Tekinsiz Kitap Örnek Sayfalar

Page 1

TEKİNSİZ KİTAP Jeremy Dyson

Çeviri: Algan Sezgintüredi


Jeremy Dyson

Tekinsiz Kitap

bir kilometre kadar daha ilerledikten sonra Hinckley Golf Kulübü’nü geçer geçmez bir sol sapak daha göreceksiniz. Burası 1930’ların müstakil ve yarı-müstakil evlerinin bulunduğu yuvarlak bir sokak olan Broadgate Oval’dir. Hinckley, yaklaşık 20 kilometre mesafedeki Leicester’ın banliyölerinden biri ve buna benzer pek çok müreffeh, çekici sokak ve yola sahip. Ben de, siz de eski Nealon Konutu’nun önünden, binaya hiç dikkat etmeden geçip gidebiliriz. 1930’lara ait hoş estetiğinin çekiciliği kesin; binayı bir zamanlar yakın sayılan, artık geçmişte kalmış iki savaş arası döneme bağlayan yeşil boyalı ahşap işlerinde bariz bir tarz görülüyor. Bina, dedemlerin oturduğu, benim büyüdüğüm evler türünden, metafiziksellikten hayal edilemeyecek denli uzak.

gözüm dikiz aynasına takıldı. Arabam eski bir steyşın Peugeot 307; çıkarılıp takılabilen bir bagaj iç kapağı var. Kapak, birkaç hafta önce atık dönüştürme merkezine gittiğimiz günden beri evdeydi. Yani arabaya bindiğimde bagajın iç kapağı yoktu ama aynadan baktığımda bagajın içini görememiştim. Ne demeye görmek istemiştim peki? Çünkü birdenbire bagajda, kıvrılmış, yola çıkar çıkmaz üstüme atlayacak birinin bulunduğu hissine kapılmıştım. Hayal gücümün üzerime salabileceği en klişe, gösterime giremeden doğrudan DVD’ye düşen korku filmi senaryosuydu, biliyordum ama biliyor olmam, içime dolan, arabadan inip bagajı kontrol etme dürtüsünü bastırmama yetmedi. Tam çıkacaktım, gururum ağır bastı. Bir yetişkindim artık. Babaydım. Böylesi akla ziyan dürtülerin idaresinde değildim. Tabii ki arabada, bagajda gizlenen biri yoktu. Bu his, yırtıcılardan korunmak için karanlık köşelere bakma ihtiyacı duyan mağara adamlarından kalma dürtülerden biriydi sadece. Beni kontrolü altına alamazdı. İrademle marşa basıp yola çıktım. Akla inancım, arabada herhangi bir psikopat, ruh veya hortlak bulunmadığının tek başına garantisiydi.

Başlamadan önce, birlikte çıkacağımız yolculuğun başında kitapla ilgili iki hususa değinmeyi gerekli görüyorum. Çalışmalarımın çoğunda onayını aldığım eşim, gazeteci olduğu halde bu kitabı neden Aiden Fox’un bizzat yazmadığını merak ediyordu. Neden araştırmasının bütün meyvelerini kendi toplamak istememişti? Aiden’ın hayal ettiği kitabın, kaleme alamayacağını hissettiği türden bir kitap olduğunu söyleyişini ve kendi tahminimi, yazmayı zaten denediğini ama ya beceremediğini ya da reddedildiğini anlattım eşime. Ancak açıklamam eşimi tatmin etmedi ve açıkçası beni de tam anlamıyla tatmin etmediğini söylemeliyim. Ama girişeceğim işin sarhoşluğuna çoktan kapıldığımdan meseleyi fazla kurcalamaktan kaçındım. Övgü ve yergileri Aiden’la paylaşmaktan memnundum ve durumun doğurabileceği her türlü maddi meselenin kendi içinde çözümlenebileceğini hissediyordum. İkinci husus daha eğlenceli: Nealon Konutu yolculuğuma, sabah mümkün olduğu kadar erken çıkmaya karar vermiştim. Ilkley’den Hinckley’ye en uygun yol M1’i kullanmak ve Sheffield’dan geçmek demekti; sabah trafiğine yakalanmama derdindeydim. Arabaya bindiğimde hava hâlâ karanlıktı ve tam anahtarı kontağa sokacakken

22

Ama dürüst davranmam gerekirse –ki gerektiğini hissediyorum– M621 yoluna çıkana ve güneş, önümdeki Storuton çıkışının üzerinden yükselene kadar arkada birinin bulunduğu hissinden tam kurtulamadığımı söylemeliyim.

23


K

Ak Kuyular, Ilkley

Ben Rhydding Kaplıcaları Leeds Kütüphanesi

Fleetwood Koyu

Tetherdown Kanalı, Wigan yakınları Victoria Deḡirmenleri

Raceby Hastanesi

Eski Nealon Konutu

Beaulieu Manastırı

Şaşırtıcı ölçüde meçhul bir yerden başlıyoruz: Hinckley halkına ya da kasabaya saygısızlık etmek istemem elbette ama Aiden Fox’un aşağıdaki öyküye esin veren olayları anlatan yazısını okuyana dek buranın adını hiç duymamıştım. Birazcık araştırma, kasabanın ne kadar ilgi çekici olduğunu ortaya çıkardı. Öfkeli Hinckley işçilerinin, yerlerini alan makinelere balyozlarla girişmesiyle ilk Luddite* ayaklanması burada başlamış. Belki ironik gelebilir, burası aynı zamanda elektronik müziğin öncülerinden The Human League’in solisti Phil Oakey’nin de doğum yeri. Öykü Fox’a, Greg Kitson adını verdiğim bir beyefendi tarafından yollanmış. Kitson olayların gerçekten yaşandığını iddia ediyor ve yerel gazeteler de bunu, en azından öyküsünün maddi öğelerinin gerçekliğini onaylıyor. Öyküsünü belki Nealon Konutu’nda kaldığı kısa sürenin neden olduğu psikoterapi yüzünden alışılmadık ölçüde açık ve itirafçı bir üslupla anlatmış. Nealon Konutu, Broadgate Oval, 24 numarada görülebilir (her ne kadar artık bomboşsa da). M1 otoyolundan batıya giden A47’ye girip (21 numaralı kavşaktan kolayca ulaşılabilir) 6 kilometre kadar gitmeniz yetecektir. B4468’den sola sapıp

Liskeard ve Looe Union Kanalı

Seçtiḡim Hortlaklı Yerler

* Ludditeler: Sanayi Devrimi’nden sonra makineleşme yüzünden işlerini düşük ücretli, kalifiye olmayan işçilere kaptırınca isyan eden 19. yüzyıl İngiliz tekstil işçileri. Yaptıklarına “İsyanla Pazarlık” taktiği adı verilmiştir. İsyancılara verilen ad (Luddite) söz konusu olaylardan 30 sene önce iki tezgâhı parçalamasıyla makine düşmanlığının simgesi haline gelen ve bir tür Robin Hood’a dönüşen genç işçi Ned Ludd’dan gelmektedir. (ç.n.)

21


Jeremy Dyson

Tekinsiz Kitap

Yolladığı sözde gerçek, yaşanmış öykülerin beni yakalayıveren pençesinde bir şey vardı: Açıkçası bazılarından ürkmüştüm ve bunu iyiye işaret saydım. İnsan bu tarz öykülerde daima ürperti bulmayı umar çünkü. Aiden, benim aksime, inanıyordu ya, inancı meselenin çekiciliğini artırıyordu. Ben bu öykülere, imkânsızlıklarında yatan metaforik ihtimallerin çekiciliğine kapılmış bir yazar gözüyle bakıyordum. Aiden ise çocukluğum gibiydi: erişemeyeceğini hissettiği bir şeye dokunmayı arzuluyordu.

gerçek anlamıyla bir yolculuğa çıkarmaya çabaladım. Az sayıda bile olsa kimi okuru benzeri bir keşif yolculuğuna çıkmaya özendirebileceğim ihtimalinin, bir yerlerde anaları çığlığı basarken peçenin hemen ardında alay edercesine bekleyen gizemin peşine düşen başka çocukların bulunabileceğini bilmenin pek çekici bir yanı var. Belki o çocuklar benim asla beceremediğim şeyi yapar, diğer tarafa ulaşırlar. Kuşkucunun tekiyim belki ama kim oluyorum ki kelimelere dökülemeyenle bir kez daha karşılaşmayı reddedeyim?

Ürkütücü yerler beni daima büyülemiştir. Kapağında, kitabın fotoğraflarını çeken kişinin “Campbeltown yakınlarındaki Saddell Manastırı’nda birkaç dakikadan fazla kalamayacak denli dehşete kapıldığı” iddia edilen Tekinsiz Britanya’nın da bunda payı vardır belki. Kesin karar vermemi ve ardından izlediğim yolu çizen, kapaktaki bu alıntıyı hatırlamam oldu. Öykülerden bazıları ilk okumamın ardından içimi kalıcı, tuhaf bir dehşetle doldurmuştu. Bu güçlü tepki, konunun daha fazla keşfedilmeyi hak ettiği kanaatini uyandırmıştı. Diğer odadaki kitaptan ürken çocuğun aksine, artık korku yaratan şeyleri keşfetme, derinliklerine bakma isteğiyle doluydum. Karşıma sahici bir “saha çalışması” fırsatı çıkmıştı; Hippisley Coxe’a öykünerek Aiden Fox’un derlemesindeki yerlerden mümkün olduğunca fazlasına gitmeye (özellikle çoğunun sevgili Yorkshire’ımda bulunmasına bakarak) karar verdim. Ve galiba üslubuma son şeklini veren de bu kararım oldu. Pek çok bakımdan bu kitap, akılcı bir yetişkinin, çocuğun kendini akıl dışında yitirmeye yönelik merakı ve dürtüsüne yaptığı bir yolculuğun kaydı… Çocukluğumda gizeme özlem duymuş, içine dalmak, tecrübe etmek istemiştim. Yetişkin olarak istediğimse gizemin ne olduğunu, ardında neyin yattığını, gerçekte ne anlama geldiğini ve bunların bir sonucu olarak belki neyin sahici gerçek olduğunu öğrenmekti. Yani bu kitap, aynı zamanda bir kılavuz: Siz okurları hem mecazen hem de

Jeremy Dyson Yorkshire, 2012

18

19


Jeremy Dyson

Tekinsiz Kitap

içeriğindendi korkum. Her halükârda, karanlık, rüzgârlı gecelerde veya evde yalnız kaldığımda —ergenliğimde bile— yatmadan önce o kitabı götürüp başka bir odaya koyardım. Kurgudan da Tuhaf, dünyanın çeşitli yerlerinden kapkaranlık ve ürkütücü efsaneleri alıp farklı yazarların kalemlerinden kısa öykülere dönüştürmüş bir derlemeydi. Kahramanlarının hayali iç monologları ve yaptıklarını yapma nedenleri öykülere, aynı türdeki kitapların dümdüz anlatılarında bulunmayan bir dosdoğruluk ve canlılık katıyordu. Bir gözbağcılık numarasıydı herhalde: yazarlar, sayfalarda karakterler (gerçek kişilerin kurgusal çeşitlemelerini) yaratarak okurun özgün tecrübeyi tatmasına, ilgili dehşet verici (ve imkânsız) olayla karşılaşıldığında hissedilenleri hissetmesine olanak tanıyorlardı. Kuzey Yorkshire kırlarına musallat kurt-adamsı bir yaratığı anlatan “Goathland’daki* Gytrash**”, Cotswolds taraflarındaki bir köyde geçen ürpertici cadı öyküsü “Campden Mucizesi” ve Maori iblislerinin eline düşmüş bir genci konu alan “Tapu” kitapta en sevdiklerimdi.

* Goathland: Kuzey Yorkshire’da bir köy. (ç.n.) ** İngiltere’nin kuzeyinde, ıssız yollara musallat olup karanlığa kalmış yolculara, gezginlere saldıran efsanevi siyah dev köpek. (ç.n.)

yerel gazete ve radyolarda görev almıştı. Britanya Adaları’nın mit ve efsanelerine ilgisi vardı ve yıllar boyunca çeşitli ürkütücü veya doğaüstü öyküleri aktardığı bir dizi köşe yazısı kaleme almıştı. Daha da ilginci, köşesinin adı “Kurgudan da Tuhaf”tı. Yıllar boyu derlediği anlatıları bir kitapta toplamak arzusundaydı. E-postasında işbirliğine açık olduğunu, öykülerini hakkını vererek kaleme alabilecek bir yazar aradığını söylemişti. Köşesi bildik iki bin sözcükle sınırlıydı ve daima canlı, hercai bir üslup kullanmıştı. Artık arzusu, bu “gerçek yaşam” öykülerini daha doyurucu, daha edebi bir dille sunmaktı. Esasen, Kurgudan da Tuhaf: 50 Gerçek Dehşet Öyküsü’nün modern bir versiyonundan bahsediyordu. O kitaptan haberi var mıydı, bilmiyordum. Vardıysa bile sözünü etmemişti. Genelde bu tür taleplere temkinli yaklaşırım (dört bir yandan bu tür teklifler yağdığından değil tabii, ama eminim pek çok yazara olduğu gibi, bana da ara sıra geliyor) ki çoğunlukla farklı amaçlar taşır. İnsan zamanla kendisine dadanan şahsın muhtemelen aynı anda birçok yazara teklif götürdüğünü fark edebiliyor.. Ancak Aiden Fox bu izlenimi vermedi. Yazdıkları, artık her nedense, bana aradığı yazar olduğumu hissettirdi. E-postasına, kendine yollanmış özgün öykülerden birkaçını eklemişti. Fikre başta mesafeli durmuştum ama öyküler durumu değiştirdi. Birkaç dakika geçmeden kaptırdım kendimi. Aiden Fox’un tekinsizden anladığı açıktı. Yolladığı kupür ve mektuplarda, hayal gücümün yanıt vermeden geçemeyeceği garip bir farklılık vardı. Neşeli ve insancıl biriydi Aiden. İlk bakışta tarife gelecek bir yanı yoktu. Gri takım elbisesi ve yakası iliklenmemiş gömleğiyle gazeteciden çok bir bilgi-işlem memuru zannedilebilirdi. Ama son derece cana yakın ve coşkuluydu, ayrıca ilgi çekici derecede gayeliydi, açıklanamayana dair öyküleri yayma görevinin altında gizli, yüce bir neden yatıyormuşçasına. Zekâsı ve hoş nüktedanlığıyla beni şaşırtarak kuşkularımı giderdi: Aptal ya da kaçık değildi. Rahatlamıştım. Rahatlamıştım çünkü ilk yaklaşımını reddetme içgüdüme rağmen konu ilgimi çekmişti.

16

17

Son birkaç yılda, kuşkucu yetişkin olarak, çoktan yitip gitmiş Kurgudan da Tuhaf: 50 Gerçek Dehşet Öyküsü kitabının anısına kapıldığımı fark ettim. Böyle bir kitap yazsam ve hazzı, özünde geçmişe özlem anlamına gelse bile eskiden yaşadığım kocaman dünyaya tümüyle dönsem ne harika olur, diye düşündüm. Düşüncem boşunaydı tabii çünkü herkesin bu türde öyküleri fazlasıyla kanıksadığını biliyordum. Ayrıca yenilerini aramaya niyetim yoktu. Derken, belki kendi kuşkuculuğuma inat, kader devreye giriverdi: Ajansım bana Aiden Fox adlı bir gazetecinin e-postasını iletti. Fox’u tanımıyordum. O sıralar Bath Chronicle’da çalışıyordu ama otuz yılı aşkın bir süre boyunca güneybatıdaki çeşitli


Jeremy Dyson

Tekinsiz Kitap

Wigton Caddesi’nden çevreyoluna çıktığımızda hava açıktı. Neye benziyordu acaba şu şey? Kurumuş derisi ne renkteydi? Kemikli parmaklarının arasına bir mum konmuş muydu? Kullanılmış mıydı hiç?

Hiç olmamıştı. Olduysa da, ben göremeyeceğime göre, olmasa daha iyiydi…

“Tam senin işin!” “Ne?” “Babanın beli bu haldeyken nasıl tırmanacağız tepeleri?” “Bir tepenin üstünde olduğunu bilmiyordum.” “Ya, ya… Mesele de o zaten. Tek bir tepe değil ki! Nerede bu yer, Tanrı aşkına?” Annem, vücudumuzun bütün açık bölgelerine acımasızca dolan tuz kokulu soğuk rüzgârdan yüzü kıpkırmızı, bakmıştı sessiz babama. “Bir basamak daha çıkmayacağız! Melvyn!” Babamın bu kararı uygulaması bekleniyordu. Kız kardeşim yorgunluktan ağlamaya başlamıştı. Whitby’nin sarp yokuş ara sokaklarında ifadesiz cepheli evlerden ötesi yok gibiydi. Dükkânlar epey geride kalmıştı. Tekinsiz Britanya’da yazan oldukça muğlak yol tarifine bakılırsa Whitby Müzesi’ni bulmak çocuk oyuncağıydı ama yolda turist veya gezginlere yönelik en ufak ipucuna rastlamamıştık. Sadece sıradan evler, sıradan yollar ve her gün gördüklerimden hiçbir farkı olmayan, sıradan kapılar vardı. “Senin derdin ne, hiç bilmiyorum! Bir harita bulamaz mıydın? Öyle bir yer yok bence! Uydurdun mu yoksa? Yalanlarından biri mi bu da? Öyle çok uyduruyorsun ki artık hangisi gerçek, hangisi yalan karıştırmaya başladın! Sırf Jayne’i korkutmak için mi uydurdun hepsini?” Kız kardeşim daha da fazla ağlıyordu artık. İçim düş kırıklığıyla doluyordu. Özlemini çektiğim, gözlerimle görmeyi arzuladığım heyecan ve gizem, aleladelik ve hüsran sisine dönüşmek üzereydi. Şan Eli veya sergilendiği müze, elbette yoktu. Elbette görecek hiçbir şey yoktu. Hiçbir şey yoktu.

14

Ama özlemim dinmedi. Doğaüstünü doğrudan tecrübe etme ihtiyacı hâlâ vardı. “İhtiyaç” yanlıştır belki; arzuya daha yakındı hissettiğim. Onsuz yaşayamıyor değildim ama içimdeydi. Daha gizemli, tatmin edicilikten uzak beş duyumla çevremde algılayabildiklerimden çok daha büyük bir şeye yönelik bir sızı, bir istek, bir hasretti çektiğim. Şan Eli’ni bulmayı ve görmeyi başaramayışım, yıldan yıla, çocukluk uzaklaşıp beni kaskatı, tatsız, sıkıcı kollarıyla sarmaya hazır yetişkinlik yaklaştıkça maddesel yaşama saplanışımın simgesine dönüştü. Ama kitaplar, gittikçe el süremediğim, özlemini çektiğim dünyanın bir mabedine dönüşen ufacık yatak odamın köşeciğindeki raflardan kalkmadılar. Dürüst olmak gerekirse, bazı geceler o kitapların beni hâlâ korkuttuğu oluyordu. O korku belki de hasretimin tam orta yerinde duran huşu hissine en yakın şeydi. Korku, özellikle doğaüstüyle ilintili korku ile huşu pek sıkı fıkıdırlar. Almanlar bunu, “anlayamadığımız şeylere hürmet” anlamına gelen yarıdinsel ehrfucht sözcüğüyle tanımlar. Ama bir kitaptan korkmak tuhaftır. Belki de değildir. Kitaplar kudretli nesnelerdir. Belki bu korkum, kalın ciltli dinsel kitaplara kutsallığın atfedildiği Yahudi geleneğiyle yetiştirilmiş olmamın yansımasıydı. Yere düşen bir dua kitabını kaldırdıktan sonra öpmek üzere yetiştirildim. Bu kitaplar kullanılamayacak hale geldiklerinde, dinsel yasalar imhalarını yasakladığından Yahudi mezarlıklarına gömülürlerdi. Bir çocuğun söz konusu kudretin din-dışı kitaplardan da yayılacağını düşünmesi akla ziyan değil sonuçta. Elimdeki derlemelerden biri, Kurgudan da Tuhaf: 50 Gerçek Dehşet Öyküsü, içimi tümüyle akıldışı korkularla doldururdu. Bez cilt kapağındaki kabartma kukuletalı iskelet yüzündendi herhalde (kitabın kuşe dış kapağı yitip gitmişti). Ya da belki

15


Jeremy Dyson

Tekinsiz Kitap

bulunduranların canlarının çektiği her şeye el atacakları kesindir. (Elin kurbanlarının kaderleriyle bağlantılı daha irkiltici bir halk inanışına göre bu kurbanlar sabahın ikinci horoz ötüşünde uyanmamışlarsa ölecek ve sırf ölmekle kalmayıp ruhları, hak edip etmediklerine bakılmaksızın cehenneme alınacaktır.)

eve gömülmesi gerçekleşene dek geceleri haykırmış) Burton Agnes Hall’daydı.* Hayalet bir at arabasıyla av köpekleri, her şubat ayında, mehtaplı gecelerde Brahmam Park’ın** bahçelerinde koşturuyordu. Kadim akıntılar tarafından oyulmuş, dengede durması imkânsız görünen “put kayası” gibi gizemli parçalara sahip Brimham Kayalıkları… Söylentiye göre, söz konusu kaya oluşumunu sadece gerçekten dürüst bir insan devirebilirdi. (Böyle bir şeyin beni aşacağını biliyordum. Feci derecede yalancıydım; evde yaşanan çeşitli kazalardaki suçumu ikna edici bir inkâr battaniyesiyle örterdim.) Tüm bu yerler coğrafi açıdan yakınımdaydı ya, Whitby kadar çekicisi yoktu. Bu meşhur körfez kasabasında üç simge vardı. İçlerinden biri olan kapkara bir kazan (yanında “cadılık, büyücülük ve lanetler” simgeleri vardı) doğrudan Şan Eli’yle ilintiliydi. Hippisley Coxe’a bakılırsa söz konusu nesne hayal ürünü veya efsane değildi. Sadece var olmakla kalmıyor, Whitby Müzesi’nde sergileniyordu. Erişilebilir bir hedefti karşımdaki. Whitby’ye gitmek gayet mümkündü. Ebeveynim sıklıkla —en azından okullar tatilken— Yorkshire civarlarında gezilere çıkardı. Bir günü Whitby’ye ayırmayı teklif etmem zor olmayacaktı. Whitby bir kıyı kasabasıydı; bir manastırı ve kuşkusuz anneme çekici gelecek yeterince antikacı dükkânı vardı. Tüm kurnazlığımla bu noktadan yüklendim; televizyonda doğu kıyısının meşhur antika çaydanlıklarıyla ilgili bir belgesel izlediğimi, belki oraya gitmek isteyebileceğini söyledim. Robin Hood Koyu hoştu elbette ya, Whitby’yi mi deneseydik? İlgisiz bir edayla, hem, dedim, harika bir de müzesi varmış! Böylece gezi kararlaştırılmış ve gideceğimiz gün yaklaştıkça heyecanım arttıkça artmıştı.

Pragmatik bir çocukmuşum herhalde dedim ya, bu hortlak işi nesneyi kovalama arzumun ardında uhrevi bir itki vardı. Tamamen dehşet merakından da değil; beş veya altı yaşımdan beri doğaüstüne ilgi duyuyordum. Hevesimin nasıl başladığını hatırlamakta, dünyaya gelişimi hatırlayabilmekteki kadar zorlanıyorum ama belleğimdeki bilinçli en eski anılarımın merkezinde durduğunu söyleyebilirim. Doğum günlerimde gelen hediyelere bakılırsa, ebeveynim ve arkadaşlarımın ebeveynleri de bu durumun farkındaydı. Bahsettiğim hediyeler genellikle, çoğu kurgusal ama arada sözde gerçek olaylara dair derlemelerin de bulunduğu doğaüstü öykü antolojileriydi. Başlıkları belleğimde hâlâ kapakları kadar canlı: Hayaletler ve Hortlaklar, Dünyanın En Ünlü Hayaletleri, Cadılık ve Büyü Ansiklopedisi… Bunlardan biri, galiba gözdem, Anthony D. Hippisley Coxe gibi şahane bir isme sahip bir yazarın kaleminden çıkma Tekinsiz Britanya’ydı. Kitap, kapağındaki çeşitli karmaşık simgelerle dolu haritasıyla bir seyahat rehberine dönüşmüştü gözümde. Dilek kuyularını yıldızlar; hayalet dadanmış yerleri, hayalet ve hortlakları kurukafalar; bir görünüp bir kaybolan ve efsaneleşmiş yaratıklarla ilintili yerleri ufacık bir deniz canavarı gösteriyordu ve böyle gidiyordu. Haritanın üzerine eğilir, girişlerle çapraz karşılaştırmalar yaparak, o yaşımda neden kaçabileceğime dair en ufak fikrim bulunmamasına rağmen, kaçış rotasıymışçasına inceleyerek, saatler geçirirdim. Kitapta bahsi geçen yerlerin bazıları alay edercesine yakındı: Aud Nance’in, huzursuz ruhunu teskin etmek için bedeninden ayrılmış kafatası (ruhu, ölmeden önceki son dileği olan

12

* East Riding of Yorkshire’da, 1601–10 tarihleri arasında inşa edilmiş ve bugün birinci derece tarihi eser kabul edilen malikâne. (ç.n.) ** Çevresindeki büyük park ve bahçelerde bugün binicilik gösterileri ve yarışlarıyla Leeds Festivali’nin yapıldığı, 1698’de Baron Bingley tarafından inşa ettirilmiş kır malikânesi. (ç.n.)

13


Sunuş Şan Eli

On üçümdeyken en büyük dileğim bir Şan Eli görmekti. Pragmatik bir çocukmuşum herhalde; çünkü dileğim gerçekleşebilecek türdendi. İzninizle hiç duymamış olanlara açıklayayım: Şan Eli, asılarak idam edilmiş bir adamın, özellikle bir katilin, gece yarısı, dolunay altında bilekten kesilmiş elidir ve bir okült nesnesidir. Tüm bu şartların öyle kolay sağlanamayacağı düşünülse de nesnenin uygun güçleri elde edebilmesi için bunların yerine getirilmesi elzemdir. Ki söz konusu güçler pek etkileyicidir. Mücrim mevtanın yağından (bakire ağdası ve susam yağıyla karıştırılarak) yapılan mumlar ele yerleştirilip yakıldığında, eli tutan hariç herkesi bayıltacaktır. Mum, sütle söndürülmediği sürece de bu kişileri kimse ayıltamayacaktır (suyla söndürmenin hiçbir etkisi olmaz). Ayrıca her türlü kilidi açabilmesi, elin hırsızlar nazarında değerini katbekat artırır. Böylesi kudretli bir tılsımı ellerinde

11


Schopenhauer, “Bireyin Kaderinin Var Görünen Tasarımı Üzerine” başlıklı muhteşem denemesinde, belli bir yaşa geldikten sonra geriye dönüp baktığınızda, hayatınızın neredeyse tasarlanarak yazılmış bir roman kadar düzenli göründüğüne dikkat çeker. Dickens romanlarında kazara yaşanan ufak karşılaşmalar ve benzeri şeyler, aslında nasıl konunun ana öğeleriyse, hayatınızda da tıpkı böyledir, der. Bir zamanlar hata gibi görünen şeylerin, aslında yol gösterici krizler olduğunun anlaşıldığını söyler. Ve sorar: “Kim yazdı bu romanı?” Josh Campbell, An Open Life


Caveo obsideo libri


TEKİNSİZ KİTAP JEREMY DYSON Özgün ismi: The Haunted Book © 2012, Jeremy Dyson Bu kitabın Türkçe yayın hakları Anatolialit Telif Ajansı aracılığıyla alınmıştır.

Türkçe yayın hakları: © 2013 Bkz Yayıncılık Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti. Sertifika No: 12746 Domingo, Bkz Yayıncılık markasıdır. Çeviri: Algan Sezgintüredi Editör: Mustafa Gündoğan Kapak Tasarımı: Ayşe Nur Ataysoy Sayfa Uyarlama: Bahadır Erşık Harita İllüstrasyonu: Shawn E. Davis ISBN: 978-605-4729-09-8 Baskı: Haziran 2013 Elma Basım Yayın ve İletişim Hizm. San.Tic. A.Ş. Halkalı Caddesi, No:164 B-4 Blok 34395 Sefaköy-K.Çekmece/İstanbul Tel: (0212) 697 30 30 Sertifika No: 12058 Tüm hakları saklıdır. Bu kitabın tümünün veya içeriğinin herhangi bir bölü­münün yayıncının yazılı izni olmadan, fotokopi yöntemi dahil, elektronik ya da mekanik herhangi bir yolla çoğaltılması yasaktır.

Bkz Yayıncılık Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti. Asmalımescit Mah. Ensiz Sok. No: 2 D: 4 Tünel İstanbul Tel: (212) 245 08 39 e-posta: domingo@domingo.com.tr www.domingo.com.tr

Nicky, Eve ve Poopy için…


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.