www.yuruyus.com
www.yuruyus.com Haftal覺k Dergi / Say覺: 285 11 Eyl羹l 2011 Fiyat覺: 1 TL (kdv dahil)
info@yuruyus.com
info@yuruyus.com
Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm Mücadelesinde
Günlük yaşamımız ne kadar devrimci olursa düşman karşısında da o kadar net oluruz. Uğur Sarıaslan
Yitirdiklerimiz 17 Eylül-23 Eylül
Avukat Fuat Erdoğan Anısına 2. Uluslararası Sempozyum
‘Hak Mücadelesi Ve Hukuk’ İstanbul 17-18 Eylül 2011 İstanbul 2009 buluşmasından bu yana, mücadele sürüyor. Kaygılarımız büyüdü, endişelerimiz doğrulandı. Bildirgemiz, “Kişilerin, örgütlerin ve ülkelerin hedef gösterildiği Kara Listeler’i reddediyoruz. Dünya Halkları için gerçek tehdit bu ‘sözde’ listeleri hazırlayanlar ve bunlara dayanarak halklara saldıranlardır.” tespitini yaptıktan sonra, ortak inancımızın altını çizmişti; “Hukuk ancak özgürlük vaat eder ve özgürlükleri güvence altına alırsa saygındır.” Emperyalizm, Kuzey Afrika ve Arap yarımadasına yönelik ablukasını iyice daralttı. Libya halkı, emperyalizmin işgali altında. Latin Amerika’ya yönelen tehdit büyüyor. Avrupa’da göçmen ve yabancı düşmanlığı beslenerek yükseltiliyor. Tüm bu gelişmelerin “terör hukuku” ve “güvenlik ihtiyacı” adı altında bizim mesleki yaşam alanlarımızda kurgulandığını görüyoruz. (...) Emperyalizmin halklar üzerindeki sömürücü gücünü ve yoksulların örgütlü muhalefetine yönelmiş yıkıcı etkinliğini ... ortadan kaldırmak için mücadele ediyoruz. Dört kıtada bu mücadelenin içinden avukatlar, 2009’da İstanbul’da bir araya gelmiştik. Bildirge ile açıkladığımız gibi; “Aramızda bulunması doğal görüş ve tutum farklılıkları, alanlarımıza ve ülkelerimize özel farklı ihtiyaçlar, bizi birbirimize güçlü bir zincirle bağlayan dayanışma ihtiyacımızdan ve enternasyonalist kararlılığımızdan daha büyük değildir…” Bugün iki yıl öncesine göre daha hazırlıklı, kararlı ve istekliyiz. Bu kararlılık ve istekle halktan yana hukukçuları Eylül 2011’de İstanbul’da haklar mücadelesi üzerinde birlikte çalışmaya çağırıyoruz;
Tel: (0-212) 251 94 35 Haftalık Süreli Yerel Yayın Siyasi Dergi Fiyatı: 1 TL
Sahibi: Halit Güdenoğlu Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Eda ARI Adres: Katip Mustafa Çelebi Mah. Billurcu Sok. No: 20 / 2 Beyoğlu/İSTANBUL
Ofset Hazırlık: Ozan Yayıncılık Adres: Gülbahar Mah. Cemal Sahir Sok. Kral Apt. 7/1 B Blok No: 17 Daire: 6 Mecidiyeköy / İSTANBUL Tel: (0-212) 216 41 78 Faks: (0-212) 216 41 79 Yurtdışı Büro: Vakıf EFSANE
Buca Hapishanesi’nde 21 Eylül 1995’te özgür tutsaklara karşı gerçekleştirilen saldırıda, direniş destanı yazarak şehit düştüler. Uğur Sarıaslan, 1971 Kayseri Turan Uğur Yusuf BAĞ doğumluydu. İzmir’de Liseli SARIASLAN KILIÇ DEV-GENÇ saflarında görev aldı. Turan Kılıç, 1958 doğumlu, iki çocuk babası bir emekçiydi. İzmir Kınık ilçesi Taştepe köylülerinin önderiydi. Hareketin bölgede verdiği bütün görevlere koşturtu. Yusuf Bağ, 1970 Kayseri Pınarbaşı doğumluydu. Çerkez milliyetinden ve İzmir’in ilk DEV-GENÇ’lilerindendi. Eylül 1993’te tutsak düştü.
“Hak Mücadelesi Ve Hukuk” (2011 İstanbul) - Temel; siyasal ve sosyal haklarımızı nasıl kazandık? - Haklara saldırının boyutları nedir? - Yaşama, vücut dokunulmazlığı, barınma, çalışma, ifade, örgütlenme hakları hangi bedellerle inşa edildi? - Haklar mücadelesinden neden vazgeçilemez? Dünyanın dört bir yanında yoksulların, ezilen halkların, çalışan sınıfın hakları ağır bir tehdit altında. İşgal, tecrit, kişiliksizleştirme, kölelik dayatılıyor. Milyonlarca aç, işsiz, evsiz, geleceği çalınmış yoksul bir taraftayız, egemen ve sömürücü bir avuç azınlık diğer tarafta. Haklar mücadelesinde bulunduğumuz noktayı ve “haklara yönelmiş” kapsamlı saldırıyı birlikte değerlendirelim, açığa çıkaralım, mücadele araçlarını yaratalım. İnsanlık tarihi boyunca ağır bedeller ödeyerek, büyük mücadeleler sonucunda kazandığımız ve hiçbirisini egemenlerin bağışı olarak göremeyeceğimiz haklarımıza sahip çıkmak zorundayız. Temel haklarımızın, milyarlarca yoksulun kolayca ellerinden alınabilecek birer “tasarruf tedbiri” haline getirilmesine izin vermeyelim. “Güvenlik” ve “Kar verimliliği” adı altında, yaşamı, geçimi, siyasal mücadeleyi, örgütlenmeyi gasp eden ülkeleri işgal eden, halkları katleden emperyalizme karşı birlikte dur diyelim.
Haklarımıza bir kez daha ve güçlü olarak sahip çıkmak için, 17-18 Eylül 2011’de İstanbul’da buluşalım. HALKIN HUKUK BÜROSU
www.yuruyus.com Pieter de Hoochstr. 30 3021 CS Rotterdam/Nederland ISSN: 1305-7944 Baskı: Ezgi Matbaacılık-Sanayi Cad. Altay Sok. No: 10 Çobançeşme / Yenibosna / İST. Tel: (0-212) 452 23 02
info@yuruyus.com Dağıtım: Turkuvaz Dağıtım Pazarlama San. ve Tic. A.Ş. Tel: (0-216) 585 90 00
Avrupa: 4 Euro Almanya: 4 Euro Fransa: 4 Euro İsviçre: 6 Frank
Hollanda: 4 Euro İngiltere: £ 3 Belçika: 4 Euro Avusturya: 4 Euro
Taylan ÖZGÜR
23 Eylül 1969’da İstanbul’da Beyazıt Meydanı'nda katledildi. Taylan Özgür’ün öldürülmesi, kontrgerillanın ilk planlı cinayetlerinden birisiydi. Taylan, ODTÜ Sosyalist Fikir Kulubü üyesiydi. Amerikan Elçisi Commer’in arabasının ODTÜ’de yakılması eylemine katılan devrimcilerden biriydi.
Anıları Mirasımız Bir yoldaşı İbrahim Erler’in fedasını anlatıyor:
Zindan duvarları yanıyor, inancın, öfkenin ateşiyle... Sevmiştin halkını, yoldaşlarını. Ateşin ortasında öyle heybetli, öyle asi duruyordun ki; göğe değerken başın türkü olmuştu dilinde "halkımızı, yoldaşlarımı çok seviyorum" sözleri. Ve öyle haykırıyordun ki, sevdalı olduğun Karadeniz dağlarında, gürül gürül dereler sustu bir an, çay filizleri, fındık ağaçları, mısır koçanları halaya dizildi. İçimizde ince bir sızı bırakarak takıldın halkın "zafer gerdanına". Kolay mıydı o anları anlatmak, can lazım. Ölüme kilitliydin. Biliyordum bu nedenle zor olacağını ağız dolusu kahkahalar atarak anlattın hep ölümü... Onu güzelleştiriyordun. Anlatılması kolay olsun diye son günlerinde sohbetlerinde "Filistin, Taksim, Amerika... hey be kurbanın olam, dünya sarsılıyor..." diyerek "ah bir sıram gelse" demeyi de sürdürüyordun. Armutlu'nun, Gülaylarʼın, Ümüşlerʼin hesabını sormak, hep kor ateşti içinde. Feda eylemine hazır olduğun biliniyordu ve inancın taşıyordu, taşıyordun... içindeki düşmana olan kinin diline yansıyordu... O gün Ümüş'ün cenazesine saldırı olduğu haberini almıştık. Mavi pencerelerden haykırıyorduk öfkemizi sloganlarımızla... derken, saat 22.00'ye doğru Karamʼın yüz hatlarında bir ışıl ışıllık var. Ne ola ki demeye kalmadan sarıldı, sıkı sıkı kucaklaşıyoruz. Sakin ve kararlı bir ses tonuyla "feda eylemi gerçekleştireceğiz" diyordu. Sanki uçuyor havalara. Cephanesini yağmurdan koruyan gerillanın edasıyla topluyor kağıtları, çarşafları... mutlaka menzile varacağının hissini uyandırıyor insanda. Merdivenlerden iniyoruz. Bir an ses-
1972 İstanbul Kasımpaşa doğumludur. Ailesi aslen Ordu’ludur. Topraksızlık, ekmek kavgası, onları İstanbul’a sürüklemiştir. Bir süre Bayrampaşa Hapishanesi’nde tutsak kaldı. '94 Mart’ınİbrahim da tahliye oldu. 1997’de milis koERLER mutanı olarak görev aldı. Bir süre bu görevini sürdürdükten sonra tutsak düştü ve şehit düşünceye kadar bir özgür tutsak olarak, zindanlarda, hücrelerde mücadelesini sürdürdü. 19 Aralık katliamı sırasında Ümraniye Hapishanesi’ndeydi. F Tipi hapishanelerin hücrelerine atıldıktan sonra, şehit yoldaşlarının bayrağını devralmak için yeni ölüm orucu ekiplerinin çıkarılması gündeme geldiğinde, o gönüllülerden biri olarak yine en öndeydi. Ölüm Orucu 4. Ekibi'nde ölüme yattı. 19 Eylül 2001 yılında İstanbul, Tekirdağ F Tipi Hapishanesi’nde feda eylemi yaparak şehit düştü.
sizlik oluyor. Kendi elleriyle istifliyor malzemeleri alt katın orta yerine. Hazırlıklar tamam. Birazdan tutuşacak halay ateşi. O esnada koridordan sesler geliyor, bir süre bekliyoruz... Acaba haberleri mi oldu diye soruyoruz birbirimize. O saatte çıkan bu seslerin normal olmadığını düşünüyoruz. Saniyeler, dakikalar ilerliyor. Birazdan yanacak ateşin sıcaklığıyla, neşeyle ve bir o kadar da sakin sakin "yoldaşlarıma selam söylersin" diyor. Ateşi kendi elleriyle tutuşturmak istediğini belli ediyor. "Hay Allah tam da zamanını buldu" diyor. Elindeki çakmağa kızarcasına. Sonra kağıtların tutuşmasıyla belki de dakikalar sonra güneşe erişecek olan ateşler ufak ufak çoğalmaya başlıyor. Bir an birbirimize bakıyoruz yine. Karanfil ateşinin içine girmesiyle birlikte yükselen alevlerin arasından sloganlarını haykırarak adeta daha da harlıyor Ölüm Orucu ateşini... Zindan duvarları yanıyor, inancın öfkenin ateşiyle... İlk sloganı "Yaşasın Ölüm Orucu Direnişimiz" oluyor. Camdan eşlik ediyorum yiğidime... Sonra Yaşasın Feda Eylemimiz" sloganını patlatıyor... Bu sırada tüm hapishanede yayılan dalga dalga slogan sesleri gecenin karanlığını yırtarak İbo'muzun türküsünü halka ulaştırıyor. Yoldaşlarını ve halkını hiç düşürmüyor dilinden. Ne olacak diye bekliyorum bir an, "Kahramanlar Ölmez Halk Yenilmez" diye haykırarak uğruna ölecek kadar sevdiği halkını, bir zaman kendisiyle sofrasındaki bir lokma ekmeğini paylaştığı halkını düşürmüyor dilinden. Her sloganı değişik ses tonuyla yeniden atıyor. "Yoldaşlarımı seviyorum", "Bize Ölüm Yok" diye devam ediyor... 19 Aralık sonrası hücre duvarlarını ateşiyle yakan bir "İlk" olmanın coşkusuyla destan destan koştu güneşin sofrasına. Çok sevdiği Armutlu'dan ölümsüzlüğe kanat çırpan Cananlar ın, Zehralarʼın yanına. 14'ünde yaktı bedenini, 16'sında saldı son soluğunu... Fedaim, canım ortağım zaten o bu yola yaşamak için değil yaşatmak için çıkmıştı, ölmesini de bildi.
İçindekiler 4 Emperyalistlerle ve işbirlikçileriyle barış olmaz
yeniden satıyor AKP
24 Tarihten: “Hukuk, egemenin haksızlıklarını haklı göstermek
AKP halka düşmandır
6 Yanlış mektup! Yanlış tercih! Çözümsüzlük ve çözüm! 9 Emperyalizm ve faşizm yenilmeden barış bir hayaldir. 11 HHB: Halka karşı kimyasal silah kullanımı artıyor ve meşrulaştırılıyor 12 Öğretmenimiz: Sınıf kininden daha şaşmaz bir pusula yoktur 14 “Yeni Libya’nın inşaası” dedikleri emperyalistlerin Libya’yı paylaşmalarıdır
16 ‘Körler sağırlar birbirini ağırlar’ 20 Kahinin kehaneti değil, emperyalizm gerçeği
21 AKP, yağma ve talanda sınır tanımıyor... Cepheli: Cepheli ertelemez
22 23 Halk Düşmanı AKP: Bedelini kat kat ödediğimiz hakkı, bize
aracıdır”
26 12 Eylül AKP’dir 28 Devrimci Okul: Cepheliler özü sözü bir insanlardır
Ülkemizde Gençlik
30 Gençlik
31
Federasyonu’ndan: Faşist cuntalar içinden onurlu bir direniş geleneği yarattık! Gençliğin Gündeminden: Sorunlarımızın çözümü boş vermek değil ‘biz’ olarak düşünmektir Liseliyiz biz...
32 33 Bu kavgada biz de varız 34 Halk çocukları liseliler... 36 Devrim şehitleri yaşıyor Liseli Dev-Genç savaşıyor
37 Gençlik’ten haberler 38 Seher Şahin Rehberlik ve Dayanışma Masaları bir gelenektir Röportaj: Behiç Aşcı
40 42 Hak mücadelesi ve hukuk 43 Devrimci Memur Hareketi: Kamu emekçileri seçim rüşvetine kanmamalı.
44 Geleneksel Halk Sofrası Pikniği, 45
yozlaşmaya karşı halkın birlik duygusunu yaşattı Hayatın Öğrettikleri: Devrimcilerden zarar gelmez
46 Nasıl Bir Yaşam: Hangi tür müzik 48
dinlersiniz? Yürüyüş halkın sesidir. Halkın sesini boğmak isteyenler bilmelidirler ki başaramayacaklar!
49 Haberler... 50 Avrupa’da Yürüyüş 51 Avrupa’da Biz: Burjuva basın Libya’nın 52
işgalinin suç ortağıdır. Savaşan Kelimeler: İnanılmaz... inanmak güçlü kılar insanı... Yeni değinmeler...
53 54 Yitirdiklerimiz...
-İmza günleri -Söyleşiler -Kitap stantları -Konserler -Sergiler -Oyunlar -Film gösterimleri Yer: Okmeydanı Sibel Yalçın Parkı Tarih: 16-17-18 Eylül 2011
Emperyalistler ve işbirlikçi iktidarlar halkların düşmanıdırlar!
Emperyalistlerle ve İşbirlikçileriyle Barış Olmaz
“B K
ürt halkı, “ben Kürdüm” diyor. “Ana dilimi konuşmak istiyorum” diyor. “Ana dilde eğitim istiyorum, kendi vatanımda kendi kültürümle, kendi inançlarımla yaşamak istiyorum” diyor. ligarşi, “Tek millet, tek devlet, tek bayrak” diyor. “Kürt sorunu yok, terör sorunu var...”, “Terörle açılımlar birlikte yürüyecek”, “Devlet sokaktaki vatandaşa güvercin, dağdaki teröriste şahin olacak”, “Kökünü kazıyacağız...” diyor. aydi konuşalım “barışın dili”ni. Kiminle nasıl konuşacağız? 6.5 milyarlık dünyada 1 milyarın üzerinde insan açlık içinde ölümle pençeleşiyor. Bu rakam Ankara Ticaret Odası (ATO)’nın verilerine göre ülkemizde 10 milyon 871 bindir. Dünyanın ve ülkemizin açları olarak diyoruz ki, birileri zevk-i sefa içinde yaşarken açlıktan ölmek istemiyoruz. Sömürülmek istemiyoruz. Haydi konuşalım “barışın dili”ni... lköğretim çağındaki 326 bin 513 çocuk yoksulluktan dolayı okula hiç gidemiyor. Çocuklarımızın okumasını istiyoruz. Tüm halk çocuklarının okuması için eğitimin parasız olmasını istiyoruz. “Parasız Eğitim İstiyoruz” yazılı pankart açtığı için Ferhat Tüzel ve Berna Yılmaz 18 aydır tutuklu. Eğitim hakkımızın gasp edilmesini istemiyoruz. Parası olanın değil, tüm halkın ücretsiz tedavi olabilmesini istiyoruz. Haydi konuşalım “barışın dili”ni... u vatan bizim. Bu vatan, üzerinde yaşayan halklarındır. Emperyalistlerin topraklarımızı Afgan halkına karşı, Irak halkına karşı, Libya halkına karşı, Suriye ve dünya halklarına karşı savaş karargahı olarak kullanmasını istemiyoruz. Ülkemiz ekonomik, askeri anlaşmalarla emperyalizmin yeni-sömürgesi yapıldı. Vatanımızı sömürge haline getiren ekonomik, askeri anlaşmaların iptal edilmesini istiyoruz. Açlığımızın, yoksulluğumuzun sorumlusu emperyalistlerin ülkemizden defolup gitmesini istiyoruz. Bağımsız, demokratik bir ülkede özgürce yaşamak istiyoruz. İstediklerimiz olunca işte o zaman “barışın dilini” konuşabiliriz. Birileri zevk-i sefa içinde yaşarken birileri açlıktan ölüyorsa “barışın dili”ni nasıl konuşuruz? şte Somali ortada; her gün binlerce çocuk, genç-yaşlı açlıktan ölüyor. Somali’de açlıktan öldüren kim? Somali halkı kendini açlıktan öldürenlerden kurtulmadığı sürece hangi “barış”tan söz edebilir? “Barışın dili” nedir Somali’de? onuşalım barışın dilini: Emperyalistler ülkemizden çekip gidecek mi? Ekonomik, askeri anlaşmalar iptal edilecek mi? Ülkemizdeki, dünya halklarına yönelen Amerikan üsleri, NATO üsleri kapatılacak mı? 7 yıldır Kürt halkını inkar eden, imha eden, asimilasyon politikalarıyla kimliğini yok etmek isteyen oligarşi onca ödenen bedellere rağmen hala “tek millet, tek devlet, tek bayrak” diyor: Oligarşi, Kürt halkına kendi kade-
O
H İ
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
B
İ
K 8 4
arışın dilini konuşalım” deniyor. Haydi konuşalım:
rini tayin hakkını tanıyacak mı? Bunlar olmayacaksa “barışın dili”ni nasıl konuşacağız? “Kökünü kazıyacağız...” diyenlerle bu dili nasıl konuşacağız? DP Van Meclis Üyesi Yıldırım Ayhan “barış” demişti. “Barış” için “canlı kalkan” olmuştu. Geçen hafta göğsünden vurularak katledildi. Faşist devlet gözaltına alıp işkenceyle katlediyor, gözaltına alıp kaybediyor, yüzlerce devrimcinin bir mezar taşı bile yok. JİTEM elemanı Turan Ünal’ın itiraflarına göre onlarca devrimci devlet binalarının inşaat temellerine gömülüp üstüne beton atılmış. Devlet binalarının temelleri devrimcilerin cesetleriyle dolu. Bilinen rakamlara göre 2000’e yakın insan toplu mezarlara gömüldü. Ailelerimiz bir mezar sahibi olmak için kendi canını ortaya koymak zorunda kalıyor. Hapishanelerde yine öyle. Yüzlerce devrimci devletin koruması altındaki hapishanelerde katledildi. Ve tecrit politikalarıyla hapishanelerdeki katliam tutsakların sessiz imhasına dönüştü. Devletin açıkladığı rakamlara göre son 10 yıl içinde katledilen tutsakların sayısı 1758’dir. ligarşi bugüne kadar cenazelerimize saldırdı, şehitlerimizin mezar taşlarına saldırdı. Köylerimiz, evlerimiz, tarlalarımız, ormanlarımız yakıldı. Bu oligarşinin halklarımıza, devrimcilere düşmanlığının, kininin ne kadar büyük olduğunu gösterir. Ama bugüne kadar mezarlarımız yakılmamıştı. AKP İKTİDARI EN SON YILDIRIM AYHAN’IN CENAZESİNDE MEZARLIĞI ATEŞE VERDİ. BU KİN, BU DÜŞMANLIK BARIŞ OLMAYACAĞININ CEVABIDIR. ir yılan hikayesi vardır: Hikayeye göre yılanlarla insanlar dostluk içinde bir arada yaşarlarmış. Adamın birinin küçük bir çocuğu varmış. Çocuk bir gün evde yılanla oynarken elindeki bıçakla yılanın kuyruğunu kesmiş. Yılan kuyruk acısıyla çocuğu sokmuş ve çocuk oracıkta ölmüş. Adam, elinde bıçakla çocuğunun ölmüş halde yerde yattığını ve başında kuyruğu kesilmiş kanlar içinde acıdan kıvranan yılanı görünce olayı anlamış. Öfkeyle bir sopa alıp yılanı öldürmek için saldırmış. Yılan güçlükle adamın elinden kurtulup bir deliğe kaymış. Adam uzun süre öfkeyle yılanı öldürmek için pusuya yatmış. Fakat geçen yıllar acıların üstünü küllendirmiş, adamın başka çocukları olmuş. Ölen çocuğuna eskisi kadar yanmaz olmuş ve yılanı öldürmekten vazgeçmiş. Yılanla tekrar barışmak ve dost olmak istemiş. Kuyruğu kesik yılanı bulmuş ve bu dileğini yılana anlatmış. Yılanın cevabı insan oğluna derstir: Yılan, “Bende kuyruk acısı, sende evlat acısı olduğu sürece biz asla eskisi gibi dost olamayız” demiştir. nlatılan bir halk hikayesidir. Ama bir gerçekliği anlatır. Halkın dostları vardır. Düşmanları vardır. Tüm dünya halkları birbirine dostturlar. Dünyanın neresinde olursa olsun birbirlerini tanısınlar ya da tanımasınlar halklar kardeştirler. Asla düşman olamazlar. Halkın düşmanları halkı sömüren-
B
O
B
A
Ülkemizde de ‘90’lardan beri tüm sorunların nedeni “savaş”, çözümü “barış” olarak gösteriliyor. ‘90’lardan beri oligarşinin, Kürt milliyetçi hareketin “barış” politikalarına verdiği cevap ortada: 50 BİN ÖLÜ... İşkenceler, infazlar, yakılan, yıkılan köyler, kitle katliamları, toplu mezarlar... Mezarlarımızın ateşe verilmesi...
lerdir. Halkı ezenlerdir, zulmedenlerdir. Gözaltında, işkenecelerde, hapishanelerde, sokak ortalarında katledenlerdir. Evlerimizi, köylerimizi, ormanlarımızı yakanlardır. Toplu mezarları kazanlardır. Şehitlerimizin cenazelerine hakaret eden, mezarlarımızı kıranlar, mezarlıklarımızı ateşe verenlerdir. 6.5 milyarlık dünyada 1 milyarın üzerinde insanı açlıktan ölümle pençeleştirenlerdir. HALKLARIN DÜŞMANI EMPERYALİSTLER ve İŞBİRLİKÇİ İKTİDARLARDIR. Ülkemizde 10 milyon 871 bin insanımızı aç bırakan OLİGARŞİDİR. ürt milliyetçi hareket, reformizm, küçük-burjuva aydın ve yazarlar “barışın dilini” konuşalım, diyor. Bu politikalar yeni değildir. Özellikle ‘90’lardan beri sürdürülen bir politikadır “barış.” O dili konuşanların durumu ortadadır. Latin Amerika’daki ulusal, sosyal kurtuluş hareketlerinin durumuna bakın. 1990’ların başında sosyalist sistemin Sovyetler Birliği’nde ve Balkan ülkelerinde yıkılmasıyla birlikte silahlı mücadele veren çok sayıda örgüt silah bırakıp barış masasına oturdu. Yıllar sonra bu ülkelerde egemenlerle barışın ne demek olduğunu Guatemala'lı bir genç şöyle ifade ediyor: "Umarım Türkiye'deki barışta birden bir uyuşturucu savaşına dönmez ve bizim durumumuza benzemezler. Yoksa burada barış filan yok." Guatemala’da gerillalar “barışın dilini” konuştular. Emperyalistlerle ve işbirlikçi iktidarlarla oturup pazarlık yaptılar. Silah bıraktılar, yani “barış” yaptılar. Gelinen durum yukarıda ifade edildiği gibidir. arışın dili”ni konuşan başka bir gerilla ise şöyle anlatıyor: "Biz gerillada bir değişim için, devrim için mücadele ediyorduk. Ne varsa hepimiz içindi. Şimdi kapitalist sistem içindeyiz. Zenginler daha zengin, yoksullar daha yoksul, çok kötü... " atin Amerika’da silah bırakan ulusal-sosyal kurtuluş hareketlerinin silah bıraktıktan sonra geldikleri durum yılan hikayesini doğrulayan, sömürenlerle sömürülenler, ezenlerle ezilenler arasında asla gerçek anlamda bir barışın olmayacağını gösteren somut örneklerdir. Ortada bir barış yoktur. Devrim umudunu yitirmiş ulusal kurtuluş ve devrimci hareketlerin silah bırakıp düzen içine yerleşmesi vardır. çılığın, yoksulluğun, işsizliğin; sağlığa, eğitime, sosyal harcamalara oligarşinin yeterli bütçe ayırmamasını ve daha birçok şeyin nedenini savaşa bağlayan reformizm ve Kürt milliyetçi hareket bunu görmelidir. Silah bırakılan, Latin Amerika ülkelerinin hiç birinde açlık, yoksulluk son bulmadı. Demokratik hak ve özgürlükler gelişmedi. SAVAŞA HARCANAN PARALAR EĞİTİME, SAĞLIĞA VE DİĞER SOSYAL HARCAMALARA AYRILMADI. Sadece ve sadece ezilen halkın silahlı mücadelesi tasfiye edilmiş oldu. Sokakları uyuşturucu çeteleri, mafya çeteleri doldurdu. Halka karşı polis terörü azalmadı, daha da pervasızlaştı. Sokaklarda öldürülen insanların sayısı gerilla mücadelesinde öldürülenlerden daha faz-
K
“B
L
A
la oldu. Emperyalist tekellerin sömürüsünün önünde hiç bir engel kalmadı ve sömürü kat kat arttı. “Barışın dili” yok orada, açlık, sefalet ve umutsuzluk içinde bir halk var. lkemizde de ‘90’lardan beri tüm sorunların nedeni “savaş”, çözümü “barış” olarak gösteriliyor. ‘90’lardan beri oligarşinin, Kürt milliyetçi hareketin “barış” politikalarına verdiği cevap ortada: 50 BİN ÖLÜ... İşkenceler, infazlar, yakılan, yıkılan köyler, kitle katliamları, toplu mezarlar... Mezarlarımızın ateşe verilmesi... ezarların ateşe verildiği bir yerde barış olmaz. Yılanın söylediğini hatırlayın. İnsanlarımız ölüsünün bir kemiği için kendi canını ortaya koyuyor. Dün toplu mezar kazanlar, kulak-burun kesenler, bugün mezarlarımızı ateşe vererek düşmanlığını sürdürüyorsa “barış” olmaz. Halklarımıza bu acıları yaşatanlar unutulmaz. Bu tarihsel, sınıfsal, toplumsal bir gerçekliktir. mperyalizmin ve işbirlikçilerinin sömürü ve zulmü var olduğu sürece barış olmaz. Tüm dünyada açlık büyüyerek devam ediyor, sömürü devam ediyor. Bakın Libya’ya; leş kargaları gibi üşüştüler yağmalıyorlar, sırada Suriye var. Ülkelerin işgali devam ediyor. AKP’nin politikalarına bakın: Halkların inkarı, imhası, asimilasyonu devam ediyor. “Barışın dili”ni nasıl konuşacağız? çlıktan öleceğiz ama açım demeyeceğiz. Ülkemiz emperyalizmin sömürgesi olacak ama bağımsızlık istemeyeceğiz, faşizmin zulmü altında kan kusacağız ama şerbet diyeceğiz öyle mi? Emperyalizm var olduğu sürece, işbirlikçi oligarşinin iktidarında “barışın dili” başka türlü nasıl konuşulur? Böyle barış olmaz. arışın dilini” konuşalım demek halka, “Sömürüye, zulme teslim olun” demektir, “zulmün karşısında boyun eğin, köleliği kabul edin” demektir. u dil halkın dili değildir. Bu dil sömürücü egemenlerin dilidir. On yıllardır ülkeleri “barış” diyerek işgal etmişler, “barış” diyerek sömürmüşler ve zulmetmişlerdir. Onlar için “barış” demek; sömürü çarklarının hiç bir sorun olmadan dönmesi demektir. Ezilen halklar açlığa, sömürüye sesini çıkartmazsa “barış” sürer. Sesini çıkartırsa savaş başlar. Jandarmalar, polisler devreye girer. Onlarca kişi öldürülür, gözaltına alınır, işkencelerden geçirilir, tutuklanır... Ve bunlarla bütün halk tehdit edilir. Ne gerek var bütün bunlara “Barış içinde yaşayalım” der. Bu barış sömürücü eğemenlerin barışıdır. Halk için her iki durumda da bir barış yoktur. Sömürücü egemenlerin “barışı” halklar için sömürünün, zulmün ilelebet sürmesi demektir. alklar için barış ancak; tüm dünya halklarını sömüren, emperyalist düzen ve onun işbirlikçisi iktidarların yıkılmasıyla, devrimle mümkün olacaktır. Bunun dili de, “barış” değil, “halkın savaşı”dır. Biz emperyalizmin politikası olan “barışın dilini” değil, “halkın savaşını” yükseltelim diyoruz. Halkların kurtuluşu için başka “dil” yok.
Ü
M E
A
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
“B B
H
5
YANLIŞ MEKTUP! YANLIŞ TERCİH! ÇÖZÜMSÜZLÜK VE ÇÖZÜM!
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
6
“Öncelikle ABD devlet başkanlığına seçilmiş olmanızı, halkımız ve örgütümüz adına içtenlikle kutlar, yeni görevinizde size başarılar dilerken, bu seçimin dünyanın her tarafında barış, özgürlük, huzur ve refaha vesile olmasını dilleriz.” (...) “Seçim kampanyanız, değişim, barış, özgürlük, eşitlik, adalet gibi yüksek ahlaki değerlere dayalı söyleminiz, dünyanın her tarafında olduğu gibi halkımız tarafından da ilgi ve sempatiyle izlendi.” 5 Kasım 2008'de Barack Obama, ABD'nin yeni başkanı olduğunda yukardaki satırlarla Barack Obama'yı kutlayanlar arasında Koma Civan Kürdistan Yürütme Konseyi Başkanı sıfatıyla Murat Karayılan ve Kongra-Gel Başkanı sıfatıyla Zübeyir Aydar da vardı. O zaman bu mektubu eleştirirken "Obama'ya Yanlış Mektup" demiştik. Ve politika adına, diplomasi adına emperyalizmin ve emperyalizme bağımlılığın meşrulaştırılmasının kabul edilemeyeceğini söylemiştik. Obama kimdir? Obamalar’dan nasıl bir çözüm beklenebilirdi? Daha doğrusu, Obama ve Obamalar’dan halklar lehine bir çözüm beklenebilir miydi? Bizce her şey çok net ve açıktı. Obamalar halklara barış, özgürlük, demokrasi, çözüm getiremez. 5 Kasım 2008 yılından bugüne dünyada yaşananlara bakıldığında görünen sadece bu gerçektir. - Somali'ye saldırı. - Honduras'ta darbe. - Libya'ya saldırı. - Afganistan’da asker sayısı 150 bine çıkartıldı. - Suriye'ye saldırı hazırlığı. - Somali açlıkla pençeleşiyor. - Dünya'da aç nüfus 1 milyarı aştı.
- Ekonomik kriz denilerek milyonlarca işçi sokağa atıldı. - Avrupa'da, Afrika'da, dünyanın dört bir yanında CIA'nın gizli hapishaneleri ortaya çıktı. - Son 10 yılda Irak ve Afganistan’da yaşanan savaşın emperyalist Amerika’ya maliyetinin 3 trilyon doların üzerinde olduğu tahmin ediliyor - İsrail'in Filistin halkına yönelik ambargolarının, katliamlarının baş destekçisi Amerika. - 2010 yılında dünyada toplam 1 trilyon 630 milyar dolar olan askeri harcamaların 687 milyar dolarlık kısmı ABD'ye ait. Barış bunun neresinde? Nerede özgürlük? Nerede refah? Savaşlar, silahlanma, askeri harcamalar, askeri müdahaleler, ambargolar, gizli hapishaneler, işkenceler, emperyalizmin krizi, açlık vb... İşte her şeyde Amerikan emperyalizminin başrolü oynadığı dünya tablosunun küçük bir parçası. İşte Obama'nın ‘başarıları!’ Siz dünyanın imparatorluğuna soyunan
Amerikan emperyalizminin emperyalist müdahale ve saldırganlığını, katliamlarını "özgürlük", "barış", "adalet" getirdiğini söyleyerek meşrulaştıran Murat Karayılan ve Zübeyir Aydar'ın söylemlerindeki benzerlik büyük talihsizlikti.
emperyalist devletin başkanından başka ne başarılar bekliyorsunuz? Amerikan emperyalizminin emperyalist müdahale ve saldırganlığını, katliamlarını "özgürlük", "barış", "adalet" getirdiğini söyleyerek meşrulaştırmasıyla Murat Karayılan ve Zübeyir Aydar'ın söylemlerindeki benzerlik büyük talihsizlikti. Obama ve ABD'yle barış, özgürlük, eşitlik, adalet gibi "yüksek ahlaki değerleri" hangi vesileyle olursa olsun özdeşleştirmek ciddi bir yanılgının ötesinde emperyalizmin sömürüsünü, vahşetini, dünya halklarına yaşattığı katliamları meşrulaştırmaktır.
Emperyalizmden Beklemek Çözümsüzlükte Isrardır Geçtiğimiz günlerde Diyarbakır Milletvekili Leyla Zana'nın ABD Başkanı Barack Obama'ya bir mektup gönderdiği haberleri çıktı. 26 Ağustos 2011 tarihli mektupta Leyla Zana, bir kez daha Barack Obama'dan çözüm beklentilerini ifade etti. Zana mektubunda Obama'ya şöyle diyor: "Türkiye, İran, Suriye ve kısmi olarak sorun çözülmüş görünse de Irak Kürtleri’nin bir siyasi statüye kavuşmaması için tarihsel ittifaklarını halen sürdürüyor oldukları aşikârdır. Kürtler ve siyasi statüleri söz konusu olduğunda yaşanan hak ve sınır ihlallerine, kadın, erkek, çocuk veya yaşlı gözetmeden bombalanan evlere, köylere, sınır ötesi operasyonlara, hava harekatlarına rağmen dünya kamuoyunun sessizliğini koruması ve bu insanlık dışı uygulamalara, sessiz kalınarak adeta göz yumuluyor olması, halkımız tarafından büyük bir şaşkınlıkla karşılanmaktadır. Aynı zamanda anlaşılması zor bir durum olarak nitelendirilmektedir."
Liseliler: Bu Kavgada
Kürt halkının özgürlük ve kurtuluş mücadelesi onca acılara, ihanetlere, yanılgılara rağmen öğretici olmalıydı. Kürt halkı dost kim, düşman kim onca deneyimden öğrenmiş olmalıydı. Bunda en büyük sorumluluk Kürt milliyetçi harekete düşmektedir. Zana, halkımız yaşananları "büyük bir şaşkınlıkla" karşılamaktadır ve "anlaşılması zor bir durum" olarak nitelendirmektedir, diyor. Oysa şaşıracak, anlaşılmayacak hiçbir şey yoktur ortada. Her şey emperyalizmin onayı ve denetiminde olmaktadır. Emperyalizm, Kürt halkının devrimci, ilerici dinamiklerini yok etmek, tasfiye edip işbirlikçileştirmek istemektedir. Emperyalizmin ve onun işbirlikçisi oligarşinin politikasının özü budur. Ve amaçlarının PKK’yi "tasfiye etmek" olduğunu açıkça söylemektedirler. Bu gerçek biline biline emperyalizmden çözüm beklenmektedir. Her şeyin çözümünü ABD'den bekliyorsanız o halde Kürdistan coğrafyasında yaşanan her şeyin ABD'nin denetimi dışında olmayacağını neden unutuyorsunuz? Amerika’nın onayı olmadan değil bombalama, oligarşinin ordusunun Kandil'in yakınına bile yaklaşamayacağını çok iyi biliyorsunuz. Zana mektubunda; "Üzülerek ifade etmek isterim ki, Batı dünyası Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nı Ortadoğu'ya örnek gösterdikçe, kendisi Kürtler’e karşı uyguladığı şiddet politikasının dozunu da arttırıyor. Endişem odur ki, Ortadoğu dikta rejimleri yıkılırken, modern görünen bir başka diktatörlükle karşı karşıya kalabiliriz." diyor. Kimi kime şikayet ediyorsunuz? Abdullah Öcalan’a komplolar kuran, yakalayıp oligarşiye teslim eden Amerika ve AB emperyalistleri değil midir? PKK’ye karşı on yıllardır uygulanan baskı ve asimilasyon politikaları, sürdürülen haksız savaş Amerikan ve AB emperyalistlerinin desteği, onayı dışında söz konusu olabilir mi?
Tüm bunları yok sayarak AKP'yi Amerika'ya, AB'ye şikayet ediyorsunuz. Sanki hiç bunlar yokmuş gibi şikayet ediyorsunuz Tayyip Erdoğan'ı... O halde amaç nedir bu mektupta? Denebilir ki diplomasi de mücadelenin bir biçimidir. Elbette politika düz bir çizgide yapılmaz. Diplomasi de yapılabilir. Ancak diplomasi adına halklar meşruluklarını, tarihsel haklılıklarını bir an dahi olsun unutmazlar. Diplomasi adına karşısındaki gücün düşman olduğunu ve yaptıklarının meşru olmadığını asla unutmazlar. Böyle değilse eğer diplomasi adına yapılan ideolojik yanlıştır. Biz, Marksizm-Leninizm biliminin kılavuzluğuyla konuşuyoruz. Ve bu kılavuz bizi asla yanıltmadı, şaşırtmadı, umutsuzluğa düşürmedi. 1. ve 2. Paylaşım Savaşları’nda emeksermaye çelişkisinin çözüm platformunu yaratan emperyalistler arası çelişkiler, sürecin baş çelişkisi olmuştu. 3. Bunalım Dönemi’nde ise emperyalistler arası çelişkiler geri plana düşer. Artık dünya ölçeğinde emek-sermaye çelişkisi, çatışmanın en keskin olduğu sömürge ülkelerde çözüm platformu bulacaktır. Çünkü, "(...) savaş ile gücünü Avrupa ve Pasifik'teki savaş alanlarında merkezileştiren emperyalistler, sömürgelerdeki güçlerinin zayıflaması sonucu, ulusal başkaldırıları durduramaz oldular. Kısa sürede tutuşan ve hızla büyüyen ulusal ve sosyal kurtuluş hareketleri, savaş sonrası tam bir dalga halinde orman yangını gibi sömürgeleri sardı. Gündeme bu ani ve hızlı çıkışıyla, günümüze kadar süren ulusal ve sosyal kurtuluş savaşları, yaşanan dönemin tayin edici faktörü oluyorlardı." (Haklıyız Kazanacağız, Cilt:1, I. Basım, S.152) Ezilen dünya halklarıyla emperyalizm arasındaki çelişki çağımızın belirleyici, baş çelişkisidir. Emperyalizm yeryüzünden silinene kadar da bu olgu dönemsel olarak değişse de genel olarak değişmeyecektir. Bu şu demektir; ulusal ve sosyal kurtuluş hareketleri geçici ve dönemsel olarak düşüşler gösterse de rotasına girecek
Biz de Varız
ve yükselişe geçecektir. Kürt halkı gibi bütün halklar mazlumdur, bütün halklar tarihsel olarak haklıdır. Halkların bunu emperyalistlere kanıtlamaya ihtiyaçları yoktur. Bunun için onların icazetine, inayetine sığınmaya ihtiyaçları yoktur. Halklar ve emperyalizm iki uzlaşmaz, iki düşman güçtür. Emperyalizmden çözüm beklemek bu gerçeğin reddi, dahası ezilen halklarla emperyalizmi barıştırmaya, uzlaştırmaya çalışmak emperyalizmin lehine, dünya halklarının aleyhine bir tutumdur ve çözümsüzlüktür.
Değerleri Yaratan Halklardır, Hakların Mücadelesidir Bu, Çözümün de Tek Gücüdür "Batı dünyasının binlerce yılın tecrübesi ve acı deneyimleriyle yarattığı evrensel değerlerin kanımca içi hiç bu kadar boşaltılmamıştır." diyor Zana mektubunda. Zana, tarihe halkların penceresinden bakmıyor. Egemenlerin, sömürücülerin öğretileriyle yaklaşıyor. "Binlerce yılın tecrübesi ve acı deneyimleri"nde ne vardır? "Batı dünyası" denilen nedir? Kimdir batı dünyası? Batının ezilen halkları mı? Batının egemen sınıfları mı?
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
Avrupa'daki köleci imparatorluklara karşı, Ortaçağ karanlığına karşı, Afrika, Asya, Amerika, Avrupa halklarının kanını emen emperyalist Avrupa'ya karşı, halkların yiğit önderleri Spartaküslerin, Brunolar, Thomas Munzerler, Paris Komünarları’nın, işçi ve köylü sovyetlerinin ... akan kanları vardır. Onca övünülen, gurur duyulan "evrensel değerler" hakların kanıyla, dişe diş mücadelelesiyle yaratılmıştır. Bunları sömürücü sınıflar vermemiş, onlara rağmen kazanılmıştır. Yüzümüz halkların mücadelesine dönük olmalıdır. Beklentimiz halkların mücadelesinden olmalıdır. Egemen sınıflara olmadık misyonlar biç-
7
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
mek, olmadık değerleri onlara maletmek halklara, halkların mücadelesine çok büyük haksızlıktır. Egemenlere olmadık misyonlar biçmek, emperyalizmin, oligarşinin politikalarında bir "yenilik" aramak, çözüm beklentilerine girmek olsa olsa hayal kırıklığı olmuştur. Oysa eşyanın adı bellidir. Zana mektubunda şunları ifade ediyor: "Bütün dünya insanlığının tanıklığında iki yüz yıllık çatışmalı coğrafya artık sükûnet beklentisi içerisindedir." Ve şu sözlerle noktalıyor mektubunu: "Beklentim ve dileğim hem vicdanınızın hem de bulunduğunuz mevkiinin gereklerini yerine getirmenizdir." Bugün yeterince bilincinde olmasa da, ona nasıl ulaşacağını bilemesede dünya halklarının beklentisi, arayışı nihai kurtuluştur. Dünya coğrafyasının beklediği de budur. Halklar "sükunet" içinde sömürülmek, aç kalmak, sefalet çekmek, onursuzlaştırılmak istemiyor. Eğer açlık, yoksulluk, sömürü, sınıflar, adaletsizlikler devam edecekse biz böyle bir "sükunet" istemiyoruz. Ve böyle bir "sükunet"te asla olmayacaktır. "Sükunet" adına emperyalistlere gönderilen mektuplar, reformist, küçük burjuva aydın ve çeşitli çevrelerce yapılan "barış" ve "silah bırakma çağrıları", "sükunet"i getirmeye yetmedi. Bu tür yaklaşımlar bırakalım "sükunet" sağlamayı, emperyalizm ve oligarşinin saldırganlığını meşrulaştıran, Kürt halkının hakları ve özgürlükleri için yürüttüğü demokratik mücadelenin haklılığını, meşruluğunu sorgulatan yaklaşımlardır. Sonuçta bu anlayışlar Kürt halkını, Kürt milliyetçi hareketi, emperyalizmin ve oligarşinin saldırılarına açık hale getirmiştir. Kuşkusuz bu anlayışlara bu zemini en başta, tutarsızlıkları, kararsızlıkları, ideolojik zayıflıkları ve emperyalizmden çözüm bekleyen politikalarıyla Kürt hareketinin kendisi sunmuştur. Baskının, sömürünün, zulmün olduğu yerde buna karşı direnenler hep olacaktır. Gerçek sükunet, emperyalizm yeryüzünden silindiğinde
8
ONLAR DÜNYA HALKLARININ KATİLİDİR. BM'YE ÜYE 193 ÜLKE VAR. VE 193 ÜLKENİN 93'ÜNÜN YA KENDİ İÇİNDE YA DA KOMŞULARI İLE SORUNLARI, ÇATIŞMALARI OLDUĞU BİLİNİYOR. BU İÇ VE DIŞ ÇATIŞMALARIN SORUMLUSU EMPERYALİSTLERDİR. olacaktır ancak.
Evet Bir Kez Daha Soralım: Obama Kimdir? Obama, ABD'nin Başkanı'dır. ABD emperyalist bir ülkedir ve dünya halklarının baş düşmanıdır. Dünyadaki sömürünün, açlığın, sefaletin, yoksulluğun baş sorumlusudur. ABD başkanlık koltuğu emperyalist tekellerin kararlarını onaylayan, kararlarını hayata geçiren bir karargahtır. Ve bu kararlarda tekellerin karlarını büyütmek pahasına darbeler, komplolar, işkenceler, bölgesel savaşlar, ambargolar, ülkelerin iflası, halkların yoksullaştırılması, çevrenin kirletilmesi kısacası dünyanın kan gölüne çevrilmesi vardır. Obamalar’ın yaptığı bu kararların altına imza atmak, bu kararları hayata geçirmenin politikasını, manevralarını yapmaktır. Obama gibilerinden “vicdan”lı olmasını beklemek emperyalist tekellerden “vicdan”lı olmayı beklemektir. Bakın Ortadoğu’ya: Kim o hale getirdi? Hala Ortadoğu'da emperyalistlerin bölgeyi demokratikleştirdiğini söyleyen var mı? Varsa eğer sadece kendini kandırır. 6 ay içinde NATO’nun Libya’ya saldırısından sonra 50 bin kişi katledildi. Halkların özgürlük mücadelesini boğan, sömürgeleştiren, halkları, sınırları bölüp parçalayan, yeni sınırlar yapan, yeni devletçikler oluşturan emperyalistlerdir. Amaç emperyalist sömürünün, emperyalizme bağımlılığın devamıdır. Bunlardan nasıl bir
çözüm beklebilir? Kürt milliyetçi hareketi her şeyin odağına Kürt sorununu koymaktadır. Bu benmerkezci bir anlayıştır ve tıkanıklığın, çözümsüzlüğün bir başka nedenidir. Kürt sorunu çözülsün de nasıl çözülürse çözülsün. Kürt sorunu çözülsün de ne olursa olsun. Bu yaklaşımlar halklar lehine bir yaklaşım değildir. Bu anlayış emperyalizmin sömürü ve bağımlılık ilişkilerini onaylayan bir yaklaşıma götürmüştür. Irak işgali böyle onaylanmıştır. Emperyalizmin işgaller, tasfiyeler, açlık dünyası "hukukun, demokrasinin, özgürlüklerin geliştiği" bir konjonktür (*) olarak nitelenmiştir. Kürt sorununun çözümü, emperyalistlerin “çözüm” masalarında değildir. Bugüne kadar çözüldüğüne dair tek bir örnek yoktur. Çözüm halkların birleşik mücadelesindedir. Çözüm halkların anti-emperyalist mücadelesindedir. Elbette bu zorlu bir mücadeledir, kanlı bir savaştır. Ancak başka yolu da yoktur bunun. Halkların kurtuluşunun yolunun zor da olsa emperyalizme karşı mücadeleden geçtiği tarihin kanıtladığı bir gerçektir. Ve gerçek olan bir şey daha vardır ki emperyalistlerin vicdanlarına seslenerek bir çözümün gelmeyeceğidir. Çünkü emperyalistlerin vicdanı yoktur. Biz halklar adına hak kırıntıları istemiyoruz. Biz ulusal kurtuluşçuyuz; halkların hiçbir koşulla sınırlanmaksızın ulusal haklarından tümüyle yararlanmasını savunuyoruz. Biz sosyal kurtuluşçuyuz; halkların sosyal kurtuluşunu, sosyalizmi savunuyoruz. Halkların kurtuluşunun düğüm noktası emperyalizme karşı savaştır. Devrimci olmak anti-emperyalist olmaktır. Yurtsever olmak vatananın bağımsızlığını, halkların özgürlüğünü istemektir. Bunun için emperyalizme karşı savaşmaktır. (*) Konjonktür: - Her türlü etkenin ortaya çıkardığı durum. - Ekonomik koşulların inişli, çıkışlı dalgalı hareketi.
Liseliler: Bu Kavgada
EMPERYALİZM VE FAŞİZM YENİLMEDEN BARIŞ BİR HAYALDİR Bir yerde zulüm ve sömürü varsa ona karşı mücadele de var olmak zorundadır. İşte bunun “Onurlu bir barış için...” için savaşıyoruz. Savaşma ne "Barışa ve özerkliğe susadık" denimiz soyludur. Bugünün dünyasında da zu "Yer-gök barış diye inleyecek" lüm ve sömürü tarihte eşi görülmedik boyutlarda sürdürül "Sürecin dili ve eylemi barış mektedir. olsun" Dünyanın Ortadoğusu’nda "Barış ve kardeşlik için" emperyalizm halkların gözünün içine baka baka açıktan çı "Savaş cephesini daraltmak ve karları uğruna olduğunu söylebarış cephesini güçlendirmek" ye söyleye, ülkeleri işgal edip halkları katlediyor. Bu kadar "Barış o kadar da uzak değil" açıktan, pervasız ve alçakça sürüyor katliamlar... "Barış iradesi" Peki ya ülkemiz? Hele ki ül "Barış umudumuz var" kemizde daha bir pervasızca uygulanmaktadır zulüm.. Sade “Türkiye barış istiyor" ce kendi halkına değil, Ortadoğu halklarınıda emperyalizmin "En acil ihtiyaç barıştır" maşası olarak katlettirmektedir "Barış hemen şimdi" açık yada gizli. Bu gerçeklik içinde barış nereye oturur? Ve "Savaşın değil, barışın dilini savaşın anlamı nedir? konuşalım" Barışı her türlü zulmün, terörün çözümü olarak sihirli bir "Barışa bir şans verin" değnek gibi görmek, göstermek ne anlama geliyor? Kürt milliyetçilerinin, reformizmin, AB solcularının, küçük-burjuva Bir yanda emperyalizm işgalleri barış adına yapıyor, bir yanda kendiaydın, yazar, sanatçıların ve daha lerine ulusalcı, devrimci diyenler saçeşitli kesimlerin dilinden düşürmevaşa karşı barışı öne sürüyorlar.. diği, altı bomboş bir temennidir barış. Ünlü savaş uzmanı Clausewitze göre savaş, "politikanın başka araçBu kadar istenen, temenni edilen larla devamıdır." Kısa ve özlü tanıbarış nasıl bir şey? Neden ve nasıl bir mıyla politikanın silahlarla sürdübarış bu temennilerdeki barış? rülmesidir. Bu konuda defalarca yazdık, duSavaş ve barış konularındaki yanrum göstermektedir ki, daha çok yalışlar çeşitlidir. Bunun en klasik bizacağız. çimlerinden biri; her türlü şiddete
"Adil barış"
ve savaşa karşı olmaktır.
Sihirli bir anahtar mıdır barış? Tersinden soralım, neden savaşıyoruz? Çok kısa basit cevaplanabilir bir sorudur bu.
Bu iddiada olanlar için savaşın her türlüsü kötüdür ve reddedilmelidir. Çünkü savaşta genç, yaşlı, çocuk, kadın, erkek binlerce, milyonlarca insan ölmekte, sakat kalmaktadır. Köyler, kasabalar, kentler, hatta ülkeler yer-
Biz de Varız
le bir edilmekte, insanlarla birlikte kültürler, tarih, doğa... tahrip edilmektedir. Bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm, özgürlük de dahil hiçbir şey için savaşmaya değmez, insan hayatı kutsaldır, derler. Sanki emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı savaşanlar insan hayatını değersiz görüyormuşçasına savunulur bunlar! Emperyalizm ve işbirlikçileri sömürü, baskı ve zulmü altındaki insan hayatını ve savaşları sorgulamazlar. Sömürü ve zulüm altında her gün milyonlarca insanın, en doğal gereksinimlerini karşılamadan, yani açlıktan, hastalıklardan, ilaçsızlıktan ölmesini görmezler. Önlenebilir doğal afetlerden, emperyalistlerin yarattığı çevre kirliliğinden binlerce insanın sakat kaldığını, öldüğünü unuturlar. Savaşların ilerici mi, gerici mi, haklı mı, haksız mı olduğunun önemi yoktur onlar için. Savaş kötüdür, her koşulda karşı çıkılmalı, barış savunulmalıdır.
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
Devrimciler her türlü savaşa karşı çıkmazlar Tarihte yaşanmış bütün savaşlar nitelik bakımından haklı ve haksız savaşlar diye ikiye ayrılırlar: Ezilenlerin ezenlere karşı yürüttükleri savaşlar, bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadeleleri, ırkçılığa karşı mücadele haklı savaşlardır. Çağımızda gericiliği temsil eden emperyalizme ve işbirlikçi iktidarlarına darbe vuran, onu gerileten her savaş ilericidir ve meşrudur. O nedenle de devrimciler tarafından savunulur ve desteklenir. Savaşa haklılık ve devrimci bir öz kazandıran da budur. Düşmanın yürüttüğü savaşı da, biz devrimcilerin yürüttüğü savaşı da halklarımıza anlatmak zorundayız... Bu düşmanla savaşmak kadar önemlidir. Ve bu görevimizi yerine getirirken anlatmak istediklerimizi en
9
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
10
açık, en yalın haliyle ançicidir ve savaş daha şidlatmalıyız. Seçtiğimiz detli çatışmalarla yeniden kavramlar amacımızı ifabaşlar ve sürer. Ta ki tarafde etmelidir. lardan birinin kesin zaferine kadar. Bu, sınıf çatışÜlkemiz emperyalizmasının bir gerçeğidir. Bir min siyasi, ekonomik, başladı mı sonuna kadar kültürel hegamonyası algitmek gerek. Kim ki, ezentında, işbirlikçi oligarşi tale ezilen arasında başlayan rafından faşizmle yönebir savaşı durdurmaya çatilmektedir. Faşizmin varlışıyorsa ezenin yanında lığı demek; zorun, terörün saf tutuyor demektir. ve her türlü baskının varlığı demektir. Gerçek barışı savunanlar, barışseverler, bunun Savaş devrimcilerin savaşla kazanılacağını bilen tercihi değildir. Devrimve bunun için mücadele ciler zorunluluktan savaeden devrimcilerdir. Devşa girmişlerdir. İlk silahı Yüzyıllardır boyun eğildi. Yetmedi mi? Halk baskı rimciler, savaşın sınıflar patlatan burjuvalar olmuş ve teröre karşı koymadıkça sömürücülerin arası çatışmalardan, çelişve o günden bu yana da sömürüsü mü azaldı, zulüm mü eksildi? Hayır. kilerden doğduğunu bilhalka yönelen bu silah dikleri için, barışın da egeBunların hiçbiri gerçekleşmedi. Faşist yönetim hiç susmamıştır. men sınıflar iktidarının yıaltındaki halklarımızın hak, adalet, eşitlik için Barış sihirli değnek kılmasıyla geleceğini bimücadeleleri her zaman kanla bastırıldı. değildir ki burjuvazi iktilirler. darını sessiz sedasız halbuluşmuştur. ka versin. Beklenen budur, temenni Ki barış kavramı da, barışı getiedilen budur, oysa meşruluk, haklılık Barışın tek yolu recek koşullar da doğru analiz edilgözardı edilerek, savaş alanında kasavaşmaktır memekte, hayali bir barış savunulzanılmayan hiçbir barış halklara bir Faşizmin iktidar olduğu bir ülkemaktadır. yarar sağlamamış aksine daha fazla de özgürlüğün, bağımsızlığın, sömüsömürülmesine yol açmıştır. rüsüz günlerin ve Kürt, Türk ve diğer Barış nedir? milliyetlerden halkların bir arada Zulmün olduğu yerde kardeşçe yaşamasının tek bir yolu varHangi koşullarda olur? dır; devrim yapmak. Barış ancak isyan meşrudur! Barış karşılıklı olarak savaşan devrimle sağlanabilir. Halkın iktidaYüzyıllardır boyun eğildi. Yetgüçlerin, savaşa gerekçe olan politik rı ile barış sağlanabilir ülkemizde ve medi mi? Halk baskı ve teröre karşı hedeflerinin bir kısmından vazgeçdünyada. koymadıkça sömürücülerin sömürümeleri ve aralarındaki çatışmalara Bizim barışımız; emperyalistlerle, sü mü azaldı, zulüm mü eksildi? Hason vermeleridir. Bu tür barışlar çoişbirlikçilerle bir araya yaşamak deyır. Bunların hiçbiri gerçekleşmedi. ğunlukla devletler arasında gerçekğildir. Faşist yönetim altındaki halklarımıleşir. Ancak iç savaşlarda iktidar için Bizim barışımız; emperyalistlerin zın hak, adalet, eşitlik için mücadesavaşan, ezen ve ezilen sınıf ya da ve işbirlikçilerinin düzeni içinde yaleleri her zaman kanla bastırıldı. ulusların savaşında barış imzalamak, şamak değildir. karşılıklı uzlaşmalara varmak imZulmün olduğu yerde isyan etmek Bizim barışımız; sınıfsız, sömükansızdır. Dolayısıyla sınıflar savaşı siyasal, ahlaki ve meşru bir zorunlurüsüz bir düzen özlemidir. daima kendi gerçekliği içinde sürer. luktur. Çünkü halka zulümden, hak ve Bizim barışımız; halklar arasında Çünkü, söz konusu olan iktidardır, iközgürlüklerin gasp edilmesinden kurdüşmanlıkların olmadığı, her türlü ön tidarı ele geçirmektir, kendi iktidarıtaracak olan tek yol devrimdir. Devyargıların yok edildiği, halkların kenrim ise; halk düşmanlarının zoruna nı kurmaktır. Dolayısıyla yenen, yedi kültürlerini özgürce geliştirdiği karşı halkın devrimci şiddeti ile genilene yeni düzende hayat hakkı tabir zemindir. lişecektir. nımaz. Bizim barışımız; emperyalizmin Milliyetçiliğin iflasıyla yüz yüze Karşılıklı, birbirinin düzenini ve olmadığı, sosyalizmin dünyasıdır. kalan Kürt milliyetçi hareketi de, birbirlerini ortadan kaldırmak için saDevrimcilerin görevi; böylesi bir dağlarda binlerce gerillası olmasına vaşanlar arasında barış olmaz. Geçibarış için savaşmak ve barışı halklarağmen, zafer kazanma umudunu yici ateşkesler, gerilemeler, duraksatirerek reformistlerle aynı noktalarda rımıza armağan etmektir. malar yaşanabilir. Ancak bunlar ge-
Liseliler: Bu Kavgada
Halkın Hukuk Bürosu
Halka karşı kimyasal silah kullanımı artıyor ve meşrulaştırılıyor
Devlet hoşuna gitmeyen, sakıncalı bulduğu bir eyleme müdahale etmek istediği zaman çevik kuvvet polisleri, gaz bombalarını kuşanıp çıkıyorlar yola. Sonrası için Tabipler Birliği uyarıyor ve ciddi yaşamsal riskleri göz önüne koyuyor.Yanma, acı, ağır tahrişler, sinir nöbetleri ile uzun süreli solunum problemleri, karaciğer yetmezliği, astım ve kalp krizlerinin getirdiği ölümler. Polislerin kendileri bile maskelerinin altında etkileniyorlar bu gazdan.Televizyon haberleri gazdan etkilenerek arkadaşlarının kollarında uzaklaştırılan çevik kuvvet polislerini az görüntülemiyor. Amacın kanuna uygun bulunmayan eylemi dağıtmak olduğunu söylüyorlardı. Oysa sonuç ne; yaralı ve acı çeken, hakları yenmiş insanlar Bu suç değil mi? Burjuva demokratik rejimleri bile bu sonucu insan hakkı ihlali olarak saymıyor mu, evet. Ceza kanunları bu fiili açıkça suç olarak düzenlemiyor mu, evet. Aslında bu durum kanundaki tanımı ile apaçık işkence. İlgili madde şöyle: İşkence; bir kişiye karşı, insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan on iki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Anayasaya göre Türkiye Cumhuriyeti, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, sosyal bir hukuk devletidir. Hukuk, “Kimsenin hayatına sağlığına, özgürlüklerine dokunamazsın” derken sokakta polis, koltuğunda bakan, kürsüsünde hakim, “ben devletim bana hukuk mukuk işlemez” diyor. Artık polisin müdahale bahanesi ile gaz kullanmadığı eylem yok gibi. Tabii bunu yalnızca topluluğu dağıtmak için yapmadığı da muhakkak. önce gazı sıkıp insanları hareketsiz ve savunmasız hale getiriyor ve sonra-
sında joplar, yumruklar, tekmeler devam ettiriyor işkenceyi. Kimya Mühendisleri Odası 3 Haziran 2011 tarihli açıklamasında, “Biber gazı ölümcüldür” diyor. İktidarının güvenliğini düşünen İçişleri Bakanlığı için bunların hiç bir önemi yok. İçişleri Bakanlığı, İzmir Barosu’nun sorusuna karşı "en makul müdahale aracı" olarak tanımlamış gaz bombasını. Tabi kime göre makul? Hakları için direnen sokağa çıkan insanlar için makul değil. Kendileri için makul, çünkü bu silahları istedikleri kadar bulabiliyorlar, istedikleri cinsten ve istedikleri kadar kullanabiliyorlar. Denetimi imkansız ve kimseyi zan altında bırakmıyor. Makul, çünkü istedikleri yalnızca bir eylemi dağıtmak değil, aynı zamanda eylemciyi korkutmak ve bir daha hakları için sokağa çıkmasını engellemek. Halka gözdağı vermek. Makul, çünkü korunması zor etkisi sürekli ve insanı çaresiz bırakarak devletin başedilmez gücünü gösteriyor. O makul müdahale aracından çevik kuvvet otobüsünün içine atıp kapıları kapattıklarına defalarca tanık olduk. 1 Mayıs’ta Hopa’da kalp krizlerine neden olarak nasıl makul bir öldürme aracı haline geldiklerini gör-
dük. Biz o makul araçların Felluce’de fosfor adını aldığını ve elbiselere dokunmadan insan etini, ciğerlerini erittiğini tüm dünya ile beraber izledik ki, 19 Aralık 2000 tarihinde ilk deneylerinin yapılmış olduğunu biliyoruz. Bayrampaşa Hapishanesi’nde insan etini eriten, soluğunu kesen sinir krizleri geçirten binbir çeşit makul gaz kullanılmıştı. Biz o katliamın yargılamasını takip ediyor, sonuçlarını görüyoruz. Nazilerin toplama kamplarında kullandıkları da böyle kimyasal gazlar değil midir? Bir hidrojen siyanür bileşeni olduğu söylenen ziklon, karbonmonoksit gazı ve daha bilmediğimiz ne gazlar kullanmıştır Alman faşizmi. Peki 19 Aralık’ta kullanılan gazın ne olduğunu kim biliyor şimdi? Hangimiz denetleyebiliriz? Münferit olduğunu söyleyebilir mi bu bakanlık? Hayır. Kapalı ortamda bulunan insanlara atılmış gazların sonuçlarını anlatan yüzlerce şikayet var. Otobüse, derneğe, partiye atılan gaz bombalarından haberleri yok diye inansak 1 Mayıs’ta DİSK binasının içine atılan bombalardan da mı habersizdir bu bürokratlar. Polisin daha da ahlaksızlaşarak hastanenin acil servisinde dahi gaz kullandığını görmemişmidir, elbette görmüşlerdir, elbette biliyorlardır. İşte tam da o yüzden makuldur bakanlıkça; çok amaçlı kullanılabilir oldukları için... Bilim, kimyasal gazların makul olmadığını söylüyor... İnsanlık makul olmadığını söylüyor... Hukuk, tarih ve deneyimler makul olmadığını söylüyor...Yani sözün kısası bizim için makul değil sayın bakan. Ama öyle ya zaten aynı tarafta değiliz...
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
Şili'de öğrenciler Eğitim Bakanlığı’nı işgal ettiler Şili'de üç ayı aşkındır parasız eğitim talebiyle grevler, boykotlar, açlık grevleri örgütleyen öğrenciler, 1 Eylül günü de başkent Santiago'da bulunan Eğitim Bakanlığı binasını iş-
Biz de Varız
gal ettiler. Öte yandan Şili'de geçtiğimiz hafta yapılan greve polis saldırdı ve Manuel Gutierrez isimli öğrenciyi katletti. Manuel için kitlesel eylemler düzenleniyor.
11
İdeolojik sağlamlık kavramı da, aslında ideolojimizin bu sınıf temeline oturması demektir. Çünkü sınıf meselesini çözmemiş, kavramamış ve içselleştirmemiş birinin veya bir grubun, hareketin, ideolojik sağlamlığından söz edilemez. Kin duymadan yürütülen bir kavga, kurusıkı doldurulmuş bir silah kadar etkisiz olacak, mücadeleyi daha başından kaybetmemize yol açacaktır. Kin duymamak; düşman karşısında esnemek, yumuşamak, belirsizleştirmek, ne yapacağını bilememektir.
Öğretmenimiz Sınıf kini ve intikam duygusu, birinin varlığı diğerinin varlığına bağlı olan, ayrı ayrı var olamayan, ayrı ayrı yaşayamayan iki hayati organ gibidir. Sınıf kini beynimiz. İntikam yüreğimiz gibidir. Birisi damarlarımızdaki kan ise diğeri dilimiz gibidir. Ustamız bize "Unutmayın, sınıf kininden daha sağlam bir pusula yoktur" diye öğretmiştir. Her şeyi unutabilirsiniz, yollarda kaybolabilirsiniz, korkabilirsiniz ama en sevdiklerinizin yokluğunu kimse unutturamaz... Buradaki pusulanız onlardır. Şehitlerimiz bizim pusulamız olmalıdır. Hava puslu olduğunda yolumuzu gösterir. Herkes korktuğunda onların nefesi bizi ferahlatır. Çünkü onlar ölümle alay etmişlerdir. Azrail kendisi ile alay edildiğinde aptallaşır, komik olur. Süklüm püklüm olur. Kuyruğunu kıstırır ve pusulamızın arkasından gider. Sınıf kininden yoksun bir devrimcilik mümkün değildir. Herkes kahraman olamaz elbette, böyle bir beklentimiz yoktur. Sınıf kinine sahip olmak için kahraman olmak da gerekmiyor zaten. Sınıf kinine, intikam duygusuna sahip olmak için unutmamak yeterlidir. Anılarımıza sahip çıkmak yeterlidir. Gözümüzün önünden katledilenlerimizi unutmamak yeterlidir. Sınıf kini sınıfsal bakmanın sonucudur.
mez. Devrimcinin, sosyalistin yüreği, dünya halklarını bu duruma düşürenlere, bu kadar zulüm uygulayanlara karşı sınıfsal bir kin ve nefretle dolu olmalıdır. Dünyanın hangi köşesinde olursa olsun yaşanan acılar devrimcilerin yüreğini titretir. Yaşanan zulümlere bire bir tanık olmasa da, dünyanın hangi köşesinde olursun, bilir ki mazluma yönelik zulmün üstü kapatılamaz. Er ya da geç mazlumların ahı devrimcilere, halklara ulaşır. Bırakalım dünyayı, kendi ülkemizde yaşanan vahşet tabloları, adaletsizlikler kinimizi bilemeye yeter de artar bile. 12 Eylül cuntası sürecinde ülke neredeyse toplama kampı görüntüsündeydi. Yaşanan acıları, işkence ve katliamları artık hükümetler bile açıkça dile getirmek zorunda kalıyor, gizleyemiyor. Sonrasındaki süreçte dağlarda, sokakta, evde, okulda katledilenler... 19 Aralık 2000 hapishaneler katliamı, diri diri yakılan 6 kadın, Engin Çeber’in işkencede katledilmesi... Hasta tutsaklara çektirilen acılar, Güler Zere’nin tahliyesi geciktirilerek kanserden ölmesine sebep olmak... Halkın her kesiminin sesini baskı ve zorla bastırmak; işçilere, köylülere, memurlara gaz bombalarıyla saldırmak... Çocuk, yaşlı, hasta demeden tutuklanan, cenazeye katıldı diye, anma yaptı diye suçlanan, tecrit hücrelerine atılan TAYAD’lılar misali, demokratik haklarını dahi kullanamayan... Taş attı diye yıllarca ceza verilen çocuklar gerçeği bizim ülkemizde yaşanıyor. Tüm bunlar intikam duygularından başka neyi geliştirebilir ki? İşte bunun için sömürücü, egemenlere karşı kindarız. Ve bu zulüm düzenini değiştirmek istiyoruz. Devrimciler halka duydukları sevgiyle aynı büyüklükte, sömürenlere ve zulmedenlere karşı da kin duymalı, intikam duygusu beslemektedirler. Bu sınıfsal kine sahip olmayanların düzeni değiştirme iddiası olamaz. Önce insan, sevgi dolu olmak vb.
SINIF KİNİNİNDEN DAHA ŞAŞMAZ BİR PUSULA YOKTUR
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
12
Burada şu ayrımı da koymalıyız; günlük yaşamada, toplumsal yaşamda ortaya çıkan her türlü kini savunduğumuz, desteklediğimiz anlamına gelmez. Tersine, duyulması gereken tek kin sınıf kinidir; ötekileri savunamayız. Ezilen insanların birbirine şu veya bu nedenle duyduğu kine, halkların, ulusların birbirine duyduğu kine karşıyız ve bunları yok etmeye çalışırız. Diğer yandan, bu kadar adaletsizlik, bu kadar eşitsizlik, bu kadar haksızlık, işkence, katliam varken, yüreğinde öfkeye, kine, nefrete, intikama yer vermeyen bir insan, insan olarak bir kolunu koparmış, ayağını kesmiş demektir. Sömürülenlere ve zulmedenlere karşı kin beslemeyen, onlardan hesap sormayı yani intikam almayı hedeflemeyen biri, bu düzen tarafından ezilmeyi, horlanmayı kabul etmiş, sineye çekmiştir. Bu hiçbir insan için kabul edilemez bir durumdur. Ama bir devrimci, sosyalist için hiç kabul edile-
Liseliler: Bu Kavgada
ifadeler duyarız kimi zaman. Bu ifadelerle söylenmek istenen, örneğin; yüz binlerce insanı sömüren, sefalete sürükleyen tekelci patronlar aslında çok iyi insanlar da olabilirler düşüncesidir. Çünkü o patron da olsa önce insandır. Bir başkası, mesela işkenceci-katil önce insandır. Bunu daha çok egemenler propaganda eder, çünkü bu örneklerdeki katliam ve vahşeti yapanlar, özünde burjuva düzeninin bekası için çalışmaktadır. Ve bunun için onlara özel aflar çıkarılır. Tıpkı Engin ve onlarca gence işkence yapıp, katleden polis vb.lerinin ilk duruşmalarında serbest bırakılmaları gibi. Ama eğer söz konusu olan bir devrimciyse o önce teröristtir, insan olması duruma göre dikkate alınır veya alınmaz. Düzen sömürmüş, katletmiş olabilir. Ama yine de intikam düşünülmemelidir. Çünkü intikam insana yakışmazmış. Niye? Kim söylüyor bunu. Oysa intikam insana yakışandır. İnsanın düşünen bir varlık olmasının, bir hafızaya sahip olmasının en doğal sonucudur. Bazen analar, başlarına bir şey gelir korkusuyla sevdiklerini ve evlatlarını bilinmeyen bir yere atılmaktan alıkoyarlar, evladının olgunlaşmasına olanak tanımazlar. Sınıf bilincinin aydınlığından yoksun sevgileriyle evlatlarının boynuna sarılır ve onları dünyanın ve insanın halkların birliği, iyiliği için çalışmasından alıkoyarak, bencilliğin, alçaklığın uçurumuna çekerler.
Belki bunu bile-isteye yapmazlar. Ama düzenin demagojisine kapıldıklarının da farkında değillerdir. Zira burjuvazi kendi sınıf bilincine sahiptir. Kendi sınıf bakış açısıyla hareket etmemek, daha sık ve yaygın olarak işçi sınıfında, emekçilerde görülür. Çünkü bu kesimlerin büyük bir bölümü, başlangıçta sınıf bilincine sahip olmazlar. Tam tersine burjuvazi yığınları tüm toplumun çıkarları, milletin çıkarların, “Hepimiz aynı gemideyiz” gibi ifadelerle aldatırlar. Yoksul-emekçi halklarımız kendi sınıflarının değerinden habersiz olabilirler. Ama devrimciler bunu oluruna bırakamaz. Sınıf bilinci de örgütlenmeler aracılığıyla halka taşınır. Onlara sınıf bilinci kazanmanın, emeğiyle yaşayan bir zanaatkârın sağlıklı kişiliğine sahip olmak gibi bir şey olduğunu anlatabilmeliyiz. Ancak böyle sağlıklı kişilikler, duygu ve düşüncelerinde de tutarlı olurlar. Ayrıca, bilinmelidir ki; insanların duygu ve düşünceleri, yaşanılan toplumsal süreçlerden ayrı ele alınamaz. Sınıflı bir toplumda yaşarken, duygu ve düşüncelerimizden kin duygusunu söküp atmak kişiliksizleşmektir. Sınıflı bir toplumda kin, öfke duygusunu yitirmiş insan aslında insanlığından da çok şey yitirmiştir. Çünkü bir insanı insan yapan, onur duygusu, adalet duygusu, namus duygusudur. Haksızlığa, adaletsizliğe, onur-
suzluğa, namussuzluğa öfke duymayan bir insan nasıl bir insandır? Dilsizdir adeta, sağırdır. Mücadelenin iki tarafı, iki temel sınıfı var. Burjuvazi ve proletarya! Tarihsel olarak biri ilerici diğeri gerici misyonuyla karşı karşıyadır. Hem burjuvaziden hem proletaryadan yana olmak imkansızdır... Ara yol arayanlar zavallıdır. Ve saflarımızda katillerimize hizmet ederler, düzeni, kapitalizmi, burjuva kültürünü yaşatmak isterler... Doğal olarak suçludurlar! Bilmek, bildiği halde devrimin görevlerini yapmamak suçtur ve dolayısıyla ara yol arayanlar suçludurlar... Her şeyi biliyor ve anlıyorsan, emperyalizmin vahşetini gördüğün halde, ona karşı savaşacak güçte değilsen... Bundan daha alçak bir ikiyüzlülük yoktur dünyada! Sınıf kini ile haksızlıkların ve adaletsizliklerin üzerine gitmek insan olan herkesin boynunun borcudur. Dünyanın bütün acılarının hesabını sormak için kin ve intikam duygumuzu yitirmemeliyiz. Yitirmemek için savaşmalıyız. Savaşmak diri tutar insanı. Kinimiz bütün sınırları aşar, dünyayı dolaşır. Kinimiz bütün zamanları aşar, yüzyıllardır sorulacak hesabımız vardır. Büyüteceğiz. İntikamımızı alacağız!
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
“ŞU AN BU DERGİ İÇİN ÜÇ GENÇ GÖZALTINDAYSA, VERİN BANA DERGİNİZDEN...” Yürüyüş okurları, Yürüyüş dergisine yönelik tüm toplatma, yasaklama kararlarını yine boşa çıkarıyor. Çünkü her Yürüyüş okuru aynı zamanda bir Yürüyüş dağıtımcısı ve muhabiridir. 2 Eylül Cuma günü üç Dev-Genç’li İzmir Buca’da Yürüyüş dergisi dağıttıkları gerekçesiyle gözaltına alınmıştı. Gözaltılar dergi dağıtımını engelleyemedi. İzmir’de 3 Eylül Cumartesi günü Cennetçeşme’de, 4 Eylül Pazar günü ise Urla-Bademler Köyü’nde dergi okurları dergilerini halkla buluşturmaya devam ettiler.
Gidilen evlerde, AKP’nin Somalili çocuklarla ilgili ikiyüzlü politikası halka teşhir edildi, yaşanan gözaltılar da anlatıldı. "Şu an bu dergi için üç genç gözaltındaysa, verin bana derginizden..." Böyle söylüyordu çalınan kapıların birinde bir amca. Bu mahallelerde toplam 41 dergi halka ulaştırıldı. 3 Eylül akşamı Çiğli Belediyesi’nin düzenlediği Grup Yorum konserinde de dergi tanıtımı ve satışı yapıldı. Burada da 86 dergi dağıtıldı.
Biz de Varız
13
"Yeni Libya'nın İnşaası" Dedikleri Emperyalistlerin Libya'yı Paylaşmalarıdır
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
14
NATO uçakları Libya halkını bombalarken, emperyalist medya da yalan bombardımanıyla beyinleri bombalıyordu. Her şey emperyalist saldırının meşruluğu içindi. Libya’daki yönetimin devrilip, emperyalizm eliyle “Yeni Libya’nın İnşaası” içindi. NATO’nun bombaları hangi işleve sahipse, emperyalist medyanın yalan ve demogojileri de aynı işleve sahipti. Emperyalistler Libya'ya ne için müdahale etmişlerdi? - 42 yıldır diktatör bir rejimle Libya halkını ezen Kaddafi'yi iktidardan indirecekler ve Libya'ya demokrasi getireceklerdi. - Kaddafi “sivil halkı” katlediyordu, halkı Kaddafi’nin zulmünden kurtaracaklardı. - Demokrasi yoktu, özgürlükler yoktu. Kaddafi ailesinin diktatörlüğü vardı. Diktatör ailesiyle, içini hiç kimsenin göremediği saraylarda lüks ve şatafat içinde yaşıyordu. Halk demokrasi istiyor ve Kaddafi halkın bu isteğini şiddetle bastırıyordu. Kaddafi hakkında uydurulan daha pekçok yalanlar. Bunların hepsi Libya'yı işgalin ve yağmalamanın gerekçesi yapıldı. Oysa gerçek şuydu ki; Libya dünyanın 17. büyük petrol rezervine sahip ülkesiydi. Ve petrolü de dünyadaki en kaliteli ikinci petroldü. Emperyalistlerin iştahını her zaman kabartmıştı bu. Kaddafi iktidarı bu yağmanın önünde engeldi. Bunlar artık çok açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. “‘Tarihçi Del Boca’ya göre ‘Sarkozy ve Cameron, Libya’yı hedef alan savaşı petrol için yarattılar’. La Repubblica gazetesinin ABD muhabiri Federico Rampini ise, ‘Serbest kalan petrol herkesin iştahını açıyor, İtalya, Fransa ve ABD yarış ediyor’ başlıklı haberinde Libya’da Kaddafi sonrası dönemde Batı’nın petrole bakışını değerlendirdi. Petrol şirketi Eni ve Ansaldo gibi İtalyan şirketlerinin Libya’yla köklü ekonomik ilişkilere da-
yanan ortak bir geçmişleri olduğu anımsatılan haberde ABD, İtalya ve Fransa’nın Libya Geçici Ulusal Konseyi’nin yeni stratejilerini beklediği vurgulandı.”(Cumhuriyet, 28.08.2011) “Demokrasi, özgürlük, halkı kurtarmak” denilerek ortaya konulan bütün yalan ve demogojiler, haydutça ve hukuk, kural tanımazca yapılan NATO müdahalesi, desteklenen, geliştirilen ve “demokrasi, özgürlük için savaşan muhalifler” diye yutturulan yerli işbirlikçiler... İşte her şey Libya petrolünü yağmalamak için. Bunu biz söylemiyoruz sadece, emperyalist medyanın kendisi söylüyor. “Wall Street Journal’in Ulusal Konseyi’nin liderini sabaha karşı 06.40’ta arayan ilk Batılı liderin Sarkozy olduğunu yazdığını belirten La Repubblica, çokuluslu İngiliz petrol şirketi BP’nin yeniden Libya’ya geri döneceğini de aynı gazetenin yazdığını vurguladı. Libya’da petrol üretimi savaş öncesi düzeye döndüğünde neler olabileceğini sorgulayan haberde ortada büyük bir pastanın olduğu, bunun yakın gelecekte Paris, Londra ve Washington’ın iştahını kabartabileceğine dikkat çekildi.” (Cumhuriyet, 28.08.2011) Fransa Libya petrollerinin yüzde 35'inin işletme hakkını almış. Ve bütün emperyalistler Libya'nın yağmalanmasından daha çok pay alma derdine düştüler. “Kesin olan ise, Libya'da 'devrilen' ve 'değişen' her ne ise küresel sermayeye 'yüklü kaynak aktarımı' için yapıldığıydı... 2008 krizinden beri reel büyüme göstermeyen yetersiz taleple boğuşan Batı kapitalizminin mali krizdeki devletleri için Libya gibi çevre ülkelerin zenginlikleri, NATO gücü kullanılarak sermaye hareketine katılmalıydı... (…) Avrupa'nın tecrübeli eski sömürgeci ülkeleri İngiltere ve Fransa, tam güçleriyle askeri harekata katılırken, Libya'nın paylaşımında kapacakları 'aslan payından' çok emindiler.” (Nihal Kemaloğlu, Akşam, 06.09.2011)
Maskeler düştü, yalanlar açığa çıktı. Görüldüğü gibi hiçkimse tersini iddia etmiyor. Asıl amaç daha doğrusu tek amaç; Libya’nın tüm zenginliklerini yağmalamaktır. Hangi alçaklık böylesine açık bir yağmayı “özgürlük”, “demokrasi”, “adalet” diye sunabildi. Hangi alçaklık ve halk düşmanlığı bu gösteriyi bile bile emperyalizmin yalanlarına, demogojilerine boyun eğdirdi, bir yalan da kendisi uydurtmaya çalıştı. Bugün olduğu gibi dün de her şey ortada ve açıktı. Emperyalizmin dünyasına boyun eğmeyenler, yalnız kalma pahasına değerlerine sahip çıkanlar, vicdanını, onurunu yitirmemiş olanlar Libya’ya yönelik müdahale ve saldırganlığın, Libya’nın zenginliklerini yağmalamaya dönük bir emperyalist müdahale olduğunu yazdılar, söylediler. Libya’ya yönelik emperyalistlerin ve yerli işbirlikçilerinin saldırılarını protesto ettiler. Dün, yalanları bile bile yutanlar, kendileri de bir yalan ekleyenler şimdi utanmadan gerçekleri yazıyorlar. Neden? Çünkü ne de olsa Kaddafi devrilmişti. Her şey emperyalistlerin denetimine geçmişti. Irak’ta da aynısını yapmadılar mı? Saddam diktatörlüğü dediler, nükleer silahlar dediler. İşgale meşruluk yarattılar. Saddam iktidarını yıktıktan sonra bizzat kendileri bunların olmadığını söylediler. Nasılsa iş bitmişti. Yalan işini görmüştü. Yeni yalanlara zemin hazırlamak için “günah çıkarmak”, doğruları söylemek gerekiyordu. Bunu yaptılar. Aynı oyunu şimdi Libya’da oynuyorlar.
Efendi ve Uşakları “Yeniden İnşaa” İçin Yarışıyorlar 42 yıllık diktatör devrildi diyorlar. Şimdi Libya’yı yeniden inşaa edecekler. Bu nasıl bir inşaa olacak? İşte “yeniden inşaadan” birkaç örnek. Libya’da eğitim, sağlık, barınma ücretsizdi. Yeniden inşaa edilecek Libya’da tüm emperyalist-kapitalist ülkelerde ve yeni sömürge ülkelerde
Liseliler: Bu Kavgada
olduğu gibi her şey paralı olacak. Libya’da işsizlik sıfırdı. Yeniden inşaa edilecek Libya’da tüm emperyalist-kapitalist ülkelerde ve yeni sömürge ülkelerde olduğu gibi işsizlik artacak. Ve işsizlerin sosyal hiçbir güvenceleri de olmayacak. Libya IMF’ye borcu olmayan nadir ülkelerdendi. Yeniden inşaa edilecek Libya’da tüm emperyalist-kapitalist ülkelerde ve yeni sömürge ülkelerde olduğu gibi IMF ile sıkı ilişkiler içine girecek ve Libya halkları ipotek altına alınacak. Doğmamış çocuklar borçlandırılacak. Libya emperyalistlerin denetimi altına girmemiş bir ülkeydi. Kaddafi yönetimi emperyalist yağmanın önünde sorun çıkartıyordu. Yeniden inşaa edilecek Libya’da engeller düzlenecek. Kaddafi yönetiminde Libya’nın askeri gücü yok denecek kadar azdı. Asker sayısı az, silah gücü düşük. Yeniden inşaa edilecek Libya’da askeri harcamalar artırılacak, Libya komşu ülkelere yönelik emperyalizmin vurucu gücü haline getirilecektir. Yeniden inşaa edilecek Libya’da, Libya halkı Irak’ta, Afganistan’da olduğu gibi emperyalizmin “demokrasisi” ile, kapitalizmin “özgürlükleri” ile tanışacak. Daha açık bir ifadeyle; Libya halkı açlıkla, yoksullukla, yozlaşmayla, kendilerini kimin soyacağını belirledikleri demokrasicilik oyunlarıyla tanışacaklar. "Yeni Libya'nın İnşası" diye 2 Eylül'de Fransa'da yapılan toplantılarda bunların kararlarını aldılar. Libya'nın yeniden inşası 100 milyar dolarlık bir pazar oluşturuyor. Şu anda emperyalist tekeller Libya'ya üşüşmüş durumda. Türkiyeli işbirlikçi tekeller de yağmanın peşinde. AKP iktidarı tekellere iş bağlamak için tekellerin pazarlama elemanı gibi çalışıyor.
Asıl Dertleri Bu; Yağmadan Pay Almak AKP, Ortadoğu’da emperyalizmin maşasıdır. Emperyalistler ne kadar etkin kullanırsa kullansın o paylaşım savaşında bir uşağa düşen pay, en fazla taşeronluktur. Fransa'da yapılan toplantıda inisiyatif Fransa'nın elinde diye
rahatsız oldu. Ve Obama’ya şikayet ediyorlar. Toplantılar Amerika'da Obama’nın başkanlığında yapılsın diye Amerika'ya teklifte bulundular. Bu nasıl bir işbirlikçiliktir ki, bu nasıl müslümanlıktır ki, Libya’nın paylaşımı için böyle bir teklifte bulunuyor AKP? Hani Ortadoğu'nun liderliğine soyunan Tayyip? Libya için müslüman kardeşlerimiz vs. diyorlardı. Hatırlanır, Tayyip Erdoğan NATO'nun saldırısı başladığında yaptığı bir konuşmada şöyle demişti: "Batılı ülkeler Libya'daki insani durumla değil, bölgenin doğal zenginlikleriyle ilgileniyor" demişti. Şimdi ‘batılı’ ülkelerden sizin farkınız nedir? Hem de dini kullanarak yapıyorsunuz. Kapitalizmin dini imanı yoktur. Her şeyi sahtedir. AKP'nin dinciliği de sahtedir. Onların derdi de Libya’daki yağmadan daha çok pay almaktır.
İlerici Olmak, Yurtsever Olmak, Emperyalizme Açık Tavır Almaktır İlerici olmanın ölçüsü emperyalizme karşı olmaktır. Marksist-Leninistler bir hareketi desteklerken bu şaşmaz ölçüyü esas alırlar. Bu ideolojik netliktir. Türkiye solu bu noktada da ciddi kafa karışıklıklarına sahiptir ve bu yanıyla da emperyalizmin yalanlarına tabi olan, emperyalizmin yönlendirmelerinden etkilenen bir durumdadır. Dün Irak, Yugoslavya, Afganistan örneği vardı. Bugün de Libya ve Suriye örneği. Emperyalistler işgallerini, saldırganlıklarını meşrulaştırmak için her türlü yalan ve demogojiyi harekete geçirirler, ideolojik olarak güçlü olmayanlar bu yalanlardan etkilenirler. Bunun sonucu “Saddam diktatörlüğü”, “Taliban”, “Miloseviç iktidarı”, “Kaddafi, Esad diktatörlüğü” denile-
Biz de Varız
rek emperyalist saldırıya, işgale tavırsız kalmaktır. Dahası emperyalist medyanın NATO bombaları, katliamları arasında pişkince yükselttiği “insan hakları” demogojilerine sarılarak onların yedeğine düşmektir. Özellikle reformist soldaki etkilenme öyledir ki, burjuva medyanın söylemleriyle konuşulmakta ve yazılmaktadır. Suriye'de ve Libya'da emperyalizmle işbirliği yapan yerli işbirlikçileri 'muhalif gruplar', ‘isyancılar’ diye niteleyerek emperyalistlerin saldırılarını meşrulaştırmak için uydurdukları yalana tabi olmuşlardır. “Bu arada İngiliz istihbarat subaylarının vızır vızır sahadaki 'sivil' çalışmaları, yine eski İngiliz askerlerinden oluşan özel güvenlik şirketleri, Fransız ve Katar Özel Harekat birliklerinin katkılarına naif dünya 'işte isyancılarının zaferi' diye seviniyor... Aylardır Libya'da olan ve isyancılar gibi giyinen İngiliz askerleri de Trablus harekatından sonra üniformalarına kavuşmuş olmalılar.” (Nihal Kemaloğlu, Akşam, 06.09.2011) “Muhalif”, “isyancı” diye yutturulanın gerçekte yerli işbirlikçiler olduğunu söylemiştik. Kendi halkı, kendi vatanı karşısında emperyalizmin yanında saf tutana işbirlikçi, hain denir. Meğerse bunların tümü işbirlikçi de değilmiş. Bir kısmı işbirlikçi üniforması giydirilmiş emperyalist askerlermiş. Çağımızın en büyük gericiliği, halkların baş düşmanı emperyalizmdir. Emperyalizme tavır alan, emperyalizmin hesapları önünde engel olan ve direnen her kim olursa olsun desteklenmelidir. Bu güçlerin sınıfsal karakterlerine bakarak ya da sonradan gericileşebileceklerini düşünerek emperyalizme karşı radikal tavırları desteklememek objektif olarak emperyalizme hizmet etmektir. Bu konuda reformist sol yine ‘90’ların “Ne Sam Ne Saddam” çizgisindedir. Sınıflar savaşında arada bir yer yoktur. Bir ülkenin topraklarının yağmalanmasına tavırsız kalmak yağmadan yana taraf olmaktır.
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
15
‘KÖRLER SAĞIRLAR BİRBİRİNİ AĞIRLAR’ İsrail ve Türkiye Arasındaki İlişkiyi Belirleyen Emperyalizmin Çıkarlarıdır Günlerdir gazete manşetlerinde yer alan BM Mavi Marmara raporu ve İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkilerde AKP'nin bir kez daha rüzgarı arkasına alma manevrasının tüm hızıyla sürdüğünü görüyoruz. BM raporu aynı zamanda yaşananların emperyalistlerin ve burjuvazinin gözünden nasıl göründüğünü ortaya sermektedir. Pervasız katliamcı İsrail devletine katliamlardan vazgeç demek yerine "kibar katil" olma yolunu tercih olarak göstermektedir.
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
16
AKP'nin Riyakar Politikası AKP Dışişleri Bakanı 5 maddelik bir yaptırım planı açıklarken İsrail’e veryansın edip ortalığı ayağa kaldırmaktalar. Gören de İsrail'e savaş açılmış ve Filistin halkının çıkarları için ve de Filistin açıklarında Mavi Marmara gemisinde katledilenler için dünyayı İsrail’in başına yıkacaklar zanneder. Oysa soludukları soluk bile yalandır bunların. Meşhur "one minute" yaklaşımının yarattığı havayı bir kez daha arkasına almaya çalışan AKP, benzer oyunu bir kez daha tezgahlamaktadır. Ortadoğu halklarının ve ülkemizde Filistin sorununu sahiplenen rolünü oynayarak halkımızın gözlerini boyamaya çalışmaktadır. Yıllarca İsrail ile ilişkileri kapalı kapılar ardında yürüten oligarşinin hükümetlerinin girdikleri ilişkilerin boyutları yıllar sonra açığa çıkmıştır ki, o güne kadar İsrail'e demediğini bırakmayan iktidarların gerçekte onunla içtikleri suyun bile ayrı gitmediği görülmüştür... Yıllar sonra AKP'nin içinden çıktığı yine islamcı bir parti olan Refah partisi döneminde tümüyle su yüzüne çıkarılmış ve karşı-
lıklı ilişkiler artık açık açık yürütülür hale gelmiştir. Ve o günden bugüne de böyle yürümektedir. Kuşkusuz zaman zaman “kayıkçı kavgası” eşliğinde sürmüştür bu ilişkiler... Zaman zaman dalaşırlar gözleri boyamak için, ama gerçekte de birbirlerinin tüm yaptıklarını hoş gören, üstünü örten bir tavır içinde olurlar. Bu nedenledir zaten AKP Filistin sorunun çok gündeme getirdiğinde İsrail tarafı hemen “sen önce kendindeki Kürtler’e ne yaptığına bak sonra bize akıl ver” diyebilmiştir. "Tencere dibin kara seninki benden kara" misali. Son yıllarda, özellikle AKP iktidarının Ortadoğu'da BOP kapsamında daha aktif bir rol üstlenmesi ve Ortadoğu ülkeleri nezdinde emperyalizmin hem baskı gücü hem de Truva Atı olarak görev yapmaya başlamasıyla İsrail'e karşı keskin çıkışları da artmıştır. Bu çıkışlar gerçekleri örten bir şal görevi görmektedir. AKP kimi zaman İsrail'den daha sadık ve daha becerikli iş görecek bir uşak olduğunu emperyalist efendilerine göstermek için kraldan daha kralcı bir tutum sergileyerek bölge ülkelerine karşı saldırganlık politikasını en üst boyutta sürdürmektedir. Kimi zaman da Filistin sorunu gibi bölgede hassas bir sorun olan ve bölge halklarının duyarlı olduğu bir konuya sahip çıkıyormuş ve hatta bu konuda en fazla çaba sarfeden ve İsrail'e hatta daha ötesi dünyaya bu konuda kafa tutan kendileriymiş gibi yansıtan gösterilerde bulunmaktadır.
Timsah Gözyaşları ve AKP'nin Gerçeği AKP'nin kurucuları ve bu anlayışı savunanlar hiçbir zaman Filistin hal-
kını sahiplenmemiş, onun için İsrail'e ve emperyalizme kafa tutmamışlardır. Tersine onlar tüm tarihleri boyunca emperyalizmle işbirliği içinde Filistin halkının ve ülkemiz halkının mücadelesine saldırmışlardır. Filistin için döktükleri gözyaşları timsah gözyaşlarıdır. Tüm mücadele tarihi boyunca Filistin halkının hep yanında olmuş, onların emperyalizme ve siyonizme karşı mücadesini bütün gücüyle desteklemiş, işgal altındaki topraklara gidip Filistinlilerle omuz omuza çarpışmış olan ve bu uğurda şehitler veren devrimcilere karşı AKP ve onun öncesi olan islamcı örgütler devamlı bir saldırı içinde olmuşlardır. "Allahsız komünistler, anarşistler, teröristler" diyerek katliamlara varan saldırıları gerçekleştirmişlerdir. Özellikle 1960'lı yıllarda devrimcilerin karşısına çıkarılan yegane güç bu islamcılar olmuştur. Bugün Cumhurbaşkanı koltuğuna oturan Abdullah Gül'ün de içinde bulunduğu MTTB (Milli Türk Talebe Birliği) bu saldırılarda başı çeken kurumlardan biridir. Ortadoğu'da İsrail'in çıkarlarını koruyan ve emperyalizmin halklar üzerindeki hakimiyetini korumak amacıyla bulundurulan Amerikan 6. Filosunun ülkemizi gelişini protesto eden kitleye 1969 yılında Kanlı Pazar olarak bilinen saldırıda iki devrimciyi katledenlerin içinde olanların bir kısmı bugün AKP'yi kuranlardır. Amerika’nın yanında olmak en somut haliyle İsrail'in yanında olmaktır. Bu herkesin bildiği somut bir gerçektir. İsrail'in en kanlı, en vahşi saldırılarını bile dünya karşısında savunan tek gücün Amerika olduğu açıktır. İsrail'in gücünün temel kaynağının da Amerika olduğu bir gerçektir. Bu nedenle Amerika'nın yanında olmak öz olarak İsrail'in yanında
Liseliler: Bu Kavgada
olmaktır. Ama AKP ve onun öncelleri için İsrail'in yanında olmanın daha somut örnekleri de bolca mevcuttur. İsrail ile girdikleri ekonomik ilişkiler ve özellikle son yıllarda İsrail'e verilen ihaleler İsrail'i ihya eder niteliktedir. İsrail ihracatının yüzde 26'sını Türkiye'yeye yapıyor. Ve birçok askeri ihaleyi alarak da Türkiye üzerinden Filistin halkına karşı kullanmak üzere sermaye elde ediyor. Yapılan anlaşmalar sonucu Filistinli çocuklmarın başına bombalar yağdıran pilotlarını Türkiye'de, Konya'da eğitmektedir İsrail. Ve bunu ona sağlayan da AKP'den başkası değildir. AKP ki, İsrailli işadamı Offer'e limanlarımızı satabilmek için bir gecede kıyı ve limanlara ilişkin yasayı değiştirmiş bir partidir. Ve buralar Offerlere peşkeş çekilmiştir. Buna karşı çıkanlara Tayyip Erdoğan'ın söyledikleri de onların zihniyetini açıkça ortaya serer niteliktedir. “Limanları İsrail’e satmayın, mayınlı araziyi İsrail’e vermeyin” diyenlere karşı Erdoğan grup toplantısından şöyle cevap veriyor; “Neymiş İsrailliymiş, neymiş Yahudi’ymiş, ne yazık ki, köhnemiş ideolojik yaklaşımlar bunlar... Paranın İsraillisi, dini, ırkı, vatanı olur mu? Üstelik, bunlar buraya geldiğinde, koskoca gemiler gelecek, alışveriş yapacaklar, paralı bu insanlar, bırak gelsin” İşte bu kadar açık ve nettir AKP'nin anlayışı. Onların dini imanı paradır. Paranın olduğu yerde dinlerini de imanlarını da satarlar. Filistin halkının mücadelesini satmaları ise bunun yanında hiç kalır. Bugün Filistin halkına yönelik ambargoya sözde karşı çıkan AKP iktidarı son BM raporundan sonra da İsrail'e karşı tıpkı Davos'taki gibi keskin bir çıkış gerçekleştiriyor ve beş maddelik yaptırım kararları alıyor. Ancak bu yaptırımların hiçbiri ekonomik yaptırımları içermiyor. Ve dahası yaptırımların hiçbirinin gerçek anlamda bir kıymeti de bulunmuyor. "İsrail ile olan askeri anlaşmaların tümü askıya alınmıştır" diyor mad-
delerden biri... İptal etmiyor, sadece askıya alıyor... Zaten bugün halen devam eden ve dişe dokunur olan bir askeri anlaşma da yoktur. Geçmişte yapılan bir çok anlaşma vardır hepsinin de gereği fazlasıyla yerine getirilmiştir. İşte İsrail ile yapılan askeri anlaşmalar; İsrail ile savunma sanayi adı altında askeri alanda yapılan projelerin toplam hacminin 500 milyon doları bulduğu açıklanıyor. Bunların içinde Heron ve keşif kodları dışında büyük proje olmadığı ve İsrail'den kritik bazı teknolojilerin alındığı ifade ediliyor. Yaklaşık 20 yıldır İsrail'den askeri araç ve gereç alan Türkiye'nin bugüne kadar İsrail'e ödediği para 4,5 milyar doları buluyor. Ve şu ana kadar İsrail ile yapılan büyütk projelerin hepsinin bittiği sadece küçük bazı projelerin kaldığı açıklanıyor.
Devam Eden Projeler Elektro Optik Keşif Kodu: F-4 ve F-16 savaş uçakları için elektro optik keşif kodları eklenmesi, iki büyük projeden biri. 300 milyon dolarlık projede İsrail’in payı 180 milyon dolar. Türkiye'nin bunları Kürt yurtseverlere karşı istihbarat amacıyla kullanması hedefleniyor. 170 tane M-60 tankının modernizasyonu anlaşması kapsamında Türkiye, İsrail’e 687,5 milyon dolar ödedi. Modernize edilen tankların teslimatı tamamlandı. Dersim'de ve Kürdistan dağlarında gerillaların katledilmesi, Kürt halkının cesetlerinin arkasına bağlanıp sürüklenmesi için kullanılan işte bu tür tankların modernisazyonu için İsrail'e verilen ihaleyle kazandırılan dolarlar da Filistin halkının katledilmesi için kullanılmaktadır. AWACS’a yeni donanım: Hava Kuvvetleri’nin, Barış Kartalı Projesi kapsamında aldığı 4 AWACS (havadan uyarı ve kontrol sistemi) uçağına yeni donanım ve yazılımlar eklenecek. TAI’nın ana yüklenici olduğu 1,5 milyar dolarlık projeye İsrailli IAIElta firması Elektronik Destek Sistemi’ni temin edecekti. İsrail, bu sistem
Biz de Varız
için 25 milyon dolar alacaktı. MRAP üretimi: Mayın ve patlayıcı korumalı personel taşıyıcı ihalesini alan Türk BMC, araçları İsrailli Hetehof lisansıyla üretiyor. HERONLAR: İsrail’den 15 milyon dolara iki Heron kiralayan Türkiye, daha sonra 183 milyon dolara 10 Heron aldı. Heron’ların bakımları halen İsrail’de yapılıyor. Türk Hava Kuvvetleri envanterindeki 48 adet F-4 savaş uçağının modernizasyonu projesi 632,5 milyon dolara İsrail’e verildi. Projenin maliyeti 1 milyar doları aştı. Türkiye ile İsrail arasında askeri istihbarat alanında 167 milyon dolarlık anlaşma imzalandı. Bugün askeri yaptırımlar olarak açıklanan kararlardan etkilenecek olan; sadece bu kiralanmış olan Heronların kiralama süresinin uzatılmaması ve gerçekte sürekli gizli tutulduğu için yürüyüp yürümediğinin denetlenemeyeceği askeri istihbarat alanındaki anlaşmalar olacaktır. Ayrıca AWACS'a yeni donanım projesi gibi küçük projelerde geçici olarak askıya alınabilecektir. Kısacası bugün çok da önemli olmayan bazı askeri anlaşmaların askıya alınması dışında bir yaptırım sözkonusu değildir. Diplomatik ilişkilerin İkinci Katip Derecesi’ne indirilmesi ise İsrail ile ilişkilerde çok da sözü edilemeyecek bir yaptırımdır. Sürekli didişen ama birbirinden ayrılmayan siyam ikizleri gibi Amerika'nın uydusunda hareket eden iki gücün görünüşteki bu dalaşının uzun vadeli hesaplar için çok kıymeti harbiyesi yoktur. Katledilenlerin ailelerine hukuki destek verelmesinin İsrail için yaptırım anlamı taşıyan bir niteliği yoktur zaten. Gazze'ye yönelik ambargo konusundaki kararın ise Türkiye açısında demagojiden ibaret olduğu daha kararın içinde mevcuttur. Uluslararası Adalet divanına götürülecek böyle bir konunun ancak emperyalistlerin isteği doğrultusunda şekilleneceğini söylemek için kahin olmaya gerek yoktur. Bunun da Filistin halkına yönelik
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
17
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
18
uygulanan amborgonun kaldırılmasını bilinmez tarihlere ertelemek dışında anlamı yoktur. Doğu Akdeniz'de Seyrüsefer Serbestisi konusunda alınan kararla Türkiye Akdeniz karasularında daha fazla bulunmayı ve donanmasını buralara kadar göndermeyi söylüyor. Bunun İsrail için bir tehdit olacağı söylenmekle birlikte oligarşinin tüm tarihine baktığımızda bunun hiç de böyle almadığı ve olmayacağını çok rahat söyleyebiliriz. Evet Türkiye donanmasını buralara gönderebilir ama bunu İsrail'e karşı değil bölgede BOP kapsamında emperyalizme sorun çıkaran ülkeleri tehdit etmek için gönderir, gönderecektir. Suriye için Libya için veya sorun olabilecek bölgedeki diğer tüm ülkeler için tehdit olacaktır Türkiye'nin göndereceği donanma. İsraile karşı değil, tersine onunla birlikte ve onu tamamlayıcı bir tehdit gücü olarak gidecektir oralara. Yıllarca gizli kapılar ardında ilşikiler yürütülen İsrail ile bugün açık açık yürütülen ilişkiler sözkonusudur. Halkımızın ve Ortadoğu halklarının düşmanlığını kazanan bir İsrail'e karşı AKP'nin zaman zaman bu şekilde çıkışlarının olmasından daha doğal bir şey yoktur. İsrail için yapılanların gizlenebilmesi için bunlara ihtiyaçları vardır. Ama onların gerçeği ve İsrail ile olan ilişkileri bunun çok ötesindedir. Öyle ki, İsrail'in kuruluşunu sağlayan ve ona en büyük desteği sunan Amerika'daki Yahudi kuruluşları tarafından madalya ile ödüllendirilme noktasındadır bu ilişkiler... "Kısa adı AJC olan Amerikan Yahudi Kongresi, 2004 yılı Ocak ayında New York'taki HSBC binasında düzenlenen törenle Başbakan Tayyip Erdoğan'a 'Cesaret Ödülü' verilmişti. Ödül tüm dünya basınında, "Erdoğan, Yahudi Kongresi'nden cesaret ödülü alan dünyadaki tek Müslüman devlet adamı" olarak bahsedilmişti. Amerika'daki etkin Musevi lobilerinden Anti Defamation League (ADL) ve American Je-
Enternasyonalizm THKP-C’nin teori ve pratiğinde içi boş bir sözcük olmaktan çıkmış, büyük bedeller pahasına ete kemiğe büründürülmüştür. Amerikan emperyalizminin Ortadoğu’daki ileri karakolu olan İsrail, bağımsızlık ve özgürlük isteyen Filistin halkına karşı her türlü vahşeti uygulamaktan çekinmemiştir. Dünya halklarının düşmanı olan emperyalizmin, çıkarlarını korumak için Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren İsrail’in Türkiye’deki başkonsolosu 22 Mayıs 1971’de THKP-C’nin hedefiydi bu kez. Filistin halkının acısını yüreğinde hissetmek ve yapılan katliamların hesabını sormaktı enternasyonalizm. Ve enternasyonalizmi sözde değil özde kavrayan THKP-C katliamların hesabını soracaktı. wish Committiee (AJC) 2004 yılında ayrı ayrı Başbakan Erdoğan'a "Cesaret Ödülü" vermişti. " (30.01.2009, Milli Gazete) Evet, işte bu kadar açık ve nettir AKP'nin İsrail ile olan dostluğu. Bugün söylenenlerin, atıp tutulanların bu gerçekler karşısında hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Ve zaten Başbakanlık Başdanışmanı İbrahim Kalın daha AKP'nin yüksek perdeden atıp tutmaları devam ederken İsrail gazetelerinden Haaretz'e "İsrail büyükelçinin dönüşünden, ortak askeri tatbikatlara kadar Türkiyeİsrail ilişkisinin Mavi Marmara olayı öncesine geri döneceğini" söylüyor. Yani ambargo vb. gibi kararlarda ifade edilenlerin gerçekte hiçbir önemi ve anlamı yoktur. Keza İsrail'e karşı böylesine keskin bir çıkışın tam da NATO erken uyarı radarlarının Türkiye'ye kurulacağının açıklandığı günlerde olması da çok tesadüf olmasa gerek. Emperyalistlerin tüm bölgeyi kontrol altında tutma, bugün için ise özellikle İran'a karşı İsrail'in güvenliğini de alma amaçlı olarak gündeme getirilen bu erken uyarı sistemlerinin Türkiye'ye yerleştirildiği bir zamanda
AKP'nin İsrail'e karşı bu şekilde keskin bir çıkışının olması da elbet tesadüf olamaz. Keskin söylemlerin arkasında İsrail'in çıkarlarını ve güvenliğini sağlama gibi ulvi bir görev de unutulmamakta ve sessiz sedasız bir şekilde ülkemize emperyalist uydular, radar sistemleri yerleştirilmektedir.
BM Raporunun Söylediği Gerçek; "Kibar Katiller Olun" AKP'nin etrafında fırtınalar kopartığı BM raporu gerçekte de üzerinde fırtınalar koparılması gereken bir rapordur. Ancak bu fırtınayı çıkaranların ikiyüzlü olmaları da en az rapor kadar önemli olmaktadır. Rapor Filistin halkına yönelik sessiz ve örtülü imhayı içeren ambargoyu tümüyle meşru gören ve savunan bir rapordur. Raporda İsrail'in gemi baskınında yaptığı katliam anlatılıyor ve bunun nasıl bir kan dökücülükle yapıldığı da izah ediliyor ve bu salt bir aşırı güç kullanımı olarak değerlendirip İsrail bu konuda uyarılıyor. Ancak bunun meşru bir durum olduğunu da aşırı güç kullanımı diyerek ifade ediyor. Yani güç kullanmakta haklısın ama bu şekilde "aşırı" güç kullanma. Aşırısı dokuz kişinin katledilmesi, yaralı halde bulunan insanların üzerine kurşun yağdırılması ve işkence oluyor... Buna karşılık yapılması gerekeni de yine BM raporundan öğreniyoruz. BM raporu diyor ki ambargo meşrudur. Siz ne diye kalkıp herkesin gözünde meşruiyetinizi yitirecek şekilde hareket ediyorsunuz. Bunu yapmayın, geleni engelleyin tabi buna hakkınız var ama bunu kan dökmeden yapın. Kendi ülkelerinde ve dünyanın dört bir yanında halkların kanını dökmekten, en vahşi katliamlarından en "kibar" ve sessiz katliamlarına kadar her türlüsünü yapmanın uzmanı olan emperyalistlerin denetimindeki BM'nin böyle bir rapor hazırlaması elbette şaşırtıcı değildir. Çünkü onlar da en az İsrail kadar suçludur ve halkların katilidirler.
Liseliler: Bu Kavgada
Sonuç olarak; ne AKP'nin ne de BM gibi emperyalizmin denetimindeki kuruluşların Filistin halkı için yapacakları bir şey yoktur. Onlar gerçekte Filistin halkının baş düşmanı olan ve kanını akıtan İsrail'in dostu ve yandaşıdırlar.
Filistinle Dayanışmanın Onuru Devrimcilerindir Filistin halkının gerçek dostu ve onun davasının savunucusu dün olduğu gibi bugün de yine devrimcilerdir. Filistinliler için hiçbir çıkar gözetmeden, canını ortaya koyabilenler yalnız ve yalnız devrimcilerdir. Filistinle dayanışmanın onuru bizimdir. Filistin dacasında THKP-C’nin çok özel bir yeri vardır. İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Efraim Elrom’un kaçırılması ve cezalandırılması Filistin davasıyla dayanışma için yapılmıştır. Bu Türkiye solu adına, ennternasyonal dayanışma adına büyük bir onurdur. Biz bu eylemi yapan Mahir Çayanlar’ın yoldaşdaşlarıyız. Mahir Çayan ve Deniz Gemişlerden bu yana Türkiye devrimci hareketi Filistin halkının mücadelesinin hep yanında olduğunu gerek eylemleriyle ve gerekse de bizzat Filistinde savaşarak ortaya koymuştur.
Efraim Elrom, kaçırıldıktan 5 gün sonra taleplerin yerine getirilmemesisonucu 22 Mayıs 1971 de Genel Komite’nin kararı gereği Mahir Çayan tarafından cezlandırılır. İsrail siyonizmi tarafından katledilen Filistin halkının haklı mücadelesini destekleyen THKP-C, katliamları protesto etmek ve hesabını sormak için İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom’u cezalandırmıştır. Bu eylemle THKP-C enternasyonalist değerlere ne denli önem verdiğini tüm dünya halklarına göstermiştir. Amerikan emperyalizminin Ortadoğu’daki ileri karakolu olan İsrail, bağımsızlık ve özgürlük isteyen Filistin halkına karşı her türlü vahşeti uygulamaktan çekinmemiştir. Buna karşı bizler de dünden bu güne Filistin halkının yanında, emperyalizm ve onun uygulayıcısı siyonizmin karşısında olduk. Dünya halklarının düşmanı olan emperyalizmin, çıkarlarını korumak için Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren İsrail’in Türkiye’deki başkonsolosunun THKP-C'nin hedefi olması bunun geçmişten günümüze taşınan somut bir örneğidir. 22 Mayıs 1971'de Mahir
Çayanlar tarafından kaçırıldıktan 5 gün sonra ölümle cezalandırılmıştır. Biz devrimciler; Filistin ve diğer ezilen dünya halklarının acısını yüreğinde hissetmemekle kalmamış, bununla birlikte emperyalizmin ve onun uygulayıcısı siyonizminden hesap sormuşuzdur. Bizler; ezilen dünya halklarının kardeşliğini, acısını halkların asıl katilinin emperyalizmi ve işbirlikçileri olduğunu bilmiş, hesap sorarakta göstermişizdir. Bizler Mahir Çayanların yoldaşlarıyız. Filistin davasının gerçek savunucu bizizdir. Bugün islamcı hareketlerin bölgede güç olması geçicidir. Bu hareketler daha düne kadar emperyalistlerle ve İsrail ile işbirliği içinde olan ve onlarla birlikte devrimci hareketlere karşı savaşan güçlerdir. Şimdi oluşan boşlukta ve emperyalistlerin kendilerinden yüz çevirmesi sonucu anti emperyalist bir tutum almış olsalar da yarın tekrar kol kola girmeyeceklerinin hiçbir garantisi yoktur. Halkına ihanet ederek tarih sahnesine çıkanların yarın tekrar ihanet etmemeleri için hiçbir neden yoktur. Çünkü onların mayası ihanetle karılmıştır.
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
KÜLTÜR-SANATTA DA TEK ALTERNATİF BİZİZ! HALK İÇİN SANAT, HALK İÇİN EDEBİYAT!
2. İSTANBUL TAVIR KÜLTÜR SANAT FESTİVALİ BAŞLIYOR! Yayın hayatında 30 yılı geride bırakan Kültür Sanat Yaşamında Tavır dergisi, ilkini geçen sene yaptığı Kültür Sanat Festivali’nin ikincisini 16-17-18 Eylül tarihlerinde İstanbul Okmeydanı'ndaki Sibel Yalçın Direniş Parkı'nda düzenleyecek. Kültür sanat alanında alternatif bir edebiyat anlayışı konusunu tartıştıracak olan festivalde bir dizi etkinlikler yapılacak. Aynı zamanda edebiyatta tekelleşmenin de tartışılacağı, alternatif kitap fuarları oluşturma hedefinin belirleneceği festivale edebiyat çevrelerinden yazarlar ve ya-
yınevleri de katılacak. İdil Kültür Merkezi’nin organize ettiği festivalde Cezmi Ersöz, Mehmet Özer, Güngör Gencay, İbrahim Karaca, Ruhan Mavruk, Sennur Sezer, Adnan Özyalçıner, Metin Yeğin ve bir çok yazarın imza günleri ve söyleşileri yer alacak. 16-18 Eylül tarihleri arasında Okmeydanı Sibel Yalçın Parkı’nda düzenlenecek olan festivalde 1. gün kısa filmler gösterilirken 2. gün tiyatro oyunları, 3. gün ise Grup Yorum ve konuk sanatçıların konserleri ücretsiz olarak halka sunulacak. Festival alanında sabah saatlerinden itibaren yayınevlerinin kitap standları ile çeşitli el işi ürünlerin sergilendiği standlar kurulacak. Festivalle ilgili bilgi almak için şu telefon numarasından ulaşabilirsiniz: (0212) 238 81 46
Biz de Varız
19
Kahinin kehaneti değil, emperyalizm gerçeği
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
20
Sabah gazetesinde Erdal Şafak "Kahin ve Kehaneti" başlığıyla Kaddafi'nin çeşitli toplantılarda emperyalistler için söylediği sözlere yer vermiş. 23 Eylül 2009'da BM Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada şöyle diyor Kaddafi: "Biz burada sadece vitrin süsüyüz. BM dediğiniz 5 ülkenin tekelinde. Bu 5 ülke dünyanın 192 ülkesi adına karar veriyor. Güvenlik Konseyi'nin daimi üyeliğinde ve veto hakkında adaletin zerresi var mı? Koskoca güney yarımküresinden bir tek ülke bile orada oturmuyor. BM Sözleşmesi askeri güce başvurulmamasını öngörüyor ama BM Sözleşmesi'nin imzalanmasından bu yana dünyada 65 savaş çıktı. BM Sözleşmesi'nin imzalanmasından bu yana dünyada çıkan savaşlarda ölenlerin sayısı İkinci Dünya Savaşı'nın bilançosunu geride bıraktı. Barış düzeni dediğiniz bu mu?" 2008 yılında Şam'da toplanan Arap Birliği zirvesinde ise şöyle diyor Kaddafi:"Ey Arap dünyasının liderleri; ABD ve müttefiklerinin 2003'te Irak'ı işgal edip Saddam Hüseyin'i devirmelerine seyirci kalmanızın bedelini bir gün çok ağır ödeyeceksiniz. Bir yabancı gücün gelip bir Arap lideri devirmesine nasıl sessiz kalabilirsiniz? Araplar'ın onuru, varlık nedeni, geleceği nerede, ne oldu? Hepsi yok olup gitti. Araplar akıllarını başlarına almazlarsa, hepsi de protektora (koruma altındaki devlet) haline gelecekler. Hepsi sömürgeci güçlerin çöplüğüne dönüşecek." Emperyalizmin uşağı olmuş Arap devlet liderlerine Kaddafi’nin sözleri “komik” geliyor. Gülüyorlar Kaddafi’nin konuşmalarına. Kaddafi: "Gülün, gülün... Karşı karşıya bulunduğunuz tehlikeyi bir gün Saddam gibi sizi de devirdiklerinde anlayacaksınız..." Erdal Şafak yazısını "Kahin de yok ama kehaneti hükmünü icraya devam ediyor" diye bitirmiş. Elbette, mesele ne kahinlik ne de kehanettir. Mesele emperyalizmdir. Emperyalizm gerçeğini doğru gör-
düğünüzde kahin olmanız gerekmez. Emperyalistler çok açıktan söylüyor, yapacaklarını. Büyük Ortadoğu Projesi(BOP)’yle Amerika ne yapmak istiyor? Projenin kapsamı nedir? Bunlar açıktan söyleniyor. BOP kapsamında Ortadoğu'da ve Kuzey Afrika'da 22 ülkenin yönetimlerini değişecek, hatta sınırları değiştirilip yeniden çizilecek diyor Amerika. Bu ülkelerin hangileri olduğu açıkça telaffuz edildi. Bunlar bilinirken kahin olmak gerekmiyor. Gerçeklere gözünü kapatmayan, yalancı ve riyakar olmayan herkes emperyalizm gerçeğini görecektir.
Kaddafi’nin Şam’da Arap Birliği Zirvesinde söylediği gibi: “Saddam Hüseyin'i devirmelerine seyirci” kaldıkları için bugün aynı şeyin kendi başlarına gelmesinin önünde engel olamadılar. Dün Bağdat’ta yaşananlar bugün Libya'da yaşanmaktadır. Saddam için uydurulan yalanlar Kaddafi için uydurulmaktadır. Yarın Suriye’de yaşanacaktır. Libya’yı yağmalıyorlar. Binlerce Libyalı'yı katlettiler ve katletmeye devam ediyorlar. Ve yaptıkları haydutluğu meşrulaştırmak için Kaddafi hakkında en aşağılık yalanları, karalamaları uyduruyorlar. Yalanların hepsi tek merkezden ürüteliyor. Merkez emperyalizm. Leş kargaları gibi üşüştüler Libya'nın üzerine, alçaklıklarını böyle gizlemeye çalışıyorlar. Geçtiğimiz hafta bütün burjuva basının manşetlerinde Kaddafi için “kadın korumalarına aile boyu tecavüz ettiğini” yazdılar. Peki emperyalistler bu haberi yap-
tırırken gerçekten namusa, ahlaka çok mu değer veriyorlar? Hayır. Her türlü ahlaksızlıklar, sapkınlıklar onların yaşam biçimidir. Bakın Fransız Cumhurbaşkanı Sarkozy ahlaksızlığı ayyuka çıkmış bir Cumhurbaşkanı. İtalyan Başbakanı Berlusconi’nin ahlaksızlıkları yine öyle. Burjuvaziden söz ederken onların ahlakından, namusundan, onurundan değil, ahlaksızlığından, namussuzluğundan, onursuzluğundan söz edilebilir ancak. Ve her türlü ahlaksızlık onlar için meşrudur. Clinton, Berlusconi, Sarkozy gibi ahlaksızlar ahlak konusunda Kaddafi için tek bir kelime söyleyemezler. Ama söylüyorlar. Emperyalistler bir kişiyi kitlelerin nezdinde değersizleştirmek için halkın değer yargılarıyla saldırıyorlar. Onunla yıpratıyorlar. Kaddafi eleştirilecek bir çok yanları olmakla birlikte emperyalizmin dize getiremediği bir lider olmuştur. Emperyalizm için Ortadoğu ve Afrika kıtasında kötü bir örnektir. Ülkesini emperyalizmin yağmasına açmamış bir liderdir. Emperyalizmin uşağı olmayı kabul etmemiş ve emperyalistlerden lafını esirgememiştir. Emperyalizmin sömürgesi altında açlık, yoksulluk ve kıtlık içinde ölümle pençeleşirken Afrika kıtası, Libya Afrika kıtasının içinde dünyada eğitimin, sağlığın tüm halk için parasız olduğu sayılı ülkelerden birisiydi. Halkın refah düzeyi en yüksek olan dünyadaki sayılı ülkelerden birisiydi. Libya, emperyalistlerin istediği gibi cirit atamadığı bir ülkeydi. Zengin petrol yatakları olan ancak emperyalizmin hakimiyetinin olmadığı bir ülkeydi. Emperyalizmin önünde engeldi Kaddafi. Ki, Kaddafi emperyalizme başkaldırmıştır. Kapitalizme alternatif İslam sosyalizmi diye bir sistem geliştirmiştir. Bu yanıyla emperyalizmin Kaddafi düşmanlığı tarihseldir. Ve emperyalizm tarihsel düşmanlığıyla, tarihsel kiniyle saldırıyor. Ülkesi yağmalanan, yakılan, yıkılan Kaddafi emperyalizme karşı direniyor. Ve halkını “bu savaş uzun olacak” diye direnmeye çağırdı. Direniş sürüyor.
Liseliler: Bu Kavgada
AKP, YAĞMA VE TALANDA SINIR TANIMIYOR... ''.... Bugün İstanbul'da boğaza nazır bir çok kamu binası bulunuyor. Kamu kuruluşları, bu binalar yerine yine kent içinde farklı bir bölgede de faaliyetini sürdürebilir. İstanbul'da örneğin sürekli olarak otel ihtiyacı olduğu dile getiriliyor. Boğaza nazır kamu binalarının bulunduğu alanların bir bölümü, imar planı değişiklikleriyle otel alanına dönüştürülebilir. Bu şekilde satışa çıkarılabilir. Mevcut binalar, çevredeki dokuyu bozmayacak şekilde restore edilerek ya da duruma göre yenilenerek otel haline getirilebilir. Hazine de, bu şekilde hüküm ve tasarrufu altındaki bu arazileri çok daha yüksek bedelle ekonomiye kazandırabilir. Aynı şekilde kent merkezlerinde veya kent girişlerinde devlete ait çok sayıda boş arazi var. Bunlar da imar planlarıyla ticaret merkezi, Alışveriş Merkezi ya da toplu konut alanı olarak yeniden düzenlenir. Bu yerler de, atıl duracağına ekonomiye kazandırılmış olur. Bu yetki ile kentsel dönüşümler gerçekleştirilebilir. İmar planı yetkisiyle bunları yapmak istiyoruz.'' (Maliye Bakanlığından bir üst düzey yetkili, aktaran Aktif Haber) Yukarıda aktardığımız gazete haberi AKP iktidarının yeni bir vurgun hazırlığının haberini içermektedir... AKP iktidar olduğundan bu yana "Yağma Hasan'ın böreği" misali ülkenin nesi var nesi yoksa satmaktadır. Dokuz yıllık AKP iktidarı döneminde onun yanında yöresinde bulunanlar hep kazanmıştır. AKP iktidarı yağma ve talanı gerçekleştirebilmek için öncelikle yasalarda bazı değişikliklere yapıyor ve yetkileri Maliye Bakanlığına devrediyor. Yine gazete haberinden aktarırsak; "Vergi Denetim Kurulu Başkanlığının kurulmasını öngören teşkilat kanununda değişiklik yapan Maliye Bakanlığı Teşkilatı Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Hazine arazileri üzerinde Bakanlar Kurulunun belirlediği projeler için imar yetkisi aldı. İlgili düzenlemeye göre, Maliye Ba-
kanlığı, Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları belirlenen projeler kapsamında, Hazinenin özel mülkiyetinde ve devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmazların imar planlarını, çevre imar bütünlüğünü bozmayacak şekilde yapabilecek, yaptırabilecek, tadil edebilecek ve imar uygulamasını gerçekleştirebilecek." Bu şekilde belediyelerde olan yetkileri de devralan Maliye Bakanlığının bu konuda hazırladığı imar planlarının belediye meclisleri tarafından onaylanması gerekiyor ancak onaylanmasa da Milli Emlak Genel Müdürlüğünce resmen onaylanacak... Yani AKP işi başından garantiye alıp istediği gibi her yeri yağmalayacak... Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu da bu konuda TMSF'nin el koyduğu bütün arazilerin, Boğazdaki okul ve hastahane arazilerinin, hatta çevresindeki özel arazilerin satışa çıkarılacağını söylüyor. AKP hazine arazilerini kanun hükmünde kararname ile otel, iş merkezi, toplu konut alanı olarak satışa çıkarıyor. Böylece de yeni bir vurgun kapısı daha açılmış oluyor. Özelleştirmelerle, yıllardır emperyalistlere ve işbirlikçisi tekellere olabilecek en ucuz fiyatlarla satılan kamu mülkiyetindeki kurum ve kuruluşlardan elde edilen gelirlerin AKP'lilerce yağmalanması yetmediği için şimdi de sıra hazine arazilerinin satışına ve peşkeş çekilmesine gelmiştir. Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğü verilerine göre, 10 Ağustos itibariyle devletin hüküm ve tasarrufu altında 118 bin 892 adet bina, 404 bin 709 adet arsa, 827 bin 457 adet de arazi bulunuyor. Bu bina, arsa ve araziler içinde olan yerler okulların, hastanelerin vb. arazileri bulunmaktadır... Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu, Beykoz Devlet Hastanesi’nin, Sarıyer’deki birçok arazinin, boğazdaki okul ve hastanelerin satışa çıkarılabileceğini söylüyor... Hazine arazilerinin ve yapıların satışının alt yapı dengelerini de bozacağını söyleyen Muhcu “Bu yerler kentteki aşırı
Biz de Varız
yapı yoğunluğu nedeniyle nefes alma alanlarım ı z d ı r. Kenti daha yeşil ve yaşanabilir kılıyorlar” diyor... AKP için kentlerde yaşayan halkın nefes almaları çok da önemli değildir. Onlar için varsa yoksa daha fazla kar, daha fazla sömürü... Bunun için yapmayacakları şey yoktur... Halkın yaşam alanlarını olabildiğince daraltıp zenginlere villa alanları ve iş merkezleri açmak, halkın boğazındaki son lokmayı dahi alıp açlık ve yoksulluğu daha büyüterek aç mezarlarını çoğaltıyor olmak onların çok da umurunda değildir...
Kentsel Dönüşüm Denilen Yağmacılık Yıllardır Kentsel dönüşüm adı altında yoksul halkın tek göz kondusunu dahi elinden alıp yıkmaya çalışan AKP iktidarının buralarda da tıpkı hazine arazilerinde olduğu gibi bir yağmacılığı ve rantı hedeflediği artık bilinen bir gerçektir. Halkı yeniden yapılaşma, depreme karşı daha sağlam konutlar edinme, kötü gecekondular yerine daha sağlıklı konut sahibi yapma gibi yalan ve demagojilerle gündeme getirilen ve çeşitli yerlerde uygulamaya sokulan "kentsel dönüşüm" yasasının sonuçları bugün giderek daha açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bir çok yerde halkı kandırıp evlerine düşük bedellerle ev karşılığı el konularak gerçekleştirilen düzenlemelerin en yakın sonuçlarından birini Fikirtepe'de görüyoruz... "İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi depreme karşı dayanıklı yapılar üretilmesinin önünü açacak 'Fikirtepe Kentsel Yenileme Projesi'nin imar planını oybirliğiyle kabul etti." (18 Ocak 2011, Sabah) Bu haberle duyurulmuştu Fikirte-
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
21
pe'ye ilişkin projeler. Ancak aradan geçen zaman gösterdi ki yapılanlar hiç de öyle değil... Fikirtepe projesinin gerçekte İstanbul Deprem Master Planına aykırı olduğu öğrenildi... En başta daha baştan yalan söylendiği ortaya çıkmıştır. Bölge İstanbul Büyükşehir deprem planına göre birinci derece deprem bölgesi olmadığı halde böyleymiş gibi gösterildi... Bu şekilde yapılacak yağma ve talanı gizlemeyi hedefliyorlardı. Sonrasında yaptıkları da zaten bunu açıkça ortaya koymuştur... Deprem bölgesi denilen bölge için depreme aykırı yapılaşmaya dair hiçbir yaptırım getirilmemiştir... Kişi başına 7 metre boş alan koyması, nüfus yoğunluğunu azaltması gerekirken tersine kat sayısını ve buna bağlı olarak da nüfus yoğunluğunu artıran bir uygulama gerçekleştirdiler... Sonuç olarak depreme karşı pilot bölge olarak lanse edilen ve halk için büyük şeyler yapılıyormuş gibi gös-
terilen Fikirtepe'de yapılanlar bir kez daha AKP'nin yalancılığını ve riyakarlığnı ortaya koymaktadır. Onlar için sadece ve sadece kar ve rant vardır. Halkın depremde zarar görüp görmemesi onların umurunda bile değildir. Onlar sadece deprem korkusunu kullanıp halkın elindekini çalmanın derdindedirler. Bugün bir çok yerde gecekondularından bir anlamda sürülen halkın yerleştirildiği TOKİ konutları AKP'nin deprem konusundaki "hassasiyetini" de gözler önüne serer niteliktedir... Daha içine oturmasının üzerinde bir ay geçmeden dökülen, kullanılamaz hale gelen TOKİ konutları AKP'nin konutlarıdır. Ve AKP'nin halka reva gördüğü konutların niteliğini ortaya serer nitelikteki konutlardır. Bu konutların yarın depremde ne olacağı da çok belli değildir. Sağlam olmamaları bir yana yaşam olarak da adeta beton bloklar içine pacağız, kimlerle görüşeceğiz, nerelere gideceğiz, belirleriz.
Kendini Geliştirmeyen Düzeni
Günün koşuşturması içinde karşımıza Geliştirir yeni işler çıkacaktır. Bunlar günlük programımızı büyük oranda etkilemiyorsa mutlaka hemen yapılmalıdır. Eğer hemen yapmak mümkün olmuyorsa onu da bir proğram dahilinde planlamalıyız. Aksi taktirde iş boşlukta kalacaktır ve yapılmayacaktır. Bu da asla ertelenmemelidir. Bilmeliyiz ki, zamanında yapmadığımız bir iş, ertelemeler zincirini getirecek ya yapılmayacak ya da bize daha çok zamana malolacaktır. Cepheli kafasına göre yaşayan, aklına estiğinde aklına geleni yapan değildir. Cepheli "Biz"dir. Karıncalar gibi her birimiz devrime doğru giden yola emeğimizle omuz veririz. Bugün bulunduğumuz yer de verilen emeğin, ertelenmeyen işin sonucudur. Biz bunu bilerek hareket ederiz. Mesela bir orkestra düşünelim. Onlarca mü-
Cepheli ertelemez "Bugünkü işini yarına bırakma" der halkımız. Bugün yapacağımız işimizi yarına ertelemek aslında o işi yapmamaktır... Çünkü yarının işi zaten var. Bugünden ertelediğimiz işe yarın zamanı nerden bulacağız? Ya bulamayıp o işimizi yapmayacağız, ya da yarınki işimizi erteleyip bugünden kalanı yapacağız. Bu da ertelemeler zincirini başlatacaktır. Bunun için Cepheli ertelemez. Ne yapacağız? Düzenli olacağız, programlı olacağız. Zaman bulamadım dememek için zamanımızı örgütleyeceğiz, doğru kullanacağız ve işimizi yapacağız. Günümüze başlarken o gün yapacağımız işleri belirleriz. Neler ya-
22
hapsedilmiş insanlar topluluğu yaratılmıştır... Küçük bir alan içine sıkıştırılmış onlarca kattan oluşan ve içinde onbinlerce insanın barındırıldığı, sosyal yaşamdan uzak adeta beton mezarlar görünümündeki konutlardır AKP'nin halkımıza reva gördügü TOKİ konutları. AKP'nin önümüzdeki dönem hız vereceği ve "Kentsel Dönüşüm" adını verdiği yıkım projesinin halkımıza getirecekleri; AKP'liler ve işbirlikçi tekeller için daha fazla rant, halkımız için var olan evini barkını da yitirip beton bloklar içine hapsolma... Bu nedenle AKP'nin gerek hazine arazilerini satıp savurup kendine ve işbirlikçi tekellere peşkeş çekmesine ve gerekse de binbir yalanla elimizdeki tek göz kondumuzu yıkarak onu da aynı şekilde tekellere peşkeş çekmesine karşı çıkalım.. AKP'nin bu konudaki yalancılığı ve riyakarlığına karşı örgütlenerek ve gerçekleri açığa koyarak bize ait olan kondularımıza, haklarımıza sahip çıkalım... zik aleti aynı anda çalar ve güzel bir müzik çıkar ortaya. Ama bir zamanlaması vardır her notanın. Ve herhangi bir aletin biraz geç çaldığını düşünelim ortaya müzik değil gürültü çıkar. Orkestrada herkes, her alet birbirine bağlıdır, birbirine bağımlıdır, karşılıklı sorumluluk vardır. Her aleti çalan bilir ki çalmasını ertelerse, orkestranın ürettiği müzik eksik ve yanlış olur, müzik değil gürültü olur. Cepheliler işte böyle bir orkestra gibidirler. Sesimizin Cepheli sesi olduğu orkestra oluşumuzdan anlaşılır. İşlerimizi yaparken zamanında yapmakta ısrarlı olacağız. Emeğimize, alınterimize, kanımızla, canımızla yarattığımız değerlerimize sahip çıkacağız. Sahip çıkmak, işini yapmaktır. İşimizi yapacağız. Sahip çıkmak ertelememektir, sahip çıkmak omuz vermektir. Devrim için yola çıktığımızı hep aklımızın baş köşesinde tutacağız ve bugünkü işimizi yarına bırakmayacağız. Yarına bıraktığımız her iş devrimin işidir. Ertelediğimiz devrimdir. Cepheli devrim yapmak için vardır; ertelemez, zamanında yapar.
Liseliler: Bu Kavgada
Halk
Düşmanı
AKP
SAĞLIK BİZİM HAKKIMIZDIR BEDELİNİ KAT KAT ÖDEDİĞİMİZ HAKKI BİZE YENİDEN SATIYOR AKP
Sağlık haktır! Tartışılmaz, pazarlığı yapılmaz bir hak. Halkların uzun mücdeleler sonucu kazandığı sağlık hakkını kimin kullanacağına kapitalizmde iktidarlar karar verir. Bizde, sağlımızı alınıp satılan bir mal haline getiren ise halk düşmanı AKP’dir. AKP iktidarı sağlık hakkımızı “Sağlıkta Dönüşüm” adı altında adım adım hayata geçirdiği politikalarla gasp etmiş ve kâr kapısına dönüştürmüştür. 2003 yılında başlayan “Sağlıkta Dönüşüm” adıyla AKP’in sağlık alanındaki reform çalışmaları kapsamında önce Genel Sağlık Sigortası (GSS) uygulamaya konuldu. Bu GSS ile o zamana kadar var olan sosyal güvenlik sistemleri tek çatıda toplandı ve bize; “hastane kapılarında kuyruklarda beklemeye son” şeklinde sunuldu. Hastaneye gittiğimizde ise kuyrukta beklememenin bedelinin katkı payı adıyla ek ödeme yapmamızın zorunlu olduğunu gördük. Bize “paran kadar sağlık” denmeye devam ediliyordu. Bu uygulamanın özel sağlık merkezlerine ve özel sigorta şirketlerine de müşteri kazandırma uygulaması olduğunu, Sağlık Bakanlığı, Aralık 2003 tarihli “Sağlıkta Dönüşüm” raporunda itiraf etmiştir: “Genel Sağlık Sigortası’nın kurulması yanında özel sağlık sigortacılığının da gelişimi desteklenecek, özel sigortaların tamamlayıcı bir rol ile sistemde bulunması sağlanacaktır Özel sigortacılık teşvik edilecektir.” Uzun mücadeleler sonucu, bizim mücadelemiz sonucu sahip olduğumuz sağlık hakkımızı zaten bedelini ödedik. İçtiğimiz suda, aldığımız okul kitabında, kullandığımız elektrikte... ve daha aklımıza gelen gelmeyen her şeyden keserek vergi adı altında bedelini bizden kat kat faz-
lasıyla aldığı sağlık hizmetlerini tekrar bize satmaktadır AKP. Herkesin bir doktoru olacak yalanıyla, süslü reklamlarıyla karşımıza geçip bundan sonra “hasta”değil, “müşteri”olduğumuzu vurguladı. Uygulamaya konan Aile Hekimliği ile hasta-hekim ilişkisi sağlıkta taşeronlaştırmaya dönüştü ve satıcı-müşteri ilişkisi oluştu. Sağlıkta dönüşüm uygulamasının sıradaki adımı da Kamu Hastane Birlikleri Yasa Tasarısı. Kamu Hastane Birlikleri Yasa Tasarısı 26 Mart 2010 tarihinde TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'ndan geçmiş ve TBMM’ye havale edilmişti. Bu yasa tasarısını onbinlerce sağlık emekçisi iş bırakarak (13 Mart, 19-20 Nisan 2011) protesto etmiş ve uygulamaya geçmesini durdurmuştu. Halk düşmanı AKP yangından mal kaçırırcasına, emekçilerin direnişi sonucunda çıkartamadığını bu sefer Kanun Hükmünde Kararname ile uygulamaya koyma yolunda.
Nedir Hastane Birlikleri Yasa Tasarısı?
özelleştirdikten, doktorumuzu özelleştirdikten sonra onların hizmet sunduğu alanı da özelleştirmiş oluyor. Bu yasa tasarısı uygulamaya başladıktan sonra hastaneler birer sağlık şirketi olacak. Bununla da kalmayıp hastaneler sınıflandırılacak. Bu sınıflandırma aslında insanların da sınıflandırılması anlamına geliyor. Hastanelerin A, B, C, D, E diye sınıflandırılmasında “tedaviler karşılığında alınacak ilave ücret oranlarının” da belirleyici olacağının belirtilmesi insanların ödeme gücüne göre sınıflandırılacağını gösteriyor temelde. Bu sınıflandırma neyi getirecek: Sermayesi olan hastaneler iyi donanımlı olacak, ücreti yüksek olacak. Hastanelerin sınıflandırılması onlara ihtiyaç duyacak insanların da sınıflandırılması olacaktır. Asgari maaşla geçinmeye çalışan bir insanın A sınıfından bir hastenin masrafını karşılamaya değil parası ömrü de yetmez. “Herkes birinci sınıf vatandaş olacak”vaadiyle halkı kandırıp iktidar olan AKP, bizi sınıflara ayırıyor ve “paran yoksa öl” diyor. Hayır, AKP’nin halk düşmanı “paran yoksa öl” politikalarını kabul etmiyoruz. Biz örgütleneceğiz, sağlık haktır satılamaz şiarıyla yaşam hakkımız olan, bedeller ödenerek kazanılmış haklarımıza da sahip çıkacağız.
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
Bu tasarıya göre Sağlık Bakanlığı yeniden yapılandırılacak ve bakanlık sağlık hizmeti üreten bir kurum olmaktan çıkarılarak sağlık piyasasını denetleyen ve düzenleyen bir kurum haline getirilecek. Bunun an- Anadolu’nun Kayıp Şarkıları lamı da, önce- Halk Kültürünün Zengi̇nli̇ği̇ni̇ Anlatıyor likle bakanlığa Bursa’nın Teleferik Akçağlayan Mahallesi’nde, 4 Eylül bağlı sağlık günü “Anadolu’nun Kayıp Şarkıları” belgeseli gösterildi. kuruluşlarının Saat 20.30’da başlayan gösterime mahalle çocuklarının da özelleştirilme- ilgisi yoğundu. Ailelerin de katıldığı gösterimi yaklaşık 50 si demektir. kişi izledi. Yani sağlık Anadolu’nun Kayıp Şarkıları, mahallelerimizde izlettialanında kamu rilen filmlerden birisi oldu. Film, Anadolu’da yaşayan hizmeti ortahalkların kültürlerinin zenginliğini anlatıyor. Bu nedenle dan kalkacak. çok beğeniliyor. Sigortamızı
Biz de Varız
23
Tarihten Olaylar... Kişiler...
malınız haline gelmektedir... Dünyanın gerçek düzeni, bu biçimde kurulmuştur. Ama, insanoğlunun zorbası, hayını vardır. Tarihin çok eski dönemlerinde, bir açıkgöz çıkıp öteki insanların emeklerini sömürerek, kendisinin onlardan daha az çalışıp daha iyi yaşayacağını düşünmüştür. Düşündükten sonra da bunu uygulama alanına koymuştur. Onlardan önce silâh yapmış, onlardan daha güçlü duruma gelmiştir. Gelende, sömürü başlamıştır... Ne var ki, sömürünün bir sınırı olmak gerek. Bilmem bilirmisiniz, Akşehir'in, Sivrihisarlı olduğu söylenen bir Nasreddin Hoca'sı vardır... Öykülerini anlatırlar... Bu adam, birgün kafasına koymuştur. Merkebini, ağır ağır açlığa alıştırarak, hiç arpa vermeden yük taşıtacaktır. Yani, sömürüyü son kertesine götürecektir. Birgün bakar ki, merkep ölmüş... işte, o ilk zorba insanlar üzerinde egemenlik kurduğu anda, hukuk doğmuştur. Neden mi? Haksızlığın olmadığı yerde, haklılar da olamaz. O zaman, hukukun bir gereği yoktur. Herkes eşit, herkes ürettiğinin tam karşılığını alanda, haksızlık söz konusu olamaz. Olmayanda, haklının, haksızın ayrılması gereği duyulmaz. Böyle sözcükler bile olmaz o dilde... Öyleyse, ilk hukukun başlangıcı, ilk sömürgenin ortaya çıkmasıdır... Şimdi, sorunu daha belirgin bir biçimde yürütebiliriz... (...) - Demek ki, hukuk, ilk haksızlıkla birlikte kendinin gerekli olduğunu duyurmuştur. Öyleyse gelişmesi nice olmaktadır? Haksızlıkların artması, çeşitlenmesi, çoğalması ve sömürünün durmaksızın işlemesi ile... O zaman, her dalda, sömürünün girdiği her noktada bir haksızlık belirmektedir... Ve dahi hukuk, bu haksızlığı, insanların kabul edebileceği bir düzeye indirgemek için varolmaktadır. Nice mi? Şöyle anlatalım... Hoca'nın eşeğini alalım ele... Eğer arpayı tümden kesmeseydi Hoca, merkep bir süre daha yaşar, sömürü bir süre daha sürerdi değil mi? - İşte hukuk da, bu akıl ödevini yürütmektedir... Sömürünün, egemen adına işlemesi ve mümkün ol-duğunca çoğalmasını sağlayan bir kurallar toplamıdır... Açıkça bellidir ki, ilk hukuk, sömürgenin, sömürüsünü daha sağlam sürdürmesini sağlamak için konulmuştur. Çünkü ilk yasaklardan biri, efendinin buyruğuna kayıtsız uyulması gereğini savunur... Kayıtsız uymak, köleliğin kabul edilmesini zorunlu kılar. Ondan sonraki gelişmeler, yeni yasaklar gerektirmiştir. Köle düzeni kabul ettirilince, bu kez efendi-köle ilişkileri konusunda yasaklar başlamıştır. Örneğin, tarihin ilk çağlarında, Hititler diye bir kavim yaşamıştır Anadolu’da... Bu kavimde, Heredot'un dediğine göre, kölesiyle evlenen
“Hukuk, egemenin haksızlıklarını haklı göstermek aracıdır”
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
24
28 Eylül 1994 tarihinde İstanbul’da bir kafeteryada oturan Sendikacı Elmas Yalçın, mühendis İsmet Erdoğan ve Av. Fuat Erdoğan polisler tarafından katledildi. Avukat Fuat Erdoğan’ın anısına 17-18 Eylül 2011 tarihlerinde “HAK MÜCADELESİ VE HUKUK” konulu II. ULUSLAR ARASI SEMPOZYUM yapılacak. Sempozyumun birincisi 26-27 Eylül 2009 tarihlerinde yapılmıştı. Sempozyuma Türkiye, Venezuella, Kolombiya, Arjantin, İtalya, Yunanistan, Almanya, Bask Ülkesi, Lübnan, Filistin, Irak, ve Mısır’dan avukatlar ve özgürlük savunucuları katıldı. Konumuz hukuk olunca biz de tarihten köşemizde, tarihe uzanıp Şeyh Bedreddin’in Edirne’deki bir medresede hukuk üzerine yaptığı konuşmayı aktaracağız. *** “Karındaşlarımız!.. Öğrendik ki, bugünkü söyleşimizin konusu hukuk imiş... Ancak, izniniz olursa, biz sorunu baştan almak düşüncesindeyiz... Dilerseniz ve dahi sizi sıkmazsa, bu yöntemi uygulayalım... (...) - Hukuk... Niye gerekmiştir acaba? İnsanların davranışlarına yasak koymak zorunluğu nerden doğmuştur? Haklı, haksız sözcükleri neden türetilmiştir? Bizce, asıl yanıtlanması gereken sorunlar bunlardır... Yoksa, bir kutsal kitabın, bazı bölümlerini tanık göstererek, kişisel yorumlara girmek, sorunu çözemez... O yüzden izin istedik sizden... Bazı alışkanlıklara karşı çıkarsak, size yanlış gelen sözler söylersek, hemen nedenini sorun... Böylelikle, karşılıklı söyleşmiş, ama doğruya giden yolda da ilerlemiş oluruz... Bakınız insanlar! Yasaklardan söz ediyoruz. Hukukun ana kuralı budur. Yasaklar... Ne gereği vardır yasakların? İşte burdan başlayalım. Kutsal kitapların bildirdiğine, bilimsel gerçeklerin ortaya çıkardığına göre, yeryüzü insanlara ortak olarak verilmiştir... Soruna nerden bakarsanız bakınız, insanlar eşittir... Kutsal kitaplar açısından bakarsanız ilk insan Adem’in ve onun kürek kemiğinden yaratılmış olan Havva'nın çocuklarıyız tümümüz... Yani, yeryüzü, Ademin sayılırsa, biz, tümümüz onun mirasçılarıyız... Bir anadan, bir babadan gelen insanların payları da eşit olur... O zaman, herkes yarınından güvenli, ürettiğinden inançlıdır... Bilirsiniz ki, harcadığınız emek, nice olursa olsun sizin öz
Liseliler: Bu Kavgada
bir kadın toplumdan çıkarılmakta. Efendisiyle evlenen bir cariye ise, köle olarak kalmakta, çocuğun köle olmaması için kralın hazinesine dört at vermek gerek-mekteydi... Bu bir hukuk kuralıdır... Demek ki, bir başka örneğe geçiyoruz şimdi... Toplum, önce yapısını kurar, egemenler belirir, hukuk ondan sonra bu egemenlerin haksız isteklerini kurala bağlayarak haklı gösterir. Daha açık söylemek gerekirse, hukuk; egemenin haksızlıklarını haklı göstermek aracıdır. Örneğin, bir insanın ötekini öldürmesi, insanlığa aykırıdır... Ama, egemenin isteğiyle hukuk, iki insandan birini efendi, ötekini köle sayanda, efendinin köleyi öldürmesi hukuka aykırı olmamaktadır. Eski Yunan'da bu bir hukuk kuralıdır... Örnekleri çoğaltmak mümkündür... Burda açıklamak istediğimiz, hukukun yapısıdır. Yapanın durumunu saptayan bir niteliğin, niceliği biçimine dönüşmesidir... Hititlerde, hukuk salt Kralın egemenliğini perçinleyen bir düzenleme içindedir. Eski Yunan'la Roma'da ise salt efendilerin egemenliğini sağlamlaştıran bir kurallar tümü... (...) - Şimdi, yine bilimsel bir açıdan, dinsel hukukları inceleyelim... Ama, başından tutturduğumuz yöntemi hiç şaşırmadan... İlk dinsel hukuk, Batı bilgelerinin Hammurabi yasaları dedikleri on kutsal buyruk düzenlemesidir... Ve dahi diyebiliriz ki, bu ilk on buyruk, toplumsal hukukun başlangıcı olmuştur, İlk kez, kişisel egemenliği sağlamlaştırmak yerine, kişisel varlığa öncelik tanımıştır. O dönem için, devrimdir bu... Belirlenen toplumsal egemenliği değil, özlenen düzeni savunduğu için... İşte, dinsel hukukta geçerli olan budur... Yahudi dininin yasakları, sömürü düzeninin sağlamca sürdürülmesi için değil, sömürüden pay alanların çoğalması için yapılmıştır... Öldürmek yasaktır... Daha önce, efendi olmak kaydiyle özgür olduğu halde... Çalmak yasaktır... Daha önce, başkalarının mallarını çalmak kışkırtıldığı halde... Burda eski Yunan'dan bir örnek verelim yine... Isparta’da çocuklar, usta hırsızlar olarak yetiştirilirlerdi, hem de devlet tarafından, şimdi bir düşünün... Hırsızlığın hukuk kuralı olması aklınıza yatar mı? Demek ki, düzen bunu gerektirmektedir... Evet, dinsel hukuk, egemenliği biraz daha yaymak, sömürüyü az biraz daha azaltmak için, ilk dönemin özlemleriyle başlamıştır. Tüm yetkileri, firavunların, kralların elinden alıp, daha çok insana, rahiplere de dağıtarak, egemenliğin, sömürülmüş değerlerin daha çok kişi tarafından paylaştırılmasını getirmiştir. Hristiyan hukuku, bundan bir adım daha ileridir... Köleliği kaldır-
maktadır yeryüzünden... İnsanların, ırk, dil, din ayrılmaksızın kardeşliğini kurala bağlamaktadır... Kardeşler arasında kölelik, efendilik olur mu? Demek, hukuk toplumsallık yönünden biraz daha ilerlemiştir... Ama, şurası kesindir ki, kardeşlik içinde bile ilerlemenin gereği olarak, ayrıcalıklı kişiler, zümreler doğmuştur... Örneğin senyörlerle elele veren ruhban sınıfı, toplumun sömürücüsü olmuştur. Ne var ki, bir yoksul çocuğu da ruhban sınıfına girerek, senyörlerle eşit olanaklara sahip olabilmektedir... Hristiyanlıktan sonraki islam hukuku ise, daha ileri bir toplumun muştusunu getirmektedir... Örneğin, alışverişte para kullanılmıyor ise senet söz konusu olmaktadır islam hukukunda... Güvenilir Yazman diye adı geçen tanıklar bulunmaktadır... Bunlar ise, ticaretin gelişmesini sağlayan bir ileriki hukuk düzeninin özlemini dile getirmektedir. Ve egemenliğin daha da çok kişi tarafından paylaşılmasını sağlamaya, yeni bir atılımın güç kaynağı olmaya yönelmektedir... Neden derseniz, bu hukuk araştırmamızı yaparken, bir nokta bilmem belirdi mi gözlerinizde.... İnsanlık belirli aşamalardan geçmektedir. Her hukuksal aşamada ve dahi dünyanın her yerinde bu aşamaları görmek mümkündür... Ne demiştik konuşmamızın başında, ilk insanlar eşitti, ister kutsal kitaplara bakalım, ister bilimsel verilere, topluluk olmadan önce, herkes ancak kendi çabasının sonucuyla yaşamak olanağına sahiptir... Sonra, efendiler belirdi ilk zorbalar olarak. Bu zorbalarla birlikte, insanlar topluluk olmaya, toplum olmaya başladılar. Çünkü zorbanın sömüreceği insan ne denli çok, ne denli bir arada bulunursa, gücü o denli artmaktadır. Dinsel hukukun başladığı dönemde ise giderek efendilik-kölelik ortadan kalkmaktadır. Ama bu kez de, toprak sahiplerinin, ister bir senyör, isterse bir ruhban olsun egemenliği başlamaktadır. Toplumun efendileri onlardır bu kez... Hristiyanlık, Yahudilikten bunu devralıp getirmektedir. Sonra islam hukuku, yeni bir egemenlik anlayışını belgelemektedir... Ticaret yapanın, toprak sahibine bile egemenliğinin delillerin görürsünüz bu hukukta... Demek ki, dönem ticaret sahiplerinin egemenliği dönemidir... Kurallar onların kurallarıdır... Borç alıp veresiye iş görerek sonradan yalanlamayı engellemek için, güvenilir yazmanlardan, senetlerden sözedilmektedir... Ya peki, insanlık tarihi burda kazık kakıp kalacak mıdır? Bin yıllardır sürüp gelen gelişme, duracak mıdır böylelikle?.. Biz sanmıyoruz... Egemenlik durmaksızın el değiştirmektedir. Ve geleceğin egemenliği de, hukuku da bu değişikliklere uygun olacaktır... (...)” (Erol Toy, Azap Ortakları)
Biz de Varız
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
25
12 Eylül AKP’dir Ahmet Davutoğlu
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
26
Cemil Çiçek
Abdullah Gül
Bir yıl öncesine gidelim: 12 Eylül 2010’da, 12 Eylül faşist cuntasının yaptığı 1982 Anayasası’nda kısmi değişiklerin yapıldığı referandum vardı. AKP’nin referandum boyunca, temel propagandası 12 Eylül’le hesaplaşacağı, cuntacıları yargılayacağı idi. AKP bu süreçte 12 Eylül hapishanelerindeki işkenceleri, idamları hatırladı. Başbakan Erdoğan yaptığı bir konuşmasında cuntanın idam ettiği Erdal Eren ve hapishanede işkencede katledilen Hüseyin Kurumahmutoğlu için “gözyaşı” döktü. Referandum kampanyası bounca tam bir riyakarlık örneği sergilendi. Ancak yalan da olsa, sahtekarlık, riyakarlık da olsa AKP’nin bu politikaları sol döneklerden ve reformist soldan da destek buldu. Güya AKP 12 Eylül’le hesaplaşacaktı. Onyıllardır sesi çıkmayan 12 Eylül yılgınları AKP’nin arkasına sığınarak “madurum” diye piyasaya çıktı. “12 Eylül’den hesap soracağız” dediler. Cuntacıları yargılamaktan bahsettiler. Referandum sonrasında savcılıklara koşturup cuntacılar hakkında suç duyurusunda bulundular. 12 Eylül üzerinden yürütülen propaganda o kadar çiğ, o kadar apolitikleşti ki, 12 Eylül’le hesaplaşmak, beş generalin oligarşinin mahkemelerinde yargılanmasına indirgendi. Tarihleri boyunca faşizmin kitle tabanı olmuş, kitle katliamlarında kullanılmış, devrimcilere karşı savaşta kontrgerillanın tetikçilerinden olan
Tayyip Erdoğan
islamcılar “demokrat” oldu. 12 Eylül’ün mağdur ettiği kişilerin “dostu” oldular. Demokrasi, haklar ve özgürlükler adına ahkam kesmeye başladılar. AKP gibi düşünmeyenleri “12 Eylül’ü savunmakla” suçladılar.
AKP, 12 Eylül’ün çocuğudur, 12 Eylül’den hesap soramaz 12 Eylül 2010 Anayasa refarandumunda “yetmez ama evet” diyerek AKP’ye destek verenler çok geçmeden AKP’nin 12 Eylül konusunda hiçbir şey yapmayacağını, yapamayacağını görmüştür. Ne AKP ne de oligarşinin başka bir partisi 12 Eylül’den hesap soramazlar. Hesap soracağını beklemek 12 Eylül’ü kavramamaktır. Oligarşinin tüm partileri 12 Eylül’ün çocuklarıdır. Varlıklarını 12 Eylül ‘e borçludurlar. AKP de 12 Eylül’ün yarattığı ve iktidar yaptığı bir partidir. Onun içindir ki, AKP 12 Eylül’den hesap soramaz. AKP 12 Eylül konusunda oligarşinin diğer partilerinden de farklı olarak tam bir riyakarlık içinde olmuştur. AKP, “12 Eylül Anayasasını değiştireceğiz, 12 Eylül’le hesaplaşacağız, cuntacılardan hesap soracağız” diyerek halkın cuntacılara karşı onyıllardır bitmeyen tepkisini politikalarına yedeklemeye çalıştı. Bunda başarılı da oldu. AKP’nin 12 Eylül Anayasası’nı
Beşir Atalay
İdris Naim Şahin
değiştireceğini söylemesi de koca bir yalan ve demagojidir. 12 Eylül Anayasası cuntacılar tarafından emperyalizmin ve oligarşinin ihtiyaçlarına göre yapılmış, halka karşı, faşist bir anayasadır. Oligarşinin partileri onyıllardır da bu anayasayla yönettiler ülkeyi. Ancak gelinen süreçte emperyalizmin ve oligarşinin sömürü, yağma ve talan politikalarının önünde engel olan, sorun çıkartan birçok maddeleri de içermektedir. Bundan dolayı bir çok maddesi de değiştirilmiştir. 12 Eylül 2010 yılındaki referandumla yapılan değişiklikler de bu kapsamda yapılan bir değişikliktir. AKP bugün de yeni bir anayasa yapmaktan bahsediyor. Yapılacak yeni bir anayasa da halkın ihtiyaçlarını temel alan bir anayasa olmayacaktır. Emperyalizmin ve işbirlikçi oligarşinin ihtiyaçlarını temel alan bir anayasa olacaktır.
AKP, 12 Eylül’ün faşist kurumları üzerinde iktidarını sürdürmektedir AKP iktidara geldikten sonra da YÖK’ten en çok şikayet eden partiydi. YÖK özgürlüklere engel oluyordu. Eğitimin önünde engeldi vb. YÖK için söylemediği kalmamıştı. İktidarlarının ilk dönemlerinde YÖK’e adeta savaş açmıştı. YÖK’ü kapatıp YEK kurmaya soyundu. Ancak YÖK’ün yönetimini ele geçirdikten sonra söylediklerinin hepsini unuttu. YÖK’ü artık AKP’nin bir kurumu gibi
Liseliler: Bu Kavgada
kullanmaktadır. 12 Eylül’ün faşist, gerici eğitim sistemi AKP iktidarında aynen sürdü ve sürmektedir. Eğitim sistemini 12 Eylül’ün faşist kurumları üzerine oturtan AKP iktidarı 12 Eylül’den hesap soramaz. AKP, YÖK’üyle, faşist, gerici eğitim sistemiyle 12 Eylül’ü yaşatan iktidardır.
12 Eylül’ün DGM’lerini ACM yapmak, AKP’nin sahtekarlığıdır AKP 2005 yılında AB’nin dayatmasıyle Devlet Güvenlik Mahkemeleri’ni(DGM) kapatıp “demokratikleşiyoruz” şovlarıyla Ağır Ceza Mahkemeleri’ni(ACM) açtı. ACM’lerin açılması tam da AKP riyakarlığına uygun bir politikadır. Yapılan sadece DGM binalarının dışındaki tabelaların sökülüp yerine ACM plakalarının takılmasından ibarettir. Mahkeme salonlarından mahkeme heyetlerine kadar her şey olduğu gibi korunmuştur. Demokratikleşme bir yana sadece siyasi davalara bakan DGM’lerin yerine açılan ACM’lerin baktığı “suç” kapsamı genişletilerek devletin yargı terörü halkın çok daha geniş kesimlerini içine almıştır. Ve AKP bugün ACM’leri halka karşı bir silah olarak kullanmaktadır.
12 Eylül’ün hapishanelerinin yerine AKP iktidarı, F Tiplerinde katletmeye devam ediyor 12 Eylül on binlerce devrimciyi, ilericiyi, aydını, yazarı hapishanelere doldurması ve hapishanelerdeki işkenceleriyle simgeleşmiştir. Ancak 12 Eylül’den sonra sivil hükümetlerin iktidar oldukları dönemlerde de bu hiç değişmemiştir. İşkenceler, keyfi uygulamalar, katliamlar 12 Eylül’e rahmet okutacak niteliktedir. Hapishaneler halkı sindirmenin bir aracı olarak kullanılmıştır. İşte tablo ortada: 12 Eylül'de ha-
pishanelerdeki hükümlü sayısı yaklaşık 79 bin civarında iken, 2011 yılında bu rakam 120 bini aşmıştır. AKP'nin iktidara geldiği 2002'de, tutuklu hükümlü sayısı 59.429’dur. 9 yıllık AKP iktidarında bu sayı iki katını aşmıştır. Bu rakamlar, 12 Eylül’ün AKP tarafından sürdürüldüğünün göstergesidir. Birçok basında 12 Eylül’ün bilançosunu okuyacaksınız. 12 Eylül halka karşı çok büyük baskı ve terörün uygulandığı dönemdir. 12 Eylül bir çok konuda miladdır. Yozlaşmadan apolitikleşmeye, örgütsüzlükten halkın mücadeleye katılmasındaki zayıflığına kadar bir çok olgunun nedenlerini açıklarken 12 Eylül’e kadar gidilir. Ancak kimilerine göre 12 Eylül cunta yıllarıyla sınırlıdır. 12 Eylülden bahsederken de sadece Mamak’ta, Diyarbakır’da, Metris’te ve diğer askeri hapishanelerde yapılan işkenceler vardır. Yönetimin askerlerden sivillere devredilmesinden sonrası yoktur. 12 Eylül’e ilişkin rakamlar da sadece o dönemi kapsar. Yazılanlara, konuşulanlara bakarsanız sonrasında sanki hiç işkence olmamıştır. Hapishanelerinde tutsaklar katledilmemiştir. İnfazlar, kayıplar, köy yakmalar, göç ettirmeler bu ülkede yaşanmamıştır. Kısmen 90’lı yıllardan da bahsedilmektedir; ancak bugün yoktur. AKP dönemi yoktur. Birçok olgunun hala 12 Eylül’le açıklanıyor olmasının nedeni cunta yıllarında uygulanan işkencelerin, katliamların, baskı ve terörün sonucu değildir. 12 Eylül’ün tüm kurumlarıyla, tüm uygulamalarıyla devam ediyor olmasındandır. 12 Eylül’le birlikte açık faşizm kurumsallaşmıştır. Ve 12 Eylül cuntasından sonra ülkemizi yöneten tüm hükümetler iktidarlarını 12 Eylül’ün faşist kurumları sayesinde sürdürmüşlerdir. Örneğin düzen partileri muhalefette iken YÖK’ü, DGM’leri kaldıracaklarını açıklasalar da iktidara geldiklerinde iktidarlarını o kurumlara dayandırmışlardır. AKP bunun en çarpıcı örneğidir. Bugün 12 Eylül
Biz de Varız
AKP iktidarı tarafından sürdürülmektedir. Aşağıda aktaracağımız rakamlar bunun kanıtıdır. 12 Eylül 1980’den itibaren 198083 arasında işkencede katledilenlerin sayısı 171’dir. Hapishanelerde açlık grevi ve ölüm oru cun da ölen le rin sa yı sı 14‘tür. (Açığa çıkmayanlarla birlikte bunun iki katı olduğunu varsayabiliriz.) 1980’de 43, 1981’de 73, 1982’de 49, 1983’te ise 20 kişi katledildi. AKP iktidarı döneminde ise; devletin resmi rakamlarına göre 2000 yılından 19 Ocak 2011 yılına kadar olan son on yıl içinde 1758 kişi hapishanelerde katledilmiştir. 2003-2009 yılları arasında, işkence yapmaktan dolayı 34 bin 922 polis, jandarma ve gardiyan hakkında suç duyurusunda bulunuldu. AKP işkencecileri korudu: 34 bin 922 işkenceciden 20 bin 32'si hakkında takipsizlik kararı verildi. 13 bin 732 işkenceci hakkında 4 bin 508 dava açıldı ve 7 bin 548 sanık beraat ettirildi. 484 işkenceci hakkında işkence yapmaktan hapis cezası, 569 işkenceciye de para cezası verildi.
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
Bu rakamlar cuntanın “demokratlığını”, “insan haklarına saygısını” değil ama, AKP’nin faşistliğini göstermektedir. Bugün halen 64 gazeteci tutukludur. Dergi bürolarımız, derneklerimiz, mahallelirimiz helikopterlerle basılmaktadır. Okullarda, mahallelerde fabrikalarda AKP iktidarı tarafından 12 Eylül hüküm sürmektedir. 12 Eylül dünde kalan bir cunta yönetimi değildir. 12 Eylül tüm kurumlarıyla süren AKP iktidarıdır.
27
hali emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı mücadele etmektir. Mahirler Kızıldere'de kerpiç evde "Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik" diye haykırdıkları andan itibaren bu tanım ülkemiz halklarının bilincine kazınmıştır. 12 Temmuz, 16-17 Nisan, Çaytaşı, Balkıca, ölüm orucu eylemlerimiz ve daha sayısız direnişimizle bu güven büyüdü. Bir gecede insanlarımız beşer onar katledirilirken, ölüm oruçlarında 122 şehidimiz aylar boyunca hücre hücre ölürken, emperyalizm ve işbirlikçilerine karşı verdiğimiz mücadeleden vazgeçmedik.
Ders:Söz Namustur
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
Sevgili okurlar merhaba. Bu haftaki dersimizde devrimciliğimizin temel yaşam kurallarından birisini işleyeceğiz. Yani "verilen sözün tutulması"ndan söz edeceğiz. "Söz vermek ve verilen sözü tutmak" neden yaşam kuralımızdır? Çünkü halkın bize olan güvenini, kişiliğimizin şekillenişini belirler. Devrimci bir örgütün ideolojik çizgisinin en açık haliyle ortaya çıktığı alanlardan birisidir. Tutarlılık ve netlik bu çizgide kendisini ifade eder. Lafla halkın öncüsü olunmaz. Öncülüğü mücadele içinde kazanmak gerekir. Bunun asgari kuralı ise sözünü tutmaktır. Halkın güven duymadığı bir devrimci ya da devrimci bir örgüt düşünülebilir mi? Düşünülemez elbette. Bu nedenle "sözünü tutmak" varoluşumuzu belirleyen en temel yaşam kurallarımızdandır.
Cepheliler, özü sözü bir insanlardır Bu tarihsel birikim ve ideolojik çizgi; en basit eylemimizden en uzun ve kapsamlı kampanyalarımıza, ajitasyon propaganda faaliyetlerimizden halkla kurduğumuz ilişkilere, kültürel değerlerimizden giyim kuşamımıza, oturup kalkmamıza kadar bizi şekillendirmektedir.
Halkla Kurduğumuz
Özü Sözü Bi̇r Olmak Tarihimizde "özümüzle sözümüzün" uyuşmadığı; "teorimizle pratiğimizin" ayrı düştüğü tek bir nokta dahi yoktur. Şehitler ve sayısız bedeller karşılığında yarattığımız geleneklerimiz ve kültürümüz var. Devrimciler halkımızın hafızasında özü sözü bir insanlar olarak yer almışlardır. İlk kez 1971'lerde THKPC'nin silahlı mücadelesi ile şekillenen bu düşünce, yeni gelenekler eklenerek bugünlere kadar gelmiştir. "Özü ve sözü bir olma"nın en net
28
rurken yapıyoruz. Örnekler çoğaltılabilir. Fakat en önemlisi sözümüzde durmaktır. Özü sözü bir olmaktır. Halkımız bir Cepheli’nin arkasından asla şöyle dememelidir: "Şu kişiye hiç güven olmaz, kaç defa söz verdi ama yerine getirmedi." Bu bize güvensizliğin ifadesidir. Ve bazen o güveni tekrar yaratmak çok zordur. Böyle bir güvensizliğin yaratılmasına hiç kimsenin hakkı yoktur. Tam tersine devrimciler halkın her konuda güvenebilecekleri tek kişilerdir. Çünkü devrimciler halkı için büyük bedelleri göze almışlardır, canlarını ortaya koyarak bu mücadeleye girmişlerdir. Halk ilişkilerimizden alınan borç para söz verilen zamanda iade edilmelidir. Ziyaret için söz vermişsek o gün mutlaka ilişkilerimizin evlerine gidilmelidir. İnsanlarla ilgilenmek, onları örgütlemek en temel işimizdir. Günlük programlarımızı buna göre oluşturmalıyız. Gelişigüzel, bugün olmadı yarın yaparız anlayışından uzak olunmalıdır. Cepheliler özü sözü bir insanlardır. Halkın gözünde buna zarar verecek davranışta bulunmaya kimsenin hakkı yoktur. Söz namustur. Sözünde durmamak kirlenme ve yozlaşmadır.
İli̇şki̇lerde Sözümüzü Tutmalıyız "Geleceğim" dediğimiz yere gitmek, borcumuzu belirttiğimiz günde ödemek, derneği bugün ben açacağım diyorsak o gün mutlaka açmak, bir eylemde görev almışsak o görevi yerine getirmek... özü sözü bir olmaktır. Hayata geçirdiğimiz pratiğimizle halkın devrimcilere güven duymasını sağlıyoruz. Bunu oturuşumuzla, kalkışımızla, saygı ve sevgimizle, halkımızın emanet ettiği bir eşyayı ko-
Kendi̇mi̇ze Ve Örgütümüze Verdi̇ği̇mi̇z Sözleri̇ Tutmalıyız Halkımıza verdiğimiz sözlerin yanında kendimize ve örgütümüze verdiğimiz sözler vardır. "Daha iyi bir devrimci olmak için gelişeceğim" diye söz veren bir devrimci sözüne sahip çıkmalıdır. Sözüne sahip çıkmanın yolu kendisine emek vermektir. Kendisine emek vermeyen bir devrimcinin özü sözü bir değildir. Devrimcinin teorisi ile pratiği bir olmak zorundadır. Hani denir ya, ku-
Liseliler: Bu Kavgada
şun iki kanadı olmadan uçamaz; devrimcinin birbirini destekleyen bu iki yanı olmazsa yol alamaz, tö-kezleyip durur ve nihayetinde YOLDAN ÇIKAR, kaybolur gider. Emek vermeden, iddialı olmadan, istekli bir öğrenci haline gelmeden, okumadan-kendini eğitmeden-kitleleri eğitmeden devrimcilik yapılamaz. Yolu devrimci teori ile aydınlatılmayan pratik, karanlıkta el yordamı ile yürür. Devrimci, sosyalizm idolojisi ile donandığı ölçüde burjuvazi ile arasına kalın sınırlar çizer. Disiplinli olunmadığında söz yaşamda karşılığını bulmaz. İç disiplin tarihe ve şehitlere saygıdır. Bu saygı korunarak disiplinli olunabilir. Aynı zamanda bizim tarihimiz ve şehitlerimiz, halkımıza verdiğimiz "devrim sözünü" nasıl yerine getirdiğimizin de aynasıdır. Devrimciler savaşma alışkanlığını bu mücadele içinde kazanırlar. Elbette hatalar ve yanlışlar olacaktır. Ancak devrimcilerin elinde hata ve yanlışlara karşı "eleştiri-özeleştiri" silahı vardır. Kendi hatalarından ders çıkarma ve kendini yenileme sadece sosyalizme ait bir özelliktir. Eleştiri-özeleştirinin en büyük gücümüz olmasının nedeni budur. Kendimizi sadece eleştiri-özeleştiriyle büyütür ve geliştiririz. O halde hata ve yanlışlarda bir devrimci önce kendisinin nerede yanlış yaptığını bulacak, özeleştirisini verecek, ve ÖZELEŞTİRİSİNE SAHİP ÇI-KACAKTIR. ÖZELEŞTİRİSİNE SAHİP ÇIKMAYAN DEVRİMCİ EN BÜYÜK GÜÇ KAYNAĞIYLA ARASINDAKİ BAĞI KOPARIYOR DEMEKTİR. ÖZELEŞTİRİSİ ONUN SÖZÜDÜR. ÖZELEŞTİRİSİ SAYGIDEĞERDİR. ÖZELEŞTİRİSİ NAMUSTUR.
Her koşulda ve şart altında Cepheliler söylediğini yapar, yaptıklarını da savunurlar. 40 yıllık tarihimiz buna defalarca tanık olmuştur. Burjuvazinin yaptığı katliam, zulüm, işkence karşısında hesap soracağız demişizdir ve er geç hesabını sormuşuzdur.
ÖZELEŞTİRİ YAPMAYAN NAMUSSUZDUR. ÖZELEŞTİRİYE İNANMAYAN DA NAMUSSUZDUR.
Sözünde Durmayan Burjuvazi̇di̇r Burjuvazi yalancıdır. Bugün söylediği yarın çıkarlarına ters düşüyorsa hiç söylememiş gibi davranır. Burjuvazi kendine güvensiz, bireyci, söylediğinin arkasında duramayan, söylediğini savunamayan kişilikler yaratmak ister. Bunun için tüm imkanlarını seferber eder. Çünkü insanları çürütmek, kişiliksizleştirmek kapitalizmin geleceği açısından önemlidir. Böylece kendi sömürü ve baskı politikalarını çok daha rahat hayata geçirebileceğini bilir. Sözünde durmayan burjuvazi ve onun uşaklarıdır. Her söyledikleriyle halkı aldatmaya çalışırlar. Örneğin seçim dönemlerinde bolca tanık oluruz. Düzen partileri her şeyi vaadederler. İş, aş, ev....vb. kendileri iktidara geldiğinde hepsinin gerçekleşeceğini söylerler. İktidar olunca da hepsini "unuturlar". Burjuvazinin en temel idelojisi "hiç kimseye güvenmeyeceksin" der. En yakınındakine bile güvenmemeyi, salt kendi çıkarlarını temel almayı öğretir. Burjuvazinin anlayışı "insan insanın kurdudur.” “Babana bile güvenmeyeceksin” dir. Oysa halkımızın değerlerinde yardımlaşma, dayanışma vardır. İşlerini kolektif bir şekilde yapmak vardır. “Komşu komşunun külüne muhtaçtır”der halkımız. Bu düşüncede bencillik, bireycilik yoktur. “Bir elin nesi var, iki elin sesi var” demiştir. “Birlikten kuvvet doğar” demiştir... devrimci değerlerimiz, ilkelerimiz, kurallarımız
Biz de Varız
halkın bu değerlerinden süzülüp çıkmıştır. Burjuvazinin yozlaştırdığı halkın değerleridir. Bencilliği, bireyciliği halkı yozlaştırmak, örgütsüzleştirmek için bir politika olarak uygular. Söz vermek, sözünü tutmak devrimciler içinse namustur. Biz insana güveniriz. İnsanın gelişeceğine, insanın emeğinin her tür zorluğun üstesinden geleceğine inanırız. İdelojimiz halka güven ve kendine güven anlayışı üzerine kuruludur.
Şehi̇tleri̇mi̇ze Devri̇m Sözümüz Var Sahip olduğumuz tüm değerlerimiz şehitlerimiz pahasına yaratılmış değerlerdir. Bu değerlerimizi hiç kimsenin yıpratmasına izin vermedik. Oligarşinin saldırıları karşısında değerlerimizi kormak için gerektiğinde yeni bedeller ödedik ve ödemekteyiz. Yeni değerleri de böyle yaratıyoruz. Söz verip yapmak da Kızıldere’den bugüne şehitlerimizden mirastır bize. Şehitlerimize verdiğimiz sözlerimiz var. Şehitlerimizin mirasını daha ileri taşımak, şehitlerimize verdiğimiz sözleri tutmaktır. Onlardan devraldığımız bayrağı yere düşürmeden taşımak, bizlere bıraktıkları mirası korumak, düşmandan her bir şehidimizin hesabını sormak için sözümüz var. Verdiğimiz bu sözlerimizi yerine getirmek boynumuzun borcudur. Her koşulda ve şart altında Cepheliler söylediğini yapar, yaptıklarını da savunurlar. 40 yıllık tarihimiz buna defalarca tanık olmuştur. Burjuvazinin yaptığı katliam, zulüm, işkence karşısında hesap soracağız demişizdir ve er geç hesabını sormuşuzdur. Söz verip yerine getirmek bir değerin ifadesidir. Sözümüz, halkımıza verdiğimiz değerdir. Bizi biz yapandır. Haftaya görüşmek üzere hoşçakalın.
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
29
Ülkemizde Gençlik
Gençlik Federasyonu’ndan Faşist Cuntalar İçinden Onurlu Bir Direniş Geleneği Yarattık!
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
30
12 Eylül faşist cuntasının üzerinden tam 31 sene geçti. Emperyalizmin talimatı çerçevesinde gerçekleşen bu darbeyle halk, genç-yaşlı katledilmiş, tutuklanmış, her türlü faşist yöntemin uygulandığı işkencelerle boyun eğdirilmeye çalışılmıştır. Oligarşi gerçekleştirdiği darbeyle beraber emperyalizme ne kadar sadık bir uşak olduğunu da kanıtlamıştır. Öyle ki darbenin hemen ardından dönemin ABD Başkanını arayan ABD başkonsolosu "Bizim çocuklar başardı" diyerek Türkiye' deki cuntanın asıl mimarının kimler olduğunu ortaya koymuştu. Emperyalizmin kontrolünde gerçekleşen bu darbe sürecinde hedeflenen ise yükselen devrimci mücadeleyi bastırmaktır. Faşist cunta, amacına ulaşmak için önce halkın en dinamik ve en militan kesimi olan gençliği hedef almıştır. Bu hedef doğrultusunda onlarca genç sokak ortasında infaz edilmiş, binlercesi hapishanelere doldurulmuş, işkencelerden geçirilmiştir. Öte yandan öğrenci gençlik lise ve üniversitelerden tasfiye edilerek okullardan atılmış; okul idareleri hızla faşist kadrolarla doldurulmuştur. Bu politika kapsamında anti-bilimsel, anti-demokratik faşist bir eğitim sistemi oluşturuldu. Düşünmeyen, sorgulamayan, dinamizmini kaybetmiş bir gençlik yaratmak istendi. Tüm politik yayınlar toplatılıp bir günde tüm ilerici kurumlar kapatıldı. Onların yerine diskolar, gece kulüpleri, kafeteryalar gibi uyuşturucuyu, ahlaksızlığı, yozlaşmayı yayan “eğlence yerleri” açıldı. Ancak gençliğin dinamik ve direngen yapısını asla yok edemediler. Her türlü baskının, işkencenin, katliamın yoğun olduğu o süreçte gençlik de geçmişin deneyimleriyle daha kararlı adımlar atıyor ve kendi gele-
neğini yaratıyordu. İşte gençlik tam da bu süreç içerisinde onurlu DEVGENÇ mücadelesini sahiplenerek yıktı kuşatmayı. Dev-Genç, 12 Eylül darbesinden sonraki kitlesel eylemlerle halka umut ve cesaret aşıladı. 1980 yılında faşist cunta, politikalarını üniversitelerde uygulama amacıyla kurulan YÖK' ün, kapatılması için Dev-Genç' in başlattığı "YÖK' E HAYIR" kampanyası sırasında YÖK merkezi bombalandı. Okullarda artan baskılara karşı kitlesel boykotlar, okul işgalleri örgütlendi. Lise ve üniversiteler içindeki sivil ve resmi yapılanmaya karşı devrimci şiddet temelinde eylemler yaptı. İstanbul Üniversitesi' nde Ali Rıza KURT'lar, Ankara Üniversitesi' nde Birtan ALTUNBAŞ'lar, Mimar Sinan' da Seher ŞAHİN'ler olarak yarattık onurlu direniş geleneğini. 12 Eylül darbesinin amaçlarından birisi düşünmeyen, bencil, yoz bir gençlik yaratmaktı. Bu amacında da
belli bir oranda başarıya ulaşmıştır. Gerek eğitim kurumlarıyla, gerek medyasıyla, gerek çarpık ahlak anlayışıyla belli oranlarda gençliği yozlaştıran oligarşi, ancak gençliğin öz kültürünü tamamen yok edememiş, gençliğin dinamizmini aksine körüklemiştir. Son süreçte daha da yoğunlaşan bencillik, yozlaşma, değersizleştirme saldırıları altında, DevGenç olarak daha 19' unda kahramanlaşan Canan' larımızla bozduk faşizmin oyununu. Gençlik Cananlar, Zehralar gibi kahramanlar yarattıkça faşizm daha da acizleşti, daha da pervasızlaştı. Artık en demokratik talep istemine bile tahammül edemeyen düşman, gençliği tutuklayarak gençliğe hak aramanın bedellerinin ağır olduğunu ve buna karşı her türlü keyfi uygulamayı yapabileceği mesajını veriyor. Hangi baskı yöntemini uygularlarsa uygulasınlar gençliğin bağrında yetişen bu kahramanlık geleneği son bulmayacaktır. Çünkü bu kahramanlar halkın içinden çıkmıştır. Faşist terörünüz ne kadar pervasızlaşırsa pervasızlaşsın halkı tüketemezsiniz. Faşist düzeniniz yıkılana kadar bu topraklarda Dev-Genç hep olacaktır.
Kilis'te öğrenci yurdu çöktü! Kilis Ekrem Çetin Mahallesi’nde Nedim Ökmen Anadolu Kız Öğretmen Lisesi'nin bahçesinde yaptırılan 750 kişilik yurt binası inşaatının 7. katında beton dökülürken meydana gelen çökme sonucu inşaatta çalışan Mehmet Topal zemin kata düşerek hayatını kaybetti. Bu yurt daha yapım aşamasındayken çöktü ve bir kişi öldü. Bu yurt faaliyete geçtiği zaman çökseydi yüzlerce öğrenci ölmüş olacaktı. Malzemeden “tasarruf” adına öğrencilerin canları hiçe sayılmaktadır. İşte düzenin öğrenci gençliğe verdiği önem gençliğin yaşamına biçtiği değer budur.
Üniversiteye AKP' li rektör! Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, üniversitede yapılan rektörlük seçimlerinde ikinci sırada yer alan, AKP Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Prof. Dr. Hasan Gönen’i Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Rektörlüğü’ne atadı. Üniversiteleri babasının malı gibi gören AKP iktidarı üniversitede tek bir muhalif ses bırakmamak için okuldan atıyor, sürüyor ve kendi kadrolarını da böylelikle boşalan yerlere atıyor. Rektöründen güvenlik görevlisine kadar her alana kendi adamlarını getirerek üniversitelerde tam bir hakimiyet kurmaya çalışıyor.
Liseliler: Bu Kavgada
Ülkemizde Gençlik
Gençliğin Gündeminden
Sorunlarımızın Çözümü Boş Vermek Değil 'Biz' Olarak Düşünmektir!
Üniversiteyi yeni kazanan öğrencilerin bir dizi sorunla karşılaştıkları kayıt dönemi bitti. Kayıt döneminin bitmesiyle beraber öğrenciler yeni bir sürecin içine girdiler. Bu sürede gençlik, yıllarca anlatılan ve özendirilen üniversite hayatını yaşama heyecanı içinde, üniversitede geçireceği zamanı düşünmektedir. Tabi ki onlar da üniversiteyi kazanan her genç gibi, farklı umutlarla ve beklentilerle üniversiteyi düşünüyorlar. Gençliğin böyle düşünmesi doğaldır, çünkü yıllarca üniversiteler bilimsel eğitimin verildiği, özgür bir düşünce ve araştırma olanaklarının sunulduğu ve öğrencilerin gelişimini amaçlayan bir yer olarak sunulmuştur. Ama gerçekte durum böyle midir? Üniversiteler gençliğin beklentilerini ve umutlarını tam olarak karşılıyor mu? Elbette HAYIR! Yıllarca gençliğin gözünde büyütülen üniversitelerle, gençliğin umutları sömürülüyor. Gelecek özlemleriyle üniversiteye gelen yüz binlerce gence diplomalı işsizlikten başka bir şey verilmediği gibi, öğrencilerin üzerinden çıkar hesapları yapılıyor. Özellikle üniversite kayıt döneminden sonra yaşananlar bunların en somut örneğini oluşturuyor. Yoğun bir uğraştan sonra kayıtlarını tamamlayan öğrencileri her yıl yeni yeni sorunlar bekliyor. Bu sorunlar; barınma, burs paraları, ulaşım ücretleri gibi gençliğin temel ihtiyaçları üzerinden şekillenmektedir. Üniversite gençliğinin karşılaştığı sorunlardan en önemlisi eğitimin paralı olması ve buna bağlı olarak maddi durumlarından dolayı zorluk çekmeleridir. Devlet buna çözüm olarak bursları sunmaktadır fakat çoğu öğrenciye verilmeyen burslar, büyük bir adaletsizliği de beraberinde getirmektedir. Çünkü her yıl maddi durumu kötü olan öğrencilere burs verilerek yardım edildiği söyleniyor. Ancak burs paraları hem öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılayacak miktarda değil, hem de asıl ihtiyacı olan öğ-
gençliğin tarihinden 12 Eylül - 19 Eylül 14 Eylül 1992: Esenyurt Osmangazi İlkokulu’nun yıkımının durdurulması için Dev-Genç’lilerin önderliğinde 1500 öğrenci ve velisi Esenyurt'ta yolu trafiğe kapattı. Jandarma velilere saldırdı. 20 veli gözaltına alındı. 15 Eylül 1993: Adana 19 Mayıs Lisesi' ne Liseli DevGenç tarafından bomba süsü verilmiş pankart asıldı.
rencilere verilmemektedir. Geçen yıl 561 bin 3 öğrenci, üniversitelerin lisans ve ön lisans programlarına yerleşti. Üniversiteye yerleşen bu öğrencilerin sadece 117 binine burs verildi. Yaklaşık 444 bin öğrenci burs alamazken, burs alan öğrencilerin de her an burs paraları kesilebilmektedir. Yani öğrencinin burs parası, başarı durumu bahane edilerek, keyfi uzaklaştırmalar verilerek istenildiği zaman elinden alınabiliyor. Burslar öğrenciye karşı bir tehdit aracı olarak kullanılıyor. Bunun yanında burs alamayan öğrencilere Geri Dönüşümlü Öğrenim ve Katkı Kredisi verilerek, öğrenciler devlete borçlu hale getiriliyor. Yani devletin her öğrenciye öğrenim ve katkı kredisi vermesi, öğrencileri düşündüğünden değil, eğitimde sömürüyü arttırmak içindir. Öğrenciler açısından vurgulanması gereken bir diğer önemli nokta ulaşım ücretleridir. Öğrenci gençlik eğitim dönemi boyunca harç parası ve yemek, barınma, kitap ihtiyacı için harcadığı paraların yanında bir de ulaşım için yüksek miktarlarda para harcamak zorunda kalıyor. Özellikle son yapılan ulaşım zamlarından sonra bu durum daha da önemli bir sorun haline gelmiştir. Ulaşım ücretlerine İstanbul, Ankara ve diğer illerde %30'a kadar zamlar getirilmiştir. Hatta bazı illerde 1,15 TL olan ulaşım ücreti 2TL'ye kadar çıkmıştır. İstanbul'da ise otobüslerde kartlı geçişin zorunlu olması, yeni gelen öğrenciler için akbil kartı almayı zorunlu hale getirmiştir. Akbil kartı olmayan öğrenciler otobüse binemeyeceği gibi, bir geçişlik kart için yapılan zamdan dolayı 50 kuruş daha fazla ödeyerek 3TL vermek durumunda kalıyor. Dolayısıyla bir öğrencinin hergün otobüs kullandığı düşünüldüğünde, öğrenciye maddi olarak büyük zorluklar çıkacaktır.
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
Gençlik olarak geçtiğimiz yıllarda da yaşadığımız benzer sorunlar bu yıl daha üst boyutta devam etmektedir. Fakat bizlere dayatılan ve düzenin sömürü amacıyla sunduğu bu tür uygulamalara '4 sene dişimi sıkar, sabrederim' mantığıyla boyun eğmek zorunda değiliz. Hepimiz üniversitelerde, liselerde okuyan öğrenciler olarak düşünen, üreten ve halkın sorunlarını bilen gençler olmak zorundayız. Düzen bizlerin böyle bir gençlik olmamızı istemese de, bizler daha fazla düşünecek, var olan ve gasbedilen haklarımız için daha fazla mücadele verecek, 'biz' olarak düşüneceğiz. "Ülkemizin geleceğiyiz" diyen bizlerin, bu düzen içinde yok olup gitmemesi için başka yolumuz yoktur.
Biz de Varız
31
Ülkemizde Gençlik
Liseliyiz Biz...
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
Genciz, hem de çok genç... Açlığın, yoksulluğun, zulmün, sömürünün var olduğu bir düzende hayatı adımlıyoruz. Açlığın, yoksulluğun, zulmün, sömürünün sorumlusu biz değil iken, bizim payımıza düşer tüm bunlar... Bizim payımıza düşüyor haksızlıklar, adaletsizlik... Bu halkın çocukları olarak daha dünyaya gelmeden borçlanıyoruz. Yabancı şirketlere borçlu olarak doğuyoruz. Okul kapılarında kayıt yaptırabilmek için türlü zorluklarla karşılaşıyoruz... “Bağış parası” adı altında zorunlu har(a)çlar ödemek zorunda bırakılıyoruz Bizim okullarımız, 15-20 kişinin eğitim gördüğü modern teknolojinin kullanıldığı, bilgisayar ortamında eğitim yapan, her branşın öğretmeninin ayrı ayrı olduğu, okullarının içinde spor salonlarından yüzme havuzlarına, kafeteryalarından tüm diğer olanaklarına kadar her şeyi var olan, senelik ücreti annemizin babamızın ömür boyu çalışmasının karşılığı olan emeklilik ikramiyesine denk gelen okullar değil! Bizim gittiğimiz okullar kayıt paralarını birçoğumuzun ailesinin zar-zor denkleştirdiği, kayıt paralarını tamamlayamayanların özel hizmetli gibi okulun temizliğinden, badana boyasına kadar çalıştırıldığı, bu parayı ödeyemeyince okulların kapısından içeriye adım atamadığımız, sınıfların 45-50 kişiyle tıka basa doldurulduğu, ezberci, bilimsellikten uzak, anti demokratik okullardır...
Özel okullarda, kolejlerde okuyanlar, altlarında son model jiplerle okullarına giderken; biz, sabah anne-babamızın vermiş olduğu üç kuruş harçlıkla çoğu kez onca yolu yaya olarak yürüyen, cebimizde bir çay parası olmadığı için kantinde bir bardak çay içemeyen, çoğumuzun iki çift ayakkabıyı bir arada görmediği genç Liselileriz biz.. Belli bölgelerde belli okullara hapsedilmek istenen bizleriz. Oturduğumuz bölgenin en yakınından başka bir okula kayıt yaptırma hakkı tanınmaz bizlere... Parası olanın özel okullarda kolejlerde okuduğu, parası olmayanın en yakınındaki okuldan başka bir okula kayıt yaptırma şansının olmadığı genç Liselileriz biz. Çalışan, üreten, temizleyen, alınteri döken, makineye kolunu kaptıran, iş kazaları denilen cinayetlere kurban giden ve tüm dünyanın güzelliklerini yaratan annemiz, babamız ve bizler iken yine aç kalan, açıkta kalan, iki yakasını bir araya getiremeyen, kayıt parası bulamayan, istediğimiz okula gidemeyen, yol paramız olmadığı için onca yolu tepen, geleceği ellerinden çalınan, üniversite kapıları yüzüne kapanan, emperyalist tekellerce geleceğin ucuz iş gücü olarak görülen yine bizleriz. Okul harçlığı denkleştirmek için yaz boyu inşaatlarda çalışan, otobanlarda su satan, dağlarda çobanlık, lokantalarda garsonluk yapan, şirketlerin getir-götür işlerine bakan, konfeksiyonlarda ve daha birçok yer-
de üç kuruş için tatillerde çalışmak zorunda bırakılan yine bizleriz. Aynı sırayı paylaştığımız arkadaşlarımız... elbette ki, emeğin, alınterinin en yüce değer olduğuna inanıyoruz. Asla utanmıyoruz çalışmaktan. Fakat tüm bu adaletsizlik, haksızlıklar yaşımızdan olduğundan daha erken olgunlaştırıyor bizleri. Bunun içindir ki, dünyanın hangi bölgesinde olursa olsun haksız yere atılmış bir tokadın acısını yüreğimizde hissediyoruz. Aynı Che gibi... Düzen, söylenen her şeye boyun eğen, kendinden başka kimseyi düşünmeyen, kendi sorunlarına dahi duyarsız, apolitik bir gençlik istiyor. Hayır! Asla bu düzenin istediği gibi duyarsız, yoz bir gençlik olmayacağız. Bizler çok genç olabiliriz belki... Düzenin istediğinin tersine bu ülkenin gençliği olarak örgütlü ve kolektif bir yaşam için varız. Bencilliğin, adaletsizliğin ve namussuzluğun tam karşısındayız... Yaşanan sorunlar bizim dışımızda değildir. Yarınımız, geleceğimiz elimizden çalınırken buna sessiz kalamayız. Bunun içindir ki; biz de varız bu kavgada!.. Bizler genciz, geleceğiz!.. Yarınıyız bu halkın. Genç yüreklerimiz, içine koca bir dünya sığdıracak kadar büyüktür bizim. Ve eğilmek, haksızlığı kabullenmek için değil, başımızı dik tutmak için biz de varız bu kavgada... Üstelik halkımızın mutluluğu ve vatanımızın bağımsızlığı için delicesine çarpar yüreğimiz...
‘Marş söyledi diye ceza veriyorlar! Nefes almaları bile suç...’ 2114 Mart 2010 tarihinde, AKP iktidarının “Roman açılımı” şovu yaptığı, İstanbul’daki Abdi İpekçi Spor Salonu’nda, “PaHayat Tüzer rasız Eğitim İstiyoruz Alacağız – Gençlik Federasyonu” pankartı açtıkları için tutuklanan ve 17 aydır hapishanede tutulan Gençlik Federasyonu üyesi iki gençten biri olan Ferhat Tüzer’in annesi Hayat Tüzer ile, oğlunun keyfi tutukluluk hali hakkında görüştük. Ramazan Bayramı’nda oğlu ile açık görüş yapması en-
32
gellenen Hayat Tüzer, oğluna verilen keyfi cezaları anlattı. Yürüyüş: Oğlunuzla en son ne zaman görüştünüz? Ferhat’ın kaldığı koşullardan bahseder misiniz? Hayat Tüzer: Oğlum F Tipi hapishanede kalıyor. Sadece Ferhat değil; Ferhat gibi o hapishanelerde tutsak olan herkes çok büyük sorunlarla karşılaşıyorlar. Oğluma türkü söyledi diye ceza veriyorlar. Toplu halde yüksek sesle konuştuklarında ceza veriyorlar. Ayakkabı araması dayatmasında çok büyük cezalar veriliyor. İnsanca bir yaşam yok oralarda... Yürüyüş: Ferhat’a neden görüş yasağı verdiler? 4 ay-
Liseliler: Bu Kavgada
Ülkemizde Gençlik
Bu Kavgada Biz de Varız! Bu topraklarda yaşıyoruz. Acılarımızı, sevinçlerimizi, heyecanımızı, coşkumuzu, öfkemizi bu topraklarda paylaşıyoruz. Adına vatan deyişimiz bundandır. Uğruna canımızı vermiş, can, kan pahasına korumuşuz. Vatanımız on yıllardır emperyalistler ve işbirlikçileri tarafından işgal edilmiş, topraklarımız parsel parsel satılmıştır. Bu yüzden içimiz rahat değildir, oturup bekleyemeyiz. Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, aç, susuz kalıyoruz, bir parça ekmek için sabahın karanlığında yollara düşüyoruz. Çamurlu yollara bata çıka yürüyor, tıklım tıkış otobüslere biniyoruz. Çalıştığımız yere varıyoruz. En olmadık sözleri işitiyor, hor görülüp dalga geçiliyoruz. Hepsine kulağımızı tıkıyoruz. Söyleyeceklerimiz dilimizin ucuna geliyor da yine de susuyoruz, konuşmuyoruz. Kimi zaman utanıp, mahçup olup başımızı öne eğiyoruz. Yeter ki çocuklarımız gülsün, aç kalmasın diye katlanıyoruz. Bizler, en çok ezileni, sömürüleniyiz. Yoksul olan biziz. Madenlerde göçük altında kalan biziz. İnşaatlarda çalışırken düşüp ölen biziz. Evi yıkılan, evsiz bırakılan biziz. Muayene olmak için parası olmayan, sedyelerde ölen biziz. Buz kesen soğukta mendil satan biziz… Halkımız böyle yaşar ki, bizlerde böyle ailelerin çocuklarıyız. Bu halkın çocuklarıyız. Annemiz, babamız böyle yaşar. Adaletsizliği, haksızlığı, eşitsizliği en başta ailemizden, çevremizden görürüz. Paramız olmadığı için okulların kapıları kapalıdır bize. Zar zor okula kayıt olmuşsak, okul masraflarımızı çıkarabil-mek için çalışmak zorundayızdır. Mezun olduğumuzda iş de bulamayız. Yani bu ülkede geleceğimiz yoktur bizim. Böyle olduğu için halkın kavgasına en önde biz katılırız. Ülkemizin gerçekliğini görüp de bu kavgada yer almamak bencilliktir. Bu gerçeklik bizi mücadele etmeye zorunlu kılar. Anadolu topraklarımızın özü isyandır, direniştir. Yüzyıllardan bu yana gelen köklü bir gelenektir. Baskı, dır göremediğinizi söylüyorsunuz. Mektup yazıyor mu? Mektuplarında tutsaklık koşullarından bahsediyor mu? Hayat Tüzer: Dört aydır açık görüşe gidemiyorum. Marş söyledi diye, türkü söyledi diye altı ay görüş cezası verdiler. Ben “bayramda görüş yapayım” diye talepte bulundum “bayramı da kapsıyor dediler” ve görüştürmediler. Mektup yazıyor ve koşullardan tabiki bahsediyor. İşte gardiyanların tavırlarından cezaevinin yönetiminin tavırlarından bahsediyor. Mesela telefona çıktığında sesi sinirli geliyor, “ne oldu oğlum” dediğimde “boşver anne” diyor ama ben neler olduğunu gardiyanlarların saldırdığını anlıyorum, görüşe gittiğimde itilmiş kakılmış görüyorum. Ferhatlar’ın nefes almaları bile cezaevi yönetimince suç.
zulüm varsa direniş de vardır. Pir Sultan, Şeyh Bedreddin, Baba İshak bunu görüp de mücadele edenlerdir. Can, kan pahasına direnmiş, ipini kendi çekerek zulme boyun eğmemiştir. Yüzyıllar öncesinden bizi katletmeye başlamışlardır. Sivas’ta, Maraş’ta katledildik. Kızıldere’de katledildik. 19 Aralık’ta diri diri yakıldık. Bedenlerimiz bir avuç kömüre döndü. Bu zulüm, bu katliamlar ülkemizde yaşandı. Belki de bunları sadece kitaplardan okuduk. Ya da anlatımlardan öğrendik. O katliamlar, zulüm yaşandığında belki doğmamıştık. Ama şimdi halkın kavgasının içindeyiz. Bu yola baş koymuşuz. Bu halkın içinde yaşayanlar olarak, en çok sömürülen, katledilen olarak, bu kavgada biz de yerimizi alıyoruz. Dev-Genç’liler böyle bir misyona sahiptir. Bedellerin en büyüğünü ödeme cürettini gösteriyoruz. En önde ölmeyi tercih ediyoruz. Bedenlerimizi halkımızın önünde siper ediyoruz, vatanımız için toprağa düşme kararlılığını taşıyoruz. Bu yüzden de en başta biz katlediliyoruz. Bu ülkede yaşıyor, bu ülkede soluk alıyor, kalbimiz burada çarpıyorsa, bu kavgada elbette biz de varız. Ve olmaya da devam edeceğiz. Bu düzen yıkılana, bu sömürü, bu açlık, bu yoksulluk bitene kadar bu kavganın içinde olacağız. Başımıza geleceklerin farkındayız. En fazla canımızı alabilirler. Biliyoruz ölümsüz insan yoktur. Bizler istiyoruz ki, son nefesimizi bağımsızlığı haykırarak verelim, ki mücadeleye başlarken bunu bilerek katılıyoruz. Gözaltılar, baskınlar, tutuklalamalar yaşayacağız, yaşıyoruz da. Ama bizde bu irade, bu kararlılık ve halk ve vatan sevgisi olduktan sonra, “Ölüm hoş gelir sefa gelir.” Dev-Genç’liyiz. Bu ülkede sömürüyü, açlığı yaşatanlardan hesap soracağız. Adaletli, eşit ve hakça bir düzen için, durmaksızın mücadele edenlerdeniz. Direnmeye devam ediyoruz. Baş eğmeyen, ıslah olmayanların onurlu sesi olarak bu kavgada elbette varız, var olmaya devam edeceğiz.
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
Yürüyüş:Ferhat’ın davası şu an ne durumda? Hayat Tüzer: Savcı “İddianameyi inceledim suç bulamadım, Anayasada olan haklarını dile getirdiler bu çocuklar” diyerek ve beraatlarını istedi ama mahkeme heyeti “kuvvetli suç unsuru bulunmaktadır” dedi tutuklu kalmalarına karar verdi. İddianameye baktığımızda bomboş, saçma sapan bir iddianame, onlar da bunun farkında. Ben şu anda mahkemeyi bekliyorum. Ferhat da, Berna da okuldan atıldı. Yürüyüş: Ayrıca sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı? Hayat Tüzer: Çocuklar bir an önce özgürlüğüne kavuşsunlar. Yani yeter artık çıksınlar oradan istiyorum, sağ salim sağlıkları bozulmadan...
Biz de Varız
33
Ülkemizde Gençlik Mahallemize, Kültürümüze, Geleceğimize Sahip Çıkıyoruz!
Halk Çocukları Liseliler 1
Kimdir liseli? Halk çocuklarıdır liseliler. Hesapsız, kitapsız, genç yaşının getirdiği tüm saflığı, temizliği taşıyan, "Haydi" deyince en öne fırlayan, "dur" deyince ise pek öyle kolay durdurulamayan, biraz deli dolu, biraz yaşından büyük görünme çabasında olan, bir yanı anarşist, bir yanı çocuksu, illegal iş yapmayı, hele hele eylemden eyleme koşmayı seven, gözü kara, yürekli ve militan... Ülkemiz liselerinde örgütlenebilecek büyük bir devrimci potansiyel var. Genel, meslek ve özel liseler de dahil 2011 yılı rakamlarına göre toplam 4 milyon 748 bin 610 öğrenci liselerde eğitim görmektedir. Bunların büyük bir çoğunluğu halk çocuklarıdır. Yani burjuva çocuklarının genel olarak özel liselerde eğitim gördüğünü hesaba katarsak, gerisi halk çocuklarıdır diyebiliriz. Türkiye genelinde 9281 lise var. Bu liselerin 3327’si genel lise, 5155’i ise meslek lisesi. 798’i de özel liseler dahil bu rakamlara. Verdiğimiz rakamlardan da anlaşılacağı üzere, liseliler nüfusun önemli bir bölümünü oluşturuyor. Yaklaşık 5 milyonluk bir gençlik kitlesinden söz ediyoruz. Üstelik bu güç dağınık halde değil, üç yüzer-beş yüzer, hatta biner kişilik topluluklar halinde bir arada bulunuyor. Bu genç kitlenin de düzenle çelişkileri var. Ailelerinin nasıl sömürüldüğüne tanık olan liseli gençliğin kendisi de, paralı eğitimin dişlileri arasındadır. Kayıttan başlayarak, sınavlara kadar her şey için para ödemek zorundadır. Parası olmayanın okuyamadığı bir düzendir bu. Gelecek güvencesi yoktur. Gerici ve ezberci bir eğitim altında, yaratıcılıkları engellenir; düşünmeleri değil yozlaşmaları istenir. Siyasetle ilgilenmesin, örgütlü mücadelenin kenarından bile geçmesin
34
diye uğraşılır. Vatanın emperyalizme satılmasına seslerini çıkartmasınlar diye uyuşturulurlar, beyinleri kirletilir. Kasıtlı olarak cahil bırakılırlar. Kişiliklerini sağlamlaştıran, bilimsel düşünmeyi öğreten, yeteneklerini geliştiren, bilgi birikimi sağlayan bir eğitim alamazlar. Laboratuvar yüzü görmeden, kütüphaneden yararlanamadan, faşist idarelerin baskısı altında, not ve disiplin kurulları tehdidiyle, internet ve televizyondan oluşan küçük bir dünyaya kapatılarak, sosyal faaliyetlerin uzağında, örgütlenmesi yasaklanarak, ezbere dayalı bir eğitimle eğitilir liseliler. Bunu eğitim olarak kabul edersek tabii. Gerici-faşist eğitimle yetiştirilerek; düşünmeyen, üretmeyen, ezberci, duyarsız, silik, kendine güvensiz bir gençlik yaratılmak istenir. Enerjisi ve atılganlığı köreltilmek istenir. Bunun için düzenin araçları çok çeşitlidir; internet, televizyon, barlar, kafeler, uyuşturucu, futbol, moda... Bu çabalarına rağmen başarılı olamadığında ise, bu kez de faşist terörü devreye sokar oligarşi. Okuldan uzaklaştırma-atma, not, dayak, gözaltı... tehdidi bekler liseli gençliğin tepesinde.
Yaşı Küçük Yüreği Büyük Liseli Düzenin yozlaştırma saldırılarına rağmen, kapitalizmin henüz çok kirletemediği liseli gençlik, dinamik bir kitledir. Öğrenmeye açıktır, kolay öğrenir, hızla kavrayabilir, isteklidir, mücadelecidir. Hesapsız olduğu için, bedel ödeme noktasında en öne fırlayandır. Düzenle olan eğitim bağını koparmaya açıktır. Aile ilişkileri nedeniyle kimi sorunlar, güçsüzlükler yaşasa da, örgütlendiğinde, bu bağı da kopartıp atacak güce kavuşma potansiyeli çok yüksektir. Ve diğer alanların kadro kaynağıdır liseli gençlik. Mahallelerde, üniversitelerde, işçi alanındadır aynı zamanda gençlik. Okul dışında o bir mahallelidir. Sezgin Engin gibi mahallesini savunur okul dışında; İrfan Ağdaş gibi sokak sokak dolaşıp dergi satar mahalleliye; Levent Doğan gibi ülkesinin sorunlarını sahiplenen ve bunun için mahallesinde korsan gösterilere katılandır liseli. Ali Haydar Çakmak’ın deyimiyle, “Bir Liseli Dev-Genç'li, bir elinde molotof, cebinde kuşlamalar, sırtında pankartı, diğer elinde afiş yapıştırmak için kostik kovası, arka cebinde duvar yazılaması için sprey-
“Haksızlığa karşı ilk öfkeli ses çoğunlukla gençlerden gelmiştir. Genç kitleler büyük bir değiştirici potansiyele sahiptir. Bunun için egemen sınıflar tarihi boyunca gençliği türlü yollarla zehirlemeye, pasifleştirmeye, uysallaştırmaya çalıştı; gençliğin enerjisini haksız savaşlarda, milliyetçi hareketlerde tüketmeyi denedi. Gençlerin yüksek enerjisi ve atılganlığı, halkın çıkarlarına karşı kurulan iktidarların ömrünü uzatmak için kullanılmak istendi. En vahşi koşullarda sömürülenler gençlerdi. En ilkin savaşa sürülenler de onlar oldu. Ama tüm çabalar gençliği, iyiyi, güzeli, doğruyu arama uğraşından döndüremedi. Gençlik büyük tarihi mücadelelerin hep en önünde yer aldı. 20. yüzyılın ilk yarısı boyunca yürütülen uzun, zaferler ve yenilgilerle dolu, kan bedeli bir mücadelenin bir ürünü olan Bulgaristan Devrimi'nin en dinamik kesimini de gençler oluşturuyordu.” Bulgaristan Devrimci Gençlik Hareketi Tarihi Dimitrov Gençlik Akademisi
Liseliler: Bu Kavgada
Ülkemizde Gençlik leri... ile gezer.” Yaşı küçüktür ama iş bedel ödemeye geldiğinde hesapsızlığıyla en önde gider liseli. Korkusuzdur, genç yaşının getirdiği coşkunlukla, düzene başkaldırma isteği vardır. Bu isteğin devrimci kanallara akıtılması gereklidir sadece. Onu motive etmek için çok büyük çaba harcamaya gerek yoktur. Çünkü henüz, kapitalizmin çarkları arasında öğütülmemiştir liseli. İşten atılma korkusu yoktur, evde onun ekmek götürmesini bekleyen yoktur, zam alabilmek için patronun gözüne girmeye çalışmasına gerek yoktur. Düzenle bağları yok mudur, elbette ki var. Aile, okul, içinde yaşadığı sistem onun düzenle olan bağlarıdır. Ama bu bağlar henüz bir memurun ki kadar güçlü değildir. Çünkü daha henüz emek sömürüsüne uğramamıştır. Bu ülkede yaşıyor liseliler de... Ezilen, sömürülen, katledilen bir halkın çocukları onlar. Elbette bu halkın kavgasında onlar da yerlerini alacaklar. Çok gençler ama yürekleri büyük ve erken olgunlaşıyorlar. Bu ülke, bu düzen erken büyümek zorunda bırakıyor onları. İşte bu yüzden bu kavgada onların da yeri var. Gözü karadır liseli gençliğin. Haksızlıklara boyun eğmez, asidir ve coşkun bir nehir gibi akar. Önündeki engelleri aşar da akar... Duyguları henüz törpülenmemiştir. Vatana heyecanla hizmet etme ve ona sarsılmaz bağlılık gösterme kapasitesi vardır liseli gençliğin. Sahiplendiği zaman temiz bir kalple bağlanır. Hesapçı değildir. Düzen kirletmeye çalışsa da temiz bir beyni vardır. Öğrenmeye açıktır. Olmazcı değil, “ben yaparım” der. Arkadaşlık bağları güçlüdür, arkadaş grubuna sahip çıkar, laf söyletmez. Örgütlendiğinde ise yoldaşlarına fedakârca yaklaşır Liseli DevGenç’li. Düşman karşısında hesap sorandır, yoldaşı için canını ortaya koyandır o. Militandır liseli, karşısına çıkan zorluklarla uzlaşmaz, dinamik beyniyle çözüm bulmaya çalışır.
Paylaşımcıdır, bencillik, bireycilik henüz uzağındadır... Türkiye devrim mücadelesinde liselilerin yeri ayrıdır. Faşizme ve oligarşiye karşı mücadelede militan bir şekilde almışlardır yerlerini. Liseli Dev-Genç’te örgütlenip, sonrasında mücadelenin farklı alanlarında şehit düşmüş pek çok şehidimiz var. Milyonlarca genç! Devrim mücadelesine katabileceğimiz milyonlarca halk çocuğu! Yeni öğretim dönemi başlarken, liseli gençliğe daha fazla ulaşmanın, onları örgütlemenin yollarını geliştirmeliyiz. Liselilerin sorunları nelerdir ve onları bu sorunların etrafında nasıl örgütleyebiliriz konularını yazı dizimiz boyunca işleyeceğiz...
Liseli Dev-Genç Tarihi Bir Liseli Dev-Genç’imiz Var Liseli gençliğin Liseli Dev-Genç saflarında örgütlü mücadelesinin esas olarak '77 yılında başladığını söyleyebiliriz. 12 Mart faşist cuntası öncesinde liseli gençliği örgütleme adımları vardı. Mahirler’in, Denizler’in yol göstericiliğinde mücadeleye katılmışlar ancak 12 Mart faşizmiyle bu çabalar kesintiye uğramıştır... 1977 ülkemiz liseli gençliğinin dereleri birleştirdiği, coşkun akan ırmaklara çevrildiği, okyanusa doğru durdurulmaz bir akışın başlatıldığı yıldır...
1977 Liseli Dev-Genç'in Doğduğu Yıldır... Egemen ideolojinin küçümsediği, yaşlarından dolayı "bilinçsizler", "kandırılmışlar", "tuzağa düşürülmüşler" diye olmadık demagojiler yaptığı ama kurşunları esirgemediği, karakollarda, şubelerde onlar için her zaman yer ayırdığı liseli gençlik, misyonuna uygun olarak safını belirledi, gücünü ortaya koydu... Boyun eğmek yoktu artık, hangi saldırıyla gelirlerse gelsinler alternatifleri vardı, politikaları vardı... Herşeyden önce güçleri vardı: Güçleri
Biz de Varız
haklılıklarıydı... Gerici faşist eğitimi dayattılar...
Liseli Dev-Genç ‘Demokratik Ortaöğretim’ Şiarını Yükseltti... Sivil faşist işgallerle yüklendiler... Liseli Dev-Genç faşist işgallere karşı örgütlendi... Liseli Gençlik bu toplumun parçasıydı... Ve toplumun her kesimi gibi "Bağımsız Türkiye" için mücadelenin her alanında yer aldı, destek oldu... Karşısındaki engeller yalnızca egemenler tarafından örülmüyordu. Oportünist ve revizyonistler gençliğin aktif mücadelesini geriye çekmeye, düzen sınırları içinde tutmaya, birliğini bozmaya, dağıtmaya çalıştılar... Ama hiçbir şey çağlayanın akışını durduramadı... Pek çok örgüt vardı ama liseli gençlik doğru safları biliyordu ve orada yerini aldı... Bu günden geriye baktığımızda liseli gençliğin mücadele tarihinde yalnızca Liseli Dev-Genç'i görürüz... Asi ve isyankârdır liseli gençlik... Onların genç ve deli yüreği yeniyi, doğruyu, onurluyu ister... İstediğini koparıp alacak kadar da yamandır bu yürek... İşte bunun içindir cuntalarda gençliğe bu denli saldırmaları... İşte bunun içindir faşist saldırıların ilk hedefi oluşları... "Anarşi ve terör ortaöğrenimlere kadar yayıldı" diyerek saldırdılar gençliğe 12 Eylül'lerde... Ortaöğrenimlere kadar yayılan bu "anarşi ve terörü" yok etmek isteyenlerin zulmünü, 1516 yaşında karşıladı Liseli DevGenç'liler. 90'lı günlere varan gözlatılarda, manyetolara, falakalara direndiler... Direnmek yaş işi değildi belli ki, direnmek yürek işiydi, inanç işiydi... İnandılar ve zulme direndiler... 12 Eylül zindanları binlerce, onbinlerce işçiyi, memuru, aydını konuk ederken, liseli gençlik de asi ve isyankar tavrıyla aralarındaydı. Örgütlülükleri, önderleri, yöneticileri katledilerek, işkencelerden geçirilerek, hapishanelere doldurularak dağıtılmaya çalışıldı. Çağlayanın akışı durdurulama-
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
35
Ülkemizde Gençlik dı fakat... Çok geçmedi... 12 Eylül'ün halkı teslim almaya yönelik saldırılarına karşı geride kalanlar ellerinden geldiğince direndi, anlı şanlı pekçok örgüt mücadeleyi tatil edip, soluğu yurtdışında mültecilikte bulmuşlardı oysa... Onların "çocuk" "küçük burjuva" diye hakir gördükleri ise direniyordu faşizme karşı... Fiziki olarak güçsüz düştüler ama tarihe bir daha akıllardan çıkmayacak denli güçlü bir Liseli Dev-Genç geleneği yazdılar... Bu güç 80'de fiziki olarak güçsüz düşen liseli gençliği 85'te yeniden ayağa kaldırdı... 90'lı yıllara gelindiğinde Devrimci Hareket "Daha Hızlı Koşmalıyız" şiarıyla atılıma geçerken Liseli Devrimci Gençlik de adımlarını büyüttü. Yürüyüş yeniden başladı... Çağlayan yeniden coştu... Örgütlenme yaralarını onaracak, yeniden liseli gençliği kucaklayacak, kitleselleşecek, egemen politikayı boşa çıkartacaktı... En geniş liseli gençlik yığınlarını mücadeleye katmak için Demokratik Lise İçin Mücadele Komiteleri (DLMK) kuruldu. İllegal mücadelenin ülkemiz koşullarında temel alınması gerçeğiyle Liseli Dev-Genç örgütlenmesini yeni tarzda düzenledi. Liseli gençlik tarihinden koparılamadı... Elbette ağır bedeller ödedi... Elbette Kenan Aydemirler’ini, Kahraman Altunlar’ını, Faruk Bayrakçılar’ını şehit verdi... Ama asla boyun eğmedi... Bu ülkenin geleceği onlardı... Gelecek için, gelecek adına söyleyecek sözümüz var dedi... Söz söylendi, söze sadık kalındı... Bugün, liseli gençlik kavgasını daha da büyütüyor. Büyütüyor ve kavga alanlarında yeni değerler yaratarak onurlu tarihine layık olmaya devam ediyor. Geniş öğrenci kesimleri hızla saflaşıp, kavgaya girdikçe liselilerin üzerine düşen görevler de artıyor.
36
Devrim Şehitleri Yaşıyor Liseli Dev-Genç Savaşıyor Turgut İPÇİOĞLU: (l959-10 Kasım 1978) Bakırköy Ticaret Lisesi’nde boykot hazırlıkları yapılıyordu... Afişler asılmış, duyurular yapılmış boykot kararı kitleye iletilmişti... Boykot yüzde yüz başarıya ulaşacağa benziyordu. Ama okul içinde ne oldukları belirsiz bir grup boykotu kırmak için ellerinden geleni yapıyordu. Gençliğin eylemde birliğini bölmeye yönelik çalışan bu grubu Liseli Devrimci Gençlik teşhir edip, okul komitelerinden uzaklaştırtı. Bu grubun adı Proleter Devrimci Aydınlık’tı. (PDA) Devrimci geçinip, "anarşi terör" edebiyatı yapıyor, okullardaki devrimcidemokrat öğrencileri polise ihbar ediyor, idare ile işbirliği içinde demokratik faaliyetleri engelliyorlardı. Boykotu kırmak için bildiri dağıtmışlardı. Liseli Dev-Genç'liler önlerine kattıkları bu bir grup PDA'yı okul kapısına kadar kovaladılar... Okul kapısında önceden pusulanmış olan PDA'lar öğrencilerin üzerine kurşun yağdırdılar... 19 yaşındaki Turgut İpçioğlu burada karşı-devrimci Aydınlık çetesi tarafından katledildi... Turgut İpçioğlu, Liseli DevGenç Yönetim Kurulu üyesiydi... Katliamdan sonra hem Liseli Dev-Genç, hem de Dev-Genç okullardan Aydınlıkçıları attılar. Aydınlıkçılar bir daha okula giremediler.
Hüseyin ULU (1959-Aralık 1979) 1959 doğumluydu Hüseyin. Samsun bölgesinde anti-faşist mücadelenin önde gelen neferlerinden biriydi. Devrimci çizginin gereklerini yerine getirmekte hiç bir zaman kararsızlığa düşmedi. O devrimcilerin tatili olmadığının, sürekli çalışmaları gerektiğinin bilincindeydi. Okumaya gittiği Antep'ten döndüğü gün yazılamaya çıktı ve faşistlerce katledildi. O tüm siyasetlerin saygınlığını kazanmış biriydi.
Kenan AYDEMİR (1961-19 Haziran 1979) 1961 doğumlu Kenan Aydemir, Lise-
li Dev-Genç'in yiğit önderlerindendi. Devrimci mücadeleye İstanbul Erkek Lisesi'nde başladı. Yurtseverlik coşkusu onun mücadeleye dört elle sarılmasını sağladı. Önce okuduğu lisede, sonra okulunun bulunduğu, bölgedeki liselerin, Liseli DevGenç adına sorumluluğunu yürüttü. Daha sonrada Liseli Dev-Genç'in bir yöneticisi oldu. Anti-faşist mücadele- Turgut İpçioğlu nin ön saflarında yer alan Kenan, aynı zamanda Faşist Teröre Karşı Silahlı Mücadele Ekipleri (FTKSME) içinde de yer alıyordu ve bir çok antifaşist eylem içinde görev aldı. Görevlerini devrimci militanlığa yaraşır tarzda yerine getiren Kenan Aydemir en son 14 Haziran 1979'da Kocamustafapaşa MHP binasının yakılması sırasında aldığı yaranın Hüseyin Ulu iyileşmemesi sonucu 19 Haziran 1979'da şehit düştü.
Mehmet TEPE: (1954-Ocak 1978) Takvimler '78 Ocak'ını gösterdiğinde bir şehit verdi Liseli Dev-Genç. 1954 doğumlu Mehmet Tepe Mecidiyeköy'de katledildi. İstanbul Kuştepe Lisesi'nde mücadeleye atılan Mehmet, okulundaki faşist işgalin kırılmasınKenan Aydemir da önemli bir rol oynamıştı. Faşist işgaller kimi zaman tutsak, kimi zaman yaralı, kimi zaman şehit verilerek kırılıyor, antifaşist mücadele bayrağı liseli gençliğin ellerinde böyle dalgalandırılıyordu. Bedel ödemeden faşizmin geriletileceğini, geri püskürtüleceğini düşünmek daha baştan faşizme teslim olmaktı. Oysa Liseli Dev-Genç hiçbir koşulMehmet Tepe da faşizme teslim olmayacak, Mehmet'lerin yolundan kavgayı büyütmeye devam edecekti.
Liseliler: Bu Kavgada
Ülkemizde Gençlik
“Liseliyiz, Mahallemize, Kültürümüze, Geleceğimize Sahip Çıkıyoruz” OKMEYDANI 12. GÜN Bayramın 2. gününde masamızda Okmeydanı halkıyla bayramlaştık. Bayramın ikinci gününde, bencilliğe, bireyciliğe, kültürsüzlüğe ve yozlaşmaya karşı Okmeydanı Şark Kahvesi’nde, “Liseliyiz, Mahallemize, Kültürümüze, Geleceğimize Sahip Çıkıyoruz” kampanyası çerçevesinde Dev-Genç’liler masa açtılar.
DERBENT Derbent’te, bayramın 3. gününde yine sabah 07.00’de kalkan Dev-Genç’liler, çadırı toplayarak başladılar güne. Bayram günü bile işe giden mahalle halkı, Dev-Genç’lilere selam vermeden geçmedi. Çadırın 12. günü aynı zamanda 1 Eylül Dünya “Barış” günüydü. Mahalleden de Kadıköy'deki mitinge gidenler oldu. “Siz gitmiyor musunuz?” sorusuna DevGenç’liler, neden bu mitinge katılmadıklarını anlatarak,
“Kimin barışı, neyin barışı? Barışı bize faşizm vermeyecek, onu da savaşarak yine biz kazanacağız. Tıpkı Sovyetler’de olduğu gibi. Evet ülkemizde bir savaş var. Halk ile emperyalizm ve onun işbirlikçisi oligarşi arasında. Oligarşi bize, yani halka saldırıyor. Tutukluyor, işkence yapıyor, katlediyor, o da yetmiyor ölülerimize bile işkence yapıyor, toplu mezar denilen çukurlara atıyor. Peki bunun çözümü barış istemek mi? Hayır! Çözüm, bizi katledenlere karşı daha çok örgütlenip savaşı büyütmek ve bütün savaşların sorumlusu olan emperyalizmi yok etmek. İşte barış o zaman gelecektir.” cevabını verdiler. Akşam, mahallede düzenlenen bir kına törenine katıldı Dev-Genç’liler. 13. GÜN Çadırın 13. gününde kampanya çalışmaları ve Halk Sofrası pikniğine katılım çağrıları devam etti. Mahalleliler artık kahveye gitmek yerine çadırda oturup sohbet etmeyi tercih ediyorlar. “Size alışmıştık. Keşke biraz daha kalsaydınız.” diyorlar. Liseye giden mahalleli gençler de çadırda nöbet tutuyorlar.
Parasız eğitim istediği için tutuklanan Dev-Genç’lilere şimdi de türkü cezası verildi!
LİSELİ DEV-GENÇ YOZLAŞTIRMA SALDIRILARINA KARŞI KAMPANYASINI HALKA ANLATMAYA DEVAM EDİYOR
Başbakan Erdoğan’ın sözde 'Roman açılımı toplantısı' sırasında ‘Parasız Eğitim İstiyoruz, Alacağız’ pankartı açtıkları için 17 aydır tutuklu bulunan Gençlik Federasyonu üyelerinden Ferhat Tüzer' e türkü söylediği için 6 ay açık görüş yasağı verildi. Ailesiyle bayram görüşünde bile görüşemeyen Ferhat Tüzer' e görüş yasağı verilmesinin sebebi olarak 'emre itaatsizlik' gösterildi. Parasız eğitim istediği için tutukladılar, yetmedi sürgün sevk ettiler, yetmedi işkence yaptılar ancak yine de susturamadılar gençliğin haklı sesini kim bilir belki de ilerde parasız eğitim istemenin karşılığı olarak idam kararını getirirler.
Liseli Dev-Genç’in İstanbul Okmeydanı ve Derbent mahallelerinde yürüttüğü “Liseliyiz, Mahallemize, Kültürümüze, Geleceğimize Sahip Çıkıyoruz” kampanyası Ramazan Bayramı süresince de devam etti. Bayramın 1. günü, kampanya çalışmalarının 10. gününe denk geliyordu. Mahalle halkı bayramlaşmak için çadır ve masayı ziyaret ettiler. Liseli Dev-Genç’lileri bayramda da yalnız bırakmadılar. Kendileri de bu halkın çocukları olan Liseli Dev-Genç’liler, yürüttükleri bu kampanya ile mahallelerde halkımızla içiçe oldular. Dev-Genç mirasının sahipleri olan liseliler, bu mirasın sorumluluğunun bilinciyle, adlarına yaraşır şekilde çalışıyorlar mahallede. Sokak sokak, kapı kapı gezerek düzenleyecekleri kurs-
Ukraynalı Gençlerden Destek! Ukranya'da üniversiteliler Türkiye'deki tutuklu üniversite öğrencilerine destek için Ukrayna' daki Türkiye Elçiliği önünde eylem yaptılar.
Biz de Varız
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
lara kayıt yapıyorlar, halka duyuruyorlar. Oligarşinin yozlaştırma politikasına karşı direnmenin tek yolu, örgütlü mücadeledir, Anadolu halklarının kültürünü yaşatmaktır... O yüzden, kampanya sadece bir okuma yazma öğrenme, Grup Yorum korosu, sınavlara hazırlık kursları... değildir. Bu kampanya, yozlaşmaya karşı verilen mücadelenin bir parçasıdır. Bu kampanya gençliğin örgütlü mücadelesinin güçlendirilmesidir. Okmeydanı ve Derbent’te yaşayan halkımıza da kampanyanın önemi anlatılarak, kampanyaya sahip çıkmalarının, kendi öz değerlerine sahip çıkmakla eşdeğer olduğu anlatılıyor. Okmeydanı ve Derbent’teki çalışmalar www.dev-genc.info sitesinde de günlük halinde yayınlanıyor.
37
Ülkemizde Gençlik
SEHER ŞAHİN REHBERLİK VE DAYANIŞMA MASALARI BİR GELENEKTİR yorlar” diyerek provoke etmeye çalıştı. Dev-Genç'liler faşisti halka teşhir ederek, böylelerinin polis tarafından gönderildiğini, devrimcilerin parasız eğitim talebi ve üniversitelerdeki akademik-demokratik mücadelesini engellemek için böyle saldırdıklarını anlattılar. Öğrencilerin toplanması üzerine polis, faşisti uzaklaştırdı. 4 saat açık kalan masada 50 adet bildiri dağıtıldı. 1 adet Yürüyüş dergisi satıldı.
Toplam 8 Üniversite’de “Seher Şahin Rehberlik ve Dayanışma Masaları” açtık İstanbul Üniversitesi Merkez Kampüsü İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Kampüsü İstanbul Üniversitesi Avcılar Kampüsü Marmara Üniversitesi Göztepe Kampüsü Yıldız Teknik Üniversitesi Beşiktaş Kampüsü İTÜ Maslak Kampüsü Boğaziçi Üniversitesi Hisarüstü Kampüsü
“Sizleri burada görmek çok güzel”
Üniversitelere kayıt dönemi 5 Eylül günü başladı. Gençlik Federasyonu, kayıtlar sırasında öğrencilere yardımcı olmak, karşılaşabilecekleri sorunlar karşısında çözüm sunmak amacıyla her sene olduğu gibi üniversitelerde “Seher Şahin Rehberlik ve Dayanışma Masaları” açtı. Öğrenciler ve velileriyle sohbetlerin de edildiği masalar kayıtların bitim tarihi olan 9 Eylül’e kadar açık kalacak.
İstanbul Üniversitesi (İÜ) Dev-Genç’liler, 5 Eylül günü, İstanbul Üniversitesi Merkez Kampüsü'nün kapısında “Seher Şahin Rehberlik ve Dayanışma Masası” açtılar. Kayıtların ilk günü olan 5 Eylül’de kayıt yaptırmaya gelen çok fazla öğrenci yoktu. Dev-Genç’liler, bildiri dağıtıp masaya gelenlerle sohbet ederek Seher Şahin'i ve Dev-Genç’lileri anlattılar. Masaya gelen bir faşist, çevredeki insanları “Bunlar terörist, dağa adam çıkarıyorlar, gençleri kandırı-
38
Dev-Genç'liler, 5 Eylül 2011 Pazartesi günü, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde de “Seher Şahin Rehberlik ve Dayanışma Masası” açtılar. Kayıt için gelen öğrencilerle okuldaki sorunlardan, parasız eğitim mücadelesinden ve eğitim sisteminin çarpıklığı üzerinden sohbet eden DevGenç'liler, kayıt boyunca öğrencilere yardımcı oldular. Dışarıda açılan cemaat yurtlarının masalarından rahatsız olan öğrenciler ve veliler, masaya gelerek “Sizleri burada görmek çok güzel” diyerek çocuklarını DevGenç'lilerle tanıştırmaya getirdiler. Saat 10.00-16.00 arası açık kalan masada 100 adet bildiri dağıtıldı. Ayrıca 5 adet Yürüyüş dergisi satışı yapıldı.
Halka ait olan hiçbir şey bize yabancı değildir Üniversite kayıt döneminin ilk günü olan 5 Eylül günü, Boğaziçi Üniversitesi Halk Bilimi Topluluğu üyeleri, okulun Güney Meydan'ında masa açtılar. “Halka Ait Olan Hiçbir Şey Bize Yabancı Değildir” başlığıyla hazırladıkları bildirileri öğrencilere ve ailelerine dağıtan topluluk üyeleri, öğrencilerle sohbet ettiler. “Popüler” kültüre karşı Anadolu halk kültürünün sahiplenilmesi gerektiği üzerine konuşuldu. Yaklaşık olarak 100 bildirinin
dağıtıldığı masada ayrıca, Halk Bilimi Topluluğu’na üye kayıtları da yapıldı.
Seher yeli olup esmeye devam ediyor Dev-Genç’liler Gençlik Federasyonu üyesi öğrenciler de 5 Eylül’de İstanbul’da Boğaziçi Üniversitesi'nde “Seher Şahin Rehberlik ve Dayanışma Masası” açtılar. Okulun Güney Meydan'ında açılan masada kayıt için gelen öğrencilerle, Dev-Genç'li olmak ve okuldaki mücadele üzerine sohbetler edildi. Gençlik Federasyonu'nun yürüttüğü "Parasız Eğitim İstiyoruz, Alacağız" kampanyasına ilişkin bilgilerin de verildiği masada, ayrıca öğrenciler ve aileleriyle yurt, yemek ve har(a)ç paraları üzerine konuşuldu. Grup Yorum türkülerinin de çalındığı masada 100 bildiri dağıtılırken, 1 adet Yürüyüş Dergisi öğrencilere ulaştırıldı. Saat 09.00’da açılan masa, saat 15.00’e kadar açık kaldı. 6 Eylül günü de, Boğaziçi Üniversitesi kayıt noktasının giriş kısmına masa açıldı. Açılan masada, velilerle ve öğrencilerle üniversitenin genel durumu üzerine ve ülkemizdeki paralı eğitim sorununa ilişkin sohbetler edildi. Kayıtların 2. gününde de umudun türkülerinin çalındığı masada 1 adet Grup Yorum 25. Yıl Konseri DVD'si, 2 adet Yürüyüş Dergisi ve 100 adet Gençlik Federasyonu broşürü öğrencilere ulaştırıldı. Masa 09.0014.00 saatleri arasında açık kaldı.
Dayanışma masasında Dev-Genç’in kampanyalarını sordular 5 Eylül Pazartesi günü, İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi’nde “Seher Şahin Rehberlik ve Dayanışma Masası” açıldı. Açılan masada ailelere ve öğrencilere yardımcı olan DevGenç’liler, aynı zamanda geçen yıldan bu yana yaptıkları çalışmaları ve örgütledikleri kampanyaları da öğrencilere anlattılar. Öğrencilerin yurt sorunundan ulaşım sorununa kadar bir-
Liseliler: Bu Kavgada
Ülkemizde Gençlik çok konuda deneyim sahibi olan Dev-Genç’liler, öğrenci arkadaşlarına bu konularda yardımcı oldular. “Parasız Eğitim İstiyoruz” kampanyası ve Dev-Genç’in 42 yıldır sürdürdüğü Bağımsız Türkiye mücadelesi üzerine yapılan sohbetlere ailelerin ilgisi büyüktü. Bir öğrenci, Dev-Genç’lilere, açtıkları parasız eğitim çadırlarını örnek göstererek, kampanyalarını nasıl kazanımla sonuçlandırdıklarını sordu. Dev-Genç’liler de ısrarcı ve kararlı mücadelenin önemini anlattılar. Dev-Genç’li öğrenciler, Yıldız Teknik Üniversitesi Halk Bilim Kulübü hakkında da öğrencilere bilgi verdiler. Saat 10.30’da, kayıt yapılan binanın önünde açılan Seher Şahin Rehberlik ve Dayanışma Masası, öğrencilerin kayıt işlemlerini tamamlamasından dolayı saat 15.00’te kapandı. Ve Dev-Genç’liler bir gün sonra masayı tekrar açmak üzere okuldan ayrıldılar.
“Ben de Dev-Genç’liyim, asla bu söylemden geri durmayın” 5-9 Eylül tarihleri arasında yapılan üniversite kayıt işlemleri sırasında, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Maslak Kampüsü’nde de DevGenç’liler “Seher Şahin Rehberlik ve Dayanışma Masası” açtılar. Kayıt yaptırmaya gelen öğrenciler ve ailelerine kendilerini tanıtan DevGenç’liler, 42 yıllık onurlu mücadele tarihini anlattılar. Dev-Genç’lilerin masasına gelen bir kişi, “Ben de Dev-Genç’liyim, asla bu söylemden geri durmayın” diyerek destek verdi. 11.00-16.00 saatleri arasında açık kalan masada toplam 400 bildiri dağıtılırken; Grup Yorum DVD'si ile Yürüyüş dergisi dağıtımı da yapıldı.
Masamızın adı, ödediğimiz bedelin adıdır Gençlik Federasyonu üyesi öğrenciler, İstanbul’da, Marmara Üniversitesi Göztepe Yerleşkesi önünde “Seher Şahin Rehberlik ve Dayanışma Masası” açtılar. Kayıt yaptırma-
ya gelen öğrencilere okul hakkında bilgi verip, yardımcı olan DevGenç’liler; Dev-Genç tarihini, faaliyetlerini ve nasıl bir eğitim nasıl bir gençlik istediklerini anlattıkları broşürlerden 250 adet dağıttılar. Masa 10.00-16.00 saatleri arasında açık kalırken; sabah saatlerinden itibaren Kadıköy Belediyesi zabıtaları, okulun ÖGB’leri ile sivil ve resmi polisler, Dev-Genç’lilerin çalışma yapmalarını tacizleriyle engellemeye çalıştılar. Zabıtalar, 800 lira para cezası yazarak, “Yarın izin almadan gelirseniz masanızı alırız” tehdidinde bulundular. Polis, rehberlik ve dayanışma masasını, özellikle insanlarla sohbet edidiği zamanlarda kamera ile çekti. Yurt kayıtları için açılan standları kaldıran polis, bu standların sahiplerini Dev-Genç’lerin üzerine kışkırtmaya çalıştı. Bu arada toplanan sivil faşistlerle birlikte polis, “Yarın gelin de görüşelim” diyerek tehditlerini devam ettirdi. Dev-Genç’liler “42 yıl boyunca okullarımızda mücadelemizi sürdürüyoruz. Biz bu masalara adımızı bile bedel ödeyerek verdik, masalarımızı bedel ödeyerek açtık. Daha fazla Seher olacağız. Bugün olduğu gibi yarın da okulumuzun önünde olacağız.” diyerek, masalarını saat 16.00'da kapattılar.
Rehberlik ve dayanışma masaları meşrudur, gözaltılar bizi engelleyemez İstanbul’da bulunan Marmara Üniversitesi Göztepe Kampüsü’nde “Seher Şahin Rehberlik ve Dayanışma Masası” açan Dev-Genç’liler gö-zaltına alındılar. 5 Eylül günü açılan masaya, zabıta-polis-sivil faşistler üçlüsü gelerek tehditlerde bulunmuş ve “Yarın da gelirseniz size göstereceğiz.” denilmişti. Tehditlere rağmen kararlılıklarından bir şey kaybetmeyen, aksine daha da hırslanan Dev-Genç’liler 6 Eylül günü de masalarını açtılar. Sabah 09.30’da masayla gelen polisler, Hünkar Derya Güneş, Melis Ciddioğlu ve Gürkan isimli DevGenç’lilere saldırarak, yaka paça
Biz de Varız
İstanbul Üniversitesi
İstanbul Teknik Üniversitesi gözaltına aldılar. Gözaltına alınan 3 Dev-Genç’li, Kadıköy Hasanpaşa Karakolu’na götürülürken; Gençlik Federasyonu üyeleri arkadaşlarını sahiplenmeye gittiler. 6 Eylül günü Hasanpaşa Karakolu önünde giden Mahir Bektaş, Eda Arı ve Harika Kızılkaya, faşist AKP polisi tarafından saat 18.00 sıralarında gözaltına alındılar. “Suçları” arkadaşlarını sahiplenmekti. Bu gözaltılardan sonra bir günde toplam 6 Dev-Genç’li gözaltına alınmış oldu. Gençlik Federasyonu, yaşanan gözaltıları; “Evet, AKP ‘teröre’ göz açtırmıyor kelimenin tam anlamıyla. O kadar ki; gözaltıları sahiplenmek için tekrar Hasanpaşa Karakolu'na giden Dev-Genç’liler gözaltına alınmakla tehdit ediliyor, ‘Biber gazını hazır edin’ talimatları veriliyor ve gözaltındaki arkadaşlarımız ‘müthiş’ bir polisiye gösteriyle işkence yapılarak polis otolarına bindirilip Vatan Emniyet Müdürlüğü’ne götürülüyor. Gözaltıları protesto etmek için karakolun önünde bekleyen 7 Dev-Genç’linin önüne onlarca Çevik Kuvvet polisi barikatı kurarak gözdağı vermeye çalışıyor. Ama bu dayatma üzerine geri adım atmayıp, yaptıkları konuşmalarla halka işkence merkezini teşhir eden Dev-Genç’liler alt ediyor onlarca katili. İşte Dev-Genç'i Dev-Genç yapan bu iradedir şeklinde değerlendirdi. Gözaltına alınan 6 Dev-Genç’li, 7 Eylül günü saat 15.00’te serbest bırakıldı.
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
39
Röportaj
Üçlü Protokol Daha Fazla Saldırı Demektir! Sonucu Belirleyecek Olan Direniştir! bulunmuş, baskıyı daha da arttıracak şekilde yeniden düzenlenmiştir. Yürüyüş: AKP, Üçlü protokolde yeniden düzenleme yaptı. Bu düzenleme neleri içeriyor? Üçlü protokol tutsaklara ne getirecek?
Av. Behiç Aşçı ile, Adalet Bakanlığı’nın çıkardığı bir genelgeyle yenilediği “üçlü protokol” hakkında görüştük. *** Yürüyüş: Üçlü protokol nedir? Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
40
Behiç Aşçı: Üçlü protokol olarak bilinen protokol, Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı arasında hapishanelerdeki işleyişin düzenlenmesine ilişkin yapılmış bir protokoldür. İlk kez 06.01.2000 tarihinde düzenlenen 3'lü protokol, 30.10.2003 tarihinde yenilenerek yeniden düzenlenmiş ve halen uygulanmaktadır. Bu protokol ilk düzenlendiğinde hapishanelerle ilgili tüm kesimlere yönelik hak gasplarını içermekteydi. Ailelere, avukatlara, sağlık emekçilerine yönelik hak gaspları ve tehditler içermekteydi. Ancak uygulandığı dönemde eksik bulunduğu için yeni hak gaspları içerecek şekilde tekrar düzenlendi ve halen uygulanmakta. Bu protokolün ilk uygulanmaya başlandığı dönemde özelikle hapishaneye girişlerdeki aramalar sıkılaştırılmış, avukatların bile üzerleri aranır hale getirilmiştir. Tutsakların sağlık hakları neredeyse yok edilmiş, hapishaneye gidişler, muayene tamamen askerlerin ve hapishane idaresinin insafına bırakılmıştır. Ancak bu protokol bile AKP tarafından yetersiz
Behiç Aşçı: AKP hükümeti bir yandan demokratikleşme naraları atarken hızla hak ve özgürlükleri kısıtlama ya da yok etme yoluna gitti. Sınırlı kullanılabilen haklar ortadan kaldırıldı. Aynı mantık üçlü protokolde de işledi ve protokolün eski hali yetersiz bulunarak yeni yasaklar getirildi. Protokol değiştirilerek tutsakların sağlık hakları ortadan kaldırıldı. Sağlık emekçilerine yönelik tehditler getirildi. Üçlü protokol hapishanelerdeki Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı uygulamalarını geniş bir şekilde düzenlemektedir. Sağlık Bakanlığı yönünden açlık grevi ölüm orucu eylemlerine zorla müdahale, muayene esnasında muayene odasında askerin bulunması gibi gaspları içermektedir. İçişleri Bakanlığı yönünden ise hapishanelere müdahale, müdahale esnasında jandarma ve polisin kullanımı gibi hususlar düzenlenmektedir. Adalet Bakanlığı açısından ise hapishaneye girişteki aramadan tutalım, sayım ve sevklere kadar her şey düzenlenmektedir. Ama esas olarak bu protokol ile hapishanelere saldırılar merkezileştirilmektedir. Jandarma subayları, emniyet müdürleri, valiler ve hapishane müdürlerinin katılımı ile düzenli toplantıların yapılacağı hükmü bu saldırıların planlanmasından başka bir şey değildir. Hapishanelerle ilgili kurumlar böylece daha profesyonel ve organize çalışır hale getirilmektedir. Bu protokol ile resmi adı “Cezaevleri Güvenliği Koordinasyon Grubu” olan bir kurul oluşturulmuştur. Bu
kurulun kurulmasına ilişkin madde, protokolün 72. maddesindedir. Bu madde Adalet Bakanlığı (Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü) ile İçişleri Bakanlığı (Jandarma Genel Komutanlığı) tarafından oluşturulan kurula gerektiğinde MİT Müşteşarlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve diğer ilgili bakanlıklar da katılabilecektir. Görüldüğü gibi hareket kabiliyetinin geniş olduğu, esnek bir kurul oluşturulmuştur. Kurul ihtiyaç olan her anda toplanabilecektir. Ayrıca bu kurula “kriz masası” görevi de verilerek daimi hale getirilmiştir. Hapishanelerde yapılacak saldırıları koordine etmek, komuta etmek bu kurulun görevleri arasındadır. Yine bu protokolle tutsakların sağlık hakları, muayene ve tedavi olma hakları tamamen ortadan kaldırılmıştır. Bu protokolle siyasi tutsakların muayeneleri yapılırken, askerlerin odada bulunması düzenlenmiştir. Protokolün 61. maddesinin 2. ve 3. fıkraları bu düzenlemeyi yapmaktadır. 61. maddenin 2. fıkrası şöyledir; “… terörle mücadele ve çıkar amaçlı suç örgütleriyle mücadele kanunlarının kapsamında kalan suçlardan tutuklu ve hükümlü olanların hastahanelerde muayeneleri sırasında jandarma muayene odasında bulunacak, ancak doktorla hasta arasında geçecek konuşmaları duymayacak uzaklıkta koruma tedbiri alacaktır. Bu kapsamdakilerin bayan olanların muayenelerinde jandarma, oda muhafazalı olduğu takdirde kapının dışında, muhafazalı olmaması durumunda ise oda içerisinde ancak yukarıda belirtilen şekilde bulunacaktır." 61. maddenin 3. fıkrası ise şöyledir: “Doktorun kendi güvenliği bakımından talep etmesi durumunda jandarma muayene odasında bulunacaktır.” Nitekim hapishanelerde bu protokolün yürürlüğe girmesinden sonra tutsaklar nerede ise hiç hasta-
Liseliler: Bu Kavgada
Röportaj neye gidemez olmuşlardır. Hasta – hekim ilişkisi sıkı bir şekilde korunan, gizli kalması gereken, özel bir ilişkidir. Bu nedenle muayene esnasında odada kimsenin bulunmaması gerekir. Hekimlik etiği, kuralları böyle emretmektedir. Hatta bu kurallara dayanarak tabip odaları muayene esnasında odaya asker alan doktorlar hakkında soruşturma açmaktadır. Ancak bu protokolün yürürlüğe girmesiyle artık jandarma muayene odasından çıkmaz olmuştur. Bu da hasta mahremiyetini ortadan kaldırmaktadır. Askerin muayene esnasında muayene odasında bulunması ve çıkmaması hem tutsak hem de doktor üzerinde baskı yapma amaçlıdır. Nitekim hekimlik kurallarına uyarak askerin odadan çıkmasını isteyen doktorlar hakkında soruşturmalar ve davalar açılmış olup halen yargılanan doktorlar vardır. Bu da gösteriyor ki asıl amaç tutsakların sağlık haklarına ilişkin düzenleme yapmak değil, baskı oluşturarak tutsakların sağlık haklarını tümden ortadan kaldırmaktır. Var olan ve fiilen yapılan baskılar ve saldırılar mevzuata uygun hale getirilmeye de çalışılmaktadır. Yine bu protokolle açlık grevi ve ölüm orucu eyleminde bulunan tutsaklara zorla müdahale yolu açılmıştır. Daha doğrusu fiilen yapılan zorla müdahaleye yasallık kazandırılmaya çalışılmıştır. Özellikle 2000 – 2007 ölüm orucu eylemi döneminde nerede ise 600 kadar tutsağa zorla müdahale edilmiştir. Ölüm orucu eylemcileri tıp literatüründe hasta olarak kabul edilir. Dolayısıyla hastanın tedavi kabul edip etmeme, doktor seçme hakkı bulunmaktadır. Hiçbir hastaya rızası alınmadan tıbbi müdahalede bulunulamaz. Ancak Adalet Bakanlığı bu temel tıp etiği kuralını protokolle ortadan kaldırmıştır. Tabip odalarının, Tabipler Birliği’nin açık emirlerine rağmen tutsaklara zorla müdahale edilmektedir. Bu protokolle Tabipler Birliği’nin talimatları ortadan kaldırılmaktadır. Üstelik zorla müdahalenin tutsağın rızasına aykırı olarak yapılacağı da protokolle düzenlenmiştir. Böylece amacın tutsağın sağlığını korumak değil, eylemi kırmak olduğu ortaya çıkmaktadır. Çünkü tutsağın sağlığını
düşünen bir iktidarın yapacağı şey zorla müdahale ile tedavisi imkansız sakatlıklara yol açmak değil, eylemin taleplerine kulak vermektir. Yine protokolle hapishanelerin çevresinde eylem yapılması yasaklanmıştır. Protokolü düzenleyen bakanlıklara göre hapishanelerin çevresinde yapılan eylemler gürültüdür. Oysa o eylemlerle haklı talepler dile getirilmekte, var olan sorunun çözümü istenilmektedir. Ama bakanlıklara göre haklı talepler için yapılan eylemler sadece gürültüdür. Yürüyüş: AKP neden böyle bir düzenleme yaptı? Üçlü protokolle AKP iktidarı ne yapmak istiyor? Behiç Aşçı: AKP düzenin partisidir. Düzenin çıkarları için faaliyet yürütmektedir. Bu nedenle de hem düzen güçleri, hem de emperyalizm tarafından desteklenmektedir. AKP de üzerine düşeni yapmakta ve emperyalizme hizmet etmektedir. Emperyalizmin çıkarları gereği sömürüyü arttırmaya çalışmaktadır. Sömürünün artması için baskının artması gerekmektedir. Baskının artması ise halk için işkence, katliam, tutsaklıklar, yoksulluk, yozlaşma demektir. AKP baskı ve terörü arttırırken, aynı zamanda demagoji yapmakta, demokrasi söylemlerini, açılımları dilinden düşürmemektedir. Ama pratik tam tersidir. AKP'nin halkın her kesimine yönelttiği saldırıdan hapishanelerin muaf olması mümkün değildir. Nitekim AKP iktidara geldiği günden itibaren hapishanelerde saldırılarını arttırmıştır. Ölüm Orucu eylemini çözmemiş, katliamlara neden olmuştur. Avrupa Birliği'ne uyum için yeni İnfaz Kanunu’nu yapmış, bu yasayla tutsaklar her biçimde cezalandırılır olmuştur. Şarkı söylemeyi bile suç olarak kabul eden bir yasadan da başkası beklenmez zaten. Nitekim bu yasayla birlikte tutsaklar yılları bulan görüş, ziyaret, kitap, telefon yasaklarına çarptırılmıştır. Aynı AKP, üçlü protokolle hapishanelerde yapılan saldırılarda eksik kalan, yetersiz bulunan boşlukları doldurarak saldırganları rahatlatacak düzenleme-
Biz de Varız
leri yapmıştır. Artık hapishanelerde hem saldırıya uğrayıp dövülenler, hem de ceza alanlar tutsaklar olmaktadır. İşte AKP'nin amacı budur. Yürüyüş: Bu protokol pratikte tutsaklara nasıl yansıyacak? Ne tür sonuçlara yol açar protokol? Behiç Aşçı: Yukarıda da belirttiğimiz gibi, iktidarın protokolden beklediği hapishanelerdeki saldırıları arttırmak, yeni bir saldırı dalgası geliştirmek, baskıyı arttırmaktır. İktidarın amacı bu olmakla birlikte sonucu belirleyecek olan DİRENİŞTİR. Tutsakların, ailelerinin, demokratik kitle örgütlerinin direnişi sonucu belirleyecektir. Elbette iktidar tutsakları yıldırmak, düşüncelerini değiştirmek, pişman etmek için saldırmaya devam edecektir. Bu protokolle de kalmayacak, yeni saldırılar geliştirecektir. Ancak bu önemli ve belirleyici değildir. Sonucu direnenler belirleyecektir. Biz belirleyeceğiz.
Sayı: 285
Yürüyüş
Yürüyüş: Ayrıca sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?
11 Eylül 2011
Behiç Aşçı: İktidar cephesinden her şey nettir. İktidar sahip olduğu tüm araçlarla saldırmaktadır ve bu konuda oldukça pervasızdır. Sorun bizizdir. Biz kendi gücümüze inanmalı, güvenmeli, örgütlü, ısrarlı, kararlı mücadelemizle yerimizi netleştirmeliyiz. Arada bir yer yoktur ve olmayacaktır. Bizzat Bush'un “ya bendensin ya düşmanımsın” diye ilan ettiği savaşta tarafsız olmak mümkün değildir. Asıl olarak “dışarıda” olan bizlere sorumluluk düşmektedir. Demokratik kitle örgütlerine, partilere görev düşmektedir. Sendikalara, odalara görev düşmektedir. Aslında bu kesimler kendi hakları için de direneceklerdir. Çünkü bu saldırı dalgası onları da hedeflemektedir. Onlar bu saldırıların dışında değildirler. Eğer bugün saldırıya uğramıyorlarsa, yarın saldırıya uğramayacaklar demek değildir. Bu nedenle de kendi gelecekleri için de mücadele etmeleri gerekmektedir.
41
“HAK MÜCADELESİ VE HUKUK” KONULU ULUSLARARASI SEMPOZYUMUN 2.’Sİ YAPILIYOR
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
Halkın Hukuk Bürosu’nun, Av. Fuat Erdoğan anısına düzenlediği Uluslararası Sempozyum’un 2.si 17-18 Eylül 2011 tarihlerinde İstanbul’da Mimar Sinan Üniversitesi’nde yapılacak. İlki 2009 yılında yapılan sempozyumun bu seneki temel konusu Hak Mücadelesi ve Hukuk. Sempozyumda tartışılacak alt başlıklar ise şöyle: - Temel, siyasal ve sosyal haklarımızı nasıl kazandık? - Haklara saldırının boyutları nedir? - Yaşama, vücut dokunulmazlığı, barınma, çalışma, ifade, örgütlenme hakları hangi bedellerle inşa edildi? - Haklar mücadelesinden neden vazgeçilemez? Halktan yana tüm hukukçuları haklar mücadelesi üzerinde birlikte çalışmaya davet eden Halkın Hukuk Bürosu, haklarımıza bir kez daha ve güçlü olarak sahip çıkmak için, 1718 Eylül 2011’de İstanbul’da buluşalım. çağrısında bulundu. HALKIN HUKUK BÜROSU 1989 yılında, mesleğe henüz başlamış üç genç avukat bürolarını Halkın Hukuk Bürosu olarak isimlendirdiler. Bu isim cüretliydi, iddialıydı ve kendini kanıtladı. Çünkü, yirmi yıl sürdürülen ve bugün de tereddütsüz bir biçimde sahip çıkıp geleceğe taşımaya kararlı olduğumuz tüm değerlerin, ilkelerin ve mücadelenin en basit tanımı buydu: Hukuk Bürosu halkındı ve halk için mücadele edecekti. Bu yıllar, 1980 askeri darbesi’nin hapishanelere gönderdiği on binlerce devrimcinin, sendikacının ve siyasal
FUAT ERDOĞAN Avukat. 1962, Denizli-Acıpayam doğumlu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Üniversite öğrencisiyken demokratik üniversite mücadelesinin içinde yer aldı. Bu nedenle defalarca gözaltına alındı ve tutuklandı. Hakkında DGM’de (Devlet Güvenlik Mahkemesi), Devrimci Sol üyesi olmaktan ötürü dava açıldı. Üniversiteyi bitirtikten sonra Halkın
42
muhalifin toplu davalarla cezalandırılmak istendiği yıllardı. Sıkıyönetim askeri mahkemeleri, yerlerini, içlerinde asker üyelerin de bulunduğu Devlet Güvenlik Mahkemeleri’ne bırakmıştı. Sanık sayısı nedeniyle spor salonlarında görülen duruşma celseleri saatlerce sürüyor, sanıklar ve avukatlar yıldırıcı bir baskı altında tutuluyorlardı. Halkın Hukuk Bürosu; işte bu davaların en büyüklerinden birisinde, bugün hala devam eden ve ülke tarihinin en uzun sürmüş ceza davası ünvanına sahip olan, 1243 sanıklı Devrimci Sol Ana Davası'nda mücadelesine başladı. Aradan geçen yıllarda, devrimcilerin savunulmasından duyulan onur ve ısrar elbette hiç değişmedi. Ancak, Kentsel-Dönüşüm politikalarının evsiz bıraktığı yoksulların, özelleştirmenin ve kapitalist politikaların işsiz bıraktığı işçilerin, okullarından uzaklaştırılmış öğrencilerin, işkence mağdurlarının davalarını da sahiplenerek mücadele alanını hep genişletti. Halkın Hukuk Bürosu, bugün özel yetkili mahkeme adı altında sekiz bölgede yeniden kurulmuş olan Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin tamamında dava takip etmektedir. Siyasi davaların yanı sıra, işkence, gözaltında ve cezaevinde öldürme, kolluk infazlarına ilişkin birçok davada mağdurların ve yakınlarının avukatlığını üstlenmiştir. 19 Aralık 2000 tarihinde ülke genelinde hapishanelere yönelik gerçekleştirilen, 28 tutuklu ve hükümlünün yaşamını yitirdiği, yüzlercesinin ağır şekilde yaralandığı büyük saldırıya ilişkin davalar başta olmak üzere, cezaevlerinde meydana gelen her türlü sorunla ilgili dava ve şikayetler takip edilmektedir.
Halen ülke geneline yayılmış F Tipi Yüksek Güvenlikli hapishanelerden sekiz tanesi başta gelmek üzere, farklı tiplerde yirminin üzerinde hapishanede düzenli müvekkil görüşü, hukuksal yardım ve infaz koşulları izlemesi yapmaktadır. Büro, sosyalist basına yönelik sansür, kapatma ve cezalandırmalara karşı sistematik bir mücadele yürütmekte ve birçok basın davası takip etmektedir. Halkın Hukuk Bürosu, savunma mesleği için kurumsal bir gelenek ve okuldur. Büro mensubu avukatlar, meslek ve demokratik kitle örgütlerinde gönüllü çalışmayı bir ilke olarak benimsemişlerdir. Halkın Hukuk Bürosu Avukatları, meslek ve mücadele yaşamlarında olduğu gibi, sosyal yaşamlarında da dayanışmayı ve paylaşımı temel kabul etmektedirler. Elbette bu geleneğin sürdürülmesi bedel gerektirmiştir. İnandığı değerleri mesleklerine uygulayan büro avukatları mahkemelerde, hapishanelerde, karakollarda fiili saldırılara uğramış, tehdit edilmişlerdir. Hukuk dışı iddianameler ile açılmış onlarca davaya maruz bırakılmışlardır. Tutuklanmışlar, işkence görmüşler ve hatta Fuat Erdoğan örneğinde olduğu gibi katledilerek ortadan kaldırılmaya çalışılmışlardır. Bu uzun ve onurlu mücadele, mahkeme salonlarına sıkışıp kalmamıştır, kalmayacaktır. Bugün; Halkın Hukuk Bürosu, bir kez daha, dünyanın her köşesinden zulme ve yoksulluğa direnenlerin avukatlarıyla buluşuyor. Deneyimlerini paylaşarak zenginleştirmek ve geleneğini geleceğe aktarmak için.
Hukuk Bürosu'nda avukatlık yapmaya başladı. Avukatlığının 2. yılında, hakkında 10 yıl hapis cezası verilmesi nedeniyle aranır duruma düştü. İnfaz kanunu uyarınca kısa bir süre hapishanede kalması gereken Erdoğan, bu haksız cezayı kabul etmedi. Ezilenlerden yana mücadelesini sürdürdü. 28 Eylül 1994 tarihinde İstanbul’da bir kafeteryada sendikacı ve mühendis arkadaşlarıyla oturmaktayken arkadaşlarıyla birlikte kolluk
güçleri tarafından vurularak katledildi. Olay resmi açıklamalarda silahlı çatışma olarak belirtildi. Ancak otopsi raporlarıyla Fuat Erdoğan’ın yere yatırılarak, ensesine sıkılan tek kurşunla katledildiği ortaya çıktı. Katilleri, diğer işkence ve katliam davalarında olduğu gibi önce beraat sonra terfi ettiler. Fuat Erdoğan, halkın davasını her koşulda savunmanın sembolü olarak, mücadelemizde yaşamaya devam ediyor.
Liseliler: Bu Kavgada
Devrimci Memur Hareketi 04 Haziran 2011 Cumartesi günü, Resmi Gazete’de yayınlanan 632 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile 4/B statüsünde ve 4924 sayılı kanun uyarınca sözleşmeli personel pozisyonlarında çalışanlar kadroya geçirilmiştir. AKP hükümeti tarafından, kamuoyunda, tüm sözleşmelilerin kadroya alınacağı yönünde yaratılan beklentiyi boşa çıkaran düzenleme, 4/C statüsünde ve taşeron olarak güvencesiz çalıştırılan on binlerce çalışanı kapsamamaktadır. Bu durum AKP tarafından gerçeklerin tersyüz edilmeye çalışılmasının sayısız örneğinden sadece birisidir. Kadro aldatmacası esas olarak 12 Haziran seçimlerine yatırım olarak düşünülmüş ve iktidarın bir lütfu imiş gibi sunulmuştur. AKP’nin kendi yarattığı sorunun sadece bir kısmına çözüm üreterek, sanki çözümden yana bir yaklaşım görüntüsü vermeye çalışması emekçileri kandırmaya yönelik tam bir seçim manevrası idi. AKP, sorunun kaynağının yıllardan beri uyguladığı politikalar olduğu gerçeğini perdelemeye çalışmaktadır. AKP’nin sorunu çözmek gibi bir derdi olsaydı, en azından, hangi yasal ve idari düzenlemeye tabi olursa olsun kamuda güvencesiz çalışan bütün emekçilerin derhal kadroya alınmasını sağlayarak, kamuda güvencesiz çalışmaya olanak veren bütün yasal ve idari düzenlemeleri iptal etmesi gerekirdi. Gerçekte ise, AKP kamuda güvencesiz, esnek çalıştırma biçimlerini hakim çalıştırma statüsü haline getirmeye dönük politikalarından vazgeçmiş değildir. Başta Torba Yasa olmak üzere hükümetin yaptığı pek çok düzenleme, sözleşmeli, taşeron, güvencesiz çalıştırma statülerinin yaygınlaştırılması amacı ile gerçekleştirilmiştir. Daha birkaç gün önce gazetelere üst düzey bürokratların dahi sözleşmeli çalıştırılmasına yönelik bir çalışma içinde olunduğu yansıdı. AKP, iktidara geldiği günden beri, emperyalist kurum ve kuruluş-
KAMU EMEKÇİLERİ SEÇİM RÜŞVETİNE KANMAMALI ların direktiflerine uygun olarak; kamusal alanın sermayenin denetimine açılması, piyasa koşullarının uygulanması hedefleri ile hazırlanan Kamu Yönetimi Reformunu tamamlamayı amaçlamaktadır. Burjuvazi tarafından bunlar yapılırken sendikalar neler yapmıştır/yapamamıştır? Sendikaların çoğu sözleşmelilerin kadroya geçirilmesini talep etmiş ancak bununla ilgili mücadele programları çıkarmak yerine bir-iki basın açıklaması yapmakla yetinmiş, birkaç hükümet görevlisiyle görüşmeler yaparak sorunun diyalogla çözüleceğini savunmuş, gelişmelerin takipçisi olacağını beyan etmiştir. Sonunda da seçim yatırımı olduğunu (siz seçim rüşveti olarak okuyun) sözleşmeli çalışanların bir kısmının kadroya geçirilmesinin kendi kazanımları olduğunu savunmuştur. Devlet güdümlü konfederasyonlardan Memur-Sen, AKP’nin yan bahçesi olarak kamu çalışanlarına sürekli olarak hükümetle diyalog halinde olduklarını, sorunun tümüyle çözüleceğini söylemekten başka hiçbir şey yapmamıştır. Hatta Memur-Sen’e bağlı Eğitim Bir Sen sözleşmelilerin kadroya geçirilmesiyle ilgili Bakanlık önünde basın açıklaması yapacağını ilan etmesine rağmen Bakanlıktan gelen uyarıyla bu açıklamayı bile yapamamıştır. Torba Yasa sürecinde
AKP hükümeti tarafından, kamuoyunda, tüm sözleşmelilerin kadroya alınacağı yönünde yaratılan beklentiyi boşa çıkaran düzenleme, 4/C statüsünde ve taşeron olarak güvencesiz çalıştırılan on binlerce çalışanı kapsamamaktadır.
Biz de Varız
gerçekleri gizleyerek yasanın çalışanların lehine olduğunu savunarak sarı sendikacılık rolünü oynamıştır. Kamu-Sen de Memur-Sen’den farklı bir politika izlememiştir. Birkaç basın açıklaması yapmayı, hükümet bürokratlarıyla görüşmeyi ve sınırlı sayıdaki insanla eylem yapmayı mücadele etmek olarak göstermeye çalışmıştır. 25 Kasım ve 26 Mayıs grevlerini gerçekleştireceğini ilan etmesine karşı bu eylemleri gerçekleştirmemiştir. Torba Yasa sürecinde de birkaç maddeye itirazı dışında bir söylemi olmamıştır. Değiştirilen birkaç maddeyi kendi kazanımları olarak savunmuştur. Kuşkusuz bu taşeronlaştırma, güvencesizleştirme, geleceksizleştirme saldırısı karşısında KESK’in sürece ne oranda müdahale ettiği asıl tartışmamız gereken konudur. KESK, güvenceli çalışma koşullarının sağlanması için 25 Kasım, 4 Şubat, 26 Mayıs grevlerini en etkin şekilde gerçekleştiren sendika olmasına rağmen sürekliliği olan mücadele programı çıkaramamıştır. Yapılan uyarı grevlerinin arkasını getirememiştir. Torba Yasa sürecinde de 3 Şubat eylemi yapılmış ancak devletin saldırısına karşı yeterince militan bir direniş sergilenememiş ve yasayı geri çektirecek bir eylem süreci örülememiştir. Devlet güdümlü sendikaların tutturduğu çizginin dışında, kendi militan tarihinden bugünlere taşıdığı güçle hareket etme becerisini gösteremediği sürece güvencesizleştirme saldırısının önünde durma olanağı yoktur KESK’in. İktidarlar pervasızca saldırırken birkaç basın açıklamasıyla, temsili kadro eylemleriyle, hükümet yetkileriyle diyalog yoluyla bu saldırılar geri püskürtülemez. İktidarların saldırılarına kitlesel ve militan bir mücadele ile cevap vermemiz gerekir. Fiili, meşru ve birleşik mücadele yürütmemiz gerekir. Kitlesel ve güçlü bir direniş barikatı oluşturmak zorundayız. Bunun yolu da emekçileri örgütlemekten geçmektedir.
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
43
GELENEKSEL HALK SOFRASI PİKNİĞİ, YOZLAŞMAYA KARŞI HALKIN BİRLİK DUYGUSUNU YAŞATTI
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
44
Halk Cephesi’nin, İstanbul Sarıyer’de Mehmet Akif Ersoy Piknik Alanı’nda düzenlediği Halk Sofrası Pikniği’nin sekizincisi, 4 Eylül günü yapıldı. Yazın son, sonbaharın ise ilk günlerine denk gelen piknik, güneşli bir havada yapıldı. Türküler söylemek, halaylar çekmek; kardeşçe, yoldaşça eğlenmek; birlikte coşkuyu paylaşmak için sabahın çok erken saatlerinde yollara düşüldü. Halk Cephesi’nin piknik görevlileri, geceden piknik alanına giderek, her yıl olduğu gibi bu yıl da hazırlıkları geceden tamamlamak, gelenleri mağdur etmemek için alanda sabahladılar. O yüzden, sabahın çok erken bir saati de olsa “HOŞGELDİNİZ” pankartı karşıladı pikniğe gelenleri. Kendi arabalarıyla gelen aileler de erkenciydi. Sahneyi, piknik boyunca sürecek faaliyetleri de izleyebilmek için en güzel yerleri seçtiler. Bir yandan ses sistemi kuruluyor bir yandan da stantlar hazırlanıyordu. TAYAD, İdil Kültür Merkezi, Gençlik Federasyonu, Boran-Haziran Yayınları ve Yar Yayınları da stantları ile piknikteydiler. Stantlarda, özgür tutsakların ürünleri, devrimci hareketin yayınları ve diğer yayınlarla tanıtım ve satışı yapıldı. Stantlara olan ilgi piknik boyunca devam etti. Stantların kurulmasıyla birlikte ilk otobüsler alana girmeye başladı. Otobüslerden inen yüzlerce mahalleli sloganlarıyla girdiler alana. Ve bir masa kapma yarışı başladı. Onlarca
masa bir araya getirilip uzun sofralar oluşturuldu. Saat 11.00’de program, hoşgeldiniz konuşması ile başladı. Konuşmada şu ifadelere yer verildi: “İstanbul’un dört bir yanından bugün piknik için buraya gelen bizler, kabaracak olan halk denizinin küçük bir parçasıyız bu parça yeni parçalarla birleşerek büyüyecektir. Ve nice zaferler kazanacaktır. İşte size büyüyen ve güçlenen bir halk örneği; 12 Haziran’da İnönü konserinde olmaz denileni olur kıldık. İlk önce 55 bin, sonra 17 Nisan’da Bakırköy konserinde bir halk denizi olduk, 150 bin yürek “Bağımsız Türkiye” diye haykırdık. 1 Mayıs’ta 30 bin yürek tek bir amaç için 1 Mayıs Alanı’nı görkemimiz ve görselliğimizle doldurduk, Taksim' i kazandık. Bir halk kurtuluş savaşçısını, Güler Zere’yi düşmanın elinden çekip aldık, bir imkansızı daha başardık. 14 yıl önce toplu mezara gömülen savaşçımız Ali Yıldız’ı o kör kuyudan çıkardık, bir ilki daha başardık. Unutmayalım, onlar bir avuç, bizler milyonlarız. İnanç ve ısrarla mücadele edersek kazanamayacağımız hiçbir şey yoktur. Bugün için emperyalizm ve oligarşi halklara karşı bazı başarılar elde edebilirler ama nihaî zafer tüm dünya halklarının olacaktır.” Konuşmanın ardından ilk olarak İdil Çocuk Korosu sahne aldı. İçlerinde birkaç yıldır koroda olanlar da vardı, yeni başlayanlar da… Ancak çocuklarımızın hepsi kendine gü-
venli ve rahattı. Gelenekselleşen pikniğin bir geleneği haline gelen yarışmalar yapıldı. Halat çekme, yumurta taşıma, yoğurt yeme yarışmaları coşkulu bir şekilde yapıldı. Yarışmaların ardından bir saatlik yemek arası verildi. Sahne önünde biriken çocuklar ve gençler ailelerin hazırladığı sofralara oturdular. Bir de uzun bir kuyruk vardı. Halk Cepheli görevliler pilav dağıtımı yaptılar. Saat 15.00’te Burhan Berken sahne aldı. Yüzyıllardır egemenlerin inkar, imha ve asimilasyon politikalarına uğramış, adı, dili, kültürü yasaklanmış ve buna karşı acılarıyla direnmiş ve hala direnmeye devam eden bir halkın türkülerini söyledi Burhan Berken. Omuzlar yanyana dizildi; zılgıtlar mücadelenin, barış için savaşmaya devam etme gerekliliğinin bir parçası olarak yükseldi. Dersim’de bir direniş vardı, 66 gün süren bir açlık, 66 gün süren bir kararlılık, iddia, sahiplenme… Hüsnü Yıldız, DHKP-C gerillası olan, 1997’de Dersim’de şehit düşen kardeşi Ali Yıldız’ın cenazesini almak için başlamıştı direnişe. Ölüm Orucu silahı halkın elindeydi artık ve o silah kararlılıkla taşındığında zafere de taşıyordu direnişi… Hüsnü Yıldız’ın direnişi de zafere ulaşmış, Ali Yıldız’ın da içinde bulunuduğu gerillalara ait bir toplu mezar açılmıştı. Tarih yazıyoruz… Bu tarihin içinden geçerken şiirlerimizle, türküleri-
Liseliler: Bu Kavgada
mizle, oyunlarımızla destanlaştırıyoruz mücadelemizi. İşte bu direnişe şiirler yazıldı, öyküler yazıldı ve bir de tiyatro oyunu yazıldı. İdil Tiyatro Atölyesi, işte bu direnişi anlatan “Bu Dağlara Bahar Gelsin Diye” isimli oyununu oynadı piknikte. Hiç kıpırtısız izledi halk, oyunu. Sahnenin önü kalabalıktı. Ve en arkadakiler görsün diye oturdu herkes yere. Çocuklar en öndeydi, küçük Aliler… Dikkatle izlediler, coşkuyla alkışladılar. Hüsnü Yıldız da oradaydı. Sahneye davet edildi, “Yaşasın Ölüm Orucu Direnişimiz!”, “Yaşasın Direniş Yaşasın Zafer!”, “Ali Yıldız Ölümsüzdür!” sloganlarının dinmesini bekledi önce Hüsnü Yıldız; sonra da ölüsünü dahi almak için kardeşinin, ölüme neden ve nasıl yürüdüğünü anlattı. Hüsnü Yıldız konuştukça, Dersim’de 66 gün süren direnişi anlatan fotoğraf sergisinin olduğu pankarta dikkat kesilenler de çoğaldı. Hüsnü Yıldız sahneden sloganlarla inerken, sunumda sahneye Marsis grubunun çıkacağı anons edildi. Gençler safları daha da sıklaştırdı. Tulum ve kemençe sahnedeydi. “Onca soykırım, onca asimilasyon etti de, yine de bitiremedi beni zulüm…” der gibiydi. Ve bitmeyecekti... Direnen halklar
Hayatın Öğrettikleri
olduğu sürece, bu ülkede devrimciler olduğu sürece bitiremeyeceklerini biliyordu zalimler. Bunca pervasızlıkları, bunca saldırıları bunaydı işte! Piknik alanında ağaçlar arasına asılan resimler bunun kanıtıydı. Bu halkın yiğitliğinin, baş eğmezliğinin kanıtı olarak özgür tutsaklarımız baş ucuzmuzda, aramızdaydılar. Ve yine kocaman bir pankart vardı: “Keyfi Tutuklama Zulmüne Son!” “Derelerimizi satmayacağız” diyerek suyun ticarileştirilmesine karşı mücadele ettiklerini söyleyen Marsis’le birlikte dinleyenler horona durdular. Marsis, bu coşkulu kitleye teşekkür ederek ayrıldı sahneden. Sahnede yanlızca sanatçılar yoktu bu piknik’te. Sahnede görünce şaşırdığımız, türküsünü dinleyince neşelendiğimiz analarımız, abilerimiz de bizimleydi. TAYAD”lı Kezban anamız, Okmeydanı’ndan Musa abimiz, mahalleli Ulaş ve DMH’dan Mehmet hoca halkın türkülerini söylediler birer birer. Ve sıra YORUM’daydı. Beklenen an gelmişti işte. Binlerce kez dinlediyse de, yüzlerce kez gidildiyse de konsere, hep ilk kez kadar heyecan ve coşkuyla beklenir ve dinlenir Grup Yorum. O, devrimci hareketin, halkın 26 yıllık yoldaşı, mücadele arkadaşıdır. Bu onura layık olmanın bilinciy-
le çıktılar sahneye, ıslıklar, zılgıtlar ve alkışlarla… Önce türkülerini, sonra halaylarını ve marşlarını okudular. Bir gün önce, Dünya Barış Günü vesilesiyle İzmir’de sahne aldıklarını, 20 bin kişiyle türkülerini söylediklerini ifade ettiler, “1 Eylül Dünya Barış Gününde, nihai barış için kavga türkülerimizi söyledik, insanın insanı sömürmediği, halkların barış içinde yaşadığı ve yaşayacağı tek bir sistem vardır; sosyalizm!” dediler. İşte o anda sloganlar daha da gürleşti: “Mahir Hüseyin Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş!”, “Kurtuluş Kavgada Zafer Cephede!”, “Mahir’den Dayı’ya Sürüyor Bu Kavga!”... Deyim yerindeyse bir de süprizi vardı Yorum’un. Tam 3 yıldır özgür tutsak olan Yorum üyesi Muharrem Cengiz, birkaç gün önce tahliye olmuştu. Onu davet ettiler sahneye… Pikniğe katılan beş bine yakın kişi coşkuyla selamladı Yorum üyesini ve “Devrimci Tutsaklar Onurumuzdur!” diye haykırdı. Muharrem Cengiz, halkı selamlayıp teşekkür ettikten sonra gitarıyla yerini aldı sahnede. Ve “Cemo”, ardından “Çav Bella” ile piknik programı bir sonraki yıl buluşmak üzere sona erdi. Mahallelerden piknik için kaldırılan otobüsler bir kez daha doldu, yol aldı. Yeni dostluklar, yeni umutlarla…
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
DEVRİMCİLERDEN ZARAR GELMEZ
Bir gün dergi tanıtımı için gittiğimiz bir apartmanın girişinde kapıcı tarafından durdurulduk. Apartmana yabancıların girmesinin yasak olduğunu, eğer bir sorun olursa bundan kendisinin sorumlu olduğunu söyledi. Biz de ona dergi tanıtımı için gittiğimizi, dergimizin de halkın sorunlarını anlattığını, bizi anlattığını söyledik. Fakat kapıcıyı ikna edemedik. O sırada bir kişi apartmandan çıktı. Kapıcı ile bizim konuştuğumuzu görünce yanımıza geldi, tartışmayı öğrendi. Ona da kim olduğumuzu, ne yaptığımızı söyledik. Dergimizi aldı ve kapıcıya dönerek “Bu gençler benim misafirim, onlar dev-
rimciler. Devrimcilerden insanlara zarar gelmez. Apartmana benim misafirim olarak girsinler” dedi. Kapıcı istemeyerek de olsa kabul etmek zorunda kaldı. O sırada etraftaki insanlar çevrimizde toplanmaya başlamıştı. Onlara hitaben kim olduğumuzu ve ne yaptığımızı söyledik, dergimizi tanıttık. Kapıcı ile konuşurken yanımıza gelen kişi de toplananlara “bunlar devrimciler, daha güzel bir ülke için uğraşıyorlar, dergilerini dağıtıyorlar. Herkes alsın okusun” diye tavsiye de bulundu. Sonrasında da toplanan kişilerden birçoğu dergimizi aldı. Apartmana girmeye gerek kalmadı. Çünkü elimizdeki dergiler tükenmişti.
Biz de Varız
45
Hangi tür müzik dinlersiniz? Müzik, bir takım duygu ve düşünceleri belli kurallar çerçevesinde uyumlu seslerle anlatma... diye geçmektedir sözlüklerde. Biriyle tanıştığımız zaman ilk sorduğumuz sorulardan biridir değil mi, hangi müzikleri dinlemeyi seversin, sorusu. - En sevdiğin türkü hangisi? - Kimleri daha çok dinlersin? - Halk müziği dinler misin? - Son zamanlarda en çok kimi dinliyorsun? Evet, bu sorular uzatılabilir... Yani bu sorularla karşımızdaki kişiyi dinlediği müzikle değerlendirmeye başlarız, onun hakkında bir fikir sahibi olmaya başlarız dinlediği Sayı: 285 müzik çerçevesinde. Yani dinlediğiYürüyüş miz müzikler bizim hangi ruh halin11 Eylül de olduğumuzu, nasıl bir yaşam bi2011 çimine sahip olduğumuzu anlatır aslında. “Her türlü müziği dinlerim” cümlesi üzerinden düşünmeye başlayalım isterseniz. Karşımıza çıkan cevap; hayır her türlü müziği dinlememeliyiz olmalı. Nasıl ki film izlerken seçici oluyorsak müzik dinlerken de seçici olmalıyız. Beynimiz de, kulaklarımız da çöp tenekesi değildir. Yeni çıkan her şarkıyı takip etmek zorunda değiliz. Ki Cepheliler ve taraftarları için, kültür sanat alanındaki arkadaşlarımız dinleyip, önerilerini sunacaktır. Sonuç olarak; bir şarkıyı veya türküyü dinlerken; şarkının ne anlattığını, şarkıyı söyleyenin kim olduğunu, neye hizmet ettiğini, kişiyi neler düşünmeye sevk ettiğini dikkate almalı, tercihlerimizi buna göre yapmalıyız. Ama biz tam tersi, hoşumuza gittiği için ya da değişiklik olsun diye dinliyorsak burada bakış açımızda bir yanlışlık var diye düşünmeliyiz.
46
Çünkü dinlediğimiz şarkı kadar bu şarkıyı söyleyen kişi de bizim için önemlidir. Her türlü ahlaksızlığı yapmış, uyuşturucu ya da alkol kullandığı için manşetlerden düşmeyen biri var örneğin, ama Türkiye’nin starı ya da sesi çok güzel, söylediği parçalar insanları coşturuyor diye bu kişiyi dinliyorsak sınıfsal bakmıyoruz demektir. Her türlü yozlaşmayı, yaşam biçimi haline getiren ve bu yaşam biçimini halkın gözünde benimsetmeye çalışan, özendiren bir kişinin söylediği şarkıları dinlememeliyiz, bizi rahatsız etmeli bu şarkılar. Dinlerken çok düşünmeyiz aslında bu yönde. “Ne var ki, sanki onun hayranımıyım, albümünü almıyorum ki internetten indiriyorum”, “her zaman dinlemiyorum zaten arabada dinliyorum...” Bu sözler masum gibi görünse de aslında bizi o kişiyi dinlemeye yönlendiren, dinlememizi de meşrulaştıran bahanelerdir. Bir gün çeşitli müzikler dinleyerek bu dinlediğiniz müziklerin sizin için ne ifade ettiğini değerlendirin.
Biz yoz müzik kültürüne karşı kendi türkülerimizi, kendi marşlarımızı, kendi müziğimizi dinlemeliyiz. Çocuklarımıza kendi memleketinin türkülerini öğretmeliyiz. Çocukluğumuzda öğrendiğimiz oyun parçalarının hiç birini unutmamışızdır değil mi? Oyun oynarken söylediğimiz şarkılar halen hafızamızdadır. Tıpkı ilk okuduğumuz kitabı unutmadığımız gibi. Bu nedenle çocuklarımıza şimdiden ne öğretirsek onu kavratırız, yönlendiririz.
Örneğin pop müzik adı altında içi boşaltılmış, ne dedikleri belli olmayan, aynı kelimeyle aynı nakaratla 23 dakikalık bir şarkıyla halkın beğenisini kazanmaya çalışanlar bir yanda... Bir yanda da halkın acılarını, hasretini, sevdasını, özlemini anlatan halk ozanları var. Halktan olmayanların anlaşılmaz sözlerle süslediği anlaşılmaz klipleri var, dikkatinizi çekmiştir. Bu anlaşılmaz klipleri izlerken söylenen şarkıyla uzaktan yakından bir ilgisinin olmadığını fark edersiniz. Durum böyle olunca bir klibi tek başınıza izlediğiniz zaman bile utanarak bakarsınız ekrana, Amerikan müziklerinden, kliplerinden kopya edilmiştir, karşınızdaki yabancı bir sanatçı değildir ama onu dinlerken halkın değerlerinden ne kadar uzak, size yabancı bir kişiliğin olduğunu görürsünüz. Yani bizi anlatmaz pop müzikleri, biz yokuzdur o uydurma sözlerin içinde. Günü birlik değildir çünkü bizim dostluğumuz, arkadaşlığımız. Macera yaşamak için sevmeyiz birini, göstermelik değildir ilişkilerimiz. Evet, onlar böyle yaparak bizim nasıl düşünmemiz, nasıl hareket etmemiz gerektiği konusunda özendirmeye çalışıyorlar. Beyinlerimizi çalıyorlar. Kültürel olarak bizi etkiliyorlar, bunda başarılı olmuyorlar mı? Evet oluyorlar. Bunu çevremizden ve kendimizden de değerlendirebiliriz aslında. Dilimize takılan mutlaka bir pop-arabesk vb. şarkısı vardır. Bunu ister bir klipten dinleyin, ister bir radyodan. Zaten artık reklamlarda bile dinlemek istemediğiniz müzikleri duyabilirsiniz. Emperyalizm her yönden saldırıyor. Bir yolunu buluyor kendi kültürünü aşılamak için. Bu nedenle biz bu yoz müzik kültürüne karşı kendi türkülerimizi, kendi marşlarımızı, kendi müziğimizi dinlemeliyiz. Çocuklarımıza kendi memleketinin türkülerini öğretmeliyiz. Çocukluğumuzda öğrendiğimiz oyun parçalarının hiç birini unutmamışızdır değil mi? Oyun oynarken söylediğimiz şarkılar halen hafızamızdadır. Tıpkı ilk okuduğumuz kitabı unutmadığımız gibi. Bu neden-
Liseliler: Bu Kavgada
le çocuklarımıza şimdiden ne öğretirsek onu kavratırız, yönlendiririz. Grup Yorum’u dinlerken ne hissediyoruz mesela... Grup Yorum’un çıkardığı tüm kasetler hep yaşanan süreçlere aittir. Mücadeleden bir kesittir aslında. Dinlerken tarihi de değerlendiriyoruz, daha iyi anlamaya çalışıyoruz. Her dinlediğimizde farklı bir kelime yakalıyoruz. Bazen bu kelimeler bizim sözcüklerimizle birleşiyor tamamlayıcı oluyor. Coşkulandırıyor, öfkelendiriyor, hüzünlendiriyor. Sevdayı da, kavgayı da, şehitliği de, düşmana öfkeyi de anlatıyor Grup Yorum. Yani Grup Yorum türküleri öğretici oluyor. Grup Yorum’da kendimizi buluyoruz. Şu Dersim’in Dağları’nı dinlerken, gerillalarla birlikte oluyoruz, kurşun sesleriyle çatışmanın ortasında olduğumuzu düşünüyoruz, ayak seslerinde kendi ayak seslerimizin de olduğunu düşünüyoruz, sesi biraz daha açıyoruz o zaman. Çünkü coşkulandırıyor bizi, Şu Dersim'in dağları, hele bir de biliyorsak gözümüzün önüne gelir Dersim'in dağları, Dersim'in dağlarıyla birlikte gerillaları. Sibel Yalçın Destanı'nı dinlerken, Sibel’i gıptayla anıyoruz, gözümüzde canlandırmaya çalışıyoruz o anları. Yoldaşlarını canı pahasına korumasını anlamaya çalışıyoruz.
122 şehit için yazılan şarkının sözlerini dinlerken evet “Doğacak güneşli günleri size armağan edeceğiz, bu boynumuzun borcudur” diyoruz, daha kararlı bir şekilde... Peki; “Hep Yorum’mu dinleyeceğiz?” diyenlerle de karşılaşıyoruzdur mutlaka. Hayır, tabii ki hep Yorum dinlemeyeceğiz. Halk türkülerimiz var bizim, halkın acılarını en iyi yaşayanlar anlatır dedik ya, işte halk türküleri de halkın içinden yazılmıştır. Bizi anlatır türküler. Ruhi Su’larımız, Neşet Ertaş’larımız, Mahsuni Şerif’lerimiz var. Sevdayı, hasreti, vatanı anlatır bizim türkülerimiz Halk ve vatan sevgisiyle doludur namelerimiz. Zulmü görmüştür sazımız, sözümüz. Acılar ve sevinçlere karşın kimi zaman öfke olmuştur egemenlere karşı isyana çağırmıştır halkı Ama hep var olmuştur, hiç tükenmemiştir ve hiçbir zaman da tükenmeyecektir. Acıları, sevinçleri, hayatı ancak biz anlatırız halkın evlatları, bu halkın ozanları anlatabilir. Çünkü bu hayatın sahibi biziz. Emeğimizi çaldıkları gibi beynimizi de çalmalarına izin vermeyelim. Bizi yozlaştıran, çözümsüzlüğe sürükleyen, bunalımlı, bizim değerlerlerimizin olmadığı, düzenin parlattıklarını dinlemeyelim.
Adli Yıl, ÇHD’li Avukatların Çantalarının Aranmak İstemesiyle Başladı Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul Şubesi, yeni adli yılın açılış günü olan 6 Eylül’de, Çağlayan’daki yeni Adliye binası önünde basın açıklaması düzenledi. Açıklamada, ÇHD’nin hazırladığı “20112012 Adli Yılı Başlarken Yargının Sorunları ve Çözüm Önerileri” başlıklı rapor da okundu. Eylem sırasında “Yeni Adli Yıl Açılıyor. Adaletsizlik Büyüyor. Adalet İçin Mücadeleye” yazılı pankart taşındı. ÇHD İstanbul Şube Başkanı Avukat Taylan Tanay, yaptığı açıklamada, “Yargı açısından bol sorunlu, hükümet-yargı çatışması açısından bakarsak ‘sorunsuz’ bir adli yıl bizi beklemektedir.” dedi. Tanay, büyük yargı reformunun başlangıcı olarak sunulan 12 Eylül Referandumu sonrasında oluşturulan HSYK’nın icraatları ve yapılan yüksek yargı seçimlerinin yargının bağımsızlığını sağlamadığını, sadece
yargının hükümetin anlayışı lehine değiştiğini söyledi. Açıklamanın sonunda hazırladıkları rapordan çözüm önerileri okundu. Basın açıklamasının ardından, Adliye binasına girmek isteyen avukatların çantaları aranmak istendi. Yeni bir uygulama başlatıldığını söyleyen Adliye’nin özel güvenlik elemanları, çantaların X-Ray cihazından geçirilmesini istedi. ÇHD'li 35 avukat, bu uygulamanın hiçbir yasal dayanağı olmadığını, hukuksuz bir uygulama olduğunu belirterek, çantalarının aranmasını kabul etmediler. ÇHD’li avukatlar, çantalarını aratmadan Adliye’ye girdiler. Avukatlar, çanta arama girişiminin ardından, uygulamayla ilgili olarak,
Biz de Varız
uygulamayı başlatan İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı ile görüştüler. Çolakkadı, uygulama hakkında yasal bir dayanak getiremezken; ÇHD’liler, “Avukatların sahip oldukları haklar açısından mevcut uygulamanın kabul edilemez olduğunu” söylediler. Böylelikle adli yıl, avukatlar üzerinde kurulmak istenen baskıyla açılmış oldu. Adliye’nin açıldığı tarihten bu yana çantasını aratmayan 10 avukat hakkında “güvenlik güçlerinin görevini yapmasını engellemekten” tutanak tutulduğu öğrenildi.
47
Yürüyüş Halkın Sesidir Halkın Sesini Boğmak İsteyenler Bilmelidir ki Başaramayacaklar! ANKARA Dergimizin çalışanları ve 3 devrimcinin tutsaklıkları 9. ayına girdi. Hala mahkemeye çıkartılmayan Kaan Ünsal, Halit Güdenoğlu, Naciye Yavuz, Musa Kurt, Cihan Gün, Remzi Uçucu, Mehmet Ali Uğurlu, Necla Can ve Gülsüm Yıldız’ın bir an önce serbest bırakılmaları talebiyle sürdürülen eylemler de 9. ayına girdi. AKP iktidarı, keyfi tutuklamalarına karşı ses çıkartılmasın istiyor. Tutsaklarını sahiplenen dernek üyelerini polisleriyle engellemeye çalışıyor. Ama başaramayacaklarını yine kendi zabıtaları söylüyor.
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
48
Baskılara Rağmen Adalet İçin Mücadele Etmeye Devam Edeceğiz! Antalya Özgürlükler Derneği, yaklaşık 9 aydır tutuklu olan Yürüyüş dergisi çalışanlarının ve başkanları Mehmet Ali Uğurlu’nun serbest bırakılması için her hafta Kışlahan Meydanı’nda açtıkları imza masasını 2 Eylül günü de açtılar. Kanser aşamasına gelen cilt hastalığından dolayı Mehmet Ali Uğurlu’nun bir an önce serbest bırakılması talebiyle imza toplanan masaya, sivil polisler ve ardından zabıtalar müdahale etmek istediler. Sivil polisler son birkaç haftadır masaya gelerek, yasal izin olup olmadığını soruyorlardı. 2 Eylül’de açılan masaya gelen ve izin soran iki sivil polise, “Biz 8-9 aydır buradayız. Bugüne kadar böyle bir şey için gelinmedi. İzin almıyoruz. Siz sorun çıkarmaya mı geldiniz?” denildi. Polis ise, “Biz sadece soruyoruz. İzin sorunu yapanlar var.” cevabını verdiler. Bunun üzerine dernek çalışanları, “O zaman zabıtalar gelsin. Sizin göre viniz değil.” dediler. Polisler masanın yanından ayrılarak, zabıtalarla tartıştılar. Yapılan tartışmanın ardından tekrar masaya ge-
len polisler, izin belgesini isteyerek, olmadığını öğrenince de masayı kaldıracaklarını söylediler. Antalya Özgürlükler Derneği üyeleri, polisin tavrı üzerine çevredeki halka seslenerek, “9 aydır biz buradayız. Şu anda olduğu gibi, bir hukuksuzluğu, adaletsizliği teşhir etmek için buradayız. 9 aydır arkadaşlarımız F Tipi hapishanelerde sorgusuz, sualsiz yatırılıyorlar. Gelin masayı kaldırabiliyorsanız kaldırın. Buradayız.” dediler. Devam eden konuşmalarla birlikte akşam saat 19.00’a kadar 135 imza toplandı. Büfesi olan bir esnaf, dernek çalışanlarına çay ısmarladı. Teşekkür etmek için yanına gidildiğinde esnaf, “Asıl ben teşekkür ederim. Burada zabıtaları polis sıkıştırdı. Bir zabıta, ‘Yasadışı biz bir şey görmüyoruz. Siz müdahale edecekseniz Terörle Mücadele Şubesi’ni de çağırın. Çünkü siz onlarla baş edemezsiniz’ cevabını verdi.” diye anlattı.
debilirsiniz. Bunlar daha önce uygulamadığınız yöntemler değil. Ama unutulmamalıdır ki halka karşı işlenen hiçbir suç cezasız kalmamıştır, kalmayacaktır. Çünkü adalet en güçlü yanımız, en meşru taleptir.” denildi. “Yürüyüş Dergisi Çalışanları Serbest Bırakılsın!” yazılı dövizlerin ve “Derneklerimizi ve Dergimiz Yürüyüş'ü Savunmaya Devam Edeceğiz!” pankartının taşındığı eylemde, “Baskılar Bizi Yıldıramaz!”, “Yürüyüş Dergisi Çalışanları Serbest Bırakılsın!”, “Yürüyüş Halktır Susturulamaz!”, “Adalet İstiyoruz!”, “Halkız Haklıyız Kazanacağız!” sloganları atıldı. Basın açıklamasının ardından Ankara Halk Cephesi'nin “Yürüyüş Dergisi Çalışanları Serbest Bırakılsın” başlıklı bildirisi ve Yürüyüş dergisi halka ulaştırıldı.
Yürüyüş çalışanlarına ve üç devrimciye özgürlük!
AKP’nin Tahammülsüzlüğü Emperyalizme Karşı Bağımsızlık Mücadelesinin Sahiplenilmesinedir Yaklaşık 9 aydır tutuklu bulunan Yürüyüş dergisi çalışanlarının serbest bırakılması için, “Yürüyüş Dergisi Çalışanları Serbest Bırakılsın” kampanyası kapsamında Ankara Halk Cephesi 2 Eylül günü saat 18.00’de Kızılay Sakarya Caddesi’nde bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Yapılan açıklamada, “Yürüyüş dergisi halka değerleri etrafında mücadele etme, örgütlenme çağrısı yapmaktadır. Emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesinin çağrısını yapmaktadır. İşte AKP iktidarının tahammül edemediği budur. Ama bilinmelidir ki, hiçbir şey bizi bu mücadeleyi yürütmekten alıkoyamayacaktır. Bu ülke hapishanelerini bizimle doldurup taşırabilirsiniz. İşkencelerde katledebilirsiniz, kaçırıp kaybe-
Kaan Ünsal, Halit Güdenoğlu, Naciye Yavuz, Musa Kurt, Cihan Gün, Remzi Uçucu, Mehmet Ali Uğurlu, Necla Can ve Gülsüm Yıldız’a
Liseliler: Bu Kavgada
1 Mayıs Mahallesi’nin Kuruluş Yıldönümü Festivalle Kutlandı İstanbul 1 Mayıs Mahallesi’nin kuruluş yıldönümünün kutlandığı ve mahallenin kuruluşunda katledilenlerin anıldığı festival, 1-2-3 Eylül tarihleri arasında yapıldı. Festivali Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD), Güzelleştirme Derneği, Mayısta Yaşam Kooperatifi, Anadolu Yakası Dersimliler Derneği, 2 Eylül Kültür ve Dayanışma Derneği, Demokratik Haklar Federasyonu, Ezilenlerin Sosyalist Partisi, KÖZ, Partizan ve Halk Cephesi düzenledi. 3 gün süren festival, “Güvencesiz Çalışma, Kriz ve Mücadele Biçimleri” paneli ile başladı. 100 kişinin katıldığı panelin ardından konser yapıldı. İlk gün yapılan konserde Grup Gölgedekiler, Murat Ateş, Cihan Çelik ve Grup Vardiya yer aldı. İkinci günü ise saat 13.00’de mahallenin şehitlerini anmak amacıyla yemek verildi ve saat 14.30’da Cennet Düğün Salonu önünden başlayarak, 30 Ağustos İlkokulu’na kadar yürüyüş düzenlendi. Yürüyüşün sonunda festival tertip komitesi adına basın açıklaması yapıldı. Yürüyüşe yakla-
şık 300 kişi katıldı. Yürüyüşün ardından saat 17.00’de, “Ortadoğu’da Halk Hareketleri” başlıklı panel gerçekleşti. Filistin Halkıyla Dayanışma Derneği (FHDD) adına Selim Sezer, Köz gazetesi ve Halk Cephesi adına Sercan Aslan’ın konuşmacı olarak katıldığı paneli yaklaşık 150 kişi izledi. Yapılan panelin ardından İdil Tiyatro Atölyesi’nin hazırladığı Ali Yıldız’la ilgi oyun sergilendi. Oyunun ardından Telli Kılıç, İsyan Ateşi, Bandista ve Pınar Sağ’ın katıldığı konsere geçildi. Konser arasında kardeşinin kaybedilen cenazesini almak için ölüm orucuna yatan ve zaferin kazanılmasıyla direnişe son veren Hüsnü Yıldız, direniş süreci ve kardeşinin bir Cepheli olarak şehit düştüğüne dair bir konuşma yaptı. Ayrıca mahallemizin onurlu evlatları devrimci tutsaklar adına Kaan Nakay’ın gönderdiği faks okundu. Yapılan konuşmalar halk tarafından coşkuyla karşılandı. Festivalin son gününde ise ilk olarak “Mahallemizin Tarihçesi, Kent-
sel Dönüşüm Ve Yıkımlar” konulu panel düzenlendi. Panelde konuşmacı olarak katılan Dr. Şebnem Korur Fincancı, öğrencilik yıllarında mahallede yaşayan biri olarak anılarını anlattı. Mahallenin çok zorlu koşullarda, dayanışmayla kurulduğundan bahsetti. Yine konuşmacılardan Şükrü Aslan ise mahalle üzerine yaptığı akademik çalışmaları nasıl yürüttüğünden bahsederken; mahallenin, kurulan gecekondu mahallelerinin ve devrimci dayanışmanın örneklerinden olduğunu söyledi. Konuşmacılardan Mehmet Göçebe ise kentsel dönüşüm yalanlarıyla gasp edilen yerlerin orman, okul veya hastane olmasının bir önemi olmadığını anlattı. Av. Ebru Timtik ise konuşmasında “Kanunları yapanlar, çaldıklarının kılıfını uydurmak için yasalar yaparlar. Ancak ona karşı birleşildiğinde ve direnildiğinde yasaların hükmü yoktur. Direnerek kazanılabilir.” diyerek kentsel dönüşümün bizim geleneklerimize ve insanlığın yasalarına uymadığına değindi. Yapılan panelin ardından Tiyatro Simurg, Anadolu ezgilerinin hikâyeleri üzerine bir oyun canlandırdı. Oyunun ardından kadına yönelik şiddet hakkında bir panel yapıldı. Bu panelin de tamamlanmasıyla mahallenin kuruluşunun anlatıldığı sinevizyon gösterimi yapıldı. Ve ardından Grup Mayıs, Esra Öztürk, Ayla ve Grup Munzur’un katıldığı konser düzenlendi. 3 gün boyunca süren festival, devrimcilerin çabalarıyla, önceki yıllarda yaşanan sorunların tekrar yaşanmasına izin verilmeden tamamlandı. Mahalleden ve çevre mahallelerden halk festivale coşkuyla katıldı.
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
Oligarşinin toplu Bursa’da Yürüyüş Dağıtımına mezar politikasından Devam Edildi söz edilerek; SomaBursa’nın Kestel ilçesinin Kale Mahallesi’nde, 3 Eylül Cumartesi günü Yürüyüş dergisinin tanıtım ve satışı yapıldı. 3 Yürüyüş okuru tarafından iki buçuk saat süreyle yapılan dağıtım sırasında halka, derginin konu başlıkları anlatıldı.
li’de ve diğer ülkelerdeki açlığın sebeplerinin emperyalizm ve işbirlikçileri olduğu anlatıldı. AKP hükümetinin Somali’de yaşanan açlığı kendi propagandası için kullanması teşhir edildi. Halkın ilgi gösterdiği dağıtım sırasında 30 dergi halka ulaştırıldı.
Biz de Varız
49
Avrupa’da
Almanya’da tutuklu bulunan özgür tutsaklar Şadi Özpolat ve Ünal K. Düzyar’ın duruşmaları 31 Ağustos ve 1 Eylül tarihlerinde devam etti.
Son iki duruşma, savcılığın tutsaklara karşı kullandığı “şiddet uyguluyorlar” iddiasını doğrulatmak için çağrılan tanıklar dinlendi. Özellikle birinci gün dinlenen tanığa çok güvenen savcılık, istediklerini duyamayınca bu sefer “Sen kiminle konuştuğunun farkında mısın? Nerede olduğunu biliyor musun? Sen kendini ne zannediyorsun?” diyerek tanığı tehdit etti. Savcının tehditleri karşısında tanık, “Siz benimle böyle konuşamazsınız, böyle konuşmaya hakkınız yok. Sözlerinize dikkat edin. Hiç kimse beni tehdit etmedi ve edemez de. Ben burada doğruları söylüyorum, siz de beni tehdit edemezsiniz” diyerek tepki gösterdi. Bu noktada araya giren hakim, savcıyı “Konuştuklarınıza biraz dikkat edin lütfen.” diyerek uyardı. İkinci gün gelen tanık ise, tutsaklardan birini tanıdığını, bahsi geçen kişi ile tanıştırdığını, konuşmanın kendi yanında yapıldığını ve herhangi bir tehdit olayının yaşanmadığını, tehdidi insanlar tutuklandıktan sonra basından duyduğunu beyan etti. Buna da tepki gösteren savcılık, “Ama daha önce şöyle demişsiniz” diyerek tanığı sindirmeye çalıştı. Tanık bunun üzerine, “Evet doğru, öyle dedim ama bunu tehdit oldu veya var diye demedim” dedi. Tanığın ifadesinin ardından duruşma sona erdi.
Londra’da Yeni Bir Mevzi Açılıyor
Dortmund’ta Anti-Faşist Direniş
Avrupa’da yeni bir kurum daha çalışmalarına başlıyor. İngiltere’nin başkenti Londra’da, Anadolu Gençlik Merkezi açılıyor. 11 Eylül 2011 tarihinde açılacak olan merkez, ırkçılığa ve yozlaşmaya karşı, demokratik hak ve özgürlüklerin gasp edilmesine karşı mücadelede bir mevzi olmayı hedefliyor. Anadolu Gençlik Merkezi’nin açılışı, yapılan bir açıklamayla duyuruldu. Bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde Dev-Genç’in mirasçıları olduğunu söyleyen Anadolu Gençlik, “İngiltere’de Anadolu Gençlik olarak, halklarımızın bulunduğu her yerde, onlardan aldığımız mirası yaşama ve yaşatma sorumluluğu ile karşı karşıya olduğumuzun ve bu sorumluluğumuzu ancak örgütlü olarak yerine getirebileceğimizin bilincindeyiz. El kapılarında yaşamak zorunda kalan emekçi halklarımız; yaklaşık iki yıllık çalışmamız sonucunda örgütlü mevzimizi oluşturduk. Gençliğin örgütlü ve kararlı gücüyle geleceğimize sahip çıkmamıza vesile olacağına inandığımız Gençlik Merkezi’mizi siz emekçi halklarımız ve dostlarımızla birlikte açmak istiyoruz.” çağrısında bulundu. Anadolu Gençlik Merkezi, 429 Lordship Lane, Londra N16, 5DH adresinde hizmet verecek. Açılış töreni 11 Eylül günü saat 13.00’te yapılacak.
1 Eylül 1939’da Nazi Almanyası’nın Polonya’ya saldırmasıyla ikinci Paylaşım Savaşı başladı. 1966 yılında, 1 Eylül tarihi, Dünya Barış Günü olarak ilan edildi. Her sene bu tarihte dünyanın her yerinde yürüyüşler ve eylemler düzenleniyor. Almanya’nın Dortmund şehrinde, Alman faşist partisi NPD, son 7 yıldır ısrarlı bir şekilde her 1 Eylül’de yürüyüşler düzenleyerek barış gününü sabote etmeye çalışıyor. Anti-faşistler, demokratik kitle örgütleri ve halk ise, Nazilere geçit vermemek için direniyor. 3 Eylül 2011 Cumartesi günü sabah saatlerinden itibaren bir araya gelen 15.000 kişilik kitle, Nazilere geçit vermeme kararı aldı. Şehrin değişik yerlerinde gruplar halinde oturarak şehri bloke ettiler ve Nazileri şehre sokmadılar. Polis, her zamanki gibi faşistleri korumak için seferber oldu ve kitleye biber gazıyla, sis bombalarıyla, coplarla saldırdı, yerlerde sürükledi. 4 bin Özel Harekat Polisi anti-faşist kitleyi dağıtmak için her şeyi yaptı. Gün boyunca, şehrin dört bir yanında devam eden direniş ve süren saldırılarda anti-faşistlerden 271 insan gözaltına alındı. Eyleme, Anadolu Federasyonu ve Anadolu Gençlik de katıldı.
Savcı, Tanıklarından İstediklerini Duyamadı Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
50
Liseliler: Bu Kavgada
AVRUPA’dakiBİZ Avrupa basınını çok yakından tanıyoruz. Basın tekellerin elindedir ve kendilerinin çıkarlarına ters düşen haberleri göstermez. SANSÜR işletilir Avrupa'da. Bunların başını da Almanya çeker. Almanya tam bir POLİS devletidir. Bakmayın dünyaya demokrasi dersi verdiklerine. “Libyalı muhaliflere NATO yardım etmek zorundadır! Libya'nın Kaddafi diktatöründen kurtulması için NATO'nun müdahalesi şarttır.” “Afganistan'da halkın "diktatörlük" altında yönetilmesine ve İslami teröre karşı savaşmak zorundadır NATO!” Afganistanlı kadınların "özgürlüğü" için nasıl mücadele edilmesi gerektiğini yazarlar ve gösterirler. Almanya'da karakollarda, hapishanelerde katledilen gençlerimiz kesinlikle ‘suçludur.’ Onlar polisi buna mecbur bırakmışlardır. "uyuşturucu bağımlısı", "agresif", o yüzden oldu diye geçerler. Nazilerin yaktıkları göçmen evlerinin haberlerini mümkünse vermezler, verirlerse de bir kez verip kısaca geçerler. Afganistan'da kaç bin insanın NATO askerleri tarafından katledildiğinin haber değeri yoktur. Irak'ta nasıl katliamlar yapıldığının, binlerce kadına Amerikan askerleri tarafından tecavüz edilmesinin haber değeri yoktur. Başka ülkelerde bir işkence yaşanmışsa hemen demokrasi akıllarına gelir. Kendilerine gelince demokrasi unutulur. Bizim ülkemizde çok farklı değildir. Ama yinede kendi iç it dalaşlarından kaynaklı Avrupa'dan çok daha fazla haber dinleyebiliyoruz. Onun dışında tabii ülkemizde devrimcilerin verdiği mücadeledir bunun sebebi. Önceden, Ortadoğu ile ilgili haberlerde, Avrupa’dan biraz farklı ha-
BURJUVA BASIN
- Muhalifleri yakarak katlettiler. -Çok lüks yaşıyorlar. - Kızı hamile. Kardeşler birbirine düştü. " Her gün Kaddafi’nin bir oğlunu öldürüyorlar. Yani halkı KANDIRMAK için her türlü YALAN haber mevcut. Seyfülislam babasının yolundan gidiyormuş. Neden, çünkü teslim olmuyor. Bizim bildiğimiz emperyalizme karşı direnmek ONURDUR. İşbirlikçi çapulcuların Trablus'a girişi “halkın mutluluk gösterileri” diye gülücükler saçan sunucular tarafından verildi. Lüks içinde yaşıyormuş. Havuz varmış içinde. Ne oldu, senin patronlarının kaç tane havuzlu evi var? Ya da senin Başbakan’ının kaç evi, kaç milyon doları var? Kaç arabası var, haber yapıyor musunuz? “Ama bizde demokrasi var” mı diyeceksin? Gülelim mi buna? 100 bine yakın çocuk sokakta yaşıyor. 1 milyonun üzerinde insan açlık sınırı altında yaşıyor. Milyonlarca üniversite mezunu işsizin var. Peki, ülkemiz bu durumdayken senin Başbakan’ın, senin patronun havuzlu evlerde nasıl oturuyor? Kaddafi'nin ülkesinde insanlar açlıktan ölmüyordu. Sağlık ve eğitim parasızdı. Petrolün yüzde 95'i halka aitti. Peki, senin Başbakan’ın ne yapıyor, halka ait ne varsa EMPERYALİSTLERE SATIYOR. BASIN AHLAKI NEDİR! Basın ahlakı da değil, bir insan olarak bir ahlakınızı, onurunuzu gözden geçirin. Her şeyinizi burjuvaziye satmayın... Patronlarınız AKP'ye yaranmak için her türlü yalan haberi yapmanızı istiyor. Çünkü tekeller ve AKP işgali destekliyor. Libya'nın ve Suriye'nin işgalinin SUÇ ORTAĞISINIZDIR. Çünkü yalan haber yapıyorsunuz. Çünkü işgali meşrulaştırmak için elinizden geleni yapıyorsunuz. Bundan vazgeçin.
LİBYA’NIN İŞGALİNİN SUÇ ORTAĞIDIR.
HABERLERİNİZ YALAN VE AHLAKSIZCA! berler çıkardı basında. Irak'a işgal denilirdi örneğin. Bunun nedeni Irak’ın özgürlüğünden yana olduklarından değil. Çıkarları gereğiydi. Son 10 yılda AKP demagoji yaparak, halka Ortadoğu halklarının dostu, her şeyi onların özgürlüğü için yaptığına inandırmaya çalıştı. Burjuva basın sayesinde bunu şimdilik başardılar. AKP işbirliğinin doruk noktasında, burjuva basında şu an AKP’ye yaranmak için her türlü yalakalığı yapmaktadır. AKP, İŞBİRLİKÇİLİĞİN doruk noktasında. Yeni-sömürgecilik ilişkilerinin kurulduğu 1946’dan beri oligarşinin tüm iktidarları işbirlikçidir. Ancak hiç bir iktidar AKP kadar işbirlikçi olmamıştır. Ortadoğu’da emperyalizmin maşası olarak kullanılmaktadır. Burjuva medya Libya’ya saldırının başından beri yaptıkları yalan haberlerle Libya’nın işgalinin suç ortağı olmuşlardır. İşgali meşrulaştırmışlardır. Emperyalizmin politikalarını gizlemişlerdir. İşgali ve çapulcu işbirlikçilerini meşrulaştırmak için her türlü YALAN VE AHLAKSIZ haberleri yaptılar. İşte burjuva basından bazı başlıklar ... - Kaddafi "hizmetçisinin yüzünü yaktı, işkence yaptı", - Kadın korumalarına aile boyu tecavüz ettiler. -Hovarda oğulları var. Porno yıldızları ile birlikteler. - Hapishanelerinde işkence yapılıyor.
Biz de Varız
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
51
Savaşan Kelimeler
nanlara. Düzendir yaşananların sorumlusu. Sistemin yarattığı yoz kültürdür. Afrika’da, Somali’de yaşanan yoksulluk inanılmaz değildir, sebebini de biliriz aslında çözümün nasıl olabileceğini de.
İNANILMAZ... İnanmak güçlü kılar insanı....
Sonuç olarak bizim için inanılmaz hiçbir şey yoktur. İnsanların emeği ve onuruyla yaşadığı bir düzen olmadığı müddetçe, halkın kendi iktidarını kurmadığı, bağımsız bir Türkiye olmadığı müddetçe bunların sürecini biliriz biz.
Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
52
İnanılması çok güç veya imkansız olan. Az rastlanan, olağanüstü anlamında olarak geçiyor sözlüklerde... Sık sık duyarız bu kelimeyi, hatta sık sık da söyleriz konuşmalarımızın arasında. Fark etmeyiz değil mi hangi anlamda kullandığımızı, sıradan gelir çünkü alışkanEgemenlerin, AKP ve diğer iktidarların; içeride, dılık haline gelmiştir. şarıda, dağda, sokakta bizi katletmeye devam edeceğiBiz inandığımız somut şeyler üzerinden konuşuruz, ni... Halkı sindirmek, korkutmak, daha rahat sömürmek inanmadığımız ya da inanılmayacak şeyler üzerinden koiçin her türlü işkenceyi, baskıyı uygulayabileceğini... Bizi nuşmayız. Her şey açık ve nettir bizim için, öyle olmadiri diri yakabileceğini, üzerimizde kimyasal silahlar kullıdır da. Çünkü sınıfsal bakarız olaylara. Açlık-yoksullanabileceğini, en iğrenç, akla gelmez işkenceleri uyguluk varsa bir düzende, insanlar çöplerden ekmek toplulayabileceğini biliriz. Herşeyi yapabileceklerine inanırız. yorsa, bir baba hem kendinin hem de çocuklarının caTanırız onları... nına kıyıyorsa burada net olan bir durum vardır. Burada “nasıl bir babaymış” diye düşünmemeliyiz, bir babanın Biz yoksulluk içinde yaşarken; kendileri her türlü zevkkendi çocuğunu öldürecek kadar gözünün nasıl döndüi sefayı yaşadığını biliriz. Toprağımızı, suyumuzu nasıl ğünü, nelerin onu bu hale getirdiğini düşünmeliyiz. Yani sattıklarını, cebimizdeki beş kuruşa bile nasıl göz dikbunlar inanılmayacak olaylar değildir. Düzen kendisine tiklerini bizzat yaşamımızdan biliriz. daha fazla muhtaç etmek için daha fazla sömürüyor. HalTabi buna karşı zulme karşı direnişin her zaman olkımız ise bu sömürü düzeninde çaresizlikten başka bir yoduğunu ve olacağını da biliriz. Bu yüzden ölüm orucunda lun olabileceğini göremediği için ya intiharı seçiyor ya günlerce, aylarca aç kalmak inanılmaz değildir, parasız da en yakınındakini öldürüyor. eğitim talebiyle aylarca gece gündüz, karda kışta, yağÖzellikle haberleri izlerken- okurken dikkat ediyor mumurda çamurda güneşin altında bu talepleri için mücayuz, hemen hemen her haberde geçer inanılmaz haberdele eden öğrencilerinin ısrarı inanılmaz değildir bizim ler dizisi. Öyle ya halkın yaşadıkları, halka uzak olanlar için. tarafından inanılmaz gelir. Ama biz inanırız ihtiyaç saDevrimcilerin varlığını ve egemenler ne yaparlarsa hipleri için verilen yardımlarda çıkan kargaşaya. Bir lokyapsınlar direnenleri bitiremeyeceklerini biliriz. İnanırız. ma daha fazla girsin diye boğazına, yanındakini hiç düDaha birçok çok şeyi de biliriz. Bu yüzden bizim için şünmeden ezebilenlerin olduğuna inanırız. Kuyruklarda hiçbir şey inanılmaz ya da imkansız değildir. saatlerce bekleyipte sonuç alamadığı için isyan çıkarKendimizi güçlü kılmak için inanacağız. tanların yarattığı görüntülere inanırız. Linç saldırılarında karşısındakinin ne düşündüğünü, nasıl bir amaç için Nasıl zulmedenlerin ve direnenlerin olduğuna inaneylem yaptığını düşünmeden saldıranların polisin yöndığımız gibi zaferi de er geç kazanacağımıza inanacağız. lendirmesiyle oluştuğu gibi, büyütülen şovenizmin bu tür grupları yarattıklarına inanırız. HaOKULLAR AÇILIYOR pishanelerde işkenceyle öldürülenlerin olduğuna inanırız. Bayrampaşa Hapishanesi'nde 6 bayanı PARALI EĞİTİM SORUNU BÜYÜYOR! diri diri yakanların varlığına inanırız. Sivas’ta 32 Antalya’da, yaz süresince her cumartesi günü “Parasız Eğicanı yakanların var olduğuna inandığımız gibi. tim” talebiyle açılan imza masası, okulların başlamasına sayılı Bunlar varsayım değildir bizim için, çünkü biz günler kalması ile daha bir önem kazandı. Çünkü çocuklarını ilkbizzat yaşar ve tanık oluruz. Çünkü biz tarihin ta- öğretime kayıt ettirmek için giden ailelerden 500 lira para istenıkları olarak inanırız bu yaşadıklarımıza. Bir lok- niyor. ma ekmek için gecesini gündüzüne katan anneGençlik Federasyonu’na bağlı Liseli Gençlik’in 3 Eylül Cubabalarımızdan biliriz yoksulluğun ne demek ol- martesi günü saat 15.00’te açtığı masa, okul ihtiyaçlarını almak duğunu... için alış verişe çıkan ailelerin ilgisini çekti. Masaya gelenlerin Anlattığımız bu tablonun sahiplerinin de kim her biri okullarda karşılaştıkları başka bir sorunu anlattı. Poliolduğunu iyi biliriz. Bu yüzden inanırız yaşa- sin taciz etmesine rağmen 396 imza toplandı.
değinmeler
n ye
i
İNSAN SAĞLIĞI KARA EN BÜYÜK ENGEL! Artemis Marin Princess Otel'de çalışan ve avans dışında maaş alamayan Özcan Albayrak adlı işçi oteldeki çalışma koşullarını anlatmış. 10 kişinin yapacağı işi 4 kişiye yaptırdıklarını söyleyen işçi, ayrıca işleri yavaşlattığı için eldiven kullanmalarının otel tarafından engellendiğini söylemiş. İşçi de ne oluyor, insan mı o? Burjuvazi için önemli olan en hızlı şekilde en fazla karı elde edebilmek... Bu karı gölgeleyen insan sağlığı olsa da önemli değil, her şey kara endeskli...
İYİSİNİ TEKELLER YER! İETT'nin de en çok para kazandığı hatlardan biri olan metrobüs özelleştiriliyormuş. Kar elde eden her şey özelleştiriliyor... Halka fazla görülen, burjuvaziye peşkeş çekiliyor... Az yiyorsunuz, daha da yiyin, yerken bizi de görün, diyor.
söz
"Geçmişin mirasçısı, geçmişteki kararlı ve uzlaşmaz mücadelelerin mirasçısı olmak isteyen kimse, bugün doğru devrimci çizgiden, proletaryanın devrimci bayrağını yükseklerde tutmak zorundadır." Mahir Çayan
TÜNAYDIN! “Somaliye CHP desteği” başlığıyla, Kılıçdaroğlu ve ekibinin oraya gidişlerinin haberi verilmiş. Kılıçdaroğlu; "bugün yaşanan açlığın, kıtlığın, geri kalmışlığın temel sorumlusu Batı'nın emperyal güçleridir..." demiş. Tünaydın, biz de Kılıçdaroğlu'na diyoruz... Seçim otobüslerini bile Batı'nın hibe ettiği CHP, ne hakla konuşuyor?..
AMERİKAN USULÜ BARIŞ! Dünyadaki askeri harcamalar için bu yıl 1 trilyon 630 milyar dolar harcanmış. Askeri harcamalarda ABD birinci sıradaymış. Dünya çapındaki bütçenin yüzde 43'üne sahip olan ABD, bu yıl askeri harcamalarını altı katına çıkarmış. Yani ABD barış dedikçe, savaşa yatırım yapmış, yapıyor. Yani ABD barış dedikçe biz daha fazla savaşlar çıkarılacağını, daha fazla yere saldırılacağını anlamamız gerekiyor. Açlık, yoksulluk, zulüm, esaret götürüyor gittiği yere, hem de "demokrasi", "barış" diyerek... Hemen yanı başımızdaki Irak, Afganistan, Libya'ya bakmamız yankeelerin barıştan ne anladığını görmemize yeterli...
UCUZ EMEK Liseliye iş talebi çok fazlaymış. Kariyer.net sitesinde en yoğun talep liselilereymiş... Kapitalizm ve işbirlikçileri ucuz emeğin peşinde...
Çizgiyle
PARAN KADAR! Almanya'nın Bonn şehrinde sokakta çalışan hayat kadınları için özel parkmetreler üretilmiş. Yani Almanya hayat kadınına sokakta çalışmasında bir sakınca görmezken sakıncayı onların devlete beş kuruş para ödemeden çalışmalarında bulmuş. Ve hemen vergilendirmeye gitmiş. Hayat kadını çalıştığı bölgede parkmetrelere para atmak ve bilet çekmek zorunda... Eğer akşam 8 ile sabah 6 arası böyle bir bilet almamışsa uyarı ve sonra para cezası alacakmış. Almanya'dan büyük hizmet! Her türlü pisliği yiyebilirsin, her türlü ahlaksızlığı yapabilirsin ama PARAN varsa...
İstanbul AKP İl Başkanlığı Önü
AKP TECRİTİ SAVUNUYOR, SALDIRILAR, CEZALAR ARTARAK DEVAM EDİYOR Sayı: 285
Yürüyüş 11 Eylül 2011
54
Evlatlarını tecrit hücrelerinde yanlız bırakmayacaklarını her yerde haykıran TAYAD’lı Aileler, bu hafta da, beyaz kefenlerini giyerek, İstanbul AKP il binası önünde eylem yaptılar. 6 Eylül günü saat 14.00’te yapılan eylemle, tecritin AKP iktidarı döneminde de devam ettiği anlatıldı. AKP il binası önüde toplanan TAYAD’lı Aileler, “Hapishanelerde 10 Yılda 1758 Ölüm! Tecrit Can Almaya Devam Ediyor Siz Neredesiniz? - TAYAD’lı Aileler” pankartını açtılar. Basın açıklamasını, TAYAD adına Nuri Cihanyandı yaptı. Cihanyandı, “F tipi tecrit hapishanelerinde 11 yıI geçti. 11 yıldır uygulanan tecrit politikaları hiç değişmedi. İktidardaki partiler değişti, demokratikleşme vaatleri, insan hakları söylemleri havalarda uçuştu ama tecrit hiç değişmedi. Aksine her gelen parti tecriti ağırlaştırdı. AKP, yasa olmadan uygulanmakta olan tecrit saldırısının yasal zeminini sağladı. Bunu yaparken de tutsakların zaten kısıtlı olan haklarını tamamen ortadan kaldırdı.” diye konuştu. Tutsakların tek bir hakkı olduğu, onun da uygulanmadığının belirtildiği açıklamada, “Sohbet hakkı uygulanmamaktadır. İdarenin disiplin
cezalarıyla engelleyemediği tek hak olan sohbet hakkı bu nedenle tutsakların tek hakkıdır.” denildi. Açıklamada ayrıca, Alanya L Tipi Hapishanesi’nde kalmakta olan Gülay Efendioğlu’na yönelik saldırılar hakkında da bilgi verildi. Gülay Efendioğlu’nun, tecriti, yapılan saldırıları ve hak gasplarını protesto ettiği için saldırıya uğradığı ve saldırı izlerinin hâlâ yüzünde olduğu anlatılarak, “Yüzü yara içinde ve şişmiş haldedir. Diğer saldırılarda olduğu gibi saldıran gardiyanlara değil, saldırıya uğrayan tutsaklara ceza verilmiştir. Gülay Efendioğlu'na disiplin cezası verilmiştir.” denildi. AKP'nin saldırıları sahiplenmesi ve koruması nedeniyle bu saldırıların pervasızca yapıldığını belirten TAYAD’lı Aileler, tecritin sorumlusunun AKP olduğunu, tecrit uygulamalarından derhal vazgeçmeleri gerektiğini ifade ettiler. Basın açıklamasının ardından 15 dakikalık oturma eyleminin yapıldı ve “Tecrite Son, Sohbet Hakkı Uygulansın!”, “Devrimci Tutsaklar Onurumuzdur!”, “Adalet İstiyoruz!”, “İşkence Yapmak Şerefsizliktir!”, “Kahrolsun Faşizm Yaşasın Mücadelemiz!” sloganları atılarak eylem bitirildi.
15 Ekim 1980’de Mardin’in Nusaybin ilçesinde doğdu. Ortaokula Nusaybin’de başladı, İzmir’de bitirdi. Ortaokul yıllarından itiAbdülbari YUSUFOĞLU baren devrimcilere sempati duydu. Lise yıllarında sempatisi daha da büyüdü. 1997’de dershaneye giderken, DLMK’lılarla tanıştı. Demokratik Lise İçin Mücadele Komiteleri (DLMK), liselerde gençliğin haklarını savunan, dayağa, gerici eğitime karşı çıkan bir örgütlenmeydi. 98 sonlarına kadar DLMK içinde mücadele etti. Daha sonra, Afyon Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu’na girince, TÖDEF (Türkiye Öğrenci Dernekleri Federasyonu) içinde mücadele etmeye başladı. Büyük direnişte, dışarıda ölüm orucu direnişine başlayan 2. Ekipler içerisinde yerini aldı. 20 Eylül 2001’de açlığının 137.gününde İstanbul Küçükarmutlu’da şehit düştü. Şilili Neruda, halkların özgürlük savaşını işlediği kavga şiirleriyle tanındı. İspanyol İç Savaşı başladığında, İspanya’da görevli bir diploPablo mattı. O, ülkeyi terk etNERUDA mek yerine, Franco faşizmine karşı savaştı. Ülkesinde de devrimci çalışmalarından dolayı baskılara maruz kaldı, sürgün yaşadı. 1973’te Pinochet’in faşist darbesinden sonra 23 Eylül 1973’te Şili’de hastalığı sonucunda aramızdan ayrıldı. 1912’de doğdu. Anadolu türkülerinin güçlü ve sosyalist sesi oldu. Devletin baskılarına maruz kaldı. 1952’de TKP operasyonunda tutuklanRuhi SU dı. 5 yıl tutsak kaldı. Tutsaklığından sonra da yaşamı sürgünler, baskılarla geçti. Susmadı, boyun eğmedi. Kansere yakalandı. Cunta pasaport vermeyerek yurtdışına tedaviye gitmesini engelledi. 20 Eylül 1985’te aramızdan ayrıldı.