Cinayet Çiftliği Bir Suç Romanı
9 Andrea Maria Schenkel
Türkçesi:
CİNAYET ÇİFTLİĞİ Tannöd ©Edition Nautilus, Hamburg, 2006 Türkçe yayın hakları: © Bkz Yayıncılık Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti. Asmalımescit Mah. Ensiz Sok. No:2 D:4 Tünel İstanbul Tel: (212) 245 08 39
Domingo, Bkz Yayıncılık Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti.’nin markasıdır. Yayıncı Sertifika No: 12746 www.domingo.com.tr Yazar: Andrea Maria Schenkel Çeviri: Dost Körpe Sayfa Uygulama: Deniz Guliyeva Kapak Tasarım: Kadriye Gümüş ISBN: 978 605 88981 4 1 Baskı: Mayıs 2010 Graphis Matbaa, İstanbul 100 Yıl Mahallesi, Matbaacılar Sitesi, 2. Cadde, No: 202 A, Bağcılar (212) 629 06 07 Tüm hakları saklıdır. Bu kitabın tümünün veya içeriğinin harhangi bir bölümünün yayıncının yazılı izni olmadan, fotokopi yöntemi dahil, elektronik ya da mekanik herhangi bir yolla çoğaltılması yasaktır.
+ Savaştan sonraki ilk yazı taşradaki bazı uzak akrabalarımın yanında geçirdim. O haftalar sırasında köy bir huzur adası gibi geldi bana. Yeni kurtulduğumuz büyük fırtınadan etkilenmemiş nadir yerlerden biriydi. Yıllar sonra, artık hayat normale dönmüşken ve o yaz mutlu bir anıdan ibaretken, gazetede o köyle ilgili bir haber okudum. Köyüm, “Cinayet Çiftliği”nin bulunduğu yer haline gelmişti ve orada işlenen suç o andan itibaren aklımdan çıkmadı. Karışık hisler içinde oraya döndüm.. Orada tanıştığım insanlar bana işlenen suçtan bahsetmeye çok hevesliydiler. Dışarıdan gelme ama orayı tanıyan biriyle konuşmaya. Orada kalmayacak, kendilerini dinledikten sonra gidecek biriyle konuşmaya.
1
Tanrım, acı bize! İsa, acı bize! Tanrım, acı bize! İsa, duy bizi! İsa, duamızı işit! Tanrım, Cennetteki Baba, acı onlara! Oğul Tanrı, Dünyanın Kurtarıcısı, acı onlara! Kutsal Ruh Tanrı, acı onlara! Kutsal Üçlü, Tekteki Üç, acı onlara! Kutsal Meryem, onlar için dua et! Tanrı’nın Kutsal Anası, onlar için dua et! Bakirelerin en mübareği, onlar için dua et! Aziz Mikail, onlar için dua et! Bütün kutsal melekler ve baş melekler, Bütün mübarek ruhlar, Kutsal Vaftizci Aziz Yahya, onlar için dua edin! Bütün kutsal atalar ve peygamberler, Aziz Petrus, Aziz Pavlus, Aziz Yuhanna, onlar için dua edin!
3
Bütün kutsal havariler ve kutsal sözün taşıyıcıları, Aziz Stephen, Aziz Lawrence, onlar için dua edin! Bütün kutsal şehitler, Aziz Gregory, Aziz Ambrose, onlar için dua edin! Aziz Jerome, Aziz Augustinus, onlar için dua edin! Bütün kutsal piskoposlar ve günah çıkartanlar, Bütün kutsal Kilise Rahipleri, Kilisenin bütün kutsal papazları ve Leviler, Bütün kutsal keşişler ve ermişler, onlar için dua edin!künye
4
S
abahın erken saatlerinde, şafaktan önce çiftliğe giriyor. Dışarıdan getirdiği odunlarla mutfaktaki büyük ocağı yakıp, patates ve suyla doldurduğu düdüklü tencereyi ocağın üstüne koyuyor. Mutfaktan çıkıyor, uzun ve penceresiz koridordan geçip inek ahırına giriyor. İneklerin günde iki kez beslenip sağılmaları gerek. Orada sıra halinde, yan yana duruyorlar. Usulca konuşuyor onlarla adam. Ahırda çalışırken hayvanlarla konuşması alışkanlık haline gelmiş. Sesi onları sakinleştiriyor sanki. Monoton ses tonu, aynı sözcükleri tekrarlaması hayvanları yatıştırıyor gibi. Hayatı boyunca yaptığı bu işe alıştı. Keyif alıyor. Yandaki samanlıktan aldığı yeni samanlarla eskilerin üstünü örtüyor. Samanlıkta hoş, tanıdık bir koku var. İnekler domuz gibi kokmuyorlar. Kesinlikle keskin ya da kesif kokmuyorlar. Sonra tekrar yeni saman getiriyor samanlıktan. Samanlıkla inek ahırının arasındaki kapıyı açık bırakıyor. 5
Hayvanlar karınlarını doyururlarken onları sağıyor. Bu konuda biraz kaygılı. Hayvanlar onun tarafından sağılmaya alışık değiller. Ancak sağmasına izin vermeyecekleri kaygısının yersiz olduğu ortada. Pişen patateslerin kokusu ahıra kadar yayılıyor. Artık domuzları beslemenin vakti geldi. Düdüklü tenceredeki patatesleri dosdoğru bir kovaya boşaltıp ezdikten sonra domuz ağılına götürüyor. Kapıyı açınca domuzlar ciyaklıyorlar. Kovanın içindekileri oluğa boşaltıyor ve biraz su ekliyor. Böylece işini bitirdi. Evden çıkmadan önce ocak sönük mü diye kontrol ediyor. Samanlıkla inek ahırının arasındaki kapıyı açık bırakıyor. Kutulardaki sütü doğrudan gübre yığınına döküyor. Sonra kutuları eski yerlerine koyuyor. Akşamleyin ahıra geri dönecek. Her seferinde inleyerek ondan kaçan, bir köşeye sinen köpeği besleyecek. Hayvanlarla ilgilenecek. Tabi samanlığın sol arka köşesindeki saman yığınından uzak durmaya özen göstererek.
6
Betty, 8 yaşında
Marianne’yle ben okulda hep yan yana otururuz. En yakın arkadaşımdır. Bu yüzden hep yan yana otururuz. Marianne, annemin fırında pişmiş mayalı çöreklerine bayılır. Annem ne zaman onlardan yapsa okula, Marianne’ye bir tane mutlaka götürürüm. Eğer günlerden Pazar’sa kiliseye götürürüm. O Pazar da götürdüm, ama kiliseye gelmediği için kendim yemek zorunda kaldım. Birlikte ne mi yaparız? Şey işte, hırsız polis, kovalamaca, saklambaç gibi oyunlar oynarız. Yazın bazen evimde bakkalcılık oynarız. Mutfak bahçesinin çitinin önüne küçük bir tezgâh kurarız. Annem bir battaniye almama izin verir ve biz de mallarımızı üstüne dizeriz: Elmaları, fındıkları, çiçekleri, renkli kâğıtları, bulabildiğimiz her şeyi. Bir keresinde sakızımız bile vardı, teyzem getirmişti. Tadı muhteşem, tarçın gibi. 7
Teyzemin dediğine göre Amerika’daki çocuklar durmadan sakız çiğnermiş. Teyzem Amerikalılar için çalışıyor, anlarsınız ya. Bazen bize sakız, çikolata ve fıstık ezmesi getiriyor. Veya komik, yeşil metal kutularda ekmekler. Bir keresinde, geçen yaz dondurma bile getirdi. Annem bundan pek hoşlanmıyor, çünkü Lisbeth Teyze’min erkek arkadaşı da Amerikalı ve simsiyah. Marianne, babasının da Amerika’da olduğunu ve çok yakında kendisini almaya geleceğini söyleyip duruyor, buna emin. Ama ben inanmıyorum. Çünkü Marianne arada sırada küçük yalanlar söyler. Annem yalan söylememelisin diyor. Marianne yalan söylediğinde genellikle tartışıyoruz, sonra ikimiz de mallarımızı dükkândan alıp oyunu bırakıyoruz. Marianne de evine gidiyor. Noel’de Noel Baba bana bir oyuncak bebek getirince Marianne kıskançlıktan çatladı. Onda çok eski bir oyuncak bebek var o kadar, tahta bir bebek ve eskiden annesininmiş. Sonra Marianne yine masal okumaya başladı. Babacığı yakında onu Amerika’ya götürmeye gelecekmiş de. Ona bu kadar palavra sıkmaya devam ederse artık arkadaşı olmayacağımı söyledim. O zamandan beri bu konuyu açmadı. 8
Kışları bazen çiftliğimizin arkasındaki çayırda kızakla kaymaya gideriz. Çok güzel kayılan bir tepe var, bütün köylüler oraya gider hep. Zamanında duramazsanız dipteki çite toslarsınız. O zaman da genellikle başınız evde belaya girer. Marianne bazen erkek kardeşine bakmak zorunda kaldığından onu da getiriyor. Kardeşi eteğinize yapıştı mı bırakmaz. Benim erkek kardeşim yok, ablam var o kadar, ama bu da her zaman hoş değil. Çoğu zaman beni cidden çıldırtıyor. Marianne’nin
kardeşi
düşüp
kara
gömüldü-
ğünde ağlamaya başlamış ve altına işemişti. Marianne’nin eve gitmesi gerekiyordu ve başı beladaydı. Kardeşine göz kulak olmadığı ve kardeşi yine altına işediği için filan. Marianne ertesi gün okulda çok üzgündü ve bana buradan kaçmak istediğini çünkü dedesinin de annesinin de ona çok sert davrandıklarını söyledi. Birkaç gün önce bana sihirbazın geri döndüğünü söyledi. Onu ormanda görmüş ve kendisini babacığına götüreceğine eminmiş. Evet, sihirbazı gördüğünü söyledi. Bana bu masalı daha önce bir kere daha anlatmıştı, geçen sonbaharda, okulun başlamasından hemen sonra anlatmıştı ve ona inanmamıştım çünkü sihirbaz diye 9
bir şey yoktur, hele güya Amerika’da olan bir babacığı büyüyle peydahlayıveren sihirbazlar hiç yoktur. Bu yüzden yine tartıştık ve ağladı ve bu sihirbazın gerçekten var olduğunu, sırt çantasında bir sürü renkli şişe ve başka renkli şeyler bulunduğunu ve bazen öylece oturup kendi kendine şarkı mırıldandığını söyledi. Yani tıpkı ders kitabımızdaki gibi bir sihirbaz olmalı dedi. O zaman ona “Yalancı, yalancı, sana kimse inanmaz!” diye bağırdım ve ağlayarak evine kaçtı. Sonra da, Cumartesi günü okula gelmeyince ve anneciğimin mayalı çöreklerine bayıldığından, Pazar günü kiliseye ona vermek için bir çörek götürdüm. Ama orada da yoktu. Anneciğim dedi ki, Dannerlerin hiçbiri kilisede olmadığına göre belki de akrabalarını ziyarete gitmişlermiş. Marianne’nin dedesinin Einhausen’da oturan ağabeyine. Bu yüzden çöreği ben yedim.
10
M
arianne yatağında uyanık yatıyor. Uyuyamıyor. Rüzgârın uğultusunu duyuyor. Rüzgâr “Vahşi Avcılar” gibi çiftlik avlusunda esiyor. Ninesi ona “Vahşi Avcılar”la ve dişi görünümünde bir kötü ruh olan “Trud”la ilgili masallar anlatır sık sık. Noel’le yılbaşı arasındaki uzun, karanlık, soğuk gecelerde. “Rüzgârın önünden giden Vahşi Avcılar fırtına bulutları kadar, hatta belki daha da hızlı ilerliyorlar. Avcılar Şeytan gibi kapkara atların üstünde oturuyorlar,” demişti ninesi ona. “Siyah pelerinlere sarınmışlar. Kukuletalarını yüzlerine indirmişler. Gözleri kırmızı kırmızı parlıyor, dehşet bir hızla hareket ediyorlar. Böyle bir gecede dışarı çıkacak kadar aptal biri olursa, Vahşi Avcılar onu kapıverirler. Tırıs giderken,” demişti ninesi. “Aynen böyle... tutuverirler!” Ve eliyle bir şeyi kapıp götürüyormuş gibi hareket yapmıştı. “Tutuverirler! Ve o zavallıcığı çok yukarılara, ta bulutlara kadar götürürler, kaptıkları gibi göğe çıkarırlar. Ve zavallı artık fırtınayla birlikte hareket etmek zorunda kalır. Avcılar 11
onu bir daha asla bırakmazlar, ulur ve alaycı kahkahalar atarlar,” diyerek kalın bir sesle “Ho, ho, ho,” diye gülmüştü nine. Marianne, Vahşi Avcıların bir insanı kahkahalar eşliğinde kapıp götürüşlerini neredeyse gözleriyle görmüş gibi olmuştu. “Peki sonra ne olur nine?” diye sormuştu Marianne. “Bir daha aşağı iner mi?” “Ah evet, evet,” diye karşılık vermişti ninesi. “Bazen tekrar aşağı iner, ama inmediği de olur. Vahşi Avcılar o zavallıcığı istedikleri kadar yanlarında taşırlar. Bazen onunla eğlendikten sonra çok yavaşça yere bırakırlar. Bazen. Ama genellikle o zavallıcık ertesi sabah bir yerlerde, bütün kemikleri kırılmış halde bulunur. Ortadan kaybolup bir daha görülmeyen bir sürü adam var. İşte bunlar Vahşi Avcıların doğrudan şeytana götürdüğü kişilerdir.” Marianne Vahşi Avcılar öyküsünü düşünmeden edemiyor. Fırtınalı bir havada evden dışarı çıkmak mı, asla! Vahşi Avcılar onu ele geçiremeyecekler. Kesinlikle! Uzun süre uyanık vaziyette yatıyor. Ne kadar yattığını bilmiyor. Erkek kardeşi de aynı odada uyuyor. Yataklar öyle bir şekilde yerleştirilmiş ki, neredeyse yan yana yatıyorlar. Marianne yatağında, kardeşiyse beşiğinde. Birbirlerine o kadar yakınlar ki kardeşinin o hafif ve düzenli soluklarını duyuyor. Bazı geceler uyuyamadığında o sesi dinler, nefesini onun ritmine uydurmaya çalışır, o soluk aldığında soluk alır ve soluk verdiğinde soluk verir. 12
Bu bazen işe yarasa da bu gece faydasız. Yatakta ama hala uyanık. Yataktan çıksa mı? Dedesi ona yine öyle bir zılgıt çeker ki. Geceleri kalkıp annesine veya ninesine seslenmesinden hoşlanmıyor dedesi. “Kazık kadar oldun, artık yalnız yatabilirsin,” deyip onu yatağına geri gönderiyor her seferinde. Kapının altından çizgi halinde süzülen bir ışık var. Gayet silik de olsa, incecik ışık şeridini görebiliyor. Demek ki uyanık biri daha var. Belki de annesidir? Ya da ninesi? Marianne tüm cesaretini toplayıp çıplak ayaklarını yataktan çıkarıyor. Oda soğuk. Yorganı yana itiyor. Kardeşini uyandırmamak için çok usulca, parmak uçlarına basa basa kapıya doğru gidiyor. Tahta döşemeleri gıcırdatmamaya özen gösteriyor. Kapının kolunu yavaşça ve ihtiyatla indirip kapıyı sessizce açıyor. Holden gizlice mutfağa giriyor. Mutfakta hâlâ ışık var. Pencerenin yanına oturup dışarıya gecenin derinliklerine bakıyor. Gece onu ürkütüyor ve incecik geceliğinin içinde titremeye başlıyor. Sonra yan odanın kapısının aralık olduğunu fark ediyor. Annesinin ahıra gitmiş olabileceğini düşünüyor. Yan odanın kapısını ardına kadar açıyor. Karşısında ahır ve samanlığa açılan koridorun kapısı duruyor şimdi. Önce annesine ardından ninesine sesleniyor. Ama karşılık gelmiyor. 13
Küçük kız ahıra giden uzun, karanlık koridorda yürüyor. Tereddüte kapılıyor, duruyor. Tekrar annesine, ninesine sesleniyor. Bu sefer daha yüksek sesle. Yine karşılık gelmiyor. Ahırdaki hayvanların yemlik çubuklarındaki demir halkalara zincirlenmiş olduklarını görüyor. İneklerin gövdeleri sakin, sakin kımıldıyorlar. İçeriyi sadece bir gaz lambası aydınlatıyor. Marianne yem kanalının sonundaki samanlık kapısının açık durduğunu görüyor. Annesi ahırdadır herhalde. Yine annesine sesleniyor. Yine karşılık gelmiyor. Koridordan samanlığa doğru yürüyor. Kapıda tereddüte kapılıp duruyor. Karanlıktan hiçbir ses gelmiyor. Derin bir soluk alıp içeri giriyor.
14
Azize Mecdelli Meryem, onlar için dua et! Azize Catherine, onlar için dua et! Azize Barbara, onlar için dua et! Bütün kutsal bakireler ve dullar, onlar için dua edin! Tanrı’nın bütün azizeleri, onlar için dua edin! Onlara merhamet eyle! Acı onlara ey Tanrım! Onlara merhamet eyle!. Kurtar onları ey Tanrım!
15