Ve İşte Onu Böyle Kaybedersin Örnek Sayfalar

Page 1

Ve İşte Onu Böyle Kaybedersin


VE İŞTE ONU BÖYLE KAYBEDERSİN

JUNOT DÍAZ

Özgün ismi: This Is How You Lose Her © 2012, Junot Díaz Bu kitabın Türkçe yayın hakları Anatolialit Telif Ajansı aracılığıyla alınmıştır.

Türkçe yayın hakları: © 2013 Bkz Yayıncılık Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti. Sertifika No: 12746 Domingo, Bkz Yayıncılık markasıdır. Çeviri: Avi Pardo Kapak Uyarlama: Ayşe Nur Ataysoy Sayfa Uyarlama: Bahadır Erşık Özgün Tasarım: Nicole Laroche ISBN: 978-605-4729-14-2 Baskı: Ekim 2013 Ertem Basım Ltd. Şti. Nasuh Akar Mahallesi 25. Sokak No 19 Balgat Ankara Tel: (312) 640 16 23 Sertifika No: 16031 Tüm hakları saklıdır. Bu kitabın tümünün veya içeriğinin herhangi bir bölü­münün yayıncının yazılı izni olmadan, fotokopi yöntemi dahil, elektronik ya da mekanik herhangi bir yolla çoğaltılması yasaktır.

Bkz Yayıncılık Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti. Asmalımescit Mah. Ensiz Sok. No: 2 D: 4 Tünel İstanbul Tel: (212) 245 08 39 e-posta: domingo@domingo.com.tr www.domingo.com.tr


Marilyn Ducksworth ve Mih-Ho Cha için

arkadaşlığınıza, dobralığınıza ve zarafetinize ithafen


1

Güneş, Ay, Yıldızlar N ilda

27

Alma

43

Başka Hayat, Başka Sefer

49

Sıska

77

Pura İlkesi

89

K ış

119

Bayan Lora

147

Aldatanlar İçin Aşk Rehberi

173


Tamam, çalışmadık, ve bütün

anılar güzel değil doğrusunu söylemek gerekirse. Fakat güzel zamanlarımız da oldu.

Aşk güzeldi. Yanımda çarpık uyuyuşunu sevdim ve hiç korkulu düş görmedim. Yıldızlar olmalı

bizimki gibi büyük savaşlar için.

sandra cısneros


Güneş, Ay, Yıldızlar


K

ötü bİrİ değİlİm. Bunun kulağa defansif, ilkesiz gel-

diğini biliyorum; ama doğru. Herkes gibiyim; zayıf,

hata dolu, fakat temelde iyi. Magdalena aynı fikirde olmasa da. Beni tipik bir Dominik erkeği olarak görüyor; şehvet düş-

künü götün teki. Aylar önce, Magda hâlâ benim kızımken ve

neredeyse her konuda aşırı dikkatli olmam gerekmiyorken, onu seksenli yılların tarzında dağınık saçlı bir kızla aldattım. Bunu Magda’ya söylemedim. Bilirsiniz işte. Bu kadar pis ko-

kan bir kemiği hayatının arka bahçesine gömmek daha iyidir. Fakat Magda onu aldattığımı öğrendi, çünkü mahalleli kız ona mektup yazdı. Ayrıntılı bir mektup. Sarhoşken kankalarına bile anlatmayacağın şeyler.

Mesele şu ki, o küçük aptallık biteli aylar olmuştu ve Mag-

da ile aramız düzeliyordu. Birbirimize onu aldattığım kış bo-

yunca olduğumuz kadar uzak değildik. Soğukluk geçmişti. Arada sırada bana geliyordu ve benim taş kafalı kankalarımla takılmaktansa –ben ot içerdim, o sıkıntıdan patlardı– film

seyrediyorduk. Arabaya atlayıp değişik restoranlarda yemek

yiyorduk. Crossroads’da sergilenen oyunu görmeye bile gittik; onun önemli siyahî oyun yazarlarıyla fotoğraflarını çektim, gülümsemekten ağzının menteşeleri yerinden sökülecek izlenimi uyandıran fotoğraflar. Çifttik bir kez daha. Hafta


sonları birbirimizin ailesini ziyaret ediyorduk. Herkes kalk-

madan saatler önce küçük restoranlara gidip kahvaltı ediyor,

birlikte New Brunswick kütüphanesinde zaman geçiyorduk, şu Carnegie’nin vicdan parasıyla inşa ettiği kütüphane. Güzel

bir uyum yakalamıştık. Sonra şu meşhur Mektup bir “Uzay

Yolu” bombası gibi düşüp her şeyi patlattı; geçmişi, şimdiyi, geleceği. Ailesi beni öldürmek istiyor. Son iki yıldır vergi iadesi

beyannamelerini doldurmuş olmamın ya da bahçelerini biçiyor olmamın hiçbir önemi yok. Babası, ki bana oğluymuşum

gibi davranırdı, bana telefonda götün teki olduğumu söylüyor ve kendini telefon kordonuyla boğuyormuş gibi sesler çıkarı-

yor. Sen yok hak etmek ben sana İspanyolca konuşayım, diyor. Woodbridge alışveriş merkezinde Magda’nın arkadaşlarından

biriyle karşılaşıyorum –Claribel, biyoloji diploması ve çekik gözleri olan Ekvatorlu bir hatun– ve bana birilerinin en sevdiği çocuğunu yemişim gibi bakıyor.

Magda ile işlerin nasıl gittiğini duymak bile istemezsiniz.

Beş trenin çarpışması gibi. Bana Cassandra’nın mektubunu fırlattı –mektup beni ıskalayıp Volvo’nun altına yuvarlandı– sonra kaldırıma oturup derin soluklar almaya başladı. Ah, Tanrım, diye inliyordu. Ah, Tanrım.

Kankalarım bu noktada Külliyen İnkâr yöntemine başvura-

caklarını iddia ettiler. Hangi Cassandra? Deneyemeyecek kadar

berbat durumdaydım, kusabilirdim. Yanına oturup bana vurma-

ya çabalayan kollarından tuttum ve beni dinlemek zorundasın, Magda, yoksa anlayamayacaksın, gibi aptalca laflar ettim. ve işte onu böyle kaybedersin

4


Magda’yı anlatayım sİze. Özgün bir Bergenline’lıdır; kısa

boylu, büyük ağızlı, geniş kalçalı ve içinde elini kaybedebileceğin siyah kıvırcık saçları olan bir hatun. Babası fırıncı, annesi kapı kapı gezip çocuk kıyafetleri satar. Katır gibi inatçı olabilir ama

aynı zamanda bağışlayıcıdır. Katolik. Her pazar beni İspanyol Ayini’ne sürükler. Akrabalarından biri hastaysa, özellikle Küba’dakiler, Pennsylvania’daki rahibelere mektup yazıp onlardan

ailesi için dua etmesini ister. Kentin bütün kütüphane memurlarının tanıdığı bir kitap kurdu, öğrencileri tarafından sevilen

bir öğretmen. Benim için sürekli gazetelerden bir şeyler keser, Dominik Cumhuriyeti’ne dair haberler. Onu her hafta görmeme rağmen bana yine de e-postayla klişe mesajlar atar: Beni unutma-

yasın diye. Aldatmak için Magda’dan daha kötüsünü bulamazsın. Her neyse, onu aldattığımı öğrendikten sonra olanları an-

latıp sizi sıkmayacağım. Yalvarmalar, kırık cam parçalarının

üstünde sürünmemeler, ağlamalar. İki hafta boyunca birkaç kez evine gittikten, ona mektuplar gönderdikten ve gecenin

muhtelif saatlerinde aradıktan sonra, durumu toparladık. Bu

tekrar ailesiyle yemek yediğim ya da kız arkadaşlarının barış-

mamızı kutladıkları anlamına gelmiyordu. O kancıklar, Hayır, diyorlardı, Jamás, asla. Magda bile önce barışmaya sıcak bakmıyordu, fakat geçmişin ivmesi benden yanaydı. Bana onu ne-

den yalnız bırakmadığımı sorduğunda ona gerçeği söyledim: Çünkü seni seviyorum, mami. Bunun kulağa bok gibi geldiğini güneş, ay, yıldızlar

5


biliyorum, ama doğru; Magda benim canım. Beni terk etmesini istemiyordum; tek bir kere çuvalladığım için yeni bir kız aramaya başlamak gibi bir niyetim yoktu.

Kolay oldu sanmayın, çünkü olmadı. Magda keçi gibi inat-

çıdır; ilk çıkmaya başladığımızda en az bir ay birlikte olmadan benimle yatmayacağını söyledi ve diretti, donuna girmek

için her şeyi yapmama rağmen. Hassastır da. Kâğıt suyu nasıl emerse o da acıyı öyle emer. Bana söyleyecek miydin, diye kaç kez sorduğunu tahmin edemezsiniz (özellikle sevişmeyi bitirdikten sonra). Bir de, Neden? Bu ikisi favori sorularıydı. Be-

nim favori yanıtlarım, “Evet” ve “Aptalca bir hataydı. Düşünmüyordum,” şeklindeydi.

Cassandra’dan bile konuşuyorduk bazen –genellikle ka-

ranlıkta, birbirimizi göremediğimiz durumlarda. Magda bana Cassandra’yı sevip sevmediğimi sordu ve sevmediğimi söyledim. Onu hâlâ düşünüyor musun? Hayır. Onu sikmek hoşuna

gitti mi? Doğrusunu istersen bebeğim, kötüydü. Bu hiçbir za-

man inandırıcı olmaz ama söylemek zorundasın, ağzından ne kadar aptalca ve sahte çıkarsa çıksın; söyle.

Tekrar bir araya geldikten sonra bir süre her şey olabildi-

ğince iyi gitti.

Fakat sadece bir süre için. Yavaş yavaş, neredeyse sezilemez

bir biçimde, Magda’m başka bir Magda’ya dönüşmeye başladı. Bende eskisi kadar sık kalmak ya da ondan istediğimde sırtımı

kaşımak istemeyen bir Magda. İnsanın fark ettiği şeyler inanılmaz. Eskiden onu telefonla aradığımda başka hatta biriyle ve işte onu böyle kaybedersin

6


konuşuyorsa benden hiçbir zaman onu daha sonra aramamı istemezdi. Öncelik hep bendeydi. Artık değil. Her şey için kız

arkadaşlarını suçladım tabii ki, ona benim hakkımda olumsuz şeyler söylemeye devam ettiklerini biliyordum.

Akıl verenleri olan sadece o değildi. Benim kankalar da,

Siktir et, unut kancığı, diyorlardı. Fakat bütün denemelerimde

başarısız oldum. Magda’ya gerçekten bağlanmıştım. Onun üstünde mesai yapmaya başladım yine, fakat bir türlü sonuç ala-

mıyordum. Gittiğimiz her sinema, arabayla çıktığımız her gece gezintisi, bende kaldığı her gece, benim hakkımda olumsuz bir şeyi doğruluyordu sanki. Kademeli olarak ölmekte olduğumu

hissediyordum, fakat bunu dillendirdiğimde bana paranoyak olduğumu söylüyordu.

Bir ay kadar sonra paranoyak bir zenciyi teyakkuza geçire-

cek türde değişiklikler yapmaya başladı. Saçını kestirdi, daha kaliteli makyaj malzemesi kullanmaya başladı, yeni giysiler sa-

tın aldı, cuma geceleri yeni arkadaşlarıyla dansa gitmeye başladı. Ona seks yapıp yapamayacağımızı sorduğumda, cevabın olumlu

olacağından emin değilim artık. Sık sık Bartleby numarası çekiyor bana; Hayır, yapmamayı yeğlerim. Ona bunun ne olduğunu

sandığını sorduğumda, Ben de bunu çözmeye çalışıyorum, diyor. Ne yaptığını biliyorum. Hayatındaki yerimin sallantıda ol-

duğunu idrak etmemi istiyor. Farkında değilmişim gibi.

Derken Haziran geldi. Gökyüzünde sıcak beyaz bulutlar ge-

ziniyor, arabalar hortumla yıkanıyor, dışarıda müzik çalınmasına izin veriliyordu. Herkes yaza hazırlanıyordu, biz bile. Yılın güneş, ay, yıldızlar

7


başında, yıldönümü hediyesi olarak, Santo Domingo’ya gitmeyi planlamıştık ve gidip gitmeyeceğimize karar vermemiz gereki-

yordu. Bir süredir ufuktaydı, fakat ben kendi kendine çözülecek bir şey olduğunu düşünüyordum. Çözülmeyince, biletleri çıkarıp ona, Bu konuda ne hissediyorsun, diye sordum. Fazla bağlılık ifade ediyormuş gibi.

Daha da kötü olabilirdi. Tatil alt tarafı, Tanrı aşkına. Ben baskı olarak görüyorum. Baskı olması gerekmiyor.

Buna neden takılıp kaldım bilmiyorum. Her gün gündeme

getiriyor, ondan olumlu bir yanıt almaya çalışıyordum. İçinde bulunduğumuz durumdan sıkılmaya başlamıştım belki. Esnemek istiyordum, bir şeyler değişsin istiyordum. Belki de, Evet, gidiyo-

ruz, derse her şeyin eskisi gibi olacağını umuyordum. Hayır, bana göre değil, derse o zaman bittiğini bilecektim en azından.

Gezegenin en bedbaht kaybedenleri olan kankaları ona

tatile çıkmasını ve ondan sonra benimle hiç konuşmamasını öğütlediler. O, tabii ki, bana bunu anlattı, çünkü düşüncelerini

bana anlatmadan duramazdı. Bu öneri hakkında ne düşünüyorsun, diye sordum.

Omuz silkti. Bir fikir.

Kankalarım bile, Zenci, bir saçmalık uğruna bir ton para

harcayacaksın, diyorlardı, fakat ben gerçekten bizim için iyi olacağını düşünüyordum. İçimde, kankalarımın beni tanımadığı bir yerde, iyimserimdir. İkimiz adada, diye geçiriyordum içimden. Bunun onaramayacağı şey mi var? ve işte onu böyle kaybedersin

8


İtİraf etmelİyİm: Santo Domingo’yu severim. Evime, elime

küçük Brugal fincanları tutuşturmaya çalışan blazer ceketli adamların yanına dönmeyi severim. Uçağın yere konuşunu, te-

kerlekler pisti öptüğünde herkesin alkışlamasını severim. Bir tür Küba bağlantısı ya da yüzünde bir ton makyaj bulunma-

yan tek zenci oluşumu severim. On bir yıldır görmediği kızını görmeye giden kızıl saçlı kadını severim. Kucağında bir azizin

kemiklerini tutar gibi tuttuğu hediyeleri severim. “Kızımın memeleri var şimdi,” diye fısıldıyor komşusuna. “Onu son gördü-

ğümde henüz cümle kuramıyordu. Şimdi kadın oldu. Düşün.” Annemin hazırladığı paketleri severim; akrabalar için bir şeyler

ve Magda için bir hediye. Ne olursa olsun bunu ona vereceksin. Bu farklı türde bir öykü olsaydı, size denizi anlatırdım. Bir

hava deliğinden gökyüzüne fışkırtıldığında nasıl göründüğünü. Havalimanından arabayla kente giderken yırtılmış gümüşü andıran denizi gördüğümde eve dönmüş olduğumdan nasıl emin olduğumu. Ne kadar çok yoksul zavallı olduğunu. Ömründe göreceğinden daha çok albino, şaşı zenci ve bıçkın. Trafiği de

anlatırdım size; yirminci yüzyıl sonu otomobillerin bütün tarihini görmek mümkün; hurdası çıkmış otomobillerden, mo-

tosikletlerden, kamyonetlerden ve otobüslerden oluşmuş bir evrenbilim; bir o kadar da eli İngiliz anahtarı tutan her budala-

nın açtığı tamirci. Gecekonduları, su akmayan musluklarımızı, reklam panolarındaki Sam Amcaları ve ailemin oturduğu evin güneş, ay, yıldızlar

9


her zaman güvenli bir sahra helasıyla donatılmış olduğunu

anlatırdım. Dedemi ve onun çiftçi ellerini, orada kalmadığım için ne kadar mutsuz olduğunu anlatırdım; doğduğum sokağı

anlatırdım, XXI. Sokak, nasıl hâlâ varoş olup olmamaya karar vermediğini, yıllardan beridir bu kararsızlık halinde olduğunu.

Fakat bu başka bir öykü olurdu, bununla yeterince sorun

yaşıyorum zaten. Bana güvenmeniz gerekiyor. Santo Domingo, Santo Domingo’dur. Orada neler olup bittiğini biliyormuşuz gibi yapalım.

Melek tozu İçİyor olmalıydım, çünkü ilk iki gün gayet iyi olduğumuzu düşünmüştüm. Tamam, dedemin evinde kapanıp

kalmak Magda’yı fazlasıyla sıkmıştı, bunu dillendirdi hatta –sıkıldım, Yunior– fakat dedemi ziyaret etmek zorunda olduğu-

muzu ona önceden söylemiştim. Sıkılacağını düşünmemiştim; yaşlılarla arası çok iyidir genellikle. Fakat dedemle pek konuş-

madı. Sıcaktan yakınıp on beş şişe su içti. Demek istediğim şu ki, minibüsle başkentten ayrılıp iç kısımlara yolculuk etmeye

başladığımızda ikinci günümüz başlamamıştı bile. Manzara

muhteşemdi –kuraklığa rağmen tarlalar, hatta evler bile, kırmı-

zı tozla kaplanmıştı. Magda’ya geçen yıldan bu yana değişmiş olan şeyleri işaret ediyordum. Yeni Pizzarelli ve sokak çocukla-

rının sattığı küçük plastik su torbaları. Tarihe bile girdim biraz. Burası Trujillo ile Bahriyeli kankalarının gerillaları katlettikleri yer; Şef sevgililerini buraya getirirdi; Balaguer ruhunu şeytana ve işte onu böyle kaybedersin

10


burada sattı. Ve Magda iyi zaman geçiriyor gibi görünüyordu. Başını sallıyordu. Arada sırada küçük bir karşılık veriyordu. Ne diyebilirim ki? Her şeyin yolunda gittiğini düşünmüştüm.

Şimdi geriye baktığımda bazı işaretler vardı diye düşünü-

yorum. Magda sessizdi bir kere. Oysa konuşmayı sever, safi

çenedir. Hatta aramızda bir anlaşma yapmıştık; elimi kaldırıp, Mola, dediğimde püskürttüğü bilgiyi işleyebilmem için en az

iki dakika ara verecektik. Her seferinde utanır, kendini azarlanmış gibi hissederdi. Fakat, Tamam, süre doldu, dediğimde kaldığı yerden devam etmeyecek kadar değil.

Keyfimin yerinde oluşuyla ilgiliydi belki. Haftalardan beri

kendimi ilk kez gevşemiş hissediyor, her an bir şeyler kopabilirmiş gibi davranmıyordum. Gerçi her gece kankalarına rapor vermekte ısrar etmesi canımı sıkıyordu –onu öldürmemi bek-

liyorlarmış gibi– ama her şeye rağmen hiç olmadığımız kadar iyi olduğumuzu düşünüyordum.

Pucamaima yakınında inanılmaz hesaplı bir otelde kalıyor-

duk. Balkonda durmuş karanlık kenti ve kuzeydeki yerleşim birimlerini seyrederken içeride ağladığını duydum. Önce ciddi

bir şey sandım, el fenerini bulup ışığını sıcaktan şişmiş yüzüne tuttum. İyi misin?

Başını salladı. Burada olmak istemiyorum. Ne demek istiyorsun?

Anlamadığın nedir? Ben. Burada. Olmak. İs-te-mi-yo-rum. Benim tanıdığım Magda değildi bu. Benim tanıdığım Mag­

da süper kibardır. Bir kapıyı açmadan önce mutlaka çalar.

güneş, ay, yıldızlar

11


Nedir senin sorunun amına koyiyim! diye bağırmama ra-

mak kaldı. Bağırmadım ama. Onun yerine onu kollarıma alıp bebek gibi salladım, canının neye sıkıldığını sordum. Uzun

süre ağlayıp suskun kaldıktan sonra tekrar konuşmaya başladı. O arada ışıklar tekrar yanmıştı. Bir berduş gibi seyahat etmek istemediğini söyledi. Kumsalda olacağız sanmıştım, dedi. Kumsala gidiceğiz. Yarından sonraki gün. Şimdi gidemez miyiz?

Ne yapabilirdim? Karşımda iç çamaşırıyla durmuş bir şey

söylememi bekliyordu. Ağzımdan ne çıksa beğenirsiniz? Bebeğim, sen ne istersen onu yaparız. La Romana’daki oteli arayıp

erken gelip gelemeyeceğimizi sordum ve ertesi sabah minibüse

atlayıp başkente, orada bir minibüse daha binip La Romana’ya

gittik. Ona tek kelime bile etmedim, o da bana bir şey demedi. Yorgun görünüyor, dışarıdaki dünyayı sanki onunla konuşmasını umuyormuş gibi seyrediyordu.

All-Quisqueya Kefaret Turu’nun üçüncü gününün ortasında

klimalı bungalovda HBO izliyorduk. Tam da Santo Domingo’ya

geldiğimde olmak istediğim yer. Koduğumun tatil köyü. Magda, Trappist’in tekinin yazdığı bir kitabı okuyordu, keyfi biraz yerine gelmiş gibiydi. Ben yatağın kenarına oturmuş hiçbir işe yaramayan haritamla ilgileniyormuşum gibi yapıyordum.

Düşünüyordum. Bunun karşılığında güzel bir şeyi hak edi-

yordum. Bedensel bir şey. Ben ve Magda seks konusunda ol-

dukça rahattık, fakat yaşadığımız ayrılıktan sonra işler değişti. Eskisi gibi düzenli değil bir kere. Haftada bire şükrediyorum. ve işte onu böyle kaybedersin

12


Onu dürtmem, bir şeyler başlatmam gerekiyor, yoksa hiç düzüşmeyeceğiz. Canı çekmiyormuş ayağına yatıyor. Bazen çek-

miyor gerçekten, o zaman ağırdan alıyorum; fakat bazen çeki-

yor, o zaman da amcığını okşamam gerekiyor; benim açılışım, Ne dersin, bebeğim, yapalım mı, deme tarzım böyle. Başını

çevirir; bu da onun, senin hayvani arzularına açıkça boyun eğmeye utanıyorum, fakat parmağını içime daldırmaya devam edersen sana mani olmam, deme tarzıdır.

O gün sorunsuz başladık, fakat yarı yolda, Dur, yapmama-

lıyız, dedi.

Nedenini bilmek istedim.

Kendinden utanıyormuş gibi gözlerini kapattı. Unut gitsin,

dedi, kalçalarını altımda oynatarak. Unut gitsin.

Nerede olduğumuzu sİze söylemek bile istemiyorum. Casa

de Campo’dayız. Utancın Unuttuğu Tatil Köyü. Ortalama bir dallama buraya bayılır. Ada’nın en büyük, en konforlu tatil köyü

ve duvarlarla çevrili bir kaleden farkı yok. Ortalık güvenlik görevlilerinden, tavus kuşlarından ve ağaç budayan bahçıvanlardan

geçilmiyor. Amerika’da reklamını “kendi içinde bir ülke” olarak yapıyor, doğru olabilir. Kendi havalimanı, otuz altı delikli golf

sahası ve biri üstümde tepinse diye ağlayan bembeyaz kumsalları var. Orada göreceğin Dominikliler ya bok gibi paraları olan

tiplerdir ya da çarşafları değiştiriyorlardır. Dedem buraya hiç

gelmedi diyelim. Sizinki de gelmemiştir. Burası García’ların ve güneş, ay, yıldızlar

13


Colón’ların uzun bir ay boyunca kitleleri bastırdıktan sonra dinlenmeye geldikleri, kodamanların yurtdışından meslektaşlarıyla bilgi alışverişi yaptıkları yer. Burada biraz fazla kalırsan gettoya giriş kartın kesin iptal edilir, sorgusuz sualsiz.

Sabah kahvaltısı için erkenden kalkıyoruz. Kahvaltı Jemi-

ma Teyze kıyafeti giymiş neşeli kadınlar tarafından sunuluyor. Sizinle kafa bulmuyorum; hemşireler başlarına mendil bile

bağlıyorlar. Magda ailesine birkaç tane kartpostal yazıyor. Ben geçen günü konuşmak istiyorum, fakat konuyu açtığımda kalemini indiriyor. Güneş gözlüğünü takıyor. Bana baskı yaptığını hissediyorum.

Nasıl baskı yapıyorum sana, diye soruyorum.

Arada sırada kendime zaman ayırmaya ihtiyaç duyuyorum.

Ne zaman seninle olsam benden bir şey istediğin duygusuna kapılıyorum.

Kendine zaman ayırmak mı, diyorum. Bu da ne demek?

Yani gülde belki günde bir kez olsun sen bir şey yaparsın,

ben başka bir şey.

Ne zaman mesela? Şimdi mi?

Şimdi olması gerekmiyor. Bıkkın görünüyor. Neden kum-

sala gitmiyoruz?

Müessesenin ikramı golf arabasına doğru yürürken, ona,

bütün ülkemi reddetmişsin gibi hissediyorum Magda, di­yo­ rum.

Saçmalama. Elini kucağıma koyuyor. Sadece gevşemek is-

temiştim. Bunda yanlış bir şey mi var? ve işte onu böyle kaybedersin

14


Güneş cayır cayır yakıyor ve okyanusun mavisi insanın zih-

ninde yük oluşturuyor. Adanın gerisinin nasıl sorunları varsa Casa de Campo’nun da kumsalları var. Fakat bunlarda merenge yok, küçük çocuklar yok, kızarmış domuz derisi satan seyyar satıcılar yok ve muazzam bir melanin eksikliği göze çarpmak-

ta. Elli adımda bir plaj havlusuna yatmış, denizin kustuğu beyaz bir canavarı andıran en az bir Avrupalı göt var. Felsefe pro-

fesörlerini andırıyorlar, ucuz Foucault’lar, ve çoğunun yanında esmer kıçlı Dominikli kızlar var. Ciddiyim, bu kızlar taş çatlasa on altı yaşındalar, dâhiyane bana sorarsanız. İletişim kurmakta

çektikleri güçlüğe bakarak birbirlerini Rive Gauche günlerinden tanımadıklarını anlamak mümkün.

Magda’nın üstünde kankalarının bana işkence olsun diye

seçtikleri sarı bir bikini, benim üstümde ise “Sonsuza Dek Sandy Hook” yazan bir şort mayo var. İtiraf ediyorum, Magda

umuma açık yerlerde yarı çıplakken kendimi edilgen ve huzur-

suz hissediyorum. Elimi dizinin üstüne koyuyorum. Bana beni sevdiğini söylemeni çok isterdim. Yunior, lütfen.

Benden çok hoşlandığını söyleyebilir misin? Beni rahat bırakır mısın? Veba gibisin.

Kumlara uzanıp kendimi güneşe bırakıyorum. Cesaret kı-

rıcı, Magda ile birlikteliğim. Bir çift gibi durmuyoruz. Magda gülümsediğinde zenciler ona evlilik teklif ederler; ben gülüm-

sediğimde insanlar cüzdanlarını kontrol ederler. Magda buraya

geldiğimizden beri yıldız muamelesi görüyor. Bilirsiniz Ada’ya güneş, ay, yıldızlar

15


sekizde bir zenci kanı taşıyan bir kızla gelmenin nasıl olduğu-

nu. Biraderler sapıtırlar. Otobüse falan bindiğimizde maço tipler, Sen çok güzelsin, yavrum, moduna giriyorlar. Ne zaman suya girsem, bir Akdeniz Aşk Elçisi yanına gelip onunla konuşma-

ya başlıyor. Ben kibar değilim, tabii ki. “İkilesene, panço? Balayındayız biz.” Feci ısrarcı bir tip var örneğin, hatta Magda’yı meme uçlarının etrafındaki kıllarla etkilemek için yakınımı-

za oturuyor. Magda onu yok sayacağına onunla konuşmaya başlayınca onun da Dominikli olduğu anlaşılıyor; Quisqueya

Heights’lı halkını seven bir asistan savcı. Benim savcıları ol-

mam onların yararına diyor. Ben onları anlıyorum hiç olmazsa. İçimden, bu herif bir zamanlar bize patronluk taslayan zenciler

gibi konuşuyor diye geçiriyorum. Tipe üç dakika kadar taham-

mül ettikten sonra Magda’ya, konuşma şu göt herifle, diyorum.

Asistan savcı şaşırıyor. Beni kast etmediğini biliyorum,

diyor.

Aslında, diyorum, seni kast ediyorum.

Bu inanılmaz. Magda ayağa kalkıp suya doğru yürüyor. Kı-

çında kumdan bir yarım ay var. Gerçek bir hayal kırıklığı.

Hemşerim bana bir şeyler daha söylüyor, fakat dinlemiyo-

rum. Magda’nın dönüp yanıma oturduğunda ne söyleyeceğini

biliyorum. Senin ve benim ayrı şeyler yapmamızın zamanı geldi.

O gece havuzun ve Cacıque adında yerel bir barın çevre-

sinde dolanıyorum, Magda ortalıkta yok. Batı New York’lu ve işte onu böyle kaybedersin

16


Dominik asıllı bir hatunla tanışıyorum. Havalı, tabii ki. Melez ve Dyckman’dan bu yana görüp görebileceğiniz en inanılmaz

permaya sahip. Adı Lucy. Ergenlik çağında üç kuziniyle takılmakta. Havuza atlamak için bornozunu çıkardığında karnında örümcek ağını andıran yara izleri görüyorum.

Ayrıca barda konyak içen iki yaşlıca, zengin tiple tanışıyo-

rum. Kendilerini Genel Müdür Yardımcısı ve onun koruması Bárbaro olarak tanıştırıyorlar. Yüzümde taze felaketin ayak

izlerini taşıyor olmalıyım. Sorunlarımı, onlar iki mafya babası ve ben cinayetten söz eden biriymişim gibi dinliyorlar. Acımı

paylaşıyorlar. Sıcaklık bin derece, sivrisinekler dünyayı ele geçireceklermiş gibi vızıldıyorlar ve bu iki kedinin üstünde pahalı

takım elbiseler var. Bárbaro boynuna mor fular bağlamış hatta. Ben mütevazı bir adamım, diyor.

Kalkıp odayı telefonla aramaya gidiyorum. Magda yok. Re-

sepsiyona gidiyorum. Mesaj da yok. Bara dönüp gülümsüyorum. Genel Müdür Yardımcısı otuzlu yaşlarının sonlarında ve

piçin teki için oldukça cool. Bana başka bir kadın bulmamı öğütlüyor. Güzel ve kara olsun, diyor. Cassandra, diye geçiriyorum içimden.

Genel Müdür Yardımcısı elini sallıyor ve insanda bilim kur-

gu izlenimi uyandıran bir çabuklukla Barceló kadehleri beliriyor.

Bir ilişkiyi tekrar canlandırmanın yolu kıskançlıktan geçer,

diyor Genel Müdür Yardımcısı. Bunu Syracuse’de öğrenciyken öğrendim. Bir başka kadınla dans et, onunla merenge yap, o zaman gör bak manitan nasıl eyleme geçiyor.

güneş, ay, yıldızlar

17


Şiddete başvurur demek istiyorsun. Vurdu mu sana?

Ona ilk söylediğimde ağzıma bir tane patlattı.

İyi de, birader, ona neden söyledin, diye soruyor Bárbaro.

Neden inkâr etmedin?

Dostum, bir mektup aldı. Kanıtı vardı.

Genel Müdür Yardımcısı’nın dudaklarında şahane bir gü-

lümseme beliriyor ve o anda neden Genel Müdür Yardımcısı olduğunu anlıyorum. Daha sonra, eve döndüğümde, anneme

bütün bu karmaşayı anlatacağım ve o bana bu biraderin neyin Genel Müdürü olduğunu söyleyecek.

Sadece sevdiklerinde vururlar, diyor.

Amin, diye mırıldanıyor Bârbaro. Amin.

Magda’nın bütün arkadaşları onu Dominikli olduğum

için aldattığımı, Dominikli erkeklerin güvenilmez köpekler olduğunu söylüyorlar. Bütün Dominikli erkekler adına konu-

şabileceğimi sanmıyorum, fakat onların da konuşabileceğini sanmıyorum. Benim bakış açımdan genetik değildi; nedenleri vardı. Nedensellik.

Gerçek şu ki dünyada türbülansa yakalanmayan ilişki yok-

tur. Bizim ilişkimiz için geçerli olduğuna hiç kuşku yoktu.

Ben Brooklyn’de yaşıyordum, o ise ailesiyle birlikte Jer-

sey’de. Her gün telefonda konuşuyor, hafta sonları görüşüyorduk. Genellikle ben ona gidiyordum. Üstelik tam Jersey ve işte onu böyle kaybedersin

18


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.