İTÜ MTS 2019
KISITLILIK KAVRAMI ÜZERİNDEN MİMARLIĞA BAKIŞ: BODRUM YARIMADASI KONUT MİMARİSİNDE KISITLI FARKLILAŞMA Yüksek Lisans Tezi ERENUS ATİLLA
Haziran 2019
İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Mimari Tasarım Yüksek Lisans Programı
Danışman: Prof. Dr. Yurdanur DÜLGEROĞLU YÜKSEL
İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ FEN BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
KISITLILIK KAVRAMI ÜZERİNDEN MİMARLIĞA BAKIŞ: BODRUM YARIMADASI KONUT MİMARİSİNDE KISITLI FARKLILAŞMA
YÜKSEK LİSANS TEZİ Erenus ATİLLA (502141010)
Mimarlık Anabilim Dalı Mimari Tasarım Programı
Tez Danışmanı: Prof. Dr. Yurdanur DÜLGEROĞLU YÜKSEL
HAZİRAN 2019
İTÜ, Fen Bilimleri Enstitüsü’nün 502141010 numaralı Yüksek Lisans Öğrencisi Erenus ATİLLA, ilgili yönetmeliklerin belirlediği gerekli tüm şartları yerine getirdikten sonra hazırladığı “KISITLILIK KAVRAMI ÜZERİNDEN MİMARLIĞA BAKIŞ: BODRUM YARIMADASI KONUT MİMARİSİNDE KISITLI FARKLILAŞMA” başlıklı tezini aşağıda imzaları olan jüri önünde başarı ile sunmuştur. Tez Danışmanı :
Prof. Dr. Yurdanur DÜLGEROĞLU YÜKSEL ………….. İstanbul Teknik Üniversitesi
Jüri Üyeleri :
Prof. Dr. Ahsen ÖZSOY İstanbul Teknik Üniversitesi
...…………
Doç. Dr. Özgür BİNGÖL Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
…………...
Teslim Tarihi Savunma Tarihi
: 03 Mayıs 2019 : 14 Haziran 2019 iii
iv
Aileme,
v
vi
ÖNSÖZ Bu çalışma temelinde değişim olgusunu ele almaktadır. Tezin konu ettiği uzun yıllar içinde devinen, dönüşen Bodrum Yarımadası mimarisine odaklandığım çalışma süresince, bir yandan yaşamın getirdiği birçok değişimi de tecrübe etmek durumunda bulundum. Yalnızca son beş yıldır yaşadığım İstanbul’da yüksek lisans serüvenim boyunca yanımda olan, durmaksızın önümüze çıkan değişim süreçlerinde gerek bana cesaret veren, gerek beni uyaran; değişimi beraber kucakladığımız pek çok kişiye teşekkür borcum olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle oldukça uzun süren İTÜ maceram süresince desteklerini esirgemeyen eski dostlarımın yanı sıra, bu süre zarfında iyi ki tanımışım dediğim arkadaşlarıma minnetlerimi sunacağım ve doğal olarak epey uzun bir teşekkür bölümü oluşturdum. Öncelikle yüksek lisans eğitimim süresince yardımını rica ettiğim, çalışmalarımı paylaştığım zamanlarda; istisnasız her defasında düşüncelerime pozitif yaklaşarak hiçbir zaman desteğini esirgemeyen, aksine bana referans olan sevgili tez danışmanım Prof. Dr. Yurdanur Dülgeroğlu Yüksel’e katkılarından dolayı teşekkürlerimi sunarak başlamalıyım. Ayrıca tez savunma jürimde geç saatlere kadar beni dinleyen, yapıcı yorumlarıyla beni cesaretlendiren sayın jüri üyeleri Prof. Dr. Ahsen Özsoy ve Doç. Dr. Özgür Bingöl’e saygılarımı ve şükranlarımı iletiyorum. 30 yıllık yaşamımın yarısından fazlasında yan yana olduğum, her zaman benim için bir kardeşten de öte olan dostum Mustafa Yıldız’a bana daimi desteğinin yanı sıra; Taşkışla’nın upuzun koridorları da dahil birlikte bulunduğumuz her yerde bizi neşelendiren, canım arkadaşım sevgili Ceren Tonkal’ı aramıza kattığı için sonsuz teşekkür ederim. ODTÜ Mimarlık günlerinden bugüne dostluğunu taşıdığım için ne kadar çok mutlu olduğumu kendisinin de bildiğini tahmin ettiğim Samet Mor’a; uykusuz gecelerimin yoldaşı Metin Yıldız’a; Ankara ya da İstanbul fark etmeksizin her zaman en umutsuz olduğum anlarda dahi beni tutup yukarı çekebilen Gülberk Karaağaç, Özge Karakaş ve Damla Göre’ye; İTÜ’nün bana kazandırdığı en iyi şeylerden biri olan Efe Talay’a; Süreli prensi sayın hocam Çağdaş Kaya’ya; güler yüzüyle soğuk Ortabahçe’yi ısıtan Meriç Altıntaş’a; beraber çalışmış olma fırsatı bulmaktan çok memnun olduğum İstanbul Kültür Üniversitesi Mimarlık Fakültesi çalışanları ve öğrencilerine teşekkürlerimi ve sevgilerimi iletiyorum. Yaşamın bizi bazen buluşturmasına, bazen de uzun yıllar ayrı koymasına rağmen inatla kentlenmeyi sürdürdüğümüz dostlarım Cenk Külçe, Mert Erbaş, Berkay Aldanmaz, Fuat Çerçioğlu, Ilgaz Doğa Okçu, Burak Tümer, Yaprak Taylan Yeşil, Nur Özden, Zeynep Buran Öner, Can Yurttaş, Muhammed Özçelik, Berk Duran, Hakan Erek ve Murat Aydınoğlu’nun hep yanımda olacaklarını bilmekten dolayı çok huzurlu ve minnettar olduğumu belirtmek isterim. Son olarak sanırım bana olan sevgilerinin ve fedakârlıklarının boyutunu hiçbir zaman tam olarak idrak edemeyeceğim canım Annem ve Babam’a; bu çalışmanın tamamlanmasını merakla bekleyen Bodrum’da yaşasın yaşamasın tüm akrabalarıma sevgilerimi iletmek istiyorum. Erenus ATİLLA (Mimar)
Haziran 2019 vii
viii
İÇİNDEKİLER Sayfa ÖNSÖZ .............................................................................................................. vii İÇİNDEKİLER ......................................................................................................... ix KISALTMALAR ...................................................................................................... xi ÇİZELGE LİSTESİ ................................................................................................ xiii ŞEKİL LİSTESİ ....................................................................................................... xv ÖZET ............................................................................................................. xix SUMMARY ............................................................................................................. xxi 1. GİRİŞ .… ............................................................................................................... .1 1.1 Çalışmanın Amacı ............................................................................................. 3 1.2 Çalışmanın Kapsamı .......................................................................................... 5 1.3 Çalışmanın Yöntemi ........................................................................................... 7 2. SINIRLAR VE KISITLAR ................................................................................. 11 2.1 Sınır, Limit ve Kısıtların Kavramsal Açınımı .................................................. 12 2.2 Kısıtlar ve Kısıt Teorisi .................................................................................... 15 2.2.1 Odisseus ve Sirenler’in hikâyesi ............................................................... 17 2.2.2 Özsel ve dışsal kısıtlar............................................................................... 19 2.3 Ön-yükümlülükler ............................................................................................ 22 2.4 Yaratıcı Üretimlerde Elster’in Alt Üçlemesi .................................................... 23 2.4.1 İçsel kısıtlar ............................................................................................... 23 2.4.2 Dayatılan kısıtlar ....................................................................................... 24 2.4.3 Öz-dayatılan kısıtlar .................................................................................. 25 2.4.4 Katı ve yumuşak kısıtlar ........................................................................... 26 3. MİMARLIKTA KISITLAR VE KAVRAMSAL AÇINIMLAR .................... 29 3.1 Mimarlıkta Kısıtları Oluşturan Kavramlar ....................................................... 30 3.1.1 Mimarlıkta dışsal kısıtlar .......................................................................... 32 3.1.1.1 Tipoloji ............................................................................................... 32 3.1.1.2 Yerellik ve bölgeselcilik .................................................................... 37 3.1.1.3 İmar kuralları...................................................................................... 44 3.1.1.4 Kentsel koruma .................................................................................. 51 3.1.2 Mimarlıkta özsel kısıtlar olarak özerklik .................................................. 58 3.1.2.1 Mimarlıkta özerklik tartışmaları ........................................................ 61 3.1.2.2 Neoliberal dünyada mimarlığın konumu ........................................... 66 3.2 Mimarlıkta Kısıtlar Sonucu Ortaya Çıkan Bazı Kavramlar ............................. 72 3.2.1 Fark ve tekrar ............................................................................................ 73 3.1.1.1 Tekrarlayarak farklılaşma .................................................................. 73 3.1.1.2 Mimarlıkta tekrarın okunması ............................................................ 77 3.2.2 Anonimleşme ............................................................................................ 79 3.2.3 Melezlenme ............................................................................................... 83 4. BODRUM YARIMADASI’NDA KONUTTA DEĞİŞİM ............................... 89 4.1 Bodrum’da Sosyo-Ekonomik Ortamın Tarihsel Süreci ................................... 90 ix
4.1.1 Turistik faaliyetlerin başlaması ................................................................. 92 4.1.2 Küresel sermayenin yatırım odağı Bodrum .............................................. 96 4.1.3 Bozulmanın karşısında planlama çalışmaları ............................................ 99 4.2 Bodrum Yarımadası’nda Mimari Dokunun Gelişimi ..................................... 101 4.2.1 Geleneksel kodlar .................................................................................... 108 4.2.1.1 Tuğrul ve Necva Akçura’nın çalışmaları ......................................... 108 4.2.1.2 Cengiz Bektaş’ın Bodrum Evleri çalışması ..................................... 112 4.2.1.3 ODTÜ ve Columbia Üniversitesi öğrencilerinin çalışmaları ........... 116 4.2.1.4 Nezih Aysel’in çalışmaları ............................................................... 118 4.2.2 Koruma amaçlı imar planları ve yönetmeliklerdeki değişimler .............. 121 4.2.2.1 Bodrum Yarımadası’nda yaşanan planlama karmaşası .................... 122 4.2.2.2 Bodrum ilçe merkezindeki planlama çalışmaları ............................. 124 4.2.2.3 Yarımadadaki diğer yerleşimlerde planlama gelişmelerinden örnekler............................................................................................. 127 4.3 Bodrum Yarımadası’nda 2000 Öncesinde Konut Mimarisinde Değişim....... 134 4.3.1 Yarımada genelinde mimari karakterdeki değişim ................................. 136 4.3.1.1 Boşluğu doldurmak .......................................................................... 136 4.3.1.2 Kutuyu tanımlamak .......................................................................... 140 4.3.2 2000 öncesinde Bodrum’da mimari değişime örnekler üzerinden bakış 144 4.3.2.1 Gelenekle melezlenme ..................................................................... 144 4.3.2.2 Boşluğu doldurmak .......................................................................... 155 4.4 Bodrum Yarımadası’nda 2000 Sonrasında Konut Mimarisinde Değişim ...... 162 4.4.1 Yarımada genelinde mimari karakterdeki değişim ................................. 168 4.4.1.1 Topoğrafyayı şekillendirme ............................................................. 168 4.4.1.2 Kutuyu parçalama ............................................................................ 169 4.4.2 2000 sonrasında Bodrum’da mimari değişime örnekler üzerinden bakış172 4.4.2.1 Topoğrafyayla bütünleşme ............................................................... 172 4.4.2.2 Farklılaşma sonucu tekrar ................................................................ 183 5. SONUÇLAR ...................................................................................................... 201 KAYNAKLAR ........................................................................................................ 207 EKLER ............................................................................................................. 221 ÖZGEÇMİŞ ............................................................................................................ 225
x
KISALTMALAR ABD MIT TAKS KAKS ÇŞB ÇDP KHK KAİP KTVKYK GEEAYK EAA GAD ECARCH CAA
: Amerika Birleşik Devletleri : Massachusetts Institute of Technology : Taban alanı kat sayısı : Kat alanı kat sayısı : Çevre ve Şehircilik Bakanlığı : Çevre Düzeni Planı : Kanun hükmünde kararname : Koruma Amaçlı İmar Planı : Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu : Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu : Emre Arolat Architects : Global Architectural Development – GAD Mimarlık/G. Avcıoğlu : Erginoğlu Çalışlar Mimarlık : Çırakoğlu Avcı Architecture Studio
xi
xii
ÇİZELGE LİSTESİ Sayfa Çizelge 4.1 : Bodrum Belediyesince verilen yapı ruhsatlarında bina cinslerine göre yıllık değişim. ....................................................................................... 94 Çizelge 4.2 : Bodrum Belediyesince verilen yapı ruhsatlarında yapı sahiplerine göre 10 yıllık değişim. .................................................................................. 95 Çizelge 4.3 : 2017 yılı itibariyle Bodrum’da planlama ve yapım aşamasındaki oteller çizelgesi ................................................................................................ 97 Çizelge 4.4 : Ulusal Mimarlık Ödülleri’nde Mimar Sinan Büyük Ödülü’nü kazanmış olan ve Bodrum’da işleri bulunan isimler, projeleri ve yılları. ........... 143
xiii
xiv
ŞEKİL LİSTESİ Sayfa Şekil 1.1 : Değişim ve kısıtlılığın karşıt çağrışımları ................................................. 5 Şekil 1.2 : Kısıt Teorisi’nden yola çıkılarak düzenlenen yol haritası ......................... 9 Şekil 1.3 : Tezin Kısıt Teorisi ve bahsedilen kavramları ele alış yöntemi ................. 9 Şekil 2.1 : Sınırların etkileşim alanı olarak kısıtlar .................................................. 13 Şekil 2.2 : Kısıtların geçirgenlik bölgeleri olarak limit ............................................ 14 Şekil 2.3 : Taylor ve ekibinin uyguladığı kaotik salınım tekniğinin örneği ............. 16 Şekil 2.4 : Ulysses and the Sirens, John William Waterhouse .................................. 18 Şekil 2.5 : Kısıt Teorisi’nin birincil elemanları ......................................................... 21 Şekil 2.6 : Seçim kümesi içinden yapılan seçim sonucu ön göreceği eylemler ........ 28 Şekil 2.7 : Elster’in Kısıt Teorisi’nin alt üçlemesi .................................................... 28 Şekil 3.1 : Yazgan Mimarlık’ın mimari üretim süreci denklemi ............................... 30 Şekil 3.2 : Mimarlıkta kısıtların etkilediği kavramların diyagramı ........................... 31 Şekil 3.3 : TOKİ konut projeleri tip plan örnekleri ................................................... 33 Şekil 3.4 : Durand’ın tipolojik çalışmaları ................................................................ 34 Şekil 3.5 : Zaha Hadid’in Vitra İtfaiye İstasyonu projesi için çizdiği resim ............. 39 Şekil 3.6 : Vitra İtfaiye İstasyonu binası fotoğrafı .................................................... 39 Şekil 3.7 : Lebbeus Woods, Saraybosna Yüksek Evler projesi ................................. 40 Şekil 3.8 : Zaha Hadid Mimarlık, Bakü Haydar Aliyev Kültür Merkezi renderı ...... 41 Şekil 3.9 : Zaha Hadid Mimarlık, Bakü Haydar Aliyev Kültür Merkezi fotoğrafı .. 41 Şekil 3.10 : BIG Toyhus konsept anlatımı................................................................ 51 Şekil 3.11 : Albrecht Dürer, Kürk Ceketli Otoportre ............................................... 59 Şekil 3.12 : Albrecht Dürer, Melancholia I ............................................................. 60 Şekil 3.13 : OMA 425 Park Avenue projesi. ............................................................ 68 Şekil 3.14 : Han Tümertekin’in eskizleri.................................................................. 71 Şekil 3.15 : Devrim Erbil’in üç eseri. ....................................................................... 75 Şekil 3.16 : Leyla Gediz, Atlantis 2000.................................................................... 76 Şekil 3.17 : Sabire Susuz, Adsız. .............................................................................. 76 Şekil 3.18 : Mimari kavramların birbirleriyle ilişkilerini gösteren grafik.. .............. 79 Şekil 3.19 : Emre Arolat Mimarlık, Maksimum Evler. ............................................ 83 Şekil 3.20 : Üçüncü bölümde tartışılan kavramlar ................................................... 86 Şekil 4.1 : Bodrum’da son 10 yılda yerleşik nüfus değişimi. ................................... 91 Şekil 4.2 : Kalekonut ve Müze Kooperatifleri, yıl 1999........................................... 95 Şekil 4.3 : Bodrum’da yoğun dönem tatil trafiği. ..................................................... 99 Şekil 4.4 : Bodrum’da görülen geleneksel yapı malzemesi haritalaması .............. 102 Şekil 4.5 : Adolf Loos’un Villa Moissi maketi. ..................................................... 104 Şekil 4.6 : Bodrum’da geleneksel yapılarda duvar dokuları, Cengiz Bektaş ......... 105 Şekil 4.7 : Bodrum Kalesi ve çevresi, 1967............................................................ 107 Şekil 4.8 : Bodrum Kalesi ve çevresi, 1999............................................................ 107 Şekil 4.9 : Akçuraların çalışmasında tipik ev. ........................................................ 110 Şekil 4.10 : Musandıralı ev tipinin Türkiye’de görüldüğü bölgeler. ...................... 113 xv
Şekil 4.11 : Musandıralı ev tipi planları. ................................................................ Şekil 4.12 : Musandıralı ev tipi kesit ve görünüşleri .............................................. Şekil 4.13 : Sakız tipi evin Türkiye’de görüldüğü bölgeler. ................................... Şekil 4.14 : Sakız tipi ev planları ve kesiti, Bektaş 1976........................................ Şekil 4.15 : Kule tipi evin Türkiye’de görüldüğü bölgeler. .................................... Şekil 4.16 : Kule tipi evin plan, kesit ve görünüşleri, Bektaş 1976. ....................... Şekil 4.17 : Turgutreis’teki geleneksel konutlarda mekânsal organizasyon. .......... Şekil 4.18 : Saygı Ailesi evi boyuna kesit. ............................................................. Şekil 4.19 : Saygı Ailesi evi aksonometrik görünüş. .............................................. Şekil 4.20 : Ortakent köy içinde üç boyutlu ilişkiler, Aysel 2003. ......................... Şekil 4.21 : Geleneksel konutta kesit üzerinden tanımlanan ilişkiler. Aysel, 2003 Şekil 4.22 : Bodrum ilçe merkezi yapı örüntüsü leke çalışması ............................. Şekil 4.23 : Yokuşbaşı’nda yeni yapılan konutların silüetteki farklılaşması… ...... Şekil 4.24 : Bodrum Yarımadası’nda özel imar planı ve plan notu olan bölgeler.. Şekil 4.25 : Bodrum Yarımadası’nda yerleşim merkezleri..................................... Şekil 4.26 : Yapılaşmadan önce ve sonra Tilkicik Burnu....................................... Şekil 4.27 : Bodrum Yarımadası’nda son 35 yılda yapılaşma ................................ Şekil 4.28 : Yalıkavak’ta eski konutların arkaplanında yeni konutlar. ................... Şekil 4.29 : Bodrum’da mimari değişimi yaratan gelişmelerin zaman çizelgesi.... Şekil 4.30 : 1970-2000 ve 2000-2020 dönemleri arasında yaşanan gelişmeler...... Şekil 4.31 : Bodrum konut bölgeleri çalışması. Akçura & Akçura, 1972 ............ Şekil 4.32 : Tarihi Türk ve Rum mahalleleri sokak dokusunun günümüzdeki izi. Şekil 4.33 : Floransa, Barselona ve Verona’da figür zemin ilişkisi haritaları. ....... Şekil 4.34 : Turgutreis’te kronolojik kentsel doluluk boşluk ilişkileri. .................. Şekil 4.35 : 2018 yılında Turgutreis’in panoramik görüntüsü. ............................... Şekil 4.36 : Turgutreis Akçaalan Köyü 1972, Gümbet Kooperatifi 1999. ............. Şekil 4.37 : Hatice Atilla evinin geleneksel konuttan betonarmeye dönüşümü ..... Şekil 4.38 : Mimarların projelerinde belirledikleri kriterlerin sorgulaması............ Şekil 4.39 : Demir Tatil Köyü konut birimlerinden örnekler ve proje eskizleri. .... Şekil 4.40 : Demir Tatil Köyü, 1992 yılından görüntüler. ...................................... Şekil 4.41 : Ak-Tur Tatil Köyü yapılaşma ve sokak dokusu .................................. Şekil 4.42 : Ak-Tur Tatil Köyü modüler plan şeması............................................. Şekil 4.43 : Balcılar Evleri, Bitez, 1996. ................................................................ Şekil 4.44 : Balcılar Evleri plan ve kesit şemaları. ................................................. Şekil 4.45 : Torba 83 konutlarında, doluluktaki boşluk/sokak ilişkileri................. Şekil 4.46 : Torba 83 konutlarında, yarı açık ve orta mekân ilişkileri. .................. Şekil 4.47 : Atölye A, Kızıldel Evi 1977. ............................................................... Şekil 4.48 : Kızıldel Evi, farklılaşan simetrik plan şeması. .................................... Şekil 4.49 : Torba 83 Konutları ve Mesa Bodrum Konutları plan karşılaştırması. Şekil 4.50 : Richard Meier, Bodrum Houses. 2012. ............................................... Şekil 4.51 : Proje logolarında mimarların isimleri. ................................................ Şekil 4.52 : Bodrum’a taşınan kişilerin kurduğu bir internet sitesi. ....................... Şekil 4.53 : Yeni konutlarda kat sayısı azaldıkça ortaya çıkan yatay teraslanma. . Şekil 4.54 : 40 yıl içerisinde Turgutreis’te topoğrafyaya yerleşimde değişim. ...... Şekil 4.55 : Emre Arolat Mimarlık, Bodrum’da tekrar diyagramı. ........................ Şekil 4.56 : Ender Özışık’ın Le Corbusier (solda) ve Mondrian’ı.......................... Şekil 4.57 : Emre Arolat Mimarlık, Yalıkavak Elements. ...................................... Şekil 4.58 : GAD, Castle Rock Bodrum. ................................................................ Şekil 4.59 : CAA, Gümüş Su Evleri ....................................................................... Şekil 4.60 : Aytaç Architects, Hebil 157. ............................................................... xvi
113 114 114 115 115 116 117 117 118 119 120 127 127 128 129 131 132 132 135 135 136 137 137 138 139 140 140 144 145 146 150 151 153 155 156 157 159 160 164 165 167 168 169 169 170 170 171 171 171 173
Şekil 4.61 : Hebil 157, Hekimköy ve Apartman 18 projeleri ile karşılaştırmalar. . 174 Şekil 4.62 : Emre Arolat Mimarlık, Vicem Konutları. ........................................... 176 Şekil 4.63 : Vicem Konutları, tasarım yaklaşımı.................................................... 177 Şekil 4.64 : Vicem Konutları, Şubat 2018. ............................................................. 178 Şekil 4.65 : EAA projeleri karşılaştırması …. ........................................................ 178 Şekil 4.66 : Novron Ardesco konutlarının topoğrafyaya yerleşimi…. ................... 179 Şekil 4.67 : Teğet Mimarlık, Novron Yalıkavak 55. .............................................. 181 Şekil 4.68 : Teğet Mimarlık, Akdeniz modernizmi bağlantısı arayışı.................... 182 Şekil 4.69 : Nef Gölköy Konutları, doğayla hemhal olma çabası. ......................... 184 Şekil 4.70 : Nef Gölköy Konutları. Tasarımın diyagramatik eskizleri ................... 185 Şekil 4.71 : Emre Arolat Mimarlık’ın iki farklı projesinin karşılaştırılması. ......... 186 Şekil 4.72 : G-Beyond Yalıkavak, Yalın Mimarlık. Konsept düşünceler. ............. 187 Şekil 4.73 : G-Beyond Yalıkavak. Topoğrafya ile bütünleşme çabası. .................. 188 Şekil 4.74 : G-Beyond Yalıkavak ve Yalıkavak koyuna hakim konumu, 2018.. ... 188 Şekil 4.75 : G-Beyond Yalıkavak projesi inşaat halinde, 2018.. ............................ 189 Şekil 4.76 : Boran Ekinci, Gümüşlük Kooperatif Evleri’de yatay kompozisyon. .. 190 Şekil 4.77 : Gümüş Ailesi Evi, Turgutreis 1974. Özkan & Plunz, 2016. ............... 191 Şekil 4.78 : Boran Ekinci’nin Bodrum projelerindeki doğayla bütünleşme........... 193 Şekil 4.79 : Boran Ekinci’nin konut projelerinde tekrar eden tasarım dili… ......... 194 Şekil 4.80 : Bodrum’da yoğun bitki örtüsü bulunan arazilerde mimari tekrar. ...... 195 Şekil 4.81 : Bodrum Konacık’ta 2010 sonrası konut mimarisi . ........................... 197 Şekil 4.82 : Kompakt ve yatayda yayılmacı plan yaklaşımları farklılaşması. ........ 198 Şekil 4.83 : Bodrum Yarımadası’nda 2000 sonrası farklılaşmanın tekrarı ............ 198 Şekil 4.84 : Turgutreis’te mimari dokuda farklılaşma . .......................................... 199 Şekil A.1 : 1982 Bodrum İmar Yönetmeliği ve 2003 Bodrum Koruma Amaçlı İmar Planı hükümleri karşılaştırma tablosu ............................................... 223
xvii
xviii
KISITLILIK KAVRAMI ÜZERİNDEN MİMARLIĞA BAKIŞ: BODRUM YARIMADASI KONUT MİMARİSİNDE KISITLI FARKLILAŞMA ÖZET Anadolu’nun güneybatı ucundaki Bodrum Yarımadası, tarih boyunca çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapmış, Anadolu’nun ortak özelliği olan kültürlerin erime potası olduğu yerlerden biri olmuştur. Karya’dan Roma’ya, Bizans’tan Osmanlı’ya ve en sonunda Türkiye Cumhuriyeti’ne gelen tarihsel süreç içerisinde; Yarımada’nın son 50 yılda geçirdiği değişim ve yapılaşma, Yarımada’nın çehresini öncesindeki bin yıllarca sürenin sonunda birikmiş katmanlardan yüzlerce kat daha fazla değiştirmiştir. Antik Çağ’ın yedi harikasından biri olan Mausoleum’un kenti olan Halikarnassos’tan bugüne komşuları On İki Adalar’la bağı sayesinde var olan Bodrum Yarımadası, cumhuriyet döneminde bu bağın zayıflamasıyla ve nüfus mübadeleleri sonucunda kendisine yeni bir kalkınma güzergâhı aramak durumunda kalmıştır. Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında gerçekleşen birtakım tarımsal kalkınma hamlelerinin ardından, 1970’lerden itibaren Bodrum hızla Türkiye’nin sayılı turizm destinasyonlarından birine evrilmiştir. Yaz turizmine elverişli iklimi ve barındırdığı birçok küçük koydaki deniz turizmi olanakları sonucunda, Yarımada’da çok sayıda alt merkez oluşmuş; böylelikle turizme dayalı yapılaşma merkezin haricinde tomurcuklanarak yayılmacı bir karakterle tüm alt merkezlerde kendini göstermiştir. Bodrum’da turizmin ve turizme dayalı yapılaşmanın temellerini bölgenin kültürel kodlarında ve ayrıca yapılaşma kodlarında bulabilmek mümkündür. On İki Adalar çevresinde görülen geleneksel konut yapılaşması, Akdenizlilik kültürüyle birleşerek Bodrum’u turistler için cazip bir yer yapmaktadır. Bölgedeki taş yapılardaki konut tipolojisi, öncelikle tarihsel ve nostaljik bir ortam içerisinde tüketilebilir bir turizm nesnesi haline getirilmiştir. 1970’lerin başından itibaren bölgenin hızla yapılaşmasına karşı geliştirilen koruma amaçlı imar planları doğrultusunda geliştirilen tipolojik soyutlamaların getirdiği kurallar doğrultusunda, Bodrum’da mimarlık ürünlerinde değişimin hızı zayıflamış; ancak bunun yanında belirlenen yapı boyutları ve malzeme kısıtları sayesinde mimari üretimin hızı artmıştır. Tüm bu mimari üretim süreci boyunca Bodrum Türkiye’den ve dünyadan önemli mimarların çalışma fırsatı bulduğu bir coğrafya haline gelmiştir. Çalışma, arka plandaki tüm bu gelişmelerin ışığında, Yarımada’da konut mimarisinde özellikle son on yıllık periyottaki değişime odaklanarak bu değişimin kodlarını deşifre etmeye çalışmaktadır. Çalışma, imar kurallarının kısıtladığı bir çevrede konut birimlerinin tasarımında mimarların yaklaşımlarının irdelenmesinin, kısıtlı olma durumu göz ardı edilerek ele alınamayacağı savından yola çıkmaktadır. Bu durum karşısında mimari üretimin niceliğinin imar kısıtları sonucu tekrarlanan bir yapısı olan Bodrum’da, mimari ürünün niteliğinin sorunsallaştırılması kısıtlı olma durumları karşısında mimarın reaksiyonları göz önünde bulundurularak yapılacaktır. Çalışmanın buradaki savı, yaratıcı bir eylem olan mimari tasarım ve üretiminde kısıtlı olma durumunun şekillendirici etkisini ele almanın araştırmaya değer bir bakış olduğudur. xix
Tezin giriş kısmında Bodrum’daki tarihsel ve güncel durumu tanıtan bir açıklamadan sonra, çalışmanın Bodrum Yarımadası’ndaki durumu inceleyebilmek için hangi kapsamda mimarlık kavramlarını ele alacağı özetlenmiştir. Kısıtlı olma durumunun ne anlama geldiği, bireylerin ya da toplumsal yapıların kısıtlara karşı nasıl şekil aldığı ve sonuç olarak kısıtlı olma durumunun kavramsallaştırılması yalnızca mimarlık disiplini parantezinde sınırlı tutulmayarak çalışmanın kapsamında kendine yer bulmuştur. Tezin ikinci bölümünde kısıt kavramı, öncelikle sınır ve sınırlı olmanın bir alt kümesi olarak ele alınmış; bu amaçla sınır, limit ve kısıt kavramlarının incelemesi yapılmıştır. Çalışmanın daha sonraki bölümlerine bir altlık oluşturacak biçimde kısıtlı olma durumunun ele alınabilmesi için Norveçli siyaset bilimci ve felsefeci Jon Elster’in Kısıt Teorisi’nden yardım alınmıştır. Kısıt Teorisi kişilerin ya da toplumların kısıtlar karşısında kendilerine yarar sağlayacak yapıları nasıl oluşturduklarını ya da bu hali hazırdaki yapılar karşısında nasıl pozisyon aldıklarını inceler. Elser’in Kısıt Teorisi’nde kullandığı kategorizasyon mimarlık kavramları üzerinden incelenmek üzere ortaya konulmuştur. Tezin üçüncü bölümünde Elster’in başlıca dışsal ve özsel kısıtlar olarak ikiye ayırdığı yaklaşım, mimarlıkta dışsal ve özsel kısıt kavramları olarak alt kavramlar üzerinden ele alınmıştır. Buna göre dışsal kısıtlar; tipoloji, yerellik ve bölgeselcilik, imar kuralları ve kentsel koruma olarak dört ana başlıkta; özsel kısıtlarsa mimarlıkta özerklik başlığı altında incelenmiştir. Bu başlıklarda ele alınan kavramlar, kısıtlı olmak ve kısıtlara karşı mimarın ve mimari üretimin stratejileri olarak ele alınarak bu kavramların oluşturduğu kısıtların etkileri masaya yatırılmıştır. Daha sonrasında çalışma tarafından bahsedilen dışsal ve özsel kısıtların oluşturduğu öne sürülen tekrar/farklılık, melezlenme, anonimleşme gibi alt kavramlar Elster’in kuramı ile çaprazlanarak incelenmiştir. Tezin dördüncü bölümünde Bodrum Yarımadası’nda mimarlıktaki gelişim ele alınmış, koruma amaçlı imar planlarından sonra Yarımada’da yapılaşmanın değişimi irdelenmiştir. Bu değişim sürecinde belirli kronolojik kırılma noktaları belirlenerek mimari üretimin kısıtlı değişimine yol açan koşullar ortaya konmuştur. Çalışma, tüm bu değişim süreci sonucunda ortaya çıkan koşullarda 2000 sonrası konut mimarisindeki değişimi Yarımada’nın farklı bölgelerinden seçilen konut projelerini vaka analizi yaparak incelemektedir. Seçilen projeler aslen Bodrum dışında çalışan mimarlık ofislerinin, imar kısıtlarına ve mimarlıktaki kısıt kavramları karşısında Bodrum Yarımadası’ndaki konut mimarisini nasıl şekillendirdiklerini örneklendireceklerdir. Tez, imar tarafından dayatılan kısıtlar sonucu mimarlık nesnesinin değişiminin hızının azaldığı bir coğrafyada, sorunsallaştırdığı kavramlar üzerinden yaşanan tekrarlara ve farklılaşmalara ışık tutmayı amaçlamaktadır. Neoliberal piyasanın tahakkümündeki mimarlar, değişimin hızının nispeten azaltıldığı bir düzlemde bu yapının içinde kendilerine bir izlek oluşturmaktadır. Bodrum Yarımadası’nda kısıtların bağlamında çalışan, bazıları küresel bazıları ülke çapında işler üreten mimarların aldıkları pozisyonlar Bodrum’daki kısıtlı farklılaşmayı ortaya çıkarmak için mercek altına yatırılmaktadır.
xx
A CRITICAL REVIEW OF ARCHITECTURE ON THE CONCEPT OF CONSTRAINTS: CONSTRAINED DIFFERENTIATION OF RESIDENTIAL ARCHITECTURE IN BODRUM PENINSULA SUMMARY The Bodrum Peninsula on the southwestern tip of Anatolia has been a home to various civilizations throughout history and has been one of the places featuring as a melting pot as that is widely common in Anatolia. In the long course of its history, from Carian civilization to the Roman, Byzantine, Ottoman Empires and finally Republic of Turkey; the change and urbanization in the last 50 years have altered the face of the peninsula unprecedentedly than the accumulated layers of thousands of years had done earlier. From the times of Halicarnassus, the city of the Mauseloum which was one of the Seven Wonders of the Ancient World, till the Republican Period; the Mediterranean bonds between surrounding Dodecanese Islands have aided Bodrum Peninsula in connecting to the Aegean and flourish by the trade. However, after severing the ties with the islands after the WWI and subsequent population exchanges, people of Bodrum started searching new economic solutions to survive. After a period of attempts to introduce agricultural developments in the area in the Republican Era, the real leap forward came with the start of touristic activities beginning in the 1970s. As a result of the peninsula's favorable climate for summer tourism and the opportunities of sea tourism around many small bays, a large number of sub-centers were formed in the peninsula; thus, tourism-based construction has been observed in all sub-centers with a proliferating character alongside the town center. In Bodrum, it is possible to find the foundations of urbanization created by touristic activities in the cultural environment of the town and additionally in the building codes regulating and restricting forms of the buildings for the purpose of preserving the unique character of its residential architecture. Due to being an extension of traditional residential architecture around the Dodecanese, combined with the Mediterranean culture, the unique architectural environment has made Bodrum an attractive place for tourists; the typology of housing made of simple stone structures in the region were transformed into an object of tourism that could be consumed in a historical and nostalgic environment. While Bodrum was becoming rapidly popular as a tourstic destination, unconscious urbanization came as well and some measures restricting construction were defined by the authorities to preserve the unique architectural character of the peninsula. By means of the rules of development plans for preservation originating from typological abstractions derived from traditional houses, the pace of architectural change decreased; however, the speed of architectural production has increased thanks to the strictly determined building dimensions and material constraints that enabled fast and costless construction. In the light of all these developments in the background, the study tries to decipher the codes of this change by focusing on the change in residential architecture in the peninsula especially in the last decade. The argument of the thesis is that the approach xxi
of the architects in the region cannot be studied or criticized without taking the concept of being constrained into consideration. In this case, in Bodrum, which has a repetitive structure in architectural production due to the constraints of building codes, the problematizing of the quality of architectural products will be carried out by taking the responses of the architects against being constrained into account. The claim here is that it is worth conducting a research about the critical effect of being constrained in architectural design and architectural practice as a motive for creative activities. In the introduction chapter of the thesis, after explaining the historical and contemporary situation in Bodrum, the extent of how the thesis discusses architectural concepts related with the concept of constraints is summarized. The conceptualization of what it means to be limited, how individuals or social structures are shaped against constraints and consequently, the state of being constrained, have all found their place in the scope of the study, not only in the parenthesis of architectural discipline. In the second chapter of the thesis, the concept of constraints is considered as a subset of boundary and limitedness; for this purpose, the concepts of border, limit and constraint are examined. Afterwards, the Constraint Theory of the Norwegian political scientist and philosopher Jon Elster is introduced to the study in order being able to discuss the constraints and conceptulize them in the later chapters of the study. The Constraint Theory examines how individuals or communities form structures that will benefit them in case of being constrained, or how they take positions against existing situations. Elster’s study of the constraints which explains his approach to rational decision making under constraints and demonstrates various examples from arts, social behavior, economics, law etc. is discussed under a categorization taken from the book. Constraints are divided into two; the first, incidental constraints which are imposed by external factors, people, conventions or intrinsic to the nature of the action, and essential constraints which are applied by the agent and are self-binding and selfimposed. The categorization Elster used in the Constraint Theory has been put forward to be studied through the concepts of architecture. In the third chapter of the thesis, the approach towards constraints which is mainly categorized into two by Elster as incidental and essential constraints is applied into architectural concepts. Accordingly, incidental constraints are studied under four main topics that are typology, locality and regionalism, building codes and urban preservation; furhermore, the essential constraints are studied under the topic of autonomy in architecture. The concepts discussed in these topics are considered as the strategies of the architect and architectural practice against constraints, and the effects of the constraints created by these concepts are further discussed in detail. Secondary concepts such as repetition, hybridization and anonimity which are derived from the incidental and essential constraints mentioned by the study are crossed with Elster's theory. In the fourth chapter of the thesis, the evolution of residential architecture in Bodrum Peninsula is discussed after various implementation plans for preservation went into effect, so that the change in the urbanization in the peninsula could be analyzed. In this process of change, certain chronological breakpoints are determined and conditions that led to the constrained change of architectural production in the peninsula are revealed. The study examines the change in the residential architecture after 2000 under the conditions created by the change in constraints via analyzing the residential projects selected from different regions of the peninsula as case studies. The selected projects illustrate how non-native architectural offices practicing in Bodrum contribute xxii
to the development of recent residential architectural production in the Bodrum Peninsula against the constraints of building codes and the according to their conceptual understanding of constraints in architecture. Selected projects are grouped according to their approach to the cultural sustainability of local architecture, to the methods how they react against strict building codes in various locations around the peninsula. The tension between incidental constraints defined by the regional characteristics and the essential constraints of the architects derived from the discipline and both self-imposed and self-referential codes of architects’ own previous works covers most of the discussions on the projects and their architects. Both architects’ own comments about their projects and the architectural situation in Bodrum and also criticisms from renowned scholars published in the national architectural literature about mentioned projects and architects are cited in order to be able to avoid totally personal speculations. To illustrate the constrained change in architecture; five projects from the period 1970-2000 and six projects from the period 2000-2019 are discussed among many others mentioned briefly throughout the fourth chapter. The thesis aims to shed light on the repetitions and differentiations in the architectural environment by means of the concepts which are introduced and deeply discussed by the thesis itself, in a geography where the speed of change of architectural object has been decreased as a result of the constraints imposed by building codes. Nonetheless, architects under the domination of the neoliberal market has managed to createa a path for themselves within this relatively low-speed structure in Bodrum. The various attidutes of architects towards the context created by constraints are put under the spotlight in order to reveal constrained differentiations in architecture in Bodrum Peninsula.
xxiii
xxiv
1. GİRİŞ Türkiye’nin güneybatı ucunda bulunan Bodrum yarımadası, son 50 yıllık süreçte ülkenin en önemli turizm merkezlerinden biri olmuş ve bu popülaritesini arttırarak gelişmeye ve yapılaşmaya devam etmiştir. Yaşanan sürecin kaçınılmaz sonucu olarak, sakin bir balıkçı kasabasından uluslararası bir turizm destinasyonuna evrilen Bodrum, kayda değer sosyo-ekonomik ve kültürel değişimler yaşamıştır. Yalnızca Yarımada’nın ana yerleşimi olan ilçe merkezinde değil, neredeyse tüm kıyılarında ve iç bölgelerdeki bazı alt merkezlerde de yoğun yapılaşmalar gerçekleşmiştir. Batı yönünde Ege Denizi’ne doğru uzanmış Bodrum Yarımadası’nın kuzey, güney ve batı kıyılarındaki korunaklı koylar ve bunların çevresine kurulmuş küçük köyler de bugün tanınmış turizm bölgelerine dönüşmüşlerdir. Dolayısıyla, hem bu alt merkezler hem de ilçe merkezi, Yarımada’yı ister bir bütün halinde, ister parçalı bir biçimde incelemeye olanak sağlamaktadır. Bodrum Yarımadası’nın turizmle tanıştıktan sonra tecrübe ettiği değişimler, bölgeye ikilikler barındıran bir yapı kazandırmıştır. Bu ikilikler tam anlamıyla zıtlıklar içermese de ikili uçlar oluşturup zaman zaman birbirlerine yakınlaştıkları ve melezlendikleri bir aralık barındırırlar. Söz konusu ikilikler oldukça somutturlar ve kolaylıkla örneklenebilirler. Bodrum’da dönemsel bir yaşam vardır. Nüfus, mayıs–ekim ayları arasındaki “turizm sezonu”nda artar; yarımada genelindeki oteller ve tatil köyleri konukları, ikinci konutlar da sahiplerini ağırlar. Özellikle uzun süreli resmi tatillerin turizm sezonuna denk geldiği yıllarda doluluk maksimum seviyeye ulaşır. Turizm sezonu dışındaki aylar “ölü sezon” olarak adlandırılır. Bu dönemde nüfus oldukça azalır, taşıt trafiği rahatlar; oteller ve tatil köyleri kapanır, ikinci konutlar sahipleri tarafından kış uykusuna yatırılır. Bodrum hem yerel hem evrenseldir. İlçe, Türkiye çapında ün kazanmaya başladığında yalnızca doğal güzellikleri ve sunduğu deniz turizmi imkânları ile değil, Türk ve Rum kültürlerini bir arada bulunduran demografik yapısı ve Anadolu’nun birçok köşesi gibi
1
çeşitli uygarlıkların etkilerinin birikerek katmanlaştığı bir tarihsel mirasın üzerinde bulunması ile bir çekim merkezi haline gelmiştir. Yerden ve yerelden kaynaklanan özgünlük, ülkenin farklı köşelerinden gelen insanlara ve uluslararası ziyaretçilere hizmet eden küresel yapılarla bir aradadır. Yerel kültürün korunması için çabalar aralıksız bir biçimde sürdürülmektedir, ancak küresel öğeler de hayatın her alanındadır. İlçedeki alışveriş merkezleri ve marinalar, lüks markaların şubelerini barındırırlar, süpermarketler günlük alışverişin odak noktalarıdır. Özellikle İstanbul merkezli ve Türkiye geneline yayılmış restoran zincirlerinin şubeleri Bodrum’da rahatlıkla bulunabilir. İlçe, metropollerden gelen ziyaretçilerine yerele özgü deneyimlerin yanı sıra geldikleri yerdeki alışkanlıklarından kopmadan yaşama imkânı da sunmaktadır. Bu durum Bodrum’da
yerli-yabancı
ikiliğini
doğurur.
Yerlilerin
kökleri
Bodrum
topraklarındadır, yabancı sonradan gelmiştir; ancak yerliler de yıllar içerisinde metropol yaşamının Bodrum’a getirdiklerine alışmışlardır. Bazı yabancılar ise kimi yerliden daha güçlü bir duyguyla Bodrum’a bağlanmışlardır. Bodrum Yarımadası’ndaki ikili durumlar ve melezlenmelerin yerini homojen bir karakteristiğe bıraktığı durumlar da mevcuttur. Bunlardan belki de en somut olanı kentsel ve mimari dokudur. Genellikle kireçle boyanan kübik taş yapılardan oluşan geleneksel konut mimarisi, turizm kaynaklı yoğunlaşma döneminden önce gerek ilçe merkezi gerekse yarımada boyunca uzanan irili ufaklı köylerde yaygın olarak bulunmaktaydı. Turistik tesislerin yapılmaya başlandığı ve betonarme kullanımının arttığı 1960’lar ve 1970’lerde Bodrum Yarımadası’nın özgün mimari kimliğinin korunması amacıyla birtakım imar düzenlemelerine gidilmiştir. Koruma amaçlı imar planları aracılığıyla mevcut yapılardan bir bölümü koruma altına alınmış, yeni yapılacak yapılara da kısıtlamalar getirilmiştir. Bu kısıtlamalar yapıların işlevlerine göre değişiklik göstermekle birlikte, yapıların taban alanlarını, cephe hareketlerini, cephe açıklıklarını, yapılarda kullanılacak malzemeleri belirlemiştir. Böylelikle eski ve yeni yapılar arasında bir görsel uyum sağlanması amaçlanmış olup, oluşabilecek zıtlıklar ve ikilikler önlenmeye çalışılmıştır. İlçe merkezi ve köylerindeki yeni yapılaşmanın, geleneksel yapıların kentsel dokuyu oluşturduğu dönemdeki gibi benzerliklerin egemen olduğu mimari bir dil kullanılarak otantik dokuda bir sürdürülebilirlik oluşturması, imar mevzuatı aracılığıyla zorunlu kılınmıştır. Bu kararın sonucunda büyük çoğunluğu beyaza boyanmış, tamamen ya da yer yer taş
2
kaplama ile kaplanmış, betonarme taşıyıcı sistemle inşa edilmiş kübik birimlerden oluşan homojen bir doku yaratılmıştır. Fonksiyonlarına koşut olarak çeşitli değişiklikler olsa da bu birimler konut, turizm tesisi ya da küçük ölçekli ticari tesis ayrımı yapılmaksızın benzer boyutlara ve dış görünüme sahiptirler. Ancak zamanla Bodrum’un geçirdiği sosyo-ekonomik değişimlerle, koruma anlayışının yarattığı “ortalığa yayılmış, patlamış mısır kümeleri gibi” (Sayın, 1991, s. 89) olan mimari doku da yıllar içerisinde farklılaşmalara uğramıştır. Özellikle 1980 sonrası Türkiye’de uygulanan neoliberal politikalar sonucu yaşanan turizm patlamasından en çok etkilenen yerlerden biri olan Bodrum’da yaşanan sosyoekonomik değişimlerin mimarlığa yansımalarının sınırlandırılmış olması; buna müteakiben yapılaşma hızının önlenemeyişi, Bodrum’daki “sınırlı” mimarideki farklılaşmaları incelemeyi ve mimarların aldıkları pozisyonları irdelemeyi olanaklı kılmıştır. 1.1 Çalışmanın Amacı Bodrum Yarımadası’nda turizm faaliyetleri ile yaşanan gelişmelerin etkisi zaman içerisinde ziyaretçi sayılarının katlanarak artması sonucunu yaratmıştır. Dolayısıyla Bodrum birçok farklı gelir grubundan ve farklı ülkelerden ziyaretçilerin taleplerine karşılık verebilecek yapılaşmalara ev sahipliği yapmak durumunda kalmıştır. Ziyaretçilerin Bodrum’da bulundukları dönemler ziyaretçilerin profiline ve talep ettikleri hizmetlere göre değişkenlik gösterirler, bu dönemlere uygun barınma biçimleri de mimari ürünler olarak somutlaşırlar. Kısa süreli tatil imkânı sunan otel ve pansiyonların yanı sıra devremülkler, tatil köyleri ve ikinci konutlar yarımada kıyılarını neredeyse aralıksız bir biçimde kaplamışlardır. Turizme bağlı istihdam artışı ile Bodrum’a çalışma amacıyla yerleşen nüfus ile özellikle metropol hayatından sıkılıp Türkiye içinden ya da yurt dışından kalıcı olarak yarımadanın neredeyse her bölgesinde ikamet eden kişiler için yapılan konutlar ise birinci konut özellikleri taşımaktadır. Farklı fonksiyonlara ve farklı dönemsel kullanımlara hizmet etmesi beklenen barınma birimlerinin alabilecekleri boyutlar, cephe özellikleri ve kütle hareketleri önceden belirlendiği için bir benzerlik içerisindedirler. Bununla birlikte kimi farklılıklar da gösterirler. Özel imar izinleri ile inşa edilen çok yıldızlı oteller hariç benzerlik gösteren mimari dil, özellikle konut mimarisinde değişimin ve farklılaşmaların okunabileceği bir ortam yaratır.
3
Bahsedilen bu yaklaşık 50 yıllık zaman diliminde Bodrum Yarımadası, sürecin en başından beri mimarların ilgisini çeken bir yer olmuştur. Kültürel ve tarihsel mirası, yöresel mimari karakteri ve metropollerdeki büyük ölçekli ve yoğun yapılaşma koşullarının dışında mimarlık yapma potansiyeli taşıması sebebiyle, mimarları cezbeden bir konum oluşturmuştur. Mimarların ilgisi doğal olarak tek başına yetmemiş, işverenlerin ve yatırımcıların bu bölgeye ilgileri sürdüğü ölçüde kendilerine çalışma ortamı bulmuşlardır. Bodrum Yarımadası’nın yıllar içerisinde popülerliğini arttırarak devam ettirmesi, yurt içi ve yurt dışından yatırımcıların bölgeye olan ilgisini daima canlı tutmuştur. Türkiye ekonomisinin önemli bir kısmının inşaat sektörü tarafından oluşturulduğu düşünülürse, yatırımların boyutları zamanla katlanmıştır. Bölgedeki yatırımlar, her ölçekteki mimarlık ofisine iş yapma fırsatı sunmuştur. Ulusal ve uluslararası düzeyde iş yapan yerli yabancı birçok mimar, Bodrum’un “sınırlandırılmış” mimarlık ortamı içerisinde mimarlık hizmeti vermiştir. Bodrum’da inşa edilmiş ya da edilmemiş projeler, yazılı ve görsel mimarlık basınında kendilerine oldukça geniş yer bulmakta ve paylaşılmaktadır. Bodrum’daki yapılar ve mimari projeler müelliflerine yurt içi ve yurt dışında çok sayıda ödüller getirmektedir. Bunun en somut örneği olarak Turgut Cansever’in Bodrum’daki yapıları ile iki kez Ağa Han Ödülü’ne layık görülmesi verilebilir. Bodrum mimarlık gündeminde de aktif bir pozisyondadır. Türkiye’de mimarlık haberleri ve kaynakları bakımından internet üzerindeki en zengin platformlardan biri olan Arkitera’da 2011 yılında başlayan ve 2 aylık dönemlerle yenisi eklenerek günümüzde de devam eden “Süper Kent” dosyalarının ilki, Bodrum üzerinedir. Ayrıca dosyanın başlangıcından beri ilçe statüsünde olan tek kent de Bodrum’dur. Yine Arkitera’nın internet üzerindeki mimari proje veri tabanı olan Arkiv.com’da ise Bodrum etiketli projeler 107 1 adetle Türkiye’nin birçok ilinden daha fazla sayıdadır. Bölgenin yerel mimarisi üzerine çeşitli kitaplar yazılmış, Bodrum’daki mimarlık ortamı çok sayıda akademik çalışmalara konu olmuştur. Bodrum Yarımadası’ndaki koşulların yarattığı altyapı, tezin içerisinde mimarlığın içkin birtakım tartışmalarını ele alma olanağı sağlamaktadır. Mimari çevreyi şehircilik
3 Mayıs 2019 itibariyle alınan veridir. Karşılaştırma bakımından aynı tarihte Arkiv.com’da İstanbul’da ilçeler bazında Kadıköy’de 128, Beşiktaş’ta 120, Beyoğlu’nda 99; Antalya ilinin tamamında 178, Muratpaşa’da 38, İzmir’in Çeşme ilçesinde 59 proje etiketlidir.
1
4
ve imar kurallarının şekillendirdiği açıktır; ancak Bodrum gibi bölgeselci bir mimari anlayışın yoğun bir biçimde görüldüğü bir çevrede, bu anlayışın kendisinden türetilen kısıtlar çerçevesinde üretilen mimarlık ürünlerinde mimarın rolünün tartışılması önemlidir. Tasarım parametrelerinin büyük bir kısmının önden belirlendiği ve tipolojik bir tekrarın beklendiği bir yerde; mimari ürünlerin anonimleşmeden kurtularak yarattıkları farklılıklarla Türkiye mimarlık gündeminde özel bir yere sahip olmalarına yol açan faktörlerin irdelenmesi tezin ana sorunsalıdır. Tezde, bir yandan biçimsel olarak oldukça kısıtlı iken öte yandan günümüzde hakim durumdaki neoliberal piyasa ekonomisine başarıyla eklemlenebilen Bodrum Yarımadası’nda konut mimarisindeki değişim üzerine değerlendirmelerde bulunulacaktır. Mimarlıkta kısıtlı olma durumunun değişimin hızına uyum sağlayan ya da aksine buna karşıt durarak nasıl karar alma mekanizmaları oluşturduğuna dair öngörüler elde edilebilmesine dair bir yöntem arayışı mevcuttur (Şekil 1.1).
Şekil 1.1 : Değişim ve kısıtlılığın karşıt çağrışımları. Şu ana kadar bahsedilen tüm koşulların sonucu olarak bu çalışmada öncelikle mimarlığın kısıtlı olma durumu ile ilgili kavramsal bir altyapı oluşturma amacı güdülmüştür. Mimarlığın hangi koşullar altında kısıtlı hale geldiği ve kısıtlanmış olma durumlarının mimarlık pratiğinde ne tür kavramlar oluşturduğunun incelenmesi çalışmada büyük yer tutmaktadır. Bodrum Yarımadası örneğine geçmeden önce çalışma; sınır, limit ve kısıt kavramlarını tartışmakta, daha sonra ise kısıt kavramının mimarlıkta ortaya çıkardığı kavramlar üzerinden Bodrum Yarımadası’ndaki konut mimarisinin değişimini incelemektedir. 1.2 Çalışmanın Kapsamı Mimarlık disiplini sınır kavramıyla oldukça içli dışlıdır. Mimarlığın içkin dinamikleri ve dışsal etkilerle olan ilişkileri kuramsal tartışmalarda kendine her daim yer bulmaktadır. Çalışma, mimarlığın sınırlarla ve bu sınırlardaki geçirgenliği belirleyen
5
kısıtlarla olan bağlantılarını kavramsal olarak tartışma konusu haline getirmektedir. Bu amaçla öncelikle sınır kavramının ne olduğu ve potansiyelleri tartışılmış, daha sonra sınırların geçirgenliğini belirleyen yapı taşları olarak kısıtları tartışmaya açmıştır. Çalışmanın ana kavramsal odak alanı, kısıtlı olma durumu ile ilgili çözümlemelerde bulunarak bu çözümlemelerin mimarlık üzerinde ne tür kavramsal açınımlara yol açabileceğinin araştırılmasıdır. Kısıtlı olma durumunun yaratıcı bir süreç olan mimari tasarım ve mimari üretim süreçlerinde mimarları nasıl etkilediğinin ortaya konulabilmesi için özellikle kısıtların belirli temalar altında incelenmesi çalışmada gerekli görülmüştür. Böylelikle kavramsal inceleme aracı olarak ABD’de Columbia Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan siyasetbilimci ve felsefeci Prof. Dr. Jon Elster’in Kısıt Teorisi (Constraint Theory) adlı çalışması ana izlek olarak alınmıştır. Elster’in kısıtlara karşı kişilerin ya da toplumun nasıl yarar sağladıklarına dair bu teorisi 2000 yılında yazdığı Ulysses Unbound: Studies in Rationality, Precommitment and Constraints (Bağı Çözülmüş Odisseus: Akılcılık, Ön-yükümlülük ve Kısıtlar Üzerine Çalışmalar) adlı eserinde yer almaktadır. Çalışmanın kavramsal olarak ele aldığı iki ana bölümden ilki, Elster’in Kısıt Teorisi’ni incelemektedir. Elster çalışmasında kısıtlar ve kısıt tanımları üzerinde çok belirgin bir kategorizasyon izlemediği ve kısıtlı olma durumları hakkında birçok farklı konudan örnekler sağladığı için, Elster’in çalışmaları üzerinden yapılan analizler mimarlıkta kısıt kavramlarının incelenmesi için bir altlık oluşturma imkânı sağlamıştır. Elster’in Kısıt Teorisi, kısıtları öncelikle dışsal (incidental) ve özsel (essential) olarak iki farklı şekilde ele almaktadır. Çalışmada toplumun bireylerini kişisel olarak ya da tamamen etkileyen ve bir eylemi gerçekleştiren aktörün kendine dönüşlü olarak etkiyen Kısıt Teorisi tanımlarının; mimarlık alanında da benzer ayrışmalar çerçevesinde alt bileşenler yardımıyla incelenebileceği savunulur. Bu yüzden çalışma, Bodrum Yarımadası ekseninde zaten fiziksel olarak imar kuralları tarafından tanımlanmış konut mimarisi pratiğinde, mimarların yalnızca imar kuralları tarafından değil, başka birçok kavramsal mimari kısıtlar tarafından çevrelendiğini öne sürmektedir.
Elster’in
kısıtlar
karşısında
akılcı
seçimleri
örnekleyen
kavramsallaştırmaları, mimarlık özelinde de benzer analojiler kurmaya ve bunlar üzerinden tartışmalar yapmaya değer bulunmuştur.
6
1.3 Çalışmanın Yöntemi Araştırma, Bodrum Yarımadası’nda konut mimarisinde değişimi, mimarların ve mimarlığın kısıtlı olma durumlarına karşı ürettikleri çözümler ve stratejiler üzerinden ele almaktadır. Bu doğrultuda yöntem olarak kapsam bölümünde de belirtildiği gibi Elster’in Ulysses Unbound kitabının analizi önemli bir yer tutmaktadır. Elster’in kitabı yaklaşık 300 sayfa boyunca Kısıt Teorisi’ni üç ana başlıkta ele almaktadır. Bunlar “kişilerin bir durum karşısında kendilerini neden ve nasıl kısıtladıkları”, “bir kısıt olarak anayasalar” ve son olarak “yaratıcılık ve sanatta kısıtlar” olarak ele alınmıştır. Bu araştırmada, Elster’in Kısıt Teorisi’nin geniş bir çözümlemesinden kaçınılarak, teorinin yalnızca kavramsal yapı taşları ortaya konmuştur. Elster’in ileri sürdüğü dışsal ve özsel kısıtlar; bu kısıtların alt bileşenleriyle hem kendilerine ait başlıklar altında, hem de kavramsal şemalarla açıklanmış, birbirleri arasındaki ilişkiler analiz edilmiştir. Araştırmanın ikinci bölümünde kısıtların mimarlık içindeki yeri irdelenmiştir. Mimarlıkta tasarımın ex nihilo (yoktan var olarak) yapılmadığı aşikârdır. Tasarımcıya verilen tam özgürlük ortaya çıkacak ürünün en yenilikçi olacağını garanti etmemekte, kimi
zaman
başarısızlıkla
sonuçlanmaktadır.
Çalışma,
Elster’den
aldığı
sınıflandırmayı, mimarlık ürününün elde edilmesindeki süreçlere hükmeden kavramlar ve kısıtlanmış olma durumu üzerinden tanımlamaya gayret gösterir. Elster’den ilhamla mimarlık içindeki kavramlar da öncelikle dışsal (incidental) ve özsel (essential) olarak ayrı başlıklar altında değerlendirilmiştir. Mimarlıkta kısıtları oluşturan kavramlar tipoloji, yerellik ve bölgeselcilik, planlamanın sonucu olarak imar kuralları ve kentsel koruma olarak belirlenmiştir. Bu dışsal kısıtların belirlenmesinde kriter olarak söz konusu kavramların tamamen mimar bireyin dışında kalıp onun mimarlık pratiğini etkileyebilecek olması göz önünde bulundurulmuştur. Ancak aynı zamanda mimari ürün üretimini tamamen şekillendiren etmenleri oluşturmaya yarayan bu dört başlık dışsal kısıtlar olarak seçilmiştir. İşveren tarafından belirlenen ve projeden projeye büyük farklılıklar gösterebilen bütçe, ekonomik sorunlar, teslim süreleri gibi dışsal kısıtlar ise mimarın bu kısıtlara karşı kendi bağlayıcı kararları, yani özsel kısıtlarına etkileri üzerinden değerlendirilmiştir. Özsel kısıtlar, mimarlıkta özerklik başlığı altında mimarın kendi ön-yükümlülükleri üzerinden tartışmaya açılmıştır.
7
İkinci bölümün ikinci kısmında da mimarlıkta kısıtları yaratan bahsi geçen kavramlar sonucu ortaya çıkan tekrar, anonimleşme, melezlenme gibi kavramlar ortaya atılarak kısıtlar perspektifinden incelenmiştir. İşte mimarlıkta kısıtların ortaya çıkardığı tüm bu kavramlar, Bodrum Yarımadası’nda konut mimarisinin şekillenmesine katkıda bulunmuşlardır. Çalışma burada baskın olan imar kurallarının yanında Kısıt Teorisi’nden ilhamla çeşitli deşifreler yaparak, Bodrum’da özellikle son yirmi yılda yaşanan yapılaşma patlamasıyla oluşan mimarlıkta farklılaşmaların izini sürmeye gayret etmiştir. Bu amaçla daha önceden belirlenmiş periyotlarda, Yarımada’nın bazen benzer bazen farklı imar koşullarına bağlı bölgelerden örnek yapılarda okumalar yapılmıştır. Bu yapılar Bodrum’da mimari proje üreten ve aynı zamanda mimarlık üzerine metinleri ya da röportajları olan ve esasen Bodrum dışında pratik yapan mimarların konut projelerinin arasından seçilmiştir. Böylelikle mimarların kendi söylemleri, yani deşifre edilebilecek kendi özsel kısıtlarının Bodrum mimarisindeki dışsal kısıtlarla etkileşimini kavramak mümkün olabilir. Çalışma boyunca birçok farklı kaynaktan yararlanılmıştır. Elster’in Ulysses Unbound’u (2000) başta olmak üzere; tipoloji konusunda Özgür Bingöl’ün doktora tezi olan “Mimarlıkta Tip Kavramı ve Tipoloji (2007)” ve Rafael Moneo’nun “Tipoloji Üzerine” (On Typology) (1978); farklılık ve tekrar konusunda Gilles Deleuze’ün “Fark ve Tekrar” (2017,1968); neoliberal ekonomide mimarın özerkliği konusunda Douglas Spencer’ın “Neoliberalizmin Mimarlığı” (2016); melezlenme ve birçok farklı kavram konusunda Uğur Tanyeli’nin “Rüya İnşa İtiraz” (2013) kitapları yol gösterici olmuşlardır. Ayrıca “Mimarlık Dergisi” ve “Arredamento Mimarlık” dergisinde çalışmada yer alan mimarlarla çeşitli tarihlerde yapılan söyleşilerin bulunduğu profil yazıları önemli kaynak oluşturmuştur. Mimarların hem Bodrum projeleri, hem kendi mimarlık anlayışlarından bahsettikleri konuşmalar Youtube videolarından edinilmiştir. Burada her biri farklı bir araştırma konusu olabilecek kadar geniş bu kavramların kısıtlı olmak ve kısıt yaratmak perspektifinden incelendiğini hatırlatmak yararlı olacaktır. Kavramların tanımları ve mimarlıkla ilişkileri belirtilirken, bir yandan nasıl kısıtlar yarattıkları ya da kısıt yaratmada kullanılabilecekleri açıklanmaya çalışılmıştır.
8
Şekil 1.2 : Kısıt Teorisi’nden yola çıkılarak düzenlenen yol haritası.
Şekil 1.3 : Tezin Kısıt Teorisi ve bahsedilen kavramları ele alış yöntemi.
9
10
2. SINIRLAR VE KISITLAR Bir duvar vardı. Önemli görünmüyordu. Kesilmemiş taşlardan örülmüş, kabaca sıvanmıştı; erişkin biri üzerinden uzanıp bakabilir, bir çocuk bile üzerine tırmanabilirdi. Yolla kesiştiği yerde bir kapısı yoktu; orada yerin geometrisine indirgeniyordu: bir çizgiye, bir sınır düşüncesine. Ama düşünce gerçekti. Önemliydi. Yedi kuşak boyunca dünyada o duvardan daha önemli bir şey olmamıştı (Le Guin, 2006). 2
Tasarım süreçlerinin en büyük zorluklarından biri başlangıç anındadır. Bir yazarın ilk yazdığı kelime, bir ressamın tuval üzerindeki ilk fırça darbesi, bir heykeltıraşın taşa ilk dokunuşu ya da bir mimarın kağıda çizdiği ilk çizgi o başlangıç anında mümkün olan sonsuz sayıda olasılığın çok büyük bir bölümünü eleyen bir eylem anlamına gelir. Bu noktadan itibaren tasarımcı aktör –tek ya da kolektif çalışan- yalnızca dış faktörler değil, artık kendi üretimi sonucu ortaya çıkan bağlamın ışığında üretimine devam eder. Ancak, tasarımcının üretim sürecinin başlangıcından önce yaptığı seçimler veya içinde bulunduğu koşullar da hem sürecin kendisini, hem de sonuç ürünü etkileyecektir. Tasarım sürecinin çok boyutluluğu ve karmaşıklığı içerisinde tasarımcı daima içinde bulunduğu ortamın ve kendisinin sınırlarını idrak etmeye çalışır, bu sınırlara göre pozisyon alarak eylemlerini gerçekleştirir. Bu bölümde bir tasarım ve üretim edimi olan mimarlıkta sınır kavramı ele alınarak; sınırlı olma durumunu yaratan elemanlar olarak kısıtlar ve kısıtlı olma durumlarının mimarlık çerçevesinde kavramsallaştırılması amaçlanmıştır. Mimarlık praksisinde mimarların dışsal etkiler sonucu karşılaştıkları kısıtlar karşısında aldıkları pozisyonlar ve bu süreçte özsel olarak oluşturdukları kısıtlar, politika kuramcısı ve felsefeci Jon Elster’in Kısıtlar Kuramı (Constraint Theory) kullanılarak kategorize edilmiştir. Bu çalışma boyunca, koruma amaçlı imar planları sonucunda belirlenen kısıtlar sonucunda gelişen Bodrum Yarımadası’ndaki yapılaşma üzerinden, konut mimarisi özelinde kısıtların mimarlıktaki yerini tartışmak önemsenmiştir. Bu bağlamda Bodrum’daki mimarlık üretimini yalnızca bir tatil kasabasının yıllar içerisindeki
2
Ursula K. Le Guin’in 1974 tarihli Mülksüzler adlı romanının ilk cümlesi.
11
biçimsel değişimi olarak değil, bu değişim sürecini hazırlayan faktörleri ve özellikle kısıtlı olma durumlarını irdelemek gerekmektedir. 2.1 Sınır, Limit ve Kısıtların Kavramsal Açılımı Sınır, TDK Sözlüğü’ndeki sözcük anlamı itibariyle öncelikle “iki komşu devletin topraklarını birbirinden ayıran çizgi, hudut; bir şeyin yayılabileceği veya genişleyebileceği son çizgi, uç” olarak, daha sonrasında ise “bir şeyin nicelik bakımından inebileceği veya çıkabileceği en alt ve en üst yer, limit” olarak tanımlanmaktadır (URL–1). Sınır kavramının, bir yandan ayırıcı özelliği dolayısıyla iç-dış ya da öte–beri nosyonlarını ortaya koyarken, öbür yandan limit kavramını içermesi nedeniyle sonlu ancak bağıntılı olduğu söylenebilir. Sözlük anlamında da görüldüğü gibi ilk çağrışım olan devletler arasındaki fiziksel sınırlar, kavramın içinde bulundurduğu ayırıcı olma, çizgisel olma ve uç nokta olma özelliklerini somut olarak göstermektedirler. Sınır, tarih boyunca ve günümüzde de dışarıda kalan veya bırakılan için çok güçlü bir ayırıcı, içeride bulunan içinse kapsayıcı ya da hapsedici bir enstrüman olagelmiştir. 1960’lardan sonra Avrupa’ya işçi göçleri ile başlayan, daha sonra savaşlar ve ekonomik krizler, ardından yaşanan mülteci krizleri sonucunda devlet yönetimlerinde muhafazakâr yapıların güç kazanmasıyla sınır kavramı yeniden önemli bir tartışma konusu haline gelmiştir. Sınırlar, hem hukuksal hem de fiziksel olarak yeniden tanımlanmaktadır. Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden ayrılması, ABD’de Trump yönetiminin Meksika sınırına duvar ve bariyer çekme planı, Türkiye’nin Suriye sınırında 911 km’lik dünyanın en uzun üçüncü duvarını inşası gibi örnekler son dönemde yaşananları betimlemeye yardımcı olmaktadır. Her şeye rağmen sınırlar fizikselliklerini korumayı sürdürseler de, uzun yıllardır dünyayı etkisine alan bir kavram olan küreselleşme, neoliberal politikaların baskınlığı ile devletler yerine piyasa tarafından yönlendirilen sınırsız bir dünya düzenini işaret eder (Ceglowski, 1998, s. 17). Küreselleşen dünyada bireyler çoklu vatandaşlıklar kazanırlar, ülkeler arası ekonomik anlaşmalar sayesinde dünyanın birçok yerinde piyasanın rekabetçi idealleri içinde işler yürütürler, bir dünya vatandaşı haline gelirler. Bireyler halen Dünya üzerinde fiziksel olarak coğrafi sınırlarla ayrılmış bölgelerde yaşamlarını sürdürseler de küresel şirketler tarafından yönetilen sosyal medya ağları üzerinden sanal ortamda sınırları kaldırarak iletişime geçerler.
12
Bu nedenle sınırlanmış olma durumu bireyler için daima ikilikler ve etkileşim alanları barındırır. Bu nedenle siyaset bilimci Uyan Semerci sınırı, “sürekli gelip giden, gevşeyip sıkılaşan, sürekli pazarlıkların döndüğü, bazen delikli hale gelen bazen birdenbire katılaşan bir durum” olarak tanımlamaktadır (2016). Arslan Selçuk ve Gönenç Sorguç’a göre (2016), sınır “sadece farklı ögeleri birbirinden ayıran çizgi ya da eleman değil bir arayüz, biraraya getirici ve/ya hedefler dizinidir”. Sınırın devingen ve geçirgen yapısının oluşturduğu bu arayüz üzerinde etkileşim alanları bulunur. Arayüzün her noktası aynı özellikleri ya da aynı katı ya da gevşek özellikleri göstermeyebilir. Bu sebeple sınır, “genel algının dışında bir kısıttan çok, çözüm için belirlenen değerler dizini ve doğru çözüm için bir çözüm uzayının tanımlanması (solution space) olarak görülebilir” (Arslan Selçuk, Gönenç Sorguç, 2016). Tek başına homojen bir kısıt şeklinde cereyan etmez, çözüm uzayının içindeki bir kısıtlar kümesi olarak hareket eder (Şekil 2.1).
Şekil 2.1 : Sınırların etkileşim alanı olarak kısıtlar. İster ülkeler arasındaki sınırlardan, ister kent içinde kapalı siteleri birbirinden ayıran duvarlardan bahsedilsin; sınır kavramı mimarlık ile her zaman ilişkili olmuştur. Kentin farklı katmanlarındaki zaman ve mekânı ayıran ve bir araya getiren kritik etkileşim alanları hep sınırlar olmuştur. Bu alanlardaki aralıklar üzerinde kent, kentli, fiziksel çevre, kentsel yaşantı bir araya gelir ya da kesintiye uğrar. Şentürer (2008) bu aralıkları sınır-boyları olarak tanımlar. Ona göre sınır-boyları zaman mekân ve yaşantının “genişleme, genişletilme aracılarıdır”. Bu bölgelerde çalışmanın mimarlar ve tasarımcılar içim yaratıcı bir eylem olduğundan bahseder. Farklı oluşlara veya kimliklere sahip yapıların nasıl bir arada var olabilecekleri sorunsalı, sınır-boyları üzerindeki birlikteliklerin henüz tanımlanmamış arada-olma nitelikleri sonucu bu bölgelerdeki olası geçiş ve devinimler vasıtasıyla kritik çalışma alanları açar. Şentürer sınırın potansiyellerine dikkat çekerek, bu potansiyelleri sınır-boylarında “farklı çoklu yapıları bir arada bulundurma aralığı”, “zaman ve mekânın genişleme aralığı” ya da
13
“sanatsal tasarı ve yaratım aralığı” gibi aralıklar üzerinden tanımlar. Ona göre sınır aşımları sonucu ortaya çıkabilecek yeni bilgiler ve gelişmelerin oluşumu; tasarım yaklaşımlarını bilinçli bir şekilde ortaya koyan, farkındalığı yüksek sanatçı, mimar ve tasarımcıları beklemektedir (Şentürer, 2008). Sınırlar her ne kadar bu bir aradalıkların potansiyellerini barındırarak tasarımcıları beklese de, içlerindeki ayırıcı özellikleri barındırmaya devam ederler. Burada kritik olan olgu, sınırları oluşturan uçta ve sonlu olma, yani bir limit içerme durumuyla; sınırlanmışlık halinde yapılması gerekenleri tanımlayan kısıtlı olma durumuna karşı alınacak stratejik pozisyonun kendisidir. Bu nedenle tezde, sınırlara şu ana kadar bahsedilen özellikleri ve aralıkları oluşturan ayırıcı niteliği sağlayan, ancak aynı zamanda birleştirici arayüzleri de meydana getiren kavramın kısıtlar olduğu öne sürülmektedir. Kısıtların oluşturduğu kontrol, sınırları deneyimleyen eylemcilerin bulundukları ortamda kendileri dışındaki etmenler tarafından tanımlanmış olabilirken, bazen de bizzat eylemci tarafından kendisine uygulanmış olabilir. Bu noktada kısıtlar sınırları oluşturan temel yapı taşları olarak değerlendirilmiştir. Limitler ise ister ortamın kendisinin ister tekil kısıtların tanımladığı uzayın başka dış etmenlerle etkileşime girdiği uç bölgeler olarak görülmüştür (Şekil 2.2).
Şekil 2.2 : Kısıtların geçirgenlik bölgeleri olarak limit. Örneğin otoyollarda belirli bir hız limiti bulunmaktadır. Türkiye’de bu limit saatte 120 km’dir. Bu limit aslında bir kısıdın uç noktasıdır ve hukuksal bir bağlayıcılık ortaya koyar. Sürücü bu limiti aştığında ceza alabilir, ancak limiti aştığı her an ceza almayacağını da bilir. Ancak kendisini ceza almaktan koruma amacıyla aracına örneğin yalnızca 110 km/s’lik maksimum bir hız değeri belirleyebilir. Araç sürücü ne kadar gaza bassa da bu hızı geçmeyecek ve sürücü ceza alma riskini elimine edecektir. Sürücü kendine yeni bir kısıt ve bu kısıda ait yeni bir limit belirlemiştir. Yani limit kısıdın tanımladığı, kısıdın özelliklerine göre aşılması zorlaşan ya da kolaylaşan bir olgudur. Eylemcinin kendi dışındaki limitler ise her zaman bulunabilir. Bu örnekteki
14
sürücü ne kadar hızlı gitmeye çalışırsa çalışsın evrendeki mutlak hız olan ışık hızını geçemeyecektir. Tezde Bodrum Yarımadası’ndaki yapılaşma ve konut mimarisi incelenirken mimarlıkta değişimin hızına karşı hem kentsel planlamanın getirdiği kısıtlar hem de mimarın kendine koyduğu kısıtlamalar göz önünde bulundurulacaktır. Kısıtların yaratıcı süreçlere olan etkileri ve mimarlıkta oluşturduğu kavramlar sonraki kısımlarda incelenmektedir. 2.2 Kısıtlar ve Kısıt Teorisi Yaratıcı süreçlerin herhangi bir anında bir dizi kısıt bulunur veya oluşur. Bunlar o anda neyin yapılıp yapılamayacağına karar veren dizginler olabileceği gibi sonuç ürünün niteliğini etkileyen faktörler de olabilirler. Tasarım süreçlerinde muğlaklık durumlarını ve boşlukları gidermeyi kontrol altına alabilme yetkinliği çok önemlidir. Bazı kısıtlar ya da hedefler, sürecin başında tanımlansalar da birçoğu süreç içerisinde eklenebilir ya da adapte edilebilir. Kısıtlar, tasarımın bağlamını belirleyen kurallar, gereklilikler, gelenekler ya da ilkeler olabilirler. Doğa, kültür, gelenek ya da piyasa tarafından tanımlanabilirler, bazıları dış etkenler tarafından dayatılırken bazıları tasarımcının kontrolündedir (Gross, 1986, s. 10). Johnson-Laird’e (1988) göre kısıtlar yaratıcılığın ön koşuludur ve kısıtlanmamış olan şeyler yaratıcı olarak düşünülemez. Ancak yaratıcı olmak isteyen tasarımcı bu kısıtlardan yararlanmak zorundadır. Yaratıcı süreç içerisinde tasarımcı eğer kısıtların bir kısmı kendi kontrolü dışında tanımlanmışsa bu sınırların içinde, eğer bir bölümü kendi oluşturduğu kısıtlar ise kendi tanımlarının içerisinde, üretim sürecinin işleyişine ve sonuç ürünün oluşturulmasında kendisine yarar sağlayacak yolları izler. Bilimsel araştırmalar, en serbest görünen sanatsal çalışmalarda bile bazı kuralların izine rastlandığını ortaya koymaktadır. Biyokimya profesörü Ernesto Carafoli’ye (2016) göre “sanatçılar –ressamlar, müzisyenler, mimarlar- sıklıkla yaratıcı ilham geldiğinde eserlerini “kendilerini en rahat hissettikleri şekilde” yaratırlar. Bu ifade kulağa her ne kadar bayağı gelse de, modern beyin görüntüleme tekniklerini kullanan sinirbilim çalışmaları sayesinde simetri, altın oran ya da fraktal yapılar gibi örüntülerin bilişsel olarak beynin belirli bölümlerine uyarılar yaparak estetik duyarlılık yarattığını
15
ortaya koymuştur. Örneğin Peru’daki Nazca çizgileri, Japon bahçeleri, Gotik katedraller, Eyfel Kulesi gibi yapılarda fraktal örüntülerden izler bulunur. En ilginç örneklerden biri de Jackson Pollock’un resimleri üzerine yapılan bir çalışmada görülmüştür. Pollock’un 1945’ten sonra Manhattan’dan taşınarak Long Island’da orman kıyısında bir evde yaşamaya başladıktan sonra kendine özgü damlatma tekniğini geliştirdiğini fark eden araştırmacılar, bu tekniğin aslında fraktal yapılardan oluştuğunu ortaya koymuşlardır. “Kaotik salınım” adı verilen teknikle üretilen çalışmalarda fraktal parametreler kullanıldığında ortaya çıkan ürünlerin Pollock’un çalışmaları ile örtüştüğü görülmüştür (Şekil 2.3). Araştırmacılar bu durumun, Long Island’da her gün çalışmalarına başlamadan önce ormandaki ağaçları ve dolayısıyla ağaçların dallarındaki fraktal yapıları gözlemlediği bilinen Pollock’un yarattığı devrimsel resim tekniğini geliştirmede önemli bir yer tuttuğunu iddia etmektedirler (Taylor ve diğ, 2011, alıntılayan Carafoli, 2016). Böylece aslında ortaya çıktığı dönemde başka örneği olmayan benzersiz bir tekniğin ardında bu tekniğin oluşumuna katkıda bulunan doğal kuralların olabileceği savı ortaya atılmıştır. Tasarımcı kendine koyduğu kuralları ve tamamen sistematize etmese de Pollock’un fırça hareketleri örneğinde olduğu gibi dışarıdan bakıldığında son derece özgür, hatta rastgele görünen üretimlerde bile arka planda çalışan bambaşka içkin bir kodun kısıtları çerçevesinde en yaratıcı eserler oluşturulabilir. Tasarımcının kendine özgü üretim tekniklerini oluştururken beslendiği kaynakların tasarıma olan etkileri, bilinçli olmasa bile birtakım kuralları keşfetmeye olanak sağlar ve dolayısıyla bu kuralların tanımladığı kısıtları içerir.
Şekil 2.3 : Taylor ve ekibinin uyguladığı kaotik salınım tekniğinin örneği. Sağ üst fraktal yapılar olmadan, sağ alt fraktal yapılarla birlikte (URL-2). 16
2.2.1 Odisseus ve Sirenlerin hikâyesi Mimarlık ekseninde kısıtları tartışabilmek için bir kavramsal altyapı kurmak amacıyla bu kısımda Norveçli toplum ve siyaset kuramcısı ve Columbia Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. John Elster’in çalışmalarından referanslar alınacaktır. Jon Elster akılcı seçim teorisi, siyaset bilimi ve felsefe alanlarına önemli katkılarda bulunmuş bir isimdir. Eserleri ve yazıları birçok siyaset bilimci, ekonomist ve felsefeci tarafından tartışılan biridir. Elster sosyal bilimlerde akılcı seçim problemlerini açıklamak üzere ekonomi, sosyal bilimler, psikoloji ve felsefe literatüründen beslenerek metodolojik çalışmalar ortaya koymuştur (Little, 1992). Bu çalışmada kısıtlar karşısında alınan kararları tartışmak üzere Elster’in 2000 yılında basılan Ulysses Unbound: Studies in Rationality, Precommitment and Constraints (Bağı Çözülmüş Odisseus: Akılcılık, Ön-yükümlülük ve Kısıtlar Üzerine Çalışmalar) adlı kitabındaki Constraint Theory (Kısıt Teorisi) ele alınacaktır. Elster bu çalışmadan önce de seçimlerdeki akılcılık ve karar mekanizmaları üzerine çalışmalar gerçekleştirmiştir. Aslında yukarıda bahsedilen eser, yine Elster’in 1988 yılında basılan Ulysses and Sirens: Studies in Rationality and Irrationality (Odisseus ve Sirenler: Akılcılık ve Akıldışılık) eseri üzerine görüşlerini revize ettiği bir çalışmadır. Tezde referanslar Elster’in daha geç zamandaki çalışması üzerinden alınacaktır. Elster, Ulysses and Sirens ve Ulysses Unbound kitaplarında seçimler konusunda aynı mitolojik öyküden yola çıkarak bir analoji oluşturur. Homeros’un Odisseia destanında Truva Savaşı’ndan sonra denizcileri ile birlikte krallığı İthaka Adası’na dönmeye çalışan Odisseus, yolu üzerindeki Siren kayalıkları yakınından geçmek zorundadır. Siren kayalıklarında yaşayan mitolojik yaratıklar olan Sirenler söyledikleri büyüleyici şarkılarla yakınlarından geçen denizcileri etkilemekte, kayalıklara doğru yol alan denizciler de gemilerini batırarak yok olmaktadırlar. Büyücü Kirke’nin Sirenlerin cezbedici şarkılarına karşı kendilerini uyarmasıyla Odisseus tayfalarına kendilerini korumak için bir emir verir. Buna göre tayfalar kulaklarını balmumu ile tıkayacaklar, böylelikle şarkıları duymayacak ve etkilenmeden yollarında devam edeceklerdir. Ancak Odisseus bu çözümü kendisi için uygulamaz. Çünkü Sirenlerin şarkıları karşısında bilgisiz kalmak istememekte ve yolcuları kayalıklara çeken sesleri merak etmektedir. Bu nedenle Odisseus denizcilerine kendisini geminin direğine sıkıca bağlamalarını emreder. Denizciler ise kulaklarını balmumu ile tıkamış oldukarı için Sirenlerin şarkılarından etkilenmezler; Odisseus ise Sirenlerin şarkılarını duymasına 17
ve büyülenerek kayalıklara gitmek istemesine rağmen bağlı olduğu direkte tayfalarına emirlerini duyuramaz. Böylelikle Odisseus ve denizcileri Sirenlerin çağrısına kurban gitmekten kurtulurlar (Şekil 2.4). Cicero’ya göre aslında Homeros’un bu hikâyesinde denizcileri kayalıklara çeken şeyin Sirenlerin şarkılarının güzelliği ya da farklılığı değil; bir öğrenme, keşfetme ve merak dürtüsüdür. Yakından geçen yolcular kendilerine yollarını saptıracak ve yarar sağlayacak bir sebep görünmese de doğuştan gelen öğrenme ve bilgi açlığına yenik düşmektedirler (alıntılayan Elster, 2000, s. 3). Odisseus’un verdiği bu kararla kendi özgür iradesiyle daha sonraki bir zamanda oluşacak ve kendisine büyük zarar verme potansiyeli olan bir durum üzerine koruma amaçlı bir kısıt oluşturmuştur. Ancak kendine koyduğu kısıda da müdahale etmiş ve sadece hareket yetisini kısıtlamıştır. Aynı zamanda tayfalarının da kulaklarını tıkayarak onlar üzerine de kısıt koymuş, onları hem Sirenlerin şarkılarından hem de kendi emirlerinden korumuştur. Ancak Odisseus direkte bağlıyken aynı zamanda Sirenlerin şarkılarından da mahrum kalmamış ve Cicero’nun da ifade ettiği gibi kendi öğrenme ve merak dürtüsünü tatmin etmeyi başarmış, aynı zamanda tehlikeden de zarar görmeden kurtulmayı başarmıştır.
Şekil 2.4 : Ulysses and the Sirens, John William Waterhouse, 1891 (URL-3). Elster bu öyküyü, her iki kitabında da akılcı seçimler konusunda görüşlerini oluşturmak için bir başlangıç noktası olarak almıştır. Özellikle Ulysses and Sirens’de bu konuyu ön-yükümlülük ve öz-bağlanma tartışması açmak ve kavramsallaştırma oluşturmak amacıyla insan davranışlarından birçok örnek vererek ele almıştır. Little’a göre (1992) Elster’in görüşlerini anlamak için akılcı seçimleri iki adımlı bir süreçte
18
analiz etmek gerekir. Elster, bir kişinin verili bir durum karşısında bir şekilde ya da başka bir şekilde nasıl davrandığını iki aşamalı filtreleme işlemiyle analiz eder. Birinci filtreleme,
soyut
olası
olan
eylemler
kümesinin
uygulanabilir
küme
ile
sınırlandırılması, yani aynı anda bir dizi fiziksel, teknik, ekonomik ve politik-yasal kısıtlamaları
karşılayan
eylemler
kümesi
oluşturmaya
yarar.
İkincisi
ise,
gerçekleştirilecek eylem olarak uygulanabilir kümenin bir üyesini seçerek belirleme etkisine sahiptir. İlk filtre aynı zamanda eylemdeki sosyal ve doğal kısıtların önemine de ışık tutmaktadır. Rasyonel eylemin bu özelliği, müzakerelerin optimizasyonunun bir sonucu olarak değil, belirli bir dizi kurumsal kısıtlamanın bir sonucu olarak açıklanabilecek bir seçim kalıpları olabileceği anlamına gelir. Ekonomistler, stilize ortamlarda (pazarlar) optimizasyonun önemini vurgulamaya meyillidir; oysa siyaset bilimciler genellikle sosyal davranış kalıplarının altında yatan kritik değişken olan seçim
ortamındaki
değişikliklere
odaklanırlar.
Elster'in
rasyonelliğinin
karakterizasyonu, her iki sosyal açıklama formuna da yer açar (Little, 1992). Elster, Ulysses Unbound’da ise görüşlerini yeniden gözden geçirerek üç ana bölüm altında Kısıt Teorisi’ni ortaya koymaktadır. İlk bölümde kişilerin nasıl ve neden kendilerini bağladıklarını, ikinci bölümde bir devlette tüm toplumu bağlayıcı kurallar bütünü olan anayasa çalışmalarında kısıtların ve bağlayıcılıkların işleyişini, son bölümde de sanat alanında yaratıcılık ve kısıtlar arasındaki ilişkileri tartışır (Elster, 2000). 2.2.2 Dışsal ve özsel kısıtlar Mimarlıkta Mies Van Der Rohe’nin öncüsü olduğu “less is more” (az çoktur) önermesi, mimarlıkta süslemenin ve gerekenden fazla form arayışının önüne geçmiş, Mies’in minimalist yaklaşımı kendisine mimarlık dünyasında önemli bir yer kazandırmıştır. Daha sonraları bir dereceye kadar kendisi ve onun izinden gidenler tarafından adeta bir “özgürleştirici ifade” ile devrimci bir akımın parçası olarak lanse edilen “az çoktur” önermesi; Ingels’e göre (2009) giderek özgürlükten hayal gücünün etkisini yitirdiği bir üsluba, hatta bir “deli gömleği” haline dönüşmüş; “çağdaş kentin büyük alanlarında kendini durmaksızın tekrar eden anonim kutular ortaya çıkmasına sebep olmuştur.” Foster (2013, s. 26) ise Robert Venturi ve Dennis Brown Scott tarafından temelleri atılan postmodernizmin mevcut olanı geliştiren bir çağrı yaptığını
19
söyler. Postmodernizm tarafından modernist zarifliğin ifadesi olan “az çoktur”un, “az sıkıcıdır” (less is a bore) şekline çevrilmesi, mimarları “tutsak, biraz ürkek, ama kısmen dikkatsiz olan ve görüşü filtreden geçirilip sürekli ileriye yönlendirilmiş bir seyirci kitlesi için” tasarım yapmaya teşvik ettiğinin altını çizer. Kendinden sonra gelenlerin Mies’in mimarlığı karşısında az olanın sıkıcı olduğu, özgürleştirici olmaktansa hayal gücünü körelten deli gömleğine dönüştüğü gibi ifadeler kullanması bugün Mies van der Rohe’yi ve modernistleri halen üzerinde en çok araştırma yapılan, kitaplar yazılan mimarlık figürleri olmaktan alıkoymamaktadır. Az olanı yeğlemek ve bundan çokluk sağlama yararı gütmek, Mies ve modernistleri dönemlerinde çok değerli figürler haline getirmiş, dünya mimarlığını domine eden bir pratik biçimi oluşturmalarını sağlamıştır. Mies’in dünyasında modern mimarlığın ürünleri Ingels’in söylediği gibi kentleri domine etmemekteydi, ayrıca Mies’in mimarlığının seyirci kitlesi de Venturiler’in 1972’de Learning from Las Vegas’ı yayınladığı zamandan farklıydı. Bu durum, Elster’in 2000 yılında kısıtlara bakışında “az çoktur” önermesini yinelemesinin önüne geçmemiştir. Elster’e göre bazen daha az seçeneğe sahip olmak, daha çok seçeneğe sahip olmaktan daha yararlıdır. Erich Fromm’a göre modern dünyanın yükselişinden sonra erişilebilen şeylerin artışı dolayısıyla artan seçenekler sonucunda bir “özgürlük korkusu”, yani çok fazla seçeneğe sahip olma ve bu seçenekler üzerinde kısıtlı özerkliğe sahip olma korkusu ortaya çıkmıştır (alıntılayan Elster, 2000, s.2). Burada önemli bulunan kısım, insanların ellerindeki seçenekleri kısıtlamayı seçip seçmemesi değil, daha çok seçeneğe sahip olmanın onlar için yararlı olup olmayacağına karar verebilme durumlarıdır. Elster yarar sağlama perspektifinden bakarak kısıtları iki ana başlığa ayırır: Bunlardan ilki, eylemciye yarar sağlayan ancak aslında bu yarar doğrultusunda eylemci tarafından seçilmeyen kısıtlardır. Bu kısıtlar eylemci tarafından başka bir neden dolayısıyla seçilmiş, kendisi dışında bir eyleyen ya da sistem tarafından seçilmiş ya da eylemcinin uyması gereken doğal sebepler olabilirler. Elster bu tip kısıtlara incidental (dışsal) kısıtlar adını vermektedir. Dışsal kısıtlar başka olayların, eylemlerin ya da durumların neticesinde eylemcinin tam anlamıyla kontrolünde olmayan ancak eylemcinin bu kısıtlardan yararlanabilme yetisinin bulunduğu kısıtlardır. Hukuksal bağlayıcılıklar, dışsal kısıtlara örnek olarak verilebilir. Hukuk kuralları içerisindeki birçok yükümlülük eylemciyi kısıtlasa da aslında eylemci bu kısıtlamalardan fayda 20
sağlamaktadır. Benzer bir örnek olarak inanç sistemleri de verilebilir (Elster, 2000, s. 4). Tocqueville insanlığın tamamıyla dinsel bağımsızlık ve siyasal özgürlüğü aynı anda sürdürebilmesine şüpheyle yaklaşmaktadır. Eğer dini inancı yoksa başka şeylere itaat etmek, eğer özgürse inanmak zorundadır (alıntılayan Elster, 2000, s.2). İkinci tip kısıtlar ise içinde öz-bağlayıcılık ve ön-yükümlülük gibi kavramları barındıran essential (özsel) kısıtlardır. Özsel kısıtlar, eylemcinin kendi üzerine uyguladığı kısıtlardır. Özsel kısıtlarda eylemci kısıtların bedeli olarak yarar beklentisine sahiptir. Özsel kısıtlar genellikle gelecekte olacak olan seçimler üzerinde yarar sağlamak için zaman içinde akılcı hale gelecek öz-bağlayıcılıklar oluşturur. Bir birey 1 anını yaşarken, gelecekteki 2 anında A eylemini yapmak isteyebilir. Ancak eğer birey 2 anı gelip çattığında eğer önceden önlenmemiş ise A yerine B eylemini yapabileceğini ya da yapacağını sezebilir. Bu gibi durumlarda akılcı davranış daha henüz 1 anında, 2 anında yapabileceği B eylemini önleyecek ya da bu eylemi yapmasını daha az imkân sağlayacak kararlar almaktır (Elster, 2000, s. 5).
Bireyler aynı zamanda özsel koşulları dışsal koşullar haline getirebilirler. Kişi kendisinin bir eylemi yapmasını engellemeyi başaramayacak durumda olabilir. Eğer bu kendi yararına olacak ise bir dış etmeni kendisini engellemesi için ikna edebilir. Örneğin bir işte çalışan bir kokain bağımlısı kendisini bir tedavi merkezine ihbar ederse, dışsal etmen olan tedavi merkezinin ihbara uyarak çalıştığı iş yerinden idrar testi istemesiyle yasal olarak tedavi olma zorunluğu altına alınabilir. Burada dışsal kısıt, tedavi merkezinin işini yapıp yapmayacağına bağlıdır (Elster, 2000, s. 277)
Şekil 2.5 : Kısıt Teorisi’nin birincil elemanları.
21
2.3 Ön-Yükümlülükler Elster’in Kısıt Teorisi’nde bahsettiği kısıtların oluşturan en önemli yapı taşı önyükümlülükler (precommitments) olarak görülmektedir. Elster ön-yükümlülük ve özbağlanmayı (self-binding) eş anlamlı olarak kullanmaktadır. Ön-yükümlülükler bireyi ya da toplumu anlık ya da gelecekte oluşabilecek durumlar karşısında yarar sağlayacak şekilde kısıtlarlar. Odisseus örneğindeki ön-yükümlülük, tutkulara karşı eylemcinin yaptığı bir özbağlanmadır. Modern ekonomistler tutkuya karşı sıklıkla akılcı öz-çıkar (rational selfinterest) ifadesini kullanmaktadırlar. Elster’e göre (2000, s. 7, 272) eğer bir kişi öfke anında kendini kaybederek başkalarını incitmekten endişe duyuyor ve bundan kaçınıyorsa, bunun içinde ayrıca kendine zarar vermemek için bir akılcı öz-çıkar da bulunmaktadır. Bu nedenle insanoğlu genellikle tutku anlarında (bunlar öfke, korku, aşk, utanç gibi duyguların yanı sıra şehvet, sarhoşluk, uyuşturucu bağımlılığı gibi durumlar da olabilir) mantıksız davrandığı için, ön-yükümlülük kararı sakin durumlarda verilmelidir. Kışkırtıcı şeylerden kaçınmak için ya da kışkırtıcı şeylerle karşılaşıldığında cazibelerinin yarattığı tutkuya yenik düşmemek için de kullanılır. Elster, Ulysses and Sirens’te ön-yükümlülük kavramını anayasa ile bağdaştırarak “anayasaların ön-yükümlülük aygıtları” olduklarını iddia eder. Ulysses Unbound’da ise Norveçli tarihçi Jens Arup Seip’in yorumu sonrasında tutumunu değiştirmiştir. Arup Seip’e göre “siyasette kişiler hiçbir zaman kendilerini bağlamak istemezler, yalnızca diğerlerini bağlamaya çalışırlar” (Elster, 2000, s. 5). Sonuçta Odisseus yalnızca kendini direğe bağlamamıştır, tayfalarını da kulaklarını tıkamaya zorlamıştır. Elster sonraki eserinde anayasaların tamamen bir ön-yükümlülük ve öz-bağlanma aygıtı olduğu fikrinden vazgeçmiştir. Ancak hukuksal düzen kendi içinde önyükümlülükler barındırır, çünkü ön-yükümlülük kavramı daha önce de bahsedildiği gibi zaman içinde akılcılık barındırır. Anayasalar kriz anları gelip çattığında bu anlarda çıkan sorunların çözümü için bugünden konulmuş kurallar ve kısıtlar bütünüdür. Değiştirilme mekanizmaları özellikle zorlaştırılmıştır, salt çoğunluk kararı gerekir. Elster, Spinoza’dan alıntı yaparak Pers toplumunun krallarına tanrı olarak tapmalarına rağmen, tanrı kralın bile değiştiremeyeceği yasalar oluşturduklarını yazar (Elster, 2000, s. 88).
22
Ancak yasa koyucular da siyasi kararlarını tarafsız bir biçimde öz-bağlanmayla koymalıdırlar. Burada önemli olan nokta, toplumun kendi öz-bağlanma kararı vermesine ne kadar düzeyde hazır olduğu ve içlerindeki birtakım yasa koyucuların toplum yararına hareket etmeyi tercih edip etmeyecekleridir. Örneğin Elster’e göre anayasalar sıklıkla azınlıkların yararlarının aksine ve çoğunluktakilerin görüşlerini ve yararını gözeterek, azınlıklar ve gelecek kuşakların karşı çıkışlarını engellemek üzere yazılır.
Ayrıca detaylıca incelendiğinde çoğu öz-bağlanma partizan amaçlarla
hazırlanmıştır (Elster, 2000, s. 168). Hukuksal zeminin koyduğu kısıtlar, zaman içerisinde değişen taleplere ve akılcı yaklaşımlara göre değişime uğrayabilirler, ancak kısıtların niteliğine göre değişim olasılığının gerçekleştirilebilme ihtimali oldukça zor olabilir. Böylelikle ön-yükümlülük kavramı hem dışsal, hem de özsel kısıtlar için geçerli bir yapı taşı anlamına gelmektedir. Yalnızca kişilere dayatılan dışsal ön-yükümlülüklerin en tarafsız olmaları gereken yerlerde bile tarafsızlık seviyesi değişiklik gösterebilir. Bu durum kişilerin -bazı spesifik kısıtların iktidar tarafından kasıtlı olarak kendilerini zarara uğratma amacıyla konulduğu kabulü üzerinden- kısıtların limitlerini zorlamalarına yol açabilir. 2.4 Yaratıcı Üretimlerde Elster’in Alt Üçlemesi Elster’in kısıt teorisinde yaratıcı süreçler de önemli yer tutar. Ulysses Unbound’un üçüncü ve son kısmı yaratıcı süreçlerde kısıtların işleyişini analiz eder. Elster, başta ortaya koyduğu dışsal ve özsel kısıtları kavramsallaştırmak amacıyla üç alt kümeye yönelmiştir. Bunlar içsel (intrinsic), dayatılan (imposed) ve öz-dayatılan (selfimposed) kısıtlardır. İçsel ve dayatılan kısıtlar dışsal kısıtları oluştururken, özdayatılan kısıtlarsa özsel kısıtların yapı taşlarını oluştururlar (Biskjaer & Halskov, 2013). 2.4.1 İçsel kısıtlar İçsel kısıtlar için eylemcinin yapmak istediği eyleme dair içkin kısıtlar tanımı yapılabilir. Kullanılan malzemenin, tekniklerin oluşturdukları kısıtlar ya da pratiğin gerçekleştiği yaratıcı edimin kendi içkin kısıtları bunları oluşturabilir. Sözgelimi, mimarlar malzemenin strüktürel kısıtlarıyla uğraşırlar; bunlar çizim üzerinde ve tasarımda dikkate alınmasalar da inşaat faaliyetinde ister istemez değişikliklere
23
gidilmesine yol açacaklardır. Gotik katedrallerin tasarımı ve imkânı o günün şartlarında geliştirilen tekniklerle mümkün olmuştur; çeliğin ve betonarmenin icadı ile günümüzdeki çok katlı yüksek yapıları inşa etmek mümkün hale gelmiştir. Modernizm betonarme inşaat tekniğini benimserken, akılcı ve bilimsel yönetim anlayışına ve kendi oluşturduğu evrensel kurallara dayanarak, ekonomik avantajları ve hızlı üretime olanak sağlaması ile kendine özgü bir uluslarası mimari doku oluşturmuştur. Legault’a göre betonarme yapısal olanakları ve inşa etme eyleminin modernizasyonu olarak mimari biçimde bir estetik yenilenme olarak tanımlanmaya başlar (Tekin, 2013’de atıfta bulunulduğu gibi, s.42). Böylelikle modern mimarlıkta betonarme, mimarinin görsel dili ile bütünleşmiş, bir temsil aracı haline gelerek geleneği reddeden negatif bakışın içinde kendi geleneğini yaratmıştır (Tekin, 2013, s. 44). Böylelikle modernist mimarlar, kendilerine koydukları betonarme yapı üretme kısıdından, betonarmenin seri yapı üretmeyi desteklemesi sebebiyle hem ürün sayısı hem de temsil gücü bakımından yarar sağlayarak daha fazla pratik yapma ve para kazanma fırsatı elde etmişlerdir. Elster’e göre edebiyat ya da müzik gibi alanlarda okuyucunun ya da dinleyicinin muhtemel beğenileri, yazarları ve bestecileri belirli çerçeveler içinde kısıtlar. Yazar için bir romanın başlangıcında önce tüm arka planı oluşturup daha sonrasında olay örgüsünü açmak akıllıca bir yöntem olmayabilir. Kitabın başında olay örgüsünün içine dahil olamayan okuyucunun sıkılıp kitabı bırakma riskine karşı genellikle arka planı öykünün içinde açıklarlar. Kitabın sonuna gelindiğinde ise müzikten farklı olarak yazar sonun geldiğini okuyucuya hissettirmelidir. Jane Austen bu durumu sayfaların ispiyonu olarak niteler. Sürpriz sonlar doğal olarak mümkündür ancak karşılaştırma olarak müzikte sahte sonlar kolaylıkla yaratılabilir. Buna karşın radyo yayını ya da konserler gibi tekrar edilemez durumlarda müzisyenler seyircilerin dikkatini durmaksızın toplamak durumundadırlar. Bu yüzden de genellikle temel bir temanın ya da melodinin tekrarlarını kullanırlar. Böylelikle dinleyicilerin dikkati toparlanmış olur (Elster, 2000, ss. 191,192). 2.4.2 Dayatılan kısıtlar Dayatılan kısıtlar ise bağlamsal özellikler gösterirler. Eylemcinin içinde bulunduğu zaman diliminde karşılaştığı kısıtlar dayatılan kısıtlara girer. Elster bu duruma örnek olarak Dickens ve Dostoyevski’nin dönemlerinde romanların haftalık fasiküller
24
halinde yayınlanmalarını gösterir. Bu durum romanın durmaksızın yinelenen teslim tarihleri silsilesiyle yazılması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla üzerinde değişiklik yapılmasını ve diyalogların yerlerinin değişmesini engelleyen bir kısıttır. Bu nedenle yazarların yazım süreci planlamasını bu kısıda göre yapmaları gerekmektedir. Böylelikle romanlarına aralıksız çalışma zorunda kalmışlardır (Elster, 2000, s. 193). Kurumsal kurallar da dayatılan kısıtlara girmektedir. Sinemada 1926–1927 öncesi ses yoktur, 1930’ların ortalarına kadar renkli filmlerin icadı gerçekleşmemiş, uzun süre de yaygınlaşamamışlardır. Tam bu dönemlerde, 1930–1950 arası geçerli olan Hays Kuralları, Hollywood’da sansür dönemidir. Bu kurallar bugün çok normal olan cinsellik içeren sahneleri, oyuncuların repliklerini kontrol eder. Elster’e göre bu kısıtlamalar amaçlananı gerçekleştirirken, bir yan etki olarak yönetmenleri yeni ve sofistike sanatsal denemeler yapmaya itmiştir. Erotik sahnelerde ışık efektleri kullanılmış, birçok sahne izleyicinin hayal gücüne bırakılacak tekniklerle çekilmiştir (Elster, 2000, ss. 192,232,276). Teknolojinin getirdiği kısıtlar da bulunmaktadır. Müzisyenler canlı performansta besteledikleri parçaların uzunluklarında görece serbestken, kayıt teknolojisinin gelişimine göre müzik icra biçimlerini değiştirmişlerdir. Elster 78 rpm’lik kayıt süresi 3 dakikayla sınırlı plaklardaki teknolojik kısıdın caz kayıtlarındaki doğaçlamanın kalitesini arttırdığını iddia eder (Elster, 2000, s. 193). Bütçeler de dayatılan kısıtlara girerler; bu da kolektif çalışmalar içerisinde yönetmen ya da mimar gibi figürlerin çalışma stratejilerini etkiler. İşveren beğenisi de tasarımcılar için bir kısıtlayıcı faktördür; ancak aynı zamanda farklı seçenekler içerisinde işveren beğenisine göre yapılan tercihler, tasarımın yönlenmesini ve gelişmesini sağlayabilirler. 2.4.3 Öz-dayatılan kısıtlar Öz-dayatılan kısıtların tanımı ve örneklenmesi ilk iki kategori kadar kolay değildir. Burada önemli olan kısım, baştan beri ifade edildiği gibi bir yarar sağlamaktır. Bu nedenle bu kategorizasyon yapılırken, sanatçının ya da tasarımcının kendine dayattığı kısıtlardan yarar sağladığı kabul edilmiştir. Yaratıcı edimi yapan eylemcinin kendine uyguladığı bu kısıtlar, “az çoktur” mantığına göre işlemektedir. Ne var ki bu kısıtlar, eylemciye bir seçim şansı da bırakmalıdır. Elster’e göre bir sanat eserinin yaratımı iki aşamalı bir süreçtir: öncelikle kısıtların seçimi, sonrasında kısıtlar içinde seçim (Elster,
25
2000, s. 176). Seçim, eserin formatının belirlenmesiyle başlar, sonra bu format içinde ortaya konulan kısıtlara karşı verilen yanıtlarla ilerleme kaydedilir. Georges Perec, La Disparition romanının tamamında “e” sesli harfini hiç kullanmamış, Les Revenentes romanında ise yalnızca “e” sesli harfini içeren kelimeleri kullanmıştır. Perec’in kendine koyduğu bu kısıtlar yardımıyla romanın içeriğinin yanında yazım biçimiyle de sanatsal bir ürün ortaya koyma çabasında olduğu söylenebilir. Kendine koyduğu kısıt tamamen bir öz-dayatım örneğidir. Sonuç olarak bu çabası söz konusu eserlerini literatür içinde farklı bir noktaya taşımayı başarmıştır (Elster, 2000, s. 175). John Cage’in ünlü ve tamamen sessiz kompozisyonu 4’33’’ ise Elster tarafından eleştirilmiştir. Elster, Cage’i ciddi olmamakla itham eder, eserini “devasa ve başarılı bir sahtecilik” olarak betimler. Cage’in kısıtlar içinde seçim şansı bırakmadan seçimi tamamen kaldırarak sessizliği bir beste olarak sunması, Elster’in “az çoktur”u destekleyen görüşlerine zıt yöndedir (Elster, 2000, s. 245). Ancak Bykvist (2002, s. 376) Bu konuda Elster’in John Cage’in dinleyicilerin kendi seslerini ve çevreden gelen sesleri dinlemelerini hesaba katmamasını eleştirmiştir. 2.4.4 Katı ve yumuşak kısıtlar Sanatçı ve tasarımcılara dayatılan ya da onlar tarafından seçilen kısıtlar arasındaki bir basit ayrım da katı ve yumuşak kısıt ayrımıdır. Katı kısıtlar biçimsel, maddesel, teknik, finansal olabilir. Yumuşak kısıtları ise gelenekler (conventions) oluşturur. Gelenekler spesifik tarzlara ve türlere aittir. Sanatçı geleneklere göre şekillenmiş içsel kuralları ve normları olan sanat türlerinde çalışmayı yeğleyebilir. Böylece kendisine öz-dayatım içeren kısıtlar icat etmesine gerek kalmayacaktır. Elster gelenekleri diğer kısıt tanımlarından ayırmaktadır. Eylemcinin özgürlüğünü kısıtlayan aktörleri iki ana başlığın zıt boyutları olarak toplam dört sınıfta tanımlar: 1; yalnızca başkalarının beklentilerini karşılayan araçlar. 2; yalnızca başkalarının beklentilerini karşılamayan araçlar. 3; eylemcinin kendisi tarafından yaratılan araçlar. 4; eylemcinin hali hazırda bulduğu araçlar. Elster bunlardan ilk üçünü daha önce bahsedilen kısıtların kategorilerinde değerlendirirken, eylemcinin hali hazırda olandan beklentilerini gelenekler
26
çerçevesine alır. Buradaki değerlendirme farkı, kısıtlar gereklilik ya da seçim üzerinden tanımlanır iken, geleneklerin evrimleşmesidir (Elster, 2000, s. 273). Gelenekler bir yandan yukarıda bahsedilen başkalarının beklentilerini karşılama kısıdına dâhilken, aynı zamanda eylemcinin bu kısıda uygun hareket ettikçe kendine yarar sağlamasına da yol açarlar. Bu bakış açısıyla Elster geleneklere iki farklı görüş perspektifinde yaklaşır. Birincisi geleneklerin sosyal normlar olduğudur. Gelenekler başkalarının ve toplumun beklentileri tarafından oluşturulduğu için, bunlara uymamak birtakım yaptırımlara maruz kalmak anlamına gelebilir. Bu gelenekler toplumun tamamının gerekli gördüğü kısıtlar olmayabilir, ancak sonuç olarak bunlara uymamak toplum tarafından cezalandırılmaya ya da dışlanmaya gidebilir (Elster, 2000, s. 197). Öte yandan, gelenekler koordinasyon dengesi yaratır. Gelenekler toplumun tamamı tarafından değil, belirli özelleşmiş bir alt grup tarafından da uygulanabilir. Herkesin geleneği izlemeye gayret ettiği denge durumlarında kimse sapma yaratma ve başkalarının sapma yaratmalarını istemez. Sanat ve tasarımda değerlendirme yapabilmek için ortak normları bilen, takip eden ve ortak özel bir dilden konuşabilen otoritelerin bulunması gerekir. Tüm sanatçıların kendi kurallarını kendilerine dayattığı bir yerde, tüm üretim biçimleri başka yönlere sapacağı ve farklılaşacağı için birtakım standartlar geliştirmek ve böylece bunlar yardımıyla değerlendirme yapmak da güçleşir. Eğer koordinasyon dengesi yaratan bir gelenek başarılı olursa, sonunda sosyal norma dönüşür (Elster, 2000, s. 199). Sınır kavramından yola çıkılarak, sınırın yapı taşları olarak ele alınan kısıtların irdelendiği bu bölümde Jon Elster’in kısıt teorisi ana kavramsal alt yapıyı oluşturmuştur. Kısıtlar, Elster’in Ulysses Unbound’un tamamında belirttiği gibi kısıtlara maruz kalan aktör tarafından kendisine yarar sağlama olasılığı üzerinden değerlendirilmiştir (Şekil 2.6). Elbette sınırların içerisinde birçok kısıt olduğu için bir kısıt diğerine göre daha fazla yarar sağlayabilir, hatta diğerinin yararını kesintiye uğratabilir. Aktörün dışsal, özsel kısıtlar ya da içsel, dayatılan ya da öz-dayatılan kısıt kavramları içerisinde, içinde bulunduğu farklı durumlarda kendisine yararlı olabilecek seçimleri yapabilmesi kısıt teorisinin ele aldığı konulardandır. Kitapta kısıt teorisini kavramsallaştırılırken “tam anlamıyla sabit bir tez ortaya konmamış, daha çok bazı temalar üzerinden konular incelenmiştir” (Elster, 2000, s. 270).
27
Şekil 2.6 : Seçim kümesi içinden yapılan seçim sonucu ön görülen eylemler. Bu nedenle tezin bir sonraki bölümünde kısıt teorisinin kavramları mimarlık üzerinden tanımlanmaya çalışılırken, mimarlık içinden Elster’in sınıflandırmalarına denk düştüğü sonucuna varılan kavramlar Elster’in tematik yaklaşımına benzer biçimde ele alınacaktır. Elster’in kısıt teorisini oluştururken kullandığı ve buraya aktarması imkânsız yüzlerce örnek ve alıntılara benzer biçimde, Elster’in kavramlarına mimarlık içinden
karşılıklar
bulunacak
ve
örnekler
üzerinden
kavramsallaştırmalar
yürütülecektir.
Şekil 2.7 : Elster’in Kısıt Teorisi’nin alt üçlemesi.
28
3. MİMARLIKTA KISITLAR VE KAVRAMSAL AÇINIMLAR Daha önce bahsedildiği gibi mimarlık praksisi çok sayıda değişkenin bir araya gelmesiyle ve bir arada çalışmak zorunda kalmasıyla işler. Kolektif bir çalışma olan mimarlıkta meslek pratiği yapmanın karmaşıklığı mimardan mimara ya da projeden projeye çok büyük değişiklikler göstermektedir. Bu yüzden elbette ki şehir çeperinde bir kentsel dönüşüm apartmanı tasarlayan bir mimar ile tarihi bir bölgede bir müze tasarlayan mimarın çalışma biçimleri arasında büyük farklılıklar olacaktır. Mimari ürünün ölçeğinin giderek karmaşıklaşarak büyümesi, mimarı her şeye kadir bir figür olmaktan doğal olarak çıkarmaktadır. Bu nedenle kolektif çalışma içindeki mimarın tasarım sürecinin başlangıcından yapının tamamlanması ve kullanılması süreçlerinde hangi ölçüde etkili olabileceği hesaplanabilmesi oldukça zor bir denklemin içinde birçok değişkene bağlı bir problemdir. Mimari proje ve ürün elde etme sürecinde karşılaşılan kısıtlar ve mimarın tasarım sürecinde kendine koyduğu kısıtlar diğer sanat dallarından oldukça farklıdır. Ednie-Brown’un (2000, s. 77) da ifade ettiği gibi “resmini doğrudan yapan ressamın aksine, mimar binanın yapımından dışlanmıştır”. Ancak binanın yapım sürecine tam anlamıyla dahil olmasa da mimar yine de denklemin içindedir ve tasarım sürecinde denklemin tamamıyla ilgilidir. Bu amaçla Yazgan Mimarlık “Smart Project” adlı kavramsal çalışmasında mimari üretim sürecini bir denklemle ifade etmeye çalışmıştır (Şekil 3.1). Denklemin hangi işleminin hangi aşamasında ne gibi kısıtlar çıkabileceği ve mimarın bu kısıtları nasıl kendi yararına çalıştırabileceği, başka aktörleri kısıtlayacak bağlılıklar yaratabileceği ya da kendisine tanımlayabileceği ön-yükümlülükler tasarım sürecinin tamamını tanımlar ve yönetir. Bu bölümde mimarlık alanındaki kısıtlamalar, mimarı dışarıdan ve öznel olarak bağlayan kavramlar olarak ele alınacaktır. Böylelikle Elster’in kısıt teorisinde ortaya koyduğu dışsal ve özsel kısıt kavramlarının izleri mimarlık alanında sürülecektir. Bu amaçla tezde öncelikle dışsal kısıt ve özsel kısıt kavramlarının mimarlık özelinde nasıl kavrandığını açıklamak gereklidir.
29
Şekil 3.1 : Yazgan Mimarlık’ın mimari üretim süreci denklemi (URL-4). 3.1 Mimarlıkta Kısıtları Oluşturan Kavramlar Bu çalışmada mimarlıktaki dışsal kısıtlar mimarın var oluşlarını kabul edeceği ve tamamen kendisinden bağımsız, ancak mimarlık pratiğinde içkin yere sahip olan dört ana başlık altında tartışılacaktır. Bunlar tipoloji, yerellik/bölgeselcilik, imar kuralları ve kentsel korumadır. Bu dört kavramın kendi içlerindeki kısıtlarında değişimler yaşasalar bile mimarlık pratiğinde sabit birer dışsal etmen oldukları tezde kabul edilmiştir. Tipolojinin tarihsel bir süreçten günümüze ulaşmış bir birikim ve deneyim elemanı olması, koruma ve bölgeselcilik kavramının yer ve bağlam ile bire bir ilişki kurması ya da imar kurallarının da hem tasarımı hem de üretimi ilgilendiren kısıtlar bütünü olması nedeniyle bahsi geçen kavramlar bu bölümde kendilerine yer bulacaktır. Mimarlıktaki özsel kısıtları açıklayan kavram ise mimarlıkta özerklik olarak tanımlanmıştır. Mimarın hem dışsal kısıtlar, hem kendinin oluşturduğu tasarım kuralları hem de piyasa aktörlerine karşı eylemleri özerklik başlığı altında özsel kısıtlar olarak kavramsallaştırılmıştır. Burada piyasa içindeki birçok aktörün yaratabileceği kısıtların hususi olarak dışsal kısıtlar yerine özsel kısıtlar başlığı altında alındığının altının çizilmesi gerekmektedir. Mimarın bir işi alıp almayacağı, hangi piyasa koşulları içinde çalışıp çalışmayacağı kendi kontrolünde olan bir durumdur. Bu yüzden mimar hangi piyasa koşullarında çalışmaya başlayıp başlamayacağını ya da şayet çalışmaya başladıysa bunu sürdürüp sürdürmeyeceğini kendisi belirleyebilir. Piyasa koşullarında mimarın alacağı pozisyon kendi kararları sonucu ortaya çıkmaktadır. Örneğin mimar Emre Arolat (2012) bu konu üzerine “…içinde yaşadığımız kapitalist üretim-tüketim süreçlerinin olduğu dünya, biz mimarları bu işin içinde birer ajan haline getiriyor. Bu ajanlığı iyiye kullanabilirsiniz. Sorumluluğumun bu yönde olduğunu düşünüyorum” şeklinde görüş bildirmiştir. Mimar Ömer Selçuk Baz (2016) ise kendisi ile yapılan bir söyleşide “Artan tecrübeniz ve tanınırlığınız sayesinde iş seçimlerinizde daha fazla 30
özgürleşebildiğinize inanıyor musunuz?” sorusuna yanıt olarak “Gerçekçi olmak gerekirse maddi sebepler her zaman bir referans oldu; ama ofis batsa ve mimarlık yapamayacak hale gelsem de bence yapmayacağım işler her zaman var” ifadesini kullanmıştır. Bu konuda Haydar Karabey (2014) ise Türkiye’de inşaat sektörünün hızlı büyümesinin ardından mimarlardan sıklıkla “Bu da bir meslek değil mi? Diğerleri gibi aç mı oturalım?”, “Bu küresel rekabet içinde işi biz alabildik ya!”, “Ben yapmasam başkası yapacaktı!”, “Hiç olmazsa doğru düzgün bir şey yapıldı!”, “İmar durumunu da ben vermiyorum ya!” gibi söylemler duyulduğunun altını çizer. Mimari üretim sürecini ilgilendiren en önemli dışsal kısıtlardan olan bütçe, işveren profili gibi dışarıdan dayatılan kısıtlar ise değişkenlikleri ve mimar-işveren ilişkilerine dayalı yapıları nedeniyle özerklik bağlamında ele alınacaktır. Söz konusu ilişkiler, mimarın özsel kısıtlarını şekillendiren dayatılan kısıtlara dâhil olan dışsal kısıtlar olarak katalizör yapılar olarak ele alınmıştır. Dışsal kısıtlarda incelenen başlıklar, özsel kısıtların oluşumunda önemli rol oynasalar da; Elster’in içsel kısıtlarda ortaya attığı gibi yalnızca kendi başlarına ele alınabilecek yapıdaki kavramlardan seçilmiştir.
Şekil 3.2 : Mimarlıkta kısıtların etkilediği kavramların diyagramı.
31
3.1.1 Mimarlıkta dışsal kısıtlar 3.1.1.1 Tipoloji Tip, etimolojik kökeni Antik Yunancaya dayanan, “basılacak ya da vurulacak iz” anlamına gelen typos sözcüğünden Batı dillerine ve oradan da Türkçeye geçmiş bir sözcüktür. Sözcüğün antik zamanlardan günümüzde kullanılan tanımları arasında ise sözcüğün etimolojik kökenine refere eden “baskı için üretilen kabartma resim, şekil ya da yazı kazınmış metal veya ahşap kalıp, damga; benzer özelliklere sahip türler ve sınırlar ve ideal olan örnek, model” başı çekmektedir (Bingöl, 2007, s. 6). Panerai (1979) tip kavramının 17. yüzyıldaki kullanımından yola çıkarak, tipin bir örnek nesne olarak algılandığını ve nesnenin özelliklerini silerek genel çizgilerini ortaya koyan indirgeyici bir kavrayış olduğunu söyler. Tip düşüncesi sıradan bir sınıflandırmanın sınırlarını aşar, soyut bir yapısal şema kurulur. Mimarlıkta tip kavramı Quatremère de Quincy’nin 18. yüzyıl sonunda kaleme aldığı kuramı üzerinden tartışılmaya başlanmıştır. De Quincy’de tip “aracılığıyla kişinin birbiriyle benzerliği olmayan farklı yapıları tasavvur edebileceği” soyut bir temel oluşturmaktadır. Burada tipe salt fiziksel biçimci bir yaklaşımdan öte, Platon felsefesindeki idealara benzer bir biçimde değişmez, fikirsel bir öz olarak bakış eğilimi görülmektedir. Tiplerin tekrar edilebilen fiziksel kurallar haline gelmesi ise De Quincy’de model kavramıyla açıklanır (Bingöl, 2007, s. 9). Güney’e göre De Quincy’de tip metaforik bir içerik iken, model mekanik olarak yeniden üretim anlamına gelmektedir (2007, s. 623). Mimarlıkta tip kavramı ve tipoloji, teknik ve bilimde kullanılan sınıflandırma düşüncesinden hareketle bir katalog ya da şablon sınırlaması üzerinden benzer koşullarda
ve
benzer
sorunlar
karşısında
tıpkıbasım
yapılar
üretimiyle
ilişkilendirilebilir. Burada bahsi geçen yönelim, De Quincy’nin model tanımına yakın bir anlamda stereotipler üzerinden üretimi kolaylaştıran ancak yaratıcılığı körelten bir durum olarak algılanabilir. Stereotipler model olarak tanımlanmış fiziksel kuralların farklılığa uğramadan çoğaltılmasını tanımlar. Günümüzde mimarlık üretiminin büyük bir kısmı stereotipler üzerinden tanımlanmaktadır. De Carlo’ya göre tip kavramı stereotipe dönüştüğü zaman, önceden tanımlanmış, katı bir tekrar ile yeniden üretilmeye başlamakta ve hiçbir şekilde farklılaşmaları ve çeşitliliği mümkün kılmamaktadır. Stereotipe dönüşmüş tip; çeşitlenmeleri, ekleme 32
veya çıkarmaları ve başkalaşımları kabul etmediği için mimarlık pratiği içinde tip kapsamı içerisinde bir buluş geliştirme çabası işe yaramazdır (De Carlo, 1985). Tip stereotipe dönüştüğü takdirde yaratıcı bir süreci tetikleyen ve türetken bir kısıt olmaktan çıkarak dayatıcı bir yapıya dönüşecektir. Günümüzde özellikle toplu konutlarda uygulanan projeler belirli tip planların tekrarı üzerinden tanımlanmaktadır. TOKİ’nin çok katlı konut uygulamaları önceden belirlenmiş plan çeşitlerinin üçüncü boyutta birbiri üzerinde tekrarlanmasından oluşan, düşük maliyetli ve tünel kalıp sistemiyle hızlıca inşa edilen bloklar yaratarak, bu blokları Türkiye’nin farklı coğrafyalarında yüzlerce kez tekrarlamıştır (Şekil 3.3).
Şekil 3.3 : TOKİ konut projeleri tip plan örnekleri (URL-5). Anthony Vidler tipoloji konusunu üç ana başlık altında dönemsel olarak incelemiştir. Bunlardan ilki De Quincy ile başlayan Aydınlanma düşüncesi içerisindeki tipoloji tanımıyla ilgilidir. Bu anlayışa göre tipoloji, kaynağını doğadan alan biçimsel ilkelerin daha sonraki tüm alt tipleri oluşturan özlerden meydana geldiğini savlar. Quatremere’in idealara bağlı tipolojik yaklaşımı öncelikle doğanın taklidi (mimesis), sonrasında keşfedilen kökenlerden türetilen mimarlık nesnelerinin taklidini içerir (Vidler, 2000, 1976). Söz konusu mimesis, Platon’da gerçek olanın ikinci derecede bir üretimini yapmak anlamına gelirken, Aristo’da bir yaratma eylemidir, “mimesis görüntüyü değil özü tekrarlar” (Korkmaz, 2001a). Erzen (2002) ise ‘mimesis’i “kendini diğerinin yerine koyma, özne ve nesnenin arasındaki sınırların kaybolması
33
ve algılayanın kendiliğinden ötekinin kimliğine bürünmesi olarak” açıklar. Birinci tipolojiye göre taklit tipin değil, tip sonrası oluşturulan modelin taklidi ve tekrarı olarak mimarlık nesnelerini üretmeye yarar. Aydınlanma döneminde tipolojik yaklaşım, J.N.L Durand’in öncüsü olduğu modelleri biçimsel yapı taşlarına göre ayırarak bir kompozisyon ve düzen olarak algılama üzerinden gelişmiştir. Yatay ve dikey elemanların düzeninden yola çıkan Durand, daha sonra modelleri oluşturan odalar, avlular, verandalar, giriş holleri, merdivenler gibi işlevsel ayrışmalar yarattığı bir parçalar bütünü üretir. Moneo’ya (1978) göre bu kompozisyon düşüncesi ihtiyaçlarla ilişkilidir. Durand ihtiyaçlar sistemini bir ızgaraya (grid) oturtur. Bu nötr ızgara ve eksen sistemi doğrultusunda, yapılar arasında karşılaştırmalar yapan ve yeni kurgular için bir kılavuz yaratma çabasına girer (Şekil 3.4)
Şekil 3.4 : Durand’in tipolojik şemaları (URL-6). Modernist mimarinin de endüstriyel üretim düzeninin getirdiği yenilikler sonucunda tipolojilerle ilgisi olmuştur. Vidler’in tipolojideki ikinci kategorisi modernizm üzerinedir. Modernist mimarlığın tipoloji yaklaşımının tekrar edilebilirlik üzerinden kurulduğuna dikkat çeken Vidler; mimarlığın klasik üçlemesinin yerine, makinelerin verimliliğinin ve ekonomik ölçütlere bağlı araçların modernist mimarların mimarlığın üretimi konusunu teknik bir mesele olarak gördüklerini belirtir. İkinci tipolojide,
34
mimarlık seri üretim nesneleri haline gelmiştir; bu amaçla temel geometrik biçimlerin saflığın ve modernitenin karakteri için uygun olduğu düşünülmüştür. Artık tip bir soyutlamadan çok bir gerçekliğe dönüşmüştür ve endüstriye üretimin gücü ile tip bir prototip haline gelir (Bingöl, 2007, s. 55,56). Modernist mimarlığın öncüsü olduğu bu prototip kavramı, stereotipin baskın değişime kapalı kesinliğindense, ürünün seri üretime uygun hale getirilebilecek bir araç olarak tanımlanması anlamına gelmektedir. Ingels’in modernistleri eleştirirken kullandığı kente yayılan anonim kutular, özellikle konut mimarisinde endüstriyel bir standartlaşma yaratmak amacıyla kullanılmıştır. Tipleştirilmiş ya da tipik binaların tekrarlı özelliği, fabrikasyon üretime yaklaşan bir hal almalarına rağmen, şehri yüceltir ve birlikteliği sağlar. Fabrikasyon üretime tabi mimarlık nesnesi, geçmişteki benzerlerinin en iyi özelliğini alırken, kendisini ortaya çıkartan mimardan ve tüm tekil niteliklerinden ayrıştırılmış, genelleştirilmiş ve standart olarak norm halini almıştır (Gropius, 1937, alıntılayan Sezgin, 2017, s. 37).
Modernizm’in tipolojik yaklaşımı bir yandan mimarı üretim üzerine yoğunlaştıran bir şablonlaşma üzerinden dışsal kısıtlarla sınırlarken, oluşturduğu prototip kavramının içinde mekânsal kurgulamalar yaratma imkânı ile kendi içinde mimara özsel kısıtlar oluşturma zeminini de hazırlar. Aydınlanma döneminde neoklasik mimarlığın tanımlanmış mekân anlayışı, modernist dönemde açık mekânlara ve planlara evrilmiştir. Taşıyıcı sistem ve dış kabuk arasındaki ilişki zayıflamış, mekân birinci tipoloji dönemindeki içe dönüklüğünden sıyrılarak daha esnek hale gelmiştir (ThiisEvensen, 1989, s. 401). Fabrikasyon üretimin içinde mimarlar için işlevsel koşullar göz önünde bulundurularak bir hareket alanı tanımlanmıştır. Aksi takdirde modernist mimarlığın kendine uluslararası ölçekte taraftar bularak yaygınlaşmasının gerçekçi olmayacağı ifade edilebilir. Vidler’in son tipoloji tanımı ise neo-rasyonalistlerin tipoloji anlayışına referans verir. Neo-rasyonalistler mimarlığın sınırlarının mimarlık geleneği içinden geldiği düşüncesine dayanırlar. Vidler neo-rasyonalistlerin görüşüne göre sütunlar, evler ya da kentsel mekânların birbirinden ayrılması imkânsız bir zincire bağlı olduğunu söyler; mimarlık da bu zincirdeki elemanların doğasına işaret eder. Belirli bir zaman dilimindeki spesifik sosyal bağlamdan bağımsız olarak kent kendi biçimsel yapısına ve doğasına referans vererek mimarlığı şekillendirmektedir (Vidler, 2000, 1976). Neorasyonalistlerin öncülerinin oluşturduğu İtalyan La Tendenza (eğilim) akımı, başını
35
Aldo Rossi’nin çektiği Grassi, Aymonino, Pracchi gibi isimlerden oluşmuştur. Modernizmin çöküşe girdiği ve post-modernizmin ortaya çıkmaya başladığı 1960’larda etkili olan neo-rasyonalist mimarlık düşüncesi; mimarlığı keyfiyetten ve anlamsızlıktan kurtarmak amacıyla Avrupa kentinin süregiden geleneği üzerinden mimarlığa anlam kazandırmaya çalışmıştır. İhsan Bilgin ve Mehmet Karaören (1992), Aldo Rossi’de Akıl ve Hafıza adlı makalelerinde mimarlığın ne olduğu sorusuna Rossi’nin, “Mimarlık arketiplerdir!” yanıtı verdiğini hatırlatırlar. Rossi’ye göre “mimarlık başlangıçta ne idiyse ve her zaman ne olduysa yine odur, o olmalıdır” (Bilgin & Karaören, 1992). Rossi, Le Corbusier’in akılcılığının yarattığı sonsuz zeminin üzerinde yüzen kolonlarla yükseltilmiş dev bloklara nazire yaparcasına Milano Gallaterese’de 182 metre boyunca uzanan, yalnızca birbirini tekrar eden pencere boşlukları ve altındaki kolonlardan oluşan bir konut tasarlamıştır. Bilgin ve Karaören’e (1992) göre bu “iki öğrenin tekrarıyla kurulan biteviyelik, binanın anonimliğini abartarak gösterir”. Burada Rossi, Quatremere’den beri ileri sürülen sıfırdan yaratma durumunu reddetmektedir, “her şeyin bir öncülü olmalıdır; herhangi bir türde, hiçbir şey hiçbir şeyden gelmez” (De Quincy 1825, alıntılayan Bingöl, 2007). Neo-rasyonalistlere göre kentsel yapıtlar ve tarihsel arketipler işleve çok da bağlı kalmayacak şekilde düşünmeye olanak verecek bir zemin hazırlamaktadır. Bu bakışa göre üçüncü tipolojinin bir bakımdan belirli arketipler üzerinden kısıtlar oluştururken, öte yandan bunların kullanımında yalnızca mimarinin doğasına referans verme kaygısıyla başka dışsal kısıtların dayatmalarından kurtulmaya çabaladığı söylenebilir. Bingöl’e göre (2007) Tendenza’nın bu projesi imkânsızdır ve naif bir düşünce üzerine kurulmuştur. Mimari ürünleri şekillendirirken “sezgisel icra biçimine” (modus operandi) ve öznel yaklaşıma karşı duran Tendenza’nın neo-rasyonalistleri; öznelliği her zaman içinde barındıran mimarlığı değişmez kurallar yardımıyla açıklama ve dizgisel kılma çabası nedeniyle başarısız olmuşlardır (Bingöl, 2007, s. 138). Hays (2011, s. 8) bu konuda öncelikle “tipin belli bir tarihsel uğraktan, bir krizden, hatta bir travma anından yapılmış bir soyutlama” olduğunu belirterek, Rossi ve Tendenza’nın yaptığı kuramsallaştırmanın yapıldığı dönemde klasik Avrupa kentinin “çağdaş bir deneyim konusu olarak çoktan ortadan kaybolarak yerini bilgi, reklam ve tüketim şehrine terk ettiğini” ifade eder. Postmodern kentte mekân algısı değişmeye başlamıştır, bu nedenle örneğin Venturi’de tip imgeye indirgenmiştir, iletişimin imgelerle yapıldığı inancı doğrultusunda imge
36
tiptir (Moneo, 1978). Venturi’ye göre mimarlığın tekrarı mimarlığın kendi içkin kodunun tekrarı değil, mimarlığın imge üretiminin tekrarı olmuştur. Mimarlık bizzat kendisinin tekrarcısı ve taklitçisidir. Rossi’nin savunduğu kentin geleneklerinden gelen süreklilik burada artık kırılmıştır, mimarlığın imge boyutu kendi yarattığı yeni algı kurallarına bağlı birbirinden bağımsız parçalar yaratmıştır. Hays’e (2011) göre mimari yüzeylerin algılanışı kent mekânının geleneksel deneyimini bastırmış; bunun sonucu olarak da “imge üretimi giderek nesne üretiminin yerini almış ve imgelerin katıksız heterojenliği şehirde sabit tek bir tipoloji bile bırakmamıştır”. Eisenman bu durumu post-işlevselciliğe (post-functionalism) örnek göstererek mimari formu zamandışı, anlamdan bağımsız imler taşıyan ve referanssız parçalar bütünü olarak tanımlamaktadır. O’na göre post-işlevselcilik bir boşluk terimidir (Eisenman, 1976). Eisenman daha sonraları zaman içerisinde mesleki pratiğinin ilk döneminde yaptığı yönteme dayalı ve manifestolardan oluşan çalışmalardan 1980’lerin sonuna gelindiğinde oldukça uzaklaşmıştır. Bu dönemden itibaren Eisenman artık tasarım sürecini şekillendirmek için oluşturduğu kurallardan vazgeçerek, kendisini hiçbir kurala inanmayan bir dünyada tasarım yaparken bulur (Tanyeli, 1990). İmgelerin heterojenliği arasında mimarlar indirgeyici yapısı nedeniyle tiplere ve tipolojilere bağlı kalmayı yine de kendilerine bir tasarım metodu olarak belirlemeye devam etmektedir. Quatremere de Quincy’nin 18. yüzyıl sonunda savunduğu gibi yoktan var eden (creatio ex nihilo) tasarım anlayışı bugünün dünyasında da geçerli bir yaklaşım
değildir;
ancak
tipolojik
yaklaşımların
karakterleri
değişkenlik
göstermektedir. Postmodern dünyada imgeye bağlı olan ve çok hızlı bir şekilde tüketilen mimarlık nesneleri, kuralsız bir dünyanın içinde var olma çabası vermektedir. Bu nedenle tipolojinin oluşturduğu dışsal kısıtlar günümüzde mimarlar tarafından farklı şekillerde ve kavramsallaştırmalar sonucunda ele alınsalar da, tipolojinin kendi içindeki özsel yapısının sağladığı sınırlandırmalar mimarlara yaratıcı süreçlerde yardımcı olmaktadır. 3.1.1.2 Yerellik ve bölgeselcilik Günümüzde üniversitelerin mimarlık bölümleri mezunları yalnızca inşaat faaliyetiyle alakadar çalışma alanlarında yer bulmak zorunda değildirler. Mimarlar grafik tasarım, dijital ortamlarda kullanıcı arayüzü oluşturma, web sitesi tasarımı gibi birçok farklı alanda çalışma fırsatlarına sahiptirler. Mimarlık formasyonundan geçmiş kişilerin tek
37
bir karakter gibi davranarak benzer biçimde inşaat faaliyetine dayalı pratiğin içinde yer almaları günümüzde mümkün görünmemektedir. Bu sebeple kalıpların içindeki iş yapma biçimlerini ve mimarlık üretimlerini tekrar eden anlayış, internet ve sosyal medya çağında mimarların işlerinin ve üretimlerinin bireysel olarak başkaları tarafından erişilebilirliği arttıkça yerini yeni mimarlık biçimlerine bırakacaktır. Tanyeli’ye (2013, s. 298) göre çağdaş mimarın “ana rolünü bir teknik adam rolü saymak” zordur. Mimarlığı sadece biçim bulmaya indirgemek de mimar için neredeyse 20. yüzyıl öncesine dönüş anlamına gelecektir. Bu nedenle film yapmak, yazı yazmak ya da aktivist çalışmalar içinde bulunmak gibi farklı varolma biçimleri, “bu da mimarlık mı?” sorusuna karşı yanıt olarak mimarlık meselelerinin içinde konuşulmaya başlanmıştır (Köm, 2015). Mimarlığın farklı mecralarda var olma çabalarının yanında temel meselesinin yine de yapılı çevre ve inşaat faaliyetleri üzerinden tanımlandığı ise yadsınamaz bir gerçektir. Mimarın “dünyayı mimarlık içinde durarak gözlemleyen ve kavrayan bir meslek insanı” olarak yeni mimarlıklar üreten avangart bir figür olma rolü mimarların tümü için kuşkusuz geçerli değildir (Tanyeli, 2013). Mimarların büyük çoğunluğu geçmişte de olduğu gibi gelecekte de yalnızca yapı üretimi konusunda kendilerini kısıtlayarak, benzer
üretim
biçimlerini
tekrar
edecek
biçimde
mimarlık
üretimlerini
tekrarlayacaklardır. Teknolojik gelişmeler sonucu yaşanabilecek değişimler ve yeni üretim olanakları, daha önce inşa edileceği düşünülmeyen projeleri hayata geçirmeye imkân sağlayabilir. Örneğin Zaha Hadid’in ilk dönem projelerinin Suprematist temsilleri Hadid’in mimarlığının ana yönlendiricisidirler. Daha sonraları inşaat teknolojisindeki gelişmelere bağlı olarak Hadid’in fikirlerinin ve tasarladığı akışkan mekânların inşaatının olanaklı hale gelmesi ve bunun yanı sıra bilgisayarla görselleştirme tekniklerinin gelişimi, 2000 yılından itibaraen Hadid’in Suprematist temsillerinin yerini profesyonel renderlara ve teknik çizimlere bırakmasına neden olmuştur (Abdullah ve diğ, 2013). Bu durumun somut bir örneği Hadid’in 1989’da tasarımına başladığı ve 1993’te inşa edilen Vitra İtfaiye İstasyonu yapısında görülebilir. Render dominasyonu öncesine tasarlanan Vitra İtfaiye İstasyonu için yaptığı konsept resim, render yerine kullanılmıştır. Zaha Hadid’in resmi, günümüzdeki fotorealistik renderlardan farklı
38
olarak, tasarımın konseptini, çevresel ilişkileri ve referansları betimlemektedir (Şekil 3.5, Şekil 3.6).
Şekil 3.5 : Zaha Hadid, Vitra İtfaiye İstasyonu resmi - 1989 (URL-7).
Şekil 3.6 : Zaha Hadid, Vitra İtfaiye İstasyonu inşa edilmiş yapı - 1993 (URL-8). Yona Friedman’ın Mekânsal Kent’i (Spatial City), Constant Nieuwenhuys’un New Babylon’u, Archigram’ın neofütüristik kentsel tahayyülleri gibi çalışmalar özellikle modernizmin sona yaklaştığı 1960–1970’lerde inşa edilebilirliğin sınırlarını göz ardı eden projeksiyonlar ortaya koymuşlardır. Kâğıt üzerindeki bu projelerin havada duran, incecik çizgilerle temsil edilmiş taşıyıcılarla taşınan, fiziksel olarak gerçekleşmesi o günün ve hatta bugünün şartlarında imkânsız olan düşünceleri, dönemlerindeki uzay yarışının sağladığı bilimsel ve teknolojik gelişme patlamasıyla özellikle tekil yapı ölçeğinden uzak durarak sadece bir yere ait olmayan kavramsal çizimlerle tüm
39
mimarlık düşüncesini etkilemişlerdir. Ancak deneysellik atfedebileceğimiz bu çizim mimarlığı, yapı ölçeğine indiğinde kendilerine kaçınılmaz olarak bir lokasyon edinmek durumunda kalmışlardır. Örneğin yine bir “kâğıt mimarı” olan Lebbeus Woods’un projelerine bakıldığında, 1990’ların başından itibaren çizdiği deneysel senaryoların Viyana, Saraybosna, Paris, Havana, New York gibi dünyanın dokuz noktasında önerilmiş çizimler ve söylemler geliştirdiği görülebilir (Şekil 3.7). Woods’un söylemi, mimarlık terminolojisi içinden konuşan projelerinin söylem inşasının yanı sıra gerçekten var olan yapılarla etkileşen ve bütünleşen çizimleri ile bir bütün olarak değerlendirilmelidir. Ancak öte yandan Woods’un yıllardır kendisini içinde konumlandırdığı deneysel mimarlık, mimarın projelerinin uygulanabilirliği arttıkça eski fantastik anlamlarından koparak eski çekiciliğini yitirmeye başlamıştır (Özlüdil, 2004, s. 80).
Şekil 3.7 : Lebbeus Woods, Saraybosna Yüksek Evler projesi - 1994 (URL-9). Zaha Hadid’in erken dönem projelerine döndüğümüzde gördüğümüz çizimlerin ve temsillerin, daha sonraları uygulanmış ve inşa edilmiş yapılara dönüştükleri çevrelerindeki kentsel dokuyu ihmal eden açılardan yine benzer görüntüler verdikleri görülebilir. Fakat kadraj biraz genişletilip inşa edilen bölgedeki komşu yapılar da kareye girmeye başladığında projelerdeki deneysellik hissiyatının aşınması göze
40
çarpmaktadır. Yerin bağlamı renderdaki görselin aksine başka kuşkusuz bambaşka ilişki örüntüleri yaratacaktır (Şekil 3.8, Şekil 3.9).
Şekil 3.8 : Zaha Hadid, Bakü Haydar Aliyev Kültür Merkezi projesi render görüntüsü. Proje başlangıç yılı 2007 (URL-10).
Şekil 3.9 : Zaha Hadid, Haydar Aliyev Kültür Merkezi inşa edildikten sonra çevredeki yapılaşma ile birlikte – İnşaat bitiş tarihi 2013 (URL-11). Fiziksel olarak inşa edilmenin getirisi olan bağlam ve fiziksel komşuluk ilişkilerinin doğurduğu sorunlar yalnızca deneysel mimarinin sorunu değildir. Tamamen farklı bir biçimde de olsa bahsi geçen kâğıt mimarlığının ve şehirciliğinin üzerine eleştiri
41
getirdiği modernist mimarlık pratikleri yerellik ve bölgeselcilik konularının tartışılmasına neden olan en büyük faktördür. Modernizm ve yarattığı Uluslararası Üslup, inşa edilebilmenin kısıtlarının tam aksine her yerde, yerden bağımsız inşa edilebilmenin peşine düşmüştür. Özkan’a göre (2007, s. 103) uluslararasıcılığın etkili olduğu yaklaşık 20. yüzyılın ilk yarısında, mimarlık okulları, inşaat endüstrisi ve genel mimarlık beğenisi el ele vererek Uluslararası Üslubu çağdaşlığın temsili olarak görerek yüceltmişlerdir. Bu durum da yaklaşık elli yılı aşkın bir süre zarfında “bölgesel” kodlarla mimarlık yapma düşüncesini kenara atmıştır. Yerel olmanın sınırlarına ait olmak istemeyen modernist mimarlık düşüncesi kendi bağlamını kendi içkin kuralları ile yaratmıştır; çünkü “modernite hep bir sınır aşımıyla, sonsuza uzanmayla” ilgilidir (Korkmaz, 2001b, s. 135). Korkmaz, modernitenin sınır aşımını insan aklının doğaya üstünlük kurması serüvenini başlatan aydınlanmanın M. Weber’in söylemiyle geleneksel dünyada yarattığı büyübozumu ile ilişkilendirir. O’na göre Marks “katı olan her şey buharlaşıp havaya karışıyor, kutsal olan her şey dünyevileşiyor” derken modern dünyanın yarattığı sınırların yok olması ve batı dünyasının endüstri devrimi sonucu homojenleşmesine gönderme yapmaktaydı. Bu buharlaşmanın içerisinde mimarlığın modernitenin yarattığı homojenizasyona karşı geldiği son nokta olan uluslararası mimarlık, özellikle coğrafyanın ve kültürlerin sınırlarının dışına taşmış seri üretim ve tüketim toplumunun hakikat (authenticity) arayışlarına bölgeselcilikle yanıt vermeye çalışmıştır (Korkmaz, 2001b, ss. 128, 130). Alan Colquhoun (2006, s. 154) Bölgeselcilik Kavramı (The Concept of Regionalism) adlı makalesinde bölgeselcilik kavramını coğrafi bölgeler ve kültürel kodlarla ilişkilendirmiştir. Bunların içerisinde iklim, coğrafya, dinler ya da zanaat gelenekleri gibi modern toplumda yok olmaya yüz tutmuş geleneksel sistemler bulunmaktadır. Colquhoun bu koşullar altında değerlerin nasıl belirleneceğini sorunsallaştırır. Immanuel Kant’ın 18. Yüzyıl sonunda öngördüğü gibi artık değer kavramı ihtiyaçlardan değil özgürlükler üzerinden tanımlanmaktadır; yani “modern toplum çokdeğerlidir ve kodları kendi içinde değer yargısı içermeyen bir evrensel mantıksallık sistemi üzerinden türetilmektedir”. Colquhoun’a göre mimarlık, modern teknoloji toplumunun bu özgürlükçü, kuralsız ve kişiselleşmeye açık yapısına tam anlamıyla uyabilecek kodlar taşımamaktadır. Bu nedenle özellikle kırsal bölgelerde ve kültürlerde teknoloji toplumunun kodlarının yanı sıra geleneksel yaşayışlar, anlatılar ve mitlere yönelik fragmanlar mimarlıkta gözlemlenebilir (Colquhoun, 2006).
42
Korkmaz (2001b) modernizmin indirgeyici sınıraşımı yaklaşımını Heidegger’e atıfta bulunarak sınır kavramı üzerinden tartışır. Heidegger’e göre sınır bir bitim değil bir eşiktir; içeriyi ve dışarıyı mümkün kılar. İçerideki için koruyucudur; sınırın esirgeyiciliğinin yalnızca tâbi kılıcı değil bir yandan özgürleştirici olduğunu iddia eder. Sınır şeyin kendi doğasına dönmesine olanak sağlar, dışarıdaki bilinmeyen için ise merak duygusu uyandırır. “Yaşam ikisinin birlikteliğinde yaşam olur, her ikisi de varlığını aradaki sınıra borçludur” (Korkmaz, 2001b, s. 135). Bu noktadan yola çıkarak, bölgeselciliğin yerle olan ilişkisinin yalnızca topoğrafya, iklim, coğrafi yönlenmelerle sınırlı kalamayacağı söylenebilir; modern toplumun ve modern çağın tüm silici, sıfırlayıcı etkilerine rağmen bölgeselci mimarlık yaklaşımının yere içkin bağlantılarla hem yeri hem de mimarlığı dönüştürücü etkileri bulunabilir. Bu etkileri arayan yaklaşımlara örnek olarak “Eleştirel Bölgeselcilik” verilebilir. Eleştirel bölgeselcilik kavramı ilk olarak 1980’lerde Alexander Tzonis ve Liane Lefaivre tarafından ortaya atılmış, daha sonra Kenneth Frampton (1983) “Bir Eleştirel Bölgeselciliğe Doğru: Mimari Direniş için Altı Nokta (Towards a Critical Regionalism: Six Points for Architecture of Resistance)” adlı metni ile bu konuda mimarlık literatürü içinde en bilinen isim olmuştur (Catanzaro, 2006). Frampton 1987 yılında görüşlerini gözden geçirerek “Bölgeselci Mimarlık için On Nokta: Geçici Bir Polemik (Ten Points on an Architecture of Regionalism: A Provisional Polemic)” adıyla eleştirel bölgeselciliğe ilişkin bir yayın daha yapmıştır. Frampton bu çalışmalarında eleştirel bölgeselcilikle kısıtları ve sınırlı olma durumunu bağdaştıran birçok çıkarım öne sürmüştür. Eleştirel bölgeselcilere göre modernizmin tekdüzeleştirmesine karşı durmanın yolu vernaküler olanı taklit etmek değil, bilakis bunu yorumlamaktır. Frampton (2006, 1987) vernakülerin üslubun ötesinde yer alması gerektiğini söyler. Ona göre eleştirel bölgeselcilik bir stil değildir, eleştirel yönlendirmeye yarayan bir kategori olabilir. Eleştirel bölgeselcilik gerektiğinde modern mimarlığı da kendine örnek alabilir. Frampton bölgeyi yalnızca iklim ve coğrafi yerellikle tanımlamanın oldukça kısıtlayıcı olduğunu ifade eder. İsviçre’de Mario Botta’nın Ticino mimarlığı, ABD’de F. L. Wright’ın Priarie (Çayır) Evleri, İtalya’da Veneto bölgesinin Palladyen mimari geleneği yalnızca iklim ve bir lokasyonda bulunmakla açıklanamaz ve bu
43
mimarlıkların oluşturduğu “mit” ve kültür de bölgeselci mimarinin yorumlaması gereken öğeler olmalıdır. Frampton bu bölümde daha önce bahsedilen Heidegger’in sınırların tanımladığı yer kavramı üzerinden modern megakentlerin sınırsızlığını ve tekrarını eleştirir. Metropol kentlerin yayılarak ve birbirlerine hızlı taşıma ağlarıyla bağlanarak devasa kentsel alanlar ortaya çıkardığı Megalopolis kavramına göndermede bulunan Frampton, Megalopolis’i aslında kentsel alanın kaybolduğu yersiz bölgeler olarak tanımlar. Frampton’a göre tipoloji ve topoğrafya arasında bir gerilim bulunmaktadır. Topoğrafya yerin verilerinin farkında olmayı gerektirir, “kökleşmiş olmanın somut ifadesidir”. Tipolojinin tekrar edilebilir doğasına karşı topoğrafya mimari bir üretim sonucu dönüşmek zorundadır (Frampton, 2006, 1987). Sonuç olarak yere bağlı olma mimarlığın dışsal kısıtlarından biridir. Mimarlık kâğıttan ya da bilgisayar ekranından çıkıp inşa edilen bir yapı ya da yapı bölümü haline geldiği andan itibaren içinde bulunduğu bağlam değişir. Ancak yere ait olmak beraberinde birçok potansiyel de barındırır. Mimarlık nesnesi üretimine dışsal koşullar sağlasa da, tasarım anında yerin keşfedilecek farklı olası özellikleri bambaşka özsel kısıtlar yaratılmasına olanak sağlayabilir. Yer konusunda eleştirel yaklaşabilmek ve zaten orada olanı keşfederek ortaya çıkarmak (poiesis); yerelliğin ve bölgeselciliğin yarattığı kısıta en güçlü cevabı verebilmek anlamına gelmektedir. 3.1.1.3 İmar kuralları 20. yüzyılın mimarlık alanında en önemli figürlerinden biri olan Le Corbusier, makine çağının fütürist şehircilik ideallerini yücelttiği 1925 tarihli Urbanisme (Şehircilik) isimli kitabının ilk bölümünde Yaşlı Avrupa’nın tüm Ortaçağ şehirlerinin, büyük başkentleri Paris, Roma ve İstanbul başta olmak üzere, katırların çektiği yük arabalarının yürüyüş güzergâhları üzerinden şekillendiğini iddia eder. Yerleşim bu güzergâhlara göre kurallara bağlanmıştır ve bu yollara saygı gösterilmiştir. Hâlbuki Le Corbusier’e göre katır “bir şey düşünmez, bir şeye aldırmaz” ve kendine en az iş çıkartacak yolu seçer. Fakat aksine insanın bir hedefi bulunur, bu hedefi aklıyla belirler. “[İnsanın] zekâsı, deneyiminin sonucu olan kurallar inşa eder”. Bu yüzden O’na göre insanların yolu eğri yerine, doğru sokaktır; “kişinin kendi üzerinde kurduğu bir egemenliğin sonucudur”, şehir doğaya karşı insanın egemen oluşudur (Le Corbusier, 2014, ss. 5,6,11).
44
Le Corbusier 1922 Kasım’ında kendi modern şehirciliğinin temel ilkelerinin manifestosu olan dik açıları, saf geometrileri yücelten kentsel planlama anlayışı ile “Üç Milyon Kişilik Çağdaş Bir Şehir” (Ville contemporaine de trois millions d'habitants) projesini Paris’te Salon d’Automne’de sergiler. Şehrin planında her şeyi düşünmüştür; parsel boyutları, otomobil geçiş pistleri olan ana yollar, sokak tipleri, konut ve iş alanları olarak 24 katlı gökdelenler, yeşil alan oranları, sosyal donatı alanları, üniversiteler gibi kentin ihtiyacı olan tüm birimler yapıların plan ve cephe ölçeğine kadar tasarlanmıştır (Le Corbusier, 2014, ss. 157-168). Ancak bu planı oluştururken yararlandığı ya da ilham aldığı örnekler yalnızca kendi düşünceleri ya da Sanayi Devrimi sonrası gelişen hıza ve Fordist üretime dayalı anlayış değildir. Mısır tapınakları, Babil, Pompei, Hindistan’ın kutsal kentleri, Pekin, Palmanova gibi insanlık tarihinin farklı dönemlerinden ve bambaşka coğrafyalardan kentsel örüntü örneklerinden ilham almaktadır. Kentsel mekânların yaratımında yalnızca sanayileşme sonrası dönemde oluşan gelişmelerden değil, akıl ve dik açılı/doğru çizgilerin egemen olduğu dönemlerden kendisine referanslar çıkartır. Bu referansların etkisiyle matematiksel olarak hesaplanmış ve şiddetle uyulması gereken bir kurallar bütünü oluşturur. Bu bakımdan Le Corbusier’in doğru, çizgisel sokaklar kavrayışı, şehircilik kurallarının yalnızca ikinci ve üçüncü boyutta geometrik ilişkiler kurmakla kalmayıp insan aklını kullanarak şehir yaşamını ve mimarisini yöneten araçları yaratır. Bu bakımdan şehircilik kuralları yöneten, yön veren ve düzen içerisinde uyulması gereken ilkeler bütünüdür. Şehirlerde yapılaşmayı belirleyen bu ilkeler, sınırlarının belirleyiciliği değişiklik gösteren çerçeveler oluştururlar. Makine çağının temsilcisi olan bu ön tanımlı, seri üretime uygun ve kusursuza yakın boyutların egemen olduğu modern planlama anlayışının Aydınlanma Çağı ve Sanayi Devrimi sonrasında yaşanan gelişmelerden etkilendiği söylenebilir. İlhan Tekeli’ye göre “planlama bir aydınlanma çocuğudur”. 1848 işçi devrimlerinin öncesinde modern planlama sanayileşen kentin sorunlarına çözüm bulmak için kullanılan, sosyalist temelli bir anlayış iken, 1848 devrimlerinin başarıya ulaşmaması sonucunda burjuvazi ve kapitalist düzenin kendi kent planlaması anlayışını geliştirmesine yol açmıştır. Yükselen burjuvazinin kent planlamasına eğilmesi Avrupa kentlerinin üst ve orta sınıfın ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde yenilenmesi sonucunu doğurmuştur. Fransa’da III. Napolyon ve Baron Hausmann’ın eski kent dokusunu yıkarak devrim
45
sırasında dar sokaklarda işçilerin kurduğu barikatlara alan bırakmayacak geniş bulvarlı Paris’i inşa etmesinin ardından Avrupa’da birçok kent benzer stratejiler geliştirerek yeni planlama ve imar hareketlerine girişmiştir. D’Israeli’nin yeni Londra kanalizasyon sistemi, Viyana’nın surları kaldırarak oluşturduğu Ringstrasse’si, Bismarck’ın Berlin’i, Barselona’nın Eixample bölgesi gibi uygulamalar bu hareketlere örnek olarak verilebilir (Tekeli, 1980, ss. 32,33). Bu aşamaları takip eden 20. yüzyılın ilk döneminde ise modernite kavramı ortaya çıkmıştır. Heynen (2011)’e göre ise modernite “sürekli evrim ve dönüşüm içinde, geçmişten ve bugünden farklı olacak bir geleceğe yönelik bir yaşam tavrı” (s. 23) olarak, “modernleşme olarak bilinen sosyo-ekonomik gelişme süreci ile, bu sürece modernist söylem ve hareketler şeklinde verilen öznel tepkiler arasında aracılık eden öğeyi oluşturur” (s. 24). Tekeli’ye göre modernite dört boyutuyla kavranabilir. Bunlardan ilki modernitenin kapitalist ilişkiler içinde sanayileşmiş ve liberalist mülkiyet anlayışına sahip ekonomik boyutudur. İkincisi değer yargılarının nesnel ve evrensel kurallar ve hukuk çerçevesinde belirlendiği bir toplum bilim kurulabileceğine olan inançtır. Üçüncü sırada geleneksel toplum katmanlaşmasından kurtulmuş, modern toplumun bir parçası olabilecek eğitimli ve eşit bireylerin doğmuş olmasıdır. Son olarak ise modernitenin kurumsal yapısını ortaya koyar. Ulus-devlet ve demokrasi üzerinden okunması gereken bu kurumsallık; eşit bireylerden meydana gelen toplumun yönetim aracı olarak demokrasiyi, bu bireylerin kendileri üzerine düşünüp karar alabilecek anonim toplumsal ilişki kalıpları oluşturabilmeleri için de ulus-devleti tercih eder (Tekeli, 1995, s. 51). CIAM (Uluslararası Modern Mimarlık Kongresi)’ın Le Corbusier öncülüğünde 1933 yılında
yayınladığı
Atina
Anlaşması
ile
planlamada
modernist
anlayışın
manifestosunu oluşturmuştur. Kenti işlevsel olarak barınma, dinlenme, çalışma ve ulaşım başlıkları altında tanımlayan bu bildiride Le Corbusier’in 1922’deki esasları genişletip detaylandırılmış, “Modern Hareket’in mimari ve şehircilik ilkeleri, mimarlar planlamacılar ve bürokratlar tarafından oluşan bir kuşak tarafından her yerde oluşum halindeki modern zeitgeist’ın en ilerici ve bütünüyle rasyonel ifadesi olarak” benimsenmiştir (Bozdoğan, 2012, s. 17). Rowe’a
göre
(1972)
1940’ların
sonuna
gelindiğinde
modern
mimarlık
kurumsallaşarak orijinal anlamını yitirmiştir. Aslında uluslararasılık idealleri içinde mimarın dilediği bir şey olarak dünyanın dört bir yanında ucuz, basit ve tektipleşmiş 46
hale gelerek çoğalan modern mimari, bu çoğalmanın etkisiyle hızla değerlerini yitirmiştir. Modern mimarlık sosyal görüşü ve ütopyacı gelecek önerisi olmaktan çıkarak, o günün mevcut durumuna dair ütopyacı olmayan bir bezeme haline gelmiştir. O’na göre Le Corbusier ve CIAM’ın önerileri inşa edilmek için değildir; artık politikacıların ve ticari kaygıların elinde kopyalanan mimarlık yayılma bakımından başarıya uğrasa da devrimci yapısını kaybetmiştir (s. 3). Yale Üniversitesi Mimarlık Dergisi Perspecta’nın 2004’te yayımlanmış 35. sayısı olan İmar Yönetmeliği (Building Codes) başlıklı sayısında imar kurallarının mimarlıkla ilişkisi masaya yatırılmıştır. Şehir plancısı Andres Duany kural koymanın nedenlerini tartıştığı makalesinde, son yarım yüzyıl içerisinde ABD’de üretilen yaklaşık 30 milyon yapının şehirleri geriye götürdüğünü ve doğal alanları yok ettiğini; buna karşın modernist mimarların yaptığı üç bin başarılı bina için bu oranın tahammül edilemez bir felaket olduğunu iddia eder. Bu durumun yalnızca ABD’ye özgü olmadığı, tüm dünyada ortak bir sorun olduğu söylenebilir. Duany, mimarlık dışındaki başka alanlarda kesinlikle göz yumulamayacak bu başarısız durumun çözümü imar kurallarında yapılacak reformlarla gerçekleşebileceğini savunmaktadır (Duany, 2004). Duany (2004)’e göre şehircilik ve imar kuralları plancılar, mimarlar, inşaat mühendisleri, peyzaj mimarları gibi pek çok farklı meslek grubunun entegre çalışması tarafından oluşturulmalıdır; aksi takdirde bu grupların birbirlerine karşı uygulayacağı kısıtlar yalnızca kendi meslek gruplarının yararı göz önünde bulundurulacağından dolayı birbirlerinin kuyusunu kazmaya yarar. Kuralları koyanlar rölativist olmamalıdır, kentsel mekânlar mülkiyetteki değişikliklere göre kuralları koyanların yalnızca kendi tanımladıkları ve kendilerini mutlu edecek kuralların sonucunda ortaya çıkacak yapılaşmaya bırakılamayacak kadar değerlidir (Duany, 2004). Kuralların iyi belirlenmediği kentlerde ayrışmalar ve kümelenmeler oluşmaktadır. Zenginler kendi mahallelerinde yaşarken, orta sınıf ve fakirler onlara sağlanan olanaklardan mahrum kalmaktadırlar. Sonuç olarak kentin bazı bölgelerinde çöküntü alanları oluşur, bu duruma tarihi dokuda da banliyölerde de rastlanabilir. Eğer sosyal donatıların doğru dağıtıldığı planlama iyi yapılmazsa ve güçlü olamazsa kentin bazı bölgeleri yatırım almaz. Çünkü piyasa istikrarsızlıktan hoşlanmaz, yatırımcı yatırımının karşılığını alabileceği koşulların oluşacağını öngörebileceği bir plana göre hareket etmek ister (Duany, 2004).
47
İmar mevzuatının kentsel mekânı belirlemesi ve mimarlar üzerinde yarattığı kısıtlar, Türkiye’nin modernleşme serüveninde de önemli rol oynamıştır. İlhan Tekeli (1995, s. 53) Türkiye’nin kent planlamasındaki modernite sürecini dört aşamada inceler. Bunlardan ilki Osmanlı’dan cumhuriyete geçiş dönemi, ikincisi cumhuriyetin ilk yıllarından 1950’li yıllardaki çok partili döneme, üçüncüsü 1950–1980 arası hızlı şehirleşme dönemine, sonuncusu da 1980 sonrası neoliberal döneme işaret eder. 1950’li yıllara kadar yaşanan süreçte, tek parti yönetimindeki cumhuriyetin Batılılaşma ideali ve “gerçekten aydınlanmış bir ulus devlet yaratma çabasıyla” kentlerin tümünün “bahçe kent” idealiyle planlandığı bir dönem yaşanmıştır. Ancak cumhuriyet döneminin ilk yıllarında halkçılık ve devletçilik ilkelerine göre şekillenen şehircilik anlayışı ve imar mevzuatı, özellikle 1950’den 1980’in ikinci yarısına kadar olan süreçte yaşanan hızlı şehirleşmeye karşı etkili olamamıştır. İlhan Tekeli’ye göre bu dönemde yaşanan “paternalistik” bir halkçılık anlayışından, halkın kısa vadeli isteklerinin karşılandığı bir popülizm dönemine geçilmiş, bu da halkın hakkını savunabildiği bir düzenin aksine patronaj ilişkileriyle yönlendirilen bir düzen içerisinde çok hızlı bir yapılaşma dönemine geçilmesine neden olmuştur (Tekeli, 1995, s. 54). Duany’nin de bahsettiği gibi hızlı şehirleşmenin yarattığı imar mevzuatı tarafından kontrol edilemeyen yapı, köyden kente göç sonrasında kentlerde büyük gecekondu alanları oluşmasına, ayrıca nüfus patlaması sonucu kentlerde bahçe kent modeli terk edilerek yap-sat apartmanlar tarafından domine edilen büyük konut bölgelerinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Böylelikle kümeleşmeler ve ayrışmalar yaratan bir düzensizlik ortamı meydana gelmiştir. Bu düzensizlik ortamından ve hızlı yapılaşmadan, dolayısıyla kuralsızlığın yarattığı kısıt aşımlarından yararlanarak çok sayıda ancak niteliksiz yapı üreten mimarların yanı sıra bu durumdan rahatsız olan mimarlar da bulunmaktaydı. Örneğin Behruz Çinici bu konuya ilişkin yorumunda şunları ifade etmiştir: 30 yıllık bir meslek hayatı, ülkede gecekondulaşmanın oluştuğu ve giderek büyük kentsel çevrelere egemen olduğu ortamlarda başladı. Daha da kötüsü, tutarsız imar hareketlerinin ve kültürün tahribine uğraya uğraya bozulmuş, yozlaştırılmış çevre düzeni (veya düzensizliği içinde kaybolan, bugün yalnızca gözlerimizin hasretle aradığı anılara karışan değerlerimiz arasında ıstırapla yürüyerek zorluklarla sürdürdüğümüz çeşitli arayışlarla geçti... Bizim yapı kanunlarımız... gelişmiş toplumlarda rastlanacak koşullardan farklıdır... 'inşa edebilme' güçlüklerle doludur... İnsan hareketlerini planlama çabalarımız, daima belirli limitlerde sosyo-
48
ekonomik sorunlarında sınırladığı dar imkânlar ölçüsünde ve biraz da eskimiş inşaat kuralları içinde geçti (1984, alıntılayan Duyguluer, 1989).
1980 sonrasındaki dönemde ise Türkiye’de modernite projesinin temelde sürdüğü ancak devlet elinden çıkarak serbest piyasaya bırakıldığı bir neoliberal döneme girilmiştir. Tekeli’ye göre bu dönem “gerçekte bir modernite projesi olan kent planlamasının sahneden çekilişini” de gündeme getirmiştir. Piyasa koşullarının yönlendirdiği bu dönemde planlama yetkilerinin yeterli donanımlı kadroları olmayan belediyelere bırakılmasıyla keyfi müdahalelere karşı savunmasız bir sistem meydana gelmiştir. Kentsel planlamada “moderniteye doğru ilerleyen bir kültürel dönüşüm yerine farklı kanallarda gelişme yolu bulabilen” yapılar tercih edilmiştir. Örneğin çıkartılan af yasaları sonucu ya da kentlerin içinde oluşturulan turizm bölgeleri gibi alanlarda farklılaşan kuralların oluşturduğu kısıtlar, modernitenin akılcılığına uygun olmayan bir biçimde büyük değişiklikler göstererek kent mekânında kontrolsüz değişimler yaratmıştır (Tekeli, 1995, s. 55). Tekeli’ye (2009) göre bugün yarışan kentlerde yeni aktör için gerekli toprak kıt hale geldiği için, sürekli müzakereye açık bir planlama anlayışı bulunmaktadır. Bu nedenle geliştiriciler hem inşaatı hem de planı yapanlar haline gelmişlerdir. O’na göre bugün yaşanan karmaşıklaşmış süreç, eski planlama anlayışı ile denetlenemez; o halde bu değişim ve dönüşüm sürecini kavrayarak hareket etmek gerekmektedir (alıntılayan Öztaşkın, 2009). Yapılı çevre üretimini ve mimarlığı şekillendiren dışsal kısıtlar olarak imar yönetmelikleri ve kentsel planlama, Türkiye’de bugünün piyasa koşullarında çalışan mimarların kendilerini içinde buldukları bu zemini sorgulamalarına ve tartışmalarına yol açmaktadır. 2015 yılında İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi ve Yapı Endüstri Merkezi işbirliğiyle gerçekleşen “Bugünün Türkiyesi’nde Mimarlık Tartışmak” temalı konferansta imar yönetmelikleri, kentsel planlama ve mimarlık disiplinleri arasındaki ilişkiler masaya yatırılmıştır. Konuşmacılardan Gökhan Avcıoğlu (2018, ss. 115,116) şehirlerin esnek ve dinamik bir planlama anlayışına sahip olması gerektiğini iddia etmiştir. Şehirciliğin bir bilim olmadığını, mutlak hesaplanabilmesinin mümkün olmadığını ifade eden Avcıoğlu, imar yönetmeliklerinin “doğuş hikâyesini bilmediğimiz ya da artık günümüzde geçerli bir neden içermeyen ya da doğrudan bir mimari stili empoze eden birtakım kurallar” olduğunu belirtir. O’na göre Türkiye’deki yönetmelikler silsilesi, şehircilik kararları gibi görünen ancak görüntü kirliliği yaratan bir kurallar sistemidir ve “bu kuralların en ufak bir maddesine
49
bile ihtiyaç yoktur”. Şehircilik mesleğine ihtiyaç olmadığını, mimarlığın şehirciliği de kapsadığını söyler ve bu konuda en büyük engelin “mimarların kendi zihinlerinde oluşan otosansür” olduğunu iddia eder. Aynı oturumda söz alan Kerem Erginoğlu (2018, ss. 112,113) Avcıoğlu’ndan farklı düşünerek kuralların “bu işin olmazsa olmazı” olduğunu söylemiştir. Ancak kuralların çok tanımlı olduğunu düşünmektedir. Erginoğlu’na göre kurallar binaların konturu, gabarisini önceden çizmekte; mimar ise yalnızca bu konturun içinde bir cephe ya da doğrama sistemiyle yapının dış kabuğuna karar veren bir figür olarak kalmaktadır. Ayrıca imar kurallarının çıkış noktalarının belirsizliğinden ve belediyelere göre farklı yorumlanmalarından, bunun yanında bu durumun tartışılabileceği bir otoritenin eksikliğinden şikâyetçidir. Mimar Kerem Yazgan ise Türkiye’de imar kanununun en baştan farklı yazılmış olması halinde tüm Türkiye’nin bambaşka olabileceğini ifade ederken, özellikle “plan notları” ile farklı parsellere farklı ayrıcalıklar verilmesinin yanlış olduğunu belirtir (Yazgan, 2018, s. 113). Öte yandan, Sevince Bayrak’a göre yapılar, sokaklar, cepheler ve yeşil alanlar için altlık oluşturacak kurallar dizisi ne kadar katı oluşturulursa oluşsun; Türkiye’de piyasa koşullarında dış aktörler çeşitli sınırlamaların üstesinden gelerek “gölge yönetmelik” adı verilebilecek, piyasanın kendi kendine yarattığı alternatif bir mevzuat oluşturma gücüne sahiptir. Bayrak gölge yönetmeliklerin bugün imar yönetmeliklerinden çok daha güçlü olduğunu ve yapılı çevreyi bu gölge yönetmelikler şekillendirmekte görev aldığını iddia eder. Bu duruma örnek olarak Kadıköy’de yeni yapılan konutlarda yangın kaçışı olarak gösterilen alanın gerçekte ebeveyn banyosu olarak kullanılabilmesini gösterir (Bayrak, 2018). İmar kurallarının tasarıma ve tasarımcıya karşı yaratıcılık bağlamında kısıtlar oluşturması ve fiziksel bir çerçeve oluşturması mimarın bu çerçeve içinde kendi özsel kısıtlarını oluşturarak üretim yapmasını dikte eder. Eğer mimar diğer piyasa aktörleri ile bir araya gelip Bayrak’ın iddia ettiği gölge yönetmeliklerden faydalanmıyorsa, bu kısıtların hukuki boyutu içinde bir konumlanma edinmek zorundadır. Örneğin Danimarkalı BIG Architects’in Kopenhag’daki uygulanmamış Toyhus konut projesinde kendilerini imar yönetmeliklerinin sıkı olduğu bir kent içi arazi içinde bulurlar. Mimarlara göre “hayat nasıl evrimleşiyorsa, kent ve yönetmelikleri de öyle evrimleşmeli; böylelikle bizi kentin bizi zorladığı şekilde yaşamak durumunda
50
bırakmak yerine bizim istediğimiz yaşam biçimlerine uymalıdır.” Ancak Kopenhag kenti imar yönetmeliklerinin koşullara uymak durumunda olan mimarlar, parselin her kenarından yönetmeliğin komşu parsele göre belirlediği maksimum yaklaşma sınırına göre bir yapı kabuğu oluşturmuşlardır. Kuralların çevresinden dolanarak tasarım yapmak yerine, bu kuralların belirlediği formu keşfeden ve beğenen mimarlar, bu duruma “bürokrasinin saklı güzelliğini keşfetmek” adını vermişlerdir (Ingels, 2009, ss. 130,131,135) (Şekil 3.10).
Şekil 3.10 : Toyhus projesinin Yes is More kitabındaki görsel anlatımı (Ingels, 2009, ss. 131, 135). 3.1.1.4 Kentsel koruma Elster (2000, s. 278) kişisel ön-yükümlülüklerle kendini bağlamanın bir başka anlamının da kişinin başka bir benliğini, yani gelecekte olacak bir benliği bağlamak olduğunu söyler. Bu durum bir metafor olarak algılandığında çok problemli olmasa da gerçek anlamıyla bakıldığında problemli olabilir. Yaşlı bir kişi, genç halinden başka bir kişidir; ancak aslında gençken yaşlandığında yapacaklarına karşı kendini kısıtlamaya çabalamaz. Elster anayasalar gibi hukuksal düzenlemelerin de gelecek nesillerin hareket alanını kısıtlamaya yönelik bir çeşit ön-yükümlülük olarak düzenlenebileceğini; ancak etik açıdan bunun gerekçesinin tartışmalı bulunabileceğini söyler. Bu gibi durumlarda kişilerin gelecekteki kendilerini ya da toplumsal açıdan bakıldığında şimdiki neslin gelecek nesilleri bugün oluşturacakları ön-dayatmalarla kısıtlamaya çalışması; eğer kısıtlar haddini aşacak olursa zararlı olabilir. Bu gibi
51
durumlarda, acil durum mekanizması olarak bugünden birtakım çıkış yolları belirlenebilir, ancak bunun da riski gelecekte bu mekanizmaların kötüye kullanılarak tüm kısıt mekanizmasını işlevsiz hale getirmesi olabilir. Bu durumları öngörmek oldukça zordur. Örneğin politikacıların öngöremediği bir şekilde gelecekte başka politik yapılar anayasaları ortadan kaldırabilir, ancak tam aksine sanatta bazı geleneklerin bilerek ihlal edilmesi daha büyük ve beklenmedik bir estetik değer ortaya çıkartabilir (Elster, 2000, s. 279). Perspecta 35’te Edward Mitchell “Fear Factor (Korku Faktörü)” adlı makalesinde yönetmeliklerin ve kuralların çeşitli korkulara göre geliştirildiğini öne sürer. Mitchell’a göre yönetmelikler tahmin edilemeyen kaotik tekillikler olan olayları ele alarak onları bilgi olarak temsil ederler. Mimarlıkta işleyen kurallar olayların görünürde tahmin edilemezliğini kontrollü, organize edilmiş değişkenler içeren parçalara dönüştürler. Yönetmelikler mantıksal süreçlerin ve kuralların oluşumunun gelecekte oluşabilecek kazaları engelleyeceği inancıyla yapılır. Örneğin yangın merdivenlerinin
basamak
boyutları
ve
yükseklikleri
bir
afet
durumunda
yaşanabileceklere göre belirlenmiştir (Mitchell, 2004). Mitchell’a göre modern yönetmelikler toplumca paylaşılan korkulara karşı bir sigorta olarak çalışırlar, bireycilikle ilgilenmezler; bunun yerine öznelerarası ilişki kümeleridirler. Bu yüzden bir yaşam simülasyonu olarak görülebilirler. Ancak genellikle proaktif değil tepkiseldirler; daha önce yaşanmış olaylara göre yapılan çıkarımlar sonucu oluştururlar. Örneğin Hammurabi’nin kanunları daha önce yaşanmış ve 50 000 kişinin ölümüyle sonuçlanmış trajedilerden sonra yazılmıştır. Londra’nın imar kuralları yaşanan büyük yangınlardan sonra değiştirilmiştir. Bu kuralların oluşturduğu soyutlamalar mimariyi şekillendirerek belirli tipolojilerin ortaya çıkmasına yol açmışlardır (Mitchell, 2004). Sosyal pratiklerin değişmesiyle mimarlık da evrimleşir; bu da yönetmeliklerin yalnızca fiziksel ilişkileri biçimlendirme görevlerinin yanında bu evrimleşen süreç karşısında evrimsel harekete izin verme ya da karşısında durma karakterini oluşturur. Mitchell (2004)’e göre mimarlık bir virüs gibidir; yönetmeliklerin ekonomik, strüktürel, güvenlik ya da sürdürülebilirlik kaygılarını mutasyona uğratarak kendi araçlarına çevirmeye çalışır. Doğan Kuban mimarlığın bağlı olduğu birçok değişkene bağlı olarak değişiminin kaçınılmaz olduğunu şöyle ifade eder:
52
“Kişinin eğilim ve yeteneklerine bağlı ve toplumla ekonomik ilişkisi, gerektiği zaman çok zayıflayabilen bir yaratma alanının, örneğin, müzik ve resim, insan psikolojisi köklü olarak değişmediği sürece niteliksel bir değişmeye tabi olmayacağı ileri sürülebilir. Ama toplum yapısına, ekonomik verilere, teknolojik verilere, toplumsal değer yargılarına mimari kadar bağlı olan bir sanatın niteliksel bir değişmeye uğramaması olanağı var mıdır?” (Kuban, 1969, alıntılıyan Duyguluer, 1989, s. 11)
Kuban’ın bahsettiği gibi mimarlık alanında yaşanması öngörülen değişim olasılıklarına ve oluşabilecek muhtemel kaotik durumlara ve tahribatlara karşı Mitchell’in sözünü ettiği tahmin edilemezlik korkusu üzerine koruma kavramı ortaya atılmıştır. Koruma mekanizmaları yapı ölçeğinde var olan yapının kullanım ömrünü uzatma amaçlıyken; şehircilik ve buna bağlı olarak planlama ve yönetmeliklerde mevzuat değişiklikleriyle sağlanmaya çalışılır. Yönetmelikler tarafından konulan kısıtların kaldırılması durumunda gelişebilecek kentsel dokunun niteliğine şüpheyle yaklaşanlar bulunmaktadır. Örneğin Duany (2004) yönetmeliklere mimari başyapıtların oluşumunu kısıtladığı için karşı çıkanlar olduğunu, ancak genelde iyi yapıların sayılarının çok az olduğunu ve böyle bir çabanın muhtemel sonucunun kitsch bir çevre oluşturacağını iddia eder. Böyle bir düzenin başarılı olması büyük yetkinlik seviyesi gerektirir; kurallar bazı olasılıkları kısıtlasalar da yetkinlik seviyesini minimize ederek bir standart oluşturmaya yararlar. Ayrıca özel sermaye ile üretilen mimari dokuda bir nebze görsel sadelik ve uyum yakalamak yönetmeliklerin getirdiği kısıtlarla mümkündür (Duany, 2004). Modernite kavramını çözümlemesiyle daha önce de bu çalışmada atıfta bulunulan İlhan Tekeli’ye (1996) göre, modernite kavramı aynı zamanda bir koruma sorunu da yaratmaktadır. Modernitenin bireyi yerel bağlarından kopararak kültürel olarak homojenleştirmesi ve yeni sosyal ilişkiler ağlarına yerleştirmesi, yapılar üzerinde örneğin mahremiyet algısında- dönüştürücü bir etkiye yol açmış olabilir. Ayrıca modernite mimarı kendi yarattığı estetik kodlarla donatarak kurumsallaştırmış, yani farklı ve özgün olanın kendisi olduğunu empoze etmiş ve böylelikle modernite projesini güvenceye almıştır. Modernite kendi özerk olgularına ve kurallarına karşın, kendi içinde bir koruma ahlakı da yaratmıştır. Tekeli bu durumu modernitenin geliştirdiği ulus bilincinin aynı zamanda ulusal tarih anlatıları meydana çıkarması ve aynı zamanda toplumun gelişmesini evrimsel bir anlatı içine koymasıyla açıklar. Mimarlığın
kurumsallaşması
ve
nispeten 53
özerkleşmesi
de
“korumacılığın
dayandırılabileceği çekirdekleri de içinde barındırabilmesine” yol açmıştır (Tekeli, 1996, s. 4). Tekeli koruma ahlakının temellendirilmesini üç boyutta ele almaktadır. Bunlardan birincisi, tarih bilinci yaratılmış bir toplumun gelecek kuşaklara bu bilinci aktarma sorumluluğu edinmesidir. Bu yaklaşımın en uç noktası eski olanın tamamen korunması ve yeni olanın eskinin yanına eklenmesidir ki, bu yaklaşım Tekeli’ye göre olanaksızdır. Burada iki türlü yaklaşım görülür. Birinci yöntem, belirli bir zaman dilimi saptanarak belirlenmiş bir tarihten sonraki tüm yapıları koruma kapsamı dışına çıkarma eğilimindedir. İkinci yöntem ise korunmaya değer olanı uzmanlık bilgisi ile belirlemeye çalışmaktır. Tekeli’ye göre ulus devletler ideolojik ve politik sebeplerle genellikle ilk yöntemi benimsemişler, iktidardaki aktörler kendi ideolojilerine göre tarihsel dönemler belirleyip buna göre korumaya değer kentsel dokuları belirlemeye çalışmışlardır (Tekeli, 1996, s. 5). Tekeli’nin modernitenin koruma ahlakı konusunda ikinci başlığı, yaşanan mekânın orada yaşayanlar tarafından anlamlı ve korunmaya değer bulunması üzerinedir. Bu söylemde koruma “yaşanabilirliğin ön koşulu olma niteliğini” kazanmaktadır. Bu esnek koruma anlayışı birinci söylemin ideolojik temellerini karşılamamakla birlikte yerleşmenin anlamını ve kimliğini tarihten alması bakımından önemlidir. Üçüncü ele alış, ekonomik boyut üzerinedir. Modernite projesinin yıkıcı yüzü ekonomik nedenler dolayısıyla tamamen kendini gösterememiş olabilir. Turizm bölgelerindeki ekonomik gelir sağlama kaygısıyla takdim edilen koruma politikaları buna örnek verilebilir (Tekeli, 1996, s. 5) Koruma anlayışı yalnızca var olan dokuyu korumak üzerinden değil, buna eklemlenecek olan yeni yapıların nasıl olması gerektiği bakımından da tartışma konusudur. Tekeli’nin masaya yatırdığı modernitenin üç farklı tipte koruma anlayışı, yeni üretilecek yapılarda modernitenin içinde bölgeselci bir bakışın doğmasına neden olmuştur. Özkan, (2007, s. 107) bu bakış açısıyla elde edilen mimarlığı modern bölgeselcilik olarak tanımlamaktadır. Özkan’a göre bölgeselci mimarların karşı çıktığı konu modernizm değil, uluslararasıcılıktır; bölgeselciliğin aradığı yerel koşullardaki anlam ve içeriği elde etmeye yarayacak araçlar ve teknikler modernizmde mevcuttur. Kendini sivil mimariyle kısıtlamış vernaküler mimarinin aksine, modern bölgeselcilik her ölçekte yapılaşmada uygulanabilir; çünkü modernitenin bilimsel bakışına göre
54
bilgisini her türlü yapıdan edinir. Özkan’a göre modern bölgeselcilik iki kategoride incelenebilir. İlk olarak ortaya koyduğu somut bölgeselcilik anlayışı, referanslarını bölgesel ifadelerdeki özelliklerin kopyalanması, parçaların kullanılmasıyla kendini gösterir. Sembolik ilişkilere önem verir, ancak çağdaş malzemeleri kullanmaktan çekinmez. Yapıların biçimleri ve mekânları bölgede otantik olana öykünür. Somut bölgeselci yaklaşımda geçmişin değerlernin ve motiflerinin replikasyonu planlı ve düşünceli bir eklektizmden değersiz pastişlere kadar bir spektrum yaratabilir. Bu yüzden bu tarz bir yaklaşım postmodernist imgesel referanslara yakın durabilir. İkinci kategori olan soyut bölgeselcilik ise geçmişten gelen unsurları yorumlayarak soyutlayıcı bir anlayışı tanımlar. Korunması beklenen mimari dokulardaki kütle ilişkileri, doluluk boşluklar, oranlar, mekân hissiyatı, ışık kullanımı gibi nitelikleri yorumlar; aynı zamanda yereldeki kültürel ilişkileri de önemser. Soyut bölgeselciliği uygulamaya çalışan mimarlar pastiş uygulamalar yapmaktan kaçınırlar. Özkan soyut bölgeselciliği uygulamaya çalışan mimarlara Charles Correa, Rifat Chadirji, Sedad Hakkı Eldem, Raj Rewal gibi isimleri örnek gösterir (Özkan, 2007, ss. 107,109). Gökhan Kodalak (2013) ise güncel bir mimarlık sorunsalı olarak tanımladığı koruma kavramını öncelikle nostaljik koruma ve kozmetik koruma olarak iki ayrı kavramda inceler. Nostaljik koruma, “geleneksel evrenin bütünlüklü olduğuna inanılan dünyasına ve fiziksel çevrenin kutsal bir uyumla bezendiği varsayılan kurgusuna dayanan özlemle, bugünün fiziksel çevresinin koruma sorunlarını çözme arayışıdır” (Kodalak, 2013, s. 98). Yaşanan değişikliklere ve güncel sıkıntılara karşın reaksiyoner bir tavırla idealize edilmiş hayali ve mitolojik bir geçmişi muhafaza etme sevdasıdır. Tekeli’nin de ifade ettiği gibi modernitenin yeni kalıplara ve örgütlenmelere ihtiyaç duymasıyla başlayan yıkım süreçleri, yeni bir koruma politikası ihtiyacı yaratır. Bu politika iki farklı eğilim sonucunda ilki romantik kanat olan müdafi bakış açısının pitoresk anlayışıyla geçmiştekini korumaya yönelik; ikinci olarak müdahil bakış açısıyla şimdinin geçiciliğini kabul eden ve eskiyi yeniyle harmanlamaya yönelik yaklaşımlar geliştirmiştir (Kodalak, 2013, s. 99). Nostaljik koruma düzlemi bu iki damarı üst üste bindirerek, “kimlik politikaları doğrultusunda ideolojik ve turistik kazanç sağlama doğrultusunda ekonomik nedenlerle muhayyel ve idealize edilmiş tarihsel konstrüksiyonlar üretir”. Kodalak’a göre bugün hayali Osmanlı mahalleleri canlandırma çabaları ya da Mussolini
55
İtalyası’nda Arezzo, Siena, San Gimignano gibi yerleşkelerin dönemin toplumsal bütünlük sağlama politikası sonucu gelenek inşası olarak korunarak pazarlanması, “kimlik sorunsalıyla boğuşanların ve hayali kökleri ve konsantre özlerini arayanlara” örnek nostaljik koruma uygulamalarıdır (Kodalak, 2013, s. 101). Kozmetik korumada ise koruma sorunsalını metalaştırarak sömürür. “Bir taraftan tarihi çevreyi bir kartpostala indirger, öte taraftan düşük gelirli sınıfı kovup yerine yüksek gelirli sınıfı yerleştirmek adına elitist mutenalaştırma politikaları izler” (Kodalak, 2013, s. 101). Kozmetik korumanın kendini en iyi biçimde gösterdiği alanlardan biri turistik korumadır. Tarihi dokusu olan alanları bir tür tema parka çevirip var olan kentsel aktiviteleri ve gündelik yaşamı yok sayarak kapitalist ekonomiye dâhil olan yeni bir yaşam kurgular. Turistik koruma yaklaşımında tarihi çevreyi fiziksel olarak korumak çok önemlidir; tüm tarihi çevre bir tarihsel periyoda istinaden dondurulmuş gibidir. Tüketim nesnesi haline gelmiş olan turistik kent, yalnızca planlama mekanizmaları tarafından değil, bizzat turistlerin kendileri tarafından kozmetik şekilde kartpostallaştırılır. Kodalak’a göre elitist mutenalaştırma politikaları da İstanbul Tarlabaşı ya da İstiklal Caddesi üzerindeki binalarda kozmetik restorasyon uygulamalarında görüldüğü gibi orada yaşayanların ya da orayı kullananların yaşam standartlarını göz önünde bulundurmak yerine, yapıların tarihsel imgesinin yapay bir biçimde korunması çabasına rağmen yalnızca dönüştürme işlemi sonucunda edineceği kârı önemser (Kodalak, 2013, ss. 102,103). Kodalak koruma kavramı üzerine anlamlı yorum yapabilmenin yolunun kentselliği ve tarihselliği metalaştırmayan, toplumu dışlamayarak yalnızca bürokrasi ve piyasanın yönlendirdiği elitist bir koruma anlayışından uzaklaşarak yapılabileceğini iddia eder. Bu iddiasını da nostaljik ve kozmetik korumaya ek olarak iki farklı koruma kavramı ile açıklar. İlk kavram realist korumadır. Realist koruma, Tekeli’nin koruma kavramındaki üçlü sınıflandırmasını yaparken de söylediği gibi koruma sorunsalının bir tür “modernite sorunsalı” olduğunun farkındadır. Hangi kentsel ya da toplumsal yapıyı veya örüntüyü korumak gerektiğini analitik yöntemlerle belirlemeye çalışır. Esnek bir altyapı oluşturarak makro ölçekten mikro ölçeğe tüm aktörlerin dâhil olduğu bir platform oluşturmayı amaçlar. Kodalak UNESCO, ICOMOS, Docomomo gibi örgütlerin çalışmalarını bu kategoride değerlendirir. Ancak yine de bu kuruluşların bazı politikalarının eşitlikçi olmadığını, seçkinci bir koruma anlayışı gütmeye eğilimli olduklarını ekler (Kodalak, 2013, ss. 105, 106).
56
Kodalak’ın pozitif yaklaştığı ikinci ve son kavram Aufgehoben koruma kavramıdır. Hegelyan bir tabir olan Aufgehoben, Almancada çifte bir anlam taşır: bir yandan koruma sürdürme anlamı varken, öbür yandan ortadan kaldırma, sonlandırma demektir. Hegel’e göre “bir şey ancak karşıtıyla ittifak kurduğu anda bir üst seviyeye taşınabilir” (Kodalak, 2013, s. 108). Bu koruma anlayışı, değişimden çekinmez; aksine değişimin avukatlığını yapar. Farklılaşan mekânla insanla kültürle ve zamanla uzlaşma yoluna gider. Kodalak, fiziksel çevrede 21. yüzyıldaki benzersiz değişimi ve buna karşılık geniş koruma politikalarının mimarlığı bir açmaza yönlendirdiğini iddia eder. Bu yolda buraya kadar tüm bahsedilen koruma kavramlarını ve yenilerini tartışmaya açarak yeni spekülasyonlar yaratılması gerektiğini savunur. Ancak bu şekilde tarihsel çevre ve yeni olan arasındaki radikal ilişkilerin bir çeşit melezlenme yoluyla bir uzlaşı zemininde tartışılabileceğini öne sürer (Kodalak, 2013, s. 107). Koruma kavramı mimarlığın değişime karşı karşısına aldığı birçok kısıt barındırır. Bu kısıtların çoğu dışsal kısıtlardır. Koruma amaçlı imar planları tarafından çerçeveleri belirlenen bu kısıtlar, piyasanın yönettiği korumacı yaklaşımının yarattığı dayatılan kısıtlarla birleşerek mimarlığı etkisi altına alır. Bu kısıtların içinde kendisine bir konfor alanı yaratmış mimar, bu kısıtların yararıyla nostaljik ve kozmetik işlere imza atarak kendi mimarlığını oluşturabilir. Bunun dışında kalmak isteyenler ise kentsel koruma kavramının kısıtladığı mimarlığa Özkan’ın soyut ya da somut bölgeselcilik önermesinin çeşitli düzeylerde içselleştirildiği bir mimarlık anlayışı ile cevap verebilirler. Mimarlıkta dışsal kısıtlar başlığı altında incelenen tipoloji, yerellik ve bölgeselcilik, imar kuralları ve son olarak kentsel koruma kavramlarında, ortak nokta bu kavramların mimarlığa dışsal etkilerde bulunsalar da, aslında tamamen mimarlığın içinden gelmiş ve türemiş yapılar olmalarıdır. Mimarlıkta dışsal kısıtlarda tartışmaya açılan konular, temelde örneğin ekonomik kısıtlar ya da zamana –bir teslim süresine- karşı çalışmak gibi salt dış etkenlerin belirlediği ve mimarlık dışında da neredeyse tüm alanlarda tanımlı olan konulardan farklıdır. Çalışmanın bu kısmında amaçlanan, seçilmiş kavramların bir sonraki kısım olan özsel kısıtlarda mimarın kendi ön-yükümlülüklerini oluşturmasının tartışılabilmesine bir altlık yaratmak olmuştur. Dışsal kısıtlar başlıkları altında tartışılan tüm kavramlar ve konular, mimarlıkta özsel kısıtların oluşturulmasına katkıda bulunmaktadır.
57
3.1.2 Mimarlıkta özsel kısıtlar olarak özerklik kavramı Tez çalışması mimarlıkta özsel kısıtların; mimarların tekil ya da kolektif bir çalışmanın içinde
olmaları
fark
etmeksizin,
öz-bağlanma
mekanizmaları
içerisinde
değerlendirilmesini önermektedir. Bu durum mimarların içinde bulundu bağlamın yanı sıra mimarın kendi öz bağlamını yaratması anlamında gelmektedir. Mimarın kendi bağlamının niteliği, bu bağlamın mimarlık disiplininin kodlarından ne derecede beslenebildiği ve mimarın tasarım sürecinde kendi öz-dayatılan kısıtlarını ne ölçüde gerçekleştirebildiği tartışma konusudur. Mimarın dışsal kısıtlar karşısında özsel kısıtları ele alışı özerklik kavramı başlığı altında incelenecektir. Özerk olmanın sözlük anlamında kendi iktidarına sahip olma durumu vardır. Feinberg (1989), ahlak ve siyaset felsefesinde özerklik kavramının dört farklı çağrışımı olduğunu iddia eder. Bunlar: birincisi kendini yönetebilme kapasitesi, ikincisi edimsel bir özyönetim durumu, üçüncüsü kişisel idealler, dördüncü ve son olarak kişinin kendi üzerinde tahakkümünü ifade eden kurallar bütünü olarak nitelendirilmiştir (alıntılayan Christman, 2018, 2003). Bu tanımlara göre, özerklik kavramının kişinin bağımsızca düşünüp karar alabilme, başkaları tarafından uygulanabilecek manipülasyonlara karşı gelebilme ve kendini yönetebilme anlamları açığa çıkmaktadır. Batı dillerinde özerklik sözcüğüne karşılık gelen İngilizce “autonomy”, Fransızca “autonomie”, Almanca “Autonomie”, İtalyanca “autonomia” gibi sözcüklerin etimolojik temeli Antik Yunanca “autonomía” kelimesine dayanır. “Autos” (öz, kendi) ve “nomos” (yasa, kurallar bütünü) sözcüklerden oluşan bu bileşik sözcük, “nomos” sözcüğünün temelinde kişinin Türkçe’deki “erk” sözcüğüne denk düşen özyönetiminin yanı sıra bu yönetimin yöntemleri olarak kendine tanımladığı kurallara ve kısıtlamalara da dokunur. Kişinin kendi için çizdiği sınırlar ve sınıflamalar bütünü özerklik kavramının yönetim kısmını oluşturur. Pier Vittorio Aureli ve Maria S. Giudici (2018) sanatın bir disiplin olarak bağımsız bir iş alanı sayılabilecek biçimde ortaya çıkmaya başladığı Rönesans devrinde, Alman ressam
Albrecht
Dürer’in
(1471-1528)
sanatta
özerklik
kavramının
ilk
temsilcilerinden olduğunu iddia etmişlerdir. Onlara göre Dürer’in 1500 yılında yaptığı otoportresi, ressam tarafından bizzat imzalanmış ilk otoportrelerden biridir ve daha öncesinde devrin siyasi ya da dini otoritelerine hizmette kullanılan resim sanatında özerkleşme başlangıcının ilk emarelerinden biridir (Şekil 3.11). Dürer portresinde kendisini Hz. İsa portrelerindeki “pantokrator” (her şeye kadir) pozisyonuna benzer 58
bir figür olarak resmetmiş ve resmin üzerine kendi ikonik imzasını yerleştirmiştir. Bunun yanı sıra Aureli ve Guidici, Dürer’in Panofsky tarafından çözümlemesi yapılan ve çok sayıda sembolik referans içeren “Melancholia I” adlı çalışmasında da sanatçının özerklik kavramına bakışında üstü kapalı izler deşifre ederler (Şekil 3.12). Aureli’ye göre Dürer resimde melek olarak betimlenen cinsiyeti belirsiz sanatçının toplumdan koparak özerk bir figür olma sorunsalına karşı geliştirdiği rahatsızlık duygusunu betimlemektedir. Sanatçı figürü birçok aygıtla çevrelenmiş durumdadır, ancak onları nasıl kullanacağı hakkında tereddüt yaşamaktadır (Aureli & Giudici, 2018). Sanatta özerklik düşüncesi Aydınlanma çağından itibaren tartışma konusu olagelmiştir. Özerklik kavramı Kant’ın felsefesine göre bireyin tutkularından ziyade nesnel bir ahlak anlayışı temelindedir. Çörekçioğlu’na (2018) göre Kant’ın özerklik anlayışı dolaylı ve karşılıklılık ilkesine dayanır. Özerklik hem dış dünyaya, hem de diğer öznelerin dolayımına ihtiyaç duyar. Ben bilincinin inşası dünyevi verilerle yapılır; ancak akıl eleştirisinin kendine yapacağı referanslar “akla dışsal gönderim noktalarından, mesela arzularımız, ihtiyaçlarımız veya eğilimlerimizden veya aşkın ve doğaüstü bir ilkeden çıkamaz, akıl kendi eleştirisini içkin bir tarzda kendi kendine yapmalıdır, yani akıl eleştiri faaliyetinde tam otonom olmalıdır” (Çörekçioğlu, 2018). Ancak özne seçim yaparken “deneysel olanın etkisinde kalmadan, deneysel alana ait her tür ilgiden, istekten, arzudan ve eğilimden arınmış olarak” hareket eder; bakımdan özerklik yalnızca akla dayanan, metafizik bir benin işlevidir (Yazıcı, 2008, s. 82).
Şekil 3.11 : Albrecht Dürer’in 1500 tarihli “Kürk Ceketli Otoportre” adlı çalışması (URL-12). 59
Şekil 3.12 : Albrecht Dürer’in 1514 tarihli “Melancholia I” adlı gravürü (URL-13). Kant’ın görüşleri sanatta özerklik düşüncesini etkilemiştir. Kaminer’e (2007) göre sanatsal özerklik fikri, ilk olarak Immanuel Kant’ın 1790’da yayınlanan ve estetik felsefesini oluşturan bir çalışma olan Yargı Yetisinin Eleştirisi’nden geliyordu. Kant daha düşük dereceli, gündelik, deneysel, bedensel bir sanat deneyimiyle; sanatın daha yüksek, aşkın, özerk boyutu arasında ayrım yapar. Sanatı amaçsızlık –bir amaç içermeyen maksatlılık- olarak tanımlayarak, sanatsal zevki ilgisiz ve özgür olarak ifade eder. Bu minvalde, 19. yüzyılda sanat için sanat görüşü Kant’ta ve Schiller’de mutlak özerklik düşüncesi aracılığıyla okunur. Bu özel okuma, Kant’ın özerklik kavramını etik bağlamında, özellikle de insan iradesinin özgürlüğü bağlamında kullanmasından yola çıkarak, böyle bir anlayışı teşvik edebilecek ve Kant’ın özerklik terimini kullanmasından kaynaklanan bazı kavramları içerebilecek düşünceleri vurgular. Dolayısıyla, ortaya çıkmaya başlayan özerklik fikri, toplumla kurulan tüm sanatsal bağları kopararak, sanatı tamamen 'özgür' olarak kabul eder ve sanat için sanat düşüncesi sanatın yaratılmasında yer alan özerkliği ve sanatçının toplum içindeki özerkliğini vurgular. Özerk sanat, Romantikler tarafından anlaşıldığı biçimde, toplumda faydacılık, bürokrasi ve yabancılaşmanın yükselişine karşı bir direniş biçimi olarak algılanır (Kaminer, 2007, s. 63). Böylelikle, Kant’ın öncüsü olduğu özerklik kavramının politika, etik ve ahlak teorisi gibi çeşitli disiplinlerde geniş bir etki alanı oluşur. Bireyin metafizik düzende bulunduğu yerden veya sosyal yapılardan ve siyasi kurumlardaki rolünden bağımsız
60
olarak kendisini yönetme yeteneğine ahlaki bir değer biçilmesi, daha sonraları çağdaş liberal siyaset felsefesinin de temellerini atacak Aydınlanma hümanizminin bir ürünüdür. Özerklik fikri, özgürlük idealine bağlıdır, “eşitlik, adalet ve özgürlük” arasında bir üstanlatı olarak Aydınlanma içine gömülmüştür. Modernite, Aydınlanma içinde gelişen Modernizm’in felsefi ve estetik ölçütlerini, sosyal, kültürel, politik ve ekonomik kaygılar ve Marksizm, sosyalizm ve/veya kapitalizm gibi kavramlar ile ilgili müteakip gelişmelerle ilişkilendirmiştir. Kaminer’e (2007) göre, Theodore Adorno modern sanatı özerk olarak ele almıştır. Adorno’nun estetik teorisinde sanatsal özerkliğin kısmi özgürlüğü vurgulanır. Adorno sanatın topluma karşı çıkarken onun ötesinde bir konum alamayacağını; karşıtlığa yalnızca karşı durduğuyla özdeşleşerek ulaşabildiğini iddia eder. Modern sanat toplumu topluma karşı çıkarak ve toplumdan farklı olarak eleştirir. 19. yüzyıl sanatsal özerkliği, modernliği reddetmesi ve topluma akılcı ve faydacı bakışa karşıtlığı bakımından Romantizm ile ilgiliyken; Adorno için özerklik toplumun metalaşmasına karşıtlık aracıdır. Modernitenin kendisine değil modernitenin ve kapitalizmin aşırılıklarına karşı direnç sağlamıştır. Adorno modern sanatı ilerlemenin bir parçası olarak anlamıştır, modern sanatın toplumun genel gelişimine onu yadsıyarak katıldığı diyalektik bir ilerleme olduğu söyler (Kaminer, 2007, s. 64). 3.1.2.1 Mimarlıkta özerklik tartışmaları Mimarlıkta özerklik kavramının temelleri Vitruvius’un ilkelerinden başlayarak, Rönesans’ta Filippo Brunelleschi - Medici Ailesi arasındaki mimar işveren arasındaki kapitalist ilişkilere kadar dayandırılabilir (Tanyeli, 2017). Ancak mimarlıkta özerklik konusunun ciddi bir biçimde tartışmaya açıldığı dönem modernizmle beraber başlamıştır. Sibel Bozdoğan'ın (2012) da belirttiği gibi, Modern Hareket “mimari alanında iki dünya savaşı arasında Avrupa'da ortaya çıkmış olan devrimci bir estetik kanonu ve bilimsel bir öğretiyi kuşatıyordu”. Le Corbusier, Gropius ve Mies Van der Rohe gibi mimarlar bu estetiğin yeni üstadları olarak gösteriliyordu. Öte yandan, Modern Hareket'in mimarları, toplumun sosyal ve kültürel sorunlarını çözmenin mimarlıkla mümkün olduğuna inanıyorlardı (Bozdoğan, 2012, s. 16). Mimarlığın toplumsal etkileşimi özerkliği ile mümkündü. Modern mimarinin başlarında, özerklik açıkça tartışılmamasına rağmen, projeler bu kavramı devralmıştı. Modernizm ile mimarlık, hem günlük yaşamı organize etmeyi hem de sosyal sorunları çözmeyi
61
hedefleyen bir sosyal uygulama ve görsel dilini yeniden kodlaması gereken bir kurum haline geldi. Modern Hareket’in mimarları sadece sosyal problemlere değil, aynı zamanda yeni disiplin kodları üretmek için kendi disiplinlerine de odaklandılar. Modernizm, disiplinin merkezini tekrar binaya kaydırdı; böylelikle mimarların ürünü olan çizimle, arzu nesnesi bina arasında ayrım yaşandı. Kaminer’e (2007) göre modernizm boyunca geçerli olan müelliflik simgesi olarak mimarın eskizlerine duyulan saygı, bunu örneklemektedir. Viyanalı mimarlık tarihçisi Emil Kaufmann 1933 yılında yayımlanan Von Ledoux bis Le Corbusier (Ledoux’tan Le Corbusier’e) eserinde özerklik düşüncesini mimariye ithal etmiştir. Kaufmann’ın, mimari özerklik anlayışı Kant’ın estetik üzerine görüşlerindense insan iradesi özgürlüğü düşüncelerine dayanıyordu. Mimarlık tarihçisi, Ledoux ve Le Corbusier gibi mimarların özerkliğini disiplinin içinden gelen bir özerklik anlayışıyla yaratıcılıklarına, orijinalliklerine ve gelenekten kopuşlarına dayandırıyordu (Kaminer, 2007, s. 65). Mimarlığın disipline dönüş ve disiplin içinde yaratılan kısıtlardan hareketle pratik yapma fikri, bu çalışmada bölgeselcilik kavramında da ortaya konulduğu gibi bağlamından bağımsız bir mimarlık arayışı içine girmiştir. Philip Johnson ve HenryRussell Hitchcock'un “Uluslararası Üslup” ilkelerinin formülasyonu bu girişimi ortaya koymaktadır. Johnson ve Hitchcock Uluslararası Üslup için üç ilke belirlemişlerdir. İlki mimarlığı kütle yerine hacim olarak ele almak –katı duvarların belirleyiciliğinden kurtulan serbest plan ve cephe anlayışı- ; ikincisi dikey ve yatay strüktürel elemanların oluşturduğu düzenli organizasyon; üçüncü olarak da cephede dekorasyondan kaçınarak hacmin yüzeylerini vurgulamak olarak belirlenmiştir (Johnson & Hitchcock, 1966, 1932). Bu bakımdan mimarlığın özerklik anlayışının biçime yönelik ele alındığı söylenebilir. Örneğin Le Corbusier’in müstakil konut projelerinden, Unite d’Habitation çalışmalarına ve çalışmada daha önce de bahsedilen şehircilik projelerine kadar inşa edilen ürünün mekânsal biçimlenmesinde ve mekân kalitesinde aranılan değişimin toplumun yaşayışını ve toplumsal ilişkileri de şekillendireceği düşünülmüştür. Fakat biçimin yanında mimarlığa özerk bir sanat olarak bakmak mümkün değildir. Gadamer (2004, 1975) mimarlığın bir sanat oluşunu ikili bir düzene bağlar. Burada biri işlevin yerine getirilmesini ele alır, diğeri ise mekânsal bir bağlamda birikimi içerir. Bu ikili düzen sayesinde Gadamer, mimarlığın bir sanat eseri olarak gerçek bir varlık artışı sunduğunu ifade eder. Bununla birlikte, eğer mimarlık yer aldığı gerçeklikten 62
ayrışırsa, Gadamer için mimarlığın bir sanat eseri olarak ortaya çıkması fırsatı yabancılaşmış bir estetik bilincinde kaybolacaktır. Bu nedenle, tüm sanat formlarının içinde en heykelsi olan mimarlık, "estetik farklılaşmanın" ne kadar ikincil olduğunu gösteriyor. Bir bina asla öncelikli olarak bir sanat eseri değildir. Mimarlığın hayatın bağlamına ait olan amacı, gerçekliğinin bir kısmını kaybetmeden kendisinden ayrılamaz. Yalnızca estetik bilincin bir nesnesi haline gelmişse, o zaman sadece gölge bir gerçekliğe sahip olur ve çarpık bir biçimde yalnızca biçiminde turistlerin ilgilendiği bir nesnenin veya fotoğrafların konusu olarak varlığını sürdürür. Sanat eseri ise kendi içinde saf bir soyutlamadır (Gadamer, 2004, 1975, s. 150).
Sola-Morales’e (1997) göre 1960’lara gelindiğinde akademinin insanlığın ilerlemesine çizgisel bakışı yapısalcı düşünceyle sarsılmıştır. Yapısalcılar hakikati açıklamak için öncelikle dilden ve sözcüklerin yapısından yola çıkmışlar; kullandıkları yöntemler antropoloji, sosyal bilimler, hukuk, edebiyat ve sanat gibi alanları derinden etkilemişlerdir. Yapısalcılar göstergebilim yöntemlerini kullanarak her şeyi bir iletişim ortamı içerisinde görüyorlardı. Sanat, sosyal davranış, ekonomik üretim ve tüketim mekanizmaları ve mimari, iletişim kanallarını oluşturuyordu; bunlar Marshall McLuhan'ın iddia ettiği gibi medyanın özelliklerine göre belirli mesajların iletildiği kitle iletişim araçlarıydı. Yapısalcı kültür ve toplum vizyonu Umberto Eco, Jean Baudrillard ve Roland Barthes gibi isimler tarafından iletişim aracı olarak yayıldılar. Fakat bu düşüncenin kendi içinde temel bir özelliği vardı: Yapılar, diller ve imleme işlemlerinin tümü özerk, kapalı ve kendi kendine bağlı yöntemlerdi. Yapısalcı analiz, üretim ilişkileri ya da arkitektonik repertuarın tamamında işlerliği bulunan öz düzenleme mekanizmalarını ortaya koymaktadır. Temel metodolojik prensibi, yapısal bir sistem tanımlandıktan sonra; incelenmesi gereken şeyin bir “iç mekanizma, hareketlerinin ekonomisini düzenleyen protokoller ve son olarak sistemin kendisini yerleştirme potansiyeli olmasıdır” (Sola-Morales, 1997, s. 74). Yapısalcılığın etkisiyle tekrardan “sanat sanat içindir” anlayışına yakın ürünler görülmeye başlandı. Marcel Duchamp’ın dönemin kavramsal sanatçıları tarafından yeniden keşfinin sonucunda, sanat ürününün kendi materyal varlığının referanslarından çok, sanatsal aktivitenin ardındaki düşüncenin ve üretim sürecinin önem kazandığı bir anlayışa geçildi. Bu iletişim sisteminin sonucu olarak nesneleri kendilerinden önce gelen bir yapının sonucu olarak kavrayarak daha sonra üzerine yeni yaratımlara ortam sağlayabilecek gelişmeleri mümkün kılacak bir durumun önü açıldı. Böylelikle karmaşık yapıların
63
ardındaki özerk ve kendine referans veren mesajlar ve kodların deşifre edilmesi önem kazanmış oldu. Mimarlık dünyası da 1960’ların ortasından itibaren sanat anlayışında yaşanan bu gelişmelerin etkisine girdi. Modernist mimarlık tarafından işlev üzerinden tanımlanan biçimsel kurallar, bu dönemde mimarlar tarafından sorgulanmaya başlanmıştır. Modernist mimarlığın sonuç ürüne yüklediği özerk anlayışın aksine, mimarlıkta özerklik tartışmaları mimari tasarım sürecindeki metodolojilerin işleyişine, mimarlığın kendi içsel kısıtlarına ve kendine has bir üstdile sahip olup olamayacağına kaymıştır. 1960'ların sonlarında, özerklik fikri, Aldo Rossi ve Peter Eisenman tarafından neredeyse birbiriyle çelişen iki özerklik algısı getirildiğinde söylemin önüne geçti. Eisenman, mimari özerkliği özellikle modernist mimari gelenekle bağını kopartan içsel, disipliner bir işlem olarak ele aldı. Rossi ise neo-rasyonalist yapısalcı bakış içerisinde kentte ve mimarlıkta ideal tipolojik kökler arayarak özerkliğe ulaşmaya çalıştı (Kaminer, 2007, s. 64). Bu dönemde filizlenen ve Eisenman ve Rossi’nin başını çektiği mimarlıkta özerklik üzerine yeni düşünceler daha sonraları 1980’lerde Harvard Üniversitesi’nin Architecture Review, MIT’nin Assemblage, Amerikan Mimarlık ve Kentsel Çalışmalar Enstitüsü’nün Oppositions dergisinin ve Yale Üniversitesi’nin Perspecta dergisinin 1984 ve 2002 yıllarındaki sayılarında kendilerine yer bulmuşlardır. Bu sayılarda Michael K. Hays, Stanford Anderson, Diana Agrest, Anthony Vidler, Peter Eisenman, Mario Gandelsonas gibi isimler özerklik konusunu ele alan makaleler yayımlamışlardır. Hays (2002, s. 55) bu döneme gelindiğinde mimarlığın teknolojik ve programatik kısıtlamaların belirlediği hizmet enstrümanı olma ve disiplinin dışından gelen davranış bilimi, sosyoloji, tarih söylemleri arasında kaybolma tehlikesi geçirdiğini; bu nedenle kendi kurallarını yeniden keşfetmeye, yeniden icat etmeye ve önermeye açık bir durumda olduğunu yazar. Hays’e göre mimarlıkta özerklik kavramı ikili bir düzen içerisindedir. Mimarlığın belirli bir derecede özerkliği olabilir, ancak hiçbir zaman tam anlamıyla özerk olamaz. Mimarlar saf kavramsal mekânlar tasarlamak üzere çalışabilirler ancak sonuçta mimarlık sosyo-ekonomik, politik ve teknolojik olanaklar tarafından kısıtlanmıştır. Saf özerk mimarlık nesneleri yalnızca mimarlık kodlarıyla yaratılabilir, ancak bu kodlara aşkın bir önem arz etmek mimarlığı tam anlamıyla özerk yapamaz (Hays K. M., 1984, s. 15). Öte yandan özerklik tartışmalarının Hays 64
açısından mimarlık özelinde kültürün ve geleneklerin olanak sağladığı kendini doğrulama ve sürdürmeye yarayan kısıtların içerisinde, mimarlığın içsel ve tutarlı kodlarının arandığı bir ikilem durumu yarattığı söylenebilir. Hays için bu durum çelişkili değildir; aralarında diyalektik bir ilişki vardır. Bu ilişki her zaman sentez oluşturmak zorunda olmadan bazen deneysel bazen kaygı verici birtakım yeni düşünce yöntemleri geliştirmenin önünü açar. Eleştirel mimarlık yeri geldiğinde geleneklere ve kanonlara karşı karşıt ve direnen bir tavır takınabilmelidir (Hays K. M., 1996). Diana Agrest (1998, 1974) mimarlıkta özerklik kavramına tasarım-olan (design) ve tasarım-olmayan (non-design) olarak iki ayrı pencereden bakar. Agrest’e göre “tasarım-olan mimarlığın kendisi dışındaki kültürel sistemlerle ilişkilendirme yöntemi; tasarım-olmayan ise birbirleriyle ilişkilenerek yapılı dünyaya şeklini veren farklı kültürel sistemlerin bütünüdür” (Agrest, 1998, 1974, s. 200). Agrest mimarlığın onu diğer pratiklerden ayıran kendi özsel kısıtları olduğunu ve neyin tasarım onup neyin olmadığını belirleyen sınırları bu kısıtların belirlediğini iddia eder. Bu sınır, mimarlığın ayrı bir kültürel sistem olma kimliğini korurken; ayrıca diğer sistemlerle olan sınır-boyu geçirgenliğinde bir filtreleme mekanizması olarak çalışır. Tasarımolmayandan
alınan
yeni
kültürel
aktiviteler
mimarlık
tarafından
emilip
içselleştirilirken, disipline özgü yeni özsel kuralların oluşmasına yardımcı olur. Stanford Anderson’a (2002) göre mimarlık belli bir derecede özerkliğe erişerek varlığını sürdürebilir. Özerkliği sınırlandıracak birtakım gelenekler (convention) mimarlığı sözde-özerk (quasi-autonomy) bir pozisyona sokmaktadır. Bilimsel araştırma yöntemlerinden destek alarak kendine bir düşünsel pozisyon belirler. Karl Popper ve Imre Lacatos’tan etkilenerek bilimsel bilgi üretilirken hipotezlerin doğrulanması ya da yanlışlanması sürecinde elde edilen bilimsel kararlı çekirdek bilginin oluşturduğu geleneklerin, mimari tasarımda problem çözme konusunda öğretici olacağını ifade eder. Anderson’a (1986, s. 20) göre modernist mimarlık kendi geleneklerini yaratmıştı, fakat kültürde ve sosyal bağlamda yaşanan gelişmeler bu geleneklerde değişiklikler ve düzenlemeler yapılmasını zorunlu kıldı. Çekirdek yapı ise mimarlığı rastgele pozisyon değiştirmekten ve keyfi değişikliklerin olası yıkıcı etkilerinden koruyacaktı. Bir gelenek yalnızca özerkliği, iç tutarlılığı, pratiğe getirdiği düzen ve kurallar ya da güzellik ve yenilikler göz önünde bulundurularak değerlendirilemez. Geleneğin diğer geleneklerle, ya da gelenek olmayanlarla olan ilişkisi ya da pratiğin fiziksel kısıtlarıyla olan doğru ve
65
özgürleştirici bağlantıları önemlidir. Geleneğin özerkliğinin azaltılması, geleneğin sosyal uygulamaya yönelik sözde-özerk ifadesinin ısrarı, geleneğin keyfi olarak inşa edilmesini engelleyen şeydir. Geleneklerin sürdürülebilmesini sağlayacak tek şey, geleneğin ve pratiğin karşılıklı ilişkisidir (Anderson, 1986, s. 22)
Bu bağlamda Anderson mimarlıkta özerkliği kültürel ve sosyal bir bağlama oturtarak arada kalan bir pozisyona yerleştirmektedir. Mimarlar karşılarına çıkan problemleri çözüme kavuşturmaya çalışırken dert edinme yoluna giderler; bu da kendi içinde tutarlı bir mimarlık pratiğine zemin hazırlar. Dürer’in melankolik sanatçısı gibi, mimarlar da karşılarına çıkan tasarım problemleri ve içlerinde bulundukları kısıtlı durumlar
karşısında alacakları
pozisyonu
belirlemek için
çabalamalıdırlar.
Anderson’un düşüncesinde mimarlar özerkliklerini kendi mimari araştırma programlarını oluşturarak kazanırlar. Sosyal ve kültürel geleneklerin oluşturduğu çekirdeğin içerisinde mimarın pozisyon alışı, kendi özsel kısıtları ve bu kısıtlarının tekrarı ile sağlanabilir. 3.1.2.2 Neoliberal dünyada mimarlığın konumu Buraya kadarki mimarlıkta özerklik tartışmalarında bahsedilmeyen bir gerçek ise, mimarlığın kapitalist sistem ve neoliberal ekonomi içerisinde bulunduğu pozisyondur. Mimarlık tüketim toplumu içerisinde hizmet sektörünün bir bileşeni durumundadır. Kapitalist üretim ilişkileri çerçevesinde her meslek gibi bir pratik olarak ele alınmaktadır. Tanyeli (2016, s. 78) piyasa koşulları içerisinde mimarlığın “Rönesans artığı değer yargılarını” sürdürdüğü, ancak “yaratıcılık kavramıyla içsel bir bağlantısı kalmadığı” halde yaratıcılık söylemini kullanmaya ısrar ettiğini belirtir. Tanyeli’ye göre kapitalist sistemde mimarlıkta yaratıcılığın özgül ağırlığı yoktur; buna karşılık çelişkili bir biçimde mimarlık ortamını işleten ekonomik mekanizmalar yaratıcılık retoriğini kullanır. İnşa edilen yüzbinlerce yapıdan yalnızca birkaçı üzerinde konuşulan, pratik yapan binlerce mimarın neredeyse hepsinin anonimliğin ötesine geçemeyeceği bu düzenin işlerliğini sürdüren şey bu yaratıcılık illüzyonudur. Tanyeli’ye göre mimarlıkta özerklik tartışmaları mimarlık sanki hizmet sektörünün bir bileşimi değilmiş de, mimarlığı post-politik küresel kapitalist düzende kendisine has ayrı bir kanal içerisinde dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek, daha iyi bir fiziksel çevre üretmek için yapılan bir işmiş gibi gösteren “mitolojiler” olduğunu savunur. O’na göre “mimarlığın artık yapı üretmekten, yapı üretiminin de yatırım aracı üretmekten daha yüce bir amacı yoktur” (Tanyeli, 2017).
66
Douglas Spencer “Neoliberalizmin Mimarlığı” kitabında, neoliberal dünyada mimarlığın piyasa enstrümanı olarak hizmet aracı oluşunu ele alır. Neoliberal düşüncede bireylerin dünyanın gerçek karmaşıklıkları içerisinde bilgi edinmelerinin sınırlı olduğunu ifade eder. Bu nedenle toplumun bireyler tarafından planlanması imkânsızdır. Piyasanın tahakkümündeki neoliberal bir iktidar biçimi, rekabete dayalı düzen içerisinde biçimlenen özneler üretir; devletler de bu üretimin gerçekleşebilmesi için gerekli müdahaleleri gerçekleştirir. Spencer’a göre mimarlık teorisyenleri de neoliberalizmin anlayışına uygun bir biçimde “kendiliğinden organizasyon, oluşum ve karmaşıklık modellerini benimsemiş; sibernetiği, sistem teorisini ve ekonomik düşünceyi
savunmuş;
planlamanın
zaaflarını
kıyasıya
eleştirerek
evrimsel
paradigmaları övmüşlerdir” (Spencer, 2018, s. 17,20). Ekonomist Friedrich Hayek’e göre piyasa bize uymaz, biz piyasanın karmaşık düzen içerisinde hayatlarımızı düzenleme ve özgürlüğümüzü sağlama becerisine kendimizi bırakırız. Özne piyasanın planlanamayan spontane düzeninde, piyasanın aklına tabi olacak ve bu evrime durmaksızın ayak uyduracaktır. Hayek doğada olduğu gibi toplumun öğelerini ve düzenini tasarlamanın mümkün olmadığını, ancak sürekli kendini yenileyen bir sistemi oluşturacak koşulların oluşturulabileceğini iddia eder. Bu da öznenin hayrınadır; zira özgünlük ve ilerleme öznenin spontane düzenle bütünleşebilmesine bağlıdır. Bu düzen “düşünceden ziyade alışkanlıkların güdümünde olunan içkin bir öz-yönetim tarzını” da oluşturur. Uyum yeteneği ve esneklik öznenin piyasanın rekabet koşulları içerisinde “edinilmesi gereken davranış biçimi, ethos” haline gelmiştir (alıntılayan Spencer, 2018, ss. 45, 50-51). Mimarlar da bu düzen içerisinde kendilerine meşruiyet zemini aramaktadırlar. Uyum yeteneğinin ve esnekliğin önemi mimarların iş yapabilmeleri açısından önem kazanmıştır. Örneğin, mimar Emre Arolat Türkiye’de geçerli olan yönetmeliklerdeki “sayısal verilerin karmaşıklığına ve pek çoğunun kerameti kendinden menkul keskinliğinden” yakınarak, yurtdışında gerçekleştirdiği projelerdeki koşulların çok daha kolay anlaşılır ve yumuşak olduğunu söyler. Türkiye’de içine düşmek durumunda olduğu matematiksel hesaplardansa, Londra’daki bir projede tasarımı sahici bir mimari nitelik üzerinden geliştirdiğini iddia eder. Karmaşık ilişkiler yumağı yerine, yurtdışında “süreçlerin çok daha anlaşılabilir ve takip edilebilir” olduğunu düşünmektedir (Arolat, 2018, s. 219).
67
Rem Koolhaas (2012) New York’ta tasarladığı 425 Park Avenue adlı bir gökdelen projesinin sunumunda, Manhattan’ın ızgara planının katı ve otoriter yapısının yanında, hayal dünyasına imkân tanıyan yapısını tasarımına kattığını söyler. Projeyi tanımlarken “tekdüze şekillere boğulmuş ama aynı zamanda fuzuli aşırılıklara da ihtiyaç duymayan bir şehirde, bu projenin daha önce gerçekleştirilmemiş bir ara çözüm” olduğunu belirtir (alıntılayan Spencer, 2018, s. 95). Spencer Koolhaas’ın bu projeyi anlatırken kendi yazdığı ve 1978’de basılan Delirious New York eserindeki manifestolarında bahsettiği yaklaşımları ve tezlerini terk ederek, projesine yalnızca biçimsel olarak, kentliler tarafından algılanabilirlik ve pazarlanabilirlik bakımından ele aldığı saptamasında bulunur (Şekil 3.13).
Şekil 3.13 : OMA 425 Park Avenue projesi maketi. Proje yılı 2012 (URL-14). Spencer’a göre 1970’lerden itibaren mimarlık günümüzün ticari sistemine uyum sağlamak için kendini adapte etmiştir. Mimarlık disiplini, felsefeden, sinemadan, anlatıdan yararlanmayı; 20. yüzyıl başı avangardından beslenmeyi bir kenara koyarak; piyasanın araç ve yöntemlerine tutunmuştur. Yeni bir mimarlık kavrayışı ve pratiği üretme çabaları, kapitalizm gerçeğine yeni ürünler sunma amacıyla mimarlığı piyasayla daha da bütünleştirmektedir. Spencer bu durumu “günümüzde mimarlıktaki
68
işletmecilik eğilimi, mevcut düzenlemelerin sınırlarını sınamaya değil, her şeyin bu düzenlemelerin kapsamı içerisinde olup bitmesini sağlamaya yöneliktir” sözleriyle özetler (Spencer, 2018, ss. 96,97). Halbuki, mimarlıkta özerklik tartışmalarında, mimarlığın işletmeciliğin kapsamında kısıtları yorumlaması ya da sınır aşımları ve yeni bakış açıları oluşturması amaçlanmıştı. Michael Hays’in “1968’den beri Mimarlık Kuramı” (Architeture Theory since 1968) kitabını derlediği 1968-1993 arasındaki dönemde kuramsal tartışmalar ve manifestolar mimarlık dünyasında kendilerine yer bulabiliyordu. Fakat aynı zamanda yine Hays’in ve Sola-Morales’in de bahsettiği gibi mimarlık kuramının beslenmeye çalıştığı dil, sınıf, davranış bilim gibi birçok mesele arasında kurulmaya çalışılan bağlantılar, mimarlık disiplini içindeki özsel söylemlerle iç içe geçerek özerklik olgusunu zayıflatmıştır. Böylelikle kuram mimarlığı zenginleştireceği yerde dönüştürmeye başlayarak temellerini sarsmaya kadar gider. Speaks’e göre (2006) bu dönemde kuram mimarlığa “ilişmiş” ve “çetin bir negatifliğe” sürüklemiştir. Mimarlar kuramı kendilerine disiplin içinde ayırt edici bir yer açmak için kullanarak; kendilerine has bir tutumun yarattığı kaynak sayesinde akademik pozisyon kapmak, proje almak ya da yayın yapmak için kullanmışlardır. Ancak bazı mimar figürlerin akademi ve mimarlık dünyasında sıyrılarak öne çıkmasını sağlayan post-yapısalcılık ya da yapısöküm gibi kuramsal çalışmalar, mimarlık disiplinin tamamı için neoliberal piyasanın işletmeci ve girişimci ilkeleri tarafından kabul edilebilecek sonuçlar yaratmamıştır. İşverenler projeyi verdikleri mimarın kuramsal çalışmaları sonucunda yarattığı farklılık değerini önemserken, kuramın oluşturduğu negatif yapı mimarların işverenle ortak bir zeminde buluşup onlar için binalar tasarlama işine engel olmaya başlar. Bu nedenle piyasa düzeni için negatif değerleri olan kuramdan uzaklaşılır. Speaks bu durumu “Teori eğlenceliydi… ama şimdi herkes iş başına” diyerek özetler (Speaks, 2006, alıntılayan Spencer, 2018, s. 100). Bu sürecin sonunda günümüze yaklaştığımızda kuramsal çalışmalardan umudu kesen mimarlığın kendisini neoliberal piyasanın oluşturduğu karmaşık düzenin içerisine ve hizmetine bıraktığı söylenebilir. Zaha Hadid’in ortağı ve Hadid’in vefatından sonra ZHA’yı yöneten kişi olan mimar Patrik Schumacher, sosyolog Niklas Luhmann’ın görüşlerinden yola çıkarak autopoiesis (kendi kendini var etme) kavramını mimarlığa uyguluayarak iki ciltlik “Mimarlığın Autopoiesis’i” çalışmasını oluşturur. Autopoiesis kavramına göre canlı sistemler yapısal olarak eşleştikleri çevrelerle etkileşim yoluyla
69
kendini çoğaltan “sınırlanmış” yapılardır. Schumacher’e (2011) göre mimarlığı autopoetik bir sistem olarak çevreleyen sınırlar, mimarlığın eleştirel ya da siyasi bir güç olma olasılığını ortadan kaldırır. Mimarlık toplumsal düzene ayak uydurarak piyasanın hizmetinde yer almalıdır. Schumacher’e göre siyaset yapmak isteyen mimarlar doğrudan siyasete atılmalıdırlar. Kuramsal çalışmalar ise yalnızca mimarlığın autopoiesisine nüfuz ettiği zaman başarılı olabilir. Schumacher’e göre mimarlık avangardının görevi, kuramın da desteğiyle disiplinin kaynaklarını toplumsal gelişmelerle sürekli yenilemektir (alıntılayan Spencer, 2018, ss. 129, 131). Tanyeli (2017a), Schumacher’in mimarlığın autopoietik sınırlarını kabul eden ve aşmaya
yeltenmeyen,
piyasa
spekülatörlerinin
serbestliğini
savunan
kavramsallaştırması aracılığıyla; Chantal Mouffe’un görüşlerinden yola çıkarak bugünkü post-politik dünyada demokratik konsensus oluşturmak üzerine kurulan, yaratıcı çatışmaları minimize eden bakış açısının 1970’lerde söylense mimarlık dünyasında infial yaratacağını, ancak bugün oldukça olağan karşılandığını söyler. Mimarlık bu durum karşısında kendi sınırlarının içinde de herhangi bir direnç üretememektedir. Tanyeli’ye göre neoliberal düzen karşısında mimarlık ancak direnir gibi yapabilir ve bu durumu üç başlık altında ele alır. Birinci olarak mimarlık kimlik üzerinden direnir gibi yapabilir; ancak kapitalist üretim ilişklierine eklemlenmek dışında bir şey yapılamadığı zaman öze dönmeye çalışan kimliklerden medet umulur, bu da yaratıcı çatışmaların önünü tıkar. İkici bakış açısı estetizasyon eksenli özerk bir alan tanımlama çabasıdır. Küçük çaplı pratiklerin kendilerine oluşturduğu bir estetik cep arayışı aracılığıyla direnmektir. Tanyeli’ye göre 2017 Pritzker Mimarlık Ödülü’nün sahibi İspanyol RCR Mimarlık gibi geniş kitlelerce bilinmeyen pratikler estetik olarak başarılı işler yapsa da piyasa tahakkümüne karşı mimari özerklik arayışında yetersiz kalmaktadır. Tanyeli son olarak da kapitalizmin dışında bir cep aramayı direnir gibi yapmaya örnekler. Bu sefer 2016 Pritzker Mimarlık Ödülü’nün sahibi Alejandro Aravena’nın işlerini örnek gösterir. Aravena’nın Şili’deki sosyal konut projelerinde yapıyı tamamlama görevi kullanıcılara verilerek müteahhitin ya da spekülatörün oyuncağı olmaktan kurtulma çabasının bir hayal olduğunu; herkes kendi binasını yapsın demenin kentleşmenin neredeyse dünya nüfusunun tamamını kapsayacağı yakın gelecekte kapitalist düzenden ayrışmanın yolu olamayacağını iddia eder.
70
Uğur Tanyeli bugünden 20 yıl önce yukarıda da bahsedilen ufak direniş ceplerinde çalışan bir Türk mimar olarak Han Tümertekin’i örnek gösterir. Tanyeli’ye (1999) göre Tümertekin Türkiye’de 1980’ler sonrası ortaya çıkan özerkliğe yaklaşan mimar figür olarak öne çıkmıştır. Bunu yaparken kendisine Türkiye mimarlık ortamı içinde bir niş oluşturmayı başarmıştır. Tanyeli, öncelikle Tümertekin’in üniversiter sistemin içinden gelmediğini, ancak yaptığı işlerin onu Akademya’ya kendini kabul ettirebilen ilk Türk özerk mimarlar kuşağına yerleştirdiğini ortaya koyar. Tanyeli’ye göre Tümertekin piyasayla uzlaşmacı bir pozisyonda değildir. Müşteri ve iş seçici bir konumdadır, kendi koyduğu kalite standartları uğruna muhtemelen daha az kazanmayı göze almıştır. Mali kazancı doğuracak “sofistikasyonlar” yerine, farklı düzlemlerde sofistike mimarlık yapmayı tercih eder. Bunlardan ilki mimari temsiliyet düzlemidir. Tümertekin mimari çizimi yalnızca inşa edilecek bir “geometrik direktifler” silsilesinden çıkararak, mimari eskizlere özgül bir ağırlık kazandırmıştır. Han Tümertekin’in mimarlık bürosu olan “Mimarlar ve Han Tümertekin” firmasının internet sitesinde, projelerin çizimleri ve görsellerinden önce eskizleri yer almaktadır. Tümertekin’in eskiz defterleri 2017’de Salt Galata’da gerçekleştirilen “İşveren Sergisi” boyunca bir eser olarak sergilenmiştir (Şekil 3.14).
Şekil 3.14 : Solda: Han Tümertekin T.C. Strasbourg Misyon Binaları için otelde çizdiği eskizin ofisinin internet sitesindeki görseli. Sağda: 2017 yılında Salt Galata’da İşveren Sergisi’nde sergilenen eskiz defteri (URL-15-16). Tanyeli’nin Tümertekin hakkında bahsettiği ikinci sofistikasyon düzlemi tasarım yaklaşımındadır. Tanyeli’ye göre mimar tasarım sürecinde olağan işlevsel çözümleri uygulamaktan kaçınır. Tasarımlarındaki kavramsal çıkış noktaları karmaşık değildir,
71
ancak alışılagelenden farklı ve yalın konseptler belirler. Tanyeli bu duruma örnek olarak Tümertekin’in 5. Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri’ne katılmak için ödülün seçici kuruluna gönderdiği mektubu örnek gösterir. Tümertekin mektubunda seçici kurulun katılıma davet yazısında kullandığı dili eleştirerek şöyle yazar: … Bu dönem katılımcılardan “bir dizi ilkeye duyarlılık göstermeleri beklendiği” açıklandı. “Kıyılara, çevreye, topluma duyarlı…, ayrıcalıksız imar koşullarıyla tasarlanan…, sakıncalı imar haklarına tavır alan…, kimliğin sürdürüldüğü…, özgünlüğe saygılı…” türünden ilkeler katılımcılardan tasarım yerine yalnızca saygı ve uyum beklendiğini gösteriyor. Bazı fiziksel verilerin duyarlılık ve saygıyla bir araya gelmesinin mimarlığı tanımlamakta yeterli olmadığı kanısındayım. Bir boşluğun nitelikli bir mimari mekâna dönüştürülmesinin uyulması gereken kurallardan çok daha karmaşık bir süreci zorunlu kıldığını düşünüyorum (Tümertekin, 1996, alıntılayan Tanyeli, 1999, s. 40)
Tanyeli’ye göre bunlar “eleştirel bir bilinç geliştiren, yani, mimarlıktaki muhalefetini kalıp-yargılara sığınmaksızın, mimarlığın kendi özerk bilgi alanı içinden yürüten birinin sözleridir”. Geleceği yaratacak olanın ne sloganlar, ne de ucuz konvansiyonlar, fakat bu bilinç olacağını iddia eder (Tanyeli, 1999, ss. 39,40). Bugünden baktığımızda aradan geçen 20 yıllık süreçte Tanyeli’nin Tümertekin’de gördüğü mimarlığın geleceğini oluşturacak özerk alandan ümidi kestiği söylenebilir. Tümertekin, Tanyeli’nin belirttiği küçük çaplı estetik cep içerisinde bulunmaktadır; bu durumda neoliberal piyasanın spontane düzeninin belirlediği mimari üretimde kendi özsel kısıtları
sonucunda
oluşturduğu
mesleki
niş
içerisinde
özerk
bir
pratiği
sürdürmektedir. Bu bakımdan bu bölümde ele alınan mimarlıkta özsel kısıtlar olarak özerklik tartışmaları, mimarlık disiplininin içinden üretilmesi öngörülen birtakım kısıtlar ve kodlarla; bunların oluşturduğu sentezlerin piyasanın direnilmesi neredeyse imkânsız dışsal kısıtları karşısında tutunulabilecek direnç noktaları arasında gidip gelmekte olduğu söylenebilir. 3.2 Mimarlıkta Kısıtlar Sonucu Ortaya Çıkan Bazı Kavramlar Çalışmada
buraya
kadar
Kısıt
Teorisi
baz
alınarak
mimarlıkta
yapılan
kavramsallaştırmalarda, kısıtların mimarlık içinden nasıl türediği ya da mimarlık üzerine nasıl etkide bulundukları ele alınmıştır. Bu bölüme ise mimarlık kavramlarına uyarlanmış olan dışsal ve özsel kısıtların doğurduğu ikincil kavramlar ele alınacaktır. Bu kavramlar tekil olarak ele alınabilirse de, keskin sınırlarla ayrılmaları olası olmadığı için aralarında diyalektik ilişkiler bulunduğu da kabul edilmelidir. Dışsal kısıtların mimarlıkta yansıması olarak ele alınan tipoloji ya da bölgeselcilik, ya da
72
özsel kısıtları kapsayan küme olarak mimarlıkta özerklik gibi kavramların yalnızca özdüşünümsel olarak ifade edilmesi Elster’in kuramından beslenme potansiyelini tam olarak kullanamama anlamına gelmektedir. Elster’in kısıtları ele alış biçimi çalışma tarafından dallanarak detaylanan bir akış şeması içinde değerlendirilmiştir. Hâlbuki kuşkusuz
tipoloji,
yerellik,
yönetmelikler,
özerklik
gibi
geniş
kapsamlı
kavramsallaştırmaların çaprazlanmasından ya da birbirleriyle çarpıştıkları alanlardan farklı alt kavramsallaştırmalar türetmek mümkündür. Tez, Bodrum Yarımadası’nda turizm sonrası yapılaşma dönemi ve bugünkü mimarlık pratiğini yalnızca imarın oluşturduğu çerçeveyle kısıtlı kalmadan ele alabilmek amacıyla kendi kavramsal dağarcığını geliştirmeye çalışmaktadır. Böylelikle kısıtlı kalmamak amacıyla kendi sınırlarını genişleterek tartışmayı zenginleştirmeye, böylelikle oluşacak yeni ikincil kavramsallaştırmanın çaprazlanmaya müsait yapısı aracılığıyla
Bodrum’daki
karmaşık
yapıyı
kavramada
yarar
sağlayacağı
umulmaktadır. 3.2.1 Fark ve tekrar Sınırların seçici geçirgen hücreleri olan kısıtların, bu kısıtlara tabi olan ve kısıtların bazen oldukça sıkı bazen de bulanık olarak belirlediği tanım alanlarında gerçekleşecek eylemleri belirli bir derecede tekrara sürüklediği görülebilir. Bu bakımdan sınırın içinde kalmak hem hapsolmak hem de güvende olmak anlamına gelebilir. Mimarlıkta sınırlar fiziksel olarak çok önemli bir yer tutsa da, kavramsal açıdan da çok potansiyelli ilişkiler sunarlar. Kısıtların içinde kalmak bu potansiyelleri değerlendirememek anlamına gelse de; yaratıcı süreçlerde kısıtların tamamen kalkması ya da fazlasıyla gevşek olmasının meydana getirebileceği kararsız ortam, çoğu zaman kısıtların seçici geçirgenliğinin akılcılığına yenik düşer. Kısıtların kararlı dünyası ise benzer eylemlerin tekrarını talep eder ve bu tekrar durumlarındaki yaratıcılığın potansiyellerini ortaya çıkarmaya çabalar. 3.2.1.1 Tekrarlayarak farklılaşma Tekrar sonucunda farklılığa ulaşmak, tekrarın getirdiği “yeni” olanı da içermektedir. Tekrar eylemi her ne kadar özdeşliği imlese de, yeni olanın “daha öncekinden farklı” oluşu tekrarın içindeki farklılaşmayı anlatabilir. Tekrar kavramı sanatsal yaratıların hemen hepsinde başvurulan bir kavramdır. Özellikle ritim ve simetri öğelerini kullanan sanatlarda sık kullanılan bir yöntem olarak kendine özgü bir ardışıklık içerse 73
de asıl değerini bu ardışıklıkta ya da benzerlikte değil, sürekli olarak fark yaratmasında bulur (Şekil 3.15). Gilles Deleuze’ün bu iki kavram üzerinde ürettiği düşünceler, tüm modern pratiklerde olduğu gibi mimarlık alanında da önemli ölçüde yer bulmuş; mekân, zaman, tasarım bağlamındaki birçok yaklaşımı etkilemiştir. Bu çalışmada da “tekrar ve fark” kavramlarının düşünsel altyapısı verildikten sonra kısıt teorisiyle ilişkisi kurulacak, mimarların bu kısıtlar karşısındaki tavırları Bodrum’daki konut tipolojisinin değişimi üzerinden saptanacaktır.
Şekil 3.15 : Ressam Devrim Erbil’in 3 eseri. 1) İstanbul, 1996 2) İstanbul Coşkusu, 2016 3) Bodrum’da Mavi Kuşlar, 2015 (Erbil, 2004, 2016). Deleuze “Fark ve Tekrar” (Différence et Répétition, 1968) adlı kitabında “Modern hayatta kendimizi, içimizde ve dışımızda, en mekanik, en stereoptipleşmiş tekrarların
74
karşısında bularak, mütemadiyen bunların en ufak farklarını, varyantlarını ve modifikasyonlarını (değişkelerini) çekip çıkarırız” diyerek tekrar ve fark ilişkisine dikkat çekmiştir. Bu bakımdan saf bir fark kavramıyla karmaşık bir tekrar kavramının her halükârda adeta buluştuğunu ve birbirine karıştığını öne sürmüştür (Deleuze, 2017, s.16). Bu buluşmaya verilebilecek örneklerden biri de yapıtlarında tekrara ve doğaçlamaya çokça yer veren besteci Bernhard Lang’tır. Deleuze’ün metinlerinden de parçalar içeren bestesi hakkında bilgi verirken, “Deleuze’ün tekrar ve farklılık nosyonlarını yeniden düşünüşü, ikisinin arasındaki içsel söylemi açıklaması benim müzik düşüncemi radikal bir biçimde yeniden biçimlendirdi; özellikle ‘tekrar’ kavramımı…” demekten kendini alamamıştır (alıntılayan Tanju, 2016). Deleuze, ‘tekrar ve fark’ konusunda düşünce üretirken Nietzsche’nin “ebedi dönüş” kavramını ayrı bir yere koyar. Bu kavrama göre ebedi dönüş, zaman döngüsü içerisinde tekrarlanan olay akışını ifade etmek için kullanılır. Ancak zaman döngüsü içinde tekrarlanan her olay zorunlu bir farklılık taşır. Olmuş olan ve olacak olan her şey kendi içinde bir farklılık barındırır. Örneğin dekoratif bir desenin tekrarı ele alındığında kavram mutlak surette aynı kalırken, figür yeniden üretilir. Bir başka deyişle özdeşlik üzerine kurulan bir oluş da farklılık üreten tekrardır. Deleuze’ün felsefe anlayışı üzerine bir kitap yazmış olan Claire Colebrook bu noktaya şöyle vurgu yapar: “Pozitif ve Deleuzecü farklılık ve yineleme modelinde ise tekrarlanan bir yapıt aynı görülebilir; ama tekrarı farklılık olarak üreten aynılık değildir. Bir sözcüğün veya sanat eserinin her tekrarı o sözcüğün veya sanat eserinin farklı bir açılımıdır; sözcüğün ve sanat eserinin tarihini ve her türlü bağlamını dönüştürür (Colebrook, 2013, s. 159). Bu arada Deleuze tekrarın çeşitli biçimlerde genellikten ayrılması gerektiğini, iki şeyin birbirine iki su damlası gibi benzediğini söylemenin talihsizlik olduğunu ileri sürer (Deleuze, 2017,s. 19). Bununla da yetinmez, tekrarı bir kez daha ikiye ayırarak ‘durağan’ ve ‘dinamik’ başlıkları altında inceler. Durağan tekrar sonuçtaki tekrardır, dinamik tekrar ise sebepteki tekrardır. Birincisinin sonuçları ikincisinde gösterilir. “Kuşkusuz ki tekrar etmek, belli bir davranış sergilemektir, fakat bunu biricik veya tekil olan, dengi ve benzeri olmayan bir şeye ilişkin olarak yapmaktır. Belki de dışsal davranış olarak tekrar da kendi hesabına ona hayat veren daha gizli bir titreşimin, tekil içindeki içsel ve daha derin bir tekrarın yankısıdır” (Deleuze, 2017, s. 19) .
75
Şekil 3.16 : Leyla Gediz’in Atlantis 2000 adlı çalışması 3. Fotoğraf Bülent Tanju, 2016 (URL-17).
Şekil 3.17 : Adsız, Sabire Susuz 1998 4 (Susuz, 1998).
2000’yılında batan Rus denizaltısı Kursk’ta hayatın kaybeden denizcilerden birinin vesikalık fotoğrafının, ölen 118 denizci için karakelem tekrarı. 4 Sanatçının kendi fotoğraflarını resmettiği bu çalışma, 1998 yılında Bodrum’da düzenlenen “Benzerlikler ve Farklılıklar” adlı sergide yer almış, sergi “Benzerlikler farklılıklar : Bodrum sergisi” adıyla kitaplaştırılmıştır. 3
76
Sayıları çok olmasa da ‘tekrar ve fark’ ilişkisi üzerinde kafa yoran felsefeciler tekrar kavramı üzerindeki olumsuz havanın giderilmesini sağlamışlardır. Bunlardan birisi de David Hume’dur. “Tekrar, tekrarlayan nesnede hiçbir şey değiştirmez, ancak onu temaşa eden zihinde bir şeyleri değiştirir” (alıntılayan Deleuze, 2017, s. 105) sözüyle konuya önemli bir açılım kazandırmıştır. Bu noktadan hareketle Charles Péguy’un verdiği iki örnek de yeterince açıklayıcıdır. “14 Temmuz Kutlamaları değildir Bastille’in düşüşünü kutlayan veya temsil eden, Bastille’in düşüşüdür tüm 14 Temmuzları peşinen kutlayan ve tekrar eden. Aynı şekilde Monet’in ilk nilüferidir diğer tüm nilüferleri tekrar eden” (alıntılayan Deleuze, 2017, s. 20). 3.2.1.2 Mimarlıkta tekrarın okunması Tip kavramı ve tipoloji düşüncesi özünde bir tekrar eylemi barındırır. Tipolojik verilerin analizi sonucunda yapılan çözümlemeler mimari ve kentsel doku içinde tekrar eden örüntüler keşfeder. Bu tekrar eylemi De Quincy’nin model olarak belirttiği bağlamda yalnızca biçimsel özdeş bir kopyalanma değildir. Tipler modele ilişkin kuralları belirleyen fikri unsurlar olarak modeller üzerinden tekrarlanır ve farklılaşırlar (De Quincy, 1999, 1815, ss. 254-256). İmarın kurallarının oluşturduğu kısıtlar da mimara biçimsel bir çerçeve sunar. Mimar bu çerçeve içerisinde bürokratik tanımlamalarla pratik yapmak durumundadır. Bu durum da tekrarı doğuran süreçler oluşturur. Akılcılık bunu gerektirmektedir; modernite projesi mimarlık/tasarım alanını bilim/teknoloji ekseninde bir gelecek tahayyülü olarak tasarlar ve çokluğu bütünselleştiren aynılık etiketi Fordist bir bakış açısıyla yüceltilir. Neufert benzeri çalışmalar, ölçülerin/tiplerin tekrarı; Le Corbusier’in Modulor’unun ölçeği büyüdükçe, parseller, sokaklar, kentler ya da bölgeler akılcı olduğuna inanılan kurallarla biçimlendirilmeye çalışılır (Tanju, 2016). Ancak Sola-Morales’e (1997b) göre bu süreç mimar öznenin bu yapıyı sarsmasıyla kırılmaya uğrayacaktır. Dolayısıyla, günümüzün en hassas mimarisi, rasyonalite, ilerleme ve kolektif kurtuluşun değerlerini kentsel peyzaja aktaran toplumsal bir projenin ifadesi değil, bunun yerine, yalnızca kişisel deneyimler olarak görülmesi gereken söylemlerdir. Bu durumda yaşanması muhtemel rastlantısal ya da keyfi işlerin yaratacağı mimari ifade karmaşasından kurtulma amacıyla, birtakım historiyografik uygulamalara yönelim gerçekleşmiştir. Özellikle postmodernizmin meydana getirdiği göstergebilimsel kargaşanın yanı sıra 1970’ler 1980’lerin soyut söylemlerinin elle
77
tutulabilir biçimlere dönüştürülememesi nedeniyle mimarlık kendini kaygan bir zeminde bulmuştur. Sola-Morales bu duruma karşılık tarihsel tipolojik ve morfolojik kodlar içerisinden devşirilebilecek nesnel tutunma yüzeyleri yaratılmaya çalışıldığını iddia eder. Elde edilen bu kodlar aracılığıyla biçimsel ilişkilerin tekrarı sonucunda oluşan banallikten uzaklaşmaya çalışılmıştır (Sola-Morales, 1997b, ss. 109,110). Tekrarın getirdiği tutunma hissi, öte yandan kısıtlanmışlık hissini de açığa çıkarabilir. Çağdaş mimar öznenin bireyselliğinin tarihsel kodların kısıtlılığı ile yüzleştiği noktada farklılaşma arzusu ortaya çıkar. Sola-Morales’e göre mimar içinde bulunduğu bağlamın beraberinde getirdiği taklit ve tekrarı kendi deneyimlerinden ve kendi hafızasında oluşturduğu özerk katmanlaşmalar yoluyla aşmaya ve farklılığa ulaşmaya çalışır. Platonik düşünceyi tersine çevirerek, orijinal olanın üstünlüğü yerine, bu tekrarın hafızasında oluşturduğu imgeye önem atfeder. Sola-Morales’e göre NeoRasyonalistlerin yaptığı tam olarak budur. O’na göre Rossi, Moneo, Botta, Graves gibi isimler yalnızca tarih bilgisinin tekrarıyla değil; çağdaş mimarlık kültürüyle tarihsel olan arasında birbirine doğrudan bağlanabilmesi olanaksız olan durumlarda öznel bir tekrar sonucu farklılığa ulaşma çabası içinde olmuşlardır (Sola-Morales, 1997b, s. 111). Elster’in kavramsallaştırması olarak yumuşak kısıtlar yani genel olarak geleneklerin içindeki mimar, bu ortamda edindiği alışkanlıklar üzerine proje üretir. Mimarın sınırlarını bilmesi ve bu sınırları kabul etmesi kendisine güvenli bir alan yaratıp, burada mutlu olması anlamına gelebilir. Peter Eisenman’a göre “çoğu mimarlık alışkanlıkların somutlaşmış halidir”. Alışkanlıklar arzuda yer etmiştir, arzular da sık sık alışkanlıklar tarafından harekete geçirilir. Mimarlıkta alışkanlıklarla ilgili Eisenman şöyle devam eder: Mimarlıkta ilkel ve bilinçsiz bazı motivasyonlar sonrasında bilinçli hale gelir: Yer’e ya da yer etmeye dair arzu, barınma arzusu ya da anlam arzusu. Kendi arzularının nesnesi olmaktan daha fazlası olan bu nesneler, mimarlıkta şöyle ya da böyle bir statüko yaratırlar. Eğer mimarlık bu statik durumu yerinden etmeye yeltenirse, o zaman alışkanlıklarda ya da bedensel beklentilerde dışavurulan arzulara yeniden yön verilebilir (Eisenman, 2003, s. 7).
Alışkanlıkların terk edilmesi, tekrarın terk edilmesi anlamına gelmektedir. Bu olgu mimarlıkta özerklik düşüncesinde, geleneklerin oluşturduğu koşullar içinde tekrara ya da mimarın kişisel yaratım sürecinde uyguladığı tekrarlara karşıt bir farklılaşma çabasına doğru yönlenmek anlamına gelebilir. Mimarın yerinden ettiği her alışkanlık;
78
mimarlığın içinden ya da dışından gelen tüm tekrarların ürettiği farklılaşmaların yarattığı ortam içerisinde gerçekleşecektir. Alışkanlıkları değiştiren mimarlık, kısıtların ve tekrarın yarattığı anonimleşmenin içinde kendine yeni birlikteliklerin oluşturduğu bir farklılık sahası yaratmaya çalışmaktadır.
Şekil 3.18 : Mimari kavramların tekrar, fark, anonimleşme ve melezlenme ile ilişkilerini gösteren grafik. Tez çalışması dışsal ve özsel kısıtların mimarlık kavramındaki yansımalarını değerlendirirken öncelikle kısıtların oluşturduğu sınırlı durum içerisinde tekrarlama eylemini ele almaktadır. Daha sonrasında bu eylemin sonucu oluşan farklılaşmaları ise tekrarın
karakterine
göre
anonimleşme
ve
melezlenme
başlıkları
altında
incelemektedir. Kısıtların içerisinde tekrarların oluşması aynılık hissiyatını ve özdeşliği çağrıştırabilir. Bu durumda tekrarların ürettiği nesnel ve zihinsel farklılaşmalar oluşsa da, biçimsel benzerliklerle yaratılmış mimari çevreler anonimleşme olgusunu ortaya çıkartır. Modernitenin yarattığı mimar bireyler farklılaşma çabası ile her zaman biricik olma durumunu arasalar da, farklılıkların tekrarlardan doğduğu bir sistemde kendilerine yer bulmaktadırlar. Tekrar özdeşliğini korudukça toplumda bireyselleşme artsa bile mimari üründe anonimleşme korunmakta, buna karşın farklılaşmalar arttıkça kısıtlar arasındaki geçirgenlikler artarak melezlenme durumları ortaya çıkmaktadır (Şekil 3.18). 3.2.2 Anonimleşme Anonimleşme olgusu mimarlığın temel sorunsallarından biridir. Anonim olmak, yani bir isme sahip olmamak; “imza yetkisi” bulunan çağdaş mimarın herhalde kabul etmeyeceği bir olgudur. Ancak bu metinde de daha önceleri ifade edilen biçimde ve tüm dünyanın kabul edeceği gibitüm mimarlık tartışmaları milyonlarca yapının arasından seçilmiş birkaç bin tanesi üzerinden gerçekleşmektedir. Geleneksel yapılar bir hafıza işlemi sonucu yapılmıştır; burada bireyler önemli değildir, kolektif bir hafıza
79
söz konusudur. Bu hafıza kaçınılmaz olarak geleneksel yöntemler tekrar edilmedikçe unutulmuştur. Gelenekselin anonimliğini bir kenara bırakırsak, geri kalan tüm yapılar içinde üzerinde konuşulanlar ihmal edilebilir bir düzeydedir. 2014 yılında İspanya’da Asturias Prens’i özel ödülünü alırken bir gazetecinin sorduğu, “Mimarlığınız bir gösteri mimarlığı mıdır? ve “Yapılarınız gibi simgesel yapılar modern kentin bir özelliği olmaya devam edecek mi? gibi sorulara mimar Frank Gehry şöyle yanıt verir: Öncelikle size tek bir şey söyleyeyim. Yaşadığımız dünyada tasarlanan ve inşa edilmiş şeylerin %98’i çöptür. Tasarım duyguları yoktur, insanlığa ya da başka bir şeye saygıları bulunmaz. Yalnızca binalardır ve o kadardırlar. Ne var ki, arada sırada bir grup insan özel bir şey yaparlar. Zaten çok azız, bizi yalnız bırakın. Kendimizi işimize adadık. İş almak için çabalamıyorum, mimarlık sanatının değerini bilen müşterilerle çalışıyorum. Bu yüzden bana böyle aptalca sorular sormayın (Gehry, 2014).
Yapılı çevre oluşumunda dışsal kısıtlar altında mimarlar anonimleşme durumu ile karşı karşıya kalmaktadır. Aksi takdirde mimar öznenin özsel kısıtları sonucu anonimleşmeye çabalaması pek olası değildir; mimar yapısının formel değeriyle öne çıkmasına karşı olabilir, fakat bu adını projeden silmek isteyeceği anlamına gelmez. Bu durumun tamamen mimarlara dayatılan kısıtlar olarak etkimekte olduğu söylenemez ancak mimarlığın kapitalist üretimin enstrümanı olduğu bir düzende mimarların anonimleşmemeleri pek olası değildir. Anonimlikten sıyrılanlar ise farklılıklarından dolayı başka türlü bir kazanç enstrümanı halindedirler. Bu durum yalnızca günümüzün konusu değildir. Tekeli’nin ifade ettiği gibi Türkiye’de modernitenin üçüncü döneminden itibaren yaşanan yoğun yapılaşma döneminde bu konu gündeme gelmeye başlamıştır. 1967 yılında konuya eğilen mimarlardan Necati Şen, anonimleşme olgusunu üç başlık altında inceler: a) Geleneksel anonim mimarlık b) Gecekondular c) Şehirlerde oluşan anonim mimarlık Daha sonra anonim mimarlığın üç farklı tanımından bir sentez yapar ve kendine özgü bir tanım oluşturur: “Anonim Mimarlık, çok katkılı, mimarı belli olmayan, kullanımı olan-olmayan, hoşa giden-gitmeyen, ihtiyaca cevap veren-vermeyen her türlü mimarî elemanı kendisinde toplayan; biri diğerinin etkileyicisi veya köklendiricisi olan yapılar karakter birliğidir” (Şen, 1967).
80
Benzer şekilde anonim mimarlık üzerine çalışmalar yapan Cengiz Bektaş ise anonim mimarlığı “En genel kullanımında, yaratıcısı bilinmeyen mimarlık demektir” şeklinde tanımlar (Bektaş, 2001, s. 31). İlk çağlardaki barınma sorunu, yaşanılan coğrafyanın özelliklerine bağlı olarak bireysel becerilerle çözüldüğü için belli bir düzenden söz edilemez. Ancak ilerleyen dönemlerde toplumların kendilerine özgü kültür oluşturmaya başlamaları, birçok yaşamsal ihtiyacın yanı sıra konutlar için de düzenleyici olmuştur. Dolayısıyla konut ve mimarlık ilişkisinde kültürün çok önemli bir payı vardır. Toplumların kültürel yapısı geliştikçe ihtiyaçlar da çeşitlenmiş ve değişik zanaat dalları ortaya çıkmıştır. Yapı malzemelerine göre ahşap ve taş işçiliği önem kazanmış, uzmanlaşma gündeme gelmiştir. Bu da bir kıyaslamayı zorunlu kılmış, iyi/kötü usta ayrımı belirleyici olmuştur. Mal sahipleri (işverenler) binalarını belli kişilere yaptırmaya başlamıştır. Ancak yapılan binaların kim tarafından yapıldığı değil, kime yapıldığı önemli görüldüğü için yapıların tasarımcı ve yapıcıları geri planda kalmış, adları kayıt altına alınmamıştır. Daha sonraki dönemlerde yapıcılar (ustalar) isimlerini ya da kendilerine özgü bazı işaretleri
binaların
görünür
yerlerine
yerleştirerek
kimliklerini
ve
estetik
yaklaşımlarını yansıtma yoluna gitmişlerdir. Bunun en büyük nedeni, zanaatkârlıkla sanatçılığın yer değiştirmeye başlamasıdır. Kasaba ve köylerde bile bu olguya sık rastlanır olmuştur. Ancak bir süre sonra bu dönem de aşılmış, ustanın ya da mimarın kimliği bilinse bile bu kimlik çevresini kaplayan bina kalabalığının içinde “kaybolur” hale gelmiştir. Cengiz Bektaş bu olguyu “anonimleşmek” diye tanımlar ve “anonimlik”ten ayırır. “Bu tür anonimleşme, özellikle yalnızca biçim, yalnızca gereç ya da yapım yöntemi aktarmalarına (yapım sistemleri) kalıyorsa, ilkesel düşünce bütünlüğünden yoksunsa, kaynaklandığı ürünün değeri üzerinde de kuşku yaratabilmektedir” der (Bektaş, 2001, s. 35). Öte yandan modern dünyanın dayatmaları da ister istemez geleneksel bina yapımından kopmalara neden olmuştur. Tüm dünyada göç olgusunun hızlanması, yer değiştiren insanların ihtiyaçlarına göre bina yapma zorunluluğu, kapitalist ekonominin bu sürece dahil olup rant odaklı inşaat yaklaşımı gibi nedenlerle bina yapımındaki malzemeler de değişmiş, betonarme tekniğinin yaygınlaşması özellikle 1950’li yıllardan sonraki süreçte benzer binaların yapılmasına ve bir tür anonimleşmeye hız katan etkenlerden biri olmuştur. Uğur Tanyeli bu kırılmayı şöyle açıklar:
81
Geleneksel tekniklerin önemli kesimi sanıldığının aksine pahalı tekniklerdir. Az sayıda yapılırlar ama siz çok miktarda insana çok miktarda ev yapmak zorundasınız. Ekonomik açıdan büyüyen, gelişen bir ülkede bu ihtiyaç, geleneksel tekniklerle karşılanamaz. Karşılanamadığı zaman da her yerde Türkiye’de olan olur: Kitlesel ölçekli konut üretimi başlar. Kent siteler sitelere, semtler semtlere eklenerek yapılaşır. Eskiden ev eve eklenerek yapılaşırdı (Tanyeli, 2015).
İşte bu yeni oluşum, yalnızca kentlerde değil kasabalarda ve köylerde bile betonarme teknolojisinin yaygınlaşmasıyla son derece ilişkilidir. Bu imkân sayesinde gecekondu yapımları hız kazanmış, ustanın ya da kalfanın kimliğinin bilinmesi bir yana, bilinmemesi önem kazanmıştır. “Betonarme, erken Cumhuriyet döneminin sosyal amaçlı toplumu şekillendirmeye yönelik kültürel projesinin malzemesi olmaktan çıkmış, tüketime dayalı modernleşme söylemlerinin bir aracı olmuş, “sermayeleşmiş” ve gündelik üretimde “anonimleşmiştir” (Tekin & Akpınar, 2014). Bu arada toplu konutlar ve siteler gibi yoğunlaşmalar, hem mimarları hem de işverenleri “özellikli” bina yapmaktan çok “işe yarar” bina yapmaya yönlendirmiş, hiçbir ayırıcı niteliği olmayan, birbirine benzeyen apartmanların istilası başlamıştır. Binanın kim tarafından yapıldığı belge düzeyinde belli olsa da kendiliğinden oluşan bir sürünün içinde sıradanlaşmaları sıkça gözlenmektedir. Necati Şen bu durumu “İmzalı anonim yapılar meydana getirilmektedir” diye açıklamıştır (Şen, 1967, s. 40). Mimar her ne kadar imzası çok kuvvetli bir isim olsa da, imar kurallarının getirdiği anonimleşmeden çekinir. Emre Arolat, İstanbul Ulus’taki Maksimum Evler projesini Boğaziçi’deki imar yönetmeliklerinin dayattığı kısıtların altında gerçekleştirmiştir. Arolat’a (2010) göre Maksimum Evler projesi “mimarlığın kendi gerçeklikleri içinden türetilmemiş olan imar koşulları ile üretilmesi söz konusu olan bir yerleşmenin, herhangi bir biçimde mimarlığın konularından biri olup olamayacağının sorgulanması amacıyla kabul edilmiş” bir projedir (Şekil 3.19). İmar yönetmeliğindeki tüm kısıtlara uyularak yapılan bu yapıda, mimarlar söz konusu kısıtlarla da hatırı sayılır manevra alanlarının ortaya çıkabileceğini kavrayarak, bilindik yaratıcı-mimar formatının gevşeyerek evirildiği, tasarımcının tasarlamaktan zevk aldığı bir süreç yaşamışlardır. Bu sürecin sonunda çıkan ürünle ilgili şu yorumu yaparlar, “Maksimum Evler projesi, yapılaşma koşullarının oluşturduğu bütün kısıtlar ve olabildiğince anonim yönelimler taşıyan kitle ve yüzey diline karşın, kimi oldukça
82
özgül ve incelikli ayrıntıların da içerildiği ilginç bir tasarım deneyimi olarak tamamlandı” (Arolat, 2010).
Şekil 3.19 : Maksimum Evler, Ulus-İstanbul. Mimar: Emre Arolat Architects (2010) (URL-18). 3.2.3 Melezlenme Melezlenme kavramı çalışmanın en başında bahsedilen sınırda olmak ile birebir ilişki içerisindedir. 3.1’de kısıtların mimarlık kavramlarına yansıması tartışılırken, mimarlıkta kısıtların doğurduğu tüm yan yana gelişlerde ya da sınır ilişkilerinde geçirgenlik düzeyine göre melezlenmeler yaşanması kaçınılmazdır. Bu nedenle ister özerk, ister geleneksel, ister kültürel yapılar tarafından tetiklensin; farklılıkların bir araya gelişlerinde yaşanan gerilimden melez yapılar çıkması olasıdır. Küreselleşen dünyada sınırların tanımlarının değişimi, bireylerin hareketliliğinin ve fiziksel bir aradalık imkanlarının artışı, sosyal medyanın ortaya çıkardığı yeni görünme ve görülebilme yetenekleri, VR (Virtual Reality / Sanal Gerçeklik) ya da AR (Augmented Reality / Arttırılmış Gerçeklik) başta olmak üzere dijital teknolojilerin hızla gelişmesi gibi daha pek çok örnekle sayısı arttırılabilir değişimlerin sonucunda, nostaljik ve kozmetik koruma anlayışlarının sınırlarında bulanıklaşmalar yaşanmasına neden olacağı söylenebilir. Tanyeli (2013) mimarlıkta melezlenmeyi Homi Bhabha’nın Kültürel Konumlanış (The Location of Culture) kitabındaki Üçüncü Mekân (Third Space) kavramı aracılığıyla
ele
almaktadır.
Kültür
tanımlarının
değişmesiyle
sınırların
belirsizleşmesi/bulanıklaşması bizi kültürel melezlenme olanaklarına ikna eden bir dünyayı inşa etmektedir. Tanyeli’ye göre kimliğin ve kültürün sabit olgular olarak ele
83
alındığı ve olduğu gibi korunması gerektiğini iddia eden bir anlayıştansa, mimarlık alışageldiği kültür ve yer tanımlarının eski kavrayış biçimlerini terk ederek Bhabacı tabirle yeni ifade etme mekânları (Spaces of Enunciation) yaratmalıdır. Tanyeli’nin aktarımıyla Bhabha tüm kültürel bildirimler, sistemler ve kimliklerin daima çelişiklik, belirsizlik ve müphemlikle karakterize olan bir mekânda ortaya çıktığını söyler. Hiçbir kültür, hiçbir zaman bozulmamış bir katıksızlığı içermez; salt kendinde olan, kendine yettiğine inanılan otarşik bir yapıyı temsil etmez. Bu nedenle “öteki” olanı dışlamak, yalnızca “ben” olanı öne çıkarmak Kolonyal dünyanın, içe kapalı ulus devletlerin iddia ettiği, kültüre içe dönük bir bütünlük atfeden bir anlayışın ürünü olacaktır. Bu da farklı kültürler arasında yaşanabilecek melezlenmelerin, çaprazlanmaların doğurabileceği üretkenlik potansiyellerini reddetmek anlamına gelmektedir. Tanyeli’ye göre özcü kültür kavrayışı özümsemeci bir kültür anlayışına yol açmakta, dışsal etkiler mutlaka özsel olanla sentezlenmeli, böylece özümseme sonucu kökenlerindeki yabancılık yok edilmelidir (Tanyeli, 2013, s. 69). Bhabha’nın bir parçası olduğu Postkolonyal söylemde kültür durmaksızın uluslararasılaşır. Bu uluslararasılaşma, modernist bakış açısındaki gibi bir homojenliğin aksine oluşacak farklı melezlenmeler sonucu hiçbir toplumda türdeşleşmez. Melezlenme eklektik değildir, “multikültürel bir egzotizm” yaratma amacı taşımaz. Kültürlerin bir arada ancak özerk varoluşlarından söz etmez. Tanyeli mimarlığı da Bhabhacı bakış açısıyla analiz etmenin doğru bir yöntem olacağı kanısındadır. O’na göre artık yerin oluşturduğu kısıt eskiden olduğu gibi yerde hazır bulunan bir olgu olmaktan çıkmaktadır. Yer, “tıpkı ulus gibi kapalı bir kültürel sistem inşaatının dayandığı kavramlardan biri haline gelmektedir”. Halbuki yer kavramına öznel ve tikel olarak bakmamız gerektiğini savunur. Mimarlık ürünü sabit çevre değerleriyle ilişki kurmaz, bu nedenle mimari ürün her zaman çelişki ve müphemlik oluşturmalıdır. Tanyeli’ye göre “yere cuk oturan bir mimari yoktur ve olamaz” (Tanyeli, 2013, ss. 73,74). Melezlenme kimlik kavramı üzerine alışılagelmiş söylemlerin yerinden edilmesine aracı olabilecek perspektifler yaratmaktadır. Tanyeli’ye göre son yıllarda mimar diline pelesenk olan “fiziksel çevrenin kimliğinin bozulması” yakınmaları, Bhabhacı yaklaşımın kimliğe sabit bir bütünsellik atfetmemesi nedeniyle anlamsız hale gelmektedir. O’na göre kimliği sabit bir bütünsellik olarak görmek, ona yapılan her
84
katkının o kimliği oluşturan elemanlarla aynı soy zincirine eklemlenmesini talep etmek anlamına gelmektedir. Bu “öteki” olanı susturmaya çalışmak anlamına gelir. Tanyeli’ye göre mimarlık 1960’larda Venturi’den başlayarak muhafazakâr kimlik anlayışının elitist tavrını aşmak için çaba göstermiştir. Rem Koolhaas, Frank Gehry, Herzog de Meuron, Diller Scofidio ve Santiago Calatrava gibi isimlerin işlerini melezlenmelere ve bulanıklaşmalara örnek olarak göstermektedir. Bu isimler sanat, grafik tasarım ve mimarlık arasında melezlenmeler oluştururlar (Tanyeli, 2013, s. 76). Sargın (2004) melezliği, “sonsuz programların, bedenlerin, mekânların; birleşik yapılar, sistemler, ilişkiler malzemeler ve temsiller oluşturmak üzere iç içe geçerek sınırlandırdıkları süreç ve sonuç ürün olarak” tanımlar. Tipolojik yapılarda da yeni üretimler için melezlenmeler gerekmektedir. Moneo’ya (1978) göre mimar tipten başlar. İlk başta tip tarafından kapana kıstırılmıştır, ancak daha sonra onunla oynamaya, dönüştürmeye, onu yok etmeye ya da saygı duymaya başlar. Moneo bu işlemler sonucunda yeni tiplerin oluşmasını şöyle yorumlar: Yeni bir tip ortaya çıktığı takdirde –bir mimar yeni bir bina ya da bina unsuru grubu türetmeye yarayan yeni bir biçimsel ilişkiler kümesi tanımlamayı başardığı zaman- o zaman mimarın katkısı mimarlığı bir disiplin olarak karakterize eden genellik ve anonimlik seviyesine ulaşır (Moneo, 1978, s. 28).
Tipler üzerinde değişimlerden ve melezlenmelerden doğan yeni tipler artık genelleşmiş ve mimarlığın içinde yerleşik duruma geçmişlerdir. Bu tipler, başka tiplerle yine mimarların kullanacağı melezlenme yöntemleriyle tekrardan türeyişler ve evrimleşmeler yaşarlar. Moneo’ya göre mimarlık nesnesi yalıtılmış bir olgu değildir ve ancak yenilenen tanımlarla anlamlandırılabilir: [Mimarlık nesnesi] spesifik mimari durumu sayesinde yaşamını diğer nesnelere uzatır, bu sayede ortak biçimsel yapılar bulmanın mümkün olduğu bir ilişkili olaylar zinciri kurar. Mimari nesneler hem tekillikleri hem de paylaşılan özellikleri hakkında konuşmamıza izin veriyorsa, o zaman tip kavramı çok değerlidir; ancak eski tanımların değiştirilmesi gerekir. Yeni tanımlar mevcut durumlarda ince ilişki mekanizmaları gözlemleyerek bunun sonucunda tipolojik açıklamalar önerebilmek için yeni bir tip fikrini içerecek biçimde modifiye edilmelidir (Moneo, 1978, s. 44).
Üçüncü bölümde Kısıt Teorisi’den edinilen dışsal, içsel kısıtlar gibi kavramların yanı sıra, Elster’in bu kavramları açıklarken kullandığı tanımlara uygun düşen kavramların mimarlıkta yansımalarına yanıt aranmıştır. Elster’in Kısıt Teorisi kavramlarında mutlak bir ayrışma bulunmamaktadır, benzer bir biçimde tezde dışsal kısıtlar altında
85
incelenen tipoloji, yerellik ve bölgeselcilik, koruma gibi kavramlarda ortak yapılar mevcut olabilir. Özsel kısıtlar ise hem mimarlığın içkin kodlarında olduğu iddia edilen, hem
de
dışsal
kısıtların
etkilerinin
mimarlar
tarafından
hangi
şekilde
değerlendirildiğini irdelemeye çabalar. Bu kavramların birbirlerine ne şekilde karıştığı ise melezlik, farklılaşma tekrarlama, anonimleşme kavramları altında incelenmiştir.
Şekil 3.20 : Üçüncü bölümde tartışılan kavramlar.
86
Elster’in anlayışına göre, akılcı tercihler yapması ve bu kısıtlardan yarar sağlamayı başarması beklenen eylemci (bu durumda mimarlar) kısıtlardan elde edilen ikincil kavramların
bilincinde
olarak
bunlar
arasında
çaprazlamalar
yapar.
Bu
çaprazlamalardan elde edilen kazanımlar, mimarın kısıtlı olma durumuna karşı özsel kısıtlarını nasıl belirleyeceğine yardımcı olurlar. Elster’e
(2000, s. 180) göre
yaratıcılık “kısıtların içinde çalışmayla, orijinallik ise kısıtları değiştirebilme” ile sağlanır. Dördüncü ve son bölümde, üçüncü bölümdeki kavramsallaştırmaların izleğinde mimarların yaratıcılık ve orijinallik arayışı ele alınacaktır. Bodrum Yarımadası gibi dışsal kısıtları çok güçlü olan bir yer seçilerek; bölgede pratik yapan mimarların özsel kısıtlarına dair okumalar aracılığıyla bu noktaya kadar bahsedilen kavramlardan örnekleri ortaya çıkarmak çalışmanın amacıdır.
87
88
4. BODRUM YARIMADASI’NDA KONUTTA DEĞİŞİM Bodrum Yarımadası bugün Türkiye’nin en önemli turizm merkezlerinden biridir ve konumunu mimarlık üzerinden tanımlamış bir kimliğe sahiptir. Batı Anadolu’nun binlerce yıllık kültürel mirası üzerine oturan, doğal güzellikleri ve iklimi her kesimden ve her milletten insanları kendine çeken Bodrum Yarımadası’nda fiziksel çevre, korunması gereken biçimsel bir değer üzerinden tanımlanmıştır. Bu tanım, kültürel ve doğal güzelliklerin yanı sıra, insan yapımı bir nesnenin; önce tipolojik bir idea olarak kabul edilmesi, sonrasında da bir model olarak fiziksel çevreye yayılması olarak gerçekleşmiştir. Mimarlık nesnesi olarak konut tipolojisinden türetilen kısıtlar; ticari ya da turistik olan tüm yapılı çevreyi inşa eden ortak bir dil arayışı yaratmıştır. Bu ortak dilin, bir kimlik arayışının sonucu olarak Bodrum Yarımadası’nda mimarlıkta imgesel değişimlerin kendisi dışındaki bölgelere göre daha düşük bir hızda gerçekleştiği söylenebilir. Özellikle Bodrum’da turistik faaliyetlerin artış gösterdiği 1970’lerden itibaren gelişen süreçte, Bodrum’un yerellik üzerinden tanımlanan değerlerinin, küresel ölçekte karşılık bulabilen hizmetlere karşılık verebildiği görülmektedir. Bodrum artık küresel ölçekte bir merkezdir. Bodrum’da yaşanan mimari gelişmeler tüm dünyada takip edilmektedir. Küresel ağa eklemlenmiş metropoller ya da başka turistik bölgeler düşünüldüğünde, buralarda yaşanan değişimin hızıyla Bodrum’da yaşanan değişimin hızı eşit olmamıştır. 1970’lerden itibaren getirilen yapılaşma kısıtları, değişimin hızını azaltırken yapılaşmanın hızı gün geçtikçe artmıştır. Biçimsel olarak tekrar eden mimari ürünler değişimin hızının ve buna bağlı olarak farklılaşma olasılıklarının düşüklüğü karşısında bir karşılık bulabilmişler, belki de bu tekrarın yarattığı kimlik sayesinde küresel ölçekte farklılık sağlayarak Yarımada genelinde kolektif bir imge inşa etmişlerdir. Çalışma,
kısıtların
mimarlıkta
yarattığı
kavramlar
üzerinden
Bodrum
Yarımadası’ndaki değişime odaklanmaktadır. Bu değişim bir yandan sosyo-ekonomik gelişmelerin yarattığı ortam, diğer yandan kısıtların oluşturduğu kavramların mimarların bu ortam içerisinde yaptıkları üretimlerdeki farklı yönelimleri üzerinden okunacaktır. İmar yönetmeliklerinin yarattığı kısıtlarda yıllar içerisinde Yarımada’nın
89
ilçe merkezi ve çeşitli alt merkezlerinde özelleşen farklılaşmaları, tüm bu süreci daha iyi algılayabilmek için dikkat edilmesi gereken belki de en önemli dışsal kısıtları oluşturur. Bu bölümde öncelikle sosyo-ekonomik gelişmelerden başlanarak, sırasıyla mimari dokuyu yaratan kısıtlardaki değişimler ve bunların sonucu olarak mimari ürünlerde
farklı
kavramsallaştırmalar
üzerinden
okunabilecek
değişimler
değerlendirilecektir. 4.1 Bodrum’da Sosyo-Ekonomik Ortamın Tarihsel Süreci Bodrum Yarımadası, gerek coğrafi konumu gerekse tarihsel zenginlikleri nedeniyle uzun yıllardan beri ilgi çekmeyi sürdürmektedir. Akdeniz ve Ege Denizi’nin birleştiği yerde olması nedeniyle tarih boyunca birçok uygarlığa ev sahipliği yapmıştır. Gündoğan beldesindeki Peynir Çiçeği Mağarası’nda yapılan kazılarda 5000 yıl öncesine ait bulgulara rastlanmıştır. Kendisi de MÖ 484 yılında Bodrum’da doğmuş olan ünlü tarihçi Herodot, Bodrum’un MÖ 1100 yılında Dorlar tarafından kurulduğunu öne sürer. Değişik kaynaklardan derlenen bilgilere göre, daha sonraki dönemde bölgeyi ele geçiren Megeralılar, şehre Halikarnassos adını verirler (MÖ 650). Uzun yıllar bu adla anılan Bodrum’un adı, 1400’lü yıllarda yöreye egemen olan Rodos kökenli St. Jean Şövalyeleri’nin yaptırdıkları kaleyi St. Peter adına ithaf etmelerinden dolayı önceleri “Petronium” diye anılırken zamanla Bodrum halini almıştır. Günümüzde Muğla iline bağlı bir ilçe olan Bodrum, doğu ve kuzeydoğusunda Milas ilçesiyle; kuzeybatı, batı ve güneyinde ise Ege Denizi ile çevrilidir. Ayrıca iki körfez (kuzeyde Güllük, güneyde Gökova) arasında yer alması nedeniyle oldukça fazla (215 km) bir kıyı uzunluğuna ve 689 km2’lik yüzölçümüne sahiptir (URL-19). Türkiye İstatistik Kurumunun adrese dayalı nüfus sistemine göre de 2018 yılı itibarıyla ilçede 171.850 kişi yaşamaktadır (URL-20). Cumhuriyet’in ilanına kadar içine kapalı, küçük bir balıkçı ve süngerci kasabası olan Bodrum’da ilk sosyolojik gelişme Lozan Antlaşması sonucunda uygulanan mübadele ile yaşanmıştır. 1923 yılındaki bu uygulama ile Bodrum’a özellikle Girit, Rodos, İstanköy ve kıyı Yunanistan’dan getirilen Türk aileler yerleştirilmiş, böylece demografik açıdan önemli bir kırılma noktası meydana gelmiştir. Bununla birlikte mübadele ile gelen ailelerin gerek bina yapımı gerekse sebze ve meyve yetiştiriciliği konusundaki bilgi ve becerileri, yerli halkın görgü ve yaşantısında oldukça etkili olmuştur. İlk yıllarda pek de sıkı fıkı olmayan ilişkiler zamanla kalıcı dostluklara
90
dönüşmüş ve kasabanın sosyolojik yapısında değişim yaşanmıştır. O yıllara kadar balıkçılık ve süngerciliğin yanı sıra incir, badem, tütün gibi birkaç tarımsal ürünle yetinen Bodrum halkı, başta narenciye olmak üzere sebze ve meyve satışına da yönelmiş, halkın gelir düzeyi yükselmeye başlamıştır (Mansur Coşar, 2015, 1972, ss. 28-30). Bodrum'un Nüfus Değişimi (2008-2018)
2018 2017 2016 2015 2014 2013 2012 2011 2010 2009 2008
171.850 164.158 160.002 155.815 152.440 140.716 136.317 130.990 124.820 118.237 114.498
Şekil 4.1 : Bodrum’da son 10 yıldaki yerleşik nüfus artışı (URL-20). Kasabanın sosyal yaşamına etki eden olaylardan biri de çok yönlü kültür adamı ve yazar olan Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın, yazdığı bir yazıdan dolayı 1925 yılında Bodrum’a sürgün edilmesidir. İstanbul’un soylu ailelerinden birinin üyesi olan Kabaağaçlı, üç yıllık sürgün cezasını tamamlamasından sonra İstanbul’a dönmeyip kasabada kalmayı tercih etmiş ve 1947 yılına kadar Bodrum’da yaşamıştır. Bu süre içinde halkla bütünleşen Cevat Şakir, yazılarında ve kitaplarında Halikarnas Balıkçısı adını kullanmaya başlamıştır. Değişik alanlardaki bilgi ve donanımını toplumla paylaşması da halk tarafından sevilmesine neden olmuştur. Belediyenin gönüllü bahçıvanlığını yapmış, deniz adamlarının yeni avlanma teknikleri edinmesine katkıda bulunmuştur. Daha da önemlisi ülkenin entelektüel kişilerinin ilgisinin Bodrum’a yönelmesinin başlıca kaynağıdır. O yıllardaki en önemli sorunlardan biri kasabaya karadan ulaşımdaki zorluktur. Ulaşımın büyük oranda denizyolu ile yapılmakta oluşu, gittikçe çeşitlenen tarımsal ürünlerin başka yerlere ulaştırılmasını zorlaştırmaktadır. Yapılan yoğun başvurular sonucunda 1938 yılında hizmete açılan Bodrum-Milas şose yolu ilçeye önemli ölçüde nefes aldırmıştır (Eroğlu, 1939, s. 215).
91
İlçede belediyenin hangi yılda kurulduğu konusunda bile uzlaşılmış bir tarih yoktur. Son araştırmalarla belediyenin 1878 yılında kurulduğu, ancak belediye binasının temeli 03.07.1937 yılında atılabildiği anlaşılmıştır (URL-19). O dönemde eğitim alanındaki gelişmeler de oldukça yetersizdir. 1940-1941 Öğretim Yılı’nda merkezde 2, köylerde 8 olmak üzere toplam 10 ilkokul bulunmaktadır (Akça, 2008, s. 37). Burada dikkat çeken nokta, dönemin bunca karanlığına ve ulaşım sıkıntısına karşın ilçede spor kulüplerinin kurulabilmiş olmasıdır. Dönemin güvenilir tanıklarından Rüştü Gür’e göre 1931 yılında kurulan Bodrumspor Kulübü, 1933 yılında federasyon tarafından onaylanmış, ayrıca Çelik Gücü adında ikinci bir kulüp daha açılmıştır (Gür, 2002, s. 24). İzleyen yıllarda Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın Sabahattin Eyuboğlu’yla birlikte başlattığı yeni bir atılımın, Bodrum ve çevresine başka bir açıdan bakılmasını sağladığı görülür. Mavi Yolculuk adı verilen ve Gökova Körfezi koyları boyunca yapılan bu gezilerin asıl amacı kişilerde doğa sevgisi, ören yerleri bilinci ve içsel zenginlikler oluşturmak olsa da aynı zamanda Bodrum’un gündemde kalması da gerçekleştirilmiş olur. 1945 yılında çıkılan ilk Mavi Yolculuk uzun yıllar boyunca kültürel özelliğini sürdürür. Mina Urgan bu özelliği şu sözlerle özetler: “İlk mavi yolcular, Sabahattin Eyuboğlu’nun özenle seçtiği, çoğu genç aydınlardı. Sadece gezmek tozmak için değil, Ege ve Akdeniz uygarlıklarının kalıntıları konusunda bilgi edinmek ve bu arada o güzel kıyıları kendi gözleriyle görmek için katılırlardı bu gezilere. Teknemiz yüzen bir seminere dönüşürdü kimi zaman” (Urgan, 1999, s. 59). Ancak Urgan’a göre 1970’li yılların sonuna doğru bu gezilerin niteliği de değişir ve yalnızca eğlenmek amacıyla yapılan darbukalı turlara dönüşür. Sonuç ne olursa olsun Mavi Yolculuk gezilerinin Bodrum’u gündeme taşıdığı ve günümüzde önemli bir turizm olgusu olan yat gezilerinin başlangıcı olduğu ortadadır. Dolayısıyla Bodrum halkı arasında tekne ve yat satın alma, kaptanlığın yaygınlaşması gibi yönelimler başlar. Tersaneler açılır, var olanlar modernleştirilir ve Bodrum’a özgü yatların yapılmasına imkân veren yeni iş kolları oluşur. 4.1.1 Turistik faaliyetlerin başlaması Bu arada Bodrum’da yaşayan yerli halktan kimileri de Bodrum’un daha sistematik bir biçimde tanıtılması için çabalara girerler. 1959 yılında Turizm Derneği kurulur (Mansur Coşar, 2015, 1972, s. 75). Bu dernek halkın turizme yönelmesine öncülük
92
yaparak ev pansiyonculuğundan otel işletmeciliğine uzanan yolun taşlarını döşer. Bu arada başta
Zeki Müren olmak
üzere
kimi
sanatçıların, edebiyatçıların,
akademisyenlerin ve iş insanlarının yılın belli dönemlerini kasabada geçirmeye başladığı gözlenir. Konukların iştahı ile halkın hoşgörüsü birleşince turizm olgusu Bodrum’un her evinde hissedilmeye başlanır. Bu hoşgörü ortamı da Bodrum’a gelen konukların artmasında son derece etkili olmuştur. Yaşadıkları yerlerde ciddi toplumsal baskılar altında yaşayan insanlar Bodrum’a geldiklerinde olağanüstü bir hoşgörü ortamının var olduğunu görünce yalnızca tatil geçirme değil yerleşme arzusu da yaşamaya başlamışlardır. Böylece Bodrum birdenbire ülkenin en çok merak edilen yerlerinden biri haline gelmiştir. Yabancı turistlerin de ilgisinin çoğalması üzerine ilçede irili ufaklı turistik tesisler açılmaya başlanır. Rüştü Gür’ün (2002, ss. 67,84) aktardığına göre Bodrum’a denizden gelen ilk yabancı turist kafilesi 1958 yılındadır. İlk turistik yatırımlar da 1966’daki Bardakçı Botaş Kamping ile 1967’deki Ortakent Kaktüs Motel’dir. Ardından toplu konut projeleri, tatil köyleri, büyük oteller ve marinalar devreye girer. Uzun yıllar boyunca birkaç küçük otel ve pansiyon dışında kayda değer turistik bir tesis yoktur. TMT Otel 1974’te, Seçkin Konaklar Apart Oteli 1975’te, Soytaş Tatil Köyü 1975’te, Milta Tatil Köyü 1984 yılında hizmete girmiştir. Ancak Bodrum’daki ilk önemli turistik tesis olarak Ak-Tur’dan söz etmek gerekir. Kurucusu ve fikir babası daha önce Kuşadası ve Burhaniye kaymakamlıkları yapan, oralardaki görevleri sırasında 1966’da Kuş-Tur’un, 1968’de de Burhaniye Ar-Tur’un (ilk adı Ar-Kent) kurulmasını sağlayan, daha sonra Muğla Valiliğine atanan Özer Türk’tür. Ak-Tur’un proje aşaması 1972 yılında başlamıştır. Tasarlayan ekip EPA Mimarlık (Ersen Gürsel, Nihat Güner, Mehmet Çubuk, Öcal Ertüzün)’tır. Sırası gelmişken şunu da vurgulamak gerekir: Bu ekip 1969 yılında uluslararası düzeyde yapılan “Side ve Çevresi Turizm Planlaması” yarışmasında birincilik ödülü aldığı için turizm planlaması konusunda adım atan ilk ekiplerdendir. Mimar Ersen Gürsel bu süreci anlatırken Türkiye’de tatil turizminin başlamasıyla birlikte hukuk alanında da bir tartışma başladığını, kıyıların kamusal kullanıma açılması konusunda ünlü hukukçuların yazılar yazdıklarını, kıyılardaki yapılaşma için yasal disiplin ihtiyacının doğduğunu vurgular (Gürsel, 2014). Nitekim 1972 yılında çıkarılan 1605 sayılı yasa ile 6785 sayılı İmar Kanunu’na eklenen 7. ve 8. maddeler yardımıyla kıyılara ilişkin ilk düzenleme yapılır. Bu yasaya 93
bağlı olarak 1975 yılında yayımlanan yönetmelikle de ilk kez “kıyı, kıyı çizgisi, kenar” gibi tanımlamalar devreye girer. Böylece denize bakan yamaçlarda devre mülk konutların ve tatil köylerinin önü açılmış olur. Burada üzerinde durulması gereken nokta, kıyıların turizme kazandırılması için kimi önemli hukukçuların yazdığı makale ya da köşe yazılarıdır. Bu yazıların bir amacı kıyıların kamuya açılması ise diğer amacı da yasal düzenlemenin olmamasından kaynaklanabilecek çarpık ve başıboş yapılaşmanın önüne geçmektir. 1968-1980 yılları arasında kaleme alınan bu yazılara Cevat Geray, Ümit Doğanay, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu ve İsmet Sungurbey’inkiler örnek gösterilebilir (Ağaoğlu, 1982). Kıyıların yapılaşmaya açılması, toplu konut yapımlarının çok hızlı bir şekilde yaygınlaşmasına yol açar. Yarımada’nın gözde ve ulaşımı kolay yerleri başta olmak üzere hemen her koyda siteler ve bağımsız konutlar yapılmaya başlanır. Son 10 yıllık dönemin (2008-2018) başlangıç ve bitiş yıllarında Bodrum genelinde yapı ruhsatı alan binaların sayısındaki kıyaslama aşağıdaki tabloda görülmektedir: Çizelge 4.1 : Bodrum Belediyesince verilen yapı ruhsatlarında bina cinslerine göre 10 yıllık değişim (URL-20). Yapı Sahipleri
2008
2018
Artış Oranı (%)
Genel Bütçeli Kurumlar
4
54
1250
Karma Bütçeli Kurumlar
1
-
0
Özel İdareler
3
-
0
Belediyeler
1
3
200
İktisadi Devlet Teşebbüsleri
3
-
0
Özel Teşebbüs
919
2008
119
Yapı Kooperatifi
16
6
-62
Aynı dönemde yapı sahiplerinin kimliğine ilişkin yapılan kıyaslama da Bodrum’a gösterilen ilginin niteliği konusunda oldukça açıklayıcıdır:
94
Çizelge 4.2 : Bodrum Belediyesince verilen yapı ruhsatlarında yapı sahiplerine göre 10 yıllık değişim (URL-20). 2008
2018
Artış Oranı (%)
Bir daireli binalar
405
720
78
İki daireli binalar
231
342
48
Üç ve daha fazla daireli binalar
160
226
41
Otel binaları
45
596
1220
Ofis (işyeri) binaları
73
39
-46
Toptan ve perakende ticaret binaları
29
50
72
Diğerleri
24
55
129
Bina Tipleri
Bu arada Bodrum ilçe merkezinde de konut ihtiyacı doğar. Barış Sitesi adıyla yapılan toplu konutlar ilçenin ilk yapı kooperatifidir (1975). Daha sonra buna Müze ve Kalekonut gibi siteler de eklenecektir (Şekil 4.2).
Şekil 4.2 : Kalekonut ve Müze Kooperatifleri, yıl 1999 (Özışık, 1999a). 1980 sonrası dönemde artan toplumda ikinci konut edinme isteğinden en çok etkilenen ilçelerden birinin Bodrum olduğu söylenebilir. Neredeyse toplumsal bir furya sayılabilecek bu yönelmede Bodrum’un ülke genelinde yaygınlaşan ve efsaneye dönüşen “imgesi”nin payı çok büyüktür. Bu imgenin oluşmasında coğrafi özellikler ve hoşgörü ortamının yanı sıra iklimsel koşulların çekiciliği de önemli rol oynamıştır.
95
Böylelikle ilçenin tamamı çekim merkezi haline gelmiştir. Dolayısıyla Bodrum’u hiç görmeyenler bile ekonomik güçlerine göre kooperatiflere üye olma, arsa ya da bina satın alma yoluna gitmişlerdir. İkinci konut edinmede başka yerlerde gündeme gelen ulaşım sorunu Bodrum için fazla engel oluşturmamış, 1997 yılında hizmete giren Milas-Bodrum Havalimanı da bu sorunun etkisini büyük ölçüde azaltmıştır. Öte yandan karayollarının eskiye oranla daha düzgün olması ve kişi başına düşen otomobil sayısındaki artış da önemli bir etkendir. Dolayısıyla ülkenin her yerinden gelen insanların öncelikle kıyı kesimlerinde, daha sonraki dönemlerde de iç kesimlerinde konut edindikleri gözlenmiştir. Bu durum ister istemez aşırı yapılaşmayı, doğanın zarara uğratılmasını ve altyapı yetersizliği sorununu gündeme getirmiştir. İkinci konutların otel turizmine göre daha uzun ve ucuz tatil sunması, kalabalık ailelere ve konuk ağırlamaya izin vermeleri ve kiraya verebilmeleri özellikleri Bodrum gibi tatil yörelerinde büyük bir şans olarak değerlendirildiği için herkesin şikâyet ettiği aşırılıkların önüne bir türlü geçilememiştir. İkinci konutların çoğalmasındaki bir başka etken de sık sık çıkarılan imar afları ya da bu konudaki beklentidir. Yürürlükteki imar planlarını göz ardı ederek veya denetimlerdeki yapılabileceğine
boşluklardan ilişkin
yararlanarak
beklentilerin
binalarda
gerçeğe
önemli
dönüştüğü
değişiklikler
görüldükçe
aşırı
yapılaşmadan çarpık yapılaşmaya doğru bir gidiş yaşanmıştır. Son olarak 18.05.2018’de yayımlanan ve kısaca “İmar Barışı” olarak adlandırılan kanunla da çok sayıda kaçak bina ve eklenti yasal hale getirilmiştir. 4.1.2 Küresel sermayenin yatırım odağı Bodrum İkinci konutlar 1980’li yıllarda geleneksel Bodrum evlerine yakın özelliklerde inşa edilirken zamanla biçim ve özellik değiştirmiş, 2000 sonrasında gösterişli villalara, sonra da rezidans adı verilen özel bir konut tipine doğru evrilmiştir. Bu durum da elbette inşaat maliyetlerini artırmış, ortalama insanın güçlü ya da küresel firmaların karşısında çaresiz kalmasına yol açmıştır. Dolayısıyla son 10 yıl içinde ulusal ya da uluslar arası ölçekte ve finansal gücü yüksek firmalar da otel ve konut yapımına ağırlık vermişlerdir. Aşağıdaki tabloda yeni yapılmış ve yapılması planlanan projeler gösterilmiştir.
96
Çizelge 4.3 : 2017 yılı itibariyle Bodrum’da planlama ve yapım aşamasındaki oteller (URL-21). Şirket
Oda/Yatak sayısı
İşletmecisi
Timur Gayrimenkul
Projenin/otelin yeri Yalıkavak
70 odalı
Altunbüken Holding
Mazı
200 yataklı otel
Aksoy Holding MYC Partners
Tilkicik koyu Adabükü
50 süit butik otel 91 odalı otel
Çağdaş Holdng
Yokuşbaşı
65 oda ve suit
Banyan Tree Relux Marina & Spa Proje aşamasında Lux Resort Hotels Swissotel Bodrum Hill
Paramount Licensing Inc. – PHR FZ-LLC ortaklığı
Torba
134 süitli otel
Akfen İnşaat
Bodrum
Seba İnşaat-Gülden Türktan
Küçükbük
Seba İnşaat
Gündoğan
Seba İnşaat
Yalıkavak
MYC Partners
Kıyıkışlacık
Mar Yapı
Yalıkavak
Mar Yapı
Gündoğan
Mar Yapı
Milas
Tanfer Klinik
Türkbükü
Birleşik Gayrimenkul
Yalıkavak
Ağaoğlu
Yalıçiftlik
DAP Yapı
Yalıkavak
Gülman Group
Milas
Gülman Group
Yalıçiftlik
Gülman Group
Gümbet
35 Villadan oluşan otel 32 odalı,100 yataklı 30-40 odalı rezidans 30-40 odalı rezidans Planlama aşamasında Planlama aşamasında Planlama aşamasında Planlama aşamasında Tıp merkezine hizmet verecek butik otel Planlama aşamasında Planlama aşamasında Rezidanslara hizmet verecek otel Planlama aşamasında Planlama aşamasında Planlama aşamasında
Açılış tarihi 2018 Belli değil Belli değil 2017 2018
The Bodrum by Paramount Hotels
2017
Bodrum Loft
2019
Gliss Otel
2018
Proje aşamasında
Belli değil
Proje aşamasında
Belli değil
Planlama aşamasında Planlama aşamasında Planlama aşamasında Planlama aşamasında
Belli değil
Planlama aşamasında
Belli değil
Planlama aşamasında Planlama aşamasında
Belli değil
Proje aşamasında
Belli değil
Planlama aşamasında Planlama aşamasında Planlama aşamasında
Belli değil
Belli değil Belli değil Belli değil
Belli değil
Belli değil Belli değil
Hızlı bir büyüme sürecine giren Bodrum’da sosyo-ekonomik yapıyı değiştiren bir başka olgu da iç göçün artmasıdır. Yarımadanın neredeyse her koyunda inşaat sektörünün lokomotif işveren olması ve sektörün değişik iş kollarını besleyen niteliği dolayısıyla da Bodrum, küçük esnaf ve teknik elemanlar için cazibe merkezi haline gelmiştir. Yerli halkın doğurganlık hızının düşüklüğüne karşı gelenlerin çok çocuklu olması ve iç göçün artan ivmesi, ilçenin sosyolojik yapısını da değiştirmiştir. 97
Emre Kongar’a (1999) göre Türkiye’de inşaat sektöründe ve yaratılan rantta yaşanan talan ve gasp anlayışı Bodrum’a da yansımıştır. Ancak bunun nedeni yalnızca göç değildir, yapılaşma yaygın rüşvet ve mafyatik ilişkiler ağı sonucu yönetilmekte; kişiler yaptıklarına meşruiyet kazandırmak için siyaseti kullanmaktadır. Kongar bahsettiği topluma egemen yağmacı kültürün siyasetin yapısıyla bütünleşip eklemlendiğini, siyasi partilerin oligarklaşmış yapıları nedeniyle bu sistemin kırılmasının çok zor olduğunu ve planlamanın buna çözüm olamayacağını iddia etmektedir (Kongar, 1999, s. 33). Bodrum’da sosyo-ekonomik yapıyı değiştiren en önemli olgulardan biri de ilçeye küresel sermayenin girmesidir. Bunun da merkezinde ülkede ve dünyada özellikle 1980 sonrası yaygınlaşan tüketim kültürü yer almaktadır. Baudrillard bu durumu çarpıcı bir şekilde belirtir: Bütün toplumlar her zaman zorunlu harcamalar ötesinde har vurup harman savurmuş, harcamış ve tüketmiştir, çünkü toplum gibi birey de sadece var olmadığını, ama yaşadığını aşırı, gereğinden fazla bir tüketimde hisseder. (…) Demek ki, bu var olma değeri, bu yapısal değer ekonomik değerlerin kurban edilmesini içerebilir (Baudrillard, 2008, ss. 41,42).
İşte bu tüketim tutkusu Bodrum’da kendisini çok çarpıcı biçimde göstermektedir. Türkiye’de ilçe düzeyinde ilk açılan AVM olan Oasis 07.4.1998’de hizmete girmiştir. Daha sonra Ortakent Midtown (28.6.2012) ve Avenue Bodrum (01.6.2013) ile bu sayı üçe çıkmıştır. Bu alışveriş merkezlerine üç ayrı marinadaki mağazalar da eklendiğinde oluşan tüketim ekonomisi daha belirgin hale gelecektir. Bu konuda verilebilecek bir başka çarpıcı örnek de Bodrum genelindeki Migros market sayısıdır. İlçe bazında yapılan Migros market sayısında Bodrum ilçesi İstanbul/Kadıköy (58), Ankara/Çankaya (57), Antalya/Muratpaşa (38) ilçelerinden sonra 34 marketle 4. sırayı almaktadır (URL-22). Ancak ilçe nüfusları baz alınarak oranlama yapıldığında ise 5000 kişiye 1 market düşen Bodrum 1. sıraya yükselmektedir. Bu durumu da ilçenin yaz nüfusunun artmasıyla açıklamak tek başına yeterli değildir, tüketim ekonomisinin büyüklüğünü de hesaba katmak gerekir. Her yıl ulusal tatillerde yüzbinlerce ziyaretçi yaklaşık bir haftalık bir zaman aralığı içerisinde Bodrum’a akın etmekte, bu nedenle uzun araç kuyrukları oluşmaktadır (Şekil 4.3).
98
Şekil 4.3 : Bodrum’da yoğun dönem tatil trafiği (URL-23). Marinalar da Bodrum’un sosyo-ekonomik yapısında etkili olan kurumlardan biridir. Milta Marina 1976’da T.C.Turizm Bankası işletmesi olarak Turban Bodrum Marina adıyla açılır. Turgutreis’teki D-Marin 2003 yılında Doğuş Holding tarafından hizmete sokulur. Yalıkavak Palmarina ise 2004 yılında Jeff Kamhi tarafından açılır. 2018 yılında The Yacht Harbour Association (TYHA) tarafından ‘Yılın Süper Yat Marinası’ kategorisinde Altın Çapa ödülüne layık görülen bu marina, dünyanın en zengin iş insanlarının mega yatlarını Bodrum’a çekerek Bodrum’un turizmde küresel bir oyuncu olma arzusunu gerçekleştirmeye katkıda bulunmaktadır (URL-24). 4.1.3 Bozulmanın karşısında planlama çalışmaları Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre planlama; “Hükûmet tarafından ulaşılacak amaçları belirleyen, tarım, ulaşım, sanayi vb. kesimlerdeki artış ölçüsünü tespit eden ve uygulanması gerekli çareleri önceden gösteren ekonomik, sosyal programın belli süreler için hazırlanması işi,” anlamına gelmektedir. Bu bağlamda Bodrum’da da 1940’lı yıllardan itibaren bazı planlamalar yapılmış, yönetmelikler hazırlanmıştır. Bunların belli başlı olanları şunlardır (Kutluay, 2007, ss. 85,86): •
1946 (1948) Bodrum İmar Planı -Yük. Mim. Mithat Yenen ve Yük. Mim. Cevat Erbel)
•
1969 Bodrum İmar Yönetmeliği (06.02.1969 tarih ve 13210 sayılı Resmi Gazete)
•
1971 – Bodrum Çevre Değerleri ve İmar Planı Hakkında Not (Necva-Tuğrul Akçura. 1974 İller Bankası Planı için hazırlık.) 99
•
1971- Halikarnassos Sahil Milli Parkı Uzun Devreli Gelişme Planı
•
1974 - İller Bankası Planı (ayrıca 1/25000 Çevre Düzeni Planı)
•
1982 - Bodrum İmar Planı (Turizm Bakanlığınca hazırlandı, İmar İskân Bakanlığınca onaylandı. 05.7.1982)
•
1982 - Bodrum Belediyesi - Bodrum İmar Yönetmeliği
•
1987 Bodrum Kuzey Yerleşmeler (Gölköy, Torba, Gündoğan, Türkbükü, Gökçebel, Yalıkavak)
•
1991 Bodrum Yarımadası Çevre Düzeni Planı (İmar ve İskan Bakanlığı)
•
1991 ve 1998 İmar Planı revizyonları
•
2003 Bodrum Koruma Amaçlı İmar Planı (Saadettin Gündüz), 2004’te revize edilmiştir
•
2016 Muğla ili 1/25000 Nazım İmar Planı (Muğla Büyükşehir Belediyesi olduktan sonraki çalışma)
Bu planların içinde Bodrum’daki yapılaşmayı en çok etkileyen 1982 yılında Turizm Bakanlığınca hazırlanıp 1983 yılında İmar ve İskân Bakanlığınca onaylanan İmar Planı olmuştur. Ne var ki bu planda yıllar içinde kesin sayısı tam olarak saptanamayan birçok değişiklik yapılmış olması belli bir düzenin oluşmasını engellemiştir. Şehir plancısı ve akademisyen İbrahim Bakır bu plandaki karmaşıklığı şöyle ortaya koymuştur: 1989’da Kuzey İlave, Doğu İlave, Batı İlave, yeni Bodrum (toplu konut alanları) doğal sit alanları planları, arkeolojik alanlar planları ve mevzii planlar olmak üzere toplam 14 adet ilave planlama çalışması ile ilgili kurullara yansımayan 165 adet plan tadilatları yapılmıştır. 30 paftadan oluşan çekirdek plan zamanla, bu planla yeterince entegre edilmemiş paftalardan oluşan, parçalı planlama anlayışının ortaya çıktığı görülmüştür. 400 adet sayısal ortamda hazırlanmamış imar paftası, sayısallaştırılarak sağlıklaştırılıp 47 adet imar planı paftası elde edilmiştir (Bakır, 2008).
Sözü edilen planda yapılan bu değişikliklere ek olarak 1999 yılında düzenlenen Belediye Kanunu gereğince yarımadadaki belediye sayısı birdenbire 4’ten 11’e çıkarılmıştır. “11 belediyenin yer aldığı Bodrum Yarımadası’nda üst ölçekte plan sorunu devam ederken; Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ile Çevre ve Orman Bakanlığı arasında plan yapımında yetki karmaşası meydana gelmiş ve hukuki bir boyuta taşınmıştır. 04.3.2005 tarihinde ise İl Özel İdaresi Kanunu’nun yürürlüğe girmesi ile üst ölçekte plan yapımı daha da karmaşık bir hale gelmiştir.” (Tekin ve diğ, 2008). Bu belediyelerin 6360 sayılı kanun gereğince 30.3.2014 seçimleriyle birlikte 100
kapatılmasının ardından tek belediye ile yönetilen Bodrum’da planlama konusunda çalışmalar yapan şehir plancısı Semra Kutluay, çok belediyeli döneme ilişkin 51 adet plan saptandığını belirtmiştir (URL-25). Sonuç olarak vurgulamak gerekir ki Bodrum Yarımadası hiçbir dönemde net ve düzgün bir planlama ile yönetilmemiştir. Bu yüzden de yarımadanın hemen her yerinde farklı kurallar ve uygulamalar devreye girmiş, kişisel çıkarlar ve kayırmalar belirleyici olmuş, belli bir bütünlük sağlanamamıştır. 4.2 Bodrum Yarımadası’nda Mimari Dokunun Gelişimi Bodrum Yarımadası’nda geleneksel konut mimarisi Akdeniz ve özellikle Ege mimarlık kültürünün bir uzantısıdır. Batı Anadolu kıyılarından, On İki Adalar ve Kiklad Adalarına yayılan geleneksel taş konut mimarisi, Bodrum Yarımadası’nda da yaygın olarak varlığını sürdürmüştür. Bodrum yüzyıllar boyunca Anadolu’nun iç kısımları ile kara bağlantısının zayıflığı sebebiyle ticari ilişkilerini deniz yoluyla ve doğal olarak Ege Adaları ile gerçekleştirmiş, kültürel alışverişini deniz yoluyla yapmıştır. Cumhuriyet dönemine kadar varlığını sürdüren Rum nüfusun etkisiyle, Bodrum Yarımadası’ndaki geleneksel konut yapım teknikleri, On İki Adalar ve Kiklad Adaları’ndaki geleneksel konutlarla benzerlikler gösterir. Bölgenin iklimine, topoğrafyasına ve yaşam biçimlerine göre şekillenmiş prizmatik konut kütleleri, kullanılan yapı malzemelerindeki benzerlikler sonucu ortak bir mimari dil paydasında şekillenmiştir. Akdeniz, kıyılarında ticaretin ve kültürel geçişkenliğin temelinin atıldığı ve geliştirildiği uluslaraşırı bir uygarlık yaratmıştır. Bu uygarlığın bugün de tüm Akdeniz havzasında görülebilecek antropolojik dışavurumlarının belki de en görüneni, mimarlıktır. Bu mimarlık, yüksek kültürün değil, yüzyıllar boyunca birikmiş kolektif bir kültürün sonucu olarak vernakülerin ve tekrar edenin sivil mimarisidir. Fakat bu mimari, bir miti de beraberinde yaratmıştır. Oluşan Akdeniz mitinin yaydığı yanılsama, aslında, geçmişin günümüzdeki tarihötesi temsilidir. Bu temsil, tarihsel gelişmelerden ve değişimlerden bağımsız olarak zarif bir ebedilik varsayımı ile bir uyum arzusu yaratır. Bu mitsel basit ve uyumlu yapılaşma arzusu ve saf Öklid hacimlerinin yarattığı sembolik ifadeler, sanki Odisseus’un öyküsünde olduğu gibi sirenlerin ilahi şarkılarıyla tüm Akdeniz kıyılarında yankılanmıştır. Akdeniz miti
101
mimarları da kendisine çekmiş, özellikle modernist mimarları derinden etkilemiştir (Gravagnuolo, 2010, s. 16). Hâlbuki Braudel’e (2015, 1985, ss. 10,11) göre Akdeniz “binbir şeyin hepsi birden”dir. “Bir manzara değil sayısız manzaralar. Bir deniz değil sayısız deniz. Bir uygarlık değil, birbiri üzerine yığılmış birçok uygarlık”. Akdeniz’i gezen kişi halen varlığını sürdüren eski dokunun yanında yeniyle buluşur. Braudel bu duruma, zamanda dondurulmuş gibi görünen Venedik’in yakınındaki modern sanayi yerleşimi Mestre’yi ve Odisseus’un teknesinin tıpatıp aynısı olan balıkçı kayıklarıyla aynı denizi paylaşan kocaman tankerleri örnek gösterir.
Şekil 4.4 : Bodrum’da örnekleri görülen geleneksel yapıların malzemelerine göre Akdeniz çevresine yayılmasını gösteren haritalar (URL-26) (düzenleyen, Atilla 2019).
102
Mimarlıkta Akdenizlilik’ten beslenme ve Akdeniz çevresindeki mimari birikimden faydalanarak mimari kodlar üretme çabası, Aydınlanma düşüncesinin gelişimiyle örtüşür. Antik Roma ve Yunan klasik medeniyetini incelemeye yönelen Avrupalı aydınlar ve mimarlar, İtalya ve Akdeniz kıyılarında gerçekleştirdikleri Grand Tour adı verilen geziler sonucunda Avrupa neoklasisizmini ortaya çıkarmışlardır. Bu dönemde daha çok antikitenin anıtsal yapıları önemsenerek dönemin mimarisi taklit edilirken, bir süre sonra mimarlar pitoresk Akdeniz vernaküler konut mimarisine ilgi duymaya başlarlar. Örneğin Berlin’de, cephesinde Yunan stoasını yorumlayan neoklasik anıtsal bir yapı olan Altes Museum’un mimarı Karl Friedrich Schinkel, yalnızca klasik Yunan ve Roma mimarisini yorumlamakla kendini sınırlandırmamış; 1803 ve 1805’te gerçekleştirdiği turlarda Akdeniz vernaküler mimarlığından edindiği kodları Kuzey Avrupa’da konut tasarımlarında uygulama fırsatı bulmuştur (Bergdoll, 2010). Schinkel’den bir yüzyıl sonra, yine Akdeniz’i inceleyen Adolf Loos ve Le Corbusier gibi isimler, Akdeniz vernakülerinden edindikleri kodları kendi modernist mimarlıklarında uygulamışlardır. Gravagnuolo
(2010,
s.
22),
Loos’un
Akdeniz’den
esinlendiği
ilkelerinin
gerçekleşmemiş bir proje olan Villa Moissi’de görülebileceğini iddia eder. Projede cepheye yerleşmiş açık merdiven, pergolalı teras, güney cephesinde küçülen açıklıklar gibi izler okunabilmektedir. Gravagnuolo’ya göre Loos için beyaz renk sadece iklimsel ve bölgesel sınırlara tabi değildir, daha çok klasik olanın ebedi mevcudiyetini algılamış “modern”in bir temsilidir (Şekil 4.5). Le Corbusier ise 1911’de çıktığı Doğu Seyahati’nde Balkanlar, Türkiye, Yunanistan ve İtalya’da çeşitli bölgeleri inceleme fırsatı bulmuştur. İstanbul’un silüetini ve sokaklarını, Yunan klasik mimarisini ve konut mimarisini, İtalya’da Roma mimarisini incelemiştir. Akdeniz mimarlığındaki basitlik, uyum, Öklidyen denge, arkaik ve ilkel hacimleri
çok
önemsemiş,
mimarlığını
geliştirirken
bunları
kullanmıştır.
Gravagnuolo’ya göre çift yüzlü tanrı Janus gibi antik ve modern arasında diyalektik bir ilişki yaratmaya çalışmış; antik olanın uyumunu yeni endüstriyel dünyayı anlamak ve domine etmek için kullanmaya gayret etmiştir. Simetri yerine uyumu tercih etmiş, tasarımlarında “düzenleyici çizgiler” kullanarak Yeni-Pisagorcu aritmetik temeller inşa etmeye çalışmıştır. Le Corbusier’in bu oransal arayışları “Modulor” çalışmalarında doruğa çıkacaktır (Gravagnuolo, 2010, ss. 29-34). Temmuz 1965’te,
103
Akdeniz’in dalgalarında hayatını kaybetmeden birkaç gün önce tuttuğu notlarda Akdeniz’in kendisi üzerindeki etkisini şöyle kaydeder: Onca yıldır her yerde bulundum. Kıtalar boyunca seyahat ettim. Fakat yalnızca tek bir derin bağlılığım oldu: Akdeniz. Ben bir Akdenizliyim, oldukça… Akdeniz, Biçimin ve ışığın kraliçesi. Işık ve mekân… Yaratımlarım, köklerim sevmeyi hiçbir zaman bırakmadığım bu denizde bulunmalılar… Hareketin denizi, ve sonsuz ufkun (Le Corbusier, 1965; alıntılayan Gravagnuolo, 2010, s. 33).
Şekil 4.5 : Adolf Loos’un Villa Moissi maketi (URL-27). Modernist mimarlığın alamet-i farikalarından biri de beyaz renk olmuştur. Mark Wigley (2012) “farklı mimarları ve binaları bir araya getiren bir ilkeler ve uygulamalar bütünü olarak ‘modern mimarlık’ diye bir şeyden söz edebiliyorsak, bu paylaştıkları beyaz duvarlar yüzündendir” der. Wigley’e göre beyaz duvara “nötr”, “saf”, “sade”, sessiz”, “boş”, “yalın”, “çıplak”, “düz”, “açık” gibi özellikler atfedilir; ancak beyaz duvar saf ve sessiz olmanın ötesindir, mimar için oldukça şey söyler. Boş değildir, bir hareketin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. “Modernist mimarlık asla basitçe beyaz değildir” der Wigley; O’na göre beyaz duvar imgesi bir tür arzu işaretidir. Beyaz duvarlar, 19. yüzyılın hantal binalarının giysilerini üzerlerinden çıkartıp atan modernistlerin binaların çıplak iskeletinin üstüne giydirdikleri örtülerdir (Wigley, 2012). Wigley’e göre Le Corbusier beyaz “tutkunudur”. Le Corbusier’e göre de beyaz boya ahlakidir. Çürümeyi, bozulmayı gösterir; camların metal çerçeveleri paslandıkça beyaz boya, duvarları görünür hale getirmeye başlar. Beyaz duvarlarla Makine
104
Çağı’nın kesinliğiyle Akdeniz yerel mimarisi özdeşleştirilir. Gardiner de (1974) beyazlığın Akdeniz köyündeki geleneksel yapılar arasında kurduğu bağlantıyla, modernist mimarlığın beyaz üzerinden tanımlanmasını karşılaştırır: Beyaz-boya Akdeniz’in ada köylerindeki yapılar arasında görsel bir bağdır; insanları bir arada tutan temel ihtiyaçlar gibi, beyaz-boya da estetiği bir arada tutar… Bu nedenle beyaz, Le Corbusier’nin erken dönem yapıları arasındaki bağı oluşturur. Benzer bir şekilde, beyaz 1920’lerin ve 1930’ların Avrupa modern mimarlık hareketlerinin tümünü birbirine bağlayan, resmin bütünlüğünü sağlayan motif haline gelir (alıntılayan Wigley, 2012).
Modernist mimarlığın çıkış noktası olan Akdeniz vernaküler mimari ürünlerinin belki de en sade tiplerinden birisi Bodrum Yarımadası’ndaki konut mimarisidir. Bodrum’da geleneksel konutta aynı Wigley’in dediği gibi modernizmi temsil eden beyaz duvar üzerinden gelişen, bu duvardan ibaret bir geleneksel konut mimarisi bulunur. Kireçle boyanmış taş duvarlar üzerine açılmış küçük pencere boşluklarının prizmatik yapıların dört cephesini, benzer taş malzemeden inşa edilmiş ve yer yer beyaza boyanmış dış duvarların da sokak perspektifini tanımladığı örüntü; duvar arketipi üzerinden bir mimari kimlik tanımlar (Şekil 4.6). Bodrum Yarımadası’ndaki betonarme binalarda kullanılan beyaz badanalı duvarlar ise, geleneksel mimarinin elle dokunulabilir, hissedilebilir pürüzlülüğünün dönüşümü sayılabilir. Bu da bir bakıma Modernizm’in makine estetiğine yaklaşmak anlamına gelir.
Şekil 4.6 : Bodrum’da geleneksel yapılarda duvar dokuları (Bektaş, 1996, 1979).
105
Bodrum’da geleneksel konut örüntüsü, Yarımada’nın farklı bölgelerinde kendisini göstermiştir. Akdenizliliğin ve On İki Adalar çevresi konut dokusunun uzantısı olan geleneksel doku, Bodrum ilçe merkezinin yanı sıra, Turgutreis-Akçaalan, OrtakentMüsgebi, Yalıkavak-Sandıma gibi önemli bölgelerde de turizm öncesindeki yapılaşma karakterini oluşturmuştur. Bu taş yapılar, kullanıcılarına ve kullanım biçimlerine göre farklılıklar göstermektedirler. Buna rağmen Bodrum Yarımadası’nda yaygın olarak bulunan konut tipleri üzerinde çalışmalar yapılmış ve turizmin gelişme döneminde betonarme yapılarda uygulanacak imar yönetmelikleri belirlenmiştir. Böylelikle Bodrum merkezindeki geleneksel konut tiplerinden türetilmiş imar kuralları, yarımadanın tümündeki yapılaşmanın esaslarını oluşturmuştur. Çalışmanın bu bölümünde Bodrum’da geleneksel konut tipleri ve bu tiplerin imar planlarında yarattığı stereotip uygulamalar sonucu oluşan mimari doku ele alınacak, Bodrum Yarımadası’nda konut mimarisinde 1970’lerin sonundan günümüze gelen süreç, genel hatlarıyla incelenecektir. Koruma amaçlı imar planları sonrasında oluşturulan, yukarıda bahsedilen modernist mimarlık diline de uyum sağlayan turizm amaçlı inşa edilmiş ikinci konutların tanımladığı mimari dokunun gelişiminde yaşanan kırılmalar ve bu kırılmaların nedenleri aranacaktır. Bu aşamada imar kurallarının ve yerelliğin ortaya çıkardığı dışsal kısıtlar sonucu ortaya çıkan mimarlık ortamı önemsenmiştir. Bodrum Yarımadası’nda kısıtlı yapılaşma, mimari biçimin farklılaşma hızında bir yavaşlama ve mimari dilde biçimsel bir süreklilik yaratmış olsa da yapılaşma koşullarının, yapı malzemelerinin ve yapım teknolojilerinin gelişimiyle mimari üretim hızının artması sonucu, yarımadanın kentsel dokusundaki değişim oldukça dramatik olmuştur. Bugün Bodrum’a Halikarnas Balıkçısı’nın “Merhaba!” diyerek gelenleri karşıladığı Yokuşbaşı’ndan giriş yapanlar, geleneksel konutun yarattığı orijinal dokuyu fark edemezler (Şekil 4.7 - Şekil 4.8). 1970’lerden beri mimari kimliği korunmaya çalışılan bir yerde mimarlıktaki değişim artık geleneksel doku üzerinden değil, koruma sonrası ortaya çıkan modern yapılardaki değişim üzerinden aranmalıdır. Bu sebeple bu bölümde öncelikle Bodrum üzerine yapılan tipolojik çalışmaların sonucunda ortaya çıkan imar kuralları incelenecek; Bodrum evinin imgesindeki değişimi etkileyen mimari eleman kullanımındaki kısıtlardaki değişimler deşifre edildikten sonra, Bodrum’da gerçekleşmiş mimari
106
pratikler üzerinden yaşanan tekrarlar ya da farklılaşmalar kısıt teorisinden alınan referanslar ışığında incelenecektir.
Şekil 4.7 : Bodrum Kalesi ve çevresi. Yıl 1967, fotoğraf Ara Güler (URL-28).
Şekil 4.8 : Bodrum Kalesi ve çevresi. Yıl 1999, fotoğraf (Özışık, 1999a).
107
4.2.1 Geleneksel kodlar Bodrum Yarımadası’nda geleneksel konut mimarisi, 1970’lerden itibaren detaylı çalışmalara konu olmuştur. Bu konudaki ilk çalışmalardan biri Tuğrul ve Necva Akçura’nın başında bulunduğu ekip tarafından İller Bankası için hazırlanmıştır. Bu çalışma Mimarlık Dergisi’nin Ağustos 1972 sayısında yayımlanmıştır. Ayrıca Cengiz Bektaş’ın 1974-1975 yılları arasında yaptığı çalışma ve sonrasında kendi eskizleri ve Selmin Başak’ın fotoğraflarıyla “Halk Yapı Sanatından Bir Örnek: Bodrum” adıyla yayımladığı kitabı (1979), Bodrum mimarisi üzerine sıkça referans verilen çalışmalardandır. Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve Columbia Üniversitesi’nden bir grup öğrencinin Bodrum Turguteis’te 1974 yılında gerçekleştirdikleri; tarihsel süreci, mimari dokuyu, gündelik hayatı ve bu hayatın mimariye yansımalarını analiz ettikleri çalışma da, Suha Özkan ve Richard Plunz tarafından Turgutreis 1974 adıyla 2016 yılında yayımlanmıştır. 2000’lerin başında ise Nezih Aysel, Bodrum Ortakent’te geleneksel konut dokusu hakkında çalışmalar gerçekleştirmiştir. Bodrum’da turizm faaliyetlerinin başlaması ile yaşanan sosyo-ekonomik değişimlerin ilk dönemi, mimarlıkta bölgeselcilik kavramlarının ortaya çıkış dönemi ile çakışma göstermiştir. Geleneksel konut tiplerinin dönemin mimarları tarafından tanınması, önemsenmesi ve incelenmesi sonucunda 1970’li yıllarda yapılan çalışmalar, giderek bozulmaya uğrayan mimari karakteri korumak için hazırlanan planlara öncü bilgiler oluşturmuştur. 4.2.1.1 Tuğrul ve Necva Akçura’nın çalışması Akçuralardan çalışmayı yapmalarını talep eden kurum İller Bankası’dır. Bodrum’a erişimi kolaylaştıran karayolu ağının gelişmesi sonucu artan turizm faaliyetleri yüzünden geleneksel yapıların yıkılması ve yerlerine uyumsuz yapıların yapılması, kent imgesine zarar vermeye başlamıştır. Akçuralara göre (1972) “Bodrum’u özellikle ilginç kılan şehrin fiziki özellikleri kendi yarattıkları turizm faaliyetinin etkisiyle bozulmakta ve kasaba bu açıdan çekiciliğini kaybetmek tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaktadır”. Çalışma, Bodrum merkezindeki mimariyi ve kentsel dokuyu; yapı tipleri, yeşil eleman, avlular ve sokaklar, tarihi eserler, özel şehir bölümleri olmak üzere beş ana başlık altında tanımlamış, daha sonra tedbirler başlığı altında koruma ilkeleri ve koruma kararları önermiştir.
108
Yapı tipleri 3 ana grupta toplanmıştır. Yapılar ölçü, plan tipleri, açıklıklar ve bahçeyle ilişki gibi nitelikleriyle değerlendirilmiştir. 1) Düz damlı, taştan yapılmış tipik Bodrum evleri Ölçü: 1 ya da 2 katlı. İç genişlikleri [(3.2-3.6 m x 5.2-6.5 m], duvar kalınlığı ile dış ölçüleri yaklaşık (5 m x 8 m)’dir. Plan tipi: Bu tip evler dikdörtgen plana sahiptir. Dar cephelerinde ocak bulunur. Eğer ev iki katlı ise ortada merdiven vardır. Bazı evlerde ikinci kattan 1 m yükseklikte musandıra bölümü bulunur. Evlerin planlarındaki değişimlere rağmen kütleleri ve dış cepheleri özdeşlik gösterir. Yapı malzemesi ve inşaat tekniği: Genel malzeme moloz taştır. Eğer boyandılarsa beyaz badananın ardından taş dokusu kendini belli eder. Bazılarında duvar tamamen sıvanarak düz bir yüzey elde edilmiş, bazılarında ise moloz taşlar derzle çevrelenmiştir. Düz damlıdır, çatının köşelerinde üçgen çıkıntılar bulunur. 5 Açıklıklar: Kapılar geniş cephededir. Pencere sayısı alt katta daha az ve küçüktür. Yukarı katlarda pencere sayısı dar cephede en fazla 2, geniş cephede 4’tür. Pencere en boy oranı 3/5’tir ve ölçüleri (70 cm x 100 cm)’yi geçmemektedir (Şekil 4.9). 2) Kule evler Ölçü: Yarım katlarla birlikte 4 kata kadar çıkabilirler. En ve boyları diğer evler gibi dıştan 5 m x 8 m’dir. Plan tipleri: Ahşap merdivenlerle bağlanan yarım katların yarattığı çok zengin bir iç mekâna sahiptirler. Temel olarak zemin katında ahır bulunan yüksek musandıralı evlerdir. Yapıların girişleri birinci katta olabilir, girişin ahşap bir köprüyle yapıldığı tarihi versiyonlarının bulunduğu rivayet edilmektedir. Yapı malzemesi ve inşaat tekniği: Moloz taş kullanılmıştır. Yer yer antik kalıntılardan alınmış kesme taşlar da kullanılır, dam daima düzdür. Açıklıklar: Açıklıkların sayısı daha azdır, ölçüleri diğer evlerden daha küçüktür. Açıklıklarda 3/5 oranı genelde korunur.
Kumbille, gumbile ya da kunila adı verilen bu elemanlar, muhtemelen klasik Yunan mimarisindeki acroterium elemanının yorumlanmasıdır (Özkan & Plunz, 2016, s. 321).
5
109
3) Diğer ev tipleri Daha geç evrelerde yapılan evlerdir, çatı ya da balkon bulunabilir; ancak yukarıda gösterilen iki ev tipiyle genel ölçüler, açıklıklar, yapı malzemesi bakımından benzeşerek imgesel bağı sürdürmektedirler.
Şekil 4.9 : Tipik ev (Akçura ve Akçura, 1972).
110
Akçuralar bu tipleri özetledikten sonra, Bodrum ilçe merkezindeki peyzaj dokusunu da hesaba katarak koruma bölgeleri belirlemişlerdir. Bu bölgelerde çalışılan çevre değerleri sonucunda Bodrum için bir dizi “koruma ilkeleri” ve “koruma kararları” önerirler. “Sahil bandı, Rum mahallesi, Türk mahallesi” olarak ayrılan bu bölgelerde, kentsel dokudaki karakteristiklere göre alınan kararlar ufak değişiklikler gösterir. Akçuralar bu kararlar aracılığıyla yeni yapılacak yapılarda ya da tamir edilecek geleneksel konutlarda biçimsel özelliklerini belirleyen birtakım kısıtlar ortaya koyarlar. Kısıtların genel hatları -ufak değişiklikler göz ardı edilirse- genel olarak şöyledir: •
Yapı yükseklikleri 8 m’yi geçmemelidir.
•
Yapıların sahil cepheleri genişliği 5 m’yi geçmemeli, eğer geçerse 5 m’lik bölümlere ayrılmalıdır.
•
Her bir cephedeki pencere ve kapı açıklıkları toplamı, cephe alanının %15 ya da 25’ini geçmemelidir. Ticari fonksiyonlarda zemin katta bu kısıt aranmaz.
•
Pencerelerin en boy oranı 3/5 olmalıdır, her bir pencere alanı 1 m2’den büyük olmamalıdır.
•
Cumba, balkon gibi çıkıntılar yapılmamalıdır. Yapılmasına izin verilen bölgelerde cephe uzunluğunun 1/3’ünü geçmemelidir.
•
Yapılar düz dam ile örtülmeli, çatı yapılmamalıdır.
•
Dış cephe geleneksel malzemeler ya da düz sıva ile sıvanmalı, eğer sıva beyaz değilse beyaz badana yapılmalıdır.
•
Bölgede belirlenen konut dokusuna göre TAKS ve KAKS değerleri belirlenmiştir. Örneğin sahil bandında bitişik nizam sıkışık bir doku olduğu için belirli bir değer belirlenmemiş; Rum (Giritli) mahallesinde daha sıkı bir kentsel doku olduğu için %60 olan TAKS değeri, Türk mahallesinin yeşil alanlar içinde ve çıkmaz sokaklar üzerinde daha seyrek dağılmış yapılardan oluşan dokusu için belirlenmiş %15 TAKS değerinden yüksektir.
Akçuraların bu çalışması Bodrum için daha sonraki yıllarda hazırlanmış tüm koruma amaçlı imar planı çalışmaları için bir ana kaynak olması nedeniyle oldukça önemlidir. Bodrum Yarımadası’nın tümünde yapılaşma çoğaldıkça, Bodrum ilçe merkezinin mimari dokusundan türetilmiş bu kısıtlar, tüm yarımadadaki yapılaşmayı belirlemişler, yarımada boyunca homojen bir mimari dokunun oluşmasına yol açmışlardır.
111
4.2.1.2 Cengiz Bektaş’ın Bodrum evleri çalışması Cengiz Bektaş (2001, ss. 23, 24) geleneksel yapım teknikleri ile inşa edilmiş yapıları tanımlayan “vernaküler”, “kırsal”, “spontane” ya da “mimarsız” mimarlık gibi deyişler yerine, “halk yapı sanatı” ifadesini kullanır. Bektaş’ın tanımladığı halk yapı sanatı halkın kendi olanakları ve gereksinimlerine yönelik ürettiği, geçmiş kültür birikimine ve gelenek çizgisine eklemlenen yapılardır. Bu yapılar, kolektif bir olayın ürünüdür. Katkılara, gelişime açıktır, katılımcıdır. Bektaş Bodrum halk yapı sanatını çalışmanın mimarlara çok şey katacağı inancıyla, ilk olarak 1974 yılında Uluslararası 1. Folklor Kongresi’nde sunuş yapmak üzere incelemeye başlamıştır. Bektaş, Bodrum merkezindeki mimari dokuyu, “çakıl taşları gibi, sanki birbirine sürte sürte oluşmuş, apak, ne yönden bakarsanız güzel evler, güzel oranlı pencereler…” diye tanımlar (1996, 1979, s. 47). Bodrum evlerinin birbirleriyle saygılıca bir araya gelişlerinden ve kümelenip bütünleşmelerinden övgüyle söz eder. Sokakların kesitleri ve perspektifleri çok zengin görüntüler sunar; taş kaplı sokaklar, bahçe duvarları, oranlı pencereler ve kapılar, duvarlardan sarkan çeşit çeşit çiçekler ve ağaçlar Bektaş’ı çok etkiler. Ancak her ne kadar 1970’lere kadar “az gelişmiş” olan Bodrum, “az dokunulmuş ve az bozulmuş”sa da; Bektaş’ın çalışmasını gerçekleştirdiği yıllarda hızlanmış olan turistik faaliyetler sonucu mimari dokuda bozulmalar başlamıştır. Bektaş bu konu ile ilgili, “nerede bir çirkinlik görseniz, nerede bir uyuşmamışlık görseniz, orada kendine yabancı olanların izi vardır; bunları yapanlar, yarı aydınlıktan öteye varamamış büyük kentliler ve onlara ister istemez uyan varlıklı yerlilerdir” yorumunu yapar (Bektaş, 1996, 1979, ss. 56, 74). Cengiz Bektaş Bodrum geleneksel konut tipini üç ana tipte inceler. Bunlar musandıralı ev, Sakız tipi ev ve kule evdir. Çalışmanın yapıldığı dönemde kule tipi evin inşası artık yerel ustalar tarafından devam ettirilmemekte olup, diğer iki tip evin üretimi sürmektedir. Evlerin ortak özellikleri Akçuralar’ın da saptadığı biçimde dikdörtgen planları ve dış ölçülerinin benzerliğidir. Aslında bunun oldukça basit bir nedeni vardır. Ara kat döşemesi ya da çatı örtüsünün yapılacağı ahşap dilmelerin oluşturduğu kısıtlama, bu konutların boyutlarını belirlemiştir. Dağlardan ya da Finike’den kayıklarla getirilen bu ahşap dilmelerin ölçüleri kesitte 14 / 7-8 cm ve uzunlukta 3.5 4 m’dir. Duvar kalınlıklarıyla birlikte dar kenarın ölçüsü 4.2 – 4.6 m civarına, uzun
112
kenarın ölçüsü de 6.5 – 7.5 m civarına ulaşır. Bektaş bu ölçülerin altın oranda olduğunu, kapı ve pencere boyutlarında da yinelendiğini iddia eder (1996, 1979, s. 78). 1) Musandıralı ev Musandıralı ev daha çok toprakla uğraşanların evidir. Kendisini diğer ev tiplerinden ayıran musandıra adı verilen asma kattır. Eve giriş kapısı dikdörtgen planın uzun kenarının üçte birinden yapılır. Ocak girişe yakın kısa kenardadır. Alt ev denilen bu bölüm pişirme yeri olarak kullanılır. Girişin öbür tarafındaki bir merdivenle 160-180 cm yüksekliğindeki oturma yerine çıkılır. Oturma yerinin döşemesinin altı depo, kiler olarak kullanılır. Oturma yerinden bir merdivenle 100-120 cm yükseklikteki musandıraya çıkılır. Tavan yüksekliği 160 cm kadardır, yatma yeri ya da yüklük olarak kullanılır. Pişirme bölümünün tavan yüksekliği 260 - 280 cm, oturma bölümünün ise 3 m civarındadır. Bu ev tipi bir ahır katının üzerine de oturtulabilir, o halde giriş dışarıdan merdivenle sağlanacaktır. Tuvaletler dışarıdadır.
Şekil 4.10 : Musandıralı ev tipinin Türkiye’de görüldüğü bölgeler (URL-26).
Şekil 4.11 : Musandıralı ev tipi planları (Bektaş, 1996, 1979). 113
Şekil 4.12 : Musandıralı ev tipi kesit ve görünüşleri (Bektaş, 1996, 1979). 2) Sakız tipi ev Dış ölçüleri musandıralıyla benzeşir, farklılaşma yapıya giriş noktası ve mekân bölünmesinde görülür. Sakız tipi evler musandıra döşemesinin kesitte kazandırdığı mekânsal dağılımı göstermezler. Ev basitçe iki kata ayrılmıştır. Uzun kenarın orta noktasından girilen yapıda plan ortadan ikiye ayrılarak; dikdörtgenin sağı ve solunda odalar ve mutfak yer alır. Bazı çözümlerde giriş doğrudan bir odaya yapılır, üst kata erişim bu odadan gerçekleşir. Bodrum’da hayat bahar ve yaz aylarında dışarıda geçtiği için ocak, bulaşık yıkama yeri, su havuzu gibi birimler bina kütlesinin önündeki yarı açık mekânlarda bulunur.
Şekil 4.13 : Sakız tipi evin Türkiye’de görüldüğü bölgeler (URL-26).
114
Şekil 4.14 : Sakız tipi ev planları ve kesiti (Bektaş, 1996, 1979). 3) Kule tipi ev Kale duvarları dışında gelişen yerleşmelerde, savunma amaçlı kullanılan ev tipidir. Bu nedenle girişleri korsan saldırılarına karşı deniz yönünün tersine yapılmıştır. Kule evin planı kareye yakındır ( 4 m x 4 m, 4.5 m x 4.5 m, 4 m x 5 m). Temel olarak bir ahır katının üstüne yükselen musandıralı evdir. Bu nedenle giriş zemin katının üstünde birinci kattandır. Musandıralı evlerde görülen ahşap yarım kat döşemeleri burada kare plan üzerinde yükselerek zengin bir kesit sunar. Bu tip evlerin üstleri de aynı kale burçları gibi sivri uçlu dişler ve mazgallarla bitirilmektedir (Bektaş, 1996, 1979, ss. 78-103)
Şekil 4.15 : Kule tipi evin Türkiye’de görüldüğü bölgeler (URL-26).
115
Şekil 4.16 : Kule tipi evin plan, kesit ve görünüşleri (Bektaş, 1996, 1979). 4.2.1.3 ODTÜ ve Columbia Üniversitesi öğrencilerinin çalışmaları 1974 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve Columbia Üniversitesi’nden (ABD) Suha Özkan ve Richard Plunz liderliğinde toplamda on altı kişilik bir ekip Bodrum’un Turgutreis kasabasında saha çalışması gerçekleştirmişlerdir. Kasabanın çeşitli bölgelerinde ikamet eden on beş ailenin evlerinde misafir olan öğrenciler, evlerin oldukça detaylı planları ve kesitlerini oluşturmuş, aksonometrik çizimlerle evleri üç boyutlu olarak belgelemişlerdir. Söz konusu çalışma, yalnızca evlerin mimari özelliklerine odaklanmaz; Turgutreis’in tarihini, halkın yaşayış biçimini, ekonomik döngüleri, tarım hayvancılık faaliyetlerini, denizciliği oldukça detaylı bir biçimde incelemiştir.
Belgelenen
evler
yalnızca
yapı
teknolojisi
bağlamında
değerlendirilmemiş, bahsi geçen on beş ailenin fertlerinin yaşama biçimlerinin, işlerinin, ailevi yapılarının, yaşadıkları mekânı nasıl biçimlendirdiklerinin ayrıntıları ortaya konulmuştur. Columbia ekibi çalışmalarını yalnızca 1974 yılıyla sınırlandırmamış; çalışmayı takip eden süreçte farklı ekiplerle 1986, 1990, 1994 ve 1997 yıllarında Turgutreis’e dönerek saha çalışmaları yapıp belgelemelerde bulunmuşlardır. Çalışma, Turgutreis’te 1974– 1997 arasında yaşanan değişimi anlayabilmek adına zengin bir kaynak olma niteliği taşımaktadır. Sonraki gelişlerinde de on beş aileyle yeniden görüşülmüş, turizm sonrası yaşama biçimlerinin değişimi, buna bağlı olarak konutlardaki değişimler belgelenmiştir. Yıkılan geleneksel konutların yerine yapılan betonarme yapılar, yenilenen sokak dokuları, çeşitli planlama çalışmalarının çevreye etkileri çizimlerle desteklenmiştir. Çalışmada kullanılan yerel terimler için bir “dağarcık” oluşturulmuş;
116
mimari çizimlerle yapılan belgelemelerin yanı sıra konut tiplerine ve yapı elemanlarına dair sınıflandırma tabloları da yapılmıştır (Özkan & Plunz, 2016).
Şekil 4.17 : Turgutreis’teki geleneksel konutlarda mekânsal organizasyon, kullanım amacı ve yapı elemanı sınıflandırma çalışması (Özkan & Plunz, 2016, ss. 286, 289, düzenleyen Atilla, 2019).
Şekil 4.18 : Saygı Ailesi evi boyuna kesit (Özkan & Plunz, 2016, s. 186).
117
Şekil 4.19 : Saygı Ailesi evi aksonometrik görünüş (Özkan & Plunz, 2016, s. 186). 4.2.1.4 Nezih Aysel’in çalışmaları Nezih R. Aysel 2001 yılında yürütücüsü olduğu bir atölye çalışması sırasında Bodrum Ortakent’te
(Müsgebi)
eski
köy
içindeki
geleneksel
konutlarda
mimari
belgelendirmelerde bulunmuş, daha sonra da bu çalışmayı kitaplaştırmıştır (Aysel, 2003). Akçuraların ve Bektaş’ın sınıflandırmalarından yola çıkan Aysel ve ekibi, Ortakent’te 4 farklı tip konut inceler. Bunlar; 1.Tek mekânlı evler. 2.1 Oda mekânları farklı kotlarda yer alan evler 2.2 Musandıralı evler 3. İki katlı evler 4. Kule evler olarak sıralanmıştır. Aysel’in çalışmayı gerçekleştirdiği 2001 yılında, bundan önce bahsedilen çalışmaların aksine artık geleneksel konut dokusu büyük ölçüde bozulduğu için, Yarımada’nın göreceli olarak en az değişime uğramış bölgelerinden bir olan Müsgebi köy içi seçilmiştir. Müsgebi köy içindeki geleneksel mimari doku da, eski
118
yapıların yıkılması ya da yeni yapılaşmaların yoğunluğu nedeniyle kaybolmakta olduğu için, bu çalışma son bir kayıt olarak ele alınabilir. Çalışmanın yapıldığı yıldan bugüne kadar geçen sürede, Ortakent yoğun yapılaşmaya maruz kalmıştır. Aysel kentsel dokuya yönelik çıkarımlarında, eğimli bir arazide bulunması nedeniyle köydeki yapılaşmaların farklı kotlarda yer aldığını, ancak konut kütleleri arasında bir hiyerarşi bulunduğunu öne sürer. Aysel bu durum karşısında, “evlerin ve eklentilerinin basit prizmatik birimler halinde olması, farklı kotlarda yer alan birimlerin üçüncü boyutta da zengin bir ilişkiler düzeni oluşturmasına olanak sağlamaktadır” yorumunu yapar (Aysel, 2003).
Şekil 4.20 : Ortakent köy içinde üç boyutlu ilişkiler (Aysel, 2003). Üçüncü boyutta kurulan bu zengin ilişkiler, Bektaş’ın halk yapı sanatında ustaların iyi komşuluk ilişkilerini gözeterek inşaat yaptığı iddiasını destekler niteliktedir. Bektaş, Bodrumlu bir yapı ustası olan Arif Usta’ya konutları inşa ederken yerel ustaların ne gibi bir imar kuralları belirlediklerini sorduğunda şu cevabı almıştır: “Komşular konuşa konuşa!.. Önemli olan, birbirinin içine bakmamak; görüşünü, güneşini, havasını kesmemek, komşuluk ilişkilerini titizlikle korumak” (Bektaş, 1996, 1979, s. 106). Bu birbirine saygılı düzenin içerisinde Aysel’in tanımladığı konut tipleri ise kendinden öncekiler gibi esasen konutun kesiti üzerinden tanımlanmıştır. Taş duvarların çerçevelediği prizmatik kutunun içindeki mekânsal zenginlik kesitte kendini gösterir (Şekil 4.21). Bu nedenle Aysel yaptığı yayında belirledikleri konut tiplerinin plan ve kesit rölövelerini okuyucuya göstermeden önce yapı tiplerini kesit şeması üzerinden tanımlamıştır (Aysel, 2003).
119
Şekil 4.21 : Kesit üzerinden tanımlanan ilişkiler (Aysel, 2003). Akçuraların çalışmasından başlayarak gelişen Bodrum Evi’ni tipolojik olarak inceleme ve belgeleme çalışmaları, Bodrum’daki mimari bozulmayı önlemek için önerilen imar planlarını ve yönetmelikleri ve dolayısıyla yeni yapılacak yapıların mimari karakterini oldukça etkilemiştir. Aslında Akçuraların çalışmasının koruma amaçlı imar planlarında getirilen kısıtları belirleyerek Bodrum’da yapılacak olan konutların biçimsel yapısını belirlediği, diğer çalışmaların ise Bodrum’da üretim yapacak mimarlara tipolojik ve bağlamsal dışsal kısıtlar oluşturduğu söylenebilir. Elster’in teorisinin ışığında mimarlar, imar planlarının oluşturduğu katı ve dayatılan dışsal kısıtların içerisinde çalışmak durumunda kalırken, bir yandan da var olan kentsel dokunun ve yerel halkın kültürü ve yaşayış biçiminin getirdiği yumuşak kısıtlara, yani geleneklere sırtlarını dayayarak kendilerine bağlamcı bir biçimde tasarımsal yol haritaları çizebilme olanakları yaratmışlardır. Elster’e göre yaratıcı süreçlerde dayatılan kısıtların ve geleneklerin oluşturduğu çerçeve, bazen tasarımcılara rahatlık imkânı sağlar. Tasarımcı artık sınırlarının farkındadır ve o sınırları kucaklayarak daha etkin ve verimli bir şekilde çalışabilir. Bazı durumlarda ise tasarımcılar geleneklerin oluşturduğu kısıtlı hareket alanı içerisinde, toplum tarafından hoş karşılanmayacak da olsa geleneklerden kopuşlarla özgün ürünler ortaya koyabilirler (Elster, 2000, ss. 274, 279). Bodrum’da turizmin getirdiği hızlı değişim, imar kurallarının etkisiyle yaşanan yoğun yapılaşma gibi durumlar mimarların Yarımada’daki etkinliklerini arttırmıştır. 1970’lerden sonra mimarların artan etkinlikleri üzerine yaşanan gelişmeleri özetleyen bir anekdot olarak Gülay Tezer’in Cengiz Bektaş’la bir konuşmasında geçen bir ifade verilebilir:
120
Sonra Bodrum’a mimarlar geldi” dedi [Bektaş]. Ve bunu öyle bir ifade ile söyledi ki, benim hafızamda o hep “barbarlar geldi” diye takıldı kaldı. Galiba bu, Bodrum’da sonun başlangıcı oldu. O yıllardan bu yıllara gelirken (iki ya da üç meslektaş dışında) hiçbir mimar ve şehir plancısı endişe duymadan Bodrum’u bu hale getirdiler (Tezer, 1991, s. 98).
Çalışmanın
bundan
sonraki
bölümlerinde
mimarların
Bodrum’da
yarattığı
değişikliklerde öncelikle dışsal kısıtlar olarak imar kurallarındaki değişimler ve buradaki kırılma noktaları incelenecek; daha sonrasında imarın yarattığı dışsal kısıtların altında Bodrum’da konutta yaşanan kısıtlı değişimin genel hatları ortaya konulacaktır. 4.2.2 Koruma amaçlı imar planları ve yönetmeliklerdeki değişimler Bodrum Yarımadası’nda ilk üst ölçek planlama çalışması 1971’de onaylanan “Halikarnassos Sahil Milli Parkı Uzun Devreli Gelişme Planı”dır. Bu planın amacı; •
Turizm ve köy gelişimine uygun görülen ve konsantre yerleşmeyi mümkün kılacak kısıtlı bir gelişim,
•
Binaların, yolların ve diğer yapıların sahil peyzajına uygun düşmesini sağlayacak planlı fiziki bir gelişim,
•
Köyler ve ziyaretçilerin ihtiyaçlarına uygun olarak hazırlanmış bir yol sistemi,
•
Tabii ve kültürel değerlerinin kullanımına uygun düşmeyen turistik gelişimlerinin yasaklanması,
•
Tarımsal faaliyetlerin yörenin ekolojisine uygun bir şekilde düzenlenmesi, yerli karasal ve deniz hayvan türlerinin korunması gibi yarımadanın doğal karakterini korumaya yönelik bir koruma ve sürdürülebilirlik anlayışı oluşturmaktır.
Ancak daha sonra Bodrum’da yapılaşmanın hızı arttıkça imar çalışmaları daha çok yapı karakterini korumaya yönelik bir yola girmiştir. Buna bağlı olarak, 1974 yılında Yarımada’nın ilk 1/25.000 ölçekli üst planı, Bodrum-Karatoprak 1/25.000 Çevre Düzeni Planı onaylanmıştır. Bodrum’un turizm amaçlı gelişime açılmasının ilk adımı olan bu planın temel hedefleri; ülke iç ve dış turizmi açısından büyük önem taşıyan turizm kaynaklarının planlı bir biçimde kullanımı, ülke ölçeğinde önem arz eden tarihsel, arkeolojik ve kentsel sit alanlarının korunması olarak tanımlanmıştır. Bu hedeflerden anlaşıldığı gibi, Yarımada’da koruma-kullanma dengesinin sağlandığı bir gelişim hedeflenmektedir (Kubin, 1998, alıntılayan Kutluay, 2007, s. 85).
121
Yarımadadaki yapılaşmayı kontrol eden güncel üst ölçek plan Muğla Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan Muğla 1/25000 Ölçekli Nazım İmar Planı’dır. Plan en son 2017’de revizyona uğramıştır (URL-29). Yarımadanın kuzey bölgelerinde 2014 öncesi belde olan, bugün mahalle statüsünde bulunan Yalıkavak, Göltürkbükü, Gündoğan, Torba bölgeleri 2009 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından turizm bölgesi ilan edildikleri için nazım imar planı hükümlerinden bağımsızdır. Kuzey yerleşmelerinde yapılacak olan imar planı değişimleri ve revizyonları Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından değerlendirilir. Muğla 1/25000 Nazım İmar Planı Açıklama Raporu’nda Bodrum için özel plan hükümleri verilmiştir. Bu hükümlere göre tüm yapılaşmalarda, geleneksel yöre mimarisini ve yöresel yerleşme dokularını yansıtan uygulamalar yapılması zorunludur. Yapı malzemesi olarak, beyaz renkli sıva hariç renkli sıva kullanılamaz. Dış cephede beyaz boya veya yerel/karakteristik doğal taş kullanılacaktır. Varsa karakteristik yöre mimarisini yansıtan baca tiplerinden başka baca tipi kullanılamaz. Kamuya ait yapılarda da yöre mimarisine uygun projeler geliştirilecektir (Kutluay, 2016, s. 13). Tez çalışmasında Bodrum Yarımadası’nda konut mimarisinde katı dışsal kısıtlar olan imar planları hükümlerinin hem ilçe merkezinde hem de beldelerde Bodrum evi imgesinin oluşumuna ve değişimine nasıl etki ettiği irdelenecektir. Bu amaçla ilçe merkezi ve bazı kentsel sit alanlarındaki koruma amaçlı imar planı notları ve beldelerdeki imar planı notlarında yapıların mimari karakterini etkileyebilecek kısıtlar ele alınacaktır. Bunlar yapının oturabileceği maksimum taban alanı, en uzun ve en kısa cephe ölçüleri, cephelerde hareket esasları, açıklık ölçüleri, yapı malzemeleri ve kaplamalar gibi konutların dışarıdan nasıl algılanacağını belirleyen ve imgelerini tayin eden kısıtlar olacaktır. 4.2.2.1 Bodrum’da yaşanan planlama karmaşası Bodrum Yarımadası’na mimari karakterini veren bir numaralı etken merkezdeki yapılaşmadır. Bodrum’un karakteristik taş duvarlı, beyaz badanalı evleri, dar ve gölgelik sokakları, bahçe duvarları, türlü narenciye ağaçları, begonviller vb. yarımadanın ikonik dokusunu en güzel şekilde Bodrum merkezinde yansıtır. Bodrum ilçe merkezinde yapılan planlama çalışmaları, Yarımada’nın geri kalanında uygulanan kuralların jeneratörü olmuştur.
122
Bu çalışmaların temelinin bir önceki kısımda bahsedilen Akçuraların 1971 yılında yaptıkları çalışma olduğu daha önce ifade edilmişti. Tuğrul Akçura ve Malik Çapar (1973) Bodrum’da yapılan çalışmada tarihi siti, yeni gelişecek kentle entegre edecek ve buralara yeni ekonomik, sosyal ve kültürel imkânlar kazandıracak ortamın 1970’lerin başında Bodrum’da bulunmadığının altını çizerler. Bu nedenle Bodrum’da “dinamik” bir koruma kavramı geliştirdiklerini iddia ederler. Dinamik kavramından kasıt, tarihi dokuyu aynen koruyup yakın çevresine yapılaşma izni vermeyen statik bir koruma anlayışına nazaran Bodrum mimarisinden bazı kodlar türetip bunlardan yeni yapılaşma koşulları üretmektir. Böylece aynı sokak ve meydanlar muhafaza edilirken, modern yapı tekniği ve malzemesinin yerel olanla uyumlu bir doku oluşturması amaçlanmıştır (alıntılayan Bektaş, 1992, s. 48). Bektaş’a göre de korumayı ancak dinamik planlama sağlayabilir. Ancak bu planlamanın yörede bulunmayan bir odaktan yürütülmemesi gerektiğini savunur, gerçek kültürle ilişkisi olmayan reprodüksiyon kültürüyle yapılacak bir koruma anlayışının cinayet olacağını iddia eder (1992, s. 26). Akçuraların çalışmasına binaen ilk planlama, 1974 yılında İller Bankası tarafından yapılmıştır. Bu çalışmanın detayları Bodrum Belediyesine yapılan ziyarette elde edilememiştir; bu nedenle 1974’teki çalışmanın plan notlarındaki bilgiler Hatice Özhisar’ın (2016) doktora çalışmasındaki verilerden edinilmiştir. Bodrum’da planlama sürecinin çok aktörlü olması, “dinamik” koruma kavramının yerini durmaksızın değişikliklere uğrayan “dinamik” planlama süreçlerine bırakması nedeniyle Bodrum Yarımadası’ndaki yerleşmelerin geçmiş ve günümüz planlama esaslarını elde etmek ve bütüncül bir kavrayışa ulaşmak oldukça güçtür. Tez çalışmasında imar planlamasındaki değişimi masaya yatırabilmek için özellikle 1982 Bodrum İmar Yönetmeliği ve 2003 Bodrum Koruma Amaçlı İmar Planı Yönetmeliği hükümleri karşılaştırılacaktır. Bunun yanında ilçe merkezi dışında kalan yerleşimler için planlama konusunda kırılma noktasının 1999 yılında Yarımada’daki belde belediyeleri sayısının 4’ten 11’e çıkarılması olduğu yaygın bir görüştür. 1987’de onaylanan ve Yarımada’nın kuzey yerleşmeleri (Yalıkavak, Gölköy, Türkbükü, Gündoğan, Torba) için getirilmiş özel hükümler dahil olmak üzere; yarımada genelinde mimari imgeyi kontrol edecek hükümlerin Bodrum ilçe merkezi için üretilmiş çalışmalar esas alınarak oluşturulduğu söylenebilir. Ancak belediye sayısının 11’e çıkarılması ve 2000’li yılların başında plan notlarındaki mimari biçimsel kısıtlarda yapılan değişiklikler, günümüzdeki mimarlık faaliyetlerine doğrudan etki
123
etmiştir. 2014’te Muğla’nın büyükşehir belediyesi statüsü kazanması nedeniyle ilçe merkezi dışındaki tüm belediyeler mahalleye dönüştürüldüğü için Yarımada’nın tamamında yürürlükte olan 51 adet imar planı birleştirilmiştir. Ancak yine de bu planların getirdiği kısıtlar, tek bir plan altındaymış gibi korunmaktadır. Belde belediyeleri resmî olarak bulunmasalar da gerçekleştirdikleri düzenlemeler, etkilerini korumaktadır. Çalışmada, mimari biçimlenmeyi etkilese de, yapılaşmanın gerçekleştiği parsele göre değişiklik gösterebilen parsel boyutlarındaki düzenlemeler, çekme mesafeleri, minimum parsel ölçüleri, TAKS ve KAKS değerleri gibi ölçütler dikkate alınmayacaktır. Plan notlarının ada ya da parsel kapsamı dışında genel olarak verdiği yapı malzemesi, açıklıklar, çatı kullanımı, maksimum bina oturum alanı gibi kısıtlar değerlendirmeye alınmış ve bu gibi kısıtlar üzerinden karşılaştırmalar yapılarak değişimler okunmaya çalışılmıştır. 4.2.2.2 Bodrum ilçe merkezindeki planlama çalışmaları 1974 Bodrum Uygulama İmar Planı ile birlikte, Bodrum’daki yapıların mimari karakteristiğini
belirlemeye
yönelik
kısıtlar
yöredeki
yeni
yapılaşmayı
biçimlendirmeye başlamıştır. 1974 planında ilçe merkezi sit alanı olarak değerlendirilmiş, konut alanı olarak “Kumbahçe” ve “Diğer alanlar” adı altında iki farklı bölge belirlenmiş, ayrıca ticaret alanları da saptanmıştır. Bu plana göre; •
Konutlarda maksimum yükseklik 9 m, ticari binalarda 6.5 m’dir.
•
Açıklıklar 3/5 oranında, maksimum 1 m2 olabilir.
•
En uzun aralıksız cephe 5 m olacaktır. Daha uzun yapılacak cepheler 5 m’den sonra kesintiye uğratılmak zorundadır.
•
Bina taban alanı maksimum 120 m2 olabilir.
•
Yapıların dış yüzeyinde taş doku ya da beyaza boyanmış düz sıva kullanılabilir.
Bu planın Akçuraların çalışmasındaki koşullardan etkilendiği açıktır. Akçuraların Bodrum’da yaptıkları saha çalışması sonucunda yapı tipi belirlemede kullandıkları olçü, plan tipi, açıklıklar, yapı malzemesi gibi kriterler, bu planın kısıtlarını belirlemiştir. Ancak uygulama aşamasında 9 m’lik konut yüksekliği aşılmış, başka denetimsizliklerin de eklenmesi sonucunda 1 adet 6 katlı, 8 adet 4 katlı, 372 adet 3 katlı yapı inşa edilerek Bodrum’un kentsel dokusu zedelenmiştir. Sonuç olarak plan
124
KTVKYK tarafından iptal edilmiş, 1975’ten 1982’ye kadarki yapılaşma, geçiş dönemi plan koşulları ile yönetilmiştir (Bakır, 2008, s. 105). 1982 yılına gelindiğinde Bodrum için ilk büyük çaplı koruma amaçlı imar planı hazırlanmıştır. Esasen koruma amaçlı imar planı kavramı, 21.07.1983 tarihli ve 2863 sayılı yasa ile getirilse de Bodrum’da yapılan çalışmanın koruma amaçlı imar planı mahiyetinde olduğu söylenebilir. Yine aynı yıl, 16.03.1982 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 2634 sayılı Turizm Teşvik Kanunu ile Türkiye’nin tüm turistik bölgelerinde büyük değişimlere yol açan bir düzenleme gerçekleştirilmiştir. Ardından Bodrum ve tüm Türkiye’deki yapılaşmayı ve mimariyi etkileyen en önemli kanunlardan biri olan, 09.11.1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu çıkarılmıştır. Bu kanunla yapılaşmalara genel standartlar getirilmiş, ancak Bodrum’a en büyük etkisi, plan hazırlama yetkisinin belediyelere bırakılması olmuştur. 1999 yılına kadar Bodrum Yarımadası’nda merkez hariç 4 belde bulunmaktaydı. 1967’de Turgutreis, 1972’de Mumcular, 1989’da Yalıkavak, 1992’de Gündoğan beldeleri kurulmuştur. 1999’a gelindiğinde yeni belediye kanunu sonrasında OrtakentYahşi, Gümüşlük, Konacık, Yalı, Bitez ve Göltürkbükü olmak üzere 6 yeni beldenin kurulmasıyla yarımadada merkez ile birlikte toplam belediye sayısı 11’e çıkmıştır. Bu beldeler kendi imar planlarını oluşturmuşlar, bunun sonucu olarak Yarımada’da yapılaşma 11 belediyenin düzenlediği 51 farklı imar planı ile yönetilmeye çalışılmıştır. Bu 11 planı temelde şekillendiren çalışmalar ise öncelikle ilçe merkezi için yapılan 1982 Bodrum İmar Planı ve daha sonra belediye sayısının artışıyla tekrardan düzenlenen 2003 Bodrum Koruma Amaçlı İmar Planı’dır. Bugün ilçe merkezi için 2003 planının 2004’te revize edilmiş versiyonu kullanılmaktadır. 1982 planı ilçe merkezinde konut alanı olarak belirlediği bölgelerin tamamını kentsel sit alanı olarak kabul etmekte, ayrıca turizm yerleşme alanları, arkeolojik ve doğal sit alanları belirlemektedir. Konut bölgeleri A-B-C-D-E olarak 5 farklı alanda tanımlanmış, bu alanların TAKS ve KAKS değerleri, minimum ve maksimum parsel boyutları belirlenmiştir. 2003 planında ise Kentsel Sit, 1-3 derece arası arkeolojik ve doğal sit alanları, 1. ve 2. derece etkileme geçiş alanları tanımlanmıştır. Plana göre konut ve turizm yapıları kentsel sit, etkileme geçiş alanları ve düşük dereceli doğal sit alanlarında çeşitli farklı kısıtlar altında inşa edilebilecektir.
125
Şekil A.1’de 1982 ve 2003 imar planları hükümlerinin bir karşılaştırması verilmiştir. Bu karşılaştırmada kullanılan gruplandırma Akçuraların çalışmasındaki başlıklar temel alınarak yapılmıştır. Karşılaştırmada elde edilen bilgilere göre konutların imgesini etkileyen kararlar aşağıdaki gibidir: •
Konutların taban alanları maksimum 120 m2, bina yükseklikleri 6.5 m olarak belirlenmiştir. 2003 planına göre 2. derece etkileme geçiş alanında turizme ayrılmış alanlarda taban alanı maksimum 160 m2 olabilir.
•
Açıklıklar 3/5 oranında, maksimum 1 m2 olacak, kentsel sit ve 1. derece etkileme geçiş alanında cephelerde doluluk boşluk oranı % 15 olmalıdır. 2. derece geçiş etkileme alanlarında 3/5 pencere oranlarına uyulur.
•
En dar cephe 4, en geniş cephe 14 m olacaktır. 2003 planında devamlılık 8 m olarak belirlenmiş, 8 m’den sonra cephe hattında en az 50 cm’lik kırılma yapılacaktır.
•
1982 planı çıkma cumba, balkon yapımını yasaklarken 2003 planı daha esnektir. 1. ve 2. derece etkileme geçiş alanlarında derinliği 0.5 m’yi geçmemek ve alanı 0.75 m2’yi aşmamak koşuluyla ve birden fazla olmamak koşuluyla kapalı çıkma ya da balkon yapılabilir. Muğla KTVKYK onayıyla bu konuda farklı yaklaşımlar getirilebilir.
•
Badana yapılan cephe duvarlarında beyaz harici renk kullanılamaz. Taş duvar sıvanmadan ya da çakır sıva ile kaplanır.
Bodrum ilçe merkezinde 2003 planı sonrasında yapılan yapılarda cephe yaklaşımında farklılıklar gözlemlenebilir. Özellikle 2. derece etkileme geçiş alanlarında cephede doluluk boşluk oranı aranmaması, pencere oranlarındaki 3/5’lik oranın kapı-pencere adı verilen sürgülü bir düzenekle aşılmasıyla cephede farklılaşmalar gözlemlenmiştir. Bodrum Koruma Amaçlı İmar Planı’na ek olarak Göktepe, Yokuşbaşı-Boynuzçukuru ve Pınarlıbelen mevkilerinde farklı imar plan notları belirlenmiştir. Bu notlarda pencere oranı ve cephede doluluk boşluk gibi hükümler bulunmaz. 120 m2 taban alanı sınırı kaldırılmıştır. Cephe malzemesinde % 60 taş kaplama şartı getirilmiştir. Eğimin % 20 ve üzerinde olduğu yerlerde birimler 3 m kaydırılarak yerleştirilecektir. Bu durum yeni yapılaşmaların görsel imgesinin betonarme beyaz kübik yapılardan ayrışmasına neden olmuştur.
126
Şekil 4.22 : Bodrum ilçe merkezi yapı örüntüsü leke çalışması ve kentsel sit alanı sınırları (Atilla, 2019).
Şekil 4.23 : Yokuşbaşı mahallesinde yeni yapılan konutların silüetteki farklılaşması (Atilla, 2019). 4.2.2.3 Yarımadadaki diğer yerleşimlerde planlama gelişmelerinden örnekler 2014 yılında Muğla’nın büyükşehir belediyesi statüsü kazanması ile birlikte tüm beldeler mahalleye dönüştürülmüş, imar planları uzun uğraşlar sonunda birleştirilmiş, planlama yetkileri Bodrum Belediyesi ve Muğla Büyükşehir Belediyesine geçmiştir.
127
Bu planlama karmaşasını Muğla ve çevresinin çevre düzeni planını ve nazım imar planını hazırlayan şehir plancısı Semra Kutluay “46 yıllık meslek hayatımda böyle bir şeyle hiç karşılaşmadım” sözleriyle özetlemiştir (URL-30).
Şekil 4.24 :TMMOB Mimarlar Odası Bodrum Temsilciliği verilerine göre Bodrum Yarımadası’nda özel imar plan notu bulunan bölgeler (düzenleyen Atilla, 2019). Yarımada’da büyükşehir yasasından önce tüm belediyelerin hazırladığı planlamalar daha sonra birleştirilse de, esasen bugün 2014 öncesi kullanılan plan notları aynen kullanılmaktadır (Şekil 4.24). Yarımada’da büyük yerleşim birimlerinde ilk planlama çalışmaları 1970’lerden başlayarak yapılmaya başlanmıştır. Turgutreis için 1976’da mimar Yıldırım Parlar tarafından hazırlanan imar planı ile yeni yol ağı ve parselasyon düzeni getirilmiş, Yarımada’nın güneybatı kenarını oluşturan sahil imara açılmıştır. Bu planlar 1987 ve 1995’te yenilenmiş, bu tarihler arasında 300’den fazla kısmi revizyon yapılmıştır. 1999’da ise Gümüşlük bölgesi Turgutreis’ten ayrı bir belde yapılmıştır (Özkan & Plunz, 2016, s. 3).
128
Şekil 4.25 : Bodrum Yarımadası’nda yerleşim merkezleri. Ortakent ve Mumcular haricinde kıyılarda gelişim görülmüştür (Atilla, 2019). Yarımada’nın kuzey yerleşimleri için 1987 yılında yeni bir planlama yapılmıştır. Bu plan Bodrum Kuzey Yerleşmeleri (Torba, Gölköy, Türkbükü, K.Gündoğan, B.Gündoğan, Gökçebel, Yalıkavak) adındadır. 1999’dan sonra kuzey yerleşmelerinde Göltürkbükü ve Gündoğan belediyeleri kurulmuştur. Bu belediyeler beldenin yerleşim merkezine ve etkileri altındaki özel bölgelere imar planları geliştirmişlerdir. Örneğin Göltürkbükü Belediyesi tarafından yapılan, Turgut Cansever’in Ağa Han ödüllü projesi Demir Tatil Köyü’nün kendine özel koruma amaçlı imar planı bulunmaktadır. Yalıkavak merkezi için 2004 sonrası yeni bir imar planı düzenlenmiştir. Göltürkbükü merkez planı 2003, Göltürkbükü Hebil bölgesi 2008’de planlanmıştır. Bodrum ilçe merkezi dışındaki yerleşmelerde yapı boyutları ve cephesini değiştirecek kısıtlardaki
değişim,
Yalıkavak
üzerinden
gösterilecektir.
Yıldız
Teknik
Üniversitesinden bir ekip tarafından yapılan 1987 tarihli Kuzey Yerleşmeleri İmar Planı’nda Bodrum ilçe merkezinden farklılaşmalar şöyledir: •
Birimler için 120 m2 taban alanı kısıtı yoktur, taban alanı TAKS ve KAKS kontrolündedir.
•
İki binanın arasındaki uzaklık iki binanın yükseklik toplamının yarısından az olamaz. Bitki örtüsünü korumak için minimum mesafe belediyece azaltılabilir.
•
Turizm bölgesinde otel ve motel için cephe ve derinlik kısıtlaması yoktur. Ancak cephe açıklıklarında oranlar korunacaktır. Bu oranlar 1/3 ya da 2/3’tür; pencere yüzey alanı 1 m2 olacaktır.
129
•
Eğimli arazilerde arazinin eğiminden kaynaklanan yapı yüksekliği 250 cm’den yüksek olamaz.
•
2004 yılına gelindiğinde Yalıkavak Uygulama İmar Planı notlarında ise bu kısıtlarda esnemelere gidildiği görülmüştür:
•
Konut alanlarında 0-2000 m2 arasındaki parsellerde maksimum bina taban alanı 120 m2, 2000 m2’den büyük parsellerde maksimum bina taban alanı 250 m2 olarak belirlenmiştir.
•
En dar ve en geniş bina cephesi 4/16 m’dir.
•
Eğimin %20’den fazla olduğu arazilerde binaların hizalarında 3 m şaşırtma yapılmalıdır.
•
Cephedeki açıklık oranları ve cephede doluluk boşluk ilişkileri hakkında bir hüküm bulunmamaktadır.
Bodrum’da imar süreçleri oldukça sancılı geçmektedir. Bu nedenle neredeyse her plana karşı davalar açılmakta, bu davalar sonucu iptal kararları çıkmakta, sonrasında bu kararlar bir üst yargı kurumuna taşınmaktadır. Örneğin Yalıkavak Belediyesi tarafından 2003 tarihli planlar dikkate alınarak düzenlenen 1/5000’lik planlar 02.09.2010 tarihinde onaylanmış; daha sonra 1/1000’lik planlar üretilmiş, fakat revizyonlara ve davalara maruz kalmışlardır. Yalıkavak, Gündoğan ve Türkbükü 11.05.2009 tarihinde turizm bölgesi ilan edilmiş, bu nedenle Yalıkavak için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanan ve 01.08.2013 tarihinde onaylanan 1/25000’lik bir çevre düzeni planı oluşturulmuştur. Daha sonra hazırlanan 1/5000 ve 1/1000’lik planlar çeşitli revizelerden sonra 20.08.2014’te ÇŞB tarafından onaylanmıştır. Ancak 1/25000’lik ÇDP’de yeşil alan olarak gösterilen Tilkicik Burnu gibi alanları ve bazı tarım arazilerini imara açması sonucunda bu planlar, Muğla 2. İdare Mahkemesi tarafından 22.01.2015’te iptal edilmiş; fakat Danıştay 30.01.2017 kararıyla bu iptali durdurarak söz konusu uygulama imar planlarına meşruiyet kazandırmıştır (Şekil 4.26). Günümüzde Yalıkavak bölgesinde yapılaşma 1/25000’lik ÇDP ve 1/1000’lik Revizyon-İlave Uygulama İmar Planı aracılığıyla kontrol edilmektedir. Bu planlara göre: •
60 m2’yi geçmeyecek şekilde %33 eğimli çatı yapılabilir, çatı katı yapılamaz.
•
Yapılacak teras alanları zemin kat alanının %30’unu geçemez
•
En geniş bina cephesi arazi boyutuna göre 8 m, devamlılıkla 16 m ve 12 m, devamlılıkla 24 m’dir. 130
•
Konut alanlarında maksimum bina taban alanı 150 m2’dir.
•
%20 eğim üzerinde 3 m şaşırtma yapılacaktır.
•
10’dan fazla birim bulunan projelerde maksimum 10 tane birimin cephesi aynı olabilir.
•
Bina yüksekliği 6.5 m’dir, eğim %20’yi geçse bile dışarıdan görünüm 6.5 m olacaktır.
•
Cepheye dair bir kısıtlama getirilmemiştir.
•
Turizm alanlarında maksimum bina yüksekliği 10.5 m (3 kat)
•
Tatil köyü, tatil sitesi ve tatil villaları 7.5 m yüksekliğinde olabilir.
•
Turizm alanlarında cephe kısıtlaması yoktur.
Yalıkavak’ta yaşanan planlama serüveninin sonunda artık kesin bir planlama kararı alınabileceğini ve değişiklikler olmayacağını söylemek pek olası değildir. Plan hükümleri yıllar içerisinde detaylanıp çok sayıda madde içererek tüm yapılaşmayı kontrol ediyor gibi görünseler de aslında genel olarak kısıtlılık seviyeleri azalmıştır. 1987 yılındaki Kuzey Yerleşmeleri planı 43 maddeden oluşmaktayken, 2017 planının hüküm sayısı 125’tir. Ancak 2017 planı cephe oranları, taban alanı, çatılar, açıklıklar, malzeme kullanımı gibi konularda esneklik sağlamaktadır. Bu da yapılaşmanın önünü açmıştır.
Şekil 4.26 : Solda: Yapılaşmadan önce Tilkicik Burnu. Sağda: Tilkicik Burnu’nda Epique Island projesi inşaatı (URL-31-32). Yalıkavak’la birlikte artık Yarımada’nın neredeyse tüm bölgelerinde özellikle bina cephelerinde kısıtlamalar kaldırılmıştır. Turgutreis, Göltürkbükü-Hebil, Türkbükü Doğusu Turizm Merkezi, Gündoğan, Konacık gibi mahallelerde cephelerde doluluk boşluk oranını düzenleyerek prizmatik Bodrum evi imgesi yaratan kısıtlar kaldırılmıştır. Bu bölgelerde ve bu bölgeler dışında imarın konut bölgelerinde belirlediği kısıtlardan kaçınmak için turizm alanlarında rezidans projeleri yapılmakta 131
ve konut olarak satılmaktadır. Bu durum proje üretilirken konut alanlarında yapılması gereken donatı alanlarının zorunluluğundan kaçınarak daha fazla inşaat alanı, daha fazla taban alanı, daha fazla yapı yüksekliği kazanılarak proje yapma imkânını doğurmuştur. Bu nedenle Bodrum Yarımadası’nın kuzey mahallelerindeki sahil kesimlerinde 2009 yılında turizm alanı ilan edildikten sonra belirlenen turizm alanlarında, turistik proje görünümlü konut projeleri üretilmektedir. Bu durumun yasal geçerliliği sağlanmıştır.
Şekil 4.27 : Bodrum Yarımadası’nda yapılaşma örüntüsünün Google Timelapse görüntülerine kronolojik olarak yansıması (URL-33) (düzenleyen Atilla, 2019).
Şekil 4.28 : Yalıkavak’ta eski konutların geri planında yeni konutlar (Atilla, 2019).
132
Bodrum’da yapılaşma için önem arz eden mevzuat sadece imar planlarıyla sınırlı değildir. Bodrum’da Turizm Teşvik Kanunu’nun verdiği güç ile Yarımada’nın pek çok bölgesinde turizm alanlarında yasal açıdan tatil köyü, tatil sitesi niteliğinde olan projeler günlük uygulamalarda konut olarak satılmaktadır. Turizm bölgesi ilan edilen kuzey yerleşmelerinde ise eğer kişilerin arazileri turizm alanında değilse, Kültür ve Turizm Bakanlığına bireysel olarak başvurarak arazilerini turizm kapsamına aldırabilmektedirler (URL-34). Ayrıca 17.01.2011 tarihli 28028 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan 648 sayılı KHK ile ÇŞB’ye yerel yönetimlere ait olan planlama yetkilerini üzerine almıştır. 10 yıl boyunca Gümüşlük Belediye Başkanlığı yapmış Mehmet Ülküm’e göre kanunun yarattığı bu boşluktan, Bodrum’da sıkça yararlanılmaktadır. Üst ölçekli denilen 1/100.000 ölçeğindeki bölge planlarını yapma ve onama yetkisi yeni kurulan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na verilmiştir. Sadece o da değil, bu bakanlık her tür ve ölçekteki planları (nazım, uygulama vb.) yapma yetkisi de gerektiğinde bu bakanlığa aittir. Ayrıca, bir yatırımcı hazineye veya kendisine ait bir arazi üzerinde yapacağı yatırım için ilgili belediye işlemleri iki ay içinde sonuçlandırılmaz ise bakanlığa başvurarak inşaat ruhsatını hatta iskân ruhsatını dahi belediyeye rağmen bu bakanlıktan alabilmektedir (Ülküm, 2011).
Şehir Plancıları Odası KHK’nın getirdiği bu düzenlemeye ilişkin şu yorumu yapmıştır: 648 sayılı Kararnameye bir bütün olarak bakıldığında, Kararnamenin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı‘nın aslen yerel yönetimlere ait olan plan yapma, yaptırma, onaylama yetkilerinin yanı sıra proje onayı, yapı ruhsatı ve yapı kullanma izin belgesi verilmesi gibi görev ve yetkilere, parsel ölçeğinde ve ayrıcalıklı biçimde, dilediğince el koyma yetkisini tanımladığı görülmektedir. Bu yanıyla 648 sayılı Kararname Anayasa’nın eşitlik ilkesine, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı‘na ve ülkemizde kent planlama konusunda bugüne kadar genel kabul görmüş tüm ilkelere aykırıdır (URL-35).
Sonuç olarak Bodrum Yarımadası’nda imar kurallarının bir keşmekeş yarattığı söylenebilir. Ancak Yarımada mimarisini en çok etkileyen ve geleneksel konutun yanı sıra kendileri de “kitsch” tüketim nesneleri haline gelen betonarme yapılar, bu imar kurallarının değişimi sonucu ortaya çıkmıştır. Çalışma, 1999 sonrası beldeler tarafından üretilen planları, 2002 sonrası Türkiye’de tek parti iktidarı ile başlayan inşaat patlaması ile birlikte ele alarak, imar planları tarafından yaratılan görece esnekliklerin mimarlıkta kısıt kavramlarının yardımıyla son dönemde Bodrum konut mimarisinde yaşattığı değişimleri yorumlamaya çalışacaktır. Bu bölümde, geleneksel 133
konutun tanımladığı dıştan katı görünen ama içeride zengin kesitler üzerinden tanımlanan konut tipolojisinden (bu tipolojik zenginlik dikkate alınmayarak, belki de alınamayarak) türetilen imar kurallarındaki değişim ortaya konulacak, Yarımada’daki önemli dışsal katı kısıtların yarattığı ortam ifade edilmeye çalışılacaktır. 4.3 Bodrum Yarımadası’nda 2000 Öncesi Konut Mimarisinde Değişim Çalışma Bodrum Yarımadası’nda konut mimarisinde değişimi iki dönem altına inceleyecektir. Burada kırılma noktası olarak 2000 seçilmiştir. Bunun esasen iki ana sebebi vardır. Bunlardan birincisi imar yönetmeliklerinin getirdiği oldukça katı bazı dışsal kısıtlarda yaşanan değişimlerdir. 1999 yılında Yarımada’da belediye sayısının 11’e yükselmesinden sonra, her belediye kendi imar planını oluşturmuş, böylece yaşanan büyük imar kargaşası sonucunda belediyeler kendi sınırları içerisindeki alanlarda
mimarinin
karakterini
etkileyebilecek
yönetmelik
değişiklikleri
yapmışlardır. İmardaki değişimin etkileri 2000’lerin ortalarından itibaren kendisini bu dönemde yapılan konutların tasarım dilinde hemen hissettirmiştir. Kırılmayı yaratan ikinci etken de bu dönemde Türkiye’de yaşanan iktidar değişikliğinden sonra inşaat sektörünün hızla büyümesi sonucu, Bodrum’a yapılan yatırımların aktörlerindeki değişimdir. Arazi mülkiyetindeki değişimler, büyük sermayeli holdinglerin Bodrum’da inşaat sektörüne girmeleri sonucu Bodrum Yarımadası’nda konuta bakışta değişim yaşanmıştır. Bu durum yörede üretim yapma fırsatı bulan mimar aktörlerin kimliğinde de yenilenmeye gidilmesine yol açmıştır (Şekil 4.29). Çalışmada öncelikle bahsedilen kırılma noktasına gelinceye kadar Bodrum Yarımadası’nda konut mimarlığında yaşanan gelişmeler, kısıtların oluşturduğu kavramlar üzerinden bu dönemde Bodrum’da üretim yapan mimarların eserleri aracılığıyla incelenecektir. Ele alınacak ilk dönem olarak 2000 öncesi ve özellikle 1970’lerin ortası ve 2000 arasına odaklanılacaktır. Şekil 4.30’da Bodrum Yarımadası’nda yaşanan sosyo-ekonomik ve mimari gelişmelerin sonucu olarak seçilen bu iki dönemde, özellikle betonarme konut mimarlığındaki değişimin incelenme yöntemi belirtilmiştir. Öncelikle bölgede dönemsel olarak mimari gelişmeleri yaratan faktörler irdelenerek tartışmaya açılacak, Yarımada’da mimari karakterin değişimi analiz edilecektir. Daha sonrasında ise örnek projeler üzerinden projelerin mimarlarının dışsal kısıtlara karşı öz-sayatılan kısıtlarını nasıl oluşturdukları ve Yarımada’nın mimari yapısına nasıl kenetlendikleri araştırılacaktır.
134
Şekil 4.29 : Bodrum’da mimari değişimi yaratan gelişmelerin zaman çizelgesi.
Şekil 4.30 : 1970-2000 ve 2000-2020 dönemleri arasında yaşanan gelişmeler ve çalışmanın bu gelişmeleri kategorizasyonu.
135
4.3.1 Yarımada genelinde mimari karakterdeki değişim 4.3.1.1 Boşluğu doldurmak Bodrum’da mimari karakterin değişimi imar hareketleri ile eş zamanlı olarak gelişmeye başlamıştır. 1974 İmar Planı ile başlayan süreçte artık Bodrum’da eski yapılarla yeni yapıların bir arada bulunacağı kabul edilmiş, ilçe merkezinde tamamen dondurulmuş bir koruma anlayışının yerine Akçura ve Çapar’ın “dinamik koruma anlayışı” olarak ifade ettiği gibi geleneksel konutlarla harmanlanabilecek bir biçimsel dil oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu durum Bodrum ilçe merkezi için geçerliliği yüksek, akılcı bir karar olarak görülebilir; çünkü Bodrum’da turizm öncesi var olan kentsel örüntü, Akçuraların da çalışmalarında yer verdiği gibi üç ana bölgeden oluşmaktaydı. Bodrum Kalesi ve çevresinde, çarşının ve bedestenin bulunduğu ticari alanın solunda, yani batı tarafında Türk mahallesi yer alıyordu. Müslüman Türk nüfus daha çok tarım ve hayvancılıkla geçindiği için evler tarlaların arasında ve seyrekti, sokak dokusu da buna bağlı olarak çıkmaz sokaklardan oluşmaktaydı. Doğuda kalan önceleri Rum nüfusun, mübadeleden sonra Giritli nüfusunun oturduğu Kumbahçe bölgesinde ise evler dar sokaklar içerisinde daha sıkışık düzendeydi. Rumlar denizciydiler, Kos ve On İki Adalar’la ticaret ve balıkçılıkla geçinmekteydiler. Bu nedenle geniş arazilere ihtiyaçları yoktu; dar, birbirleriyle kesişen sokakların oluşturduğu bir sokak dokusu oluşturmuşlardı (Şekil 4.31).
Şekil 4.31 : Bodrum ilçe merkezi konut bölgeleri çalışması (Akçura & Akçura, 1972, s. 68) (düzenleyen Atilla, 2019).
136
Akçuraların Bodrum’da yaptıkları bölgeleme çalışmalarından sonra 1974 Planı ile boş arazilere yapılaşmalar başladı. Aynı zamanda tescil edilmemiş geleneksel konutlar da korunamayarak her ne kadar kendi oranlarından türetilmiş olsalar da betonarme versiyonları ile değiştirildi. Sonuç olarak Bodrum ilçe merkezinde Avrupa’nın tarihi kentlerine benzeyen, eski kasaba merkezinin tamamen olduğu gibi korunabilmesini sağlayacak bir homojen örüntü bulunmamaktaydı (Şekil 4.33) ve bu durum betonarme yapıların geleneksel olanlarla bir arada inşa edilmelerine zemin hazırladı.
Şekil 4.32 : Tarihi Türk ve Rum mahalleleri sokak dokusunun günümüzdeki kentsel örüntüdeki yeri (Atilla, 2019).
Şekil 4.33 : Avrupa kentlerinin tarihi ve kültürel kimliğini oluşturan ve olduğu gibi korunan merkezlerinin yeni yapılaşmalarla oluşturduğu figür-zemin örüntüsü (URL-36). Şekil 4.32’de de görüldüğü gibi Bodrum ilçe merkezinde günümüzdeki yapılaşma 1970’lerdeki boş alanların neredeyse tamamını kaplamış durumdadır. İmar kısıtlarındaki taban alanı kısıdı sonucu inşa edilen yeni binaların benzer boyutlarda olduğu bu figür-zemin ilişkisi, görselinde hızlıca fark edilebilir. Hangi yapının konut, hangi yapının otel olduğu bu görselden anlaşılamamaktadır. Boyut olarak farklılaşan
137
yapılar sanayi ya da okul yapıları olmuşlardır. Boşluğu işgal eden betonarme yapıların karakterini oluşturmaya çalışan dışsal katı kısıtlar, bu yapıların üst soylarını oluşturan geleneksel konutla yan yana gelişlerini kurgulamaya yöneliktir. Bugün tüm Yarımada’yı kaplayan bu kentsel doku, aslında bir yan yana gelişin gerilimini azaltmak üzere tasarlanmıştır. Fakat sonuç olarak hem Bodrum ilçe merkezinde, hem de Yarımada’nın tüm alt yerleşim birimlerinde kurduğu ezici sayısal üstünlük nedeniyle baskın karakter betonarme yapılar olmuştur. Yalnızca yapılar değil, imar planları sonucu değişen sokak dokuları da yapılaşmaları etkilemiştir. Önceleri Le Corbusier’in ifade ettiği gibi katırların belirlediği sokak dokularını artık araç boyutları belirlemektedir. Bahçe duvarları geleneksele öykünerek yine taş kaplıdır, üstlerindeki begonviller yerlere kadar sarkar; ancak sınır oluşturdukları sokaklar artık eski sokaklar değildir. Tanımlar değişmiş, etkileşim alanları farklılaşmıştır. İşte bu durum, Bodrum ilçe merkezi için dramatik olarak ifade edilebilirse de, esasen diğer yerleşim bölgelerinde daha büyük etki yapmıştır. Bodrum merkezinde
turizm
öncesi
yapılaşmanın
doluluk-boşluk
ilişkisinden
söz
edilebilmektedir; ancak o günün şartlarında köy sayılacak yerleşimler olan Turgutreis, Ortakent, Yalıkavak gibi yerleşimlerde böyle bir ilişki yok denecek kadar azdır (Şekil 4.34).
Şekil 4.34 : Turgutreis’te kentsel doluluk boşluk ilişkisi. 1-1974 / 2-1997 (Özkan & Plunz, 2016) 3-2019 (Google Earth görüntüsü üzerinden yazar tarafından düzenlenmiştir). Bu bölgelerde yerleşim köy içinde kümelenmiş bir durumdayken, geri kalan bölgelerde tarlaların arasına serpilmiş evler bulunmaktaydı. Hem bu tarım arazilerinin imara açılması, hem de var olan konutların korunamaması sonucunda, Bodrum Yarımadası’nın alt yerleşimlerinde bugün geleneksel konutun oluşturduğu bir mimari doku gözlemlemek olanaksızdır. Betonarme replika, kendine tipolojik model aldığı
138
geleneksel konut dokusunun hali hazırda baskın olarak bulunmadığı bölgelerde kendi bağlamını kendisi yaratmıştır. Bodrum Yarımadası’nda bugün konut mimarlığında bir süreklilikten bahsedebilme imkânı betonarme konutta yaşanan değişim okunarak elde edebilir.
Şekil 4.35 : 2018 yılında Turgutreis’in panoramik görüntüsü (Atilla, 2019). Boşluğu dolduran yeni yapılar, yeni bir planlama anlayışı ile gerçekleştirilmiştir. Artık gelenekselin organik, “konuşa konuşa” anlaşan imar anlayışı yerine, plancıların ve mimarların işbirliğiyle katı geometrik ilişkilerin kurulduğu yapılaşmalara geçilmiştir. Özellikle yamaçlarda yer alan araziler, deniz manzarasına sahip oldukları için Yarımada’nın tümünde oldukça değer kazanmıştır. Bu nedenle yamaçlarda yoğun yapılaşmalar meydana gelmiş, bu durum Bodrum Yarımadası’nın tümünde topoğrafyaya yerleşim önemli bir mimari mesele haline dönüşmüştür. Özellikle kooperatiflerin ve tatil köylerinin mimarisinde özdeş birimlerin tekrarından kaynaklanan tekdüzelik, jenerik betonarme konutu Yarımada’nın her tarafına yaymış, otantik olan ve korumaya çalıştığı kimliği silmiştir. Fatma Mansur Coşar (1999) bu durumu şöyle aktarır: Eskiden yani otuz küsur yıl önce, uzun ve meşakkatli, son on kilometresi bitmek bilmez bir otobüs yolculuğundan sonra, birdenbire yolcuya her şeyi unutturacak kadar görkemli bir manzara ortaya çıkıverirdi. Yokuşbaşı’na varmadan hemen önce, masmavi bir denizin kıyısında Kale, bütün haşmetiyle yükselirdi, çevresindeki bütün binaları gölgede bırakarak. …Ama bugün biz eskiler, helikopterden gördüğümüz yerin Bodrum olup olmadığını sorarız kendimize. Yalnızca Kale bize Bodrum’u gördüğümüzü ispatlar. Bodrum’da her yerde binalar var. Dağlara tırmanan, askeri bir düzen içinde kocaman mezarlıklara benzeyen siteler… Kale yerinde duruyor, tabii. Ama bir zamanların o muhteşem yalnızlığı yok artık. İhtişamı, Osmanlı taklidi bir iş hanı, “Bodrum" tipi bir hükümet konağı ve daha ötesinde eskiden tek diş gibi sırıtan Kız Enstitüsü, kireç beyazı bir çimento denizi içinde boğulmuş (Mansur Coşar & Güler, 1999, ss. 21,41-42).
139
Şekil 4.36 : Turgutreis-Akçaalan köyü 1974 görünümü (Özkan & Plunz, 2016, s. 54), “Askeri düzen”’deki Gümbet Kooperatifi (Özışık, 1999a, s. 177).
Şekil 4.37 : Hatice Atilla Evi’nin gelenekselden betona dönüşümü (Özkan & Plunz, 2016, ss.13, 198, 309). 4.3.1.2 Kutuyu tanımlamak 2000 öncesi dönemde Bodrum’da imar kuralları betonarme bir kutu tanımlamaktadır. Özellikle cephelerde açıklıklara getirilen 3/5 ya da 2/3 oranda olma ve cephe duvarı yüzeyinin en fazla %15’ini kaplama, çıkma ya da balkon yapamama gibi kısıtlar; mimarları bir prizmatik kütlenin içinde çalışmaya zorlamıştır. Kullanılan malzemeler üzerine getirilmiş kısıtlar da kutunun tekrarı hissini arttırmıştır. Geleneksel konutta duvar arketipinin oluşturduğu prizmatik hacmin ölçüleri, döşemeleri taşıyan ahşap dilmelerin kısıtlarına göre belirlenmekteydi. Döşemeler geleneksel konutta kendi içlerinde zengin kesitler yaratırken, turizme yönelik inşa edilen ikinci konutlarda kısa süreli –sezonluk- kullanıma yönelik basit çözümler gerçekleştirildi. Geleneksel konutun yaklaşık 5 x 8 m’lik düşük metrekareli taban alanının betonarme olarak
140
tekrarı, Yarımada’nın tamamında hızla üretilebilen bir konut stoku yaratmış oldu. İmar kısıtlarının hariç tuttuğu çatı, çıkma, balkon gibi elemanlar mimarların ellerine kütlesel eksiltmelerle tasarım yapma imkânı bıraktı. Betonarme döşemelerin üzerine beyaz bir örtünün giydirildiği Bodrum evi, kodlarında Akdenizlilik olsa da Wigley’nin modernizm özelindeki beyaz yorumuyla farklılık göstermektedir. Modernizm köklerini Akdeniz’den, yani geleneksel Bodrum evi’nin de bir parçası olduğu işlevi ön plana çıkaran rasyonel mimariden almıştır; ancak adeta beyaz bir kutuya kapatılmış Dom-ino Evi olan betonarme Bodrum Evleri, cephe kompozisyonlarındaki kısıtlar nedeniyle modernizmin Akdenizliliğinden, biçimsel süreklilik arayan kendine has bir Akdenizlilik üretiminin enstrümanı olmuştur. Örneğin Oktay Ekinci (1991, ss. 106-109) geleneksel Bodrum evinin kodlarında aslında çatının da bulunduğunu iddia eder. Ekinci, Bodrum evlerinde örnekleri bulunan çatının yapılamamasının nedeninin çıkış noktası O’na göre çok da geçerli olmayan bir yasak olduğunu söylemektedir. Bu yasağın esas nedenini ise ekonomik gerekçelere bağlar: İnşaat sektörümüzün, Bodrum’daki “kurallara” titizlikle uymasının ve bu “kurallar” gereğince “düz damlı” Bodrum Evi’ni yine “titizlikle” ve hiç “ödünsüz” yapmasının ekonomik sonucu şudur: Bugün Türkiye’de “en ucuza mal olan, ama en pahalıya satılan ev” işte bu “Bodrum Evi” denen, kirece bulanmış, sivri kulaklı çimento kutulardur. Bu garip “tip” sayesinde inşaatçılar çatının ek maliyetinden, taş kornişli güzelim gumillelerden, belki de bu mimariyi tamamlayan sağlıklı taş duvarlardan “kurtulmuşlardır”. Dört duvarı örüp, üzerini ısı ve yağmura karşı izole bile etmeden, “hasır betonla” kapatıp, insanları kızgın fırınların içine sokarak ve “Burası Bodrum” diyerek bol para kazanmak varken, “yöresel mimarinin başka özelliklerini de korumak” başka kimin işine gelirdi ki? (Ekinci O., 1991, s. 109).
Sonuçta üretilen Bodrum Evi tipinin Yarımada’daki yayılması ve durmaksızın tekrarlanarak üretimi, hem var olan konut dokusunu yok etmiş, hem de aynı zamanda hiç var olmayan bir kimlik yaratmıştır. Nezih Ayıran (2011) Bodrum’da Kültürel Sürdürülebilirliğe Doğru Mimari Süreklilik (Architectural Continuity Towards Cultural Sustainability in Bodrum) adlı makalesindebu duruma Pearce’tan (1981) aldığı deyimle “mimari kirlenme” adını verir. O’na göre Bodrum’da mimari sürekliliği sağlama çabalarında önemli olan nokta, kültürel sürdürülebilirliği oluşturmaktır. Bodrum’un Akdenizli kültürü ve kültürün yarattığı kimlik, Bodrum’a “biricik” karakterini vermektedir. Bu karakter Bodrum imgesinin tekrarlanmasıyla artar. Aslında Bodrum’da üretilen jenerik mimari kimliğin tekrar eylemiyle birlikte bir
141
imgeyi güçlendirdiği söylenebilir. Ancak Ayıran’a göre Bodrum’da imar kısıtları sonucu yaşanan görsel kimlik oluşumu, kültürel sürdürülebilirliğe katkı sağlamamıştır. Ayıran’ın örnek olarak verdiği mimarlar Turgut Cansever, Ersen Gürsel, Ahmet İğdirligil’in Bodrum’daki işlerindeki bağlamcı yaklaşımlar, mimarların kültürel sürdürülebilirlik anlayışına yakın duruşlarıyla bölgede yaşanan değişimi ve kirlenmeyi yeniden yorumlamaya aday olarak verilmiştir. Ayıran, sürdürülebilirlik kavramının yalnızca yapıların çevresel performans değerleri ile belirlenemeyeceğini not alır. Bunun yanında kültürel sürdürülebilirlik kavramının geçmişten çok bugünü ve yarını düşünen tasarımları içermesi gerektiğini iddia eder. O’na göre imarın kısıtları koruma adına daha gerçekçi ve acil bir çözüm olarak geçmiş biçimsel
değerlere
önem
atfetmektedir.
Halbuki
Yarımada’da
kültürel
sürdürülebilirliği öne çıkaran mimari yaklaşımlar ve yapılaşma yönetmelikleri düzenlenmesi gerekmektedir (Ayıran, 2011, ss. 83-96). Ayıran (2011) kültürel sürdürülebilirliğe dört örnek verir. Bunlar; Turgut Cansever’in Demir Tatil Köyü (1987), Ersen Gürsel’in Aktur Tatil Köyü (1978) - kendi evi (1993) ve Ahmet İğdirligil’in kendisi için tasarladığı evden (1996) oluşur. Ayıran’ın belki üstü kapalı olarak gösterdiği durum, bağlamcı yaklaşımda bulunan ve kültürel sürekliliğe yakın bu işlerin 2000 öncesinden seçilmesidir. Bu durum Bodrum Yarımadası’nda mimari süreklilikte bir kırılma, kültürel sürdürülebilirlik anlayışında bir değişim olduğunun bir göstergesi olarak görülebilir. Bodrum’da 2000 öncesi Yarımada genelinde büyük değişimler ve geleneksel kimlikten kopuş yaşanmış olsa da, bu duruma karşı direnç noktalarına örnekler de yine bu periyotta verilmiştir. Bodrum’un 1970’lerden 2000’e mimar kimlik değişiminin yanı sıra, bir turizm bölgesi olarak Türkiye’de özellikle İstanbul ve Ankara’da yaşayan seküler kesimin gözdesi olması, Bodrum için modernitenin ideallerine uygun düşen bir uygarlık seviyesinde gelişim gösteren bir yer olgusu yaratmıştır. Özkan’ın (2007) ifade ettiği gibi modern bölgeselci yaklaşım, Tekeli’nin (1995) modernitenin idealize ettiği uygar demokratik vatandaşın kendini rahat hissettiği bir kaçış alanı tahayyülünün Bodrum’da inşa edilmesine yol açmıştır. Mimarlar Odası’nın iki yılda bir verdiği Mimar Sinan Büyük Ödülü’nü kazanan mimarlara baktığımızda, son ödüllerin neredeyse tamamını kazanan isimlerin Bodrum’da proje ürettiği görülebilir. Mimarlar, imar kuralları tarafından
142
kısıtlandıkları bu bölgede üretim yapmaya devam etmişlerdir. Ancak özellikle modernist gelenekten gelen bu isimler, kendilerine ulusal çaptaki en büyük ödülü kazandıran mimarlık anlayışlarındaki özsel kısıtlarla yörede imarın yarattığı dışsal kısıtların oluşturduğu sınırlar içerisinde kültürel sürdürülebilirlik açısından örnek ürünler vermişlerdir. Aynı zamanda bu dönemde yaşanan katı kısıtların oluşturduğu biçimsel tekrara bir şekilde uyum sağlamış, biçimsel sürdürülebilirlik bakımından değerli projeler üretmişlerdir. Bodrum’da 2000 öncesi yaklaşıma örnek olarak verilecek projeler bu örneklem grubundan seçilecektir. Çizelge 4.5 : Ulusal Mimarlık Ödülleri’nde Mimar Sinan Büyük Ödülü’nü kazanmış olan ve Bodrum’da işleri bulunan isimler, projeleri ve yılları. Ödül yılı
Mimar
Bodrum’daki yapısı ve inşaat yılı
2018
Şevki Pekin
Bitez’de Ev (1983)
2016
Cengiz Bektaş
2014
Ersen Gürsel
2012
Erkut Şahinbaş
Sinan Şahinbaş Evi (2013)
2010
Mehmet Konuralp
Bodrum Marina Evleri
2008
Ziya Tanalı
Kızıldel Evi (1977)
2006
Hamdi Şensoy
Rüyakent Tatil Sitesi (1996)
2004
Behruz Çinici
Çapa Tatil Köyü (1971), Güllük Tatil Köyü projesi
1996
Abdurrahman Hancı
Egeria Evleri (1998)
Turgut Cansever
Ahmet Ertegün Evi (1973), Demir Tatil Köyü (1987), Sualtı Arkeoloji Araştırma Ensitüsü (1983-1997), Bodrum Kültür ve Ticaret Merkezi (1987)
1990
Seçkin Konaklar Oteli (1975), Ora Tatil Köyü (1990), Antik Tiyatro Oteli (1994), Gülsema-Lutz Evi (2003) Aktur Tatil Köyü (1978), Torba 83 Konutları (1989), Yılmaz Aksu Evi (1984) , Yula Evi (1990), Balcılar Evleri (1996), Mutlu Evi (2006), Club Kaloma (2001)…
Projeler iki ana başlık altında incelenmektedir. Bunlar, •
Gelenekle melezlenme (kültürel sürdürülebilirlik)
•
Tekrarla farklılaşma (biçimsel sürdürülebilirlik) olarak belirlenmiştir.
143
4.3.2 2000 öncesinde Bodrum’da mimari değişime örnekler üzerinden bakış 4.3.2.1 Gelenekle melezlenme Elster’e (2000, s. 274) göre gelenek, kişinin hâlihazırda bulduğu, kendisinden bağımsız, ancak kesin olmayan kurallardır. Kişiye dışsal etmenler tarafından uygulanan kısıtlar ise kişi üzerinde bir başkasının beklentisini karşılamak üzere sınırlandırmalar yapar. Dışsal kısıtlar ne kadar uzun süre yürürlükte kalırsa, geleneğe dönüşme şansı o kadar artar. Bu durum öz-dayatılan kısıtlar için de geçerlidir. Kişinin özsel kısıtları tekrarlandıkça artık kişi tarafından içselleştirilir ve geleneğe dönüşür. Aynı toplumsal yapıdaki gelenekler gibi, Elster’e göre kişi bu geleneklere uymamakta özgürdür;
ancak
uymadığı
zaman
toplumdan
alacağı
tepkiler
kendi
sorumluluğundadır. Tasarımda gelenekle melezlenme yolunu seçen mimarlar da bu yönde çalışmalar yapmışlardır. Bundan sonraki bölümlerde incelenecek projeler, yalnızca biçimsel özellikleri üzerinden değil, mimarlarının geleneksel ve özsel arasındaki çizgiye yaklaşım stratejileri üzerinden okumalarla değerlendirilecektir (Şekil 4.30, Şekil 4.38).
Şekil 4.38 : Mimarların projelerinde belirledikleri düşünülen kriterlerin sorgulaması. Demir Tatil Köyü (1987) 1987’de ilk aşaması tamamlanan Demir Tatil Köyü, Turgut Cansever’e 1980’de 1973 tarihli Ertegün Evi ile kazandığı ilk Ağa Han ödülünden sonra, 1992’de Bodrum’daki ikinci, toplamda üçüncü ödülünü kazandıran çalışmasıdır. 9 farklı tipte 35 birimden oluşan bu kompleks, Bodrum Yarımadası’nın kuzeyinde Gölköy ve Torba arasındaki ormanlık bir arazinin içinde inşa edilmiştir.
144
Şekil 4.39 : Demir Tatil Köyü konut birimlerinden örnekler ve proje eskizleri (URL-37). Aslında Demir Tatil Köyü projesinin çıkış noktası 1960’ların sonuna uzanır, Ertegün Evi ile yakın tarihlidir. Projenin arazisi Turgut Cansever ve Tuğrul Akçura’nın öncülüğünde kurulan TUYAKO (Turistik Yatırımlar Adi Komandit Şirketi) A. Ş. Tarafından 1971’de satın alınmış, proje de 1972’de tamamlanmıştır. Turizm Bakanlığından onay alan projeye, Halikarnasos Sahil Milli Parkı çalışmalarının etkisiyle Orman İdaresi tarafından iptal kararı verilir. Uzun yıllar süren hukuki serüvenden sonra, 1980’li yıllarda yeni İmar Kanunu, Turizm Teşvik Kanunu, Koruma Amaçlı İmar Planları gibi düzenlemelerin yürürlüğe girmesinin etkisiyle Demir Tatil Köyü arazisi için yeni bir imar düzenlemesi yapılır ve 1986’da inşaatlar başlar (Cebeci, 1998). Demir Tatil Köyü’nde “Ufki (Yatay) Kat Mülkiyeti” kavramı ortaya atılır. Yerleşmenin mimarisinin bozulmasını önlemek amacıyla yapılan bu düzenlemede, hiçbir ev sahibi kendi parselinin mutlak maliki değildir; tıpkı bir apartmandaki kat mülkiyeti tesisi gibi, yapı adası ana gayrimenkul addedilmekte, parseller bu ana gayrimenkulün bağımsız bölümleri olmaktadır. Dolayısıyla evlerin dış yüzlerinde veya bahçelerinde yapılmak istenen değişiklikler için kat malikleri kurulunun (yapı adasını paylaşan ev sahiplerinin) çoğunluk kararı gerekmektedir. Cansever bu uygulama için şu yorumu yapar:
145
Demir Evleri’nde “İnsanların bu oluşuma katılımını nasıl sağlayabiliriz?” sorusunu gündeme getirdik. İnsan kendisi katıldığı zaman almış olduğu kararları sevmiş oluyor, onun sorumluluğunu taşıyor. Komşusuna karşı sorumluluk taşıyor, komşusunun manzarasını kesmediği zaman dostluk ilişkileri oluyor. “Bak senin evin buradaydı, ben benim evimi böyle koymak yerine şöyle koydum ve bu sayede senin manzaranı kesmedim. Ama önümdeki komşu eminim ki benim manzaramı kesmemek için şöyle davranacaktır” diyerek şehirde binaların yerleşmesi, binalar arası mesafelerin düzenlenmesi ile toplumsal yakınlaşmaların nasıl gerçekleşeceğinin
örneği
verilerek;
bunun
oluşmasının
imkânının
nasıl
ortaya
çıkarılabileceğinin örneğini vermiş oldum (Cansever, 2003).
Şekil 4.40 : Demir Tatil Köyü, 1992 yılından görüntüler. Fotoğraflar, Suha Özkan, Cemal Emden (URL-38). Cansever, Bodrum’un geleneksel yapısında yaşamakta olan, Cengiz Bektaş’ın Arif Usta’ya yönelttiği soruya aldığı “konuşa konuşa” yanıtına uygun bir mantıkla yeni bir mülkiyet esası belirleyerek gelenekselle bir bağlantı kurmaya çalışmıştır. Bu durum Turgut Cansever’in mimarlık pratiğinde kendi normlarını yaratma çabasına bir örnektir. Aykut Köksal’a (2019) göre Cansever’in 1980 sonrası üretimini anlamlandırmak için mimarın modernizm sonrasına geçişini görmek gerekmektedir. Modernizmin belirlediği denetimsel normların ortadan kalkması sonucu, mimarın denetimini sağlayacak kendi düşünsel arka planını kurması ve normlarını tanımlaması gerekmekteydi. Cansever birçok modernist mimarın tıkanma yaşadığı bu dönemde özerk düşüncesinden doğan bir mimarlık anlayışı ile gelenekle bağlantı kuran bir tasarım dili geliştirmeyi başarmıştır. Cansever’in Demir Tatil Köyü’nde tipolojiyi ve
146
vernaküleri kendi üretimi için kullanırken, başvurduğu yöntem Köksal’ın “düşünülmüş
kendiliğindenlik”
olarak
adlandırdığı
bir
okuma
üzerinden
tanımlanabilir. Köksal’a göre bu evlerde malzeme kullanımında, tipolojide görülen gelenekselin tekrarından kaynaklanan kendiliğindenlik, mimarın tasarım düşüncesi sonucunda içselleştirilmiş bir kendiliğindenliğe dönüşmektedir (Köksal, 2019, s. 19). Tanyeli’ye göre de her köşesi tarihselci-gelenekselci yapıyla dolu bir ülkede Cansever’in tarihselci yaklaşımını ayıran bu tutumdur. “Bodrum gibi gelenekselci morfolojinin yasal imar zorunluluğu olarak empoze edildiği, koruma adına eski konutların betonarme ile yenilendiği”, tarihselciliğin konformist biçimlerinin egemen olduğu bir yerde Cansever bir kılıf aramamakta; “tarihselciliğin mimarlıkta görüntüden öteye giden, bir yanda teknik bünyeye ilişkin, öte yanda da onu var eden toplumun üretim ve yaşama biçimlerini ilgilendiren bir şey olduğunu” anlayarak moderniteye bir alternatif üreten bir yaşama ve mimarlık yöntemi önermektedir (Tanyeli, 2013, s. 107). Cansever, Demir Tatil Köyü’nde kendi oluşturduğu bir standartlar bütününü kullanmıştır. Mimar kendisine malzeme ve boyut bakımından “öz-dayatılan kısıtlar” belirlemiş, bu kısıtları tekrarlayarak bir mimari dil oluşturmuştur. Ormanlık arazi içinde yer alan bu projenin kilometrelerce yakınında geleneksel bir konut dokusu bulunmamaktadır, proje çam ağaçlarının, denizin ve tepelerin oluşturduğu doğal bir bağlam içinde yer almaktadır. Buna rağmen Cansever’in (projenin tasarlandığı süreçte Tuğrul Akçura’nın Bodrum merkezini çalıştığını da not ederek) kendisine gelenekselle melezlenen biçimsel bir kod ürettiği söylenebilir. Cansever bu kodun üretim biçimini söyle tanımlar: Demir evleri çok önemli başka bir meseleyi de tekrar gündeme getirdi. Standartlar ruhundan bahsediyorduk. Burada 2 ya da 3 pencere tipi ve 1 kapı tipiyle 40 kadar ev yapıldı. 6 ev plan tipi kullanıldı. Bu ev planlarının bir istikamete veyahut başka istikamete yönelmeleri sonucunda kullandığımız pencerelerin yerleri değiştirilerek fakat aynı pencereler kullanılarak bazen birbirinin tam aynısı olan iki evin yan yana gelmesi sonunda birinin arka cephesinin öbürünün ön cephesine bakması suretiyle tıpatıp birbirinin eşi olan evlerin tamamen birbirinden farklı yapılar olarak sunulması imkânı bulundu. Bir standartlar düzenini yeknesaklığa katiyen imkân vermeden sanayileşebilecek bir kolektif değerlere sahip fakat mutlak çeşitliliğe sahip yerleşmeler ortaya çıkartılabilir. Demir evlerinin ortaya koyduğu mesele buydu (Cansever, 2003).
147
Cebeci’ye (1998) göre burada not edilmesi gereken husus, Cansever kendi oluşturduğu ve Köksal’ın (2019) generateur (doğurucu) olarak tanımladığı bu normları 1972’de oluştururken Bodrum’da imarın getirdiği kısıtlamalar henüz tanımlanmamıştı. Turgut Cansever ve arkadaşları bu yola çıktıklarında ne 2683 sayılı kanun vardı ne de Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulları. O dönemdeki kurul, Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu idi ve temel ilgi alanı yapılar ve yapılı çevreydi. Demir, bugünkü kanunların, kurulların ve kararların bulunmadığı bir dönemde ve ortamda, bu sayılanların tesis edebileceği hayli şüphe götüren bir tabiat sevgisi, anlayış ve özenle şekillendirilmişti ve yazının başında sözü edilen kurul kararı olmadan da aynı doğrultudaki şekillenmesini sürdürecekti. Bir oturanın ifadesiyle "Demir zaten kendi kendisini sit ilan etmişti" (Cebeci, 1998, s. 49).
Uygulanan bu standartlar sonucu hem Bodrum geleneğinde var olan, hem de ondan farklı, Bodrum’da özdeşi bulunmayan bir mimari dil elde edilmiştir. Korkmaz (2019) Demir Tatil Köyü’nde gelenekseli değil geleneğin kendisini gördüğümüzü, gelenek müzeleştirildiği zaman ondan kopulduğunu ve yabancılaşıldığını iddia eder. Bu durumun yarattığı mesafenin, mimara geleneği tekrar etmekten başka bir şey bırakmadığına dikkat çeker. Korkmaz’a göre Demir Tatil Köyü’nde yaşayan bir gelenek üretildiği için, birey geleneği yorumlamaya başlayarak geleneğin sınırlarıyla uğraşmaktadır. Bu yüzden Demir’de Bodrum’dan tıpatıp tekrar edilen hiçbir şey olmasa da bir yandan çok Akdeniz’dir. Malzeme aracılığıyla doğayla kurulan ve doğayla hemhal olunan ilişki, Korkmaz’ın Hannah Arendt’ten alıntıladığı “her zaman insanın yeryüzüyle kurduğu ilişki muhakkak bir şiddettir” önermesindeki şiddeti hafifleten bir mimarlık ortaya çıkarmıştır. Cansever “Akdeniz geleneği veya Akdeniz eleştirel bölgeselcilik diye bildiğimiz bir şey varsa, yaptıklarıyla onu da dönüştürmüş, ona da müthiş bir katkı yapmıştır” (Korkmaz, 2019, s. 25). Ak-Tur Tatil Köyü (1973-1978) Mimarlıkta Akdenizliliğin Türkiye’deki en önemli temsilcilerinden biri kuşkusuz Ersen Gürsel’dir. Ersen Gürsel’in Bodrum Yarımadası’nda yaklaşık yarım asırlık bir mimarlık geçmişi bulunmaktadır. Bu serüvenin başlangıç noktası ise davetli bir yarışma sonucu elde edilen Ak-Tur Bodrum ile başlar. Aysel (2015) bu projeyi tatil köyü ve turizm planlaması konularının yerel mimarlık bağlamında, Akdenizlilik kavramı ve Gürsel’in mimarlığı arasındaki ilişkinin erken döneminde önemli referanslar ve ipuçları içerdiğini iddia eder.
148
Nihal Coşkun’a (2017) göre, modernist eğitim geleneğinden gelen Gürsel, özellikle 1966-1967’de bir yıllık araştırma bursu ile gerçekleştirdiği İspanya seyahatinde Akdeniz modernizmi üzerinde çalışma fırsatı bulur. Dönemin Akdeniz modernizmi Coşkun’un Fernand Braudel’den aldığı tanımla, modernist mimarlığın merkezini oluşturan Kara Avrupası’nın aksine Akdeniz’in yarattığı kenarda ve arada olma durumunu merkezin “büyük harflerle konuşan” pürist ve indirgeyici dilinden uzaklaşma fırsatı bulmuştur. 1950’lerde ve 1960’larda modernist mimarlık söylemindeki işlevselcilik ilişkisinin yanlış yorumlandığının anlaşılmaya başlanması, dönemin Akdeniz modernistleri tarafından vernaküler işlevselciliğin yeniden keşfi ve özellikle Rudofsky’nin 12 yıl boyunca 88 farklı mekânda dolaşan “Mimarsız Mimarlık” (1964) sergisinin ortaya çıkardığı heyecan; Gürsel’in Akdeniz modernizmi ve vernaküler olana yaklaşmasını sağlamıştır (Coşkun, 2017). 1973’te Bodrum Yarımadası’nda çalışma fırsatı yakalayan mimar; kendine hem Batı Anadolu
kasabalarından
hem
de
İspanya
seyahatinden
edindiği
bilgileri
sentezleyebileceği bir çalışma alanı bulur. Özellikle Bodrum Yarımadası’ndaki geleneksel mimarlık biçimi Gürsel’i çok etkiler. Bodrum’da çalışmam Bodrum’a olan sevgimden kaynaklanıyor. Mimarinin ne olduğunun farkına vardığımdan beri ‘mimarsız mimari’ beni etkilemiştir. Hiçbir zaman bunun mimarı kimdir, diye aramadım da. Bu mimari nasıl oluştu, hep merak ettim. Bodrum’da eski yerleşim yerinde gördüğüm mimari elemanlar, çevre beni her zaman çok heyecanlandırdı, etkiledi. Yapı malzemesinden yapıyı oluşturan elemanlara varıncaya kadar, acaba ben de buna yaklaşabilir miyim, ben de böyle mimarsız mimari çevre içinde yer alabilir miyim, diye hep bu hayalin içinde koştum. Zaman zaman elime fırsat geçtiğinde bu hayalime yaklaşmaya çalıştım (Gürsel, 1990, alıntılayan Aysel, 2017).
Gürsel, Ak-Tur Bodrum projesinde bir kıyı yerleşimi yaklaşımı geliştirmeye çabalamıştır. Günümüzde Bodrum’un kıyılarına hâkim tepeleri işgal eden ve birbirini tamamen tekrar eden monoton tip konutlardan oluşan tatil siteleri ve kooperatiflerin aksine; Bodrum’da tatil sitelerinin ilk örneklerinden olan Ak-Tur’da toplamda 3 tip tek katlı, 3 tip de çift katlı birimin oldukça doğal bir ritimde tekrar ettiği gözlenir. Aysel’e (2015) göre tekrar ve ölçek problemine çözüm geleneksel mimarinin zaman içerisinde oluşturduğu yerleşme dokularında ve sokaklarda aranır. Açık alanlar, ara mekânlar, yapı kitleleriyle tüm site adeta kendiliğinden oluşmuşçasına bir araya getirilmiştir (Şekil 4.41). Birimlerin mülkiyeti kişilere ait olup gerektiğinde devre 149
mülk olarak kullanıldığı için, modüler çözümlere gidilmiştir. Modüler strüktürler planda ve kesitte farklılaşmalarla, yerleşim noktalarına göre balkon, cumba gibi unsurlar eklenerek zenginleştirilmiştir. Aysel’e göre binalar “konumlarına bağlı olarak değişen detay farklılıkları ile bir Anadolu yerleşiminin mekânsal zenginliğine ulaşan bir bütünlük içerir” (Aysel, 2015).
Şekil 4.41 : Ak-Tur Tatil Köyü, Üstte: Yoğun ancak organik yapılaşma. Altta: Gürsel mimarlığında önemli olan sokak dokusu (URL-44-45).
150
Aysel’e (2015) göre tekrar ve ölçek problemine çözüm geleneksel mimarinin zaman içerisinde oluşturduğu yerleşme dokularında ve sokaklarda aranır. Açık alanlar, ara mekânlar, yapı kitleleriyle tüm site adeta kendiliğinden oluşmuşçasına bir araya getirilmiştir. Birimlerin mülkiyeti kişilere ait olup gerektiğinde devre mülk olarak kullanıldığı için, modüler çözümlere gidilmiştir. Modüler strüktürler planda ve kesitte farklılaşmalarla, yerleşim noktalarına göre balkon, cumba gibi unsurlar eklenerek zenginleştirilmiştir. Aysel’e göre binalar “konumlarına bağlı olarak değişen detay farklılıkları ile bir Anadolu yerleşiminin mekânsal zenginliğine ulaşan bir bütünlük içerir” (Aysel, 2015). Gürsel, EPA’nın tasarladığı modüler sistemi şöyle açıklar: Tatil evlerinin plânlamasında 3.30 x 3.30 m. birim mekân modülü kullanıldı. Plân çözümleri oldukça basit ve nettir. Bu özellik EPA Grubu olarak tasarladığımız diğer çalışmalarımızda da vardır, basite indirgenmiş ünitelerin, birbirleriyle yatay ve düşey ilişkiler kurarak çoğaltılması durumunda, çok değişken mekân örgüleri ve dokular elde edebilmekteyiz (Gürsel, 1985, s. 45).
Şekil 4.42 : Ak-Tur, 1976. Modüler plan şeması. Birimlerin arasına hayat terimiyle tanımlanmış yarı açık mekanlar girmektedir (URL-44). EPA Mimarlık’a göre bölgedeki geleneksel doku, tasarım aşamasında belirleyici olmuştur. Birkaç çekirdek modülden oluşan Aktur Evleri’nin, birbirlerinden farklı kompozisyonlar ve perspektifler içinde, kullanıcılarına kendilerine ait kılma fırsatı vermesine çalışılmıştır. Her konuta farklı manzara olanakları sunan bir yerleşme,
151
rüzgârı ve güneşi değişen balkon ve teraslarla canlanan dış mekânlar, yerleşmeyi tariflerken en önce sıralanması gereken özelliklerdir (EPA Mimarlık, tarih yok. URL39). Gürsel ve Ertüzün, (2014) 6 tip konutun aslında çekirdek modüllerin yanı sıra balkon ve cumbaların, pencerelerin yerlerinin değiştirilmesiyle 1200’den fazla farklı olasılık tanımladığını söylerler. Mimarlar birimlerin konumlarına göre, şantiye aşamasında her hafta müdahalede bulunarak aplikasyon çizimlerini değiştirmişlerdir. Tek ev ölçeğinde, iddiası olmayan yapılar, çeşitlemelerle bir araya gelip 1000 konutluk bir yerleşme oluşturduklarında, planlamanın öneminden bahsedilebilir. Abartıdan kaçınılarak kurgulanmış yapı ve sokaklar, kullanıcının yerleşmeyi hızlıca benimsemesini sağlamıştır (EPA Mimarlık, tarih yok. URL-39). Ak-Tur’da mimarlar kendi imar planını kendileri oluşturmuş, tasarımın ana eksenlerinden birini de kıyı kullanımı üzerine yoğun çalışmalar yapmışlardır. Ak-Tur gibi tatil sitelerinde kullanıcılar öncelikle kıyı kullanımını ve sonrasında deniz manzarasını (Gürsel bunu lebiderya olmak olarak tanımlar) önemserler. Gürsel AkTur’da kıyı kullanımı ile ilgili tasarım stratejilerini 2014’te Salt Beyoğlu’nda Kıyı Konuşmaları panelinde açıklamıştır: Bir de kıyıdaki kamusal alanları nasıl oluşturacağız meselesi, fiziksel olarak bunu nasıl dönüştüreceğiz meselesi vardı. Birdenbire 1974 yılında Kıyı Yasası’yla birlikte kıyı-kenar çizgisi oluşturuldu. Artık bu çizginin kara tarafındaki yapılanma belli koşullara bağlı oluyordu. Deniz tarafında kesinlikle yapılanma söz konusu değildi. Yapı yapmak mümkün değildi. İşte bu süreç içerisinde biz bu Ak-Tur projesine başladığımız zaman (daha önce başlamıştık zaten, bütün bunları hissediyorsunuz), kıyı mekânının bu yerleşmelerin nefes alacağı, birlikte oluşturacakları, sürekli sosyal mekân alanı olarak kıyı gezi yolu çok önemliydi. Bunun denemelerini nasıl yapabiliriz diye düşündük. Burada şöyle bir şey oldu: İşletme sahipleri ‘Bu mekânı niye bu kadar fazla tutuyorsunuz?’ dediler. Biz de bu kıyı gezi yolunun (dünyadaki örneklerine baktığımız zaman, biraz da sağduyu tabii) zaman içinde bu tatil sitelerinin yaşam koşullarını, kalitesini artıracağını, zamanla örnek siteler olacağını onlara anlattık.(…) Bu yerleşimde peyzaj mimarları da çok iyi çalıştı. Bugün hayatta olmayan değerli hocamız Günel Akdoğan bize çok katkıda bulundu (Gürsel, 2014).
Gürsel (1985)’e göre 1974 senesinde çıkan Kıyı Yasası’nın 1973 senesinde planlanan ve hemen uygulamaya geçen kıyı kararları üzerinde hiçbir etkisi olmamıştır. Özel bir tatil sitesi olmasına karşın, bu proje kıyı boyunca uygulanan, kamu yararına açık, deniz ve karayoluyla gelenlerin yararlanabileceği bir gezi yolunun, fiziki planlamadan uygulamaya geçişini göstermesi açısından ülkemizdeki ilk örnektir.
152
Balcılar Evleri (1996) Bitez Balcılar mevkiinde 12 dönümlük üç parsel üzerinde kurulan bu yerleşme, deniz kıyısından birkaç kilometre içeride bahçelik bir arazide yer almaktadır. Projenin mimari Ersen Gürsel’in de bir evi olan bu yerleşkede, işverenler farklı meslek gruplarından gelseler de birbirlerini tanımaları sebebiyle işveren talepleri-mimar kararları arasındaki dışsal kısıtları hafifletmiş, oluşturulan diyalog diliyle tasarım süreci tüm aktörlerin özsel kısıtları haline dönüşmüştür. Gürsel bu durumu söyle dile getirir: Bodrum’da yapay bir çevrenin içinde değil, bu araziyi satın aldıklarında ne düşündüler ise, yapılar inşa edildiğinde aynı duygu ve düşüncelerle yaşamayı hayal ettiklerini söylediler. Herkes ne istediğini çok iyi biliyordu. Konuşmalarımız, binaların arazi içindeki konumları, yapıların parsel ve yol sınırlarına çekilmeleri, yeşil bütünlüğün korunması, görsel etkinliğin arttırılması, yapıların fiziki boyutları ve mimari fiziki özellikleri, minimum yapı alanlarının oluşturduğu mekânlarda maksimum etkiyi sağlayacak mekân kurgusu nasıl oluşabilirdi vs. gibi. Farklı bir kimlik arayışı içinde olmadığımızdan, bizleri etkisine alan doğal mekân içinde kendimizi özgür hissetmek istiyorduk. Yeni bir arayış içinde olmak yerine, var olanın devamından yanaydık (Gürsel, tarih yok. URL-40).
Şekil 4.43 : Balcılar Evleri, Bitez, 1996 (URL-40). Gürsel, proje arazisindeki toprak yapısını, su elemanı olan dereyi, mandalina ağaçlarını, kuyuları inceleyerek, o yere ait bir mimarlık yapmayı amaçlar. Parsellerden biri içindeki hâlihazırda bulunan bir geleneksel konutun fiziki boyutlarından çok etkilenir. Fazlası ya da eksiği bulunmadığını düşündüğü bu 25 m2’lik yapının minimal etkisi, mimara aradığının biçim değil yaşama mekânı olduğunu hatırlatır. Ancak yer’e 153
aidiyet barındıran, anonim mimarlığa yaklaşan, arazinin doğal değerlerini korumaya çalışan bir yaklaşımın ne ölçüde çağdaş olacağı Gürsel’i düşündürür. İçinde bulunduğu değerlerin ışığında kendi öz-dayatılan kısıtlarının neler olacağını, özerkliğinin sınırlarını uzun süre araştırır. Eski-yeni tartışmasını bir yana bırakarak araziye ait olanı yapmaya çalışmak Gürsel’e rahatlatıcı bir düşünce izleği sağlar (Gürsel, tarih yok. URL-40). Nezih Aysel’e (2017) göre bu bağlamda Ersel Gürsel’in Bodrum’daki mimarlığı, yeni olanın var olanın yerine geçtiği bir anlayış yerine, uzun zamandır yan yana olanların arasına yabancılaşmaksızın katılabilecek karakterleri arar. Aysel, Gürsel’e göre “yerel mimarlığın, benzerliklerin içinde farklılıkları” barındırdığını, bu benzeşme ve farklılıkların “coğrafyanın dilini öğrenmek ve geliştirmek isteyen tasarımcılara kendi özgürlük alanları” sunduğunu iddia eder (Aysel, 2017, s. 133). Gürsel, Balcılar Evleri projesinde yaşadığı benzerlik farklılık ikilemini şöyle anlatır: Uzun süre kendimle yaptığım tartışma, etki altında kalmak, benzemek, doğru olan neydi. Sonunda, benzemekten neden çekiniyorsun diye kendime sordum. Mimarsız, mimarinin içinde yer almak bir mimar olarak bana çok çekici geldi. Kendimi onlardan biri olarak görmekte hoş bir duyguydu. Denemeye değer bir düşünceydi. Sonunda yasal işlemler için hazırlanmış bulunan projeleri unutup, teker teker ev sahiplerinin isteklerine cevap veren projeler ürettim ve taş ustaları ile işe koyuldum.Kullanılan yapı malzemesi ve çevrenin oluşturduğu benzerlik dışında, eski-yeni tartışmasına girmeden, tüm binalar, plan şemaları ve konumları ile birbirinden farklı, kendilerine ait kimlikleri ile sahiplerine kapılarını açtılar (Gürsel, tarih yok. URL-40).
Sonuç olarak Gürsel işverenleri olan arkadaşlarıyla “konuşa konuşa” geleneksel konuttan türeyen beş ayrı ev tasarlar. Mevcut bina da misafirhane olarak işlevlendirilir. Kule ve musandıralı evlerin plan şemalarını yorumlayarak tekrar eden bu yapılar; cumbalar, taşlıklar, avlular, çatılarla zenginleştirilmiştir. Taş işçiliğinin dokusu arazinin doğal bitki örtüsüyle birleştikçe insana yabancı olmayan, bilindik bir imge yaratmıştır. Daha önce geleneksel konutların kesitlerindeki zenginlik sonucu tiplerine ayrıldığı bilgisinin ışığında, Gürsel’in Balcılar Evleri için tespit ettiği dış koşullara göre tipleşme dikkat çekicidir: Bu arazideki doğal hava yönleri, dış mekân öğeleri ile bütünleşme, arazi içindeki konumları, binaların tanımlarına olanak veren doğal veya işlevsel öğelerin seçimi, farklı tiplerde evleri ortaya çıkardı. Üç Gözlü Ev, Selvili ev, Tepe Ev gibi… Evlerde görülen farklılıklar, sahiplerinin aile yapıları ile yaşam biçimleri belirlemiştir. Sonuç olarak, kendilerine ait kimlikli üç ayrı ev gerçekleşti (Gürsel, tarih yok. URL-40).
154
Şekil 4.44 : Balcılar Evleri plan ve kesit şemaları, Bitez, 1996 (URL-41). 4.3.2.2 Farklılaşan tekrarlama Bu kısımda ele alınan projelerin ele alınacağı kavram tekrarlamanın yarattığı farklılaşma üzerinedir. Bu kavramsallaştırma pekala gelenekle melezlenme başlığı altında incelenen projelerde de ele alınabilirdi. Hatta Korkmaz (2019, s. 25) Turgut Cansever mimarlığındaki mükemmeliyetçi tekrar anlayışı için virtüozite seviyesinde olduğu yorumunu yapar; tekrarın Cansever’de var olanı yeniden ortaya çıkarmanın, onun potansiyellerini aramanın bir aracı olduğunu iddia eder. Burada ele alınan durum ise yalnızca kültürel bir süreklilik arayışını değil, biçimsel bir tekrarın sonucu elde edilen farklılaşmaları ele almaktadır. İmar kurallarının etkisiyle şekillenen mimari geometrinin içerisinde mimarların özsel kısıtlarına nasıl başvurduğu, hangi izlekleri tercih ettikleri örneklerle incelenmiştir. Torba 83 Konutları (1989) Torba 83 konutları EPA Mimarlık tarafından tasarlanan, 23 dönümlük zeytinlik bir arazi içinde 55 konuttan oluşan bir yerleşmedir. İki tip konut oluşturulmuştur. Bodrum geleneksel konut tipinin geometrik ölçüleri içinde kalınarak, yapı boyutları belirlenmiştir. A tipi konut (7.4 m x 11 m / 6 m), B tipi konut ise (3.8 m x 8.2 m / 6 m) ölçülerindedir. Konutların konumları yaz aylarında esen kuzey-güney doğrultusundaki rüzgâra göre belirlenmiştir.
155
Şekil 4.45 : Torba 83 konutlarında, doluluktaki boşluk/sokak ilişkileri (URL-42). Ersen Gürsel sitenin planlamasındaki ana fikrin “eski yerleşik düzenin karakteri, sokak dokusu ile bahçe içinde konut” olduğunu ifade eder. Tüm konut birimlerinin aralarında dolaşan, yer yer daralıp yer yer genişleyen sokak dokusu konutların içine de çekilerek bir iç dış dengesi yakalanmaya çalışılmıştır (Şekil 4.45). Konutların açık alanları ile pencere ve havadanlıkları rüzgâra göre şekillenmenin yanı sıra, görsel çevrenin zenginleşmesine de olanak verir (Gürsel, 1991, s. 62). Coşkun (2017, s. 76), Gürsel’in Akdeniz kentlerinin ve Bodrum’un sokak dokusundan, bu sokakların oluşturduğu kitle ve çizgilerden etkilendiğini iddia eder. Araziye yerleşimde bağımsız kitlelerden çok, doluluktaki boşluklara odaklanır ve arada-olan ile ilgilenir. Ancak sokaklar salt hareket için değil, durma, karşılaşma ve dayanışma mekânlarıdır. EPA Mimarlık, Torba 83 konutları plan organizasyonunda orta mekân adını verdikleri, geleneksel Türk Evi’ne referans gönderen düzenlemeyi kullanmışlardır. A tipi konutta orta mekan sofadır ve iki kat boyunca devam eder, B tipi konutta ise orta mekan bir iç avludur. Günlük yaşam ve yatma birimleriyle sınırlandırılmıştır, aynı zamanda bahçenin ve açık alanların bir devamıdır (Şekil 4.46). Üst katlardaki hayat ile mekânsal ve görsel ilişki kurularak, sokak ve serinletici hava içeri alınmaktadır (Gürsel, 1991). Batur’a göre (1994) Gürsel’in 1984 yılından itibaren Bodrum’da tasarladığı bir dizi tek aile konutlarında giderek daha klasik ve rasyonalist bir çizgiye oturan prizmatik kitle kompozisyonları ile orta ve merkez mekân denemeleri görülmektedir (alıntılayan Aysel, 2015, s. 158). Gürsel, Bodrum’un iklimini orta mekânlı taşlık evi planını 156
uygulamak için çok uygun bulur ve bunu sıklıkla tekrarlar. 1984 tarihli Yılmaz Aksu Evi’nde orta mekân yapının içindeki bir galeri iken 1989 tarihli Yula Evi, orta mekânlı kurgu ile musandıralı ev tipolojisinin melezidir.
Şekil 4.46 : Torba 83 konutlarında, yarı açık ve orta mekân ilişkileri (URL-42). Gürsel orta mekânlı plan şemasını geleneksel Bodrum evinin tek mekanlı kurgusunu zenginleştirmek için nasıl kullandığını şöyle açıklar: Bodrum evleri genelde bir dikdörtgen prizmadır. Tek mekânlı bu evlerin değişik türde çok örnekleri var. Günümüzde böylesi tek mekânlı binalarda artık yaşamak mümkün değil. Ben bu prizmayı yapının formu olarak kabul ediyor, bugünkü yaşama biçimine olanak verecek şekilde iç mekânlarda farklı planlama olanakları arıyorum (Gürsel, 1990, alıntılayan Aysel, 2015).
Torba 83 konutlarının oluşumunda 1982 yılında hazırlanan imar yönetmeliklerinin etkisi görülür. Ak-Tur projesinde mimari tasarımlarında özsel kısıtları kendileri belirleyen
mimarlar,
bu
projede
artık
yönetmeliklerin
kısıtları
altında
bulunmaktadırlar. Ancak Gürsel geleneksel konutların tipolojisini, bu kısıtların içerisinde yorumlayarak zengin mekânlar üretmeyi başarmıştır. Gürsel (1991b) Tasarım Dergisi’nde Nevzat Sayın’la gerçekleştirdiği söyleşide imar planlaması üzerine birtakım yorumlarda bulunur. Öncelikle yeni yapının mevcut yapı ile benzeşmesi, uyum sağlaması veya çelişkili olmalarını birbirinden ayırır. Mevcut imar yönetmeliğiyle Bodrum’u korumanın ve yabancılaşmasını önlemenin hiçbir zaman mümkün olmadığını savunur. Gürsel’e göre imar kısıtları uyulması gereken asgari koşullardır. Gürsel eleştirilerine şöyle devam eder:
157
Yerleşik düzende bahçe içinde veya bir sokak üzerinde, bitişik yapılardan oluşmuş çevre elemanlarını aynen kullanmaya kalktığımızda, bugün karşılaştığımız tekdüze yapılar dizisinin kötü sonuçlarıyla karşılaşmamız olağandır… Arazi üzerinde denetimleri sağlamak, yapı alanları ile yeşil alanlar arasındaki dengeyi korumak ve yeşil alanların parçalanmasını önlemek amacıyla oda ölçüsünde yapılan planlar, genelde Bodrum için hiç de olumlu sonuçlar vermedi (istisnaları ayrı tutuyorum). Özellikle kooperatif ve ikinci konut gibi toplu yerleşim alanlarında, imar yönetmeliklerine uyulmasına karşın, iki metre aralıklı iç içe yapılar, arazi topoğrafyasına bağlı olduğu için üst üste 6-10 katlı masif görünümleri altında binaların rengi beyaz olsa ne olur? (Gürsel, 1991b).
Gürsel yapıların boyutları, boşlukları gibi hususlarda hassas davranılması yerine yerleşik-kırsal düzende parsel ölçülerinde bir düzenleme getirilerek yoğunluğun önüne geçilmesini Bodrum için en doğru yerleşme planı olarak düşünür. Yönetmeliğin kısıtlamaları içinde nasıl bir tavır aldığını aşağıdaki gibi açıklar: (…) Planlama veya mimari proje yaptığımız çevre ile ilişki kurmak benim doğal tavrımdır. Bu, başkaları tarafından tariflendirilmiş standartları olduğu gibi kabul etmek değildir. Yasal zorunluluklar beni bugüne kadar hiç etkilememiştir. (…) Bir kişi Bodrum’da yaşamak için bir konut projesi yaptırmak istediğinde akla gelen ilk soru şudur: “Bir Bodrum evi mi istiyor, yoksa Bodrum’da herhangi bir evde mi yaşamak istiyor?” Bunun cevabını almak zordur (Gürsel, 1991b).
Kızıldel Evi (1977) Kızıldel Evi, 1970’lerin sonuna doğru Ziya Tanalı, Ercan Yener ve Ragıp Buluç tarafından kurulmuş Atölye A tarafından tasarlanmıştır. 1974’te tanımlanan imar kısıtlarının ardındaki dönemde inşa edilmiş bu yapı, mimarın betonarme Bodrum Evi tasarımı bakımından getirdiği yorumla mimarlık literatüründe kendine yer edinmiştir. Ziya Tanalı, Bodrum gibi bir çevrede mimari tasarımda eklektik olmanın hata olacağının altını çizmiştir. Otantik olduğu düşünülen derlemelerin, bir bütün oluştursalar bile başarıya ulaşamayacağını düşünmektedir. Öte yandan Bodrum’da ölçek, ışık gibi fiziksel varlığı da hiçe saymanın yanlış bir tutum olacağını belirtir; O’na göre Bodrum hem eklektik hem de indirgemeci yaklaşımlardan nasibini almıştır (Tanalı, 2010). Tanalı yapının simetrik bir plan şeması izlediğini, bunun belki de “klasik bir niteliğin denemesi” olduğunu belirtir. Arsa verileri ve işlevsel ölçülerin gerektirdiği kadarıyla simetri yer yer bozulmaya uğratılmıştır; “ne biri, ne diğeri yekdiğeri pahasına zorlanmamıştır”. Dış mekân koridoru, dış-iç mekanlar arasında bir geçiş ve hava
158
sirkülasyonu oluşturması için konumlandırılmış; koridorun girişlerini tanımlayan yarım kemer ise “Bodrum’da yok diye” eklenmiştir.
Şekil 4.47 : Atölye A, Kızıldel Evi 1977. Fotoğraflar: Ara Güler (URL-43). Tanalı yarım kemerlerin daha sonraki dönemde Yarımada’da inşa edilen yeni yapılarda tekrar edilmesini kendi deyimiyle “ekilen bir şeyin yeşermesi gibi” izleyerek duygulandıklarını ekler. Bodrum mimarisine yeni ekilen bu arketipal elemanın yanı sıra, mimarlar yöreden edindikleri bazı kodları kendilerine kısıt olarak uygulayarak, bu durumu içselleştirmişlerdir. Tanalı (2010) bu yaklaşımı şöyle örnekler: “Biz konuya, estetik bir soruna çözüm getirmek olarak baktık. Yapının yerel değerlerin uzağına düşmemesi için özen gösterdik. Kullandığımız tek otantik öğe de panjurlardır. Orada da bükemediğimiz eli öptük” (Şekil 4.48). Tanalı’ya göre mimarlık bir mekân sanatıdır. Bu sanatın tanımı ve sınırları müşterimimar ilişkilerinde pek konu edilmez. Ancak Atölye A’nın mimarları adına çoğunluğu ilgilendireyen bu durumun, bu konuya olan ilgilerini azaltmadığını ifade eder: (…) Mekân sanatı da, ilk bakışta insana şaka gibi gelen böyle bir şey işte; bu sonuç olarak ortaya çıkmış gibi görünenin yapımı için. Mekân sanatında tüm öğeler, o pek de tanımlanaz, herhangi bir ‘şey’ bile olmayan içindir de. Ya da diyebiliriz ki, böyle bir tanım, doğruya yakın bir mekân sanatı görüş ve düşüncelerinden biridir. Kitleler arası mekân üretme, bunu bir artı ürün, yaratılmış bir yer olarak tanıma, kısaca bir dış mekân varlığının bilincinde iç mekân yapma, Atölye A’nın dizayn araştırmalarındaki diğer bir niteliktir (Tanalı, 2010).
159
Tanalı mimarlıkta etik konusunda yaptığı çalışmalar ve kaleme aldığı metinlerle bilinen bir figürdür. Çalışmalarında değişimin içinde değişmeyeni arar: Her “şey” devamlı değişip dönüşüp duruyor, bunu artık biliyoruz. Bizi buna değişimin kendi eğitti. Ama nedense hâlâ oldukça yeni kabul edilen bu oyuncağın kurallarını keşfetmeye çalışırken dikkate almadığımız bir başka “şey” var. “Değişenin içinde değişmeyen ne var” diye pek düşünmüyoruz. Değişimi inkâr etmek gibi geliyor ki bu da “kara cahil” olmakla aynı şey (Tanalı, 2014).
Tanalı’ya göre, hızlı değişimlerin yaşandığı toplumlarda sıradan yaşam zorla değiştirildiği zaman, eski ölçütler kaybolur, yeni ölçütler belirginleşir ancak eskilerinin yerini tam olarak alamaz. Bu da eskisine göre “daha çok sayıda doğruyanlış, daha çok sayıda güzel-çirkin, daha çok sayıda “ahlaklıahlaksız” yaratır. Ortak değerleri paylaşabilen homojen bir dünya yapısından, buna zıt uçsuz bucaksız bir heterojenlik meydana gelir. Bu heterojenlik Tanalı’ya göre kutsallık atfedilen “niye olmasın, ne istersen düşün, canın nasıl çekiyorsa öyle yap” ifadesinin çokseslilik anlamına gelemez (Tanalı, 2014).
Şekil 4.48 : Kızıldel Evi, farklılaşan simetrik plan şeması ve açıklıkların kompozisyonu (URL-43). Tanalı (2016) kendi mimarlığını “varla yok arasında bir çizgi, ne koyduğun kadar ne koymadığının tanımladığı bir anlayış” olarak dile getirir. Tanalı’ya göre mimarın
160
söyleyeceği bir laf olmalıdır, “bu laf her çağda söylenmiş olacak, herkes aynı şeyi tekrar tekrar söylemiş olacak ve [mimar] bunu bir kere daha, tekrar ve kendince söyleyebilmelidir”. Mimar öncelikle buna cesaret edebilmelidir, sonrasında ifadesini öyle şekillendirmelidir ki, herkes bu ifadeyi neden tekrarladığını ve burada mimarın kendisine özgü ne bulunduğunu anlayabilmelidir. Tanalı bu noktada şöyle devam eder: İlk değer sanırım kendi gibi olmak, benzersizliktir. Her şeyin yapıldığı bir yer, bir boşluk var... Bu boşluk, bizim içinde “başımızı çevirmemizi” sağlayan, içine bir şeyler koyarak, tözü yeni baştan biçimlendirdiğimiz, derdimizi anlatmak için kullandığımız, soyut, çok boyutlu bir yerdir. Her yaratıcı zihin, kendi inançları doğrultusunda, tözü, o boşluğun içinde biçimlendirir, görünür ve algılanır kılar. Bunun sanatçının iç dünyasıdır (Tanalı, 2014).
11. Ulusal Mimarlık Ödülleri ve Sergisi kapsamında, Ziya Tanalı “Sinan Ödülü”ne değer görülürken, Seçici Kurul ödül gerekçesinde Tanalı’yı şu sözlerle tanımlamıştır: Mimarlık ortamının sadece Türkiye´de değil, bütün dünyada giderek farklılığa dayalı bir kimlik arayışını temel meşrulaştırma aracı olarak kullandığı, mimarlığın her şeyden önde bir tüketim nesnesi olarak algılanmaya başladığı bir dönemde Tanalı, mimarlığın asli değerlerini geri çağıran, bu anlamda mimarlığı salt bir biçim denemesi olarak algılayan anlayışlara alternatif olacak biçimde disipliner çeşitliliğe inanan, biçimi işlevin yanı sıra sanat, felsefe, kültür gibi girdilerin etkilerinin sonuç ürünü olarak gören bir anlayışı temsil ediyor (URL-46).
Tanalı Kızıldel Evi’nde geleneksel konutun kodlarından edindiği mimari dil ile kendi söylemini melezlemeyi başarmıştır. Yapıda kullanılan malzemeler, plan yerleşimi geleneksel konuttan oldukça farklı olsa da geleneksel mimari ile biçimsel süreklilikte yakaladığı arakesit üzerinden kendi iç dünyasına ait bir yineleme yaratmıştır. Onur (2010) Tanalı ve Atölye A’nın Kızıldel Evi tasarımındaki tekrardan doğan farklılaşmanın altını çizer: [Tanalı] Bodrum’da Kızıldel evinde mevcut örüntüleri, açık mekânları ve avluları karşı temalar ile devirir. Mimarinin artikülasyonu hem Bodrumludur hem de değildir. Gelenekselde var olan yaşam biçimi korunur ama yeni bir öneriyi de sunar. Bildik olan oradadır… Hem de daha çok bilinir… Bu onu bölgeye dair kılar ama yapılan bir yandan da varolana karşıttır. Geçmiş ile bütünleşmeye değil, paralel gerçekler oluşturmaya çalışır. Yerel veya bölgesel değil, hem “yer”e bağlılığın hem kendine özgülüğün büyüsü vardır. Yapı yüzü boyunca devam eden düzlemlerdeki düzenlemeler, zemin ile şekil sürekli olarak birbirine dönüşür. Bir düzlem bir şeyin önü olarak başlar ve bir şeyin arkası olmaya dönüşür. Çerçevelenen çerçeveleyen ters döner. Hangi düzlemin konulan, hangisinin var edilen olduğu birbirine karışır (Onur, 2010).
161
4.4 Bodrum Yarımadası’nda 2000 Sonrası Konut Mimarisinde Değişim 1999 yılında Yarımada’da 11 belediyenin kurulmasının ardından yaşanan imar kargaşasının yanında, Türkiye’de 2000 sonrasında değişen siyasi iktidarın inşaat sektörünü ekonominin lokomotifi olarak kullanmasıyla Bodrum Yarımadası’ndaki konut mimarisinde değişimde bir kırılma noktası yaşanmıştır. İnşaat sektörünün büyümesi, yasal yönden de desteklenmiştir. 2003 yılında turizm merkezlerinde her tür ölçekte imar planlarını yapma/yaptırma yetkisinin 4957 sayılı kanunla Kültür ve Turizm Bakanlığına devredilmesi (Penpecioğlu, 2017) ve 2011’de 648 sayılı KHK ile Çevre Şehircilik Bakanlığının yerel yönetimlerin planlama yetkilerini bünyesine toplaması bu yasal çerçeveyi oluşturmuştur. Dolayısıyla bu durum Bodrum Yarımadası’nın büyük sermayeli inşaat şirketlerinin yatırım odaklarından birisi haline gelmesinin önü açmıştır. Bodrum Yarımadası’nda 11 belediyenin farklı imar planları ve plan notları düzenleyerek imarın yarattığı kısıtları hafifletmeleri, eğer bu durum aşılamıyorsa Ankara’dan yapılacak müdahalelerle bu kısıtların etrafından dolanma imkânının sağladığı güvence; konut üretimi konusunda Bodrum Yarımadası’nı 2000’lere gelene kadar kaplayan beyaz renkli kübik mimariden farklılaşarak satış değeri yüksek konutlar yapabilme imkânını doğurmuştur. Ayrıca inşaat şirketlerinin ekonomik olarak büyümesi ile Yarımada’da mülkiyet durumu değişmiş, değerli konumlardaki büyük çapta araziler holdingleşmiş inşaat şirketleri tarafından satın alınmaya başlanmıştır. 2000 sonrası Bodrum’a yatırım yapan, ya da yatırımlarını arttıran inşaat şirketlerindeki artış yukarıda bahsedilen nedenlerden dolayı şaşırtıcı değildir. Yurt içi ve yurt dışından alıcılar bulabilen lüks konutlara ve rezidanslara olan ilginin artmasıyla, bu türden projeleri sayısı artmıştır. Örneğin Antalya çevresinde gerçekleştirilen her şey dâhil otel yatırımlarının aksine, Bodrum Yarımadası’nda turizm tesisi olarak belirlenen arazilerde rezidanslar inşa edilmiş; böylelikle hem konut için ayrılan alanlara kıyasla cephe, taban alanı ve emsal değerlerindeki kısıtlar hafifletilmiş, hem de konut alanları için tanımlanan sosyal donatı alanlarını projeye dâhil etme zorunluluğundan sıyrılma fırsatı yakalanmıştır. 2013 ve 2014 yıllarında Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliği ve Mekânsal Planlar Yapım Yönetmeliğinde yapılan değişikliklerle turizm+konut karma fonksiyonlu alanlarda konut yapılması halinde, konut kullanımının getireceği yoğunluk hesaplanarak sosyal donatı alanlarının belirlenmesi gerektiği belirtilmiştir. 162
Bu yönetmeliklerde konutlar için ayrılacak alan imar planında belirtilmediği takdirde belirli bir yüzdeyle sınırlı tutulmuşsa da; konut yerine turizm tesisi olarak inşa edilen yapılarda konut özellikleri taşıyan birimler paylı mülkiyet esasıyla satılmaktadır. Söz konusu dönemde Bodrum Yarımadası Mesa, NEF, Varyap, Ağaoğlu, Astaş Holding, Sanko Holding, Çağdaş Holding, Aksoy Holding, Bilgili Holding, TAY Group gibi yerli; Leitert, Berggruen, Paramount, Capital Partners, Hilton gibi yabancı yatırımcıların gözdesi bir konuma ulaşmıştır. Neoliberal piyasa ekonomisinin aktörleri olan bu yatırımcılar, projelerinde özellikle “lüks” ve “özel yaşam alanları” vurgusu yaparak yüksek gelirli alıcıları Bodrum’a çekmeye çalışmışlardır. Bu çabanın bahsi geçen şirketler için olumlu sonuçlar doğurduğu söylenebilir. Bodrum Yarımadası’nın özellikle 2009 yılından itibaren turizm bölgesi ilan edilen kuzey bölgelerinde yapılan bu yatırımların sayısı ekonomik çalkantılara pek aldırmadan hızla artmıştır. Bodrum’daki gelişmelere inşaat şirketlerinin gözünden bakışı Çağdaş Holding Yönetim Kurulu Üyesi Dağlarca Çağlar’ın sözleri açıklar. Yarımadada şu anda başlayan ve başlayacak birçok yatırım var. İstanbul'da 2 kule dikeceğinize (burada) 20 ev yapsanız daha fazla kazanırsınız. Bu nedenle de İstanbul'daki birçok firma Bodrum'da konut projesine giriyor. …Bodrum aslında biraz siyaset üstü bir yer. Siyasetin ekonomiye ve sosyal hayata yansıması olmuyor. …Bodrum kriz durumlarında dursa da gerilemiyor, sonrasında da normale dönme katsayısı başka bir ilden 6 kat hızlı oluyor. Mesela, Four Seasons geliyor. Mandarin, Swissotel, Hilton, Banyan Tree de yolda. Cannes'a gittiğinizde neyi görüyorsanız burada da o olacak. Bodrum 25 yılda amatör ligden şampiyonlar ligine çıktı (Çağlar, 2017).
Neoliberal sermayenin Bodrum’da yaptığı yatırımlar, bölgede proje üreten şirketlerin sayısı arttıkça satış stratejileri gereği farklılaşma yolları aramışlardır. Yarımada’nın dört bir tarafında yapımı hızla artan lüks konutlar, 2000 öncesi dönemde yaygın olan tatil konutundan oldukça farklı bir plan anlayışına sahiptir. Önceki dönemde Bodrum’da inşa edilen ikincil konutlar ve tatil sitelerindeki birimlerde planlar oldukça sade ve minimal olabilirken, bugün holding şirketlerin yatırımlarındaki konutlar büyüklükten ve konfordan ödün vermezler. Örneğin Torba 83 konutlarında zemin katta yaşama alanı taşlık ve terasın birleşimiyle yarı açık bir biçimde sağlanırken, Erginoğlu Çalışlar Mimarlık tasarımı Mesa Demirbükü Evleri’ndeki rezidans planı 200 m2’yi aşan alanıyla büyükşehirlerde inşa edilen daire tiplerine yakındır.
163
Şekil 4.49 : Torba 83 Konutları ve Mesa Bodrum Konutları plan karşılaştırması (Gürsel, Bodrum Torba 83 Konutları, 1991) (URL-47). Tanyeli (2013) 20. Yüzyıl biterken lüks nesnelerin kavranışında bir değişim gerçekleştiğini iddia eder. Yüzyılın ilk yarısında lüks nesneler “klasik” formları ve malzeme kaliteleriyle öne çıkarken, günümüzde lüks nesneler daha titiz bir üretim sürecinden çıksalar da lüksün tanımı “ünlü bir müellif tarafından tasarlanmış ünlü marka taşıyan nesne” olarak yenilenmiş olarak görünmektedir. Özellikle 1980’lerin ikinci yarısından sonra Tanyeli’nin “lüksün demokratizasyonu” adını verdiği süreçle lüks nesnelerin kısıtlı alım güçlerine karşın sayısal üstünlükleri bulunan orta sınıfın kullanımına açılarak sınıfsallığını yitirmesiyle, tasarımcı sayısında büyük artış yaşanmıştır. Sonuç olarak lüks talebi tırmandıkça tasarım talebi de tırmanmaktadır, tasarım talebinin artması şöhret talebini beraberinde getirmektedir. Pazarlama stratejisi olarak tasarımcının şöhreti markayla ilişkilendirilmekte, lüksün ve markanın yeni kimliğini tanımlamaktadır (Tanyeli, 2013, s. 255). Bodrum’da lükse olan talebin artışı yatırımcıların yıldız isimlerle çalışma eğilimine gitmelerine yol açmıştır. Süha Özkan (2013) Pritzker Ödüllü mimar Richard Meier’in Berggruen firmasının projesi için Yalıkavak’ta tasarladığı evleri Türkiye’de bir yıldız mimarın ilk eseri olarak çağdaş Türkiye’nin mimarlık tarihinde yer alacağını iddia eder. Projede mimar figürü o kadar önemli durumdadır ki, projenin resmi internet sayfası bugün bile (URL: www.richardmeierinbodrum.com) olarak yayındadır. 1960’ların sonu ve 1970’lerde Peter Eisenman, John Hejduk, Michael Graves ve Charles Gwathmey ile New York Beşlisi olarak adlandırılan bir grup içerisinde yer alan Meier; Le Corbusier’in öncüsü olduğu modernist formel yaklaşımı benimsemiştir. Rowe’un (1972) görüşüne göre Amerikan mimarlık camiası için Modernizm, 164
Avrupa’da ortaya çıkışındaki sosyalist ütopyacı yaklaşımından ziyade biçimsel bir tarz olarak kabul görmüştür. New York Beşlisi de Modernizmin biçimsel kodlarını, işlevden bağımsız bir biçimde ele almaya çabalamışlardır. Özkan’a göre New York Beşlisi’nin diğer üyelerinin aksine Meier beyaz renkten ve arıtılmış form arayışından kopmamıştır. Le Corbusier’i derinden etkileyen Akdeniz’e bakan Yalıkavak sırtlarında inşa edilen evleriyle, Özkan’ın deyimiyle Bodrum’da inşa edilmiş “evciklerin on binlercesinin bıktırıcı mimarlık çözümleri”nin yanında, nitelikli bir mimarlık ürünü olarak katkıda bulunacak, eleştirilerek yeni çözümlere rehberlik edecektir (Özkan, 2013, s. 60).
Şekil 4.50 : Richard Meier, Bodrum Houses, 2012 (URL-48). Özkan, Bodrum’daki uluslararası yıldız mimar dönemini Meier’le başlatırken, yurt içinde markalaşmış ve şöhret sahibi olan ve çoğunluğu İstanbul’da yerleşik Türk mimarlar da inşaat sektörünün yükselişiyle Bodrum’da kendilerine çalışma alanı bulurlar. Bodrum 2000 öncesi dönemde de önemli Türk mimarlar için bir çalışma sahasıdır, ancak 1980’lerden sonra Türk mimarlık piyasasında ünlenmeye başlayan bazı isimler, 2000’lerdeki olgunluk dönemlerinde Bodrum’daki faaliyetlerini hızlandırırlar. Tanyeli (2013) işverenlerin yapı tasarımından başlayarak her türlü tasarımda kendilerini rakiplerinden farklılaştırma çabasıyla yıldız mimarlara yöneldiklerini iddia eder. Bu durum üzerine şu soruyu sorar: “Mimarlar mı müşterilerini farklılaştırmaya yönelik taktik kararlar üretiyor, yoksa müşteriler mi
165
mimarları farklılık, aykırılık üretmek için itekliyor?”. Tanyeli burada müşterinin taleplerinin mimarı farklılaşmaya yönlendirdiğini, bu durumun mimar için sıfır risk taşıdığının altını çizer. Çünkü mimardan beklenen avangart olması değil yalnızca farklı olmasıdır, bu da ne kadar aykırı olursa o kadar kolay olumlanacağı bir piyasa mekanizması doğurur (Tanyeli, 2013, s. 281). Tanyeli (1999) Türkiye’de 1980’lerde mimarlığın değişimi bağlamında bir kırılma noktası gerçekleştiğini savunur. Türkiye, dünyadaki neoliberal ağa eklemlenme sürecinde, dünya mimarlık trendleri ile ilk kez bu dönemde eşzamanlı olarak bir alışverişe girer. Daha önceki dönemin camiası içinde ünlü tanımına ulaşabilen mimarlar olsa da, ünü yaratan modern mekanizmaları kullanabilen mimar figürleri 1980’lerin sonundaki genç mimarlar kuşağı ile kamuda tanınırlık kazanmaya başlar. Bu figürler ayrıca kendilerini akademiye de kabul ettirmeyi başarırlar (Tanyeli, 1999, ss. 38,39). Medya da bu genç figürleri desteklemiştir. Tanyeli (2017b) medyanın modern dünyada başlıca görevinin yıldız üretmek olduğunu, bu yıldızların mimarlık ortamının sansasyonel başlıklarını atmakla görevli olduklarını söyler. Günümüzde yıldız mimar kavramı negatif eleştiri yöneltilen bir kavram olsa da, Tanyeli eleştirebilmek için öncelikle yıldız mimarları üretmek gerektiğini ve editörü olduğu Arredamento Mimarlık dergisinin yıldız mimar üretimine bilinçli bir şekilde katkı sağladığını ifade eder. Tanyeli 1990’ların sonunda Richard Meier’in de aralarında bulunduğu New York Beşlisi’ne ironik bir gönderme yaparak sözü edilen genç mimar figürlerden oluşan bir İstanbul Beşlisi oluşturur. Bu beşlinin üyeleri Emre Arolat, Han Tümertekin, Murat Tabanlıoğlu, Nevzat Sayın ve Gökhan Avcıoğlu’dur. Oysaki New York’takilerin aksine bu beşli hiçbir zaman kendilerine böyle bir tanım yakıştırmamışlardı. Tanyeli (2002) bu beş ismin bir açılım olanağına işaret ettiğini söyler, İstanbul’daki beşlinin New York’takilerin aksine epistemolojik ve düşünsel bir düzlemde bağlantı kurmayan ancak mimarlık pratiği yapma konusunda Türkiye’de yeni bir çağı başlatan kişiler olduklarını öne çıkarır. Tanyeli’ye göre bu isimler bir Türkiye mimarlığı yapalım diye bir diretme işine girmezler; dertleri mimarlık yapmak, keskin detaylı, iyi işçilikle üretilmiş, dünya standartlarını yakalamaya yaklaşmış yapılar tasarlamak, teknolojik gelişmeleri ve medyayı iyi kullanmaktır. Tanyeli için bu özellikler bahsi geçen bu genç
166
isimleri bir grupta toplamakta yeterli olmuştur. O’na göre bu beşliye sonradan eklenecek kişiler de olabilir. Örneğin Erginoğlu-Çalışlar, Boran Ekinci, Mehmet Kütükçüoğlu bu listeye eklenebilir (Tanyeli, 2008, s. 182). Suha Özkan da bu isimleri desteklemiş ve dünya mimarlık camiasında tanınmaları için çabalamıştır. O’na göre bu isimleri bir araya getiren şey, Batı kökenli bir tasarım izleği izleseler de aslında bir “özgünlük” çabasıdır. Özkan da bu listeye ayrıca yeni isimler önerir (Özkan, 2002). Özkan’ın çabaları ile İstanbul’da Yenikapı Arkeopark ve Zorlu Center proje yarışmaları düzenlenmiş, bu isimler küresel firmalarla ortaklaşa çalışarak yarışmalara projeler hazırlamışlar, böylelikle bilinirlik kazanmışlardır. Kişilerden bağımsız bir şekilde İstanbul Beşlisi tanımında bahsedilen mimarlık yapma pratiği, 2000 sonrası Bodrum’da yatırım faaliyetlerini hızlandıran inşaat firmalarının da kuşkusuz ilgisini çekmiştir. Yukarıda bahsi geçen bu firmaların projelerinin çoğunluğu İstanbul merkezli firmalara lüks konut ve rezidans projeleri tasarlama imkanı tanımıştır. Ayrıca Yarımada genelinde otel, AVM, marina, havalimanı gibi yüksek bütçeli yatırımların mimarisinde bahsi geçen mimarların imzaları bulunmaktadır. Projelerin tanıtımları, farklılık değerleri mimarlarının şöhretiyle belirlenmeye başlanmıştır (Şekil 4.51). Bodrum’da yerleşik olmayan bu isimlerin projeleri ve bu projeleri gerçekleştirirken Bodrum’da karşılaştıkları dışsal ve özsel kısıtların irdelenmesi çalışmanın bu bölümündeki amaç olacaktır. Geleneksel konut mimarisi ve bundan türemiş anonimleşen betonarme konut dokusu bağlamında yıldız mimarların verdiği tasarım kararları, 2000 sonrası Yarımada genelinde mimari karakterdeki değişimlerle eşzamanlı bir biçimde değerlendirilecektir.
Şekil 4.51 : Solda: Richard Meier Bodrum Houses logosunda mimarın ismi. Sağda: Yalıkavak Palmarina projesinde sonradan sökülen mimarının ismi (URL-48-49).
167
4.4.1 Yarımada genelinde mimari karakterdeki değişim 4.4.1.1 Topoğrafyayı şekillendirme 2000 sonrasında Bodrum Yarımadası’nda yaşanan sosyo-ekonomik gelişmeler sonucunda; orta-üst gelir grubundan kişilerin Bodrum’da yalnızca yaz aylarında çok kısa süreli bir tatil amaçlı kullanmayacakları, yıl boyunca oturulabilecek konutlar talep etmesiyle Bodrum Yarımadası’nda mimari karakter değişime uğramaya başlamıştır. Tabanlıoğlu Mimarlık tasarımı Milas-Bodrum Havalimanı yeni dış hatlar terminalinin açılması ile var olan terminal binası yalnızca iç hat uçuşları için kullanılmaya başlanmış, Bodrum’a artan talepten dolayı özellikle İstanbul’dan uçak seferi sayıları oldukça sıklaşmıştır. Ulaşılabilirliğin artması, İstanbul’da yaşayan ancak Bodrum’da evi olan kişilerin yıl boyunca Bodrum’a rahatça gelebilmesini sağlamış, bunun sonucu olarak İstanbul’daki kalabalık ve karmaşık ortamdan kaçarak Bodrum’a kalıcı olarak taşınan pek çok orta-üst düzeydeki gelir grubu aile, yeni yapılan konut projeleri ile Bodrum’daki tatil sitesi kavramının değişmesine neden olmuştur (Şekil 4.52). Bunun yanı sıra Bodrum’a yatırımcıların ilgisi yalnızca büyük inşaat şirketleri aracılığıyla olmamış, daha küçük ölçekli şirketler de genelde tek katlı inşa edilen, özellikle başka bir daire ile aynı ortak bahçeyi paylaşmayan, altlı üstlü olmayan konut birimleri tasarlanmış projeler üreterek yine orta-üst gelir grubu için satışa çıkarmıştır.
Şekil 4.52 : Büyük şehirlerden Bodrum’a taşınan kişilerin deneyimlerini aktardıkları bir internet sitesi (URL-50). İmar kısıtlarında özellikle maksimum taban alanları hakkındaki hükümlerde yapılan esneklikler de konutların taban alanlarının büyümesine neden olmuş ve dolayısıyla eğimli arazilerde topoğrafya ile ilişkilerini değiştirmiştir. Ayrıca kapalı otopark düzenlemeleri ve konut birimlerinin havuza sahip olup olmaması, topoğrafyayı bir platformlar bütünü olarak ele alan yaklaşımların tasarım girdilerindendir. Konutlarda
168
özel alan isteği arttıkça, yataylaşmaya doğru giden tasarım anlayışı, büyük çapta hafriyat çalışmalarına yol açarak tahribat yaratmaktadır.
Şekil 4.53 : Yeni konutlarda kat sayısı azaldıkça ortaya çıkan yatay teraslanma (Özışık, 1999a) (URL-51).
Şekil 4.54 : 40 yıl içerisinde Turgutreis’te topoğrafyaya yerleşimde değişim (A/ Turgutreis 1974, Özkan & Plunz, 2016) (URL-57-58). 4.4.1.2 Kutuyu parçalama Bodrum’daki imar yönetmelikleri, Akçuraların çalışmasından itibaren balkon ve çıkma kullanımına izin vermemeleri, cephede doluluk-boşluk oranı gerektirmeleri, pencere alanlarını 1 m2 ile sınırlandırmaları ile kapalı kübik kütleler yaratmıştır. Bu kütlelerin yan yana gelişleri, döndürülmeleri, aralarına giren elemanlar gibi hareketlerle Yarımada genelinde tekrardan doğan bir farklılaşma yakalanmaya
169
çalışılmış, ancak sonuç olarak oluşan mimari doku hem Bodrumlular, hem ziyaretçiler hem de mimarlar tarafından ağır eleştirilere maruz kalmıştır (Şekil 4.55).
Şekil 4.55 : Emre Arolat Mimarlık, Vicem Konutları projesinde kutunun tekrarından duyulan rahatsızlığı anlatan görsel detayı (URL-52). 1998 Ulusal Mimarlık Ödülleri’nde kendisi için tasarladığı mimarlık bürosu yapısıyla Yapı Dalı’nda başarı ödülü kazanan mimar Ender Özışık (1999b), 1997 yılında tasarımına başladığı Gümbet’te bir arazide bulunan yeme içme merkezi projesinde işvereni olan arkadaşına ilk şu soruyu sorar: “Cephelerde imar mevzuatına uyacak mıyız?” (Şekil 4.56). Özışık imarın cephede yarattığı kısıtlarda nasıl bir açıklık düzeni oturtacağının çalışmalarını yaparken, denemelerinin Le Corbusier’in cephe anlayışına ve Mondrian’ın yapıtlarına benzediğini düşünerek iki yapı tasarlar (Özışık, 1999b). İronik bir şekilde Bodrum ve modernizm arasındaki Akdenizlilik üzerinden kurulabilecek bağlantıya, “kitsch” denilebilecek bir yorum getiren Özışık, cephelerde imar mevzuatı kısıtlarının mimarları sürüklediği çıkmazlara bir tepki göstermiştir.
Şekil 4.56 : Özışık’ın Le Corbusier (solda) ve Mondrian’ı (sağda) (Özışık, 1999b).
170
Bodrum Yarımadası’nda cephelerdeki kısıtların, çıkma ve balkonlarla ilgili düzenlemelerin 11 belediye döneminden sonra yer yer hafifletilmesi sonucu; patlamış mısır, sıraya dizilmiş asker gibi sıfatlarla tarif edilen betonarme Bodrum tipi konuttaki “kutu” sonunda parçalanmıştır. Özellikle deniz manzaralı konutlarda denize bakan cepheler tamamen cam yüzeylerle kaplanırken, yatay döşemeler uzatılıp yer yer kaydırılarak kutunun parçalanma hissiyatı arttırılmıştır. Emre Arolat, Yalıkavak’ta Küdür Yarımadası ve Tilkicik Koyu’na panoramik bir manzara veren bir arazide gerçekleştirdiği Elements projesinde kutu imgesini tamamen parçalamıştır. Düşey yüzeylerin çoğunlukla şeffaf olduğu projede döşemeler ve saçaklar cam düşey yüzeylerden bir hayli dışa doğru uzatılmışlardır. Böylece manzara iki yatay düzlem arasında çerçeveye alınarak sinematik kareler elde edilmiştir. Arolat (2018) bu projenin ne kadar Bodrum Evi olduğunun tartışmalı olduğunu kabul eder.
Şekil 4.57 : Emre Arolat Mimarlık - Yalıkavak Elements projesinde kutu imgesinin yok edilmesi (URL-53).
Şekil 4.58 : Gökhan Avcıoğlu - Castle Rock Evleri, Bodrum, 2009 (URL-54).
Şekil 4.59 : Alişan Çırakoğlu, Ilgın Avcı - Gümüş Su Villaları. Gümüşlük, 2012 (URL-55).
171
2000 sonrası dönem için incelenecek projeler, İstanbul Beşlisi’nden Emre Arolat’ın ve mimari pratik bakımından bu isimlerin açtıkları yolda ilerleyen farklı mimarlardan örnek olarak seçilmiştir. Projeler, •
Topoğrafyayla bütünleşme (kültürel kopuş)
•
Farklılaşma sonucu tekrar (biçimsel ayrışma) başlıklarında ele alınırlar.
4.4.2 2000 sonrasında Bodrum’da mimari değişime örnekler üzerinden bakış 4.4.2.1 Topoğrafyayla bütünleşme Bodrum Yarımadası’nda konut tasarımlarında geleneksel kültürel kodlara yönelme eğilimi, yaşanan sosyo-ekonomik değişimlere bağlı olarak oldukça azalmıştır. Geleneğin getirdiği çağrışımların, çok büyük meblağlar ödeyerek Bodrum’da lüks konut edinen kullanıcılar ve bunları tasarlayan mimarlar için önemi kalmamıştır. Bu nedenle aslında metropol kültürüyle Bodrum’da bir tatil deneyiminin gereksinimlerini melezlemeye çalışan tasarımlar, gelenekten kendilerine tutunacak bir kısıt edinmeyi reddettikten sonra fiziksel çevreden çıkarımlar yapmaya, topoğrafyaya daha iyi tutunabilmeye yönelik çalışmalar yapmışlardır. Hebil 157 (2012) Hebil 157 Evleri, Aytaç Mimarlık tarafından tasarlanmış, Göltürkbükü’nün batısında bulunan Hebil Koyu’na hâkim bir tepede bulunan ve 1980’lerde Atelye 70 tarafından tasarlanan Hekimköy Tatil Sitesi’ne komşu bir projedir. Mimarlarına göre proje bütünüyle “topoğrafyanın uzantısı olarak mimari fikriyle şekillenmiş ve ait olduğu yerin jeolojik geçmişiyle yakından ilişkilidir”. Mimarlar araziden edinilmiş kuvvetler aracılığıyla yapıların şekillerini, alanlarını ve yönelimlerini belirleyerek tüm konut birimlerinin manzaradan eşit olarak yararlanmasını sağlamayı amaçladıklarına dikkat çekerler. Bodrum Yarımadası’nı oluşturduğu
düşünülen
Kos
Yanardağı’nın
püskürttüğü
lavların
soğuyup
kristalleşmesi ile biçimsel bir analoji öne süren mimarlar, Bodrum mimarisinden beyaz rengi tasarımlarına kattıklarını belirtirler (Aytaç Mimarlık, 2016). Mimarlar tasarımlarını şekillendirirken geleneksel mimarinin kısıtlarından herhangi bir
referans
maddeselliğine
almamışlar, ve
Ege
tasarımın Denizi
çıkış noktasını manzarasına
172
yalnızca bakış
topoğrafyanın
yönlendirmelerine
dayandırmışlardır. Kullanılan malzemelerde Bodrum Yarımadası’nda pek üzerine durulmamış olan volkanik püskürme referansı ile volkanik bazalt kullanılmıştır. 2013’te Amerikan Peyzaj Mimarları Odası (ASLA) tarafından ödüllendirilen proje hakkında jüri, “basitçe heykelsi; bu, birçok evi kümelemek için harika bir yol. Harika bir karışım. Tüm parçalar hiçbiri boşa harcanmadan çok iyi çözülmüş. Çatı erişilebilir ve güzel” yorumunu yapmıştır (URL-56).
Şekil 4.60 : Aytaç Architects-Hebil 157. “Girdaplanan” bükülmüş yüzeyler (URL-64). Bölgede imar kurallarının cephede ve oturma alanında yarattığı kısıtlar 2008’de Hebil yöresi özelinde yürürlüğe giren plan notları kapsamında turizm alanlarında esnetilmiştir. Belirlenen kentsel tasarım alanları ise “nitelikleri gereği özel projelerine göre düzenlenerek toplumun doğal ve kültürel değerlerle bütünleşmesinde önemli katkıları olacak, özellikleri nedeniyle özel proje bünyesinde değerlendirilmesi gereken alanlar” olarak tanımlanmışlardır. Söz konusu projenin konut alanlarında bulunan cephe açıklıklarında 3/5 oranı gibi kısıtlara tabi olmadığı aşikârdır, imarın dayattığı dışsal kısıtlardaki esnemeler tasarımcıya heykelsi form denemesi yaparak farklılaşma imkânı sunmuştur. Hebil 157 bitişiğindeki Hekimköy Kooperatifi 1984’te tamamlandığında, bakir olan bölgede 707 villa inşaatı gerçekleştirilmiştir. Kooperatifin bugün de aktif olan internet
173
sayfasına göre inşaat esnasında ağaç kesilmediği için mimar Hüseyin Kaptan uluslararası bir ödül kazanmıştır (URL-59).
Şekil 4.61 : Üstte solda Hebil 157 ve Hekimköy. Üstte sağda Hekimköy proje eskizi. Altta Apartman 18, Hebil 157 iç mekan tasarımı benzerliği (URL-66-67-68-64). Hebil 157 ile Hekimköy arasındaki mimari anlayış farkını yalnızca yıllar içerisinde değişen ve esnekleşen imar kısıtları üzerinden okumak yeterli değildir. Cengizkan (2016, s. 121) Hebil 127’nin Bodrum’da artık yazlıkçılar tarafından tanımlanan yarı kır yarı kent kültüründense, “elit küresel öğelere” seslenen kentsel karakterli yapılara bir örnek olduğunu düşünmektedir: Göltürkbükü’nde inşa edilen Hebil 157 Evleri, seslendiği kitlenin seçkinci beğenileriyle biçimlenen lüks, kalite, konfor arayışını dönüştürmenin ötesinde, yerin sunduğu olanaklarla biçimlenen çarpıcı mekânlar ve özgün deneyimler vaat eden ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Modern mimarlığın ortogonal biçimlenişinden özgürleşme olarak da görülen çağdaş mimarlığın dijital 0-1 alfabesi, sadece mimari formlarda ve/ya yapı teknolojisindeki dönüşümün değil, asal olarak bireysel ve toplumsal yaşam biçimlerindeki değişimin ifadesi olarak görülür. Böylelikle yaratılan mimari imgelerin gücü, medya ve iletişim olanaklarıyla birleşerek daha hızlı yayılır. İçi boşalan imgeler, bağlamından kopan mimarlıklar çağında Hebil 157 Evleri, konsept aşamasından sonuç ürüne kadar analog ve dijital araçların birlikte işlevselleştirildiği mimarlık yapıtlarının nitelikli örneklerinden biridir (Cengizkan, 2016).
Cengizkan’ın belirttiği gibi Hebil 157 Evleri yalnızca Bodrum’daki mimari değişim üzerinden değil, mimarın kentli işlerinden gelen kodlar yardımıyla anlaşılabilir. Aytaç
174
Mimarlığın İstanbul Kadıköy’de 2014 yılında tamamladığı Apartman 18 projesinde tasarım konsepti ve mimari konsept kendinden önce inşa edilmiş Hebil 157 ile benzeşir. Bu sefer form arayışı topoğrafyadan, volkanik kayaçlardan değil, bitkisel bir referanstan yardımla gerçekleştirilmiştir. [Apartman 18] binasının kabuğu, asma bitkisinin direğine dolanmasını andıran formuyla bina çekirdeğini sarmallayarak yükseliyor. Bunu bölgede 1970’lerde birbiri ardına türeyen tekdüze beton bloklarla kaybolmuş üzüm bağlarına bir gönderme olarak da düşünebiliriz. Bu sarmal doku, zeminde arazi sınırlarına kadar uzanarak bir peyzaj elemanı gibi davranıyor ve binanın toprakla ve şehirle ilişkisini kuruyor (Aytaç Mimarlık, 2016).
Mimarların Hebil 157’de oluşturdukları özsel tasarım dilinin ortogonal biçimi bozarak Cenkizkan’ın deyimiyle özgürleştirici olarak atfedilen kırıklı yüzeyleri, Akdeniz’de geleneksel kodların hâkim olduğu bir yerde üretilmiş olsa da öte yandan son derece kentlidir. Vicem Konutları (Waterside Bodrum) (2013) Bodrum ilçe merkezinin İçmeler mevkinde yer alan proje, Emre Arolat Mimarlık tasarımıdır. İnşa edildikleri dönemde Bodrum Yarımadası’nın en pahalı konutlarının arasında yer alan konutların bulunduğu arazi denize doğru kayalık bir burun üzerinde yer almaktadır. Proje Bodrum ilçe merkezinde hâkim renk olan beyaza ve tam prizmatik konut mimarisine karşıt bir tasarım anlayışı geliştirerek farklılık yaratma çabasındadır. Turizme ayrılmış alanda inşa edilen bu yapılar, Bodrum Doğu İlave İmar Planı’nın sağladığı birtakım esnekliklerden de faydalanarak kıyı çizgisine oldukça yakın kayalık bir alanda inşa edilmişlerdir. Projenin ana sorunsalı bu kayalık arazide Bodrum’daki karakteristik yapılaşma ile arasına kendisini ayrıştıran nasıl bir mesafe koyacağıdır. Vicem Yalıları, Bodrum’un merkezinden İçmeler’e doğru uzanan sahil yolunda, kayalık bir burun üzerindedir. Kıyının el değmemişlik özelliği ile, inşa edilecek yapıların oluşturması muhtemel yoğunluk ikileminin tansiyonu, tasarımın en önemli verisidir. Yerleşim şeması, bir yandan işlevsellik ve manzara ekseninde gelişen üç boyutlu bir topoğrafya sorunu, diğer yandan da yerin doğal özelliklerini bağlamlaştırırken “büyük tek ev” fenomenini gevşeten bir kitlesel parçalanma olarak değerlendirilir. Yapıların bulundukları alanın içinde doğal dokuyla hemhal olabilmeleri için, parçacıl bir yönelimle tasarlanan kitlelerin toprağa oturan alt bölümleri, olabildiğince doğal bir yüzey artikülasyona sahiptir. Bunların üzerlerine oturan üst parçaların ise, incelikli bir biçimde tasarlanmış narin yapılar olarak bir uçuculuk hissiyatı oluşturmaları öngörülür (Emre Arolat Mimarlık, 2016)
175
Mimarlar konutların tasarım aşamasında ellerindeki kayalık arazide Bodrum’daki beyaz prizmatik mimari tekrar etmeyi reddetmişlerdir. Arolat, Bodrum’un arketipal kutu ev prototipinin yarımada boyunca tekrarlanmasını Abdi Güzer’den alıntı yaparak “şahane artı şahane artı fevkalade artı fevkalade, alelade haline geldi” yorumuyla özetler. O’na göre kutunun tekrarı topoğrafyayla hiçbir zaman tamamen uyum sağlayamamış, aksine bu tekrarı yapabilmek için başarısız setler ve duvarlar inşa edilmesine neden olmuştur (Arolat, 2018).
Şekil 4.62 : Vicem Konutları, 2013. Emre Arolat Mimarlık (URL-60). Bu bakışla mimarlar Vicem Konutları’nda nesneleşme karşıtı bir tutumla doğal peyzajla bütünleşmeye ve olabildiğince görünmemeye çalışarak farklılaşma yoluna gitmişlerdir. Bodrum Yarımadası’nı kaplayan bu mimari ile biçimsel sürekliliği kurmak yerine kendisine bağlam olarak doğal renk tonlarını ve malzemeleri seçerek zıtlaşma yoluna gitmişlerdir. Bu zıtlaşmayı perçinlemek için konutların planlarında ve yerleşiminde yapılan parçalanma Müge Cengizkan’a göre “kente karşı bir meydan okumadır” (Şekil 4.63).
176
Konut iç mekânlarına da taşınan parçacıl ve brütalist yaklaşım, Akdeniz ikliminde inşa edilen “bilindik” kıyı konutu beklenti ve kanaatleriyle güdülenmiş kullanıcı için, oldukça şaşırtıcı bir mekânsal deneyim sunar: “Uçuculuk hissi” yaratan dış görünümler içeride oldukça kalıcı izlenimlere döner… Neredeyse olağan biçimde yan yana ve üst üste gelivermiş gibi duran taş ve ahşap dokulu konutlar, kübik beyaz kütlelerden oluşan tipik Bodrum siluetine ve bütünleştiricilik beklentisiyle stereotip çevrelerden oluşan konut dokusuna alternatif bir önerme sunar (Cengizkan, 2016, s. 139).
Şekil 4.63 : Vicem Konutları, 2013. Emre Arolat Mimarlık’ın tasarım yaklaşımı (URL-52). Emre Arolat’ın Vicem Konutları’nda kullandığı ahşap kapaklar Cengizkan’ın dediği gibi alternatif bir önermenin yanı sıra bir gerilim de yaratır. Sözü edilen pahalı konutların sahiplerinin genellikle Bodrum’da yerleşik olmaması nedeniyle konutların büyük çoğunluğu yaz aylarında kullanılmaktadır. Bu durum, kış mevsiminde Vicem konutlarının farklı bir kutu arketipine dönüşmesine yol açar (Şekil 4.64). Ancak Arolat’a göre malzeme tasarımda etken bir durumda olmamalıdır. “Tasarımcı malzemeyi bir hedef olarak görmek yerine – ki bu olgu son dönemin çok önemli bir tehlikesidir- esas hedefe ulaşmak için bir araç olarak kullanmalıdır. Malzemeye bağlı bir tasarım yerine, tasarımla örtüşen malzemelerin zorlanması kabul edilebilir bir uğraş –challenge- olarak görülmelidir” (Arolat, 2001, s. 110).
177
Bu durumda Arolat’ın Vicem Konutları’nda ahşabı ve farklı karakterdeki taş kullanımını Bodrum’daki egemen mimari yaklaşıma karşı bir “challenge” öğesi olarak kullandığı iddia edilebilir.
Şekil 4.64 : Vicem Konutları, Şubat 2018 (Atilla, 2019). Arolat’ın Vicem’deki tasarım yaklaşımı kendisine yeni bir bağlam yaratması, kendi normlarını oluşturması açısından dikkate değer olsa da; aynı zamanda tasarımcının kendi özsel kısıtlarını tanımlayarak oluşturduğu bir tasarım dilinin tekrarına örnek verilebilir. EAA’nın 2005 yılında hayata geçen İstanbul’daki Çubuklu Vadi Konutları’ndaki eğimli arazide dengeleme amaçlı yatay düzlemler oluşturarak akışkan bir parçalama yapması Yalıkavak’taki Elements projesinde, ahşap kapaklar tarafından tanımlanmış konut birimleri de Vicem projesinde tekrarlanmıştır (Şekil 4.65).
Şekil 4.65 : EAA, Çubuklu Vadi Konutları, Vicem Konutları, Yalıkavak Elements (URL-70-71) (A / Atilla, 2018). 178
Mimarın özsel kısıtlar içerisinde kendine referans göstermesi olağan bir durumdur. Çubuklu Vadi Evleri’de “yerel olduğu savlanan bir mimarlık dilini, eğimli çatı, geniş saçaklar ve cumbalarla ortaya koyan çok sayıdaki benzerlerinden biri” olmamaya çalışan mimarlar, benzer durumlara karşı aradıkları benzer çözümleri farklı coğrafyalarda tekrarlamışlardır (URL-61). Novron Ardesco (2009) – Novron Yalıkavak 55 (2018) Teğet Mimarlık tarafından tasarlanan bu villalar Gümüşlük-Yalıkavak yolu üzerinde Ege Denizi ve Küdür Yarımadası manzarasına yüksekten bakan bir konumda bulunurlar. Mimarlar araziyi ilk gördüklerinde fark ettikleri topoğrafyanın kontur çizgilerini tasarımın çıkış noktasındaki en güçlü veri olarak tanımlamışlardır. Aynı zamanda insanı hep aynı noktaya, istinat duvarlarıyla düzlenmiş yamaçlara iki katlı beyaz kutular yapmaya iten imar notlarını başka türlü okumanın olasılığını arayan, yeknesak yapılaşmaya alternatif olabilecek bir mimari çözüme yönelmişlerdir (Teğet Mimarlık, 2010).
Şekil 4.66 : Teğet Mimarlık, Novron Ardesco konutlarının topoğrafyaya yerleşimi (URL-62). Bunun sonucunda topoğrafya kontur çizgilerini bir açıkhava tiyatrosu olarak yorumlamışlar, eğim boyunca uzanan istinat duvarları teraslamalarıyla yüzeyler
179
yaratmışlardır. Hafriyattan çıkan malzemeyle inşa edilen bu istinat duvarları, yer yer üstlerine yerleşen beyaz prizmatik kutular şeklindeki birimlerle birleşerek mekân özelliği kazanmış; böylece konut birimleri tek katlı görünümde çift katlı hacimler olarak inşa edilmiştir. Mimarlar bu duvarların Akdeniz kırsal topoğrafyasından referans aldığını, aynı zamanda zemin katları gizleyerek yapılaşma yoğunluğunu perdelediğini ileri sürerler (Şekil 4.66). Kullanılan beyaz renkli birimlerde, Bodrum Evi’nin katı kutu formunun manzaraya bakan yüzeyleri sökülmüş, böylelikle mutfak, oturma odası ve üstü yarı açık bir terasın bulunduğu betonarme çerçevede yaşama mekânları oluşturulmuştur (Teğet Mimarlık, 2010). Teğet Mimarlık’ın kurucu ortakları Mehmet Kütükçüoğlu ve Ertuğ Uçar, Türkiye’nin Akdeniz kıyılarında uyguladıkları projelerle bilinirler. Bodrum’da yine Novron İnşaat için tasarladıkları Azure, Yalıkavak 55 konut projeleri bulunan mimarlar; İzmir, Akbük, Alanya, Belek gibi yerleşimlerde de konutlar ve kamu yapıları tasarlamışlardır. Mimarlar Akdeniz kıyısında karşılaştıkları ortama, turizm yapılarının ve ikincil konutların kontrolsüz şekilde çoğalması sonucu oluşan “sağlıksız” yakıştırmasını yaparlar. Diğer bir saptama da kıyılarda sezonluk değişimler sonucu yaşanan düzensiz hayat ritmidir. Bu yüzden sessiz-gürültülü, terk edilmiş-kalabalık, çamurlu-tozlu gibi ikili durumlar yaşandığını tespit ederler. Bölgedeki seyahatlerinde gözlemledikleri kıyı yapılaşmalarında imarın dayattığı kısıtlar nedeniyle binaların özdeş kütleler niteliği taşımaları, Kütükçüoğlu ve Uçar’ı rahatsız eder (Kütükçüoğlu & Uçar, 2008). Mimarlar Bodrum’da karşılaştıkları durumu ve bu durumun kendilerinde yarattığı dertlenme durumunu şöyle açıklar: 2007 kışında Bodrum Yarımadası’nda inşaatı süren projemizi kontrol etmek için Yalıkavak ve Gümüşlük arasındaki kıyı kolunda hareket ederken kasabanın karakterini koruyan yıllar önce geliştirilmiş imar kuralları hakkında düşündük. Bu kurallar küçük bir kasaba için düzenlenmişlerdi ve tüm yarımadaya uygulandığında tatsız bir imge yaratan beyaz kutuların tekrarını temel alıyorlardı. Karşılaştığımız şey ise ne ilçe merkezindeki üst üste binen kütleler ve de yarımadaya dağılmış ayrık halde bulunan bloklardı. Bodrum’daki imar kuralları nedeniyle beyaz kutular özgürce üst üste bindirilemez ya da dağıtılamazlar. Aralarına sıkıştırılan ufak bahçelerle birlikte bütün yarımadayı piksellemişlerdir. Doğal flora hiç bitmeyecekmiş gibi uzanan taş duvarların soluk rengiyle yer değiştirmiştir. Kıyı şeridi yapılaşma izinleri sonucunda normalden büyük kütleler tarafından doldurulmuş, dik yamaçlarda inşaat yapmaya olanak sağlamak üzere vahşi hafriyat çalışmaları sonucu tepelik alanlar taştan duvarlarla örülü teraslara dönüşmüştür. Bu teraslara yerleştirilmiş 3 katlı kutular kendilerini etraflarındaki binlerce beyaz kutudan ayrıştırabilmek için oranlarını kaybedip
180
aşırılıklara yönelmişlerdir. Bir yandan ekskavatörler birkaç tane daha ev için tepelerdeki kayaları düzlerken, kendimize İstanbul’a döndüğümüzde unutmaktan endişe duyduğumuz sorular sorduk. Acaba insanı derinden üzen bu kıyı tahribatına katkıda bulunmaktan dolayı kendimizi suçlu hissetmeli miydik? Bir mimarın bu şartlar altında elinden gelen en iyi alternatif çözümler neler olabilirdi? Acaba bu durumla yüzleşip, buradan bir anlam çıkarmak mümkün müydü? Buralarda inşaat yapmayı tümden reddetmek bir çözüm anlamına gelir miydi? (Kütükçüoğlu & Uçar, 2008)
Novron Azure projesinin inşaatı sırasında ifade edilen bu düşüncelerin akabinde Teğet Mimarlık 2009’da yukarıda bahsedilen Novron Ardesco’yu tamamlar. Azure projesinde (Emre Arolat’ın da bahsettiği gibi) mimarlara rahatsızlık veren ve Yarımada genelinde görünen teraslamanın içine gömülmüş olan konut birimleri, Ardesco’da mekân haline gelmiş duvarın üzerine bindirilmiştir. Teğet Mimarlık Bodrum’daki son projesini yine Novron inşaat için, birbirlerine çok yakın konumda bulunan Azure ve Ardesco’dan çok da uzak olmayan Geriş Köyü yolu üzerindeki deniz manzarası bulunan bir arazide Yalıkavak 55 adıyla 2018’de tamamlar (Şekil 4.67).
Şekil 4.67 : Novron Yalıkavak 55. Projenin tasarım anlayışını örnekleyen görseller (URL-74) (A/ Atilla, 2018). Projedeki mimari yaklaşım, iki zıt biçimlenmenin bir araya getirilmesiyle oluşmuştur. Belki de bu, mimarların Bodrum’da 2008’deki ilk mimarlık deneyimleriyle yaklaşık 10 yıl sonra yüzleşerek yeni bir anlam arayışına girdikleri bir denemedir. Bodrum’da eşi benzeri olmayan bir (mimarların Yapı Kredi ACCR binasında devasa boyutlarda denemesini yapmış bulundukları) yataylık vurgusu ile yapı yapılmasına izin
181
vermeyecek diklikteki bir yamaçtan fırlamış ya da ona yapıştırılmış gibi görünen beş adet yüzey, eğim boyunca basamaklanarak ilk yapı tipini oluşturur. 240 m2’lik her birim, bir altındakinin çatısını havuzlu bahçe olarak kullanır. Diğer yapı tipi ise arazinin düz olan bölümünde, basamaklanan yapılardan ayrılmış 8 adet 65 m2’lik birimden oluşan 5 ayrık yapı biçimindedir. Bunlar ise şaşırtıcı bir biçimde basit küplerden oluşmaktadır. Yarımada genelinde tekrar eden betonarme konut tipine görsel olarak yakın olan, ufak detaylarda farklılaşmış oldukça yalın kutulardır. Teğet Mimarlık Bodrum’daki üç projesinde de, aslında Akdeniz kıyılarındaki tüm projelerinde
vazgeçmedikleri
bir
unsur
olan
beyaz
rengi
kullanmaktan
çekinmemişlerdir. Tekrarı çağrıştırması, tasarımcıda farklılaşma olgusundan uzaklaşma endişesini yaratması nedeniyle Bodrum’da 2000 sonrası mimarlık yapan çoğu isim tarafından özellikle tercih edilmeyen beyaz renk, Teğet Mimarlık tarafından kendi gelenekleri haline gelmiş bir kısıtmışçasına tekrar edilmektedir. Teğet’in Akdenizli olma çabası, onları rafine işler yaratma noktasında 20. yüzyılın ilk yarısında işler ortaya koymuş İtalyan ve İspanyol Akdenizli modernistlerle buluşturur (Şekil 4.68). Kütükçüoğlu’na (2015) göre Teğet “kontrolsüz bir maniyerizmden kaçınır”. Projelerde genelde bir ayıklama süreci uyguladıklarını belirtir ve bu açıdan işlerinin modernizme meyleden bir yönü olduğunu kabul eder. Kesin bir iş yapma şekilleri ya da üslupları olmadığını, tektonik bir ifadeye kafayı takarak mimarlık üretmediklerini; ancak mimarlık camiasında böyle bir algı oluştuğunu ekler.
Şekil 4.68 : Teğet Mimarlık’ın işlerinin Akdenizlilik kavramı içinde modernist köklerine ilişkin seçilmiş bir örnek karşılaştırma (URL-75-76-77). 182
4.4.2.2 Farklılaşma sonucu tekrar Bu bölümde ele alınan projeler Bodrum mimarisinde beyaz kutu parçalandıktan sonra, elde kalan yüzeylerin oluşturduğu mimarlık biçiminin nasıl ele alındığını sorgulamaktadır. Kutuyu parçalayarak farklılık yaratan mimarlık ürünleri, doğal ağaçlık dokunun yoğun olduğu arazilerde yapılan projelerde mimarlar tarafından nesneleşmekten kaçınan, doğal dokunun içinde kaybolma gayesiyle oluşturulduğu ileri sürülen tasarımlar aracılığıyla inşa edilmektedir. Bu bölümde incelenen projeler inşaat aşamasında olmakla birlikte, Bodrum’da gelecekte yaşanabilecek mimari eğilimlere şimdiden ışık tutabilecek nitelikler taşımaktadır. Nef Reserve Gölköy Residences (2017-sürüyor) Nef Gölköy Konutları, Gölköy ile Demirbükü arasında bakir ormanlık bir arazide yer almaktadır. Üst gelir grubu ve yabancı yatırımcılara yönelik bu proje turizme yönelik “Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanı” içinde kalmakta olup, Yarımada’nın genelinde bulunan imar kısıtlarına bağlı değildir. Bu yüzden projenin mimarisinde prizmatik öğeler bulunmamakta, geniş cam cepheler ve uzun saçaklardan oluşan bir mimari dil kullanılmaktadır. Proje ormanlık bir alan içerisinde yer aldığından dolayı etrafında herhangi bir geleneksel konut dokusu bulunmamaktadır. Bu anlamda mimarlar Bodrum’un mimari karakteri ile ilgili herhangi bir referans arayışına girişmeden doğrudan doğal dokuyla ilişki kurmaya çalışmışlardır. Projenin mimarı Emre Arolat projedeki tasarım anlayışını şöyle açıklamaktadır: “Bu proje, denizden bakıldığında bağıra çağıra ortaya çıkmak yerine, olabildiğince içinde yer aldığı doğal örüntü ile hemhal olmayı hedefleyen bir yönelimle ele alındı” (URL-63). Mimarlar projeyi tanıtırken dört ana başlığı vurgulamışlardır. Bunlar arazi, topoğrafya, doku ve peyzaj tasarımıdır. Mimarlara göre yapılar arazinin doğal dokusuna ve eğimine en az ölçüde müdahale etme amacında olan bir anlayışla, alanda bulunan gelişmiş ağaçların ve mevcut topografik özelliklerin korunması ve büyük ölçekli müdahalelerden kaçınılması gözetilerek inşa edilmektedirler. Evlerin manzaraya yönlenen cephelerinde kullanılan şeffaf yüzeyler, mimarlara göre bir yandan konutlarda dışarıdaki doğal peyzajı içeri taşımakta, öte yandan bu sayede katı yüzeyler sayıca azaltıldığı için denizden bakıldığında doğada kaybolma hissi daha kuvvetli bir şekilde ortaya çıkmaktadır (Şekil 4.60, Şekil 4.70). İmar kısıtları son derece zayıflamış 183
olsa da halen belirli boyutta ve yükseklikte bir konut birimi hacmi yarattığı için; mimarlar bu hacmi bir prizma gibi düşünerek, bu prizmayı parçalamışlardır.
Şekil 4.69 : Nef Gölköy Konutları, doğayla hemhal olma çabasındaki mimari anlayış (URL-65). Mimarlar projeyi tanıtırken dört ana başlığı vurgulamışlardır. Bunlar arazi, topoğrafya, doku ve peyzaj tasarımıdır. Mimarlara göre yapılar arazinin doğal dokusuna ve eğimine en az ölçüde müdahale etme amacında olan bir anlayışla, alanda bulunan gelişmiş ağaçların ve mevcut topografik özelliklerin korunması ve büyük ölçekli müdahalelerden kaçınılması gözetilerek inşa edilmektedirler. Evlerin manzaraya yönlenen cephelerinde kullanılan şeffaf yüzeyler, mimarlara göre bir yandan konutlarda dışarıdaki doğal peyzajı içeri taşımakta, öte yandan bu sayede katı yüzeyler sayıca azaltıldığı için denizden bakıldığında doğada kaybolma hissi daha kuvvetli bir şekilde ortaya çıkmaktadır (Şekil 4.70). İmar kısıtları son derece zayıflamış olsa da halen belirli boyutta ve yükseklikte bir konut birimi hacmi yarattığı için; mimarlar bu hacmi bir prizma gibi düşünerek, bu prizmayı parçalamışlardır. Genişleyen bu yüzeyler, malzeme kullanımında farklılaşarak hem doğal doku içinde yer alan projenin dokunsal zenginliğini arttırmaya hem de ormandaki ağaçların arasında kamufle olma çabasına katkıda bulunmuşlardır. Şekil 4.70’de betimlendiği
184
gibi tasarımcıların iddiası arazide yeşil dokusunun en düşük seviyede bulunduğu alanların seçilip, burada konut hacminin parçalanarak çeşitli yatay düzlemler aracılığıyla organize edilmesi üzerinedir. Böylelikle Yarımada mimarisiyle kültürel bir süreklilik arayışına gidilmeden çevresel verilerle bir tasarım oluşturulmuştur.
Şekil 4.70 : Konut birimlerinin topoğrafyaya yerleşim ve parçalanma eskizleri (URL-63). 185
Şekil 4.71 : Emre Arolat Mimarlık’ın iki farklı kamufle olma stratejisi uyguladığı projeleri. Yukarıda: Nef Gölköy, Aşağıda: Tekfen Kağıthane/İstanbul (URL-69-72). G-Beyond Yalıkavak (2014-sürüyor) G-Beyond projesi Yalıkavak mahallesi merkezinde 70 m rakımlı bir tepe üzerinde yer almaktadır. Merkeze tepeden bakan bir arazide mimarlar “Sonsuz Ege manzarasının hâkimiyetinde bir tepeye nasıl yapı yapılır?” sorusunun yanıtını aramaktadır (URL73). Bu sorunun yanıtı aranırken mimarlar özsel kısıt olarak hâkim konumda olmanın yarattığı dezavantajla her yönden görülebilirliği azaltacak bir tasarım dili oluşturmayı hedeflemişlerdir (Şekil 4.72). Mimarlara göre uygarlığın doğaya karşı açtığı savaş, ona mutlak hâkimiyet kurma çabasında sınırlar oluşturmuştur. Projenin tasarımı, bu sınırları muğlaklaştırarak Bodrum’un
yoğun
yapılaşmadan
dolayı
kaybettiğini
düşündükleri
motivasyonu” olma durumunu yeniden aktive edecek bir çözüm önerir.
186
“kaçış
Şekil 4.72 : G-Beyond Yalıkavak, Yalın Mimarlık. Konsept düşünceler (URL-73). Mimarlar topoğrafyaya gömdükleri konut bloklarına kullanıcıları arka kısımdan dahil eder. Burada kullanılan malzemeler daha karanlık, ve yığma taş duvarlardan oluşur, dışarıya açılan bölümler ise beyaz, cam ve çelik olarak şekillenir. Tepeyi neredeyse tamamen dolduran projede yoğun bir yapılaşma göze çarpmaktadır. Mimarlar yapılar inşa edildiklerinde “nispeten yoğun kullanıma rağmen topoğrafyaya
187
kamufle olmuş, doğal peyzajın içinde eriyen, onun devamı gibi davranan, insan eliyle üretilmiş bir çeşit peyzaj” yaratabileceklerini düşünmektedirler (URL-73).
Şekil 4.73 : G-Beyond Yalıkavak, Yalın Mimarlık. Topoğrafya ile bütünleşme çabası (URL-73).
Şekil 4.74 : G-Beyond Yalıkavak projesi ve Yalıkavak koyuna hakim konumu (Atilla, 2019).
188
Şekil 4.75 : G-Beyond Yalıkavak projesi inşaat halinde, yıl 2018 (Atilla, 2019). Gümüşlük Kooperatif Evleri (2016-sürüyor) Mimar Boran Ekinci tasarımı olan Gümüşlük Kooperatif Evleri’nin serüveni, yatırımcılarının arazi seçiminde kendilerine uyguladıkları bir kısıtla başlar. Evlere bahçe verebilmek, açık alanlardaki keyfi sürebilmek ve çevreyle daha iyi bir uyum yakalayabilmek amacıyla özellikle düşük imarlı bir arazi seçilir. Mimar tek katlı, düşük yoğunluktaki yapılaşma, koyu doğal tonlardaki taş kaplamalar, yeşil çatılar ağaçlandırma ve bitkilendirme çalışmaları ile arazide kayboluyormuş hissi yaratmayı amaçlamaktadır (Şekil 4.76). Ekinci her evin kooperatife üye kişiler için özelleştirildiğini şu sözlerle açıklar: Arsa alındıktan sonra topoğrafyaya, tabiata zarar vermeyecek şekilde 15 üye arasında bölündü. Böylece her üyenin evi kendi arsasında temel kriterler sabit tutularak ayrı ayrı tasarlandı. Dolayısıyla her üyenin evi kendi istediği gibi olan, alanda bulunan ağaç, kaya, eğim gibi fiziksel koşullara uyumlanan bir kurgu ile oluşturuldu. Her evin, bulunduğu alana özel tasarlanmasını projenin önemli bir ögesi olarak görüyoruz (Ekinci B., 2017)
Tüm yaşam alanlarının avlulara açıldığı projede tüm kapalı mekânların açık alanla ilişkilenmesine gayret gösterilmiştir. Ekinci’ye göre açık alanlar kapalı alanlardan fazla ve majör konumdadır. Ağaç en önemli mimari öğelerden biri olarak ele alınarak, her mekâna bir ağaç kazandırmak amaçlanmıştır.
189
Şekil 4.76 : Boran Ekinci, Gümüşlük Kooperatif Evleri’de yatay kompozisyon (URL-78). Ekinci, Gümüşlük Kooperatif Evleri’nde son derece sade bir tasarım anlayışı olduğuna dikkat çekerek iddialı bir şekilde “Bu mimari belki yüz yıl önce de var olabilirdi” önermesini ortaya atar. Doğal taşla kaplanan duvarlar, büyük açıklıklar, kütlelerin arasındaki saz kullanılarak yapılan saçaklar Bodrum iklimine uygun bir anlayışla bölgedeki mimarlık geleneğine gönderme yaparak, eleştirel bölgeselci bir yaklaşım meydana getirmektedir. Saz malzeme kullanılarak yapılan saçaklarla, parçalı bir kompozisyonda tasarlanmış konutlardaki geniş şeffaf yüzeylere gölgelendirme yaparak iklim kontrolü ve serinlik sağlanması amaçlanmıştır. Konutlar metropollerde yaşayan sahipleri için bir kaçış noktası, tabiat ve çevre ile olan hissiyatın, bağın kuvvetlendiği bir ortam oluşturmak amacıyla tasarlanmıştır (Ekinci B., 2017). Boran Ekinci’nin iddia ettiği yüz yıl önce var olabilecek mimarinin izlerini bugün tahrip edilmiş geleneksel konut mimarisinde kolayca bulmak zor olsa da, geleneksel konutta yaşamın dışarıda geçtiği; Şekil 4.17’de belirtildiği gibi yıkama, yıkanma, yemek pişirme ve birçok faaliyetin ahşap dikmeler ya da taş lamba kolonlarla desteklenen çardakların altındaki “sofa” bölümünde yapıldığı bilinen bir olgudur. Coşkun (2017, s. 77) Akdeniz’in vernaküler mimarlığındaki bu mekânların gelişimini, iklimin yanı sıra ekonomik nedenlerle mütevazı boyutlarda inşa edilen kapalı konut mekânlarının mecburiyetten dışa taşması olarak yorumlar.
190
Bu duruma örnek olarak Turgutreis 1974 kitabında yer verilen ailelerden birinin evi verilebilir. 1974 yılında belgelenen Gümüş Evi, bugün Turgutreis’in ana caddesi olan Mehmet Hilmi Caddesi üzerindeki büyükçe bir bahçe içerisinde yer alan bir yapıdır (Şekil 4.77). İki katlı yapının önündeki çardak, havanın uygun olduğu zamanlarda tüm gündelik faaliyetlerin gerçekleştirildiği bölümdür. Ahşap dikmelerle taşınan ve asma sardırılmış çardağın oluşturduğu korunaklı yarı açık alan, evin üst katına çıkan merdivenin de yerleştirildiği alandır. Alt katın tüm odaları sofaya doğrudan açılır, sulama kanalının (kanelye) iki kenarını tanımladığı sofa yaz aylarında Gümüş Ailesi’nin serinlediği bölümdür (Özkan & Plunz, 2016, ss. 137-147). Geleneksel mimarideki zaten hali hazırda var olan bu özellikler, Ekinci’nin rafine edilmiş, malzemeleri özenle seçilmiş yorumuyla Turgutreis’e oldukça yakın olan ve günümüzde Yarımada’nın belki de en otantik kalabilmiş bölgesi Gümüşlük’te önemli bir bağlamsalcı yaklaşım içinde çağdaş bir mimari yorum olarak hayat bulur.
Şekil 4.77 : Gümüş Ailesi Evi, Turgutreis 1974 (Özkan & Plunz, 2016, ss. 137-147). Boran Ekinci’nin Bodrum Yarımadası’nda tasarladığı tek proje, Gümüşlük Kooperatifi
Evleri
değildir.
Ekinci
2006’da
Hakan
Dalokay’la
birlikte
Göltürkbükü’nde Doğa Bodrum Evleri, 2008’de Yalıkavak Evi, 2011’de Bodrum
191
merkezde Reef Loft’u tasarlamıştır. Ekinci Bodrum’daki evlerin artık yazlık olarak tanımlanamayacağını,
Bodrum’da
inşa
edilen
evlerin
büyüklük
olarak
İstanbul’dakilerden pek farkı olmadığını söylemektedir. Ancak pek çok insan için Bodrum’da yapılan konutların yazlık değeri taşıdığının da altını çizer. Ekinci’ye göre “Bunlar aslında yazın gidilen ama aslında sürekli yaşanılmak istenen” evlerdir. İnsanlara yaşadıkları kentten kaçma hayali kurdururlar. Ben de Bodrum’da çok iş yaptım. Birtakım planlama farklılıkları oluyor fakat şu hissiyat hep var: Eğim ve manzara birincil faktörken inşaatçı her zaman fazla yapı yapıp az istinat yapmak istiyor. Bu gibi birtakım gerekçelerle ortaya çıkan şey bir yığın oluyor. Yığına dönüşmeyen enteresan bir çözüm bulsan çok iyi olur tabi ama bütün yarımada yığın halinde ve iyi bir yapılaşma sunmuyor. Bunlar yazlık mı? Evet birçok insan için öyle (Ekinci B. , 2014, s. 24).
Ekinci’nin Gümüşlük’teki tasarım yaklaşımı, son dönemde çoğu Bodrum Yarımadası’nda olmak üzere Türkiye’nin çeşitli yerlerinde tasarladığı çok birimli, az katlı, doğayla bütünleşen “biyofilik” 6 konut yapılarında tekrarlanır (Şekil 4.79). Ancak Ekinci’nin Bodrum’da inşa etme fırsatı bulduğu ilk dönem projelerinde doğada kaybolmak gibi bir arayış yoktur (Şekil 4.78). Bodrum merkezinde inşa edilen sıra evler Reef Loft projesinde Ekinci, yazlık ancak merkezi bir yerde konut talep eden metropol insanının taleplerine karşılık verebilecek bir proje üretir. Dinç Kalaycı (2013), Bodrum Kalesi manzarasına bakan bu sıra evlerde, görsel ve iklimsel gereklilikler bir araya getirilirken metropol insanı için değerli olan kapalı site koşullarını da (altta garaj, kontrollü giriş, duvarlarla çevrili olma vb.) sağlar. O’na göre Ekinci parselden kaynaklanan duvar yapı kısıdını kütleleri ustalıkla parçalayarak yumuşatır. “Ne aykırıdır, ne de tam uyumlanmış/kaybolmuştur. Kendiliğinden/anonim mevcut dokuya mimari bir dokunuştur. Kendisinden sonraki “yeni” dokunuşlar için yol göstericidir” (Dinç Kalaycı, 2013). Ekinci ise aksine projenin oluşum sürecini büyük ölçüde pazarlama sürecine bağlamaktadır:
6
Ekinci, 22 Mart 2018 Perşembe günü Silkar/AKDO tarafından düzenlenen Biyofilik Tasarım Konferansları’nda
“Açık Alanlar” başlıklı oturumda konuşmacılardan biridir.
192
Proje başlangıcında pazarlama ile ilgili danışmanlarla çalışıldı. Ve bunun faydasını anlatamam. Bizim asıl patronumuz satıştır. Pazarlamanın yönlendirmesi ile proje oluştu. Hedefe sadık kalındı ve tamamen tutturuldu. Son derece başarılı oldu diyebilirim. Yaz-kış kullanımlı, kent içinde, kaliteli, küçük konutlar... (alıntılayan Dinç Kalaycı, 2013).
Ekinci pazarlamanın yanı sıra ekonomik koşulların oluşturduğu dışsal kısıtları nasıl özsel kısıtlara dönüştürür. Ekinci’ye göre ekonomik şartlar değiştiği zaman özsel kısıtlar da doğal olarak değişecektir. En iyi fiyatlı çözümü bulmak her zaman çok önemli. En büyük becerilerden biri bu aslında. Bu öğrendiklerim hayatıma girdi, o yüzden kutu gibi binalar çiziyorum. Fazladan bir köşe yapmak maliyeti arttırıyorsa, yapmanın anlamını sorgulamak lazım. Bu, tabii tasarımın teknik yanıyla da gelişiyor. Bir şeyi azla çözebilmek, çoğu zaman daha güçlü, daha kuvvetli sonuçlar veriyor bence. Ne kadar az, o kadar iyi, Mies gibi… İşletme ekonomileri, ulaşım ekonomileri gibi konular önemli. Ama para durumu ve şartlar değiştiği zaman işler değişebilir. O zaman sadece kişisel isteklere, hayallere hizmet veren mimariler üretilebilir. Yani birinin imkânı var ve olmayacak bir bina tasarlamak istiyor, neden olmasın? (Ekinci B. , 2003, s. 53)
Şekil 4.78 : Boran Ekinci’nin Bodrum projelerindeki doğayla hemhal olma eğilimi sonucu farklılaşma (URL-84-85-86-87). Ekinci’nin 2010’lardan itibaren çoğunluğu Bodrum Yarımadası’nda bulunan noktalarda tasarladığı çok sayıda az katlı, yeşille bütünleşmiş, hatta içinde kaybolmak için çabalayan konut tasarımları dikkat çekmektedir. Parçalı kübik konut birimlerinin yüzeyleri, kapalı kısımlarda doğal ve pastel renklerde taş kaplama ve saydam geniş cam yüzeylerle hafifleyen bir anlayışla bir araya getirilmişlerdir. Konut birimleri eğimli arazilerde kimi zaman birbirleri üzerinde, kimi zaman yan yana durarak organik bir biçimde topoğrafyanın oluşturduğu geometriyi takip eden teraslamalar üretir.
193
Ekinci, Mart 2018’de Kalebodur’la Mimarlar Konuşuyor serisinde Abdi Güzer’in kendisine yönelttiği topoğrafyayla kurulan bu dilin tekrarın yarattığı prototipleşmenin nedeni sorusuna yanıt verir. Ekinci söz konusu teras evler projelerinde her tekrarın yanında bir de farklılaşma yaptığını iddia eder. O’na göre her projede tekrar eden birimler arazinin, programın ve topoğrafyanın verileri doğrultusunda farklı çözümlerle ayrışmakta; bu da projelerine büyük zenginlik ve çeşitlilik katmaktadır. Öğrencilik yıllarından beri sayısız konut tasarımı denemesi olduğunu ifade eden Ekinci, tüm bu çalışmalara kendisini bir adım geri atarak eleştirel bir gözle baktığında yoğun üretim sürecinde sistematik birçok parça ürettiğini ve bu parçaları tekrarlayarak her defasında farklılaşan projeler ortaya koyduğunun altını çizer (Ekinci B. , 2018).
Şekil 4.79 : Boran Ekinci’nin son dönem konut projelerinde tekrar eden tasarım dili (URL-79). Özellikle yapılı çevre ile bağlam seviyesinin neredeyse hiç olmadığı ormanlık alanlarda tasarlanmış lüks konut projelerinde, projeye değer katacak farklılaşma arayışları yerine anti-nesne olma çabası göze çarpmaktadır. Mimarlar “doğayla hemhal olma, doğada kaybolma, kamufle olma” gibi söylemlerle, tasarımlarında bilinçli olarak Bodrum Evi imgesinden kaçınmanın yanında tamamen görünmeme kaygısındadırlar. Farklılaşmayı kaybolarak, nesnenin imgesini yok ederek sağlamaya çalışan bu tasarımlar, doğayla sınırların kaldırıldığı bir tatil imgesi yaratarak lüks konut alıcılarını etkilemeye çalışmaktadırlar. Metropollerde Virilio’nun deyimiyle 194
hızın yarattığı sıvılaştırılmış düzendeki hiçliğin içinde yaşayan bireyler (Breuer, 2009), tatillerde Bodrum’da doğayla bütünleşmiş tasarımlarla buluşacaklardır.
Şekil 4.80 : Bodrum’da yoğun bitki örtüsü bulunan arazilerde mimari tasarımda tekrar (URL-89-90-91-92-93-94). 2000 öncesi dönemde mimarlık yapan isimlerin imar bakımından bağlı oldukları kısıtların birçoğuna tabi olmayan bugünün mimarları, doğal bitki örtüsünün yoğun olarak bulunduğu projelerde, kaybolmanın estetiğini aramaya koyulmuşlardır. Beyaz kutunun tanımladığı mimarlık anlayışının tekrarını tamamen reddetmekte; geniş cam yüzeyler önermekte, toprak ve yeşilin rengine yakın doğal taş kaplamalar seçerek koyu renk ahşap elemanları tercih etmektedirler. Artık beyaz kutunun tekrarı bir suç haline gelmiştir denebilir. Mimarlar belki de doğayı tahrip ettiklerini düşünerek doğaya en az zararı vermişçesine tasarımlar yapmayı yeğlemekte, kolayca fark edilecek beyaz kutuların bu etkiyi sağlamayacağına inanmaktadırlar. Böylelikle doğayla hemhal olma çabası sonucu yoğun bitki dokusunun içerisinde inşa edilen yapılara bir meşruiyet kazandırma arayışına girmişlerdir. Bunun sonucunda 2000 öncesi betonarme konutun tipolojik tekrarından, bu konut tipolojisinin yarattığı kültürel ve biçimsel süreklilikten
195
kaçınan mimarlar; doğal dokunun yavaşlığı ve metropol insanının son derece hızlı değişimlere açık küresel kültürüyle melezlenmeler yaratmayı yeğlemişlerdir. Bu durum Bodrum Yarımadası gibi 1970’lerden itibaren Türkiye’de mimarlıkta öncü isimlerin pratik yaptığı bir bölgede, imar kurallarının fiziksel kısıtlarının gevşediği 2000 sonrası dönemde Türkiye mimarlığında söz sahibi isimlerin projelerinde tipolojik tekrardan kaçınarak farklılaşma gayretiyle üretilen projelerde yerden (topoğrafya) alınan referanslarla yeniden tekrara düşülmüştür. Farklılaşma sonucu oluşan tekrarların yaratacağı çelişkili yapı, Yarımada mimarlığında yeni melezlenmelere yol açacaktır. Farklılaşma uğruna topoğrafyayla bütünleşmenin yarattığı betonarme konutun geleneğinden ve biçimsel sürekliliğinden kopuş yalnızca yukarıda örneklenen projelerde gerçekleşmemektedir. Yarımada’da sermayenin el değiştirmesi sonucu büyük çaplı yatırımcıların yanında, daha küçük yatırımlar da büyük yatırımlara benzer mimari dilin tekrarını talep etmekte; bu tekrarın yarattığı mimari doku, 2000 öncesi betonarme konutun dokusu ile keskin farklılaşmalara yol açmaktadır. Çalışma bu durumun çıkış noktasını sermaye ve mülkiyet değişimleri sonucu, neoliberal piyasanın enstrümanı olan mimarlık anlayışına bağlamaktadır. 2000 öncesi incelenen projelerin işverenleri üç ana grupta toplanabilir; ya mimarların da dahil olduğu entelektüel kimliği güçlü bir topluluk, ya özel bir kişi ya da Ak-Tur örneğinde olduğu gibi Türkiye’de turizm kooperatifçiliğinde öncü Özer Türk gibi bir isimdir. Bu durumun oluşmasında Bodrum’un turistik tanıtım sürecinde entelektüellerin rol almasının payı olduğu gibi, mimarların da kültürel sürdürülebilirlik adına bölgeselci yaklaşımlarını uygulayabilecekleri işverenlerle çalışma yoluna gitmeleri belirleyicidir. Daha sonraki dönemlerde ise mimar-işveren ilişkileri, İstanbul ve Ankara’da pratik yapan mimarların zaten alışkın oldukları holdinglerle işbirliğine doğru evirildikçe bu dönüşüm kaçınılmaz olmuştur. Lüks konut ve rezidans projelerinin tetiklediği mimari karakterdeki değişim, bugün Yarımada’nın her bölgesinde görülmektedir. Çalışma sonucunda Bodrum dışında ikamet eden, yörenin kısıtlarını dışarıdan bir gözle yorumlayıp pratik yapan mimarların açtığı yolun, Bodrum’da yerleşik mimarların tasarımlarına da yansıdığı ve mimari karakterin yalnızca lüks projeler özelinde değil neredeyse tüm konut inşaatlarında farklılaşmalara olanak sağladığı görülmektedir (Şekil 4.81).
196
Şekil 4.81 : Bodrum Konacık’ta 2010 sonrası konut mimarisi (Atilla, 2019). 2000 sonrası dönemde gerek yurt çapında gerek küresel çapta projeler üreten mimarların başlattığı konutta imgesel farklılaşma, yerleşik mimarların da topoğrafyayı şekillendiren ve kutuyu parçalayan, planda benzer yerleşim kararlarının görüldüğü tasarımları benimsemeleriyle kendi içerisinde tekrarlar oluşturmuştur (Şekil 4.82, Şekil 4.83). Bu yeni dil Yarımada’nın birçok farklı bölgesinde projeler özelinde tekil olarak tekrar etse de, yeni gelişen konut bölgelerinde bütünleşik bir tekrar ile anonimleşmiş
betonarme
kutudan
ayrışarak
kendi
tekrarlayan
dokusunu
oluşturmaktadır.
Şekil 4.82 : Kompakt ve yatayda yayılmacı plan yaklaşımları farklılaşması (URL102-103). 197
Şekil 4.83 : Bodrum Yarımadası’nda 2000 sonrası farklılaşma sonucu tekrar eden mimari dile örnekler (URL-76-80-81-82-83-86-88) (URL-95-96-97-98-99-100-101) (B-C-D, Atilla, 2019). Yukarıda örneklenen ve genellikle Yarımada’da koruma amaçlı imar planlarının belirlediği kısıtlarda imgesel ve biçimsel süreklilikte kırılmalara elverişli bir ortam
198
sunan kuzey bölgelerinde yoğunlaşan projeler, betonarme Bodrum Evi tipolojisinden uzaklaşmak için kategorize edilebilecek şekilde yöntemler belirlemişlerdir (Şekil 4.83). Tipolojik kutunun yeniden ele alınmasındaki yöntemlerde uygulanan tekrarlar, Yarımada’nın çeşitli bölgelerinde kendi mimari dokusunu oluşturur. Bu durum farklılaşma sonucu tekrarın gözle kolaylıkla ayırt edilebilmesine ortam hazırlar. Yarımada’nın yalnızca kuzey bölgelerinde değil, batı ve güney bölgelerinde de uygun imar koşulları ve yatırımcı talepleri ortak paydada buluştuğu takdirde mimari dokuda oluşan 2000 öncesi ve 2000 sonrası imgesel ayrım göze çarpar (Şekil 4.84).
Şekil 4.84 : Turgutreis’te mimari dokuda farklılaşma (Atilla, 2019).
199
200
5. SONUÇLAR Çalışmanın konu edindiği yaklaşık 50 yıllık zaman diliminde neoliberal ekonomi tarafından yönetilen günümüz dünyasında mimaride yaşanan farklılaşmalar göz önünde bulundurulduğunda; Bodrum Yarımadası’nın biçimsel yönden süreklilik ve kimlik koruması arayışıyla değişime karşı duran, ancak öte yandan piyasanın tüm aktörlerine ev sahipliği yaparak isteklerine cevap verebilen bir yer olarak kısıtlılık ve geçirgenlik bakımından önemli bir sınır üzerinde bulunduğu söylenebilir. Çalışma boyunca kısıt teorisinden türetilen kavramsallaştırmalar hem Bodrum özelinde hem genel anlamda mimarlıkta yaşanan değişimleri ele alma konusunda yardımcı olmuş, tekrar ve farklılık kavramlarının özsel ve dışsal kısıtlar aracılığıyla yorumlanmasıyla mimari değişimi yaratan faktörlerin yorumlanması amaçlanmıştır. Burada kısıtlılık kavramı ile mimarlığa izdüşümleri arasındaki ilişkilerin yanı sıra, yalnızca Bodrum’a özgü durumların da ele alınması, tezin amaçladığı kavramsallaştırmaların somut bir bölge üzerinden örneklenebilmesine olanak sağlamıştır. Tez boyunca ele alınan dönemler içerisinde Bodrum Yarımadası’nda on binlerce konut ve turizm yapısı inşa edildikten sonra, her şeye rağmen Bodrum’da tekil bir yapı düşünüldüğünde herkesin aklına gelecek ilk yapı Bodrum Kalesi olacaktır. Bunun sebebi yalnızca kalenin ikonik imgesi ve bir tüketim nesnesi haline gelmesi değildir. İmar kısıtlarını oluşturanların amaçladıkları yapı boyutları ve görünümü bakımından homojen bir mimari doku üretimini büyük ölçüde başarmış olmasıdır. Bodrum’da tekil olarak öne çıkan nesneler, müstakil yapılar mimarlık literatürüne girmiş olsalar da, hiçbir zaman ilk akla gelenler olmamışlardır. Tez çalışmasında incelenen projelerde de bu durum görülmektedir. Hem Bodrum’daki mimari hem de mimarların özerk tutumları temelinde üzerinde yorum yapılan yapıların büyük çoğunluğu site projeleridir. Bu durum Bodrum’un yapısıyla tamamen uyumludur. Bodrum’da mimari değişim tekil yapılar üzerinden değil, bunların bir araya gelişlerinin yarattığı imgesel değişim üzerinden okunmuştur. Bu bakış açısıyla yapı ölçeğinden ziyade bölgesel değişimlerin gözlemlendiği söylenebilir.
201
Yine de dışsal olarak kısıtlı olan, özsel kısıtlarını kendisi oluşturan ve tasarımlarını bu kısıtlardan sağladığı yararlar üzerinden geliştiren mimar; tezde ortaya konan kavramları Bodrum’da tekrar eden birimlerden oluşan bir yapılaşmanın içinde tekil yapılar üzerinden tasarımına katar. İmar kısıtları da özellikle çekirdek birimlerin oluşumu üzerine kısıtlar getirmiştir. Yapı boyutları ve cephe düzenlerindeki kısıtlar; arazi üzerindeki yapılaşmaların yoğunluğuyla birleşince, Bodrum’da birçok kesimin şikâyetçi olduğu mimari doku ortaya çıkar. Birimlerin mimarisi zaman içinde tez boyunca ortaya konan kavramların ele alınış biçimlerinin değişimi ile farklılaşarak homojen yığının içinde kaybolan yapıların imgesindense bölgesel imgede çeşitlenmelere zemin hazırlamıştır. Bodrum Yarımadası’nda konut mimarisinde değişimin hızı 2000 öncesine kadar imar kurallarının şekillendirdiği çerçevede düşük kalmış olsa da, 2000 sonrası tekil değişimlerin yarattığı yığın, imgesel düzlemde değişimin hızını arttırmıştır. Yaşanan değişimin yalnızca imar kurallarının kısıtlarındaki değişim üzerinden değil, kısıt kavramı üzerinden değerlendirilmesi değişimin hızının kavranabilmesi için uygun bir ortam oluşturmuştur. Biçimsel değişimin hızının düşük olduğu Bodrum Yarımadası konut mimarisindeki değişimin tezin savladığı mimarlıkta dışsal ve özsel kısıtlar aracılığıyla okunması ile, kısıtlılık kavramı ve mimarlıkta değişim üzerine yapılacak daha başka araştırmalara bir izlek oluşturma amacı güdülmektedir. Özellikle çalışmada belirlenen mimarlıkta dışsal kısıtların mimarların özsel kısıtlarına olası etkilerinin, mimarlık eleştirisi çalışmalarında mimarların öz-dayatılan kısıtlarını keşfetmede ve belirlemede göz önünde bulundurulması gereken etkenler olduğu ileri sürülmektedir. Bodrum Yarımadası özelinde ise mimarların özellikle imar kısıtlarının fiziksel bağlayıcılıklarına karşı geliştirdikleri özsel kısıtların ele alınışı mimarların bu kısıtlar karşısında bağlanmışlıklarının irdelemesi üzerinden gerçekleştirilmiştir. Jon Elster, kısıt teorisinde Odisseus ve Sirenlerin Hikâyesi metaforunu kullanırken, Odisseus’un aslında geminin direğine bağlı olduğunu belirtmesine rağmen, Odisseus için Unbound (Bağı Çözülmüş) tanımlamasını yapmaktadır. Bunun nedeni Odisseus’un kendisine yarar sağlayacak bir gelişmeyi öngörmesi, buna göre hareket ederken kendisi dışındaki aktörlere bağlayıcı kısıtlar uygulayarak kendisini dolaylı yoldan bağlamış olmasıdır. Aslında Odisseus tam anlamıyla bağlı değildir, istediğini almış ve Sirenlerin şarkılarını dinleyebilmiştir.
202
Çalışma Bodrum’daki durumda da Odisseus metaforunun benzer bir biçimde işlediğini iddia etmektedir. Sosyo-ekonomik ve planlama yönünden tüm değişimlere karşın Bodrum Yarımadası’ndaki kısıtlar, mimarları birimlerden oluşan bir yapılaşma düzeni yaratmaya zorlar. Yükseklik sınırı korunmaktadır, çok katlı ve büyük hacimli yapılar yapılamaz. Bu durum piyasanın talep ettiği farklılaşmaları arayan mimarları, büyük şehirlerde elde ettikleri fırsatlardan şüphesiz daha çok zorlamaktadır. Biçimsel olarak, malzeme kullanımında farklılaşmalar giderek detaylarda incelmeye başlamaktadır. Bu durum da aslında yapılan her yeni projenin, kendisinden sonra gelecekleri bağlayacağı anlamına gelmektedir. Dışsal kısıtları giderek hafiflemiş, “bağı gevşemiş” denilebilecek mimar, her ürettiği projenin ardından bölgede tasarım yapacak mimarlar için farklılaşma şansını giderek azaltmakta, bu durum dışsal kısıtların limitlerinin durmaksızın zorlanmasına ve bu yönde taleplerin giderek artmasına yol açmaktadır. Limitlerin içerisinde kalmış ve “bağlanmış” durumdaki diğer mimarlar, farklılık üretemedikleri takdirde tekrara düşmüş durumdadırlar. Tekrar durumu, nispeten küçük bir coğrafyada pratik yapan mimarlar için kaçınabilmesi oldukça zor bir olgudur. Zaten hâlihazırda süregelen bir tekrar dokusunun içinde bulunan mimarın farklılaştığı anda tekrar edilmesi onun farklılıktan kazanacağı şöhreti azaltacaktır. Ancak özellikle büyük şehirlerde yoğun mimari üretim yapan mimarlar kendi özerk çizgilerini ya da nesneleşerek ikonik hale gelen yapılarını başka coğrafyalarda inşa etme fırsatı buldukları için, Bodrum’da gerçekleştirdikleri projelerde genellikle değişimin hızının düştüğü, nesneleşmenin azaldığı tasarımlara yöneldikleri tespit edilmiştir. Öte yandan yönetmeliklerdeki yaklaşımın, görünürde getirilen kısıtlardaki sayıca artışa karşın; mimari tasarımda farklılaşmaların önünü açtığı tespiti yapılmıştır. Yeni dışsal kısıtlar altında üretilen konutlar aslında özgürleştirici değil, neoliberal özneleştirme gündemine aittir. Planlamanın kısıtlarının aşılamadığı noktada, ister “gölge yönetmelikler”, ister tepeden inme kararlarla bu kısıtların aşılabilme imkânı, piyasanın rekabeti arttırıcı ve kendiliğinden gelişmeyi olumlayan stratejilerine hizmet etmektedir. Yıldız mimarların özerklik kavrayışının aksine genellikle Bodrum Yarımadası’nda pratik yapan mimarların 2000 sonrası gelişmelerin ortaya çıkardığı yeni kodları kendi özsel kısıtlarına bağdaştırarak değişime ayak uydurması sonucunda Bodrum Yarımadası’nda piyasanın talep ettiği kısıtlı farklılaşma ortamı oluşmuş, böylelikle farklılaşmanın yarattığı talep ve rant korunmuş, hatta arttırılabilmiştir.
203
Çalışma boyunca kısıt teorisinin kavramsallaştırılması sonucunda Bodrum Yarımadası’nda mimarlıkta değişim kısıtların yarattığı kavramlar irdelenerek incelenmiştir. Bu bakımdan değişim yalnızca imarın yarattığı biçimsel kısıtlar aracılığıyla değil; tipoloji, Akdenizlilik, korumacılık gibi kavramların yanı sıra tekrarlama ve melezleme gibi anlayışlar da Bodrum Evi imgesindeki değişim üzerinden tartışılmıştır. Bodrum’da pratik yapan mimarların yalnızca biçimsel kısıtları dikkate alarak ve neoliberal piyasanın tanımladığı koşulları göz ardı ederek üretim yapabilmeleri söz konusu değildir. Bu nedenle kültürel sürdürülebilirlik kavramının Yarımada geneli için artık pek geçerli olmadığı söylenebilir. Metropol insanının kültürü, yerel kültüre baskın gelmiştir. Ancak özellikle kış aylarında nüfus yoğunluğunun azalmasıyla Bodrum Yarımadası’nda kentli kültürüyle kıyı kültürünün melezlendiği söylenebilir. Bodrum artık yaz aylarında bir kaçış noktası olma durumundan kış aylarında bir kaçış noktası olma durumuna gelmiştir. Bu durum yeni inşa edilen konutları ikinci konut kimliğinden çıkartarak, metropollerde inşa edilen konutların boyutlarına ve kalitesine yükseltmeye başlayacaktır. Bu durum mimari ürünlerde yaz kış yaşanacak bir konut üretimi anlamına gelmektedir. Böylelikle yarımadada nüfus dengesi git gide değiştiği için kültürel sürekliliğin tanımı gelenekselin sürekliliğinden başka biçimde tanımlanmalıdır. Yapılan okumaların sonucunda günümüzde Bodrum Yarımadası’nda konut tasarımlarında biçimsel süreklilikte üç eğilimin olduğu söylenebilir. •
Bunlardan birincisi düşük maliyeti ve hızlı üretilebilmesi nedeniyle kübik konut tipinin tekrarıdır. Fakat bu tekrarın tipolojik olarak bir kültürel sürekliliği yoktur. Ne olursa olsun sonuçta betonarme Bodrum tipi ev binlerce kez tekrarlanmış, her tekrarda biraz daha farklılaşmış ve ne kadar çok eleştirilse de başarısı göz ardı edilemez bir yapı biçimidir. Yarımadada çalışan yerleşik mimarların bir kısmı bu tasarım dilini kendi gelenekleri haline getirdikleri için sürekli farklılaşmalarla bu tip konutların inşası sürecektir.
•
Günümüzde orta-üst gelir grubuna hitap eden, az katlı, bağımsız konut biriminde
yalnızca
tek
mülkiyetin
olduğu
konut
tipleri
giderek
yaygınlaşmaktadır. Bu durum yarımadanın tüm kıyılarını var olan düzende kaplamış konut dokusunun giderek yenilenmeye gitmesine yol açacaktır. Begonvillerle süslenmiş betonarme beyaz konut dokusu yıkılarak, yerine topoğrafyayı düzleyen konut inşaatlarının üretilmesi olasıdır. Bu durum
204
geleneksel konutla var olan biçimsel bağı tümden koparacaktır. 2000 öncesi betonarme beyaz konutla doldurulan bakir kıyıların, bu sefer daha düşük yoğunluklu ancak daha yüksek maliyetli konutlarla kaplanması muhtemeldir. Buradaki yapılaşma yoğunluğunun ise daha iç bölgelere aktarılarak yarımadanın tamamına yayılması olasıdır. •
2016’da oldukça tepki çeken bir kararla Doğal Sit Alanları Uygulama Öneri Planı ile Yarımada boyunca kıyı bölgelerinde sit derecelerinin düşürülmesi ile özellikle Gökova körfezi kıyısındaki doğal alanların yapılaşmaya açılmasına müsaade eden nitelikteki söz konusu plan önerisi henüz uygulamaya geçmemişse de önümüzdeki dönemde geçebileceği öngörülmektedir. Bunun sonucunda Yarımada’nın Gökova Körfezi kıyılarında büyük şirketlerin yatırımları artmaktadır. Burada yapılması muhtemel projelerin günümüzde Yarımada’nın kuzey kıyılarında hayata geçirilen projeler gibi “doğayla hemhal olmak”, “kamufle olmak” üzerinden okunacak yapılar mı, yoksa başka farklılaşmalar arayacak mimari tasarımlar seçileceği merak konusudur.
Yarımada genelinde önümüzdeki dönemde de yıldız mimarların pratiğinin devam edeceğini tahmin etmek güç olmayacaktır. Bodrum yakınlarındaki Kıyıkışlacık bölgesinde etap etap yapımı devam eden Kaplankaya projesinde Carlos Ferrater, Foster+Partners, Steven Holl, Can Çinici, Han Tümertekin, Robert Stern, Nevzat Sayın, Şevki Pekin, Baumschlager Eberle gibi isimlerin adının geçmesi, Bodrum’a yıldız yağmurunun süreceği çıkarımını yaratmaktadır. İrdelenen kısıtlı değişim sürecinin sonunda Bodrum için en büyük özsel kısıtın Kütükçüoğlu ve Uçar’ın (2008) “Buralarda inşaat yapmayı tümden reddetmek bir çözüm anlamına gelir miydi?” sorusuna verilecek yanıt olacağı aşikârdır. Elsterci bir bakış açısına göre karşılaşacağı kısıt kavramlarının karşısında edineceği yarar karşılaştırmasını yapan mimarların vereceği yanıtı tahmin etmek zor değildir.
205
206
KAYNAKLAR Abdullah, A. R., Bin Said, İ., & Ossen, D. R. (2013). Zaha Hadid’s Techniques of Architectural Form-Making. Open Journal of Architectural Design, 1(1-9). Mart 2019, 12 tarihinde https://www.researchgate.net/publication/275570596_Zaha_Hadid's_T echniques_of_Architectural_Form-Making adresinden alındı Agrest, D. (1998, 1974). Design versus Non-Design. K. M. Hays (Dü.) içinde, Architecture Theory since 1968 (ss. 198-213). New York: Princeton Architectural Press. Ağaoğlu, B. (1982). Türkiye Kıyı Bibliyografyası. Akça, B. (2008). Cumhuriyetin İlk Yıllarında Bodrum'un Sosyo-Ekonomik Yapısı. 1. Uluslararası Bodrum Sempozyumu Kitabı. Bodrum. Akçura, T., & Akçura, N. (1972). Kasaba Ölçeğinde Çevre Değerlerini Koruma Amaçlı Bir İnceleme: Bodrum. Mimarlık Dergisi(8), 65-71. Anderson, S. (1986). Critical Conventionalism in Architecture. Assemblage, 1, 6-23. Anderson, S. (2002). Quasi-Autonomy in Architecture: The Search for an 'InBetween'. Perspecta: Yale Architectural Journal, 30-37. Arolat, E. (2001). İkincil Bir Seçim Olarak Malzeme. XXI Mimarlık(7). Arolat, E. (2012, Mayıs 14). Mimar Emre Arolat: Sistem mimarları ajan olmaya zorluyor. (A. Tüfenkçi Sevinç, Dü.) Mart 12, 2019 tarihinde http://www.arkitera.com/haber/8183/mimar-emre-arolat--sistemmimarlari-ajan-olmaya-zorluyor adresinden alındı Arolat, E. (2018). E. Aysev (Dü.) içinde, Bugünün Türkiyesinde Mimarlık. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. Arolat, Aureli,
E. P.
(2018). İz Peşinde. Nisan 2019, 17 tarihinde https://www.youtube.com/watch?v=nddGTA-hc88 adresinden alındı V., & Giudici, M. S. (2018). Positions: Autonomy. https://www.youtube.com/watch?v=cGHTu88N4Ec&t=786s adresinden alındı
Avcıoğlu, G. (2018). E. Aysev (Dü.) içinde, Bugünün Türkiyesi'nde Mimarlık? İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. Ayıran, N. (2011). Architectural Continuity Towards Cultural Sustainability in Bodrum. Open House International, 36(2), 82-97. Aysel, N. (2003). Bodrum-Ortakent (Müsgebi)'de Geleneksel Konut Tipleri Üzerine Bir İnceleme. Tasarım+Kuram(3), 16-26. Aysel, N. (2015). Ersen Gürsel. Türk Mimarisinde İz Bırakanlar (ss. 149-168). içinde Ankara: TC. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı.
207
Aysel, N. (2017). Bodrum İçin Düşünmek! Ersen Gürsel Mimarlığında Bodrum. M. Cengizkan, & G. Albayrak (Dü) içinde, Yer'e Ait: Ersen Gürsel Mimarlığı (ss. 131-135). Ankara: TMMOB Mimarlar Odası Yayınları. Aytaç Mimarlık. (2016). Hebil 157. Konut Yapıları (ss. 120-125). içinde İstanbul: Vitra Çağdaş Mimarlık Dizisi. Bakır, İ. (2008). Bodrum Yarımadası Planlama Sürecinde Korunması Gereken Kültür ve Tabiat Varlıklarının Durumu. Bodrum Yarımadası Çevresel ve Yapısal Geleceği Sempozyumu (ss. 99-108). Bodrum: TMMOB Bodrum İlçe Koordinasyon Kurulu. Baudrillard, J. (2008). Tüketim Toplumu. İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Bayrak, S. (2018). E. Aysev (Dü.) içinde, Bugünün Türkiyesi'nde Mimarlık? İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. Baz, Ö. S. (2016). Birkaç Mimar Söyleşileri 3: "Mimarı Kriminal Olmaya İten Sistem". Mart 20, 2019 tarihinde https://www.youtube.com/watch?time_continue=667&v=rlQknyISp-c adresinden alındı Bektaş, C. (1992). Koruma ve Onarım. İstanbul: Literatür Yayıncılık. Bektaş, C. (1996, 1979). Halk Yapı Sanatından Bir Örnek: Bodrum. İstanbul: Tasarım Yayın Grubu. Bektaş, C. (2001). Halk Yapı Sanatı. İstanbul: Literatür Yayıncılık. Bergdoll, B. (2010). Foreword. J.-F. Lejeune, & M. Sabatino (Dü) içinde, Modern Architecture and the Mediterranean: Vernacular Dialogues and Contested Identities. New York: Routledge. Bilgin, İ., & Karaören, M. (1992). Aldo Rossi'de Akıl ve Hafıza. Defter, 18, 47. Bingöl, Ö. (2007). Mimarlıkta Tip Kavramı ve Tipoloji. Doktora Tezi: Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi. Biskjaer, M. M., & Halskov, K. (2013). Decisive constraints as a creative resource in. Digital Creativity, 27. Bozdoğan, S. (2012). Modernizm ve Ulusun İnşası: Erken Cumhuriyet Türkiyesi'nde Mimari Kültür. İstanbul: Metis Yayınları. Braudel, F. (2015, 1985). Akdeniz: Tarih, Mekan, İnsanlar ve Miras. İstanbul: Metis Yayınları. Breuer, S. (2009). The Nihilism of Speed on the Work of Paul Virilio. H. Rosa, & W. Scheuerman (Dü) içinde, High Speed Society (s. 216). Pennsylvania State University Press. Bykvist, K. (2002, Ocak). Review - Jon Elster, Ulysses Unbound: Studies in Rationality, Precommitment and Constraints. Ethics, 112(2). Cansever, T. (2003). Yıllar Yollar Yüzler Bölüm 19 - TRT Belgesel. Mart 2019, 02 tarihinde https://www.youtube.com/watch?v=ROHlM0VR3_Y adresinden alındı Carafoli, E. (2016). The creativity process: freedom and constraints. Rendiconti Lincei, 27(3), 424.
208
Catanzaro, V. (2006). Introduction to Ten Points on an Architecture of Regionalism. Architectural Regionalism (s. 374). içinde New York: Princeton University Press. Cebeci, N. (1998). Bodrum'daki Sit Kararı ve Sit Kimliği Gösteren Bir Tatil Köyü Projesi. Mimarlık, 284, ss. 48,49. Ceglowski, J. (1998, Mart/Nisan). Has Globalization Created a Borderless World? Business Review (Federal Reserve Bank of Philadelphia). Cengizkan, M. (2016). Konut Yapıları. İstanbul: Vitra Çağdaş Mimarlık Dizisi. Christman, J. (2018, 2003). Autonomy in Moral and Political Philosophy. The Stanford Encyclopedia of Philosophy. (E. N. Zalta, Dü.) Colebrook, C. (2013). Gilles Deleuze. Ankara: Doğubatı Yayınevi. Colquhoun, A. (2006). The Concept of Regionalism. Architectural Regionalism. içinde New York: Princeton Architectural Press. Coşkun, N. (2017). Modern Mimarlığın Kenarları: Ersen Gürsel ve Akdenizlilik. M. Cengizkan, & G. Albayrak (Dü) içinde, Yere Ait: Ersen Gürsel Mimarlığı. Ankara: TMMOB Mimarlar Odası Yayınları. Çağlar, D. (2017). Bodrum gayrimenkul sektöründe şampiyonlar ligine çıktı. Mayıs 14, 2019 tarihinde https://www.ntv.com.tr/emlak/bodrumgayrimenkul-sektorunde-sampiyonlar-liginecikti,4qa2pZiPck6NftEJRvAv3Q?_ref=infinite adresinden alındı Çörekçioğlu, H. (2018, Mart 22). Politika evrenine Kant aydınlanmasıyla bakmak. (Y. M. Bilican, Röportaj Yapan) Nisan 15, 2019 tarihinde https://t24.com.tr/k24/yazi/kant-felsefesinin-politik-evrenisoylesi,1639 adresinden alındı De Quincy, Q. (1999, 1815). The Historical Dictionary of Architecture of Quatremere De Quincy: The True, the Fictive and the Real. (S. Younes, Dü.) Londra: Andreas Papadakis Publishing. Deleuze, G. (2017, 1968). Fark ve Tekrar. İstanbul: Norgunk Yayıncılık. Dinç Kalaycı, P. (2013). Bodrum’da bir “Yeni”: REEFLOFT. Mimarlık Dergisi, 374. Şubat 15, 2019 tarihinde http://www.mimarlikdergisi.com/index.cfm?sayfa=mimarlik&DergiSa yi=388&RecID=3320 adresinden alındı Duany, A. (2004). Notes towards a reason to code. (E. Huge, & S. Tuerk, Dü) Perspecta: Yale Architectural Journal, 35, 50-53. Duyguluer, F. (1989). İmar Mevzuatının Cumhuriyet Dönemi Mimarlığına ve Şehir Planlamasına Etkileri. Ankara: TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları. Ednie-Brown, P. (2000). The Texture of Diagrams. Daidalos, 74, 77. Eisenman, P. (1976). Post-Functionalism. M. K. Hays (Dü.) içinde, Architectural Theory Since 1968 (s. 239). MIT Press. Eisenman, P. (2003). Blurred Zones: Investigations of the Interstitial. New York: Monacelli Press .
209
Ekinci, B. (2003). Profil: Boran Ekinci. Arredamento Mimarlık, 159. Ekinci, B. (2014). Yazlık: Hayali Bir Kaçış. XXI Mimarlık, 132. Ekinci, B. (2017). "Bu Mimari Belki Yüz Yıl Önce de Var Olabilirdi". Nisan 2019, 13 tarihinde http://www.arkitera.com/soylesi/945/boran-ekinci-ilebodrum-kooperatif-evleri-projesi-uzerine-soylesi adresinden alındı Ekinci, B. (2018). Boran Ekinci - Kalebodur'la Mimarlar Konuşuyor. Nisan 30, 2019 tarihinde https://www.youtube.com/watch?v=WvHs4aPt6JE adresinden alındı Ekinci, O. (1991). Bodrum'da Çatı da Vardı. Tasarım, 15. Elster, J. (2000). Ulysses Unbound: Studies in Rationality, Precommitment and Constraints. New York: Cambridge University Press. Emre Arolat Mimarlık. (2010). Maksimum Evler. B. Yılmaz (Dü.) içinde, Projeler Yapılar 1: Konutlar (ss. 208-213). İstanbul: YEM Yayınevi. Emre Arolat Mimarlık. (2016). Vicem Yalıları. Konut Yapıları (ss. 138-143). içinde İstanbul: Vitra Çağdaş Mimarlık Dizisi. Erbil, D. (2004). 100 Yüze: Devrim Erbil. İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları. Erbil, D. (2016). Devrim Erbil. İstanbul: Olcay Art. Erginoğlu, K. (2018). E. Aysev (Dü.) içinde, Bugünün Türkiyesi'nde Mimarlık? İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. Eroğlu, Z. (1939). Muğla Tarihi. Marifet Basımevi. Erzen, A. N. (2002). Kopya? Arredamento Mimarlık, 144, 58. Foster, H. (2013). Sanat Mimarlık Kompleksi. İstanbul: İletişim Yayınları. Frampton, K. (2006, 1987). Ten Points on an Architecture of Regionalism: A Provisional Polemic. V. Catanzaro (Dü.) içinde, Architectural Regionalism (ss. 375-386). New York: Princeton University Press. Gadamer, H.-G. (2004, 1975). The Ontological Foundation of The Occasional and The Decorative. Truth and Method (ss. 138-153). içinde Londra: Continuum. Gehry, F. (2014). Frank Gehry gives journalist the finger. Mart 2017, 17 tarihinde https://www.theguardian.com/artanddesign/2014/oct/24/frank-gehryjournalist-finger-architecture-shit adresinden alındı Gravagnuolo, B. (2010). From Schinkel to Le Corbusier: The Myth of the Mediterranean in Modern Architecture. J.-F. Lejeune, & M. Sabatino (Dü) içinde, Modern Architecture and the Mediterranean: Vernacular Dialogues and Contested Identities. New York: Routledge. Gross, M. D. (1986). Design as Exploring Constraints. Boston: Doktora Tezi, Massachusetts Institute of Technology. Güney, Y. (2007). Spatial Types in Ankara Apartments. 5th International Symposium of Space Syntax (ss. 623,624). Delft: Delft University of Technology. Gür, R. (2002). Bodrum 1930 - 1980. İstanbul: Celsus Yayıncılık.
210
Gürsel, E. (1985). Modern Mimarlık Hareketinin Uygulama Yapan Mimarların Tasarımına Etkisi. Mimarlık Dergisi, 215-216(5-6), ss. 45,46. Mart 2019, 31 tarihinde http://dergi.mo.org.tr/dergiler/4/522/7651.pdf adresinden alındı Gürsel, E. (1991). Bodrum Torba 83 Konutları. Tasarım, 15, 62-71. Gürsel, E. (1991b). Ersen Gürsel ile Bodrum Üzerine Bir Görüşme. Tasarım, 15, 7275. Gürsel, E. (2014, Ekim 25). Kıyı Konuşmaları: Turizm ve İmar. Yazlık: Şehrin Kolonisi. SALT Beyoğlu . Mayıs 2018, 12 tarihinde https://www.youtube.com/watch?v=iOl7Sf9UY8A adresinden alındı Gürsel, E. (2014). Kıyı Konuşmaları: Turizm ve İmar. Mart 15, 2019 tarihinde https://www.youtube.com/watch?v=iOl7Sf9UY8A&t=1s adresinden alındı Hays, K. M. (1984). Critical Architecture: Between Culture and Form. Perspecta: Yale Architectural Journal, 21, 14-29. Hays, K. M. (1996). Editorial. Assemblage, 30, 6-11. Hays, K. M. (2011). Mimarlığın Arzusu: Geç Avangardı Okumak. İstanbul: YEM Yayın. Hays, K. M., & Kogod, L. (2002). Twenty Projects at the Boundaries of the Architectural Discipline Examined in Relation tothe Historical and Contemporary Debates over Autonomy. Perspecta, 33, 54-71. Heynen, H. (2011). Mimarlık ve Modernite. İstanbul: Versus Kitap. Ingels, B. (2009). Yes is More. An Archicomic on Architectural Evolution. Taschen. Johnson, P., & Hitchcock, H.-R. (1966, 1932). International Style. New York: W. W. Norton & Company. Johnson-Laird, P. (1988). Freedom and Constraint in Creativity. The nature of creativity: Contemporary psychological perspectives (s. 202). içinde New York, ABD: Cambridge University Press. Kaminer, T. (2007). Autonomy and commerce: the integration of architectural autonomy. Architectural Research Quarterly, 11(1). Karabey, H. (2014). İnşaat Çılgınlığı, İnşaat İşçilerinin Suçu ve Mimarın Masumiyeti. Mimarlık, 380. Mart 23, 2019 tarihinde http://www.mimarlikdergisi.com/index.cfm?sayfa=mimarlik&DergiSa yi=394&RecID=3516 adresinden alındı Kodalak, G. (2013). Güncel Mimarlık Sorunsalları: Koruma. Arredamento Mimarlık, 265. Kongar, E. (1999). Kent Yönetiminde İmar ve Demokrasi Kültürü. Bodrum İmar Planı Forumu (ss. 26-34). Ankara: Mimarlar Odası Bodrum Temsilciliği. Korkmaz, T. (2001a). Klasisizm. XXI Mimarlık, 9, 122. Korkmaz, T. (2001b). Mimari Stiller: Bölgeselcilik. XXI Mimarlık, 7.
211
Korkmaz, T. (2019). Cansever'in Arayışı: Modern Dünyanın Sakini Olmak Mümkün Mü? Şehir & Toplum, 12. Köksal, A. (2019). Cansever Mimarlığının İnşa Süreci. Şehir & Toplum, 12, 18-19. Köm, Y. (2015, Mart 15). Bu Sistemde Tek Bir Mimarlık Yapma Biçiminin Hayatta Kalma Şansı yok. (A. Eroyan, Dü.) 2018 tarihinde http://www.mimarizm.com/haberler/bu-sistemde-tek-bir-mimarlikyapma-biciminin-hayatta-kalma-sansi-yok_118002 adresinden alındı Kutluay, S. (2007). Bodrum Yarımadası 1/25000 Ölçekli Çevre Düzeni Planı Araştırma Raporu. Ankara: Semra Kutluay Planlama Bürosu. Kutluay, S. (2016). Muğla İli 1/25000 Ölçekli Nazım İmar Plan Hükümleri. Ankara: Semra Kutluay Planlama Bürosu. Kütükçüoğlu, M. (2015). Profil: Teğet Mimarlık. Arredamento Mimarlık, 290, ss. 4655. Kütükçüoğlu, M., & Uçar, E. (2008). Projects in the Mediterranean. Turkish Architecture WOW. içinde World Architecture Community. Le Corbusier. (2014). Şehircilik. İstanbul: Daimon Yayınları. Le Guin, U. K. (2006). Mülksüzler, s. 1. İstanbul: Metis Yayınları. Little, D. (1992). Jon Elster. W. Samuels (Dü.) içinde, New Horizons in Economic Thought: Appraisals of Leading Economists. Edward Elgar Publishing. Kasım 12, 2018 tarihinde http://wwwpersonal.umd.umich.edu/~delittle/ELSTER3.htm adresinden alındı Mansur Coşar, F. (2015, 1972). Bodrum: Ege'de Bir Kasaba. Bodrum: Bodrum Kitap Yayınları. Mansur Coşar, F., & Güler, A. (1999). Dün-Bugün Bodrum. İstanbul: Ana Yayıncılık. Mitchell, E. (2004). Fear Factor. (E. Huge, & S. Tuerk, Dü) Perspecta: Yale Architectural Journal, 35, 205-209. Moneo, R. (1978). On Typology. Oppositions Reader. Onur, Z. (2010). Mimarlığa Emek Verenler Dizisi-IV-Ziya Tanalı. (Z. Onur, Dü.) Ankara: TMMOB Mimarlar Odası Yayınları. Özhisar, H. Ö. (2016). Autonomy of Architecture: Analys,s of Transformations of Bodrum Built Environment via Design Codes. Ankara: Doktora tezi. Orta Doğu Teknik Üniversitesi . Özışık, E. (1999a). Adı Halikarnas: 20. yüzyıl sonunda siyah beyaz fotoğraflarla bir kent belgeseli. İstanbul: YEM Yayın. Özışık, E. (1999b). Bodrum’da Mondrian ve Le Corbusier. Arredamento Mimarlık, 117, ss. 108-111. Özkan, S. (2007). Regionalism within Modernism. V. B. Canizaro (Dü.) içinde, Architectural Regionalism. New York: Princeton Architectural Press. Özkan, S. (2013). Mimarlığın Milliyeti. Arredamento Mimarlık, 271, ss. 57-61. Özkan, S., & Plunz, R. (2016). Turgutreis 1974. İstanbul: Literatür Yayıncılık.
212
Özlüdil, B. (2004). Lebbeus Woods. Arredamento Mimarlık, 100+72. Öztaşkın, B. (2009). Türkiye'de Planlama ve Mimarlık Alanının Son On Yılı. Nisan 12, 2019 tarihinde http://v3.arkitera.com/h42166-turkiyede-planlamave-mimarlik-alaninin-son-on-yili.html adresinden alındı Panerai, P. (1979). Beaubourg, Tipin Ölümü ya da Dirilişi. (A. Yücel, Dü.) Çevre Dergisi, ss. 71-79. Penpecioğlu, M. (2017). Kapitalist Kentleşme Dinamiklerinin Türkiye'deki Son 10 Yılı. T. Bora (Dü.) içinde, İnşaat Ya Resulullah (ss. 172). İstanbul: Birikim Yayınları. Rowe, C. (1972). Introduction. Five Architects. içinde New York: Oxford University Press. Sargın, G. A. (2004). Hybrid Spaces. G. A. Sargın (Dü.) içinde, Hybrid Spaces. Ankara: ODTÜ Mimarlık Fakültesi Yayınları. Sayın, N. (1991). Tedbil-i Mekân Bodrum. Tasarım, 15, s. 89. Selçuk, S. A., & Sorguç, A. G. (2016). Sınırlanmıştan Sınıra: Sınırdan Arayüze: Sayısaldan Fiziksele. Mimarlık Dergisi, 388. İstanbul. Nisan 15, 2018 tarihinde http://www.mimarlikdergisi.com/index.cfm?sayfa=mimarlik&DergiSa yi=402&RecID=3875 adresinden alındı Sezgin, Y. T. (2017). Tipolojik Farklılaşma. Yüksek Lisans Tezi - İstanbul Teknik Üniversitesi. Sola-Morales, I. d. (1997a). From Autonomy to Untimeliness. I. d. Sola-Morales içinde, Differences: Topographies of Contemporary Architecture. Cambridge: MIT Press. Sola-Morales, I. d. (1997b). Difference and Limit: Individualism in Contemporary Architecture. I. d. Sola-Morales içinde, Differences: Topographies of Contemporary Architecture. Cambridge: MIT Press. Speaks, M. (2006). Intelligence After Theory. Perspecta: Yale Architectural Journal, 103. Susuz, S. (1998). Adsız. Benzerlikler farklılıklar : Bodrum sergisi 1998 [Sergi kataloğu], 25. Spencer, D. (2018). Neoliberalizmin Mimarlığı: Çağdaş Mimarlığın Denetim ve İtaat Aracına Dönüşme Süreci. İstanbul: İletişim Yayıncılık. Şentürer, A. (2008). Zaman ve Mekânın Genişleme Aralığı Olarak Sınır Boyları. A. Şentürer, Ş. Ural, F. Uz, & Ö. Berber (Dü) içinde, Zaman-Mekân (ss. 186, 188). İstanbul: Yem Yayın. Tanalı, Z. (2010). Mimarlığa Emek Verenler Dizisi-IV-Ziya Tanalı. (Z. Onur, Dü.) Ankara: TMMOB Mimarlar Odası Yayınları. Tanalı, Z. (2014). Etik: Değişenin İçindeki Değişmeyenler. Güney Mimarlık, 17, 1619. Tanalı,
Z.
(2016). Ziya Tanalı: Kalebodur'la Mimarlar Konuşuyor. http://mimarlarkonusuyor.com/soylesiler/ziya-tanali adresinden alındı
213
Tanju, B. (2016). Pazar Sekmeleri: Farklılık ve Tekrar. Mart 2019, 16 tarihinde https://manifold.press/pazar-sekmeleri-farklilik-ve-tekrar adresinden alındı Tanyeli, U. (1990). Eisenman ya da Modernist'in Hazin Sonu. Arredamento Mimarlık, 21, 90. Tanyeli, U. (1999). Mimarlıkta Değişen Rol Modelleri ve Han Tümertekin. Arredamento Mimarlık, 12, 38-40. Tanyeli, U. (2002). Profil: Murat Tabanlıoğlu. Arredamento Mimarlık, 151, s. 50. Tanyeli, U. (2008, 08 31). Uğur Tanyeli ile Görüşme. Mimarlıkta Sınıflandırma ve Gruplama Sorunu: İstanbul Beşlisi. (D. Demirkaya, Röportaj Yapan) Doktora Tezi, Karadeniz Teknik Üniversitesi. Tanyeli, U. (2013). Rüya, İnşa, İtiraz. İstanbul: Boyut Yayıncılık. Tanyeli, U. (2015). “Geleneksel Bir Anadolu Evi Bugün Neden Aynen İnşa Edilemez?”. Mayıs 2019, 07 tarihinde http://ekoiq.com/2015/07/10/geleneksel-bir-anadolu-evi-bugun-nedenaynen-insa-edilemez/ adresinden alındı Tanyeli, U. (2016). Metropolleşen Dünyada Mimarın Rolleri. U. Tanyeli içinde, Yıkarak Yapmak: Anarşist Bir Mimarlık Kuramı için Altlık. İstanbul: Metis Yayınları. Tanyeli, U. (2017a). Mimarlık: Yeni Bir Zanaat. Nisan 15, 2019 tarihinde https://www.youtube.com/watch?v=ZpQ-_b5ysVs&t=571s adresinden alındı Tanyeli, U. (2017b). Arredamento star mimarlar üretti. Mayıs 2, 2019 tarihinde https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2017/03/12/arredamentostar-mimarlar-uretti/ adresinden alındı Teğet Mimarlık. (2010). Novron Ardesco Evleri. Projeler Yapılar 1: Konutlar (ss. 28-31). içinde İstanbul: YEM Yayıncılık. Tekeli, İ. (1980). Türkiye'de Kent Planlamasının Tarihsel Kökleri. Türkiye'de İmar Planlaması. (T. Gök, Dü.) Ankara, Türkiye: ODTÜ Şehir Planlama Bölümü. Nisan 13, 2018 tarihinde https://www.academia.edu/32920719/T%C3%BCrkiyede_Kent_Planl amas%C4%B1n%C4%B1n_Tarihsel_K%C3%B6kleri adresinden alındı Tekeli, İ. (1995). Bir Modernite Projesi Olarak Türkiye'de Kent Planlaması. Ege Mimarlık(16), s. 51. Tekeli, İ. (1996). Modernite Projesi İçinde Yapıların ve Kentsel Dokuların Korunması Sorunsalı. Mayıs 14, 2018 tarihinde www.academia.edu/30931173/MODERNİTE_PROJESİ_İÇİNDE_Y APILARIN_VE_KENTSEL_DOKULARIN_KORUNMASI_SORUN SALI adresinden alındı Tekin, İ. (2013). Türkiye'de İkinci Dünya Savaşı Sonrası Betonarmenin İnşaası. (Doktora tezi), İstanbul Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü. Tekin, İ., & Akpınar, İ. (2014). Betonarmenin Anonimleşmesi: Türkiye’de İkinci Dünya Savaşı Sonrası Yapılı Çevrenin İnşası. Mimarlık Dergisi, 377. 214
Haziran 2017, 13 tarihinde http://www.mimarlikdergisi.com/index.cfm?sayfa=mimarlik&DergiSa yi=391&RecID=3404 adresinden alındı Tekin, V., Özberk, B., & Türk, M. (2008). Ülkemizde Planlama Süreci ve Bodrum'a Etkileri. Bodrum Yarımadası'nın Çevresel ve Yapısal Geleceği Sempozyumu (s. 114). Bodrum: TMMOB Bodrum İlçe Koordinasyon Kurulu. Tezer, G. (1991). Yöresel Motifleri Detaylara Aktararak Bütünü Hedefleyen Farklı Bir Bakış Açısı. Tasarım, 15. Thiis-Evensen, T. (1989). Archetypes in Architecture. New York: Oxford University Press. Urgan, M. (1999). Bir Dinozorun Gezileri. İstanbul: YKY. Uyan Semerci, P. (2016, 10 10). Sınır-aşırı Kentsellik. XXI Mimarlık. (H. Ertaş, & D. Dinçer, Dü) Nisan 20, 2018 tarihinde https://xxi.com.tr/i/sinir-asirikentselltik adresinden alındı Vidler, A. (2000). The Third Typology. M. K. Hays (Dü.) içinde, Architecture Theory Since 1968 (ss. 284-295). Cambridge: MIT Press. Wigley, M. (2012). Beyaz Duvarlar, Tasarımcı Giysileri: Modern Mimarlığı Biçimlendirmek. Nisan 13, 2019 tarihinde http://www.eskop.com/skopbulten/beyaz-duvarlar-tasarimci-giysileri-modernmimarligi-bicimlendirmek/1026 adresinden alındı Yazgan, K. (2018). E. Aysev (Dü.) içinde, Bugünün Türkiyesi'nde Mimarlık? İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. Yazıcı, A. (2008). Kantçı ve Feminist Etik Kuramlarda Bireysel Özerklik Tartışması. Kaygı - Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi(11), 82. URL-1
< <http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&keli me=s%C4%B1n%C4%B1r&uid=45663&guid=TDK.GTS.5ccaebe21 cb288.99571051>, erişim tarihi 12.04.2019
URL-2 <https://www.ncbi.nlm.nih.gov/core/lw/2.0/html/tileshop_pmc/tileshop _pmc_inline.html?title=Click%20on%20image%20to%20zoom&p=P MC3&id=3124832_fnhum-05-00060-g007.jpg>, erişim tarihi 06.12.2018 URL-3<https://artsandculture.google.com/asset/ulysses-and-thesirens/qQH6ni1OHjyz9A>, erişim tarihi 06.03.2019 URL-4< https://www.yazgandesign.com/smart-project >, erişim tarihi 06.03.2019 URL-5<https://www.toki.gov.tr/ornek-konut-tipleri-ve-planlari>, 15.04.2019
erişim
URL-6<http://projectivecities.aaschool.ac.uk/wpcontent/uploads/2013/12/Durand.jpg>, erişim tarihi 15.04.2019
215
tarihi
URL-7<https://www.archdaily.com/785760/ad-classics-vitra-fire-station-zahahadid-weil-am-rhein-germany/57173f86e58ece9e0b0000c8-adclassics-vitra-fire-station-zaha-hadid-weil-am-rhein-germanyphoto8>, erişim tarihi 15.04.2019 URL-8< https://images.adsttc.com/media/images/5717/4035/e58e/ce9e/0b00/0 0cb/slideshow/901_CR_SP_018.jpg?1461141519>, erişim tarihi 15.04.2019 URL-9<https://lebbeuswoods.files.wordpress.com/2008/02/saraepblw1994blog.jpg>, erişim tarihi 15.04.2019 URL-10<https://static.dezeen.com/uploads/2013/07/dezeen_Heydar-Aliyev-Centreby-Zaha-Hadid-Architects_4.jpgproject>, erişim tarihi 06.03.2019 URL-11< https://images.adsttc.com/media/images/5285/21b4/e8e4/4e8e/7200/0 160/slideshow/HAC_photo_by_Iwan_Baan_%281%29.jpg?13844565 32>, erişim tarihi 06.03.2019 URL-12<https://lutheranreformation.org/history/albrecht-durer-man-behind-selfportrait/>, erişim tarihi 15.04.2019 URL-13<https://www.metmuseum.org/art/collection/search/336228>, erişim tarihi 06.03.2019 URL-14< https://oma.eu/projects/425-park-avenue>, erişim tarihi 15.04.2019 URL-15< http://www.mimarlar.com/B0BAE063879D48F9A3920E1E5FA2F67D /tc_misyon_binalari_strasbourg/pname>, erişim tarihi 15.04.2019 URL-16<http://www.mimarizm.com/haberler/gundem/isveren-mimar-iliskisimercek-altinda_128630>, erişim tarihi 15.04.2019 URL-17< https://manifold.press/pazar-sekmeleri-farklilik-ve-tekrar>, erişim tarihi 06.03.2019 URL-18< http://emrearolat.com/gallery/maksimum-houses>, erişim tarihi 06.05.2019 URL-19< https://bodrum.bel.tr/hakkimizda.html> erişim tarihi 16.04.2019 URL-20<http://tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1059> erişim tarihi 16.04.2019 URL-21<https://www.ekonomist.com.tr/insaat/bodruma-21-yeni-otel-geliyor.html> erişim tarihi 11.04.2019 URL-22<https://www.migros.com.tr/en-yakin-migros>, erişim tarihi 11.04.2019 URL-23<https://www.posta.com.tr/bodrum-belediyesi-nin-gulduren-tweet-inekadikoy-belediyesi-nden-yanit-1228130>, erişim tarihi 11.05.2019 URL-24<http://www.turkiyeturizm.com/yalikavak-marina-mega-yatlari-agirliyor56299h.htm>, erişim tarihi 11.04.2019 URL-25< https://www.posta.com.tr/bodrumdan-51-imar-plani-cikti-241736>, erişim tarihi 11.04.2019 URL-26< http://www.meda-corpus.net/>, erişim tarihi 11.04.2019
216
URL-27< http://atlasofinteriors.polimi-cooperation.org/2014/03/20/adolf-loos-villamoissi-venice-italy-1923 >, erişim tarihi 11.04.2019 URL-28<https://cemkafadar.net/2018/08/05/ara-gulerin-1967de-cektigi-birbodrum-fotografi/>, erişim tarihi 19.04.2019 URL-29<https://www.mugla.bel.tr/duyuru/125000-olcekli-mugla-nazim-imar-planive-ekleri>, erişim tarihi 11.04.2019 URL-30< http://www.bodrumageldik.com/mobil/hdetay.php?newsid=19588>, erişim tarihi 11.04.2019 URL-31< https://www.bodrumguncelhaber.com/batu-aksoy-tilkicik-koyunda-yapimidevam-eden-epique-island-projesini-anlatti/>, erişim tarihi 11.04.2019 URL-32<http://www.diken.com.tr/muglada-cevreciler-kazandi-epique-islandprojesine-ced-istenecek/>, erişim tarihi 21.04.2019 URL-33< https://earthengine.google.com/timelapse#v=37.03666,27.32693,10.9 53,latLng&t=1.19&ps=50&bt=19840101&et=20181231&startDwell =0&endDwell=0>, erişim tarihi 11.04.2019 erişim
URL-34<http://www.izto.org.tr/tr/turizme-tahsis-edilen-araziler>, 15.04.2019
tarihi
URL-35<http://www.spo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=3260>, erişim tarihi 11.04.2019 URL-36< https://schwarzplan.eu/en/>, erişim tarihi 23.04.2019 URL-37< https://www.akdn.org/sites/akdn/files/media/documents/AKAA%20pre ss%20kits/1992%20AKAA/Demir%20Holiday%20Village%20%20Turkey.pdf>, erişim tarihi 11.04.2019 erişim
URL-38<http://www.arkiv.com.tr/proje/demir-tatil-koyu/2588>, 30.04.2019
tarihi
URL-39<http://epamimarlik.com/tr/proje/aktur-bodrum-turizm-yerlesme-projesi/>, erişim tarihi 30.04.2019 URL-40< http://epamimarlik.com/tr/proje/balcilar-evleri/>, erişim tarihi 30.04.2019 URL-41<http://www.arkiv.com.tr/proje/balcilar-evleri/2619>, 30.04.2019
erişim
tarihi
URL-42<http://www.arkiv.com.tr/proje/torba-83-evleri/4684>, 30.04.2019
erişim
tarihi
URL-43<http://www.arkitera.com/proje/2640/kizildel-evi>, erişim tarihi 12.05.2019 URL-44<http://galeri3.arkitera.com/var/albums/Arkiv.com.tr/Proje/EPAMimarl%C4%B1k/aktur-bodrum-turizm-yerlesmesi/>, erişim tarihi 23.04.2019 URL-45<https://www.bodrumaktur.com/>, erişim tarihi 30.04.2019 URL-46<http://www.mo.org.tr/ulusalsergi/index.cfm?sayfa=BO-Ziya-Tanali>, erişim tarihi 30.04.2019 URL-47<https://www.mesabodrum.com/yasam-secenekleri>, 19.05.2019 217
erişim
tarihi
URL-48< www.richardmeierinbodrum.com>, erişim tarihi 30.04.2019 URL-49<https://tr.foursquare.com/palmarinabodrum>, erişim tarihi 30.04.2019 URL-50< http://www.bodrumluculuk.com/>, erişim tarihi 13.04.2019 URL-51<http://adresyalikavak.com/galeri/>, erişim tarihi 10.04.2019 URL-52< https://images.adsttc.com/media/images/5376/2ea1/c07a/803f/9600/0 0e1/large_jpg/contextual_coherence.jpg?1400254102>, erişim tarihi 13.04.2019 URL-53< http://www.elementsbodrum.com/galeri>, erişim tarihi 10.05.2019 URL-54< http://www.arkiv.com.tr/proje/castlerock/1532>, erişim tarihi 10.05.2019 URL-55<http://www.arkiv.com.tr/proje/bodrum-gumus-su-villalari/2651>, tarihi 10.05.2019
erişim
URL-56< https://www.asla.org/2013awards/285.html>, erişim tarihi 10.04.2019 URL-57<https://deskgram.net/p/1952314428851875009_6812604768>, erişim tarihi 13.04.2019 URL-58<https://blog.alantransfer.com/k/bodrum/>, erişim tarihi 10.04.2019 URL-59<http://www.bodrumhekimkoysitesi.com/>, erişim tarihi 18.03.2019 URL-60<https://www.archdaily.com/507523/vicem-bodrum-residences-emre-arolatarchitects>, erişim tarihi 19.04.2019 URL-61<http://www.arkiv.com.tr/proje/cubuklu-vadi-konutlari/765>, erişim tarihi 18.04.2019 URL-62<https://www.archdaily.com/48288/ardesco-teget?ad_medium=gallery>, erişim tarihi 19.04.2019 URL-63< https://www.nef.com.tr/reservegolkoy/konsept>, erişim tarihi 19.04.2019 URL-64<https://www.archdaily.com/351395/hebil-157-houses-aytac-architects>, erişim tarihi 10.04.2019 URL-65< https://www.nef.com.tr/reservegolkoy/galeri>, erişim tarihi 19.04.2019 erişim
tarihi
URL-67<http://atelye70.com/wp-content/uploads/2018/06/02_eskiz.jpg>, tarihi 10.04.2019
erişim
URL-66<https://tr.pinterest.com/pin/237142736607527010/>, 10.04.2019
URL-68<https://www.archdaily.com/773326/apartman-18-aytac-architects>, erişim tarihi 10.04.2019 URL-69< https://www.nef.com.tr/reserve-golkoy/assets/gallery/1.jpg>, erişim tarihi 19.04.2019 URL-70<http://emrearolat.com/gallery/cubuklu-vadi-houses/>, 18.04.2019
erişim
tarihi
URL-71< https://images.adsttc.com/media/images/5376/2b85/c07a/8059/5700/0 0eb/large_jpg/001.jpg?1400253291>, erişim tarihi 18.04.2019
218
URL-72<http://emrearolat.com/wp-content/uploads/2016/10/KagithaneOfispark02.jpg>, erişim tarihi 19.04.2019 URL-73<http://www.yalin-mimarlik.com/g-rock-yalikavak/>, 19.04.2019
erişim
tarihi
URL-74< https://www.teget.com/works/novron-55/>, erişim tarihi 19.04.2019 URL-75<https://www.tumblr.com/search/jose%20luis%20sert>, 19.04.2019
erişim
tarihi
URL-76<http://www.teget.com/wp-content/uploads/2016/10/ardesco_n_017.jpg>, erişim tarihi 19.04.2019 URL-77<http://www.teget.com/wp-content/uploads/2016/01/azure_05.jpg>, tarihi 19.04.2019
erişim
erişim
tarihi
URL-78<http://www.boranekincimimarlik.com/#/tr/projects/190>, 19.04.2019 URL-79<http://www.boranekincimimarlik.com/#/tr/projects>, 19.04.2019
erişim
tarihi
URL-80<https://www.emlakbulten.com/wp-content/uploads/BodrumBodrum.jpg>, erişim tarihi 19.04.2019 URL-81<http://emlakhaber.club/wp-content/uploads/2018/12/esk%C4%B1tar%C4%B1h%C4%B1-yasamdan-es%C4%B1nlenen-projegorseller4.jpg>, erişim tarihi 19.04.2019 URL-82< http://galeri3.arkitera.com/var/thumbs/Arkiv.com.tr/Proje/Te%C4%9FetMimarl%C4%B1k/Novron-Bodrum-Evleri/013013.jpg>, erişim tarihi 19.04.2019 URL-83<https://www.mgsrealestate.com/wp-content/uploads/2016/02/oftonmiramar-4.jpg?x69584>, erişim tarihi 19.04.2019 URL-84<http://www.boranekincimimarlik.com/#/tr/projects/15>, 19.04.2019
erişim
tarihi
URL-85<http://www.boranekincimimarlik.com/#/tr/projects/25>, 19.04.2019
erişim
tarihi
URL-86<http://www.boranekincimimarlik.com/#/tr/projects/115>, 19.04.2019
erişim
tarihi
URL-87<http://www.boranekincimimarlik.com/#/tr/projects/121>, 19.04.2019
erişim
tarihi
URL-88<https://tmx4tkrp.rocketcdn.com/listing/2018/02-23/1329373/43918yalikavak-son-2-villa-the-jacarandaestate.jpg?w=1000&h=700&s=2&l=1&u=1519376101>, erişim tarihi 19.04.2019 URL-89<https://www.nef.com.tr/reserve-golkoy/assets/gallery/1.jpg>, erişim tarihi 19.04.2019 URL-90<http://www.tabanlioglu.com/wpcontent/uploads/2017/11/TA_TABANLIOGLUARCHITECTS_BODRU MLOFT_01-1024x512.jpg >, erişim tarihi 19.04.2019
219
URL-91< https://www.nef.com.tr/reserve-golkoy/assets/gallery/10.jpg >, erişim tarihi 19.04.2019 URL-92<https://www.mesabodrum.com/images/galeriPage/disMekan/1.jpg erişim tarihi 19.04.2019
>,
URL-93<https://www.gadarchitecture.com/uploads/projects/100202/gadarchitecture-gad-mimarlik0a28aecf0675298d6189dc010c2ebb02579ff321.jpg >, erişim tarihi 19.04.2019 URL-94<http://www.boranekincimimarlik.com/assets/project/golturbukuevleri_217/golturbuku-evleri_1490778763845.jpg >, erişim tarihi 19.04.2019 URL-95<http://galeri3.arkitera.com/var/albums/Arkiv.com.tr/Proje/ind/mazivillalari-1842092784/1.jpg.jpeg.jpg.jpeg>, erişim tarihi 19.04.2019 URL-96< http://galeri3.arkitera.com/var/albums/Arkiv.com.tr/Proje/erkut-sahinbasmimarlik-atolyesi/sinan-sahinbas-evi/038.jpg.jpeg>, erişim tarihi 19.04.2019 URL-97<http://www.boranekincimimarlik.com/assets/project/golturbukuevleri_217/golturbuku-evleri_1490777127332.jpg>, erişim 19.04.2019 URL-98<http://emrearolat.com/gallery/golkoy-residences/>, 19.04.2019
erişim
tarihi tarihi
URL-99<http://galeri3.arkitera.com/var/albums/Proje/gumus-suvillalari/a%20(37).jpg.jpeg>, erişim tarihi 19.04.2019 URL-100<https://www.epique.com.tr/docs/plans/teras/a/background-galeri01.jpg>, erişim tarihi 19.04.2019 URL-101<http://richardmeierinbodrum.com/images/visuals/1.jpg>, 19.04.2019
erişim
tarihi
URL-102<http://tr.novron.com/projeler/ardesco-villas-bodrum-turkey>, erişim tarihi 19.04.2019 URL-103<https://www.epique.com.tr/proje-villalar-lineer-b-zemin.html>, tarihi 19.04.2019
220
erişim
EKLER EK A: İmar Planı hükümleri karşılaştırma tablosu.
221
222
EK A
Şekil A.1 : 1982 Bodrum İmar Yönetmeliği ve 2003 Bodrum Koruma Amaçlı İmar Planı hükümleri karşılaştırma tablosu (Atilla, 2019).
223
224
ÖZGEÇMİŞ
Ad-Soyad
: Erenus ATİLLA
Doğum Tarihi ve Yeri
: 09.01.1989, Samsun
E-posta
: eatilla@gmail.com
ÖĞRENİM DURUMU: •
Lisans
: 2014, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi,
Mimarlık Bölümü •
Yüksek lisans
: 2019, İstanbul Teknik Üniversitesi, Mimarlık Anabilim Dalı,
Mimari Tasarım Programı MESLEKİ DENEYİM VE ÖDÜLLER: • • • •
2014-2015 yılları arasında MuuM Mimarlık’ta proje mimarı olarak çalıştı. 2016-2017 yılları arasında İstanbul Kültür Üniversitesi Mimarlık Bölümünde araştırma görevlisi olarak çalıştı. Kent Düşleri 8: Saraçoğlu Mahallesi Değerlendirme Projesi Ulusal Fikir Yarışması’nın öğrenci kategorisinde Eşdeğer Mansiyon Ödülü aldı. Adıyaman Aktif Yaşam Merkezi Mimari Proje Yarışması’nda Eşdeğer Mansiyon Ödülü alan ekip içerisinde yer aldı.
225