M AT T H A I G
Çeviri: Kıvanç Güney
ZAMANI DURDURMANIN YOLLARI MATT HAIG Özgün ismi: How to Stop Time © 2017 Matt Haig Bu kitabın Türkçe yayın hakları AnatoliaLit Telif Ajansı aracılığıyla Canongate Books Ltd.’den alınmıştır. Türkçe yayın hakları: © 2018 Bkz Yayıncılık Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti. Domingo, Bkz Yayıncılık markasıdır. Sertifika No: 12746 Çeviri: Kıvanç Güney Editör: Algan Sezgintüredi Özgün kapak tasarımı: Peter Adlington Kapak uyarlama: Betül Güzhan Sayfa uygulama: Bahadır Erşık ISBN: 978 605 198 056 0 Baskı: Ekim 2018 Optimum Basım Tevfikbey Mah. Dr. Ali Demir Cad. No: 51/1 34295 Küçükçekmece İstanbul Tel: 0212 463 71 25 Sertifika No: 41707 Tüm hakları saklıdır. Bu kitabın tümünün veya içeriğinin herhangi bir bölümünün yayıncının yazılı izni olmadan, fotokopi yöntemi dahil, elektronik ya da mekanik herhangi bir yolla çoğaltılması yasaktır.
Bkz Yayıncılık Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti. Şahkulu Mah. Büyük Hendek Cad. Brot Apt. No: 4/10 Beyoğlu İstanbul Tel: (212) 245 08 39 e-posta: domingo@domingo.com.tr www.domingo.com.tr
Andrea’ya
Hendrich’in bir asırdan fazla bir zaman önce New York’taki dairesinde söyledikleri aklıma gelip duruyor. “İlk kural, âşık olmayacaksın,” demişti. “Başka kurallar da var ama esas kural bu. Âşık olmak yok. Âşık kalmak yok. Aşk hayalleri kurmak yok. Bu kurala bağlı kalırsan sorun çıkmaz.” Kıvrılan puro dumanının arasından kasırgada köklerinden sökülmüş ağaçların yattığı Central Park’a dikmiştim bakışlarımı. “Bir daha âşık olacağımı sanmıyorum,” demiştim. Şeytanca sırıtmıştı Hendrich. “Güzel. Yemek yemeyi, müziği, şampanyayı, ekimde nadir görülen güneşli öğleden sonralarını sevmene izin var elbette. Şelale manzaralarını, eski kitapların kokusunu da sevebilirsin ama insanları sevmeyi aklına bile getirme. Duydun mu beni? Sakın insanlara bağlanma ve tanıştıklarına karşı olabildiğince az şey hissetmeye çalış. Yoksa yavaş yavaş aklını yitirirsin…”
BİRİNCİ BÖLÜM Mayıs Sinekleri Arasında Bir Yaşam
Yaşlıyım. Söylemem gereken ilk şey bu. En inanmayacağınız şey. Beni görseniz büyük ihtimalle kırk yaşında olduğumu düşünür ve çok yanılırdınız. Yaşlıyım. Bir ağacın, bir Ming istiridyesinin, Rönesans döneminde yapılmış bir tablonun olabileceği kadar yaşlıyım. Bir fikir vermesi için: Dört yüz küsur yıl önce, 1581 Mart’ının üçünde, eskiden evim olan küçük bir Fransız şatosunun üçüncü katında, annemle babamın yatak odasında doğmuşum. Yılın o zamanı için sıcak bir günmüş herhalde, annem dadısından bütün pencereleri açmasını istemiş. “Tanrı sana gülümsedi,” derdi annem. Ama yaşasa tebessümünün, Tanrı varsa tabii, o günden bugüne kaş çatmaya dönüştüğünü eklerdi herhalde. Annem uzun zaman önce öldü. Diğer yandan ben, ölmedim. Anlayacağınız, bir rahatsızlığım var. Uzun süre hastalık gözüyle baktım ama hastalık doğru sözcük değil aslında. Hastalık, durumun kötüleşmesini ve eriyip bitmeyi çağrıştırıyor. Rahatsızlığım olduğunu söylemek daha doğru. Nadir ama eşsiz değil. Başınıza gelene kadar varlığını bile duymadığınız türden. Resmi tıbbi yayınlarda geçmiyor. Resmi bir adı da yok. Saygın bir doktor tarafından, ilk kez 1890’larda “Anageria” (“anaceriya” diye okunuyor) adı verildi ama sonradan anlayacağınız nedenler yüzünden, bu isim hiçbir zaman yaygınlaşmadı. l
5
Ergenlikte başlıyor. Sonrasındaysa eh, pek bir şey olmuyor. “Mustaripleri” başlangıçta rahatsızlığı fark etmezler. Sonuçta insanlar sabah kalkıp aynaya baktıklarında, önceki gün gördükleri yüzün aynısını görürler. Günler, haftalar hatta aylar boyunca gözle görülür bir değişiklik olmaz. Fakat zaman geçtikçe, yaş günlerinde ve başka yıldönümlerinde yaşlanmadıklarını fark etmeye başlarlar. Aslında yaşlanma durmaz. Devam eder. Sadece çok daha yavaştır. Anageria olanların yaşlanma hızı farklılık gösterebilmekle birlikte genel oran on beşe birdir. Bazıları on üç ya da on dört yılda bir yıl yaşlanır ama bende bu süre on beş yıla yakın. Yani ölümsüz değiliz. Zihnimiz ve bedenimiz olduğu gibi kalmıyor. Yalnızca sürekli değişen bilimin geldiği son aşamadaki bilgilere göre, yaşlanma sürecinin farklı unsurları –moleküler bozulma, bir dokudaki hücreler arasında çapraz bağlanma, (en önemlisi çekirdek DNA’sındaki olmak üzere) hücresel ve moleküler mutasyonlar– bizde farklı bir zaman ölçeğine göre gerçekleşiyor. Saçlarım ağaracak. Dökülebilirler de. Kireçlenme ve işitme kaybı da ihtimal dâhilinde. Yaşlandıkça yakını iyi görememeye başlayabilirim. Sonunda benim de kas kütlem ve hareket kabiliyetim azalacak. Anageria’nın bir tuhaflığı, bağışıklık sisteminizi güçlendirmesi ve sizi (hepsinden olmasa da) birçok virüs ve bakteriden koruması ama sonunda bu bile azalmaya başlıyor. Bilimsel kısmıyla sıkmayayım şimdi ama görünüşe göre kemik iliğimiz en iyi yıllarımızda normalden çok daha fazla kan yenileyici kök hücre –akyuvarlara dönüşenlerden– üretiyor ama bu durumun bizi yaralanmanın veya kötü beslenmenin etkilerinden korumadığını ve ebediyen sürmediğini belirtmekte fayda var. Yani beni sonsuza kadar cinsel gücün doruklarında yaşayacak seksi bir vampir olarak hayal etmeyin. Gerçi dış görünüşünüze göre Napolyon’un ölümüyle Ay’a ilk kez ayak basılması arasında yalnızca on yıl geçtiğinde, sonsuza kadar burada kalacakmışsınız gibi gelebileceğini de söylemem gerekiyor. 6
İnsanların bizden habersiz olmasının nedenlerinden biri, çoğunluğun buna inanmaya hazır olmaması. İnsanların kendi dünya görüşlerine uymayan şeyleri kabul etmemeleri kuraldandır. Kolayca, “Ben dört yüz otuz dokuz yaşındayım,” diyebilirsiniz ama genellikle alacağınız cevap, “Kafayı mı yedin?” veya “Ölü müsün yani?” olacaktır. Bilinmememizin bir başka nedeni, korunuyor olmamız. Bir çeşit örgüt tarafından. Sırrımızı keşfeden ve buna inanan hemen herkes, kısa hayatlarının daha da kısaldığını fark etme eğilimi gösterir. Yani tehlike yalnızca sıradan insanlar değil. Tehlike aynı zamanda içimizde.
7
Sri Lanka, üç hafta önce
Chandrika Seneviratne, tapınağın yüz metre kadar gerisinde, bir ağacın altında, gölgede yatıyordu. Kırışıklarla dolu yüzünde karıncalar geziniyordu. Gözleri kapalıydı. Tepedeki yaprakların hışırdadığını duyup başımı kaldırdım ve yargılayan gözlerle bana bakan bir maymun gördüm. Tuk-tuk sürücüsüne tapınağa gidip maymunlara bakmak istediğimi söylemiştim. Adam yüzünde hemen hiç tüy olmayan bu kızıl-kahverengi türün rilewa maymunu olduğunu söylemişti. “Soyları tükenmek üzere,” demişti sürücü. “Çok azı kaldı. Yaşadıkları yer burası.” Maymun fırlayıp gitti. Yaprakların arasında kayboldu. Eline dokundum. Soğuktu. Yaklaşık bir gündür orada yattığını ve kimsenin onu görmediğini tahmin ettim. Elini tutmaya devam ettim ve ağladım. İçimdeki duyguları tanımlamak zordu. Pişmanlık, rahatlama, üzüntü ve korku karışımı bir dalgaydı kabaran. Chandrika sorularımı cevaplayamayacağı için üzgündüm. Ama onu öldürmek zorunda kalmadığım için de rahatlamıştım. Ölmesi gerektiğini biliyordum. Rahatlama başka bir şeye dönüştü. Belki gerilimden, güneşten ya da kahvaltıda yediğim Sri Lanka usulü yumurta yüzünden kusmaya başladım. Aklımdaki düşünce o anda netleşti. Artık böyle devam edemem. Tapınakta telefon çekmediğinden Hendrich’i aramak için eski bir kale-kent olan Galle’deki otelime dönünceye, cibinliğimin altına kıvrılıp sıcaktan yapış yapış bir halde hiçbir işe yaramadan yavaşça dönen tavan vantilatörüne gözlerimi dikinceye kadar bekledim. 8
“Yapman gerekeni yaptın mı?” dedi Hendrich. Yarı yalan söyleyerek, “Evet,” dedim. Sonuçta istediği olmuştu. “Öldü.” Sonra her zaman sorduğum soruyu sordum. “Onu buldun mu?” “Hayır,” dedi, her zamanki gibi. “Bulamadık. Henüz.” Henüz. Bu söz insanı asırlarca oyalayabilirdi. Ama bu kez içimde yeni bir özgüven vardı. “Hendrich, lütfen artık. Sıradan bir hayat istiyorum. Bu işi yapmak istemiyorum.” Bezgince iç çekti. “Seni görmem lazım. Uzun zaman oldu.”
9