Sızınt Dergisi 360 (Ocak 2009 Yıl :30 Sayı :360)

Page 1

YIL 30 SAYI 360 ISSN 1300 - 1566

OCAK 2009

Aktif bekleyip bakalım; “Mevlâ görelim neyler/Neylerse güzel eyler.” (ñbrahim Hakkı)

Zulüm Beslenmede Denge ve ñrade Mâneviyat Eksenli Sosyal Hizmetler Boyut Olarak Zaman ve Ötesi Yerküre’nin ìekli Deðiíiyor mu?


Adalet mülkün temeli, zulüm bu temele yerleítirilmií bir dinamit; adalet, Hakk’ı ve halkı hoínut etmenin en emin yolu, zulüm bu yolda yürekleri hoplatacak bir gulyabanî; adalet hakkın sesi ve soluðu, zulüm bir nefsânîlik hırıltısı; adalet, dünya ve âhiretin biricik emniyet vesilesi, zulüm bir gadr ü cevr dumanı, sisi; adalet, ubûdiyet de dediðimiz hakikatin Kur’ân’daki adı, zulüm hakikî insanî deðerlere karíı saygısızlıðın bir unvanı; adalet evrensel barıíın en saðlam köprüsü, zulüm insanî ufku kirleten bayaðılıðın en denîsi...

574 iki

360 Ocak 2009

Zulüm ile íimdiye kadar kimse payidar olmamıítır; olmuí gibi görünenlerin de yanına kalmamıítır. Atalarımız ne hoí söylerler: “Zulm ile âbâd olanın âhiri berbâd olur.” Aslında, böyle birinin evvelinin de, âhirinin de berbâd olduðu açıktır; zira zulmün, bazen küfrün önünde bir günah hâline geldiði de olur ki, iíte o zaman “gayretullah”a dokunur ve eden de hemen bulacaðını bulur. Doðrusu insan küfre karíı mesafeli bulunduðu kadar zulümden de uzak durmalıdır; zira Allah nezdinde mazlumun âhı bir duadır ve bu duanın kabulü de ilâhî adaletin muktezasıdır. Dememiíler mi:


“Zalimin zulmü varsa, mazlumun da Allah’ı var Bugün halka cevretmek kolay, yarın Hakk’ın divanı var.” Zulüm, bir haddini aímıílık ve haksızlık, böyle bir günahı irtikâp eden zalimin hasmı da Allah’tır. O çok merhametli olduðu kadar, “ihkak-ı hak” eden bir Âdil-i Mutlak’tır. Rahmetiyle ve hilmiyle zalime mehil üstüne mehil verir ama mazlumu, maðduru da sonuna kadar çiðnetmez. Bugün olmasa da yarın kendini bilmezlere haddini bildirir ve her íeye kadir olduðunu gösterir. ñnsanın hür ve muktedir olması, ona baíkalarına zulmetme hakkını vermez; kuvvet, hakkın emrinde olduðu sürece deðerler üstü deðer kazanır; hürriyet de baíkalarının haklarına saygılı davranıldıðı ölçüde hakikî kıymetini bulur ve kalıcı olur. Hürriyet ve kuvvet mevzuunda, Hakk’ın takdir buyurduðu sınırlar içinde kalma, adalet ve istikamet; bu konuda sınır tanımamazlık ise, bir zulüm ve haksızlıktır. Adalet hemen her konuda dengeyi koruma ve itidalli olmanın Kur’ân kaynaklı adı; zulüm ise her alanda dengeleri alt-üst etmenin ürperten unvanıdır. Ancak her zulmün aynı seviyede olmadıðı da bir gerçektir: ñnsanın tevhid çizgisini koruyamayıp, Hâlıkmahlûk, abd-Ma’bud münasebetindeki inhirafı demek olan íirk en büyük zulüm; açıktan açıða hak-hukuk tanımama, baíkalarına cevr ü cefada bulunma, onları aldatma, itibarlarıyla oynama, gıybet etme... gibi hususlar ikinci derecede birer zulüm; Allah’ın emir ve yasaklarını dinlememe, haramlara karíı kat’î tavır alıp meírû dairedeki zevklerle yetinmeme ise farklı bir zulümdür. Hangi çeíidi olursa olsun Kur’ân-ı Kerim adalet ve ubûdiyet üzerinde durduðu kadar zulüm ve haksızlıða da vurguda bulunur ve mü’minleri inhiraf, cevr, cefa ve gadrin her çeíidinden uzak durmaya çaðırır. Kur’ân farklı yerlerde, deðiíik ifade ve üslûplarla zulmün her çeíidinden tahzirde bulunur ve “Kâfirler Bize deðil, kendilerine zulmediyorlardı.”1 diyerek, haksızlıðın dönüp zalimin baíına dolanacaðını vurgular. “O münkirler zalimlerin ta kendileridir.”2 fermanıyla zulüm ile küfrün bir vâhidin iki yüzü olduðuna dikkati çeker; “Allah, asla zalimleri sevmez.”3 beyan-ı sübhânîsiyle zulüm hakkında kesin hükmünü ortaya koyar; “Allah zalim bir toplumu hidayete erdirmez.”4 tehdid-âmiz ifadesiyle zulmün de tıpkı kibir ve inhiraf gibi imandan mahrumiyete

sebebiyet verdiðini/vereceðini hatırlatır; “Allah onlara zulmetmedi, onlar kendi kendilerine zulmediyorlar.”5 müstemir âdetini aksettiren beyanıyla tarihî tekerrürler devr-i dâimi arkasındaki ana unsuru bir kere daha nazara verir; “O gün zalimlerin yâr ve yardımcısı yoktur.”6 terhîb edalı sözleriyle zalimin sû-i akıbetini ihtar eder; “Hak kendisine geldikten sonra Allah’ın demediðini O’na mal etmeye kalkan müfterîden veya kendisine gelen hakikati yalan sayandan daha zalim kim olabilir?”7 tezkiriyle Kur’ân’a karíı meydan okumanın çok büyük bir küstahlık olduðunu ifade buyurur; “Halkı zalim olan ülkeleri cezalandırdıðında Rabbinin cezaya çarpması iíte böyledir.”8 kahır televvünlü fermanıyla tarih boyu íirazeden çıkanların mutlaka cezalandırıldıklarını haber verir; “Zulmedenleri o korkunç sayha çarpıverince, bulundukları yerde dize geldiler.”9 ihbar-ı sübhânîsiyle haksızların her zaman helâk edildiklerini/edileceklerini tekrarlar ve bizi kendimize gelmeye çaðırır. Bunlar gibi daha onlarca âyât-ı beyyinât, zalimin dünyevî ve uhrevî akıbetini hatırlatmanın yanında, onlara en küçük bir meylin dahi ebedî hüsrana sebebiyet vereceðini ısrarla vurgular ve bize sürekli adalet ve istikamet içinde olmayı salıklar. Kur’ân-ı Kerim çok genií bir zulüm tablosu çizer, onu çeíitlendirir ve her türünden sakınmamızı ister: Ona göre, Allah’ın yasakladıðı íeylere el uzatma, emrettiði hususlara karíı lâkayt kalma; vicdanlara baskıda bulunma, insanları dinî vecibelerini yerine getirmeden alıkoyma; fuhía girme, münkerâta açık durma; halkın hukukuna tecavüz etme, milletin malını hortumlama; haram-helâl tanımama ve Allah’ın kurallarına baíkaldırma; fitne ve fesada sebebiyet verme, baíkaları hakkında iftira, gıybet ve tezvirde bulunma; dine hizmet edenlere karíı tavır alma, düímanlık veya çekememezlik mülâhazasıyla onlarla uðraíma; mü’minler hakkında suizanna girme ve onlara karíı hazımsız davranma; yalan söyleme, sözünden dönme ve emanete hıyanet etme; dini ve diyaneti íahsî, siyasî çıkarlarına vasıta yapma; mukaddes deðerleri, dünyevî belli hedeflere ulaíma yolunda kullanma ve dinî deðerlerle dünyevîlik arkasında koíma... gibi hususların hemen hepsi birer zulümdür ve bunlardan uzak durulması emredilmiítir. Zannediyorum, íöyle-böyle, az buçuk Kur’ân muhtevasından haberdar olan herkes, onda zulüm konulu pek çok âyetle karíılaíacak ve o âyetlerin 360 Ocak 2009

575 üç


özü ve fezlekeleriyle ürperecektir. Kocaman bir mücellet konusu sayılan böyle bir hususu bir makale çerçevesinde ifade edemeyeceðim açıktır. ñsteyen bu önemli konuyu öyle de ele alıp açabilir... Zulüm mevzuunda ñnsanlıðın ñftihar Tablosu’nun beyanları da ayrı bir önem arz etmektedir: Zulmün kıyamet günü üst üste karanlıklar hâlini aldıðı,10 O’nun tenbihlerinden; mazlumun intizarından sakınılması,11 O’nun tahzirlerinden; her sabah ve akíam “Allahım; zulmetmekten-zulme uðramaktan, birinin hukukunu çiðnemekten-biri tarafından hukukumun çiðnenmesinden Sana sıðınırım.”12 sözleri o lâl ü güherin bize armaðanlarından; “Allah zalime mehil üstüne mehil verir, bir kere de onu derdest etti mi, artık iflâh etmez.”13 íeklindeki terhîb edalı beyanı, canlara can o Cânân’ın ikazlarından; “Ümmetimden iki zümre íefaat yüzü görmez: Zulümle oturup kalkan zalim ve dinde aíırılıklara düíen gâlî.”14 ifadeleri, o Nurefíân Sima’nın “Makam-ı Mahmûd”a çaðrı sayılan beyanlarından; “Müslüman Müslüman’ın kardeíidir, ona haksızlık yapmaz ve onu kendi yalnızlıðıyla baí baía bırakmaz.”15 iríadları, o Müríid-i Kâmil’in özlü ifadelerindendir ve bu tür beyanların daha yüzlercesinden söz etmek de mümkündür. Maalesef, günümüzde yukarıda kısaca temas edip geçtiðimiz zulümlerin hemen hepsi irtikâp edilmekte ve hepsine karíı da sessiz kalınmaktadır. Evet, bugün belli kesimlere karíı haksızlık diz boyu; her türden tecavüz, tiranlarınkine denk; karalama, iftira ve tezvir, medyanın eli ve dilinin ulaítıðı alan vüs’atinde; íeref, haysiyet ve onurla oynama ahvâl-i âdiyeden; din ve vicdan hürriyetine saygı, seminer ve konferanslardaki bildirilere emanet; demokrasi, ideolojilere göre yorumlanma iptizaline mâruz; öyle ki, onun adına operasyonlar yapılıyor, ırz çiðneniyor, namus payimâl oluyor, iktidarlar devriliyor, sun’î iktidarlar oluíturuluyor, nesiller asimile ediliyor, “hak” deniyor, bin bir mesâvi iíleniyor ve kaba kuvvet temsilcileri dünyanın gözünün içine baka baka tarihte emsali görülmemií zulümler irtikâp ediyorlar. ñnleyen inleyene, yıðınlar: “ñlâhî! Bir müeyyed, bir kerîm el yok mu, tutsun da, Çıkarsın ìark’ı zulmetten, götürsün fecr-i maksûda?” (M. Âkif) diyor ve bir kurtarıcı el bekliyor. Çoklarında ümitler sarsık, iradeler meflûç, heyecanlar sönük ve hemen herkesin ekstradan lütuflar bekler gibi bir hâli var; yok ciddî bir gayret, sistemli bir hareket ve mefkûrevî

576 dört

360 Ocak 2009

bir aksiyon; ruhlar çaresizlik anaforlarına kapılmıí gidiyor ve sineler hissizlik ve sessizlik murakabesi içinde. Böyle bir maðmumlar dönemini seslendiren merhum Âkif biraz da íiirin serâzat havasına teslim çıðlıklarını íöyle yükseltiyordu: “ñslâm’ı elinden tutacak, kaldıracak yok... Nâ-hak yere feryad ediyor: Âcize hak yok! Yetmez mi musâb olduðumuz bunca devâhî? Aðzım kurusun... Yok musun ey adl-i ilâhî!” ñlâhî adalet her zaman vardı, íimdi de var; ama o, adaletten pay alma liyakatine göre lütfedilir.. bir vakt-i merhûna baðlı tecelli eder.. zulmün gayretullaha dokunmasıyla harekete geçer.. aktif bekleyip bakalım; “Mevlâ görelim neyler/Neylerse güzel eyler.” (ñbrahim Hakkı) Biz kendimize gelip duyguda, düíüncede, ruhta ve gönülde dirileceðimiz, dirilip içtimaî adaleti gerçekleítireceðimiz âna kadar yeryüzündeki bu korkunç mezâlim böyle devam edeceðe benzer. Yapılması gerekli olan íeyleri yapmadan, ne kaderi tenkit ne de íuna-buna sövüp saymakla, hiçbir problem halledilemez. Aksine bu hâlimizle daha fazla günahlara girmií, rahmete liyakat hakkımızı da kaybetmií oluruz. Bize düíen, bütün benliðimizle bir kere daha Allah’a yönelmek, yüce mefkûremiz adına harekete geçmek ve kusursuz bir sa’y ü gayretle gerilmektir. ñsterseniz son sözü yine büyük heyecan íairine bırakalım: “Sus ey dîvâne! Durmaz kâinâtın seyr-i mu’tâdı, Ne sandın! Fıtratın ahkâmı hiç dinler mi feryâdı? Bugün, sen kendi kendinden ümîd et ancak imdâdı; Evet, sen kendi ikdâmınla kaldır git de bîdâdı; Cihan kanûn-i sa’yin, bak, nasıl bir hisle münkâdı! Ne yaptın? “Leyse li’l-insâni illâ mâ-se’â” vardı!..” *Bu yazı, Yeni Ümit dergisinin Ocak-ìubat-Mart 2005 tarihli 67. sayısından alınmıítır. Dipnotlar 1. Bakara sûresi, 2/57. 2. Bakara sûresi, 2/254. 3. Âl-i ñmran sûresi, 3/57. 4. Bakara sûresi, 2/258. 5. Tevbe sûresi, 9/70. 6. Âl-i ñmran sûresi, 3/192. 7. Ankebût sûresi, 29/68. 8. Hûd sûresi, 11/102. 9. Hûd sûresi, 11/67. 10. Buhârî, Mezâlim, 8; Müslim, Birr, 56-57. 11. Buhârî, Zekât, 63; Müslim, ñman, 29. 12. Ebû Davud, salât, 367; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/191. 13. Buhârî, Tefsîru’l-Kur’ân, Hûd sûresi, 11/5; Müslim, Birr, 61. 14. Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, 8/281, 20/214. 15. Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 32.


Zulüm ve tecavüz karüısında mutlak sükût üeytana mum yakma mânâsına gelir ve Nebî beyanıyla mezmumdur. Ne var ki, bir mü’min hiçbir zaman mutlak mânâda susmaz; eli-kolu baùlansa aùzını kullanır; aùzına fermuar vurulsa heyecanlarıyla duygularını seslendirir; bütün bütün tecrit edilip çevreyle alâkası kesilse içten içe hafakanlarla gürler ve sürekli maùmalar gibi köpürür durur.

Dr. C. Hamza Aydın Canlıların hücrelerine yerleítirilen çevreye uyum mekanizmalarındaki moleküler ve genetik çeíitlilik, hücreye ve canlılıðın nasıl sürdürüldüðüne dâir bilgilerimizde, köklü deðiíikliklere zemin hazırlamaktadır. Genomun ihtiyaca göre yeniden yazılma ve düzenlenme fonksiyonu, bilhassa hareketli genetik elementlerin farklı genetik lokuslarına (genomdaki yerleíim noktaları) plânlı yerleíimi ve koordineli íekilde kontrol edilmesi, tefekküre açık bilim insanlarını hayrete düíürmektedir. Hücrenin, uyum ihtiyaçlarına cevap verecek íekilde genom dizilerinin yeniden yapılandırılması iílemlerinde, hücre içi sinyal iílem aðlarının sanki çok akıllıymıí gibi iíletildiði gösterildi. DNA’daki íifreli bilginin RNA’ya aktarımını (transkripsiyon) düzenleyici sistem, genomun uygun lokuslarına, doðru yerde, zamanda ve miktarda eriíme

kapasitesine sahip kılındıðından genetik bilgi saðlıklı íekilde okunabilmektedir. Ayrıca transkripsiyon kontrol sistemi, hareketli genetik elementlerin kendilerine ait genom bölgelerine hem spesifik yönlendirilmelerinde, hem de rastgele yerleítirilmelerinde vazife görür. Genetik bilginin bu íekilde çeíitlendirilmesi, yeni genetik bilgilerin üretilmesine vesile olur.

Hücre içi kararların matematiði ve algoritmik tabiatı Laktoz íekerini (disakkarit) Escherichia coli bakterisinin kullanabilmesi için, bu íekerin hücreye alınmasında ve glikoza dönüítürülmesinde rol alan enzimlerin genetik bilgileri, bakteri genomuna kodlanmıítır. Bu genlerin doðru zamanda ve doðru miktarda okunmasını mümkün kılan yerleíim ve okunma düzeni360 Ocak 2009

577 beí


Genomun ihtiyaca göre yeniden yazılma ve düzenlenme fonksiyonu, bilhassa hareketli genetik elementlerin farklı genetik lokuslarına (genomdaki yerleíim noktaları) plânlı yerleíimi ve koordineli íekilde kontrol edilmesi, tefekküre açık bilim insanlarını hayrete düíürmektedir. ne ‘operon’ denmektedir. Bakterilerde her bir kimyevî molekülün (metabolit) sentezi veya yıkımında ií gören genetik bilgilerin okunmasını düzenleyen ve kontrol eden operon isimli model mekanizmalar vardır. Bunlardan biri olan Laktoz operonu, DNA’da protein kodlayan bilgilerin okunmasının bakterilerde nasıl düzenlenip kontrol edildiðine güzel bir misâldir. E. coli bakterisi ortama glikoz ve laktoz karıíımı íeker konulduðunda bunları birbirinden ayırt edebilecek sistemle donatılmıí ve arızasız íekilde iíletilmektedir. Bakteride laktozu parçalayacak enzimlerin üretimine baílanmadan önce ortamdaki bütün glikoz öncelikle kullanılır. Bu iílemin bakteride, laktoz geninin yukarı kısmındaki DNA dizilerinin çeíitli moleküllerle etkileímesiyle baíarıldıðı bulundu. Genin yukarı bölgesindeki DNA dizileri, transkripsiyon için DNA’yı formatlayan sinyallerdir. Bu sinyaller, transkripsiyon faktörleriyle etkileíerek, genlerin okunmasına vesile olur. Genlerin düzenleyici bölgelerindeki bu sinyallerin bazısı, birçok gende ortak iken, bazısı da gene mahsustur. Genom-proteom (hücredeki bütün proteinler) etkileíim sistemlerinin en basiti, E.coli bakterisinde gözlenen laktoz operonunun ( LacO) baskılanmasıdır. Bu iílem yardımlaímaya dayalı protein-DNA etkileíimlerine baðlı olup, tekrarlayan DNA dizilerinin varlıðını gerektirir. Lac operonunu kontrol eden lacI isimli engelleyici proteinin ikiíerli (dimer) yapılar oluíturan iki dimer formu, DNA üzerindeki dört adet tekrarlayan baðlanma bölgesine baðlanır. Bir dimer, bir operatör diziye baðlanabildiðinden, iki dimer iki adet operatör bölgeye baðlanır. Bu íekildeki baðlanma biçimi, DNA yapısında bir ilmek oluíumuna sebep olur. Neticede, RNA polimerazın promotor bölgeye eriíimi dolayısıy-

578 altı

360 Ocak 2009

CRP proteininin kimyevî íekli

la genlerin ön okunma iílemi engellenir. Engelleyici protein tek bir monomer hâlinde ise, operatör dizinin yarısıyla zayıf bir etkileíim gösterir. Dimer formunda ise stabil bir baðlanma gösterir. Bundan dolayı, hücre içinde pek çok iílem moleküllerin yardımlaímasıyla ve birlik oluíturmasıyla gerçekleítirilir. DNA’nın ilmek íekli, yapıyı stabilize ettiði için promotor bölgeye, RNA polimeraz’ın baðlanmasına mâni olur. Lac operonundaki bu engellenmenin kalkması için laktoz gibi uyarıcı moleküllerin bu yardımlaímayı bozması gerekir. Hücrelerde fizyolojik durumların ölçülüp takip edildiði metabolik bilgi de mevcuttur. Laktoz operonunun düzenleyici bölgelerindeki dizilerle, glikoz ve laktoz metabolizmasının fizyolojik durumunu gösteren veriler arasında baðlantı kurulur. Hücre, glikozun varlıðını ve miktarını glikozu hücre içine taíıyan sistemdeki deðiíiklikler üzerinden algılar. E.coli bakterisinde glikozun varlıðını gösteren molekül, siklik-AMP olup, bu molekülün hücre içi konsantrasyonu glikozla ters orantılıdır. Bu sinyalin miktarı, genomik bilginin hem okunmasına hem de düzenlenmesine tesir eder. Glikozu hücre içine taíıyıcı protein fosfat grubu ihtiva eder, taíıdıðı glikozları fosforile ettiðinden kendisi fosfatsız kalır. Bundan dolayı taíıyıcı proteinin fosfatlı ve fosfatsız formunun oranı, hücre içindeki glikoz seviyesi hakkında bilgi saðlar. Taíıyıcı proteinin fosforile formu, adenilat siklaz enzimini aktive eder. Bu enzim vasıtasıyla ATP, siklik-AMP’ye dönüítürülür. Hücre içinde siklik-AMP seviyesi artar. Netice olarak, fosforile formundaki taíıyıcı protein ile siklik-AMP’nin artan konsantrasyonlarına ait bu durum, hücrede glikoz olmadıðı íeklinde yorumlanır. Laktozun düzen-


leyici bölgesinde bulunan CRP bölgesine baðlanan CRP proteini ancak siklik-AMP varlıðında, buraya baðlanabilir. Laktoz geninin promotor bölgesine baðlı siklik-AMP-CRP kompleksi, RNA polimerazın laktoz operonunu okumasını hızlandırır. Laktoz yokluðunda ise, transkripsiyon çok seyrek gerçekleíir. Çünkü düzenleyici gen ürünü olan Laktoz repressör (baskılayıcı) protein, düzenleyici bölgedeki operator bölgeye baðlanarak, RNA polimerazın laktoz promotor bölgesine eriímesini engeller. Hücre laktozun varlıðını dolaylı olarak algılar. Lac Y bölgesinde kodlu permeaz enziminin düíük seviyeleri, birkaç tane laktozu hücre içine taíır. Lac Z bölgesinde kodlu beta galaktosidaz, onları allolaktoz isimli íekere dönüítürür. Allolaktoz lacI engelleyici proteine (repressör) baðlanır. Repressörün íeklini deðiítirerek lacO isimli operator bölgeye baðlanması engellenir. Laktoz operonunun LacP isimli promotor bölgesi transkripsiyon için serbestleíir. Bu moleküler etkileíimlerin her biri, gerçekte bilgi transfer hâdisesidir. Bütün bu hâdiseler zinciri, bakteri hücresine iki íeker arasındaki farkı ayırt etmeye muktedir bir algoritmanın (Glikoz hiç yoksa ve sadece laktoz varsa, ancak o zaman lacZYA enzimlerini transkrip et.) yerleítirildiðini ve hatasız íekilde bir hesap üzerine iíletildiðini gösterir. Özetlersek, laktoz operonunda sinyal transferi, hücrenin iç ve dıí fizyolojik çevresine ait tecrübî veriyi temsil eden kimyevî moleküllerin aktifleítirilmesiyle gerçekleíir. Meselâ siklik-AMP, allolaktoz ve protein fosforilasyon seviyeleri, glikoz ve laktozun varlıðını gösterir. Düzenleyici að íebekesi ise transkripsiyon kararını vermek için, hücre faaliyetlerinin (transport, enzimoloji ve enerji metabolizması) birçok yönünü bütünleítirir. Kısacası, herhangi bir hücrede genomun düzenlenmesini fizyolojiden veya biyokimyevî iílemlerden baðımsız olarak gerçekleítiðini göstermek imkânsızdır. ‘Spesifik baðlanma bölgelerinin düzenlenmesinde kombinasyonların kullanımı’ prensibi, hücrenin fizyolojisini ve doku oluíumuna yönelik farklılaímasını (morfogenezis) kontrol eden metabolik sinyal aðı yollarında çok yaygın olarak kullanılır. Bu að yollarında proteinler ve DNA dizileri o íekilde etkileíir ki, hücrenin moleküler bilgiyi iílemesine ve belirli bir kodlayıcı dizi bölgesinin transkripsiyonunu yapıp yapmayacaðını hesaplamasına sebepler plânında izin verilir. Farklı genetik lokusların koordineli íekilde kontrol edilmesinde, DNA üzerindeki ortak baðlanma bölgeleri önemli roller üstlenir ve genlerin âhenkli íekilde (senfonik) okunması mümkün hâle gelir. Bu bölgelerin çeíitli kombinasyonları, daha girift kararların verilmesinde de kullanılır. Meselâ genlerin okunmasında rol alan genomik belirleyicilerin en düíük seviyesinde, protein baðlama bölgeleri yer alır.

Escherichia coli

DNA’daki íifreli bilginin RNA’ya aktarımını (transkripsiyon) düzenleyici sistem, genomun uygun lokuslarına, doðru yerde, zamanda ve miktarda eriíme kapasitesine sahip kılındıðından, genetik bilgi saðlıklı íekilde okunabilmektedir. Bu DNA dizilerine baðlanan proteinler birden fazla monomerin etkileíimiyle bir küme oluíturduðunda aktif hâle geçebilmektedir. Meselâ laktoz operonundaki lacO ve CRP bölgelerinin her biri, palindromik dizilií (dizi her iki yönden okunduðunda mesajın aynı kalma durumu) özelliði gösterir. Benzer íekilde lacP bölgesi de RNA polimerazın baðlanması için uygun ve birbirinden 16–17 baz çiftiyle ayırt edilen iki alt bölgeye sahiptir. Bütün canlılarda proteinler ve onları kodlayan DNA dizileri birbirleriyle etkileíen sistemlerdir. Meselâ laktoz operonunun kontrolünde vazifeli LacI repressör molekülü, hem DNA bölgesine baðlanmak, hem protein-protein baðlanmaları, hem de allolaktoz uyarıcının baðlanması için ayrı bölgeler ihtiva eder. Genom dizilerinde bu bölgelerin farklı íekilde kombinasyonları, farklı proteinlerin sentezine vesile olur.

Hücrelerdeki fıtrî genetik mühendisliði iílemleri Hücrelerde aktif olarak iíletilen fıtrî genetik mühendisliði iílemlerinden bazıları íunlardır: Homolog kromozomlarda (ebeveynden gelen kromozom çifti) gözlenen rekombinasyon sistemleri (karíılıklı parça alıíveriíi, ardıíık dizilerde çoðalma veya azalma, duplikasyon, parça eksilmesi), belirli bir bölgeye has rekombinasyon (hususi DNA dizileri ihtiva eden DNA’ların farklı kromozom bölgelerine yerleímesi, delesyonu 360 Ocak 2009

579 yedi


ði görülür. Hücrede zahiren íansa baðlı olarak rastgele olduðu gözlenen mutasyonların çoðu, hücredeki tamir sistemleri ve hata düzeltme (tashih) fonksiyonlarıyla uzaklaítırılır. Dolayısıyla DNA dizilerindeki deðiíkenlik ve çeíitlilik, plânlı, programlı yap-boz íeklinde genetik programa göre cereyan eden Kudret ve ñrade Kalemi’nin mürekkepleriyle íekillenir.

Genomun araítırma ve geliítirme bölümü

Genomun harfleri deðiítirilmeden harf üzerindeki deðiíiklikler (epigenetik) ve fıtrî genetik mühendisliði fonksiyonları; hücrede her hâdisenin plânlı, maksatlı, bilgiye ve hesaba dayalı olarak gerçekleítirildiðinin açık delillerindendir. veya ters dönmesi); bölgelere has DNA dizilerinin ayrıítırılması (gen parçalarının füzyonu, baðıíıklık sisteminde görev alan genlerin VDJ rekombinasyonları); homolog olmayan kromozomlarda uç kısımları birleítiren sistemlerin varlıðı (kırılmıí DNA parçalarının birbirine yapıítırılması, yeni genetik füzyonların oluíumu, hiper mutasyonlara açık dizilerin oluíumu); mutasyon yaptırıcı (mutator) DNA polimerazların varlıðı (yer yer hipermutasyona açık bölgelerin oluíturulması); DNA transposonları (kendini farklı DNA dizileri arasına yerleítirebilen veya kendinin bir kopyasını çıkartarak oradan uzaklaíabilen DNA dizileri); transkripsiyonu kontrol edebilen RNA kesimi ve olgunlaítırılmasında vazife alan sinyaller; komíu DNA dizilerinin yeniden düzenlenmesine (amplifikasyon, delesyon, insersiyon gibi) yol açan sinyal dizileri; mikro RNA’lar ile transkripsiyonun kontrolü. Yukarıdaki hücre içi deðiíikliklere yol açan hiçbir hâdise tesadüfî deðildir. Her bir genetik mühendisliði fonksiyonu, DNA üzerinde spesifik deðiíiklikler ve düzenlemeler yapacak íekilde plânlanmıítır. Belli büyüklükteki bir DNA parçasının genomun bir baíka bölgesine katılımı veya koparılması (insersiyon veya delesyon) iílemlerinde koparılan parçayı yeni yerine doðru íekilde yapıítıracak düzenleyici, kesici ve kodlayıcı diziler bulunur. Genom üzerinde, çeíitliliði ve uyum cevabını üretmek üzere mutasyona açık hususi bölgeler yaratılmıítır. Bütün bu moleküler mühendislik fonksiyonlarına dikkatli íekilde bakıldıðında, íimdiye kadar tesadüfen rastlantıyla meydana geldiði söylenen nokta mutasyonlarının bile tesadüfî olmadıðı, fıtrî genetik mühendisliði fonksiyonlarıyla gerçekleítirildi-

580 sekiz

360 Ocak 2009

Hücrede maruz kalınan uyarılara baðlı olarak fıtrî genetik mühendisliði fonksiyonları düzenlenir ve genomun hangi bölgelerinde deðiíiklik yapılacaðına karar verilir. Hücre içindeki deðiíikliklerin bazıları büyük ve genií ölçekli düzenlemelerle ortaya çıkmaktadır. Genom içinde çok farklı ve birbirinden uzak bölgeler, yeniden düzenlenebilmektedir. Deðiíiklikler birbirinden kopuk deðil, birbiriyle baðlantılıdır. Bir mekanizma birden fazla deðiíiklik üretebilir. Bazı organizmalarda genomun yeniden yapılandırılması, normal hayat çevrimlerinin bir parçasıdır. Silli protozoalar’da embriyonik genom, düzenli íekilde binlerce dilime ayrıítırılır. Sonra bunlar, lehv-i mahv-isbatın bir örneði olan hücrelerde iílenip, düzenlenip temelde farklı bir sistem mimarisine sahip fonksiyonel bir genom yaratılır. Genom yeniden biçimlendirilirken, mevcut fenotip özelliklerin devamlılıðında rol alan kod ihtiva edici ve düzenleyici dizilerden ziyade, yeni farklı dizilerin üretimi gerçekleítirilir. Sistem çapında genomun örgütlenmesi, genetik modüllerin kes-yapıítır-yeniden düzenle gibi fonksiyonlarıyla ortaya çıkar. Meselâ baðıíıklık sistemi hücrelerinde, ilgili DNA dizileri plânlı íekilde mutasyona uðratılarak ve yeniden düzenlenerek, sonsuz sayıda farklı antijen molekülünü tanıyan hususi antikorlar üretilir. Lenfositlerin hayat çevrimleri, hem DNA düzenlemelerinin geliíim kontrolünü hem de mutasyonların spesifikliðini gösterir. Mevcut yapıyı bozmayan yeni dizilerin, genomun araítırma ve geliítirme bölümü gibi fonksiyon gördüðü tahmin ediliyor. Hücrelerin içine konulan fıtrî genetik mühendisliði sistemleri -populasyon perspektifinden bakıldıðında- uyum saðlayıcı temel deðiíiklikleri gerçekleítiren moleküler mekanizmalardır. Çünkü hücre içine yerleítirilen fıtrî genetik mühendisliði fonksiyonlarına uyum sırasında genomu yeniden yapılandırma görevi verilmiítir. Hareketli bilgi taíıyıcı nükleik asit elementleriyle birlikte yaratılıíta hücre içine yerleítirilen fıtrî genetik mühendisliði araçları ve mekanizmaları, sadece genomun bir noktasında ve nadiren deðil, genomun her yerinde, deðiíen iç ve dıí çevre íartlarına paralel olarak genomu deðiítirir. Tür içi, türler arası, cinsler ve sınıflar arası yatay ve dikey genetik bilgi deðií-tokuíuna izin veren hareketli DNA elementlerinin fonksiyonları,


hücre içi sinyal iletim ve veri iíleme aðlarıyla düzenlenir. Hücre içi iílemleri düzenlemede ve kontrol etmede vazifeli sinyal aðı íebekeleri, sadece genomun ne zaman yeniden düzenlemeye maruz kalacaðını kontrol etmez, aynı zamanda bu düzenlemelerin genomun neresinde gerçekleítirileceðini belirler. Hedef seçimi de tesadüfî deðil, plânlıdır. Meselâ 28S ribozomal RNA’yı kodlayan DNA bölgesine yerleíen R1 ve R2 retrotranspozonları, hem hususi tanıma bölgelerine, hem de yerleítiði DNA bölgesini belli noktalardan kesen endonükleaz bilgisine sahiptir. Ökaryotik hücreler ise çok daha kompleks karar verme sistemlerine sahiptirler. Hücreler, DNA zararından, hücre fizyolojisinden ve hücredıíı çoðalma faktörlerinden gelen uyarılara sürekli cevap üretirler. Kritik soru ve cevaplardan biri, hasarın tamir mi edileceði yoksa programlı ölüme mi gidileceðidir. Çünkü hücre her iki cevaptan da kaçarsa, o zaman genetik kararsızlık oluíur ve kanser denen anormal hücre çoðalması baílar. Bu açıdan kanser, bir baíka boyutuyla, hücredeki sinyal ve bilgi iílem patolojisinin bir neticesidir. Genomun harfleri deðiítirilmeden harf üzerindeki deðiíiklikler (epigenetik) ve fıtrî genetik mühendisliði fonksiyonları; hücrede her hâdisenin plânlı, maksatlı, bilgiye ve hesaba dayalı olarak gerçekleítirildiðinin açık delillerindendir.

Zulüm, eninde sonunda zalimi de önüne katıp götürecek bir âfettir. Bu sebeple de o, hiçbir zaman uzun ömürlü olamaz.

chaydin@sizinti.com.tr

Kaynaklar - Shapiro J. A.(2001). Genome Formatting for Computation and Function :Genome Organization and Reorganization in Evolution: Formatting for Computation and Function . Presented at a symposium on “Contextualizing the Genome,” Ghent University, Belgium, November 25–28, 2001 (Ann. N.Y. Acad. Sci., in press) EMAIL: jsha@midway. uchicago.edu - Shapiro, J.A. (2005). A 21st century view of evolution: genome system architecture, repetitive DNA, and natural genetic engineering. Gene 345 (2005) pp: 91–100 - Shapiro J. A. and Sternberg R V (2005) Why repetitive DNA is essential togenome function. Biol. Rev. (2005), 80, pp. 1–24. Cambridge Philosophical Society. DOI: 10.1017/ S1464793104006657 360 Ocak 2009

581 dokuz


Hem mânevî, hem de sosyal bakımdan huzur içinde yaíayabilmek için, eíya ve hâdiselerin gerçek mânâsını anlamak gerekir. Bunun için de, dünyaya, yaratılana ve hâdiselere mânâ-yı harfî gözüyle bakılmalıdır. Mânâ boyutuyla bütüncül bakıíı yakalayabilmií bir kiíi, varlıða “Ne kadar güzel!” yerine, “Ne kadar güzel yaratılmıí!” demek suretiyle hakikati teslim etmií olmaktadır. Prof. Dr. Ali Seyyar* Ülkemizde artarak devam etmekte olan cinnet hâdiseleri, anne cinayetleri ve kan davaları içtimaî meselelerinin giderek derinleítiðini gösteriyor. Tabiattaki hâdiselerin belirli kanunlara uygun íekilde cereyan ettiði konusunda bir íüphe yoktur ve belki de bu yüzden bunlar ülkemizde çok daha fazla ilgi çekerken, psikoloji ve sosyoloji çoðu zaman göz ardı edilmektedir. Zîrâ, her ne kadar belli bir sebep-netice münasebeti çerçevesinde iílese de, sosyal hâdiseler tabiattakilerden farklı olarak çoðu zaman genel geçer kaidelere baðlı olmayıp toplumların anlayıí ve deðer sistemlerine göre farklılık arz edebilmektedir. Sosyal bilimlere yeterince önem verilmeyen ülkemizde, içtimaî hâdiselerin derinlemesine incelenmesi ve problemlere çözüm üretilmesi de pek mümkün olamamaktadır. Ayrıca girift, çok sebepli ve neticeli bize has sosyal

582 on

360 Ocak 2009

problemlerin tahlili, bize ait olmayan referanslarla yapılmak istendiði için, söz konusu referanslar, genelde daha açıklayıcı yaklaíımlar ve kalıcı çözümler bulmak yerine sosyal meselelerin kronikleímesine yol açmaktadır. Birçok düíünürün ittifak ettikleri nokta, sosyal ve beíerî bilimlerin ithal edilemeyeceði ve her ülkenin bunları kendi genetik ve kültürel mirası üzerinde inía etmesi gerektiði hususudur. Teknolojiyi ve fen bilimlerini baíka kültürlerden doðrudan alıp kullanabiliriz. Ancak sosyal bilimleri kendi bünyemize uygun olarak yeniden inía etmek mecburiyetindeyiz. Ne yazık ki, bu husus ihmâl edildiðinden, Türkiye’de uygulanmakta olan kamuya yönelik sosyal hizmetlerde ve bunlarla alâkalı problemlerin çözümünde baíarı saðlanamamaktadır. Hâlbuki bu topraklarda yaíanan sosyal problemlerin çözümü,


toplumun iç dinamiklerini harekete geçirerek, kendi mânevî deðerlerimizi gün ıíıðına çıkartmak ve bunlara iílerlik kazandırmakla mümkündür. Bu tespitten yola çıkarak, sosyal barıíı tesis etme gibi önemli bir hedefi olan sosyal hizmet uygulamalarının da mânevî unsurlarla zenginleítirilmesi zarurîdir.

Mânevîyatın felsefî arka plânı

yetlerinin, mânevî insan modeline4 baðlı kalınarak, millî-mânevî deðerlere5 uygun bir tarzda uygulanmasıdır. Üstün ahlâklı insan yetiítirmeye yönelik sosyal ve mânevî eðitimi öne çıkaran mânevî eksenli sosyal hizmetler, sosyal hizmet anlayıíını kiíilerin baíta ruh olmak üzere kalb, vicdan, akıl ve irade gibi mânevî haslet ve kaynaklarına yönelerek gerçekleítirmeyi esas alır. Hem mânen, hem de maddeten insanın saadetini ve huzurunu temin etmeye çalıían sosyal hizmet uygulamalarını içine alan mânevî çalıíma; íahısların içtimâî mesuliyet duygularını ve topluma uyumlarını artırmaya yöneliktir.

Batı literatüründe mânevîyat, ruhî hayatla alâkalı, maddî olmayan bütün varlık ve kavramları ifade etmektedir. Bu sahadaki çalıímalarıyla tanınan Alman bilim adamı Harald Walach, mânevîyatın metafizik tecrübeye dayanan bir idrak, íahsî benliði aían, onun üzeSosyal hizmetlerde mânâ-yı harfî yaklaíımı rinde olan bir gerçek olduðunu söyler.1 Hastalıðın ve Hem mânevî, hem de sosyal bakımdan huzur içinde Engelliliðin Uluslararası Fonksiyon Sınıflandırması’na göre (ICF=International Classification of Functio- yaíayabilmek için, eíya ve hâdiselerin gerçek mânâsını ning, Disability and Health) mânevîyat; müesseseleí- anlamak gerekir. Bunun için de, dünyaya, yaratılana ve mií dinî veya onun dıíındaki ruhanî faaliyetlere veya hâdiselere mânâ-yı harfî gözüyle bakılmalıdır. Mânâ sosyal hâdiselere iítiraktir (ICF; d9301).2 Mânevîyat, boyutuyla bütüncül bakıíı yakalayabilmií bir kiíi, vargenií mânâda din (ñslâm) ve dinî lıða “Ne kadar güzel!” yerine, “Ne öðretiler íeklinde tanımlanabilir. Acıları paylaíma, psiko-sosyal kadar güzel yaratılmıí!” demek sureñnsanın sahip olduðu duygu, dü- dertlere çare bulma (sosyal tiyle hakikati teslim etmií olmakíünce ve mânevî haslet ve hislerin rehabilitasyon) ve muhtemel tadır. Madde boyutlu bakıíta daha bütünüdür. Batı tarzı bir bakıíta, çok dünyevî íartlar geçerliyken, sıkıntıların önünü keserek (komânevîyatta mutlak mânâda dinî hâdiselere mânâ boyutlu yaklaíımbir unsurun bulunması íart deðil- ruyucu sosyal hizmetler), bun- da ise, mânevî deðerler ve Allah dir. Ancak dinin ve dinî duygula- ların yerine íahsî-içtimaî barıí rızası geçerlidir. Mânâ-yı harfî barın, mânevîyatın büsbütün dıíın- ve huzur ikâme etmek, gerek kıíı, kiíinin mânevî dengesinin ve da olduðu da düíünülmemelidir. mânevî, gerekse dünyevî sos- iç barıíının teminine vesile olmaNitekim ICF, gerekli gördüðü nın ötesinde, toplumda sosyal bayerlerde mânevîyatı din ile birlik- yal hizmet uygulamalarının rıíı, tesanüdü, birliði ve dolayısıyla te deðerlendirme ihtiyacı duymuí müíterek hareket noktalarıdır. adaleti de tesis edeceðinden, sosyal ve ‘din ve mânevîyat’ın tarifini: hizmet uygulamalarına mânâ-yı “Ruhanî deðerler ve ilâhî güçlerle baðlantı kurmak, mânâ bul- harfî yaklaíımını kazandırmak gerekir. mak ve kendini gerçekleítirmek için dinî veya mânevî faaliAksi takdirde sosyal ve mânevî risk kapsamında yetlere, düzenlemelere ve uygulamalara katılmak.” íeklinde olan, yani diyanet konusuna lâkayd kalan sosyal grupyapmıítır. Camiye gitmek, dua etmek veya ilâhî oku- lar; hâdiselerde veya eíyada herhangi bir mânâ görememak ve ruhanî düíüncelere dalmak gibi dinî ve mânevî yecekleri için, daha çok mânevî boíluk içine itilecek, faaliyetlerin buna dâhil olduðu düíünülebilir (ICF deðiíik türde sapma eðilimleri gösterecek ve toplumd930).3 Vahiy kaynaklarından ilhamla, inancı güçlen- dan uzaklaíacaktır. Karmaíık ve modern toplumların diren her türlü düíünce, yaklaíım ve faaliyeti içine alan günlük hayatında, özellikle ahlâkî deðerlerden ve idemânevîyat; hiçbir tesir altında kalmadan vicdan emir- allerden mahrum olarak yaíayan insanların neden ve lerine göre, hür yaíamayı temin eden iç âleme ait kalbî hangi gaye için böyle bir toplumda yaíadıðını kendi ve vicdanî bir hakikattir. Bir baíka ifadeyle mânevîyat, kendine sormaya baílamalarıyla ortaya çıkan yalnızAllah’a teslimiyete dayanan kuvvetli bir iman, hakikati laíma ve yabancılaíma sendromu, ancak toplumun bulma ümidi taíıyan tefekkür ve fıtrî sevgi gibi insanın ve buna baðlı olarak kamu politikalarının mânâ odaklı iç dünyasıyla alâkalı, ilâhî kaynaklı vâridatlar bütünü- sosyal hizmet uygulamalarını ortaya koymasıyla ortadür. dan kaldırılabilir.

Mânevî sosyal hizmetlerin mahiyeti Mânevîyat sahasındaki sosyal hizmetler veya sosyal hizmetlerde mânevî çalıíma; sosyal hizmet faali-

Mânevî sosyal hizmetlerin temel hedefleri ñnsanın potansiyel istidatlarını, mânevî kaynaklarını koruma ve geliítirme üzerine odaklanan, mânevî sos360 Ocak 2009

583 on bir


yal hizmetlerin (özelde mânevî bakımın) merkezinde, insan ile onun mânevî dünyası arasında karíılıklı münasebet vardır. ñnsanların sosyal hayatlarına tesir eden mânevî problemlerinin çözümünde mânevîyatlarını geliítirmek ve insanlara mânevî açılımlar tanıyan inanç sistemleriyle baðlantılı olmalarını saðlamayı hedeflemií mânevîyatı artırmaya yönelik çalıímalar, kalbleri mânevî, akılları ise pozitif bilimlerle aydınlanmıí, fıtrî vasıflara ve ahlâkî deðerlere göre hayatını tanzim edebilen, ruhu ile barıíık fertler yetiítirmeyi ön plâna alır. Mânevî sosyal hizmetlerin temel hedefi; sosyal hizmetlere ihtiyaç duyan kiíinin sadece dünyada deðil, âhirette de mutlu olmasını saðlamaktır. Mânevî sosyal hizmetler, mânevî hastalıklara ve rahatsızlıklara6 yakalanmıí, kendini mânen iyi hissetmeyen, inanç ve düíüncede sapkınlıklar içinde olan kiíilerin yeniden eski ruh saðlıklarına kavuímalarına yönelik mânevî telkin ve tedavi metodları geliítirir. Mânevî sosyal hizmetler, kiíinin mânevî risklerden7 uzak durmasının yanında, mânevî temizlik içinde bulunmasını ve böylece iç huzura kavuímasını saðlar; mânevî rahatsızlıkları olan sosyal açıdan problemli kiíileri de mânevî rehabilitasyon metodlarıyla yeniden toplum hayatına kazandırır. Mânevîyat odaklı sosyal hizmetler; yalnızca dinî konuları ihtiva etmekle kalmaz, aynı zamanda psiko-sosyal eðitim ve destek kapsamında kültür, mantık, saðlık ve saðlıklı iletiíim gibi kiíiyi her bakımdan geliítirici birçok pedagojik destek unsurunu da benimser.

Mânevîyat eksenli ve pozitivist eksenli sosyal hizmetlerin mukayesesi Günümüzde bir bilim ve meslek dalı hâline gelen sosyal hizmetler, sosyal risk altında bulunan fert ve gruplarla ilgilendiði için çok disiplinli yaklaíımları gerekli kılar. Mânevîyat eksenli sosyal hizmetler ise, mânevî hakikatleri içine alır. Günümüzde sosyal bilim-

lerin açılımları sadece dünya hayatına yönelik olduðundan, sosyal hizmetler de bu anlayıí doðrultusunda geliítirilmektedir. Bundan dolayı Batı’nın hâkimiyetindeki sosyal bilimler mânevîyat eksenli sosyal hizmetlerin muhtevasıyla örtüímez. ìöyle ki; a) Pozitivist bilimler; olup biten gerçekliklerden hareket ederek bilgi toplar. Dolayısıyla sadece maddî varlıkların mahiyetini araítırır. Pozitivist sosyal hizmet anlayıíında ve uygulamasında mânevîyat, insanın hâlet-i ruhiyesi ve psiíik hâlleriyle sınırlıdır. Pozitif bilimlere dayanan statükocu sosyal hizmetler, kiíilerin tutum ve davranıíları üzerinde yoðunlaíıp, bu davranıíların toplumun normlarına göre deðiítirilmesini hedefler. b) Mânevî hakikatler ise, görünen gerçekliklerin ötesine giderek, bunların varlık sebebini ve hikmetini araítırır. Mânevî eksenli sosyal hizmetler anlayıíında, hem fizik ötesi âleme, hem de kiíinin fıtratına ve ruhuna yönelme vardır. Mânevî sosyal hizmetler, hem insanın mânevî hâllerine yönelir, hem de toplumda bunların oluíumuna katkı saðlayan mânevî deðer unsurlarıyla ilgilenir. Ayrıca kiíinin âhiretini düíünerek, mânevî rehberlik görevlerini de üstlenir. Pozitivizmin ve mânevî hakikatlerin sahası ayrı olmasına raðmen, pozitivist ve mânevî sosyal hizmetlerin hedeflerinin ortak paydası da vardır. Farklılık, niyet ve bakıí yanında, kullanılan usûllerdedir. Dünyevî boyutuyla bilgiden ve sosyal hizmetten maksat, eðer insanın ruhen ve bedenen saadetini temin etmek ise, her iki yaklaíım zaten bunu hedeflemektedir. ñslâm’a göre müspet ilimler ve mânevî hakikatler, muhteva açısından farklı alanları konu edinmií olsalar da, dünyevî hedef açısından aynı maksadı gerçekleítirmeye çalıíırlar. Ancak meseleye metafizik ve/veya uhrevî boyutuyla baktıðımızda, mânevî sosyal hizmetlerin gayesi, kiíinin sadece dünyada deðil, âhirette de gerçek ve kalıcı mutluluða eriímesidir. Pozitivizm ekseninde uygula-

Tablo 1: Temel Deðerler ñtibariyle Seküler (Pozitivist) ve Mânevî Sosyal Hizmetler

Seküler Sosyal Hizmetler

Mânevî Eksenli Sosyal Hizmetler

Konusu

ñnsanın gözlenebilen faaliyetleri (davranıíları)

ñlmî Hedefleri

ñnsanın zihnini ve sosyal davranıílarını anlamak

ñnsanın gözlenebilen faaliyetleri ile iç âleminde gözlenemeyen (fakat idrak edilebilen) bütün faaliyetleri ñnsan ruhunu -akıl dâhil- bütün mânevî kaynakları ve bu çerçevede insan davranıílarını anlamak

Sosyal Hedefleri

Sosyal uyum yoluyla kiíilerin dünyevî mutluluðuna yardımcı olmak Hümanizm ekseninde kendine ve topluma karíı insan sevgisini kazandırmak

Mukaddes Hedefleri

Vasıtaları

Bilgi Kaynaðı-Türü

584 on iki

360 Ocak 2009

• Psiko-sosyal Danıímanlık • Sosyal Rehabilitasyon • Sosyal Bakım “Pozitivist bilimlere dayanan ‘bilimsel’ bilgiler”

Sosyal ve mânevî uyum yoluyla kiíilerin dünyevî ve uhrevî huzura kavuímaları için onlara yardımcı olmak Marifetullah (Allah’ı bilme) ve muhabbetullah (Allah’ı sevme) ekseninde insan ve toplum sevgisini kazandırmak • Mânevî Danıímanlık (Mânevî Telkinler) • Mânevî Rehabilitasyon • Mânevî Bakım Vahye (Kur’ân ve Sünnet) ve müspet bilimlere dayanan bilgiler (Hikmete dayalı íuurî bilgiler)


nan sosyal hizmetlerde öteki âlem Vahiy kaynaklarından ilhamla, nur. ìuurî bilgi ise, gayb (meanlayıíı ve düíüncesi olmadıðından, inancı güçlendiren her türlü tafizik) konusunda her zaman bütün hedefler sadece bu dünyayla açık ve müíahhas bilgi vermese düíünce, yaklaíım ve faaliyesınırlıdır. Ancak meseleye ñslâm dini de imana, kalbe, hattâ akla meszaviyesinden bakacak olursak -ister ti içine alan mânevîyat; hiçbir net ve takviye teíkil edecek çok müspet ilim, isterse mânevî hakikat- tesir altında kalmadan vicdan boyutlu fikir ve kanaat saðlaması ler olsun- aralarında hedef açısından emirlerine göre, hür yaíamayı açısından önemli bir kazanım8 hiçbir ayrım yoktur. Çünkü ñslâm temin eden iç âleme ait kalbî dır. Netice olarak; toplumu dedini, hem müspet ilim çalıímalarından beslenen sosyal hizmetleri, hem ve vicdanî bir hakikattir. Bir rinden sarsan íiddet aðırlıklı de dinî ilimler ekseninde yürütü- baíka ifadeyle mânevîyat, sosyal hâdiselerin önüne geçlen sosyal hizmetleri aynı derecede Allah’a teslimiyete dayanan mek istiyorsak, deðiíik dereönemser; kiíinin dünyevî ve uhrevî kuvvetli bir iman, hakikati bul- celerde suç ve günah iíleme potansiyeline de sahip bir fıtsaadeti için, insanın lehine ve menma ümidi taíıyan tefekkür ve ratta yaratılan insanların mânevî faatine olan her türlü müspet ilmi ve fıtrî sevgi gibi insanın iç dünsapma ihtimallerine karíı önlemânevî hakikatlere ihtiyaç olduðunu yasıyla alâkalı, ilâhî kaynaklı yici ve/veya koruyucu mânevî baítan kabul eder. sosyal hizmetlere ihtiyaç vardır. Mânevî sosyal hizmetlerin, tıpkı vâridatlar bütünüdür. Mânevîyat ekseninde tesis edildünyevî eksenli sosyal hizmet uygulamaları gibi, profesyonel bir ahlâkla yerine getiril- memií bir sosyal hizmet anlayıíının sosyal sapmaları mesi gerekir. Ancak bu arada uhrevî unsurlar ihmal ve problemleri önleyeceði inancının doðru olmadıðı edilmez. Acıları paylaíma, psiko-sosyal dertlere çare birçok araítırmayla ortaya konmuítur. Her bir mânevî bulma (sosyal rehabilitasyon) ve muhtemel sıkıntıların sarsıntının, toplumdaki íiddet aðırlıklı hâdiselere zeönünü keserek (koruyucu sosyal hizmetler), bunların min hazırlayan bir sosyal risk faktörü olduðu anlaíılyerine íahsî-içtimaî barıí ve huzur ikâme etmek, gerek madıðı müddetçe, ülkemizde hepimizi üzen sosyal mânevî, gerekse dünyevî sosyal hizmet uygulamala- sarsıntılar da devam edecektir. aseyyar@sizinti.com.tr rının müíterek hareket noktalarıdır. ñnsanların geçici dünya hayatıyla ilgili bazı psiko-sosyal ve ekonomik sıkıntılarını giderme, burada onların huzur içinde yaía- * Sakarya Üniversitesi; ññBF; Öðretim Üyesi. (Sosyal Siyaset Uzmanı) malarını saðlama, insanlar arasında sevgi ve muhabbeti Dipnotlar güçlendirme, merhamet ve yardım etme, íefkat göster- 1. Walach H: Spiritualität als Ressource. Chancen und Probleme eines neuen Forschungsfeldes. EZW-Texte 181; 2005. s. 17. me gibi hususlar, sosyal hizmetlerin sadece bir yanını 2. ICF: International Classification of Functioning, Disability and Heteíkil eder. Gerçek sosyal hizmet anlayıíının olgun hâli alth (Hastalıðın ve Engelliliðin Uluslararası Fonksiyon Sınıflandır(bütüncül sosyal hizmetler) ise, insanları âhirette de ması). ebedî bir mutluluða kavuíturmak için, dünyevî sosyal 3. WHO and Classification ASaTT: ICF: International Classification of Functioning, Disability and Health; Assessment, Classification çalıímalarda mânevî destek hizmetlerini de ortaya koyand Epidemiology Group: WHO: Submitted 2001. makla gerçekleíebilir. Bu açıdan mânevî sosyal hizmet- 4. Mânevî ñnsan Modeli, insanın ruha (nefse) baðlı mânevî kaynaklara (hasletlere) sahip olduðu temelinden hareketle insanın Yaratan taler, kiíilerin hem dünyevî hem de uhrevî mutluluðunu rafından yaratılmıí en íerefli yaratık (eíref-i mahlûk) olduðu tezine saðlamaya yönelik olmalıdır. dayanan bir modeldir. Bu model çerçevesinde ruh ve nefis arasındaki münasebet, nefis terbiyesi ve mânevî makamlar, nefisle mücadelede Mânevî hakikatler, ilmî araítırmalardan elde edilen ve mânevî tekâmülde ferdî usuller, nefis ve benlik (ene) arasındaki bilgiyi, Allah’a iman ve O’na yakın olmak için bir vabaðlantılar analiz edilmektedir. Bkz. Seyyar, Ali; Sosyal Hizmetlerde Mânevî Bakım; ìefkatli Eller Yayınları; Ankara; 2007. sıta kabul ederken; pozitivist bilimler bu çalıímaları, 5. Mânevî deðerler, bir sosyal grubun mensuplarının, sırf baíkaları tasadece bilgi olsun diye yapar. Mânevî sosyal hizmetler, rafından tasdik edildiði için deðil, kendi idrak ve anlayıíıyla doðrumüspet ilimlerden yararlandıðı gibi vahiy kaynaklarına luðunu tasdik ettikleri için, anlaíma hâlinde oldukları ve sübjektif olarak da deðer takdir ettikleri kıymet hükümleridir. da müracaat edip hikmet dolu bilgilere kavuíur. Düa6. Kalb hastalıkları (Maraz-ı Kalbî) olarak da bilinen mânevî hastalıklar, list ve açık sistem çerçevesinde zahiri batınla, dünyayı nefsaniyete düíkünlükten ve buna binaen ahlâkî-mânevî suçlar (günahlar) iílemekten dolayı kiíinin düíünce, tutum ve davranıílarında âhiretle, bedeni ruhla, davranıíları kiíinin iç âlemiyle meydana gelen ahlâkî bozulmalardır. birleítirmek suretiyle elde edilen íuurî bilgiler, zihin- 7. Mânevî riskler, nefsin deðiíik tuzaklarına düíme ve nefsin emretlere bütüncül bir perspektif kazandırır. Mânevîyat ve tiklerini sürekli ve tereddütsüz olarak yerine getirme ihtimalleridir. Mânevî eðitim almama veya nefis terbiyesi mekanizmalarını iíletgayb ile ilgili konular (Allah’ın zâtı, ruhun mahiyeti, meme neticesinde ortaya çıkabilecek mânevî riskler, iman, ibadet mânevî âlemler vb.) hakkında beíerî meleke, akıl ve digibi dinî esaslarla ilgili olarak zihne giren íüphelerin bütünüdür. ðer zihnî imkânlarla sınırlı bir íekilde bilgi sahibi olu- 8. Bulaç, Ali; “Baíka Bilim, Baíka Dünya”; Zaman Gazetesi; 02.04.2005. 360 Ocak 2009

585 on üç


Dr. Enis Türker Kanın bir ömür boyu dıíarıdan yardım alınmaksızın pompalanması ve kirlenen kanın temizleneceði yere ulaítırılması gibi kalbe gördürülen harikulâde iíler, aklını kullananlar için bir tefekkür tablosudur. Açık kalb ameliyatlarında hasta genel anestezi ile uyutulduktan sonra göðüs kafesi cerrahî olarak açılmakta ve kalb bir süreliðine devre dıíı bırakılmaktadır. Bu zaman zarfında kalbin fonksiyonu, kalbakciðer pompası denen sun’î akciðer mekanizmasıyla yerine getirilmektedir. Çalıíır hâldeki bir araba motorunu tamir etmenin zorluðu gibi, çalıían bir kalbin ameliyat edilmesi de zordur. Bu sebeple, son derece dikkat gerektiren kalb ameliyatlarını yapabilmek için, kalbin bir süreliðine durdurulması gerekmektedir.

586 on dört

360 Ocak 2009

Açık kalb ameliyatlarında hasta genel anestezi ile uyutulduktan sonra göðüs kafesi cerrahî olarak açılmakta ve kalb bir süreliðine devre dıíı bırakılmaktadır. Bu zaman zarfında kalbin fonksiyonu, kalb-akciðer pompası denen sun’î akciðer mekanizmasıyla yerine getirilmektedir.

Kalb durdurulduðu zaman… Hasta bu süreçte makineye baðlıdır. Bunun için kalbe giden büyük damarlara kanül denen birtakım ince borular yerleítirilmekte, böylece kalbe giden kan, kalb-akciðer pompasına alınıp, burada oksijenlendirilerek tekrar vücuda verilmektedir. Kalbin durdurulması, zor bir ií deðildir. Kalb-akciðer pompasının devreye girmesiyle birlikte kan, bu sun’î mekanizmada soðutularak vücuda geri verilmekte, bu íekilde vücut ısısının 30 derecenin altına düíürülmesiyle kalbin hızı azaltılmakta ve durmasına yardımcı olunmaktadır. Kalbin asıl durması ise, kalb kasını besleyen koroner damarlar diye bilinen atardamarlara yoðun potasyum iyonu ihtiva eden serum veya kanın hızlı bir íekilde verilmesiyle gerçekleíir. Potasyum iyonu, normalde insan kanında belli bir nispette bulunan, aíırı yükselmesiyle kalbde ritim


Kalbin durdurulması, zor bir ií deðildir. Kalb-akciðer pompasının devreye girmesiyle birlikte kan, bu sun’î mekanizmada soðutularak vücuda geri verilmekte, bu íekilde vücut ısısının 30 derecenin altına düíürülmesiyle kalbin hızı azaltılmakta ve durmasına yardımcı olunmaktadır.

Kalb-akciðer pompası

bozukluðuna ve en sonunda kalbin durmasına sebep olabilen bir elektrolittir. Potasyumca zengin sıvının koroner damarlara hızlı bir íekilde verilmesiyle kalb birkaç saniye içinde durur ve ameliyatın yapılabilmesi için cerrahlara hareketsiz bir yüzey saðlanır. Kalbin çalıímadıðı bu dönem fazla uzun sürmemelidir. Çünkü kalb-akciðer pompası geçici bir süre fonksiyonunu baíarıyla yerine getirmií olsa bile, normal íartlarda gerçek kalbin ve akciðerin vazifesini tam olarak yapamaz. Vücut soðutulduðu için baíta beyin olmak üzere birçok organın fonksiyonları azalarak durma noktasına gelir. Bu, bir bakıma her íeyin dondurulmuí olması demektir. Kalbin çalıímadıðı bu dönemde hastalar, kalb atıíları esas alındıðında ölü olarak deðerlendirilebilir. Kalbin tekrar çalıímaya baílaması Ameliyatın bitiminde kalb atıílarının tekrar baílayabilmesi için, baíta uygulanan iílemlerin tersine iíletilmesi gerekmektedir. Yani ameliyatın sonuna doðru vücut ısısı kalb-akciðer pompası vasıtasıyla tekrar 36,5–37 dereceye çıkarılmalıdır. Eí zamanlı olarak kandaki potasyum miktarı da normal seviyeye indirilmelidir. Bu, çoðunlukla böbreklerin normal çalıímasıyla birlikte potasyumun vücuttan atılması yoluyla gerçekleíir. ñíte bu noktada, sebepler açısından bakıldıðında kalbin her zaman çalıíması beklenir. Çünkü kalbin durmasını saðlayan vücut ısısının düímesi ve aíırı potasyum yükselmesi geriye döndürülmüítür. Bir bakıma akarsuyun önüne konulan set kaldırılmıítır. Fizik kurallarına göre birikmií olan suyun büyük bir hızla akması

gerekmektedir. Ancak, ameliyatın ardından bu iílemler uygulandıðında büyük çoðunlukla kalb tekrar çalıímaya baílamasına raðmen, bu hiçbir zaman yüzde yüz kesinlik taíımaz. Belki de henüz keífedemediðimiz bazı sebeplerin yerine getirilmesinde eksiklik vardır. Bu durumda, kalb kasının çalıíması için kalbin üzerine 10–20 joule deðerindeki elektrik íokları uygulanır. Yine gerekli cevabın alınamaması durumunda hastaya, adrenalin gibi kalb atımının baílamasına vesile olabilen birtakım ilâçlar verilir. Bütün bunların defalarca tekrarlanmasına raðmen kalbin çalıímadıðı, ameliyat dâhil her íeyin sil baítan tekrar yapıldıðı ve yine de beklenen sonuca ulaíılamadıðı durumlar da vardır. ñnsanın normal zamanlarda nasıl her an ölme ihtimali varsa, burada da benzer bir durum söz konusudur. Ancak yine de, bu ihtimal son derece düíüktür. Netice Vücudumuzda farkına varmadıðımız, çoðu zaman da varlıðından bile haberdar olmadıðımız ritmik hâdiseler, büyük bir âhenk içerisinde meydana getirilmektedir. Hayatımız için vazgeçilmez olan nefes alıp verme hâdisesi bile, iradî olarak baílattıðımız ve devam ettirdiðimiz bir hareket deðildir. Görmek, duymak, acıkmak, hissetmek vs. hiçbirisi doðrudan isteðimize baðlı olmayan, fakat her birisi baílı baíına birer mu’cize olarak tarif edebileceðimiz hâdiselerdir. Ve ne büyük bir lütuf ki, vücudumuzda bunun gibi daha birçok fonksiyon bize bırakılmamıítır. eturker@sizinti.com.tr

360 Ocak 2009

587 on beí


Ahmet Buðra Bir insan, bütün hayatını baíkaları uðruna nasıl feda edebilir? Eminim ki bu soruyu duyan birçok kiíi: ‘Bu devirde böyleleri kaldı mı?’ diyecektir. Günlük meígalelerin arasında pek fark edemiyoruz belki, ama çocuklarımızın geleceði için dünyanın dört bir yanında varlıklarını feda etmií yiðitler; akıncılar misâli, anadan, yârdan, serden geçerek kalb ve zihinleri aydınlatan ıíık erleri var. Sibirya’nın -50 derece soðuðunda veya Afrika’da 40–50 derece sıcaðın hüküm sürdüðü ülkelerde yeni bir diriliíin soluklarıyla, yanık gönülleri gülíene çeviren alperenler var. Bu destansı tablolar layıkıyla nasıl anlatılmalı? Zihinlerdeki peíin hükümler, kalblerdeki düímanlıklar nasıl kırılmalı? Bunun cevabını bulmak, bu gönül erlerinin ortaya koydukları muhteíem destanın yeni nesillere aktarılması için elzem deðil midir? Yunus Emre, Mevlâna, Hacı Bektaí-ı Velî, Fuzûli, Bâki, ìeyh Gâlip, Âkif ve diðer büyük söz ustaları çaðımızda yaíamıí olsalardı, bu destansı tabloları nasıl anlatırlardı?

588 on altı

360 Ocak 2009

Bu yiðitleri gelecek nesillere ulaítırmak adına hangi muhteíem eserleri verirlerdi? ñsterseniz gözlerimizi kapayalım ve maziye doðru bir seyahate çıkalım. Bakın! ìu karíımızdaki nur yüzlü sima; Dervií Yunus ne diyor: Gönüllerde gül misâli, Açar Sen’in bu erlerin. Bülbül gibi daldan dala, Uçar Sen’in bu erlerin. ìefi Sen’sin, Sen’de berat, Meftunların geçer sırat, Kevserinden âb-ı hayat, ñçer Sen’in bu erlerin. Halk içinde dilden dile, Bahçelerde gülden güle, Dervií misâl ilden ile, Geçer Sen’in bu erlerin.


ñsmin gelir, nurlar yaðar, Cümle âlem aíka doyar, ìu dünyada diyar diyar, Göçer Sen’in bu erlerin. Yunus yanar aíkın ile, Gül yolunda döner küle, Reyhanını kızgın çöle, Saçar Sen’in bu erlerin. Yunus, hey koca Yunus! Yine gönlümüzü gülíene çevirdin. Büyük velînin ellerinden öpüp, seyahatimize devam edelim. ìu aðacın altında oturan ak sakallıyı gördünüz mü? Bu kiíi, muhteíem gazel ve kasidelerin sahibi Fuzûli. Leylâ ile Mecnûn’u, Su Kasidesi’ni yazan büyük edîp. O da geleceðimizin haberini almıí. Iíıktan sözleriyle ıíık erlerini anlatıyor: Bu erler ki aík oduna, öylesine yanmıílar, Yoluna ol Habib’in bin canla inanmıílar. Gayretlerin cümlesi vuslat-ı Ahmed için, Meftun olup ahrete dünyadan usanmıílar, Az meyletse gözleri diyarına haramın, Dünyayı üstlerine yıkılacak sanmıílar. Susuzluktan kırılıp cümle âlem yanarken, Ateí-i aík badesin içe içe kanmıílar. Bataklık ortasında derler ki, açmaz bir gül, Karanlık dehlizlerde gülzâre bulanmıílar. Dırahían simalardan süzülen aík teridir Cehle kör olmuí, lâkin ol Hakk’a uyanmıílar. Dök gönlünü Fuzûli, bu erler huzurunda, Medhlerin iíitince, ar edip utanmıílar. Büyük íairin ellerini öpüp veda ettikten sonra, gelin bir baíka dev kamete uðrayalım. Izdırapla geçen yılların muzdarip íairine. Hep bir Âsım bekleyen, yüreði yaralı, gözleri ceyhun, hayatını ñslâm uðruna feda etmií bir büyük âlime, mütefekkire. Millî íairimiz demekle her zaman iftihar ettiðimiz Mehmet Akif’e. Taceddin Dergâhı’nda, sedirin üstüne oturmuí, gözleri ufuklarda, saðlıðında dünyanın dört bir yanına daðılmıí olduklarını göremediði Âsımları için, devrimizin alperenleri için, tarihe not düíüyor. Bu büyük kametin kalbinden damlayan aík naðmeleri neymií görelim: Âsım! Bu gelen sen misin, yoksa hayalin mi? Rüyalarımda gördüðüm, o en son hâlin mi? Hasretinle yıllar yılı bekleyip durduðum, ìu masum millet için ne hayaller kurduðum,

O menba-ı cesaret, cevval, cesur, özü íanlı, Sen misin söyle bana, o yiðit delikanlı? Söyle ki ruhumun bitmez ızdırabı dinsin. Kaç asırlık bipayan nevhalar ki tükensin. At üstünden topraðı, dirilsin artık ölü. Gülsün artık bu demde bahçemizin bülbülü. Çehrende bir gül, çehrenizde güller, Birazcık üfleyin ki ateíe döner küller. Ateí-i aík gerek bize, çeraðını yakmalı, Muzdarip gönüllere su misali akmalı, Diyerek, akıncı cedlerinden ilham ile, Bendini yıkıp taímıí, benzeyen coíkun sele, ìark, garp, cenup, íimal, dört bir yanda atlılar, Her biri berk gibidir rüzgârdan kanatlılar. Bu ay yüzlü simadan aík yaðar yeryüzüne. Bin bir ümit yangını bakınca nur yüzüne. Kâinat semasına bir güneí ki doðuyor, Rahmetin íuaları karanlıðı boðuyor. Ey millet! Bu gençler ki beklediðin erlerdir. Leylini nehar eden mukaddes yiðitlerdir. Dört bir yana daðılır bu ıíık süvariler, Canlanır o an sanki Müslimler, Buhariler. Bastıkları topraklar, gülíenlere çevrilir, Cehaletin putları ilimlerle devrilir. Dillerinde kelâmlar, ellerinde kalemler, Yeni bir diriliíin muítusuyla âlemler, Bayram yapar ìark’ın tâlih-i makûsunda, Bütün akvam-ı beíer, bu hâli izleyip dursun da. Görsün medeniyyet denilen hakikat nedir. Garp ki anlasın hâlini, hâlâ yerlerdedir. ñnsanlık denen o âli mefhumun aslı, Anlaíılır ancak idrak etmekle bu faslı. Sonunda görürüm ki yıllar yılı milletin, Çekmekten yorulduðu bitmeyen bir zilletin, Devası bu gençlerin eliyle mümkün ancak, Vefakâr sine gerek bunları anlayacak. Bildim ki bu doðan sensin ufkuma, Âsım! Dindi artık muítunla dinmez dediðim yasım. Ellerinden öpüp, yaralı íairimize de veda ediyoruz. O’nu ümit gözyaíları içinde bırakıp gitmek bize zor geliyor. Bir milletin ızdırabını bütün benliðiyle hissetmií bir insanın, bu asrın alperenlerini görüp de ümitlenmemesi mümkün müdür? abugra@sizinti.com.tr

* Yazıda íairlerimize atfedilen íiirler, yazarımız Ahmet Buðra Bey tarafından, o büyük íairlerimizin íiir teknikleri ve üslûpları taklit edilerek kaleme alınmıítır.

360 Ocak 2009

589 on yedi


Dünyanın neresinde olursa olsun ortada bir zulüm varsa, mü’min o zulmü ortadan kaldırmak zorundadır. Çünkü mü’min yeryüzünün muvazene unsurudur. Bunun için de, önce yakın daireden iüe baülamalı ve gücü nisbetinde bu daireyi geniületmenin çarelerini araütırmalıdır. Bu mevzûda himmetini öyle âlî tutmalıdır ki, perspektifine bütün cihanı almalı ve sistematiùini ona göre akord etmelidir.

Prof. Dr. Osman Çakmak Zamanı kolayca kavrayamasak da, onun kolayca anlayacaðımız bir yönü var: boyut oluíu… Bir yerde buluíacaðımız kiíiye “zaman” randevusu vermezsek, sadece mekânı belirtmemiz yeterli olmaz. Havada giden bir uzay aracında veya bir helikopterdeyiz. Yer koordinatlarını -yani enlem, boylam ve yüksekliði- belirterek, konum bildiriyoruz. Bunun mânâlı olması için, o anki zamanımızı, yani tarih ve saati de belirtmek gerekir. Bunun için, uzay-zaman, dört boyutlu bir ölçüm sistemidir; et ve tırnak gibi. Zamanı, sadece vakti bildiren bir saat meselesi olarak düíünürsek yanılırız, o; boy, en, derinlik gibi bir boyuttur. Zamanı idrakte zorlanmamızın bir sebebi de íu olsa gerek: Göz idrakimiz üç boyuta hassastır. Diðer boyutlara hassas deðildir. Birçok canlı derinlik boyutunu algılayamaz. Bazı hayvanlar çevrelerini fotoðraf gibi, iki boyutlu görür. Âlemi siyah beyaz gören hayvanların diðer renklerden habersiz yaíamaları gibi, biz de diðer boyutları kavramakta zorluk çekeriz. ñnsanoðlu, duyuların en geliímiíi ile çok farklı ve imtiyazlı bir konuma sahip. Buna raðmen görme, iíitme ve hissetmemiz sınırlı. Duyularımızın ötesindeki nice âlemler idrakimizi aíıyor. Zamanın boyut oluíunu destekleyen diðer bir husus ise, onun öteki boyutlarla uyumlu ve orantılı olmasıdır. Zaman, uzay boyutlarına paralel olarak süreç itibariyle büyüyor veya küçülüyor. ñnsan 60–70 yıl, mikroskobik böcekler bir-iki gün yaíar. Güneí ve kâinatın ömrü ise, milyar

590 on sekiz

360 Ocak 2009

yıllarla ifade edilir. Bunlar makro-âlemdir. Çok çok küçük olan atomaltı parçacıkların ömrü ise, milyarda bir saniye mertebesindedir. Bu yüzden bunların parçacık deðil, rezonans olduklarına hükmederiz. Atomaltı ölçekte mekân (uzay) küçülmesiyle birlikte buna uyum gösteren bir “zaman küçülmesi” vardır. Bu da zamanın bir boyut olduðunun bir baíka ispatıdır. Uzay denen mekânın diðer boyutlarını nasıl anlayacaðız? Mekânın dördüncü boyutu ne mânâya gelir? Bunu anlatmak bir yana, sezgiyle, hayalde canlandırmak bile kolay olmaz. Bir íeyin a (uzunluðu), a2 (alanı), a3 (hacmi) ise, a4 nedir? Uzayı bir düz kâðıt gibi kabul edersek, bu kâðıdın derinliði yoktur, sadece yüzeyi vardır. Bu esnek kâðıdı kıvırıp külâh yaparsak, ‘Schwarzschild Hunisi’ oluítururuz. Küre yüzeyi gibi yuvarlatırsak, ‘Riemann Uzayı’ elde ederiz. Üç boyutlu Dünya’yı -üzerin-


de durup bakarken- iki boyutlu görmemiz gibi, üzerinde bulunduðumuz bu kâðıdı da daima iki boyutlu algılarız. Ancak bir derinlik oluíturduðumuzda, yani kâðıdın altına inip çıktıðımızda üçüncü boyuttan söz edebiliriz. Mekânın dördüncü koordinatı tüneldir. Kâinatımızı ‘iki boyutlu’ yani ince düz bir levha veya kâðıt olarak düíünelim. Bu yüzey üzerinde kalınlıðı olmayan fotoðraflar biçiminde insanlar olalım. Tıpkı bir gazete üzerinde derinliði olmayan resimler gibi. Biz bu kâðıt üzerinde her yöne gitmekte serbestiz, yani dört yön duyumuz vardır. Fakat bu kâðıt yüzeyinden hiç dıíarı çıkamayacaðımız için biz alt ve üst (yukarı ve aíaðı) terimlerini hiç bilmeyeceðiz. Zaten söyleseler de bize inanılmaz gelecektir. Böylece üçüncü boyut diye bir íeyden haberimiz olmayacak, sözlüklerimizde de ‘yukarı’, ‘aíaðı’ gibi terimler bulunmayacaktır. Bizim kâðıt kâinatımızdan yukarıda üç boyutlu bir cisim olsa, bu cisim, bizim kâðıdımızı yararak geçip gitse bile, biz onu yine üç boyutlu olarak görmez, sadece bizim evrenimizle kesiítiði íeyi görürüz. Örneðin bu bir küre ise, bir daire olan izdüíümünü görürüz. Enlemlerinin kesitleri kutuplardan itibaren giderek büyür, Ekvator’da en genií daire olur ve sonra yeniden küçülen halka biçimi de öteki kutup noktasında kaybolup aíaðı geçer. Yani onu, kesiti veya gölgesi olarak fark ederiz. Böyle üç

Kâinatta beí duyuyla görebildiklerimiz, fizik kanunlarının dıíındaki çok boyutlu hakikatlerin (on sekiz bin âlemin) sadece bizim algılama boyutlarımıza bakan üç boyutlu birer gölgesi mesabesindedir. Göremediðimiz, fakat var olduðunu hissettiðimiz âlemleri, tâbi olduðumuz fizik kanunlarıyla tam olarak anlamamız ise, bu imtihan âleminde zamanın ve mekânın dar kalıplarından sıyrılmamıza, ruh ufkuna doðru seyahat etmemize, fizik ve metafiziði beraber ele alan yeni bir ilim dili geliítirmemize baðlı görünüyor.

boyutlu bir cisim, kesitini gördüðümüz için bize iki boyutlu görünür. ìaíırırız; çünkü birden ‘var’ olmuí olur. Bizim biçimlerimiz sabit olduðu için, o küre cismin aniden iki boyutlu dünyamızda belirmesi, sonra büyümesi, küçülmesi ve en sonunda yok olması bize çok tuhaf gelir. Dıíımızdaki dört boyutlu bir cismin ‘üç boyutlu’ gölgesi, üç boyutlu mekânımıza düíer. Tıpkı bir kürenin çember görünmesi gibi, düz tünellerin uzunluðunu deðil, kesitini görürüz. Küre basit bir cisim olmasına raðmen bizi íaíırttıðına göre, íimdi daha karmaíık bir íekil düíünelim. Meselâ bir vazonun gölgesini duvara aksettirelim ve vazoyu evirip çevirerek, deðiíik gölgeler oluíturalım. Duvarda yaíayan bir vesikalık fotoðraf, kendisiyle aynı düzleme düíen bu gölgeye ve ondaki deðiíikliklere hayretle bakacak, ürkecektir. Çünkü o boysuz insan, bizi ve vazoyu

360 Ocak 2009

591 on dokuz


deðil; sadece duvarın üzerine düíeni görmektedir. Onun kâinatı duvarıdır, duvarın dıíı ve arkası yoktur. Söylesek de inandıramayız. Bizler, tek bir uzay-zaman konisi içine sıkıítıðımızdan hâdiseleri, mekânın dar kalıpları içinde ve belli boyutlarda deðerlendiriyoruz. Meselâ en, boy ve yükseklikle anlatılmak istenen hacimle ilgili bir uzay kavramı, anlaíılır bir husustur. Fakat dördüncü boyut olan zaman, fizik ve izafiyet içinde yer aldıðı hâlde, mücerret bir uzunluktur, madde ötesidir. Beíinci boyut denen akıl-íuur ise, zaman gibi mücerrettir, maddî deðildir. Tünel de bize böyle inanılmaz bir boyut olarak görünmektedir. Kâinatta beí duyuyla görebildiklerimiz, fizik ka-

592 yirmi

360 Ocak 2009

nunlarının dıíındaki çok boyutlu hakikatlerin (on sekiz bin âlemin) sadece bizim algılama boyutlarımıza bakan üç boyutlu birer gölgesi mesabesindedir. Göremediðimiz, fakat var olduðunu hissettiðimiz âlemleri, tâbi olduðumuz fizik kanunlarıyla tam olarak anlamamız ise, bu imtihan âleminde zamanın ve mekânın dar kalıplarından sıyrılmamıza, ruh ufkuna doðru seyahat etmemize, fizik ve metafiziði beraber ele alan yeni bir ilim dili geliítirmemize baðlı görünüyor. Netice itibariyle, modern fiziðin araítırma sahası olan íehadet âlemi (ölçülebilir, görünür âlem), Bediüzzaman’ın (ra) ifadesiyle, gayb âlemi üzerine atılmıí tenteneli bir perdedir. ocakmak@sizinti.com.tr


Kendini alâkadar eden en küçük meseleler karüısında saùa-sola ültimatomlar çeken, donanmalar gönderen ve ambargolarla tehdid eden bu kendini beùenmiü kızıl ruhlu dünyâ, bugün de Balkanlardan, Filistin’e ve Ortaasya içlerine kadar olup-biten binlerce fâciayı aynı umursamazlık içinde görmezlikten gelmekte, hattâ yer yer bu fâcia ve fazîalara sebebiyet verenleri alkıülamakta ve desteklemektedir.

Prof. Dr. Ömer Arifaðaoðlu “Bir zaman, Hazret-i Gavs-ı Âzam (k.s.) ìeyh Geylânî’nin terbiyesinde, nazdar ve ihtiyare bir hanımın bir tek evlâdı bulunuyormuí. O muhterem ihtiyare, gitmií oðlunun hücresine, bakıyor ki, oðlu bir parça kuru ve siyah ekmek yiyor. O riyazattan zaafiyetiyle, validesinin íefkatini celb etmií. Ona acımıí. Sonra Hazret-i Gavs’ın yanına íekvâ için gitmií. Bakmıí ki, Hazret-i Gavs, kızartılmıí bir tavuk yiyor. Nazdarlıðından demií:

‘Yâ Üstad! Benim oðlum açlıktan ölüyor; sen tavuk yersin!’ Hazret-i Gavs tavuða demií: ‘Kum biiznillâh!’ O piímií tavuðun kemikleri toplanıp tavuk olarak yemek kabından dıíarı atıldıðı, mutemet ve mevsuk çok zâtlardan, Hazret-i Gavs gibi kerâmât-ı harikaya mazhariyeti dünyaca meíhur bir zâtın bir kerameti olarak, mânevî tevatürle nakledilmií. Hazret-i Gavs demií: ‘Ne vakit senin oðlun

593 yirmi bir


da bu dereceye gelirse, o zaman o da tavuk yesin.’ ñíte, Hazret-i Gavs’ın bu emrinin mânâsı íudur ki: Ne vakit senin oðlun da ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olsa ve lezzeti íükür için istese, o vakit leziz íeyleri yiyebilir.” (On Dokuzuncu Lem’a, 3. Nükte)

Buna benzer bir hâdiseye, 30 sene önce, ben de íahit olmuítum. Üniversiteden kalabalık bir arkadaí grubuyla bir Kutlu’nun sofrasına davet Sindirim ve emilim hâdiselerinin önemli bir kısmı ince baedilmiítik. Bu Allah Dostu’na ðırsaðımızda gerçekleíir. ñnce baðırsaðımız; duodenum ñzmir’in ilçelerinden iki kasa (oniki parmak baðırsaðı), jejenum ve ileum denen, temeliítah kabartan kiraz gönderilmiíti. Kirazlar bize ikram edilde aynı olmakla birlikte yapı ve görevleri açısından bazı di. Kendisine yakın bulunuyorfarklılıklara sahip üç bölümden oluímuí bir kanaldır. dum. ñçimden, “ìimdi bu mübarek insanla aynı sofraya oturursam, bu kirazlardan edep gereði fazla yiyemem.” düíüncesi ler üzerinde düíünmeye baíladım. Yeme, içme ve geçti. Gerçekten de aynı sofraya oturmak nasip oldu. sindirim sırasında vücudun iç iíleyiíine bütünüyle Ben “Nasıl yapsam da, íu kirazlardan çok miktarda ye- hâkim olan dinamik denge durumuna tıp dilinde sem.” diye düíünürken, o zât kirazlardan sadece bir homeostazi denmektedir. Dengenin müíahede ediltane alarak bizden müsaade istedi ve sofradan kalktı. diði en hayatî vücut sıvısı kandır. Kanda her faktör O an, düíüncelerimden dolayı ne kadar utandıðımı sâbit bir miktara, ölçüye veya konsantrasyona sahâlâ unutamam. hiptir. Kan basıncı her damarın özelliðine göre sâbit Yukarıdaki iki hâdisenin ıíıðında, insan vücu- tutulur. Meselâ büyük atardamarlarda ortalama kan dunda mükemmel íekilde gerçekleítirilen faaliyet- basıncı 100 mmHg’dır. Basınç bu deðerin üstüne

䣄䣇䣆䦑䤽䣜䣜䣃䣏䣃䣐䯑䣋䣐䢢䢪䣔䣃䢫 䣏䣇䣕䣇䣎䣇䣛䣇䢢䣄䣃䣍䣋䦿䣋䢼 “Hakikî ehl-i íükrün ve ehl-i hakikatin ve ehl-i kalbin kuvve-i zâikası, rahmet-i ñlâhiye’nin matbahlarına bir nâzır ve bir müfettií hükmündedir. Ve o kuvve-i zâikada taamlar adedince mizancıklarla nimet-i ñlâhiyenin envâını tartmak ve tanımak, bir íükr-ü mânevî suretinde cesede, mideye haber vermektir. ñíte, bu surette kuvve-i zâika yalnız maddî cesede bakmıyor. Belki kalbe, ruha, akla dahi baktıðı cihetle, midenin fevkinde hükmü var, makamı var. ñsraf etmemek íartıyla ve sırf vazife-i íükrâniyeyi yerine getirmek ve envâ-ı niam-ı ñlâhiye’yi hissedip tanımak kaydıyla ve meíru olmak ve zillet ve dilenciliðe vesile olmamak íartıyla, lezzetini takip edebilir. Ve o kuvve-i zâikayı taíıyan lisanı íükürde istimal etmek için leziz taamları tercih edebilir.”

594 yirmi iki

çıkarsa, yüksek tansiyon gözlenir. Yüksek tansiyon; beyin kanamasına, felce, böbrek yetmezliðine, kalb büyümesine, yetmezliðine ve krizine sebep olarak ölüme yol açabilir. Düíük tansiyonda ise, beyin baíta olmak üzere organlara kan akımı azalır. Dengeye baíka bir misâl de, birçok faktörün kandaki íeker (glikoz) konsantrasyonunu dinamik bir denge hâlinde tutmakla görevlendirilmií olmasıdır. Kan íekeri yükselirse, hayatı tehdit eden íeker koması meydana gelebilir. Aksine, kan íekeri düíerse, baíta beyin olmak üzere organlar enerjisiz kalır. Hattâ beyin açısından hipoglisemi (kan íekerinin düímesi) koması, hiperglisemiden (kan íekerinin yükselmesi) daha tehlikelidir. Kanda sodyum, potasyum, klor, kalsiyum ve yað asidi gibi birçok faktörün konsantrasyonları da íeker gibi dinamik bir denge durumunda tutulur. Bu durum bozulduðunda hastalık veya ölüm meydana gelebilir. Küllî ñrade ve Sonsuz Rahmet Sahibi, vücudumuza yerleítirdiði birçok harika mekanizmayla bunları dengede tutmaktadır; ancak sindirim faaliyetlerinin öncesinde,


cüz’î irademize taalluk eden yeme-içme hususunda bizi serbest bırakmıítır. Beslenmede denge Tıbbın son yıllarda meígul olduðu konulardan biri, çok yemeye baðlı íiímanlıktır. Bu; íeker hastalıðı, damar sertliði (ateroskleroz), karaciðer yaðlanması, siroz, kalb yetmezliði ve kalb krizleriyle irtibatlı hayatî tehlikeler ihtiva eden önemli bir saðlık problemidir. Hekimler, íiímanlıðın tedavisinde, iradeyi kullanma ve az yeme dıíında fıtrî ve zararsız baíka bir yol gösterememektedir. ìiímanlık, kiíinin hareket (egzersiz) kâbiliyetini kısıtlamakta, hareketsizlik ise, daha fazla íiímanlıða sebep olmaktadır. Kadîr-i Alîm beslenme konusunda kullarını serbest bırakmıítır. Elbette midemizin bir kapasitesi vardır, bu kapasite dolunca tokluk hissi duyar ve yiyemez hâle geliriz. Ancak yine de, doymuí olmamıza ve vücudumuzun sıhhati açısından yemememiz gerekmesine raðmen, nefsimize maðlup olarak israf ölçüsünde aíırı yeriz. Yemek aralarında bile durmadan atıítıran Amerikalıların íiímanlık problemi herkesin mâlûmudur. Yediðimiz besinlerin kana emilmesi (absorbsiyon) konusunda da, Yaratıcı’mız, imtihan gereði bir sınırlama koymamıítır. Yediðimiz besinlerin tamamı kana geçirilmek üzere baðırsaklara emdirilir. Eðer vücuttaki dinamik denge durumu burada da korunsaydı, kiíi ne kadar yerse yesin, vücuda ihtiyaç kadar alınacak, fazla besinler kana geçirilmeden dıíarı atılacak ve íiímanlık gibi bir problemle karíılaíılmayacaktı. Hakîm-i Mutlak, yediðimiz besinlerin tamamının kana geçmesini saðlayarak, bizi irademizle imtihan ve hâdiselerin diliyle ikaz etmektedir.

Transferrin

Sindirim ve emilim hâdiselerinin önemli bir kısmı ince baðırsaðımızda gerçekleíir. ñnce baðırsaðımız; duodenum (oniki parmak baðırsaðı), jejunum ve ileum denen, temelde aynı olmakla birlikte yapı ve görevleri açısından bazı farklılıklara sahip üç bölümden oluímuí bir kanaldır. Bu kanalın uzunluðu 3–4 metre, bölgesine göre farklılık gösteren çapı da, 2–4 santimetredir. Bu silindirik yapının iç yüzey alanı azamî 1.600 cm2’dir (0,16 m2). Eðer iç yüzeyi düz bir kanal olsaydı, ince baðırsaðın emme gücü, 600’de bir kadar az olurdu. Bu büyük farkın birinci sebebi, baðırsak iç çeperinin düz bir boru gibi olmayıp, her yerinden kanal içine doðru uzanan her biri 8 milimetre boyundaki kıvrımlara sahip kılınmasıdır. Bu kıvrımlar sayesinde emilim yüzeyi üç kat kadar artar. ñkinci olarak, bu kıvrımların yüzeyi de düz deðildir ve villus denen, kanal boíluðuna doðru 1 milimetre kadar uzanan parmak íeklinde çıkıntılarla kaplanmıítır. ñnce baðırsak yüzeyinin 1 cm2’sinde 20–40 adet villus bulunur. Bu villuslar emilim yüzeyinde

595 yirmi üç


maksimum kapasitesi günde birkaç kilogram karbonhidrat, yarım-bir kilogram yað, yarımbir kilogram protein ve 20 litre suyu emebilecek kadardır. Baðırsaklarımız kendilerine gelen bütün besinleri kana geçirebilecek kabiliyette yaratılmıítır. Eðer sınır koymazsak, kötüye kullanılan bu kapasite baíımıza íiímanlık gibi bir dert açmaktadır. Nefsimizle imtihan olduðumuz ve bizden irademizin hakkını vermemizin istendiði bir dünya hayatında, yüksek kalorili ve íiímanlık sebebi olan yukarıdaki gıdaların (yað, karbonhidrat ve protein) emilimine tahdit konmamıítır. Hâlbuki gerçek besin maddesi sayılmayan fakat vücut için hayatî (sinir, kas ve kemik faaliyeti, bütün elektrolit dengeleri açısından) önemi olan minerallerin emilmesinde yine dinamik denge kuralları bizim irademiz dıíında, Cenab-ı Hakk’ın rahmet ve inayetiyle baðırsaklara yerleítirilmiítir. Meselâ demir, kanda alyuvarların içinde bulunan ve kana kırmızı rengini veren, oksijen taíımakla vazifeli hemoglobinin yapısında yer alır. Vücutta demir fazlalıðı olduðunda, karaciðer ve pankreas harabiyeti ve kalb yetmezliði gibi önemli organ bozukluklarına sebep olan hemosiderozis hastalıðı ortaya çıkmaktadır. Demir azlıðında ise, demir eksikliði anemisi denen kansızlık hastalıðı görülür. ñíte bu sebeple, bizim irademize baðlanmadan baðırsaklarımıza çok hassas bir demir emilim dengesi konmuítur. Burada ilâhî rahmet ve inayet kendini çok açık gösterir. Akılsız ve íuursuz demir atomlarıyla, hücreler arasında mükemmel bir anlaíma görülür. Vücutta demir fazlalıðı varsa, baðırsaklarımızda demir emilimi otomatik olarak azaltılır. Bu mükemmel mekanizmaya göre, kanda demir fazlalıðı olduðunda, demir baðlayan protein olan transferin maddesinin bütün demir baðlama noktaları dolu olduðundan, baðırsaklardaki demir baðlanamaz; dolayısıyla demir kana geçmediðinden dıíarı atılır. Demir eksikliðinde ise, bu mekanizma tersine çalıíır. Bu durumda, baðırsaklardan demir emilim kapasitesi artırılır ve ih-

Tıbbın son yıllarda meígul olduðu konulardan biri, çok yemeye baðlı íiímanlıktır. Bu; íeker hastalıðı, damar sertliði (ateroskleroz), karaciðer yaðlanması, siroz, kalb yetmezliði ve kalb krizleriyle irtibatlı hayatî tehlikeler ihtiva eden önemli bir saðlık problemidir. Hekimler, íiímanlıðın tedavisinde, iradeyi kullanma ve az yeme dıíında fıtrî ve zararsız baíka bir yol gösterememektedir.

10 kat artıía vesile olur. Villusların yüzeyi tek sıra hâlinde dizilmií, emilimi gerçekleítiren silindirik hücrelerle döíelidir. Bu hücrelerin yüzeyi çok ince ve sık uzantılar (mikrovillus) ihtiva eder. Bu yapı, fırçamsı kenar (silli epitel) olarak adlandırılır. Fırçamsı kenar sayesinde emilim yüzeyi yaklaíık yirmi kat artar. Böylece, aynı büyüklükte bir düz kanalın yüzey alanının yaklaíık 3.300 cm2 kadar olması gerekirken, yüzey kıvrımları, villuslar ve fırçamsı kenar sayesinde ince baðırsaðın toplam emilim yüzeyi, 2 milyon cm2’ye (200 m2) çıkar. Bazı araítırmacılar, toplam artıíın çok daha büyük (1.000 kata kadar) olabileceðini söylemektedir. Normalde ince baðırsaklardan günde 100 gram yað, 50–100 gram aminoasit, 50–100 gram iyon, ve büyük kısmı vücutta üretilen sıvılar olmak üzere 7–8 litre su emilir. Efendimiz’in (sas) sünnetine uyularak az yendiði takdirde, yukarıdaki miktarlar hem yaíamamız için, hem de besinlerin israf edilmemesi açısından son derecede önemlidir. Bununla birlikte, çok aíırı yeme-içme durumunda, sistemin

596 yirmi dört


tiyaç giderilmií olur. Aynı mekanizma, kalsiyum ve diðer baíka maddeler için de geçerlidir. Netice itibariyle, Kadîr-i Hakîm hem gıdaların israf edilmemesi, hem de insanın iradesinin öne çıkması gerektiðini ikaz etmektedir. Bu noktada, iman nimetinin, nefis tezkiyesinin, ruh ve irade terbiyesinin, dolayısıyla aileden baílamak üzere bütün bir içtimaî hayatın, çocukluktan itibaren kiíinin yetiímesinde ve beslenme alıíkanlıklarında ne kadar büyük önem arz ettiði anlaíılmaktadır. Aynı íekilde, fıtrat dini olan ñslâm’ın, cemiyetin bir bütün olarak sıhhati açısından getirdiði prensiplerin de ne kadar hayatî olduðu açıktır. Zenginlerin kendilerini fakirlerin yerine koymalarını da saðlayan zekât ve orucun farz olması, ayrıca her türlü sadaka ve hayır-hasenatın sürekli teívik edilmesi, aslında sadece yeme-içmede israfın deðil,

nefse uymaktan kaynaklanan daha birçok aíırılıðın önüne baítan geçmektedir. Oruçla iradelerimiz zorlanmakta ve dolayısıyla fakirler hatırlanmaktadır. Sevgili Peygamberimiz (sas) sofradan doymadan kalkmayı tavsiye ederek bize ne güzel bir rehberlik sunmuítur. Bu mübarek beyandan, tokluk hissinin beyinde geç oluímasından kaynaklanan yalancı iítahın önüne geçilmesi gerektiði anlaíılabilir. Nitekim, hepimiz tecrübeyle biliriz ki, sofradan az yiyip kalktıktan kısa bir müddet (on beí-yirmi dakika) sonra tokluk hissedilmekte, açlık hissi geçmektedir. Bu da, mevzunun alıíkanlıktan kaynaklanan psikolojik yanının göz ardı edilmemesi gerektiðini göstermektedir. oarifagaoglu@sizinti.com.tr

“Fırsat eldeyken çekin efendiler çekin!”

Devletler muvâzenesini elinde tutanların muvâzene adına gayretleri böyle olunca, nasıl bir dünyada yaíadıðını var kıyas et... 597 yirmi beí


ñðtirab* Katmerli gurbet de diyebileceðimiz iðtirab; sürekli düzelmeleri bozulmaların takip etmesi ve salâhları fesatların kovalaması, gece-gündüz devridaimi gibi, gönlün biraz aydınlanmasını müteâkip hemen yeniden karanlıðın bastırması duygu1 sudur ki, hemen her zaman muítusuyla serfiraz hizmet erlerinin korkulu rüyaları olagelmiítir ve onu düíündükçe ürpermiílerdir. Gurbet için de aynı mülâhazalar söz konusu olabilir; iðtirab, ya sırf cismanî, ya hâlî ve kalbî ya da her ikisinin birden duyulup hissedildiði muzaaf bir yalnızlıktır. Cismanî iðtirab, tıpkı gurbette olduðu gibi, yurttan-yuvadan, dosttan-ahbaptan uzak kalmaya denir ki, bilhassa, ulaíma yolları bütünüyle bozulup, köprüler de harap olunca, çaresizlikten dolayı ruhları tam bir iðtirab istila eder. Beden insanları için çok defa ölümle neticelenen iðtirab, Allah ve ahirete imanla tadil edilmezse, her zaman tahammülfersâ bir hâdise sayılabilir. ñmanla, bu müterâkim gurbetleri göðüsleyip, sonra da íöyle veya böyle vefat edenlere, “Bu kabîl yalnızların 2 vefatı íehadettir.” fehvâsınca, o bir nimet-

598 yirmi altı

??? 360 ????? Ocak 2008 2009

tir. Evet o, küfür, ilhad ve dalâletten kaynaklanmıyorsa, “Her ızdırabın bir mükâfatı vardır.” esasına binaen, insanı Cenâb-ı Hakk’a yönlendirdiði ölçüde çok yararlı bir ihsan-ı ilâhîdir. Hatta bazılarınca, imanla yumuíatılmıí böyle bir gurbet, ızdırabı çok, mükâfatı sabır ve tahammülünkine denk iç içe öyle tatlı bir belâdır ki, insan onu, zâhirindeki hicrandan ötürü bulanık bir âh u efgânla karíılamasına mukabil, vicdan ona hep: “Gel, gel” der. Bir íairin:

“Benim bu hâlimi gören garipler, bir gün (gelip) benim mezar topraðıma otursunlar; (otursunlar) zira garipleri ancak garipler anlar. (Evet) garipler birbirlerine yâdigâr (ve emanet)tirler. Ey Rabbim, Sen çaresizlerin


çaresisin; benim de, baíkasının da çaresini (ancak) Sen bilirsin. Geceden apaydın gündüzü çıkardıðın gibi, bu kederden de benim neí’e ve sürûrumu çıkarabilirsin...” sözleri bu duyguyu ifade etmesi bakımından gayet nefistir. ñðtirabın hâl televvünlüsü, beyan-ı nebevîsiyle tebcil edilmiítir. Fesat istilasına uðramıí bir zaman diliminde, çaðın getirdikleriyle boðuían çaresiz bir salih insan, cehalet girdabına kapılmıí bir toplum içinde hakikat-âíina bir âlim, nifakın kol gezdiði bir dünyada sadakate kilitlenmií bir vefa insanı iç içe böyle bir gurbet yaíamaktadır ve fesadın azgın köpürüílerini, cahil yıðınların zebil olup gidiílerini, nifak ve nifakçıların her zaman prim alıílarını gördükçe iliklerine kadar kendini yalnızlık içinde hissederek “Keíke bu insanlara bir íeyler anlatabilseydik!” der inler. Kalb buudlu iðtiraba gelince o, ârifin, Hak katındakileri duyuí, sezií ve bekleyiíleri açısından öyle bir gurbetidir ki; duyar, hisseder; duyup hissettikleriyle ruhanî zevklere açılır; açılır ama, vuslat-ı hakikîye kadar çevresinde Hakk’a kapalı insanların gurbetlerini ruhunda duyduðu gibi, seyr-i ruhanînin getirdiði gurbetlerden de bir türlü kurtulamaz; sürekli kalbinde, “kurbet”, “üns billâh” ve “lika” íevk u iítiyakını duyar; duyar ama, hakikî olmasa bile, ya endiíe, korku ve hassasiyetinin örgüleyip yürüdüðü yollarda karíısına çıkardıðı berzahların tesirinde kaldıðından ya da bir kısım íuuraltı mülâhazaların resmettiði íekil ve suretler, kalb gözü hadekasını birer perde gibi sardıklarından, derecesine göre muðteribin yakînî, zannî, tahmînî veya vehmî bir gurbeti söz konusudur ki, deðiíik dalga boyundaki bu íerareler, vefa, sadakat ve kurb hususiyetlerine çarparak

onların ruhî íekillerine dokunur.. ve íekil deðiímelerinden meydana gelen boíluklarda gurbet esintileri duyulmaya baílar ki, iíte bu, mütemadî bir iðtirabtır. Zira sâlik, yukarıdaki mülâhazalarla arz etmeye çalıítıðımız hususları, kazanma kuíaðında kaybetme gördüðünden kendini çaresizlik içinde hisseder.. ve bu yalnızlık endiíesi, yalnızlık vehmi ve yalnızlık düíüncesiyle “Keíke anam beni doðurmasaydı!”3 der ki, bu, bildiðimiz gurbetlerin en aðırı, en idrak edilmezi ve en deðerlisidir. Dünyevî gariplerin, uhrevîlikle teselli olmalarına; hâl gurebâsının, mârifet ve muhabbet soluklayarak nefes almalarına karíılık, bütün ölçüleri alt üst eden âriflerin gurbeti, Kafdaðı’ndan daha aðır olsa gerek; zira onlar, dünyanın da garibi, ahiretin de garibidirler. Ehl-i dünya onları anlamaz; çünkü onların ufku dünyadır ve onun ötesinde bir íey görüp bilmeleri de mümkün deðildir. Âbid ve zâhidler diyeceðimiz ahiret ehli de onları anlamaz; zira onların himmetleri de ibadet ve zühdleri ölçüsündedir.. âriflerin himmeti ise, Mâbudlarıyla irtibatları nisbetindedir...

*Bu yazı, Sızıntı dergisinin Mayıs 1996 tarihli 208. sayısından alınmıítır. Dipnotlar 1. Müslim, iman 232; Tirmîzî, iman 13; ñbn Mâce, fiten 15; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/72. 2. ñbn Mâce, cenâiz 61; Ebû Ya’lâ, el-Müsned, 4/269; Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, 11/57, 246. 3. ñbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-kübrâ, 3/360. 360 ??? ????? Ocak 2009 2008

599 yirmi yedi


úülenen günahlar zulüm derecesine varınca Allah, o günahları affetmez. ûunda zerre kadar üüphe edilmemelidir ki zalim, kesinlikle cezasız kalmaz. “Zulüm ile âbâd olanın, mutlaka âhiri berbat olur.”

Abdullah Sancak Yerküre’nin tanınması ve íeklinin belirlenmesi maksadıyla çok eski çaðlardan beri süregelen çalıímalar hâlâ devam etmektedir. Ölçme usûlleri ve âletleri, teknolojik geliímeler paralelinde sürekli deðiímektedir. ñlk çaðlarda Arz’ın íeklinin düz olduðuna inanılıyordu. Milât’tan önce 500 yıllarından itibaren Dünya’nın íeklinin yuvarlak olduðuna dâir çeíitli fikirler ileri sürülmüí ve yarıçapını belirleme çalıímaları yapılmıítır. Daha sonraları, bilhassa 7. yüzyıldan itibaren Dünya’nın íeklinin tam olarak neye benzediði konusuna yoðunlaíılmıítır.1 ñnsanlıðın ñslam’la íereflenmesi ve ñslâm’ın ilmi teívik etmesi ile Müslüman ilim adamları astronomide büyük geliímelere vesile oldular. Astronomi ilminin geliíme seyrini takip eden tarihçiler 8–14. yüzyıllar arasını ñslâm Astronomisi Dönemi olarak kabul ederler. Avrupa, Ortaçað karanlıðını yaíarken, bu dönemde astronomi çalıímalarının büyük kısmı Ortadoðu’da, Kuzey Afrika’da ve Endülüs ñslâm Devleti’nde yürütülmüítür. Batı bu dönemde astronomik geliímelere ayak uyduramamıí, hattâ karanlıktan sıyrılmaya baíladıðı dönemlerde bile Avrupa’da, Galile: “Dünya dönüyor.” dediði için kilise tarafından aforoz edil-

600 yirmi sekiz

360 Ocak 2009

mií, Kopernik’in Güneí merkezli kâinat anlayıíını benimseyen ñtalyan Giordano Bruno 1600 yılında Roma’da diri diri yakılmıítır. 16. yüzyıldan sonra ise, Dünya’nın íeklinin belirlenmesi ve yarıçapının ölçülmesi için hem Batı’da hem de ñslâm dünyasında çok önemli çalıímalar yapılmıítır. Astronomik çalıímalar ve kullanılan teknolojilerin geliímesiyle beraber, 18. yüzyıldan itibaren Dünya’nın yuvarlaklıðının yanısıra özel bir íekle de sahip olduðu anlaíılmıítır. Tespitlere göre Arz; Ekvator’dan íiíkin, kutuplardan ise, basık ve yuvarlak bir íekle sahiptir. Bilim adamları bugün Arz ile ilgili araítırmalarda uydu vasıtalarını kullanmaktadır. Bu yolla elde edilen haritalar, Dünya’nın tahmin edildiði gibi tam yuvarlak bir íekle sahip olmadıðını, yüzeyinin sivilceli bir yüze benzediðini göstermektedir.2 Sivilceli Arz yüzeyini bilim adamları, ‘jeoid’ kavramıyla ifade etmeyi uygun bulmuílardır. Jeoid, belirli kabullerle birlikte durgun deniz yüzeyi olarak adlandırılan ve yer yüzeyinin ölçülmesinde kullanılan özel bir referans yüzeyidir. Bu konudaki çalıímalar bu referans yüzeyine dayandırılır. Jeoid sürekli olarak deðiíim içerisindedir. Çünkü Arz’ı oluíturan katmanlar farklı


Sivilceli Arz yüzeyini bilim adamları, “jeoid” kavramıyla karíılamayı uygun bulmuílardır. Jeoid, belirli kabullerle birlikte durgun deniz yüzeyi olarak adlandırılan ve yer yüzeyinin ölçülmesinde kullanılan özel bir referans yüzeyidir. Yukarıdaki ölçekte jeoid üzerindeki çukur ve tümseklerin metre olarak artma ve azalması görülmektedir.

yoðunlukta olduðu için, tabiî hâdiselerle birlikte insan kaynaklı tesirler de onun jeoid yapısını sürekli farklılaímaktadır. Bu sebeple, jeoidin pratikte matematikî bir tarifi henüz yapılabilmií deðildir. Bilindiði gibi Dünya jeolojik olarak aktif bir gezegendir.3 Kâinatta atomlardan galaksilere kadar, yaratılmıí hiçbir varlık kendi hâline bırakılmadıðı gibi, Dünya da üzerinde mükemmel bir ekosistemin yerleítirilmesi için hâlden hâle döndürülmektedir. Arz’ı teíkil eden tabakaların farklı yoðunlukta olması, bunların sürekli bir jeolojik süreçten geçmesi, tektonik levha hareketleri, kıtaların kayması, Arz’ın kütle merkezinin az da olsa yer deðiítirmesi, gel-git hâdiseleri, hidrosfer (su küre) ve atmosferde gerçekleíen atmosferik hâdiseler ve insanoðlunun müdahaleleri sebebiyle yerkabuðunun bazı bölgelerinde deðiímeler yaíanmaktadır. Bu durum Arz’ın íekli olan jeoidin de sürekli deðiímesini netice vermektedir. Jeoidde meydana gelen deðiíiklikler yerküre ölçeðinde meydana gelen hâdiselerin neticesidir. Bu hâdiselerin ne mânâ ifade ettiðinin anlaíılabilmesi için, jeoiddeki bu íekil deðiíikliklerinin belirlenmesi bu noktada önem kazanmaktadır. Yeryüzündeki yerçekimi ivmesi (gravite) farklılıklarını uydularla belirleme çalıímaları günümüzde jeoidin íeklindeki deðiímelerin takibi için itibar edilen en yeni metottur. Bu durumun kolay anlaíabilmesi için yerçekimi, yerçekimi iv-

Dünya’nın yuvarlak olduðu, Kur’ân tarafından bildirilmiítir: “O, gökleri ve yeri hak ile yarattı, geceyi gündüzün üstüne sarıyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıyor...” (Zümer Sûresi/ 5) Âyetteki ‘sarıyor’ kelimesi Arapça ‘tekvir’ kelimesinin karíılıðıdır. ‘Tekvir’ ip yumaðı gibi, bir íeyi birbiri üstüne dolamaktır. Yukarıdaki âyet, gayet bâriz olarak Dünya’nın yuvarlaklıðını ve ekseni çevresinde döndüðünü gösterir. Çünkü sarma iíi, yumak ve top gibi íeylerin üzerinde olur.

mesi, kütle ve aðırlık gibi bazı kavramların tarifinde fayda vardır. Yerçekimi veya genel mânâda kütle çekimi, iki cismin kütleleri arasındaki çekim gücüdür. Bu çekim kuvveti F, cisimlerin kütlesine ve aralarındaki mesafeye baðlıdır.4 Kütle arttıkça ve cisimler arası mesafe kısaldıkça, çekim kuvveti artar; kütle azaldıkça ve mesafe arttıkça çekim kuvveti azalır. Arz üzerinde bir cismin serbest bırakılması hâlinde Yerküre’nin uyguladıðı çekim kuvveti münasebetiyle cisim artan bir hızla yere doðru düíer. Hızdaki bu deðiíim ise, yerçekimi ivmesi olarak adlandırılır. Kütle ise, bir cismin sahip olduðu madde miktarıdır ve kâinatın her yerinde aynıdır, deðiímez. Dünya’nın bir cisme uyguladıðı çekim kuvvetine cismin aðırlıðı denir. Aðırlık, kütleyle kütle çekimi ivmesinin çarpımına eíittir. Bu tariflerden, bir cismin kâinattaki yeri deðiíirse kütlesinin deðiímeyeceði, ancak aðırlıðının deðiíebileceði kolayca anlaíılabilmektedir. Yerçekimi ivmesi Arz’ın merkezinden olan uzaklıðın karesiyle ters orantılı olduðu için, bir cismin aðırlıðı yükseklik deðiíiminde farklılık gösterir. Misâl olarak; deniz kenarında 100 kg aðırlıðındaki bir cisim Everest’e (8535 metre) çıkarıldıðında, bu cismin aðırlıðında 90 gram azalma meydana gelir. Bir baíka ifade ile yerden 10 km yukarıda seyahat eden yaklaíık 4,5 tonluk bir uçak, yerdeki aðırlıðından 15 kg daha hafiftir. Yerçekimi ivmesi yani gravite arttıkça cisimlerin aðırlıðının arttıðı, gravite azaldıkça cisimlerin aðırlıðının azaldıðı görülür. 360 Ocak 2009

601

yirmi dokuz


2004 yılında Sumatra Adası’nda meydana gelen richter ölçeði ile 9 büyüklüðündeki zelzele neticesi deniz yüzeyinde meydana gelen dev dalgalar kıyıda yaklaíık 6 metre yüksekliðinde düz bir çıkıntının oluímasına sebep olmuítur. GOCE uydusu verileriyle, bu bölgede Arz yüzeyindeki kütlenin yer deðiítirmesinin jeoidin 18 milimetre deðiímesine sebep olduðu belirlenmiítir. Ölçek çubuðundaki kırmızı renk jeoid yüksekliðinin milimetre mertebesinde artıíını, mavi renk ise azalmasını temsil etmektedir.

Arz’ın merkezinden yüzeyiKutup buzullarıne olan mesafenin sâbit olduðu nın kütlelerindeki (en yüksek tepelerde yılda en deðiímeler de jefazla 1–2 cm alçalma veya yükoidde deðiímelere selme olur), Arz içindeki malzeme miktarının da çok fazla sebep olmaktadır. deðiímediði göz önüne alınır GRACE uydularınve diðer tesirler ihmal edilirse, dan alınan verilere Arz’ın yüzeyindeki küçük gravi- göre Grönland ve te farklılıklarının temel sebebiAntarktika’daki nin yüzeydeki kütle deðiímeleri buz tabakalarının olduðu kolaylıkla söylenebilir. umulandan daha Buzulların erimesiyle belli alanlarda aðırlıðın azalması, baraj- hızlı eridiði tespit lar sebebiyle de belli alanlarda edilmiítir. Eriyen aðırlıðın artması, Arz üzerindeki buzullar kürevî gravite farklılıklarında en önemli deniz seviyesinin rolü oynamaktadır. ñíte bu bulher yıl 0,41 mm gulardan hareketle bilim adamları nerelerde ne kadar kütle de- yükselmesine yol açmakta, eriyen ðiítiðini gravite ölçüleriyle tespit edebilmektedir. Çünkü kütle- buzullardan ortaya lerin yer deðiítirmesi sebebiyle çıkan suyun aðırgravite deðerleri de o bölgelerde lıðı da Arz’ın íekdeðiíim göstermektedir. linin deðiímesine Gravite ölçümleriyle çok küçük kütle farklılıkları dahi be- sebep olmaktadır.

602 otuz

360 Ocak 2009

lirlenebilmektedir. Arz üzerindeki belli bir kütlenin yer deðiítirmesi o bölgedeki gravitenin de deðiímesi mânâsına gelmektedir. Özetle günümüzde yaygın olarak kullanılan gravite ölçümleri jeoiddeki deðiíimleri ve dahası buna sebep olan hâdiseleri anlayabilme adına, kullanılabilen en önemli veri kaynaðı durumundadır. Arz yüzeyindeki yer deðiítiren kütlelerin veya diðer bir ifadeyle Arz’ın üzerinde aðırlıðın arttıðı veya azaldıðı yerlerin belirlenmesinde uydular yardımıyla gravite ölçüm metodu kullanılmaktadır. Gravite deðiíimlerini belirleme ve izleme maksatlı kullanılan en yeni teknolojik uydular, Avrupa Uzay Ajansı ESA’nın GOCE ve NASA’nın GRACE uydularıdır. GOCE uydusu yörüngede ilerlerken Arz’ın gravite alanını hassas bir biçimde araítırabilmek için tasarlanmıítır. Uydu, yerçekiminin güçlü ve zayıf olduðu bölgelerin üzerinden geçerken gradiometer adlı cihazıyla gönderdiði sinyaller yardımıyla gravite farklılıklarını tespit eder. GRACE uyduları ise, aynı yörüngede birbirinden 220 km uzakta ve Arz’dan yaklaíık 500 km yukarıda konumlandırılmıí ikiz uydulardır. Uydular mikrodalga sinyalleri kullanarak birbirleri arasındaki mesafeyi, bir insan saçı kalınlıðının % 1’inden daha küçük deðiímeyi belirleyebilecek íekilde ölçerler. Aynı zamanda kendileriyle yeryüzündeki nokta arasındaki mesafeyi de hassas bir íekilde ölçerler. Uydu konumuna ait bu ölçümlerden faydalanarak gravite farklılıkları hesaplanabilmektedir. GRACE uydu verileri mevcut gravite belirleme sistemlerinden 1.000 defa daha yüksek bir doðruluk saðlayabilmektedir. Bu yeni uyduların avantajlarından yararlanmak isteyen bilim adamları güncel birçok çalıíma gerçekleítirmií ve jeoid deðiímesine sebep olan birçok ilginç hâdiseyi ve bunların sebeplerini tespit edebilmiílerdir. 2004 yılında Sumatra Adası’nda meydana gelen richter ölçeði ile 9 büyüklüðündeki zelzele neticesi deniz yüzeyinde meydana gelen dev dalgalar, kıyıda yaklaíık 6 metre yüksekliðinde düz bir çıkıntının oluímasına sebep olmuítur. GOCE uydusu verileriyle, bu bölgede Arz yüzeyindeki kütlenin yer deðiítirmesinin jeoidin 18 milimetre deðiímesine sebep olduðu belirlenmiítir. Bu, bir jeoid deðiíimi için oldukça yüksek bir deðer olarak kabul edilmektedir.5 Kutup buzullarının kütlelerindeki deðiímeler de jeoidde deðiímelere sebep olmaktadır. GRACE uydularından alınan verilere göre Grönland ve Antarktika’daki buz tabakalarının umulandan daha hızlı eridiði tespit edilmiítir. Eriyen buzullar kürevî deniz seviyesinin her yıl 0,41 mm yükselmesine yol açmakta ve eriyen buzullardan ortaya çıkan suyun aðırlıðı ise Arz’ın íeklinin deðiímesine sebep olmaktadır.6,7


Jeoid yüksekliði (mm) Aylara göre yer yüzündeki meydana gelen deðiímeler resimde görülmektedir. Kırmızı renk jeoid yüksekliðinin milimetre mertebesinde artıíını, mavi renk ise azalmasını temsil etmektedir.

GRACE uydusunun gravite verilerine dayanılarak elde edilen enteresan bilgilerden biri de, Çin’de yapılan dünyanın en büyük barajı Three Gorges’un Arz’ın yüzeyinde sebep olduðu gravite deðiíikliðidir. Baraj; göl alanı yaklaíık 600 km uzunluðunda ve 112 km geniíliðinde olacak íekilde inía edilmektedir. Baraj gövde iníaatı tamamlandıðında, göl sahası 39,3 milyar m3 su tutacak ve su derinliði 175 metre civarında olacaktır. Baraj sularının yükselmesi 1,5 milyon insanın evlerini terk etmesine sebep olacaktır. Barajların tamamlanan kısımları içerisinde biriken muazzam su yükünün bölgedeki gravite deðerini artırdıðı belirlenmiítir. Dolayısıyla bu bölgede su yükünden dolayı Arz’ın íekli veya jeoid yapısı deðiímiítir.8 Buna benzer tesislerin yapılması ve çeíitli müdahalelerin tesiri ile Arz’ın íeklinin gittikçe yuvarlaklaímaya baíladıðı bilim adamları tarafından tespit edilmiítir. Bu duruma buzul döneminin bitmesiyle dünya kabuðu üzerindeki -bilhassa kutuplardaki- buzul yükünün kalkmasının yol açmıí olabileceði tahmin edilmektedir. ñskandinavya ve Kanada’nın bazı kısımlarında buzulların erimesinden dolayı, yerin yıllık 1 cm yüksel-

Arz üzerindeki belli bir kütlenin yer deðiítirmesi o bölgedeki gravitenin de deðiímesi mânâsına gelmektedir. Günümüzde yaygın olarak kullanılan gravite ölçümleri, jeoiddeki deðiíimleri ve dahası buna sebep olan hâdiseleri anlayabilme adına, kullanılabilen en önemli veri kaynaðı durumundadır.

diði bilinmektedir. Bu yuvarlaklaíma durumuna okyanus akıntılarının yön deðiítirerek Ekvator’a daha fazla yönelmelerinin de sebep olabileceði düíünülmektedir. Buzulların erimesi neticesi suların okyanus akıntılarıyla Ekvator’a taíınması, Ekvator civarında aðırlıðın artmasına sebep olmaktadır. Kutuplarda kütlenin azalması, Ekvator civarında da kütlenin artmasından dolayı Arz’ın íeklinde deðiíme meydana gelmiítir.9,10 Birçok bilim adamı, Arz’ın íeklindeki deðiíikliklerin pek çoðunun iklim deðiímelerinden kaynaklandıðını ifade etmektedir.11 Üzülerek belirtmek gerekir ki, BM Hükümetlerarası ñklim Deðiíikliði Paneli’nde, 6 yıllık çalıíma neticesinde hazırlanan rapora göre, küresel ısınmadan % 90 nispetinde insanların mesul olduðu belirtilmiítir. Gerçekleíen bu hâdiseler neticesinde ihtiyarlayan Dünya’nın jeoid yapısı gittikçe yuvarlaklaímaktadır. Yuvarlaklaímaya baðlı olarak Arz’ın yarıçapı da yıllık 0,4 – 0,8 mm artmaktadır.12 Deðiíimin sebep olabileceði hâdiseler bilim adamları tarafından sürekli olarak takip edilmektedir. Bilim adamlarına göre kütlelerin yer deðiítirmesi neticesi meydana gelen jeoid deðiímesinin Arz dinamiði üzerinde bazı tesirleri olmaktadır. Öyle ki, gravite deðiíiklikleri ile anlaíılabilen kütle transferlerinin Dünya’nın kendi ekseni etrafındaki dönüí hızında yavaílamaya sebep olduðu tespit edilmiítir.13 Dünyanın dönüí hızının deðiímesinin günlük saat diliminin deðiímesi neticesini doðuracaðı ifade edilmektedir. 24 saat olan bir günlük zaman diliminin ilerleyen yıllarda, dönüí hızındaki yavaílamaya paralel olarak artacaðı bu veriler doðrultusunda söylenebilmektedir. asancak@sizinti.com.tr

360 Ocak 2009

603 otuz bir


Dipnotlar 1. James R. Smith, 1997, Introduction to Geodesy, The history and Concepts of Modern Geodesy, John Wiley and Sons, Inc, ISBN 0-471-16660-X. 2. University of Texas Center for Space Research and NASA (7 Haziran 2005) http://www.csr.utexas.edu/ grace/gallery/gravity/ 3. Mehmet Bozkır, Kayaçların Devridaimi, Sızıntı, Ekim 2007 Yıl:29 Sayı 345 4. http://zebu.uoregon.edu/~soper/ Orbits/newtongrav.html 5. Earle Holland (Ohio State University), 2006, Satellite data reveals gravity change from Sumatran earthquake, Physorg.com Dergisi, http:// www.physorg.com/news73836406. html 6. K. Fleming, Z. Martinec, D. Wolf, and I. Sasgen, Detectability of geoid displacements arising from changes in global continental-ice volumes by the GRACE gravity space mission. http://www.gfz-potsdam.de/pb1/ JCG/Fleming-etal_jcg.pdf 7. G. Ramillien, A. Lombard, A. Cazenave, E. R. Ivins, M. Llubes, F. Remy, R. Biancale, Interannual variations of the mass balance of the Antarctica and Greenland ice sheets from GRACE, Global and Platenary Change 53 (2006) 198-208. 8. San Shaoan, Institute of seismology, CEA, Wuhan, China, Gravity change before and after the first water impoundment in Three Gorges Project http://www.sgg.whu.edu.cn/icct/html/ icct_ppt/S1/sun.s.A___fourth.pdf 9. http://www.voanews.com/turkish/ archive/2003-01/a-2003-01-11-9-1. cfm 10. Robert Roy Britt, 2002, Mysterious Shift in Earth’s Gravity Suggest Equators is Bulging, Space.com Dergisi http://www.csr.utexas.edu/GRACE/ publications/press/02_08_01GRACE-space.com.pdf 11. Goddart Space Flight Center, NASA, 2005, Most Changes in Earth’s shape are due to changes in climate, SpaceRef.com Dergisi, http://www.spaceref.com/news/viewpr.html?pid=1587. 12. Allan COX and Richard R. DOELL, Palæomagnetic Evidence Relevant to a Change in the Earth’s Radius, Nature 189, 45-47, 1961) http://www.nature.com/nature/ journal/v189/n4758/abs/189045a0. html 13. Chao B. F. at al, 2003, The Global Geophysical Fluids Center (GGFC) of the International Earth Rotation and Reference Systems Service, Verlag des Bundesamtes für Kartographie und Geodäsie, ISBN 3-89888-877-0, p. 115 – 120

604 otuz iki

360 Ocak 2009

Çıraðan Sarayı Yangını Osmanlı’da Batılı mânâda bir saray geleneði yoktur. Yapılan saraylar da, Batı’daki gibi, tek bina içerisinde muhtelif hizmet birimlerinden meydana gelen yekpâre yapılar deðildir; bir alan içerisinde zamanla ihtiyaçlara göre iníâ edilen yapılardan meydana gelmektedir. Topkapı Sarayı, Fatih Sultan Mehmed’in ñstanbul’u fethinden sonra -1478 yılında- iníâ edilmií olmasına raðmen, hemen her padiíah döneminde yapılan ilâvelerle bugünkü hâline gelmiítir. Osmanlı’nın ilk sarayı Bursa’da yapılmıítır. Ancak bu saray ve müítemilâtı hakkında fazla bilgiye sahip deðiliz. Daha sonra yapılan Edirne Sarayı ise, 17. yüzyılın ikinci yarısında da yoðun íekilde kullanıldıðı için, bu sarayın teíkilât ve müítemilâtı hakkında bazı bilgiler vardır. Klâsik dönemde yine 2. Murad’ın Manisa’da yaptırmıí olduðu Saray-ı Âmire de bilinmektedir. Tanzimat’la beraber baílayan Batılılaíma gayretleri, saraylar konusunda da bir deðiíikliðe gidilmesini netice vermií, ülkede Batılı mânâda birçok saray inía edilmiítir. Bu saraylardan biri de Çıraðan Sarayı’dır. Bu saray, Sultan Abdülaziz tarafından 1871 yılında saray mimarı ve müteahhit Serkis Balyan’a inía ettirilmiítir. Aslında sarayın plânları Sultan Abdulmecid tarafından hazırlatılmıí; ancak onun vefatı sebebiyle neticelendirilememiíti. Sultan Abdulaziz ise, saltanatının ilk yıllarında devletin içinde bulunduðu borç sıkıntısı sebebiyle tasarruf tedbirleri uygulamaya çalıímıísa da, sonradan bunlardan vazgeçilmiíti. 4 yılda tamamlanan sarayın iníası için, 4 milyon altın harcanmıítır. Bu para, Avrupa devletlerinden borç alınmıítır. Sarayda, usta taí iíçiliðini, zengin döíenmií mekânlar tamamlamaktaydı. Odalar, nadide halılarla; mobilyalar, altın yaldızlar ve sedef kalem iíleri ile süslüydü. Sarayın bahçe düzenlemeleri için, yakınında bulunan Beíiktaí Mevlevîhanesi kaldırılarak Fındıklı’ya nakledilmiítir; ancak bu durum halk nazarında hoí karíılanmamıítır. Sarayın tefriíatı için de, Avrupa’dan bir hayli mal ve hizmet alımı gerçekleítirilmiítir. Büyük masraflarla inía edilen Çıraðan Sarayı’nda, Sultan Abdülaziz çok uzun süre oturmadı. Padiíah, sarayı ilk ziyaret ettiðinde, üst kat salonunda ayaðı kayıp düímüítür. Bu durum, halk arasında, Beíiktaí Mevlevîhanesi’ni yıkarak saray arsasına katmanın padiíaha uðursuzluk getirdiði dedikodularının çıkmasına yol açtı. Sarayın bir türlü ısıtılamaması da, sultanın yeniden Dolmabahçe Sarayı’na dönmesine sebep oldu. 5. Murad ise, tahttan indirildikten sonra yaklaíık 28 yıl bu sarayda kaldı. Sultan Abdülhamid ise, ikâmeti için daha güvenli bulduðu Yıldız Sarayı’nı tercih etti. 2. Meírutiyet’in ilânından sonra bir oldu bitti ile Çıraðan Sarayı, Meclis-i Mebusan binası hâline getirildi; çevredeki saray ve kasırlardan birçok tarihî ve malî kıymeti hâiz eíya, yangından on gün önce buraya nakledildi. Sultan Abdülhamid’in meíhur tablo koleksiyonları da buna dâhildi. Meclisin açılıíından bir ay kadar sonra, 19 Ocak 1910 tarihinde, üst katta kalorifer bacasından çıktıðı bildirilen kıvılcımla harem ve aðalar dairesi dıíında her yer yanmıí, yangını söndürmek mümkün olmamıítır. Yangın bütün memlekette üzüntüye yol açtı; bazı vilâyetlerde sarayın yeniden iníası için yardım kampanyaları düzenlenmiíse de, iníası için karar çıkmamıítır. Bundan sonra saray enkazının tam bir yaðma faaliyetine sahne olduðu anlaíılmaktadır. Özellikle yangında sarayda bulunan birçok altın ve gümüí eíyanın eriyerek enkaz içinde kalması iítah kabartmıítır. 1. Dünya Savaíı sonunda, ñstanbul’un iígal altında bulunduðu dönem içerisinde, Çıraðan Sarayı harabeleri ‘Bizo Kıílası’ ismiyle bir Fransız istihkâm kıtası tarafından kullanılmıítır. Sarayın muhafazasının kime verileceði konusunda da anlaímazlıklar yaíanmıí, nihayet Hazine-i Hassa’ya ait olduðu kararı çıkmıítır. Hilâfetin kaldırılmasıyla Osmanlı hanedanının yaíadıðı diðer saray ve kasırlar gibi burası da, tam bir yaðmaya uðramıítır. 1930’larda sarayın bahçesi, Beíiktaí Futbol Kulübü tarafından ulu aðaçları kesilerek futbol sahası hâline getirilir. 1946 yılında ise sarayın bodrum katında bulunan Mevlevî postniíinlerine ait mezarlar, bir istihkâm yüzbaíısının altın aramak için yaptıðı kazılarda tahrip edilir. Aynı yıl içerisinde saray, çıkarılan bir kanunla ñstanbul Belediyesi’ne bırakılır. Neticede; Batılılaíma uðruna devletin en zor ve sıkıntılı dönemlerinde Avrupa’dan alınan borç paralarla iníâ edilen Çıraðan Sarayı, hoyratça kullanılıp, íüpheli bir yangın neticesi yaðmalanmıítır. Bu saray, Osmanlı Devleti’nin yıkılıíını daha iyi anlamamız için âdeta bir numûne-i imtisâl olarak tarihteki yerini almıítır. Ocakta Yaíanan Bazı Önemli Hâdiseler 24 Ocak 661 Hz. Ali’nin ìehâdeti 26 Ocak 1699 Karlofça Anlaíması 28 Ocak 1920 Misâk-ı Millî’nin Kabulü


“Fâniyim, fâni olanı istemem” Bediüzzaman (ra)

M. Said Türkoðlu “ñnsanın fıtratında bekâya karíı gayet íedit bir aík var. Hattâ her sevdiði íeyde, kuvve-i vâhime cihetiyle bir nevi bekâ tevehhüm eder, sonra sever. Ne vakit zevâlini düíünse veya görse, derinden derine feryat eder. Bütün firaklardan gelen feryatlar, aík-ı bekâdan gelen aðlamaların tercümanlarıdır. Eðer tevehhüm-ü bekâ olmazsa muhabbet edemez. Hattâ denilebilir ki, âlem-i bekânın ve ebedî Cennetin bir sebeb-i vücudu, íu mahiyet-i insaniyedeki o íiddetli aík-ı bekâdan çıkan gayet kuvvetli arzu-yu bekâ ve bekâ için fıtrî, umumî duadır ki, Bâkî-i Zülcelâl, o íedit, sarsılmaz, fıtrî arzuyu, o tesirli, kuvvetli, umumî duayı kabul etmiítir ki, fânî insanlar için bâki bir âlemi halk etmií… Madem insan bekâya âíıktır; elbette bütün kemâlâtı, lezzetleri, bekâya tâbidir.” (3. Lem’a’dan) Sonsuzluk; baíı ve sonu bir plâna, hesaba baðlanmıí dünya hayatında akıl ölçüleriyle tam olarak kavranamaz; çünkü akıl, gördükleri, yaíadıklarıyla hüküm verebilecek bir yapıda yaratılmıítır. Böyle olmakla birlikte, insan fıtratında, varlıðı ilâhî beyanlarla perçinlenmií sonsuzluða karíı güçlü bir meyil vardır. ñnsanın çoðu íeye, sonsuza kadar devam edecekmií gibi baðlanması, varlıðındaki bekâ meylinin bir göstergesidir. ñnsanız, ölümlüyüz, bu bir hakikat; ama kalbimiz ve ruhumuzun zaman zaman duyduðu öte iítiyakı, bizi bu dünyada sevdiðimiz íeylerin sonsuza dek süreceði vehmine düíürür. Ayrılık vakti gelip çattıðında da derin bir 360 Ocak 2009

605 otuz üç


sükût-u hayal, çıðlıklı bir feryat faslı baílar. Bu feryatlar buyurur. Yeryüzündeki sayısız meyve, sebze, yiyecek boíuna deðildir; eðer bekâ aíkını derinleítirip tefekkür hep bizim için seferber edilmiítir. ve ibadet íevkinden yana bir pencere açacaksa, hayırlıìimdi soralım nefsimize: Geçici bir dünya hayatı dır da. için her ihtiyacını böyle bol çeíitli ve mükemmel tarzYaíadıðı onca güzelliðin köpük köpük eriyip gittiði- da düíünen bir kudret, senin bekâya dönük hislerini, ni, günlerin, haftaların hızla aktıðını, renklerin soldu- dualarını, yakarıílarını, ihtiyaçlarını karíılıksız bırakır ðunu, âhenkli seslerin borazanlaítıðını, ay gibi parlak mı? yüzlerin acuzeleítiðini gören insan, derin bir yürek “ñnsan bekâya âíıktır.” Bu duygunun derinden derine burkulmasıyla bakıílarını ötelere dikecektir. tazyikiyle, her türlü nimetin lezzetinin devamlı olmaEyvah, ömür aðacımdan bir yaprak daha düítü, bak sını ister, bu yönde gayret sarfeder. Ama boíuna! Düngüneí yine batıyor. Sabah yine doðacak; fakat bu batıp yadaki hiçbir nimet kalıcı deðil. doðmaların da bir nihayeti var. Bir gün gelecek, artık ñnsan baðlanıp kaldıklarını kaybetmeye baílayınca, güneí doðmayacak ve bütün varlık yepyeni bir hakikate ya tehlikeli bir íekva yoluna sapar veya Yaratan’a sıðınıp doðacak. bekâ duygusunu derinleítirir. Doðduðumuz hakikatin yönü ebedî ıíıða doðru mu, Zenginliðin, kuvvetin, íöhretin, güzelliðin zirveyoksa dipsiz bir karanlıða doðru mu olacak? En yakıcı, sinde gaflet içinde yaíarken yavaí yavaí iniíe geçmek en can alıcı soru budur. ve fânîlik rüzgârını tâ iliklerine kadar Yanımızda yöremizde íahit oldu- Fânîyiz; fakat içimizde hissetmek insanı ne büyük bir acziyete ðumuz bütün tükeniílerin, ayrılık- sonsuzluk peíinde olan düíürür! Böyle durumlarda ölümün ların, vedaların ruhumuzda bıraktıðı soðuk nefesini hisseden insan, daha güçlü damarlar var. Öyburuk tat, içimizdeki bekâ arzusunu uzun yaíamak uðruna her türlü meleyse sonsuzluða karíı íakkati göze alır. kamçılıyorsa ne mutlu! Fânîyiz; fakat içimizde sonsuzluk bu fıtrî meylimizin, dünEtrafımızdaki muhteíem güzelpeíinde olan güçlü damarlar var. Öy- yanın ötesine uzanan bir likler, dostlarımız, mal-mülk-íöhretleyse sonsuzluða karíı bu fıtrî meyli- hedefi; umumî dualar mevki… ne varsa hepsiyle beraberlimizin, dünyanın ötesine uzanan bir ðimizin hadleri çizilmiítir. Hepsiyle íeklinde billurlaían bekâ hedefi; umumî dualar íeklinde billurolan alâka ve istifade zevkimiz bizi laían bekâ aíkının da bir mükâfatı olsa aíkının da bir mükâfatı bunların ötedeki asıllarına bir adım olsa gerek. Yüce Yaratıcı yaklaítırıyor mu, ona bakmalı. Yoksa gerek. Yüce Yaratıcı fânî kulların, hazin fânî kulların, hazin ayrılık- en mühim vazife olan “O Bâki’ye karayrılıklar, kaybediíler yaíaya yaíaya lar, kaybediíler yaíaya íı alâka peyda etmek, esmasına yapıímak” edindikleri bekâ iítiyakını karíılıksız yolunda bir faydaya vesile olmayan her bırakmamıítır. Dünyadaki her gayre- yaíaya edindikleri bekâ íey boí ve neticesizdir. tin, her sancının karíılıðı kat kat alı- iítiyakını karíılıksız bırakBâki’nin esmasına yapıímak, nıyorken, insanın öte merkezli gay- mamıítır. bekâya mazhar olmaktır. retleri, tecessüsleri nasıl karíılıksız Fânînin alelâde varlıðı, bekâ yobırakılsın! Maddî olsun, mânevî olsun, gereðince atılan lunda talim ve terbiyeden sonra harikulâde bir kimliðe hangi tohum semere vermemiítir?!.. ñçimizdeki bekâ kavuíur. “Bâki yolunda sarfolunan her íey bir nevi bekâya tohumlarının semeresi de iníallah Cennet’tir. mazhar olur.” Her zevkin, her coíkunun, her güzelliðin, her arzuHayatımız boyunca yiyip içtiklerimiz bedenimizde nun bir muhatabı vardır. Kelebek o muhteíem güzel- yok olup gittiler. Biz buna beyhude bir yok oluí diliðiyle çiçekten çiçeðe konar. Kimbilir konduðu çiçekle yebilir miyiz? Her biri bizim varlık mertebemize yükkelebek arasında ne mânâlı bir muhavere, ne semereli seldiler ve bedenimize kuvvet, gözümüze fer oldular. bir alıíverií vardır! Kelebeðin o göz alıcı güzelliðinin Gücümüz, bakıíımız-duyuíumuz, hissediíimiz, tefekhedefsiz, gayesiz olması düíünülebilir mi?!.. kürümüzle bekâ yolunda yürüdüðümüz takdirde, bir Her güzellik mânâlı bakıílar; her lezzet, íükür bilen çekirdek hükmündeki maddî varlıðımız bize ebedî bir damaklar; her mânâ, tefekkür canlısı dimaðlar içindir. var oluíu meyve verecektir. ìimdi maddî varlıðımızın Her birimizin midesi, dünya ömrünce hayat sür- yavaí yavaí eridiðine, topraða yürüdüðüne bakıp ümitmek için hâl diliyle gıda ister. Hâlık-ı Rahîm, bu iste- sizliðe mi düíeceðiz; yoksa ruhumuzla daha büyük ði karíılıksız bırakmaz. Bize bir damak zevki baðıílar; mânevî kazançlar talep ederek ötedeki bâkî âlemimizi sonra da bin bir lezzetli gıda yaratarak onları önümüze geniíletmek için fırsat mı kollayacaðız? serer. ìimdi dilediðinden meíru dairede nasiplen, diye Yunus: “Bu dünyaya gönül veren, son ucu piíman olusar.”

606 otuz dört

360 Ocak 2009


der. Dünyanın fânîliðini, göre-yaíaya bir derin idrak seviyesinde kavrayan insan, “Bâki olan yalnız Sen’sin” sırrına mazhar olur. Bu sırrın bereketiyle sonunda piíman olmayacaðı huzurlu bir yola girer. Böylece geçmiíteki fânî alâkaların açtıðı mânevî yaraları tedavi fırsatını da yakalar. “Bâki olan yalnız Sen’sin” Biz fânîyiz, âcizleriz. Kâinatın zengin sofrasını önümüze serersin; fikir ile, íükür ile, zikir ile nasiplenmemizi istersin. Helâl dairede nimetlerinden yeriz, içeriz. Yediklerimiz, içtiklerimiz bedenimize karıíır, bakıíımız, duyuíumuzla bir nevi biz olur. Gücünü, kuvvetini, coíkusunu, lezzetini nimetlerinden alan varlıðımız, bir ömrün sınırları içinde üzerimizdeki dünya aðırlıklarından kurtularak huzurlu bir bekâ yolculuðuna talip olur. “Bizi talip olmanın ötesinde iyi bir yol ehli kıl Allah’ım.” Minik bir çekirdeðe muazzam bir aðacın programını yükleyen Yüce Rabbim, kâinat karíısında minik bir çekirdek hükmünde olan dünyamızdan ne âlemler, ne cennetler yaratır da kullarına baðıílarsın. Öyleyse bütün varlıðımızla inandık, iman ettik ki, canlıcansız her íeyin mevcudiyeti bir hikmete dayanıyor. Öyleyse çayırdaki ota, bahçemizdeki çimene bile ‘lüzumsuz’ diyemeyiz. Bekâ yurduna doðru hızla yol alan dünyamızda ne varsa sonsuzluk hakikatinin örülüp örgülenmesi için seferberdir. Her insan bu hakikate varmak için kendisine talim ettirilen veçhile bir yolculuk tuttursa, çekirdek hükmündeki mânâ dünyasından büyük mânevî inkiíaflar sümbüllenecektir. Her insan gereðinden fazla dünya meylini, olması gerektiði kadar ukba cehdine çevirse, ölçüye tartıya sıðmaz ne muhteíem kıymetler billurlaíacaktır. Her insan “Fânîyim, fânî olanı istemem.” hakikatini gönül iklimine asıl düstur olarak nakíetse, fânîdeki bekâyı görmek yolculuðunda büyük mesafe kat edecektir.

Haccı Yaíamak* ñslâm’ın beí direðinden biri hac. Çoðu kiíiye ömründe bir kez nasip olan bu ibadetin gerçekleítiði zamanlar, insan hayatının belki de en deðerli kısmı. Peki, kaçımız bu fırsatı en mükemmel íekliyle deðerlendirebiliyoruz? Arafat dönüíü “Haccım kabul oldu mu?” diye düíünmenin rahmet-i ñlâhiye’den ümit kesmeyi ifade ettiðine, en büyük günahlardan olduðuna itikad ehliyiz, âmennâ; lâkin bu büyük tecrübe ismimizin baíındaki ‘hacı’ sıfatından öte íahsiyetimize ne kadar aksediyor? Kâbe’yi tavaf ederken, Kâbe’nin Rabb’iyle nice mülâki oluyoruz? “Hac esnasında çevremde gördüðüm düðüm en büyük eknde siklik, hac menâsikinin insan aklında, kalbinde ve ruhunda ifade etmesi gereken mânâ ve muhtevanın bilinmemesi oldu.” diyor Ahmet Kurucan. Çevresindekiler de teívik edince, çorbada tuz kabilinden bile olsa, bu boíluk istikametinde bir adım atmak isteyipp de eline kalemi almıí Kurucan ve nihayetinde Haccı Yaíamak kitabı ortaya çıkmıí. Haccı Yaíamak, haccın mekânlarını ve ibabadet usullerini fıkhî kaideleriyle anlatan ilmihall kitaplarından ve hac rehberlerinden, veya “íurayı urayı gezdim, íunu gördüm” tarzı hatıratlardan farklı klı bir kitap. Mikat mahallinden baílayarak Haremeyn-i meyn-i Muhteremeyn’de varılacak her mekânın, yapılacak her hareketin, îfâ edilecek her vazifeninn hangi mânâlara karíılık geldiðini, gönül ikliminde de neler çaðrıítırması gerektiðini anlatıyor. Maksat at mânâ olunca, “Bu kitapta tamamen sübjektivite hâkimdir.” âkimdir.” diyor Ahmet Kurucan: “Dinî ilimlere vukûfiyetim, tim, onları kendi rûhumda özümseyiíim, fiiliyât esnâsındaki ndaki edindiðim hissiyâtımın dıía yansımasıdır okuduklarınız.” klarınız.” Ahmet Kurucan, haccı, kulu Hakk’a ulaítıracak bir yolculuk olarak anlatıyor: “Maziye yolculuk, istikbale yolculuk, insanın iç dünyasına yolculuk ve hepsinden öte Hakk’a yolculuktur. Gazabından rahmetine, nikmetinden nimetine, azabından maðfiretine, en özlü ifadesiyle O’ndan yine O’na yolculuk. Bu yüzden dedik ki hac Kâbe’ye yolculuk deðildir; Kâbe’den yolculuktur. Merhum Ali ìeriati’nin ifadesiyle ‘Hac Kâbe’ye gitmek deðil, Kâbe’den gitmektir.’ Hakk’a ulaítıracak yola sülûk etmektir.” Haccın her merhalesinde yaíanması murad olan hissiyatı ilmî birikimi ve íahsî tecrübelerinden hareketle tek tek izah eden Kurucan, her durakta yaíanacak pek çok lütuf olduðunu söylüyor. Her insanın kapasitesi ölçüsünde ve liyakati miktarınca bunlara nail olacaðını belirtiyor. Peki, bunları nereden biliyor? Cevabını yine kendisi veriyor: “Nasıl bu kadar emin konuíabiliyorsun derseniz, ben de ‘Onlar Rahmân’ın misafiri ve Rahmân misafirlerini kapısından boí çevirmez.’ derim. Siz kendi evinize gelen misafiri boí çevirir misiniz? Kendimizin yapmadıðı, yapmayı düíünmediði, hayaline dahi misafir etmediði, hattâ ayıp, günah, vebal saydıðı bir íeyi Rabbü’l âlemîn’e nasıl muvafık görebiliriz ki?” *Bu yazı, Ahmet Doðru’nun Kitap Zamanı’ndaki yazısından derlenmiítir.

msturkoglu@sizinti.com.tr

360 Ocak 2009

607 otuz beí


Denen Meçhul - 23 Prof. Dr. Arif Sarsılmaz Vücuttaki suyun ve tuzların miktarını ayarlamanın yanında, azotlu atıkların atılması gibi çok önemli iíler gören böbreklerin, bu süzme ve geri emme faaliyetini aksatmadan yürütebilmesi için, kendilerinin de beslenmeleri gerekir. Bütün organlara gıda ve oksijen getiren dolaíım sisteminden bir atardamarla (arteria renalis) getirilen kan, bir toplardamarla (vena renalis) geri alınır. 70 kg’lık saðlıklı ve ergin bir kiíinin her iki böbreðinden günde yaklaíık 1.700 litre kan geçirilir. Bunun için bir böbrekten dakikada 1,2 litre kan geçer. Vücuttaki bütün kan (yaklaíık 6 litre), 5 dakikada böbreklerden süzülerek geçirilir ve günde 300 kere böbreklerden deveran ettirilir. Bu durumda, kalbin bir dakikadaki faaliyetinin % 23’ü böbreklere tahsis edilmiítir denebilir. Hâlbuki böbrekler, toplam vücut aðırlıðının ancak binde beíini teíkil eder. Böbreklerin saðlıklı çalıíabilmesi için, bir gramının dakikada 4 ml. kana ihtiyacı vardır. Böbreklerin ölçülü miktardaki kan ihtiyacı, her dakika otomatik olarak Rabb’imizin sonsuz ilim ve kudretiyle hassas bir íekilde ayarlanır. Kandaki maddelerin süzülebilmesi için, kanın, böbreðin süzücü birimleri olan kılcal kan damarı yumaðı (glomerulus) içinden nispeten yüksek bir basınçla geçirilmesi gerekir. Bu sebeple, böbrek atardamarındaki basıncın her zaman yüksek tutulması gerekir. Bu basınç düíerse, böbrekte süzme olmaz; hipertansiyonlularda olduðu gibi çok yükselirse de, süzgeçler tahrip olur. Oldukça hassas dengeler gözetilerek ayarlanması gereken kan basıncının deðeri 46–48 mmHg’dır. Böbreðe giren kanın % 92’si kabuk kısmına (cortex), % 8’i de öz kısmına (medulla) daðıtılır.

608 otuz altı

360 Ocak 2009

Böbreklerin kanla getirilen gıda maddelerinin yanında, oksijene de ihtiyaçları vardır. Her iki böbreðin günlük oksijen ihtiyacı yaklaíık 35 litredir. Bir diðer hesapla 100 gramlık böbrek dokusunun dakikada 8 ml. oksijenle nefes almaya ihtiyacı vardır. Bunun 6,7 ml’si kabuk kısmına, 1,2 ml’si öz bölgesinin dıí kısmına, 0,9 ml’si öz bölgesinin iç kısmına taíınır. Bu kadar önemli iíler yapan böbreklerin ortalama sıcaklıðı vücut ısısından daha yüksek olup, 41,3 °C’dir. Bu yüzden böbrekler üíütülmemeli, sıcak tutulmalıdır. Bu sıcaklıðı korumak için, günde 600 kJ (kilojoule) kadar enerji harcanır. Bu miktar, vücudun istirahat hâlinde ihtiyaç duyduðu toplam enerjinin % 13’ü kadardır. Böbrekler ihtiyaç duyduðu enerjinin % 35’ini glutaminden, % 20’sini laktatdan, % 15’ini glikozdan ve % 15’ini de yað asitlerinden elde etmek üzere programlanmıítır. Böbreklerin ihtiyaç duyduðu enerjinin temin edildiði maddeler nazar-ı dikkate alındıðında, dengeli beslenmenin ehemmiyeti de anlaíılmaktadır.

Nefronlarda harika süzülme Her iki böbreðin süzme iíini yapan filtrelerinin toplam satıh alanı 3.000 cm3’ü bulur. Süzülme iíleminin yapıldıðı kılcal damar yumaðının çeperlerindeki süzgeç deliklerinin geniíliði 70–90 nm, kan damarı yumaðını içine alan kapsülün taban zarının kalınlıðı 0,3 m, kan damarı yumaðı ile kapsül arasındaki mesafe ise 25 nm’dir. Süzme iíleminin ya-


pıldıðı kılcal damar yumaðı ve bunu saran kapsülün (Bowman kapsulü) birlikte teíkil ettiði filtrenin hususi yapısı sayesinde, kandaki 2–4 nm çapına kadar olan atık maddeler süzülür. Bir nefron kapsülünden 50 nanolitre (nl) süzülme yapılır. Süzülme için gerekli olan basınç, kalbin atardamarlara kan pompalaması esnasında ortaya çıkar. Böbrek atardamarından kaynaklanan bu basıncın 48 mmHg olduðunu yukarıda belirtmiítik. Fakat bu basınca karíı duran iki basınç daha vardır. Bunlardan birincisi, kılcal damarlardaki kanın, 25 mmHg deðerindeki koloidal osmotik basıncı (veya kanın yoðunluðunun ortaya çıkardıðı basınç); diðeri ise, kapsülün içindeki sıvının 12 mmHg deðerindeki basıncıdır. Kanın süzülmesi için, kılcal damardan kapsüle doðru iten basınca karíı koyan bu iki basıncın toplam deðeri 37 mmHg’dır. ñten basınç (48 mmHg) daha büyük olduðundan (48-37=11), süzülme aradaki farkın büyüklüðü nispetinde hızlı, yavaí veya normal olur. Karíı duran basınçların toplamı, iten basınca eíit olduðunda ise, süzülme durur (anüri) ve idrar çıkmaz. Kan plâzmasının % 20’si idrar olmak için kapsülden süzülür; fakat bu miktarın tamamı idrar olsaydı, günlük 180 litre idrar çıkarılması gerekecekti. Hâlbuki dakikada kapsüllerden süzülen 125 ml. sıvının 124 ml’si nefronların tüpçük kısımlarında geri emilir ve neticede atılacak olan yoðunlaímıí toplam idrar miktarı 1.500 ml. (veya 1,5 litre) kadar olur. Sonsuz íükürler olsun ki Rabb’imiz, tüpçüklerdeki geri emme mekanizmasını mükemmel bir hassasiyette yaratmıítır! Aksi takdirde her gün 180

litre su içmek mecburiyetinde kalacak, hiç durmadan su peíinde dolaíacak, belki de mide ve baðırsaklarımız bu suyu içine alamayacaktı. Bu durumda, birçok mineral maddenin miktarını ayarlamak da oldukça zorlaíacaktı. Demek ki, hiçbir hücre ve doku boíuna yaratılmamıí, abes hiçbir ií yapılmamıí! Süzme iíinin yapıldıðı kılcal damar yumaklarındaki (glomerulus) süzülme hızı, kadınlarda erkeklere nazaran % 10 daha azdır, 40 yaíından sonra da bu süzgeçlerin sayısı her yıl % 1 kadar azalır. Kandaki hücreler büyük olduðundan, normal olarak bu süzgeçlerden geçemez. Ancak bazı hastalıklarda idrarda kan hücreleri görülür ki, bu durumda ya süzgeçlerden veya idrar yollarındaki bir yaralanmadan idrara kan hücresi geçmií demektir. Kanın plâzma kısmı (kan hücreleri dıíındaki 3 litrelik sıvı) her gün 60 defa böbreklerden deveran ettirilir. Hücreler arasında bulunan (extracelüler) sıvı da, her gün 13 defa böbreklerden geçirilerek temizlenir. Görüldüðü gibi vücutta hiçbir íey yerinde sâbit durmamakta, her íey devamlı yenilenmekte ve temizlenmektedir. Böbrek süzgeçlerinden takılmadan geçecek, belli miktarlarda geçecek veya hiç geçemeyecek olan maddelerin hususiyeti, söz konusu maddelerin molekül büyüklükleri ile alâkalıdır. 5.500 Dalton (molekül büyüklüðü birimi -Da-) büyüklüðüne kadar olan moleküller, kılcal damar yumaðından kapsüle hiç takılmadan geçer. 5.500 Da ile 69.000 Da arasındaki maddelerin süzülme nispeti, molekül büyüklüklerine baðlı olarak giderek azalır. Aíaðıdaki tabloda bazı maddeler, molekül aðırlıkları ve çaplarına göre dizilmiítir. Madde Su Üre Glikoz Sakaroz Inulin Myoglobin Yumurta albumini Lemoglobin Serum albumini

Molekül aðırlıðı

Molekül çapı

(Dalton olarak (Da)

nanometre (nm)

18 60 180 342 5500 17,000 43,500 68,000 69,000

0,10 0,16 0,36 0,44 1,48 1,95 2,85 3,25 3,55

Süzülme katsayısı 1,00 1,00 1,0 1,00 0,98 0,75 0,22 0,03 <0,01

Bu tablodan da anlaíılacaðı üzere, oldukça hassas hesaplar gerektiren bu iíleyiíi serseri ve kör tesadüfler yürütemez. Vücutta böyle âhenkli bir iíleyiíin varlıðı; moleküllerin vücuttaki vazifelerini, büyüklüklerini, hangi maddenin hangi miktarda süzülüp, hangi miktarlarda geri emileceðini bütün detaylarıyla bilen kudreti ve ilmi sonsuz bir Yaratıcı’yı iíaret eder. arifsarsilmaz@sizinti.com.tr

360 Ocak 2009

609 otuz yedi


Safvet Senih Fatma Hanım 1888 yılında, Balkanlarda, Türklerin de yaíadıðı bir bölgede, Bulgar bir ailenin kızı olarak dünyaya gelir. Çevresindeki Müslümanların yaíayıíları, hayat tarzları ona oldukça tesir eder. Nakıí ve örgü öðrenmek üzere yanlarına gelip gittiði yakın komíularından yaílı bir Türk karı-koca ona ñslâm’ı anlatır. Fatma Hanım, 14–15 yaílarında iken Müslüman olur ve ailesinden gizli olarak ñslâm’ı yaíamaya baílar. Ramazan ayında kardeíinin getirdiði yemekleri dökerek oruçlu olduðunu gizler. ñsmini Fatma olarak deðiítirir. 1900’lü yıllarda, Türklerin Bulgaristan’da çok sıkıntı çektiði dönemlerde, Fatma’ya ñslâm’ı anlatan Türk aile Türkiye’ye dönme plânları yapmaktadır. Fatma Hanım durumu fark edince bu yaílı aileye; “Eðer beni buralarda bırakırsanız iki elim yakanızda olur, Allah huzurunda kendinizi kurtaramazsınız” der. Aile, Fatma’yı da götürebilme plânları yapar. Fatma’nın Edirne’de akrabaları vardır. Yaílı aile íöyle düíünür: “Ailesinin izniyle Fatma’yı Edirne’ye göndeririz. Orada akrabaları-

610 otuz sekiz

360 Ocak 2009

nın yanında deðil, bizim tanıdıklarımızın yanında kalır. Edirne’ye gittiðimizde de durumu Türk makamlarına bildirir ve Fatma’nın Müslümanlıðını ilân ettiririz.” Türk ailenin beyi, Fatma’nın babasına; “Edirne’de akrabalarınız var. Kızınız buralarda çok sıkıldı, onu akrabalarınızın yanına gezmeye gönderseniz?” diyerek konuyu açar. Fatma’nın ailesi bu teklifi kabul edince, Fatma Edirne’de kendisine verilen adrese yerleíir ve gizlenmeye baílar. Türk aile Edirne’ye dönüí plânları yapmaktadır. Bulgar aile ise, Türk ailenin hareketlerinden endiíe duymaktadır. Türk ailenin gittiðini fark edince, endiíeleri iyice artar ve hâdiseyi polise bildirirler. Polis ailenin peíine düíer. Türk aile, kaçtıðı gün trene yetiíemediðinden, polis trende arama yapmasına raðmen aileyi bulamaz. Ertesi gün aile, trenle Edirne’ye gelir. Fatma’nın Müslüman olduðu ve Osmanlı tabiiyetine geçmek istediði ilgili makamlara iletilir. Ancak o dönemde din deðiítirenler, Hristiyan rahiplerin hu-


zuruna çıkarılır ve zorla Müslüman olmadıkları, bi- gal altındadır. Manyas’ın Çavuí köyünden Hasan lakis kendi istekleri ile Müslümanlıðı tercih ettikleri Özen adlı yaíı kendinden oldukça büyük bir íahısla tescil ettirilirdi. Bu iílem belli günlerde yapıldıðın- evlenir. Hasan Özen’in vefat etmií ilk eíinden dört dan, halk buna büyük ilgi gösterir ve hâdiseyi, kilise çocuðu vardır. Hasan Özen’den Fatma’nın bir oðlu dıíından takip ederdi. Müslümanlıðı benimseyenler, (Mehmet Özen) bir kızı (Sabriye ìahin) olur. Evdıíarı çıktıklarında halk tarafından sevgi gösterileri lenmekle de dertleri bitmez Fatma’nın. Ülke Yunan ile karíılanırdı. Fatma, bir kilisede papaz karíısına iígalinde olduðundan yönetim yabancılardadır. Köyçıkarılır. Papaz: “Kızım ne için Müslümanlıðı seçtin? den birisi Yunanlılara, Fatma’nın sonradan Müslüñsteklerini yerine getirelim. Sana istediðin kadar altın ve- man olduðunu haber verir. Yunanlılar evin etrafını relim. Maddî imkânlar saðlayalım.” íeklindeki sözlerle sararak, Fatma’nın geri götürüleceðini söylerler. FatFatma’yı ñslâm’dan döndürmeye çalıíır. Ancak Fat- ma Hanım kimsenin kendini bir yere götüremeyema, papaza ñslâm’ın Hak din olduðunu söyleyerek, ceðini, burada öleceðini, isterlerse kuríuna dizebipapazı da Müslümanlıða davet eder. Papaz, baía çı- leceklerini söyleyince, Yunan komutan çok íaíırır. kamayacaðını anlayınca Fatma’yla uðraímaktan vaz- Köy muhtarı kendisine destek olur. Bandırma’daki geçer. Fatma, Papazın yanından çıktıðında, dıíarıdaki Yunan karargâhına götürülüp ifadesinin alınmahalk sevgi gösterileriyle onu baðrına basar. sına karar verilir. Fatma Hanım, muhtarla birlikte Yaílı aile ile Fatma Hanım Bandırma’ya giderek ifade verir. bir süre Edirne’de kalırlar. Bu Fatma Hanım 1888 yılında, Durum incelenir ve geri götürüsüre zarfında Fatma’nın annesi Balkanlarda, Türklerin de ya- lemeyeceðine karar verilir. Edirne’ye gelir ve kızını ikna etBundan sonraki süreçte Fatma íadıðı bir bölgede, Bulgar bir meye çalıíır. Hangi yolu deneHanım iki çocuðuyla birlikte hadi ise, onu ikna edemez. Bulgar ailenin kızı olarak dünyaya ge- yatını burada geçirir. 1940 yılında anne, kızına; “Bu son akíam, artık lir. Çevresindeki Müslüman- ikinci eíi de vefat eder. Çocuklaayrılıyoruz. Bu geceyi birlikte geçire- ların yaíayıíları, hayat tarzları rına ‘63 yaíında vefat edeceðini’ söylim.” der. Ancak Fatma bazı íey- ona oldukça tesir eder. Na- ler. 1951 senesinin yaz aylarında lerden endiíelenmií olsa gerek rahatsızlanır. Hastalıðı Ramazan kıí ve örgü öðrenmek üzere ki; “Sen Müslüman deðilsin, ben ayında da devam eder. Hastalıseninle kalamam.” deyince, Türk yanlarına gelip gittiði yakın ðı artınca çocukları geceleri de ailenin hanımı: “Aranıza ben ya- komíularından yaílı bir Türk baíında beklerler. Ancak o ‘yatsı tarım.” der. Geceleyin Fatma’nın karı-koca ona ñslâm’ı anlatır. ezanı arasında vefat edeceðini’ söyler. annesi kalkıp kızını seyreder. Bu, Fatma Hanım, 14–15 yaíla- Cenazesinin evde bir gece misafir Fatma’nın, annesi ile son gökalacaðını, ertesi gün defnedilecerüímesi olur. Türk aile bir süre rında iken Müslüman olur ve ðini belirtir. Fatma Hanım, hasta sonra Edirne’den ñstanbul’a ge- ailesinden gizli olarak ñslâm’ı yatarken, oðlu Mehmet Özen’in lir. Orada Sultan Abdülhamid yaíamaya baílar. hanımı Hediye Özen’e; ‘eðer korkHan’ın tahttan indiriliíine íahit mazsa gördüklerini anlatabileceðini’ olurlar. Türk aile, ñstanbul’da Fatma’yı evlendirir. söyler. Hediye Hanım korkmayacaðını ifade edince Savaí yılları olduðu için Fatma Hanım’ın eíi kısa bir Fatma Hanım; odada bulunan Melâike-i Kirâm’ın süre sonra askere alınır ve savaílara katılır. ñlk eíin- yerlerini, kapı üzerinde bir kızılcık dalı gördüðünü, den çocuðu olmaz. Peygamber Efendimiz’in (sas) de geleceðini, O (sas) Fatma Hanım için, ñstanbul’da yalnız ve çileli gelmeden de, vefat etmeyeceðini anlatır. günler baílar. Bu sırada karíısına bir pîr-i fânî çıAkíam ezanı okunmuí, oðlu ve gelini iftar etkar ve ona; “Kızım hiç korkma, bir ihtiyacın olursa, ben mektedir. Camdan bir ses gelir. Oðlu taí atıldı düsana yardımcı olabilirim.” der. Bu konuyu komíusuna íüncesiyle dıíarı çıkarken Fatma Hanım: “Oðlum anlattıðında, komíusu tepki gösterir. O anda kom- buraya gelin, ben gidiyorum. Hakkınızı helâl edin.” íusunun evinin camları enteresan íekilde kırılır. O diye seslenir. Çok mutlu olduðunu belirtir ve günlerde, babasının -büyük ihtimalle kızının ihtida- Kelime-i ìehadet getirerek vefat eder. Allah rahsından dolayı- kendini astıðı haberini alır. Bir süre met eylesin. ssenih@sizinti.com.tr sonra da, eíinin íehit düítüðü haberi gelir Fatma’ya... Bunun üzerine Fatma Hanım, eíinin memleketi * Bize bu gerçek hayat hikâyesini gönderen Yılmaz ìahin Bey, Fatolan Balıkesir’in Manyas ilçesi Börülceaðaç köyü- ma Hanım’ın kızı Sabriye ìahin’in oðludur. Yılmaz Bey, özel bir ne gelir. Burada da sıkıntılı günler baílar. Ülke ií- dershanede öðretmendir. 360 Ocak 2009

611

otuz dokuz


Bir zamanlar Ortaasya ve Balkanlarda, tarihin en utandırıcı, en zâlim tahrip ve yaùmalarını gerçekleütiren bu iki yüzlü dünyâ, mübârek soyumuzun bize emânet ve hâtırası olan bu ülkeleri bir baütan bir baüa, günâhsız insanların gözyaüları, tâli’siz nesillerin al kanlarıyla suladıùı gibi, üimdilerde yeni ilâve, yeni sistem ve farklı usullerle insaniyetperverliùini, ruh asâletini(!) bir kere daha gözler önüne serdi ve kendini isbatladı...

Mahmut Veziroðlu

Dünya genelinde insan gıdasının % 90’ını karíılayan 82 bitki türünün 63’ü (% 77), arılar tarafından tozlanır; arılar olmadan bu bitkilerin tohum baðlaması hemen hemen imkânsızdır. Dünya genelinde her yıl arı tozlaímasıyla elde edilen ürün, o yıl üretilen balın deðeri ile mukayese edilmeyecek kadar fazladır. 612 kırk

360 Ocak 2009

Bitkilerin nesillerini devam ettirebilmeleri ya tohumları vasıtasıyla (generatif üreme) veya çelik, yumru ve sürgün gibi çeíitli aksamlarının kullanılmasıyla (vejetatif üreme) gerçekleítirilir. ñnsanoðlu tabiatta cereyan ettirilen bu çoðalma íekillerini görmekte; fakat bunların gerçekleímesi esnasında, ne tür hâdiselerin aksamadan yürütüldüðünü çoðu zaman fark edememekte veya hiç düíünmemektedir. ñnsanların büyük çoðunluðu, bir tohumun veya bitkinin nasıl meydana getirildiðine maalesef dikkat etmemekte, bu eísiz hâdisedeki hikmet ve gâyeden tefekkür tabloları çıkarma gayretine girmemektedir. Hâlbuki kâinatta yaratılmıí olan her íey gibi tohumlar da Rabb’imizin büyüklüðünü gösteren muhteíem varlıklardır. “ìimdi ekmekte olduðunuzu (tohum) gördünüz mü? Onu sizler mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren Biz miyiz? Eðer dilemií olsaydık, gerçekten onu bir ot kırıntısı kılardık; böylelikle íaíar kalırdınız.” (Vakıa Sûresi, 63–65) Tohumlara, onları diðer cisimlerden ayıran çok önemli hususiyetler verilmiítir. Tohumlar; ait oldukları bitkinin dallarına, yapraklarına, bu yaprakların sayısına, íekline; kabuðunun rengine, incelik ve kalınlıðına; besin ve su taíıyan borularının geniíliðine, sayısına; meyve verip vermeyeceðine, verecekse bu meyvelerin tatlarına, kokularına, íekillerine, renklerine dâir her türlü bilgiyle donatılmıítır. Hattâ normal geliíme esnasında çevreden kaynaklanan menfî bir tesir karíısında bir bitkinin nasıl davranacaðına dâir bilgiler de programına dercedilmiítir. Meselâ, iklim íartlarının uygun olması durumunda normal geliímesine devam eden


bitkilerin fizyolojik programvasıtasıyla veya çiçekleri ziyaret Meyve ve tohum oluíturmakla vazife- eden böcekler yardımıyla gerlarına, bilhassa düíük yaðıí ve yüksek sıcaklık gibi uygun ollendirilmií çiçekler, ya kendi polen- çekleíir. mayan íartlarda kısa bir sürede Rüzgâr ve yaðmur ile tozleriyle (kendine tozlaían) veya aynı tohum oluíturma yoluna gidelaían birçok bitkide çiçekler türe ait baíka bir bitkinin çiçeðinde gösteriísizdir; fakat çok sayıda rek nesillerini muhafaza etmebulunan polenlerle (yabancı tozla- polen üretecek íekilde yaratılye yönelmeleri bile kaydedilmiítir. “Taneyi ve çekirdeði yaían) son derece düzenli bir sistemle mıítır. Rüzgâr veya yaðmur suratan íüphesiz Allah’tır. O, diriyi larıyla etrafa daðılan polenlerin buluíturulmaktadır. ölüden çıkarır, ölüyü de diriden birçoðu görünüíte harap olsa çıkarır. ñíte Allah budur. Öyleyse bile, bunlar topraðın organik nasıl oluyor da çevriliyorsunuz?” (En’am Sûresi, 95) bakımdan zenginleímesine; içlerinden en az biri de, Mükemmel bilgilerle donatılmıí olan tohumlar- bir çiçeðin tozlaímasına vesile olur. Rabb’imiz bödan bir bitkinin meydana gelme sürecini inceledi- ceklerle tozlaían bitkilerin çiçeklerini, böcekleri cezðimizde; tohumun, kendine verilen ilâhî emir doð- betmeleri için deðiíik renk ve íekillerle donatmıítır. rultusunda uygun ortam íartları yaratıldıðında önce Nispeten daha az polene sahip bu çiçeklerin polençimlendiðini, sonra bu çimde gövde ve yaprak teíkil leri, tozlaíma esnasında, bu ií için hususi bacak, kanat edildiðini, emredilen zamanda da çiçek meydana ve antene sahip kılınmıí arı gibi böcekler vasıtasıyla geldiðini görürüz. Meyve ve tohum oluíturmak- onlara vahyedildiði (Nahl/68–69) íekilde taíınmaktadır. la vazifelendirilmií çiçekler, ya kendi polenleriyle Bu tozlaímayı saðlayan böceklere ve onların yavruları(kendine tozlaían) veya aynı türe ait baíka bir bitki- na, mükâfat olarak balözü denen nektar ve polen ihsan nin çiçeðinde bulunan polenlerle (yabancı tozlaían) edilmektedir. son derece düzenli bir sistemle buluíturulmaktadır. Arılar; tozlaímayı saðlayan böcekler içerisinde Kendine tozlaían bitkilerde çiçek yaprakları ya açıl- en önemli gruptur. Arı dendiðinde, birçok insanın maz veya polenlerin olgunlaímasından sonra açılır. aklına bal arısı gelir; fakat yaban arıları da insanların Bazı bitkilerin erkeklik ve diíilik organları, bitkinin hizmetine sunulmuítur. Arılar insanlara sundukları diðer bazı kısımları tarafından gizlenecek íekilde ürünlerin yanında, üretime olan katkılarıyla da vazolduðundan, baíka bir polen buraya kolay kolay gi- geçilmez canlılardır. remez; dolayısıyla bitki kendine emredilene uyarak, Arılar ziyaret ettikleri çiçeklerden emdikleri sadece kendi çiçek tozlarıyla tozlaíabilir. nektarı ‘bal midesinde’ depo ederler ve sonra da bu Yabancı tozlaían bitkiler de, kendilerine hayat nektarı bal olarak peteðe boíaltırlar. Arılara polen veren Yaratıcı’nın belirlediði kurallara uygun olarak toplama görevi veren Yaratıcı, bunun için de onlara hareket eder ve -kendi çiçek tozuna deðil- aynı türe özel bacaklar ihsan etmiítir. Arıların arka bacakları ait baíka bir bitkiden gelecek çiçek tozuna ihtiyaç diðer bütün böceklerden farklıdır. Genií olan bu duyar. Polenin taíınması, ya rüzgâr ve su (yaðmur) bacakların üzerinde karíılıklı olarak dizilen uzun 360 Ocak 2009

613 kırk bir


Polenle dolmuş toplayıcı bacaklar

lunmaktadır. Benzer íekilde hayvan besleme ve tabiî dengeyi koruma açısından oldukça önemli olan yem bitkileri de tozlaíma için böceklere ihtiyaç duymaktadır. Yonca vb. bitkilerde çiçek organlarının üstü zarlarla kaplı yaratılmıítır, bu bitkilerde polenin dıíarıya çıkabilmesi için söz konusu zarların arılar tarafından yırtılması gerekmektedir. Arılar, sevk-i ilâhiyle, gün boyu aynı tür bitkilerden nektar ve polen alırlar. Etrafta daha fazla nektar ve polen ihtiva eden baíka bitkiler olsa da, arıların ilk ziyaret ettiði bitki türünün dıíındakilere uðramaması, gün boyu aynı bitkinin çiçeklerinden nektar ve polen toplaması, Toplayıcı bacağın yapısı onların bu iíi rastgele yapmadıklarını gösterir. Netice olarak; kâinattaki diðer birçok canlı gibi arılar da, Yabancı tozlaían bitkiler, kendilerine Âlemlerin Rabbi’nin belirlediði hayat veren Yaratıcı’nın belirlediði kurallar çerçevesinde insanoðkurallara uygun olarak hareket eder luna hizmet etmektedir. Fakat ve -kendi çiçek tozuna deðil- aynı kâinatın mânâsını ve canlıların yaratılıí hikmetlerini araítırmatüre ait baíka bir bitkiden gelecek dan yapılan faaliyetler, geliíigüçiçek tozuna ihtiyaç duyar. Polenin zel sanayileímenin bir neticesi taíınması, ya rüzgâr ve su (yaðmur) olarak gittikçe artan hava kirvasıtasıyla veya çiçekleri ziyaret eden liliði ve dikkatsizce kullanılan kimyevî maddeler arıların sayıböcekler yardımıyla gerçekleíir. sını günden güne azaltmaktadır. ñnsanoðlunun çıkardıðı yangınlar ve savaílar bir tarafa, sadece arıların yok olmasına sebep olan uygulamaları dahi insanlıðın yok olmasına sebep olabilir. Çünkü arıların yok olması durumunda, insanlık kendisine ve çeíitli hayvanlara rızık olan bitkilerin yok olması, erozyon ve çölleíme gibi birçok felaket ile yüz yüze gelecektir.

kıllar âdeta bir sepet vazifesi görür. Dünya genelinde insan gıdasının % 90’ını karíılayan 82 bitki türünün 63’ü (% 77), arılar tarafından tozlanır; arılar olmadan bu bitkilerin tohum baðlaması hemen hemen imkânsızdır. Meselâ elma, armut, íeftali, kayısı, viíne, kiraz, kavun, karpuz ve kabak gibi doðrudan insan gıdası olarak kullanılan bitkilerde; ayçiçeði, aspir, kolza, pamuk, íekerpancarı gibi endüstri ve yonca, korunga, çayır üçgülü, aküçgül, fið gibi yem bitkilerinde tohum oluíumu için mutlaka arılara ihtiyaç duyulmaktadır. Dünya genelinde her yıl arı tozlaímasıyla elde edilen ürün, o yıl üretilen balın deðeri ile mukayese edilmeyecek kadar fazladır. O hâlde arılar, bal yapmaktan çok daha önemli bir vazife yerine getirmektedir. Arılar bütün bunların yanı sıra, bu bitkileri gıda ve barınak olarak kullanan deðiíik gruplara mensup binlerce hayvanın hayatlarını sürdürmelerine de imkân hazırlamaktadır. Burada zihinlere, ister istemez, Einstein’ın arıların ekosistemden yok olmaları ile kıyamet arasında kurduðu irtibat düímektedir. Erozyonun önlenmesi gibi, özellikle ülkemiz için hayatî önem arz eden bir vazifeyi yerine getirmek de, arılara verilen görevlerdendir. Erozyon problemi olan sahalarda Asteraceae, Boraginaceae, Brassicaceae, Campanulaceae, Compositae ve Fabaceae gibi arıların tozlaímasına ihtiyaç duyan bitkiler yaygın olarak bu-

614 kırk iki

360 Ocak 2009

mveziroglu@sizinti.com.tr

Kaynaklar - Anon., 2004. Edirne Arıcılıðı. Edirne Tarım ñl Müdürlüðü, Çiftçi Eðitim ve Yayım ìube Müdürlüðü Yayını. http://www.edirnetarim.gov.tr/ciftciegitana.html. - Erdoðan, Ü. ve Y. Erdoðan, 2006. Üzümsü Meyvelerin Tozlaímasında Bal Arılarının (Apis mellifera L.) Yeri ve Önemi, 2. Ulusal Üzümsü Meyveler Sempozyumu 14–16 Eylül 2006, s. 359–364. - Genç, F. 2007. Arıların Sırlı Dünyası. Sızıntı, Yıl: 29 Sayı: 344. - Çakmak, ñ. 2002. Ekolojik Tarım ve Tozlaíma Uludað Bee Journal, p 27–29. - Çakmak, ñ. 2004. Arıların Yayılma Ekolojisi ve Bitkisel Üretimdeki Rolü. Uludað Bee Journal, p 81–87. - Özbek, H. 1986. Arılar ve Bitki Yetiítiriciliði. Hasad, 1 (10): 18–19. - Özbek, H. 2002. Arılar ve Doða, Uludað Arıcılık Dergisi, s. 22–25. - ìehirali, S. ve M. Özgen, 2007. Bitki Islahı. Ankara Üniversitesi Yayın no: 1553, Ziraat Fak. Ders Kitabı: 506, s. 270. - Yılmaz, A. 1984. Arıların Sırlı Dünyası, Sızıntı, Yıl: 6 Sayı :67.


1. Rüzgâr ve yaðmur ile tozlaían birçok bitki, az miktarda polen üretir. 2. Dıíımızdaki dört boyutlu bir cismin

B

ulmacamızı çözerken; 1’den 9'a kadar numaralandırılmıí ve belli bir puan verilmií ifadelerden size doðru (d) veya yanlıí (y) olanı oklarla takip ederek ve ilgili kutu içindeki sayıları da toplayarak, en üstteki harflerden birine ulaímaya çalıíacaksınız. Sonra, ulaítıðınız harfi ve toplam rakamı, aíaðıda belirttiðimiz adreslerden biriyle bize bildirebilirsiniz. Bulmacamýzdaki sorular, dergimizin bu sayýsýnda yayýmlanan yazýlardan seçilmiþtir.

‘üç boyutlu’ gölgesi, üç boyutlu mekânımıza düíer.

A 3. ñnce baðırsaklardan günde 300 gram

B y

9

y

y

d

yað, 50–100 gram aminoasit emilir.

C

5400

9230

d

d

8000

9

4. Metabolik sendrom açısından Akdeniz d

diyetine sert kabuklu yemiílerin eklenmesi, zeytinyaðının eklenmesine

8

göre daha faydalıdır. 5. Ayak tırnaklarında fizyolojik

y

2100 d

7

durumların ölçülüp takip edildiði 6

y

d

3000

1000

780

400

d

d

260

d

150

7

y

y

y

8

y

y

y

d

metabolik bilgi mevcuttur.

y

d

d

200

180

6

6. Jeoid, uzay derinliðinin ölçülmesinde d

kullanılan özel bir referans yüzeyidir. 5

y

y

y

120

110

d

d

100

5

7. Potasyum kalbin durmasına sebep d

olabilen bir elektrolittir. 4

y

y

y

d

79

d

88

67

4

8. Batı literatüründe mânevîyat, ruhî y

hayatla alâkalı, maddî olmayan bütün varlık ve kavramları ifade etmektedir. 9. Böbreklerin ortalama sıcaklıðı vücut ısısından daha düíüktür. Kasım 2008 Bulmacasının Doðru Cevabı: 13.053-C’dir.

3

46

35 d

y

2

y

y

d

d

d d

8

d

3

y 12

1

24

2

y 0

1

E

kim 2008'de yayýmladýðýmýz bulmacada doðru cevabý bulan yarýþmacýlarýmýzýn adreslerine kitaplarý gönderilmeye baþlanmýþtýr. Ýlginizden dolayý tekrar teþekkür eder, yeni bulmacada baþarýlar dileriz. Bulmacayý çözüp, cevap veren bütün okuyucularýmýza teþekkür ediyoruz. Bulmacamýzý cevaplandýran okuyucularýmýz, bulduklarý neticeleri, isim-soyisim ve açýk adresleriyle birlikte, 871 Sk. No: 45/2 Konak / Ýzmir adresine; (0232) 441 52 38 nolu faksa; bulmaca@sizinti.com.tr elektronik posta adresine gönderebilirler. Ýsim-soyisim ve adresini bildirmeyen yarýþmacýlarýmýzýn cevaplarý deðerlendirmeye alýnmayacaktýr. Yarýþmaya son katýlma tarihi ise; 15 ìubat 2008'dir.

360 Ocak 2009

615 kırk üç


Sert Kabuklu Yemiíler, Kalb Hastalıðı Riskini Azaltıyor

M

eyve, sebze ve balıktan zengin bir Akdeniz diyetiyle birlikte bir yıl süreyle her gün bir avuç dolusu sert kabuklu yemií yemeniz, kalb hastalıðı riskinizin azalmasına vesile olabilir. Archives of Internal Medicine’de yayımlanan bir çalıímada, yaíları 55–80 arasında deðiíen ve çalıímanın baílangıcında kalb hastalıðı bulunmayan 1200’den fazla ñspanyol, üç gruptan birine dâhil edildi. Düíük yað grubundakilere sadece diyetlerindeki yað miktarını azaltmaları için temel tavsiyelerde bulunuldu. ñkinci gruptakiler Akdeniz diyetiyle birlikte ek olarak her gün bir avuç dolusu sert kabuklu yemií tükettiler. Üçüncü gruptaki ñspanyollar ise, Akdeniz diyetiyle birlikte ek olarak günde 4 yemek kaíıðı zeytinyaðı kullandılar. Diyetisyenler Akdeniz diyetinde olan iki gruptaki kiíilere yemek piíirmek için zeytinyaðı kullanmalarını, meyve, sebze ve balık tüketimini artırmalarını, sıðır eti veya iílenmií et yerine, beyaz et yemele-

rini ve domates sosunu evde sarımsak, soðan ve íifalı bitkilerle hazırlamalarını tavsiye ettiler. Bir yıl sonra deðerlendirme yapıldıðında, çalıímanın baílangıcında % 61 olan metabolik sendrom nispetinin sert kabuklu yemií yiyen grupta % 52’ye, ek zeytinyaðı kullanan grupta ise % 57’ye düítüðü görüldü. Düíük yað grubunda ise, metabolik sendrom nispetinde mânâlı bir deðiíme yoktu. Metabolik sendrom kalb hastalıðı riskinde ciddi artmayı gösterir ve aíaðıdaki durumlardan en az üçünün bulunması olarak tarif edilir: Karın çevresinde yaðlanma, trigliserit seviyelerinin yüksek olması, HDL (iyi) kolesterol seviyelerinin düíük olması, kan íekerinin yüksek olması ve kan basıncının yüksek olması. Görüldüðü gibi, metabolik sendrom açısından Akdeniz diyetine sert kabuklu yemiílerin eklenmesi, zeytinyaðının eklenmesine göre biraz daha faydalıdır. (InteliHealth 09.12.2008)

Depresyon, Kalb Krizi Riskinin Artmasına Yol Açabilir

D

epresyonda olan kalb hastalarında, kalb krizi ve kalb yetmezliði riskinin arttıðı uzun süredir bilinmektedir. Neticeleri Journal of the American Medical Association’da yayımlanan bir çalıíma bunun sebebini ortaya çıkardı: Depresyonda olan kalb hastaları daha az egzersiz yaptıkları için, kalb krizi ve kalb yetmezliði riski artmaktaydı. Araítırmacılar, egzersiz antrenmanlarının hem depresyonun önlenmesinde faydalı olduðu, hem de kalb hastalıðı risk faktörlerini azalttıðı için, kalb hastalarında daha da önem kazandıðını belirtiyorlar. (WebMD Health News 25.11.2008)

616 kırk dört

360 Ocak 2009


Prof. Dr. ñ. Hakkı ñhsanoðlu-Yrd. Doç. Dr. Yusuf Demir-S.Rıza Sayın

Ve Rüyalar Bilgisayar Ekranında Kiíiye gösterilen karakter aponya’da ATR Sayısal (kompütasyonal) Nörobilim Lâboratuvarlarında yapılan bir çalıímada, insan beyninden bilgisayar ekranına doðrudan görüntü aktarılması saðlandı. Baíarılan görüntü aktarımı, íu an itibariyle oldukça basit olmakla birlikte, araítırmacılar; insanın düíüncelerini, hayallerini hattâ bazı sırlarını bilgisayar ekranına aktarmayı yakın hedef olarak belirlemií durumda. Sahasında ‘ilk baíarı’ olarak kayıtlara geçen çalıímada, baía takılan algılayıcılar beyindeki görme korteksine giden elektrik sinyallerinin tesirlerini algılıyor. Alınan bu sinyaller, bilgisayar programında tekrar yapılandırılarak görüntü elde ediliyor. Denemelerde ‘sinir’e karíılık gelen altı harfli ‘neuron’ kelimesi insanlara gösterildi. Kiíinin gördüðü her harf aynı íekliyle bilgisayar ekranında görüntülendi. Denemelerde birbirinden farklı, hareketsiz 400 íekil kalıbı görüntülenebildi. Çalıímanın diðer bir uzantısında ise, bilgisayar ekranında yürüyen bir insan figürü, düíünce ile yönlendirilebildi. Baía takılan birtakım algılayıcılardan gelen sinyaller bilgisayara iletilerek yürüyen animasyonun saða veya sola dönmesi veya koíması gibi yönlendirmeler düíünüldü. Yapılması düíünülen fiilin, bilgisayar ekfarklı figürün, yazılım ile tekrar ranındaki insan íekilli animasyon tarafından yapıldıðı gözlendi. Sekiz íekillendirilmií ortalaması.

Sekiz farklı beyin tarayıcısından gelen figürlerin yazılım ile elde edilmií hâlleri.

J

Kâðıttaki Lâboratuvar

H

astalıkların teíhisinde vücut sıvıları sıkça kullanılmaktadır. Birçok hastalık; mukoza salgısı ve idrar gibi vücut sıvıları incelenerek tespit edilebilmektedir. Bu tip incelemelerde, biyolojik örnekler (sıvılar) pipetlere çekilerek otomasyon cihazlarına konur; pipet içindeki ayıraç bulunduran küçük kanallarda sıvı renk deðiítirir ve bu renk, hastalık hakkında bir fikir verir. Bu uygulamada en mühim sıkıntı, kullanılan pipetlerin kırılgan, cihazların da pahalı olmasıdır. Harvard Üniversitesi’nde, liderliðini George M. Whitesides’in yaptıðı bir grup çalıímasında geliítirilen kâðıt aparat, mevcut sıkıntıları yok edeceðe benziyor. Grup, söz konusu çalıímanın ilk neticelerini, Proceedings of National Academy of Sciences dergisinin son sayısında yayımladı.

Tabakalardan meydana gelen kâðıdın üzerinde küçük çıkıntılar oluíturulmuí. Tabakalara lazer ile çok ince kanallar açılmıí. Kâðıt, sıvıya temas edince, kanallara yürüyen sıvı, tabakalar arasındaki boíluklara doluyor. Boíluklara kâðıdın üretilmesi esnasında farklı kimyevî maddeler yerleítirilmií. Bu ayrıítırıcı maddeler ile reaksiyona giren sıvı, kâðıdın rengini deðiítiriyor. ñlk çalıímalar, idrarda íeker ölçme maksatlı yapıldı. Bu prensip ile, kâðıt üzerine diðer vücut sıvılarını ölçecek farklı kimyevî maddeler yerleítirilmek suretiyle aynı anda farklı ölçmeler yapma da hedefleniyor. Ölçme iílemine getirdiði ucuz ve pratik çözüm ile saðlık harcamalarında tasarruf saðlayan bu icat, kiíilerin -kâðıdın fotoðrafını çekip, görüntüyü telefon ile doktora göndermek suretiyle- kendilerini uzaktan takip edilebilmelerine de imkân tanıyacak. 360 Ocak 2009

617 kırk beí


Yaðmur Bahsi Hüseyin Kolukırık

Yaðmur, göklerden haber getirir gibi, Muítularla sızıyor içimize… Bir sızı düíüyor kalb imbiðine Ve avuçlar açılıyor Avuçlara nurlar saçılıyor Meleklerle gökten rahmet iniyor Zembillerle güller taíınıyor yarına Rüzgârın dilinde bin bir rayiha Ve dua tadında bir fısıltı: Ne olur Allah’ım bizi aíkına yâr et Yâr et ki, tutuísun bütün eller Ve eller el ele uzansın hep güllere Uzansın gül yüzlü güzel günlere Yaðmur düíünce topraða inci tanesi Bir cemre bir cemre daha Ebrulî düíler kuruyor gül hanesi Bahar adında bir ülke Kucak açıyor göçmen kuílara Kuíların dilinde bin bir rayiha Ve dua tadında bir mânâ Yükselir sayha sayha: Ne olur Allah’ım bizi aíkına yâr et Yâr et ki, tutuísun bütün eller Ve eller el ele uzansın hep güllere Uzansın gül yüzlü güzel günlere

618 kırk altı

360 Ocak 2009


Öðretmenime Serap Aslan

Sözlerinle süslü artık bütün satırlarım. Yazmaya baílıyorum, hislerimi yeniden Kalemimle beraber akıyor gözyaílarım. Ruhunun sıcaklıðı gitse de ellerimden. Gözlerine ilk baktıðımda neler hissettiðimi hatırlamıyorum. Ama ruhuma çizdiðin resim, seyrettikçe lezzet aldıðım en deðerli tablodur. Annemle baílayan hayat serüvenimin ilk yıllarını fazla hatırlamıyorum. Bu yüzden okulla tanıíma heyecanını bir ‘ilk’ kabul etmeliyim. Çok da sıra dıíı olmayan ‘oyun çaðım’ bir kara tahta önünde son bulunca, birden bire karíıma çıkan o yepyeni ufuklar karíısındaki íaíkınlıðımı tahmin edersin. ñíte sen; bir gün ansızın, íaíkınlıkla gezindiðim bu âlemde görmediklerimin, gördüklerimden çok daha fazla olduðunu kulaðıma fısıldadın. Dimaðıma birden, ruhumu íenlendirecek bir tohum attın. Bu tohum; hayat boyu içimde serpilecek, hâdiselerin perde arkasını görmemde bir fener vazifesi görecek ve benden sonraki nesillere çoðalarak daðılacaktı. Belki de sen, yıllar önce zihnimde yeíerttiðin o rengârenk dünyadan çok íey hatırlamıyorsundur. Veya íöyle diyeyim; sesinin yankısının nerelere uzanabileceðini hiç hesaplamamıísındır. Gözlerimde seni yücelten de o karíılıksız gayretindi. Bu yüzden zirvelerdeki duruíuna baíımı kaldırıp bakardım. Hem, vazife íuurunun ne olduðunu, baíka türlü nasıl anlayacaktım ki! Beklentisizliðin soylu onuru göðsümde nasıl kabaracaktı! Sonra senden iíittiðim ilk azar… Parmaklarımın ucundaki ilk cetvel acısına denk… Benim için, sana mahcup olmak, cezaların en dayanılmazıydı. Aslında senden ürkmek, seni bana biraz daha yaklaítırıyordu. Ama ben, sana yine de hep uzak kalacaktım. Aramızdaki mesafeleri bir türlü aíamayacaktım. O kadar ulaíılmaz, o kadar pak, o kadar benzersiz bir yerin vardı ki! Sanki seyre dalanı büyüleyen, masmavi bir ufuktun. Bu yüzden bakıílar, zamanla kocaman olur, mânâ kazanırdı. Beni de öylesine tatlı bir sevdayla tanıítırmıítın ki, sanki kalbimin pası silinmií, sevimsizliklerim eriyip gitmiíti. Sen, yapayalnız ve ürkek adımlarımın yöneldiði bir limandın. Etrafına, kapıları kilitlemeden de yaíanabileceðine dâir muítular veriyordun. Sevdalıydın… Sevdalı olmasaydın onca íeyi defalarca anlatamazdın. Gündüze dâir ıíıltıların azaldıðı demlerde bile o ‘hülyalı iklimler’den bahsedemezdin. Yaralı ruhları, hastalanmıí kalbleri onarmaya gayret ederken, kırılmayan inatlara karíı bu kadar vefalı olamazdın. ñki damla

gözyaíına onca sitemi, yakınmayı, umudu, aíkı sıðdıramazdın. Bu yüzden içindeki ırmak durmadan çaðlamıítı ve çaðladıkça talebelerin çoðalmıítı. Gözlerinden boíanan ırmaklar, ruhunun enginliðini de taíıyordu. Ve ben de o enginliðe koítukça, serinlemií, íahlanmıí yarına dâir güzel hayaller kurabilmiítim. Hayatı bir baíka bilmeye, insanı bir baíka bilmeye baílamıítım. Sevdalıydın ve bu sevdayı talebelerinle paylaímayı çok iyi bilmiítin. Onlara deðmesin diye göðsünde erittiðin íimíeklerin acısı gözlerinden yaí olup akmıítı ve sen bu yaíları hep gizlice silmiítin. Senin ufkunda taçlanan insan, sözlerinde derinliðini bulan kâinat, hislerinde yücelen duygular zihnimde gerçek yerini buldukça sanki ruhum doðrulmaya baílamıítı. Yerini bulan her davranıíın, öðreten için ne paha biçilmez bir mükâfat olduðunu anlatmıítın. Sabırla beklemeyi bilen sen, baíını eðerek dâima çiçekler takdim ediyordun. Bir arı titizliði ile geçmiíi eleyip, köhneleímií duygularımı geleceðin temellerine serpiyordun. Bazen sıcak bir bakıí, bazen keskin bir güven, bazen sonsuz bir huzur... Yaðmur kadar bereketli, toprak kadar mütevazı... Sen neydin, kimdin, bilmiyorum ama çok iyi bir insandın! Neler söylenmeli senin için, neler yazılmalı… Tevazu ile süslü hâllerine ne íiirler bestelenmeli. Sen kılavuzdun velhasıl. Gayen, benim gibi ham ruhların kıvamını hayatın sarp yokuílarına hazırlamaktı. Bir de, suçlarla gurur duymamayı, hatalara yenilmemeyi ve minik tebessümlere kocaman mutluluklar sıðdırabilmeyi öðretmekti… Hayır! Sen bana ilmi öðretmedin. Sen bana sevgiyi ‘ilim’ kıldın. O sonsuz deryada zaaflarımı yıkadın, hislerimi ak pak ettin. Büyük olmanın en kestirme yolunu gösterdin. Sayende kendimi, hayatın o sarp yokuílarını aímaya dâima hazır buldum. Ruhumda elinin deðmediði hiçbir yer kalmadıðını, her íarta ayak uydurdukça daha iyi anladım. ìimdi senin için çizdiðim tabloyu bir görebilseydin. Kendini benim gözlerimden bir seyredebilseydin. Öðretmen olduðun ve sînemden binlerce talebenin dünyasına aktıðın için aðlayacaktın. Tıpkı benim; talebelerime bakınca seni hatırlayıp, aðladıðım gibi... Soluksuz yaíamaya nefsim yetmese de, Sükûta gömmüyorum, ruhumun feryadını. Takılsam da durmadan, yürüyorum sayende. Hep benliðimde kaldın, unutmadım adını. 360 Ocak 2009

619 kırk yedi


Çocuk Kalbimin Gurbeti* Bu kurban bayramında, çalıítıðım okulun üst katındaki lojman odasında çocuk kalbimin gurbetini hatırladım. Üniversiteyi bu yıl bitirdim ve ben de, öðretmenlerimin yaptıðı gibi, evimden yurdumdan uzakta öðretmenlik mesleðine atıldım. Dıíarıdan sahile vuran dalgaların sesi geliyor. Elimde kaçıncı kez okuduðum ve íimdi daha iyi anladıðım bir íiir var. Aklımda da çocuk kalbimin gurbetine merhem olan hatıralar… … O yıl ilk kez evimden, köyümden ayrılmıítım. Küçük kalbimi büyük bir gurbet yalnızlıðı sarmıítı. Ranzamın üstünden, yatakhanenin penceresinden yıldızlara bakar, bu yıldızlar bizim köyün üzerinde de böyle duruyorlardır íimdi diye düíünürdüm. Battaniyenin altında büzülür, gizli gizli aðlardım. Her akíam evlerine giden kızlar vardı. Onlara imrenirdim. Her hafta sonu gidenler vardı, keíke hiç deðilse onlar gibi olsaydım, derdim. Bazen bir ay gidemediðim oluyordu evime. Köyümüz sapa olduðu için, iki günlük tatilde gitmek mânâsız olurdu. Otobüs saatini, tren saatini, beklemeleri hesaba katarsak eve ulaímam neredeyse bir günümü alıyordu. Okulumuzun bir kilometre kadar uzaðından bir tren yolu geçerdi. Sabah etütlerinde tren düdüklerini duyabiliyordum. Bazen kaçıp gitmeyi düíünüyordum. ìehri pek iyi bilmiyordum; ama tren yolunu bulabilirdim. Sonra binerdim trene, bizim ilçede inerdim. Bu hayallerim uzayıp giderdi bazen. ñstasyondaki görevlilerin beni tanıyıp okulu arayacaklarını düíünür, onlarla neler konuíacaðımı kurgulardım meselâ. Bazen de yanlıí istasyonda inersem köye nasıl ulaíacaðımı düíünürdüm. Bu tatlı hayaller hep olmayacak íeylerle kesilirdi. Ya polisler yol boyu nasihat ederek okula getirirlerdi beni, ya müdür bey istasyondan, karakoldan alır, konuímadan, arka koltuða dönüp yüzüme bile bakmadan okula getirirdi. Bütün bu badireleri atlatıp evin kapısına kadar gelsem, kapıyı bir türlü çalamaz, annemin yüzüne bakamazdım. Sokakta ilkokul öðretmenimle karíılaísam nereye saklanacaðımı bilemezdim. Etütlerde bizimle oturan, yemekhanede yanımızdan ayrılmayan bir belletmenimiz vardı: Ceren Abla’mız. O da bizim okulda okumuítu. Bizim yaíadıklarımızı yaíamıítı. Tebessümüyle derdimizi hafifletir, çay sohbetlerinde bizi alır geleceðin aydınlık dünyasında dolaítırırdı. Bir akíam yemekle etüt arası, bankta tek baíıma otururken yanıma geldi. — Ne yapıyorsun Gülíat, dedi. — Yıldızlara bakıyorum, dedim. — Beraber bakalım mı, deyip yanıma oturdu. Uzun uzun konuítuk. Ben hayallerimi, bu yıldızların bizim evin üstünde de böyle ıíıldadıðını anlattım; o, küçük prensi, küçük prensin yıldızını anlattı. Ben íehirde kendi yalnızlıðımdan bahsettim, o dünyada tek baíına dolaían Âdem Baba’mızın yalnızlıðından… Kendinden de bahsetti bu arada. Ben ayda bir gidiyorsam ailemin yanına, o yılda iki üç defa ancak gidebiliyordu. Ben íehrin uzak bir ilçesinden gelmiítim, o ülkemizin uzak bir íehrinden gelmiíti.

620 kırk sekiz

360 Ocak 2009

Konuítukça rahatladıðımı hissettim. Aslında belki de boíuna büyütüyordum. Benim derdim de dert miydi, benim gurbetim de gurbet miydi? Ama küçük bir kız çocuðuydum iíte. O kadarı bile aðır geliyordu bana. Etüt zili çalarken elinde tuttuðu eski bir dergiyi uzattı bana. — Bunda ilgini çekecek bir íiir var. Onu oku, sonra tekrar konuíalım, dedi. Etütte her sayfasına baktım derginin. Yıllar önce basılmıí bir okul dergisiydi. Ablamın bizim yaíımızda olduðu yıllardan kalmıí olmalıydı. ñçinde okulumuzun eski talebelerinin, bazısı artık burada olmayan, bazısını tanıdıðımız öðretmenlerin yazıları, íiirleri vardı. Ceren Abla’nın kastettiði íiiri nihayet arka kapaðın iç tarafında buldum: “Bayram Mektubu ìimdi nerdesin anne? Yine, yatılı okul pencerelerinden seyredilen yıldızlarda mı, Yoksa gurbet gecelerinde dinlenen Anneli íarkılarda mısın? Yavrum aç mı susuz mu, diye Üstü mü açıldı uykusuz mu, diye Yine, geceler boyu kaygılarda mısın? Ama ben biliyorum anne! Nerede olursan ol, Bütün anneler gibi En büyük fedakârlıklarını vazife Küçücük tebessümlerimizi lütuf sayarsın. Lütfedip gelir mi diye yavrularım Yolları gözlersin her gün. Ve yine biliyorum. Sen beklemeyi iyi bilirsin anne. Ne zaman köye gitsem; Ya ‘Bu gün rüyamda görmüítüm.’ Ya ‘Geleceðin içime doðmuítu.’ dersin. Demek, hep yolları gözlersin. Derdin ki; ‘Yola bakmak, yere bakmaktan iyidir.’ Sen, ikisini de iyi bilirsin anne. On parça olmuí yüreðin; Üçü yere, yedisi yola bakar. Her yıl koyunların kuzular, Koçların gider sonra her yıl. Koç yiðitlerin de hep gidiyor koçların gibi. Kimi yola, kimi yere... Ve hep aðlarsın gidenlerin ardından, Her gidenin, her gidiíinde yeniden. Sen, aðlamayı iyi bilirsin anne. Derinden ‘of’ çekersin kuzularını otlatırken daðlarda Boíalırsın, dolarsın her ‘of’ta on defa. Özlemlerin vardır yürek dolusu Ama, olamaz iíte. Bayram da olsa;


‘On’u bir araya gelemez yüreðinin. Varsın olsun anne! Cennet ve önden gönderdiklerin... -Hep dualarla beklediðin gibiOnlar da seni bekliyorlar muhtemelen... Sen, sabretmeyi iyi bilirsin anne!” ìiirin baíında italik harflerle yazılmıí, saða kaydırılmıí bir not vardı: “O yıl anneler günü kurban bayramına denk gelmiíti; ama ben yine de köye gidememiítim…” Altında da eski bir tarih... ìiiri bize Türkçe öðreten öðretmenimiz yazmıítı. Sınıfta bazen íiir okurdu; ama kendisinin íiir yazdıðını bilmiyordum. Onun annesini düíündüm. Onun annesi de benim annem gibi, herkesin annesi gibi bir anneydi iíte. O da bir annenin çocuðuydu. Yıllarca yatılı okullarda okuduktan sonra, bugün hâlâ gurbetteydi. Hem bizimki gibi de deðildi, yılda bir kez ya gidebiliyordu, ya gidemiyordu köyüne. Sonra tekrar konuítum belletmenimle. Bana öðretmenlerimizi anlattı. Onların köylerini, yurtlarını bırakıp neden ailelerinden bu kadar uzak yerlere geldiklerinden bahsetti. Bizim de onların bu fedakârlıklarına aynı íekilde karíılık vermemiz, derslerimize sarılmamız gerektiðini söyledi. O yıl kurban bayramı arifesinde köydeydim. Bayram sabahı, bayramlıklarımızı giyip kardeíimle bayram yerine gittik. Salıncaða bindik. Sonra akrabaları dolaíacaktık. Ama daha bayram yerindeyken bir arkadaíım geldi. — Gülíat, misafirlerin gelmií, annen çaðırıyor, dedi. Komíu köyden teyzemler mi geldi acaba, dedim. Ama onlar gelse beni çaðırmazlardı ki. Gelenlerin kim olduðunu avlu kapısında anladım ve oldukça íaíırdım. ñíte okulun emektar arabası avlumuzdaydı. Babamla amcam kurban keserken, öðretmenimle belletmenim, bir de bize her sabah emektar arabayla ekmek getiren íoför amca onları seyrediyordu. Teker teker bayramlaítık. Birkaç saat kaldılar bizde. O gün öðretmenimiz annemle uzun uzun konuímuítu. Annem hâl hatırdan sonra, anne-babasını sordu öðretmenimin. Daha neler konuítular íimdi hatırlamıyorum; ama bir cümle var ki hiç unutmadım. Annem bayramı evlerinde geçiremedikleri için üzülünce, öðretmenimiz: — Olsun teyzeciðim, bizim ailemiz de sizsiniz artık, bizi Gülíat’tan ayrı tutarsanız gücenirim, demiíti Annem de hiç unutmadı bunu. Artık okulumu ikinci evim gibi, öðretmenlerimi ablalarım, aðabeylerim gibi görüyordum. Bu yıl ilk kez kurban bayramını ailemden uzakta geçirdim. Bu gurbet akíamında aklıma o íiir geldi. Belki internette vardır dedim. Baktım. Çıktı geldi bir yerlerden. Geldi de beni o eski zamanlara, kendi gurbetini bize sıla eden öðretmenlerimizin, belletmenlerimizin iklimine götürdü. Gözyaílarım ondandır. * 6. Türkçe Olimpiyatları’nın sunum dalında birincilik alan talebenin okuduðu bu metin, Türkmenistan Türkçe Zümresi öðretmenleri tarafından yaíanmıí hâdiseler çerçevesinde kaleme alınmıítır.

Dolunay Yolu Hüdayi Can

“Yıldızdan yol yapıp aya kavuítum.” Mahtumkulu

Dillerde bir türkü ‘tala’al bedru’ Medeniyet yola inmií coíkuyla. Âleme iftihar, âdeme âb-rû Meyve-tohum Sonsuz Nûr’un aíkıyla. Çileyle yanarken nice asırdır Yesrib’i Medine edecek yollar; Yollarını gözyaíıyla çilemií, Huzur-ı Rahmân’a açılan kollar. Bir nur parıldadı ufukta derken, Gündüz güneíini tuttu Dolunay. Elçiler gün oldu, güneíten erken; Dört yöne hüzmeler attı Dolunay. Bir neíe yayıldı nâçâr göklere; Kalbler kanat takmıí, uçar göklere.

Ölme Kalbim Saffet Merdan

Hangi günahtan kalma gözlerindeki boíluk? Bir dipsiz kuyu gibi yutuverdi nehârı. Kesmeseydi yolunu bu öldüren sarhoíluk, En deli zemheriden süzecektik baharı! Biz gül devri beklerken ne cinayetler doðdu, Habil’e fırlatılan Kabil’ce bakıílardan… Vicdan çıðlık çıðlıða bir ayinle boðuldu, Yanıp sönen ıíıklar ve kopan alkıílardan… Ey çaðın kucaðına itilen masum çocuk, ìimdi mazinden kopuk, edepten âzâdesin! Bir yolbaícı beklerken mefkûreye yolculuk, Sen hayal ormanında kaybolan íehzadesin.

Sükûta Ersin Baíım Hatice Eðilmez Kaya

Öyle bir derde müptelâ oldum ki, ey canlar! Hâlimi yalnız nar-ı aíka düíenler anlar. Gurbetin lisanıyla ‘ah’ çekmektedir sular. Akmaz aslında mecrasındaki ırmak, inler Fânî dünyada kalsın heveslerin cümlesi, Kabrin nurdan tahtında bir gün sona ersinler. Kalbime kadîm bir keder sermií postunu, Gözlerine mil çekilen ruhum ufku dinler Taítan aðır baíım toprakta sükûn bulacak Hakk’ın bir garibi ölmüí diyecek duyanlar 360 Ocak 2009

621

kırk dokuz


574 Zulüm Ocak 2009 Sayý: 360

574

Sızıntı

577 Hücrelerdeki Dinamik Program-

Aylık ñlim-Kültür Dergisi

lar

MÜìTERñ HñZMETLERñ Dr. C. Hamza Aydın

444 0 361 Tüm GSM operatörlerinden dakikası 1 SMS/kontör

582 Mâneviyat Eksenli Sosyal Hizmetler

Prof. Dr. Ali Seyyar

586 Bize Bırakılmayan Kalbimiz Dr. Enis Türker

582

588 Asırların Dilinden Iíık Süvarileri Ahmet Buðra

590 Boyut Olarak Zaman ve Ötesi Prof. Dr. Osman Çakmak

593 Beslenmede Denge ve ñrade Prof. Dr. Ömer Arifaðaoðlu

598 Kalbin Zümrüt Tepelerinde (ñðtirab)

600

600 Yerküre'nin ìekli Deðiíiyor mu? Abdullah Sancak

605 Fânîde Bekâyı Görmek M. Said Türkoðlu

608 ñnsan Denen Meçhul-23 Prof. Dr. Arif Sarsılmaz

610 ñsterseniz Kuríuna Dizin Safvet Senîh

612

612 Kendi Küçük Vazifesi Büyük Mahmut Veziroðlu

615 Bulmaca 616 Saðlık-Bilim-Teknoloji

Prof. Dr. ñ. Hakkı ñhsanoðlu - Yrd. Doç. Dr. Yusuf Demir – S. Rıza Sayın

618 Damlalar

A. Osman Dönmez

Sabit telefondan

0216 alan kodu eklenerek aranabilir.

(Her türlü abonelik iílemleriniz için arayabilirsiniz.) IìIK YAYINCILIK TñCARET A.ì Adýna Sahibi : M. Talat Katırcıoðlu Genel Koordinatör : Dr. Kudret Ünal Genel Yayýn Yön. : Prof. Dr. A. Sarsýlmaz Sorumlu Yazý Ýþleri Müdürü : Sedat Þentarhanacý ñDARÎ MERKEZ Bulgurlu Mah. Baðlar Cad. No: 5 Üsküdar/ñstanbul Tel: (0216) 522 11 07; Faks: (0216) 522 11 06 YAZI ÝÞLERÝ MÜDÜRLÜÐÜ 871 Sk. No: 45/2 35250 Konak/Ýzmir Tel: (0232) 441 95 25; Faks: (0232) 441 52 38 E-posta: sizinti@sizinti.com.tr http://www.sizinti.com.tr ABONE VE DAïITIM MÜDÜRLÜïÜ Bulgurlu Mh. Baðlar Cd. No: 5 Üsküdar / ñSTANBUL P.K. 95 Üsküdar / ñSTANBUL Tel: (0216) 318 60 11 - Faks: Faks: (0216 ) 522 11 78 Yurtiçi bir yıllık abone bedeli KDV dahil 42 YTL'dir. 15.12.2008 - 20.01.2009 tarihleri arası abone kampanyası olup bu süre içerisinde abone fiyatı 37,5 YTL'dir. Yurtdıíı abone bedeli, 1. Grup Ülkeler (Avrupa, Orta Asya, Orta Doðu ve Kuzey Afrika ülkeleri) 30 € 2. Grup Ülkeler (Uzak Doðu, Amerika, Güney Afrika ve Pasifik ülkeleri) 45 $ 3. Grup Ülkeler (Avusturalya ve Yeni Zelenda) ise 50 $' dır. Abone olmak isteyenlerin abone bedelini; Iíık Yayıncılık Ticaret A.ì. adına, her PTT íubesinden; 5568324 nolu Posta çeki hesabına veya Bank Asya Anadolu Kurumsal ìubesi'nin; YTL olarak, 54053-40 numaralı, $ olarak, 54053-41 numaralı, € olarak 54053-42 numaralı hesabına yatırıp, dekontun fotokopisini, açık isim, adres ve telefon bilgileri ile hangi sayıdan itibaren abone olacaklarını belirten bir yazı ile abone merkezimize posta veya faks ile bildirmeleri yeterlidir. AVRUPA DAïITIM WORLD MEDIA GROUP AG-ñsmail Küçük Adres: SPRENDLINGER LANDSTR. 107-109, 63069 OFFENBACH am MAIN Müsteri Hizmetleri: 0049 69 300 34 111-112 Daðıtım Telefonu: 0049 69 300 34 103 Fax: 0049 69 300 34 105 dergiler@worldmediagroup.eu - dagitim@eurozaman.de YAYIN TÜRÜ: Yaygýn Süreli YAYINA HAZIRLIK Sýzýntý: (0232) 441 95 25-Faks: (0232) 441 52 38 GÖRSEL YÖNETMEN Engin Çiftçi GRAFÝK-TASARIM Kaynak Kültür Yayın Grubu: (0216)318 60 11-Faks: (0216)318 53 14 BASIM YERÝ: Çaðlayan A.Þ. Sarnıç Yolu No:7 35410 Gaziemir/Ýzmir Tel: (0232) 252 20 97-8 Faks: (0232) 252 21 00 BASIM TARÝHÝ: 19 Ocak 2009 ISSN 1300-1566 BAYÝ DAÐITIM: DPP A.Þ. ABONE DAÐITIM: CñHAN MEDYA DAïITIM A.ì. Fiyatý: 3.50 YTL YAZI KURALLARI * Yazýlar disketle veya e-posta ile (sizinti@sizinti.com.tr adresine) gönderilmelidir. * Yazarýn, e-posta dahil açýk adresi ve telefon (varsa faks) numaralarý verilmelidir. * Yazýlar en fazla dört sayfa olmalýdýr. * Varsa, yazý ile birlikte resimler (alt-yazýlarýyla birlikte) gönderilmelidir. Yoksa, yazýda kullanýlabilecek resimler hakkýnda bilgi verilmelidir. * Yazýlar, daha önce herhangi bir yerde yayýmlanmamýþ olmalýdýr. Yazý yeni bir geliþmeyi ele almalý, orijinal bir özellik taþýmalý veya daha önce yayýmlanmýþ bir konuya yeni bir bakýþ açýsý getirmelidir. Dergimizde konu ile ilgili yayýmlanmýþ önceki yazýlara dikkat edilmeli, yazý içinde atýfta bulunulan kaynaklar (kitap, makale) standart ölçülere uygun olarak sonda verilmelidir. * Yayýn kurulu, dergiye gelen yazýlar üzerinde, gerekli gördüðü takdirde deðiþiklik yapabilir. * Dergimizde yayýmlanan yazýlar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir. * Gönderilen yazýlar iade edilmez.



ñnsanın hür ve muktedir olması, ona baíkalarına zulmetme hakkını vermez; kuvvet, hakkın emrinde olduðu sürece deðerler üstü deðer kazanır; hürriyet de baíkalarının haklarına saygılı davranıldıðı ölçüde hakikî kıymetini bulur ve kalıcı olur.

DPP No: 112491-2009/01 3.50 YTL


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.