SEN BİZİ DİNLEDİN!.. BİZDE SENİ DİNLİYORUZ... EMANETİN NAMUSUMUZDUR ATAM!..
KöSTEB”EK” “DİN TÜCCARLARININ ŞAH DAMARINA DARBE”
“Bırak ihanet tam alnımdan vursun beni İsterse karanlık zindanlarında boğsun Eğer ölümümle yaşayacaksa Türk Milleti Bu canı koruyan nefse yazıklar olsun!..” Kaynak: ATATİM / www.hablemitoglu2002.cjb.net
ÖNSÖZ Bu ülkeyi, hatta ve hatta koskoca Türk dünyasını ve üç kıtaya yayılan izlerinde etkisini kullanarak Türkler üzerinden İslam dünyasının iplerini dış güçlere teslim etmeye kararlı işbirlikçiler hedeflerinden vazgeçmedi, tüm hızıyla güçleniyor... Ya biz?.. ...
Gün öyle bir gündür ki... Gidenin arkasından ağıt yakmaya vakit yoktur!.. Gün bayrağı alıp gidenin ardından gitme günüdür... Tıpkı Kurtuluş Savaşında düşman ordularının beynine kazıdığımız gibi... “Türkleri öldürebilirsiniz fakat asla yenemezsiniz!..” ... BAKIN ATATÜRK NE DİYOR...
“Memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evladı! İşte; bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!..”
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!..
Ana Başlıklar AMACI DOĞRU TANI DİNİ YÖNDEN SİNSİ GİRİŞİMLER ATATÜRK’E YÖNELİK İFTİRALAR TSK’ya YÖNELİK GİRİŞİMLER ÇEŞİTLİ OPERASYON ÖRNEKLERİ EN SİNSİ OPERASYON ÖRNEKLERİ TESEV SONUÇ İRTİCA NEDİR? İRTİCA = ESKİ TCK 163. MADDE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
AMACI DOĞRU TANI?.. Türkiye Cumhuriyeti için bu kadar önemli bir konuda kısa tanılar yapıp, açıklamadan kestirip atanlar, farkında olarak veya farkında olmadan din tacirlerinin ekmeğine yağ sürmekte ve tacirlerin hedef kitlesi olan insanları asla aydınlatamamaktadırlar. Ayrıca bu tanılar sırasında; masum inançlı insanlar yani inancıyla arasına üçüncü bir kişi sokmayanlar zedelenmemeli, tanı çok dikkatli yapılmalıdır. Bu tür yapılanmaların en çok dine ve sade inançlı insanlara zarar verdiği anlatılmalı; toplumun çıkarcı bu tip kesimlere karşı topyekün desteği alınmalıdır. Genel bir tanı yapmak gerekirse, istedikleri; “Dış güçler yönetiminde bir şeriat devleti kurmak” veya “dış güçler yönetiminde bir sivil toplum organizasyonu” gerçekleştirmektir. Şuan ki aşama da, malesef dış güçler yönetiminde bir sivil toplum organizasyonu amacı büyük ölçüde tamamlanmış olup artık sadece kendini sağlama almak için milli ve dini duyguların üzerine oynayarak güçlenmeye devam etmektedir. AMACIN YÖNETİCİLERİNİ ve PİYONLARINI DOĞRU TEŞHİS... Amacın içerisindekileri 2 grupta inceleyebiliriz. Yöneticiler ve piyonlar... Bu tip yapılanmalardaki piyonlar yapılanmaların olmazsa olmazıdır. O halde piyon haline gelen milli bilinçten yoksun kitlenin bu duruma gelmesindeki etkenler ortaya çıkarılmalıdır. Ayrıca zayıf noktalarından vurularak milli bilinçten yoksun hale getirilen insanların yanı sıra, bu insanları yönlendirenlerin amaçlarını net kanıtlarla deşifre etmelidir. “Örümcek Ağı Teoremi” adı verilebilecek seanslarla beyni yıkanan insanların ve hatta farkında olmadan sistemin içinde beyin yıkama ustası olan insanların bu yasadışı sistemlerden kopması da bir takım psikolojik sorunları beraberinde getirmektedir. PEKİ NEDİR AMAÇ?.. Kutsal din duygularını araç olarak kullanan bu kesimlerin amacı; iktidarı, parayı, adliyeyi, mülkiyeyi, emniyeti, siyaseti, askeriyeyi kısacası her türlü gücü ele geçirmek ve çıkarları doğrultusunda yönetmektir. Burada sorulması gereken en önemli soru şudur... “Bu ülkede adliye , emniyet, askeriye vs. düşman elinde midir ki, bu güçler buraları ele geçirmek iddiasındadır?” - Elbette ki hayır! Hepsinin mensubu bu aziz vatanın evlatlarıdır. Öyleyse bu inkar edilemeyecek girişimin arkasında yatan nedir? Heralde sadece aksiyon olsun diye bu tür girişimlere girilmemektedir. Öyleyse bu girişimlerin masum olduğunu söylemek imkansızdır.
DİNİ YÖNDEN SİNSİ GİRİŞİMLER Utanmadan çıkarları doğrultusunda araç ve organizasyonu sağlamak için tutkal olarak kullandıkları kutsal din duyguları da; bu kesimlere tokat niteliğinde sözlerle yanıt ve ders vermektedir. Örnekler; Bana itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur, bana isyan eden, Allah’a isyan etmiş olur, Amire itaat eden, bana itaat etmiştir, Amire isyan eden, bana isyan etmiştir” (Hz. Muhammed) Ey Ashâb`ım! Vâlilerinizin, kumandanlarınızın emirlerini dinleyiniz ve onlara itâ`at ediniz; üzerinize ta`yîn olunan vâli, başı siyah kuru üzüm gibi saçlı Habeşî bir köle olsa bile... (Hz. Muhammed) Taraf tutmayın, bazı insanları kayırmayın. Bu tür davranışlar sizi zulme ve despotluğa çeker. (Hz. Ali) ... İşte buradaki örneklerden de çok net anlaşılacağı gibi; toplumsal düzen ve huzur için dini hükümlerde “dine isyan” hariç amire itaati emretmiştir. Hatta amire itaatsizliğin ne derece büyük bir hata olduğu çok açık ve net belirtilmiştir. Peki... Ülkemizde ele geçirilmeye çalışılan hangi kurumda insanlara inançlarını değiştirmeleri, dine isyan emredilmiştir?.. - Hiçbirisi! O halde bu itaatsizlik girişimlerini dine dayandıranların aslında masum ayağına yatan çıkar esasına dayalı, dini araç ve kendi çıkarları için tutkal olarak kullanmaya çalışan “inanç hortumcuları” oldukları görülmektedir. Ayrıca herkes bilmektedir ki; cumhuriyet rejimi ve laiklik tüm inançlar için en uygun sistemdir. Dinde zorlama olmadığı çok açık ve net belirtilmesine rağmen, hala rejim düşmanlığı ilan edenleri anlamak imkansızdır. Rejimine sahip çıkmayan hiç kimse bu ülkeyi sevdiğini iddia edemez, çünkü burası Türkiye değil Türkiye Cumhuriyeti’dir! Bu ülkede “inanç hortumcularına” en büyük darbeyi vurması gereken güç; hiç şüphesiz rejimiyle, kurumlarıyla barışık ve sinsi planlardan uzak Türk vatandaşlarıdır. Çünkü; inanç hortumcularından en büyük zararı bu kesim görmektedir. O yüzdendir ki; din üzerinden çıkar amaçlı vaatler verip yapmayanlara, devlet sanki düşman elindeymişcesine ele geçirmeye çalışanlara suskun kalanlar, anayasasıyla dini özgürlükleri güvence altına alan rejime değil ; dini oyuncak eden, ”taktığı türban bir asgari ücret alan işçinin bir yıllık maaşına tekabül edenlere” hesap sormalıdır!..
ATATÜRK’e YÖNELİK İFTİRALAR Mustafa Kemal ATATÜRK’e dil uzatan kesimlerin hep dini kullanmaya çalışan inanç hortumcularından çıkması tesadüf değildir. Çünkü Atatürk inançlı insanların asla düşmanı değildir; ancak Atatürk ve Atatürkçüler dini çıkar amaçlı kullananların baş düşmanlarıdır. Atatürk; -
Laiklik ilkesiyle din ile siyaseti birbirinden ayırdı. Böylece dini, bir siyaset ve çıkar sağlama aracı olmaktan kurtardı. Bugün dini siyasete araç yaparak, kendi gibi düşünmeyenleri dinsiz sayanları gördükçe, Atatürk’ün ne denli doğru yaptığını daha iyi anlayabiliyoruz.
-
Elmalılı Hamdi Yazır’a Kur’an-ı Kerim’in Türkçe çeviri ve açıklamasını yaptırdı. Hazırlanan yapıtın Diyanet İşleri Başkanlığı’nca basılmasını isteyerek topluma ücretsiz olarak dağıtılmasını sağladı.
-
Atatürk’ten önceki, egemen anlayışa göre, kişi sadece ahiret için çalışmalıydı, bu dünya tümüyle önemsizdi. Üstelik, bu dünya için çalışmak büyük günah, Tanrı’dan uzaklaşma sayılırdı. Bu yanlış anlama yüzünden de, Müslümanlar geri kalmış; yoksul düşmüştü. İşte, Atatürk ile O’nun uyguladığı devrimler bu yanlış beyin yapısını değiştirdi. Bu dünya için de çalışmak, kalkınmak, anlayışı yerleşti. Sonuçta, belli bir kalkınma düzeyine ulaştık. Bu anlayış değişikliği olmasaydı biz bugün şimdikinden çok daha kötü durumda olacaktık.
-
Atatürk, yine ulusumuz dinini anlayıp öğrensin diye hadisleri Türkçe’ye çevirtti. Peygamberinmiş gibi gösterilen ama Kur’an-ı Kerim’le çelişen uydurma sözler ayıklandı. Bu çalışmaların sonucu ortaya çıkan yapıtlar yine Diyanet İşleri Başkanlığı’nca basılarak, Atatürk’ün isteği üzerine, topluma ücretsiz olarak dağıtıldı. O güne dek böyle bir hadis çevirisi yapılmamıştı.
-
Bugün camilerde, cuma günleri okunan hutbeler, Atatürk’ten önce Arapça‘ydı. Türkçe konuşan ve Arapça bilmeyen Türk ulusuna Arapça hutbe okunup öğüt veriliyordu. Hiç kimse de hiçbir şey anlamıyordu. İşte, Atatürk bu saçmalığa da bir son vererek hutbelerin öğüt kısmının Türkçe olmasını sağladı. Bugün ulusumuz camilerde Türkçe hutbe dinleyerek, dinini öğrenip öğüt almaktadır.
-
Türk ulusunun dinsel gereksinimlerini sağlıklı biçimde karşılayabilmesi amacıyla ilahiyat fakültelerini açan Atatürk’tür. Atatürk döneminde öğrenci alım sayısının ülkenin nitelikli din adamı gereksinimini karşılayacak sayıda tutulduğunu görüyoruz.
Mustafa Kemal Atatürk diyor ki; “Din vardır ve lazımdır. Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur. Yalnız şurası var ki din, Allah ile kul arasındaki bağlılıktır.” (M.Kemal Atatürk 1930) ... Burada en önemli husus şudur; din insanın inandığı ile kendisi arasındaki bağlılıktır. Öyleyse bu bağlılığın arasına girmeye çalışanları irdelemekte yarar vardır. Bu irdelemeyi gene Türk milletinin aziz evladı Mustafa Kemal ATATÜRK’ten alalım... “Bizi yanlış yola sevkeden soysuzlar bilirsiniz ki, çok kere din perdesine bürünmüşler, sâf ve temiz halkımızı hep din kuralları sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz... Görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harabeden fenalıklar hep din örtüsü altındaki küfür ve kötülükten gelmiştir.” (1923) İşte Mustafa Kemal Atatürk’ün bahsettiği bu kimselerin; “bize hizmet etmiyorsan patates dinindensin vs... “ diye uzayıp giden ağır ithamları, kendilerine has bir takım şeylerle dini tekellerine almaya ve aynı dine mensuplar arasında dini bölücülük yapıp, bu tip sistemlerin başına da “kutsallık” yüklemeye çalışanların olduğu görülmektedir. Buna da gene Atatürk yıllar önce değinmiştir. “Her şeyden önce şunu en basit bir dini gerçek olarak bilelim ki, bizim dinimizde özel bir sınıf yoktur. Ruhbanlığı reddeden bu din, dinde tekelciliği kabul etmez” (M. Kemal Atatürk)
İşgaldeki hali sakın unutma.. Atatürk'e dil uzatma sebepsiz! Sen anandan gene çıkardın amma.. Baban kimdi bilemezdin Şerefsiz!..
TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNE YÖNELİK GİRİŞİMLER... Anayasa'nın başlangıç bölümünde, - Yüce Türk Devleti'nin bölünmez bütünlüğünü belirleyen Anayasamızın, Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda anlaşılması, sözünün ve ruhunun bu yönde yorumlanıp uygulanması gerektiği, - Hiçbir etkinliğin, Atatürk ilke ve devrimleri karşısında koruma göremeyeceği, belirtilmiştir. Böylece, Atatürk ilkelerinden en önemlisi olan laiklik, Anayasa'ya yön veren, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti'nin temelini oluşturan ilkeler arasındaki yerini almıştır. Bunun içindir ki, yine başlangıç bölümünde, "laiklik ilkesi gereği kutsal din duygularının Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı" belirtilirken açık ve kesin biçimde laikliğin tanımı da yapılmıştır. Bu tanıma göre laiklik, dinin toplumsal, siyasal ve hukuksal bir güç ve düzenleyici olmasını önleyen temel ilkedir. Bu işlevine uygun olarak Anayasa'nın 24. maddesinde de, - Devlet'in sosyal, ekonomik, siyasal ve hukuksal temel düzeninin kısmen de olsa din kurallarına dayandırılamayacağı, - Dinin ya da din duygularının yahut dince kutsal sayılan şeylerin, siyasal ve kişisel çıkar ya da nüfuz sağlama amacıyla kötüye kullanılamayacağı, açıkça belirtilmiştir. Anayasa'nın 174. maddesinde, Türk toplumunu çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyeti'nin laik niteliğini koruma amacını güden devrim yasaları tek tek sayılarak güvenceye alınmıştır. Bunların yanında, Anayasa'nın 13. maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin laik Cumhuriyet'in gereklerine uygun olarak sınırlanabileceği; 14. maddesinde de, bu hak ve özgürlüklerin laik Cumhuriyet'i ortadan kaldırmayı amaçlayan etkinlikler biçiminde kullanılamayacağı belirtilmiştir. Yüksek Mahkeme'nin kararlarıyla belirginleşen yargısına göre, laiklik ilkesi nedeniyle, - Din kuralları, Devlet işlerini düzenleyemez. - Din, bireylerin manevi yaşamına ilişkin olan inanç bölümündeki kutsal yerinde, sınırsız bir özgürlük tanınarak anayasal güvenceye alınmıştır. - Dinin, bireyin manevi yaşamını aşarak, toplumsal yaşamı etkilemesine izin verilemez; bireyin inanç ve ibadet yaşamına, kamu düzenini, güvenini ve çıkarlarını korumak amacıyla sınırlamalar konulabilir; dinin kötüye kullanılması ve sömürülmesi yasaklanabilir.
Dinin inanç alanından çıkarılıp ideolojiye dönüştürülmesi onu siyasallaştırır ki, bundan en büyük zararı görecek olan dindir. Çünkü din siyasallaşmakla kutsallığını yitirecektir. Anayasa Mahkemesi'ne göre, Atatürk devrimlerinin hareket noktasında laiklik ilkesi yatmakta ve devrimlerin temel taşını bu ilke oluşturmaktadır. Laiklikten verilecek en küçük ödün, Atatürk devrimlerini yörüngesinden saptırarak, yok olması sonucunu doğurabilecektir. Cumhuriyetin, devrimlerin ve kutsal din duygularının sömürülmesinin önlenmesi için tek yol Atatürkçü düşünce sistemidir. Cumhuriyetin temel niteliklerine sahip çıkmak, iç siyasetle ilgili olmayıp yasalarla Türk Silahlı Kuvvetleri’ne verilen bir görevdir ve askerin yasalarla verilmiş görevleri yapma veya yapmama gibi bir seçeneği ve lüksü yoktur. Bu kesimler projelerin önündeki en önemli engel olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’ni görmektedir. Bunlar Türk Silahlı Kuvvetleri’nin siyasete müdahale ettiğini ifade ederek, silahlı kuvvetlerin özellikle milli güvenlik açısından anayasal düzenin 3 temel niteliği olan; ulus devlet, üniter devlet ve laik devlete yapılan saldırılara kayıtsız kalmasını istemektedirler. Bu kesimler büyük bir yanılgı içerisindedirler. TSK’yı başka ülkelerin ordularıyla karşılaştırarak farklı sonuçlar üretmeye çalışanlar Türk toplumunun tarihini de, gerçeklerini de bilmeyenler yada kendilerine yabancılaşmış olanlardır. ** Türk Silahlı Kuvvetleri’ne sızma ve yıpratma girişimlerine bu kesimlerin sinsi operasyonlarından bahsederek geniş bir şekilde değineceğiz.
DİN SÖMÜRÜCÜLERİNİN ÇEŞİTLİ OPERASYON ÖRNEKLERİ 1- Türk Silahlı Kuvvetleri için özel bir “infiltration” (sızma) stratejisi izlemektedirler. 2- Ele geçirdikleri mevkilerde; devletin gücünü, devletin yılmaz savunucularına karşı kullanma girişimleri izlenmektedir. 3- Özellikle üniversitelerde olmak üzere; çeşitli eğitim kurumlarındaki öğrenciler veya öğreticiler üzerinde kadrolaşan irticai ekipler Atatürkçü gençlere karşı psikolojik, fiziksel şiddet ve baskıyla ezme girişimine girmektedirler. 4- Çeşitli istihbarat kuruluşlarında örgütlenen bu gruplar; kendileri için tehlike gördükleri kişiler üzerinde, elektronik ve diğer takibatlarla geniş bir abluka oluşturmaktadır. Bu ablukalarda kendileri için uygun malzeme bulamayan bu gruplar; gerektiği zaman aleyhte kullanmak üzere dezenformasyon (sahte belge) hazırlığı yapmaktadırlar. Ayrıca iftira girişimleride cabasıdır. 5- Dış destekli yeşil sermaye ile; yazılı, görsel ve internet üzerinde güçlünen bu gruplar hedef kişiye toplu olarak saldırmakta, karalama konusunda tamamlayıcı olmaktadır. 6- “Second cover” yani sırf gizli ilişkilerin ve amacın örtülmesine yönelik olarak geçmişte ve günümüzde dini kullanan gruplar; artık Türklük üzerinde de milliyetçi tavırlar takınıp, dış destekli yeşil sermaye ile had safhada “dış kontrollü” girişimlerde bulunarak Türklük üzerinden kendilerine kalkan oluşturma çabası içindedirler. 7- Double-agent (ikili oynayan ajanlık) kapsamında; dış destek ve sömürülen kesimlerin yardımlarıyla mali gücü sınırsız olan bu güçler; ülkemize yönelik düşmanca faaliyetlerin (örnek; kaplancılar) rahat olarak yaşadığı Almanya’da ve PKK’ya destek çıkan bir çok ülkede de cirit atmaktadırlar. 8- İslamı terörle özdeşleştirmeye çalışan; her müslümana potansiyel terörist gözüyle bakan Amerika’da çok rahat ve çok özgür faaliyet hakkı verilmiş olması bu gruplar hakkında sadece iki seçenek sunmaktadır; a) Söylediklerine göre, bu gruplar Türklüğü, Türkçeyi dünyayı yayma mücadelesindeler öyleyse Amerika İslamiyet ve Türklüğün dostudur. b) Amerika bu grupların arkasındaki güçtür. Amerika bu grupların dostudur ve bu gruplar dine ve din üzerinden Türklüğe ihanet içerisindedirler. 9- Üniversite öğrencileri başta olmak üzere, çeşitli genç insanları çocukca, kulağa hoş gelen ve teşvik edici tabiriyle ima edilen deyimiyle “istihbaratçı veya sivil istihbaratçı”; profesyonel deyimiyle ise yem olarak özellikle Atatürkçü gençlere ve bireylere karşı kullanmaktadırlar.
Amatör ve eğitimsiz oldukları için kendilerini kolayca ele verme özelliği gösteren bu bilinçsiz şahısların ise tehlikeye atıldığını söylemek çok yerinde olacaktır. Oysa bu çaba terör örgütü sempatizanı gruplara uygunlansa; mutlaka bir açık bulunacak ve yasal olarak cezalandırılması sağlanacaktır. Ancak devlete sızan ve sızma çabası içerisinde olan bu gruplar; Atatürkçü gençler ve bireyler ile kendilerine yönelik tehdit oluşturduğu için, terör örgütlerinden daha çok uğraşmaktadırlar. 10- Liseli gençleri; ele geçirilerek arşivlenen telefonları aranarak ve okullardaki gruplarını devreye sokarak elde etme girişimlerinde bulundukları görülmektedir. Genelde gençler ev ortamına çekilmektedir. 11- Üniversiteleri yeni kazanan gençlere yönelik olarak; kampüslerin kilit noktalarına yerleşen grupların; a) Gençlere broşür vs. yordamıyla propaganda girişiminde bulundukları... b) Özellikle orta yaş grubundan seçilmiş kadınların hedef öğrencilere “devlet yurdu iyi değilmiş; ama xxx yurdu iyiymiş, çalışma ortamı varmış, 24 saat sıcak su akıyormuş” vs. gibi söylemlerle veya “bizim çocuk bir kaç arkadaşıyla eve çıkacak isterseniz sizde katılın” tipi söylemlerle 677 sayılı kanunla varlığı tamamen yasaklanan bu grupların devrime karşı faaliyetinin tohumlarını attıkları görülmüştür. 12- Özellikle askeri okul öğrencilerine yönelik olarak; kafe, lokanta vs. gibi yerlerde bu gençleri; bayan vasıtasıyla ve dostluk-arkadaşlık vs. girişimleriyle ev ortamına çekerek beyin yıkama seanslarına dahil etmeye çalışıldığı ve nadir olarak görülse de evlilik yoluyla da bu kesimlerin TSK’ya yönelik sızma çabaları olduğu görülmektedir. 13- MİT teşkilatında ve Emniyet’te kadrolaşma çabaları görülmektedir. Bu çaba Ankara Emniyet Genel Müdürlüğü, 16 Nisan 1999 Tarihli Fetullah Gülen Raporu, 2. Bölüm, s. 36’da şöyle geçiyor; “ Fetullah Gülen’in bu hususta bir hayli yol aldığını inkar etmek mümkün değildir. Son zamanlarda ordu, polis ve MİT teşkilatları arasına sızma faaliyetlerine ağırlık verdiği bilinmektedir. Zira, ışık kışlalarında özenle yetiştirilen ışık süvarilerinin, ağabeyleri tarafından yönlendirilerek, bu birimler için açılacak imtihanlara özenle hazırlanarak sızma faaliyetleri içerisine girdikleri alınan bilgilerdendir. Sızmalarda Emniyet Teşkilatı’nın en çok İstihbarat, Bilgi İşlem, Personel birimleri hedef yapılmıştır.” 14- Çeşitli maskeleme yöntemleri olarak; evlere Atatürk resimlerinin asıldığı, evde görünür yerlerde Atatürk’ün eserlerinin bulunduğu, çeşitli şifreli söylemlere ve smslere girişildiği de görülmüştür. 15- Görsel olarak video, ses vs. verilerinin çok iyi kullanıldığı da bir diğer gerçektir. Ayrıca düzen açısından sistemde bir alt-üst ilişkisi vardır. Evlerde bile bir yönetici mutlaka bulunur.
16- Bu tip sistemlerde, sistemin başına, çoğu her ne kadar aksini idda etse de bir kutsallık, eleştirilmezlik yüklenmektedir. Bunda yazılı ve özellikle görsel propagandanın etkisi büyüktür. 17- İnternet üzerinde birbiriyle bağlantılı sayısız siteyle faaliyet yürütmektedirler. İşin ilginç yanı; google vs. gibi popüler arama motorlarından Türklük veya özellikle İslam adına bir arama yaptığınızda gezinirken kendinizi sistemin internet propagandasının içerisinde bulabilirsiniz. 18- Sistemin basın organları güçlü kılmak için; örneğin; 4 kişinin kaldığı eve 4 adet gazete, dergi vs. alınmaktadır. 19- Çeşitli umumi yerlere; örneğin toplu taşıma araçları, kafe, lokanta, çay ocağı vs. gibi yerlere sistemin yayını bırakılmakta veya bilinçli olarak unutulmaktadır(!) 20- İnternet üzerinde; düşman olarak gördükleri kesimleri; din düşmanı olarak göstermek için hedef siteler ele geçirilmekte ve misyoner sitelere yönlendirilmektedir. 21- İnternet üzerindeki takip ve baskı. 22- Adliye, mülkiye... diye giden kadrolaşma istemleri ve dolayısıyla, yargıdaki kadrolaşma çabaları. 23- Özellikle toplumda sevilen ünlü kişilerden sisteme dahil edilenler vasıtasıyla, gençleri çekme çabası. 24- Her kesimden destek alma stratejsi. 25- Kendi başlarına kısıtlı imkanlarla; internet üzerinden veya dernek, vakıf vs. çabalarıyla faaliyete geçen genç bireyleri karalama girişimleri... 26- Modern yapılara bürünerek; sinsi planları kamufle etme çabaları. 27- Özellikle çalışkan öğrencileri sisteme dahil etme çabası ve çalışkan öğrencileri ayrı bir kategoriye sokarak, üstüne düşme, yönlendirme çabaları. 28- TSK’yı karalayıcı ve yıpratıcı söylemler, dalgalandırarak eğitim seviyesi düşük kesimlere şırınga edilmeye çalışılmaktadır.
.... .... ....
EN SİNSİ OPERASYON TİPLERİ
A) KONTROLLÜ AÇIK VERME Bu stratejiyi kısaca şöyle özetleyebiliriz; bu tür grupların yazılı, görsel ve sardıkları internet ortamındaki haber sitelerinde; bilinçli olarak kendi aleyhlerinde bir haber ortaya atarak kendilerine karşı olan kesimleri kaba tabiriyle yemlerler. Ancak 2. aşamada kendi aleyhlerinde oluşturdukları haberin yalan çıktığı veya kanıtlarıyla yalanlandığı şeklindeki haberlerle, yemledikleri kesimleri ters köşe yapmaktadırlar. Bu aşamanın 3. ve son aşamasını ayrı bir strateji olarak inceleyebiliriz... O da... ETKİ- TEPKİ methodudur. B) ETKİ- TEPKİ Bu aşamada; bu tür grupların yazar kadrosu devreye girmektedir ve haberin niteliğine göre liderlerinin veya cemaatlerinin karalanmaya çalışıldığı, hep üstlerine gelindiklerini ama masumiyetlerinin ortaya çıktığı iddia ederek; bu dolambaçlı yollar ile hedef kişilerin kafasını önemli ölçüde karıştırdıkları ve kendi taraflarına çekmeye çalıştıkları, çekemeseler bile pasifize ettikleri görülmektedir. C) TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNİ KARALAMAYA YÖNELİK GİRİŞİMLER Bu kesimler; kendilerinin karşısında en önemli güç olarak Türk Silahlı Kuvvetlerini görmektedirler. Her Türk erkeğinin; asteğmen, çavuş, onbaşı, er olarak veya engelli vatandaşlarımızın temsilen hayatında bir kez de olsa mutlaka mensubu olduğu; her Türk kadınının evladını seve seve teslim ettiği Hun Türklerine kadar uzanan bu iki bin yıllık kurumu karalamak şerefsizlik, haysiyetsizlik ve kansızlıktan başka bir şey değildir. Bugüne kadar görülmemiş, duyulmamış ve cesaret edilememiş şekilde inceleyeceğimiz karalama faaliyetlerinin asılsız ve mesnetsiz olduğu apaçık ortadadır. Bu kesimin, ABD’ye hicret eden liderlerinin; TÜRK Silahlı Kuvvetlerde görev aldığı sıradaki mutsuzluğu “Küçük Dünyam” adlı kitabında kimi bölümlerde şu şekilde görülmektedir: -
“Daha önce de ifade ettiğim gibi, askerlik müddetince, askeriyeye ait yemeği yemedim. Çünkü, ciddi askerlik yapıyor sayılmazdım. Onun için askeriyeye ait yemeğin bana caiz olmayacağını düşündüm ve yemedim.”
-
“Tam istenen şekilde askerlik yapmadığım için, oranın yemeği bana helal olmaz, diye, düşünüyor ve diğer bazı mülahazalarla askeriyenin yemeğini yemiyordum. Hatta giyeceğim elbiseyi dahi, bir asker talebeden satın almıştım. Bunlara dikkat ediyordum.”
-
“Bir de Ramazan, oruç tutuyorum. Yemek yeme fırsatı bulamıyordum. Cebime bisküvi koyar, eder içtimada subay bana doğru bakmıyorsa ağzıma bir tane atardım. Bu bazen sahur, bazan da benim için iftar olurdu. Namazlarımın çoğu nöbete denk geliyordu. Namazımı yine terk etmiyordum.”
-
“Dışarıya çıkmadığım için, ben kendimi bütünüyle ibadete verdim. Kış geceleri uzun olduğundan erkenden mescide gidiyor ve gece geç vakitlere kadar ibadetle meşgul oluyordum. Duygu ve düşünce dünyamın iyice durulduğunu hissettim.Bir gün bizi yine topladılar. "Size bir müjdemiz var" dediler. Hepimiz merakla bekliyoruz. "Mekanizmalarınızı iade edeceğiz," dediler. Tabii ki, pek sevinenimiz olmadı. Her sabah onları temizleyeceğiz diye canımız çıkıyordu. Yine böyle bir dönemin başlaması pek sevimli sayılmazdı.”
-
“Askerlikte insanın onurunu çok kırıyorlar. Nasıl olsa, tekrar yaptırırlar, diye kaçmadım, dişimi sıktım.”
-
“Hayatımın en kabuslu günleri sona ermişti. İki sene ihtilaller ve ihtilal teşebbüsleri ile yüzyüze yaşadığım ve "Korkulu bir rüya görüyorum, uyanınca geçecek" diyerek kendimi ikna ettiğim ve bu ikna ile sabredebildiğim askerlik artık bitmişti.”
Yukarıdaki sözlerde görüldüğü gibi Türk Silahlı Kuvvetleri’ne; dün bu kesimler düşmandı, bugun düşman, yarında hiç şüphesiz düşman olacaklardır. Türk Silahlı Kuvvetleri’ne din düşmanı sıfatı yakıştırmaya çalışanların, tıpkı 28 Şubat sürecinde olduğu gibi dini oyuncak ederek, asıl dine zarar veren ve dini özgürlükleri yaralayanlar olduğunu bu millet çok iyi bilmektedir, bilmelidir! Öyleki; amire itaatsizlik bana itaatsizliktir diyen bir peygambere sahip islam anlayışında; amire itaatsizlik, göreve ciddiyetsizlik ve disipline alışamayan gevşekliklerinden dolayı TSK’yı hedef gösterenlerin; bugün dış sermayeyi arkasına alarak Said-i Kürdi’nin öğrencilerinin Türklük üzerine oynayarak, dünyayı saran Çılgın Türk modeline girmesi ve siyasal kesimlerin oy kaygısıyla bu kesimlere senelerdir göz yumarak bu hale getirmesi bilinçli Türk yurttaşının yüreğini kanatmaktadır. Türklüğü silerek anayasamızın 66. maddesini zıt giderek bu ülkeye Türkiyelilik kimliğine sokmaya çalışan kesimler acaba Türk Silahlı Kuvvetlerinin adını da Türkiye Silahlı Kuvvetleri olarak değiştirelim deme cesaretine sahipmidirler? Asla! İşte bu yüzden bu kesimler Türk Silahlı Kuvvetlerini ele geçirmeye, yıpratmaya halkla arasına perde koymaya çalışmaktadırlar. Değineceğimiz konular bugüne kadar kimsenin değinmeye cesaret edemediği konulardır. Ancak değinilmelidir ki bu oyun bozulsun! Buna değinilmesini ise oy kaygısına dalmış siyasal partiler veya dış destekli kimi çevrelerden beklemek ise hayal olacaktır.
İşte, özellikle eğitim seviyesi düşük insanlar üzerinde dalgalandırılan kahpe iftiraların bazıları; -
Annesinin başı kapalı olanlar askeriye giremez
-
Sınavda sağlık aşamasında namaz kılıyor mu diye diz kapaklarına bakıyorlarmış
-
Namaz kılanları hemen ordudan ihraç ediyorlarmış
Vs.. vs... diye liste uzayıp gidiyor. Burada yazılacak atılan daha bir çok iftira var ancak ar damarı çatlamışların söylemekten, dalga dalga yaymaktan, cahil kesimleri kandırmaktan utanmadıkları iftiraları; biz yazmaktan ar ediyor ve kısa kesiyoruz. TSK’nın personel alımında ve atılmasında bu konudaki tutumu açıktır; “Tutum ve davranışları ile yasadışı, siyasî, yıkıcı, irticaî, bölücü, ideolojik görüşleri benimsememiş, bu gibi faaliyetlerde bulunmamış veya bu gibi faaliyetlere karışmamış olması” Ancak bu sürekli başka yönlere çekilmektedir. Örneğin; 21 Haziran 2006’da bu yapılanmaya çok yakın bir haber sitesinde yayınlanan haberin başlığı; “Astsubaya NAMAZ İHRACI”... Bir gazeteden alınarak yayınlanan habere atılan başlık bu! Halbuki halkı kışkırtıcı bu başlığa rağmen haberin içeriğine bakılınca; umumi yerlerde üniformalı bir şekilde değil, sivil kıyafetle ibadet edilmesi yolundaki emre rağmen Çukurca Merkez Camii'nde üniformalı bir şekilde ibadet etmesi eylemi nedeniyle emre itaatsizlikte ısrar suçunu işlediği iddiasıyla astsubay hakkında dava açıldığı görülüyor. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'ne (AYİM) başvurarak ihracın iptali istemiyle dava açan astsubaya; AYİM, mevcut emirlere rağmen üniformalı olarak camiye giden, Atatürk'e hakaret ettiği ve yasadışı irticai bir terör örgütünü övdüğü anlaşılan astsubayın disiplinsizlik nedeniyle meslekten ihraç edilmesinde hukuka aykırı bir yön bulunmadığına karar verdi.
Mahkemenin gerekçeli kararı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin (AYİM) gerekçeli kararı özetle şöyle: 'İdarenin, tutum ve davranışları ile yasadışı siyasi, yıkıcı, bölücü, irticai ve ideolojik görüşleri benimseyen ya da bu gibi faaliyetlerde bulunduğu anlaşılan ajanın bünyesi dışına çıkarması; üstlendiği milli savunma kamu hizmetinin en iyi şekilde yerine getirilebilmesi bakımından gerekli ve zorunludur. İşte yukarıdaki açık ve net örnekten de anlaşılabileceği gibi; bu kesimlerin TSK’yı fırsat buldukça halkın gönlünden koparmak istedikleri açık ve nettir. Bu kesimlerin amacı; ordu içerisine siyasi, dini nifaklar sokarak ordu içerisinde karışıklık çıkararıp TSK’yı yıpratmaktır.
Herşeye, tüm iftiralara ve saldırılara rağmen Türk milletinin en güvendiği kurum olan TSK’nın kışlası Türk milletinin gönlüdür. Yedi düvelde bir araya gelse mehmetçiği Türk milletinin gönlünden söküp alamayacaktır. TSK’yı susturmak isteyenler, mehmetçiğe silah doğrultanları ovaya davet edenler, kendileri dağa çıkarak bu özlemlerini giderebilirler! Çünkü bu ülkenin ovasında da, dağında da bu ülkenin ekmeğini yiyip ihanet edene yer yoktur! D) PASLAŞMA TAKTİĞİ (SAHTE ATATÜRKÇÜLER) Şimdi değineceğimiz hain taktik ise; Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik tehditleri yok etmenin ana şartlarından birisinin de, sahte Atatürkçüleri deşifre etmekten geçtiğini ortaya koyar niteliktedir. Bu aşamada 2 oyuncu var. 1.cisi sahte Atatürkçü daha doğrusu Atatürkçülük maskesi takmış Atatürk düşmanları, 2. cisi ise Atatürk düşmanı malum gruplar. Şimdi internet üzerinde görülen bir oyundan örnek verelim; Önce sözde Atatürkçü, sözde Kemalist sitelerde dine aşırı ağır ithamlarla hakaret edilir. Ayrıca 1923’ten milattan öncelere yani ilk Türk hükümdarı Mete Han’ın babası Teoman’a kadar uzanan tarihi geçmiş yok sayılır, ağır hakaretler edilir. 2. aşamada ise; pası alan Atatürk düşmanı çevreler. Atatürk’e ve Atatürkçülüğe ve cumhuriyetin korucuyucusu kurumlara cevap niteliğinde ağır ithamlarda bulunur. Bu aşamada en dikkat çekici olan ise; paslaşmalardaki profesyonelliktir. Bu tip sitelerin arkasında hiç şüphesiz başka güçler vardır. Örneğin; Genelkurmay Başkanı Yaşar BÜYÜKANIT’a soysuzca iftiralar eden sitede; Büyükanıt Paşa'ya yakınlığıyla bilinen Ercan ÇİTLİOĞLU'nun telefon konuşmaların yayınlanması tesadüf müdür? Yoksa bu sitelerin arkasında profesyonel istihbaratçılar mı vardır? E) SALDIRI – YANILTICI HEDEF Özellikle başedemedikleri cumhuriyet aydınlarına uyguladıkları bir methodtur. Sevgi, barış, kardeşlik söylemleriyle devleti kuşatmaya çalışan bu çevrelerin; göz korkutmayla engelleyemedikleri, karalama methoduyla yokedemedikleri kimselere acımasızca saldırdıkları ve saldırıdan sonra okları kendi üzerinden başka taraflara çektikleri görülmektedir.
Dr. Necip Hablemitoğlu Suikasti
Örneğin; Necip HABLEMİTOĞLU suikastinin ardından bu kesimler bugün dahi; cinayeti Alman Vakıflarının üzerine yıkmaya çalışmaktadırlar. Evet Hablemitoğlu; Alman Vakıfları konusuna da değinmiştir ancak “örtbas edilen cinayeti” kimin işlediğini çözmek için eleştirdiği bir kesime yönelen çevreler neden HABLEMİTOĞLU’nun en çok kendileriyle mücadele ettiğini unutmuşlardır(!) Hablemioğlu’ndan bahsederken neden onun Türklük bilinci göz ardı edilmiştir. İki kız evladının adı bile, iki Türk kalesi “Kanije” ve “Uyvar” olan; Gök Oğuz (Gagauz) Türklerinin bugün bizimle aynı dili konuşmasında büyük çabalar sarfettiğini bugün dünyaya Türkçe konuşturma iddiasındakiler neden esgeçmektedirler? Hablemitoğlu’nun Atatürkçü ve Türklük bilinciyle yoğrulmuş zihninin; “Dilde Fikirde İşte Birlik” şuuruyla Gaspıralı İsmail Bey’in yolundan gittiğini ve kendi de bir Kırım Türk’ü olan Hablemitoğlu’nun dünyadaki Türk soykırımlarına üzerine önemli çalışmalar yaptığı neden örtbas edilmeye çalışılmaktadır? Bu sorular uzayıp gidebilir... Ancak bu kadarı anlamak isteyene kafidir... F) BASIN Basının bu konuda gerginlikten yaratmaktan başka bir şey yaptığı malesef görülmemektedir. Sadece milli günlerde Atatürk’ün resmini ekranlara koymak ne kadar içtendir? Neden Atatürkçü bilinci artırıcı yayınlar yapılmamaktadır? Neden dinin insanın özeli olduğu; inançla araya 3. kişi veya grupların sokulmaması gerektiği anlatılmamaktadır? En basit örnek olarak; Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ’un çok önemli konuşmasının gündeme neden getirilmediğinin bir açıklaması var mıdır? İlker Başbuğ; konuşmasında isim vermeden bu kesimleri öyle güzel anlatmıştır ki; isim vermesine zaten gerek kalmamıştır. İŞTE İLKER BAŞBUĞ’UN BASINDA GEREKEN İLGİYİ GÖRMEYEN KONUŞMASINDAN BİR KESİT; “Yıllardan itibaren bazı marjinal grupların, dinsel eğilimleri kullanarak sermaye biriktirip yatırımlara yönelmesini, dernek ve vakıflar kurarak eğitim ve öğretim alanında ve nihayette siyasal alanda etkin olmaya çalıştıklarını sıkça görmekteyiz. Diğer taraftan küreselleşmesi olgusunun devletlerin geniş kitleleri koruyan sosyal devlet vasfının giderek zayıflamasına neden olduğuda bir gerçektir. Bunun sonucunda toplumların cemaatleşmeye itildiği de bir diğer gerçektir. Giderek güçlenen bu cemaatler, ekonomiyi yönlendirmeye, sosyo-politik yaşamı biçimlendirmeye, dine bağlı bir yaşam tarzı olarak sosyal kimliklerini ortaya koymaya çalışmaktadırlar. Bu cemaatler ile 677 sayılı kanunla varlığı yasaklanan tarikatlar devrime karşı hareketlerin odağı haline dönüşmektedirler.
Burada bizim üzerinde durmaya çalıştığımız husus anayasamızın başlangıcında ve 24. maddesinde açıkca belirtildiği gibi; kutsal din duygularının; devlet işlerine, politikaya, siyasal ve kişisel çıkar yada nüfus sağlama amacıyla kötüye kullanılmamasıdır. Ülkemizde ulusal kimliğin yozlaştırılmaya çalışıldığı da diğer bir gerçektir. Diğer tarafta toplumumuzun bir bölümünde, ulusal kültürün din eksenli bir yapıya oturtulmaya çalışıldığını da görmekteyiz. Değerli Harbiyeliler; Bütün bu önemli gelişmelerin ulus devlet yapımıza zarar verdiğini düşünmekteyiz. Anayasal düzenimizin temelini oluşturan laikliğin korunması, dinin siyasal ve ekonomik amaçlarla kullanılmasının önlenmesi, ulusal eğitim ve öğretimin bu tür hareketlerin etkisinden kurtarılması, toplumumuzun bu tip hareketlere karsı bilinçlendirilmesi ve nihayet ulusal kültürümüzü bütün zararlı etkilerden korumak amacıyla topyekun bir mücadele verilmesi gerekmektedir. Mücadele öncelikle; kültür, eğitim ve öğretim alanında verilmedir. Değerli Harbiyeliler; Cumhuriyetin ve devrimlerinin korunmasının tek yolu vardır. Bu yol ise Atatürkçü düşünce sistemidir. Cumhuriyetin temel niteliklerine sahip çıkmak, iç siyasetle ilgili olmayıp yasalarla Türk Silahlı Kuvvetleri’ne verilen bir görevdir ve askerin yasalarla verilmiş görevleri yapma veya yapmama gibi bir seçeneği ve lüksü yoktur. Türkiye üzerinde iç ve dış kaynaklı radikal değişim projelerinin bulunduğunu görmekteyiz. Bu kesimler projelerin önündeki en önemli engel olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’ni görmektedir. Bunlar TSK’nın siyasete müdahale ettiğini ifade ederek, silahlı kuvvetlerin özellikle milli güvenlik açısından anayasal düzenin 3 temel niteliği olan; ulus devlet, üniter devlet ve laik devlete yapılan saldırılara kayıtsız kalmasını istemektedirler. Bu kesimler büyük bir yanılgı içerisindedirler. Türk Silahlı Kuvvetleri’ni başka ülkelerin ordularıyla karşılaştırarak farklı sonuçlar üretmeye çalışanlar Türk toplumunun tarihini de, gerçeklerini de bilmeyenler yada kendilerine yabancılaşmış olanlardır. Kara Kuvvetleri Komutanı İlker BAŞBUĞ *** Bu konuşmada isim verilmeden anlatılmaya çalışan kesimin kim olduğu çok açık ve net ortadadır. G) KALKANLAMA(SAĞLAMA ALMA) YÖNTEMİ Bu yöntem; bu tip sistemlerin olmazsa olmazıdır. Kalkanlamayı kısaca tanımlayacak olursak; bu tip sistemler “kendilerinin iç yüzünü ortaya serecek kişi veya grupları” karalamak, hamle olmadan pasifize etmek ve güçlerini sağlama almak için uyguladıkları bir yöntemdir.
Karalamak için hazırda malzeme bulundurma ve sağlama alma olarak iki şekilde karşımıza çıktığı için 2 örnekle bu yöntemi inceleyelim. G/1) Örneğin; internet üzerinden kendilerine düşman veya tehlike olarak gördükleri kesimlere haksız bir biçimde saldıran bu yapılar, aynı zaman yaptıkları sitelerde “toplumda hainliği genel kabul görmüş kişileri” de sitelerinde eleştirmektedirler. Bunun amacı şudur; kendi faaliyetlerini eleştirenleri “genel kabul görmüş bu hain kişiden taraf olarak” suçlayacaklardır. G/2) Sağlama alma methoduna örnek verecek olursak; son zamanlarda Türklük ve Türk milliyetçiliği vs. üzerinden bu grupların kendilerini sağlama almaya çalıştıkları görülmektedir. Ancak; Türk devletinin kurumlarını sanki düşman elindeymişcesine, sinsice ele geçirme amacı; hangi Türklüğe hangi müslümanlığa sığmaktadır! Bu çelişkiyi gözden kaçırmaya çalışanları tarih affetmeyecektir.
** TESEV Bu yapılanmaların karşısında tek bir kurum kalmıştır ki; söz edilemeden geçilemez... Türk Silahlı Kuvvetleri... İşte bu yüzden TSK dört koldan yıpratılmaya çalışılmaktadır. Örneğin; bu gruplara ait basın organlarında en sık pompalanan konu; TESEV Raporu’dur. Tesev’in arkasında iddialara göre kim vardır? TESEV Başkanı Can Paker, ünlü spekülatör Soros'un TESEV'e bu sene 400 bin dolar verdiğini kendi ağzıyla söylemişti! (24.09.2006 – Tercüman) Soros kimdir? Ünlü para spekülatörü Soros ve Sorosun koltuğu altındakiler hedef ülkeyi karıştırmada önemli rol alan bir güçtür. ** Tesev araştırmasında; son dönemde sık sık gündeme getirilen laikliğin tehdit altında olduğu görüşünün aksine bir durum ortaya koydu. Araştırma sorularına cevap verenlerin yüzde 73,1'i laikliğin tehdit altında olmadığını belirtirken yüzde 22,1'i de 'Laiklik tehdit altındadır' görüşünü savundu.
'Türkiye'de şeriata dayalı bir din devleti kurulmasını ister misiniz?' sorusuna ankete katılanların yüzde 76'sı 'hayır' cevabını verdi. 1999 yılında bu soruya aynı cevabı verenlerin oranı ise yüzde 68 olarak belirlenmişti.
Konuyu dağıtmadan Tesev’in Araştırma Sonuçlarına Göz Atalım
Laikliğin korunması için ordu gerekli değil. Laiklik tehdit altında değil. Dindar çevreler laik çevrelere baskı yapmıyor. Ekonomik, sosyal, kültürel farklılıkları olanlar birbirine yaklaşıyor. AK Parti iktidarında iyiye doğru değişim oldu Asker terörle mücadeleden çekilmeli ...
** Soros'tan destek 7 Temmuz'da TESEV'in G.Doğu'daki halkın 'Zorunlu Göçe' tabi olduğunun açıklanmasında, Türkiye Cumhuriyeti'nin uluslararası arenada sıkıştırılmasının sağlanması ile birlikte başka planlar göze çarpmaktadır. 'Zorunlu Göç- gerçekle yüzleşme' söylemi hatırlarsınız bir de ' Sözde Soykırım' sıkıştırmasında kullanılmaktadır.. AB Türkiye'ye sürekli 'geçmişinizle yüzleşin' diyerek 'Sözde Soykırımı' kabul etmemizi istiyor. Soros'un TESEV ile bağlantısını yine kendi sitelerinde şöyle ilan ediyorlar: 'TESEV Başkanı Can Paker, ünlü spekülatör Soros'un TESEV'e bu sene 400 bin dolar verdiğini belirterek, 'Orta Doğu'nun demokratikleşmesine katkıda bulunmaktan, Kopenhag kriterlerinin hükümetlerce yerine getirilmesinde ki eksiklerin tespitine, Azınlık Vakıflarının haklarının verilmesinden, KKTC nin feshedilmesine kadar bir çok 'demokratik çalışma içinde olan TESEV...' TESEV'in kurucuları 6 Ekim 1994'te Bülent Eczacıbaşı'nın kuruluşunu açıkladığı TESEV'in Yönetim Kurulu'nda İshak ALATON (Başkan) Asaf Savaş Akat, Vural Akışık Selim Alguadiş, Erdoğan Alkin, Ahmet Demirel, Bülent Eczacıbaşı, Üstün Ergüder, Osman Kavala, Hüsamettin Kavi, Ümmühan Koldaş, Oğuz Özerden, Ergun Özsunay, Can Paker, Mete Sayıcı yer alıyordu. (Tercüman – 24.09.2006)
SONUÇ Türkiye Cumhuriyeti; tarihinin en karanlık, en hazin dönemini yaşıyor. Evet; ülkesini koşulsuz savunan, Atatürk ilke ve devrimlerinin takipçisi ve destekçişi, sömürünün her türüne karşı vatansever bir kesim var. Ancak; ne bir siyasal partiye ne basın yayın kuruluşlarına ne de kendisini destekleyecek milli bir sermayeye sahip değil ve ülkenin gidişini sessiz çığlıklarla izlemekte... Karşı tarafta ise ülkeyi etnik ve mezhepsel esasa dayalı olarak bölmeye, yer altı yer üstü ekonomik kaynaklarını pazarlamaya ve halkın dinsel inançlarını sömürmeye kararlı; zengin, güçlü, dış destekli, örgütlü vatan hainleri ve işbirlikçileriyle peşlerinden sürükledikleri milli bilinçten yoksun kesim... Bu kesimi yönetenlerin her şeyden önce bir stratejisi var. Bu stratejide ikili oynamanın her türlüsü var, ancak doğrudan düşmanlık yok. Dost görünmek ise şart! Ne sizin yıkılmanızı istiyorlar ne de bölgedeki emperyalizmin belirlediği güç dengelerini bozacak biçimde kalkınarak güçlenmenizi... Bu stratejinin tüm aşamalarını Türkiye dün yaşadı, bugünde yaşamakta, kendisini yöneten çapsız alaturka politikacılar iş başında kaldıkçada yaşayacak. İşin en vahim tarafı bu gruplar; 1998-2006 arası kendilerinin bile tahmin edemeyeceği kadar güçlenmiş ve dinden sonra Türklüğü de kendilerine kalkan olarak kullanmaya başlamış, artık güçlenmeden ziyade kendisini sağlama almaya çalışmaktadır.
İRTİCA NEDİR? İrtica deyince; sade inançlı insanlar bunu üzerine alınmıyor, alınmamalıdır da... Çünkü yarası olanlar gocunmalıdır. Özellikle varlığından söz edilen irtica 2 türdür. a) Açık(Alenen) Olanlar Açıkcası açık olanların aşırı bir tehdit oluşturduğu söylenemez, çünkü giyimden kuşamdan tutunda her telden bu kesimler anlaşılabilir. Yaptıkları tüm faaliyetler görünebilir. Bu demek değildir ki; açık olanlar zararsızdır, asla! Ancak sinsi olanların zararları yanında devede kulak kalmaktadırlar. b) Sinsi Olanlar
Cumhuriyet gazetesinden Hikmet Çetinkaya Büyükanıt Paşa’nın konuşmasındaki irtica hedefini tespitle şunları yazdı: Gerçekler birer birer ortaya çıkıyor... Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt, “irtica varmı, yokmu” tartışmalarına açıklık getirdi: “Evet irtica var” Büyükanıt Paşa bu saptamayı yaparken Fatih’in Çarşamba semtindeki Çember sakallı, sarıklı, takkeli, cübbeli, şalvarlı, eli tespihli, Nakşilerden söz etmiyordu... 8 Yıldır ABD’yi mesken tutan, Türkiye Cumhuriyeti devletinin önemli ve duyarlı kurumlarını ele geçerin Fetullah Gülen ve müridlerinden söz ediyordu... Mayıs ayında hazırlanan ve eylülde kamu oyuna açıklanan TESEV’in “Almanak; Türkiye güvenlik sektörü ve demokratik düzeni” adlı yayını, onu hazırlayanlar arasında polis akademisi öğretim üyelerinin bulunması, işin içine AB komisyonu Türkiye Delegasyonu Başkanı Hans jörg Kretschmer’in girmesi sadece bir rastlantımıydı? Hayır!: Org.Büyükanıt’ın da altını çizdiği gibi bu yayın 22 bölümden oluşuyor ve 9 bölümünü polis akademisi öğretim üyeleri yazıyordu.... Hedef açıkça belliydi: “Türk Silahlı Kuvvetlerini” yıpratmak...” Peki, Polis akademisi öğretim üyelerinin ABD’de yaşayan nurcu Fetullah Gülen’le ilişkileri varmıydı? Öğretim üyelirinden biri olan Doç. Dr Önder Aytaç Polis akademisinde aynı zamanda Dekan yardımcısıydı... Devlet bursuyla ingiltere’de eğitim görmüştü... Önder Aytaç’ın babası ise eskİ Milli Eğitim Bakanlığı Yurt içi ve yurt dışı eğitim ve öğretim genel Müdürüydü. *** Önder Aytaç’ın babası Aysal Aytaç uzun yıllar izmir’de Milli Eğitim Müdürlüğü yaptı Bornovada Nur ayininde yakalanıp yargılandı... Aysal Aytaç’ın Fetullah Gülenle yakınlığı yokmudur? Aytaç’ın1993 yılında avukatı olan Fethi Ün o yıllar Fetullah Gülen’in de avukatıydı.. Şimdi gelelim “Atabeyler Operasyonu”na... Fatih çekirge’nin Hürriyette yazdığı gibi, gece yarısı Ankara’da “Polis kaynaklı” sızdırılan haber şuydu: “Eryaman’daki hücre eve baskın yapıldı. Aralarında subaylarında bulunduğu çeteye ait evde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a suikast planları ve bomba bulundu” Alın size bomba gibi bir haber!: Yemede yanında yat!: Türk Silahlı Kuvvetleri içinde “Derin devlet yakalanmıştı...
Siyasi el durumu ele aldı açıklamalar yapıldı: “ Sonuna kadar gideceğiz...” Peki bugün ne oldu Atabeyler çetesi? Fatih çekirgenin yazısında öğrendim tümüde serbest kalmışlar. En son Yüzbaşı Murat Eren sivil mahkemeden sonra Askeri mahkemecede aklanıp salıverlimiş... Krokiler sahte çıkmış! Fatih çekirge soruyor “ Kimdir sahte krokileri bastırıp dağtanlar? Nerededir? Niçin bulundukları yerde ve görevdedirler? Bunları yapanları polis içindeki bir gurupla ilişkisi varmıdır?” Polis içindeki o grubun ismini ise ben açıklayayım: “Fetullahçılar...” Genel Kurmay Başkanlığı karargahı önünde güpegündüz bazı gazetecilere servis yapan kişinin kim olduğu bilindiği halde yakalanmıyor!: Bu konuda ne Başbakan Erdoğan, ne İç işleri Bakanı Abdulkadir Aksu, ne de Adalet Bakanı Cemil Çiçek konuşuyor!: ***
Atabeyler çetesi ve Genel Kurmay Başkanlığı karargahı önündeki “Sarı zarf” olayından sonra Fatih Altaylı Sabah’ta “Belgelerin sızdırılması ile ilgili bir yazı” yazdı...Altaylı’nın yazısına tepki kimden gelmişti? Polis akedemisi dekan yardımcısı Önder Aytaç’tan!: Aytaç, Altaylı’nın polis aleyhinde yazılar yazdığını Atabeyler çetesi ile ilgili yazısının “Manipülasyon” olduğunu söylemişti.... Kime? Fetullahçı “Aksiyon” dergisine!: Oysa, Fatih Altaylı polis aleyhinde yazı yazmamış “Kendi yazısında belirtiyor” Halk polisin aczmendilerin zikir ayinine izin vermesini eleştiriyordu... “... Bir diğer eleştirim ise tüm burslu emniyet görevlileri yurda çağırılırken, belirli bir cemaatin üyelerini bunun dışında tutulduğuna değinmiştim.” Kimdir belirli “Cemaat üyeleri”; Onuda yine ben açıklayayım: “Fetullahçılar!:” Yetkiler zincirinin halkalarında kimlerin olduğu belli. Org.Büyükanıtın konuşmasınodan rahatsız olanlar aydınlansınlar diye bilinen gerçekleri bir kez daha yineledim... Hikmet Çetinkaya / Cumhuriyet
İRTİCA = ESKİ TCK 163. MADDE ( Oktay Ekşi / Hürriyet ) DÖNDÜK dolaştık, TBMM’nin taa 29 Nisan 1920’de kabul edip yürürlüğe koyduğu 2 sayılı "Hıyaneti Vataniye" yasasının birinci maddesinde tanımladığı "irtica" eylemi ile, bir önceki Ceza Yasası’nın 163’üncü maddesindeki "irtica"yı "İrtica da ne demekmiş?" diye araştırmaya başladık. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ABD dönüşü, beraberindeki gazetecilere "irtica varsa üzerine gideceklerini ama, irtica diyenlerin neyi kastettiğinin belli olmadığını" söylediğini anlıyoruz. Bu yaklaşıma eğer başka bir şey demezlerse, en zarif ifadeyle "tecahül-ü arifane" yani "biliyor ama bilmezden geliyor" derler. Ama biz yine de Başbakan’ın iyi niyetine verelim ve yukarıda sözünü ettiğimiz yasa hükümlerini anımsatalım: Hıyaneti Vataniye yasası tam bir İhtilal dönemi ürünüydü. O nedenle getirdiği cezalar ağır, çoğu kez de "idam"dı. Gerçi uzun süre yürürlükte kaldı ama uygulanmadı. Sonraki yıllarda çıkartılan 765 sayılı Ceza Yasası’na konan 163’üncü madde onun yerini aldı. Böylece "irticai" eylemleri cezalandırırken o hüküm kullanıldı. Her iki yasanın da bu konuda getirdiği tanımlama öz olarak aynı idi. Eylemi daha ayrıntılı olarak tanımlayan 163’üncü madde: "Devletin sosyal ve ekonomik veya siyasi veya hukuki düzenini, kısmen de olsa dini esas ve inançlara uydurmak amacıyla veya siyasi amaçla veya siyasi menfaat temin ve tesis eylemek maksadıyla, dini veya dini hissiyatı veya dince mukaddes tanınan şeyleri alet ederek (...) propaganda yapan veya telkinde bulunan kimse, beş yıldan on yıla kadar hapisle cezalandırılır" diyordu. Anımsanacağı gibi Turgut Özal, 1991 yılında Terörle Mücadele gerekçesiyle 3713 sayılı yasayı çıkarttırırken, kendisine bir de "özgürlükçülük" süsü vererek Ceza Yasası’nın, hem 163’üncü maddesini hem de "sol aydınlara" şirin görünmek için 141 ve 142’nci maddelerini yürürlükten kaldırttı. Gerçi 141 ve 142 yerine dolambaçlı ifadeyle 7 ve 8’inci maddeleri koydu ama 163’ün kaldırılmasından doğan boşluk hiçbir zaman dolmadı. Pek ilerici geçinen sol aydınlar da buna alkış tuttu. Oysa doğrusu 163’ü kaldırmak değil, "laik cumhuriyeti koruyacak" fakat "din ve vicdan özgürlüğüyle çelişmeyecek" şekilde değiştirmekti. O da olmadı. Şimdi elimizde tek dayanak olarak Anayasa’nın, "dinin siyasete alet edilmesini" yasaklayan 24’üncü maddesi var. Ne var ki 163’üncü madde kaldırılalı beri onu ihlal etmenin cezası yok. Dahası... Geçen yıl yürürlüğe giren yeni Ceza Yasası görüşülürken, şimdi "İrtica da nedir ki?" diye numara yapanlar, irticanın kaynağı olan "Kaçak Kuran Kursu" açanlara "6 aydan 3 yıla kadar hapis" hapis cezası verilmesini emreden hükmü değiştirdiler. Cezayı "üç aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezası"na çevirdiler. "İki yıldan az" hapis cezaları "paraya" çevrilebildiği için, irtica merkezi kuranları böylece "teşvik" etmiş oldular. Şimdi uzatmayalım. Eğer samimilerse, Anayasa’nın 24’üncü maddesine aykırı hareket edenleri cezalandıracak bir hüküm getirsinler, biz de dediklerine inanalım.
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ 1- Türk Silahlı Kuvvetleri; personel alımında aynı hassasiyetlerini korumalı, hatta eskisinden daha derin arşiv soruşturmaları yaparak, bu kesimlerin orduya sızması engellenmeli, engellenmeye devam edilmelidir. 2- Orduya sızmış olanların tasfiyesi derhal yapılmalıdır. Yıllar süren çabalar sonucunda bu kesimlerin sadece 15-20 kişi orduya sızmış olması mümkünsüzdür. Bu yüzden dikkat edilmesi gereken husus; ordu içine sızanların çeşitli maskeler altına girebileceğidir. Eskisinden çok daha dikkatli olunmalı, sızan köstebekler ordudan uzaklaştırılmalıdır. 3- Eğitimli sivil kesime de, hiç şüphesiz büyük görevler düşmektedir. Özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri’ni karalamaya yönelik girişimlere yani devrime karşı hareketlere cevap verilmelidir. 4- Atatürkçü gençler liseden, üniversiteye kadar; bu kesimlerin yurt-burs-kurs şeytan üçgenine düşmemeli ülkesinin temel erdemlerini korumalıdır. 5- İnanç hortumcularına karşı duruş sergilenirken, katiyyen bu tip sistemlerle alakası olmayan sade inançlı vatandaşlarımız bu karşı duruştan etkilenmemelidir. Çünkü inanç hortumcularının sinir harbi oluşturarak istedikleri budur. Bu şekilde sade inançlı vatandaşlarımızı da kandırarak kendilerine dahil etmeye kalkmaktadırlar. 6- Devlet yurtları, bursları ve cumhuriyetin erdemlerine sahip insanların kursları daima bu kesimlerinkinden daha üst, daha modern daha kaliteli olmalıdır. 7- Laikliği saptıran sözde laik kesimlerin; sade inançlı vatandaşa baskısı engellenmelidir. Unutulmamalıdır ki; bu baskı sonucunda; bu insanlarımız inanç hortumcularının kucağına düşecektir. 8- Diyanet İşleri Başkanlığı tüm ülkedeki isteyen her vatandaşın dini inanış ve öğrenim gereksinimlerini karşılayacak hale getirilmeli, bu kesimlere gerek kalmamalıdır. 9- Kolluk kuvvetlerinin dernek, vakıf gibi yerlere rahatlıkla baskın, arama yapabilmesi sağlanmalıdır. Dernekler, vakıflar, yurtlar vs. gibi yerlerde kişilerin uygunsuz halde bulunmaları söz konusu olamayacağına göre, rahatlıkla denetime tabi tutulabilmesi sağlanmalıdır. Şeffaf olanlar bundan rahatsızlık duymayacaktır. 10- 163. maddenin kaldırılmasından doğan boşluk derhal giderilmelidir. (Üstteki “İrtica = 163. Madde” adlı yazı da 10. çözüm önerisi hakkında detayı bulabilirsiniz) 11- Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası için; bu kesimlerin tüm ekonomik yolları kesilmeli, el konulmalıdır. Tüm devlet kurumlarında, kadrolaşma girişimlerine en az TSK kadar hassasiyet gösterilmeli ve bu tip sistemlerin tüm yandaşları ihraç edilmelidirler.