Tavşan Yılı

Page 1

Arto Paasilinna

TAVŞAN YILI

Çeviri: Cenk Pamay


TAVŞAN YILI Arto Paasilinna Özgün ismi: Jäniksen vuosi © Arto Paasilinna ve WSOY Bu kitap ilk kez 1975 yılında Fince, Jäniksen vuosi adıyla yayımlanmıştır. Kitabın Türkçe yayın hakları Kalem Ajans aracılığıyla Bonnier Rights’tan (Helsinki, Finlandiya) alınmıştır. Türkçe yayın hakları: © 2018 Bkz Yayıncılık Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti. Sertifika No: 12746 Domingo, Bkz Yayıncılık markasıdır. İngilizceden çeviren: Cenk Pamay Editör: Algan Sezgintüredi Kapak illüstrasyonu: Duygu Topçu Kapak tasarımı ve sayfa uygulama: Betül Güzhan ISBN: 978-605-198-030-0 Baskı: Şubat 2018 Karist Baskı Çözümleri Ltd. Şti. Yeşilköy Mah. Atatürk Havalimanı Cad. EGS Business Park Blokları, B Blok, No: 8/20 Bakırköy, İstanbul Tel: (212) 465 92 48 Sertifika No: 22827 Tüm hakları saklıdır. Bu kitabın tümünün veya içeriğinin herhangi bir bölümünün yayıncının yazılı izni olmadan, fotokopi yöntemi dahil, elektronik ya da mekanik herhangi bir yolla çoğaltılması yasaktır.

Bkz Yayıncılık Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti. Şahkulu Mah. Büyük Hendek Cad. Brot Apt. No: 4 D: 10 Beyoğlu İstanbul Tel: (212) 245 08 39 e-posta: domingo@domingo.com.tr www.domingo.com.tr


İçindekiler

1 Yaban Tavşanı 2 Hesap Durumu 3 Ayarlamalar 4 Çimenler 5 Tutuklama 6 İlçe Emniyet Amiri 7 Cumhurbaşkanı 8 Orman Yangını 9 Bataklıkta 10 Kilisede 11 Büyükbaba 12 Kurko 13 Kuzgun 14 Kurban Düşkünü 15 Ayı 16 Akşam Yemeği 17 Yangın 18 Helsinki’ye 19 Zilzurna 20 Aşağılanma 21 Ziyaret 22 Beyaz Deniz 23 Hükümetin Ellerinde 24 Sonsöz

7 12 16 21 25 27 34 41 52 59 66 70 76 82 91 98 101 107 112 121 127 131 139 142



1 Yaban Tavşanı

Yorgun argın iki adam, araba, yol: Batan güneş, tozlu ön camdan dalıyor, gözlerini acıtıyordu. Yaz ortasıydı ama bu kumlu yanyolun manzarası, adamların bitkin gözlerinden kaçıyordu; Fin akşamının güzelliğinin farkında değildi ikisi de. Göreve çıkmış bir muhabir ve bir fotoğrafçı; insanın iyi niyetine inancı kalmamış, orta yaşa yaklaşan iki tatminsiz adam. Gençlik hayallerini gerçekleştirmek şöyle dursun, yanına bile yaklaşamamışlardı. İkisi de hem aldatmış hem aldatılmış birer kocaydı; mide ülseri, her ikisi için de yoldaydı ve günlerini dolduran daha bir sürü endişeleri vardı. Daha demin hırlaşıyorlardı. Helsinki’ye geri mi dönseler yoksa geceyi Heinola’da mı geçirseler diye. Şimdiyse birbirleriyle konuşmuyorlardı. Kabuklu hayvan misali kamburları çıkmış bu iki dalgın adam, o güzel yaz akşamında arabayla yol tepiyor, huysuz hallerinin ne kadar acınası olduğunu bile fark edemiyorlardı. İnatçı, yorucu, bitmek tükenmek bilmeyen bir yolculuktu. Tümseğin tepesinde bir yaban tavşanı yavrusu, yolun ortasında zıplamakla meşguldü. Güneşin kızıllığı altında, yaz sersemliğiyle arka ayakları üzerinde durakladı. Direksiyondaki fotoğrafçı, minik hayvanı gördü ama uyuşmuş beyni fazla yavaş tepki verdi: tozlu şehir ayakkabısı frene asıldı; çok geçti. Afallayan hayvan, arabanın önüne atladı, ön camın köşesine çarptığında boğuk bir ses geldi ve tavşan, ormana doğru kaçtı. “Tanrım! Kır tavşanıydı bu,” dedi muhabir. “Pis hayvan. İyi ki ön camı kırmadı.” Fotoğrafçı arabayı kenara çekti, sonra geri geri kaza yerine sürdü. Muhabir araçtan çıkıp ormana koştu. 7


8

Tavşan Yılı

“E, bir şey görebiliyor musun?” diye seslendi fotoğrafçı umursamazca. Camı indirmişti ama motor hâlâ çalışıyordu. “Ne?” diye bağırdı muhabir. Fotoğrafçı sigara yaktı, gözleri kapalı bir nefes çekti. Sigara parmaklarını yaktığında yeniden uyandı. “Haydi, gel artık! Aptal bir tavşan yüzünden sonsuza kadar burada oyalanamam!” Seyrek ağaçlı ormana pek dalgın giren muhabir, ufak bir araziye varmış, bir hendeğin üstünden atlayıp koyu yeşil çimen kaplı toprak parçasına etraflıca bakmıştı. Çimlerin arasında tavşan yavrusunu görmüştü sonunda. Sol arka bacağı kırılmıştı. Kırık kavalkemiği, yürek burkan bir görüntüyle dışarı sarkıyor, yaklaşan insanı görmesine rağmen hayvana, koşamayacağı kadar fazla acı veriyordu. Muhabir, tavşan yavrusunu yerden kaldırdı ve kollarının arasında tuttu. Hayvan dehşet içindeydi. Adam bir parça dalı kırdı ve mendilinden yırttığı şeritlerle hayvanın arka bacağına bağladı. Küt küt atan kalbi yüzünden kulakları titreyen tavşan, başını minik ön patilerinin arasına gömdü. Geride kalan yoldan hırçın bir devir sesi geldi, kornaya iki kez huysuzca basıldı ve bir bağırış koptu: “Haydi gel artık! Bu ormanda oyalanmaya devam edersen asla Helsinki’ye varamayacağız! Hemen gel yoksa kendi dönüş yolunu kendin bulursun!” Hiç karşılık gelmedi. Muhabir, kollarının arasındaki minicik hayvanla ilgileniyordu. Görünüşe göre sadece bacağı yaralanmıştı. Hayvan gittikçe sakinleşiyordu. Fotoğrafçı araçtan çıktı. Ormana doğru öfkeli bakışlar attı ama yol arkadaşından eser yoktu. Küfretti, bir sigara daha yaktı ve sert adımlarla yeniden yola döndü. Ormandan hâlâ ses gelmiyordu. Sigarayı ayağıyla yolun üstünde söndürüp haykırdı: “Orada kal o zaman! Hoşça kal, manyak herif!” Bir an daha kulak kabarttı ama karşılık alamayınca hiddetle dönüp arabaya tekrar bindi, motora gaz verdi, ayağını debriyajdan çekip fırladı. Tekerler mıcır tükürdü. Araba bir anda gözden kayboldu. Muhabir, kucağında tavşanla hendeğin kenarına oturdu: Dizlerinin üstünde örgü ören, düşüncelere dalmış ihtiyar bir teyzeyi andırıyordu. Arabanın motor sesi gitgide kayboldu. Güneş battı.


Yaban Tavşanı

9

Muhabir, tavşanı çimenlere bıraktı. Bir anlığına kaçmaya kalkışacağından korktu ama hayvan çimlerin üstüne kıvrıldı ve ardından adam yeniden alınca hiç korku belirtisi göstermedi. “Pekâlâ, işte buradayız,” dedi adam kır tavşanına. “Terk edildik.” Durum buydu: bir yaz akşamı, sırtında ceketi, tek başına, ormanda… Sahiden, basbayağı terk edilmişti. Böyle bir durumda insan genellikle ne yapar? Belki de fotoğrafçının çağrılarına karşılık vermeliydim, diye düşündü. Belki de artık yol kenarına çıkması, bir sonraki arabayı beklemesi, otostop çekmesi ve kendi gayretiyle Heinola ya da Helsinki’ye nasıl gideceğini düşünmesi gerekiyordu. Bu düşünce, hiç de cazip gelmiyordu. Muhabir cüzdanına baktı. Birkaç banknot, basın kartı, sağlık sigortası kartı, karısının fotoğrafı, biraz bozuk para, birkaç prezervatif, anahtar demeti, eski bir İşçi Bayramı rozeti. Ayrıca birkaç tükenmez kalem, bir not defteri, bir yüzük. İdare, not defterinin kapağına, Kaarlo Vatanen, gazeteci yazısı bastırmıştı. Sağlık sigortası kartı, Kaarlo Vatanen’in 1942 doğumlu olduğunu belirtiyordu. Vatanen ayağa kalktı, ormandaki ağaçların arasından günbatımının son kızıllığını seyretti, tavşana başını salladı. Yola doğru baktı ama o yöne hareketlenmedi. Tavşanı yerden aldı, usulca ceketinin yan cebine yerleştirdi ve araziden ayrılıp kararan ormana doğru yola koyuldu. Fotoğrafçı, öfkeyle Heinola’ya sürdü. Orada depoyu doldurdu ve muhabirin önerdiği otelde yer ayırttı. Çift kişilik oda tuttu, tozlu giysilerini çıkarıp attı ve duş aldı. Toparlanınca otel restoranına indi. Vatanen’in çok geçmeden geleceğini düşünüyordu. Sonra tüm olan biteni konuşup çözerlerdi. İki üç şişe bira içti ve yemekten sonra daha sert içkilere geçti. Ama muhabirden hâlâ eser yoktu. Fotoğrafçı, gecenin geç saatlerinde hâlâ otel barında oturuyordu. Öfkeli bir pişmanlık içinde siyah bar tezgâhına bakarak düşüncelere daldı. Akşam gelip geçerken olan biten üzerine düşünüp taşınmıştı. Arkadaşını ormanda, neredeyse hiç kimsenin yaşamadığı bir muhitte öylece terk edip gitmenin bir hata olduğu, kafasına sonradan dank etmişti. Ya ormanda bacağını kırdıysa? Ya kaybolduysa? Ya bataklığa saplandıysa? Yoksa bu saate kadar


10

Tavşan Yılı

Heinola’ya çoktan varmış olması gerekirdi, hem de yaya bile olsa, değil mi? Fotoğrafçı, muhabirin Helsinki’deki eşini arasa iyi olacağını düşündü. Kadın uykulu bir sesle Vatanen’den hiç haber almadığını mırıldandı ve arayanın sarhoş olduğunu fark edince telefonu öfkeyle kapadı. Fotoğrafçı aynı numarayı yeniden arayınca kimse açmadı. Vatanen’in karısı, telefonu fişten çekmişti anlaşılan. Fotoğrafçı, gecenin iyice geç saatlerinde taksi çağırdı. Olay yerine geri dönmeye, Vatanen’in hâlâ orada olup olmadığına bakmaya karar vermişti. Taksi sürücüsü, sarhoş müşterisine nereye gitmek istediğini sordu. “Belli bir yere gitmiyorum, sen bu yoldan devam et yeter. Nerede duracağını söylerim.” Sürücü, arkasına baktı. Karanlık ormanın içinden geçip kasabadan uzaklaşıyor, sahiden belli bir yere gitmiyorlardı. Şoför çaktırmadan torpido gözünden bir tabanca çıkarıp bacaklarının arasına, koltuğa koydu. Huzursuzca müşterisini süzdü. Tümseğin tepesine vardıklarında müşterisi, “Burada dur,” dedi. Sürücünün eli tabancaya gitti. Ancak sarhoş adam, bir şey yapmadan arabadan indi ve ormana doğru bağırmaya başladı: “Vatanen! Vatanen!” Karanlık ormandan bir yankı bile gelmedi. “Vatanen! Hey, Vatanen! Orada mısın?” Adam ayakkabılarını çıkardı, paçalarını dizlerine kadar kıvırdı ve ormana doğru çıplak ayak yola koyuldu. Çok geçmeden karanlığın içinde kayboldu. Ağaçların arasından Vatanen’e haykırışları duyuluyordu. Hep beni buluyor bunlar, diye söylendi sürücü. Karanlık ormanda yaklaşık yarım saat süren gürültü patırtıdan sonra müşteri, yola geri döndü. Şoförden bir bez isteyip çamurlu ayaklarını sildi ve ayakkabılarını çıplak ayaklarına geçirdi; çorapları ceket ceplerindeydi herhalde. Heinola’ya geri döndüler. “Vatanen diye birini kaybettin, öyle mi?” “Öyle. Akşam bu tepede bırakmıştım. Şimdiyse ondan hiç iz yok.” “Ben de bir şey görmedim,” dedi sürücü anlayışla.


Yaban Tavşanı

11

Ertesi sabah fotoğrafçı, yaklaşık saat on bir gibi otelde uyandı. Akşamdan kalma berbat bir baş ağrısından kafası çatlıyor, midesi bulanıyordu. Vatanen’in ortadan kaybolduğunu hatırladı. Vatanen’in karısını derhal işinden aramam gerek diye düşündü. “Bir yaban tavşanının peşinden gitti,” diye anlattı kadına. “Bir tepeye doğru... Sonra bir daha geri gelmedi. Elbette bağırmaya devam ettim ama hiç ses vermedi. Ben de onu orada bıraktım. Muhtemelen orada kalmak istiyordu.” Bunun üzerine Vatanen’in eşi, “Sarhoş muydu?” dedi. “Hayır.” “O zaman nerede peki? Adam öylece ortadan kaybolacak değil ya!” “Ama öylece ortadan kayboluverdi işte. Bu durumda, senin yanında değil herhalde, değil mi?” “Hayır, elbette değil. Tanrım, bu adam beni çıldırtacak. Bırak, ne halt ederse etsin. Aslında, doğruca eve gelmesi lazım. Ona söylersin.” “Nasıl söyleyeyim? Nerede olduğunu bile bilmiyorum.” “E ara, bul o zaman. Hiç oyalanmadan beni işten arasın. Ayrıca söyle, bu onun çapkınlığa son çıkışı. Dinle bak, müşterim geldi, kapatmam lazım. Beni aramasını söyle. Güle güle.” Fotoğrafçı, gazete ofisine telefon açtı. “Evet... ayrıca bir şey daha var: Vatanen ortadan kayboldu.” “Hayda... Bu sefer nereye kayboldu?” diye sordu yayın yönetmeni. Fotoğrafçı ona hikâyeyi anlattı. “Canı istediğinde ortaya çıkacaktır, öyle değil mi? Zaten sizin haber, öyle bir iki gün bekletemeyeceğimiz kadar esaslı değil. Döndüğü zaman yayınlarız.” “Ama ya başına bir kaza geldiyse?” Yayın yönetmeni içini rahatlattı: “Gel buraya sen. Başına ne gelmiş olabileceğini düşünüyorsun ki? Hem ayrıca, bu onun sorunu.” “Polise bildireyim mi?” “İstersen karısına bildir. Biliyor mu?” “Biliyor ama pek dert etmedi.” “E, o zaman bizim de derdimiz sayılmaz.”


2 Hesap Durumu

Vatanen, ertesi sabah erken saatte, güzel kokulu bir samanlığın içinde, kuş şakımalarıyla uyandı. Yaban tavşanı, koltukaltında yatıyor, görünüşe göre ahırın çatı kirişinin altındaki kırlangıçların uçuşmasını izliyordu. Ahıra hararetle dalıp çıkan kuşlar, muhtemelen ya yuva yapıyor ya da şimdiden yavrularını besliyorlardı. Güneş, ahırın eğrilip bükülmüş eski kirişleri arasındaki boşluklardan geçerek parlıyordu; bir araya yığılmış samanlar, ılık bir yatağa dönüşmüştü. Vatanen, kollarında tavşanla kalkıp dışarı çıkmadan önce samanların içinde bir saat kadar aylaklık etti. Yaban çiçekleri bürümüş bir çayır ve ötesinde, mırıldanan bir dere vardı. Vatanen tavşanı derenin kenarına koydu, giysilerini çıkardı ve soğuk suya daldı. Kalabalık bir sürü halinde akıntıya karşı yüzen minik balıklar ürktüler; ancak hemen sonra hiç aldırmadan korkularını unutuverdiler. Vatanen’in düşünceleri Helsinki’deki eşine kaydı. Keyfi kaçtı. Karısını sevmiyordu. Pek hoş denemeyecek bir yanı vardı kadının: tüm evlilikleri boyunca kaba ya da nereden bakarsan bak, önceliği kendine vererek davranmıştı. Çirkin, demode ve yersiz giysiler satın almak gibi bir huyu vardı: Hiçbirini uzun süre giymezdi çünkü bir kez giydi mi, albenisi kaçıyordu. Başka birini giysiler kadar kolay bulabilse Vatanen’i de bırakırdı, kesin. Evliliklerinin başında karısı, yaşayacakları evi, yuvayı kurmaya azimle girişmişti. Daireleri, kadın dergilerindeki sığ ve cafcaflı iç dekorasyon fikirlerinden oluşan aşırı miktarda ıvır zıvırla döşeliydi. Dev posterler ve kullanışsız biçimde döşenmiş mobilyalarla eve yapay radikalizm kokusu hâkimdi. Odalarda hasar almadan 12


Hesap Durumu

13

dolaşmak güçtü; tüm eşyalar birbirine aykırıydı. Ev, basbayağı Vatanen’in evliliğine benziyordu. Bir bahar mevsimi eşi hamile kalmış, ancak hemen kürtaj yaptırmıştı: Neymiş efendim, bebek karyolası mobilyaların uyumunu bozarmış. Fakat Vatanen, esas sebebi kürtajdan sonra öğrenmişti: Çocuk, Vatanen’den değildi. “Ölü bir fetüsü mü kıskanıyorsun?” diye patlamıştı karısı konuyu açtığında. “Ciddi olamazsın!” Vatanen, uzanıp su içebilsin diye yavru tavşanı derenin kenarına koydu. Hayvanın minik tavşan dudağı, taze suyu lap lap içmeye koyuldu: Böylesine küçük bir mahlûk için fazlasıyla susamıştı. Hayvan su içmeyi bitirdiğinde dere kıyısındaki yaprak örtüsünün altına girmeye çalıştı. Arka bacağı belli ki hâlâ acıyordu. Acaba Helsinki’ye mi dönsem, diye düşünüyordu Vatanen. Ofiste ne derlerdi sonra? Ne ofisti, ne işti ama! Toplumu kökünden sarmış her türlü illet konusunda büyük bir beceriyle çıt çıkarmazken, sözüm ona suçlarla ilgili hiç durmadan huzursuzluk yayan haftalık bir dergi. Paçavranın kapağında her hafta beş para etmez insanların, arsız hatunların, modellerin, sözde rock yıldızlarından birinin yeni doğmuş bebeğinin yüzü yer alıyordu. Vatanen, gençlik yıllarında büyük bir gazetede muhabirlik yapmaktan, özellikle devlet tarafından baskı altında bırakılmış, hakkındaki gerçekler saptırılmış biriyle röportaj yapma fırsatı bulduğu zamanlarda zevk almıştı. Bu şekilde iyi bir iş yaptığını hissederdi: En azından şu ya da bu haksızlığı yayınlatabiliyordu. Oysa şimdi, aradan geçen yıllardan sonra artık bir iş başardığını düşünmüyordu: Sadece, gereklilikleri yerine getiriyor, kişisel olarak yanlış anlamalara yol açmadıysa kendini mutlu sayıyordu. Meslektaşları da aynı kalıba hapsolmuşlardı: İşlerinde mutsuzdu hepsi, iyi niyete inançları kalmamıştı. Böylesi gazetecilerin, yayıncının ne tarz haber beklediğini anlamak için pazarlama uzmanlarından duymalarına gerek yoktu. Haberler, seri üretim halinde basılıyordu. Dergi başarılıydı ama bunu bilgi aktararak değil, bilgiyi sağarak, önemini boğarak, sohbet dolu bir eğlenceye dönüştürecek kadar üstünde oynayarak elde ediyordu. Ne meslekti sahiden!


14

Tavşan Yılı

Vatanen, makul bir maaş kazanıyordu; buna rağmen sürekli ekonomik sıkıntı içindeydi. Apartman dairesinin kirası ayda bin markkayı buluyordu: Helsinki’deki kiralar çok yüksekti. Kira yüzünden asla kendi evini alabilecek duruma gelemiyordu. Kendine zar zor bir tekne alabilmişti ama bu yüzden epey borca girmişti. Denize açılmak dışında Vatanen’in özel bir uğraşı yoktu. Eşi arada tiyatroya gitmeyi teklif ederdi ama onunla birlikte çıkmaya hiç isteği olmazdı: Zaten evde sesini yeterince duyuyordu. Vatanen iç çekti. Yaz sabahı gitgide aydınlanıyor ancak kasvetli düşünceleri gitgide kararıyordu. Tavşan yemeğini yiyip Vatanen onu cebine koyana kadar bu menfur düşünceler peşini bırakmadı. Sonra, aklında bir amaç varmışçasına batıya, önceki akşam gittiği yöne doğru yola koyuldu ve anayoldan uzak durdu. Ormanın mırıltısı onu mutlu ediyordu. Bir iki dize şarkı mırıldandı. Tavşanın kulakları ceket cebinden dışarı dikildi. Vatanen, bir iki saat sonra bir köye vardı. Anacadde boyunca yürürken kırmızı bir büfeye rastladı. Bir kız, büfenin etrafında oradan oraya koşuşturuyor, görünüşe bakılırsa minik dükkânını açmaya hazırlanıyordu. Vatanen, büfeye doğru gitti, günaydın dedi ve banka oturdu. Kız kepenkleri açtı, büfeye girdi, camlı bölmenin arkasına geçip şöyle dedi: “Artık açığız. Yardımcı olabilir miyim?” Vatanen, sigara ve bir şişe limonata aldı. Kız onu dikkatle inceleyip şöyle dedi: “Kanun kaçağı falan değilsin, değil mi?” “Hayır... Seni korkuttum mu?” “Yo, ondan değil. Ormandan çıktın ya, o yüzden.” Vatanen, cebinden tavşanı çıkardı ve büfe tezgâhının üstünde dolanmasına izin verdi. “A, tavşan!” diye bağırdı kız. “Kır tavşanı. Ben buldum.” “Ah, zavallıcık! Bacağı yaralanmış. Ona havuç getireyim.” Kız büfeden çıktı ve yakındaki bir eve koştu. Çok geçmeden elinde geçen mevsimden kalma bir deste havuçla çıkageldi. Üstlerindeki toprağı biraz limonata dökerek temizledi ve hevesle tavşana verdi ama hayvan yemedi. Kız buna biraz bozuldu.


Hesap Durumu

15

“Pek sevmemiş gibi görünüyor.” “Biraz hasta da ondan. Sizin köyde veteriner yoktur herhalde, değil mi?” “A, var. Mattila var. Buralı değil elbette. Helsinki’den geliyor. Yazları hep burada, kışın gidiyor. Villası şurada, göl kıyısında. Çatıya tırman, hangisi olduğunu göstereyim.” Vatanen, büfenin çatısına tırmandı ve kız ona aşağıdan ne tarafa bakacağını, villanın ne renk olduğunu söyledi. Vatanen, kızın söylediği tarafa baktı, villayı gördü. Ardından kızın elleri kıçından desteklerken aşağı indi. Veteriner tavşana küçük bir iğne yaptı ve arka bacağını özenle bandajladı. “Hayvan şok geçirmiş. Patisi sorunsuz iyileşecek. Kasabaya götürürsen taze marul al. Marulu yiyecektir. İyice yıkamayı unutma, yoksa ishal olur. İçecek olarak temiz sudan başka bir şey verme.” Vatanen geri döndüğünde birkaç adam, büfenin orada işsiz güçsüz oturuyordu. Kız Vatanen’i tanıttı: “İşte geldi: tavşanlı adam.” Adamlar bira içiyorlardı. Yaban tavşanına bayıldılar ve bir sürü soru sordular. Kaç yaşında olduğunu tahmin etmeye çalıştılar. Bir tanesi, ne zaman saman toplamaya gitse ilk iş çayırda bağırdığını, böylece saklanmış tavşan yavruları varsa kaçırdığını anlattı. “Yoksa saman makinesinin bıçaklarına yakalanırlar. Bir yaz, üç tane birden yakalanmıştı. Birinin kulağı kesildi, bir diğerinin arka bacakları gitti, ötekiyse ikiye bölündü. Tavşanları kovaladığım yazlardaysa bir tanesi bile makineye yakalanmadı.” Köy, Vatanen’in kafasına o kadar uymuştu ki evlerden birinin tavan arasını işgal ederek orada birkaç gün kaldı.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.