Nasıl Yaşanır Örnek Sayfalar

Page 1

Nasıl Yaşanır YA DA

Bir soruda Montaigne’in hayatı ve cevaplamak için yirmi teşebbüs SARAH BAKEWELL

ÇEVİRİ: EMRE ÜLGEN DAL


İçindekiler Soru: Nasıl yaşanır? Michel de Montaigne’in yaşamına “Nasıl Yaşanır?” sorusu çerçevesinden bir bakış ve yanıt adına yirmi deneme

1 1

1. Soru: Nasıl yaşanır? Yanıt: Ölümü dert etmeyin Son soluğunu vermek üzereyken

12 12

2. Soru: Nasıl yaşanır? Yanıt: Dikkatinizi verin Yazmaya başlayışı Bilinç akışı

23 23 33

3. Soru: Nasıl yaşanır? Yanıt: Doğun Micheau Deney

39 39 51

4. Soru: Nasıl yaşanır? Yanıt: Çok okuyun, okuduklarınızın çoğunu unutun ve kalın kafalı olun Okumak Ağırcanlı ve unutkan Montaigne Sıkıntılı zamanlarda genç Montaigne

64 64 69 73

5. Soru: Nasıl yaşanır? Yanıt: Sevdikten ve kaybettikten sonra ayakta kalın La Boétie: sevgi ve zorbalık La Boétie: ölüm ve yas

89 89 100

6. Soru: Nasıl yaşanır? Yanıt: Küçük oyunlar oynayın Küçük oyunlar ve yaşama sanatı Köle Montaigne

108 108 117


viii

Nasıl Yaşanır?

7. Soru: Nasıl yaşanır? Yanıt: Her şeyi sorgulayın Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir, ki bundan da emin değilim Hayvanlar ve şeytanlar Olağanüstü cazibe makinesi

122

8. Soru: Nasıl yaşanır? Yanıt: Dükkânın arkasında size ait bir oda bulunsun Yalnız kıçlarının bir yanıyla görenler Gerçek sorumluluklar

153 153 164

9. Soru: Nasıl yaşanır? Yanıt: Candan olun; başkalarıyla birlikte yaşayın Neşeli ve eşlik edilebilir akıl Açıklık, merhamet ve zalimlik

169 169 172

10. Soru: Nasıl yaşanır? Yanıt: Alışkanlık uykusundan uyanın Her şey bakış açınıza bağlı Soylu vahşi

181 181 188

11. Soru: Nasıl yaşanır? Yanıt: Ölçülü yaşayın Sıcaklığı bir düşür, bir arttır

194 194

12. Soru: Nasıl yaşanır? Yanıt: İnsanlığınızı koruyun Terör Kahraman

201 201 213

13. Soru: Nasıl yaşanır? Yanıt: Daha önce kimsenin yapmadığı bir şeyi yapın Barok çağın çok satanı

220 220

14. Soru: Nasıl yaşanır? Yanıt: Dünyayı görün Yolculuklar

225 225

122 132 141


İçindekiler

ix

15. Soru: Nasıl yaşanır? Yanıt: İşinizi iyi yapın ama çok da iyi yapmayın Belediye Başkanı Ahlaki itirazlar Görevler ve suikastler

243 243 250 256

16. Soru: Nasıl yaşanır? Yanıt: Tesadüfen filozof olun On beş İngiliz ve bir İrlandalı

272 272

17. Soru: Nasıl yaşanır? Yanıt: Her şeyi iyice düşünüp taşının, hiçbir şeyden pişman olmayın Je ne regrette rien

284 284

18. Soru: Nasıl yaşanır? Yanıt: Kontrolü bırakın Kız evlat ve mürit Editör savaşları Yeniden düzenlenen ve büyülenen Montaigne

289 289 301 305

19. Soru: Nasıl yaşanır? Yanıt: Sıradan ve kusurlu olun Sıradan olun Kusurlu olun

314 314 316

20. Soru: Nasıl yaşanır? Yanıt: Bırakın da yanıtı hayat versin Son değil

319 319

Kronoloji

327

Teşekkür

331

Notlar

333

Kaynaklar

367

İllüstrasyonlar

375


Soru: Nasıl yaşanır? mıchel de montaıgne’in yaşamına “nasıl yaşanır?” sorusu çerçevesinden bir bakış ve yanıt adına yirmi deneme

Y

irmi birinci yüzyıl adeta kendini beğenmişlerle dolup taşıyor. İnternetteki blog, tweet, tube, space, face, page veya pod okyanusunda yarım saat kadar dolaşın; kişiliklerine hayran, ilgi görmek için resmen haykıran binlerce bireyle karşılaşacaksınız. Bu insanlar hiç durmaksızın kendilerinden bahsediyorlar; günlük tutuyor, sohbet ediyor, yaptıkları en basit şeylerin bile fotoğrafını yüklüyorlar. Sınır tanımaz derecede dışadönükler, bir yandan da hiç olmadığı kadar kendi iç dünyalarını inceliyorlar. En özel yaşam deneyimlerine derinlemesine daldıkları anlarda bile diğer blogcularla ya da sosyal medya kullanıcılarıyla iletişim halindeler; kişiliklerini, bir şenlik misali, diğerleriyle paylaşmaktan çekinmiyorlar. Kimi iyimserler, zihinlerin bu küresel buluşmasını temel alarak, uluslararası ilişkilerde yeni bir yaklaşım geliştirmeyi denedi. Tarihçi Theodore Zeldin, “The Oxford Muse” (Oxford Perisi) adlı internet sitesini kurdu. Söz konusu site insanları günlük hayatlarını ya da öğrendikleri şeyleri tasvir ederek kısa bir otoportre oluşturmaya teşvik ediyor. Bu bilgiler daha sonra diğer kişilerin okuması ve yorum yapması için sitede yayımlanıyor. Zeldin’e göre, bireylerin iç dünyalarını diğerleriyle paylaşması, insanlar arasında dünya çapında işbirliği geliştirmenin ve güven duygusu yaratmanın en iyi yolu; çünkü milletlere dair kalıp yargıların yerini kanlı canlı, gerçek insanlar alıyor. Zeldin’e göre çağımızın en büyük serüveni dünya üzerinde kimlerin yaşadığını keşfetmek olacak: Onları, “Birer birer tanıyacağız.” İşte bu yüzden The Oxford Muse’da şunlara benzer başlıklı pek çok kişisel deneme ve röportaj yer alıyor: Eğitimli bir Rus, hangi sebeplerle Oxford’da temizlik işçisi olarak çalışır Kuaförlük mesleği kusursuzluk ihtiyacını nasıl karşılar Otoportrenizi yazmaya başlayınca, düşündüğünüz kişi olmadığınızı nasıl anlarsınız


2

Nasıl Yaşanır? İçki içip dans etmediğinizde neler keşfedersiniz Kişi kendisi hakkında yazarken, sözle aktardıklarına neler ekler Aynı anda hem başarılı, hem tembel nasıl olunur Bir şef nasıl şef kat gösterir

Katılımcılar, onları başkalarından farklı kılan şeyleri dile getirmeye çalışırken, aslında herkesle paylaştıkları şeyi, yani, “insan olma deneyimi”ni ortaya koyuyorlar.


Nasıl yaşanır?

3

Bu düşünce –yani, kendinden bahsederek başkalarının insanlığına ayna tutma fikri– en baştan beri yoktu. Birilerinin bunu icat etmesi gerekti. Pek çok kültürel buluşun tersine, bu fikrin kökenini tek bir kişiye dayandırmak mümkün: Michel Eyquem de Montaigne. 1533–1592 yıllarında Fransa’nın güneybatısındaki Périgord bölgesinde yaşayan Montaigne, bir soylu, devlet memuru ve şarap üreticisiydi. Montaigne bu fikre nereden vardı? Basitçe: Yaparak. Döneminin çoğu anı yazarının aksine, kendi muhteşem başarılarını kaydetmek amacıyla yazmadı. Tarihsel olayları görgü tanığı ağzından da aktarmadı ki istese bunu yapabilirdi: Montaigne’in kitabını yazdığı on yıllar boyu süren dini içsavaşlar ülkesini neredeyse mahvediyordu. O, babasının kuşağının umut dolu idealizminden yoksun bir jenerasyonun üyesiydi; toplumsal acılara, özel yaşamına odaklanarak uyum sağladı. Yaşanan kargaşaya göğüs gerdi, çiftliğinin idaresiyle uğraştı. Sulh hâkimliği yaptı, davalara baktı ve Bordeaux’nun gelmiş geçmiş en tasasız, en neşeli, en babacan belediye başkanı oldu. Hep yazdı; basit başlıklar verdiği kısa, açıklayıcı metinler kaleme aldı: Dostluk Yamyamlar Üzerine Giyinme Alışkanlığı Üzerine Gülmek ve Ağlamak Ad–San Üzerine Kokular Üzerine Yaşayan Ölüler Başparmak Üzerine Aklımız Kendini Nasıl Engelliyor Her Şey Mevsiminde Arabalar Üzerine Deneyim Üzerine Bunlar gibi, toplam yüz yedi deneme yazdı. Bazıları bir iki sayfa uzunluğunda, diğerleriyse çok daha uzun; hepsi bir arada bin sayfayı geçiyor. Denemeler nadiren okura bir şey öğretmeye ya da açıklamaya çalışıyor; Montaigne, eline kalemi alıp aklından geçenleri yazıveren biri gibi sunuyor kendini, yaşadıklarını ve ruh hallerini, bizzat deneyimlerken


4

Nasıl Yaşanır?

kelimelere döküyor. Sonra, bu deneyimlerden yola çıkarak kendisine sorular yöneltiyor; ki bunların başında, Montaigne’i olduğu kadar çağdaşlarını da büyüleyen o en büyük soru geliyor: “Nasıl yaşanır?” “Nasıl yaşanır?” sorusu, etik bir soru olan “Nasıl yaşamalı?” ile aynı soru değildir. Ahlaki ikilemler Montaigne’in ilgi alanına girerdi, ancak asıl merak ettiği, insanların ne yapmaları gerektiğinden çok, ne yaptıklarıydı. İyi bir hayat nasıl yaşanır; bunu bilmek isterdi. Ancak iyi hayattan kastı sadece dürüst ve onurlu bir yaşam değildi; insan olmanın gerektirdiği her şeyi sonuna kadar tadan, tatmin edici ve ongun bir yaşamdan bahsediyordu Montaigne. Bu soru onu hem yazmaya, hem de okumaya itti, çünkü geçmişteki ve gelecekteki bütün insanların yaşamını merak ediyordu. İnsan davranışlarının ardındaki duygu ve güdüler kendini bildi bileli ilgisini çekmişti. İşinde gücünde birine en yakın örnek kendisi olduğu için, diğer insanlar kadar kendisini de merak ediyordu. “Nasıl yaşanır?” gibi makul bir soru, pek çok başka pragmatik soruya bölündü. Diğer herkes gibi Montaigne’in de karşısına varoluşun temel sorunları çıktı: ölüm korkusuyla nasıl başa çıkarsınız; çocuğunuzu ya da


Nasıl yaşanır?

5

çok sevdiğiniz bir dostunuzu kaybetmenin üstesinden nasıl gelirsiniz; kusurlarınızla nasıl barışırsınız; yaşanmadan elinizden kayıp gitmesin diye hayatınızın her anının hakkını nasıl verirsiniz? Fakat yanıt bekleyen daha küçük bilmeceler de vardı: eşinizle ya da uşağınızla gereksiz yere tartışmamayı nasıl başarırsınız; bir cadı tarafından lanetlendiğine inanan dostunuzu öyle olmadığına nasıl ikna edersiniz; ağlayan komşunuzu nasıl teselli edersiniz; evinizi nasıl korursunuz? Diyelim haydutlar kararsız kaldı; ya sizi öldürecekler ya da fidye için rehin alacaklar; böyle bir durumda izlemeniz gereken en iyi strateji nedir? Diyelim ki dadısının kızınıza onaylamadığınız bir şeyler öğrettiğine kulak misafiri oldunuz; müdahale etmek doğru olur mu? Bir kabadayı ile nasıl başa çıkarsınız? Oturup kitabınızı yazmak isterken sizinle oyun oynamak isteyen köpeğinize ne dersiniz? Montaigne bu sorulara soyut yanıtlar vermek yerine her seferinde kendisinin ne yaptığını ve ne hissettiğini anlatıyor. Durumu aklımızda iyice canlandırabilmemiz için detay vermekten kaçınmıyor, hatta bazen aşırıya kaçıyor. Durup dururken sevdiği tek meyvenin kavun olduğunu öğreniyoruz. Ayakta yerine yatakta sevişmeyi tercih ettiğini, şarkı söylemeyi hiç beceremediğini, şen şakrak dostlara bayıldığını ve hazırcevap birine rastladı mı çok keyiflendiğini söylüyor. Ancak anlattıkları bunlarla sınırlı değil; kelimelere dökülmesi o kadar kolay olmayan, hatta kişinin deneyimlerken farkında bile olmayacağı duyguları tarif ediyor bir yandan da: Örneğin; tembel, cesur ya da kararsız olmak, kendini kibre kaptırmak, saplantılı bir korkudan kurtulmak, nasıl bir duygudur? Salt yaşamanın nasıl bir his olduğunu bile yazıyor. Bu tip meseleleri yirmi yıl boyunca araştırmayı sürdüren Montaigne, döne döne kendisini sorgulayarak, en sonunda kendine dair “hareket halinde” bir otoportre oluşturuyor. O kadar canlı bir resim ki bu, sayfadan kalkıp yanınıza oturuyor ve omzunuzun üzerinden sizinle birlikte okumaya başlıyor. Şaşırtıcı şeyler söyleyebiliyor: Montaigne’in neredeyse beş yüz yıl önceki doğumundan bu yana pek çok şey değişti; o zamanın tutum ve inançlarını değil anlamak, tanımak bile mümkün değil. Yine de Montaigne okumak, hiç durmadan bildik durumlarla karşılaşmaktan şok ardına şok yaşamak demek; bu da onunla 21. yüzyıl okuru arasındaki yüzyılları tek kalemde silip atıyor. Okurları hâlâ onda kendilerini görmeyi sürdürüyor; tıpkı Oxford Muse sayfasını ziyaret edenler gibi: Onlar da


6

Nasıl Yaşanır?

eğitimli bir Rus’un neden temizlikçi olarak çalıştığını anlatan hikâyede kendilerini ya da kendilerinden bir parçayı buluyorlar. Gazeteci Bernard Levin 1991’de The Times için kaleme aldığı makalede şöyle diyordu: “Montaigne okurken aniden kitabı kapatıp şu soruyu kendine sormayan varsa alnını karışlarım: ‘Benim hakkımda bu kadar çok şeyi nereden biliyor?’ ” Yanıt –elbette– kendisini bildiği için biliyor. Buna karşılık insanlar da onu anlıyorlar, çünkü onlar da kendileri hakkındaki “tüm o meseleler”i aslında biliyorlar. İlk tutkulu okurlarından biri olan Blaise Pascal, 17. yüzyılda şöyle yazmıştı: “Denemeler’de gördüklerimin hepsini Montaigne’de değil, kendimde buluyorum.” Romancı Virginia Woolf, insanların bir sergi salonunda gezinen ziyaretçiler gibi Montaigne’in otoportresi önünden geçtiklerini hayal ediyor. Herkes tek tek tablonun önünde duruyor ve aynadaki yansımalara bakıyor. “Tablonun önü hep kalabalık; insanlar derinliklerine bakıyor ve orada kendi yüzlerinin yansımasını görüyor. Ne kadar uzun bakarlarsa o kadar çok şey görüyorlar, ama ne gördüklerini hiçbir zaman tam olarak dile getiremiyorlar.” Portrenin yüzü ile kendi yüzleri bir oluyor. İnsanlar, Woolf ’a göre, birbirlerine genelde bu şekilde tepki veriyor. Otobüslerde, metroda birbirimizi gördüğümüzde aynaya bakıyoruz… Gelecekte romancılar bu yansımaların önemini daha iyi kavrayacak. Çünkü elbette tek bir tane değil, sonsuz sayıda yansıma var; keşfedecekleri derinlikler, kovalayacakları hayaletler, bunlar olacak… Montaigne, Woolf ’un sözünü ettiği şekilde yazan ilk yazardır ve bunu –sırf felsefe ya da saf yaratı kullanmak yerine– kendi hayatından gelen sonsuz malzemeyle yapmıştır. En insani ve sosyal yazar oydu. Kitle iletişim çağında yaşasaydı, ne boyutlarda sosyal olunabileceğini gördüğünde herhalde küçük dilini yutardı: Galeride artık onlar ya da yüzlerce kişi yok; milyonlarca insan farklı açılardan yansımalarıyla karşılaşıp duruyor. Tabii tüm bunların etkisi –Montaigne’in çağında olduğu kadar bizimkinde de– baş döndürücü olabiliyor. 16. yüzyıldan bir Montaigne hayranı, Tabourot des Accords, Denemeler’i okuyan herkesin onu kendisinin yazdığı hissine kapıldığını söylemişti. İki yüz elli yıl kadar sonra filozof Ralph Waldo Emerson neredeyse aynı sözcüklerle aynı şeyi


Nasıl yaşanır?

7

söyledi: “Bu kitabı, yaşadığım başka bir hayatta yazmışım gibi geliyordu bana.” “Anlattıklarını o kadar içten benimsedim ki,” demişti 20. yüzyıl romancısı André Gide, “o, benmişim gibi geliyor.” İkinci Dünya Savaşı sırasında sürgün edilince intiharın eşiğine gelen Avusturyalı yazar Stefan Zweig, dosta ihtiyaç duyduğunda tek gerçek arkadaşının Montaigne olduğunu gördü: “İşte buradaki ‘sen’de yansıyan bir ‘ben’ var; işte burası, bütün uzaklıkların ortadan kalktığı yer.” Basılı sayfa gözden yiter, kanlı canlı biri odaya girer. “Dört yüz yıl duman gibi dağılır gider.” İnternet kitapçısı Amazon.com’daki yorumlar da bunlardan farklı değil. Bir okur Denemeler’i, “kitaptan çok hayat arkadaşı”na benzetiyor. Bir diğeriyse kitabın gelmiş geçmiş en iyi arkadaşınız olacağından emin. Kitabı başucundan ayırmayan bir başka okur, (toplu baskının) bütün gün yanında taşıyamayacağı kadar büyük olmasından hayıflanıyor. Bir başkası, “Hayat boyu okunacak malzeme var burada” diyor, “Böylesine kalın bir klasik olmasına rağmen dün yazılmış gibi; halbuki dün yazılsaydı, Montaigne bugün Hello! dergisine kapak olurdu.” Tüm bunları mümkün kılan, Denemeler’in öyle büyük bir anlamının olmaması; bir şey kanıtlamaya çalışmaz, bir sav ileri sürmez. Size dair bir planı yoktur; onunla dilediğinizi yapabilirsiniz. Montaigne içindekileri ortaya döker; bir sayfada söylediği bir sonraki sayfada –hatta cümlede– söyledikleriyle çelişecek diye bir endişesi yoktur. Walt Whitman’ın şu dizelerini sloganı yapmıştır adeta: Kendimle çelişiyor muyum? Ne güzel, çelişiyorsam çelişiyorum (Demek ki çok genişim, içimde her şeyden var.) Birkaç cümlede bir önündeki meseleye farklı açıdan bakmak geliyor aklına; böylece yön değiştiriyor. En mantıksız olduğu, iyice uçtuğu anlarda bile kalemi düşüncelerini takip ediyor. “Konumu (kendimi) hep aynı halde bulundurmak elimde değil” diyor. “Tabii bir sarhoşlukla, salına serpile yürüyüp gidiyor.” İster dilediğiniz yere kadar peşinden gidin, ister onu kendi haline bırakın, eninde sonunda yollarınız yine kesişecektir. Bu şekilde yazarak yeni bir tür yaratan Montaigne, onun için yeni bir terim de düşündü: Essais, yani deneme. Günümüzde “deneme” deyince insanın aklına sıkıcı makaleler, okulda yazmak zorunda kaldığı giriş,


8

Nasıl Yaşanır?

gelişme, sonuçlu ödevler geliyor. Bu tür yazılar Montaigne’in zamanında da vardı, ancak essais yoktu. Essayer Fransızcada basitçe denemek anlamına gelir; bir şeyi sınamak, ele alıp tartmak ya da tatmak manasında kullanılır. 17. yüzyıldan bir Montaigne okuru bunu şöyle açıklar; denemek, düzgün atış yapıp yapmadığını görmek için bir silahı ateşlemektir ya da terbiye edilebilir mi diye bir ata yular bağlamaktır. Montaigne gördü ki silah dört bir yana patlıyor, atsa yularından kurtulup kaçmış, kendini


Nasıl yaşanır?

9

oradan oraya atıyor; ama bu durum onu hiç rahatsız etmedi. Tersine, çalışmasının öngörülemeyen sonuçlar vermesinden memnuniyet duydu. Edebiyatı kökünden değiştireceğim düşüncesiyle yola koyulmuş olmayabilir, ancak geriye dönüp bakıldığında şu aşikâr; Montaigne ne yaptığının bilincindeydi. “Dünyada kendi türünde tek kitap bu,” diye yazmıştı, “vahşi ve egzantrik bir planı var.” Ya da daha doğrusu –görüldüğü üzere– hiçbir planı yoktu. Denemeler baştan sona, düzgün bir sırayla yazılmadı. 1572’den 1592’ye, tıpkı bir mercan kayalığı gibi, ağır ağır büyüdü. Tek bir şey sonunu getirebildi, o da Montaigne’in ölümüydü. Başka bir açıdan bakarsak, aslında hiç bitmedi. Durmadan yazılarak değil, durmadan okunarak büyümeye devam etti. Her yeni okuma, yeni bir Denemeler anlamına gelir; çünkü okurlar Montaigne’in yazdıklarına kendi özel bakış açılarından yaklaşıyor, kendi yaşam deneyimleriyle katkıda bulunuyorlar. İşte bu nedenle Denemeler bir kitaptan çok daha fazlasıdır. Montaigne ve onu tanıma şansını elde etmiş kişiler arasında yüzyıllardır sürüp giden bir diyalogdur; konuşulanlar tarih boyunca değişse de, her seferinde, “Benim hakkımda bu kadar çok şeyi nereden biliyor?” çığlığı ile başlar. Bu kitap Montaigne hakkında; kişiliği ve yazar kimliği üzerine. Biraz da o dört yüz yıldır sürüp giden diyalogları anlatıyor, paylaşılan özel sohbetlerin bir birikimi gibi. Tuhaf bir yolculuk olacak bizimkisi, bol sarsıntılı; Montaigne’in kitabı da zamanın içinden çakıltaşı gibi kayıp gitmedi. Ne yöne gittiği belli olmadan yuvarlanıp durdu, toz toprak topladı, bazen engellere takıldı. Benim hikâyem de akıntıyla hareket ediyor. Sık sık yön değiştirerek, “salına serpile yürüyüp gidiyor.” Başta Montaigne’den pek uzaklaşmıyor: Yaşamı, kişiliği ve yazarlığından söz ediyor. Daha sonra kitabında anlattığı öykülere giriyor, okurlarından (en yenilerine kadar) bahsediyor. Bu, 21. yüzyıla ait bir kitap olduğuna göre, kaçınılmaz olarak 21. yüzyıla ait bir Montaigne sayfalarına siniyor. Montaigne’in en sevdiği atasözlerinden birinin de dediği gibi; kendi bakış açımızdan kaçış yok: Sadece kendi bacaklarımızın üzerinde yürüyebilir, sadece kendi kıçımızın üzerine oturabiliriz. Denemeler’i eline alan hemen herkes ondan bir şey talep eder. Bu eğlence ya da aydınlanma olabilir. Ya da daha kişisel bir soruna çözüm arayışındadırlar belki. Montaigne’e nasıl yaklaşması gerektiği üzerine kafa yoran bir arkadaşına tavsiyede bulunan romancı Gustave Flaubert’in söylediği gibi:


10

Nasıl Yaşanır? Onu çocuklar gibi oyalanmak için ya da hırslı tipler gibi bir şeyler öğrenmek için okuma; hayır, onu yaşamak için oku.

Flaubert’in bu sözünden çok etkilendiğimden, Montaigne’in hayatı ve sonrasındaki karmaşada yolumu bulabilmek için kendime cankurtaran ipi yaptığım “Nasıl yaşanır?” sorusuna tutunuyorum. Kitabın başından sonuna bu soru hiç değişmiyor, ancak bölümler yirmi farklı yanıt şeklini alıyor; bunların her biri, Montaigne’in vereceğini hayal ettiğim yanıtlar. Gerçekteyse, Montaigne sorulara soruyla cevap vermiş, bolca anekdot kullanmış, işi bambaşka yönlere götürüp çorba etmiş, çelişkili sonuçlara varmıştı. Ancak tüm bu sorular ve öyküler onun yanıtlarıydı ya da soruyu yanıtlamak için yaptığı denemelerdi.


Nasıl yaşanır?

11

Benzer şekilde, bu kitapta yer alan yirmi yanıt denemesi de anekdot biçiminde olacak: Kimi zaman Montaigne’in yaşamından, kimi zaman okurlarının hayatlarından bir anı ya da temayı alıp derinlemesine inceleyecek. Kitapta paket çözümler sunulmuyor, ancak önerilen yanıtlar, Montaigne üzerine sürüp giden sohbete kulak misafiri olmamızı ve böylece Montaigne’in dostluğunu bizzat keyifle yaşamamızı sağlıyor.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.