ihtilalimizi büyüteceğiz
Okmeydanı Sibel Yalçın Direniş Parkı
Binali İlgün-Aynur Burhan Berken Nilüfer Sarıtaş *** Konser Tiyatro Söyleşi Sergi Film Halk Oyunları
info@yuruyus.com
Grup Yorum
www.yuruyus.com
Anadolu Halk Festivali ile kardeşliğimizi, kültürümüzü,
24-25-26 Haziran
www.yuruyus.com Haftalık Dergi / Sayı: 273 19 Haziran 2011 Fiyatı: 1 TL (kdv dahil)
info@yuruyus.com
Dersim’de açlık grevi Toplu mezara gömülen halk savaşçımız, gerillamız Ali Yıldız’ın cenazesini istiyoruz!
Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm Mücadelesinde
“Hareket benim için saflığı, temizliği ifade ediyor. Halkımızın kurtuluşunu ve bu kurtuluşa giden yolda tek tek insanların kurtuluşunu ifade ediyor.” Eyüp Beyaz
Yitirdiklerimiz Anadolu Halk Festivali ile kardeşliğimizi, kültürümüzü, ihtilalimizi büyüteceğiz Yer: Okmeydanı Sibel Yalçın Direniş Parkı
Gün gün... saat saat...
Anadolu Halk Festivali 24 Haziran Cuma : Açılış 19:00 - Şişli Halk Oyunları Ekibi (Erzurum Yöresi) 19:30 - Gazi Özgürlükler Derneği Tiyatro Grubu 19:45 - İdil Çocuk Korosu 20:10 - Gençlik Federasyonu / Kızıldere Destanı 20:30 - Devrimci İşçi Hareketi / Eminönü Direnişi (Tiyatro) 20:55 - Şişli Semah Ekibi 21:10 - Film Gösterimi – Anadolu’nun Kayıp Şarkıları 25 Haziran Cumartesi 10:00 - Çocuk oyun alanı, sergiler, sinevizyon gösterimleri (GÜN BOYU DEVAM EDECEK) 16:00 - Çerkes Oyun Ekibi 16:20 - Trakya Kültür Merkezi Ritm Grubu 16:40 - TKM Müzik Topluluğu 17:00 - Söyleşi: Yoksulluk ve Yozlaşma
18:30 - Binali İlgün - Aynur 19:05 - Akdeniz Müzik Topluluğu Çav Bella Çocuk Korosu 19:40 - Bursa Haklar Derneği Tiyatro Topluluğu - Yoksulluk Başa Bela 20:15 - Grup Gündoğdu 20:40 - Antalya Özgürlükler Derneği Tiyatro Grubu 21:15 - Burhan Berken 22:00 - Film Gösterimi - Umut
18:30 - TAYAD Tiyatro Grubu Tarihin Çöp Sepeti 18:50 - Grup Günışığı 19:20 - Tiyatro Simurg: Türkülerde, Öykülerde Anadolu 19:55 - Ankara Haklar Derneği Halk Oyunları Ekibi Karaşar Zeybeği 20:15 - Nilüfer Sarıtaş 20:50 - İdil Tiyatro Atolyesi 21:25 - Grup Yorum
26 Haziran Pazar
SERGİLER: Yöre çadırlarında yöre yemekleri ve yöresel kıyafetler - Fotoğraf, Resim, Karikatür - Tarihimiz, Şehitlerimiz
10:00 - Çocuk oyun alanı, sergiler, sinevizyon gösterimleri (GÜN BOYU DEVAM EDECEK) 15:00 Söyleşi – Sağlık Sorunlarımız 16:00 - Karadeniz Özgürlükler Derneği Horon Ekibi 16:20 - Ege Özgürlükler Derneği Halk Oyunları Ekibi / Zeybek Oyunu 16:40 - Anadolu Haklar Derneği Halk Oyunu Ekibi 17:00 - Söyleşi: Örgütlenme ve Mücadele
Ayrıca gün boyu açık olacak ve bilgilendirme yapacak standlar: HALKIN HUKUK MASASI HALKIN SAĞLIK MASASI
HALK CEPHESİ
25 Haziran-1 Temmuz 25 Haziran 1995’de Dersim’in Ovacık ilçesi Yeşilyazı nahiyesi Kardere mevkiinde, oligarşinin askerleri tarafından kuşatıldılar. Kenan Gürz’ün Kenan GÜRZ Zehra ÖNCÜ komutasında 15 saat süren yiğitçe çatışma sonrasında şehit düştüler. Kenan, 1976 Dersim’in Hozat ilçesine bağlı Bileldi köyünde doğdu. 1993’te gerillalar Doğan GENÇ Cem GÜLER ile tanıştı, bir süre sonra da onlara katıldı. Politik yetkinliğiyle kısa sürede komutanlardan biri olarak görev aldı. Figen, Hozat doğumludur. Daha küçüklüğünden itibaren tanık olduğu tüm baskılara karşı, kurtuluşun mücadeleFigen den geçeceğini görerek gerillaya katıldı. YALÇINOĞLU Cem, 1979 Hozat Koru köyü doğumluydu. 12 yaşındayken gerillaya özlemi başladı. Elazığ’da lisede anti-faşist mücadele içinde yer aldı. 1995’te gerillaya katıldı. Şehit düştüğünde 16 yaşına bile girmemişti. Doğan, 1968’de Dersim’in Pertek Söğütlütepe köyünde doğdu. Küçük yaşta çalışmaya başladı. Sömürüldüğünün bilincine vardı ve mücadeleye katıldı. 1995 yazında gerilla oldu. Zehra, 1970 Çorum doğumluydu. 1990’da devrimci hareketle tanıştı. Diyarbakır’da Sağlık-Sen içinde çalıştı. 1993 yazında gerilla oldu. Girdiği son çatışmada, mermisi bittikten sonra, elinde sakladığı el bombasının pimini çekip bedel ödeterek şehit düştü.
1980 Ardahan ili Çıldır ilçesi Gölbelen Köyü doğumluydu. Hapishanelerde süren katliama karşı, Adalet Bakanlığı’na yönelik giriştiği feda eylemi sırasında, ölüm mangaları tarafından katledildi. 1999'da öğrenciyken devrim mücadelesine katıl dı. KTÜ Giresun Eğitim Fakültesi’ni bitirdi. Eyüp BEYAZ Ancak o, çok daha büyük bir davada halkın öğretmeni olmayı seçti. Gençlik örgütlenmesi ve askeri örgütlenmede yeraldı. Son üstlendiği görevde, 1 Temmuz 2005’te cüretin, fedakarlığın, adaletin adı olarak ölümsüzleşti. 26 Haziran 1993’te, SHP İstanbul Gaziosmanpaşa ilçesi Başkan adayı Mehmet Altuncu’nun işyerinde, Altuncu’nun ihbarı sonucu pusu kuran polisler tarafından kurşuna dizildiler. Devrim Mehmet, 1976 Bingöl Kiğı Devrim Mehmet Yüksel EROĞLU GÜNEYSEL doğumluydu. Mücadeleye Liseli DevGenç saflarında katıldı. Şehit düşen amcasının oğlu Veysel Beysüren'i kendine örnek alıyordu. Yüksel, 1973 Sivas Zara doğumluydu. Devrimci mücadeleye 1990 yılında GOPKAD'da katıldı. Konyalı olan Sait, Konya Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğrencisiydi. 28 HaSait EROL ziran 1990’da Konya’da geçirdiği bir trafik kazası sonucu aramızdan ayrılan Sait, Konya devrimci gençliğinin öncülerinden biriydi.
Anıları Mirasımız Eyüp Beyaz’dan gençlere;
Tel: (0-212) 251 94 35 Haftalık Süreli Yerel Yayın Siyasi Dergi Fiyatı: 1 TL
Sahibi: Halit Güdenoğlu Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Eda ARI Adres: Katip Mustafa Çelebi Mah. Billurcu Sok. No: 20 / 2 Beyoğlu/İSTANBUL
Ofset Hazırlık: Ozan Yayıncılık Adres: Gülbahar Mah. Cemal Sahir Sok. Kral Apt. 7/1 B Blok No: 17 Daire: 6 Mecidiyeköy / İSTANBUL Tel: (0-212) 216 41 78 Faks: (0-212) 216 41 79 Yurtdışı Büro: Vakıf EFSANE
www.yuruyus.com Pieter de Hoochstr. 30 3021 CS Rotterdam/Nederland ISSN: 1305-7944 Baskı: Ezgi Matbaacılık-Sanayi Cad. Altay Sok. No: 10 Çobançeşme / Yenibosna / İST. Tel: (0-212) 452 23 02
info@yuruyus.com Dağıtım: Turkuvaz Dağıtım Pazarlama San. ve Tic. A.Ş. Tel: (0-216) 585 90 00
Avrupa: 4 Euro Almanya: 4 Euro Fransa: 4 Euro İsviçre: 6 Frank
Hollanda: 4 Euro İngiltere: £ 3 Belçika: 4 Euro Avusturya: 4 Euro
Ülkemizin umudu, geleceği sizlersiniz. Bugün en yoğun saldırı sizleredir. Bir yandan yoz kültürle bilinçlerimiz dumura uğratılmakta, diğer yandan, paralı, gerici eğitimle, işsizlikle geleceğimiz karartılmaktadır. Geleceğine sahip çıkan onurlu gençler, soruşturmalara uğramakta, okullardan atılmakta, terörist ilan edilmektedir. Polis, idare ve sivil faşistlerin işbirliği ve saldırısıyla mücadelemiz engellenmeye çalışılmakta, eğitim hakkımız gasbedilmektedir. Bağımsız, demokratik, sosyalist Türkiye’nin yılmaz savunucusu gençlerimiz mücadeleyi büyütelim, paralı eğitime, yozlaşmaya, tecrite, soruşturmalara mücadelemizle engel olalım. Mücadelemiz sizler içindir.
Turgut AKKAYA
Şükrü SÜLEK
27 Haziran 1980 gecesi, İstanbul Zeytinburnu’nda faşistler tarafından kaçırılıp işkenceyle katledildiler.
Yoldaşlar; Acılar, sevinçler, hasretlikler tatmışız Ne mutlu bizlere ki Bu büyük ailede yaşamı ve ölümü paylaşmışız Bu zulüm düzenine Bizi birbirimizden ayırdığı için Zorunlu hasretlikler dayattığı için Lanet olsun diyorum / Sizleri çok seviyorum. Yaşamım binlerce kez feda olsun sizlere Hasretimi, zaferin aydınlık sabahına saklıyorum. Sizi orada bekliyorum. KURTULUŞA KADAR SAVAŞ
Eyüp BEYAZ
İçindekiler 4
Bu tablo, devrimci alternatifin büyümesiyle değişecektir!
Örgütlenelim, birleşelim, savaşalım
7 Halk komiteleri kurmalıyız (Bölüm 1)
10 Birleşelim! Solun birliği sandık etrafında sağlanamaz
13 Savaşalım! Asla
barışmayacak,
asla affetmeyeceğiz!
15 Düzen partileri yoksul gecekondu mahallelerimize giremeyecek!
16 Öğretmenimiz: İnanmak öğrenmektir! En önemli devrimci faaliyet öğrenmek, en birinci görev bireysel eğitim
17 Toplu mezara gömülen halk savaşçımız, gerillamız Ali Yıldız’ın cenazesini istiyoruz!
24 Saldırılar karşısında boyun eğmeyeceğiz
26 Remzi Uçucu: Defalarca ispatladık, bu ülkede umut bitirilemez!
28 İşbirlikçi AKP iktidarı Suriye halkının düşmanıdır!
29 Bombalar! Eurolar! Ve siyasal kuşatma!
30 Ege’ye yeni bir İncirlik kuruluyor!
31 Devrimci Okul: Disiplin 34 Cepheli: İnisiyatifli olmak 35 Hapishanelerdeki onursuz arama devletin ahlaksızlığıdır
36 Devrimci 1 Mayıs Platformu’nun değerlendirmesi: Taksim’de kitlesel, coşkulu ve görkemli 1 Mayıs
39 Gençliğin Gündeminden: AKP’nin eğitimdeki düzenlemesi, daha fazla baskı ve terördür
40 Röportaj: Eğitim-Sen’liler “parasız eğitim” talebini değerlendiriyor
41 Gençlikten haberler 42 Anadolu Halk Festivali başlıyor 44 Devrimci Memur Hareketi: Benim memurum işini bilir
45 Halk Düşmanı AKP: Kayıpları katliamları yok sayan AKP
46 Yıkımlara karşı mücadele kurultayı sonuç bildirgesi
47 Savaşan Kelimeler: Kötü muamele değil işkence
48 Evet şimdi bu konuştuklarınızı da yayınlıyoruz
20 Zenginin cenneti
Ülkemizde Gençlik
yoksulun cehennemidir
21 Oligarşinin hukuku, nasıl hüküm veriyor?
22 Çayan’daki direniş halkı güçlü kılıyor
37 Parasız eğitim üç beş bedava kitaptan ibaret değildir
38 Gençlik Federasyonu’ndan: Ferhat ve Bernalar olarak oturma eylemindeyiz
50 Anlaşmayacağız! Uzlaşmayacağız! “Uymayacağız!”
51 Avrupa’da Yürüyüş 54 Haberler 54 Yitirdiklerimiz
Tarih: 10 Temmuz 2011 Saat: 19.00 Yer: Dersim Atatürk Stadyumu DERSİM İletişim: 0-534 668 69 84 0-428 212 18 52 DERSİM HALK CEPHESİ
Kardeşliğimizi, kültürümüzü, ihtilalimizi büyütmek için...
Tarih: 26 Temmuz 2011 Saat: 13:00 Yer: KÖLN CHORWEILER FÜHLINGER SEE (Piknik Alanı)
Yer: Sibel Yalçın Parkı Okmeydanı İSTANBUL
Tarih: 24-25-26 Haziran 2011
İletişim: 0-212 238 81 46 HALK CEPHESİ
Bu Tablo, Devrimci Alternatifin Büyümesiyle Değişecektir! * AKP’nin seçim ‘zaferi’, işbirlikçiliğinin ödülüdür!.. ‘Zafer’ emperyalistler ve işbirlikçileri tarafından AKP’ye sunulmuştur.
* AKP’nin seçim başarısında, milliyetçiliği körükleyerek, “büyük devlet”, “büyüyen ülke” aldatmacasıyla kitlelerde beklentiler yaratabilmiş olması, belirleyici nedenlerden biridir.
* Tüm bu etkenler ancak, devrimci alternatifin kitleleri kucaklayamadığı koşullarda etkili olabilmiştir: Seçim sonuçlarını asıl belirleyen, kitlelerin alternatifsizliğidir!
1 Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
2 Haziran genel seçimleri, AKP’nin seçimlerden yine birinci parti olarak çıkmasıyla sonuçlandı. AKP, oyların yaklaşık yarısını aldı. 12 Haziran’dan bu yana da televizyonlarda, gazetelerde seçim sonuçları üzerine tartışma ve yorumlar devam ediyor.
D
evrimciler, beyinlerini asla burjuvazinin çöplüğü haline getirmemelidirler. Seçimler burjuva, küçük burjuva aydınların bakış açısıyla bizimki temelden farklıdır. Farklı olmalıdır. Seçimlerin ortaya koyduğu politik, ideolojik, sosyolojik olguları elbette değerlendireceğiz; ama bu değerlendirmeler, kendi ölçülerimiz içinde olmalıdır. Seçimleri değerlendirirken, Marksizm-Leninizmin çizdiği çerçevede, halk gerçeğini, oligarşi gerçeğini ve devrimci bakış açımızı hiçbir biçimde gözden kaçırmamalıyız. Bu üç nokta, bizim doğru değerlendirmeler yapmamızı sağlayacak temel noktalardır.
T
ürkiye emperyalizme bağımlı bir ülkedir; hiçbir gelişme emperyalizm ve bağımlılık gözönünde bulundurulmadan açıklanamaz.
4
A
KP’nin seçim başarısı, erzak dağıtmaktan kadınların ev çalışmasının etkisine, ahlaksızlık kasetlerinin yarattığı etkilerden Erdoğan’ın “karizmatik kişiliği”ne kadar bir çok nedenle açıklanmaya çalışılıyor. Bu nedenler arasında tek bir şeyden, emperyalizm işbirlikçiliğinden hiç ama hiçbir biçimde söz edilmiyor.
O
ysa, seçim sonuçlarını belirleyen etkenlerin başında bu gelmektedir. Tüm rakamların gösterdiği gibi, AKP iktidarı, ülkemizin her yanını ve tüm kaynaklarını, emperyalist tekellerin sınırsız yağmasına açmıştır. Emperyalistlerin yatırımları, hiçbir iktidar döneminde olmadığı kadar çoğalmıştır. İkincisi, siyasi olarak da AKP, Ortadoğu’da, Kafkaslarda tereddütsüz emperya-
Halkın düzen partilerine oy vermesinin çeşitli nedenleri vardır; alternatifsizlik, aldanmak, yozlaşma, bireycileşme, çaresizlik, örgütsüzlük ve devrimin bıraktığı boşluk...
lizmin hizmetindedir.
İ
şbirlikçi tekeller de, hiçbir iktidar döneminde olmadığı kadar çok kazanmakta, servetlerine servet katmaktadırlar.
İ
şte bu koşullarda, emperyalistlerin ve işbirlikçi tekellerin görünür ve görünmez tüm destekleri AKP’den yana olmuş; burjuva basın yayın organları hemen hemen tamamen AKP’nin seçimleri kazanmasının hizmetine verilmiştir. İşbirlikçi burjuvazinin AKP’ye desteği o kadar güçlüdür ki, seçim arifesinde, AKP’li Arınç TÜSİAD Başkanı’na çok ağır hakaret ve aşağılamalarda bulunmasına rağmen, tekelci burjuvazi bunu geçiştirmiş, AKP’ye desteğini sürdürmüştür.
H
alkta yaratılan “büyümeden pay alma” beklentisi, AKP’nin seçim başarısındaki belirleyici yanlardan biridir.
T
OKİ aracılığıyla devlet arazilerini kullanarak yaratılan hayaller, milliyetçiliğe seslenen “büyüme” yalanları, “büyük devlet” demagojileri, kitleleri etkilemekte bu propagandalar, bir yerde kitlelerin AKP iktidarına
dair diğer gerçekleri görmesini de engellemektedir.
A
KP, kitleleri, büyüyen bir ekonomide, giderek lider ülke haline geleceği beklenen bir ülkede, ev, sağlık gibi imkanlardan bugün değilse bile, birgün kendilerinin de yararlanabileceği umuduna inandırmakta, oldukça etkili olmuştur.
G
erçekler kuşku yok ki, bu propagnadaların bir aldatmaca olduğunu gösteriyor. TOKİ verilerine göre, “Bitirilme aşamasındaki konutların sayısı 358 bin dolayındadır.” (Üstelik hepsi halk için olmayıp, bir kısmı lüks konuttur). Açıklamalara göre de bu sayı 500 bine tamamlanacaktır. 73 milyonda 500 bin!
O
n milyonlarca gecekonduya karşı 500 bin... Bu rakamlar çok şey yapıldığının değil, düzenin halkın temel sorunlarını çözmediğinin ve çözemeyeceğinin göstergesidir. Fakat bu bizim gördüğümüzdür. Halkın en azından belli bir kesimi için ise, bu rakamlarda bir gün kendisinin de ev sahibi olabileceği umudu, beklentisi vardır ve ev sahibi olmak, insanların her yerde en önemli özlemlerinden biridir. AKP bu beklentileri sonuna kadar istismar edebilen bir partidir.
“
Sosyal güvenlik kurumlarının aynı çatı altında birleştirilmesi, sigortalıların bütün hastahanelere gidebilmesi... Yoksullara yönelik doğrudan sosyal yardım programları uygulanması” gibi etkenler de AKP’nin seçim başarısının nedenleri arasında gösteriliyor. Gerçek böyle olmamasına, tam tersine giderek ticarileşen bir sağlık hizmeti olmasına rağmen; AKP en temel sorunları, yoksulluk, sağlık, konut, eğitim ve bu konularda beklentileri kullanıp, halkı aldatma politikasını etkili bir tarzda sürdürüyor.
S
eçim sonuçları üzerine burjuva politikacılar tarafından yapılan “halk şu mesajı verdi, bunu de-
mek istedi” türünden yorumlar, çoğunlukla safsatadır. Mevcut seçim sistemini meşrulaştırmaktır. Bu seçimlerde, halkın özgür iradesinin tecelli ettiğini kabul etmektir. Oysa böyle bir durum söz konusu değildir. Halkın düzen partilerine oy vermesinin çeşitli nedenleri vardır; alternatifsizlik, aldanmak, yozlaşma, bireycileşme, çaresizlik, örgütsüzlük ve devrimin bıraktığı boşluk...
B
unların her biri değişik boyutlarda etkilidir... Halkın işsizliği, açlığı, tıka basa dolu hapishaneleri onaylaması mümkün değildir.
S
eçim sonuçlarını açıklamak için televizyon ekranlarında boy gösteren uzmanların farklılık, özgünlük adına yaptıkları değerlendirmelere itibar edilmemelidir. Yoksullaşmanın yozlaşmaya, çürümeye dönüşmesi de güçlü bir ihtimaldir. Bugün halkın çeşitli kesimleri içerisinde oyunu bir torba erzak karşılığında satmak elbetteki bencilleşmedir. Bir çürüme unsurudur. Ama bunlar geri döndürülemez eğilimler değildir. Devrimci mücadele ve müdahale bunları çok kısa zamanda tersine çevirebilir.
B
u sonuçlar yukarıda da belirtildiği gibi, bir çok etken altında ortaya çıkmaktadır. Devrimci anlamda kitleleri sarıp sarmalayacak, sarsacak devrimci bir alternatifin olmayışı en temel nedendir. Devrimciler açısından asıl önemli olan da budur. AKP’nin aldığı oy oranının büyüklüğünde düzenin kendi içinde alternatifler çıkaramaması da bir diğer nedendir. Düzen muhalefeti olmaya aday CHP bu seçimlerde bir çıkış yapmıştır. Ama bu altı boş bir çıkıştır. Çünkü empryalizmin çizdiği ekonomik ve siyasi çerçeve dışında, söylediği ya da söyleyebileceği birşey yoktur. Halkın yoksulluğuna karşı aile sigortası gibi bir kaç öne-
ri ortaya atmanın ötesinde hiçbir şey söyleyememiştir. Düzenin diğer partilerinin durumu da aynıdır. Şöyle bir düşünün, sonuçta aylar süren bir seçim süreci geçti. Hangi partinin ciddi bir sloganı var aklınızda? Hangi partiden mevcut koşulları sözde bile olsa sarsacak, değiştirecek bir vaat duydunuz?
H
alkın bin yıllardır isyanlarıyla, savaşlarıyla, yaşadığı acılarla, paylaşmasıyla, dayanışmasıyla, tarihsel bilgeliğiyle çok olumlu gelenekleri vardır. Bunlar halkı halk yapan özellikleridir. Fakat herhangi bir toplumda bu saf özellikleriyle bir halk aramak toplumsal gerçeğe terstir. Kapitalizm ve feodal kalıntıların hüküm sürdüğü her toplumda halkın sahip olduğu bu olumlu geleneklerle, kapitalizmin ve feodalizmin dayattığı bencillikler, bireycilikler, kurnazlıklar, köşe dönme özlemleri, çıkarcılıklar iç içedir. Bunlar daimi bir savaş halindedir ve iktidarın niteliğine bağlı olarak çeşitli toplumsal kesimlerde ikinci kategoride saydıklarımız zaman zaman öne de çıkabilir.
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
B
ugün özellikle küçük burjuva çevrelerde halkın ve çeşitli kesimlerin nasıl olup da bir erzak torbası karşılığında AKP’ye oy verdiği, oyunu nasıl bir yeşil karta veya bir iş vaadine sattığı üzerine halkı aşağılayıcı, küçümseyen, yargılayan yorumlar yapılmaktadır? Elbette her olgunun toplumsal, siyasal ve sosyolojik bir açıklaması vardır. Bunun da vardır.
D
evrimci hareket sık sık halkın yoksulluğundan, kitlesel işten çıkarmalardan hareketle kendiliğinden ayaklanmalar, direnişler bekleyenlere şunu hatırlatmıştır: Yoksulluk her koşulda öfkeyi ve isyanı büyütmez. Yoksullaşmayı mutlaka ayaklanmalar izlemez. Bunun gerçekleşebilmesi yani yoksulluğun bir direniş, isyan ve savaş potansiyeli halini alması, devrimcilerin müdahalesiyle veya çok güçlü başka etkenlerin varlığıyla mümkündür. Bunlar yoksa, yoksullaşmanın yozlaşma-
5
ya, çürümeye dönüşmesi de güçlü bir ihtimaldir. Bugün halkın çeşitli kesimleri içerisinde oyunu bir torba erzak karşılığında satmak elbette ki bencilleşmedir. Bir çürüme unsurudur. Ama bunlar geri döndürülemez eğilimler değildir. Devrimci mücadele ve müdahale bunları çok kısa zamanda tersine çevirebilir.
B
iz AKP’nin aldığı yüksek oyda, sadece ve sadece devrim iddiamızı ve kitlelere ulaşmadaki kararlılığımızı, militanlığımızı daha da büyütmemiz gerektiğini görüyoruz. Yoksullukta, yozlaşmada kimin ne gördüğü, küçük burjuvazi ile reformistlerle Marksist-Leninistler arasındaki temel farklardan biri budur.
B Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
u anlamda birçok kesimin olumsuzluk, umutsuzluk gördüğü 2011 seçimlerinde biz büyüyen ve daha da büyüyecek olan devrimimizi görüyoruz. Bu sürece militan devrimci bir müdahale için iddiamızı büyütmemiz gerektiğini görüyoruz. Bütün bu % 50’ler, küsürle 2530’lar, bu rakamların hepsi koftur. Güçlü iktidar, güçlü hükümet tespitleri tek yanlıdır. Örnekleriyle görülmüştür ve önümüzdeki yıllarda tekrar görülecektir ki, bütün bu “büyüyen güçler”, bütün bu büyüklüklere birde devrimci eylemlerle parçalanacak kadar kofturlar.
D
evrimcilerin bu seçimlerden çıkartacağı iki sonuçtan birincisi, anti-emperyalist, anti-oligarşik mücadeleyi büyütmek; ikincisi bu mücadeleyi büyütecek bir cepheyi gerçekleştirmek gerekliliğidir.
D
evrimciler açısından, halkı ve devrimcileri umutsuzlaştıracak bir sonuç söz konusu değildir. Halk ve oligarşi gerçeği bilindiğinde, sürprizlere yer yoktur. Biz olum-
Devrimcilerin bu seçimlerden çıkartacağı iki sonuçtan birincisi, anti-emperyalist, anti-oligarşik mücadeleyi büyütmek; ikincisi bu mücadeleyi büyütecek bir cepheyi gerçekleştirmek gerekliliğidir. suzlukta umudu, karşı-devrimde devrimi görebilenleriz. Şimdi gördüklerimiz de bunlardır.
B
una karşılık oy vermeyen, sandık başına gitmeyen kitlenin rakamlarından veya BDP öncülüğündeki Emek Özgürlük ve Demokrasi Bloku’nun çıkardığı milletvekili sayısından hareketle olumlu değerlendirmeler yapmak da, sol açısından, devrimciler açısından yerinde bir değerlendirme olmaz.
S
andık başına gitmeyen kitlelerin oranı, hemen her dönem, dikkate alınması gereken bir oran olmuştur. Sandığa gitmeyenlerin önemli bir kesimi ebette belli bir hoşnutsuzluğu ve tepkiyi içermektedir. Bu yanıyla devrimciler açısından bir potansiyel olarak önem verilmesi gereken bir orandır. Ancak, sandığa gitmemede esas olarak devrimcilerin iradesi ve politikası söz konusu değildir. Dolayısıyla bundan farklı sonuçlar çıkartmak, sandığa gitmemeyi kendimize maletmek, kendi kendini avutmaktan, kendi kendini kandırmaktan başka birşey değildir.
B
lok’un aldığı oy açısından ise şunları belirtmeliyiz. Birincisi, Blok, solun birliği değildir. Aldığı oyları da bu anlamda bütün solun oy-
ları olarak görmek mümkün değildir, doğru da değildir. Blok’ta esas olarak “sol” açısından reformist, oportünist solun bir kesimiyle Kürt milliyetçi hereketin ittifakı vardır. Bu ittifakı açıklamak için başvurulan THKP-C gibi solun ana damarlarıyla birleştik tarzındaki söylemler hiç bir şekilde gerçeği yansıtmamaktadır. Bu birlikte THKP-C’nin ve THKO’nun ihtilalci çizgisini uzaktan yakından temsil edebilecek hiçbir kişi ya da grup yoktur. Bu böyle bilinmelidir. İkinci olarak Blok’un gösterdiği bağımsız adayları kim belirlemiştir bilemiyoruz. Bunları Kürt milliyetçi hareket mi belirledi, yoksa Blok’un bütün adaylarda onayı var mıdır, bilemiyoruz. Ama kesin olarak bildiğimiz şudur: Söz konusu bağımsız adayların ifade ettiği bir birlik varsa, bu birlik Kürt gericiliğiyle birliktir. Şerafettin Elçiler’in, Altan Tanlar’ın sınıflar mücadelesindeki yeri budur. Bu “ulusal birlik” kategorisinde de değerlendirilemez. Ulusal birlik ancak ilericilik temelinde yapılırsa ulusal birliktir. Şerafettin Elçiler’le Altan Tanlar’la yapılan birlik ise gericilikle, düzen güçleriyle yapılan faydacı bir ittifaktır.
E
MEP, SDP ve Blok’taki diğer siyasi hareketlerin bu ittifaktaki gerici adaylara destek verip vermediklerini, verdilerse hangi gerekçeyle verdikleri, vermedilerse bunun nasıl bir birlik ve blok olduğu izaha muhtaçtır. Bunları izah etmeden geçiştirerek politika yapılamaz. Bunları izah etmeden doğru bir birlik anlayışı savunulamaz.
D
evrimimizi büyüteceğiz. Seçimin, öncesiyle sonrasıyla bizim omuzladığımız görev budur.
Şehitlerimizle ilgili bilgiler, www.ozgurluk.org sitesine yüklendi... Buradan Şehitlerimiz başlığından şehitlerimize ilişkin bilgilere ulaşabilirsiniz. Sitede şehitlerimizle ilgili onların yaşamlarını anlatan özgeçmiş sayfaları ve onlar hakkında yoldaşlarının, yakınlarının anlatımlarını içeren sayfalar yer almaktadır.
6
“Örgütlenmek, daha çok örgütlenmek ve halk kitlelerinin doğrudan söz ve karar sahibi oldukları halk örgütlerini yaratmak ve halkı savaştırmak, savaşı halklaştırmak bugünkü vazgeçilmez sorunumuzdur.” (Dayı)
1 Bu sayımızda yeni bir yazı dizisine başlıyoruz. Amacımız, temel olarak halk örgütlenmeleri yaratılmasının zorunluluğuna dikkat çekmek ve bu konuda dünyada ve ülkemizdeki çeşitli halk örgütlenmeleri örneklerini incelemek. İstanbul’un Çayan Mahallesi’nden de, Vietnam’dan da örnek vereceğiz. 1910’ların Rusya’sındaki “Sovyetler”den ve 2000’ler Arjantin’indeki Piqueteros’lardan (barikatçılar) söz edeceğiz. Sık sık söylemişizdir ve sonuçları itibarıyla tekrar tekrar kanıtlanmıştır. Örgütsüz bir halk, hiçtir, güçsüzdür, onun sözü, iradesi yoktur. Güç örgüttür. Örgütlenmek, halkın güçlenmesidir. Halkın güçlenmesi devrimin güçlenmesidir. Yazı dizimizde ısrarla üzerinde duracağımız yanlardan biri de bu olacaktır. Her örgütlenme, devrime hizmet etmelidir. Bu, hayatın çeşitli alanlarında oluşturulacak taban örgütlenmeleri için de geçerlidir. Sivil toplumculukla, devrimci örgütlenme anlayışı burada ayrışır birbirinden. Şurası çok açıktır; devrim perspektifini kaybeden halk örgütlenmeleri yok olmaya mahkumdur.
orada bir başarı, orada asgari anlamda bir sonuç alıcılık vardır. Onlarca komite, tam bağımsızlık şiarını İstanbul’un dört bir yanına taşımıştır. Yüzlerceyi binlerce komite olarak düşünün. Milyonları meydanlarda toplamamız işte o zaman mümkün olacaktır. Komitelerin tayin ediciliği işte bu kadar büyüktür. Binlerce komite, hiç hayal değildir, imkansız değildir. Gençliğin YÖK’e karşı mücadelesinde 1990 6 Kasım’ında boykot kararı alınmıştı. Boykotu örgütlemek için yalnız İstanbul’da 100’ü aşkın komite kuruldu, bu komitelerde 1000 civarında öğrenci görev almıştı. Sonuç: 1990 6 Kasım boykotu, en başarılı boykotlardan biri olmuştur ve hiç kuşku yok ki, bu sonucu yaratan en önemli etkenlerden biri yaygın komitelerdir. 1990-91 yıllarında oluşturulan Emperyalist Savaşa Hayır Komiteleri, yaygın taban örgütlenmelerinin, yaygın komiteleşmenin mücadeleye nasıl bir dinamizm ve kitlesellik kazandırdığının bir başka örneğidir...
Birinci Bölüm: Halk Komiteleri Nedir? Neden Gereklidir? İşlevi Ne Olacaktır? “Tam Bağımsız Türkiye” konserinde 150 bin kişinin bir araya toplanabilmesinde, ideolojik, örgütsel, tarihsel bir çok etken vardı. Konserin örgütlenmesinde aktif bir rol oynayan halk komiteleri’nin varlığı da bu etkenlerden biriydi. Bir yanıyla halk komitelerinin eseriydi Bakırköy’deki halk denizi. Halkın tankı yok, topu yok. Uçak gemileri, akıllı bombaları yok. Peki buna rağmen, halklara dev orduların koruduğu oligarşik diktatörlükleri yıkma gücünü veren nedir? O güçlerden biri ve en temel olanı, örgüttür. Yazı dizimizin ileriki bölümlerinde göreceğimiz gibi, o örgütlenmelerin bir çok biçimi ve bir çok görevi vardır. Biz burada ağırlıklı olarak taban örgütlenmeleri üzerinde, komiteler üzerinde duracağız.
Komiteler varsa, orada başarı ve zafer vardır Halk Komiteleri’nin 17 Nisan’da Bakırköy’deki “Tam Bağımsız Türkiye” konserinde gösterdiği başarı tesadüf değildir. Komiteler nerede varsa,
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
Halkın hangi örgütlülükleri vardır? Örgütsüz halk; güçsüz halktır... Örgütsüz halk, gelişmeler üzerinde herhangi bir müdahale şansı olmayan halktır... Değiştirebilen, kendi kaderini eline alabilen ve kendi geleceğini, kendi kaderini belirleyebilen halklar,
7
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
8
sadece ve sadece örHalk komiteleri, gütlü halklardır. bir alanda bir birimde, o alanın yönetici Örgütlenme deunsurlarının dışında, yince, akla bir çok bien tabana inmeyi heçim gelir. Halkların defleyecek tarzda tarih boyunca yarattıoluşturulmalıdır. ğı bir çok örgütlenme Yani, halk komitelebiçimi vardır. Markri, bir bakıma, hersizm-Leninizm’le birhangi bir işin örgütlikte bu örgütlenmeler, “Silahlı savaşı geliştirmeyen, halkı lenmesinde, bizzat amaçları, hedefleri, işörgütlemeyen ve silahlandırmayan hiçbir halkın görevlendirilleyişleri itibarıyla mesidir. Halk komiteledaha netleşmiştir. hareketin gelişme şansı yoktur.” (Dayı) rinde, halk içinde öne çıHalkların politik, askan inisiyatifli, halk önderi Mücadele Komiteleri, Uyuşturucu ve keri, ekonomik, demokratik örgütdiyebileceğimiz insanlarımız yer alaHır sız lık la Mü ca de le Ko mi te le ri, 1 lenmeleri vardır. Bu örgütlenmelerin bileceği gibi, böyle bir görevi üstleMayıs Komiteleri, Emperyalist Sabir kısmı öncü nitelikte örgütlenmenebilecek her insanımız yer alabilir. vaşa Hayır Komiteleri, Özelleştirler, bir kısmı ise taban örgütlenmeleri meye Karşı Mücadele Komiteleri, olarak şekillenir. Zaten böyle olduğu ve olması gegibi komiteler, bu kategori içinde rektiği için, halk komiteleri, taban Parti, halkların politik örgütlensayabileceğimiz örgütlenmelerdir. örgütlenmeleridir. mesidir. Devrimci Parti, sınıflar müParti, Cephe, Demokratik Kitle cadelesinde ezilenlerin kurmayı, yol Bu komiteler, “Tam Bağımsız TürÖrgütleri, taban örgütlenmeleri... göstericisidir. Halkın iktidar iddiası kiye” konseri sürecinde olduğu gibi, Bunların her biri, halkın kurtuluş müParti’de somutlanır. üç, beş, yedi kişiden oluşabileceği cadelesinde farklı ihtiyaçlara cevap vegibi, iki kişiden de oluşabilir. Asıl olan Cephe, halkın kitlesel, politik ve ren örgütlenmelerdir ve genel olarak onun rolüdür. Mesela, bu komiteler askeri nitelikler alabilen örgütlennebirbirlerinin rakibi değil, birbirlerini oluşturulurken, eğer hemen komiteye sidir. Halkın çeşitli kesimlerinin potamamlayan örgütlenmelerdir. alabileceğiniz ikinci bir kişi yoksa, eşilitik, ekonomik demokratik nitelikli nizle birlikte bir “halk komitesi” örgütlenmelerini birleştiren “deHalk Komiteleri dar olun, “çocuğunuz ve siz bir komite mokratik cephe”ler olabileceği gibi, örgütlenmelerdir; ancak olun” bakış açısı önerilmiş ve bu baasıl olarak emperyalizme ve oligarşiye taban örgütlenmeleridir kış açısıyla komiteler oluşturulmuştur. karşı askeri savaşı sürdüren Cephe’ler de vardır. (Bazı durumlarda, Burada halk komiteleri açısından Komiteleri daha önce yaptığımız halkın silahlı savaşını sürdüren örözel olarak belirtilmesi gereken nokbir ayrımda üçe ayırmıştık: gütlenmeler, doğrudan “halk ordusu” ta, halk komitelerinin bir birim ve 1-) Bir örgütün en üstten en alta adıyla da anılmıştır.) alanda tek bir komite olarak ön gökadar tüm çalışma alanlarında, biDemokratik Kitle Örgütleri, rülmediğidir. Mesela; bir mahallede, rimlerinde yönetim organı olarak halkın ekonomik, demokratik, sosyal bir okulda, birden çok halk komitesi varolan komiteler. Bu komiteler örkültürel talep ve amaçları doğrultukurulabilir ve esas olarak da kurulması gütün değişmez bir parçası olarak sunda oluşturulmuş örgütlenmelerdir. hedeflenmelidir. Bir alanda, mesela sürekli ve kalıcıdırlar. Sendikalar, odalar, kültür merkezlememur alanında, onlarca, yüzlerce 2-) İkinci tür komiteler, taban örri, yöresel dernekler, inanç ve millihalk komitesi olabilir... gütlenmesi olarak kurulan, kurulmayet temelindeki dernekler de deYani burada komitelerden söz sı hedeflenen Halk Komiteleri’dir. mokratik kitle örgütlerinin farklı biederken, belli bir konuda belli bir 3-) Geçici, dönemsel, belli bir çimleridir. alanda oluşturulan tek tek komitealana veya konuya yönelik oluştuTaban örgütlenmeleri, halkın lerden söz etmiyoruz. Burada sözü rulan komiteler; ki bunları da halk doğrudan söz ve karar hakkını kullaedilen komiteler, her yerde her alankomiteleri çerçevesinde görmeliyiz. nabildikleri, kendilerini yönetmeyi öğda onlarcası, yüzlercesi birden oluşrendikleri örgütlenmelerdir. Halk koBurada sözünü ettiğimiz halk turulan türden komitelerdir. Örnekle miteleri, halk meclisleri, iş yeri kokomitelerini en özlü bir biçimde somutlarsak; diyelim ki TAYAD’lılar miteleri veya geçici olarak belli eyşöyle tanımlayabiliriz: “Halk komikendi içlerinde bir Tecrite Karşı Mülemler ve süreçler için oluşturulan teleri esas olarak, halkın sorunlacadele Komitesi oluşturdular. Bu belBoykot Komiteleri, Toplu Sözleşme rını kendi özgücüyle çözme temeli bir konuda mücadeleyi yönlendirKomiteleri, Grevlerle Dayanışma linde şekillenen örgütlenmelermek için oluşturulmuş bir komitedir Komiteleri, Çayda Sömürüye Karşı dir.” ama bir taban örgütlenmesi anlamına
KARDEŞLİĞİMİZİ KÜLTÜRÜMÜZÜ İHTİLALİMİZİ BÜYÜTMEK İÇİN
gelmez. Ama mesela, tutsak yakınları içinde, gençlikte, işçilerde, memurlarda, tek tek gecekondu mahallelerinde, Anadolu il ve ilçelerinde, tek tek okullarda en geniş kitleye giderek kurulacak Tecrite Karşı Mücadele Komiteleri, taban örgütlenmeleridir.
Taban örgütlenmelerinin diğer örgütlenmelerden farkı nedir? İşlevi nedir? Sendika, oda, dernek, parti gibi örgütlenmelerin bir çoğu, temsil esasıyla örgütlenirler. Yani her durumda üyelerin doğrudan katılımı söz konusu değildir; katılım, onların derece derece seçtikleri delegeler aracılığıyla sağlanır. Dolayısıyla, bunlarda söz karar hakkının DOLAYLI, BAŞKALARI ARACILIĞIYLA kullanımı söz konusudur. Taban örgütlenmeleri ise bu noktada doğrudan katılımın esas olduğu örgütlenmelerdir. Halk bunlarda söz ve karar hakkını doğrudan kullanır. Katılım, yönetim, inisiyatif, dene-
tim, doğrudandır. Kısacası, meclisler, halk komiteleri ve benzeri taban örgütlenmeleri, halkın söz ve karar hakkını, iradesini doğrudan ifade eden örgütlenmeler olarak diğerlerinden ayrılırlar. Sendikaların, odaların, derneklerin kendi tabanlarından iyice kopmaları, tabanlarının karar alma süreçlerine katılımını sağlamaktan iyice uzaklaşmaları nedeniyle, taban örgütlenmelerinin önemi bugün daha çok artmıştır. Ve diyebiliriz ki, her alanda taban örgütlenmeleri oluşturmadan, halk komitelerini, halk meclislerini yaygınlaştırmadan halkı örgütlemekten söz edemeyiz.
Halk Komiteleri, halkın katılımıdır, halkın kendini örgütlemesidir Halk komiteleri, önce kendilerini, sonra çevrelerindeki halkı, adım adım, örgütlenen ve örgütleyen,
Madde madde Halk Komiteleri Yazı dizimizin bu ilk bölümünde “halk komiteleri nedir?” sorusuna maddeler halinde, şematik bir cevap da verelim dedik. Şematikleştirme, belli tanımlar içine sığdırmaya çalışma, her zaman belli eksiklikleri içinde taşısa da, anlamayı-anlatmayı oldukça kolaylaştırıcı bir yanı vardır ve bu nedenle böyle bir bölüm yapmakta yarar gördük. *** Halk komiteleri, halkın örgütlenen olmaktan çıkıp, örgütleyen olmaya başlamasıdır... Halk Komitesi, örgütlenmek ve örgütlemektir. Halk komiteleri, örgüte hayat veren organlardır. Halk komiteleri, gerçekleri yaymanın, kitleleri bizden, faaliyetlerimizden, düşüncelerimizden haberdar etmenin aracıdır. Halk komiteleri, milyonları, düzenin kuşatmasından, çürütmesinden kurtarıp, onları devrime kazanacak, en azından bunun için ilk adımı attıracak örgütlenmelerdir. Halk komiteleri, halkın yaratıcılığının, imkanlarının açığa çıkarılmasıdır. Halk komitelerinde, her milliyetten, her inançtan, her meslekten, her bilinç düzeyinde halktan herkes yer alabilir. Halk komiteleri, kendiliğindenciliğe karşı iradiliktir. Halk komiteleri, bireyci düşünce ve yönetim tarzına karşılık, kolektif üretim ve yönetimdir. Halk komiteleri, ben’i biz, tekili çoğul yapmaktır.
yönetilen ve yöneten, eğitilen ve eğiten, çağrılan ve çağıran, kitle çalışması yapan insanlar haline getirir. Komiteler, hem genel olarak mücadele ve örgütlenme konusunda, hem de şu veya bu konuda, ülke çapında seferberliğimizin ve iradiliğimizin biçimidirler. Halk komiteleri, bunların bir anlamda genel ismidir; her alanda, her konuda oluşturulabilir. Halk komiteleri, paylaşmaktır. Halkın düşüncelerini, önerilerini, kafalarındaki soruları, kaygılarını, emeğini, coşkusunu paylaşılır hale getirir. Yukarıda, halk komitelerini “halkın sorunlarını kendi özgücüyle çözme” temelindeki örgütlenmeler derken; burada yaptığımız tanım, sadece su, yol, elektrik gibi sorunların çözülmesiyle sınırlı olarak görülmemelidir. Mesela halkın adalet için mücadelesinin örgütlenmesinde rol üstlenen komiteler veya yukarıda örnek verdiğimiz gibi görevi, rolü, bütünüyle halkın 1 Mayıs’a katılımını sağlamakla sınırlı 1 Mayıs Komiteleri gibi komiteler de olabilir. Bu görevlerine bağlı olarak da daha kısa vadeli olabilecekleri gibi, herhangi bir birimde yıllarca sürebilecek uzun vadeli örgütlenmeler de olabilirler. Halkın kendi sorunlarının çözümünde söz, karar, inisiyatif sahibi olmasında, halkın iradesinin açığa çıkarılmasında ve giderek “halkın kendi kendini yönetmeyi” öğrenebilmesinde, bu tür örgütlenmeler zorunludur. Bulunduğumuz her yerde halk komiteleri kurabiliriz! Bu komiteleri kurarken idealleştirmekten, mükemmeliyetçilikten kaçınmalıyız. Bu konuda hiçbir Cepheli yanlış yapmaktan korkmamalıdır. -devam edecek-
ANADOLU HALK FESTİVALİ’NDE BULUŞALIM
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
9
Solun birliği sandık etrafında sağlanamaz
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
10
“Bu ateş, bütün nesnel koşulların yanı sıra Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun, uzun yıllardır bir türlü başarılamayan bu birlikteliğin kıvılcımıyla harlanıyor. Bu Blok, bu nedenle bir “seçim bloku” olmanın ötesine geçerek zulme karşı nasıl yeni bir güç yaratılabileceğinin öğretisini kurumsallaştırıyor...” (Ömer Leventoğlu Yeni Özgür Politika, 7 Haziran 2011) Yanılıyor ve yanıltıyorsunuz. Birincisi, 2011 seçimlerinde oluşturulan “Emek Özgürlük ve Demokrasi Bloku”, “uzun yıllardır bir türlü başarılamayan” türde bir birlik değildir. ‘90’lardan bugüne 20 yıldır hemen her seçim döneminde HEP-BDP çizgisi etrafında sayısız birlik, blok oluşturulmuştur. Ve o blokların bir çoğu hakkında da yukarıda Leventoğlu’nun yazdıkları yazılmış, diyebiliriz ki istisnasız hepsi, “Türk soluyla Kürt solu’nun” veya “Türk ve Kürt halklarının birliği” olarak, “solun birliği” olarak ilan edilmiştir. Ki, hiçbiri gerçeğin ifadesi değildi. İkincisi; oluşturulan “seçim bloku”na yine olmadık misyonlar yükleniyor. Seçimlerde oluşturulan hemen bütün bloklar için “seçimlerden sonra da devam etmeli” görüşü hep söylenegelmiş ve bu hiçbirinde de gerçekleşmemiştir. Dolayısıyla, yeni olan, daha önce başarılamayıp şimdi başarılmış olan bir şey yoktur bu blokta da. Leventoğlu’nun yukarıda kurduğu cümleler, bir eksik, bir fazlasıyla defalarca söylenmiştir. Bütün bu seçimlik birlikler tarihinde, cevaplanması gereken iki temel soru vardır: Oluşturulan birlikler, öyle olmadığı halde, neden hep ısrarla “solun birliği” olarak lanse edildi? İkincisi, blok üyeleri, hiçbir seçim
THKP-C geleneği ölmüş de canlandıracaksınız ha! Hem de THKP-C geleneğini canlandıracak olan kim? Parlamenterist bir Blok ve Kızıldere’de başladığı kaçışını, yıllardır legalizm bataklığında sürdüren bir kişi... Biz biliriz ki; “DEVRİM İÇİN SAVAŞMAYANA SOSYALİST DENMEZ.” Sosyalistliğin ölçüsü bu kadar açık ve nettir. sonrasında, blokların neden seçimler sonrasında bir türlü devam edemedğinin ciddi bir muhasebesini, tartışmasını yapmadılar. Yapsalardı görürlerdi ki ortada, Türk ve Kürt halklarının, tüm diğer milliyetlerin ve tüm solun birliğini hedefleyen ne bir bakış açısı, ne bir program yoktur. Söz konusu bloklar, “seçimlik”tir ve faydacılık temelinde bir araya gelinmiştir. Her seferinde de seçim geçmiş, ittifaklar da bitmiştir! Biz bütün bu süreçlerde oluşturulan birlikleri “seçimlik birlikler” olarak adlandırırken, kendileri genellikle buna itiraz etmiş, tersini savunmuşlardır. Sonuç ortadadır. Söz konusu birliklerin, blokların bileşenleri unutmuş olabilir; biz kısa
bir hatırlatma yapalım:
Tarih, 1 Kasım 1992 yerel seçimleri: Devrimci Seçim Bloku... Blok; Halkın Emek Partisi (HEP)’nin önerisiyle kuruldu. HEP, Kurtuluş (KSD), Direniş, Newroz, Hedef, Serketin, Komal, Medya Güneşi, Özgür Halk, Komün, Toplumsal Kurtuluş, Newroz Ateşi, Barikat’ın oluşturduğu birliğin adı, “Devrimci Seçim Bloku” idi. Blok, amaçlarını; “faşizme karşı mücadeleyi yükseltmek (...) burjuva, mafya türü belediyeciliğe karşı alternatif bir yerel yönetim anlayışını ... gerçekleştirmek ve sosyalizm propagandasını yaygınlaştırmak” olarak açıklamıştı. Peki “Devrimci Seçim Bloku”ndan solun tarihine ne kaldı?
Tarih, 24 Aralık 1995 genel seçimleri: Emek Barış Özgürlük Bloku... “HADEP’ten ÖDP’ye, SİP’ten Atılım’a pek çok çevrenin içinde yer aldığı Emek Barış Özgürlük Bloku kuruldu. Blok’la "faşizmin önünü kesmekten” bahsettiler. Hızlarını alamayıp, Blok’un hedefinin “halk iktidarını kurmak” olduğunu açıkladılar. Sonuç; Emek Barış Özgürlük Blok’u, seçimden sonra, kendiliğinden dağıldı. Kendilerini sona erdirecek bir iradeyi bile gösteremediler.
Tarih, 3 Kasım 2003 Genel Seçimleri: Emek Barış ve Demokrasi Bloku... İçinde HADEP, EMEP ve SDP gibi reformist partiler yer aldı. O zaman da bu blok’un “O güne kadar Türkiye solunun yapamadığını” yaptığı, “Kürt-Türk kardeşliğini kurumsallaştırdığı” iddia edildi. Blok, “demokrasi mücadele-
KARDEŞLİĞİMİZİ KÜLTÜRÜMÜZÜ İHTİLALİMİZİ BÜYÜTMEK İÇİN
sinin tartışmasız öncüsü” ilan edildi. “Artık herkes yerini ‘Bloka göre’ belirleyecek”ti! 3 Kasım seçimlerinden sonra bloku gören duyan olmadı.
Tarih, 28 Mart 2004 yerel seçimleri: Demokratik Güç Birliği... Aynı anlayışlar, EMEP, ÖDP, SDP, DEHAP, Özgür Parti ve SHP, “Demokratik Güç Birliği”ni kurdular. Kurulan birlik DEHAP’la burjuva SHP’nin ittifakıydı. Diğerlerinin varlığı yokluğu belli değildi. SHP çatısı altında oluşturulan “Güç Birliği”nin adayları bile halka “solun ortak adayı” olarak tanıtıldı. “Güç Birliği” için şunlar söylendi: “Solda dünya modeli”, “Solda uzlaşma kültürünün en iyi örneği”, “Solun, AKP karşısındaki seçeneği...”
Tarih, 2007 Temmuz genel seçimleri... “Bin umut adayları”... 2007 genel seçimlerinde yine DTP etrafında, reformist sol partilerin ve solun belli kesimlerinin katıldığı/desteklediği bir birlik oluşturuldu. “Sol birlik”, “solun ittifakı” sözleri çok edildi; “Sol”un alameti farikası, Ufuk Uras, Baskın Oran gibi kişilerin aday gösterilmesiydi. Yani bugünün Ertuğrul Kürkçü’sünün, Sırrı Süreyya Önder’inin yerinde o zaman da onlar vardı... ve aynı şeyler söyleniyordu... O sol parlamentoda ne yaptı? Sol adına hiç bir şey! Çünkü kurulan ititfakla, onlara atfedilen misyon ve muhteva arasında gerçek hiçbir bağ yoktu.
Bu, seçimlik birlikler hiçbir zaman SOL’UN BİRLİĞİ OLMAMIŞTIR! “Eksikliklerine rağmen Blok’un Türkiye’deki Sol Geleneğin temel damaralarını önemli oranda temsil ettiği açıktır...” (Hüseyin Ali, Yeni Özgür Politika, 31 Mayıs 2011) Türkiye solu ve devrimci hareketi hakkında bu tespiti yapan kişi, ya
Bu ev, “BİZ BURAYA DÖNMEYE DEĞİL
Türkiye solundan bihaberÖLMEYE GELDİK” diyen Mahirler’in dir, ya da gerçekleri kendi destanlar yazarak şehit düştüğü evdir. niyetine göre tersyüz etMahirler oligarşinin ölüm mangalarıyla mektedir. Gerçekler siz öyle savaşırken, yazdınız diye, öyle istiyorsunuz diye öyle olmaz. TürErtuğrul Kürkçü o evden samanlığa kiye solunun temel damarsaklanarak sağ kurtulan biridir. larının temsilini bir KızılŞimdi böyle bir kişiyi kalkıp o evde şehit dere kaçkını ve bir örgütsüz düşenlerin devamcısı olarak sunmak tarihi kişiye bırakmak, apaçık bir gerçekleri çarpıtmak ve tarihi gerçeklere çarpıtma olmanın ötesinde, saygısızlık değil de nedir? o geleneklere hakaret ve saygısızlıktır. O geleneklerin şehitlerine ve savaşçılarına yaSAVAŞMAYANA SOSYALİST DENpılmış bir saygısızlıktır. MEZ.” Sosyalistliğin ölçüsü bu kadar açık ve nettir. Sizin büyük önemler atÖzgür Politika yazarlarından Hüfettiğiniz Ertuğrul Kürkçü, Kızıldeseyin Ali, bağımsız milletvekili adayre’de, “BİZ BURAYA DÖNMEYE larından Ertuğrul Kürkçü için şöyle DEĞİL, ÖLMEYE GELDİK” diyen yazmıştı: “Türkiye açısından solun Mahirler’in yanından korkup kaçan ve geçmişle bağını ve köküyle bugün de samanlığa saklanarak canını kurtaran var olduğunu gösterir. Kürkçü THKPbiridir. C geleneğinden gelmiştir, ancak bir dönemin sembolü olması açısındantüm sol ve sosyalist gruplar açısından Blok’un THKP-C, da bir anlama sahiptir. ... Kürt halk THKO mirasçılığı Önderi seçilmesini önemserken Kürkmirasçılık değil, çü’yü sadece bir devrimci birey olarak görmüyor; Ertuğrul şahsında iki istismarcılıktır! halkın mücadele birliğini ve ortak yaKızıldere gibi Türkiye devriminin şamını yaratmaya çılışıyor. manifestosunun yazıldığı bir direnişten artakalmış bir devrim kaçkıLevent Tüzel’in Blok içinde yer alnından, bir kahraman yaratamazsınız. ması da çok anlamlı. Kuşkusuz onun Kürkçü’yü, THKP-C geleneğinin seçilmesi de bir kişinin Meclise göntemsilcisi gibi görmek ve gösterderilmesi olmayacaktır. Türkiye’demek, Kızıldere’ye, Kızıldere şehitleki devrimci geleneğin önemli bir darine ve tarihe saygısızlıktır. marıyla Kürt halkının bütünleşmesi olacaktır.” Blok savunucularına göre, Ertuğrul Kürkçü ve Levent Tüzel’in blokHangi sol’un birliği? Kim sosyata yer almasıyla, “THKP-C ve THKO list? geleneği canlandırılarak Türkiye’de Biz biliriz ki; “DEVRİM İÇİN
ANADOLU HALK FESTİVALİ’NDE BULUŞALIM
11
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
sol için yeni bir tarih başlatılmış olacak”mış... THKP-C geleneği ölmüş de canlandıracaksınız ha! Hem de THKPC geleneğini canlandıracak olan kim? Parlamenterist bir blok ve Kızıldere’de başladığı kaçışını, yıllardır legalizm bataklığında sürdüren bir kişi... THKP-C’yi tarih dışına düşmüş, canlandırılacak bir ölü gibi göstermek, çarpıtmada haddini aşmaktır. “Yolumuz Çayanların Yoludur” diye onyıllardır Kızıldere yolunda, THKP-C çizgisinde savaşıp şehit düşenlere saygısızlıktır. Siyasi tarih böyle spekülasyonlarla yazılmaz. Çarpıtmalar üzerine politika oluşturulamaz. Blok üzerine bu teorileri yapanlar, hem Türkiye devrimci hareketinin tarihini ve hem de bu mücadeleyi 42 yıldır THKP-C çizgisinde sürdürenleri inkar etmektedirler. Tekrar ediyoruz: Ertuğrul Kürkçü ile THKP-C’yi özdeşleştirmek, tarihe ve bugünkü gerçeğe saygısızlıktır. Ertuğrul Kürkçüler’i, Süreyya Önderler’i THKP-C’nin, Levent Tüzel’i THKO’nun temsilcisi sayıp, kendi yarattıkları bu kurgudan hareketle de, “Türkiye’nin temel akımlarını birleştirmek” gibi bir iddiada bulunmak, bu birliğin en temelsiz, en gerçek dışı iddialarından biridir. THKP-C ve THKO ile uzaktan yakından ilgileri kalmamış kişiler üzerinden böyle zorlama bağlar kurarak onun üzerinden politika yapmak, düpedüz istismarcılıktır.
Türkiye halklarının ihtiyacı olan birlikler, seçim birlikleri değildir! Bu nesnel bir sonuçtur. Türkiye’nin emperyalizme bağımlı olmasının, faşizmle yönetiliyor olmasının nesnel sonucudur. Solun gerçek anlamda her kesimini birleştirecek, kitlelere düzen içi söylemlerin dışında bir şeyler söyleyebilecek her hangi bir birlik, en başta kendini sandıkla sınırlayamaz. Bu blokları oluşturan siyasi yapı-
12
Solun gerçek anlamda her kesimini birleştirecek, kitlelere düzen içi söylemlerin dışında bir şeyler söyleyebilecek her hangi bir birlik, en başta kendini sandıkla sınırlayamaz ların her seferinde bu birliklerin “seçimlerden sonra da sürmesini istemelerine!” rağmen, bunun bir türlü gerçekleşmemesi, sadece bu örgütlerin niyetleriyle de ilgili değildir. Seçimlerin dışında bir birlik oluşturamamaktadırlar; çünkü bu birlikleri oluştaranların bir kısmı zaten kendilerini parlamenterizmle sınırlayan legal partilerdir. Reformist solla “seçim” dışında birleşilebilecek konular alabildiğine sınırlıdır. Bu bloklar, birlikler, seçim sonralarında da devam edebilir. Hatta yıllardır söylenegeldiği gibi, bir “çatı partisi”ne de dönüşebilir. Bizim burada iddiamız odur ki, bunlar bir partiye dönüşse de, niteliği aynı kalacaktır. Bir partiye dönüşseler de, onlar, solun birliği olma sıfatını taşıyamazlar. Çünkü, en başta, Marksist-Leninistler bunların dışındadır. İkincisi, böyle bir birlik, ne anti-emperyalist mücadelede, nede demokrasi mücadelesinde TUTARLI BİR ÇİZGİDE OLMAYACAKTIR. Kürt milliyetçi hareketin bugüne kadarki çizgilerinin belirleyici olduğu yerde bu mümkün değildir. Böyle bir birlik, mesela; Irak işgalinde emperyalist Amerikan işgalcileriyle yapılan, halk düşmanı işbirliğini onaylayıp meşrulaştıran bir çizgide olacaktır. Hatırlayalım; Barzani-Talabani çizgisinin işgalci Amerikayla işbirliği, PKK’den EMEP’e, SDP’ye kadar bu kesimler tarafından “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” adına meşrulaştırıldı. O zaman sorduk; ülkemiz işgal edilse, böyle bir işbirliğini normal mi, doğru mu göreceksiniz? Bu soru bu blok açısından ortada duruyor. Mesela; bu blok, emperyalizmin Irak’ı işgali karşısında ve işgalcilerle işbirliği konusunda ne diyor?
Böyle bir birlik, Kürt milliyetçi çizginin devrimcilere karşı yıllardır süren saldırılarını, İstanbul’un bir çok semtinde olduğu gibi dernekleri yakmalarını, Yunanistan’da Lavrion kampında direniş gazilerini molotoflarla yakmak istemelerini veya son olarak İzmir’de Grup Yorum konserinde saldırmalarını onaylayan, en azından meşrulaştıran bir konumda olacaklardır. Böyle bir birlik, AB’nin, BM’nin ve diğer emperyalist kuruluşların ülkemize müdahalesini onaylayan meşrulaştıran bir konumda olacaktır. Çünkü; PKK bugüne kadar tüm bu emperyalist kurumlara “Kürt sorununu çöz” diye defalarca çağrılar yapmış, onların müdahalelerine karşı olmadığını açıklamıştır. “Bunlar küçük, önemsiz, tali sorunlardır” diye düşünenler yollarına devam edebilirler. Ama o yol, devrim yolu değildir, bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm yolu değildir. Bunun dışında ise zaten tek bir yol vardır: Düzen yolu.
KARDEŞLİĞİMİZİ KÜLTÜRÜMÜZÜ İHTİLALİMİZİ BÜYÜTMEK İÇİN
Asla barışmayacak, asla affetmeyeceğiz! 1990’lu yıllarda başta Latin Amerika’daki gerilla hareketleri olmak üzere bir çok gerilla hareketi, barış adına, hatta sadece “masaya oturmak” adına, silah bıraktı. Silahlarını bir daha ellerine almamak üzere, emperyalizmin ve işbirlikçilerin temsilcilerine teslim ettiler. Teslim edilen halkların umutları, gelecekleri ve yarınlarıydı. Teslim edilen, devrim ve sosyalizmdi. Teslim edilen, sömürüye karşı mücadeleydi. Silahlar bırakılarak nelerden vazgeçildi? Birkaç hak kırıntısı uğruna, düzene kabul edilmek uğruna, oligarşinin meclisinde yer almak ve birkaç milletvekilliği elde etmek uğruna, bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm düşüncesinden vazgeçildi. Silah bırakılması, emperyalistlerin ve işbirlikçilerin düzeninin kabul edilmesi ve tüm devrimci düşüncelerin bir yana bırakılmasıydı. Aynı yıllarda ülkemizde de PKK, geçmişte savunduklarını bir yana bırakarak, birkaç kırıntı için gerilla savaşını tasfiye etmeye hazır olduğunu açıkladı. Artık silahlı mücadele ile sonuç alınamayacağını iddia ederek, oligarşi ile anlaşmaya, masaya oturmaya hazır olduklarını açıklamışlardı daha o zamandan. O günden bu yana, Kürt halkını kurtuluşa götürmeyecek tartışmalar ve çözümler ile Kürt halkının kurtuluş dinamikleri köreltilmekte, milliyetçi düşüncelerle kurtuluş umutları ortadan kaldırılmaktadır. Barış ve savaşa dünya halklarının tarihsel tecrübeleriyle bakıldığında, halkların özgürlüğünün ancak savaşılarak kaza-
nılacağı tartışmasızdır.
Barışmak düzene dönmektir! “Hükümet hiç de yoksullara yardım etmedi. Sürekli kendilerine alıp duruyorlar ve kazanmaya doymuyorlar. 12 yıl geçtikten sonra ne evimize yardım ettiler ne geçinmeye yardım ettiler. Barış bir ayakkabı satın almaya yetmiyor. Bütün herkes
“Tabii ki bu anlaşma silahlı mücadele veren FMLN için bir zafer değildi. Çünkü ekonomik ve sosyal talepleri karşılanmıyordu... Dolayısıyla ülkede bu haklar ortadan kayboldu." (age, syf: 53) toplandı. Herkes şöyleydi böyleydi. Sonra bir çok proje ileri sürüldü, kongreye gitti. Sonra gerisi boş...” (Gerillanın Barışı, Metin Yeğin, Tarem Yayınları, syf: 190) diyordu Guatemala’lı eski bir gerilla. Guatemala'daki gerilla hareketi URGN (Guatemala Devrimci Ulusal Birlik) 1996 yılında bir “barış” anlaşması imzalayarak silahlarını teslim etmiş ve demokrasicilik oyunu içinde yer almıştır. Katıldığı seçimlerde ancak bir kaç parlamenter çıkarabilmiştir. O dönem hemen bütün sorunlar kağıt üstünde “halledilmiş”, sözler verilmiştir. Sözü edilen “barış”, “bir
ayakkabı satın almaya yetmemiş” tir. Nüfusu 7 milyon iken (1979 tahmini) o yıllarda Guatemala’da, oligarşinin katilleri, 1960 yılından 1996’ya kadar süren iç savaşta, çoğunluğu Maya olan 300.000'e yakın kişiyi katletti. “Barış” ile birlikte, bu katliamların üzeri kapatıldı. Halkın katillerinden hesap sormayı bir yana bıraktılar. Oligarşinin, yoksul halklara karşı yıllardır izlediği, sömürü ve talan politikalarından bırakın hesap sormayı, bu politikalar tartışılmadı bile. Ve en önemlisi bu ülkelerde oligarşinin düzeni varlığını olduğu gibi korumuş, sömürü düzeni devam etmiştir. Silahların bırakıldığı bir başka ülke de El Salvador’du. El Salvador'daki FMLN (Farabundo Marti Ulusal Özgürlük Cephesi), 1992 yılında emperyalizm ve oligarşiyle “barış” anlaşması yaptı ve demokrasicilik oyunu içinde 2009 yılında parlamentoda çoğunluğu sağlayarak hükümet kurdu. EI Salvador’da oligarşi iktidarda bir avuç zorbaydı. Oligarşiyi oluşturan sadece 14 aileydi. Barış süreci dedikleri süreçte de 14 aile yine varlığını korudu. Kısacası barış dedikleri süreçte de halkın, yoksulların sömürüsü devam etti. Yine tasfiyeciliğin savunulduğu, halkların kurtuluş umutlarının düzen içi hesaplara, demokrasicilik oyunlarına kurban edildiği ülkelerden birisi de Meksika'daki EZLN’ydi. ( Zapatista Ulusal Özgürlük Ordusu) 1994'te başlattıkları gerilla mücadelesini kısa sürede kırıntılar uğruna
ANADOLU HALK FESTİVALİ’NDE BULUŞALIM
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
13
bir mücadeleye dönüştürdüler. Adına gerilla mücadelesi dediler ama “kurşun atmadıkları” ateşkesler sürecine çevirerek, o günden bugüne eylemi ateşkeslerden ibaret olan bir özgürlük yürüyüşüne dönüştürdüler. İktidar perspektifinin olmadığı bu mücadelede, devrim, sosyalizm, halkların kurtuluşu yoktur.
Barıştılar! Halkın katilleri önünde diz çöktüler!
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
14
“Barış” politikalarının nasıl bir teslimiyet olduğunu daha iyi anlamak için Nikaragua’ya bakmak yeterlidir. Nikaragua’da, 1979 yılında iktidarı ele geçirerek, devrim yapan sonra da iktidarı seçimle emperyalizm işbirlikçilerine teslim eden Sandinist hükümet o süreçten ders çıkarmadı. Sandinistler, bu kez 1990 yılında emperyalistlerin desteklediği kontrgerillacılar ile bir “barış” anlaşması imzaladılar. Bir anlaşmadan çok bir teslimiyet anlaşmasıydı bu. “... kontrgerillaya garantiler verildi. Bunlardan biri ve en önemlisi Sandinist hükümetin temel ekonomik değişiklikler yapmayacağına, ekonomik politika geliştirmeyeceğine dair güvence vermesiydi. Sosyalist üretim ilişkilerini yerleştirmeye çalışmayı bırakın mesela bir kamulaştırma işlemi bile böyle bir anlaşmaya aykırılık olarak nitelendirilebilirdi. " (age, syf: 126) “Barış”, Nikaragua’da devrimden sonra halkı katleden, tarlaları yakan, öğretmenleri, doktorları kaçırıp katleden emperyalistlerin kuklası karşı devrimcilere teslim olmaktı. Barış anlaşmalarının imzalandığı, silahların teslim edildiği bu ülkelerde bugün halklar yoksulluk, açlık ve faşizmin kıskacı altındadır. Tüm bu yaşananlardan çıkardığımız sonuç şudur; asla barışmayacağız! Boş barış umutlarını değil, halkların kardeşliğini ve birlikte mücadelesini büyütecek, iktidar mücadelesine devam edeceğiz. Barışmak, sömürüyü kabul etmektir! Barışmak, halkın katillerinin ikti-
darını onaylamaktır. O nedenle barışmayacak, halkın düşmanlarını, sömürücü ve yağmacıları affetmeyeceğiz.
Kürdistan Kürt halkınındır Kürt yurtsever hareketi, sadece, “söz” karşılığında ateşkese, kırıntılar karşılığında ise “barış”a hazırdır. Peki sonuç ne olacak? Diyelim ki, böyle bir “barış anlaşması” yaptılar, ne değişecektir? Kürt halkı kurtulacak mıdır? Kürt halkı bu yolla hangi haklarını alabilecektir? Kürt sorunu çözülecek midir? Yıllardır, savundukları talepleri adım adım geri çekerek, Kürt halkının asıl taleplerini unutturdular. Bugün ulusal sorunda devrimciler dışında hiçbir anlayış “Kürdistan Kürt halkınındır” diyememektedir. Kürt halkının ulusal ve sosyal kurtuluşu, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı unutulmuş, unutturulmuştur. Kürt halkının hakları diye bir iki kırıntı söz konusu edilmektedir ve halk düşmanı Erdoğan’dan kurtuluş beklenir duruma gelinmiştir. Kimin için “barış”? Bu karıştırılmıştır. Oligarşi, “barış” olursa, “nasıl kazançlı” çıkacağı noktasından ikna edilmeye çalışılmakta, oligarşinin istikrarı düşünülmektedir. Kürt yurtsever hareket öylesine savrulmuş, öylesine düzen içi beklentiler ile taleplerini doldurmuştur ki, dağda binlerce gerillası olmasına karşın, politik anlamda hedefsiz bir gerilla savaşı verilir duruma gelinmiştir. Oysa bugün dünya halklarının savaşmaktan başka çıkar yolu yoktur. Bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm için savaştan başka bir seçeneği yoktur. “Ateşkesler” yapmak farklı bir şeydir, tüm siyasal hedeflerinden vazgeçerek, sömüren, zulmeden emperyalizm ile uzlaşmak başka bir şeydir. Bugün ateşkes, siyasal hedeflerden vazgeçmenin adı olmuştur. Oysa ateşkes bunun için yapılmaz.
Barıştan ‘devrimci halk savaşı’na! PKK’nin stratejisinin devrim üze-
Silahlar nihai kurtuluşa mı, yoksa barış görüşmelerine mi hizmet edecek? rine değil, tümüyle oligarşiyle barış ve uzlaşma üzerine kurulu olduğu bilinmektedir. PKK’nin gerilla savaşı, halk savaşı gibi bir stratejiye sahip olmamasına karşın bugün devrimci halk savaşından söz etmesi de başka bir açmazıdır. “KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan sürecin kesilmesi halinde ‘devrimci halk savaşının devreye gireceğini, bir yıldır bunun hazırlığını yaptıklarını’ söylüyor.” (Aktüel Bakış, 8 Haziran 2011) Halk savaşı, ulusal ve sosyal kurtuluşu sağlamak için, iktidar mücadelesi için sürdürülen savaşın adıdır. Burada ise devrimci bir amaç için, iktidar mücadelesi için değil, “barışmazsan savaşırım” diyen bir mantık vardır. Oligarşiye karşı koz olarak kullanılan, oligarşiyi masaya oturtmayı amaçlayan bir silahlı mücadelenin adı, devrimci halk savaşı olamaz. O nedenle inandırıcı değildir. Kavramları bu şekilde kullanmak da doğru değildir. Bu kavramların Vietnam, Çin, Küba devrimlerinde bir anlamı vardır. Bugün bu anlamlarından uzak, oligarşiye karşı “blöf” olarak kullanılmaktadır. Blöf, barışı getirmek içindir. Ancak getirmek için o kadar dil döktükleri barışta, gerçekten Kürt halkı adına hiçbir kurtuluş yoktur. Reformist önderliklerin politikaları sonucunda “barış” yapmak zorunda kalan Latin Amerika halkları bugün bu politikanın acı sonuçlarını yaşıyor. Sonuçta yeniden silaha sarılacaklardır. Er ya da geç. Bu tarihin hükmüdür.
KARDEŞLİĞİMİZİ KÜLTÜRÜMÜZÜ İHTİLALİMİZİ BÜYÜTMEK İÇİN
Düzen Partileri Yoksul Mahallelerimize Giremeyecek! Düzen partilerine ait bazı seçim büroları Cephe tarafından molotoflanarak tahrip edildi. Yoksul gecekondu mahallelerinde seçim büroları açarak yalanlarını, zehirlerini buralarda yaymaya çalışan düzen partileri, karşılarında Cepheliler’i buldular.
Gürsel’de AKP Bürosu Bombalandı: İstanbul Kağıthane Gürsel Mahallesi’ndeki AKP Seçim Bürosu, 10 Haziran günü, saat 00.30 sıralarında bombalandı. Eylem sırasında seçim bürosu önüne bildiriler bırakıldı. Eylemden sonra polis helikopterle mahallenin üstünde uçarak, akrep adı verilen araçlar ve “yunuslar”la mahalleyi ablukaya alarak, eylemi
gerçekleştirenleri yakalamak bahanesiyle, halka gözdağı vermek istedi. Eylem karşısındaki tahammülsüzlüğünü, sokaklarda gelişigüzel arama yaparak gösterdi.
Esenyurt AKP Binası Bombalandı: İstanbul Esenyurt AKP ilçe teşkilatı binası, düzenin oyununu, AKP iktidarının keyfi gözaltı ve tutuklama terörünü protesto etmek için bombalandı.
Küçükarmutlu SP Bürosuna 3. Eylem: Saadet Partisi’nin İstanbul Küçükarmutlu'da açmaya çalıştığı seçim bürosu, daha önce iki kez taşlanarak yakılmış, iki kez de büronun önündeki bayraklar indirilmişti.
Camları kırık olan büro, halk gitmese de açık tutulmaya çalışıldı. El altından örgütlenme yapmaya çalıştılar. Söz konusu seçim bürosu Cephe tarafından yapılan uyarıları dinlememesi nedeniyle, 12 Haziran’da bir kez daha molotoflanarak yakıldı. 03.40 sıralarında gerçekleştirilen eylemde büro tahrip edildi.
Halk Cephesi’nin Seçim Çalışmalarından Halk Cephesi, seçim çalışmaları çerçevesinde ülke çapında 50 bin bildiri, 500 bin el ilanı dağıttı. “65 yılda 15 Genel Seçim Yapıldı... 88 Yılda 60 Hükümet Kuruldu... Ne Değişti? Ne Çözüldü? ÇARE SEÇİM DEĞİL DEVRİM” başlıklı bildirilerle oligarşinin oyununu teşhir ederken, yine ülke çapında Cephe’nin seçim sloganlarının olduğu el ilanları dağıtıldı. El ilanlarının ve bildirilerin büyük çoğunluğu, yaklaşık 340 bin el ilanı ve 34 bin bildiri, yoksul gecekondu mahallelerinde dağıtılırken, işçiler, memurlar, Dev-Genç’liler, TAYAD’lılar, sanatçılar, ülke çapında örgütlü oldukları her yerde seçim aldatmacasını teşhir ettiler. Bunun dışında Halk Cepheliler,
seçim süreci boyunca örgütlü oldukları çeşitli mahallelerde düzen partilerinin konvoylarına, bürolarına kitlesel olarak da müdahale edip, düzen partilerinin yalanlarıyla, vaatleriyle, oyalamalarıyla mahallelerimizi kirletmelerine izin vermiyoruz diyerek düzen partilerini mahallelerine sokmadılar.
Okmeydanı’nda HAS Partililer kovuldu! 8 Haziran’da Okmeydanı’nda milletvekili adaylarıyla esnaf çalışması yapmak isteyen 4 araçlık, 40 kişilik HAS Partili grubun esnafları aldatmalarına izin verilmedi. Devrimcilerin toplanan halka “Başka Tayyipler, başka kan emicileri istiyor musunuz?” diye soran Cepheliler’e halkın “Hayır” cevabı vermesinin ardından HAS Partililer, Cepheliler tarafından araçlarına bindirilerek mahalleden kovuldular.
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
Küçükarmutlu’da düzen partilerine izin yok! Küçükarmutlu’da bir yandan düzen partileri teşhir edilirken, bir yandan da Halk Cepheliler halka gerçekleri anlatıyor. 4 Haziran’da CHP'nin sesli duyuru yaptığı araç mahalleye girmeye çalışırken önü kesilerek mahalleden çıkartıldı. 6 Haziran’da AKP'nin sesli duyuru aracı Küçükarmutlu girişinde taşlanarak kovalandı. 9 Haziran’da mahallenin içinde türbanlı iki kadının broşür dağıttığının görülmesi üzerine müdahale edildi. Broşür ve kağıtlara el konuldu ve mahalleden çıkarıldılar. 10 Haziran’da Küçükarmutlu'da halka seçimlerle ilgili bildiriler dağıtıldı, kuşlamalar yapıldı. Kahveler, esnaflar, evler gezilerek seçimlerin nasıl bir aldatmaca olduğu anlatıldı.
ANADOLU HALK FESTİVALİ’NDE BULUŞALIM
15
Bu bilgilere sahip olmak inancımızı büyütür. Yapabileceğimize olan inancımızı artırır. İrademizi güçlendirir. Kararlılığımızı arttırır. Savaşın yasalarını öğrenmek, - Hayatın işleyişini öğrenmek, bunlarla bütünleşmek kendimize olan güvenimizi büyütür. - Halklar, gücünü haklılığından alır. Halk, üreten ve geleceği yaratandır. İlericidir. Egemenler asalak ve çürümüşlerdir. Halkların ilerle-
Öğretmenimiz
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
-Düşmanı yenebileceğine inandığında mutlaka bunun bir yolunu, yöntemini bulursun. - Bir işi başaracağına inanmak, başarının garantisidir. - Düşman fiziki olarak güçlü biz, zayıfız. Ancak dünya üzerindeki her şeyi yaratan, üreten, var eden halklar birleşerek mücadele ettiğinde mutlaka düşmanı yener. Gerçekte biz güçlüyüz. - Bir sorunumuzu hangi yöntemle çözebileceğimizin cevabını bugün veremeyebiliriz ama okuyarak- düşünerektartışarak-kolektivizmi işleterek mutlaka bir cevap bulabiliriz. Yeter ki çözebileceğimize inanarak, isteyerek, umutsuzluğa düşmeden çalışalım. - İnanç bilgidir, öğreneceğiz, bıkmadan öğreneceğiz, herkesten öğreneceğiz. Hayattan, doğadan kitaptan, halktan ve belkide bir çocuktan ama herkesten ve her şeyden öğreneceğiz. İdeolojik, politik ve askeri bilgilerimiz bize savaşma, karşımıza çıkacak sorunları çözme gücü verir.
mesini engellerler. Halklara karşı haksız-sömürücü, adaletsizce bir savaş vererek tarihin gelişimini engellemeye çalışırlar. Ancak ilerici olan yani halklar kazanacaktır. - Doğru düşünen, inanan, vazgeçmeyen tek bir kişi umudu milyonlara yayıp zaferler kazanabilir. - Bencillik ve buradan beslenen her türlü zaafımız düşman için birer açık kapıdır. Bu nedenle kendimizle olan mücadeleye önem vermeliyiz. Düşmanla aramızdaki bu kapıları kapatmamız kendimizle savaşı aksatmamamıza bağlıdır. Mesele ömür boyu öğrenmekte. Olaylardan, insanlardan, kitaplardan, herşeyden azimle öğrenmeliyiz. GÖREV ÖĞRENMEKTİR. GERÇEKLERİN BİLGİSİ İLE ZENGİNLEŞMELİYİZ. GERÇEKLERİN YÜZEYİNDE KALMAK ÇOK ZARARLIDIR. AZ BİLDİĞİNİN FARKINDAYSAN DAHA ÇOK BİLMEK İÇİN ELİNDEN GELENİ YAPMALISIN. EN ÖNEMLİ DEVRİMCİ FAALİYET ÖĞRENMEK, EN BİRİNCİ GÖREV BİREYSEL EĞİTİM. İnanç hayattır. Onu yaşamaya cesareti olanlar sadece devrimcilerdir.
İNANMAK ÖĞRENMEKTİR EN ÖNEMLİ DEVRİMCİ FAALİYET ÖĞRENMEK, EN BİRİNCİ GÖREV BİREYSEL EĞİTİM Bencillik ve buradan beslenen her türlü zaafımız düşman için birer açık kapıdır. Bu nedenle kendimizle olan mücadeleye önem vermeliyiz. Düşmanla aramızdaki bu kapıları kapatmamız kendimizle savaşı aksatmamamıza bağlıdır.
Büyük Direniş’in ak saçlı bilgesi Veli Güneş, mezarı başında anıldı 14 Haziran’da Dersim merkeze bağlı Koca Koç köyüne giden Halk Cepheliler, Veli Güneş için bir anma düzenlediler. Anmada “Devrim Şehitleri Ölümsüzdür” pankartı açıldı. Saygı duruşuyla başlayan anmada Veli Güneş’in yaşamını ve mücadelesini anlatan bir metin ve Veli
16
Dayı’nın “Partime…” diye başlayan yazısı okundu. Anma sırasında “Veli Güneş Ölümsüzdür!”, “Halkız Haklıyız Kazanacağız!”, “Devrim Şehitleri Ölümsüzdür!” sloganları atıldı. Veli Güneş’in ailesi de anmaya katıldı. Anma, “Haklıyız Kazanacağız” marşının ardından sona erdi.
KARDEŞLİĞİMİZİ KÜLTÜRÜMÜZÜ İHTİLALİMİZİ BÜYÜTMEK İÇİN
Toplu mezara gömülen halk savaşçımız, gerillamız Ali Yıldız’ın cenazesini istiyoruz
Ali Yıldız, vatanımız bağımsız, halkımız özgür olsun diyenlerden biridir. Vatanımız bağımsız halkımız özgür olsun diyen herkes, Ali Yıldız’ı ve Ali Yıldızlar’ı sahiplenmelidir. İsteyelim ve alalım! İstediğimiz canımızdır, cenazemizdir, değerimizdir. İsteyelim ve alalım! İstediğimiz onurumuzdur. Umudumuzdur, geleceğimizdir. Ölüme giderken gözleri arkada kalmadı. Örgüte, yoldaşlarına, halklarına duydukları sonsuz güvenle ölümü göğüslediler. Canlarını halkları, vatanları için feda ettiler. Onların güvenlerini asla boşa çıkarmayacağız. Beş, on değil, yüz yıl da geçse Aliler’in hesabını soracağız. Kardeşinin katledilip Çemişgezek’te bir toplu mezara gömüldüğünü öğrenen Hüsnü Yıldız, mezarların açılıp kardeşinin cenazesini almak için
3 Şubat 2011’de Çemişgezek Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Yapılan başvuruya Çemişgezek savcılığı “görevsizlik” kararı verip dosyayı Malatya’ya gönderdi. Oligarşinin mahkemelerinin klasik oyalama taktiği burda da işledi: Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi de görevsizlik kararı verip dosyayı tekrar Çemişgezek Cumhuriyet savcılığına gönderdi. Kayıpları, infazları, toplu mezarları oligarşi içi çatışmanın malzemesi yapan AKP somut hiç bir adım atmadı. İşte önünde somut bir dosya var. Ama mezarlaarın açılması için yapılan başvurunun üzerinden 4 ay geçmesine rağmen oyalamanın dışında tek bir adım dahi atılmadı. Şehit gerilla Ali Yıldız’ın Abisi Hüsnü Yıldız AKP iktidarının bu oyalama politikasına karşı Çemişgezek’te bulunan toplu mezarların adli tıp uzmanı ve arkeologlar eşliğinde açılması cenazelerin ailelere teslim edilmesi ve sorumluların cezalandırılması talebiyle 10 Haziran’da açlık grevine başladı. TAYAD’lı Aileler de aynı taleple Hüsnü Yıldız’a destek açlık grevine başladılar. *** Oligarşinin toplu mezarlar politi-
kası özel olarak kayıplar politikasıyla benzerlik taşır. Katledilen devrimci “bir mezarı bile olmamaya” mahkum edilir. Devrimcinin yakınlarının başucuna gidip ziyaret edebilecekleri bir mezarı dahi olmasın. Ama daha önemlisi bu belirsizlik, bu vahşet, bu pervasızlık kitleler için, devrimci adayları için, gerilla adayları için bir tehdit ve gözdağıdır. Toplu mezarlar devletin her şeye “kadir” olduğu ideolojisini, devletin “güçlü yenilmez” ve dolayısıyla “korkulması gereken” bir güç olduğu düşüncesini pekiştirmeye hizmet eden bir politikadır. Oligarşi bu amaçla özellikle ‘90’lı yıllar boyunca yüzlerce devrimciyi gözaltına alıp kaybetti. Devrimcileri kaldıkları evlerde, sokaklarda infaz etti. Binlerce yurtseveri “faili meşhul” diyerek katletti ve gözlerden ırak yerlerde toplu mezarlara gömdü. Ve bu toplu mezarların devlette kaydı mevcuttur. AKP, toplu mezarları açmıyor, üstünü örtüyor. İnfazları, faili meçhulleri aydınlatmıyor, katilleri koruyor.
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
Halk savaşçımız, gerillamız Ali Yıldız’ın cenazesini istiyoruz! Açın toplu mezarları! Alimiz’in cenazesini istiyoruz! AKP yalanlarla halkı kandıramaz. Toplu mezarlara gömdükleri gerillalarımızın cenazelerini oligarşi içi çatışmanın malzemesi yaptırmayacağız. İstiyoruz ve alacağız. Bu politika bir yerden bozulmalıdır. Bir yerden kırılmalıdır. AKP, kayıpları, toplu mezarları istediği zaman gündeme getiriyor, gös-
ANADOLU HALK FESTİVALİ’NDE BULUŞALIM
17
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
termelik bir kaç yeri kazıyor. İhtiyacına göre kullanıyor ve sonra üstü açılmamak üzere kazdığı çukurları kapatıyor. Anadolu’nun dört bir yanı toplu mezarlarla dolu. Biz cenazelerimizi istiyoruz. Bizi oyalamalarına izin vermeyeceğiz. Şehidimizin cenazesini faşizmin toplu mezarlarında bırakmayacağız. Alacağız! Tıpkı Güler Zere’de olduğu gibi. Engin Çeber’de olduğu gibi. Bir şehit yakını toplu mezara gömülen şehidinin mezarını açtırmak için kararlı bir mücadele başlatmıştır. Devrimciler, tüm demokratik kurumlar, bu mücadelede onun yanında olmalı. Ona güç vermelidirler. Yalnız Dersim’deki devrimci demokrat güçlerin desteğinden bahsetmiyoruz. Bu mücadele; sadece Dersim’in mücadelesi değildir. Dersimliler’in mücadelesi değildir. Sadece şehit gerilla yakınlarının mücadelesi değildir. Bu mücadele; faşist devletin pervasızlığının karşısında bir direniş gerçekleştirme mücadelesidir. Faşizmin pervasızlığına, tehdit ve gözdağına “dur deme” mücadelesidir. Bu mücadele; halk değerlerini faşizme çiğnetmeme mücadelesidir.
Cenazemize sahip çıkacağız. Cenaze hepimizin cenazesidir. Ali Yıldız; vatanımız bağımsız, halkımız özgür olsun diyenlerden biridir. Vatanımız bağımsız, halkımız özgür olsun diyen herkes Ali Yıldız’ı ve Ali Yıldızlar’ı sahiplenmelidir. İSTEYELİM VE ALALIM! İstediğimiz canımızdır, cenazemizdir, değerlerimizdir. İSTEYELİM VE ALALIM! İstediğimiz onurumuzdur. UMUDUMUZDUR! Geleceğimizdir. ***
Açlık Grevi Çadır Günlüğü Hüsnü Yıldız anlatıyor: Ve sen doğduğun coğrafyanın, Dersim’in, Munzur’un üzerinde 14 yıl
18
sessiz bir ırmak gibi parladın. Bugün (10 Haziran 2011 Cuma günü) kalbine giden yolda sen yaşında olan gençlerin özverisini, heyecanını, halkın duyarlılığını gördükçe bir kez daha gururunu taşıdık senin ölümünü yenip. Annemiz slogan attı, alkış tuttu ALİ YILDIZ ÖLÜMSÜZDÜR bilesin bunu. Çadırımızı kurduk, olanaksızlıklarımızı zorlayarak arkadaşların özverisiyle. Emniyetten geldiler sen yaşında olan yoldaşının onlara karşı kararlı duruşunu görmeliydin ve yolladık onları. Basın açıklamasına ESP, EMEP, Partizan, DHF, BDP, Edibe Şahin, Ferhat Tunç ve halk destek verdi. ‘Toplu Mezarlar Açılsın, Sorumlular Yargılansın, Cenazelerimizi İstiyoruz’ sloganlarıyla süresiz açlık grevine başladığımız 1. gün Munzur’un akarken çıkardığı ses, Hasan amcanın öngörüsü, saygınlığı, gençlerin, iki hocanın sabrı, azmi, çalışkanlığı, özgüvenleri irademizi daha da güçlü kılıyor. Mutlak kazanacağız, diyorum. Bunu ortaya koyacak irade ve güç yoldaşlarımızın gösterdiği ışığı, ateşi takip etmekle oluyorsa o yoldayız. Dersim’in YILDIZ’ı bir kez daha bütün görkemiyle parıldayacak.
Ali Yıldız bu kokuşmuş düzene karşı mücadele etmeyi, savaşmayı seçti!.. Saat 06.00 güne başlıyoruz. Çadırımızın kapısındaki pankartlarımızı kontrol ediyoruz. ‘Cenazelerimizi İstiyoruz ve Toplu Mezarlar Açılsın’ pankartlarımız yerlerinde duruyor. Halklara karşı ilan edilmiş bir savaş yürüten iktidarlar, halkların mücadelesini bastırmak için kayıplardan, katliamlara bütün terör yöntemlerine başvuruyorlar. Mehmet Ağar’ın 1000 operasyonu... O zamanın gözde tetikçisi Ayhan Çarkın emirleri kendilerine o zamanın Başbakanı Tansu Çiller, Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş ve Mehmet Ağar’ın bizzat emir verdiğini itiraf etmiştir. Bugün ülkemizde bir seçim dönemi yaşanıyor. Düzen partilerinin halka nasıl yalan söylediklerini görüyoruz. Soy-
gunun, sömürünün devamı için her türlü şeyi ar damarları çatlamışçasına yapıyorlar. Dün de böyleydi. Bugün de böyle. İşte kardeşim Ali Yıldız bu kokuşmuş düzene karşı mücadele etmeyi, savaşmayı seçti. Oligarşinin sömürü ve baskı düzenine, faşizme direnmeyi seçti. Mahirler, Denizler, İbrahimler gibi en önlerde olmayı seçti. Onunla gurur ve onur duyuyorum. Yüzlerce toplu mezarın, binlerle ifade edilen kayıpların ülkesinde yaşıyoruz. AKP iktidarı faili meçhulleri aydınlatıyoruz izlenimi verse de, “Cumartesi Anneleri”yle görüşüp araştıracağız sözü verse de toplu mezarlarla ilgili cezalandırılan tek bir kişi olmadığı gibi toplu mezarları da açmak istemiyor. *** Süresiz açlık grevimizin 2. gününde Dersim’in sabah güneşi öğleden sonra yerini yağmura bıraktı. Bütün arkadaşlar neşe ile bunu hayra yorup çadırımızın içindeki suyu dışarı attı. Bir ara rüzgar çıkınca her birimiz çadırımızın direklerine kendimizi ağırlık yaptık. Ve yağmur damlacıkları saçlarını ıslatmış USARİ (Zazaca ilk bahar demek) çıka geldi. Usari ve 1 yaşındaki kızı Zeyman’la (Zazaca ciğerim demek) yolculukta tanışmıştık. Usari geleceğim ziyaretinize abi demişti ve geldi. Zeyman’ı soruyorum, yağmurdan getiremedik abi, diyor; eşi ve yeğenini tanıştırıyor.
Başka çarem kalmamıştır! Bir mezara sahip olmak herkesin hakkıdır. Kardeşim Ali Yıldız’ın cenazesini almak için süresiz açlık grevine başladım! Kardeşim Ali Yıldız 14 yıldır kayıptı. Çemişgezek’teki toplu mezarlarda olduğu ortaya çıktı. Cenazemizi istedik vermediler. Cenazemizi almak ve toplu mezarların açılması için süresiz açlık grevindeyim! ...... Ali Yıldız’ın Ağabeyi Hüsnü Yıldız
KARDEŞLİĞİMİZİ KÜLTÜRÜMÜZÜ İHTİLALİMİZİ BÜYÜTMEK İÇİN
Yoldaşları Che’nin mezarını tam 30 yıl aradı, buldu ve aldı Biz de Ali’nin cenazesini alacağız! Che Guavera 1967’de Bolivya’da Amerikan işbirlikçileri tarafından katledildi. Ölüsünden dahi korktukları için cenazesini dünya halklarından gizlediler ve bilinmeyen bir yere gömdüler. Bolivya’nın yüzölçümü Türkiye’nin birbuçuk katı. Fidel Castro Küba'dan gönderilen 300 yer bilimcisiyle bu ülkeyi her elli santimetrede bir olmak üzere bütün ülkeyi kazma kararı alıyor. Hiçbir abartı yok, 300 yer bilimci, ellerinde burgu aleti ile Che’nin cesedinden bir kemik parçası bulmak
Çıkartacağız seni o toplu mezardan. Ne olursa olsun! İlk Dersim’e geldiğimiz andan itibaren bizi kucaklayan Kumru anamıza, Fidan, Hayriye ve Yıldız anamız da katılıyor. Anıları ve deneyimleri ile kahkahalarla bizi sürekli gözleyenlere anlamlı mesajlar veriyoruz. Öğleden sonra yağmur bulutları bizleri yeniden ziyaret ediyor. Bir gün öncesinin deneyimi ile karşılıyoruz biz de. Çadırımız oldukça yoğun bir ziyaretçi akınına uğruyor. Bugün yurt dışından çadırımızı duyduklarında muhakkak uğrayıp yüreklerinin bizlerle olduğunu paylaşıyorlar. İstanbul ve Ankara’dan ziyaretimize geliyorlar. Yurt dışından Franfurt’tan Dersim’i gezmeye gelen turistlerde çadırımızı ziyaret ettiler. Onlarla da paylaştık kardeşim Ali’nin 14 yıldır kayıp olduğunu, 4 ay önce Çemişgezek’teki toplu mezarda bulunduğunu ve cenazemizi vermedikleri için süresiz açlık grevi yaptığımızı.
için toprağı kazıyorlar. 9 Ekim 1967’de katledilen Che’nin cesedi Kübalılar tarafından Vallegrande yakınlarındaki bir uçak pistinin altından kazılarak çıkarılmış, DNA testiyle kimliği tespit edilmiş ve Küba'ya geri getirilmiştir. 17 Ekim 1997'de cesedinden kalanlar, Bolivya'daki gerilla harekatı sırasında ölen yoldaşlarından altısıyla birlikte, 39 yıl önce Küba Devrimi'nin başarısını belirleyen savaşı kazandığı Santa Clara'da özel olarak hazırlanmış anıt mezara askeri törenle gömülmüştür.
14 yıldır evladını bağrına basamayan bir anne düşünün! Ya da 3 gün evladınızdan haber alamadığınızı... Gelecek misafirlerimiz için çadırımızı düzenliyoruz. Dersim’in rengi, kokusu, güzelliği ve sıcaklığıyla Kinem (Kürtçe’de biz kimiz demek) bir demet menekşe getiriyor. Bugün de sabah sıcaklığı öğleden sonrayı yağmura bıraktı. Sular kısmen çadırımızı bastı, rüzgar ise çadırımızı sınadı. Tabi bizleri gülerek izleyen bakışlar arasında her birimiz çadırın direklerine sarılıyoruz. Buralarda bu zamanlarda pek böyle yağmur görüldüğü olmuyormuş. Biliyoruz ki doğayı kirleten, bozan biz değiliz. 14 yıldır evladını bağrına basamayan bir anne düşünün! Ya da 3 gün evladınızdan haber alamadığınızı düşünün. Annem 14 yıldır oğlunun akıbetini bilmeden yaşamış bir anadır. İşte böyle duygular… Akşamüstü 4 Alman ziyaretimize geliyor, uzun uzun anlatıyoruz; saygı ile din-
leyip yanımızda olduklarını söylüyorlar. Tunceli Emek gazetesinden gelen arkadaş röportaj yapıp başarılar diliyor. Ziyaretçilerimiz oldukça fazla oluyor bugün. İmza da toplamaya başlanıldı. Didar, Halil, Ergün, Murat, Fatma, Gülizar, Emre, Hasan… ***
Sivil polisler bir an olsun bakışlarını eksik etmiyorlar, rahatsızlar. Demek ki doğru yoldayız İlk ziyaretçimiz bir gün önce gelen Tunceli Emek gazetesinden arkadaş oluyor. Gazeteyi getiriyor, haberimizi yapmış. Aralıksız ziyaretçilerimiz geliyor. Saat 13.00’e doğru kitap okuyorum. “Elin Altı” kitabı. Abdi İpekçi direnişini anlatıyor. İlk müzik yayınımızdan, Cemo’nun duyulmasından sonra sivil polisler geliyor. ‘Hüsnü bey çok okumayın gözleriniz bozulacak’ diyor. (Halk için yüzde yüz doğru olan bir kural: Düşman ne diyorsa tersini yapın.) Amir olan valiliğe resmi başvuru yapmadığımız için çadırı kaldıracaklarını söylüyor. Buna gerek olmadığını, bunun demokratik bir hak olduğunu söylüyorum. 48 saat içerisinde kaldırılacak diye tebliğ etmek istedikleri kağıdı imzalamamızı istiyor. İmzalamıyoruz. Kendi amacıma uygun en iyi yerin burası olacağını ve bunda ısrarlı olacağımı vurguluyorum. Ben de kendi üstüme danışayım diyor ve bu arada arkadaşlar etrafımda çoğalıyor. Burasının uygun olmadığını belirtip gidiyorlar ... Gün boyu ziyaretler eksik olmuyor. Sivil polisler bir an olsun bakışlarını eksik etmiyorlar, rahatsızlar. Demek ki doğru yoldayız, diyoruz.
ANADOLU HALK FESTİVALİ’NDE BULUŞALIM
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
19
“Zenginin cenneti, yoksulun cehennemidir”
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
20
Kapitalizm nedir? Kapitalizm, yoksullara cehennem burjuvalara cennet olan düzenin ta kendisidir. Ve Victor Hugo haklı olarak, “Zenginin cenneti, yoksulun cehenneminden doğar...” der. Doğrudur, zenginin cenneti yoksulların cehennemi üzerinde büyür. Yaşadığımız onlarca örnekten biliyoruz bunu. Şimdi, cehennemin yaşandığı yerlerden birisine bakalım: “Fakirin serveti evladıdır” der bir atasözü. Hüseyin Seyrek, o “servet”lerden biridir. Sekiz çocuğu olan bir ailenin çocuğu ve ilkokul beşinci sınıf öğrencisiydi. Okul masraflarıyla zaten yoksul olan ailesine iyice yük olmamak için çalışıyordu çocuk bedeniyle. Atık kağıt topluyordu. Çocukluğunu yaşayamadan, omuzuna ağır bir yük almıştı. Onun yaşında olan zengin çocukları gününü gün eder, bir elleri yağda bir elleri balda yaşarken, o çöplerin içinde ekmek parası çıkarıyordu. Cennet ve cehennem ayrımı bu kadar kesindir. Çöp toplayan gencecik bir çocuk ve çocuklarını tatil kentlerinde eğlendiren asalaklar! Hüseyin, Urfa’da Viranşehir'in Ceylanpınar Caddesi’ndeki çöplüğe gitti yine abisiyle. Kalem ya da oyuncak tutması gereken elleriyle, çöpleri karıştırmaya başladı. Ne kadar çok toplarsa, kilo hesabı satacakları atık kağıtlar, o kadar çok para ederdi. Çöpler arasında ilerleyen Hüseyin, bir ara, bir çukura eğildi. Orada biraz kağıt vardı, onları alacaktı. O sırada çöplükte çalışan dozer, ezip geçti Hüseyin’in cılız bedenini. Önce kimse fark etmedi. Ezildi, bir çöp gibi. Ezildi çöpler arasında bir paçavra gibi.
Nice sonra abisi fark etti kardeşinin yokluğunu. Aradılar ve buldular ezilmiş cesedini. Üç kuruş için kağıt toplayan bu yoksul çocuğu ezen o dozer değil, burjuvazinin cennetinin ağırlığıydı...Yoksulların yaşadığı bu cehennemler üzerinde büyüyen burjuva cennetleri... O gün Hüseyin’in o çöplükten almak için eğildiği atık kağıt, belki de bir gazete parçasıydı. Ve o gazetede belki de
burjuvaziye hizmet veren lüks bir lokantanın menüsünden tadan gurmenin izlenim yazısı vardı: “... Ahtopot karpaçya, deniz tarağı salatı, marine levrek gibi soğuk başlangıçlar 16-39 TL. Fransız deniz mahsulleri çorbası bouillebaisse, tavada deniz tarağı, erik soslu çıtır ördek gibi sıcak başlangıçlar 29-35 TL arası. Ana yemek olarak kuzu kafes, New York biftek 44-54 TL. arası. Tatlılar 13-14 TL arası...” Bir yanda çöplerde, inşaatlarda, atölyelerde, tarlalarda küçücük çocuklarımızın yaşadığı cehennem, diğer yanda burjuva cennetlerinde sefa süren asalaklar... İşte kapitalizm budur! Cennetten ve cehennemden en çok söz eden partilerdendir AKP... Cenneti vaadeder, cehennemi yaşatır... Cennet yine kendilerine kalır. AKP’nin 9. yılına giren iktidarında yaşam yine yoksullar için cehenneme çevrilmektedir...
Kendilerine “gemicikler”, villalar alırken, şirketlerdeki hisseler, mal varlıkları büyürken, halkı “soyup soğana çevirip” yarattıkları cennette yaşarken küçücük çocuklarımız çöp cehennemlerine mahkum edildiler. Bir yanda 256 bin Euro'luk saat taşıyan cennetlikler, diğer yanda beş bin liralık dershane borcu yüzünden cehennemde yanan hayatlar. O cennet ve cehennemin adıdır işte kapitalizm... Cehenneminde emekçiler yaşar, cennetinde bir avuç burjuva. Yoksulun başına yıkılan gecekondularıyla cehennem, diğer yanda boğaz'a nazır yalılarda süren zevkusefa. Torunlar Holding'in sahibi Aziz Torun, Kandilli'de 11,5 milyon dolara almış yeni yalısını... İpek Holding'in sahibi Akın İpek, Bebek'te 21 milyon dolara bir konak aldı.Ve Hüseyin üç kuruşluk okul masrafı için girdi mezarı olan çöp yığınının içine... Bir yanda burjuva cennetin boğaz'a nazır yalıları, diğer yanda yoksulların cehenneminde bile başlarına yıkılan gecekondular... Mevsimlik işçileri taşıyan traktörler, kamyonlar devrilir her sene, onlarca işçi ölür... Toprak ağaları yeni villalar, lüks otomobiller alırlar kendilerine. Adana’daki bir kazada yaralanan mevsimlik işçilerden bir genç kız; “22 lira için bu rezilliği çekiyoruz. Bizi bu hale getirenler utansın” demişti. Ama onları o hale getirenler utanmazlar; burjuva cennetlerinde keyif sürmeye devam ederler. Kapitalizm işte budur... Sanılmasın ki, o cennet bu cehennemin üzerinde sürgit böyle yaşanır. Yoksulların içinde yaşadıkları cehennemin ateşinden sıçrayan kıvılcımlar, bir gün tutuşturur burjuvazinin cennetini. Halkın asırların içinden söylediği gibi: Fukaranın ahı, kahreder padişahı. Mazlumun hıncı, yıkar tahtları..
KARDEŞLİĞİMİZİ KÜLTÜRÜMÜZÜ İHTİLALİMİZİ BÜYÜTMEK İÇİN
Malatya Savcısı soruyor; “Sergide on dakika bulunmuşsun”!
Oligarşinin hukuku nasıl hüküm veriyor? Oligarşinin gözaltı ve tutuklama saldırısının bir ayağını da oligarşinin yargısı oluşturmaktadır. Saldırılar onların verdikleri mahkeme kararlarına dayandırılmaktadır. Mahkemeler, arama adı altında süren talan ve saldırının da ortağıdırlar. AKP’nin polisinin sürdürdüğü gözaltı terörünü, mahkemeler tutuklayarak, uzun yıllar tecrit altında tutarak, ağır cezalar vererek tamamlamaktadırlar. Halkın örgütlü mücadelesine karşı sürdürülen faşist terörde oligarşinin yargısı da üzerine düşeni yapmaktadır. Devrimci yayınlara ilişkin verdikleri toplatma kararları, düşünce ve örgütlenme önüne koydukları yasaklar, verdikleri ağır cezalar ile devrimci mücadeleye karşı kendi cephelerinden oligarşinin savaşına katılıyorlar.
Halk Cephesi, ülkemizin bağımsızlığı için mücadeleyi önüne koyarak hareket etti. Bağımsızlık için, demokrasi için, sosyalizm için mücadele etmeyi suç sayan faşizmin hukukunda demokratik hak kavramı yoktur. Halk Cephesi, haklar ve özgürlükler için mücadele etti. Savcı, bağımsızlık için, adalet için, özgürlük için, halkın hakları için mücadele etmeyi suç olarak görerek, tutuklatı-
Kızının resmini taşımak suç! Çünkü o bir “terörist”
Tutuklatan Malatya Savcısı soruyor; “Sergide on dakika bulunmuşsun!” 3 Haziran gecesi, Malatya, Elazığ ve Dersim’de Haklar Dernekleri’ne, Halk Cepheliler’e yönelik gözaltı terörü sürdüren AKP’nin polisi 14 kişiyi gözaltına aldı. Gözaltına alınanlar daha sonra Malatya Savcısı’nın karşısına çıkarıldılar. Malatya Savcısı’nın suç saydıkları arasında “sergiye katılmak” da vardır. Hem de “10 dakika” katılmak! Savcı, “Sergide on dakika bulunmuşsun!” diye soruyordu. Sergiye katılmak savcıya göre büyük “suç”tu. Bu kafa ile tutuklamalar yaptılar. Polisle işbirliği yaparak, demokratik haklara saldıran Malatya Savcısı diyor ki; “ben Halk Cephesi önlüğü giyilmiş ise propaganda olduğunu düşünürüm. Eğer Halk Cephesi eylemlerine birkaç kez katılmış ve önlük, fular vs. taşımış ise artık üyelik olduğunu varsayarım.” Peki savcının bu kadar çok korktuğu Halk Cephesi ne yaptı?
Onun için tecrit hücrelerinde tutmayı, yıllarca tutsakları hapishanelerde tecrit altında yaşatmayı bir politika olarak sürdürdüler. Ülkemizin bağımsızlığı için mücadele etmek, halkın sorunlarına sahip çıkmak, açlığa ve sömürüye karşı çıkmak tutuklanma, hüküm giyme gerekçesidir. Oligarşinin hukuku, böyle tutuklatarak, böyle hüküm vererek çalışmaktadır. Bu kararların elbette hiçbir hükmü yoktur. Devrimci mücadeleyi tutuklamalarla, cezalarla engelleyemezler. Buna ne Malatya Savcısı’nın gücü ne de oligarşinin yasalarının gücü yetecektir.
yor, ağır cezalar istiyor. Sergiye katılmayı suç sayan bir savcı hukuk adamı olabilir mi? Malatya Savcısı konuşmaya devam ediyor: “Eğer bunları tutuklamazsak iki ay sonra yine aynı suçtan karşımıza çıkıyorlar.” Oligarşinin savcısının dilinden dökülen aslında tutuklamalarının da mantığını göstermektedir. Devrimci olmak, Halk Cepheli olmak, düşüncelerinde ısrar etmek tutuklanma gerekçesidir. Demokratik haklarını kullandı diye, Yürüyüş dergisi dağıttı diye, dernek üyesi olduğu gerekçesiyle gözaltına alınıp savcının karşısına çıkarılanlara savcı hep “tutuklanması gereken” potansiyel suçlu gözüyle baktı.
Malatya’da 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde şehit kızının resmini taşıyan Hatice Harman, “örgüt propagandası” yaptığı gerekçesiyle 5 yıla varan ceza ile yargılanıyor. Yine aynı mitingte, Malatyalı iki feda savaşçısı, Şengül Akkurt ve Selma Kubat’ın resimlerini taşıyan iki kişiye daha aynı gerekçe ile dava açıldı. Oligarşi, kızının resmini taşıyan anneye dava açacak kadar halkın değerlerine düşmandır. Devrimcileri terörist olarak görenler, korkutup, sindirerek Ferideler’i sahiplenmemizi engelleyemezler. Bir anneye kızının “terörist” olduğunu dayatarak, “kızının resmini bile taşımayacaksın” diyecek kadar halka, halkın değerlerine düşman ve intikamcılardır. Savcı istemiyor diye herhalde Ferideler, Selmalar, Şengüller hiçbir zaman sahipsiz kalmayacaktır. Oligarşinin yargısı, şehitlerimizin sahiplenilmesini engellemek için yıllardır en ağır cezaları verdi. Yine de bu sahiplenmeyi kırmayı başaramadılar.
ANADOLU HALK FESTİVALİ’NDE BULUŞALIM
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
21
Direniş çadırındayız!.. Açlık grevi sürüyor!
Çayan’daki direniş halkı güçlü kılıyor - Onlar çadırımızı yıktı. Biz kurduk. Çadırımız yine açık! - 18 yaşındaki direnişçimiz de var, 56 yaşında olan da! Biz halkız. - Direniş 34 gündür sürüyor...
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
22
Direniş çadırında Çayan’ın gençleri ve açlık grevinde olan üç kişi ile selamlaşıyoruz. İlk sohbetimize Bedriye ana ile başlıyoruz. “Ben mücadeleyi gençlere emanet ediyorum” deyince; “Gençlere emanet ettiğini söylüyorsun, burada açlık grevine giriyorsun, nasıl oluyor bu?” diye gülümseyerek soruyor bir genç. Tamamen bırakamadığını, elinden geldiğince bir ucundan tuttuğunu anlatıyor 56 yaşındaki Bedriye ana: “Mahallelerimizde gece 3’te evlerimize baskın oldu, insanları gözaltına aldılar. Dernekleri basıp oradaki insanları da gözaltına aldılar. Bu haksızlığa karşı birileri dur diyecekti. Burada bir birlik, beraberlik oluşsun diye onlara destek veriyorum. Bunun için açlık grevine başladım. Ben de tecrite karşıyım. Çocuklarımızı haksız yere tecrite koymasınlar.” Yılların tecrübesiyle bize direnişleri anlatıyor. Ölüm Oruçlarını... Şehidimiz Nail Çavuş’u, Ankara’da elin altındaki oturma eylemini... Okan Doğaşan, 18 yaşında. Gülsuyu’ndan. Direnişi soruyoruz; “Meşru ve demokratik haklarımızı kullandığımız için, tutuklanan arkadaşları sahiplenmek amacıyla buradayız” diyor. Daha önce de yine burada açlık grevine katılmış. “Zor gelmiyor. İnsanlar o kadar gün Ölüm Oruçlarında kaldı, bizim için üç gün ne ki?”. O, sekiz yaşında bir çocukken başlamış ölüm oruçları. Bugün kendisi de bir açlık grevi direnişçisi.
Çadırda açlık direnişine katılanlar sürekli değişiyor. Bu bir tür bayrak yarışı. Açlık grevini bitirenlerin yerine hemen bir başka grup başlıyor. Direniş çadırı hiç boş kalmıyor. Direniş çadırında, 56 yaşındaki Bedriye Ana ile onun oğlu yaşındaki Okan’ı yan yana görünce halk olmanın gücünü görüyoruz.
“29 gündür açlık grevini sürdürüyoruz” Çayımızı içip, açlık grevindekilerin uzattığı şekerleri yerken mahalleden bir abiyle devam ediyoruz sohbetimize. “29 gündür burada açlık grevini sürdürüyoruz. Burada direnmek güzel bir şey. İnsanlar bir araya geliyor, sohbet ediyor, saz çalıyoruz. Çadırımızı yıktıklarında 15 dakika sonra hemen çadırımızı kurduk, bunlar umut verici şeyler.” Direniş çadırının kurulduğu Hüseyin Aksoy Parkı boş kalmıyor. Bir kere çocuklar sürekli parktalar. Direnişi ziyaret etmek için mahallelerden, okullardan, iş yerlerinden sürekli gelenler oluyor. Emlak ve inşaat işi yapan mahallenin Ergün abisine soruyoruz bu sefer; “Yıllardır Çayan Mahallesi’ndeyim. Direniş odağı olmuştur hep burası. 96 Ölüm Orucu ve ışık kapatma eylemleri... Başlama noktası hep burası olmuştur. İnsanların, halkın, çocukların büyük bir duyarlılığı, sevgisi, sempatisi var devrimcilere. Baskınlara karşı direnişin günübirlik değil de, uzun soluklu kampanyalara taşınması güzel. Ölüm Orucu da bu şekilde uzun soluklu direnişlerle kazanılmıştı.” Çadırın kurulduğu ilk günden beri ailesiyle buradaymış. Çadır saldırıya uğradığı gün ailece gece yarısına kadar burada kalmışlar. Polisleri mahalleden uzaklaştırmalarının verdiği
coşkusuyla direniş sürecini anlatıyor: “Direniş çadırının en büyük kazancı aileleri birbirine kaynaştırmasıdır. Zaman zaman güzel etkinlikler, sohbetler yaptık. Duygu, düşünce anlamında pek çok şey paylaştık ailelerimizle. Direnişi örgütlemek insanları birbirine kaynaştırmak, yeniden bir araya getirmek güzeldi. 1990-96 ruhunu hissettik, güzeldi.” Ailesiyle birlikte gelip buradaki direnişçilere yardımcı olmuş. Sorumluluk bilinciyle, zaman buldukça buralardayım, diyor. AKP’nin polisinin saldırılarının olduğu dönemlerde Çayan halkı devrimcileri hep sahiplendi. Çayan halkını anlatmaya devam ediyorlar. “Mahalledeki insanlar kulağımıza fısıldıyorlardı, biz kapılarımızı açık bırakıyoruz, gerektiği zaman girin, diyorlardı. Bu duygu da güzeldi. Halkımız, ailelerimiz yanımızdayken hep birlikteydik. Yeri geldi camlardan, balkonlardan polislere beddua ettiler. Bunu hazmedemeyen polis çılgına dönüp çadırlarımıza, parkın demirlerine vuruyorlardı... Çayan direnişi insanları güçlü ve umutlu kılıyor.” Direniş çadırı umut ve kararlılık taşıyordu halka...
KARDEŞLİĞİMİZİ KÜLTÜRÜMÜZÜ İHTİLALİMİZİ BÜYÜTMEK İÇİN
“Bir Dev-Genç’li olma sorumluluğu ile buradayım” Sivas-Cumhuriyet Üniversitesi’nde okuyan Ali Ekber Kalender de orada açlık grevindeydi. Yol parasını zar zor bulup öyle gelmiş. “Burada tutsaklar için, serbest bırakılmaları için açlık grevi ile süren bir direniş var. Daha önce tecritte kalmış olduğum için hapishanelerdeki tecrit koşullarını, kimliksizleştirme saldırılarını biliyorum. Onların bir tanesini bile tecritten almak için değer. Tutsakların çektiği sıkıntıları düşündüğüm için açlık çok aklıma gelmiyor. AKP’nin Halk Cephesi’ne yönelik saldırıları var. Bu saldırılarına karşılık bir direniş gerekiyor. Bir kaç tane basın açıklamasıyla geçiştirmek değil. Ciddi bir direniş gerekli. Dev-Genç’liyim ve bir Dev-Genç’li olma sorumluluğu ile buradayım.”
Siz neredesiniz? TAYAD’lı Aileler, 14 Haziran’da Çayan Mahallesi Dilan Cafe önünde “Hapishanelerde On Yılda 1758 Ölüm. Tecrit Can Almaya Devam Ediyor. Siz Neredesiniz” pankartı açarak eylem yaptılar. Naime Emlik tarafından yapılan açıklamada tecrit zulmünün her gün sürdüğü halka anlatıldı. Her hafta yaptıkları eylemle tutsakların yaşadıkları tecrit zulmü ve işkenceleri dile getirdiklerini belirten Emlik, tecrite karşı mücadelelerine devam edeceklerini söyledi. Sloganlarla sona eren açıklamanın ardından, “Tecrit Can Almaya Devam Ediyor Siz Neredesiniz ?” başlıklı bildiriler dağıtıldı.
Okmeydanı’nda yazılamalar Halk Cepheliler, AKP’nin polisinin ve yargısının işkenceli gözaltı ve tutuklama terörüne karşı yürütülen “Keyfi Tutuklama Zulmüne Son” kampanyası çerçevesinde, Okmeydanı sokaklarında yazıla malar yaptı.
Çayan Mahallesi’nde film gösterimi 10 Haziran akşamı Çayan Mahallesi Hüseyin Aksoy Parkı’nda bulunan açlık grevi çadırında “Zübük” filminin gösterimi yapıldı.
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
Film gösteriminin başında TAYAD'dan Sezai Demirtaş mahalledeki baskılara ve seçimin çare olmadığına değindi. Film gösterimine yaklaşık 50 kişi katıldı.
“3 gündür açlık grevindeyim ve gerekirse 3 ay daha kalırım” Volkan Şeyda (Açlık Grevinde, 19 yaşında) Yürüyüş: Direniş içinde neler yaşadınız? Volkan Şeyda: Saldırılarda direniş çadırımızın yıkılması ve gaz bombalarına maruz kalmamıza rağmen direnmekten vazgeçmedik, vazgeçmeyeceğiz. Bizler bir yandan direnişteyken bir yandan da hırsızlığa, kumara, uyuşturucuya karşı mücadele ediyoruz. Yürüyüş: Çadırınızı yıktılar. Ne yaptınız? Volkan Şeyda: Çadırımız yıkıldı ama biz tekrar kurduk. Çadırımız yıkıldığında bütün eşyalarımız yerlere atıldı, döküldü, kırıldı. Bizim bir daha çadırları kullanmamamız için çadırlarımızı yırttılar. Biz onlar daha mahalleden çıkmadan gelip halaylarla tekrar kurduk çadırımızı. Yürüyüş: Çayan nasıl bir yer?
Volkan Şeyda: Bu mahalle Dev- Gençli’lerin “dişini tırnağına takarak” yarattığı bir mahalledir. Bu mahallede şehitlerimiz Aşurlar’ın, Mehmetler’in bilinci ve öfkesiyle barikatlar kurulur. Burası Nurtepe Çayan. Benim için İstanbul’un en güzel mahallesidir. Uyuşturucunun, fuhuşun, kumarın olmadığı, çeteleşmenin olmadığı gecekondu mahallesidir. Sadece Çayan değil, Çayan halkı da bizi sahipleniyor, onlar da destek için bizimle açlık grevine giriyor, açlık grevinde kalıyorlar. Yürüyüş: Niye 3 gündür açlık grevindesiniz? Volkan Şeyda: Ben devrimciliği kendi isteğimle yapıyorum. Herkes bu çürümüş düzende bocalarken ben dünyanın en zor ve en güzel mesleğini yapıyorum. 3 gündür açlık grevindeyim ve gerekirse 3 ay daha da kalırım. Bir çok arkadaşım tutuklandı. Onlar için de direniyorum. 3 ay boyunca buradayız ve ben de burada olacağım.
ANADOLU HALK FESTİVALİ’NDE BULUŞALIM
23
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
Soruşturma dosyalarına keyfi olarak gizlilik kararı konuldu. 13 kişinin neden tutuklandığı meçhul! AKP’nin polisi baskınlar, gözaltılar, tutuklamalarla devrimci, demokratik mücadelenin Anadolu illerine yayılmasını engellemek istiyor! İstanbul’un gecekondu mahallelerinden Anadolu illerine kadar faşizmin zulmüne karşı her yerde direniyoruz! Bize baş eğdiremezsiniz! Umut her yerde! UMUDU TÜKETEMEZSİNİZ! Oligarşi saldırmakta, gözaltına alıp işkence yapmakta ve tutuklatmakta pervasız davranıyor. İstanbul’un yoksul gecekondu mahallelerindeki terörünü devrimcilerin örgütlü olduğu Anadolu illerinde sürdürüyor.
24
3 Haziran’da AKP polisinin MaAdana Özgürlükler Derneği’ne salatya, Dersim ve Elazığ’da Haklar baha karşı dernekte hiçbir yetkili yokken kapıları kırarak bir hırsız Derneği ve evlere yaptığı baskınlar sogibi girdi. nucunda gözaltına alınan 14 kişiden 10’u tutuklandı. Dernekleri talan ettiler. Derneklerde ne tür komplo ve tezgahlar 6 Mayıs’ta Adana’da; Adana kurdular, bilinmiyor. Dosyalara koGençlik Derneği, Adana Özgürnulan gizlilik kararı, AKP’nin komplükler Derneği ve evlere yapılan lolarını gizlemenin ve yeni saldırılar baskınlar sonucunda gözaltına alınan tezgahlamanın aracıdır. 11 kişiden 3’ü tutuklandı. AKP, saldırılarla, dernek baskınTutuklananlar neden tutuklandı larıyla, gözaltı ve tutuklamalarla Anabilinmiyor. Dosyalara yine gizlilik kadolu’da devrimci örgütlenmeyi enrarı konuldu. gellemeye çalışıyor. AKP’nin gözalOligarşinin yasalarına göre de satı ve tutuklamalarına, komplolarına dece istisnai durumlarda konulacak boyun eğmeyeceğiz. olan gizlilik kararını AKP iktidarı süHiçbir güç Anadolu’da örgütlenreklileştirerek, devrimcilere karşı bir memizin ve mücadelemizin önüne gesilah olarak kullanmaktadır. çemez. Hiçbir güç bizi bundan alıSoruyoruz: Gizlilik kararını neden koyamaz. koydunuz? Neyi gizliyorsunuz? Delillerin karartılması olasılığını mı? Delilleri karartma ihtimali Tutuklayarak olan kişileri zaten tutuklamışsısindiremezsiniz! nız. O zaman neden gizlilik kararları? AKP, son zamanlarda devTutuklananlar - Uğur Pektaş rimcilerle ilgili neredeyse tüm dos- Ayça Kılınç yalara gizlilik kararı alıyor. Gizli- - Sevda Kurban Sevcan Göktaş - Yusuf Yılmaz lik kararıyla tutuklanan devrimciKubilay Uçucu - Düzgün Karal lerin savunma haklarını gasp Candaş Kat - Halime Keçeli ediyor. Komplolar kuruyor. Yeni - Menekşe Tosun saldırıların zeminini hazırlıyor. - Çağdaş Aktepe Erkin Kocaman - Mehmet Bıldırcın Polis Adana Gençlik Derneği ve
KARDEŞLİĞİMİZİ KÜLTÜRÜMÜZÜ İHTİLALİMİZİ BÜYÜTMEK İÇİN
3 Haziran’da Malatya, Elazığ ve Dersim’de, 6 Haziran’da Bursa, Gemlik, Adana ve Samsun’daki gözaltı, komplo ve tutuklamalar, yapılan eylemlerle protesto edildi.
Bursa: AKP polisi tarafından 6 Haziran’da yapılan operasyonlarda gözaltına alınan 14 kişinin tamamı mahkeme tarafından 7 Haziran’da serbest bırakılmıştı. Ancak savcının itiraz dilekçesi üzerine dava yeniden görüldü. Yargıç davayı reddetti. Yargılama tutuksuz olarak devam edecek. Bursa Halk Cephesi tarafından gözaltı ve diğer illerdeki tutuklamalar 9 Haziran’da, Kent Meydanı’nda yapılan eylemle protesto edildi. 20 kişinin katıldığı eylemde, “Keyfi Tutuklamalara Son! Komploları Boşa Çıkartacağız” ve “Yola Gelmeyeceğiz! Başeğmeyeceğiz! Umudun Türküsünü Söylemeye Devam EdeceğizHalk Cephesi” imzalı pankart açıldı. Okunan basın açıklamasının ardından eylem sloganlarla sona erdi.
Gemlik: 9 Haziran’da
Dereboyu Taşköprü üzerinde toplanan Gemlik Haklar Derneği üyeleri “Yola Gelmeyeceğiz! Islah olmayacağız! Baskılar Bizi Yıldıramaz! Gemlik Haklar Derneği” pankartı açarak, yolu trafiğe kapatıp yürüyüşe başladılar. AKP’nin komplolarını, gözaltı ve tutuklama terörünü protesto eden sloganlar atarak dövizleriyle eski garaja kadar yürüdüler. Açıklamaya 17 kişi katılırken eylem sonrası Gemlik Haklar Derneği Başkanı Tuncel Ayaz çevrede toplanan halka saldırıların sebebini anlattı.
Mersin:
Dernek, ev baskınları gözaltı ve tutuklamalara karşı Mersin Halk Cephesi, Hastane Caddesi’nde eylem yaptı. Açıklamada “Gözaltılar, Tutuklamalar, Baskılar Bizi Yıldıra-
maz” pankartı ve kızıl bayraklar taşındı. Eyleme EHP, ESP ve DHF de destek verdi.
Adana: 8 Haziran’da Halk Cepheliler Adana Adliyesi önünde eylem yaptı. Eyleme BDSP, DHF, ESP, Halkevleri, İHD destek verdi. 35 kişinin katıldığı eylemde, ‘Baskılar, Gözaltılar, Tutuklamalar Devrimcileri Yıldıramaz’ pankartı açıldı. Okunan basın açıklamasından sonra mahkeme bitene kadar oturma eylemi yapıldı. Gözaltına alınan 11 Halk Cepheli’den Halime Keçeli, Menekşe Tosun, Mehmet Bıldırcın tutuklandı. Adliye çıkışında ‘Baskılar Bizi Yıldıramaz’ sloganı atıldı. Çevik polisler ne kadar engellemeye kalksalar da pankartın görülmesine engel olamadılar. Üç Halk Cepheli sloganlar ve zafer işaretleriyle gönderildi. Ayrıca Adana’da 10 Haziran’da keyfi tutuklamalar için Kültür Sokağı önünde eylem yapıldı. ‘Baskılar, Gözaltılar, Tutuklamalar Devrimcileri Yıldıramaz’ pankartı açıldı. Gözaltına alınanların ailelelerin de verdiği destekte 25 kişi açıklamaya katıldı.
Bursa
Gemlik
Mersin
Samsun: Karadeniz Özgürlükler Derneği 8 Haziran’da Süleymaniye Geçidi’nde yaptığı eylemle AKP’nin gözaltı ve tutuklama terörünü ptotesto etti. Yapılan açıklamada İstanbul’dan Adana’ya, Dersim’den Bursa’ya Anadolu’nun geneline yapılan operasyonlar sonucu keyfi tutuklamalarla yaşanan hukuksuzluk belirtildi. Samsun’da Karadeniz Özgürlükler Derneği çalışanlarına uygulanan gözaltı terörü anlatıldı. 19 kişinin katıldığı basın açıklamasına Ekim Gençliği, Gençlik Muhalefeti, ÖDP ve TKP destek verdi.
Adana
Samsun
ANADOLU HALK FESTİVALİ’NDE BULUŞALIM
25
Röportaj
Remzi Uçucu: Defalarca ispatladık
bu ülkede umut bitirilemez! Remzi
AKP’nin polisi Yürüyüş dergisini basmak için Remzi Uçucu Uçucu üzerinden komplo kurmuştu. Remzi Uçucu’yla yaptığımız röportajı yayınlıyoruz. Yürüyüş: Sizce tutuklanma gerekçeniz nedir? Remzi Uçucu: Tutuklanma sırasında çıkarıldığım savcılık ve mahkemedeki sorgular tutuklanmanın gerçek erekçesini gösteriyor. “Emperyalist Saldırganlığa Karşı Halkların Birliği Sempozyumunda konuşma yaptınız mı?” “ABD Konsolosluğu önündeki protestoya katıldınız mı?”
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
“Güler Zere’nin cenazesine katıldınız mı?” “10. Yılında Tecrit ve Tecrite Karşı Mücadele Sempozyumu’nda konuşma yaptınız mı?” Bunlar gibi bir sürü soru... “Bu konuşma metni sana mı ait” gibi. Nurtepe’deki, Gülsuyu’ndaki ve ya başka yerlerdeki devrimci derneklere gidip gitmediğim bir suç havası yaratılarak soruldu. Kısacası Amerika’ya karşı olduğum için, ABD ve AB’nin halkları teslim alma politikası tecrite karşı olduğum için... Düşüncelerimi ifade ettiğim için, halkın örgütlenme hakkı-
Bunlar Suç mu? Emperyalist Saldırganlığa Karşı Halkların Birliği Sempozyumu’nda konuşma yapmak SUÇ MU? ABD’yi protesto etmek SUÇ MU? AKP iktidarı Güler Zere’yi katletti. Cenazesine katılmak SUÇ MU? Tecrit ve Tecrite Karşı Mücadele Sempozyumu’nda konuşmak SUÇ MU? nı savunduğum için... Devrimcileri savunduğum ve devrimcilik yaptığım için tutuklandım. Bu suçların hepsini kabul ettim. Bunlar için değil tutuklama yapmak, mahkemenin bu soruları sormasının bile hukuksuz olduğunu ifade ettim. Yürüyüş: Yürüyüş dergisine baskın için sizi gerekçe gösterdiler. Sizin Yürüyüş dergisiyle ne gibi kurumsal bir ilişkiniz var? Uçucu: Ülkemiz faşizmle yönetilen bir ülkedir. AKP de iktidara geldiğinden beri temel hak ve özgürlüklere kesintisiz ve azgınca bir saldırı politikası yürütmüştür. Ağzından
Yürüyüş dergisi başeğmeden yoluna devam ediyor Mersin: Bu hafta da Yürüyüş dergisi satışına devam edildi. Mersin Şahin Tepesi Mahallesi’nde yapılan tanıtım ve satışta halkla sohbetler edildi. Seçimlerin çare olmadığı devrim olmadan sorunlarımızın çözülemeyeceği anlatıldı. Yapılan
26
baskılar ve tutuklamalar anlatılarak halka, yapılan bu baskılara karşı birlikte direniş çağrısı yapıldı. Yapılan dergi satışında halka 30 adet dergi ulaştırılarak baskılara ve tutuklamalara başeğilmeyeceği bir daha gösterildi.
değişim sözünü düşürmeyen AKP, devletin geçmişte yaptığı katliamları, işkenceleri, hak gasplarını savunmuş, sorumlularını yargılatmamış, kendisi de bu uygulamaları daha azgınca sürdürmüştür. Yürüyüş dergisi AKP saldırısının önünde bir mevzidir. Gerçekleri yazmasıyla, hesap sormasıyla, çizgisini değiştirmemesiyle, katilleri ve katliamları halka ısrarla hatırlatmasıyla, halkı örgütlenmeye çağırmasıyla, umudu büyütmesiyle bir mevzidir. AKP, bu mevziye karşı saldırı kararı almıştır. Beni bahane olarak öne sürdü AKP polisi. Son bir kaç ay içersinde yüzlerce devrimci gözaltına alındı, tutuklandı. Bir çok yasal, demokratik dernek içinde yüzlerce devrimci gözaltına alındı, tutuklandı. Bir çok demokratik, yasal dernek, kurum benzer bahanelerle basıldı, talan edildi. “Yürüyüş”ü basıp talan etme kararını almış AKP. Bahane olarak beni değil de pekala başka birini gösterebilirdi. Kaldı ki, benim orada ikamet ettiğim, orada çalıştığım “Yürüyüş” le herhangi bir hukuki bağım olduğu doğru değildir.. Polis de savcılık da benim nerede ikamet ettiğimi, nerede ne iş yaptığımı biliyor. Böyle olduğu içindir ki gözaltına almak isteyince alabiliyor. Yürüyüş: Altı aydır tutuklusunuz, neyle suçlandığınız belli mi? Ne zaman mahkemeye çıkacaksınız? Uçucu: Neyle suçlandığımızı, mahkemeye ne zaman çıkacağımızı hala bilmiyoruz. Dosyaya gizlilik kararı konmuş, ne biz ne de avukatlarımız dosya hakkında bir şey bilmiyoruz. Tutuklanmanın kaldırılmasına yönelik itirazlara mahkemenin verdiği cevap “delil toplanmasına devam edildiğinden reddine” oluyor yani mahkeme diyor ki, sizi tutuklamak
KARDEŞLİĞİMİZİ KÜLTÜRÜMÜZÜ İHTİLALİMİZİ BÜYÜTMEK İÇİN
Röportaj ve yargılamak için elimde yeterli delilim yok, ama bu delilleri üretiyorum. Polis, eskiden de işkence yapma, itirafçılaştırma, sahte evrak, komplo vb. ile delil üretirdi. Şimdi bunu savcılık veya mahkeme kararıyla yapıyor. “İleri demokrasi” budur. Savcı ve yargıçların bizzat işkenceci ve komplocu olması, daha çok zulmün bir parçası olması. Yürüyüş: Tecrit hakkında ne söylemek istersiniz? Nasıl uygulanıyor? Uçucu: Tutuklandığımız günden beri 3 kişilik hücrede tutuluyoruz. 6 aydır yanımdaki iki arkadaştan başkasını göremedim, sohbet edemedim, tartışamadım. Burada insanlar birbirinden yalıtılmak isteniyor. Sohbet hakkı uygulanmıyor. Dolayısıyla aylarca belki de yıllarca kimseyle görüşemiyor insan. Sürekli yeni disiplin cezaları ve yeni uygulamalarla haklarımız kısıtlanıyor. Disiplin cezaları otomatiğe bağlanmış durumda. Geldiğimizden beri
AKP, tecrit işkencesini sürdürüyor Telefona askeri tekmil dayatıyor.
Hücrede bulundurulacak eşyalarda yeni kısıtlamalar getirdi. Hücrelerde 10 kitap sınırlaması...
Ziyaretlere yeni kısıtlamalar...
Tüm disiplin cezaları açık görüş hakkını gasp ediyor... peşpeşe disiplin cezaları veriyorlar.Hepsi de dışarıyla ve içeriyle iletişimimizi kesmeye yönelik cezalar. Mektup, faks, telefon cezaları gibi... Telefonu zaten kullandırmıyorlar. “Askeri vesayet”e karşı mücadele ettiği masallarıyla halkı uyutmaya çalışan AKP, telefona askeri tekmil dayatıyor. Hücrede bulundurulacak eşya-
Yürüyüş çalışanlarına ve üç devrimciye özgürlük! Beş Yürüyüş çalışanı ve iki devrimci 24 Aralık 2010’da bir komployla tutuklandılar. Yargılandıkları dosyaya gizlilik kararı konuldu ve 6 aydır neyle suçlandıklarını dahi bilmeden F tipi tecrit hücrelerinde tutulmaktadır. Ve Yürüyüş dergisi üzerine komplolar sürüyor. Yürüyüş dergisinin teknik işlerinin yapıldığı Ozan Yayıncılık’ın sahibi Necla Can ve BES İstanbul Şube Yöneticisi Gülsüm Yıldız da aynı komplonun parçası olarak 26 Mayıs’ta gözaltına alınarak tutuklandılar. Komplolar, tutuklamalar Yürüyüş’ü sindiremez. Tutuklu Yürüyüş çalışanları ve üç devrimciye ÖZGÜRLÜK!
Kaan Ünsal, Halit Güdenoğlu, Naciye Yavuz, Musa Kurt, Cihan Gün, Remzi Uçucu, Mehmet Ali Uğurlu, Necla Can ve Gülsüm Yıldız’a
larla ilgili yeni bir kısıtlama getirdiler. Kitapları bile sınırlamışlar. 10 kitaptan fazlası yasak! Ziyaretlere de yeni bir kısıtlama getirdiler. Açık görüşü hangi disiplin cezası verirse versin kaldırıyor. Sürekli ve türlü türlü disiplin cezaları verdikleri için sanırım artık açık görüş yapamayız uzun bir süre. Tecrit dışarıdaki uygulamaların bir devamıdır. Daha rafine uygulanmasıdır. Düşünmeyeceksin, üretmeyeceksin, örgütlenmeyeceksin, itaat edeceksin. Dışarıda cop, gaz, tehditle yıldıramadığında katletmezse buraya atıyorlar, devamını burada getiriyorlar. Tecrit insanı sessizce öldüren, her an, her saniye ruhuna acı çektiren bir işkence. İnsanlık suçu. Mücadelemizle tecritin etkisini bir ölçüde kırdık. Bunu da görüyoruz burada. Üretiyor, direniyor, düşünüyor, her anımız örgütlü yaşıyoruz. Daha çok yüklenmeli, tecritte daha büyük gedikler açmalıyız. Örneğin 122 şehitle kazandığımız sohbet hakkını uygulamıyorlar. Dışarıda ve içeride yakalarına yapışacak, uygulatacağız. TAYAD’lı Ailelerimizin sürdürdükleri kampanya bu yönüyle çok önemli.
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
Yürüyüş: Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Uçucu: Oligarşi her alanda saldırarak halkı umutsuzlaştırmayı, devrimi durdurmayı amaçlıyor. Onlarca yüzlerce devrimciyi tecrite atıyor. Tek suçları halkı sevmek, devrimci olmak. Bize devrimciliğimizden soyunmayı dayatıyor. Defalarca ispatladık; bu ülkede umut bitirilemez, devrim durdurulamaz. Devrimi ve devrimciliğimizi savunacağız. “Yürüyüş” bu ülkenin mazlumlarının sesi. Direnen damarlarının sesi. Bu ülkenin kurtuluş umudunun, geleceğinin sesi. Susturamayacaklar. Yürüyüş çalışanlarını, okurlarını ve halkımızı bağlılıkla selamlıyorum.
ANADOLU HALK FESTİVALİ’NDE BULUŞALIM
27
İşbirlikçi İşbirlikçi AKP AKP Ortadoğu Ortadoğu Halklarının Halklarının En En Sinsi Sinsi Düşmanıdır! Düşmanıdır!
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
İşbirlikçilerin “kardeşliği”, “dostluğu” yoktur!
İşbirlikçi AKP iktidarı Suriye halkının düşmanıdır!
“Biz Suriye’deki gelişmelere daha fazla sessiz kalamayız. İyi ilişkiler ilelebet süremez.” (Tayyip Erdoğan, Haber Türk, 15 Haziran 2011) Bunları söyleyen Erdoğan düne kadar, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad için “kardeşim” diyor, Suriye’nin dostluğunun Türkiye açısından önemi üzerine demeçler veriyordu. Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan, aileleri ile birlikte Beşar Esad ve ailesini “kardeşim” diyerek misafir etmiş, kendileri de Suriye’ye gittiklerinde Esad ailesinin “misafiri” olmuşlardı. Düne kadar “Suriye ile dostluğu geliştirmek”ten sözediyor, Suriye ile “sınırı açmakla” övünüyorlardı. Bugünse emperyalizmin çıkarları gereği, “kardeşliği” unutmuş, Esad yönetiminin yaptıklarına “sessiz kalınamayacağı” açıklamalarıyla Suriye’yi tehdit etmektedirler.
Suriye’yi yıkmaya soyunan AKP Amerikan emperyalizminin uzun bir süredir hedefindeki ülkelerden biriydi Suriye’deki iktidar. Tek bir Amerikan üssünün olmadığı, Ortadoğu’da Amerikan ve İsrail politikalarına karşı çıkan, Filistin’i destekleyen Suriye’deki iktidar “değiştirilmeli”ydi. Emperyalistler Suriye gibi ülkeler değil, Türkiye gibi işbirlikçi ülkeler istiyor. O nedenle Suriye’ye uzun bir süredir baskı yapılmakta, Türkiye üzerinden de Suriye’ye “reformlar” dayatılmaktaydı. Suriye’deki iktidarı yıkmak için Suriye’deki gerici, işbirlikçi güçleri silahlandırarak, ortaya saldılar. İran’ın İngilizce yayın yapan Press Televizyonu’nun, geçen hafta “Suriyeli yetkililer”e atfen yayınladığı bir haber dikkat çekiciydi. Haberde “Suriye’deki saldırıların beklenmedik bir şekilde gelişmesinin ardında Başbakan Tayyip Erdoğan
28
ile başka güçlerin olduğu, Suriye ordusunun ele geçirdiği silahların Hatay’dan sokulduğu” belirtiliyordu. İran da Türkiye’nin Suriye konusunda ikiyüzlü davrandığını, Türkiye’nin bir yandan Esad yönetimini destekler görünürken, diğer yandan “muhaliflere kucak açtığını” vurgulayan bir açıklama yaptı geçen hafta. Gazeteci Robert Fisk, AKP’yle ilgili şu değerlendirmeyi yapıyordu; “Türk Hükümeti(...)Suriye Kürtleri’nin Türkiye’nin güney doğusundaki Kürt bölgesine akınına dair gizli bir plan geliştirdi. Türk generalleri Suriye’ye birkaç tabur göndermeyi planlayarak Esat’ın halifeliğindeki mülteciler için bir “güvenli bölge” açmayı planladı.” Suriye’nin, İran’ın açıklamaları, Robert Fisk’in değerlendirmeleri ve AKP’nin Suriye politikaları bir araya getirildiğinde oligarşinin emperyalizm tarafından kuşatılan Suriye’deki kuşatmada oynadığı rol ortadadır. Abdullah Gül’ün şu sözleride bu rolü ortaya koyuyor: “Suriye'yi biz günlük istihbaratla çok yakın... ve çok detaylı takip ediyoruz. Sivil-asker en kötü senaryolara karşı hazırlığımızı da yapmış vaziyetteyiz.” Peki Türkiye, Suriye’yi neden bu kadar “yakın”, neden takip ediyor? “En kötü senaryolara hazırız” derken neyi kastediyor Gül? Oligarşi Suriye’nin dostu olarak, onlara yardım etmek için bu hesapları yapmıyor. Tersine Suriye’deki kuşatmayı derinleştirmek, gerici ve emperyalizm işbirlikçisi güçleri etkili hale getirmek için yapıyor bunları. Tayyip Erdoğan’ın, “ daha fazla sessiz kalamayız” demesi tam da bu gelişmelerle ilgilidir. Peki ne yapacaksınız? Suriye’yi işgal mi edeceksiniz? Yakıp yıkacak mısınız? Gerçi buna yabancı değiller. Menderes döneminde, Suriye'de BAAS iktidarının kurulması üzerine işgal için
1957 Ekimi’nde oligarşinin ordusu Suriye sınırına yığıldı... Saldırıyı, Sovyetler'in sert çıkışı ile durdurmak zorunda kaldılar.
Mülteciliği kışkırtan oligarşi AKP, Suriyeli bir grup işbirlikçi tarafından Mayıs ayı sonunda Antalya’da düzenlenen “Suriye'de Değişim Konferansı” ile işbirlikçileri sahiplendi. Toplantının hemen ardından Türkiye, Suriyeliler’i adeta mülteciliğe teşvik eden bir politika geliştirdi. Sınırda kamplar kurulup gelecek olanlara kapıların sonuna kadar açılacağı ilan edildi. Suriye’den gelen mültecilerin sayısı kısa sürede 9 bini buldu. Emperyalizm ve Türkiye oligarşisi, çeşitli hesaplarla kaçışların süreceği, bu sayının 800 bin, 1 milyon olacağını açıkladılar. Kışkırtılan mülteciliğin arkasında işbirlikçi AKP iktidarı vardır. “Sessiz kalmayız” tehditlerinin arkasında emperyalizmin verdiği görevler ve hesaplar vardır. Bu görev ve hesaplar, sınırda tampon bölge kurmaktan Suriye’ye askeri müdahaleye kadar uzanabilir. İşbirlikçi AKP iktidarı hepsine hazırdır ve Ortadoğu halklarına karşı sinsice rolünü oynamaya devam etmektedir.
KARDEŞLİĞİMİZİ KÜLTÜRÜMÜZÜ İHTİLALİMİZİ BÜYÜTMEK İÇİN
İşbirlikçi AKP Ortadoğu Halklarının En Sinsi Düşmanıdır!
Bombalar! Eurolar! Ve Siyasal Kuşatma! Hepsi Libya’yı Teslim Almak İçin! Libya, Emperyalistler ve İşbirlikçilerin Saldırısına Direniyor!
Emperyalizm, işbirlikçilere silah ve para desteğine devam ediyor! Geçen hafta yapılan Abu Dabi toplantısında Libyalı vatan hainlerinin daha fazla desteklenmesi kararı alındı! NATO, 8 Haziran’da Libya’da en büyük katliamlarından birini gerçekleştirdi Libya’ya yönelik askeri, siyasi, ekonomik kuşatma, her yönüyle sürdürülürken, saldırının başlangıcından, 19 Mart’tan bu yana aylar geçmesine karşın, emperyalistler ve işbirlikçileri, Libya halkını ve yönetimini hala teslim alamadılar. Emperyalizm ve işbirlikçileri bunun üzerine, NATO SALDIRISINI 90 GÜN daha uzatma kararı alırken, peşinden Abu Dabi’de düzenlenen toplantıyla Kaddafi yönetimini teslim almak için yeni kararlar aldılar. Birleşik Arap Emirlikleri'nin başkenti Abu Dabi'de düzenlenen “Libya Temas Grubu” 3. toplantısına emperyalist ülkeler, Arap ülkeleri ve bazı işbirlikçi ülkeler katıldı. Toplantıda Libya’daki emperyalizm işbirlikçilerine yüz milyonlarca Euro verilmesi kararı alınırken, NATO aynı gün, “muhaliflere destek için” Trablus'a başlattığı hava saldırılarının en büyüğünü düzenledi. NATO’nun tüm saldırılarına, Libya’nın ağır silah gücünü tahrip etmiş olmasına rağmen, Libya halkı, işbirlikçilerin ele geçirmeye çalıştığı şehir ve bölgelerde çatışmaları sürdürüyorlar.
İşbirlikçilere Eurolar Fransa, Libya'daki işbirlikçi vatan hainlerinin kurduğu Geçici Ulusal Konsey'e 290 milyon euro verece-
ğini açıkladı. Fransa Dışişleri Bakanı Alain Juppe, bir hafta içinde bu parayı ulaştıracaklarını belirtti. Kuveyt de Libya işbirlikçilerine hemen 180 milyon dolar vereceğini açıkladı. İtalya Dışişleri Bakanı Franco Frattini, ülkesinin Libyalı muhaliflere yaklaşık 400 milyon euro yardımda bulunacağını açıkladı. Libya'daki işbirlikçiler, Abu Dabi’de ele geçirdikleri şehirlerde maaşların ödenmesi ve gıda temini için(!) 3 milyar dolara ihtiyaçları olduğunu açıklayarak emperyalistlerden yalvar yakar para dilenmişlerdi. Emperyalizm işbirlikçileri rahatlatacak ve Kaddafi yönetimini sıkıştıracak her şeyi yapıyor.
İşbirlikçi AKP, emperyalizm adına “uyarıyor”! Türkiye oligarşisi , yine devrede. Geçen hafta basında yer aldı: “Başbakan’ın talimatıyla ‘çok üst düzey bir görevli’ Libya’ya gitmiş. Orada Muammer Kaddafi’nin oğluyla buluşmuş ve Başbakan’ın mesajını iletmiş. Mesaj şöyleymiş:
Dünya Halkları! Libya’ya yağan bombalar, yalnız Libya halkının üstüne değil, emperyalizme direnen ve direnecek tüm mazlum halkların üstüne yağıyor. Suriye’ye karşı kurulan komplolar, emperyalizme şu veya bu ölçüde direnen tüm ülkeleri sindirmek içindir. Emperyalist haydutluğa karşı direnmek meşru ve zorunludur!
‘Baban artık direnmesin. Bu direniş bir sonuç getirmeyecek. Sadece Libya’nın daha çok acı çekmesine neden olacak. Bıraksın. ... Eğer bırakmazsa kendisi canından olacak, ailesi çok acı çekecek. Şimdi bırakırsa başka bir ülkede de olsa yaşar.’ (Aktaran Fatih Altaylı, 11 Haziran 2011, Haber Türk) Senegal Devlet Başkanı Abdullah Vad da, Libya lideri Muammer Kaddafi'yi hemen iktidarı bırakmaya çağırdı. Vad, bu açıklamayı, Libya'da işbirlikçilerin eline geçmiş bulunan Bingazi kentinde yaptı. Daha dün “NATO’nun silahlarının Libya halkına dönmesine izin vermeyeceğiz” diyen AKP iktidarı, NATO silahları, Libya halkının kanını dökerken, utanmazca, alçakça, Kaddafi’yi emperyalizm adına tehdit ediyor... Ve emperyalizm Türkiye oligarşisinden daha fazlasını istiyor. ABD Savunma Bakanı Robert Gates açıklamasında ABD yönetiminin İspanya, Türkiye ve Hollanda'dan Libya’da kara hedeflerini vurma misyonuna katılarak, muharip olmayan operasyonlardaki sınırlı katılımlarını artırmalarını istediğini belirtti. AKP buna ne cevap verdi?
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
Kim çekip gidecek? Abu Dabi toplantısını çekip çeviren emperyalist şeflerden biri ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton idi. Clinton, burada yaptığı açıklamada Libya’da Kaddafi rejiminin "günlerinin sayılı olduğunu" belirtti. Clinton, konuşmasında “Kaddafi'nin günlerinin sayılı, gitmesinin kaçınılmaz olduğu”nu iddia ettikten sonra, "Zaman lehimize işliyor" diyor. Yanılıyor. Evet, dünyanın tüm emperyalistlerinin üstüne çullandığı bir ülke, askeri olarak sonunda yenilebilir. Ama zaman yine de asla emperyalizmin lehine işlemeyecek. Önünde sonunda Ortadoğu’yu terketmek zorunda olan emperyalizmdir.
ANADOLU HALK FESTİVALİ’NDE BULUŞALIM
29
İşbirlikçi İşbirlikçi AKP AKP Ortadoğu Ortadoğu Halklarının Halklarının En En Sinsi Sinsi Düşmanıdır! Düşmanıdır!
Ege’ye yeni bir İncirlik kuruluyor! AKP’nin ‘zaferi’, Anadolu’nun sırtındaki hançerlerin çoğalması demektir!
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
“Küresel ölçekte, mazlumların umudu kazanmıştır. İstanbul kadar Saraybosna, İzmir kadar Beyrut, Ankara kadar Şam kazanmıştır. Diyarbakır kadar Kudüs ve Gazze kazanmıştır. Ortadoğu, Kafkasya kazandı.” (Yeni Şafak, 13 Haziran 2011) Erdoğan seçim “zaferi” konuşmasında, demagoji yaparak, mazlumların kazandığını söylüyordu. Bu elbette koca bir yalandır. Kazanan mazlum halklar değil, emperyalizm ve oligarşidir. Ama Erdoğan’ın Gazze’yi, Beyrut’u, Şam’ı, Kafkasya’yı anması boşuna değildi elbette. Çünkü AKP’nin “zaferi” Libya, Suriye, Filistin, Suriye halklarına karşı emperyalist saldırılara AKP’nin daha çok katılması, emperyalistlerin saldırılarını güçlendirmesidir. Nitekim bunun kanıtlarından biri, bu konuşmanın yapıldığı günlerde gerçekleşmişti.
ye’deki üslere ilişkin olarak yıllar önce şunları söylüyordu: “Türkiye'deki üsler, Birleşik Devletler için son derece önemlidir. Gerçekte Ortadoğu'da (...) Amerika'nın doğrudan müdahalesini gerektiren bir olayda Türkiye'nin desteğini almaksızın ve bu üsleri kullanmaksızın bunu önlemek mümkün değildir.'' (Hv. Org. George S.BROWN, aktaran Haklıyız Kazanacağız) Emperyalistler bu amaçla NATO’ya ilişkin yaptıkları düzenlemelerde Türkiye’ye yeni bir üs daha aç-
Yeni İncirlik halklara karşı kullanılacaktır! Amerikalı bir general, Türki-
30
“Bunu mutlaka İzmir'de yerine onu aratmayacak ve bizim İzmir'imizin uluslararası hüviyetini ortaya koyacak bir teşkilatta ısrar ettik. Belli bir çalışma yapıldı, mücadele verildi.” (Cumhuriyet, 7 Haziran 2011) AKP işbirlikçiliğini saklamıyor, gizlemiyor. NATO üssü kalsın diye uşaklıkta sınır tanımıyor. Emperyalizmin çıkarlarının gerektirdiği biçimde yeniden şekillendirilen üssün yeni biçimiyle halklara karşı kullanılacağı açıktır.
AKP işbirlikçilikte yeni görevler üstleniyor! “AKP’nin zaferi” ezilen halklara karşı uygulanan zulmün artması demektir. Bu aynı zamanda Anadolu’nun sırtındaki hançerlerin çoğalması ve daha derinlere batırılmasıdır.
İzmir Üssü emperyalizmin hizmetinde NATO’nun Savunma Bakanları, “İzmir Müttefik Hava Unsur Komutanlığı”nın NATO’nun “kara unsur komutanlığı”na dönüştürülmesi konusunda anlaştı. Yunanistan’daki üsten vazgeçerek, NATO'nun Almanya'nın Heidelberg ve İspanya'nın Retamares kentlerinde bulunan iki kara karargahını birleştirip İzmir'e nakletmek, bu “yeni İncirlik”in önemini de ortaya koymaktadır. Bu AKP’nin “zaferi”nin ilk meyvelerinden biridir!
olduklarını belirterek, şöyle diyordu:
Yeni kararlar aldılar. AKP’ye işbirlikçiliğinin ödülünü yeni İncirlik’le verdiler! tırdılar. Bu aynı zamanda AKP’nin işbirlikçiliğinin ödüllendirilmesiydi. Eski Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, NATO'nun Kara Unsur Komutanlığı'nın İzmir'e geleceğini belirterek pişkince “hayırlı olsun” diyordu. Gönül, İzmir’deki “Müttefik Hava Unsur Komutanlığı”nın kapatılmak istenmesine karşı nasıl direndiklerini, o kapatılacaksa NATO’nun İzmir’de kalmasında ısrarlı
“AKP’nin zaferi” Anadolu’da şu ana kadar emperyalistlere sunulmayan, satılmayan her kilometre toprağımızın emperyalistlere sunulmak üzere hazırlanması, yeni bağımlılık anlaşmalarının yapılmasıdır. Ege’ye de bu yanıyla yeni bir İncirlik kuruluyor demiştik. İncirlik’ten sonra İzmir’deki üssün de halklara karşı kullanılmasıdır. AKP’nin zaferinin anlamı, halklara daha çok saldırı, üslerin Libya’ya, Suriye’ye karşı kullanılmasıdır. Libya’ya emperyalist saldırıların arttığı, Suriye’nin kuşatıldığı günümüzde bu üs açılmaktadır. AKP, Anadolu’nun her köşesini emperyalistlerin ekonomik, siyasi, askeri kullanımına açmıştır. Erdoğan’ın seçim “zaferi”, işbirlikçilerin AKP’ye ödülüdür ve AKP bunun karşılığını üslerle veya benzeri biçimlerde bol bol verecektir.
KARDEŞLİĞİMİZİ KÜLTÜRÜMÜZÜ İHTİLALİMİZİ BÜYÜTMEK İÇİN
Lenin, devrimin hemen ardından başlayan zorlu iç savaş sürecinde, emperyalizmin, işbirlikçilerinin nasıl altedildiği sorusuna şu açıklamayı getiriyor: “Savaşı kazandıran büyük imkanlar, askeri güçler, çok sayıda kadrolar değil; merkeziyetçilik, disiplin, tek bir kişi gibi hareket edebilme.. özelliğimizdir.”
Ders: Disiplin Devrimci Okul’un öğrencilerine sevgi ve selamlarımızı ileterek başlıyoruz dersimize. Bu haftaki dersimizin konusu, disiplin. Türkiye devrimi için savaşıyoruz. Bin yıllardır süren sınıflı sömürücü toplumların biriktirdiği sorunları çözmeyi hedefliyoruz. Karşımızdaki düşman bizden fiziki olarak kat be kat güçlü. Ekonomik, askeri devasa gücünün yanı sıra bin yıllardır egemen olmanın, yöneten olmanın sınıfsal birikimi ve bilinciyle bize karşı savaşıyor. İktidarını savunurken acımasız, tavizsiz... Sınıfsal çıkarları için dünyayı ateşe atmaktan, kan dökmekten, milyonları katletmekten çekinmiyor. Köleci, feodal tüm toplumlarda padişahlar, krallar, imparatorlar, sömürü ve talana dayalı iktidarlarını korumak için ülkeleri, kentleri yakmakta tereddüt etmediler. Kapitalizm döneminde, burjuvazi, Birinci ve İkinci Paylaşım Savaşları’nda yeni pazar alanları elde etmek için dünyayı kana buladı. Emperyalist sistemin efendisi ABD, hegemonyasını rakiplerine kabul ettirmek için Hiroşima ve Nagazaki’yi nükleer bombalarla yok etmekte tereddüt etmedi. Kısacası, sömürücü egemenlerin tarihi, iktidarları için kan dökmekte sınır tanımazlıklarıyla yazıldı. İktidarını kaybetmemek için tüm birikimini, gücünü kullanacak olan böyle bir düşmandan iktidarı almanın tek yolu emperyalizme ve oligarşiye karşı ilkeli, kurallı, cüretli, bedellerden ve kayıplardan korkmayan, disiplinli, tavizsiz bir savaş yürütmektir. Düşman bulduğu her boşluktan, bizi zayıflatmak için yararlanacaktır.
Düzenin bir disiplini var Disiplin, devrimci faaliyetin, devrimciliğin olmazsa olmazlarındandır. Disiplin hayatın her alanında vardır, var olması gerekir. Neden?
emekçiler, gerekse de güvenliğini sağlayan askeri unsurlar üzerindeki disiplini, zorla sağlanan bir disiplindir. Gönüllü değildir. Oligarşik diktatörlük, tüm çürümüşlüğüne, yozlaşmışlığına karşın, devleti, devletin çeşitli kurumlarını bir disiplin içinde işletmeye çalışır. Bu disiplin, devletin sürekliliğini sağlamaya yöneliktir. Burjuva kültür, kitlelere bireyciliği, “özgür” olmayı, hiçbir kolektifin, hiçbir örgütlülüğün merkeziliğine uymamayı, “kafasına göre takılmayı” öğütlerken, kendi sistemini işletmekte, oldukça disiplin yanlısıdır. Bu düzeni yıkmak isteyenler de en az bu düzen kadar bir disipline sahip olmak zorundadırlar. Düzen bizim disiplinli kişiler olmamızı istemez. “Canımızın istediği, kafamıza estiği” gibi, günübirlik yaşamamızı ister. Dünyaya bir kez geliyorsun “anı yaşa, yarını düşünme” gibi söylemlerle ilkesiz, kuralsız, disiplinsiz, programsız kişilikler yaratmak ister. Oysa devrimciler olarak, hayatımızı disiplin üzerine oturtmalıyız. Disiplin, en başta bir programa sahip olmayı gerektirir. Ki onu uygulamak için bir disiplin gerek. Bir birimde, alanda veya kişisel olarak programımız yoksa, zamanımız “rastgele” geçiyor demektir. O anda bir şeyler yapıyor olabiliriz, ama bu genellikle sonuçsuz, verimsiz bir çabadır. Her Cepheli, Cephe’nin her taraftarı, halk ilişkisi, hepimiz kendimizi disipline etmeliyiz. Eylemlere katılmaktan derneğe gidip gelmeye kadar, yaptığımız her şeyde bir disiplinimiz olmalıdır. Derneğe üç gün gidip, sonra bir ay gitmemek, iki eyleme katılıp sonra günlerce ortalarda görünmemek, dergi, kitap okumayı rastgele yapmak, bunlar disiplinsiz, hedefsiz, programsız, sorumsuz bir yaşam biçiminin ifadesidir; oysa biz hem kendi sorumluluğumuzu yerine getirmek hem de halkın diğer kesimlerine örnek ve önder olabilmek için disiplinli, hedefli, programlı bir
Disiplin, iddiadır, şehitlere saygıdır, ideolojik netliktir! Yaşam biçimi dediğimiz disiplinin kelime anlamı şudur: Disiplin; yazılı ve yazısız ilkeler, kurallar bütünüdür. Ancak disiplini sadece bu dar anlamı ile de ele almamalıyız. Disiplin salt mekanik anlamda kurallar değildir. Disiplin, doğru düşünce, ideolojik netliktir. Disiplindeki aksamalar, yetersizlikler, esas olarak bu iki noktadaki yetersizliklere tekabül eder. Disiplin, sınıflar savaşının temel taşlarından biridir. Burjuvazi halka saldırırken disipline edilmiş güçlerle saldırır. İşçilerin, emekçilerin emeğini sömürürken üretim alanlarında uyulması gereken kuralları koyarak onları disipline eder. Sömürü ve karın devamlılığı için bu kurallara uyulmasını süreklileştirir. Aynı disiplini, üreten güçler için olduğu kadar, düzeni koruyan askeri güçler için de uygular. Burjuvazinin gerek işçiler,
ANADOLU HALK FESTİVALİ’NDE BULUŞALIM
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
31
yaşam sürmeliyiz.
Disiplin, örgütsel bütünlük ve uyumu sağlayan temel unsurlardandır
Disiplin, yani ilkeler, kurallar ve yasaklar, devrim ve iktidar için vardır. Disiplinin özü de işte burada gizlidir. Herşeyi halk için, iktidar için yapıyorsak, herhangi bir disiplin kuralına, anlayışına itirazımız olamaz. Devrimci faaliyeti başarıya ulaştıran da, başarısız kılan da, alınan kararların disiplinle uygulanıp uygulanmamasıdır.
Bir örgüt, ortak bir ideolojiye, kültüre, ruha, ortak şekillenişe, ortak hedeflere, belli bir stratejiye sahiptir. Bu ortaklığı düzenleyen ise ilkeler ve kurallardır yani disiplindir.
Devrimci faaliyeti başarıya ulaştıran da, başarısız kılan da, alınan kararların disiplinle uygulanıp uygulanmamasıdır. Devrimci bir örgütlenmede, demokratik merkeziyetçilik ilkesi esastır. Demokratik merkeziyetçilik, aynı zamanda disiplinin de zeminidir bir bakıma. Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
Nedir demokratik merkeziyetçilik? Karar alıncaya kadar tüm alan ve birimlerde olabildiğince demokratik ve geniş bir tartışma yürütüp, karar aldıktan sonra, o kararı, tartışmasız uygulamaktır. Başka bir deyişle, kararlar aşağıdan yukarıya tartışılarak demokratik biçimde alınır; karar bir kez alındıktan sonra da, yukarıdan aşağıya kesin bir katılık içinde uygulanır. Bu işleyiş, örgütlenmenin bütününü uyum içinde tutar. Bir mahalle örgütlenmesinde de, dağda da, gençlikte de aynı disiplinin uygulanması, örgütsel bütünlük ve uyumdur. Tersi anarşizmdir.
Disiplin güç, disiplinsizlik, burjuvaziyle savaşta açılan bir gediktir İddiamız büyük, hedefe ulaşmamızın önünde çok büyük zorluklar var. İktidarı hedefleyen devrimci bir hareket, buna denk düşen bir ciddiyetle düşünen, yaşayan, savaşan kadrolara sahip olmalıdır. Bu kadrolar, emperyalizme, oligarşiye karşı iktidar hedefine kilit-
32
lenmiş, askeri ve politik olarak mücadelenin tüm ihtiyaçlarını karşılayabilecek donanıma ve çalışma tarzına sahip olmalıdırlar. Örgütsel işleyiş, yukarıdan aşağıya iktidar hedefini tüm kadrolara maleden bir eğitim temelinde şekillenirken; kadrolar bu kültürle düşünmeli, yaşamalı, attıkları her adımı bu hedefe göre belirlemelidir. Okuduğumuz kitaplar, seyrettiğimiz filmler, tartıştığımız konular, sohbetlerimiz, ilişkilerimiz, çalışmalarımız bu kültüre göre şekillenmelidir. Bütün bunlar elbette bir yaşam ve düşünce disiplini demektir. Bu kültürü, örgütsel gerekleri içselleştiren bir disiplinimiz olmalıdır. Çalışma disiplinimiz, günlük yaşam programımız, savaşımızı ve savaşçı özelliklerimizi güçlendirmiyorsa, bizi düşman karşısında zayıflatacaktır. İktidar mücadelesinde disiplinsizlik ve programsızlıkla bırakılan her boşluğu, düzen doldurur. Savaş kültürünün şekillendirmediği, buna uygun bir disiplininin oturmadığı yerde, tembellik, tüketicilik, dedikodu, mücadeleyle ilgisi olmayan konular ve alanlara yönelmek, sık sık karşımıza çıkan sonuçlardır. "Hoşuma gidiyor, ben bunu seviyorum.. ne yani farklı bir konuyla ilgilenemez miyiz... farklı bir müziği, filmi sevemez miyiz?” gibi gerekçelerle, açıklamalarıyla, "kafamızı dağıtmak" gibi gerekçelerle, yaşam disiplinimizi ortadan kaldıran, burjvazinin düşüncelerini yaşamımıza sokan hiçbir şeye yer olmamalıdır. Dinlenirken bile bize ait olan kültüre uygun olmalı tercihlerimiz. Bu boşluklara karşı önlem alıp,
bunları saflarımızdan ve beynimizden temizlemediğimiz noktada, burjuvaziden ideolojik etkilenme kaçınılmazdır. Troçkist, reformist, feminist, sivil toplumcu... Ne kadar Marksizm-Leninizm’den sapma, yozlaşmış, çürümüş akım varsa bizi etkilemeye başlayacaktır. Bu türden etkilenmeler, sızmalar zamanla bizi biz olmaktan çıkarır. İktidar iddiamızı zayıflatacak, eğitim ve disiplinimizi aksatacak her davranış ve faaliyet örgüt dışıdır. Disiplinsizlik, örgütlü yaşamı sonuçsuz bırakır, gedikler açar, aksaklıklar yaratır, ideolojimizi zayıflatır. Yaptığımız işleri önemsizleştirir, etkisizleştirir. Bizi İDDİASIZLAŞTIRIR. Burjuva ideolojisi ile aramızdaki duvarları yıkar.
Disiplinimizin özü Disiplinin amacı, yaptığımız her şeyin başarı ile sonuçlanmasını sağlamaktır. Devrimci örgütü, düşman karşısında her cepheden güçlendirmektir. Disiplin, yani ilkeler, kurallar ve yasaklar, devrim için, iktidar için vardır. Disiplinin özü de işte burada gizlidir. Her şeyi halk için, iktidar için yapıyorsak, herhangi bir disiplin kuralına, anlayışına itirazımız olamaz. Başka bir deyişle, devrimci disiplinin özü, birinci olarak devrim ve iktidar için olmasıdır. Devrimci disiplinin ikinci belirleyici özelliği, iradi ve gönüllü olmasıdır. Her alanın, birimin kendi özgünlükleri vardır. Gençlik alanıyla, mahalleler, işçilerle, köylüler, çeşitli bakımlardan farklılıklar gösterirler. Ancak disiplin ilkesi, her yerde her koşulda geçerlidir. Disiplini sağlayacak olan temel organ, komitelerdir. Çünkü komite, birimin beyni, kalbidir. Komiteler kolektivizmin ve disiplinin hayat bulduğu yerdir. Kararlar kolektif bir şekilde alındığında sahiplenme ve uygulama disiplini de o ölçüde güçlü
KARDEŞLİĞİMİZİ KÜLTÜRÜMÜZÜ İHTİLALİMİZİ BÜYÜTMEK İÇİN
olur. Komitelerin üyeleri kendi dışlarında da gruplar, komiteler oluştururlar. Ve böylece o birimi bir ağ gibi dokurlar. Bu durumda, alınan kararlar, suya düşen taşın yaydığı dalgalar gibi yayılır.
Kuralları hayat koymuştur. Biz de bu kuralları karşımıza çıkan zorlukları aşmak için kullanıyoruz. Kurallarımız bilincimizdir. Kurallarımız kayıplarımızdır. Kurallarımız acılarımızdır. Onlardan çıkmıştır. Kurallarımız
Komiteler disiplinin hayatın içinde denetlenip yönlendirildiği mekanizmalardır. Bir eylemi ele alalım; eylem örgütlemek disiplin ve yoğunlaşma gerektirir. Örneğin dergi dağıtımlarını düşünelim. Her hafta yapılıyor, “herşey belli” deyip, kimin neyi yapacağını, tekrar konuşmazsak dergi gelmez, megafon gelmez, kitle gelmez. Bu nedenle disiplin ve denetim şarttır. Kim ne yapacak, malzemeleri kim getirecek, nerede ne zaman buluşulacak, saldırı olursa ne yapılacak, her şey önceden tartışılır, belirlenir, böylece yaşanacak sorunlar en aza indirilir. Kurallı ve disiplinli örgütlenen bir eylemin kitlesi de coşkulu ve disiplinli olur. Kısacası, disiplinimizin özü, gönüllülüğü, iradiliği ve programlılığıdır.
Disiplinin, kuralların mantığını kavramalıyız Disiplin, bir yerde kurallar bütünüdür demiştik. Kuralları hayat koymuştur. Biz de bu kuralları karşımıza çıkan zorlukları aşmak için kullanıyoruz. Kurallarımız bilincimizdir. Kurallarımız kayıplarımızdır. Kurallarımız acılarımızdır. Onlardan çıkmıştır. Kurallarımız devrimciliğin kendisidir aslında. Bir savaşın içindeyiz ve karşımızda tüm olanaklarını kullanarak saldıran, varlığı bizim yok olmamıza bağlı olan bir düşman var. Her türlü yöntemi kullanarak bize saldırıyor. Bu yöntemlerden biri de komplolardır. Gelişen teknoloji ve tüketim kültürüyle birlikte cep telefonu ve in-
devrimciliğin kendisidir aslında. ternet yaygınlaştı. Elbette bizim bu iletişim araçlarını kullanırken belirli kurallarımız var, olmalıdır da. Biz disiplinsiz davranıp kurallara uymadığımızda polisin bu boşluğu kullanacağı açıktır. Siyasi faaliyetlerde, örgütsel işlerimizde telefon kullanmak, kendi kendini ihbar etmekle özdeştir artık. Hiçbir işimizi, hiçbir eylemimizi, direk düşmanın dinlemesi altında olan (veya öyle olduğunu varsaymamız gereken) telefonlar aracılığıyla örgütleyemeyiz, değil mi?.. Bu noktadaki her disiplinsizlik, eylemi yapmadan gözaltına alınmak ve de eylemin başarısızlığıdır. Telefonla iş yapmak, eylem örgütlemek, imalı konuşmak disiplini çiğnemektir. Hatalar, kural ihlalleri, ilkesizlikler, asıl olarak kurallara yanlış bakmaktan kaynaklanmaktadır. Kurallar, “dıştan gelen” uygulamalar olarak görülüyorsa, pek de “onaylanmıyorsa”, çok rahatlıkla o kuralları çiğneme eğilimi gelişir. Örneğin başkasının çiğniyor olması, “herkes yapıyor” mantığıyla kendisinin de kuralları çiğnemesinin gerekçesi haline dönüşür. Herkes telefon kullanıyor, herkes mail kullanıyor, ben de kullanayım... bir kontrol yaptım ya, ikinci defaya ne gerek var... Bir defa aile evine gitmekle bir şey olmaz... Böyle bakmanın devamı, tüm hayatımızın ve devrimci faaliyetimizin kuralsız, disiplinsiz halde sürüp gitmesidir, Devrimcilik, kurallı olmaktır. Yeni bir kültür yaratabilmek için “Devrimci Yaşam ve Davranış Kuralları” oluşturulmuştur. Kurallarımız halk kültürünü devrimci değerlerle bütünleştirerek bir yandan bizim disiplinimizi oluşturur, bir yandan yeni bir kültü-
rün, yeni insanın yaratıcısı olur.
Disiplin güvenmek, düşünmek ve boşluk bırakmamaktır
Disiplin insandan, insan gerçeğinden kopuk değildir. İnanmış ve tam bir disiplinle savaşan insanlardan oluşan bir gücü, hiçbir silah, hiçbir teknoloji altedemez. Disiplinli çalışmayı uygulayacak olan insandır. İnsan iradesi kadar güçlü bir silah henüz keşfedilmedi. Disiplin ve irade bir bütündür. Biri diğerini tamamlar veya biri olmadan diğeri eksik kalır. Disiplin, kendi kararlarına, kendi iradesine sahip çıkmaktır. Uygulanmayan bir kuralın anlamı var mıdır? Yoktur. Kararı alan, uygulayan insanın kendisi yani iradesidir. Bu nedenle disiplin ve irade büyük bir güç ve dönüşüm yaratır. İnandırıcılığımızın, güven vermemizin temelinde iradiliğimiz ve disiplinimiz vardır. Disiplinsiz, verdiği sözü tutmayan, hiçbir işi zamanında yapmayan bir örgütlülüğe halk güvenmez. Devrimciler halkın deyimi ile özü-sözü bir insanlardır. Yani verdiği sözü tutan, söz verdiği yerde olan, söz verdiği şekilde yapan, söz verdiği şekilde bitirendir. Devrimcilere bu nedenlerle güvenilir.
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
İç disiplin sağlanamadığında, kendi koyduğu kurallara uymayan inançsızlaşır, güvensizleşir, zamanla da hiçbir kurala uymaz hale gelir. Bu nedenle iradilik ve disiplin devrimci faaliyetin karakteristik özelliğidir. Zorla kimseye devrimcilik yaptırılamaz. Herşey gönüllülükle olur. İnsan devrimciliği kabul etmişse, devrimci olmayı tercih etmişse, kurallarına uyması, ihtiyaçlara cevap vermesi gerekir. Dayı diyor ki “Nerede olursak olalım yaşamı ve mücadeleyi ... disipline etmek zorundayız. Disiplinli yaşamı olmayanların örgütlü ilişkileri de disiplinli olmaz.”
ANADOLU HALK FESTİVALİ’NDE BULUŞALIM
33
Kuralları bize hayat dayatmakta ve örgüt bunları hayatın içine taşımaktadır. Örgütün verdiği şekil yok sayıldığında, o zaman herkesin kendi kuralları, kendine göre bir disiplin anlayışı olur! Bu noktada da istediğini yapan, istemediğini yapmayan, kişisel yorum ve kaygılara göre değişebilen bir disiplin anlayışı çıkar ortaya. Böyle olduğunda da kaçınılmaz olarak kendiliğindenlik hakim olur. Kuralların olmadığı yerde düşman güçlenir. Düşmana bir boşluk bı-
Kendini Geliştirmeyen
rakmamak için, örgüt disiplini ile kişinin kendi iç disiplini birbirini tamamlamalıdır. Disiplin güvenmek, düşünmek ve boşluk bırakmamaktır; denetim ve iradiliktir. Disiplin, konulan kısa ve uzun vadeli tüm hedeflere ulaşmanın güvencesidir. Disiplinin olmadığı yerde, hedeflere ulaşılamaz. Hedeflere ulaşmak, strateji, program ve disiplindir. Disiplinsiz bir siyasi faaliyet gelişemez.
şindeki netlik, Zehra Öncü’nün şeDüzeni Geliştirir hit düşerken düşmana kayıp verdirme kararlılığı... aynı inisiyatif anlayışıdır. İnisiyatif, yalnızca ani gelişmeler karşısında alınan tavır olarak da anlaşılmamalıdır. Cepheli, örgütlenme çalışmalarında, eğitimde, askeri alanda, devrimci mücadelenin her anında inisiyatif sahibidir. Bu anlayışla harekete yeni olanaklar, ilişkiler yaratır. Kendini sadece kendi alanıyla, kendi işiyle sınırlamak gibi bir bakışı ol-
İnisiyatifli Olmak Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
34
Devrimci mücadele önümüze daima yeni görevler, sorumluluklar, hızla müdahale edilmesi gereken gelişmeler çıkarır. Bunun da ötesinde her an karşımıza çıkan tüm olanakları, ilişkileri değerlendirmek, koşulları ve çalışmalarımızı devrimcileştirmek, mücadeleye hizmet eder hale getirmek gibi bir sorumluluğumuz vardır. Cepheli, bulunduğu alanda, birimde hiç zaman kaybedilmemesi, hızla müdahele edilmesi gereken gelişmeler yaşandığında, inisiyatif koyarak, yapılması gerekeni yapabilendir. Somutlayacak olursak; devrimcilere, değerlerimize, halka, namusa yönelik saldırılar böyledir mesela. Cepheli bu anlarda ne talimat bekler, ne de yanlış yapmaktan korkar. Yanlış yapmak hiçbir şey yapmamaktan iyidir. Nitekim Gazi, Nurtepe ayaklanmaları, 1 Aralık işgali ve daha birçok direnişler böyle bir insiyatif anlayışıyla ortaya çıkmış direnişlerdir. 1 Aralık 1989’da İstanbul’da Basın Yayın Yüksek Okulu’nda Hamiyet Yıldız adlı devrimcinin tek başına faşistlere meydan okumasındaki cüret, Gazi’de Ali Haydar’ın “Hedef Karakol” deyi-
"İnisiyatif... Partinin ... üyelerinin yaratıcı bir şekilde çalışma yeteneklerinde, sorumluluk yüklenmek istemelerinde, çalışmalarında gösterdikleri coşkunlukta, soru yöneltmedeki, düşüncelerini belirtmedeki ve hataları eleştirmelerindeki cesaret ve yetenekte ve ... yönetici kadrolar üzerinde kurulan yoldaşça denetimde somut olarak ortaya konmalıdır..." (Mao, Seçme Eserler II, s. 212)
Disiplin örgütün varlığının garantisi demektir. Çelik gibi bir örgütün harcı disiplindir. Disiplin yoksa, bi rçelik çekirdek yoktur. Çelik çekirdğin harcındaki disiplin ise, örgütün tüm yöneticilerinin, kadrolarının, savaşçılarının, taraftarlarının kolektif disiplinidir. Sevgili arkadaşlar, bu haftalık da dersimizi burada sonlandırıyoruz. Haftaya görüşmek üzere hoşçakalın.
maz. Edilgen, bürokrat, memur kafalı değildir. Gördüğü olumsuzluklara, yetersizliklere örgütsel mekanizmalar içinde müdahale eder, gerektiği yerde sorumluluklar üstlenir. Bu gerçek ışığında, her Cepheli inisiyatif sahibidir. Gerektiği zaman ve yerde, inisiyatif kullanmayı bilir. İnisiyatif sorumluluk üstlenmektir. Cepheli sorumluluktan kaçmaz. Bunun sağlıklı olması için, yanlış yapmamak için kendini sürekli eğitir, geliştirir, daha çok emek sarfeder. Cepheli’ye inisiyatif kullanırken yol gösteren dört önemli şey vardır: İdeolojimiz, tarihimiz, geleneklerimiz, duygularımız... Bunlara göre tavır belirlediğimizde yanlış yapma ihtimali asgariye inecektir. Dayı bu konuda da öğretir: “Devrimci ilişkilerde, her şeyden önce yaratıcılık ve inisiyatif esastır. Yaratıcılığını ve inisiyatifini geliştirmeyenler, devrimci ilişkileri emir alıp verme olarak kavrayanlar, emirleri de uygulamazlar.” Cepheli için inisiyatif sadece belli anlarda ortaya çıkmaz; bir süreklilik, bir ruh hali, bir çalışma tarzıdır. Emekle, eğitimle, coşkuyla besler onu Cepheli. Tavrının doğruluğundan emin olduğu, yukarıdaki temel ölçülerin süzgecinden geçirdiği noktada, kendinden emin ve cüretli olmalıdır inisiyatif kullanırken. Mücadele böyle büyür. Yeni direnişler, destanlar böyle yaratılır...
KARDEŞLİĞİMİZİ KÜLTÜRÜMÜZÜ İHTİLALİMİZİ BÜYÜTMEK İÇİN
Hapishanelerdeki onursuz arama AKP’nin polisinin 6 Haziran’da Adana’da sürdürdüğü gözaltı, tutuklama terörü sırasında tutuklanan Halime Keçeli ve Menekşe Tosun, götürüldükleri Adana Karataş Hapishanesi’nde onursuz ve ahlaksız arama saldırısı ile karşılaştılar. Hemen hemen tüm hapishanelerde ilk kez tutuklanıp gelenlere, hapishaneye ilk girişte ve hapishaneler arası sevklerde, kadın-erkek, siyasi-adli ayrımı yapmadan, ahlaksız ve onursuz arama dayatılmaktadır. Hapishanelerde tecrit işkencesi uygulayan AKP iktidarı tutsakların değerlerine, halkın kültürüne de saldırmaktadır. Kadın erkek ayrımı yapmadan, tüm ahlaksızlıklarını sergilemektedirler.
Arama bahane! Saldırı tutsağın değerlerinedir ! Halime Keçeli ve Menekşe Tosun hapishaneye gözaltında tutuldukları emniyetten götürüldüler. Emniyetteki işkenceciler, “arama” adı altında üst arama işkencesini orada bir kaç kez yaptılar.
Tecrit ve işkence sürüyor!
Emniyetten getirilen kadın tutsakların, “üstünde bir şey taşıması” bir demagojiden başka bir şey değildir. Kaldı ki, sorun sadece arama olsa, kolayca çözülebilir. Arama adı altında, tutuklanıp gelen siyasi, adli tüm tutsakların değerlerine sal-
Tecritten haberler!
TAYAD’lılar AKP’nin zulmüne karşı SUSMUYOR! Mücadele ediyor!
“F Tiplerinde AKP’yi eleştirmek yasak!” Hüseyin Özarslan (Sincan 1 Nolu F Tipi Hapishanesi, 19 Nisan 2011 tarihli mektubundan) “Newroz ve 30 Mart-17 Nisan Şehitlerimizi anmadan dolayı her birisinden ayrı ayrı ‘birer ay iletişimden ve haberleşmeden men’ cezası istediler. Ali Osman Köse’ye yazdığım mektupta ‘AKP'yi eleştirdiğim’ paragrafı 'devlet büyüklerini aşağılamak' gerekçesiyle kısmen karalama kararı aldıktan sonra mektup postalanmış.”
dırılmaktadır. Daha hapishaneye girişte, ahlaksız arama dayatılmaktadır. Ve buna tutsağın uyması istenmektedir. Onlara göre bu ahlaksız, onursuz uygulama hapishanenin kuralıdır ve uyulmalıdır. Yani tutsak en az 10-15 infaz koruma memuru ve asker önünde iç çamaşırları da dahil soyunmalı, kendini aratmalıdır. Bu uygulamanın neresi ahlaki? Neresi insanı yüceltiyor? Tutsağa, “Sen suçlusun! Sen her türlü ezaya, cezaya layıksın! sen insan değilsin!” diyen bir uygulama kabul edilebilir mi? Halime Keçeli ve Menekşe Tosun da bu ahlaksız ve onursuz saldırıya direndi. Kadın tutsaklara onursuz ve ahlaksız aramayı dayatan hapishane idaresi bu kez arama işkencesine askerleri sokarak ahlaksız saldırıyı devam ettirdi. Zorla, onursuz ve ahlaksız arama yapıldıktan sonra bu kez de saatlerce bekleterek bir başka işkence denediler. Hapishanedeki siyasi kadın tutsakların kapılara vurarak protesto etmeleri üzerine 2 kadın tutsak, diğer tutsakların yanına verildi. Oligarşi her şeyiyle çürümüş, yozlaşmıştır. Emniyet müdürlüklerinden hapishanelere, mahalle karakollarına, jandarma karakollarına kadar, her yerde sadece arama biçimlerine bakın, bunu görürsünüz. Halkın değerlerine ve kültürüne saldıranlar ahlaksızlıklarıyla anılacaklardır.
Sayı: 273 Sayı: 273
Yürüyüş Yürüyüş 24 Nisan 19 Haziran 2011 2011
Baskının adı “disiplin cezası” Gökhan Gündüz (Kırıkkale F Tipi Hapishanesi, 29 Mayıs 2011 tarihli mektubundan) “Burada uygulamalar aynı. Tecrit tüm katılığıyla sürüyor. Disiplin cezalarının ardı arkası gelmiyor. Disiplin, F Tipi disiplin olunca ona uymak için kendinden vazgeçmen gerekiyor. Örneğin tecriti, emperyalizmin halklara saldırısını sloganlarla protesto etmek disiplin suçu... Onların ‘disiplin suçu’ dedikleri şey devrimci-vatansever düşünce ve duygularımızdır. Bunların ifadesi olan sloganlarımızdır. Elbette biz düşüncelerimizi ifade etmeye devam edeceğiz.”
ANADOLU HALK FESTİVALİ’NDE BULUŞALIM
35
Devrimci 1 Mayıs Platformu Değerlendirmesi:
Taksim’de Kitlesel, Coşkulu ve Görkemli 1 Mayıs Uzun
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
36
yıllar süren ve bedeller ödediğimiz mücadele sayesinde kazanılan Taksim’de, yüz binlerle kutladığımız 2010 1 Mayısı’ndan sonra, 2011 1 Mayısı da Taksim’de, daha kitlesel, coşkulu ve görkemine yakışır şekilde kutlanmıştır. Platformumuz, 2011 1 Mayısı’na ilişkin olarak 28 Mart 2011’de yaptığı çağrıda, işçi-emekçilere, halklara dönük saldırılara yanıt olacak şekilde, devrimci özüne uygun bir 1 Mayıs'ın birlikte örgütlenmesi için çağrı yapmıştı. Platformumuz çağrının ötesinde, devrimci 1 Mayıs için büyük bir emek ortaya koymuş, gerekli özverilerde bulunmuştur. Bu anlamıyla, başta platformumuz olmak üzere, birçok devrimci kurumun da emekleri ve katkısıyla, geçen yıla oranla politik içeriğinin daha dolu, daha kitlesel ve devrimcilerin ağırlığının daha belirgin olduğu bir 1 Mayıs yaşanmıştır. Kuşkusuz 2011 1 Mayısı’nın tarihe mal olan pek çok politik sonucu vardır: Taksim, 1 Mayıs Alanı on yılların mücadelesi sonucunda iktidardan koparılarak alınmıştır. Burjuvazinin hiçbir araç ve yöntemi bu gerçeği gizleyemez. Çünkü 1 Mayıs 2011’deki kitleselliğin ve coşkunun ardında on yılların kesintisiz emeği vardır. Yasaklar, barikatlar, bedellere rağmen verilen dişe diş bir mücadele vardır. Her barikatı, her engeli aşmaya çalışırken ödenen yeni bedellere rağmen eksilmeyen bir kararlılık vardır. 1 Mayıs'ın devrimci özünü karartmak, içeriğini boşaltmak için sarf edilen tüm çabalar; "bayram" "şenlik" benzetmeleri boşa çıkmıştır. 1 Mayıs emeğin kavga günüdür. Hakkını arayan, sömürü ve baskılara karşı direnen halklarımızın günüdür. 2011 1 Mayısı’nda, sendikaların beklenen katılımın yanında, ağırlıklı kitlenin, devrimci, demokratik kurumların kortejlerinde yürüyen işçi-
ler, emekçiler, öğrenciler, gençler, kadınlar, çocuklar... kısacası, emeğin kurtuluşu ve ezilen emekçi halklarımızın özgürlüğü için mücadele eden tüm kesimlerin oluşturduğu ve alana rengini verdiği kitlesel bir 1 Mayıs olmuştur. Bu tablo, işçi-emekçilerin, halkların özgürlük ve kurtuluş mücadelesi açısından umut vericidir. Dünyanın en kitlesel 1 Mayıs kutlamalarından birisi ülkemizde gerçekleşmiştir. Bu işçi-emekçilerimizin, halklarımızın mücadele gücüdür. Ül-
nin Kürtçe-Türkçe okunması önemli bir kazanımdır. Platformumuz ve diğer devrimci-demokratik kurumların bu doğrultudaki çabası bu kazanımın temel nedenidir. 1 Mayıs’ın örgütlenmesi noktasında platformumuz somut önerileri ve örgütlenme komitesindeki tartışma konularıyla ön açıcı olmuş ve önerileri belli oranda dikkate alınmış, hayata geçirilmiştir. Ancak, 1 Mayıs kutlamalarının başından sonuna tamamıyla birlikte örgütlenmesinde ortak hareket etmek mümkün olmamıştır. Sendikaların bu noktadaki tutumlarında önemli bir değişiklik olmamıştır. Yıllarca Taksim’in kazanılması mücadelesinde sokak sokak çatışan ve direniş sergileyen devrimciler, bu yıllar boyunca DİSK ve KESK’ le geliştirdikleri ilişkide ortak oluşturulan hukuka bağlı kalmış, alınan kararların arkasında sonuna kadar durmuş ve sendikalardan da aynısını beklemiştir. 1 Mayıslar’ın her anlamıyla birlikte örgütlenmesinin önünde hiçbir engel yoktur. Sendikalar bu tutumlarını gözden geçirmelidir.
kemiz devriminin gücüdür. Kitleselliğine ve coşkusuna karşın tüm kurumların ortak sorumluluğu ile önemli bir sorunun yaşanmadığı da önemli bir gerçektir. 2010 1 Mayısı’ndan sonra, 2011 1 Mayısı’nın gösterdiği bir başka sonuç şudur: Devletin özel bir müdahalesi, provakasyonu ya da saldırısı yoksa katliam da yoktur. 1 Mayıs'a katılan tüm devrimci-demokrat güçler kendi güvenliklerini en doğru biçimde alırlar. Yıllardır devrimcilerin anlattığı gerçek, şimdi en geniş kesimler tarafından olağanca açıklığı ile görülmüştür. Kürsüden sendika başkanlarının yerine, direnişçi işçi-emekçilerin konuşması ve devrimci, demokratik kurumlar adına hazırlanmış ortak met-
2012 1 Mayısı’nın Taksim’de, 2011'ide aşan bir kitlesellik, coşku ve devrimci özüne uygun olarak kutlanmasının yolu, DİSK, KESK ve meslek odaları ile devrimcilerin süreci başından itibaren, tüm sorumluluğu birlikte yüklenerek örgütlemesinden geçmektedir. Platformumuz, 2012 1 Mayıs’ında yukarıda çizdiğimiz çerçevede özüne uygun örgütlenmesi için tüm enerjisini ortaya koyacaktır. 1 Mayıs’a emek vermiş ve verecek olan tüm kurumları, 2012 1 Mayıs’ı çalışmalarında güçlü bir hazırlık yürütebilmek için, geçmiş yıllardan farklı olarak çok daha erken bir tarihte bir araya gelmeye çağırıyoruz. 16 Mayıs 2011
Devrimci 1 Mayıs Platformu
KARDEŞLİĞİMİZİ KÜLTÜRÜMÜZÜ İHTİLALİMİZİ BÜYÜTMEK İÇİN
Dev-Genç’liler gasp edilen eğitim haklarını almak için “Parasız Eğitim İstiyoruz Alacağız” diyerek İstanbul’dan Ankara’ya adım adım yürüdüler. AKP, Dev-Genç’lilere yalan ve demagojilerini bozduğu için saldırıyor. Ferhat ve Berna onun için 15 aydır tutuklu
Parasız eğitim üç beş bedava kitaptan
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın seçim meydanlarından sık sık yaptığı propagandalardan birisiydi eğitim konusu. “Bizim çocukluğumuzda defter kitap bulamıyorduk, şimdi öyle mi? Okulların açıldığı gün defter kitap sıralarının üzerinde hazır duruyor...” diye anlatıyordu seçim meydanlarında. Sonra öğrenci başına aileye yaptıkları 45 liralık yardımdan bahsediyor. Öğrenci başına 45 liralık yardım yapınca her şey hallolmuş mu oluyor? Hayır! Tayyip Erdoğan kendini her şeyin sahibi gibi görüyor. Sonra sadaka niyetine verdiği üç-beş kuruşu da bir lütuf gibi gösteriyor. Okullar açıldığında öğrencilerin masalarında kitapları hazır oluyormuş... Ne büyük lütuf... AKP klasiği... Halkın var olan haklarını gasp et, sonra sadaka olarak halka gıdım gıdım bir şeyler vermek AKP için büyük lütuf olsun. AKP iktidarı, esasında sadece AKP iktidarı da değil, bu sistem halkın okuma hakkını gasp ediyor, sonra üç kitap, üç defter, aileye 45 lira para yardımı yapınca eğitim sorununu çözmüş oluyor öyle mi? Ve bir de utanmadan miting meydanlarından verdikleri üçbeş kuruşun lafını ediyorlar. Topu topu öğrenci başına verdikleri para 45 lira. Bu para halka verilince ne kadar kıymete biniyor, ne kadar büyük para oluveriyor. Oysa 45 lira bir öğrencinin bir aylık yol parası değildir. Ama halka verilen her şey fazladan, lütuf olarak verildiği için Tayyip Erdoğan bulduğu her fırsatta onu da halkın başına kaktı.
ibaret değildir Birincisi; bu düzenin yasalarına göre de EĞİTİM HAKTIR! 12 Eylül cuntasının anayasasına göre bu hak şöyle tanımlanıyor: “Madde 42: II. Eğitim ve Öğrenim Hakkı ve Ödevi: Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz.” İkincisi, bu hak, devlet tarafından güvence altına alınmıştır. Madde çok açık. Üçüncüsü, eğitim hakkı oligarşinin iktidarları tarafından eğitim paralı hale getirilerek gasp edilmiştir. Yani halkın eğitim hakkı açık ve alenen gasp edilmiştir. Sonra çıkıp miting meydanlarından halka kitap defter veriyorum diyerek verdiği sadakayla övünmektedir. İşte AKP ikiyüzlülüğü böyledir. Parasız eğitim anayasal bir hak olduğu gibi, bu hakkın uygulanması devlet tarafından güvence altına alınmıştır. Ancak buna rağmen aşağıdaki rakamlar oligarşik düzenin gerçekliğidir. AKP’nin iktidara geldiği 20032004 yılı eğitim yılı rakamlarına göre : 10 milyon 298 bin 546 öğrencinin ilköğretimde öğrenim gördüğü ülkemizde 739 bin 614 çocuk ilköğretime başlayamamıştır. Okula kayıt yaptıran 110 bin 975 öğrenci sene içinde okulu terk etmiştir. Rakamlar çarpıcı! OECD (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) verilerine göre ilköğretim çağındaki 10 çocuğumuzdan biri okula gitmiyor. Ortaöğretim çağındaki 2 çocuğumuzdan biri okula gitmiyor. Yetişkin 5 kadından biri okuryazar değil. AKP’nin 9 yıllık iktidarında bu rakam daha da artmıştır. Çünkü AKP iktidarında eğitim daha çok paralı hale getirildiği gibi açlık ve yoksulluk da daha çok artmıştır. Eğitim, parayla alınıp saatılan mal haline getirilmiştir. AKP, ulufe gibi dağıttığı üç-beş kitapla propaganda yapıyor. Oysa AKP iktidarında bütçeden
eğitime ayrılan pay çok daha azalmıştır. Milli gelirden eğitime ayrılan pay yüzde 2.5’tir. Ayrılan bu pay da, eğitim için harcanmamaktadır. Yüzde 60’ı personel giderlerine harcanmaktadır. Devlet bütçeden eğitime ayırdığı payı her geçen yıl azalatırken eğitimin yükünü her geçen gün öğrenci ailelerinin sırtına yüklemektedir. Okul idaresi temizlik parası, yakıt parası, fotokopi ve benzeri adlarla öğrenci ailelerinden para toplamaktadır. Eğitim giderlerinin yüzde 40'ı öğrenci velilerinden alınan paralarla karşılanmaktadır. Durum böyle iken AKP çıkıp meydanlara demagoji yapmaktadır; verdriği üç beş kitapla suçlarının üzerini örtmektedir. AKP milyonlarca çocuğun eğitim hakkını gasp ederek suç işlemektedir. Parasız eğitim haktır ve devlet okuma çağındaki herkesin okuma hakkını kullanmasını güvence altına almak zorundadır. Ayrıca şunu belirtmeliyiz ki, devletin eğitim konusunda verdiği hiçbir şey lütuf değildir. Halk; eğitim, sağlık, konut gibi en temel ihtiyaçlarının karşılığını zaten ödemektedir. Devlet bütçesinin yüzde 73’ü halktan toplanan vergilerden oluşmaktadır. Ama devlet bütçeyi halkın en temel ihtiyaçlarını karşılamak için değil tekellerin ihtiyacı için kullanmaktadır. AKP iktidarı faşist düzenin yasalarına göre bile hak olan eğitimi paralı hale getirerek, halk çocuklarının eğitim haklarını gasp ederek suç işlemektedir. “Parasız Eğitim İstiyoruz” diyen Dev-Genç’lilere saldırarak da bu suçlarını katlamaktadırlar. “Parasız Eğitim İstiyoruz Alacağız” pankartını açan Ferhat Tüzer ve Berna Yılmaz AKP’nin sahtekarlıklarını ortaya çıkarttıkları için 15 aydır hala tutuklular. Onlar, okuma hakkı gasp edilen tüm yoksul halk çocuklarının eğitim hakkı için mücadele ediyorlar. Ferhat Tüzer ve Berna Yılmaz’a Özgürlük!
ANADOLU HALK FESTİVALİ’NDE BULUŞALIM
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
37
Ülkemizde Gençlik
Gençlik Federasyonu’ndan Ferhat ve Bernalar olarak
oturma eylemindeyiz
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
38
Üç duruşmadır geliyoruz biz buraya. Üç duruşmadır, Ferhatlar ve Bernalar olarak haykırıyoruz “parasız eğitim” talebimizin suç olmadığını zulmün mahkeme duvarlarına. Faşizmin mahkemeleri, hakimleri ve savcılarıyla AKP'nin biçtiği misyonu en iyi şekilde yerine getiriyor. Kendi yasalarına bile uymayan zulüm makinası işbirlikçi iktidar, Ferhat ve Berna'yı serbest bırakmamak için elinden geleni yapıyor. En son görülen mahkemede 24 Mayıs'ta, savcı T.C anayasasının bir maddesi gereğince Ferhat ve Berna'nın parasız eğitim talebinde bulunmasının "anayasal düşünceyi açıklama ve ifade etme" sınırları içerisinde olduğunu söyledi. Yani bu durumu, demokratik haklar çerçevesinde değerlendirdi. Ama ortada öyle bir adaletsizlik var ki, savcı var olan yasalara dayanarak bunu açıklarken, hakim yasaları çiğneyerek Ferhat ile Berna’nın tutukluluk hallerinin devamına karar verdi. Peki soruyoruz; bu kararı veren mahkeme heyetine: Ferhat'la Berna'nın parasız eğitim talebi kanunun hangi maddesine göre suçtur? Parasız eğitim istemeyi suç olarak gösteren bir madde var mı? Hayır yok! Ama kendi kanunlarına bile uymuyor mahkeme heyeti. İşte keyfiyet budur. Mahkeme heyeti yasalara göre değil, Başbakan Erdoğan’ın keyfine göre karar vermiştir. Biz Dev-Genç’liler biliyoruz ki, faşizmin mahkemelerinde adalet yoktur. Hakim "kuvvetli suç şüphesi, delil durumu ve suçun niteliği" gerekçeleriyle Ferhat'la Berna için tecriti sürdürmeye devam ederken bizler Dev-Genç'liler olarak bu duruma sessiz kalmayacağız. Bir seneyi aşkındır sürdürdüğümüz "Parasız Eğitim İstiyoruz, Alacağız" kampanyamızla birlikte Ferhat ve
Berna'ya özgürlük talebimizi yurdun dört bir yanında duyurarak gasp edilen eğitim hakkımızı her yerde dile getirdik. Ferhat'la Berna'yı şüpheli olarak gören hakim bu kararı verirken Başbakan Tayyip Erdoğan'dan farklı davranmamıştır. Tayyip Erdoğan da halka yalan söylediği, yalanlarının gün yüzüne çıkarıldığını görünce hazmedemeyip saldırıya geçmiştir. Tıpkı işçilere, memurlara, evine sahip çıkan yoksul gecekonduluya saldırdığı gibi. Ferhat Tüzer ve Berna Yılmaz şüpheli değildir. Onlar, tüm halk çocuklarının okuyabilmesi için, “Parasız Eğitim İstiyoruz, Alacağız!”, diye Tayyip Erdoğan'ın karşısına çıkmışlardır. Başbakan Erdoğan’ın karşısına çıkıp parasız eğitim istedikleri için tutuklandılar ve hala tutuklular. Geçtiğimiz 24 Mayıs'ta mahkemeleri 6 Ekim'e ertelenmişti. 6 Ekim'den önce şimdi 22 Haziran'da ara mahkeme görülecek. Bizler Dev-Genç'liler olarak 22 Haziran'a kadar oturma eylemindeyiz. Her gün saat 10.00 ile 17.00 arasında Beşiktaş Adliyesi önünde olacağız. Her gün, adaletin olmadığı ülkemizde Beşiktaş Adliyesi önünde haykıracağız "Parasız Eğitim İstemek Suç Değildir” şiarımızı. Her gün daha da çoğalarak geleceğiz adliyenin önüne. Ferhat'la Berna'nın parasız eğitim talebi “SUÇ”sa bizler de bu "SUÇU" işleyeceğiz. Tüm devrimci, demokrat, ilerici aydınları Beşiktaş Adliyesi'nde sürdürdüğümüz oturma eylemine çağırıyoruz. Gelin, hep birlikte Ferhat ve Berna’nın parasız eğitim talebini haykıralım.
İzmir: Parasız, Bilimsel, Demokratik Liseler İstiyoruz Liseli Dev-Genç'liler ''Parasız, Bilimsel, Demokratik Liseler İstiyoruz, Alacağız.'' talebini dile getirmek için 11 Haziran'da Konak Kemeraltı girişinde imza masası açtılar. Saat 14.00'te başlayan çalışma 2 saat sürdü. Parasız eğitim istedikleri için tutuklanan Ferhat ve Berna halka anlatılırken 150 imza toplandı. Liseli Dev-Genç'liler taleplerinin sadece kendileri için değil parasız, bilimsel, demokratik eğitimin tüm halkın sorunu olduğunu, ülkemiz kapitalist tekeller tarafından yönetilirken yoksul halk çocuklarının eğitim hakkının gasp edildiği anlatıldı. Liseli Dev-Genç'liler imza masası açtıkları yerde 200 bildiri ve afişleme yaparken 14 adet de Yürüyüş dergisi sattılar.
DEV-GENÇ'liler Olarak Yoz Kültüre Karşı Paylaşımı Yaşatıyoruz
11 Haziran’da İzmir’de DEVGENÇ’liler bir piknik düzenledi. 20 kişinin katıldığı piknikte düzenin benciliğine, bireyciliğine ve yoz kültüre karşı birlikteliğin, paylaşımın örnekleri yaşandı. Piknikte çeşitli oyunlar ve yarışmalar düzenlendi. Birlikte yenilen yemekten sonra coşkulu halaylar çekildi, marşlar ve türküler söylendi. Yapılan sohbetlerin ardından piknik sona erdi.
KARDEŞLİĞİMİZİ KÜLTÜRÜMÜZÜ İHTİLALİMİZİ BÜYÜTMEK İÇİN
Ülkemizde Gençlik
Gençliğin Gündeminden AKP iktidarı hakkını arayan herkese saldırıyor. Sıradan protesto eylemleri dahi suç sayılıyor. Hatta Hopa’da olduğu gibi polisin azgınca saldırısı sonucu bir öğretmen katledilebiliyor. Artvin Hopa'da AKP’yi çevre katliamından dolayı protesto edenlerden emekli öğretmen Metin Lokumcu polisin kullandığı yoğun biber gazının etkisiyle hayatını kaybetti. Daha sonra Metin öğretmeni sahiplenmek için yapılan eylemlere de polis saldırdı. Tayyip Erdoğan Hopa'daki olayla ilgili “Ben Hopa'ya eşkiyaların indiğini bilmiyordum. Meğerse eşkiya Hopa'ya da inmiş ve ne yazık ki taşlarla araçlarımıza saldırdılar.” dedi. Yani Tayyip Erdoğan demokratik haklarını kullanan insanlara eşkiya diyor. Fakat suçsuz yere insanları katlederek asıl eşkiyalığı kendisi yapıyor. AKP iktidarının sebep olduğu ölümlerden biri de Şafak Bay'ın ölümüdür. 10 Haziran 2011 günü ataması yapılmayan ve bunun için mücadele eden Şafak Bay hastalığının ilerlemesi üzerine yaşamını yitirdi. Şafak Bay kadrolu ataması yapılmayan bütün işsiz öğ-
AKP’nin eğitimdeki düzenlemesi, daha fazla baskı ve terördür retmenlerin sesi olmuştu. Mücadelesinden dolayı da hastalığı ile ilgilenemedi ve hastalığına yenik düştü. Ülkemizde Şafak öğretmen gibi ataması yapılmayan, diplomasını almış binlerce öğretmen var. Şafak öğretmenin de direnmekten başka yolu kalmamıştır, çünkü ülkemizde eğitim sistemi kimseye gelecek vaad etmiyor. AKP iktidarı “Parasız Eğitim” gibi en meşru talebe bile tahammül edemiyor. Ki, paralı eğitim, ülkemizde eğitimin en temel sorunlarından birini de oluşturuyor. Fakat ülkemizde parasız eğitim isteyen öğrenciler bir şekilde tutuklanabiliyor. Ferhat Tüzer ve Berna Yılmaz, parasız eğitim istedikleri için 1 yılı aşkın süredir tutuklular. Ve 15 yıla kadar varan hapis istemiyle yargılanıyorlar. İşte ülkemizdeki AKP demokrasisi! İşte AKP'nin adalet anlayışı!
Hopa'da katledilen Metin öğretmenin, hakkını ararken hayatını kaybeden Şafak öğretmenin ve parasız eğitim istedikleri için tutuklanan Ferhat Tüzer ve Berna Yılmaz'ın sorumlusu AKP iktidarıdır. AKP iktidarı bu katliamlarının ve hukuksuz tutuklamaların hesabını vermelidir. AKP iktidarının eğitimdeki sözde düzenlemeleri, hergün onlarca insanımızın canını almaya, onlarca insanımızı mağdur etmeye devam ediyor. Bugün ülkemizde eğitim alanında değişiklikler yapılmaya çalışılsa da, düzenin eğitiminde düzeltilebilecek hiçbir şey kalmamıştır. Düzenin tüm kurumlarında olduğu gibi eğitiminde de çürüme had safhaya ulaşmıştır. Yani bugün, eğitim sisteminde kökten bir değişiklik yapılmadan eğitimde hiçbir sorun çözülemez.
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
22 Haziran'a kadar Beşiktaş Adliyesi önünde
oturma eylemindeyiz!
gençliğin tarihinden 19-26 HAZİRAN Haziran 1998 : TÖDEF, örgütlü olduğu tüm illerde gözaltında kaybedilenlerle ilgili imza kampanyası başlattı. Haziran 1997 : TÖDEF'liler yaz ayları çalışmaları için kamplar örgütlediler. Öğrenci gençliği kamplarda biraraya getirdiler.
Öğrencilerden-Öğretmenlerden Meksika: Öğretmenler mevcut sınav sisteminin değişmesi ve öğrenim ücretlerinin düşürülmesi için eylem yaptı. Meksika’nın Oaxaca kentinde 70 bin öğretmen mevcut sınav sisteminin değişmesi ve öğrenim ücretlerinin düşürülmesi için eylemler düzenledi. Oaxaca’da kentin dört farklı noktasında buluşarak meydana yürüyen öğretmenler hükümet ve bazı büyük şirket binalarının çevresini sararak hem hükümetin uygulamalarını hem de tekelleri protesto etti.
ANADOLU HALK FESTİVALİ’NDE BULUŞALIM
39
Röportaj
Eğitim-Sen’liler Parasız Eğitim Talebini Değerlendiriyor Ayhan Erkal:“Anayasanın
Ayhan Erkal
42. maddesinde “ilköğretimde eğitim zorunludur ve parasızdır” Nursel Tanrıverdi: “Parasız eğitim talebi, çürümüş eğitim sistemine karşı çıkmaktır”
Gençlik Federasyonu’nun, “Parasız Eğitim İstiyoruz, Alacağız!”kampanyası ve parasız eğitim konusu hakkında Hatay EĞİTİMSEN Şube Başkanı Ayhan ERKAL ve Eğitim Sen İstanbul 3 No’lu Şube Yöneticisi Nursel Tanrıverdi ile yaptığımız röportajı yayınlıyoruz.
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
Eğitim zorunlu olduğu kadar parasızdır. Anayasanın 42. maddesinde ve Türkiye’nin kabul ettiği İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin gereği de budur.
Yürüyüş: Şu an mevcut statü içerisinde ülkemizdeki eğitim sistemi hakkında bilgi verir misiniz? Eğitim hakkı için yasalar ne diyor? Fiili durum nedir? Ayhan ERKAL: Bu ülkede eğitim kanayan bir yara olarak devam etmektedir. Paralı, gerici, cinsiyetçi eğitimi yaratan ve eğitimi paralı hale getirerek kazançlı bir sektöre dönüştüren kapitalist sistemin eğitim hakkı için yasalara gelince ; “Anayasanın 42. maddesinde ‘ilköğretimde eğitim’ zorunludur ve parasızdır” ibaresine rağmen yüz binlere varan bu çağdaki çocuklar okullara gidemiyor, yılda ortalama 3-4 Bin TL masrafla karşı karşıyadır. Ortaöğretim ve yükseköğretimde durum farklı değildir, tamamen paralı, anti-bilimsel ve çocuklarımızı birbiri ile yarıştıran bir eğitim sistemi ve yasaları mevcuttur. Bütün bu uygulamalara rağmen parasız, bilimsel, demokratik ve anadilde eğitim mücadelesi, emekçilerin ve çocuklarının mücadelesi kazanılacaktır. Ülkemiz gerçeğinde bu saldırılar karşısında yeterince örgütlü mücadele verilemediği de sendikalar için gün gibi ortadadır.
Yürüyüş: Eğitimin paralı hale getirilmesinin öğrenciler üzerindeki etkileri nelerdir? Aileler üzerindeki etkileri nelerdir? Erkal: Bütçede eğitime ayrılan pay ile ters orantının var olduğu yıllardır. Eğitim harcamalarının bütçe içerisinde oranı düşürülerek çocuklarımızın eğitim-öğretim hakkının gasp edildiği ve ailelerde ciddi bir soruna dönüştüğü söylenebilir.
Nursel Tanrıverdi: Bizim ülkemizde
Tanrıverdi: Eğitimin paralı hale getirilmesi sadece aileler ve öğrenci-
Nursel Tanrıverdi 40
zorunlu eğitim 8 yıllıktır. Daha sonrası kişinin isteğine bırakılmıştır. Devlet 8 yıl boyunca eğitim-öğretim yapmakla yükümlüdür. Çocuğunu ilköğretim okullarına göndermeyen veliler tespit edildiğinde hapis cezasına çarptırılırlar.
Fakat eğitim son 20 yılda paralı hale getirilmiştir. Kayıtlar sırasında en az 100 TL toplanmaktadır. Bazı okullar kayıdı 5000 TL ile kapatmaktadır. Bunun yanı sıra her ay ya da dönemler halinde okullarda zorunlu bağışlar toplanmaktadır. Eğitim parasızdır diyen devletin ilköğretim kurumlarının bütçesi sıfırdır. Biraz liselerin bütçesi mevcut. Ödenekten pay yoktur. Kadrolu hizmetli 10 yıldır alınmadığı için okullar taşeron temizlik işçisi çalıştırmakta, sigortasını yapmakta, kağıttan kaleme, tebeşire, temizlik malzemesine kadar 40 kalem para toplamakta, okulu idarecilerin tabiriyle “döndürmekte”dir.
leri değil öğretmenleri de etkilemektedir. Öncelikle öğretmenin işi akademik bir iştir. Çünkü eğitimin niteliği budur. Fakat sınıfında para toplamayan öğretmen başarısız, söz geçiremeyen öğretmen olmakta öğretmen kurul toplantılarında bu yanıyla afişe edilmektedir. Aynı şey müdürler için de söz konusudur. Onlar da ilçelerdeki toplantılarda Milli Eğitim Müdürleri tarafından afişe edilmekte, itiraz ettiğinde “biz sizi buraya para toplayasınız diye atadık, beğenmeyen gider, yerinize daha çok para toplayanı göndeririz” denmektedir. Öğrenciler açısından bu durum daha içler acısıdır. Masum, açık sözlü, dürüst bir dünyaya sahip olan çocuklar para getiremediğinde yalanı bir çare olarak görmektedir. Siz bu saatten sonra istediğiniz kadar dürüst ve açıksözlü olmanın bir erdem olduğunu anlatın. Onun için erdem değil içinde bulunduğu durumdan çıkmanın yolu olan yalanın çare olması her şeyi ters düz eden bir durumdur. Veliler de çocukları herkesin içinde ezik ve eksik kalmasın diye ellerinden geleni yapmaktadır. Merdiven silmeye gidenlerinden sırf çocuğun okul ihtiyacını karşılamak için temizliğe gidenlere kadar. Bu herkes için tam bir baskı aracı olmaya devam etmektedir. Yürüyüş: Gençlik Federasyonu üyesi iki üniversite öğrencisi, Ferhat Tüzer ve Berna Yılmaz, "Parasız Eğitim İstiyoruz, Alacağız" pankartı açtıkları için 15 aydır tutuklular. Parasız eğitim talebi hakkında ne diyorsunuz? Erkal: Eğitim-Sen parasız, bilimsel, demokratik ve anadilde eğitimi savunur. Parasız eğitim talebi, bu
KARDEŞLİĞİMİZİ KÜLTÜRÜMÜZÜ İHTİLALİMİZİ BÜYÜTMEK İÇİN
Ülkemizde Gençlik Ferhat ve Berna’nın Serbest Bırakılması İçin Oturma Eylemi DEV-GENÇ'liler Ferhat ve Berna'nın serbest bırakılması için Beşiktaş Adliyesi önünde 13 Haziran’dan itibaren oturma eylemine başladı. Gençlik Federasyonlu Öğrencileri 14 Mart 2010’da R.Tayyip Erdoğan'ın karşısında parasız eğitim talebi ile pankart açtıkları için tutuklanan Ferhat Tüzer ve Berna Yılmaz'ın serbest bırakılması için Beşiktaş Adliyesi önünde oturma eylemine başladılar.15 aydır hukuksuz bir şekilde tutuklu bulunan Ferhat ve Berna'nın son mahkemesi 24 Mayıs'ta görülmüş, savcının beraat talebine rağmen hakim “kuvvetli suç delili” var diyerek mahkemeyi 6 Ekim 2011’e ertelemişti. 22 Haziran'da ise Ferhat ve Berna'nın ara duruşması görülecek. Bu ara duruşmada hakim ve savcı tutukluluk durumu ile ilgili karar verecek. Gençlik Federasyonu üyeleri 13 Haziran’da yaptıkları basın açıklamasında, “her gün saat 10.00-17.00 saatleri arasında adliye önünde Ferhat'la Berna'nın özgürlüğü için parasız eğitim talebini sahiplenen herkesi oturma eylemine desteğe” çağırdılar. Oturma eyleminin ilk gününde Ferhat Tüzer'in annesi Hayat Tüzer de Dev-Genç'lilerle birlikte eyleme
22 Haziran'a kadar Beşiktaş Adliyesi önünde oturma eylemindeyiz.
ülkede yürütülmesi gereken en temel taleptir. Suçları başbakanın önünde “Parasız Eğitim İstiyoruz, Alacağız!” pankartı açtıkları için 15 aydır tutuklu olan bu öğrencilerimizin mücadelesi aslında gerici, paralı, faşist eğitime karşıdır. En temel demokratik taleplerine karşı “örgüt üyesi suçlaması” egemenlerin klasik suçlama aracıdır. Bu yüzden parasız eğitim talebi, çürümüş eğitim sistemine karşı çıkmaktır. Berna ve Ferhat bu ülkenin insanlarının onurlu yüzleri olacaklardır, onları sahiplenmeli ve bağrımıza basmalıyız. Tanrıverdi: Parasız eğitim halkın tümünü ilgilendiren bir mesele. Kendi ifadeleriyle “çok şükür çocuğumu okutacak paramız var” diyenlerden en yoksula kadar. O yüzden son derece haklı ve meşru bir talep. Çünkü eğitim, temel çelişki olan ezen-ezilen çelişkisinin net olarak ortaya çıktığı bir durumda. Parası olanın okumasının meşrulaştırılmaya çalışıldığı bir sü-
katıldı. Gün boyunca türküler, marşlar söylendi ve halaylar çekildi. Dev-Genç'liler belli aralıklarla attıkları sloganlarla orada bulunanlara taleplerini anlattılar. Saat 17.00'de oturma eyleminin ilk günü sona erdi.
Onurumsun düşmem oğul! Dev-Genç'liler oturma eyleminin 2. gününde 10.0017.00 saatleri arasında Beşiktaş Adliyesi önündeydiler. Ara ara yağmur olmasına rağmen Dev-Genç'liler marşlar ve sloganlarla yağmur altında eyleme devam ettiler. Adliyede bulunanlar o gün de Dev-Genç'lileri yalnız bırakmadılar. Türkülere eşlik edip halay çektiler DevGenç'lilerle birlikte. Ferhat'ın annesi Hayat Ana o gün de oturma eylemine gelerek, Dev-Genç'lilerle birlikte taleplerini haykırdı, türküler söyledi.
reçte parasız eğitim talebi halk nezdinde karşılığını bulacak bir talep. Fakat devletin Ferhat ve Berna nezdinde bu talebi olan halkı sindirip bunu bir suç unsuru olarak göstermek istemesi bir gerçek. Savcının beraatlerini isteyip hakimin istememesi de kendi adaletlerinin tescilidir. Yürüyüş: Dünyada eğitimin parasız olduğu ülkeler var mı? Erkal: Dünyada parasız, bilimsel demokratik ve anadilde eğitim ancak emekçilerin sınıfsız, sömürüsüz bir dünya için verdikleri mücadele ile kazanılır. Berna ve Ferhat bu mücadelenin birer örnekleridir, bu uğurda bedel ödeyen dünyanın dört bir yanında (Latin Amerika ülkeleri, kuzey Kore, Çin, Rusya) eğitimi parasız, nitelikli biçimde bilimsel yürüten ülkeleri, Berna ve Ferhat şahsında Türkiye’den selamlıyoruz. Tanrıverdi: Aslında 20 yıl önce
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
bizim ülkemizde de parasızdı. Yani bir hayal değil. Sovyetlerin yıkılmasıyla beraber sosyalizmden kaynaklı hak kırıntıları veren kapitalist devletler onun ortadan kalkmasıyla birlikte sosyal-devlet anlayışından da vazgeçmiştir. Bugün dünyada eğitimin parasız olduğu bir ülke Küba’dır. Küba isteyenin üniversite eğitimi almasını sağlamaktadır. Sağlıkta dünyada en ileri ülkelerin başında geliyor. Bunun da altında yatan neden eğitimin parasız olmasıdır. Fakat parasız eğitim tek başına öğrencinin harcamalarının devlet eliyle karşılanması demek değildir. Eğitim için gerekli her ortamın ücretsiz ve kaliteli bir şekilde sağlanmasıdır. Sınıf mevcutlarından okul bahçesine kadar her okullarda verilen yemekten defter, kitap kaleme kadar her şeyin parasız olmasıdır. Ancak o zaman Küba’daki gibi bir başarıyı sağlayabiliriz.
ANADOLU HALK FESTİVALİ’NDE BULUŞALIM
41
Kardeşliğimizi, Kültürümüzü, İhtilalimizi büyütmek için 24-25-26 Haziran’da
Birinci geleneksel Anadolu Halk Festivali hayatın hiç bir alanında boşluk bırakmamanın ifadesidir. Anadolu Halk Festivali, yozlaşmaya, burjuvazinin yoz, bireyci kültürüne karşı mücadeleyi daha sistemli ve iradi hale getirmenin ifadesidir.
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
Anadolu Halk Festivali, halkın kültürüyle devrimci kültürü bir araya getirmektir. Anadolu Halk Festivali, kültür cephesinde de umudu büyütmektir.
Yoksul gecekondu mahallemizin gençleri, ev kadınları, işsizleri... İşçiler, memurlar, mimarlar, mühendisler, esnaflar, liseli ve üniversiteli gençlik... Hiçbir Cepheli bu festivale kendi başına gelmemelidir! Her Halk Cepheli, (Tüm Dev-Gençli öğrenciler, TAYAD’lı Aileler, Devrimci Memur Hareketi’nden memurlar, Devrimci İşçi Hareketi’nden işçiler, Devrimci Mücadelede Mühendisler, Mimarlar, Avukatlar...) Anadolu Halk Festivali’yle yeni bir savaş, yeni bir mücadele başlattığımızı görmelisiniz! Bu mücadeleye en güçlü bir
biçimde katılmak demek, öncelikle en geniş katılımı sağlamk demektir. Eşi, çocuğu olupda, eşini çocuğunu getirmeyen hiçbir Halk Cepheli kalmamalıdır. İşyerinde işyeri arkadaşlarından en az 4-5 kişiyi getirmeyen kalmamalıdır. Okulundan, mahallesinden en az 4-5 arkadaşını getirmeyen gencimiz kalmamalıdır. Komşularımızdan ve akrabalarımızdan festivale davet etmediğimiz hiç kimse kalmamalıdır. Sadece davet etmekle de yetinmeyelim. Eşimizi, dostumuzu, komşumuzu, arkadaşımızı festivale bizzat getirelim. Umudun adıyla, düşüncesiyle, kültürüyle tanıştıralım onları.
Anadolu Halk Festivali düzenleme komitesinden Gamze Keşkek:
Bu festival Anadolu halklarının yarattıkları kültürel değerlere sahip çıkmaktır Gamze
42
Yürüyüş: Festivalin adı neden Anadolu Halk Festivali? Gamze Keşkek: Bu festival Anadolu Keşkek halklarının yarattıkları kültürel değerlere sahip çıkmaktır bir yanıyla. Bugün yaşadığımız dünyada ve ülkemizde halklarımız kendi kültürlerine yabancılaştırılıyor. Gençlerimiz kendi kültürleri yerine kapitalizmin yoz kültürüyle şekilleniyor.
Yozlaşıyor. Anadolu bir çok halkın, bir çok kültürün yurdudur. Pek çok uygarlık gelmiş geçmiştir Anadolu’dan. Bu uygarlıklar yarattıkları değerleri canla başla, kanla dişle örmüştür. Baba İshaklar’dan Bedreddinler’den bugüne ise bir kavga sürüyor Anadolu’da. Bu kavga egemenlerin zulmüne ve sömürücülüğüne karşı yüzyıllardır süren kavgadır. Bugün de emperyalizme ve onun işbirlikçisi oligarşiye karşı sürmektedir bu kavga. Yani halkın kav-
KARDEŞLİĞİMİZİ KÜLTÜRÜMÜZÜ İHTİLALİMİZİ BÜYÜTMEK İÇİN
gası. Bu nedenle Festivalimizin isminin içinde “halk” kelimesi geçmesi festivalimizin içeriğini belirliyor. Yani bu festivali Anadolu halkları düzenliyor. Festivalimiz Anadolu halklarının kültürü ve değerlerine sahip çıkıyor, egemenin zulmü ve sömürüsünün ise karşısında duruyor... İsmimiz festivalin muhtevasını belirlemektedir. Yürüyüş: Festivalin amacını anlatır mısınız? Keşkek: Aslında birinci soruda bu sorunun da cevabını kısmen verdim. Ancak amacımızı biraz daha açmak gerekirse kültürel değerlerimizi korumak, geliştirmek ve yeni yeni değerler yaratabilmektir. Anadolu halklarının imecesini, dayanışmanın güzel örneklerini yaratmaktır. Şarkısıyla türküsüyle, örfleriyle adetleriyle, sevinciyle, kederiyle, onuru ,baş eğmezliği, yenilgileri ve zaferleriyle bu halk biziz, bu vatan bizim. Türkü’yle, Kürdü’yle, Lazı, Çerkezi, Gürcüsü’yle tüm Anadolu halklarının kültürünü, değerlerini sergilemeyi ve geliştirmeyi amaçlamaktadır... Anadolu halklarının kültürünü ve mücadeleyle harmanlanan tarihini gözler önüne sermek, bugün yaşananlara karşı nasıl bir tavır alınması gerektiği açısından da öğreticidir. Yürüyüş: 10-15 yıldır festivaller ülkemizde yayıldı. Anadolu Halk Festivali’nin diğer festivallerden farkı ne olacak? Keşkek: Evet her belediye bir festival düzenliyor. Bu festivaller tamamen ticari amaçlı ve siyasi partilerin propaganda araçları halindedir. Ve yozlaşmanın iyi birer örnekleridir. Osmanlı kültürü, faşist, gerici, şovenist öğeler mehter marşları vs. ile şekillendirilen şekilsiz yapılar bunlar. Siyasi iktidarın ideolojisi doğrultusunda gerici yayınlar bu festivallerde sergilenir. Anlamsız ses yarışmaları, güzellik yarışmaları, yetenek (!) yarışmaları ve pek çok saçmalık burada yapılır. Kültür adına bize ait olmayan emperyalizmin ürettiği içi boş yoz bir kültür yayılır. Beyinlere
işlenir. Son zamanlarda neredeyse bütün belediyeler, üzüm, kiraz, ceviz, tarım, doğa, yayla, gibi çok çeşitli adlarla yöresel ögeleri de içeren festivaller düzenlemektedir. Ancak bunlar da halkın çeşitli özlemlerini kullanarak tüketimin körüklendiği festivallerdir. Birileri bunlardan rant elde eder. Eğlence adına yozlaşma ve halkı bir noktada avutup uyutma aracıdır bunlar. Bizim festivalimiz ise tam da bu noktada düzenin festivallerinden ayrılır. Halka bilinç vermek, gerçeği göstermek, kendi değerlerini anlatmak amacı taşır. Bağımsız, demokratik ve sosyalist bir Anadolu için kahraman şehitlerimizin yolundan nasıl gidileceğini anlatan, bunu gösterme iddiası taşıyan bir festivaldir. Eğlencenin ise en güzel halini yozluktan sıyrılmış ve beynimiz uyuşmadan da nasıl eğlenilebileceğini göreceğimiz bir festivalimiz olacak. Çocuklarımıza, onlara nasıl bir gelecek kuracağımızı anlatacağız. Halkımıza bir arada olursak neleri başarabileceğimizi anlatacağız. Yoksulluğumuzun bir kader olmadığını anlatacağız. Bizi yoksullaştıranların kimler olduğunu ve onların saltanatlarını nasıl yıkacağımızı anlatacağız. Yürüyüş: Anadolu Halk Festivali için “kardeşliğimizi, kültürümüzü, ihtilalimizi büyütmek için diyorsunuz. Bunları açar mısınız? Keşkek: Az önce de dediğim gibi bu kültürü biz yarattık, birileri yok ediyor. Bu kültürü yok eden biz değiliz, halk değil. Halkın kültürü dayanışma demektir, bu kültür hep beraber üretip hep beraber eşitçe hakça bölüşmek demektir. Bu kültür direnmek demektir, bu kültür haksızlıklara karşı çıkmak, hak aramak demektir. Dünden bugüne elinde dirgenle, tırpanla, taşla, sopayla, tüfekle direnir Anadolu halkları. Sürülen, göç ettirilen, kırılan, ezilen halktır. Bugün F Tipi hücrelerde direnmektedir. Tek başına tutuldukları hücrelerde en kalabalık halleriyle direnmektedirler. Ve festivalimize katılacaklar devrimci tutsaklar ürettikleriyle. Şu anda
hapishanelerde de bir üretim başladı. Anadolu halkları tecrit duvarlarının ardından ürettikleriyle tecrite nasıl direndiklerini anlatacaklar. Ve bir bütün olarak festivalde tüm Anadolu halklarının kolektif ürünlerini sergileyerek, kurtuluş yolumuzu aydınlatanları anarak, kültürümüz ve değerlerimizle halklarımızın geleceğe yürüyen kavgasının, ihtilalinin yoluna buradan da bir ışık olabilmektir. Yürüyüş: Festivalde ne gibi etkinlikler olacak? Keşkek: Öncelikle şunu belirteyim bu festivali biz geleneksel hale getireceğiz. Yani her sene yapılacak Anadolu Halk festivali. Anadolu’nun her bölgesinden gelen misafirlerimiz açtıkları standlarda bölgelerinin ürünlerini sergileyecekler. Yemeklerinden, kitaplarına el işlerine kadar üretime dair her şey sergilenecek. Aynı zamanda sahnede halk oyunlarından tiyatroya konserlere kadar yörelerini tanıtacaklar bize. Çocuklar için iki günlük eğitimoyun çadırımız olacak. Devrimci öğretmenler çocuklarla oyunlar oynayıp bilgilerini paylaşacaklar. Hukuk ve sağlık çadırımız olacak yine bilgilerini ihtiyacı olanlarla paylaşacak.
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
Bir de ülkemizin devrimci tarihinin belli kesitlerini anlatacağımız bir bölüm olacak. Türkiye devrimci hareketinin 72’den bugüne yaratmış olduğu gelenekleri sembolize edeceğimiz bir canlandırma alanımız olacak. Bu konuda bir proje hazırladık. Bu alanı gezerken bir tarih tünelinden geçireceğiz ziyaret edenleri. Bu konuda detaylı bilgi veremeyeceğimiz için üzgünüm, biraz da orada olanlar yaşayarak daha iyi anlayacaktır. Sonuç olarak bu festivalin bir hazırlık komitesi var ancak en önemlisi oraya katılan konuklarımız olacaktır. Bu derginin okurlarının bizi orada yalnız bırakmayacaklarına eminiz. Bütün festivale emek verecek olanlara şimdiden başarılar diliyor, kolay gelsin diyoruz.
ANADOLU HALK FESTİVALİ’NDE BULUŞALIM
43
Devrimci Memur Hareketi
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
44
“Benim memurum işini bilir”... Bu ülkede Cumhurbaşkanlığı da yapmış birine ait bir sözdür. Bu sözün kamu emekçilerinin kendi işleri ile ilgili yeteneklerini, sorunları ve sorunlarını çözmede ki başarıları için kullanılmadığı kesindir. Kamu emekçilerine az zam yaptıklarının kabulü olan, benim memurum aldığı maaşla geçinmesini bilir, ayağını yorganına göre uzatır, anlamında söylenmiş bir sözde değildir. Turgut Özal aslında bu sözü durmadan “hak etmedikleri” maaş zamlarını talep eden memurları kınamak ve başka yollardan maaşlarına katkı sağlamalarını önermek için söylemiştir. Çalışan memurları rüşvete teşvik eden, emekçileri aşağılayan ve emeklerinin karşılığını örgütlenerek ve mücadele ederek insanca yaşayacak bir ücret talep etmeleri yerine, yozlaşmalarına bir çağrıdır. Yozlaşmış kapitalist sisteme memurların da dahil olmasını sağlamak için devletin en yetkili ağzı tarafından söylenmiş bir sözdür. Rüşvet devlet dairelerinde çalışan, çok küçük bir azınlık olan kişilerin işlerini yaparken daha hızlı, mevcut yasalara aykırı ve bireyin lehine iş yapmak için aldıkları paradır. Bu sayede memura ek bir kazanç sağlanması, hem de iş yaptıran yani rüşveti veren kişinin işinin daha hızlı yapılması sağlanırken kamu hizmeti alacak diğer vatandaşlara haksızlık yapılmaktadır. Kamu hizmeti, tüm halkın ücretsiz ve nitelikli olarak ve eşit şartlarda yararlanması gereken hizmetlerdir. Ancak sistemin piyasacı mantığının yerleştirilmesi, kamu hizmetlerinin tasfiyesi için halkın desteğini almak üzere kurguladığı propaganda araçlarından birisidir aynı zamanda rüşvet. Bu yüzden de kapitalist sistemin muhalefet olmadan sessiz sedasız kendi varlığını sürdürebilmesi için tüm toplum kesimlerini bu sisteme ortak etmek gereklidir. İşte kamu hizmeti üreten emekçilerin rüşvet çarkına dev-
‘Benim Memurum İşini Bilir’
letin en yetkili ağızları ile davet edilmesi de bu yüzdendir. Kamu emekçilerinin sistemin parçası olması, sisteme muhalefet etmemeleri için bu yozlaşmanın içinde bulunması gerekliliğindendir bu çağrı. Şöyle de bakabiliriz: “Alan memnun, veren memnun bize ne oluyor?” Rüşvet alarak ve vererek sorunlarımız çözülüyor mu sorusunun cevabı aslında durumu açığa çıkarıyor. Evet sorunlarımız çözülmüyor aslında daha da büyüyor. Çalıştığımız işyerlerinde yozlaşma artıyor ve örgütlenmemizin önündeki engellerden birisi olarak karşımızda duruyor. Ekonomik sorunlarımızın çözümü için mücadele etmek yerine rüşveti seçmek iktidarları da rahatlatıyor. Emekçiler rüşvet alarak ekonomik durumlarını düzeltme yolunu seçtikleri için örgütlenmiyor mücadele etmiyor ve şu söz akla geliyor: “ Gemisini kurtaran kaptan.” Çalıştığımız iş yerlerinde bizzat devlet tarafından teşvik edilerek rüşvetin yaygınlaşması, örgütlenmemize ve mücadelemize zarar veren bir noktaya gelmiştir. Çünkü rüşvet ve yolsuzluk çarkının içinde yer alan bir kamu emekçisi toplumun genel çıkarlarını, emekçilerin ortak menfaatlerini düşünmemekte ve bu düşüncelerle mücadele edenlere tepki duymaktadır. Örgütlenmeye katılmadığı gibi türlü karalamalarla örgütlenmemenin nedenlerini oluşturmaya ve örgütsüz emekçileri kendi yanına çekmenin propagandasını yürütmektedir. Ayrıca rüşvetin varlığı, emekçilerin mücadelesine halkın desteğini de azaltmaktadır. Belediyelerde, vergi dairelerinde, tapu müdürlüklerinde, adliyelerde ve daha birçok devlet kurumunda açığa çıkan rüşvet olayları sık sık basında yer alarak bütün kamu emekçilerini zan altında bırakmaktadır. Kamuoyundaki yanlış anlaşılmalara ve ön yargının oluşmasına neden olan rüşvet çarkına alet olan memurların sayısı çok azdır. Ancak iktidarlar tarafından büyük bir kitle rüşvet ve yolsuzluk çarkının içindeymiş gibi kullanılmakta ve bunun ajitasyon ve pro-
pagandası yapılmaktadır. Hükümetler tarafından, kamu emekçilerinin ve kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi gerektiği, paralı hale gelen hizmetin hem hizmet veren hem de hizmet alan açısından daha kaliteli olacağı, kamu emekçilerinin sayısının azaltılması gerektiği üzerinden pek çok argümanla kamu emekçileri ile halk karşı karşıya getirilmeye, halk tarafından kamu emekçilerine ve emekçilerin mücadelesine karşı tepki gösterilmesi sağlanmaya çalışılmaktadır. İşbirlikçi iktidarların bir amacı da sömürü düzeninin sürmesi için rüşvet alarak emekçileri yozlaştırarak mücadeleden koparmaktır. Yaşanan yozlaşma sömürü düzenine güç vermekte ve mücadele dinamiklerini bölmektedir. Sistem tarafından tercih edilen hakları için mücadele eden onurlu emekçi yerine, her türlü onursuzluğa katlanan ve rüşvet kırıntıları ile yetinen işini bilen memur yaratmaktır. Rüşvet bugünün sorunu mu, bugün mü ortaya çıkmıştır? Hayır! Şimdi vereceğimiz örnekten eğitim emekçileri alınmasınlar sadece rüşvet alan çok küçük bir azınlığın kendileri ile yüzleşmeleri için bir örnektir. Tarihte ilk rüşvetin belgesi M.Ö. 4 binli yıllarda yazılan bir Sümer tabletinde ortaya çıkıyor. “Sümer Okul Günleri” adını taşıyan bu tablette okulunda başarısız bir öğrenciden bahsediliyor. Çocuklarının başarılı olmasını isteyen aile, öğretmeni evlerine davet ederek yemek yiyorlar, içiyorlar ve türlü hediyeler veriyorlar. Sonrasında tablette yazdığına göre çocuk birden çok başarılı oluyor ve sınıf başkanı oluyor. Bu bize tarihten bir örnek. Eğitim emekçilerine inanıyoruz ve güveniyoruz ki bugün böyle değildir. Ancak bizzat sistem tarafından teşvik edilen, okullarda toplanan katkı payları ve ilkokula kayıt olurken alınan kayıt parası (ki artık binlerle ifade ediliyor) ve bu paranın karşılığında daha iyi sınıf (kastedilen teknolojik sınıf) ve daha iyi bir öğretmende (kriteri belli değil; okul müdürü belirliyor) eğitim görmeleri sağlanıyor. Sistemin çözmesi gereken ve bütçeden daha fazla pay ayırarak bilimsel nitelikte
KARDEŞLİĞİMİZİ KÜLTÜRÜMÜZÜ İHTİLALİMİZİ BÜYÜTMEK İÇİN
parasız eğitimi sağlaması gerekirken çözümü kayıt parası ve katkı payı ile çözüyor. Ya parası olmayan halkın çocukları ne yapacak? Bundan kaynaklı artık okullarda değişik adlar altında resmileştiren rüşvete ortak olmamak ve halkla birlikte parasız eğitim, halk için eğitim mücadelesini yükseltmek görevimiz olmalıdır. Okullar için verdiğimiz örnekleri diğer kamu kurumları içinde çoğaltabiliriz. Yapılan iş karşılığı alınan ve mahkemeler tarafından da suç kapsamında olmayan küçük bahşişlerde rüşvettir aslında. Bunları kabul etmekte yozlaşmanın bir başlangıcı, suça ortak olmak ve asıl suçluyu halka göstermemektir. Asıl suçlu kim o zaman? Elbette bizce asıl suçlu sistemdir. Kapitalizmdir. Çünkü kapitalizm yozlaşmış bir sistemdir. Halkı da yozlaştırmak için elindeki bütün araçları kullanır. Çok küçük bir azınlığın yani üretim araçlarına sahip olanların daha fazla karı için kurulmuş, zenginin daha zengin fakirin ise daha da fakirleşmesini amaçlayan bir sistemdir. Bu fakirleşmeden ortalama olarak kamu emekçilerinin aldığı maaşlara baktığımızda yoksulluk sınırının altında olduğumuzun ve gittikçe yoksullaştığımızın göstergesidir. Çözüm onların bize önerdiği anlamdaki “ benim memurum işini bilir” olmamalı. Gerçekten işimizi bilmek daha çok örgütlenerek ve mücadele ederek hakkımız olanı sistemden almak olmalıdır. Kamu emekçilerinin sorunlarının çözümü; eşit, ulaşılabilir ve nitelikli kamu hizmeti ürettiğimiz gerçeğiyle kamu hizmeti alan halka bu ilkelerle davranmaktan ve hizmeti bu haliyle üretmekten, kendi haklarımız ve geleceğimiz için örgütlenmekten ve mücadele etmekten geçmektedir. Kamu emekçileri de haklarının örgütlü mücadele ile elde edileceğini bilmektedir. Geçmişte yaşamış olduğu deneyimler ve yaratılan mücadele mirası bunun kanıtıdır. Eğer örgütlenmez ve mücadele etmezsek sistem bizi daha da yozlaştıracaktır. Tek yol vardır halk için, kamu emekçileri için; haklarını gasp eden sisteme karşı örgütlenmek, mücadele etmektir. Bunun dışında başka bir yol yoktur. Biz kamu emekçileri sistemin dayattığı gibi örgütlenmeyip sistemin bir parçası olup yozlaşmak yerine onurlu bir şekilde örgütlenerek, mücadele ederek halkın tüm kesimleri ile birlikte yozlaşmaya karşı, kapitalizme karşı mücadeleyi yükseltmeyi seçerek sendikalarımızı kurduk. Örgütlenmekten ve mücadele etmekten başka bir yol olmadığı bilinciyle de örgütlerimizi büyütmeliyiz. Örgütlü bir şekilde mücadele ile kazanacağımızı biliyoruz. Toplumların tarihi bize bunun en iyi kanıtıdır. Üyesi olduğumuz sendikalar da artık şunu görmelidir: Örgütlenmemizin önündeki engellerden birisi de bahsettiğimiz yozlaşmadır. Sendikalarda bu yozlaşmanın önünde set olmak durumundadır. Kendi sorununu yozlaşarak çözme umudu taşıyan emekçilerin sendikaya da ihtiyaçları kalmayacaktır. Sendikalarımızı büyütmenin, mücadelemizi örgütlemenin bir yolu da yozlaşmaya karşı mücadeleyi yürütmekten geçmektedir. Sendikalarımızın tüzüklerinde yer alan, “rüşvete, yolsuzluğa, tacize karşı mücadele yürütür” ilkelerini hayata geçirmek için daha kararlı bir hatta mücadele edilmelidir.
Halk
Düşmanı
AKP
Kayıpları katliamları yok sayan AKP
Türkiye’de ilk kayıplar, 12 Eylül faşist cuntası ile başladı. Gözaltına alınan Hayrettin Eren ilk kaybedilen, katledilen devrimcilerden biri oldu. Gözaltına alınırken görenlerin olduğu, kullandığı babasına ait olan arabanın Emniyet Müdürlüğü’nün bahçesinde olmasına karşın işkenceciler Hayrettin Eren’in gözaltına alındığını kabul etmediler. Onlar kabul etmedi ama o döneme tanık olanlar, Hayrettin Eren’in kaybedildiğini biliyor. Bunun için tanıklık yapacak, bugün bile ailesi, arkadaşları var. İleri demokrasiden söz eden, Ergenekon davası açmakla övünen AKP, Hayrettin Eren’in nasıl kaybedildiğini gündemine bile almadı. O yıllardan başlayarak, günümüze kadar tam 31 yıldır, bu ülkede kayıplar ve katliamlar hep yaşandı. Hayrettin Eren ilk kayıp olarak kalmadı. Onu sonraları onlarca, yüzlerce devrimci takip etti. 12 Eylül faşist cuntası yıllarında sadece kayıplar yoktu. Dağda, şehirde onlarca katledilen devrimciler vardı. Gözaltına alınan, işkence gören yüz binlerce ilerici, demokrat, yurtsever, devrimci, halk vardı. Kayıpların, katliamların, işkencenin sürekli olduğu bir ülkede 9 yıldır iktidar olan AKP, tek bir soruşturma açmış değildir. Tek bir kayıbın hesabını sormuş değildir. Tek bir kayıbın “akibetini” bulup, ortaya çıkarmış değildir! Katillerin, işkencecilerin koruyucusudur AKP! 12 Eylül’den bu yana oligarşinin 31 yıllık suç dosyası ortadadır. AKP bunlardan hiçbirinin kapağını kaldırmamıştır. Hangi katliam için kılını kıpırdatmıştır AKP? Tersine, katillerin koruyucusu olmuştur. Geçtiğimiz günlerde, 12 Eylül’de işkencede katledilen Cemil Kırbayır ile ilgili güya adım atacaklardı. Basın önünde yaptıkları şovun sonunu bile getiremediler. O adımlarının göstermelik olduğu görüldü. AKP kayıpları, katliamları aydınlatamaz. Bugün o politakaları AKP devam ettirmektedir.
ANADOLU HALK FESTİVALİ’NDE BULUŞALIM
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
45
Sonuç Bildirgesi Yıkımlara Karşı Mücadele Kurultayı Sonuç Bildirgesi
“halkın en meşru hukuku, yasası DİRENME HAKKI'dır” Mühendislik, Mimarlık ve Planlamada +İvme Dergisi tarafından 28-29 Mayıs 2011 tarihlerinde Türkan Saylan Kültür Merkezi'nde yapılan “Yıkımlara Karşı Mücadele Kurultayı”nda halkın mühendisleri, mimarları, şehir plancıları ve gecekondu halkı aşağıdaki kararları aldılar.
SONUÇ BİLDİRGESİ
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
Mühendislik, Mimarlık ve Planlamada +İvme Dergisi tarafından 28-29 Mayıs 2011 tarihlerinde Türkan Saylan Kültür Merkezi'nde yapılan “Yıkımlara Karşı Mücadele Kurultayı”nda birinci gün ”Kent Oluşumu ve Kentsel Dönüşüm”, “Yerinde Islah mı, Kentsel Dönüşüm mü?”, “Kentsel Dönüşüm ve Basın” konularının tartışıldığı oturumlar yapılmıştır. İkinci gün ise forum bölümünde kurultaya katılanların görüşleri için salona söz verilmiştir. Kurultay, son bölümünde önergelerin verilmesi, tartışılması ve oylanması ile bitirilmiştir. İki gün süren “Yıkımlara Karşı Mücadele Kurultayı”nda; Kentsel Dönüşüm’ün emperyalizm ve işbirlikçi tekellerin, bugün iktidarı olan AKP'nin talan, yağma, rant, yıkım ve sürgün politikası olduğu vurgulanmıştır. Kurultay, “Kentsel Dönüşüm” proje ve uygulamalarına karşı aşağıdaki kararları almıştır: Kentsel dönüşüm projelerini uygulayanlar, anayasanın da yapıcısı ve uygulayıcısıdır. Rantsal dönüşüm projelerini çıkarları doğrultusunda değiştirilen anayasa, hukuk ve yasalar halkın anayasası değildir. Bunun karşısında halkın en meşru hukuku, yasası, DİRENME HAKKI'dır. Halktan, emekten yana olan tüm mühendis, mimar, şehir plancıları için bu di-
46
reniş meşrudur. Halkla birlikte bu direnişin içinde yer alırlar. Özel sektörde ve kamuda çalışan emekten, halktan yana olan tüm mühendis, mimar, şehir plancılar barınma hakkını yok sayan, halkın yararı ve çıkarına olmayan çalışmalarda (kentsel dönüşüm projelerinde, kentsel dönüşüm alanı ilanı edilen alanlarda yapılan yıkımlarda ve projelerde, yıkım gerçekleştiren yıkım firmalarında, kamulaştırma tespiti, enkaz bedel tespiti, belediyelerin ve TOKİ'nin kurduğu kentsel “ikna grupları” içinde vs) yer almamak için direnir ve bu konuda baskı gören mühendis, mimar, şehir plancılarının yanında yer alır.
Halktan, emekten yana olan tüm mühendis, mimar, şehir plancıları kentsel dönüşüm projelerinin karşısında olur ve sadece yerinde ıslah projelerinde ve bu projelerin uygulanmasında yer alır. Emekten, halktan yana olan tüm mühendis, mimar, şehir plancıları kentteki yaşam alanlarının kullanımının, ıslahının, tasarrufunun halka ait olduğunu kabul eder ve bunun için mücadele eder. Emekten, halktan yana olan tüm mühendis, mimar ve şehir plancıları barınma hakkı çerçevesinde gecekondu bölgelerinde oturan halkın bu konutların sahipleri olduğunu kabul eder. Halkın barınma hakkının anayasa ve diğer tüm yasalarla güvence altına alınmasını ve tüm gecekondu bölgelerinde bedelsiz tapuların halka dağıtılmasını savunur. Emekten, halktan yana olan
mühendis, mimar ve şehir plancıları, barınma hakkı çerçevesinde ücretsiz olarak verilen tapuların hak sahipleri tarafından kendisinin ve ailesinin ihtiyaçları doğrultusunda, insanca yaşam koşullarına uygun değişiklik yapmasına yardımcı olur. Ancak alınan tapuların rant ve kar amacı için kullanılmasını suç olarak kabul eder. Buna karşı halk örgütleri ile birlikte mücadele eder. Emekten, halktan yana olan tüm mühendis, mimar, şehir plancılar halkın sosyal, kültürel, ekonomik ihtiyaçlarının karşılanmasında hiçbir şekilde ticari, rantsal bir anlayış gütmezler, halkın bu ihtiyaçlarının karşılanmasında insanca yaşam koşullarını esas alırlar. Kentin gelişimini, düzenlenmesini esas alan, halkın ihtiyaçları doğrultusunda ıslah projelerinin oluşturulması ve uygulanması, o yaşam alanında yaşayan halkın karar mekanizmalarında yer aldığı yerel halk örgütlenmeleri ile sağlanmalıdır. Emekten, halktan yana olan tüm mühendis, mimar, şehir plancılar halk örgütlenmelerinin oluşmasını savunur ve bu örgütlenmelerin içinde yer alır. Emekten, halktan yana olan tüm mühendis, mimar, şehir plancılar ıslah projelerinin her türlü maliyetinin devlet tarafından karşılanmasının bir zorunluluk olduğunu kabul eder. Emekten, halktan yana olan tüm mühendis, mimar, şehir plancılar barınma hakkı sorununu; ülkemizdeki yoksulluğun, işsizliğin, sömürünün, halka verilen değerin bir göstergesi; emperyalizm eliyle geliştirilen çarpık kapitalizmin, çarpık kentleşme anlayışının bir sonucu olarak görür. Bu temelde verilecek mücadelenin de bağımsızlık, de-
KARDEŞLİĞİMİZİ KÜLTÜRÜMÜZÜ İHTİLALİMİZİ BÜYÜTMEK İÇİN
Sonuç Bildirgesi mokrasi, sosyalizm mücadelesi ile birlikte yürütüleceğine inanır. Emekten, halktan yana olan tüm mühendis, mimar, şehir plancılar, TMMOB'nin kurum olarak Kentsel Dönüşüm projelerinin karşısında olması ve “Yerinde İyileştirme-Yerinde Islah” projelerinin içinde yer alması için mücadele eder. “Kentsel Dönüşüm” projeleri ile evlerimiz ve mahallelerimiz boşaltılarak işbirlikçi tekellere peşkeş çekilmek isteniyor. Yıkımlarını yapabilmek için mahallelerimizdeki birlik ve beraberliğimizi yok ederek mahallerimizde uyuşturucu ve fuhuşu yaygınlaştırıp halkımızı yozlaştırmak istiyorlar. Yıkımlara karşı çıkmak ve mücadele etmek aynı zamanda yoz-
laşmaya karşı mücadele etmektir. Biz işgalci değil; bu vatanın gerçek sahipleriyiz. Emperyalizme karşı ülkemizi, kentsel dönüşüme karşı kentlerimizi ve mahallerimizi sonuna kadar örgütlü olarak savunacağız. Emekten, halktan yana mühendis, mimar, şehir plancılar barınma hakkını tüm yoksulların temel ve vazgeçilmez hak olarak görür.Sermayenin barınma hakkı ve üzerindeki tüm ticari girişimlerine karşı çıkar, barınma hakkının parasız olarak karşı-
Savaşan Kelimeler Kötü muamele değil, işkence Polis karakolunda gözaltında tutulan biri, belki bazen korkudan, bazen herkes öyle diyor diye alışkanlıkla, serbest bırakıldığında “poliste kötü muamele” gördüklerini anlatır. Polis, karakolda, saldırıp dövmüş, sürekli aşağılamış, pis bir yerde hiçbir ihtiyacını karşılamadan saatlerce tutmuştur. Bunlar, işkence olarak değil, “kötü muamele” olarak anlatılır. Bu, şu demektir: Orada kötü polisler vardır, kötü davranmışlar, “kötü muamele” yapmışlar! O kadar! Hapishaneden tahliye olan bir tutsak anlatır, hapishanelerde de “kötü muamele yapıldığı”nı anlatır. Orada da “kötü infaz koruma memurları” vardır. “Kötü mua-
mele “ bundan dolayıdır. Kısacası günlük konuşmalar içinde, kimi aydınların açıklamalarında, kimi siyasetlerin değerlendirmelerinde karşımıza çıkmaktadır, “kötü muamele” deyimi. İşkence yok “kötü muamele” var! Peki neden işkence demekten kaçınılır? Oligarşi, işkenceyi bir devlet politikası olarak on yıllardır kullanırken, işkence yaptığını, bunun bir devlet politikası olduğunu hiç mi hiç kabul etmemiştir. Hatta işkenceyi isim olarak sözlüklerden silmek istemiştir. İşkencenin bir devlet politikası olduğu, devletin işkencecilerinin devletin maaşlı, resmi görevlileri olduğunu biliriz. Hatta devlet, işkencecilerinin eğitim görmesi için CIA’nın işkence okullarına gönderip, işkencenin eğitimini aldırmıştır. Yine zaman zaman özellikle Çe-
lanmasını savunur. Emekten halktan yana olan tüm mühendis mimar şehir plancılar, insanca bir yaşam için eğitim, sağlık, barınma hakkı, su havzalarının korunması, suyun ticarileştirilmesinin önüne geçilmesi, doğa ve çevrenin korunması, ulaşım, deprem, göç, beslenme, konut sorununun ortadan kalkması, sosyal ve kültürel olanakların sağlanması için mücadele eder. Ve gerçek çözümünü; insanın insan tarafından sömürülmediği, tüm ekonomik, siyasal, kültürel, bilimsel ve teknolojik gelişimin insanlığın hizmetine sunulduğu, bütün toplumsal düzenin temelden halkın çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirildiği; bağımsız, demokratik ve sosyalist bir ülkede çözüleceğine inanır ve bunun için mücadele eder.
vik kuvvetin eğitiminden kimi görüntüler, basın ve televizyonlar aracılığıyla halka izlettirilmeye çalışılır. O görüntülerde, Çevik Kuvvet’in eğitiminde gazların nasıl kullanılacağı, göstericilerin nasıl “coplanacağı”, eğitilen polis köpeklerinin halka nasıl saldırtılacağı da vardır.
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
Tüm bunlar, işkencenin neden bir devlet politikası olduğunun cevabıdır aslında. İşkence, sıradan bir kaç sadist polisin, infaz koruma memurunun ya da bir kaç savcının işi değildir. O nedenle yaşananların adı, “kötü muamele” değil, işkencedir. “Kötü muamele” işkenceyi hem gizleyen hem de işkencede devletin sorumluluğunu tartıştırmayan bir kavramdır. İşkenceden “kötü”, “sadist” bir kaç kişi sorumluymuş gibi sınırları dar, belirsiz bir kavramdır “kötü muamele” kavramı. Oysa, polis ya da jandarma karakolunda, F Tipi hapishanelerde karşımıza çıkan her saldırının adıdır işkence. “Kötü muamele” gibi kavramlarda, işkence, masum bir hale getirilmektedir adeta. O nedenle “kötü muamele değil, işkence” diyoruz.
ANADOLU HALK FESTİVALİ’NDE BULUŞALIM
47
Evet, şimdi bu konuştuklarımızı da yayınlıyoruz! Birgün Gazetesi, artık Yürüyüş Dergisi’nin ilanlarını almayacak! Gerekçe: Gerçekleri yazmamız.
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
Gerekçe: Oğuzhan Müftüoğlu’nun şehitlerimize, önderimize yönelik hakaretlerine sorumsuzluğuna gereken cevabı vermiş olmamız. Gerekçe: Devrimci Yol’un sol içi şiddetle dolu geçmişini teşhir etmemiz. ÖZELEŞTİRİ YAPACAKLARINA, İLAN YASAĞINA BAŞVURMAK, ACİZLİKTİR, KENDİ GEÇMİŞİNDEN KAÇMAKTIR! Bilindiği üzere, bir süre önceDevrimci Yol yönetici kadrolarından Oğuzhan Müftüoğlu’nun röportajlarından oluşan “Bitmeyen Yolculuk” adıyla bir kitap yayınlamış, bu kitapta Müftüoğlu devrimci hareke-
48
tin önderi Dursun Karataş’a, şehidimiz Sinan Kukul’a dair spekülasyonlar ortaya atmış; sonuçta söz konusu kitap tarafımızdan devrimci bir eleştiriye tabi tutulmuştur. Eleştirilerimiz karşısında özeleştiriden başka, düzeltmeden başka her şeye benzeyen bir “düzeltme” yapıldı. Ancak bir düzeltme olduğu bile tam olarak anlaşılmıyordu. Eleştirilerimizi sürdürdük ve dergimizde yayınladık. Buna karşı Birgün ise dergimizin ilanını almama gibi bir tavır sergiledi. Ön plana çıkardıkları gerekçe, Devrimci Yol’un geçmişindeki devrimci kanı dökmesini hatırlatmamızdı. Bu iddiayı reddediyor ve kanıtlayın diyorlardı. Kanıtladık. Devrimci Yol’un kanlı sol içi şiddet geçmişini özet olarak yayınladık. 13 Haziran’da ilan sorununu sonuçlandırmak ve netleştirmek için Birgün gazetesinin yetkilileriyle tekrar görüştük. * Bu görüşmeyi aşağıda yayınlıyoruz. Türkiye solu açısından öğreticidir. Türkiye solunun legalizme gömülen kesimlerinin ideolojik mücadeleden ne kadar uzaklaştıklarının, özeleştiri anlayışından yoksun olduklarının, şehitlere, önderlerimize yönelik spekülasyonları bile “normal” karşılamamızı bekleyecek kadar değerlerimize yabancılaştıklarının örneği olarak öğreticidir. * İlan için geldiğimizi anlattık. Önce nedense açık olan kapıyı kapattı. Bizim onlara yazdığımız Devrimci Yol’un sol içi şiddet listesini okumuşlar.
- Birgün: Böyle bir tartışma olmaz. Bu düşmanın işine yarar. Bizim
Biz Türkiye devrimci tarihini eksiği gediğiyle ne olursa olsun sahipleniriz. Siz ise kendi tarihinizi bile sahiplenme cüretinden yoksunsunuz! örgütlenmemize yaramaz. Böyle liste liste deşifre edince elinize ne geçecek? Kendi aramızda yaptığımız tartışmayı bile derginize yazmışsınız. Şimdi burada konuştuklarımızın da garantisi yok. Bunları da yazarsınız.
- Yürüyüş: Biz bunları, sizinle ilk kez geldiğimizde de konuşmuştuk. Oğuzhan Müftüoğlu, bizim önderlerimiz, uğrunda şehitler verdiğimiz değerlerimiz hakkında öyle ağzına geldiği gibi konuşamaz. Buna elbette bir cevabımız olacaktır. Tarihi öyle tekeline alıp kendisine göre yorumlayamaz. Biz de sol içinde eleştiri hakkımızı kullandık. Bunu da elbette yayınımızda yazarız. Böyle odalarda tartışma kültürümüz yok bizim. Halkımızdan gizleyecek hiçbir şeyimiz yok.
- Birgün: O yazdığınız listelerde saçmadır. Uydurmadır. Polisin yazdığı beyaz kitapta var olan listelerdir. Bunların doğruluğu yoktur. Bu yazıyı yazanlar gelsin tanıklarıyla tartışalım. Faşistlerin katlettiği devrimcileri bile biz öldürmüşüz gibi vermişsiniz. Bunların hiçbirinin gerçekliği yoktur. Tek bir tanesi doğrudur, o da ilk ayrılık zamanında Kurtuluş’tan bir kişi vuruldu. Onlar da bizden birisini öldürdüler.
- Yürüyüş: Biz 40 yıllık tarihinde leke olmayan bir hareketiz. Politikalarımızı da polis listelerine göre yapmayız. Asılsız iddialarda bulunmayın. Cevap vermek istiyorsanız kosko-
KARDEŞLİĞİMİZİ KÜLTÜRÜMÜZÜ İHTİLALİMİZİ BÜYÜTMEK İÇİN
ca bir yayınınız var. Buyrun kanıtlayın.
- Birgün: Ben bu saçma ve devrimci mücadeleye hiçbir şey katmayan tartışmaya katılmıyorum, o yüzden de gazetemizde yer vermeyeceğiz. Ben sana cevap vereceğim sen bana... ne olacak yani. Birbirimizi mi yiyeceğiz. siz bunu yapınca kitleleri mi örgütleyeceksiniz? Biz büyük bir aileyiz. Kendi içimizde tartışırız bunu. Düşmanın bilmesine gerek yok. Sizden de düzeltme bekliyoruz. Siz düzeltme yayınlayana kadar da ilanı almayacağız. Bu benim kişisel kararım. Elbette Halk Cephesi’nin tüm eylemlerine yine yer vereceğiz. Konserlerinize sponsor olacağız. Bize ettiğiniz hakaretler karşısında parayla ilanınızı yayınlamayacağız. İnsanın bu durum karşısında “olmaz olsun o para” diyesi geliyor. - Yürüyüş: Birincisi; kimin halkı nasıl örgütlediği alanlarda kendini gösteriyor. Bizim tek işimiz dergi üzerinden solu eleştirip örgütlenme yapmak değil, bunu siz de gayet iyi biliyorsunuz. İkincisi; bu konuda elbetteki düzeltme yapmayacağız. Biz askıda kalan işimizi netleştirmek için geldik. İlla ilanımız yayınlansın şeklinde bir talebimiz yok. Üçüncüsü; Grup Yorum 150 bin kişilik konserler yapıyor, tabi biz de bu alanlarda Birgün’ün tanıtımının yapılmasını isteriz. (Yani siz bizim değil, biz sizin tanıtımınızı yapıyoruz.)
- Birgün: Ben de çıkıp şimdi bu listeyi yayınlayan hareketin şiddet listesini (kaç kişiyi öldürdüğünü) yazsam olur mu, yakışır mı? Şimdi siz bana Cephe’nin hiç devrimcilere silah doğrultmadığını, öldürmediğini söyleyebilir misiniz? - Yürüyüş: Devrimciler, halkın adaleti neyi gerektiriyorsa onu yapar. Yapmıştır. Bizim yazıp da sonradan sahiplenmeyeceğimiz hiçbir haberimiz, yazımız yoktur. Biz yazdığımız her şeyi savunuruz. Ancak siz şu anda üstü kapalı olarak darbecilerin cezalandırılmasından bahsediyorsunuz. Biz bir sürü devrimcinin katledilmesini sağlayan, ihanet edenlere sizin gibi devrimci demiyoruz. Onlar darbecidir ve gereken cevap onlara verilmiştir. Bunun dışında da işte verebileceğiniz tek bir örnek yoktur. Biz Türkiye devrimci tarihini eksiği gediğiyle ne olursa olsun sahipleniriz. Siz ise kendi tarihinizi bile sahiplenme cüretinden yoksunsunuz. Bize açıkça tartışalım, ama aramızda kalsın kimsecikler duymasın diyorsunuz. Hayır, bunu kabul etmiyoruz, biz buraya şu kişi bu kişi olarak gelmedik. Dergimizi temsilen geldik ve elbette tartışmamızı da onun üzerinden sürdürmeye devam edeceğiz. Biz ilan işini netleştirmiş olduk. Artık yayınlamayacaksınız. İyi günler.
Düşüncelerimizle yaşayacağız Düzen kendi düşüncelerimizle yaşamamıza izin vermiyor. Ne kendi değerlerimizi, ne inançlarımızı ne de kimliğimizin gerektirdiği bir yaşamaya izin veriyor. Bunun için baskı uyguluyor, yasaklıyor, kendi kimliğimizi, inançlarımızı inkar etmemizi istiyorlar. Tabii saldırıları bu baskılarla sınırlı kalmıyor. Asıl olarak da bize düzenin yoz ve çarpık yaşamı dayatılıyor. Bu günlerde yaz aylarının gelmesi ile birlikte televizyonların, burjuva basının gözde konularından biri de tatil konusu oldu. Hemen hergün, Akdeniz’in, Ege’nin tatil köyleri, lüks otelleri, denizi, havuzları reklamlarla önümüze getiriliyor. Hem gazetelerde, hem televizyonlarda onlardan kaçmak adeta mümkün değil. Reklamlarla bize, Bodrum’un, Kuşadası’nın, “sosyetenin” yoz eğlenceleri seçenek olarak sunuluyor. Ve diyorlar ki, “ne duruyorsunuz, niye tatile gitmiyorsunuz?” Yaz gelince tatile gidilir! Bu sanki tartışılmaz ve herkes için geçerli bir kural gibi! Bizim de onlar gibi düşünmemizi, onlar gibi yaşamamızı istiyorlar. Öyle yaşayamasak bile o özlem içinde olmamızı istiyorlar. Onlar gibi düşünmek zorunda değiliz. Onlar gibi tatil yapmak zorunda da değiliz. O programlarla, reklamlarla tatil satıyorlar ve biz almak zorunda değiliz. Kaldı ki, günlük yaşamını sürdürmek için akla karayı seçen, çocuklarına sabah kahvaltısını bile zor veren milyonlarca yoksul için “gidin tatil köylerinde tatil yapın” demek alay etmektir. Burjuvazi, her şeyin kolayını da bulmuş aslında. “Tatile gidemiyorsanız, hayali ile yaşayın” diyerek bu kez de bunu beynimize sokuyorlar. O yaşama özenmemizi, özenti içinde, ayakları havada hayallerle yaşamamızı, dünyadan kopmamızı, gerçek yaşamı unutmamızı istiyorlar. “Ne zararı var bunun?” diyemeyiz. Tatile gidemiyorsak, tatil hayali ile de yaşamamalıyız. Tersine, gerçekçi olmak zorundayız. Tatile gideceksek sadece yoz mekanlar tatil yerleri değildir. Herbirimizin, ailemizin bağlarının olduğu köyler, kasabalar, Anadolu şehirleri vardır. Bunlar da bir seçenektir. Onlar bize bireysel yaşamın, bencilliğin olmayan faziletlerini anlatıyor. Böyle yaşamamızı istiyorlar. Bizse halkın bir parçası olduğumuzu unutmadan yaşayacak, her şeyi buna göre şekillendireceğiz. Bunun için yaşamın sadece tüketmekten ibaret olmadığını bilerek yaşayacağız. Tüketen değil; yaşamı üreten, çoğaltanlar olarak yaşamı sahipleneceğiz.
ANADOLU HALK FESTİVALİ’NDE BULUŞALIM
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
49
AVRUPA
Anlaşmayacağız! Uzlaşmayacağız! ‘Uymayacağız’! Pazarlık konusu haline getirilen adalet, adalet olmaktan çıkmıştır zaten!
Sayı: 273
Suçlu değiliz; haklıyız, meşruyuz. Suçlu kimliği emperyalizmin savcı ve yargıçlarının yakasına yakışır!
Yürüyüş 19 Haziran 2011
Uzlaşın, anlaşın, itiraf edin... Yoksa... Yoksa, cezalardan ceza beğenin.. Yoksa yasaklardan yasak beğenin! Mahkemeyle uzlaşıyor musun, uzlaşmıyor musun? Bu soru Alman emperyalizminin yargısının temel sorularından biridir. Daha savcılıktan başlar “anlaşma” dayatması. Anlaşmanın en temel unsuru “suçunuzu kabul etmeniz”dir. Ek olarak, bir itirafçı gibi, başkaları hakkında bilgi ve ifade de verirseniz, elbette bu emperyalizmin yargısı için daha makbuldür. Ama bu yine de daha tali bir yandır. Asıl anlaşma dayatması “suçu kabul edip etmemede” düğümlenir. Ve bu noktada, emperyalizmin yargısı, adaleti açık bir PAZARLIK konusu haline getirir... Evet, düpedüz ve alenen pazarlık. Şu seçenekler sunulur size: Mesela diyelim ki mahkemede slogan attınız; “Suçunuzu kabul ederseniz, sizi hemen salarız, değilse, iki ay hapis cezası”... Daha büyük boyutlu yargılama-
50
larda ise, pazarlığın çapı da büyür; mesela “mahkemeyle anlaşırsan 6 yıl, anlaşmazsan müebbet!” gibi... Bu nasıl adalet? Bir “suç”un karşılığı ya 6 yıldır, ya müebbettir; duruma göre birini uygulamak “adaletsizlik değil mi, keyfilik değil mi?” diye düşünebilirsiniz.. * Evet öyledir, fakat işin “sırrı” da buradadır. Burjuva demokrasisi, sınıfsaldır. Onun bir parçası olan, yargı da öyle. Verdiği her kararda, tekelci burjvazinin çıkarlarını savunur. Emperyalist yargı, size ilk elde “anlaşma”yı, “uzlaşma” yı dayatırken, sizi bir itirafçı gibi doğrudan arkadaşlarınızı ele vermeye zorlamayabilir. Bu yanıyla da “anlaşma”yı, “uzlaşma”yı zararsız gösterir. Emperyalizmin yargıcından avukatına kadar, hepsi buna “ikna” olmuştur. “Mantıklı” olan budur onlara göre. Suçunu kabul etmeyip yıllarca yatacağını kabul edip onun yarısını yatmak daha akıllıca(!) ve mantıklıdır(!) Hayır öyle değildir! Emperyalizm bizi suçu kabule zorluyor. Yani bize “yaptığım suçtur” dedirtiyor. Yaptığınızı, düşüncelerinizi inkar ettiriyor. Aşağılıyor. Sizi teslim alıyor. Emperyalizmin mahkemelerinde anlaşmanın anlamı budur. Yaptığınızın haklı, meşru bir eylem olduğunu ve suç olmadığını savunmanız, emperyalizmin mahkemelerinde “olağanüstü!” bir durum ve ek bir suç olarak görülüyor. * Alman emperyalizminin bay ve bayan yargıçları! Herkes uzlaşır sizin mahkemelerinizde öyle mi?
Hayır, uzlaşmayacağız. Şimdi siz, mesela bu yazıyı da “tutuklulara talimat” sayıp dergimizi tutsaklara vermezsiniz; ki her yazıya bir neden bulup zaten vermiyorsunuz. Ama verseniz de vermeseniz de, eminiz, mesela; Şadi Özbolat da böyle düşünecek, böyle davranacaktır. Biz buna “ideolojik birlik” diyoruz. Sosyalizmde birlik, devrim iddiasında birlik, halk ve vatan sevgisinde birlik... O yüzden de birbirimizden haberimiz olmasa bile olaylar karşısında aynı şeyleri hisseder, aynı tavırları alırız. Aynı şeyleri benimser, aynı şeyleri reddederiz. Aynı şeyleri sever, aynı şeylere kin duyarız. Uzlaşmayacağız. Mahkemelerinizde de, başka alanlarda da, sizin kurallarınıza, sizin geleneklerinize tabi olmayacağız. Bu cümleyi okuyan emperyalist kafalılar “ama bu uyum sürecine aykırı... böyle olursa uyum falan olmaz” diyeceklerdir. Kesinlikle haklıdırlar. Bizim bu tutumumuz uyum süreçlerini boşa çıkaracaktır, hatta onları sabote etmiş olacaktır. Ama zaten doğrusu da budur. Olması gereken de budur. Çünkü sizin “uyum” diye bize dayattığınız, sizin hukukunuza, sizin geleneklerinize, sizin kültürünüze, sizin mantığınıza, sizin zorbalığınıza teslim olmamızdır. Olmayacağız. Bu uyumu reddediyoruz. Uymayacağız. Anlaşmayacağız. Boyun eğmeyeceğiz.
KARDEŞLİĞİMİZİ KÜLTÜRÜMÜZÜ İHTİLALİMİZİ BÜYÜTMEK İÇİN
Avrupa’da Alman yargısı suçüstü yakalandı! Almanya’da Türkiyeli devrimciler için açılan davaların temelsiz, tek bir kanıta dayanmadan, polisin düzmece senaryoları ve komploları ile açıldığını bir çok kez yineledik. Bu gerçek, Şadi Özbolat ve Ünal Düzyar’ın 9 Haziran’da görülen duruşmalarında bir kez daha kanıtlandı. Suçüstü yakalandılar. O şaşalı mahkeme salonlarında oturan hakim ve savcıların, “suç dosyaları” hazırayan Federal Kriminal Dairesi’nin işkencecilerinin, Alman istihbaratının nasıl el birliği ile pis işler çevirdiğini, şantaj yaparak, zorlayarak itirafçılaştırdıkları zayıf kişilikli kimi kişileri nasıl kullandıklarını, davaları nasıl açtıklarını bu duruşmada bir kez daha gördük. Bakmayın onların hukuktan söz etmelerine, maddeleri sıralamalarına. Onların hukukla işi yoktur. Hemen bütün pis işlerini kapalı kapılar ardında ve zor kullanarak yaparlar. Yöntemleri ahlaksızcadır.
Dava komplo davasıdır! Davayı polis açtırmıştır! Şantaj, komplo, tehdit, rüşvet, parayla satın alma Alman işkencecilerinin temel yöntemleridir. Alman polisinin, devrimcilere asılsız davalar açtırmak için ne tür pis işler çevirdikleri görüldü. 9 Haziran'da yapılan duruşmada Şadi Özbolat'ın “suç dosyasını” hazırlayan Federal Kriminal Dairesi’nden işkencecinin avukatlar tarafından sorgulanmasıyla sakladıkları gerçekler de gün yüzüne çıkmaya başladı. Şadi Özbolat’ı tutuklatmak, ağır cezalar verdirmek için Türkiye faşizmiyle işbirliği yapan Alman işkencecileri Alman İstihbarat Servisi adına çalışan Alaattin Ateş'i pis işleri için kullandılar. Daha önce bir ifadesinde “ DHKP-C diye bir örgüt tanımadığını” söyleyen A. Ateş, 2.5 ay sonra
DHKP-C yi bilecek, Şadi Özbolat’ı tanıyacak kadar “örgütsel bilgiler” ile donatılacaktı. Bu tarih tam da işkencecilerin onu kullandığı tarihtir. İşkenceciler, DHKP-C’yi tanımayan birini yalanlarıyla, zorlayarak, vaatlerle “tanıyacak” hale getirmiş, kullanmışlardır. Avukatlar işkenceciye haklı olarak; “A. Ateş'e neler vaat ettiniz, hangi sözleri verdiniz, hangi pazarlıklar sonucunda A. Ateş, müvekkilim hakkında ifade verdi?” sorusu üzerine işkenceci beklemiştir. Avukat “sayın tanık dinliyorum” deyince “durun düşünüyorum” diyerek beklemiş, sonra cevap vermiştir işkenceci. İşkenceci, BND (Alman Haberalma Servisi)’yle çevirdikleri komployu itiraf etmek zorunda kalmıştır. Komplo açığa çıkmış, işkenceciler suçüstü yakalanmıştır.
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
Almanya hapishanelerindeki tecriti ısrarla anlatıyoruz! Almanya'nın Münih şehrinde 8 Haziran’da devrimci tutsaklarla dayanışma amacıyla Anadolu Federasyonu ve Rote Hilfe (Kızıl Yardım) tarafından bir panel düzenlendi. Rote Hilfe sözcüsü Almanya’da devrimcilerin yargılandığı davalardaki mantığı anlattı. Anadolu Federasyonu üyesi ise şu anda devam eden davalar hakkında bilgiler verdi. Panelde hapishaneler, tecrit işkencesi ve yapılabilecekler konuşuldu. Anadolu Federasyonu üyesi Türkiye’de yaşanan direnişleri anlattı. Devrimci tutsakları sahiplenmek için herkesin yapabileceği şeyler olduğu mahkemelere katılım, tutsaklara
kart-mektup gönderme, imza metni alarak kendi çevremizden imza toplama konuları konuşuldu. Almanlar’ın çoğunlukta olduğu panele 45 kişi katıldı.
Festivalde Stand Hamburg: Tecrite Hayır Anadolu Gençlik, 8 Haziran’da Hamburg’un Altona semtinde açtığı bilgilendirme standında tecrite karşı imza toplayıp, bildiri dağıttı. Almanya hapishanelerindeki devrimci tutsakların durumları, uygulanan tecrit ve süren davalarla ilgili bilgiler verildi.
Almanya’nın Gelsenkırchen şehrinde 11-12 Haziran’da yapılan Almanya Marksist Leninist Partisi (MLPD)’nin gençlik festivalinde Anadolu Federasyonu bilgilendirmeimza standı açtı. 600’den fazla imza toplandı. 1500’den fazla bildiri dağıtıldı, Festivale katılanlara tecrit ve devrimci tutsaklar anlatılarak, tecrite karşı mücadele çağrısı yapıldı.
ANADOLU HALK FESTİVALİ’NDE BULUŞALIM
51
AVRUPA’dakiBİZ
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
52
19 Mayıs 2011’de Almanya Düsseldorf’daki Yüksek Mahkeme (OLG) Türkiyeli devrimciler Şadi Özbolat ve Ünal Düzyar’a dava açarak, yeni bir dava ile saldırılarını sürdürdü. İlk duruşmalardan itibaren mahkeme başkanı Havliza, tutsaklara sahip çıkılmasından duyduğu rahatsızlığı dile getirip, tutsaklara el sallamayı, selam vermeyi yasakladı. Hakim, “yargıladığı” tutsakları “örgüt üyesi”, mahkemeyi izlemeye gelip de, tutsaklara selam verenleri de “örgütün destekçisi” olarak görmektedir. Hakim çok açık şekilde düşünce yasakçılığı yapıyor. Çünkü 129a maddesi Almanya'ya yönelik bir “terör örgütü kurma” ve bunun faaliyetini yürütme suçuna karşı kullanılır. Tutsakların yargılama aşamasında hiçbir örgütsel faaliyeti yoktur, olamaz. Üyelikleri dahi söz konusu olamaz. O nedenle yapılan suçlamalar temelsiz, cezalandırma ve susturma amaçlıdır. Hakimin tutuklamayla ortadan kaldıramadığı şey tutsakların düşünceleridir. Tutsak ederek devrimcilerin düşüncelerini yok edememişlerdir. Saldırganlığı, düşmanlığı, tahammülsüzlüğü buradan gelmektedir. Hakimin yasaklamak istediği devrimci düşüncelerdir. Alman emperyalizmi sosyalizm düşüncesini yasaklamak istiyor. Sahiplenmeyi, dayanışmayı, tecrit altında tuttukları devrimcilerin sahiplenilmesini yargılamak, cezalandırmak istiyorlar. 129a yasası düşünceyi sahiplenmeyi cezalandıramaz. Bu yasal değildir. Hakim kendi yasalarını çiğnemektedir. 3-5 ihale karşısında Türkiye oligarşisine hukuksuzluklarını, zalimliklerini göstererek, yaltaklanmaktadırlar. Bu davada ortaya çıkan bir olgu da, artık Almanya'da 129b tutsaklarının, yeni bir saldırıya tabi tutulmasıdır. Tutsakların “suçsuzluk karinesi” tanınmamakta, tutuklu oldukları
bir yana bırakılarak, “suçlu muamelesi” yapılarak, her alanda tecrit edilmektedirler. Sadece tutsakların değil, davayı izleyenleri de suçlu olarak ilan ettiler.
Davalar, düşünce ve örgütlenme hakkına açılmıştır Almanya'da Türkiyeliler’e yönelik sürdürülen 129b davaları hukukun nasıl istendiği gibi devrimcilere karşı kullanıldığını göstermektedir. Türkiye oligarşisi ile çıkar ilişkileri Alman hukuku açısından ibretlik örnekler sunmaktadır: - Anadolu Federasyonu yönetici ve kurucularına karşı açılan davada;
Komplo davalarına son verin! Türkiye hapishanelerindeki tutsaklara sahip çıkıyorlar, Avrupa'daki Türkiyeliler’in haklarını savunuyorlar diye 7 yıl 9 aya varan cezalar verildi. - Türkiyeli devrimci Faruk Ereren'e yönelik 129b çerçevesinde açılan dava sonuçsuz kalmıştır. Buna rağmen mahkemenin uzlaşma adına teslim olmayı dayatması talebi Ereren tarafından “suç işlemedim ki uzlaşayım” demesini hazmedilememiş ve 129b suçlamasının düşmesinden sonra, zorlama şekilde yeni bir dava açılmıştır. Türkiye'deki bir işbirlikçinin uydurma suçlamalarıyla cezalandırma talimatı vermekten dolayı müebbet cezaya çarptırarak Ereren’den intikam almaya çalışmaktadır Alman emperyalizminin yargısı.
Davanın savcısı artık açıkça “Türkiye ile anlaşmalarımız var, bu dava çok uzadı, müebbet ceza vererek davayı bitirmeliyiz” demekte bir sakınca görmemektedir. Davanın gidişatını değiştirebilecek hiçbir şahit mahkeme heyeti tarafından kabul edilmemektedir. Mahkeme Türkiye'ye sorgu heyeti gönderiyor ve hapishanelerde tutsaklardan Ereren ile ilgili ifadeler alıyor. Ancak bu ifadeler Hakim'in istediği ifadeler olmadığı için kabul edilmiyor. Şahitler Ereren’i suçlayan ifade vermediği için reddedilmektedir. Savunma hakkı ortadan kaldırılıyor. - Federal Başsavcı Monica Harms, değişik hakim, savcı, avukat, polis ve istihbarat yetkililerine yönelik “kapalı toplantı”düzenleyerek faşist Türkiye devletinin demokratik bir rejim olduğunu savunmaktadır. Türkiyeli devrimcileri hedef göstererek, yeni komplo davalarının önünü açmakta, davalarda ağır cezalar verilmesini istemektedir. - 129b davaları aynı zamanda tecrit işkencesinin hayata geçirildiği ve kurumlaştırılmaya çalışıldığı davalardır. Nurhan Erdem, Cengiz Oban, Şadi Özbolat ve Ünal K. Düzyar'a uygulanan tecrit, hiç abartısız bugün dünyada Guantanamo tutsaklarından sonra en sistemli tecrit saldırısıdır. Düsseldorf'ta 129b davalarını yürüten hakim ve savcılar düşünceyi yasaklamaya çalışarak siyasi tutsaklar yarattılar. Faşist Türkiye devletinin işkencecilerinin isteği doğrultusunda çalışan Alman hakim ve savcıları, Alman halkını da 3-5 ihale için aşağıladılar. Ayrıca, kendi yasalarına bile uymayarak, tanıkları bile dinlemediler. 129 Yasaları Düşünceyi Yasaklama Amacıyla Kullanılamaz! 129b Yasası Faşizme Karşı Mücadele Edenlere Karşı Kullanılamaz!
KARDEŞLİĞİMİZİ KÜLTÜRÜMÜZÜ İHTİLALİMİZİ BÜYÜTMEK İÇİN
Halk Cepheliler anti emperyalist dayanışma için Küba’daydılar 12 Haziran’da Küba'nın Havana şehrinde 33 ülkeden 200 delegenin katıldığı Küba Genç Komünist Lig'in düzenlediği “Kübalı 5'ler için 3. Uluslararası Gençlik Dayanışma Buluşması” başladı. İki gün süren Kübalı 5'ler için düzenlenen gençlik buluşmasına ve ardından Che Guevara'nın düşünceleri için yapılacak olan çalışma gruplarına Halk Cepheliler de katıldı. Çeşitli program ve açılışlardan sonra 12 Haziran’da Kübalı 5'ler için gençlik buluşmasının açılışı yapıldı. Tıklım tıklım dolu olan salonda, ilk önce çocuklardan oluşan bir koro ulusal marş ve türkülerle bütün dinleyicileri duygulandırdı. Program konuşmalarla devam etti. 5’lerin aileleri de etkinliğe katıldı. 13 Haziran’da Kübalı 5'ler için yapılan çalışma gruplarında Halk Cepheliler “Bölgesel Deneyimler” isimli gruba katıldı. Halk Cepheliler de Kübalı 5'ler için yapılan çalışmalarda anti-emperyalistliğin öne çıkması gerektiğini vurguladı. Kübalı 5'ler için yapılan çalışmaların daha geniş kapsamlı düzenlenmesi gerektiği önerisini getirdi.
Paris’te 200 Halk Cepheli Piknik Yaptı Fransa’nın başkenti Paris’te 12 Haziran Pazar günü Le Mee Parkın’da Karanfil Kültür Merkezi’nin düzenlemiş olduğu geleneksel Halk Sofrası Pikniği yapıldı. “Halk Sofrasına Hoş Geldiniz” pankartı altında yapılan açılış konuşmasında ülkemizde Halk Cepheliler’e yönelik polis saldırılarına ve tutuklamalara karşı sahiplenmeyi büyütmek gerektiğine vurgu yapıldı. Yapılan çekilişle üç kişiye gitar, kitap ve cd verildi. Yaklaşık 200 kişinin katıldığı Halk Sofrası Pikniği son olarak çekilen halaylarla saat 19.00’da sona erdi.
Belçika’da direnen tutsaklara destek imzaları toplandı Belçika Halk Cepheliler Belçika’nın başkenti Brüksel’in en işlek yeri olan Borsa Meydanı’nda Almanya’daki tutsak devrimciler için 1 saatte 50 imza toplandı. Bildiriden bölümler okundu. Konuşmalar yapıldı. Aynı günün akşamında Pir Sultan Abdal adlı tiyatroyu topluca seyreden Halk Cepheliler tiyatro çıkışında Yürüyüş dergisi satışı ve tanıtımı yaptılar. 35 adet dergiyi halka ulaştırarak seçimlerin çözüm olmadığını anlattılar.
11 Yıldır Süren Katliam Davasında Karar Çıkmadı Ümraniye Hapishanesi'ne yönelik 19 Aralık'ta gerçekleştirilen katliamla ilgili tutsaklara açılan dava 15 Haziran’da Üsküdar Adliyesi’nde görüldü. Duruşmaya tutuklulardan İnan Gök, Ümit İlter ve Sezgin Çelik ile tutuksuz sanıklardan Yunus Bolukoç ve avukatlar katıldı. Sezgin Çelik mahkemeye ilk kez getirildiğini belirterek, "Bu katliamda 5 arkadaşımız, yoldaşımız katledildi, yüzlercemiz yaralandı. 11 yıldır devam eden bu davanın üstü kapatılmaya çalışılıyor. Bu katliamın belgeleri çıktı, kanıtları çıktı. Biz devrimci düşünüyor ve öyle yaşıyoruz bu da katledilmemize bir sebep. Biz bu halkın evlatlarıyız ve bu halkın taleplerinden çok farklı değil taleplerimiz. “ diyerek savunmasını yaptı. Ümit İlter de bu arada söz alarak "Alp Ata Akçayöz'ün annesi burda. Onu selamlıyorum. Ona şunu diyorum ki, halkın adaletine inanıyoruz. Didem Akmanlar’a inanıyoruz" diyerek Ahmet Saadat'a Şadi Özpolatlar’a, Nurhan Erdemler’e Filistin tutsaklarına Amerika zulmüne karşı direnenlere selamlarını gönderdi. Bunun üzerine hakim, bunları kayda geçmeyeceğim dedi.
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
İşkenceci polis hem gözaltına alıyor hem tutuklatıyor 8 Haziran’da Sarıgazi Özgürlükler Derneği üyesi Ramazan Anik, Kaymakamlık binası önünden geçerken Terörle Mücadele Şubesi polisleri tarafından hiçbir gerekçe gösterilmeden yaka paça işkenceyle gözaltına alındı.10 Haziran’da çıkarıldığı Beşiktaş Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuklandı. Sarıgazi Özgürlükler Derneği, Ramazan Anik’in gözaltına alınıp tutuklanmasını protesto eden yazılı bir açıklama yaptı. Açıklamada, “Bizler bunlara rağmen geçmişten bugüne olduğu gibi, direnmeye ve mücadele etmeye devam edeceğiz!” denildi.
ANADOLU HALK FESTİVALİ’NDE BULUŞALIM
53
Ortak düşümüzü gerçeğe çevirmek için yazıldı Kızıldere manifestoları... Dersim Dağları’na bu özlemle aktı kanımız. Ve biliyoruz ki sevdaya ve kavgaya dair bütün ezgilerimiz hala bu topraklar üzerinde dolaşıyor. Dilden dile ulaşıyor. 17 Nisan'da İstanbul'da 150 bin yüreğin haykırdığı türküler bu kez Dersim toprağına karışacak 10 Temmuz'da, seslerimizi birleştireceğiz
Hangi parti kazanırsa kazansın...
Tecrit can almaya devam ediyor
Sayı: 273
Yürüyüş 19 Haziran 2011
TAYAD'lı Aileler, 1011 Haziran günlerinde Mecidiyeköy Metrobüs Durağı’nda tecrit işkencesini anlatan bildiriler dağıttılar. Tecritin kaldırılması için imza toplayan TAYAD’lılar, “Tecrit can almaya devam ediyor, siz neredesiniz?” diye sordular.
TAYAD’lılar, yaptıkları sohbetlerde seçimlerin çare olmadığını, hangi parti kazanırsa kazansın tecritin, işkencelerin, yoksulluğumuzun, işsizliğimizin devam edeceğini, çünkü hiçbir düzen partisinin halkın sorunlarını çözme iradesini gösteremeyeceğini belirttiler.
Yozlaştırmaya karşı devrimci değerler bizimdir Ankara'da, Çankaya Kültür Derneği üyeleri, 14-15 Haziran günleri Yüksel Caddesi’nde masa açarak 19 Haziran’da gerçekleştirecekleri “Devrimci Değerlerimizi Anıyoruz” programının duyurusunu yaptılar. Grup Yorum türkülerinin çalınıp söy-
lendiği masada yüzlerce el ilanı dağıtıldı. “Devrimci ozanların, şairlerin anılması halk kültürüne sahip çıkmaktır, değerlerimizi sahiplenerek emperyalizmin yozlaşma saldırısının karşısında halkın gücüyle varolmaktır” denilerek, programa katılım çağrısı yapıldı.
Burjuvazinin filmlerine, dizilerine karşı devrimin sineması:
Küçükarmutlu’da film gösterimi sürüyor Her hafta düzenli olarak yapılan film gösterimine 11 Haziran akşamı devam edildi. Bu hafta da “Hacivat ve Karagöz Neden Öldürüldü?” filmi gösterildi. 100'den fazla kişinin izlediği film
54
gösterimi, Küçükarmutlu halkını bir araya getiren, komşuluk ilişkilerini pekiştiren bir rol de oynuyor. Film gösteriminin sonunda haftaya aynı gün aynı saatte başka bir film gösterileceği duyuruldu.
1973 Çorum doğumluydu. Devrimci saflara bir işçi olarak katıldı. DevPerihan rim ciliğinde DEMİRER de bir emekçi gibi çalıştı. Askeri alanda yer aldı. Beşiktaş’ta bulunduğu ev, 28 Haziran 1991’de polis tarafından kuşatıldığında, yoldaşlarının ve örgütünün zarar görmemesi için kendini feda ederek şehit düştü. 1978 Rize doğumluydu. Zehra lise yıllarında mücadeleye katıldı. 1997’de İsZehra KULAKSIZ tanbul Üniversitesi İktisat Bölümü’ne girerek mücadelesini İYÖ-DER içinde sürdürdü. F Tiplerine karşı direniş başladığında hiç tereddütsüz TAYAD’lı Aileler’in başlattığı ölüm orucuna katıldı. Kardeşi Canan Kulaksız da aynı süreçte İzmir’de ölüm orucuna yatmıştı. İki kardeş, devrim tarihinde bir ilk yaratarak açlığın koynunda birlikte yürüdüler ve İstanbul Küçükarmutlu’da peşpeşe şehit düştüler. Zehra’nın ölümsüzleştiği tarih 29 Haziran 2001’di. 1959 yılında Çorum’da doğdu. Lise yıllarında mücadeleye katıldı. Bursa Ali Arap yük sek öğreÜNVER nim gençliği içinde mücadelesini aktif olarak sürdüren bir devrimciydi. Bursa’da 1 Temmuz 1979’da sivil faşistler tarafından kurulan bir pusuda katledildi.