1
GELECEĞİ YÖNLENDİRMESİ UMULAN ÜNİVERSİTLERİMİZİN BİZZAT KENDİLERİ DÜZELTİLMEYE MUHTAÇ Prof. Dr. Ali Demirsoy Dünyanın neresine giderseniz gidin, üniversiteler kural olarak yetenekli, becerikli, oransal olarak akıllı insanların yer aldığı kurumlardır. Çoğunluk özel yasalarla yöneltilirler. Dokunulmazlıkları olmasa bile, düşüncelerini serbest olarak söyleme yetkileri vardır. Ücretleri kural olarak devletin diğer memurlarından daha yüksektir. Siyasilerin en az etki edebildiği kurumlardır denebilir. Çeşitli görevleri vardır. Ancak ikisi en önemlidir: Bilim yapma (eskiyi tekrarlama değil; eskinin üzerine yenilerini koyma) ve adam yetiştirme-toplumu aydınlatma. Bunları yaparken tarafsız olma, bilimsel yöntemi kullanma, dogmanın esiri olmama, hiçbir politikadan ve çıkar çevresinden kararını verecek tarzda etkilenmeme onun temel karakteridir. Bunların herhangi birinin eksikliği, kurumu üniversite, kişiyi de akademik olmaktan çıkarır. Böyle bir çıkmazın içine düşmüş bu kurumlar ve akademisyenler bırakın bulunduğu toplumun lokomotifi olmayı, tam tersine olsa olsa ayağına pranga olmaktadır. Toplumun bir rastlantı olarak doğru yolu bulması olanağını da kösteklemiş olur. Belirli bir düzeye gelmiş ülkelerin hepsinin geçmişinde doğru dürüst bilim adamı yetiştirme öyküsü vardır; bugün egemen olan ülkeler ise güçlü üniversiteleri ile övünmektedirler. Bu ülkelerin üniversitelerinin tarihine baktığımızda örnek almamız gereken farklı şeyleri görüyoruz. Burada çalışan bilim adamları, içlerinde çatlaklar olsa bile, kural olarak doğrudan ayrılmayan, bilimsel mantığı ilke edinmiş, hiçbir dogmaya bağlı olmayan, kurulu düzenin dümen suyundan gitmeyip, onun önünde kılavuz görevi yapan kurumlar olarak görüyoruz. Üniversiteler bu iki hususu yerine getirdikleri oranda saygın olmuşlar. Bu nedenle üniversite tercihi akademik başarının anahtarı olmuştur. Dünyada her ülke bu kurumsallaşmaya aynı zamanda başlamadıkları ve başlasalar bile benzer başarıyla yol alamadıkları için farklı kalitede üniversiteler bulunmaktadır. Ancak belirli bir düzeye ulaşmış ülkelerin üniversiteleri aynı mantıkla yol almaya devam etseler de, gelişmekte olan, bu yapılanmaya geç başlayanlar ve özellikle dogmanın bağnazlığı içinde çabalayan ülkelerde üniversitelerin görevleri yeniden 1
tanımlanmalıdır. Bağnaz bir toplumdan aydın insanlar çıkarmanın zorluğunu bilerek, üniversitelere daha önce verilmiş iki önemli görevin yanı sıra, üçüncü; ama öncelikli bir görev daha verilmelidir. Bu görev toplumun aydınlatılması, bilimsel olmayan unsurların ve kurumların toplumdan temizlenmesi; özellikle üniversitelerin bilimsel olmayan
düşüncelerden
arındırılmasıdır. Her düşünce
üniversitelerde
temsil
edilmelidir; ancak bilimsel yöntemleri kullanmayanların ve evrensel bilgiye yer vermeyenlerin yeri üniversiteler değildir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye üniversiteleri çok kötü bir yapılanmaya hızla sürüklenmektedir. Her gün, yaygın bir şekilde konuşlanmış malum basın organlarına çıkan, batının geçerli olan bilimini ezberlemiş, ancak bilimsel yöntemden nasibini almamış birçok öğretim elamanının şu anda geçerli olan dogmaya özlem akıntısına kapılmış olarak, akıl ve bilimle izah edilemeyecek çağdışı birçok açıklamayı gözümüzün içeni bakarak konuşmaları tünele girdiğimizi göstermektedir. Şu anda öğretim elamanı sayısı 100.000’i epeyi aşmış durumdadır. Halk da doğal olarak dağda danam var diye sevinmektedir… Gelişmiş ülkeler, aynı zamanda bilimsel dergilerin sahiplerinin olduğu ülkelerdir. Aynı zamanda bilimsel araştırmalara milli gelirlerinden önemli pay ayıran ülkelerdir. Bu nedenle üniversiteler bu fonlardan önemli ölçüde yararlanır; karşılığını da bilimsel buluşları ile öderler. Bu ülkelerde bir projeyi alıp da başarıyla bitirmiş olmak önemli bir artı değerdir. Bizim gibi ülkelerde değerlendirme ülkemizin dışındaki dergilerde yayınlanan makalelerle yapılmaktadır. Aslında ülkemizin ve bizim gibi ülkelerin çıkmazı da burada yatmaktadır. Bu yazıya, gelişmekte olan bir ülkedeki bilim adamlarından değil, en gelişmiş bir ülkedeki bir araştırma grubunun vardığı sonucu makale haline getiren iki araştırmacının yazısı ile yorumlayacağız 1 1. Hakemli bir akademik dergide yayımlanan bir makale, dünyada sadece 10 kişi tarafından okunuyor (Türkiye’den çıkanları okuyanları söylemeye gerek yok). 2. Dünyada hakem incelemesinden geçmiş makalelerin sayısı, yıllık olarak 1,5 milyona kadar ulaşmakta. Ancak bu makalelerin pek çoğu bilim dünyasının kendi içinde dahi önemsenmiyor
1 Profesör, hiç kimse sizi okumuyor. Asit K. Biswas ve Julian Kirchherr. Çeviri: Cem Yarar
3
●Beşeri bilimler alanında yayımlanan makalelerin %82'sine bir kez bile atıfta bulunulmamış. ●Sosyal bilimlerdeki hakem incelemesinden geçmiş makalelerin %32'sine ●Doğa bilimlerindekilerin ise %27'sine hiç kimse atıfta bulunmuyor. Önemli not: Bilimsel bir makaleye atıfta bulunulması, onun sahiden de okunduğu anlamına gelmiyor. Güvenilir bir tahmine göre bilimsel makalelerin sadece yüzde %20'si gerçekten okunmaktadır. Bu çalışmada, hakemli bir dergide yayımlanan ortalama bir makaleyi, başından sonuna kadar okuyan kişi sayısının 10'u geçmediği belirtiliyor. Bu yüzden, hakemli yayınların bile çoğunun etkisi -bilim toplumunun kendi içinde bile- yok denecek kadar az. Pek çok bilim adamı, kendi alanlarındaki bilgi birikiminin dikkate alınmasını ve özellikle uygulayıcıların kullanmasını ister. Ancak bu araştırmada uygulayıcıların, hakemli dergilerde yayımlanan makaleleri nadiren okudukları saptanmış. Nature, Science ya da Lancet gibi ünlü dergilerde yayımlanan hakem incelemesinden geçmiş bilimsel en gözde makaleleri bile düzenli olarak okuyan deneyimli bir siyasetçi ya da iş adamı saptanmamış. Okunmama nedenlerinin başında öğretim elemanlarının bir makaleyi belirli bir sayfaya sığdırma zorunluluğundan ve her mesleğin yazımda kendine özgü terminolojide yazmayı bilimin önemli bir unsuru olarak görmesinden kaynaklanmaktadır. Böylece sıradan birinin ya da konu dışındaki birinin bir makaleyi okuması söz konusu olamamaktadır. Daha da kötüsü, yayın sayısını yüksek göstermek için belirli bir araştırmayı yapıp başarı ile sonuçlandıran bir araştırıcının bulunduğu kuruma başarılı görünmesi için eğer yayın için ödül veriliyorsa onu alabilmek için, yekvücut olması gereken bir konuyu, çeşitli makalelere bölerek, her birini farklı zamanda ve büyük bir olasılıkla farklı dergide yayınlamayı yeğlemektedir. Uygulayıcı için bunları bir araya toplama zahmetli ve fahiş pahalı bir iş haline dönüşmektedir. Politikacılarımız ve yöneticilerimiz yanlarına danışman alırlar. Herkes zanneder ki bu danışmanlar o yöneticinin konusu ile ilgili bilgileri toplayıp özetleme görevi için oradadır. Hem yabancı ülkelerde hem ülkemizde danışman alıp da kendi konusunda bilimsel günü gününe özet çıkarıp öğrenen bir bakan ve bürokrata rastlanmamış. Bu danışmanların görevi yöneticisinin sosyal medyada hakkında çıkan ve politikası ile ilgili yazıların özetini çıkarmaymış. Bu danışmanların çoğunun o yöneticinin bulunduğu alanda bilimsel bir yazıyı okuyacak terminolojiye sahip olmadıkları 3
saptanmış. Tüm bu nedenlerle 46 yıllık gözlemime dayanarak şunu söyleyebilirim: bu Üniversitelerden emekli olan öğretim üyelerinin neredeyse %90’nını ders verdiği öğrenciler bile birkaç yıl içinde (adı dâhil) hatırlamada zorluk çekmektedir. Belli ki bu ülke bilim adım kadrosunda çok kişiyi besledi ve beslemeye de devam ediyor. En kötü kandırma insanın kendisini kandırmasıdır… Bu çalışmada bir örnek verilmiş. Dünyada su konusunda en etkili bir derginin, su konusunda en çok bilgiye gereksinmesi olan, su bakanlığı ve suyla ilgili birçok alt birimi olan, 1,5 milyarlık Hindistan’daki abone sayısı sadece 4’müş. Kaldı ki bakan ve onun üç kademe altındaki hiçbir bürokrat bu dergilerin adını bile duymamışlar. Hem Hindistan’da bu dergide yayın yapan araştırıcıların ve hem de dünyada su üzerinde araştırma yapan araştırıcıların belli ki 1,5 milyarlık Hindistan üzerinde hiçbir olumlu etkisi olmamış. Bizim ülkemizde yapılan bilimsel yayınların (makalelerin) ülkemizin sorunlarını çözmeye katkılarını ve ülkemizde şu anda üretim yapan çeşitli sektörlerin bu yayınları izleme ve yararlanma konusunda ne ölçüde ilgilendiğini saptamaya yönelik bir çalışma, burada yazılanları çok daha iyi anlamaya yararı olacaktır. Bu konuda hiçbir kesimin tam bir bilinçle hareket ettiğini söyleyemeyiz. Belki de en önemli sorunlarımızdan biri olan eğitim ve özellikle yükseköğretim sorunu, 2015 yılında
kurulmaya
çalışılan
koalisyon
çalışmalarında
hiçbir
partinin
bırakın
kırmızıçizgisini, masaya yatırılacak onlarca konunun arasında bir cümle ile dahi yer almamaktadır.
Üniversite
dıştan,
politikacılardan
değil;
kendi
bilimsel
ortak
düşüncesinden, yasaların kendine verdiği yol açma ve geleceğe ışık tutma sorumluluğu ile yeniden yapılanmanın yolunu aramalıdır. Üniversiteler kendi üstüne düşen görevleri tümüyle yerine getirmiş olsalar bile, en iyi ben bilirim düşüncesiyle yola çıkan ve yürüdüğü yolda bir sürü yağcı ve yoldaş ile bu egosu iyice keskinleştirilen politikacılara bilimsel yolu göstersek de yürüme garantisi veremeyiz. Bu toplumsal aydınlanma ve dogmanın dışlanmasıyla kazanılabilir. Dolayısıyla daha uzun yıllar bekleyeceğiz gibi görünüyor. Ancak üniversitelerimiz performans değerlendirmesinde yeni bir yol izlemek ve gerekirse tamamen farklı bir yol bilmek zorundadır. Bazı ülkeler bilimi güncelleştirerek ve basitleştirerek halka ulaştırma için üniversitelere bazı kurallar getirmeye başlamıştır. Örneğin Singapur Ulusal Üniversitesi (National University of Singapore) çeşitli konularda kendi öğretim üyelerini, görüş/yorum ve yazılarını (op-eds) kendi
5
profil sayfalarında yayınlamaları konusunda teşvik etmekte; hatta zorunlu hale getirmiş bulunmaktadır. Basit ve kolayca anlaşılabilir nitelikteki yayınlar, genellikle, gerçek dünya sorunlarını çözmeye yönelik araştırma sonuçlarının çok daha aranılır olmasını ve potansiyel uygulama gücünü yükseltecektir. Ünlü
"American
Political
Science
Review"'de
1930'larda
ve
1940'larda yayımlanan makalelerin yüzde 20'si, politika önerilerine odaklanmaktaydı. Son yapılan sayımda ise bu oran, yüzde 0,3 gibi son derece düşük bir rakama gerilemiş durumda. Nedeni araştırıldığında çok ilginç bir yorumla karşı karşıya gelinmekte: Bilim adamları, görüşlerini popüler medyada yayınlamaya pek sıcak bakmıyor.
"Düşüncelerimi
kamuoyuyla
paylaşmak
için
görüş
yazmakla
mı
uğraşacağım? Bu bana aktivitizm gibi geliyor" yargısı yaygınlaşmış. Bu tespit, Oxford Üniversitesi'nin ev sahipliğinde düzenlenen konferansa katılan bir profesöre ait. Kamuoyu tartışmalarını ve politikalarını şekillendirmede üniversite hocalarının bulunmayışı (ekrana çıkmayı bir tutku haline getirmiş sözde bilim adamlarını saymazsak), çıkanların da bilimsel kimliklerini bir yana bırakarak yandaşlık ve yalakalık peşinde koşmaları, karar verici makamların önündeki doğruyu bulduracak meşaleyi söndürmektedir. Çeşitli konularda kurulmuş olan özel siteler ya da medya platformları, kuralları saptanmış bir biçimde, çeşitli konuların tartışılabileceği bir sosyal medya ortamı olabilir. Örneğin dünyada ileri gelen kanaat liderlerinin görüşlerini, 12 dilden, 154 ülkede, 500’den fazla gözde gazeteye servis yapan, 300 milyon okuru olan Projec Syndicate (PS) bu yaygın aydınlatmadan biridir. İllaki makale yazmanız gerekmiyor; bu yolla görüşleriniz, yorumlarınız ve bir konudaki katkılarınız aynı anda 300 milyon kişiye ulaşabilmektedir. Akademik unvanların alınmasında kişinin bu toplumun aydınlatılmasına katkısı, verdiği konferansların niteliği, uygulamacılarla olan işbirliği, üretim mekanizmalarına katkısı, sorunları çözmedeki katkısı, halkın aydınlatılması için yapmış olduğu ek çabaları bilimsel çalışmalarının yanı sıra dikkate alınması gereken hususlar olmalıdır.
Prof. Dr. Ali Demirsoy
Değerli Kardeşim 5
Çok çetrefilli bir yolda yürüdüğümüz hepimizin malumudur. Ancak eski bir üniversite mensubu olarak en azından 35 yıldır yakındığımız eğitim ve yükseköğretim sorununa hiçbir partinin koalisyon pazarlığında yer vermemesi ilginç değil mi? Üniversitelerin kış uykusundan uyanıp, kendilerine biçilmiş yolda ve bir çeşit uyuşturulmuş olarak daha fazla yol alamayacaklarını görmüş olmaları gerekir. Şu anda en zavallı ve güdümlemeye açık kurumlar üniversiteler olmuştur. Ne yazık ki elamanları da bu güdümlemenin en sadık üyeleri olmuştur. Eğer siz silkinmezseniz, bu ülke silkinemeyecektir. Tarih bu sorumluluğu omuzlarınıza yıkacaktır. Saygılarımla