Bana Kahraman Oldugum Söylendi Örnek Sayfalar

Page 1

✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭ ✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭ ✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭ ✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭ ✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭ ✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭ ✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭ ✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭ ✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭ ✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭ ✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭ ✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭ ✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭ ✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭ ✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭ ✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭✭ A l s o b y b e n F o u n tA i n

Brief Encounters with Che Guevara


✭ ✭ ✭ ✭ ✭ ✭ ✭ ✭ ✭ ✭ ✭ ✭ ✭ ✭ ✭ ✭

BANA KAHRAMAN OLDUĞUM SÖYLENDİ

M

Ben Fountain M Çeviri: Figen Bingül


BANA KAHRAMAN OLDUĞUM SÖYLENDİ

BEN FOUNTAIN

Özgün ismi: Billy Lynn’s Long Halftime Walk © 2012, Ben Fountain Bu kitabın Türkçe yayın hakları Akcalı Telif Ajansı aracılığıyla alınmıştır. Türkçe yayın hakları: © 2014 Bkz Yayıncılık Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti. Sertifika No: 12746 Domingo, Bkz Yayıncılık markasıdır. Çeviri: Figen Bingül Editör: Emre Ülgen Dal Sayfa Uygulama: Bahadır Erşık Kapak Tasarımı: Lom Tasarım ISBN: 978 605 4729 19 7 Baskı: Şubat 2014 Pasifik Ofset San. Tic. Ltd. Şti. Cihangir Mah. Güvercin Cad. No: 3/1 Baha İş Merkezi A Blok Kat: 2 Haramidere Avcılar 34310 İstanbul Tel: (212) 412 17 77 Sertifika No: 12027 Tüm hakları saklıdır. Bu kitabın tümünün veya içeriğinin herhangi bir bölümünün yayıncının yazılı izni olmadan, fotokopi yöntemi dahil, elektronik ya da mekanik herhangi bir yolla çoğaltılması yasaktır.

Bkz Yayıncılık Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti. Asmalımescit Mah. Ensiz Sok. No: 2 D: 7 Tünel İstanbul Tel: (212) 245 08 39 e-posta: domingo@domingo.com.tr www.domingo.com.tr


✭ ✭ ✭ ✭

Chapter

O L AY B AŞL IYO R t H e t H i ng B e g i n s

Br on ’ no un a mol a r ı not ü ş cold. ümüy o ra .chilly Soğukand ve windwhipped rüzgârlı bir tH e av Me F baRdAv are it’s

sonra karışık Şükran Günü, thanksgiving Dayöğleden with sleet andkarla freezing rainyağmur forecast bekleniyor, for late after­ ama Bravo, müthiş ağır maç günü trafiği ve limuzinin mini barı noon, but bravo is nicely blazed on Jack and Cokes thanks to the sayesinde viski-kolayla güzelce ısındı. Kırk dakikada beş içki; epic game­ dayBilly’nin traffic and the limo’s minibar. Five lobisindrinks in eh,crawl birazoffazla, ama rahatlaması gerek; otelin forty minutes is probably pushing but billy needs some refresh­ de onları gören aşırı kafein yüklüit,minnettar vatandaş grupları, ment after thekalma hotel lobby, where overcaffeinated tag teams of grate­ akşamdan kafasının içinde tepindiler resmen. Özellikle fulBilly’e citizens trampolined right soluk downyüzlü, the middle of hiskeke hangover. saran bir adam vardı; süngerimsi benzeyen, kolalı ve süslü kovboy çizmelerine sıkışmış there was one kot manpantolon in particular who attached himself to billy, a bir ademoğlu. “Ben şahsen hiç askerlik yapmadım,” diye itiraf pale, spongy twinkie of a human being crammed into starched etblue miştiand adam sallanarak, yandan elindeki devmilitary Starbucks’ıyla jeans fancy cowboy bir boots. “Wasdanever in the myself,” “amaswaying, dedem Pearl’deydi ve bana bir sürü hikâye antheoynuyordu, man confided, gesturing with his giant starbucks, “but lattı.” Adam savaş, Tanrı ve vatan hakkında ipe sapa gelmez bir my granddaddy was at Pearl, he told me all the stories,” and the man söyleve girişince, Billy, baktı engel olamayacak, gevşedi, sözcükembarked on a rambling speech about war and God and country as leri beyninde anafor oluşturacak şekilde yuvarlanmaya bıraktı. billy let go, let the words whirl and tumble around his brain


Ben Fountain

2

törrRist

özgürlük

şerr

onbreylül onbreylül

onbreylül

askerler

cessaret

destek

fedakârlık Bush

değerler Tanrı Boktan şansı yüzünden Billy Teksas Stadyumu’nda koridora bakan koltukta oturacak, bu da öğleden sonranın çoğunda bu tip karşılaşmaların gazabını en çok o çekecek demek. Boynu ağrıyor. Dün akşam çok kötü uyudu. O beş viski-kolanın her biri ile içine düştüğü kuyu derinleşiyor; otelin önüne yanaşan uzun limuzini görmesiyle yeni bir endişe dalgası vücuduna yayıldı zaten. Kar beyazı, gemi gibi bir Hummer bu, tek tarafta altı kapısı ve maksimum mahremiyet için siyah filtreli camları var. “İşte bu be!” diye bağırıyor Çavuş Dime, arabadaki barın üzerine atılırken. Herkes fiyakalı dekorasyona tezahürat yaparken Billy’nin


Bana Kahraman Olduğum Söylendi

3

yüzü asılıyor; yakın zamanda toparlanma ümidi de böylece rafa kalktı, çaktırmadan bunalımlı ruh haline çekiliyor. “Billy,” diyor Dime, “daldın gittin.” “Hayır, Çavuş” diye yanıt veriyor Billy hemen. “Dallas Cowboys’un ponpon kızlarını düşünüyordum da.” “Aferin.” Dime kadehini kaldırıp herkesin duyacağı şekilde ortaya bir bildirimde bulunuyor: “Binbaşı Mac eşcinsel.” Holliday çığlık çığlığa. “Allah kahretsin Dime, adam orada oturuyor!” Binbaşı McLaurin gerçekten de arka bölümde oturmuş, buzun üzerine yatırılmış dil balığı donukluğuyla Dime’ı izliyor. “Söylediklerimin tek kelimesini duyamaz” diyerek gülüyor Dime. Binbaşı Mac’e dönüp bir geri zekâlıyla konuşur gibi, “BİN-BAŞII, MAK-LAAAUUURIN, KOM-TAA-NIIM! ÇA-VUŞ, HOLLI-DAY, DİYOR Kİ, SİZ EŞŞ-CİNSEL-MİŞSİ-NİZ” diyor. “Hassiktirrr” diye inliyor Holliday. Binbaşının gözlerinde toplu iğnesi başı büyüklüğünde bir ışıltı beliriyor, sonra da yumruğunu havaya kaldırıp evlilik yüzüğünü gösteriyor. Herkes kopuyor. Limuzinin lüks yolcu bölmesinde on kişiler; Bravo mangasından geriye kalan sekiz asker, halkla ilişkiler eşlikçileri Binbaşı Mac ve o anda Blackberry pozisyonuna çömelmiş film yapımcısı Albert Ratner. Zavallı ölü Shroom ve ağır yaralı Lake’i de sayarsak, aralarında toplam iki Gümüş ve sekiz Bronz Yıldız Madalyası var; neden verildikleri belli değil. “Çatışma sırasında ne düşünüyordunuz?” diye sormuştu Tulsa’daki güzel TV muhabiri ve Billy kızın sorusunu yanıtlamak için çabalamıştı. Tanrı biliyor, çabaladı, çabalamaktan asla vazgeçmez, ama söyleyemiyor bir türlü, kelimeler ağzının içinde dönüp duruyor, kayıyor, o şey, o tarif edilemez şey bir türlü dudaklarından dökülemiyor. “Emin değilim” demişti Billy muhabire. “Daha çok trafikte ani canavarlaşma hali gibi bir şeydi. Her şey patlıyordu, adamlarımızı vuruyorlardı ve ben sadece... Tek yaptığım bütün gücümle öne atılmaktı, başka hiçbir şey düşünmüyordum, gerçekten.”


4

Ben Fountain

Çatışmanın başladığı ana kadar esas korkusu işin içine sıçmaktı. Askerde hayat böyle sefildir işte. Bir işte sıçarsın, sana bağırırlar, biraz daha sıçarsın ve biraz daha bağırırlar, ama bütün bu küçük, güzel, aptal, temel olarak önceden alnına yazılmış sıçışların üzerinde potansiyel olarak başka bir sıçış vardır: Hayatının içine sıçan bir sıçış. Bu öyle derin, öyle kapsamlı bir sıçıştır ki, bütün kurtuluş umutlarını ezer. Çarpışmadan bir iki gün sonra çakıl yoldan yemekhaneye yürüyordu ve işte o oradaydı; bir rahatlama ya da gevşeme duygusu, korkunç bir yükün hafiflemesi... Üstelik Billy açısından her şey sıradan bir soluk verişten daha fazla bir çaba göstermeden oluvermişti. Bu ohhhhh duygusu, sanki onun için umut varmış gibi? Belki de tamamen gözden çıkarılabilir değilmiş gibi. Bunlar olurken Fox Haber’in görüntüleri çoktan yayılmaya başlamıştı ve Bravo’nun eve döneceğine dair dedikodular vardı. Hiçbir aklı başında askerin güvenmeye cüret edemeyeceği, intihara götürecek derecede umut veren türden laflardı bunlar. Ama sonra al işte, iki saat içinde Bağdat’a ve oradan da Zafer Turu için okyanusun öbür ucuna sevk oluvermişlerdi. Bir ulus, iki hafta ve sekiz Amerikan kahramanı; her ne kadar teknik olarak Bravo mangası diye bir şey olmasa da. Onlar aslında Bravo Bölüğü, ikinci takım, birinci manga –sözü geçen manga, alfa ve bravo ekiplerinden oluşuyor– ancak Fox onlara Bravo mangası adını taktı bir kere, bu şekilde vaftiz edilip dünyaya sunuldular artık. Şimdi, Zafer Turu’nun sonunda, kendini sakin, karnı tok, yorgun, uykusuz ve aşırı pazarlanmış hisseden Billy oturmuş üzülüyor, ilk anları özlüyor. Gecenin yarısında bir C-130’a tıkıştırılıp Bağdat’tan güvenlik için çok sıkı, dar bir aralıkta daireler çizerek havalanmışlardı. Shroom onlarlaydı, arkada, bayrak örtülü bir tabutta. Ramstein’a kadar bütün uçuş boyunca Bravolardan ikisi hep onun yanında oturdu. Ama şimdi Billy’nin aklına diğerleri geliyor, yolda onlara katılan herifler, değişik ten rengi ve aksanlarda yirmi kadar sivil. Casus değillerdi; bunun için çok tombullardı. Dünya yansa umurlarında değilmişçesine sırıtıyorlardı, ayrıca uçak havalanır havalanmaz sıkı


Bana Kahraman Olduğum Söylendi

5

bir aleme giriştiler. İyi kalite viskiler çıktı, bir düzine seyyar hoparlörden müzik bangırdamaya başladı, bir orman dolusu Küba purosu yakıldı; uçağın gövdesi hızla duman altı oldu. Meğer gurme aşçılarmış. Kim için? Adamlar otuz iki diş. “Koalisyon için.” Fransız, Romen, İsveçli, Alman, İranlı, Yunan ve İspanyol’dular; Billy bu milliyetlerden bir şablon veya anlam çıkaramadı, ama cana yakın ve cömerttiler, içkileriyle purolarını askerlerle paylaşmaya istekliydiler. Belli ki Irak’ta çok para kazanmışlardı. İsveçlilerden biri deri evrak çantasını açıp Bağdat’ta kazandığı birkaç kilo değerindeki zincir, halat ve sikkeden oluşan altın zulayı gösterdi Billy’e. Altınlar öyle saftı ki renkleri sarıdan çok turuncuya çalıyordu. Orada, puro dumanı ve coşkulu kahkahalar arasında Billy, zincirlerden birini eline alıp ağırlığını tartmıştı. On dokuz yaşındaydı ve savaşta böyle şeyler olduğunu bilmiyordu. Ve o lanet savaş –Billy ve Bravoların geri kalanı için büyük utanç kaynağıydı bu– tam iki haftadır kazanılamamıştı. “Evet” diyor Albert, Japonya’dan özel getirttiği cep telefonuna; aygıt teknoloji yarışında diğerlerinden iki yıl ileride. “Ona söyle, bu film ortalığı karıştıracak ve verdiği paraya da değecek.” Susuyor. “Carl, ne diyebilirim? Bu bir savaş filmi, herkes canlı kurtulamıyor.” Bu sırada Crack Dallas Morning News’un spor sayfalarını ve bahis oranlarını yüksek sesle okuyor, ki Holliday ile A-bort bahislerini koyabilsin. Üstüne iddia basılabilecek iki yüzden fazla kolon var ve bunlara yazı tura atışında ne geleceği, Destiny’s Child’ın devre arasını hangi şarkıyla açacağı ve yayında Başkan Bush’un adının ilk hangi çeyrekte geçeceği dahil. Crack, yemek tarifi okur gibi okuyor. “Drew Henson’ın oyunda ilk pası tam passa, eksi iki yüz; başarısız passa, artı yüz elli; top çalınırsa artı bin.” “Başarısız pas” diyor Holliday, küçük defterine not alarak. “Başarısız pas” diyerek ona katılıyor A-bort, o da küçük defterini işaretliyor bir yandan. “Beyoncé’nin yüzüme oturacağı çeyreğe ne diyorsunuz?” diyor Sykes. “Rüyanda canım” diyor Holliday, hiç duraksamadan.


6

Ben Fountain

“Milyon yıl sonra” diye ekliyor A-bort, aynı ruhsuzlukla. Sykes tam, hiç yoktan iyidir, diyecekken Albert cep telefonunu şaklatıp kapatıyor. “Tamam çocuklar, görünüşe göre Hilary Swank filmimizle resmen ilgileniyor.” Ha, ne, kim? “Hilary Swank kaltağın teki” diyor Lodis tükürüklerini saçarak. “Niye bizimle konuşuyor?” “Çünküüü” diye yanıtlıyor Albert, kelimeyi uzatarak, bunun Bravo’nun bam teline basacağını biliyor, “onu oynamak istiyor.” Billy’i işaret ediyor. Tezahüratlar ve kahkahalar patlıyor. “Bir dakika, bir dakika.” Billy herkesle birlikte gülüyor ama rahatsız da, dünya çapında rezil olmak üzere olduğunu seziyor. “O kızsa, anlamıyorum nasıl...” “Aslında,” diyor Albert, “hem Billy’i hem de Dime’ı oynama fikrini tartıyor. İki rolü birleştirdik mi tamam, bunu başrol oynar.” Yine bağrışlar kopuyor, bu seferki pek bir tatmin olmuş gibi başını sallayan Dime’a yönelik. “Hâlâ anlamıyorum...” diye mırıldanıyor Billy. “Sırf kadın diye bunu yapamayacağı anlamına gelmez” diyor Albert askerlere. “Meg Ryan o helikopter filminde başroldeydi, bir iki yıl önce Denzel’la oynadığı var ya. Ya da erkek olarak oynayabilir, tabii ya, Hilary bir erkeği oynayarak amına koduğumun Oscar’ını aldı. Yani, bir erkeği oynayan bir kızı oynayarak, ama her neyse. Sonuçta sadece güzel bir yüz değil o.” Albert’ın görüştüğü diğer isimler şunlar: Oliver Stone, Brian Grazer, Mark Wahlberg ve George Clooney. Bu bir kahramanlık hikâyesi, trajedisi de eksik değil. Trajediyle asilleşen bir kahramanlık öyküsü. Irak’la ilgili filmler genelde gişede “düşük performans” gösteriyor ve Albert’e göre bu bir sorun, ama Bravo’nun sorunu değil. Savaş dibine kadar ahlaki belirsizliğe batmış olabilir, ama Bravo’nun zaferi bütün o belirsizliği silip atıyor. Bravo hikâyesi bir kurtarış hikâyesi, her türlü kurtarış temalı psikolojiyi işlemeye gebe. İnsanlar böyle öykülerden derinden etkilenir, demişti Albert onlara. Temelde herkes hep


Bana Kahraman Olduğum Söylendi

7

endişelenir, herkes hep kendini en azından biraz kötü sona mahkûm hisseder. Aramızdaki en zengin, en başarılı, en güvenli olanlar bile sürekli kaygılıdır, güç bela tutunma halinde yaşarlar. Çaresizlik, insan olmanın parçasıdır, bu yüzden rahatlama ne şekilde gelirse gelsin –ister parlak zırhlı şövalyeler ya da Mordor’un alevli yamaçlarına çullanan dijital kartallar, ister uzaklarda hücuma geçen ABD piyadeleri– insan ruhunda güçlü bir tetikleyicidir. Onaylama, kurtarma, hayatın ölümün pençesinden kapılması; hepsi çok güçlü şeyler. Gerçekten güçlü. “Sizin orada yaptığınız şey” diye güvence vermişti Albert onlara, “o insanlık halinin olabilecek en mutlu sonucu. Bize umut verdiniz, hayatlarımız hakkında iyi hissetmemizi sağladınız. Şu gezegen üzerinde o filmi görmek için para vermeyecek tek bir insan evladı bulamazsınız.” Albert ellili yaşlarının sonlarında bir adam. İri kemikli, etine dolgun, dağınık ağarmış saçları, gür, fırça gibi orta boy favorileri var. Yuvarlak camlı, siyah çerçeveli gözlük takıyor. Sakız çiğniyor. Elleri büyük ve boğumlu, kulaklarından siyah orman öbekleri fışkırıyor. Bugün yakası açık beyaz bir gömlek, parlak kırmızı astarlı lacivert bir ceket, siyah kaşmir palto giymiş, üzerine kaşmir atkı takmış, loafer ayakkabıları da parlak, narin, sanki bükülebilir kalıp çikolatadan yapılmış gibi. Albert’ın halleri Billy’i sonsuz büyülüyor; bir yandan darmadağınık, bir yandan kibar; gördüğü kadarıyla bu adam Bravo’yu çiğ çiğ yiyecek biri. Bu adam Al Gore, Tommy Lee Jones gibilerini doğrudan arayan, filmlerinde Ben Affleck, Cameron Diaz, Bill Murray, Owen Wilson ve Alec Baldwin gibilerini oynatan biri. Ama ne yazık ki hepsinin önceden verilmiş sözleri veya anlaşmaları ya da bu tarz, rollerin denk ağırlıkta olduğu kalabalık kadrolu filmlerle ilgilenmiyorlar. “Müfreze gibi bir şey yapacağız” diyor Albert bir sonraki telefon konuşmasında. “Büyük kast artı yıldız, tabii ki işe yarayacak. Hilary acayip ilgileniyor.” Bravolar bir süre kulak kabartıyor. Hollywood ağzı. Aşağılama, tokatlama, meydan okuma ve palavradan geçilmeyen kendine has kavimsel bir lehçe.


8

Ben Fountain

“Hayatta olmaz. O adamla film yapacağıma Rahibe Teresa’yla yatarım daha iyi.” Bravo sırıtıyor. “Yaaa, tabii. Sikinden yukarı kateter sokup lavman yapmaya benziyor.” Bravo’nun gözleri kocaman açılıyor, kahkahalarını tutarken burunlarından sümükler fışkırıyor. “Tek bir çatışma mı? Larry, yapma, Kara Şahin Düştü, tek bir çatışmaydı. Bak, biliyorum bu savaş filmi, ama hikâyeye insan empatisi getirebilecek bir yönetmene ihtiyacım var.” Sessizlik. “Lavmana katlanabilirim, dayanamadığım kateter.” Yine burundan katılmalar. Lodis kemeri takılı olmasa koltuğundan düşecek. “Dinle, Larry, iki günümüz var. Bu çocuklar iki gün sonra sevk ediliyor ve ondan sonra onlara ulaşmamız çok zor. Tabii avukatların savaş bölgesine paraşütle inmeyi dert etmiyorlarsa o başka.” “Taaamam” diye kaldığı yerden sözüne devam ediyor Crack, gazeteyi sallayarak. “Drew Henson top çalacak mı; evetse, eksi yüz yirmi; hayırsa, artı yüz beş.” “Evet” diyor Holliday. “Hayır” diyor A-bort. “Beyoncé yüzümde otururken bana memelerini gösterecek mi?” bahsini öneriyor Sykes, sonra da cırtlak zenci kız falsetosuyla şarkı söylemeye başlıyor, Bir askere ihtiyacım var, asker, bana bir asker gerek bir asker asker... “Sus bee” diye uluyor Dime, “Albert telefonda.” Diğer Bravolar Dime’ın çıkışını Sykes’a bağırmak için işaret kabul ediyor. Sus, sik kafa, Albert telefonda! Sessiz ol, bok torbası, Albert konuşmaya çalışıyor! Bu sırada yan şeride bir cip yanaşıyor. Kadınlar var içinde, gerçek dişiler, pencerelerden sarkıp Hummer’a bağırıyorlar. Üniversiteli kızlar, belki bir iki yaş daha büyükler; her akşam realite şovlarında çılgına dönen tam-Amerikalı, etli butlu kadın havuzunun en iyi örnekleri.


Bana Kahraman Olduğum Söylendi

9

“Aloooo,” diye bağırıyor kızlar, trafik ağır ağır ilerlerken, “camı indirin! Hey, sen, her kimsen, aç da görelim! Yeee-huuu, haydi bastır Cowboylar! Camı açın!” Aman Tanrım, çok güzel ve davetkârlar. Bağırıyor, saçlarını savaş bayrağı gibi dalgalandırıyorlar. Bunlar Bravo’nun en çılgın rüyalarını süsleyen kızlar. Sykes ve A-bort o taraftaki camları açmak için uğraşıyor, beceriksizliklerinden dolayı ağır küfür yiyorlar, lanet çocuk kilidinin devrede olduğunu fark etmeleriyle herkes öne doğru kükrüyor, şoför sonunda bir düğmeye basıyor ve camlar iniyor. Kızların heyecanının bir anda söndüğünü görüyorlar. Amaaan, askerler... Denizciler, diye düşünüyorlardır herhalde, çünkü onlar için hepsi bir. Rock yıldızları değiller, yüksek ücretli profesyonel sporcular değiller, filmlerden ya da boyalı basına layık dünyadan kimse değiller. Onlar, bir milyonerin parasıyla dolaşan piyadeler sadece, “askerleri destekleyelim” temalı acınası bir hayır işi. Bravo deniyor, ama kızlar artık sadece ayıp olmasın diye muhabbette. Ünlüyüz biz! diye bağırıyor A-bort. Bizim hakkımızda film yapacaklar! Kızlar gülümseyip baş sallıyorlar, bir yandan da daha iyi olasılık arar gibi yolda aşağı yukarı bakınıyorlar. Sykes bütün gövdesini pencereden dışarı sarkıtıp bağırıyor, “Evet ya, sarhoşum ben yavrum ve de evliyim! Ama sabaha seni hâlâ çok pis severim!” Kızlar buna gülünce bir an umutlanıyor askerler, ama Billy kızların gözlerindeki ışığın söndüğünü çoktan gördü. Arkasına yaslanıp cep telefonunu çıkarıyor, kızlar muhtemelen ciddi değildi zaten, diye düşünüyor. Dikkaat! diyor ablası Kathryn’den gelen mesaj, onu kılıfında tut çocuk Sonra Pete’den, diğer ablasının hödük kocasından gelen mesajı okuyor, Amigo kızlardan birini götürürsün artık


10

Ben Fountain

Sonra da onu bir türlü rahat bırakmayan Rahip Rick’ten gelen mesajı okuyor, Kim beni onurlandırırsa, onu onurlandırırım Hepsi bu, başka mesaj yok, arayan soran yok, hiçbir şey yok. Siktir, hiç kimseyi tanımıyor mu? Sonuçta bir nevi ünlü o, herkes öyle söyleyip duruyor, eh, insan da öyle olduğunu sanıyor. Trafik yürüyor. Çılgın kızları kaybettiler, ama şimdi ufukta stadyum belirdi; geniş banliyö çayırında yükselen, üzeri siğil dolu şişmiş ay mübarek. Bugün televizyona çıkacaklar, ulusal kanal, ayrıntılar belirsiz, kimse ne olacağını bilmiyor. Röportaj olası, konuşmaları gerekebilir. Devre arası şovunda yer alacakları söyleniyor, bu da Destiny’s Child’la şahsen tanışma umutlarını arttırıyor. Ama büyük ihtimalle inanılmaz utanç verici ve acınası bir şey yapmaya ikna edilecek, kandırılacak, zorlanacak ya da taciz edilecekler. Bu olasılık daha mantıklı. Yerel kanallar yeterince kötüydü zaten. Mesela Omaha’da hayvanat bahçesine götürülmüşlerdi; maymunların yeni yaşam alanıyla “etkileşmeleri” çekilmiş, bütün Bravo bildiğiniz kaskatı kesmişti. Phoenix’teyse kaykay parkına götürülmüşlerdi; Mango, akşam haberleri için kıçının üstüne düşmüştü. Sıradan adamlar televizyona çıkmaya cesaret ettiğinde utanç hep yanı başlarındadır. Ancak Billy azimli, bunun başına gelmesine izin vermeyecek, bugün değil, bütün ülkenin izlediği bir kanalda değil; hayır efendim, teşekkür ederim efendim, bir budala gibi davranmayı saygıyla reddediyorum, efendim! Neler olabileceğini düşündükçe midesi bulanıyor. Televizyona çıkmayı hem istiyor hem de istemiyor. Rezil olmadığı sürece çıkmak istiyor, belki bu sayede birini yatağa atabilir, ama penceresinden stadyumun Star Wars’daki Ölüm Yıldızı boyutlarına ulaşmasını seyrederken, gerçekten bugüne hazır olup olmadığını düşünüyor. Bu iki hafta kendine güvenini geri kazanma mücadelesiyle geçti ve bunun boyunu aşan bir iş olduğunu hissediyor. Henüz çok genç o. Cahil. Eskiden babasının sunuculuğunu


Bana Kahraman Olduğum Söylendi

11

yaptığı kısa mesafeli araba yarışlarını saymazsa, hiçbir profesyonel spor etkinliğine gitmemiş. Hatta, sadece yüz otuz kilometre batıdaki Stovall’da büyümüş olmasına rağmen, gözlerini efsanevi Teksas Stadyumu’na bir kez bile dikmemeyi başarmış. İlk görüş anı tarihi olmalı ya da en azından öyleymiş gibi hissetmeye uğraşıyor. Billy stadyumu özen ve dikkatle uzun uzun inceliyor; büyüklüğünü, mizahtan yoksunluğunu, çıplaklığını ve düzeltilemez çirkinliğini ölçüp biçiyor. Yıllar boyu titizlikle yapılan televizyon çekimleri buraya gizem ve romantizm havası katmıştı, üstüne bu tip büyük kamu binalarına yakıştırılan ulusal ve eyalet çapında gurur duygusunu ekleyin, eh, bunların hepsi Billy’nin kafasında burayı çok özel yapmıştı, toplu esrime yaşanan türden bir yer. Ama şimdi, stadyumun sefilliğiyle yüz yüze gelince hayal kırıklığına uğruyor. Büyüklüğünün hakkını vermeli, elbette, ama burası arka bahçenize diktiğiniz sikindirik bir şeye benziyor. Uyumsuz fayansları yan yana koymuşlar, çatı olmuş. Ağır bir şey, orta yaş göbeği gibi; insanın aklına löp löp göbekler, lapa gibi prostatlar geliyor, karaya oturmuş balina sanki. Billy stadyumu yepyeniyken hayal etmeye çalışıyor; nasıl göründüğünü, bir zamanlarki taze pırıltısını, vaat ettiklerini. Otuz yıl önce mi? Kırk? Geçmiş onun için hep muallak olmuştur, ama şimdi, stadyuma bakarken hissettikleriyle, ailesini düşündüğü zaman hissettikleri arasında bir bağlantı var. Aynı ağırlık, aynı cansızlık ve melankoli, insana neredeyse zevk veren türde bir iğrenç-tatlı duygusal cümbüş; bir bakıma gerçekmiş gibi hissediyorsunuz. Sanki asıl gerçeklik hüzünmüş gibi? Oturup düşündüğünden değil ama kayboluşun standart deneyim olduğuna inanmaya başladı. Yeni bir şey gelir dünyaya; diyelim bir bebek ya da bir araba veya ev ya da özel yetenek sergileyen biri. Şansınız yaver giderse, ciddi anlamda ruhsal yatırım yapıp büyük çaba gösterirseniz onu bir süre canlı tutabilirsiniz belki, ama sonuçta, en sonunda, bitecek. Bu o kadar acımasızca apaçık bir gerçek ki, neden daha yaygın olarak kavranmadığını anlayamıyor Billy, bu yüzden bir şeylerin içine sıçıldığında halkın gösterdiği şok ve öfkeden iğreniyor. Savaş boktan mı? Eh, herhalde. 11 Eylül?


12

Ben Fountain

Bariz öyle. Özgürlüklerimizden mi nefret ediyorlar? Hayır, bizzat bizden nefret ediyorlar! Billy, Amerikalı kardeşlerinin içten içe gerçekleri bildiğini varsayıyor, ama bu topraklardaki bir şey ergen dramasına takılıp kalmış, ortalık abartılı masumiyet gösterilerinden ve kendini haklı çıkarmak için acındırıcı tavırlarla çamurda debelenmelerden geçilmiyor. “Sıçtık” diye mırıldanıyor aralarından biri, sessizliği bir hız tümseği gibi keserek. Coşku patlaması stadyumu gördükleri an yerini ölüm sessizliğine bırakıyor. Belki morallerini bozan havaydı, kışın getirdiği bu kasvet. Ya da yayına çıkacak olmanın getirdiği gerginlik. Ya da sadece bıkkınlık, bugün onlardan çok şey isteneceğini bilmenin getirdiği yük. Bravo’nun sessizlikle arası iyi değildir zaten. Boş laflar ve zırvalamalar daha tarzlarına uygundur. Ama içten içe hissettikleri dehşet, yol kenarındaki bir elektrik direğine yapıştırılan elle yazılmış, kocaman bir ilanı görmeleriyle sona eriyor. ırak’takİ anal tecavüzü durdurun! diyor ilan, biri de altına yok artık yazmış. Bravo kahkahalarla gülmeye başlıyor.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.