilgilerinizin siz istemediğiniz sürece hiçbir şekilde paylaşılmayacağını size belirtiyor. Bu arada Google+ paylaşım olarak Facebook’un aynısı dedik ancak Google+ ile fotoğraf, şarkı, video paylaşmak Facebook’a göre çok,çok daha hızlı. Yani ikisini yan yana koysanız Google+’a 3 fotoğraf yüklerken Facebook’a ancak 1 fotoğraf yüklersiniz. Youtube paylaşımları profilinizde hiç sırıtmıyor. O kadar güzel bir görsellik katıyor ki, gerçekten belki de sırf bu özelliği için kullanıyorum Google+’ı . Google+ Premium kullanıcı desteğini de duyurdu. Açıkçası pek anlam veremediğim bu durum hakkında çok bir yorumum olmasa da , Google+’ın resmi sitesinde yazan açıklamaya göre ; ‘’Premium özelliği, özellikleri size yayınlar ve hangout için varsayılan ayarı yalnızca kuruluşunuzla kısıtlayabilme gibi, kuruluşunuz için Google+’a yönelik ek yönetici denetimleri sağlar.’’ Yani şirket sahibi olmayanlar için çok da gerekli bir şey değilmiş gibi duyuruldu Premium özelliği.(Artık şirketi kurunca anlarız heralde.) Ne olursa olsun, nasıl olursa olsun; Google+ Facebook’un tahtına gözünü dikmiş durumda. 1.sıraya geçebilir mi? Ben sanmıyorum. Ancak çizgisini bozmadığı, yeni özelliklerle kendini geliştirdiği, Facebook’taki kötü özellikleri kendine iyi bir şekilde yontabildiği takdirde Facebook’tan çok sayıda kullanıcı çalacağı kesin bir şey. Diğer bir not olarak ise gelenekçi Türk yapısına uygun olarak, Google+’ın ağzı ile kuş tutsa dahi ( kullanıcılara para dağıtmadığı sürece) bizim ülkemizde her zaman gölgede kalacağını size garanti edebilirim. Bu yazıdan sonra Google+ ı kullanmaya başlar mısınız bırakır mısınız bilemem ancak ben mailimi açtığımda Google+’ıma da bakmaya devam edeceğim. Osman Şimşek - osman.simsek@commmag.com 37
Sosyal ağ değil, Sosyal Katman
Site hakkında Ekşi Sözlük’te, Galove adlı yazarın yaptığı yorum tam anlamıyla bu işi açıklar türden aslında. Ben de bu yorumu sizlerle paylaşıp, kendi görüşlerime öyle geçeceğim: ‘’Google’ın yine güzel bir şeymiş gibi görünen fakat kullanıcılar tarafından yine anlaşılamayacak ve çözülemeyecek olan projesi. İyi bir şeye benziyor ama ne işe yarar anlamadım, chat mi yapıyoruz?’’ Aslında Google’ın her projesi gibi, bu proje de büyük beklentiler içinde piyasaya sürüldü. Her tanıtım videosunda olduğu gibi, bu videoda da ‘’Tamam, Google yine on numara bir şey yapmış.’’ tarzında şeyler söylendi ve ‘yine’, beklenen ilgiyi görmedi. Açıkçası bu sefer işler farklı olacak gibi gözüküyor. Şu an durumun pek refah gözükmediğinin farkındayım, en azından sitenin en büyük rakibi Facebook ile kıyaslandığında ortaya çıkan sonuç bu şekilde. Fakat insanların artık Facebook’tan sıkılması ve Google +’ın Facebook’a göre farklı bir hava yaratması bu tezimin en büyük destekçisi. Google + vs Facebook Ben kesinlikle bu iki siteyi bir tutmuyorum ancak ortak yönlerinin çokluğu nedeniyle böyle bir kıyaslama yapma ihtiyacı hissettim. Zaten bu başlıkların detaylarını yazının ilerleyen kısımlarında göreceksiniz. •Facebook 9 yıllık bir siteyken, Google + henüz 2 yaşında. •Facebook sadece Instagram ile bağlantılıyken, Google + tüm Google hizmetleriyle senkronize bir şekilde çalışıyor. •Yaptığı köklü değişiklikleri kullanma mecburiyeti kuralı uygulayan Facebook’a karşı, kullanıcılarına çok alternatifli tasarımlar sunan Google +. 38
•Facebook’un mavi ve yoğun arayüzüne karşı, son derece sade ve beyaz ağırlıklı bir Google +. •Facebook tüm ek hizmetleri için diğer şirketlerle çalışmak zorundayken, Google + çoğu hizmetini zaten var olan kaynaklarından sağlamaktadır. (Facebook’un harita konumlamalarında Bing Maps kullanırken, Google +’ın aynı hizmet için Google Maps kullanması gibi.) •Mobil uygulama konusunda sıkıntılar yaşayan ve sık şikayet alan bir Facebook varken, belki de alanındaki en rahat kullanıma sahip bir mobil uygulaması olan Google +. •Video özelliğine yeni geçen ve -kendi deneyimlerimden yola çıkarak söylüyorum- bu özelliğini henüz oturtamayan Facebook’a karşı, arkadaşlarınızla konuşmanızı size ‘’Hangout Parti’’ şeklinde sunan bir Google +. Google Reader Kapandı, Bence İyi Oldu. Açıkçası Google Reader’ın kapanması, onun milyonlarca kullanıcısını adeta hüsrana boğdu. Çünkü kullanıcılar favorileri olan yüzlerce siteyi tek tek dolaşma zahmetine katlanmadan, tek bir havuz yoluyla oradaki yenilikleri görebiliyordu. Ben de Google’ın bu denli yararlı bir siteyi neden kapattığını anlamamış olsam da bu olay, Google + için iyi bir gelişme oldu. En azından üretilen teoriler bu yönde. Google’ın amacı, internet sitelerinin hepsine birer Google + hesabı açtırmak ve Google Reader’ın görevini, Google +’ın haber sayfasından yapmak. Google +’ın ‘çevreler’ özelliğinin ne denli işe yarar olduğunu düşününce bu plan, hiç de fena fikir değil. Ancak henüz bireysel kullanıcı sayısında bile bir doyuma ulaşamayan Google +’ın bu uzun vadeli planı ne olur bilemem.
Peki Neden Sosyal Ağ Değil de Sosyal Katman? Çünkü Google +, diğer bütün Google hizmetleriyle ortak çalışıyor. Yani Google halkasının bir parçası gibi. Ancak bu parça, arlarındaki en sosyal olanı ve en kişiselleştirilebileni. Eğer bir Google kullanıcısıysanız, sizin için bundan daha güzel bir sosyal ağ olamaz, tabii ki arkadaşlarınızın da bu şekilde düşünmesi lazım çünkü şu anda aktif kullanıcı sayısının azlığı, insanların neden bu denli yararlı olan bir platforma geçmediğinin en büyük yanıtı. Bu durumu biraz daha açarsak Google’ın verdiği hizmetler konusunda kimsenin kafasında soru işaretleri olacağını sanmıyorum. Sadece Google + üzerinden, YouTube videolarınızı, mail hesabınızı kullanabiliyorsunuz. Ayrıca fotoğraf saklama konusunda farklı bir strateji benimseyen site, genel bilgilerinizi de Facebook’a göre çok daha gizli tutuyor. Facebook’tan Daha Başarılı Google +, kullanıcı sayısı olarak henüz 500 milyon olmuş durumda. Bu durum, bu konudaki dünya devi Facebook ile karşılaştırıldığında geride gözükebilir ancak iki platformun da ilk iki senesini göze alırsak, Google + bir hayli önde. Ancak bu konuda Google şirketinin, yeni platformuna biraz torpil yaptığını da unutmamak gerek. Eğer bir YouTube veya GMail hesabınız varsa, Google + hesabınız da sizden habersiz olabilir. Ayrıca 500 milyon sayısı sadece üye kullanıcıları temsil ediyor, Google +’ın aktif kullanıcı sayısı henüz çok az. İlginç bir not olarak şunu da eklemek istiyorum: Google +’ın en çok kullanıldığı ülke İran. Diğer ülkeler ise aşağıdaki grafikte: Google harikalar dünyasının en değerli üyesi olmasını beklediğim, en azından ümit ettiğim Google +’yı daha, çok zorlu bir maraton bekliyor. İnsanların Facebook’tan sıkılmasını beklemeden kendisine çekmeyi henüz başaramayan Google +, buna rağmen kullanılabilirlik açısından çok ileride. Belki bu çizgisini bozmazsa ve iyi bir çocuk olursa, Google + da, milyarı aşan kullanıcı sayısını görebilir.
Kerem Salış - kerem.salis@commmag.com 39
Mobil Uygulamalar
Bazı şeyler vardır, çalışarak ulaşamayız. Bir okulu büyük bir çoğunluğuna ulaşmak için seçtiğiniz parça birinci bitirmek ya da zamanında işi yetiştirmekten başına bir miktar ödeme talep ettiği gerçeğidir. daha farklı olan şeylerden bahsediyorum. Bir futbolOyunumuz bütün bu haliyle beraber piyano çalmayı cu ne kadar çok çalışırsa çalışsın Messi veya Ronalbasit ve eğlenceli bir şekilde cebimize taşıyor. Yolcudo’ya denk hale gelmesi imkansıza yakın olduğu gibi lukta, derste ve herhangi uygun bir anımızda açıp bir biz fanilerin hepsi de ne yazık ki enstrüman çalma Beethoven klasiği çalmak hiç fena bir fikir değil gibi yeteneğine sahip değiliz. İşte bugün ele aldığımız bence. mobil oyunumuz size kendi çapınızda bir virtüöz gibi Acil Kan bütün piyano klasiklerini alma imkanı sunuyor. Bir keBu sayıda yer vereceğimiz uygulama daha önce simin umurunda olmayacağı gerçeğini es geçersek de mobil platformda başarılı işler çıkartan Anadolu benim gibi enstrüman çalmak isteyen ancak yeteÜniversitesi Bilgisayar Kulübünün bir projesi. Son dönek bakımından yoksun yaratılmış biriyseniz kendinizi nemde sosyal medyada çok fazla karşılaştığımız kan avutmanız için hiç fena bir fikir değil. ihtiyacı duyurularını tek bir uygulama altında toplaOyunun bir diğer güzel yanı ise bütün klasiklerin mayı hedefleyen bu uygulama insanların gerçekten yanında günümüz şarkılarının da piyano için düzenihtiyaç duyduğu bir eksikliği gidermek için oluşturullenmiş halini barındırmasıdır. En sevdiğiniz popüler muş başarılı bir çalışma olmuş. şarkıların bir çoğunun telefonunuzda çalınabilecek Kısaca uygulamamız acil kan ihtiyacı olan bir kişinin şekilde düzenlenmiş haline ulaşma imkanına sahipbir ilan oluşturması ve bunun uygulamaya sahip büsiniz artık bu uygulama ile. Oyunun aşırı basit oynatün cihazlardan görülebilmesi şeklinde işliyor. Gönüllü nabilirliği ile beraber gittikçe zorlaşan seviyeleri sizi kan verici kişilerde sürekli olarak gözükebildiği gibi sürekli daha iyisini yapmaya zorluyor. isterlerse ilanı gördükten sonra direk kan ihtiyacı olan Uygulama marketlerinde ücretsiz olarak ulaşmakullanıcıya arama yolu ile ulaşabiliyor. Kullanıcı sayısı mız mümkün olan uygulamamız düzenli olarak belirli henüz çok artmış olmasa dahi çok güzel bir çıkış nokaralıklarla çok indirilenler listesine giren ve çoğuntası yakalamış olan bu uygula hakkında daha çok luk tarafından duyulmuş bir oyun. Oyun ile alakalı konuşmadan kullanıcı yorumlarını sizlerle paylaşarak bilinmesi gereken bir diğer şey ise geniş şarkı listesinin yazımı kapatacağım. Safa Aslan 24 Ağustos 2013 HARIKA!! İşte böyle bir uygulamaya ihtiyacımız vardı ülke olarak. Geliştirici arkadaşa çok teşekkürler. Uygulama hatasız ve gayet akıcı Ertuğ Takil 24 Ağustos 2013 Tebrikler! Çok faydalı bir uygulama olacağına inanıyorum çok başarılı bir çalışma olmuş... Tuncer Başaran 24 Ağustos 2013 Basarili Ihtiyaca yonelik guzel dusunulmus bir uygulama tebrikler Samed Keskin 25 Ağustos 2013 Mükemmel düşünülmüs Unutmayın birgün bizede lazım olabilir Emrah Ozcan 24 Ağustos 2013 Super uygulama Her telefonda sorunsuz calisiyor. Anıl Eger 24 Ağustos 2013 Yararlı Guzel dusunulmus bir uygulama. 40
Alper Küçükbezirci alper.kucukbezirci@commmag.com
41
Sosyal Medya Vakası
Gelen 100 cevap da hayır olmuş. Hem de Amerika gibi kızların teklif ettiği memlekette! -Gerçi o şortun altına giyilen çoraplar olmasa sonuç biraz daha farklı olabilirdi- Hadi bütün bunları geçtim, bu kızlar neden “I am sorry” falan diyerek mahçup oluyor ki? Orada sevişmek isteyeni geri çevirmek, bizim burada komşunun yemek getirdiği tabağı boş göndermekle eşdeğer bir durum mu? Gelelim işin sosyal deney kısmına: “Kadınların çoğunun soruya ‘no thanks’ cevabını vermesi, gayet önemli bir sosyal deney olduğunu gösteriyor. Buradaki olay yok senin anana sorsalar, senin bacına sorsalar iyi olur mu seviyesi kadar basit bir şey değil. Olay bildiğin kadınların seks kavramını ne olarak gördüğüne dayanmakta. Doğu coğrafyalarında seks kadının gözüyle erkeğe armağan edilen ve yalnızca onun zevk alabileceği, kadının aktif değil figüran şekilde rol aldığı son derece ayıp bir olayken daha özgür toplumlarda seks bu bakış açısından uzak şekilde doğal, yapılması gereken, eğlenceli,
42
zevkli, rahatlatıcı, kadınların kendisine teklif edildiğinde ‘güzel bir şey teklif ediyorsun ama bunu seninle paylaşmak istemiyorum çünkü seni tanımıyorum’ minvalinde reddedebileceği bir aktivitedir.” demiş Ekşi Sözlük’ten büyük beyaz megolodon. Tabi sorulara verilen cevapların da tek kaynağı sosyolojik etkenler değil. BBC’de yayınlanan “Human Instincts (İnsan içgüdüleri)” adlı belgeselde buna benzer bir durumun kaynağının soyu sürdürme içgüdüsüne bağlı olduğu vurgulanmış. Peki ya gerçekten sosyal bir deney niteliği taşıyan bu video Türkiye’de çekilmeye kalkılsaydı? - Üfff snn be slk .s.s.s - İmdaaaat! Polis yok muuuuu? Ya da bir ağır abinin yanında sorsak kız arkadaşına aynı soruyu? Orada bıcağı kıçımıza saplasa ve kan kaybından ölsek ağır tahrikten serbest kalmaz mı? Evet bu videonun başrolünün bir ablamız olduğu modeli de var. Peki ya bu Türkiye’de olsa? Aklıma gelenleri yazamayacağım :)
Armağan Abanuz - armagan.abanuz@commmag.com
Teknoloji - Mobil Haberleri
Bug’ başına 5 bin dolar ödül
Saniyelik tweet rekoru kırıldı
Bilgi ilk kez başarıyla ışınlandı
Eğer Google ve Facebook gibi büyük teknoloji şirketlerinin ‘böceklerini’ bulan biriyseniz, son günler sizin için oldukça karlı geçmiş demektir. Google, ‘sistem hatası’ anlamına gelen ‘bug’ takipçilerine ödediği ödülün 2 milyon dolara ulaştığını açıkladı. Şirket, bug başına 5 bin dolar ödeme yaparken, Facebook’un ödediği toplam miktar 1 milyon dolara ulaştı.
Saniyede ortalama 5 bin 700 tweet’in atıldığı Twitter’da, eski rekor 33 bin 388’di. Bu rekor, 2013’e girilen yılbaşı gecesinde Japonlar tarafından kırılmıştı. Japon anime yapımı ‘Castle in the Sky’, ABD televizyonlarında yayınlandığı 3 Ağustos’ta kendi ülkesine ait rekoru kırdı. ABD’de 2011’de yayınlandığında saniyede 25 bin 88 tweet’e ulaşan Castle in the Sky, 3 Ağustos’ta tam 143 bin 199 tweet atılmasını sağladı.
Bilim insanları, tarihte ilk kez bilgiyi bir noktadan bir noktaya ışınlamayı başardı. İsviçre’de yapılan deneyde, bir bilgisayar işlemcisine benzeyen katı hal devresinde saniyede 10,000 bitlik bigi A noktasından B noktasına aktarıldı.
HTTPS, Facebook’un yolu Facebook’un resmi blogunda duyurduğu bu önemli güvenlik değişimi, kullanıcıların tarayıcısı ile Facebook sunucuları arasındaki iletişimi daha sağlam temellere oturtacak. Facebook protokol seçimini kullanıcıların tercihine bırakmayı seçmişti. Facebook, bu tercih modeli ile birlikte kullanıcıların ancak üçte birinin siteye HTTPS ile bağlandığını söylerken artık 1 milyarı geçen Facebook kullanıcılarının tümünün varsayılan protokolü HTTPS olacak.
Saatte 1126 km hızla yolculuk başlıyor mu? ABD’li milyarder Elon Musk, Los Angeles ile San Francisco arasındaki 643 kilometrelik yolu 30 dakikada kat edebilmeyi sağlayan ‘Hyperloop’ adlı bir proje ortaya çıkardı.Musk, San Francisco ile New York arasını da bir saate, Los Angeles ile New York arasını da 45 dakikaya düşürebileceğini ifade ediyor. Hatta ABD ve Çin arasında bu sistem inşa edilse, okyanus üzerinden iki ülke arasındaki ulaşım zamanı 2 saate kadar düşebiliyor.
Robot arılar yakında! Arıların toplu ölümleri üzerine harekete geçen bilim adamları robot arılar üretti. Mekanik arılar doğadaki orijinali gibi çiçek dölleme görevini yerine getirebiliyor. Arıların toplu halde yok olması üzerine robot arı geliştirildi. ABD’li bilim insanlarının ürettiği RoboBee, doğadaki orijinali gibi çiçek dölleme görevini yerine getirebiliyor. Şimdilik 15 dakika uçabildiği ve enerji yenileme problemi olduğu belirtilen RoboBee’lerin iki yıl içinde geliştirilececeği öngörülüyor.
CEO’ların yüzde 68’i sosyal medya kullanmıyor Dünyanın önde gelen CEO’ları, dijital dünyanın dışında yaşıyor. Her ne kadar ünleriyle Twitter gibi sosyal ağlarda büyük takipçi kitlelerine ulaşsalar da, CEO’lar sosyal ağların nimetlerinden yararlanmaya hiç ilgi göstermiyor. “CEO.com” sitesinin yaptığı araştırmaya göre, Fortune 500 listesindeki CEO’ların sadece yüzde 32’si, en az bir sosyal ağda hesaba sahip. Ancak geride kalan kesim Facebook, Twitter veya bir başka sosyal medya ağında yer almıyor.
Facebook mutsuz ediyor Facebook’u daha yoğun kullananların hayatlarından memnun olmadıkları kaydedildi. projenin sorumlusu sosyal psikolog Ethan Kross, araştırmayı iki hafta boyunca 82 yetişkin insanı takip ederek yaptıklarını belirtti. Facebook’un aslında insanın özündeki sosyal bağlanma isteği için tükenmeyen bir havuz olduğunu söyleyen Kross, “Facebook’un insanların mutluluğunu artıracağına, onları daha çok yıprattığına şahit olduk.” dedi.
İslami telefon “Peace Mobile” Müslüman bir akademisyen ve din bilimcisi Dr. Zakir Naik, dünyanın ilk İslami telefonunu sunmaya hazırlanıyor. Naik, Kur’an ile modern bilimi bir araya getireceğini öne sürdüğü telefonun büyük ilgi gördüğünü belirtti.Özellikle Suudi Arabistan’da büyük ilgi gören ve Ramazan Bayramı’nın sona ermesiyle satışa sunulan telefon, internet üzerinden binlerce kişi tarafından sipariş edildi. Telefon, vaazlardan, karşılaştırmalı din çalışmalarına kadar özel uygulamalar içeriyor.
43
Müzikal Filmler West Side Story (1961) 1-Overture 2-Prologue 3-Jet Song – Russ Tamblyn, The Jets 4-Something’s Coming – Jimmy Bryant 5-Dance at the Gym 6-Maria – Jimmy Bryant 7-America – George Chakiris, Betty Wand 8-Tonight – Jim Bryant, Marni Nixon 9-Gee, Officer Krupke! - Russ Tamblyn, The Jets 10-I Feel Pretty – Marni Nixon, Yvonne Othon, Suzie Kaye, Jo Anne Miya
11-One Hand, One Heart – Jim Bryant, Marni Nixon 12-Quintet – Jim Bryant, The Jets, Marni Nixon, Betty Wand 13-The Rumble 14-Somewhere – Jim Bryant, Marni Nixon 15-Cool – Tucker Smith, The Jets 16-A Boy Like That/I Have a Love – Betty Wand, Marni Nixon 17-Finale – Natalie Wood 18-End Credits
Arthur Laurents’in kitabından uyarlanmış olan filmin müziklerini Leonard Bernstein ve Stephen Sondheim bestelemiş, eserin ilk müzikal gösterimi sinema uyarlamasından önce 1957’de yapılmıştır. Shakespeare’in Romeo ve Juliet’inin bir uyarlaması olan film, gösterildiği dönemde büyük yankı uyandırmış, daha sonra defalarca müzikal gösteri olarak sergilenmiştir. 10 Oscar ve Grammy ödülü ile 20’den fazla ödüle sahiptir.
Moulin Rouge! (2001) 1-Nature Boy – David Bowie 2-Lady Marmalade – Christina Aguilera, Lil’Kim, Mya and Pink 3-Because We Can – Fatboy Slim 4-Sparkling Diamonds – Nicole Kidman, Jim Broadbent, Caroline O’Connor, Natalie Mendoza, Lara Mulcahy 5-Rhythm of the Night – Valeria 6-Your Song – Ewan McGregor, Alessandro Safina 7-Children of the Revolution – Bono, Gavin Friday, Maurice Seezer
8-One Day I’ll Fly Away – Nicole Kidman 9-Diamond Dogs – Beck 10-Elephant Love Medley – Ewan McGregor, Nicole Kidman, Jamie Allen 11-Come What May – Ewan McGregor, Nicole Kidman 12-El Tango de Roxanne – Ewan McGregor, José Feliciano, Jacek Koman 13-Complainte de la Butte – Rufus Wainwright 14-Hindi Sad Diamonds – Nicole Kidman, John Leguizamo, Alka Yagnik 15-Nature Boy – David Bowie, Massive Attack
Moulin Rouge, Türkçesiyle Kırmızı Değirmen, tehlikeli ve gerilimli dansların sergilendiği, o zamanlardaki dünyanın en seksi, en vahşi gece kulübünü, farklı bir aşk hikayesiyle besleyerek seyirciye sunan, Baz Luhrmann yapımı keyifli bir müzikal film. Paris’in Montmartre Mahallesi’ndeki müzikal setlerin kullanıldığı filmde günümüze ait bazı parçalar yeniden düzenlenmiş, Police grubunun Roxanne adlı parçasının tango şeklinde düzenlenmesi, gibi. Elton John, David Bowie, Lil’Kim ve daha nice usta sanatçıların şarkılarının uyarlandığı Moulin Rouge, başarılı performanslarıyla unutulmayan müzikaller listesinin parlayan yıldızı. 46
8 Femmes (2002) 1-Papa, t’es plus dans le coup – Catherine 2-Message personnel – Augustine 3-A quoi sert de vivre libre? – Pierrette 4-Mon Amour, Mon Ami – Suzon 5-Pour ne pas vivre seul – Madame Chanel 6-Pile ou Face – Louise 7-Toi Jamais – Gaby 8-Il n’y a pas d’amour heureux – Mamy
“...‘8 Femmes’ benim “kadın projem” için ideal gibi görünüyordu. Filmde oyunun mekanlarını ve basitleştirilmiş hikayesini kullandım. Mizahı güçlendirmeye, karakterleri derinleştirmeye ve sekiz kadın arasındaki ailevi problemlerle rekabete, karışıklık ve modernlik katmaya çalıştım. Oluşturmaya çalıştığım tarz, entrikalarla dolu, katilin grubun içinde olduğu kapalı bir mekan içinde geçen Agatha Christie vari bir tarz ile klasik bir cinayet-gerilim kombinasyonuydu. Ama bu dış görünüşün ardında izleyicilere yansıtmak istediğim kadınlar üzerine yumuşak ve eğlendirici bir hikayeydi ve herkesin bu filmi izlerken kadınlar, aktrisler, sınıf çatışmaları ve sırlar üzerine düşünmelerini istiyordum.” – François Ozon(Yönetmen) Sadece kadınların rol aldığı bir film çekme fikriyle yola koyulan yönetmen François Ozon, Robert Thomas tarafından 1960’lı yıllarda yazılan cinayet oyunu ‘8 Femmes’i keşfeder. Senaryoda, düşündürmek istediklerine göre bir takım değişiklikler yapar ve 2002 yılında müzikal film ‘8 Femmes’i beyazperdeye aktarır. Oldukça olumlu eleştiriler alan, adeta kapana sıkışmış ‘8 Kadın’ın hikayesini anlatan film, sınırlı mekanlarda ve sadece 8 kadın ve 1 adam çevresinde dönmesine rağmen, iletileriyle ve oyunculuklarıyla sizi sürekli düşünmeye ve kuşku duymaya iten bir Fransız filmi.
Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street (2007) 1-Opening Title 2-No Place Like London – Johnny Depp, Jamie Campbell Bower 3-The Worst Pies in London – Helena Bonham Carter 4-Poor Thing – Helena Bonham Carter 5-My Friends – Johnny Depp, Helena Bonham Carter 6-Green Finch and Linnet Bird – Jayne Wisener 7-Alms! Alms! – Laura Michelle Kelly 8-Johanna – Jamie Campbell Bower 9-Pirelli’s Miracle Elixir – Edward Sanders, Johnny Depp, Helena Bonham Carter 10-The Contest – Sacha Baron Cohen
11-Wait – Helena Bonham Carter 12-Ladies in Their Sensitivities – Timothy Spall 13-Pretty Women – Johnny Depp, Alan Rickman 14-Epiphany – Johny Depp 15-A Little Priest – Helena Bonham Carter, Johnny Depp 16-Johanna – Jamie Campbell Bower, Johnny Depp, Laura Michelle Kelly 17-God, That’s Good! – Edward Sanders, Helena Bonham Carter 18-By The Sea – Helena Bonham Carter, Johnny Depp 19-Not While I’m Around – Edward Sanders, Helena Bonham Carter 20-Final Scene – Helena Bonham Carter, Johnny Depp, Laura Michelle Kelly, Alan Rickman
Sweeney Todd, efsaneleşmiş adıyla The Demon Barber of Fleet Street, Tim Burton imzası taşıyan bir gerilim/ müzikal filmi. Haksız yere hapse gönderilen Benjamin Barker’ın yıllar sonra ailesinin intikamını almak için Londra’ya dönüşü ve burada yaşadığı olayların işlendiği film, 8 dalda Tony Ödülü kazandı, öncelerde de 10 kez değişik sürümlerle çekildi ve birçok ülkede müzikal olarak canlı performanslarla sahnelendi. Stephen Sondheim’in müziklerini bestelediği Sweeney Todd uzun zaman bir broadway müzikalı olarak anılmış ancak son zamanlarda İngiltere’de gerçek olup olmadığı tartışılmakta ve gerçekte de böyle bir seri katilin olduğu rivayet edilmektedir. 47
Across The Universe (2007)
1.Girl — Jude 2.Helter Skelter — Sadie 3.Hold Me Tight — Lucy, Molly, Prom Night singers 4.All My Loving — Jude 5.I Want to Hold Your Hand — Prudence 6.With a Little Help from My Friends — Max, Jude, Dorm buddies 7.It Won’t Be Long — Lucy, Students 8.I’ve Just Seen a Face — Jude 9.Let It Be — Gospel singer, Jojo’s brother, Church choir Liverpool’dan yola çıkıp kayıp babasını aramak 10.Come Together — üzere New York’a giden Jude, önce Max ve daha Pimp, Bum, Mad Hippie, sonra Lucy ile tanışır ve birlikte yaşamaya başlarlar. Jojo, Prostitutes Bu sırada gündemde olan Vietnam Savaşı, Lu11.Why Don’t We Do It in cy’nin eski erkek arkadaşının savaş sırasında ölmesi the Road? — Sadie ve Max’in askere gitme durumu, kahramanları 12.If I Fell — Lucy savaş karşıtı protestoların ve rock’n roll temelli bir 13.I Want You (She’s So hayatın içine sokar, bohem hayatının en yaygın Heavy) — Max, Sadie, yeri olan Greenwich Village’dan, sokaklarında Prudence, Uncle Sam, isyan bayrakları dalgalanan Detroit’e uzanan döSoldiers nemin savaş karşıtı ruhunun parçası olurlar. Max’in 14.Dear Prudence — Vietnam’a gitmesi çifti üzerinde dolaştıkları pembe Sadie, Jude, Lucy, Max buluttan indirip başka gerçekleri keşfetmeye zor15.Flying(Instrumental) — lar. The Secret Machines Across the Universe, diyaloglarıyla, etkileyici 16.Blue Jay Way — The sahneleriyle ve filmin en can alıcı noktası olan BeSecret Machines atles’in 30 şarkısıyla betimlenmiş bir aşk ve devrim filmi.
17.I Am the Walrus — 18.Being for the Benefit of Mr. Kite! — Mr. Kite 19.Because — Lucy, Jude, Max, Sadie, Prudence, Jojo 20.Something — Jude 21.Oh! Darling — Sadie, Jojo 22.Strawberry Fields Forever — Jude, Max 23.Revolution — Jude 24.While My Guitar Gently Weeps — Jojo, Jude 25.Across the Universe — Jude 26.Helter Skelter (Reprise) — Sadie 27.Happiness Is a Warm Gun — Max, Nurses, Soldiers 28.A Day in the Life (Instrumental) — Jeff Beck 29.Blackbird — Lucy 30.Hey Jude — Max 31.Don’t Let Me Down — Sadie, Jojo 32.All You Need Is Love — Jude, Sadie, Prudence, Max, Jojo 33.Lucy in the Sky with Diamonds — Bono, The Edge
Ekin Çiftçi - ekin.ciftci@commmag.com 48
Yirmi Farklı Müzikal Hareket ve TV Ekranları Radiohead - Just (Yön:Jamie Thraves)
Bjork - All Is Full Of Love (Yön:Chris Cunningham
Blur - Coffee and TV (Yön:Hammer & Tongs)
Muse - Knights of Cydonia (Yön: Joseph Khan)
49
The White Stripes - Blue Orchid (Yรถn: Floria Sigismondi)
Pulp This is Hardcore - (Yรถn: Doug Nichol)
The Chemical Brothers - Let Forever Be (Yรถn: Michel Gondry)
Eurythmics - Beethoven (Yรถn: Sophie Miller)
50
Queen - Bohemian Rhapsody (Yรถn: Bruce Gowers)
Duran Duran - Hungry Like the Wolf (Yรถn: Russell Mulachy)
Jamiroquai - Virtual Insanity (Yรถn: Jonathan Glazer)
Red Hot Chili Peppers - Californication (Yรถn: Jonathan Dayton & Valerie Faris)
51
Beastie Boys - Sabotage (Yรถn: Spike Jonze)
The White Stripes - The Hardest Button to Button (Yรถn: Michel Gondry)
Gnarls Barkley - Going On (Yรถn: Wendy Morgan)
Radiohead - Karma Police (Yรถn: Jonathan Glazer)
52
Nine Inch Nails - Closer (Yรถn: Mark Romanek)
Depeche Mode - Enjoy the Silence (Yรถn: Anton Corbjin)
REM - Imitation of Life (Yรถn: Garth Jennings)
Bon Jovi - Always (Yรถn: Marty Callner)
Canberk Ulusan - canberk.ulusan@commmag.com
53
Sound of Noise Sound of Noise, 10 yıl önce çektikleri kısa film olan “Music For One Apartment And Six Drummers” dan esinlenen yönetmen Ola Simonsson ve Johannes Stjarne Nilsson’un yine aynı oyuncularla çektikleri ilk uzun metrajlı filmleri. Film, polis Amadeus Warnebring ve müzisyen kardeşi Oscar’ı tanıtarak başlıyor. Oscar doğuştan müziğe yetenekli bir çocuk, 12 yaşında ilk eserini bestelemiş. Amadeus ise “tahta kulak” lakabıyla müzik konusunda tamamen yeteneksiz, bazı tonlardaki sesleri hiç duymayan ve müzikten nefret eden bir polis memuru. Daha sonra Sanna ve Magnus’la tanışıyoruz: Şehirdeki müzik kirliliğine karşı 4 maddelik bir eylem planı
hazırlayan aktivistler. Düşündükleri eylemi gerçekleştirmek için Marcus, Myran, Anders ve Johannes isimli 4 sıradışı davulcuyu daha gruba katıyorlar ve eylemlerini uygulamaya başlıyorlar. Şehrin çeşitli noktalarında müzik aleti kullanmadan müzik yapıp adeta tüm şehre konser veriyorlar. Grubun tüm bireyleri, hayatlarında sürekli basma kalıp olmaya zorlanmış ama bu baskı karşısında ruhunu kaybetmemek için isyan edip özgürlüğü seçen olağanüstü yetenekli müzisyenlerden oluşuyor. Uyguladıkları eylemler ise tekdüze şehir yaşantısında yapılabilecek en etkili isyan planları. Yönetmenlerinin müzikal polisiye olarak nitelediği Sound of Noise, 2010 yılının en sıradışı müzik filmlerinden.
Ekin Çiftçi – ekin.ciftci@commmag.com
54
1-In The Mood for Noise – Fred Avril 2-The Van – Six Drummers 3-Doctor Doctor Give Me Gas (In My Ass) Pt.1 – Six Drummers 4-Electricity – Fred Avril 5-Money 4 U Honey – Six Drummers 6-The Music Shop – Fred Avril 7-Electric Love(Melodica) – Six Drummers 8-The Kidnapping – Fred Avril 9-Heading To The Opera – Fred Avril 10-Warnerbring’s Bolero – Fred Avril 11-The Chase – Six Drummers 12-Dueling Marimbas – Fred Avril 13-Doctor Doctor Give Me Gas (In My Ass) Pt.2 – Six Drummers 14-Looking For Sounds – Six Drummers 15-Finding The Score – Fred Avril 16-Fuck The Music(Kill! Kill!) – Six Drummers 17-In The Mood For Noise(Trombone) – Fred Avril 18-Sanna’s Water Music – Fred Avril 19-The Auditions: The Dancer Hall, The Butterfly, The Tesla, The Porno & The Timpani Rage – Six Drummers 20-The Drum Battle – Six Drummers 21-Electric Love(The Wires) – Six Drummers 22-Roof Kiss – Fred Avril 23-Electric Love – Resort
55
Nasıl Staj Yapamadım? İleride bir gün kartvizitim olursa şuna benzer bir şey olacaktır: Ahmet Sedat, Düşünür/ yazar/ diva hiç staj yap(a)madı. Üniversiteye başladığım seneden beridir içli dışlı olmaya çalıştığım ajans dünyasına hâla bir türlü giriş yapamadım. Kabul ediyorum, tüm suç onlarda değil. Yine de kurban benim, yamyam onlar. Fakülteye yaptıkları ziyaretler sonrasında ben sanmıştım ki onlar dünden hazır beni almaya. Hem de sadece bir tanesi için konuşmuyorum, hepsi için! Anı dolu üniversite yaşamlarından bahsederler önce. Cümlelerinin arkasında ‘’Artık genç değilim, yetişemiyorum bu olanlara’’ teması vardır. Hâl böyle ya, yetişemezler. Otuzlarına yaklaşmaktadırlar ve ahım şahım anlattıkları sosyal medya ile ilgili çok da bir bilgileri yoktur. Benim gözümde onların sosyal medya kullanımı babamın cep telefonu kullanışına benzer. Her tuşa yarım dakika bakarak basarlar. Ama her tuşa. Ardından size olanaklardan bahsederler. İş bu eğer bir yere sap olamıyorsanız onların baltası seve seve size baş olacaktır. En azından size öyle söylerler… İşin hakikatı ONLAR SİZİ ARAMAZ BİLE! Nokta vuruşu ile staja alınılmıyor ilk önce bunu öğrendim. Öyle gözünüze kestirip tek bir ajansa motivasyon mektubu yazmakla olmuyormuş. Zaten üçüncü denemenizden sonra mektup yazacak motivasyon kalmıyor. Çekinerek de olmuyor bu işler. Zaten siz atılıp kapılan aslan gibi insanlarsınız ya, başlarının etlerini yemeniz
58
gerekiyor. Gerçi onlar size yemeyin diye öğütler verir ama kulak asmayın. İçten içe yemenizi isterler. Bu, en yakın arkadaşınızın doğum gününde ‘’Hediye falan istemiyorum ya’’ demesine benzer. Hele bir hediye almadan yanına gitmeyi deneyin. İletişim öğrencisi olarak dönütün ne olduğunu ve geri dönmesinin önemini biliyorsunuzdur. Ha işte onu bekleyeyim derken kendinizi helak etmeyin. Kendimden örnek vermek gerekirse birkaç gün içerisinde bana geri dönmedikleri için ‘’Geri dönüt verseniz iyi olurdu.’’ şeklinde ajansa attığım atarlı mailleri hatırlıyorum. İşin ilginç tarafı son mailimin ardından geri döndüler. Ben de heyecan yaparak işin olacağını sandım. Ama ardından yine dönmediler. Bir de akıllarda her daim ‘En iyi başvuru zamanı nedir?’ Sorusu vardır ki bunun cevabı tamamen başvurduğunuz ajansın şizofrenik dengesine bağlı olarak değişmektedir. Kimisi en uygun vakti ilkbaharda görürken berisi cemrenin suya düşmesini bekleyin der. Bazen bu tarih yazın ilk ayı olur bazen ise yanına başvurduğunuz metin yazarı ablanın Pembe Teyze haftası. Eğer son bahsettiğim zamanda başvurunuzu yaparsanız kabul edilmemekle kalmaz, üzerine bir de azar işitirsiniz. Yine yaşadım ondan biliyorum. İşte yediğim tüm bu derbeder sektör tokatlarından sonra bu sene delicesine başvuru yapma kararı aldım. Motivasyon mektubu yazmadığım tek bir ajans bile kalmayacak. Elbet içlerinden bir tanesi döner diye düşünüyorum. Dönmezlerse ise bu yaz yaptığım gibi güneşlenerek ve denize girerek geçiririm tatilimi. Ne de olsa anı yaşamak lazım. Kim bilir belki yarın kapitalizm çöker sizin stajlar da güme gider. HAH!
Ahmet Sedat Tözün - sedat.tozun@commmag.com
Yazdan sonra, kıştan önce Sonbahar demek eylül demek. Ve eylül de bana hep okulun ilk günü bıkıp usanmadan her sene yaşadığımız o heyecanı anımsatır. Anaokulu kıyafetlerinizin içinden çıkıp kimimiz siyah, kimimiz kırmızı, kimimizse mavi önlükler içine yerleştirdik minik bedenlerimizi. Abc’li yakalarını kıskandık bazen yanımızdaki kızın, bazense beyaz çoraplarını örten ayakkabılarını. Tam ‘ooo piti piiti’ diye başlamışken zilin çalışları kâbusumuz oldu, yalnızıktan kurtardı çoğu zaman çocukluğumuz bizi. O minicik ayaklarımızın üstünde sağasağlam durmadık mı her birimiz, çevremizde olup bitenden habersiz? Ne güzel günlerdi, değil mi? Eylül… Okullar açılır, sen ilk gün ne kadar sakin bir kişiliğin olsa da azıcık olsun bir heyecana kapılmış yollara düşersin. Servisler, vapurlar, otobüsler; kısacası yollar kanatları altına alır seni sabahları. Ha bir de ‘öğlenci’lik vardı. Düşünüyorum da, hayatlarımızın temellerini o yıllarda attık hep. Kişiliğin oturması diye bir kavram bile yoktu sözcük dağarcığımızda ama biliyorduk. Hissediyorduk çocuk ‘biz’i. Çocuk, dünyadaki en masum varlıkken, nasıl göremezdik gerçekleri? Arabaların motoruna sıkıştığını düşündüğümüz kedileri kurtarmak suretiyle kendimizi ‘kahraman’ ilân ettikten sonra annelerimize kim bilir kaç emrivaki birden yaptık üst üste. Hey gidi günler. Ve çocuklar, siz siz olun değerini bilin o yılların… desek de her ne kadar, bunu anlamanız için 15 seneyi geride bırakmanız gerekiyor elbet. Eee, hayat böyle; doğ, yaşa, öl diye emir almışçasına debeleniyoruz. Doğmak ve ölmek kolay da, yaşamak… Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine yaşayabiliyor muyuz, orası muamma. Ama çocuk, sen Ferzan Özpetek’in bir filminde de değindiği gibi; sakın nefes almakla yetinme, YAŞA.
Esen Özay - esen.ozay@commmag.com 59
Müzik Haberleri
Cults’ün 2. Albümü Ekim’de Çıkıyor 2011 yazında çıkan ilk albümlerini Columbia etiketiyle servis eden “Cults”, yine Columbia etiketiyle ikinci albümleri olacak “Static”i ekim ayında piyasaya sürüyor. Albümün ilk single’ı “I Can Hardly Make You Mine” geçtiğimiz günlerde yayınlanmıştı.
Yoko Ono ve Lenny Kravitz Birlikte Şarkı Kaydetti
The Prodigy Rock’n Coke’a Geliyor
Plastic Ono Band’in yeni yayınlanacak albümünde ünlü isimler ile birlikte çalışan Yoko Ono, Lenny Kravitz ile beraber kaydettikleri “Cheshire Cat Cry” isimli şarkıyı hayranları ile paylaştı.
6-7-8 Eylül tarihlerinde Hezarfen Havaalanı’nda gerçekleştirilecek Rock’n Coke’a katılacak yeni isimler açıklandı. Rock’n Coke’a katılacak yeni isimlere “The Prodigy, Jamiroquai, Within Temptation ve Dub FX” de eklendi.
İstanbul’dan Roger Waters Geçti
Blue Öyster Cult Kurucularından Allen Lanier Hayatını Kaybetti
Yeni Bir Nine Inch Nails Parçası Yayınlandı
Allen Lanier, 70’lere damgasını vuran hard rock hareketi “Blue Öyster Cult”un kurucusu, KOAH hastalığına bağlı olarak hayatını kaybetti. Patti Smith ile gençlik yıllarında ilişki yaşayan Lanier, Patti’nin “Horses” albümüne katkıda bulunmuş, Patti bu dostluktan -ilişkiden- “Just Kids” kitabında da bahsetmişti.
Grup şimdiye dek albümden: “Come Back Haunted”, “Copy Of A”, “Find My Way” ve “Dissapointed” gibi kayıtlar yayınladı. NIN’in 5 yıllık araya nokta koyacağı ve 3 Eylül’de yayınlayacağı yeni albümü “Hesitation Marks”tan yeni bir single olan “Everything”i de sevenlerine sundu.
“The Wall Live” turnesi kapsamında günlerdir merakla beklenen konserini İTÜ Arena’da veren Roger Waters hayranlarına unutulmaz anlar yaşattı. Ünlü şarkıcı, “The Wall” şarkısıyla kendisini izlemeye gelen hayranlarını coşturdu. Konserde, Gezi Parkı eylemlerinde hayatını kaybeden 4 eylemci ile bir polis de unutulmadı. Ölenlerin fotoğrafları duvara yansıtıldı. 60
61
Bu Proje Olmazsa Olmaz
Bu ay dergimize genç grafik tasarımcısı Furkan Şener’i konuk ettik. Kendisi bize son projesi “Bu Proje Olmazsa Olmaz”dan bahsetti, biz de dinledik. Olmazsa olmaz neymiş gelin birlikte inceleyelim. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Lise eğitimimden sonra, 2002 yılında Başkent Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nde üniversite eğitimime başladım. 2 yılın sonunda asıl istediğimin bu olmadığını farkedip 2004 yılında yine Başkent Üniversitesi-Grafik Tasarım Bölümü’ne girdim ve 2008 yılında okulumu bölüm ve fakülte birinciliğiyle bitirdim. Okulla paralel olarak 2005 yılında part-time başladığım çalışma hayatım Ankara’da bir reklam ajansında grafik tasarımcı/sanat yönetmeni olarak hala devam etmekte. 2005 yılından beri fotoğraf sergileri de dahil olmak üzere, yurtiçi/yurtdışı, bireysel/karma sergilerim oldu. “Bu Proje Olmazsa Olmaz”ın en büyük destekçisi olan eşimle, 1 yıllık evliyim. Biraz da projelerinizden bahsedin bize Şimdiye kadar sıfırdan, sonuçlandırmasına kadar tek başıma şekillendirip, projelendirip başladığım ve sonuna kadar götürüp noktaladığım iki proje yaptım. İlki Mevlana’nın “Mesnevi” adlı eserinden seçtiğim 100 farklı sözü 100 farklı tipografik posterde birleştirdiğim kitap projem: “Dinle - Bir Mevlana Tasarımı”. Destek Yayınları’ndan kitap olarak yayınlanan bu proje Türkiye’de bir ilk olma niteliğini taşıyor. İkinci projem ise şu anda aktif olan, yazınsal ve tasarımsal anlamda bitmiş olan fakat henüz tamamını paylaşıma açmadığım ‘’Bu Proje Olmazsa Olmaz’’ isimli, 100 farklı hikaye ve bu hikayelere ait posterlerden oluşan grafik tasarım projem. Peki “Bu Proje Olmazsa Olmaz” Nedir? Projeyi kısaca özetlemek gerekirse: İnsanlara kısıtlama getirmeden, ucu açık bir biçimde ‘’Senin olmazsa olmazın ne?’’ sorusunu sordum. Tahmin edebileceğiniz gibi bazıları aynı olmakla birlikte çok fazla cevap geldi. Çünkü insanlar için çok temel bir soru. Gelen yanıtlardan bazı klişeleri tamamen çıkardım. Bazı klişeler ise olmazsa olmazdı. Bu süreçte genellikle arkasında güzel hikayeler olan yanıtlar benim için daha önemli oldu. Grafiksel dil olarak ise konstruktivizime olabildiğince yakın durdum. Bu akımı sevmem dışında birkaç sebebi daha var bu akımı projemde kullanmamın. Her şeyden önce, sorumu sorduğum-
da, genellikle insanlar olmazsa olmazlarının ufak da olsa propagandasını yapar şekilde konuşuyorlar. Bir diğer sebebi ise bu propagandadın daha yumuşak konularda yarattığı kontrastın verdiği etkinin çok hoşuma gitmesi. Örneğin, leblebi gibi bir konunun propagandası... Projemin temelinde, merkezinde, tam ortasında insan var. İnsanlardan yola çıkarak oluşturulan hikayeler ve bunların posterleri var. Birbirinden bağımsız olarak da ayakta duran ama birleştiklerinde daha da güçlü hale gelen hikayeler ve posterler var. Elimden geldiğince, projenin başından sonuna kadar, insanla başlayan, insanla oluşup şekillenen ve sonuç olarak da insana ulaşmasını istediğim bir proje. Ve buradan da konuyu projemin amacına çevirebilirim sanırım. Daha çok insana ulaşsın istiyorum. Başı, sonu, sağı, solu, önü arkası insan olan projem daha çok insana ulaşsın, daha çok insan paylaşsın, daha çok insan bu posterleri bastırıp evine ofisine assın, sosyal medyada profillerinde paylaşsınlar, bilgisayarlarının, telefonlarının duvar kağıdı yapsınlar istiyorum... Daha çok insan beni tanısın, bilsin, Türkiye’de de böyle şeyler yapıldığı görülsün istiyorum. “Bu Proje Olmazsa Olmaz” nasıl tepkiler getirdi? Şimdiye kadar çok çok güzel tepkiler aldım. Her kesim, her yaş grubuna ulaşabiliyorum sanırım. Ve ulaştığım herkes iyi yorumlarını iletiyor tarafıma. Tabii ki bunları gördükçe de, projemin doğru yolda olduğunu düşünüyorum. Ama yetmez. Daha çok insan görsün, bilsin bu projeyi. Daha çok insanın duygularına dokunabileyim istiyorum. Son olarak da bu yazıyı okuyan insanlar; Projenin internet istesine girin, sosyal medyasına girin. Kesinlikle sizin olmazsa olmazınız orada. Alın onu paylaşın istediğiniz gibi yayın, istediğiniz gibi... Sanki sizinmiş gibi demiyorum. O posterler zaten siz, o posterler zaten sizin.
Bu Proje Olmazsa Olmaz’a http://www.buprojeolmazsaolmaz.com/ sitesinden ulaşmanızı ve bugüne kadar hazırlanan Olmazsa Olmaz posterleri incelemenizi bir hayli öneriyorum.
Ahmet Sedat Tözün - seda.tözün@commmag.com
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
Owen Gatley
Tarihin Yavuz H覺rs覺zlar覺
Bu sayıda müzikten bilime her konuda tarihteki büyük arakları önümüze koyduk. Koymaz olaydık. Tarihte büyük payeler verilen, onurlandırılan, bugün bile şükranla anılan insanların menfaat uğruna ne kadar alçalabildiklerini, nasıl acımasız, onursuz ve paraya tapan yaratıklar olduklarını görmek en hafif tabiriyle sarsıcıydı. Emek verdikleri, hayatlarını adadıkları ve umutlarını bağladıkları çalışmaları daha fazla para, şöhret, güç uğruna ellerinden alınan insanların bazılarına ölümlerinden çok uzun zaman sonra itibarları iade edilse de, bu iade-i itibar aldatılmışlık, yokluk ve çaresizlik içinde tükenen ömürlerinin bedeli olmaktan çok uzak. Tarihi araklar deyince ilk akla gelen Edison–Tesla olsa da, Tesla’nın artan popülaritesi sayesinde yaşananlar herkesin malumu olduğundan bu yazıya konu edilmedi. Ayrıca, Edison hakkında klavyemden döküleceklerin, editörlerden kıpkırmızı çizgilerle bana geri döneceğine olan inancımın da bunda etkisi var. Bu yazıda tarihi araklardan cımbızladığım ve bana göre durumun vahametini çok iyi özetleyen iki özel insan ve onların başına gelen iki büyük “arak” okuyacaksınız. Uyarıyorum, bu ayki bölümümüzde anlatılanlar, bilinen tarihe ve insanlara olan güveninizde onarması güç gedikler açabilir. Tabii, eğer hala güveniyorsanız.
Rosalind Franklin (1920 – 1958)
Yazımızın ilk arağı, Google’ın ona özel “doodle” hazırlayarak bilinirliğini arttırdığı İngiliz biyofizikçi Rosalind Franklin’in başına geliyor. Kadıncağız, arakçı meslektaşları ile olduğu kadar, o dönem toplumun tüm kademelerinde görülen cinsel ayrımcılıkla da mücadele etmek zorundaydı. Görmezden gelinmeye çalışılmasına rağmen hiç vazgeçmeyerek ve geri adım atmayarak çalışmalarında büyük ilerlemeler kaydeden Franklin, X-ışınlarının kırılımı teknolojisi sayesinde DNA’nın fotoğrafını çekmeyi başardı. Bu tabii ki fevkalade bir keşifti ve o dönem belirli bir yere kadar gelip, DNA’nın yapısındaki bilinmezlik nedeniyle tıkanan araştırmaların önünü açacaktı. Ayrıca Franklin için de hep ikinci plana atılmanın, hor görülmenin yerini şöhret ve saygıya bıraktıracak bir başarıya da kapı açabilirdi. Eğer ekip arkadaşının ihanetine uğramasaydı… Rosalind Franklin’in olmaz olasıca ekip arkadaşı Maurice Wilkins, Franklin ekibin başına geçtiğinden beri içten içe ona kin güdüp, elinin hamuruyla izotoplarla uğraşmasını bir türlü kaldıramaz. Birlikte elde ettikleri hatırı sayılır ilerlemelere rağmen tüm bunların bir kadının önderliğinde olmasına tahammül edemeyen bu damızlık öküz, Franklin’in hayatını hiçe sayarak elde ettiği fotoğrafları, aynı araştırmalarla uğraşıp 76
DNA modelinde takılan Francis Crick ve James Watson ile paylaşır. Güldür güldür radyasyona, cayır cayır x ışınına rağmen (ki bu Franklin’in kanserden ölmesine neden oldu.) elde edilen, senelerin emeği fotoğrafları ele geçirince yapbozdaki son eksik parçayı da tamamlayan bu şeytani ikili, makalelerini yayınlatırlar. Makaleye üstünkörü eklenen “Franklin ve Wilkins’in dolaylı genel katkılarıyla üretilen bir fikirden yola çıkılarak…” ibaresi, bu hırsızlığın üstünü örtme çabasından başka bir şey değildi. Daha sonra açılan davalara ve Franklin’in kitabında açık açık çalışmalarının çalındığını söylemesine rağmen bu durum, o zamanki cinsel ayrımcılığın da etkisiyle hasıraltı edilip dikkatleri çekmedi ve maalesef Franklin, uğruna hayatını feda ettiği araştırmasının avuçlarının içinden kayıp gitmesini kabullenmek zorunda kaldı. İlerleyen dönemde kendini kömür ve virüs araştırmalarına verse de bir süre sonra yumurtalık kanseri olduğunu öğrendi. Yapılan müdahaleler hastalığın seyrini değiştirmeye yetmedi ve henüz 37 yaşında hayata veda etti. Neyse ki yukarıda bahsettiğim üç haysiyetsiz hırsızın kendi çalışmalarıyla aldıkları Nobel Ödülü’nü paylaştıklarını ve kendisinin isminin dahi anılmadığını görmeden gözlerini yumdu.
Antonio Meucci (1808 – 1889)
Bu aksakallı dede sıfatlı abimizin hakkını adeta tüm ABD el ele vererek yemişler. Graham Bell onun icadıyla paraları Leylalara basıyor ve ilkokul kitaplarına kadar adını yazdırıp tarihe geçiyorken, adamcağız on doların izine kurşun atarak, sefalet içinde öldü. Gündelik hayatımızın vazgeçilmezi olan telefonun hüzünlü macerası, Meucci’nin felçli karısının ağrılarını dindirmek ve tedavi etmek üzere elektrik şoku kullanan bir takım aletlerle haşır neşir olmasıyla başlıyor. Elektrik ve bakır tel sayesinde sesin de iletilebildiğini fark eden Meucci, karısının odasından kendi çalışma odasına hat çekerek “teletrofono” adını verdiği ilk ilkel telefonun Graham Bell’den 20 yıl önce ilk geliştiricisi ve kullanıcısı oldu. Buraya kadar gayet naif ve sevgi dolu seyreden hikâye, bundan sonra tam anlamıyla kararmaya, dram ve entrika fışkıran Türk dizileri tadında ilerlemeye başlıyor. Meucci, seyahat ettiği buharlı geminin patlaması sonucunda hastaneye kaldırılır ve uzun süre oradan çıkamaz. Felçi karısı da geçinebilmek için başta Meucci’nin icatları olmak üzere evde ne var ne yok üç kuruşa okutur. Buna kendi odası ile çalışma odası arasında kurulan hat, yani teletrofono da dâhil. Buradan da anlıyoruz ki, eğer bir gün bir şey icat ederseniz ya evde tutmayın ya da evli olmayın. Meucci’nin taburcu olduktan ve hayatının icadının yerinde yeller estiğini gördükten sonraki ilk işi karısını boşamak değil, teletrofono’nun peşine düşmek oldu. İlk alıcıya ulaşsa da, teletrofono çoktan el değiştirmişti bile. Meucci bir an önce patent alma-
sı gerektiğinin farkındaydı, teletrofonoyu daha da geliştirdiği planlar çizdi ve o zamanın patent enstitüsüne başvurdu. Fakat gerekli olan cüz’i miktarda parayı denkleştiremediğinden kalıcı patent almak yerine sadece birkaç yıllık geçici patent alabildi. O zamanlarda da şimdi olduğu gibi parası olanın borusunun öttüğünü anlayan Meucci, maddi destek bulma ümidiyle konuşulabilen telgraf olarak nitelediği teletrofono’nun çizimlerini, teletrofono’dan en çok faydalanabilecek şirketlerden birine, Western Union’un laboratuvarına gönderdi. Bu Meucci’nin bilmeden yaptığı en büyük hata oldu çünkü o dönem o laboratuarda Graham Bell de çalışıyordu. Ne yazık ki hiçbir şirket yetkilisi, devrim niteliğinde bir icat kapılarına gelmesine rağmen Meucci ile görüşmeyi kabul etmedi. Geri dönüş gelmeden geçen bir yıldan sonra umudunu iyice yitiren Meucci, laboratuvardan çizimlerini geri istediğinde aldığı yanıt adeta bugünün Türkiye’sinden verilmiş gibiydi: “Kayboldu.” Yine ne tesadüftür ki, bu olaydan iki yıl sonra Graham Bell telefon adını verdiği icadıyla ortaya çıktı. Parayı bastırıp patentini aldı ve Western Union ile epey karlı bir sözleşme imzaladı. Meucci icadının çalındığına dair dava açmasına rağmen, davanın sonunu görmeye ömrü vefa etmedi. Davayı kazanmak üzereyken, çaresizlik ve sefalet içinde hayatını kaybetti ve dava düştü. 2002 yılında ABD Temsilciler Meclisi, Meucci’nin hakkını teslim edip, onu telefonun mucidi ilan etse de bu durum bize geç gelen adaletin hiçbir anlam ifade etmediğini kanıtlamaktan başka işe yaramıyor. Hakan Alper - hakan.alper@commmag.com 77
Dünyanın en güzel arak yapan grubu: Led Zeppelin
(Not: Bu yazıda “Everything’s a Remix” video serisinsaydığı abilerimiz arasındadır. Ancak Robert Plant ve den araklar bulunmaktadır.) Jimmy Page ikilisi her ne kadar müziklerini icra konuHard rock deyince akla ilk gelen, döneminde ve sunda en iyilerden olsalar da, ikisinin de çok bilinmegünümüzde en saygı duyulan gruplardan biridir Led yen karanlık bir yüzleri var. İkisi de birçok ünlü şarkıZeppelin. Vokaliyle Robert Plant, akıcı sololarıyla larında daha önceden yazılmış başka şarkılardan Jimmy Page, bitmek tükenmek bilmeyen enerjisiyle “esinlendi”ler ve bununla kalmayıp albüm bilgilerine John Bonzo Bonham, şarkıların alt yapısında önemli bu şarkıları kendilerinin yazdığı ibaresini koydular. bir rolü olan John Paul Jones, bir ,çok müzik severin Peki bu şarkılar hangi şarkılar, bunlara bir göz atalım; 1. Bring It Home
Led Zeppelin’in güzide parçalarından biri olan “Bring It Home”, aslı Willie Dixon tarafından yazılmış ve Sonny Boy Williamson II tarafından seslendirilmiş bir parçadır. Ancak Led Zeppelin albüm bilgilerine bu ikiliyi dahil etmeden, şarkı yazarlarının Plant/Page olduğunu yazmıştır. Araktır, ayıptır. Performans açısından tartışılmazdır. 2. The Lemon Song
Çok fazla bilinmeyen bu Led Zeppelin parçası, Led Zeppelin fanları tarafından pek sevilen bir parçadır. Ne yazık ki kendisi Chester Burnett’ın “Killing Floor” şarkısıyla çok fazla örtüşmektedir. 78
3. Dazed And Confused
Led Zeppelin’in en sevdiğim şarkılarından biridir. Bitmek bilmeyen bir davul solosu, sizi alıp götüren gitar ve vokaller... Fakat ne yazık ki bu şarkı Jake Holmes’ündür. Hem de adı bile aynıdır. Yıllar boyunca bu şarkının Jimmy Page/Plant ikilisi tarafından yazıldığı zannedilse de açılan davalar sonucu telif hakları yerini bulmuştur. İki versiyonu da efsanedir.
4. Stairway to Heaven
Çoğularına göre gelmiş geçmiş en iyi rock şarkısı, çoğularına göre gelmiş geçmiş en iyi şarkı. Her ne kadar şarkı efsanevi bir gitar solosuna sahip olsa da şarkının ana riff’leri Spirit’in “Taurus” adlı şarkısından araktır. Şarkının yazarları arasında Spirit gösterilmemektedir. Ayıp olmasına rağmen efsane icra edilmiştir.
Bu efsane şarkılar arak olmalarına rağmen efsaneliklerini korumaktadır, korumakta da haklılardır. Çünkü müzikte bu her zaman olmuştur. The Beatles da, Bob Dylan da, The Beach Boys da birçok eserini üretirken başka eserlerden “etkilenmişlerdir”. Jimmy Page açılan davalar hakkındaki sorulara “Dinlediğiniz birçok rap şarkısının ritmi “When the Levee Breaks” şarkı-
sına ait, bizim bununla ilgili bir sorunumuz olmadığı gibi diğer etkilenmeleri de normal karşılamalısınız.” cevabını vermiştir. Doğrudur da. Bu şarkıları efsane haline getiren Led Zeppelin’in yorumları olmuştur. Biz müzikseverler için hava hoş. Daha başarılısını icra ettikten sonra arak olmuş fark eder mi? Emre Yener Namaz - yener.namaz@commmag.com 79
Dikkat Modada Çocuk Var!
Tasarım ve moda kaygısı artık sadece yetişkinlerin sorunu değil. Dünya ekonomisini etkileyen en önemli üç sektörden biri olan moda sektörünün finansal rakamlarını artık bebekler ve çocuklar da etkiliyor. Peki bu çocuklar kim? Bu büyük çarka yeni dişliler ekleyen ufaklıklar tabii ki de modaya tarzlarıyla yön veren, hatta birçok tasarımcıya ilham kaynağı olan ve daha çok stil sahibi kişilikleriyle ön planda bulunan Hollywood yıldızlarının ve dünyaca tanınan ünlülerin çocukları. Bu çocuklar anne ve babalarının şöhretleri nedeniyle doğdukları andan itibaren herkesin ilgi odağı. Aynı zamanda ebeveynleri nedeniyle sürekli objektif önünde olan bu minikler her şekilde mükemmel görünmek zorunda. En azından aileleri böyle düşünüyor. Çocuk ikon denildiğinde akla ilk gelen isim Tom Cruise ve Katie Holmes ‘ın kızı Suri. Kıyafetleriyle medyada çok dikkat çeken ve çok eleştirilen minik bir ikon. 2006 yılında dünyaya gelen Suri henüz 5 yaşındayken giydiği topuklu ayakkabıları, marka kıyafetleri ve yüzünden eksik olmayan makyajı ile çok konuşuldu. Suri’nin doğduğu günden beri kıyafetlerine üç milyon dolar harcandığı ve giydiği her kıyafetin-tasarımın kendi kararı olduğu söyleniyor. Suri için en çok tercih ettiği markalar sıralaması bile yapılmış. Bir magazin dergisi sayesinde en güzel giyinen çocuk unvanına layık görülen Suri, Cruise’un annesi ve babası faaliyete geçecek olan küçük kızlar için dizayn edilen bir koleksiyon zinciri projesi için 15 milyon sterlinlik bir çalışmaya bile imza atmışlar
80
SURİ CRUİSE
SHİLOH NOUVEL PİTT
Bir diğer küçük moda ikonu da Angelina Jolie ve Brad Pitt’in kızı Shiloh Nouvel Pitt. Magazinin yakından takip ettiği bu küçük kız görenleri tarzıyla şaşırtıyor. Tam bir erkek çocuğu gibi giyinen Shilon, şıklığı kendince rahata tercih etmiş görünüyor. Kısacık saçları ve pantolona olan düşkünlüğüyle topuklu ayakkabılarından vazgeçemeyen yaşıtı Suri’den çok farklı.
En küçük stil ikonu diyebileceğimiz bir başka küçük yıldız da David-Victoria Beckham’ın kızı Harper Seven Beckham. Şimdilik annesinin onun için tasarladığı ve oluşturduğu özel koleksiyonlardan giyinen minik Beckham şimdiden stiliyle çok konuşuluyor. Bu minik ikonların sayısını Halley Berry’nin kızı Nahla, Gwneth Paltrow’un kızı Apple, Michelle Williams’ın kızı Mathilda, Gwen Stefani ve Gavin Rossdale’nin oğlu Kingston ve Will Smith’in oğlu Jaden ve kızı Willow’u da katarak artırabiliriz. 81
MATTHEW MCCONAUGHEY’IN OĞLU LEVİ
Ünlüler arasında bir rekabete dönüşen bu çocuk ikonlar, anneler için başka bir alışveriş vesilesi oldu. “En stil sahibi benim çocuğum” iddiası daha çok tasarıma daha çok üretime, tüketime ve henüz çocuklar yaşına basmadan dev paralarla hazırlanan gardroplara sebep oldu. Hal böyle olunca çocuk giyim piyasası hareketlendi. Artık birçok dev marka tıpkı yetişkinler için yıl boyu hazırlanan koleksiyonlar gibi çocuklara da koleksiyon hazırlayarak kendi tarzlarını oluşturdu. Ebeveynleri için tasarlanan ürünlerin aynısını minikler için de yapan birçok hatırı sayılır markanın rekabet oluşturacağı ek bir piyasası da oluşmuş oldu.
82
Peki çocukların psikolojisi bu moda furyasından nasıl etkileniyor? Çocuk psikolojisi adına tüm bunlara bakacak olursak en pahalı ve en güzel kıyafetlerin bile yakasına, koluna ağzındaki çikolata lekesini ve akan burnunu silebilen bu minikler için tüm bu rekabet ve milyon dolarlık çaba anlamsız kalıyor. Ayrıca çocukların magazin konusu olması üzücü. Bunun yanında çocuklara stil sahibi olma sorumluluğu verilerek onlara bir rol üstlenmelerini zorunlu kılmak ileride sağlıksız sonuçlar verebilir. Çocukların ilgi odağı olmak ne kadar hoşlarına gitsede bu görüntüleri sağlıksız ve suni. Üzerlerine yüklenen bu kimlik için ilerleyen zamanlarda rahatlarından ve çocukluk heveslerinden vazgeçmek zorunda kalıyorlar. Küçük bir kadın/adam görüntüsü içinde olmak belki bu çocuklara önce cazip görünebilir fakat sonra benliklerini bulmaları sorun haline gelebilir. Bu konuda bir psikoloğun görüşü de şu yönde: ”Bu çocukların stil ikonu moda gurusu olarak ilan edilmeleri anlamsız. Çünkü kendi giysi, ayakkabı ve aksesuarlarını kendileri seçmiyorlar. Onların nasıl görünmeleri gerektiğiyle ilgili planlar daha onlar doğmadan önce yapılıyor. Onların görünüşleri anne ve babalarına, bu işten kar sağlayanlara para ve ün getirmeye devam ediyor. Ne yazık ki çocuklar da milyar dolarlık bu Hollywood endüstrisinin kurbanı oluyor. Bacasız fabrika,yeni ikonlar ve onlara hayran onları taklit edenlerin harcadığı paralarla işliyor. Medya bunu iyi ve güzel bir şeymiş gibi yansıtıyor.” İkonlaştırılmaya çalışılan çocuklar ve hatta bebekler için belli ki yeni bir moda kavramına ihtiyaç var. Bence de çocuklar, içinde rahat hareket edebilecekleri, özgürce oyun oynayıp koşabilecekleri rahat kıyafetler ve ayakkabılar giyinmeli. Özel olarak çocuklar için doğal liflerden tercih edilen kumaşlar (pamuk,yün,keten,bambu,ipek,vb.) ve onların bedensel ve psikolojik gelişimine zarar vermeyecek malzemeleri ve bunları giyecek olanın bir çocuk olduğu unutulmadan tasarlanan tasarımları tercih etmek ve bu bazda bir moda oluşturmak en doğrusu. Onları yaşlarından büyük ve olgun gösterecek her türlü kıyafet ve tasarımdan kaçınılmalı. Cinsiyet kavramını anlamaları ve ruhsal açıdan sağlıklı bir pozitif ayrımcalık bilincine varabilmeleri için de çocuk için kıyafet ve stil önemli. Benim moda anlayışıma göre de sahip olunacak stil ancak rahatlıkla mümkündür.
Seher Önemli - seher.onemli@commag.com 83