Beautiful Ruins.indd 1
5/2/13 10:02 PM
GÜZEL HARABELER JESS WALTER Özgün ismi: Beautiful Ruins © 2012, Jess Walter Bu kitabın Türkçe yayın hakları Akcalı Ajans aracılığıyla alınmıştır.
Türkçe yayın hakları: © 2013 Bkz Yayıncılık Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti. Sertifika No: 12746 Domingo, Bkz Yayıncılık markasıdır. Çeviri: Duygu Akın Editör: Emre Ülgen Dal Kapak Uyarlama: Ayşe Nur Ataysoy Sayfa Uyarlama: Bahadır Erşık Harita İllüstrasyonu: Shawn E. Davis ISBN: 978 605 4729 08 1 Baskı: Mayıs 2013 Pasifik Ofset San. Tic. Ltd. Şti. Cihangir Mah. Güvercin Cad. No: 3/1 Baha İş Merkezi A Blok Kat: 2 Haramidere Avcılar 34310 İstanbul Tel: (212) 412 17 77 Sertifika No: 12027 Tüm hakları saklıdır. Bu kitabın tümünün veya içeriğinin herhangi bir bölümünün yayıncının yazılı izni olmadan, fotokopi yöntemi dahil, elektronik ya da mekanik herhangi bir yolla çoğaltılması yasaktır.
Bkz Yayıncılık Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti. Asmalımescit Mah. Ensiz Sok. No: 2 D: 4 Tünel İstanbul Tel: (212) 245 08 39 e-posta: domingo@domingo.com.tr www.domingo.com.tr
Beautiful Ruins.indd 2
5/2/13 10:02 PM
Çeviri Duygu Akın
Beautiful Ruins.indd 3
5/2/13 10:02 PM
tren
tren
A
kd
en iz
illüstrasyon
Güzel Harabeler bir kurgu romandır. Bu kitapta kullanılan karakterler, yerler ve olaylar yazarın hayal gücünün ürünüdür; tüm gerçek kişi ve yer isimleri kurgusal olarak kullanılmıştır. Se non è vero, è ben trovato...
Beautiful Ruins.indd 5
5/2/13 10:02 PM
“Antik Romalılar en büyük mimari yapıtlarını vahşi hayvanlar içinde dövüşsün diye yarattılar.” –Voltaire, Mektuplar
Kleopatra: “Aşk benim sahibim olamaz.” Marc Antony: “O halde aşka sahip olamazsın.” – Felaket film Kleopatra’dan, 1963
“[Dick] Cavett, Richard Burton’la dört büyük söyleşisini 1980’de gerçekleştirdi... Elli dört yaşında ve daha o zamandan güzel bir harabe olan Burton, büyüleyiciydi.” –“Talk Story”, Louis Menand, The New Yorker, 22 Kasım 2010
Beautiful Ruins.indd 6
5/2/13 10:02 PM
Beautiful Ruins.indd 7
5/2/13 10:02 PM
1 Ölmek Üzere Olan Aktris Nisan 1962 Porto Vergogna, İtalya
Ö
lmek üzere olan aktris köye, doğrudan gelinebilecek yegâne yolla geldi; seri bir hareketle koya giren, yalpalayarak kayalık mendireğin yanından geçen ve iskelenin en uzak ucuna toslayan bir tekneyle. Kadın teknenin kıç tarafında bir an sendeledikten sonra narin elini uzatarak maun korkuluğa tutundu, diğer eliyle de geniş kenarlı şapkasını kafasına bastırdı. Güneş ışığı huzmeler halinde kadının dört bir yanından süzülüp çırpınan dalgalara vuruyordu. Yirmi metre ötede Pasquale Tursi onun gelişini bir rüyadaymış gibi izledi. Aslında sonradan rüya değil de, tam tersi olduğunu düşünecekti: Bir ömür sürmüş uykunun ardından gelen berraklık patlamasıydı sanki. Pasquale doğruldu ve yaptığı işi, o bahar vaktinin çoğunu adadığı boş aile pensione’sinin aşağısına plaj inşa etme işini yarıda bıraktı. Göğsüne dek Ligurya Denizi’nin soğuk sularına dalmış olan Pasquale, dalgakıranı sağlamlaştırma, taşıma kumla oluşturduğu küçük yığını dalgaların alıp götürmesini engelleme çabasıyla kedi büyüklüğünde kaya parçalarını üst üste fırlatmakla meşguldü. Pasquale’nin “plajı” sadece iki balıkçı teknesi uzunluğundaydı, serpiştirdiği kumların altındaki zeminse deniztaraklarıyla dolu bir kayalıktan ibaretti, ama köyde düz kıyı parçası namına tek yer de orasıydı. Adı var kendi yok bu köye, bir avuç sardalye ve ançüez balıkçısının teknesinden başka gelip giden olmadığı halde 1
Beautiful Ruins.indd 1
5/2/13 10:02 PM
J E S S WA LT E R
alay edermiş gibi –ya da bir ümit– Porto (liman) ismi verilmişti. İsmin ikinci kısmı Vergogna, utanç anlamına geliyordu ve köyün yedinci yüzyılda, denizci ve balıkçıların ahlaki ve ticari açıdan… esnekliğe sahip kadınları bulmak için geldiği kuruluş günlerinden kalmaydı. Güzel Amerikalıyı gördüğü ilk gün Pasquale hayallere de göğsüne dek dalmıştı… Küçük ve pis Porto Vergogna’yı yeni yeni serpilen bir tatil kasabası, kendini ise 1960’ların kültürlü işadamı, şanlı modern bir çağın şafağındaki sonsuz olasılıkların insanı olarak hayal ediyordu. Nereye baksa il boom’u, İtalya’yı dönüştüren refah ve kültür patlamasını görüyordu. Neden burada da aynısı olmasındı? Cıvıl cıvıl Floransa’da geçirdiği dört yılın ardından buraya yeni gelmiş, dışarıdaki dünyadan –parlak macchine*, televizyon ve telefonların, duble martinilerin, dar pantolonlu kadınların ışıltılı çağından– eskiden sadece sinemada var olan bir dünyadan hayati haberler getirdiğini düşünerek çocukluğunun bu gelişmemiş, küçücük köyüne geri dönmüştü. Porto Vergogna sarp kayalıklar arasındaki bir kıvrımda, uyuklayan keçi sürüsü misali bir araya toplaşmış beyaz badanalı bir düzine eski evden, terk edilmiş bir şapelden ve köyün tek ticari müessesesinden –Pasquale’nin ailesine ait küçücük bir otel ve kafe– meydana gelen sıkışık bir yığındı. Köyün berisinde kayalar yüz seksen metreye dek yükselerek kapkara, damarlı bir dağ çeperi oluşturuyordu. Onların aşağısında deniz, balıkçıların her gün yanaşıp uzaklaştığı karides gibi kıvrımlı, kayalık bir koyu mesken tutuyordu. Gerideki uçurumlar ve öndeki denizle tecrit edilmiş köye otomobil ya da yük arabası hiçbir zaman ulaşmadığı için, sokak diye anılan yerler evlerin arasındaki birkaç dar patikadan, kaldırımlardan, ince tuğla döşeli via’lardan**, dimdik ara yollardan ve daracık merdivenlerden ibaretti. Öyle daracıktı ki bu merdivenler, Piazza San Pietro isimli küçücük köy meydanında olmadığınız sürece * Arabalar. ** Yol. 2
Beautiful Ruins.indd 2
5/2/13 10:02 PM
GÜZEL HARABELER
köyün herhangi bir yerinde uzanıp iki yandaki duvarlara dokunabilirdiniz. Gözlerden ırak Porto Vergogna bu özelliğiyle kuzeydeki Cinque Terre’nin eski tarz güzelliğe sahip uçurum kenarı kasabalarından çok da farklı değildi. Tek farkı daha küçük, daha ücra olması ve onlar kadar pitoresk olmayışıydı. Kuzeyin otel ve restoran işletmecileri dimdik kayalığın çatlağına sıkışmış bu küçük köye bir isim bile takmıştı: Baldracca Culo, Orospu Çatalı. Ancak Pasquale komşularının tüm hor görüsüne rağmen Porto Vergogna’nın da günün birinde Levante’nin diğer bölgeleri gibi, yani Cinque Terre’yi, hatta Ponente’nin* büyük turistik kentlerini (Portofino ve gelişkin İtalyan Riviera’sı) içine alan ve Cenova’nın güneyinde kalan kıyı şeridi gibi serpilip gelişebileceği konusunda babasıyla aynı inanca sahipti. Her ne kadar tekneyle ya da yürüyerek Porto Vergogna’ya gelen az sayıdaki yabancı turist çoğunlukla yolunu kaybetmiş Fransız ya da İsviçrelilerse de, Pasquale, bravissimo** ABD başkanı John Kennedy ve karısı Jacqueline’in öncülüğünde 1960’larda bir Amerikan akınının başlayacağı yönündeki ümidini yitirmiyordu. Tabii köyün hayal ettiği gibi bir destinazione turistica primaria*** olabilmesi için bu tür tatilcileri cezbetmesi gerektiğinin de farkındaydı. Bunun içinse –her şeyden önce– bir plajının olması şarttı. İşte kızıl maun tekne köyünün koyuna girerken Pasquale, bu yüzden çenesinin altına dayadığı koca kayayla, yarı beline dek suların içindeydi. Eski dostu Orenzio, Cenova’nın güneyinde turizm işi yürüten ama on metrelik şatafatlı teknesiyle Porto Vergogna’ya nadiren uğrayan, varlıklı şarap tüccarı ve otelci Gualfredo’nun adına teknenin dümenine geçmişti. Pasquale teknenin dalgalar arasında yavaş yavaş durulmasını izledi ve aklına “Orenzio!” diye seslenmekten başka bir şey gelmedi. Arkadaşı şaşırdı bu selamlamaya. On iki yaşından beri dosttular ama birbirlerine bu şekilde seslenen tipler değillerdi. Onlar * Kuzey. ** Harika. *** Önde gelen turistik mekân. 3
Beautiful Ruins.indd 3
5/2/13 10:02 PM
J E S S WA LT E R
daha çok… baş yatıranlardan, dudak kaldıranlardan, kaş devirenlerdendi. Orenzio suratsız bir ifadeyle başını sallayarak karşılık verdi. Teknesinde turist varken, özellikle de Amerikalı turist varken epey ciddileşirdi. “Ciddi insanlar şu Amerikalılar” demişti bir defasında Pasquale’ye. “Almanlardan bile şüpheciler. Olur da fazla gülümsersen kendilerinden bir şey çaldığını zannederler.” Bugün özellikle asık suratlı görünen Orenzio teknenin arka tarafındaki, ten rengi uzun mantosunun incecik belini iyice sıkmış, yüzünün büyük bölümü geniş şapkasının altında kalan kadına yan gözle bakıyordu. Ardından kadın Orenzio’ya sessizce bir şeyler söyledi ve sesi suları aşarak geldi. Anlaşılmaz bir dil, diye düşündü Pasquale ilk başta, ama sonra İngilizce olduğunu fark etti; daha doğrusu Amerikanca: “Affedersiniz, şu adam ne yapıyor acaba?” Pasquale arkadaşının yetersiz İngilizcesi yüzünden güvensizlik hissettiğini, o korkunç dildeki sorulara olabildiğince kısa yanıtlar vermeye meylettiğini biliyordu. Orenzio, inşa etmekte olduğu dalgakıran için elinde koca bir kaya parçası tutan Pasquale’ye şöyle bir baktıktan sonra spiaggia’nın (plaj) İngilizcesi olan beach kelimesini sabırsızca telaffuz etmeye çalıştı: Bitch (kaltak). Kadın söyleneni yanlış duymuş gibi başını yana devirdi. Pasquale yardım etmeye çalışarak bitch’in turistler için olduğunu mırıldandı: Per i turisti. Ama güzel Amerikalı onu duymuşa benzemiyordu. Pasquale’nin turizm hayali ona babasından kalma bir mirastı. Carlo Tursi hayatının son on yılını Cinque Terre’nin beş büyük köyünün halkına Porto Vergogna’yı zincirin altıncı halkası olarak kabul ettirmeye çalışmakla geçirmişti. (“Düşünsenize ne güzel olurdu,” derdi, “Sei Terre olsa: Altı Toprak… Hâlbuki Cinque Terre’nin söylenişi turistler için ne kadar zor.”) Ne var ki küçücük Porto Vergogna beş büyük komşusunun çekiciliğinden ve siyasi cazibesinden yoksundu. Bu yüzden de o beş köy telefon ve tünelli demiryolu hatlarıyla birbirine bağlanıp, sezon turistleri ve onların parasıyla giderek büyüyüp gelişirken, altıncı köy fazladan bir parmak misali köreldikçe köreliyordu. Carlo’nun bir diğer sonuçsuz hevesi ise 4
Beautiful Ruins.indd 4
5/2/13 10:02 PM
GÜZEL HARABELER
o hayati demiryolu tünelini bir kilometre daha uzatarak Porto Vergogna’yı diğer büyük uçurum kenarı kasabalarına bağlayabilmekti. Ama bu hiçbir zaman gerçekleşmedi ve en yakın yol, Cinque Terre uçurumlarına sırt oluşturan taraçalı üzüm bağlarının berisinde kesintiye uğradığından, Porto Vergogna da önündeki denizle ve ardındaki uçurumlardan inen dimdik patikalarıyla yalnız ve tecrit edilmiş olarak kaldı. Işıltılar saçan Amerikalının geldiği gün Pasquale’nin babası öleli sekiz ay olmuştu. Carlo çabucak ve sessizce göçmüştü bu dünyadan. Pek sevdiği gazetelerinden birini okuduğu sırada beyninde bir damar çatlamıştı. Pasquale, babasının son on dakikasını zihninde tekrar tekrar canlandırmıştı. Carlo espressosunu yudumlamış, sigarasından bir nefes almış, Milan gazetesindeki bir şeye gülmüş (Pasquale’nin annesi o sayfayı sakladı, ama içinde komik bir şey bulamadılar), sonra da uykuya dalar gibi öne doğru devrilmişti. Babasının ölüm haberini aldığında Pasquale Floransa Üniversitesi’ndeydi. Cenazeden sonra yaşı artık epey ilerlemiş olan annesine Floransa’ya taşınması için yalvardı, ama bu fikir kadını dehşete düşürdü. “Sırf öldü diye babanı terk edersem, karı mı olur benden?” Aldığı cevap –en azından Pasquale’nin kafasında– geriye en ufak soru işareti bırakmadı: Eve dönüp güçten kuvvetten düşmüş anasına bakması gerekiyordu. Böylece Pasquale oteldeki eski odasına dönmüş oldu. Belki gençliğinde babasının fikirlerini kulak ardı etmiş olmasından doğan vicdan azabıyla, ailesinin küçük pansiyonunu bir anda yeni miras aldığı gözlerle görmeye başladı. Evet, bu köy sahiden de yeni türde bir İtalyan tatil beldesine dönüşebilirdi; Amerikalılar için bir kaçış yeri, kayalık sahilde güneş şemsiyeleri, her yerde Kennedy’ler! Eh, boş pensione’yi dünya standardında bir tatil beldesine dönüştürme işinde bir miktar çıkarı varsa, o da varsın olsundu. Sonuçta bu eski otel Pasquale’ye kalan tek miras, otele gereksinim duyan bir kültürün içinde, tek ailevi avantajdı. Otel bir trattoria –üç masalı bir kafe– bir mutfak, birinci kattaki iki küçük daire ve onun üstündeki eski genelevin altı 5
Beautiful Ruins.indd 5
5/2/13 10:02 PM
J E S S WA LT E R
odasından ibaretti. Otelin tek düzenli kiracılarının, balıkçıların deyişiyle le due streghe, yani iki cadının sorumluluğu da otelle birlikte geliyordu; Pasquale’nin sakat annesi Antonia ile onun çalı saçlı kız kardeşi Valeria –tembel balıkçıları ve arada bir yolu düşen nadide misafirleri paylamadığı zamanlarda yemek pişirme işinin büyük kısmını üstlenen devanası Valeria... Anlayışlılıkta Pasquale’nin üstüne yoktu; o, tıpkı kaba saba balıkçılara katlandığı gibi melodramatik mamma’sı ile deli zia’sının tuhaflıklarına da katlanıyordu. Balıkçılar peschereccio’larını* her sabah kaydırarak sahile indiriyor, denize itiyorlardı ve o küçük tahta kabuklar dalgaların üstünde kirli salata kâsesi gibi sallanıyor, dumanlı takma motorlarının pat patıyla patırdıyordu. Balıkçılar ağlarıyla her gün pazarlara ve güneydeki restoranlara satmaya yetecek kadar ançüez ve sardalye tutuyor, sonra da grappa içmek, kendi sardıkları acı cigaraları tüttürmek için geri dönüyorlardı. Pasquale’nin babası kendini ve oğlunu –saygın Floransalı tüccar sınıfından geldiklerini iddia ederdi– bu hoyrat balıkçılardan ayrı tutmaya daima özen göstermişti. “Şunlara baksana,” derdi Pasquale’ye, her hafta posta teknesiyle gelen çok sayıdaki gazetesinden birinin ardından bakarak, “daha medeni bir çağda yaşıyor olsaydık bunların hepsi hizmetçimiz olurdu bizim.” İki büyük oğlunu savaşta kaybetmiş olan Carlo’nun en küçük oğlunu balıkçı teknelerinde, ya da La Spezia’nın konserve fabrikalarında, taraçalı üzüm bağlarında, Apeninler’deki mermer ocaklarında veya genç bir erkeğin faydalı bir beceri edinip de şu amansız dünyada hassas ve uyumsuz olduğu hissini üstünden atabileceği herhangi bir işte çalıştırmaya niyeti yoktu. Carlo ve –Pasquale doğduğunda kırkına gelmiş olan– Antonia, Pasquale’yi aralarında bir sır gibi büyüttüler. Yaşları hayli ilerlemiş anne babası Pasquale’nin Floransa’daki üniversiteye gitmesine bile ancak bir miktar yakarıştan sonra razı oldu. Pasquale, babasının ölümünün ardından geri döndüğünde, balıkçılar onun hakkında ne düşüneceklerini bilemediler. * Balıkçı teknesi. 6
Beautiful Ruins.indd 6
5/2/13 10:02 PM
GÜZEL HARABELER
(Durmaksızın okuyan; kendi kendine konuşan; bir şeyleri ölçüp biçen; kayaların üstüne çuval çuval inşaat kumu boşaltan; kumları tırmıkla, saçının son birkaç telini tarayan mağrur adam misali düzelten) Pasquale’nin tuhaf davranışlarını ilk başlarda kederine verdiler. Ağlarını atıp yirmi bir yaşındaki dal gibi delikanlının fırtınalar silip süpürmesin diye plajındaki kayaları düzenleyişini izlerken, ölüp gitmiş kendi babalarının kurduğu boş hayalleri gözleri dolarak anımsadılar. Ama çok geçmeden Carlo Tursi’den esirgemedikleri iyi niyetli şakaları da özlemeye başladılar. Pasquale’nin plaj çalışmasını birkaç hafta izledikten sonra daha fazla dayanamadılar. Bir gün Büyük Tomasso delikanlıya bir kibrit kutusu fırlatarak, “Al da ufacık plajına şezlong yap!” diye seslendi. Haftalar süren zoraki nezaketin ardından gelen bu kibar takılma rahatlama sağlamış; köyün tepesinde dolanan fırtına bulutları nihayet patlayıvermişti. Hayat yeniden normale dönmüştü. “Pasquale, dün Lerici’de senin plajdan kopmuş bir parça gördüm. Ne dersin, kumun geri kalanını da oraya götüreyim mi, yoksa akıntının götürmesini mi beklersin?” Plaj en azından onların anlayabileceği bir şeydi. Ne de olsa köy balıkçılarının yakaladıklarını sattıkları Monterosso al Mare’de ve kuzey Riviera kasabalarında plajlar vardı. Ancak Pasquale uçurumların arasındaki kaya parçalarının üstüne tenis kortu yontma niyetini duyurduğunda, balıkçılar onu babasından da kaçık ilan ettiler. Bir yandan cigaralarını sararken, bir yandan da küçük piazza’da oturup Pasquale’nin hayali tenis kortu sınırlarını iple işaretlemek için kayalıklarda seğirtişini izlediler ve “Oğlanda akıl mantık kalmamış” dediler. “Tam pazzi* ailesi bunlar. Yakında kedilerle konuşmaya da başlar bu.” Üstünde çalışabileceği sarp uçurum yüzeylerinden başka hiçbir şeyi olmayan Pasquale, golf sahası diye bir şeyin söz konusu olmadığının farkındaydı. Ama otelinin yakınında üç kaya parçasından oluşan doğal bir tabaka vardı. Pasquale tabakaların tepesini bir hizaya getirip altına konsol yaparsa * Deli, üşütük. 7
Beautiful Ruins.indd 7
5/2/13 10:02 PM
J E S S WA LT E R
uygun yüzeyler oluşturabilir, yeterli miktarda beton dökerek de kaya parçalarını düz bir dikdörtgene dönüştürebilirdi. Böylece –kayalık uçurumlar arasında beliren bir hayal gibi– tenis kortu yaratmış, denizden gelen ziyaretçilere birinci sınıf bir tatil beldesine geldiklerini ilan etmiş olurdu. Gözlerini yumduğunda hepsini görebiliyordu: Tiril tiril, beyaz pantolonlu adamlar kayalıkların arasından fırlayan göz alıcı kortta, kıyıdan yirmi metre yükseklikteki o görkemli katmanın üstünde topu birbirlerine fırlatıyor. Yazlık elbiseli, şapkalı kadınlar, hemen yakındaki güneş şemsiyelerinin altında içeceklerini yudumluyor... İşte böylece Pasquale, tenis kortuna yetecek genişlikte bir alan hazırlayabilme ümidiyle başladı keskiyle, kazmayla ve çekiçle kayaları parçalamaya. Serpiştirdiği kumları düzeltti. Kaya parçalarını denize fırlattı. Balıkçıların alaylarına göğüs gerdi. Arada bir de ölmek üzere olan anasına baktı ve –hep yaptığı gibi– bekledi… Hayatın gelip onu bulmasını bekledi… Babasının ölümünden sonraki sekiz ay boyunca Pasquale Tursi’nin hayatının özeti buydu. Tam anlamıyla mutlu olmasa bile mutsuz da sayılmazdı. Kendini daha çok, çoğu insanın yaşadığı, sıkıntı ile memnuniyet arasındaki o uçsuz bucaksız, bomboş platoda ikamet eder buluyordu. Güzel Amerikalı bu serin ve güneşli öğle sonrasında çıkagelmese, belki de daima orada yaşayacaktı. Pasquale yirmi metre ötede, göğsüne kadar girdiği suda öylece durarak, maun teknenin tahta iskele babalarının yanı başında yavaş yavaş durulmasını, kadının her yanda suları dalgalandıran inatçı, hafif rüzgârın ortasında dikilişini izledi. Akıl almaz derecede ince ama bir o kadar da kıvrımlıydı güzel Amerikalı. Pasquale’nin denizde durduğu yerden bakıldığında –güneş kadının arkasında titreşir, rüzgâr başak rengi saçlarını savururken– şimdiye dek gördüğü tüm kadınlardan daha uzun, daha uhrevi, bambaşka bir tür gibi görünüyordu. Orenzio kadına elini uzattı, o da bir an tereddüt ettikten sonra eli tuttu. Orenzio kadının tekneden daracık iskeleye çıkmasına yardım etti. “Teşekkürler” dedi şapkanın altından, tereddütlü bir ses. 8
Beautiful Ruins.indd 8
5/2/13 10:02 PM
GÜZEL HARABELER
Sonra da fazlaca soluklu, pratik edilmemiş bir İtalyancayla, “Grazie” diye ekledi. Kadın köye doğru ilk adımını attı, bir an sendeler gibi oldu, sonra dengesine kavuştu. İşte o zaman köye iyice bakabilmek için şapkasını çıkardı ve Pasquale onun tüm hatlarını görebildi. Güzel Amerikalının… o kadar da… güzel olmadığını anlayınca biraz şaşırdı. Çarpıcıydı çarpıcı olmasına ama Pasquale’nin umduğu biçimde değil. Bir kere boyu en az Pasquale kadar, yaklaşık bir seksendi. Ayrıca Pasquale’nin durduğu yerden bakıldığında yüz hatları, o ince uzun çehre için fazlaca büyük değil miydi? Dikkat çekecek kadar çıkıntılı bir çene, dolgun mu dolgun dudaklar, şaşkınlık ifadesi yaratacak kadar yuvarlak ve açık gözler… Hem bir kadın nasıl olur da kıvrımları göze keskin ve kaygı uyandırıcı görünecek kadar ince olabilirdi? Uzun saçı atkuyruğuyla toplanmıştı, bir şekilde hem sert hem de yumuşak görünen hatlarının üstüne sımsıkı gerilmiş cildi ise hafifçe bronzlaşmıştı. Burnu böyle bir çene için, böyle yüksek elmacık kemikleri, böyle kocaman ve koyu gözler için fazla narindi. Hayır, diye düşündü Pasquale, çarpıcı olsa da öyle muhteşem bir güzellik değil bu. Ama sonra kadın dosdoğru ona döndü ve keskin yüzünün uyumsuz hatları bir anda tekil, mükemmel bir şeye dönüştü. Bir anda okuldaki çalışmaları aklına geliverdi Pasquale’nin; bazı Floransa binaları, kimi açılardan hayal kırıklığı yarattığı halde, rölyefte nasıl daima güzel temsil edilir, daima iyi fotoğraflanırdı... Çeşitli bakış noktaları aslında bir kompozisyona dönüşebilmeleri için yaratılmıştı; tıpkı bazı insanlarda olduğu gibi, diye düşündü Pasquale. Sonra kadın gülümsedi ve o anda, böyle bir şey mümkünse eğer, Pasquale âşık oluverdi, hayatının sonuna kadar da âşık kalacaktı… Henüz tanımadığı bu kadından çok, o ana... Pasquale elindeki kayayı düşürdü. Kadın köyün geri kalanını aranırmış gibi etrafa –sağa, sonra sola, sonra tekrar sağa– bakındı. Pasquale çevreyi onun gözünden düşününce bir anda kızardı: Sarp uçurumun kenarına midye gibi yapışmış, kimisi terk edilmiş bir düzine kadar monoton, 9
Beautiful Ruins.indd 9
5/2/13 10:02 PM
J E S S WA LT E R
taş ev –hepsi bu… Küçük piazza’nın etrafında sağı solu yoklayan birkaç yabanıl kedi vardı, ama onun dışında, balıkçılar tekneyle açıldığından, ortalık sessiz sakindi. Pasquale yürüyüş yapanların kazara buraya yolu düştüğünde veya Portovenere ya da Portofino gibi sevimli turist kasabalarına götürüldüklerini sanırken, bir harita ya da dil hatası sonucu kendilerini brutto* balıkçı köyü Porto Vergogna’da bulduklarında, büyük hüsrana uğradıklarını sezerdi. Amerikalı Orenzio’ya dönerek İngilizce, “Kusura bakmayın,” dedi, “valizlere yardım edeyim mi? Yoksa dahil miydi? Yani şeye… Neyin ödenip ödenmediğini bilmiyorum da…” Beach meselesinden sonra şeytani İngilizceden uzak durmaya kararlı Orenzio omuz silkmekle yetindi. Kısa boyu, kepçe kulakları, donuk bakışıyla Orenzio’nun hal ve tavrı turistlerde genelde zekâ özürlüsü izlenimi uyandırırdı. Turistler bu sarkık gözlü alığın tekne idare etme kabiliyetinden öyle etkilenirlerdi ki, en basit işler için bile ona cömert bahşişler verirlerdi. Buna karşılık Orenzio da ne kadar ahmakça davranır, dili İngilizceye ne kadar az dönerse o kadar çok bahşiş alacağı kanaatine varmıştı. Bu yüzden de gözlerini kırparak boş boş bakmakla yetindi. “Kendim mi alayım bagajımı o zaman?” diye sordu kadın yine, sabırla ama biraz çaresizce. “Bagagli, Orenzio” diye seslendi Pasquale, sonra bir anda kafasına dank etti: Bu kadın onun oteline geliyordu! Acemi İngilizcesiyle konuşmaya hazırlanarak dudaklarını yaladı ve suyun içinden iskeleye doğru yürümeye başladı. “Lütfen,” dedi kadına, dili ağzında adeta bir kıkırdak yığınına dönüşerek, “ben şeref duyar ve Orenzio çantanızı taşır. Sen Ad-e-quate View Hotel’e gidin.” Sözleri Amerikalının aklını karıştırmış gibiydi, ama Pasquale fark etmedi bile. Sözünü süslü bir şekilde tamamlamak istiyor, kadına hitap için uygun bir kelime bulmaya çalışıyordu. Madam mesela? Yok, yok, daha iyi bir şeyler olmalıydı. İngilizceye hiçbir zaman hâkim olamamıştı, ama bu * Sönük, cansız. 10
Beautiful Ruins.indd 10
5/2/13 10:02 PM
GÜZEL HARABELER
dilin gelişigüzel haşinliği ve fiil çekimlerinin mantıksız gaddarlığı karşısında haliyle korku duyacak kadar da bilgi sahibiydi. Melez bir köpek gibi sağı solu kestirilemeyen bir dildi bu. Pasquale bu konudaki ilk eğitimini otelinde kalan tek Amerikalıdan almıştı. Her bahar hayatının eserini, II. Dünya Savaşı tecrübelerini anlatan epik bir romanı yazmak için İtalya’ya gelen bir yazar… Pasquale o uzun boylu, havalı yazar olsa bu kadına ne derdi, diye düşünmeye çalıştı, ama aklına doğru kelimeler gelmedi. İtalyancanın bu durumlarda en çok kullanılan kelimesi bella, yani güzellik için İngilizcede bir karşılık olup olmadığını merak etti. Sonra bir deneme yapmaya karar verdi: “Lütfen. Gel. Güzel Amerika.” Kadın bir an –Pasquale’nin hayatının en uzun anı– durup baktıktan sonra gülümsedi ve çekingen bir tavırla başını önüne eğdi. “Teşekkür ederim. Bu sizin oteliniz mi?” Pasquale suları yararak ilerlemeyi bitirip iskeleye vardı. Pantolonunun paçasını silkeleyerek toparlandı ve kendini tam anlamıyla havalı bir otelci gibi sunmaya çalıştı. “Evet. Benim otel.” Piazza’nın sol yanındaki elle yazılmış, küçük tabelayı işaret etti. “Lütfen.” “Peki… Bize ayrılmış odanız var mı?” “Ah, evet. Çok odalar. Hepsi sizin oda. Evet.” Kadın bir tabelaya, bir Pasquale’ye baktı. Yeniden başlayan ılık esinti atkuyruğundan kaçan saçları yüzünün çevresinde flamalar gibi uçuşturdu. Kadın Pasquale’nin incecik bedeninden damlayan su birikintisine gülümsedi, sonra başını kaldırıp onun deniz mavisi gözlerine bakarak, “Çok güzel gözleriniz var” dedi. Ardından şapkayı yeniden başına geçirerek küçük piazza’ya, önünde uzanan ufacık beldenin merkezi denebilecek yere doğru yürümeye başladı. Porto Vergogna’nın hiç un liceo’su* olmadığından Pasquale ortaokul için tekneyle La Spezia’ya gitmişti. İlk gerçek arkadaşı Orenzio ile de orada tanıştı. İkisi ister istemez bir araya itildiler: İhtiyar otelcinin utangaç oğluyla, hep iskelede takılan * Lise. 11
Beautiful Ruins.indd 11
5/2/13 10:02 PM
J E S S WA LT E R
kepçe kulaklı oğlan. Kışın bazen, yolun geçit vermediği zamanlarda, Pasquale’nin Orenzio’nun ailesiyle kaldığı bile olurdu. Pasquale’nin Floransa’ya gitmesinden önceki kış Orenzio’yla ikisi İsviçre birasına oynadıkları bir oyun icat etmişlerdi. La Spezia rıhtımında karşılıklı oturur, yeni bir kelime bulamayana veya kendilerini tekrarlamaya başlayana kadar birbirlerine küfürler sayarlardı. O noktada kaybedenin önünde duran birayı fondip yapması gerekirdi. İşte şimdi Orenzio, Amerikalının valizlerini taşırken Pasquale’ye doğru eğilmiş, o oyunun içkisiz bir çeşidini oynuyordu. “Ee, taşak biti, ne dedi kadın sana?” “Gözlerime bayılmış” dedi Pasquale, küfür sırasını atlayarak. “Hadi oradan, göt tutan,” dedi Orenzio, “hiç de öyle demedi.” “Dedi işte. Âşık olmuş gözlerime.” “Yalancısın sen Pasqo, ve de kamış düşkünüsün.” “Doğru.” “Kamış düşkünü olduğun mu?” “Hayır. Gözlerim hakkında söylediği.” “Keçi saksafoncusu seni. Kadın sinema yıldızı bir kere.” “Bence de öyle” dedi Pasquale. “Hayır, sersem, gerçekten sinema sanatçısı. Roma’da film yapan bir Amerikan şirketiyle çalışıyor.” “Ne filmi?” “Kleopatra. Hiç mi gazete okumazsın sen, bok cigaracısı?” Pasquale köye giden merdivenleri tırmanan Amerikalı aktrise baktı yine. “İyi de, Kleopatra’yı oynayamayacak kadar açık tenli.” “Kaltak koca hırsızı, Elizabeth Taylor oynuyor Kleopatra’yı,” dedi Orenzio, “bu kadın başka bir rolde. Sen gerçekten okumuyor musun o gazeteleri, delik şapırdatıcı?” “Hangi rolde?” “Ben nereden bileyim? Kim bilir kaç rol vardır?” “Adı neymiş?” diye sordu Pasquale. Orenzio kendisine verilen yazılı talimatı uzattı. Kadının adını da içeren kâğıtta onun Porto Vergogna’daki otele götü12
Beautiful Ruins.indd 12
5/2/13 10:02 PM
GÜZEL HARABELER
rülmesi ve faturanın geziyi ayarlayan Michael Deane adına, Roma’daki Grand Hotel’e gönderilmesi gerektiği yazıyordu. Tek sayfalık talimatta Michael Deane’in 20th Century Fox Pictures’da “Özel Prodüksiyon Asistanı” olduğu yazıyordu. Kadının adı ise… “Dee… Moray” diye sesli okudu Pasquale. Kulağına tanıdık gelmiyordu, ama öyle çok Amerikalı yıldız vardı ki –Rock Hudson’lar, Marilyn Monroe’lar, John Wayne’ler– tam hepsini öğrendiğini sandığı sırada yeni biri ünlü oluyordu. Amerika’da bu muazzam beyazperde yüzlerini imal eden bir fabrika vardı herhalde. Pasquale tekrar yukarıya, kadının uçurum kenarı merdivenlerini tırmanıp beklemedeki köye girişine baktı. “Dee Moray” dedi yine. Orenzio Pasquale’nin omzu üstünden kâğıda gözlerini dikti. “Dee Moray” dedi. İnsanda merak uyandıran bir şey vardı bu isimde ve ikisi de onu tekrarlamaktan kendilerini alamıyorlardı. “Dee Moray” dedi Orenzio yine. “Hastaymış” dedi Orenzio, Pasquale’ye. “Nesi varmış?” “Nereden bileyim? Adam sadece kadının hasta olduğunu söyledi.” “Ciddi miymiş?” “Onu da bilmiyorum.” Orenzio bir süre bekledikten sonra, hızı kesilmiş eski oyunlarına ilgisini yitirmiş gibi, cümlesine bir hakaret daha ekledi: un mangiaculo, yani, “göt yiyen.” Pasquale, Dee Moray’in taş patikada küçük adımlar atarak otele doğru ilerleyişini izledi. “Çok hasta olamaz,” dedi, “güzel çünkü.” “Ama Sophia Loren gibi değil” dedi Orenzio. “Ya da Marilyn Monroe gibi.” Sinemaya gidip gördükleri kadınlara puan vermek de, yine önceki kışın meşgalelerinden biriydi. “Hayır, bence onda daha zekâ dolu bir güzellik var… Anouk Aimée gibi.” “Amma zayıf ama ha” dedi Orenzio, “Bir Claudia Cardinale de değil yani.” “Değil” diye kabullendi Pasquale. Claudia Cardinale mü13
J E S S WA LT E R
kemmelliğin tanımıydı. “Çok da sıradan değil ama bence, yüzü yani.” Vardıkları nokta artık Orenzio için fazla incelikli kaçmıştı. “Şu köye üç bacaklı köpek getirsem ona da âşık olursun sen Pasqo.” İşte Pasquale o anda endişelenmeye başladı. “Orenzio, kadının esas niyeti buraya gelmek miydi ki?” Orenzio kâğıdı Pasquale’nin eline çarptı. “Kadını La Spezia’ya getiren şu Amerikalı Deane var ya? Kimsenin buraya gelmediğini söyledim ona. Portofino’yu veya Portovenere’yi kastediyor olabilir mi, diye sordum. Porto Vergogna’nın nasıl bir yer olduğunu sordu, ben de burada otelden başka bir şey olmadığını söyledim. Köy sessiz midir, dedi, anca ölüm daha sessizdir, dedim. O da, ‘O halde aradığımız yer orası’ dedi.” Pasquale arkadaşına gülümsedi. “Sağ ol be Orenzio.” “Keçi saksafoncusu” dedi Orenzio, sessizce. “Onu söylemiştin” dedi Pasquale. Orenzio birayı kafaya diker gibi yaptı. Sonra birlikte, karadan kırk metre yükseklikteki uçurum kenarına, Pasquale’nin babasının ölümünden beri otelin karşısına dikilmiş duran ilk misafire doğru baktılar. İşte, gelecek burada, diye düşündü Pasquale. Dee Moray de durup aşağı, onlara doğru baktı. Sonra atkuyruğunu şapkadan çıkarıp saçlarını salladı. Köy meydanından deniz manzarasını izlemeye koyulduğunda, güneşten açılmış saçları yüzünün etrafında savrularak dans etti. Ardından tabelaya baktı ve kelimeleri anlamaya çalışıyormuş gibi başını yana yatırdı: THE HOTEL ADEQUATE VIEW
Daha sonra “gelecek”, geniş kenarlı şapkasını kolunun altına kıstırıp kapıyı ittirdi, başını eğdi ve içeri girdi. O, otelin içinde gözden kaybolurken Pasquale tuhaf bir düşünceye kapıldı; sanki kadını kendisi çağırmış, yıllarca burada yaşadıktan, aylarca üzüntü ve yalnızlık çekip Amerikalı14
Beautiful Ruins.indd 14
5/2/13 10:02 PM
GÜZEL HARABELER
ları bekledikten sonra onu eski sinema ve kitap parçalarından, rüyalarının kayıp yadigârlarından ve harabelerinden, epik ve bitmek bilmez yalnızlığından kendisi yaratmıştı. Dönüp birinin valizlerini taşıyan Orenzio’ya şöyle bir baktı ve dünya bir an gözüne hiç olmadık bir yer, üzerinde geçirdiğimiz vakitse son derece kısa ve hayali göründü. Şimdiye dek hiç böyle bir kopukluk hissi, böyle varoluşsal bir his, böyle dehşetli bir özgürlük yaşamamıştı –sanki köyün üstünde, kendi bedeninin üstünde geziniyordu– ve bu his açıklayamadığı bir şekilde içini titretti. “Dee Moray” dedi Pasquale Tursi bir anda yüksek sesle, düşüncelerinin tılsımını bozarak. Orenzio dönüp baktı. Ardından Pasquale arkasını döndü ve ismi yeniden, fısıltıdan da kısık bir sesle, bu defa kendisine tekrarladı; o sözcükleri cisimlendiren ümit dolu nefesten utanarak. Hayat denen şey, diye düşündü, aslında basbayağı tasavvur eylemi.
15
Beautiful Ruins.indd 15
5/2/13 10:02 PM