fanzin
EKSİK
Fotoğraf: Okan Cihangir
Ümit bir mum ışığı, soluduğumuz her vakit sönebilecek hassas bir halde artık. Bazen ışıdığı bazen de sönük olduğu vakitlere denk gelen düşüncelerimizi ve hislerimizi yazıp çizmekteyiz. Tüm eksiklikleri ile bir araya getirmeyi istedik. Belki bir yerlerinde birbirimize dokunuruz
eksikfanzin@gmail.com
anlatırsan dinleriz, dinlerler
Tekrar Ersağ’a ve Gamze’ye çizimleri için teşekkür ediyoruz
instagram:@eksikfanzin
Lüzumu var mı bahsetmeye uçsuz bucaksız evrenin içinde oluşumuzdan Ve aynı gezegende, ülkede, şehirde... Çevirip başını, bir baksan aramızda dağlar yok delinecek Ne ikiye ayıracağımız denizler, balta girmemiş ormanlar ne sürgün ne taş duvar, ne de demir parmaklıklar Lüzumu yok, Aramızda iki uzun şerit yahut birkaç masa insan Kimi vakit bir hava kalır yalnız lüzumu yok, uzaklık hesapsız, uzaklık insanlarımız, kaygılarımız, telaşlarımız yaşayamadıklarımız... Bizler mesafelere muhtaç mıyız dürüst muhabbetlere, sevişmeklere düşman mı Vakte katılıp gitsek ahmak mı derler basitliğe gönl’etsek Rıza olup yoksunluğumuza, birçoklardan sıradan birer insan olsak en dışından sarmaş dolaşsak, ne güzel...
Ufuk Neşet
AŞK VE ÖLÜM
Tohumu iki şey çevirirmiş yemişe Bir su diğeri sıcak İnsanı iki şey çevirirmiş dervişe Biri ölüm, ötekisi aşk Yemişi iki şey edermiş ziyan Biri su diğeri sıcak Dervişi iki şey edermiş viran Biri ölüm ötekisi aşk
Ömer Faruk Asker
YEDİ MERMER benim sevdam puslu hilal, buğulu ayna, bakır iplik hiçten geldi hiçe gider özüm bir damla su damlar kenarına hayatımın yağmurdan kalan borular altında yas tutar çocukluğum merdivende oyuncaklarla geleceği gördüğünden midir bilmem... koşar arkadaşlarım saklambaç oynarken ben koşmam el cepte, volta, okul bahçesi katılayım desem şu oyuna kolona çarparım burnum kan revan benim sevdam çocukluğum gibi kolona, duvara, omuza ve hakikate çarparak yürüdü, yürüdü voltadaydı gençliğime ulaşırken, görmedi nasıl büyüdü iğne deliğinden geçmiş aşklar yüz metre ötede dönmekten bıkmadı sevda yürüdü, yürüdü benim sevdam puslu hilal, dokuz aylık, bakır iplik alışılagelmişe bir taş attı, bir sala okundu, ulaştı bu günlere... hatrımda kalan ilk dizelerim 9 yaşımdandı: "aşık veysel şatıroğlu, şakır şakır şakıyordu" eh, bundan ibaretti zaten hükmü dünyamın yetti, arttı, hala kullanıyorum. buğulu ayna, sevdam, puslu hilal, boğuk sesler... 18 yıl için sonsuza dek bu kadarı yeter.
Oğuzhan Kayacan
Çizim: Roland Topor
TÜM SUÇLARIN USTURASI ayrılık çeşmesi, varyete, erkenden giyinip çıktığım yol dilimde çok serzeniş, aklımda sıfır çözüm, isyan yenilgi, bir söz karşısında, yüzümün buluştuğu kaldırım, bu durak, bu son durak, hangi durakta ineceğimi unutturan freni yapan şoförün gırtlağında ellerim ıssıza yaklaştıkça yumruklar sıklaşır dil gevşer, tüm suçların usturası yalnızca bir insanın elinde bulunur tüm insanların gırtlağı yalnızca bir suçtan okşanır esinlendiğim tüm şairleri sıraya dizdim esinlendiğim tüm şairleri sırayla kurşuna dizdim artık kimse yok, beni bu şiir suçuna bulaştıran kadını sevilmenin ağrısıyla dolaştırdım, tam bir yıl bir lise bahçesinde artık yok heyecan ve tutunacak bir ele susayış, her ay bir kere bir berberin aynasında kendime bakıyorum ve kendimin stabilliğine
Necip Fazıl Say
AVUÇ İÇİ YALNIZLIK Yalnızlığım dolmuş avuç içlerime Elimi götürsem kulaklarıma Everest'in en yüksek noktasından Bir çığ yuvarlanır aşağıya Ve sonra Bir köpek havlasa açlıktan Sesi kopar gelir karanlıktan Kurulur tek kişilik masamın orta yerine Ruhum irkilir, Bu ses yıllar öncesinden tanıdık gelir. Soğuk bıçaklar kayar yanaklarımda; Adı ben, sesi ben, sözü ben kokan şarkılarla Bir çiçek diksem avuç içlerime Ağzımda en sevdiğim mısralar... Çiçek solar, mısralar bitmez. Bir sigara yansa, ben sönsem; Ben yansam, sigara sönse Şu gün bir bitse Ben bir kez daha doğsam Bu yalnızlığın içine
Osman Yüksel Bayram
FotoÄ&#x;raf: Okan Cihangir
Güzel ilçelere uzak bir yerlerde kaldığım doğrudur. Burası kalitesiz kömürün havayla bütün olduğu, gecekonmuşlar çemberinde bir yer. Vücutlar püskümüş bir halde, aksilik ve boşveriş, akşamları kavgaları da bitmez. Bunların olmadığı yerlere ulaşmam biraz vakit alır, yolda kovalayan köpeğim eksilmez, çıktığım yokuş nefesimi keser de o kesif kömürün kokusundan bir miktar kurtulurum. Bunu yaşadığım hayatın bedbahtlığına, memleketin yoksulluğuna cümletmek ve bunlara karşın mücadeleci fikrimle yılmadığımı ya da pes etmiş bir vaziyetle dünyanın saçmalığına? sövmek için anlatmadım, tın. Böyle bir yerden arkadaşımla buluşmak için çıkıyorum ve hava buz anasını edeyim, kıçıma kalorifer sokup gezsem su dolaşmaz, gel gör ki kırk dakikalık yürüyüşün ve bir o kadar bekleyişin ardından arkadaşımdan ekildiğimi duyuyorum bir de utanmadan ' sen de gez dolaş biraz' talimatını alıyorum, önce sövüp sayıyorum sonra dönmeye Yüreğim el vermediği için metroya doğru yol alıyorum
Yeraltına girdiğim vakit bulduğum ufoya sarılıyorum ve yanıma gelen güvenlik şefiyle sohbete tutuşuyoruz. Artık ansızın gelen insanları dinlemeye uğraşıyorum. Tabiki de nereli olduğum sorusunu alıyorum, cevap, valla yeğenim benim baba tarafı oğuz boylarından anne tarafım karamanoğullarına uzanıyor hani şu Osmanlıya karşı olan, gururlu ve gereksiz bir sırıtma, Sivaslıyım diyor doğma, uzattıkça uzatıyor. Ne güzel abi iyi harman olmuşsun diyorum, öyle öyle diyip çevik bir hareketle memleket sorunlarına dokunup insanımız diye devam edip memleketle ilgili radikal reform fikirleriyle sonlandırıyor cümlelerini. Seni bu kadar çabuk çözdüğüm için sana üzülüyorum diyesim geliyor da bir çayını içerim dönüşte diyip metroya biniyorum. Dolaşıyorum. Uzatmaya gerek yok hepimizin hayaller ve planlar içinde ördüğümüz motivasyon paketi olur.
tuborg
NE YALNIZLIK NE DE YALAN
Bendekini rezil koli bandına dolayıp bir yerlere koydum, avare dolaşıyorum; dönüp dönüp aynı biraneye, cem karacaya, hasrete, neşete, ahmete varıyorum, aynı akşamların bağrına benliğimle doğuyorum. Bu hâlin içten olup olmamasına gidiyor aklım. Böyle olmasını mı istiyordum başından beri, bağlanamadığım insan unsuruna ayırdığım iplerimi bohem çevrenin klişe simgelerine takmayı tasarlamış mıydım, yoksa gerçekten bunu mu gerektirirdi yaşadığım vakit. Gerçekliğimi ve içtenliğimi sorgulayarak iniyorum gecenin içinde yola, vücudumda derman yok hava buz, yeraltında benim gibilerini görüyorum, hiç kadının bulunmaması dikkatimi çekmiyor öyle bi saniye gelip gidiyor aklımdan, tribe girmeye gerek yok.
İndiğim vakit güvenlik şefine gözükmeden hızlı hızlı çıkıyorum, hiçbir şey düşünmediğimi düşünüp düşünmeye başladığım vakitler olur, manasız meseleleri kafamda tartarım. Böyle bi dakika yürüyüp yolun uzaklığına dayanamadığım günlerde olduğu gibi her zamanki taksiye binip yolumu bitirdim. Bu sapa yeri adamın artık eliyle koymuş gibi buluyor olmasından kendimi ismini bilmediğim bir duygu ile hissediyorum. Giysilerimi çıkarmak için oldukça efor harcıyorum ardından uzun uzadıya su içip koyuyorum kafayı birazdan gelecek çişimden haberlice. Ardından sabah gelen anlamsız mutluluk sonrasında aynı anlamsızlıkta gelen huzursuzluk...
tuborg
-Suphi
Çizim: Gamze
KUŞLAR ÖLÜME KANAT ÇIRPAR Gök iyice kızardı Ve benim gözlerimden kanlar süzüldü Burnumdan irin, yaramdan süt fışkırdı Ben yüzme bilmeyen bi kuşum Kanatlarımı her seferinde ölüme çırpıyorum Ağır ayaklarıyla çömeliyor üstüme gökkubbe Ve uzun bacaklarını sallandırıyor ay Ve binbir duayla bağlanıyor her nefesim gırtlağıma Günahlarımı çıkartmaya geldim. Ne zaman doğar gün? Ne zaman batar gece? Günahlarım çok çünkü utanıyorum güneşin doğuşundan Bu gerçekten de günahkâr yapar mı beni? Gökyüzüyle birlikte kızarması yüzümün Her nefes alışımda ilk elmanın günahı omuzlarımda Bu beni günahkâr yapar mı? Ben yüzme bilmeyen bi kuşum Hem ben kuşlardan çok korkarım Lütfen beni bağışla Ben kanatlarına öykünen bir kuşum. Yarasıyla övünen her çığlığımı yırt Ve soluğumda bıraktığın intihar mektuplarından birer ağıt Anladım doğmayacak bugün gün Ve doğmayacak benimle birlikte hiçbir çocuk Ağlamayacak çocuklar kuşlar gibi Ve bir daha hiçbir kanat ölüme çırpmayacak.
Zeynep Terzi
KIŞA DAİR
(tertipli miyim? galiba son zamanlarda -hayır!) altları çizilmiş, yarım kalmış, bitirilmiş, başlanmamış, hiç başlanmayacak kitaplar: masamda, raflarda, sağda, solda-günlük gazeteler, ağrı kesiciler, telaşlar, mürekkebi tükenmiş kalemler, kapının arkasına asılmış pantolonlar ve gömlekler, yazılıp çizilmiş onlarca sayfa, tevekkül, annemin sularını döktüğü çiçekler, gözlüğüm kim bilir nerede, şarj aleti sallanıyor -ne zaman aransa bulunmazbir kâsede çekirdekli siyah üzüm -zihin açar der annem, amma çekirdeği çiğnenmelidirkâğıtlar, kâğıtlar, kâğıtlar resmi, mühürlü, damgalı, düşünceler, düşünceler, düşünceler öteden beri hür ve nazik, asyalı tekrar eden ikilemeler, kapı açılınca soğuyan iklimler, posterler, haritalar, vecizeler, fotoğraflar öğütler, ayakta tutan şiirler, hayata dair bitmeyen konuşmalar, sloganlar--
anlıyorum ki, bütün ocak'lar nihayet birbirinin tıpkısı dağınıklık boğazımdan yokluyor önce logolu gömleği, tıraşlı yüzü ile siyah kabanına sarılıp masanın bir köşesinde oturan adamları tanır mısınız siz: çay içerler, onurludurlar, günde on iki saat çalıştıkları işlerinden üç günde ayrılırlar - tek kuruş almadandüşüncelidirler, işi şakaya vurup gülerler, iş yerlerine her gün onlarca ''sivi'' bırakırlar, işsizdirler. oysa yazacağım daha bir sürü hayat var onları yazamam: tırnaklarının ucu toprakla doludur, sabah ezanları ile çıkarlar yollara, elleri kıpkırmızı olur soğuktan, ilkokuldaki çocuklarının -bundan mıdır- hep elleri yarılır, gül kremleri sürülür -ucuzdudakları soyulur. önlüğü hep tertemiz, yakası hep ütülü, saçları hep taralı, yüzleri hep gülen sevdiğimiz kızların elleri de yarılır bazen istiklal marşı okunurken görülür, -pazartesi sabahlarıçocuğun biri bayrağı çeker, müdürler ne çok severler çatlak çatlak konuşmaları. soğuktur bir iş sahibi olan, sonra evlenip çocukları olan adamlar kaybolurlar birer birer aralarından, papyon takmış damatlıklarıyla poz verirler bol ve anlamsız gürültülü salonlardan hiç kendilerine benzemezler
yoksulluk yoksulluğu, işsizlik işsizliği çeker-paylaşılan bir şey olmalıdır. savrulan düşünceler, kar tatili şehirleri altyazı ile ekrana taşıyan sabah haberleri bir kez daha aynı hızda dönmelidir-ama internet çıkmıştır: artık hiçbir çocuk okuldan tatil olduğu için geri dönmez-oysa o gün büyüyen çocuklar vardır: herkesten önce boyları uzayan, ayakkabıları toprağa batmıştır, uzun yol yürürler, bütün sınıfa yabancıdırlar son kalan yere otururlar. ösym'nin sınavlarından biriktirdiğim uçları körelmiş, kırılmış, kalınlaşmış gri renkli kurşun kalemlere gözüm çarpıyor ara sıra onların da bu dağınık yazı da bir yeri olmalı: sınav sonuç belgelerinin, puanların, rakamların, sıralamaların-yalanların, hayal kırıklıklarının, başarısızlıkların-gardiyanlık mülakatına katılan adamları tanır mısınız siz? kpss puanları vardır, coğrafyadan, inkılaplardan, vatandaşlıktan, ordan burdan, futbol topunun ağırlığından, kravatlı adamların ağırlığından-falan filan diye devam eder bir kıraathanede çözülen bulmacalarda çıkmayan altı harfli bir cevabı vardır * -nasılsın, -kar yağdı mı, -havalar soğuk mu? kış böyledir işte. sersem bir dağınıklıktır: pencere kenarlarından usul usul soğuk tüter-psikoloji testlerinde, niye kışı sever misin diye sorarlar bir bit yeniği vardır bu işte ciddiye alıp şu kış günü yorgan mı yakalım yani kim takar latince kelimelerin kulplarını? numune hastanesi durağından on metre ötede köprü altında ateş yakılır -taşlar kapkaradır. deli midir nedir? -şizofreni başlangıcı yazılır kırmızı reçeteleretertipli miyim? galiba dışarısı, banklara oturan adamların ayaklarının altından süpürgelerini uzatan bütün çöpçülere rağmen daha dağınık-kanser hastaları, morallerini sağlam tutmalıdırlar hep çocukların üstlerini örtmelidir anneleri geceleri -sağlık ocaklarında gebelik testi yaptıran kadınların kocaları nerede çalışırmaden ocağında ölen insanlar da toprağa gömülür kibirli, ukala adamların üstlerindeki üniformalar, siyah plakalar nereye gömülür-bir kız çocuğu mızıka çalar, mühürdar caddesinde-başında pembe bir şapka önünde bir karton - birkaç bozuk para --akşamlar birden bastırıyor *torpil
Ahmet Durmuş
ocak sonu, Ĺ&#x;ubat-mart falan 2019