NNNNNNNNNNN
MMMMMMMMMMM
KAYIP ŞEYLERİN BAKIM KILAVUZU
JONATHAN EVISON
Özgün ismi: The Revised Fundamentals of Caregiving © 2012, Jonathan Evison Bu kitabın Türkçe yayın hakları Akcalı Telif Ajansı aracılığıyla alınmıştır. Türkçe yayın hakları: © 2014 Bkz Yayıncılık Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti. Sertifika No: 12746 Domingo, Bkz Yayıncılık markasıdır. Çeviri: Kıvanç Güney Editör: Elvan Özkaya Sayfa Uygulama: Bahadır Erşık Kapak Tasarımı: Ayşe Nur Ataysoy ISBN: 978 605 4729 22 7 Baskı: Mayıs 2014 Elma Basım Yayın ve İletişim Hizm. San. Tic. A.Ş. Halkalı Caddesi, No:164 B-4 Blok 34395 Sefaköy-K. Çekmece/İstanbul Tel: (0212) 697 30 30 Sertifika No: 12058 Tüm hakları saklıdır. Bu kitabın tümünün veya içeriğinin herhangi bir bölümünün yayıncının yazılı izni olmadan, fotokopi yöntemi dahil, elektronik ya da mekanik herhangi bir yolla çoğaltılması yasaktır.
Bkz Yayıncılık Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti. Asmalımescit Mah. Ensiz Sok. No: 2 D: 7 Tünel İstanbul Tel: (212) 245 08 39 e-posta: domingo@domingo.com.tr www.domingo.com.tr
B
enden daha talihsiz olanlara yardım etmeye niyetlendiğimde meteliksizdim; yani pek Florence Nightingale sayılmam. Ayrıca Piper ve Jodi’yle yaşananlar göz önüne alınacak olursa, kimseye bakıcılık yapabilecek nitelikte biri de değilim belki. İşin gerçeği, otuz dokuz yaşında, iş geçmişindeki boşluk, teknolojik devrimin en parlak dönemini kapsayan biri olarak, artık pek fazla şey yapabilecek nitelikte değilim. Ancak herkesin bakıcı olabileceği fikrine de kapılmayın. Sabır, dayanıklılık ve temiz kâğıdı ister. Demansta Özel İhtiyaçlar 1, Olumlu Kriz Yönetimi ve Sözsüz İletişim Stratejileri sertifikalarımdan da anlaşılacağı gibi, lisanslı olmanız, zorunlu ve sürekli bir eğitim müfredatını takip etmeniz gerekir. Lisanslı bir bakıcı olmaya dair bildiklerimin çoğunu Bremerton’daki Howard Johnson Oteli’nin hemen arkasında yer alan Abundant Life Foursquare Kilisesi’nde, on dört orta yaşlı kadınla birlikte katıldığım yirmi sekiz saatlik bir gece kursu olan Bakıcılığın Esasları’nda öğrendim. Bol miktarda hazır kahve tüketerek, kateter takmayı ve duygusal yük altına girmekten kaçınmayı öğrendim. Profesyonelliği öğrendim. Tükenmişliği önlemek için bazı sınırlar koyup onları nasıl muhafaza edebileceğimi, hastayla kendi aramda belirli bir fiziksel ve duygusal mesafeyi nasıl koruyabileceğimi öğrendim. Bakıcılığın sadece bir iş, müşterinin hizmet planında, yani diyet kısıtlamalarından ilaç kullanım çizelgesine ve tuvalet tercihlerine kadar her şeyi kapsayan bağlayıcı bir bakım sözleşmesinde başlıklar altında
jonathan e vison
2
yer alan, yerine getirmek için para aldığım bir dizi görev olduğunu öğrendim. Bazen bütün bunları hatırlamak zor olabiliyor. Neyse ki Sosyal ve İnsani Hizmetler Bakanlığı etkili bakıcılığın nasıl olması gerektiğini kolayca hatırlayabilmeniz için onlarca nimonik araç geliştirmiş. Mesela:
Ask (Sor ) Listen (Dinle) Observe (Gözlemle) Help (Yardımcı ol) Ask again (Tekrar sor)
Aklım bu nimonik araçlarla doluyken ve gıcır gıcır bir sertifikam varken, kursu bitirdikten üç gün sonra Bakanlık bana ilk potansiyel müşterimle, Poulsbo ile Kingston arasındaki uzun ve tekerlek izleriyle kaplı bir yolun sonunda, atlarla ilgili bir şeyler yapılan –atları yetiştirdikleri, sattıkları, başkalarının atlarına baktıkları– küçük bir çiftlikte yaşayan Trevor Conklin’le görüşme ayarladı. Tek bildiğim, Trevor’ın on dokuz yaşında bir multipl skleroz hastası olduğu; ya da amiyotrofik lateral sklerozu... Tekerlekli sandalyeyle ilgili bir şey işte. Eski kredi kartımda kalan son nakit avanstan sonra bireysel emeklilik hesabımdaki parayı da çekeceğim ve cezaları ödeyince elimde sadece bin beş yüz kalacak. Facianın ardından bir buçuk yıl boyunca iş bile aramadım. İyice batmadan önce en fazla bir ay daha ayakta kalabilirim. Son iş görüşmemi on bir yıl önce, daha Piper doğmadan, sayfalarında daha çok İskandinav mirası, evcil hayvan edinme ve polisiye olaylara ağırlık veren haftalık gazete Viking Herald’la yapmıştım. Herald o sırada reklam satış temsilcisi arıyordu – yani tele pazarlama işiydi. Şehrin bir ucunda bulunan yeni iş bölgesinin derinliklerindeki ofisinde satış müdürüyle görüştüm. Adamın adını hemen unutuverdim: Wayne. Warren. Walter... Satıcıdan çok, yanlış roldeki bir folk şarkıcısına, herhangi bir yerde,
Kayıp Şeylerin Bakım Kılavuzu
3
kaldırımda, bir pamuk şeker büfesinin gölgesinde “Tom Dooley”yi tıngırdatırken görebileceğiniz birine benziyordu. “Bir şey satmışlığınız var mı?” diye sormuştu. “Minik kekler,” demiştim. İşe alınmamıştım. Bu sabah, ayrı yaşadığım karım Janet’ın beş yıl önce, sonunda tekrar çalışanlar arasına katılır gibi olduğum bir zamanda aldığı yakası düğmeli gömleklerden biri var üstümde; ama öyle bir şey olmadı. Onun yerine Jodi’ye hamile kalındı. Çiftliğe dokuz dakika erken, rakiplerimden biri olduğunu zannettiğim eşofman altı giymiş bir kadın tam ön kapıdan çıkıp paytak paytak rampayı inerken varıyorum. Paslı bir Datsun’un direksiyonu ardına sıkışıyor ve şoför koltuğuna gömülmüş bir vaziyette motoru boğarak yanımdan geçiyor. Eşofman altı iyiye işaret ve benim Subaru, jant kapaklarından üçü eksik olduğu halde, o sefil Datsun’dan daha iyi görünüyor. Bahçe yolu çamurlu. Rampa idam sehpası kadar uzun. Kapıda aşağı yukarı benim yaşımda, belki birkaç yaş daha büyük, gri gözlü bir kadın tarafından karşılanıyorum. Çizme kesim kotu ve üstüne oturan pamuklu iş gömleğiyle ünlem işareti gibi uzun ve dimdik duruyor. Lepiska saçlarını başının arkasında güzelce topuz yapmış. “Sen Benjamin’sin herhalde,” diyor. “Ben Elsa. Girsene. Trevor daha dişlerini fırçalıyor.” Beni ışıksız yemek odasından geçirip manzaraya, tekerlekli bir sehpayla büyük ekranlı bir televizyonun hakim olduğu salona götürüyor. Bana dik arkalıklı bir sandalyeyi göstererek, kendisi, karşımdaki divana yatmış hiç yaşam belirtisi göstermeyen kocaman kahverengi bir kedinin yanına oturuyor. “Kedi bayağı büyükmüş,” diyorum. “Biraz hırçındır – ama iyi fare avlar.” Kedi okşanınca hemen tüylerini dikiyor. Kedi tıslayana kadar okşuyor kadın. Canavar mırlamaya başlayıncaya kadar yılmadan devam ediyor. Bu kadını
4
jonathan e vison
sevdim. Sağlam kadın. Bağışlayıcı. İşler zorlaşsa da sonuna kadar giden bir tip. “Komşumun da kedisi var,” diye bir laf atıyorum ortaya. “Ne tesadüf,” diyor. “Peki, şunu sorayım, başka müşteriniz var mı?” “Şu anda yok.” “Ama bakıcılık deneyiminiz var, değil mi?” “Profesyonel anlamda, hayır.” Elinde olmadan iç geçiriyor. Zavallıcık. Önce eşofmanlı hanım, şimdi de ben. “Ama çocuklarla birlikte çok çalıştım,” diyorum. “Profesyonel olarak mı?” “Pek sayılmaz.” “Çocuğunuz var mı?” “Hayır. Pek sayılmaz.” Duvardaki saate göz atıyor. “Bakıcılığa neden ilgi duyduğunuzu sormamın mahsuru var mı?” diyor. “Bu işte iyi olabileceğimi düşündüm sanırım.” “Neden?” “Çünkü yardım etmeyi severim. İnsanların ihtiyaçlarını anlayabiliyorum.” “MD hakkında bilginiz var mı?” “Biraz.” “Kursu nasıl buldunuz peki?” “Doğruyu mu söyleyeyim?” “Evet.” “Bence gayet… hım, bilgilendiriciydi.” “Hımm,” diyor. “Yani, birçoğu zaten herkesin bileceği şeylerdi ama bazıları epey ufuk açıcıydı, yani hani… farklı yöntemler ve yaklaşımlar falan…” İlgisini yitiriyor. “Benjamin, o kursa ben de gittim,” diyor.
Kayıp Şeylerin Bakım Kılavuzu
5
Nihayet Trevor tekerlekli sandalyesiyle salona geliyor; yağlı cildi ve yataktan yeni kalkmış gibi görünen saçlarına rağmen yakışıklı bir çocuk. Haki renk kargo pantolon, siyah tişört, G-Unit ayakkabılar giymiş. Hastalık yüzünden sıskacık, boğum boğum olmuş, hafif kambur, simsiyah sandalyesine tuhaf bir şekilde yığılmış gibi görünüyor. “Trevor, bu Benjamin.” “Bana Ben diyebilirsiniz.” Trevor sandalyesinde kıpırdanıp başını hafif arkaya atıyor. “Ne haber?” diyor. “Hiç,” diyorum, “senden ne haber?” Omuz silkiyor. “Trevor iyi anlaşabileceği birini arıyor,” diye açıklama yapıyor Elsa. “Benzer ilgi alanları olan birini.” “Peki nelerden hoşlanırsın?” diyorum. Trevor’ın elleri kucağına düşmüş, başı önde. “Oyun oynamayı sever,” diyor Elsa. “Ne oyunu?” diyorum. “Daha çok dövüş oyunları,” diyor Trevor. “Ha, evet, mesela, hım, neydi adı – Mortal Combat gibi mi?” Kukla gibi hareket ederek omuzlarını geriye atıp başını yukarı kaldırıyor. “Sen de oynar mısın?” “Hayır. Softball takımımdaki bir çocuk sürekli bundan söz eder.” Başını tekrar öne eğiyor. “Ben’e öteki ilgi alanlarını da anlatsana biraz,” diyor Elsa. Ben dediği anda birazcık kredi kazanmış olduğumu anlıyorum. “Evet, başka nelere ilgi duyuyorsun?” Trev yine omuz silkiyor. “Bilmem, pek bir şey yok.” “Kızlardan hoşlanıyor,” diyor Elsa. “Kes sesini anne,” diyor Trev. Ama Elsa onu kabuğundan çıkarmayı başardı. İlk defa gözlerime bakıyor. Elsa ayağa kalkıyor. “Ben ikinizi yalnız bırakayım da biraz
6
jonathan e vison
tanışın.” Başka bir yorum yapmadan, salonda hızla ilerleyip yemek odasından geçiyor. Çekingen bir sessizliğin ardından, vınlayarak üstü darmadağın görünen sehpasına yaklaşıyor Trevor. “Evet,” diyorum. “Kızlar, ha?” Utanarak gözlerini düşürünce, söylediğime pişman oluyorum. Zavallı çocuk. Boğum boğum ve eğri büğrü oluşu yeterince kötü zaten – bir de insanlar onu durmadan sıkboğaz ediyor, sırça köşkünün dışına çıkmaya zorluyor, her şey normalmiş, dışarı çıkıp bir kız arkadaş bulabilir, onunla dönme dolaba binebilir, arabanın arka koltuğunda yiyişebilirmiş gibi davranıyor. Şuna bak, gözlerini nasıl da kucağına dikti, yok olmayı, insanların numara yapmaktan vazgeçmesini diliyor. Ama hepsi oyunmuş. Çünkü başını tekrar kaldırdığında sandalyesini saat yönünde çevirip kapıyı kontrol ediyor. Tekrar dönüp gülümseyerek ve hiç çekinmeden bana bakıyor. Gözlerinde bir parıltı, şeytani bir deha kıvılcımı görüyor ve ilk kez bambaşka biriyle karşı karşıya olabileceğimi anlıyorum. “Ben sakatım, homo değilim,” diyor. “Tabii ki kızlardan hoşlanacağım.” Kapıya göz atıyorum. “Nasıl kızlardan?” “Nasıl olursa,” diyor. “Benim gibi bir çocukla olmak isteyecek kızlardan.” “Yani… tekerlekli sandalyen olduğu için mi?” “Abaza olduğum için. Ama evet, o da var. Senin karın var mı?” “Pek sayılmaz. Yani, teknik olarak evet ama – uzun hikâye.” “Seksi midir?” “Seksidir.” Gizli bir şey söyleyecek gibi bana doğru eğiliyor. “Sence benimle olur mu? Olur mu dersin?” “Şey, ben, hımm…” “Şaka yaptım,” diyor. “Peki sen neden saati dokuz papele çalışmak istiyorsun?” “Param yok.”
Kayıp Şeylerin Bakım Kılavuzu
7
“Bakanlık için çalışarak para kazanamazsın.” “Yani işi aldım mı?” “Kusura bakma abi,” diyor. “Daha bütün adayları görmedim. Ama seni şişko hanımdan daha çok sevdim.” görüşmenİn ardindan arabama binerken, bakanlığın gönderdiği başka bir adayın göçüklerle dolu beyaz bir Malibu’yla bahçe yolundan hoplaya hoplaya geldiğini görünce umudum iyice artıyor. Ön tamponu resmen sallanıyor. Plaka pullarının tarihi geçmiş. Direksiyondaki adamın boynunda örümcek ağı dövmesi var.