Kolay Para Örnek Sayfalar

Page 1

KOLAY PARA Jens Lapidus

Çeviri: Murat Sağlam


KOLAY PARA

JENS LAPIDUS Özgün ismi: Snabba Cash © 2006, Jens Lapidus Türkçe yayın hakları: © 2013 Bkz Yayıncılık Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti. Sertifika No: 12746 Domingo, Bkz Yayıncılık markasıdır. Çeviri: Murat Sağlam Editör: Emre Ülgen Dal Sayfa Uygulama: Bahadır Erşık Kapak Tasarımı: Ayşe Nur Ataysoy ISBN: 978 605 4729 17 3 Baskı: Aralık 2013 Elma Basım Yayın ve İletişim Hizm. San. ve Tic. Ltd. Şti. Halkalı Caddesi No: 164 B-4 Blok 34295 Sefaköy Küçükçekmece İstanbul Tel: (212) 697 30 30 Sertifika No: 12058 Tüm hakları saklıdır. Bu kitabın tümünün veya içeriğinin herhangi bir bölümünün yayıncının yazılı izni olmadan, fotokopi yöntemi dahil, elektronik ya da mekanik herhangi bir yolla çoğaltılması yasaktır.

Bkz Yayıncılık Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti. Asmalımescit Mah. Ensiz Sok. No: 2 D: 4 Tünel İstanbul Tel: (212) 245 08 39 e-posta: domingo@domingo.com.tr www.domingo.com.tr


İLK PERDE Onu canlı aldılar, çünkü ölmeyi reddetti. Belki bu yüzden onu daha çok sevdiler. Çünkü her zaman hazırdı, hep kanlı canlıydı. Ama aynı zamanda anlamadıkları şeydi bu, ileride başlarına bela olacak şey. Hayatta olması, düşünüyor olması, bilinçli olması. Sonlarını planlıyor olması.

Kulaklıklarından biri düşüp duruyordu. Ter yüzünden kayıyordu. Onu belli bir açıyla sıkıştırdı, böylece yapışıp yerinde kalacak ve müzik devam edecekti. iPod Nano cebinde sarsılıyordu. Cihazın güvende olduğunu umdu. Düşürmeyi göze alamazdı. En çok değer verdiği şey oydu, patikadaki çakılların neden olacağı çizikleri düşünmek bile istemiyordu. Eliyle yokladı. Endişeye gerek yoktu; cepler yeterince derindi, iPod güvendeydi. iPod’u kendine doğum günü hediyesi olarak almış ve ağzına kadar müzikle doldurmuştu. Minimalist bir tasarımdı, metalik yeşil; onu rengi yüzünden seçmişti. Ama artık onun için renginden öte, başka bir anlam ifade ediyordu. Ona huzur veriyordu. Ne zaman iPod’unu alsa, yalnız başına kalabildiği anları hatırlıyordu. Dünyanın ona kendini dayatmadığı anları. Rahat bırakıldığı zamanları. Madonna dinliyordu. Onun unutuşu buydu: müzikle uyum içinde koşup gerginliğin üzerinden akışını hissetmek. Bu sırada fazla yağların yakılmasıysa harika bir hediyeydi. Müzikle birlikte akıyordu. Ritimle neredeyse tek adımdı. Sol kolunu biraz daha yukarı savurarak saatine baktı. Her koşuya çıktığında kendi rekorunu kırmaya çalışırdı. Bir atletin rekabet takıntısıyla saate bakıyor, onu zihnine kazıyor, sonuçları daha sonra bir yere yazıyordu. Yaklaşık 6,5 kilometrelik bir mesafeydi. Rekoru otuz üç dakikaydı. Kış aylarında antrenmanını spor salonunda yapıyordu. vii


JENS LAPIDUS

Ağırlıklar, yürüyüş bandı ve step aleti. Yaz aylarında da salona devam ediyor, ama yürüyüş bandı yerine yan yolları ve çakıl patikaları tercih ediyordu. Stockholm kent merkezinin kıyısında bir park olan Djurgården’ın uzak kenarındaki köprüye, Lilla Sjötullsbron’a doğru koşuyordu. Denizden bir serinlik yükseldi. Saat sekizdi ve bahar akşamı yerini alacakaranlığa bırakıyordu. Patikadaki sokak lambaları henüz yanmamıştı. Sırtına vuran güneş sıcaklığını yitirmişti artık. Kendi uzayan gölgesini kovalıyor ve yakında kaybolur diye düşünüyordu. Fakat patikanın ışıkları yandığında gölgesi harekete geçti ve yanından geçtiği lambalarla birlikte yön değiştirirdi. Ağaçlar yaprak vermeye başlamıştı. Henüz açılmamış anemon tomurcukları patikanın yanında uzanan çimlerin arasından baş uzatmıştı. Sol yanında gösterişli villalar vardı. Perdesiz pencereleriyle Türk elçiliği. Tepenin yukarısında Çin elçiliği, yüksek çelik çitler, gözetleme kameraları ve uyarı levhalarıyla çeviriliydi. Kürek Kulübü’nün yanında sivri ahşap tahtalardan sarı renkte bir çitle çevrili bir köşk vardı. Elli metre kadar ötede kayanın içine inşa edilmiş gibi görünen cumbalı ve garajlı dörtgen bir ev görünüyordu. Koşu yolu boyunca dizili bahçelerle gizlenmiş özel villalar. Her koşuya çıktığında bu evleri gözetlerdi. Neden mütevazı havalara büründüklerini anlayamazdı; Djugården’da sadece palazlıların yaşadığını herkes bilirdi. Hızla yürüyen iki kızın yanından geçti. Djugården’da hızlı tempo yürüyüşü yapan Östermalm ahalisi nasıl giyinir iyi biliyorlardı: Uzun kollu gömleklerin üstüne kısa yelek, yoga pantolonları ve en önemlisi yüzü kapatacak şekilde indirilen beyzbol şapkaları. Onun egzersiz kıyafeti ise daha ciddiydi: siyah Nike rüzgârlık, bacaklara yapışan türden koşu pantolonu. Nefes alan kıyafetler. Klişe görünüyordu, ama işe yarıyordu. Üç hafta öncesinin görüntüleri zihninde çakmaya başladı yine. Onları uzaklaştırmaya, dikkatini müziğin sözlerine, koşuya vermeye çalıştı. Kanal kenarında koşarken keyif almaya, ürküttüğü Kanada kazlarına odaklanabilirse belki unutabilirdi. Kulaklarında Madonna şarkısı. Patikada bir at pisliği. Onu istedikleri gibi kullanabileceklerini zannediyorlardı. Ama asıl o onları kullanıyordu. Bu tutumu koruyordu onu. Ne yapacağını, ne hissedeceğini seçen oydu. Dışarıdan bakıldığında onlar başarılıydı, viii


KOLAY PARA

zengin ve güçlü insanlardı. İsimleri gazetelerin ekonomi sayfalarında, borsanın kayan yazı bandında ve vergi rekortmenleri listesinde görünüyordu. Ama gerçekte bir avuç hastalıklı, acınası zavallılardı. Bir şeyin eksikliğini hissederek yaşayanlar. Ona muhtaç olanlar. Geleceği önceden çizilmişti. Onları ifşa etme vakti gelene kadar her şey yolundaymış gibi oyuna devam edecekti. İfşa edilmek istemezlerse, bedelini ödeyeceklerdi. Kendini hazırlamıştı, aylardır bilgi topluyordu. Sezdirmeden onlardan itiraflar koparmış, yatakların altına kayıt cihazları yerleştirmiş, hatta bazılarını filme bile almıştı. Tıpkı bir FBI ajanı gibi hissetmişti kendini. Ama tek bir fark vardı. O çok daha fazla korkuyordu. Oyun çok riskliydi. Kuralları biliyordu, bir şeyler yanlış giderse sonu olurdu. Ama işe yarayabilirdi. Yirmi üçüne geldiğinde işi bırakmayı planlıyordu. Daha iyi, daha büyük, daha güzel bir şey için Stockholm’ü terk etmeyi. Djurgårdsbrunn Meyhanesi’nin yanındaki ilk köprüden iki kız koşarak çıkageldi. Henüz tam anlamıyla hayata atılmamış tiplerdi. Tıpkı evi terk etmeden önce onun olduğu gibi. Sırtını doğrulttu, çünkü hâlâ amacı buydu. Hayatın içinde başı dik koşmak. Başaracaktı. Köprünün yanında köpeğiyle birlikte bir adam duruyordu. Cep telefonuyla konuşuyor, bakışlarıyla onu takip ediyordu. Buna alışkındı, ergenliğin ilk yıllarından itibaren bakışları hep üzerinde hissetmişti. Yirmi yaşında göğüslerini yaptırdıktan sonra erkek bakışlarının sonu gelmez istilasına uğramıştı. Hoşuna gidiyordu bu, ama aynı zamanda tiksindiriyordu onu. Adam yapılıydı. Deri ceket ve kot pantolon giymişti, başında yuvarlak bir beyzbol şapkası vardı. Adamda farklı bir şey vardı. Gözlerinde azgın bir erkeğin bakışı yoktu. Tam tersine, sanki duyuları açık, hesaplı ve dikkatliydi. Sanki telefonda onun hakkında konuşuyordu. Çakıl patika sona erdi. Son köprü Lilla Sjötullsbron’a giden yol taşla döşenmişti, ama derin çatlakları vardı. Yol yerine yandaki çimlerde koşmayı düşündü bir an. Fakat orada da çok fazla Kanada kazı vardı. Düşmanlar! Ötesindeki köprüyü artık zorlukla seçiyordu. Işıklar neden hâlâ yanmamıştı? Karanlık çöktüğünde otomatik olarak yanmıyorlar mıydı? Belli ki bu gece değil. Bir minibüs arkasını köprüye vererek park etmişti. ix


JENS LAPIDUS

Etrafta kimse yoktu. Yirmi metre ötede denize bakan lüks bir villa vardı. Sahibini tanıyordu. Adam evi eskiden arazide bulunan bir tahıl ambarının içine inşaat izni olmadan yapmıştı. Nüfuzlu biriydi. Köprüye dönmeden önce minibüsün patikaya tuhaf biçimde fazla yanaşık park edildiğini gördü, sağa döndüğünde minibüsle arasında yalnızca otuz santim kalmıştı. Minibüsün sürme kapısı hızla açıldı. İki adam dışarı atladı. Ne oluyor demeye kalmadan üçüncü bir adam arkasından gelmişti. Bir saniye önce neredeydi bu adam? Ona bakan köpekli adam mıydı yoksa? Minibüsten inenler onu tuttu. Ağzına bir şey dayadılar. Çığlık atmaya, tırmalamaya, vurmaya çalıştı. Nefes almak için ciğerlerini zorladı. Başı dönüyordu. Ağzına tuttukları bezin içinde bir şeyler vardı. Vücudunu aniden ileri atmaya, kollarından kurtulmaya çalıştı. İşe yaramadı. Fazla iriydiler. Güçlüydüler. Acımasızdılar. Adamlar onu minibüse çekti. Son düşüncesi: Keşke Stockholm’e hiç gelmeseydim. Boktan bir şehir.

*** Dosya No: B 4537-04 Kaset: 1237A 0.0-B 9.2 Bant tapesi Dosya B 4537-04, Jorge Salinas Barrio’ya karşı kamu davası. 1. duruşma: Sanık Jorge Salinas Barrio’nun sorgulanması. Bölge Hâkimi: Neler olduğunu sizin ağzınızdan dinleyebilir miyiz? Sanık: Söyleyecek pek bir şey yok. Depoyu ben kullanmıyordum. Bir arkadaşın benim adıma kiralamasına izin verdim, bazen dostuna koltuk çıkman gerekiyor. Tamam, bazen oraya birkaç şey koyuyordum, ama sadece adıma kiralanmıştı, benim değildi. Söyleyebileceklerim bundan ibaret. Bölge Hâkimi: Anlaşıldı, hepsi buysa, sorularınıza geçebilirsiniz sayın Savcı.

x


KOLAY PARA Savcı: Depo dediğiniz yer, Kungens Kurva yakınlarında bulunan özel bir depo, öyle değil mi? Sanık: Tabii ki. Savcı: Ve orayı söylüyorsunuz?

kullanan

kişinin

siz

olmadığını

Sanık: Doğru, benim adıma kiralandı. Kendi adına bir şey kiralayamayan bir kankaya yardım ettim. Adamın kredisi kötü. Depoda öyle boktan şeylerin saklandığından haberim yoktu. Savcı: Pekâlâ, depo kime aitti? Sanık: İsim veremem. Savcı: O halde mahkemenin dikkatini ilk sorgulama tutanağının 24. sayfasına çekmek isterim. Burada siz, Jorge Salinas Barrio, bu yıl 4 Nisan’da polis sorgulamasından sonra bir ifade vermişsiniz. Dördüncü paragrafı sizin için okuyayım, şunları söylemişsiniz: “Depo galiba Mrado adında bir adam tarafından kiralandı. Büyük başlara çalışır, anlayın işte. Kira kontratını ben imzaladım, ama aslında ona ait.” Bunları sizin sözleriniz mi, öyle değil mi? Sanık: Yok, yok. Bunlar yanlış. Bir yanlış anlaşılma olmuş. Asla böyle şeyler söylemedim. Savcı: Ama burada öyle yazıyor. İfadeniz size okunmuş, siz de kabul edip imzalamışsınız. Yanlış anlamışlarsa, neden itiraz etmediniz? Sanık: Ben, şey, korkmuştum. Sorgulama sırasında sürekli doğruları söylemek zor oluyor. Bir yanlış anlaşılma olmuş. Polis bana baskı yapıyordu. Çok korkmuştum. Sanırım orada daha fazla tutulup sorgulanmamak için söyledim bunları. Mrado diye birini tanımıyorum. Yemin ederim. Savcı: Gerçekten mi? Fakat Mrado verdiği bir ifadede sizi tanıdığını söylüyor. Ve az önce depoda öyle “boktan şeylerin” olduğunu bilmiyordum, dediniz. “Boktan” derken neyi kast ediyorsunuz?

xi


JENS LAPIDUS Sanık: Uyuşturucu işte. Orada sakladığım tek şey kendi kullandığım on gram kokain. Yıllardır kullanıyorum. Bunun dışında depoyu mobilya ve kıyafetlerimi koymak için kullandım, çok sık ev değiştiriyorum, ondan. Geri kalan mal bana ait değildi. Orada olduklarını bile bilmiyordum. Savcı: O halde narkotikler kime ait? Sanık: Bunu söyleyemem. Biliyorsunuz, yoksa bedelini ödetirler. Sanırım kendisinden uyuşturucu aldığım ve kokaini oraya koyan herife aitler. Onda deponun anahtarı vardı. Bununla birlikte terazi benimdi. Dozlarımı ayarlamak için kullanıyordum. Kendim için. Fakat satmıyorum. Benim bir işim var. Mal satmaya ihtiyacım yok. Savcı: Ne iş yapıyorsunuz? Sanık: Kuryecilik yapıyorum. Genelde hafta sonları. İyi para veriyorlar. Kayıt dışı. Anlarsınız. Savcı: Bir dakika, sizi doğru anladıysam, depo Mrado isminde birine değil, başka birine ait. Ve bu başka kişi sizin torbacınız. Peki, üç kilo kokain oraya nasıl geldi? Büyük miktarda bir kokain bu. Sokak değerini biliyor musunuz? Sanık: Bilmiyorum, böyle şeyler satmadığım için bilgim yok. Ama çokmuş. Belki bir milyon kron. Mal aldığım herif, ben ona ödeme yaptıktan sonra malı depoya koyuyordu. Böylece doğrudan temas etmiyor ve birlikte görünmüyorduk. Bunun iyi bir sistem olduğunu zannediyorduk. Ama bak, nasıl ibnelik yaptı bana? Bütün malı depoya koyup boku üzerime attı. Savcı: Söylediklerinizi bir kez daha inceleyelim. Söz konusu deponun Mrado isminde birine ait olmadığını söylüyorsunuz. Torbacınıza da ait değil, ama bazen ikiniz arasındaki alışverişlerde kullanıyor. Ve şu andaki kanaatinize göre bütün o kokaini oraya o koydu. Jorge, bunlara gerçekten inanacağımızı mı düşünüyorsunuz? Torbacınız kolayca ulaşabileceğiniz bir depoya üç kilo kokaini neden koysun ki? Üstelik cevaplarınızı sürekli değiştiriyor ve isim vermiyorsunuz. Size güvenemeyiz.

xii


KOLAY PARA Sanık: Hadi ya? O kadar karmaşık değil ama benim kafam biraz karıştı. Şöyle anlatayım: Depoyu neredeyse hiç kullanmıyorum. Torbacım da neredeyse hiç kullanmıyor. Bütün bu kokain kime ait, bilmiyorum. Ama büyük ihtimalle benim torbacının bok yemesi. Savcı: Ya esrar torbaları, onlar kime ait? Sanık: Torbacınındır. Savcı: İsmi nedir? Sanık: İsim veremem. Savcı: Deponun ve içindeki narkotiklerin size ait olmadığı konusunda neden ısrar ediyorsunuz? Bütün kanıtlar sizi işaret ediyor. Sanık: Benim gücüm onları almaya yetmez. Zaten size daha önce de söyledim, torbacılık yapmıyorum. Daha ne söylememi bekliyorsunuz? Uyuşturucular benim değil. Savcı: Davadaki diğer tanıklar başka bir isim daha verdiler. Narkotiklerin, Mrado’nun Radovan adlı bir arkadaşına ait olması ihtimali hiç yok mu? Radovan Kranjiç’e. Sanık: Hayır, sanmam. Kime ait oldukları hakkında hiçbir fikrim yok. Savcı: Evet var. Polis sorgulaması sırasında Mrado’nun patronunun kim olduğunu bildiğini söylemişsiniz. Kast ettiğiniz kişi Radovan değil miydi? Sanık: Size daha önce de söyledim, hiçbir zaman Mrado’dan bahsetmedim. Yanlış bir bilgi bu. Bu durumda neden bahsettiğinizi nasıl bilebilirim? Haa? Cevap ver bakalım? Savcı: Burada soruları ben sorarım, siz değil. Radovan kim? Sanık: Size söyledim, bilmiyorum. Savcı: Dene… Sanık: Uzatma kardeşim, bilmiyorum dedim. Sağır mısın nesin!

xiii


JENS LAPIDUS Savcı: Anlaşıldığı üzere bu sizin için hassas bir konu. Başka sorumuz yok. Teşekkür ederim, savunma sanığı sorgulayabilir. *** Dosya B 4537-04, Jorge Salinas Barrio’ya karşı kamu davası. 1. Duruşma. Aşağıda, Kungens Kurva’da bir depoda bulunan narkotiklerle ilgili olarak Mrado Slovoviç isimli tanığın duruşmada verdiği yanıtlar bulunmaktadır. Tanık yemin ettirilmiş ve kendine hakları okunmuştur. Bu kişi savcılığın tanığıdır. Savcı: Skärholmen Kunges Kurva’daki depoyu kiralayan kişi olan sanık Jorge Salinas Barrio’nun ilk sorgulamasında adınız geçmiş. Sanık Jorge Salinas Barrio ile ilişkiniz nedir? Tanık: Jorge’yi tanırım. Ama ona depo kiralamadım. Birbirimizi eskiden tanırız. Ben de uyuşturucu işindeydim, ancak bu birkaç yıl önceydi. Jorge ile arada bir karşılaşırız. Son olarak Solna alışveriş merkezinde karşılaştık. Bana uyuşturucu işini şehrin öteki tarafındaki bir depodan yönettiğini söyledi. Köşeyi dönecekmiş, çok kokain satıyormuş. Savcı: Sizi tanımadığını söylüyor. Tanık: Yalan söylüyor. Arkadaş değiliz. Ama birbirimizi tanırız. Savcı: Anlaşıldı. Onu gördüğünüz zamanı hatırlıyor musunuz? Söylediklerini biraz daha ayrıntılı anlatabilir misiniz? Tanık: Bir bahar ayıydı. Nisan galiba. Solna’ya gitmiştim, eski bir dostumu ziyarete. Yoksa oraya pek gitmem. Eve dönerken alışveriş merkezine gittim, bahis oynamak için. Jorge’yle şarap evinde karşılaştım. Çok iyi giyinmişti, az kalsın onu tanıyamayacaktım. Arkadaş olduğumuz zamanlarda işleri pek iyi sayılmazdı, hatta boka batmıştı. Savcı: Peki ne dedi?

xiv


KOLAY PARA Tanık: İşlerin iyi olduğunu söyledi. Ona ne işler çevirdiğini sordum. Bir iki güzel pudra işi yaptığını söyledi. Yani kokain. O boku bıraktığım için daha fazlasını duymak istemedim. Ama o övünmeye devam etti. Malı şehrin güneyinde bir depoda tuttuğunu söyledi. Skärholmen’de. Sanırım öyle söyledi. O zaman ona, ne bok yersen ye ama bana anlatma, dedim. İşte o zaman kızdı. Cehenneme kadar yolun var, falan dedi. Savcı: Demek çok kızdı? Tanık: Kokain kafasıyla boş boş konuşuyor diye düşünmeme kızdı. Belki de depo işine beni dahil eden bir hikâye uydurmasının nedeni de budur. Savcı: Depo hakkında bir şey söyledi mi? Tanık: Hayır, sadece kokaini orada tuttuğunu söyledi. Bir de deponun Skärholmen’de olduğunu. Savcı: Evet, teşekkür ederim. Başka sorum yok. Vakit ayırdığınız için teşekkürler.

xv



BİRİNCİ BÖLÜM



1 Jorge Salinas Barrio kuralları çabuk öğrendi. Numero uno: Asla kavgaya girme. Bu kuralın beş parmakla sayabileceği uzun bir versiyonu da vardı. Asla cevap verme. Dik dik bakana dik dik bakma. Yerinden kalkma. Kimseden bir şey çalma. Ve nihayet: Kıçına girerken şikâyet etme, inleme. Lafın gelişi. Hayat Jorge’nin üzerine sıçmıştı. Hayat üstüne boşalmıştı. Hayat zordu. Ama bunlar Jorge’ye vız gelir tırıs giderdi, o güçlüydü. Göreceklerdi. Esrar enerjisini çalmıştı. Esrar kahkahalarını çalmıştı. Rap hayatı boktan hayatın yeni bestesiydi o kadar. Ama biliyordu, bir sonu vardı, gerçekleştirilmesi gereken bir fikir, bir çıkış yolu. Jorge: Koçum, boynunu bükemezsin. Dışarı çıkacaktı, zincirlerini kırıp bu fare deliğinden kaçacaktı. Bir planı vardı. Kaymak gibi. Hem de köpüklü. Ey kaybedenler; adios. Kodeste bir yıl, üç ay ve dokuz gün. Yani on beş aydan fazla. Yedi metrelik beton duvarlar arasında çok fazla. Jorge’nin yatacağı en uzun süre. Daha önce sadece kısa süreler yatmıştı. Hırsızlık için üç ay, uyuşturucu bulundurma, hız yapma ve dikkatsiz sürüşten dört ay. Bu seferki fark: İçeride kendine bir hayat kurmak zorunda kalmıştı. Österåker kapalı bir cezaeviydi. İkinci derece ıslahevi. Uzmanlığı: uyuşturucuyla ilişkili suçlar. Giriş ve çıkışlar ağır güvenlik denetimi altındaydı. İçeri girmesi gerekmeyen hiçbir şey ve hiç kimse giremezdi. Ziyaretçileri narkotik köpekler kokluyordu. Cepleri metal dedektörler. Islah memurları da genel havayı kokluyordu. Şüpheli tipler hiç uğraşmasındı; içeri sadece anneleri, çocukları ve avukatları alıyorlardı. Yine de başarısızdılar. Rivayete göre içerisi eskiden temizmiş; eski müdürün günlerinde. Şimdiyse ot torbaları dışarıdan mancınıkla duvarın üstünden atılıyordu. Babalar kızlarının LSD ile boyanmış resimlerini alıyordu. Malı köpeklerin koklayamadığı ortak kullanım alanının tavanında saklıyor veya spor sahasının çimlerine gömüyorlardı. Herkes suçlanabilir, hiç kimse suçlanamazdı. 3


JENS LAPIDUS

Çoğu her gün üflüyordu. Çiş testinde çıkmasın diye kazanlar dolusu su içiyorlardı. Bir kısmıysa saf eroinciydi. Günlerce odalarında yatıyor, iki gün hasta numarası yapıyor, çişin müspet çıkmayacağı günü bekliyorlardı. Österåker’deki yatışlar uzun süreliydi. İnsanlar gruplaşıyorlardı. Islah memurları çeteleri dağıtmak için ellerinden geleni yapıyordu: Orijinal Gangsterler, Cehennem Melekleri, Bandidolar, Yugoslavlar, Kurt Sürüsü Kardeşliği, Fittja Gençleri. Ne ararsan. Aynasızların çoğu korkuyordu. Pes etmişlerdi. Yemek kuyruğunda, top sahasında ve kantinde önlerine atılan paraları kabul ediyorlardı. Hapishane yönetimi her şeyden haberdar olmaya çalışıyordu. Grupları bölüyor, bazılarını başka hapishanelere gönderiyordu. Ama neye yarar? Çeteler zaten bütün hapishanelerde vardı. Sınırları çizen şeyler belliydi: ırk, mahalle, suç tipi. Beyaz ırkçılar üstünlük kuramamıştı. En sağlamları Cehennem Melekleri, Bandidolar, Yugolar ve Orijinal Gangsterler’di. Hepsi dışarıda organizeydi. Sağlam işler çeviriyorlardı. Yaptıkları işin tarifi belliydi: Palazlanmak için her türlü işi çevir. Duvarların ötesindeki şehri de aynı çeteler kontrol ediyordu. Bugünlerde içeri kaçak sokulan küçük cep telefonlarıyla işler, uzaktan kumandayla kanal değiştirir gibi kolay yürüyordu. Toplum kimseyi uğraştırmayıp teslim bayrağını çekse daha yerinde olacaktı. Jorge onlardan uzak duruyordu. Bir süre sonra hiç çaba harcamadan arkadaşlar edinmişti. Geçinip gidiyordu. Ortak ilgi alanları bulmuştu. Şilililerle yakındı. Sollentuna’dan insanlarla yakındı. Birçok kokain bağlantısına sahipti. Märsta’lı yaşlı bir Latin olan Rolando ile takılıyordu. Herif İsveç’e 1984’de Santiago’dan gelmişti. Bir at çobanının at gübresi hakkında bildiğinden daha çok şey biliyordu kokain hakkında. Ama kendisi pudraya fazla bulanmamıştı. Şampuan şişelerinde kokain macunu taşımaktan mütevellit son iki yılını yatıyordu. Tanımakta fayda olan bir herifti. Jorge onun ismini ta Sollentuna’dan işitmişti. En önemlisi: Rolando’nun Orijinal Gangsterler ile bağlantısı vardı. Bütün kapıları açardı bu. Üstünlük sağlardı. Garantili altın kazançlar. Cep telefonlarına, ota, şanslıysan kokaine, porno videolarına, hapishane rakısına ve her tür sigaraya erişim. Çeteler Jorge’ye çekici geliyordu. Ama tehlikeyi de biliyordu. Kendini bağlıyordun. Onlara yumuşak karnını açıyordun. Onlara güven veriyordun, onlar da seni düzüyordu. 4


KOLAY PARA

Nasıl şutlandığını unutmamıştı daha. Yugolar onu satmıştı. Mahkemede paket yapmışlardı. Radovan yüzünden yatıyordu burada. Eti ciğeri beş para etmez göt yalayıcı bir piç yüzünden.

Genelde yemekhanede oturup sinek kovalarlardı. O, Rolando ve diğer Latinler. İspanyollar hariç. Çete üyesi olanların kendi gruplarının güvenini kaybetme riski vardı. Git, hemşerinle konuş, iyi vakit geçir, ama bunu çeteye ters düşecek şekilde yapma. Bugün: Planının başlat düğmesine basmasına iki haftadan biraz fazla kaldı. Sakin olmalı. Tamamen solo kaçmak imkânsız. Ama henüz Rolando’ya tek kelime çıtlatmamıştı. Jorge, herifin güvenilir olduğundan emin olmalıydı. Bir şekilde onu sınamalıydı. Arkadaşlığının ne kadar sağlam olduğunu kontrol etmeliydi. Rolando: zor yolu seçmiş bir hemşeri. Orijinal Gangsterler’e üye olmak kolay değildi, sadece kokain sağlamak yetmezdi. Liderinin puşt dediği herkesi eşek sudan gelinceye kadar dövmeye hazır olmalıydın. Rolando üstüne düşeni yapmıştı: Parmak boğumlarındaki yara izlerinin etrafındaki dövmeler, ne vahşet hikâyeleri haykırıyordu. Rolando pilavdan bir kaşık aldı. Ağzı dolu, bozuk bir İsveççeyle konuşuyordu: “Biliyon, macun tozdan iyi. Böyle hani son değil, ara ürün gibi. Perakende değil, toptan. Daha üsttesin. Sokak çocuklarıyla uğraşmak zorunda değilsin. Anladın? Esaslı heriflerle, kıçları ter görmemiş tuzu kuru heriflerle. Kolay taşınıyor. Aman tozu dağıldı derdi yok. Saklaması da kolay.” Rolando’nun hafiften sıyırık fikirlerinin hepsini işitmişti Jorge gerçi, ama yine de hapis arkadaşı ona birinci sınıf eğitim sunuyordu. Jorge kulaklarını açtı. Çok şey öğrenmişti. Çok şey dinlemişti. İçeri girmeden önce de zaten çok şey biliyordu. Österåker’de geçen on beş ayın ardından işin içini dışını ezberlemişti. Jorge: Kendiyle gurur duyuyordu. Kolombiya’dan Londra’ya, bütün kokain yollarını biliyordu. Para nerede yapılır, nerede kaça satılır, nasıl dağıtılır, hangi ara elemanlar kullanılır, bu bok nerede indirilir? Müptelası anlamadan mal nasıl şişirilir, Stureplan zenginlerine çaktırmadan mal nasıl tırtıklanır, nasıl paketlenir? Kime rüşvet verilir, kimden uzak durmak gerekir, kimle yakınlık kurulur? Yakınlık kurulacaklardan biri: Radovan. Göt herif.

5


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.