Toplumsal Yaşamda Anadil Sorunu

Page 1

1


emek

Haber, bilgi, araştırma ve iletişim sitesi Tarih: 21 Şubat 2013 İletişim: iletisim@emek.org.tr www.emek.org.tr

2


Toplumsal Yaşamda Anadil Sorunu Anadil konusu sosyolojik, pedagojik, psikolojik vb. özellikleri yanı sıra, siyasi bir sorun olarak da gündemimizdedir. En son hükümetin Yargı sisteminde sınırlı da olsa “anadilde savunma” yapmanın yasal imkanını sağlamasıyla birlikte farklı bir boyuta gelindi. Toplumsal gündemimizin önemli konularından “Kürt Sorunu ve anadil sorunu” birçok yönüyle tartışılmaktadır. Sadece tartışmaların değil, kutuplaşmaların, ayrışma ve çatışmaların da yaşandığı süreçteyiz. Hemen her sosyal kesim ve kurumsal yapının bu konuda bir sözü ve tavrı vardır. İşçi ve emekçi sınıfı açısından, sendikalarımız açısından “anadil sorunu” ne anlamlar taşımaktadır? Kürtçe dili üzerindeki yasaklar hakkında ne düşünüyoruz? Söylem ve tavırları nedir? Örneğin Kürt emekçileri ve Kürt halkı, anadil yasağı ve baskıları altında hangi zorluklar ve sorunlar içerisinde yaşamaktadır? Bu konudaki sıkıntılarını ve taleplerini anlayabiliyor muyuz? Yine örneğin, Çerkez, Arap, Ermeni, Laz gibi halklarımızın anadilleriyle ilgili yaşadıkları sorunları anlama ve çözmede çabalarımız yeterli midir? Tüm bunların, nedenleriyle birlikte kavranılması çok önemlidir. Karşılıklı ve çok yönlü anlama, toplumsal barışımız için gereklidir. Toplumsal haklarımız, toplumsal adalet ve güven açısından gereklidir. Bu yönleriyle konuyu sorgulamak ve tartışmaya duyduğumuz ihtiyaç nedeniyle “Toplumsal yaşamımızda ’Kürtçe Anadil’ sorunu” başlıklı dosyayı yayınladık.

1-) ‘Kürtçe anadil’ sorunu ve yaklaşımlar a-) Giriş Çalışmamızda, Kürt sorunu kapsamında “anadil” konusunu ele alacağız. Bu soruna bilimsel, demokratik, özgürlükçü ve eşitlikçi-adil bir pencereden bakma çabası içindeyiz. “Milliyetçiliğin” dar kalıplarından kopup gelen, siyasal körlüklere ve halklarımızı düşmanlıklara hapsedici bakış açıları ve tuzakların bilincindeyiz. Bu yanlış anlayış ve politikaların karşısında tavır alınması gerektiğini de savunuyoruz. Kürt sorunu hata kabul etmeyecek kadar hassas ve yakıcı bir sorundur. Olası bir hata milliyetçilik ve anti-demokratiklik gibi olumsuz bir noktaya taşır. Öyle ki egemen güçlerin istediği üzere, halklar arası gerginlik ve çatışmalara, savaşlara da yol açabilir. Oysa bu nokta emekçiler açısından istenmeyen ve reddedilmesi gereken düzeydir. Sorunun tarihsel ve toplumsal içerikleri-boyutları kavranmadığında, bu olumsuz nokta her zaman tehlike olarak kendini gösterir. Ulusal sorun konusunda, sosyalizm deneyimlerinin çok olumlu bir yerde durduğunu ve referans alınması gerektiğine inanıyoruz. Milliyetçilik aşılmış ve halklar arası barış, güven içerisinde bir arada yaşama gerçekleştirilmiştir. Elbette yaşanan deneyimlere yönelik eleştirilerin olacaktır ve fakat bunun dahi sosyalizm bakış açısını güçlendirdiğine inanırız. Bu temel anlayışla ulusal soruna ve bağlantılı demokratik hak ve özgürlükler sorunlarına yaklaşıyoruz. Özellikle “Ulusların Kaderlerini Kendilerinin Tayin Hakkı” demokratik ilkesinin, mevcut koşullarda yol göstericiliğini ve geçerliliğini savunan bir yerdeyiz. Halklarımızın karşılıklı saygı ve güven duyduğu, toplumsal hayatı barış içerisinde birlikte yeniden üretmesinin yolunun; haklara saygıdan geçtiğinin bilincindeyiz. Sadece söylemde değil, toplumsal yaşam içerisinde bunun mücadelesinin de verilmesini gerekli ve doğru görüyoruz. Bu değinmelerden sonra, toplumsal gündemimizi oluşturan gerçekliği kısaca tanımlayalım. Ülkemizde farklı etnik-ulusal kökenlerden halklar yaşamaktadır. TC devletinin kuruluşundan bu yana, ülkede yaşayan bu ulus ve

3


azınlıklar; sistemin milliyetçi, baskıcı ve inkara dayalı resmi politikalarına maruz kalmıştır. Bu anlamda demokratik toplumsal ortamlar da yaratılmadığı için “ulusal-demokratik sorunlar” diye ifade edebileceğimiz olay ve olgular; değişik boyutlarda ve içeriklerde bugüne kadar gelmiştir. Dolayısıyla ülkemizdeki uluslar ve ulusal azınlıkların devletle ve resmi kurumlarla ilişkileri, aynı zamanda halklar arasındaki ilişkiler; eşitlikten, demokratik hak ve özgürlüklerden yoksun tutulması sonucu, çok boyutlu ve sorunludur. Bunun önemli bir nedeni, demokratik çerçevede soruna çözüm aramayan, baskı ve haksızlıkları içeren resmi-milliyetçi politikalardır. Olayın bu yönünün görülmesi ve kavranması hayati önemdedir. Elbette işçilerin-emekçilerin yaşamakta olduğu sömürü ve baskı koşullarını bundan ayrı tutmuyoruz. Emekçilerin, emperyalistkapitalist sistem ilişkileri içerisinde insanca çalışma ve insanca yaşama koşullarından yoksunluğu; ulusal kökeni ne olursa olsun tüm emekçiler için ortak paydadır. Ancak bu temel meselenin yanı sıra, toplumsal yaşamda geçmişten bugüne gündemi oluşturan ve çözüme kavuşturulmamış, artık ulusal-demokratik sorunları çözme dinamizmini de yitiren gerici kapitalist sistem koşullarında yaşamaya devam ediyoruz. Milliyetçi-şovenist baskı, asimilasyon ve şiddete dayalı politikaların sistematik uygulanmasına bağlı olarak toplumsal gerilim ve çatışmalı süreçler, farklı düzeylerde de olsa TC kuruluşundan günümüze, tarihsel-toplumsal yaşamımızda etkindir. Demokratik toplumsal koşullardan, hak ve adaletten uzak, sömürü ve baskıya dayalı rejim; işçi ve emekçi kitlelerin tepkilerini toplamakta; protestolar, gösteriler artmaktadır. Öyle ki artık Kürt halkının kararlı demokratik mücadelesi de, toplumsal sistemi ve devlet yapısını demokratik değişime zorlamaktadır. Baskı, sömürü ve zulüm; tabanını emekçilerin ve yoksulların oluşturduğu halk hareketlerinin gelişmesinde en önemli etkenlerdendir. Dayatılan insanlık dışı toplumsal koşullar, her ulus ve azınlıktan, değişik inanç gruplarından işçi ve emekçi kitleler tarafından, artık kabullenilmeme noktasındadır. Barışın, demokratik hak ve özgürlüklerin yaşandığı toplumsal sistem özlemi, bu mücadelelerde açıktan ifade edilmektedir. Ülkemizde çözüme kavuşturulmamış ulusal demokratik sorunlar vardır. Mevcut resmi politika ve egemen güçler, sorunu demokratik çözüme kavuşturma niteliğinden yoksundur, Bu gerçeklik onların tarihsel gericiliğinden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla sorunun demokratik çözümü emekçi halkın demokratik, özgürlükçü ve eşitlikçi toplumsal eğilimleri ve mücadelesiyle çözümlenebilecektir. Kürt sorunu bunlardan biridir ve sorunun çatışmalı yoğun hali, toplumsal gündemimizi belirlemektedir. Kürt sorununun ulusal-etnik, siyasi, sosyal, kültürel demokratik haklar vb. gibi birçok yönü bulunmaktadır. Üstelik bugün bu boyutlarıyla da konu sadece Türkiye ile sınırlı kalmamış, Orta-Doğu ve Dünya sorunu halindedir. Gelinen noktada Kürt halkı ulusal, siyasi ve kültürel sorunlar bütünlüğü kapsamında, bölgede nasıl yaşamaktadır ve kendisi nasıl yaşamak istemektedir? Örgütlenerek geliştirilmiş kurumsallıklar düzeyinde de kendini ifade edebilen Kürt halkının talepleri nelerdir? Bunlar tartışılıyor. Özerklik ve bağımsızlık eğilimleri, ulusal-kültürel haklar tartışmaları yanısıra örneğin “anadilde eğitim” talebi ve tartışmasıyla birlikte “anadil hakkı sorunu”, “anadilde sağlık hizmeti” talepleri gündemdedir. Yaşadığımız çatışmalı toplumsal koşullarda örneğin “anadilde savunma” hakkı tartışma boyutunu aşmış ve bugün itibariyle “anadilde savunma” olayı, sınırlı bir düzey ve içerikte de olsa uygulanmaktadır. “Anadilde eğitim” gibi demokratik sorunlar devam etmektedir ve toplumun her kesimi bu konularda görüşünü ve tutumunu açıklayarak tartışmalara katılmaktadır. Partiler, dernekler, sendikalar, basın-yayın organları, aydınlar, yazarlar vb. tarafından görüş ve değerlendirmeler açıklanmaktadır. Tartışmak ve tartıştırmak istediğimiz önemli bir olgu da, işçi sınıfının bu konuda kendi sınıfsal konumuna uygun düşünceleri, görüşleri, tavırları ve dünya deneyimleridir. Kürt halkının ve işçilerin bu demokratik talebi karşısında, biz işçi ve emekçiler nasıl düşünmeliyiz ve ne yapmalıyız? İşçi sınıfının tutumu nasıl olmalıdır? Sendikalar ve emekten yana siyasi partilerin söylem ve tavırları nasıl olmalıdır? Bunları tartışacak ve yanıt arayacağız. Bu giriş yazısıyla sunduğumuz “Toplumsal yaşamımızda Kürtçe Anadil Sorunu” başlıklı dosyamızda bunu tartışacağız.

b-) Güncel Toplumsal Yaşamımızda Kürtçe Anadil Sorunu Bugün hepimizin bildiği bir gerçeklik var. Türkiye’de Kürt halkının ulusal varlığı ve demokratik hakları artık inkar edilemiyor. “Kartkurt sesleri” masalı ve “Kürtçe diye bir dil yoktur” iddialarından da resmi olarak vazgeçilmiştir. Kürt halkının mücadelesi ve toplumsal gerçeklik, bunun tek nedenidir. Türkiye’ de, Kürt sorunun ayrılmaz parçası olarak, “Kürtçe anadil” bağlantılı talep ve tartışmalar ortadadır. Bunun somut bir gelişmesi de “Yargı sisteminde anadil kullanımı” yolunu açan gelişmedir.

4


2013 yılı Ocak ayında, yargı sisteminde “savunmada anadil kullanımı” yapılan yasal düzenlemeyle yeni bir boyut kazandı. TC. Yargı sisteminde, artık insanlar istediği dilde savunma yapabilecek. Söz konusu yasa maddesinde denildiği gibi: “Sanık; iddianamenin okunması ve esas hakkında mütalaanın verilmesi üzerine sözlü savunmasını kendisini daha iyi ifade edebileceğini beyan ettiği başka bir dilde yapabilecek.” Yasa çıkarılmasından hemen sonra, PKK-KCK davalarında Kürtçe dilinde savunmalar yapılmış, biraz da siyasal dengelerin dayatmasıyla cezaevlerinde tutuklu bulunan, örneğin belediye başkanları dahil 100 kadar siyasetçi serbest bırakılmıştır. Bu yasayla anadili Türkçe olmayanlar, yargı kurumlarında yeni bir “yasal prosedüre” kavuştu. Ama bu ülkede yaşayan Kürt halkı, ayrı bir ulusal varlık ve anadili açısından yasal-anayasal bir statü kazanmış mıdır? Hayır, henüz kazanmamıştır. Yeni yasal düzenlemede “Türkiye’de yaşayan değişik etnik yapılardan halkların kullandığı tüm diller, yargı sisteminde resmi dil düzeyinde kullanılır” denilseydi ve “tercümanlık parası” da alınmasaydı; atılan adımın demokratik hak ve özgürlükler ve halklar arası demokratik eşitlik ile sıkı bağından söz edebilirdik. Başbakan R.T.Erdoğan aynı günlerde televizyonlarda yayınlanan bir demecinde, bu konuyu zorlanarak da olsa şöyle açıkladı. “Anadilde savunma değil, iyi bir dilde savunma yapılabilir.” Bu sözleriyle, aslında olayın özünü çarpıtıyor olsa da; kamuoyunda “anadilde savunma” diye bilinen olgunun siyasal gelişim seyrinde, yeni bir aşamaya gelindiğini dillendiriyordu. Yargı sistemi, kurumsal düzenekleri, işleyişleri hem de işlevleri açılarından; toplumsal yaşamımızda önemli bir ilişkiler ağ ve alanına sahiptir. Dolayısıyla yargı sisteminde resmi dil olmayan veya kamu kurumlarında kullanımı yasaklanan dillerde; iletişim kurmak, dilekçe vermek, sorgulanmak-ifade vermek, savunma yapmak, talepte bulunmak mümkün değildir. Tüm bu işlemlerde anadili Türkçe olmayanlar, gerçekten büyük bir problemler yaşamaktadır. Bu gelişmeyle birlikte, kısmen de olsa önemli bir adım atılmıştır. Eksiklikler ciddidir ancak, ileride tamamlanarak aşılabilecektir. Ancak aşılması gereken başka yönler de var ve bunlar toplumsal yaşamımızda gerçekten çok önemlidir. Şu sorular, yanıtları ve tartışmaları toplumsal yaşamımızda geleceğimize yön verecek niteliktedir. Sağlık kurumlarında, okullarda, çarşıda vb hayatın her alanında; değişik ulusal kökenlerden insanlar anadillerinde konuşabilecekler mi? Sağlık hizmetini, eğitim hizmetini anadillerinde alabilecekler mi? Buna uygun kurumsal düzenlemeler yapılacak mı? Örneğin Kürtçe ve Kürtçe dışındaki anadillerin kullanımı, korunması, geliştirilmesiyle ilgili anayasal güvenceler ve resmi statüleri konularında gelişme sağlanacak mı? Toplumsal yaşamımızda halklar-arası ilişkilerde demokratik bir düzeyi yakalamamız gerekmektedir. Bu düzey, güven içerisinde ve birlikte yaşamanın çok gerekli bir koşuludur. Bu demokratik düzey baskı, inkar ve asimilasyon politikalarından kesinlikle uzak olmalıdır. Ülkemizde Türkçe dili dışında birçok dil konuşulmaktadır. Türkçe resmi dildir, eğitim, sağlık, yargı vb. gibi kamusal alan dediğimiz resmi ve sivil toplumsal yaşamımızda; (bazı azınlık halkların anadilinde eğitim hakkı dışında) anadillerin eşitlik zemininde, özgürce ve yasal güvence altında kullanımı yasaktır. Kürtçe dili üzerindeki baskı ve yasaklar, insanlık evriminin önümüze çıkardığı demokratik değerler birikimine terstir. Anadil hakkı dahil, demokratik hak ve özgürlüklerin; toplumsal eşitlik koşullarında, güvence altına alınarak yaşanması gerekliliği bilimsel ve etik doğrulardandır. Baskı ve asimilasyonu dayatmak, yasakları sürdürmek bu evrime terstir. Bu tarihsel konuda yanlışta ısrar, toplumsal tahribatlara yol açmıştır ve açmaya devam edecektir. Artık bu duruma son verilmelidir. Ancak egemen sınıflar ve hükümetleri dünyada, bölgemizde ve ülkemizde; bu hatada ısrar ediyor. Ve işçi sınıfı bu tarihsel hatadan uzak durmalıdır, kendisini kullandırtmamalıdır. Ülkemizde ve Orta-Doğu coğrafyasında uzun yıllardan beri milliyetçi düşmanlıklar körüklenmektedir. Karşılıklı saygı-güvene dayanan toplumsal ilişkilere zararlar vererek; halklarımızın dostluk içinde birlikte yaşamasına engel olunmaktadır. Milliyetçi ve ırkçı olguların etkileri artırılırken, halklarımızın birbirine düşürüldüğü süreçler yaşatılmaktadır. Halklar arasındaki tarihsel dostluk, resmi milliyetçi yaklaşım ve politikalar nedeniyle düşmanlığa dönüştürülmek istenmektedir. Güncel toplumsal yaşamda geleceğimizi de umutsuzluğa sürükleyen bu tablodan nasıl çıkacağız? Gerçekten de toplumsal eşitlik, adalet, demokratik haklar ve özgürlükler konusunda samimi ve kararlıysak; anadiller üzerindeki asimilasyon, baskı ve yasaklardan da tümüyle arınmamız gerekmektedir. Bunun bir yolu ise, yargı sisteminde olduğu gibi, sağlık kurumlarında, eğitim sisteminde, resmi statüleri konularında; diller üzerinde sınırlama ve yasaklamalardan uzaklaşmalıyız. İnsani bir gereklilik ve hak-adalet boyutları anlamıyla da eşitlik koşullarını sağlamak gereklidir. Doğru tutumun bu olduğunu ve halklarımızın barış içerisinde, karşılıklı saygı ve güven içerisinde birlikte yaşaması için bu temelde politika ve uygulamalara ihtiyacımızın olduğunu görmemiz gerekmektedir. Belirtmekte yarar görüyoruz. Milliyetçilik olgusu uluslararası ilişkilerde eşitsizliklere, ulusların birbirini aşağılamasına, birbirine baskı kurmasına, soykırıma da varabilen milliyetçi katliamlara, sömürgecilik politikaları güdülmesine dayanır. Ülkemizde ve dünyadaki milliyetçi söylem incelendiğinde bu söylediklerimiz kolaylıkla görülmektedir. Geçtiğimiz yüz yıl içerisinde milliyetçilik nedeniyle halklarımız çok baskı görmüş, birbirine düşürülmüş ve birbirine düşman edilme noktasında sürekli kışkırtılmıştır. Ezen

5


ulus ve ezilen ulus ilişkisinin kurulduğu yerlerde ezilen sömürge ulusların bırakalım demokratik insani haklara sahip olmasını, tamamıyla kölelik koşulları dayatılır. Ezen ulus ve ezilen ulus ilişkisinin olduğu yerde de demokrasi, insan hakları, hak-hukuk olguları yoktur. Çünkü milliyetçilik ve onu körükleyen burjuvazi kendi iktidarı için bunları normal karşılar ve uygular. İnsanlık tarihi milliyetçiliğin halklara yaşattığı kötü ve kanlı süreçlerle doludur. Milliyetçilik artık çağımızın gerisinde kalan bir toplumsal olgudur. Egemen güçlerin bu noktada milliyetçi söylem ve kışkırtmaları karşısında uyanık olunmalıdır. Sonuçta milliyetçiliğin ve şovenizmin emekçi halklara, halklar arasındaki ilişkilere verdiği ve vereceği zararların bilincinde olunmalıdır. Özellikle milliyetçiliğin emekçileri uluslar temelinde böldüğünü, emekçi çıkarlarını geriye ittiğini, sermaye sınıfına hizmet ettiğini unutmamalıyız. Biz emekçiler milliyetçilik kanalında birbirimizi boğazlama noktasına hiç gelmemeliyiz. Bu kapsamda toplum ve özellikle işçi sınıfı tarafından ‘anadil konusu’ nun bilimsel içerik ve boyutları, kavranmak zorundadır. İşçilerin, sendikaların ve emek örgütlerinin, ulusal demokratik sorunlar ve anadil sorunu konularında anlayış ve politik perspektifler üreterek sorunun çözümünde; sözlerini söylemeleri ve tutumlarını geliştirmesi gerekli ve zorunludur.

2- Toplumsal yaşamımızda anadil sorunu a-) Anadil nedir? Anadil konusu, ülkemizdeki toplumsal sistem ve siyasal niteliği ile direkt bağlantılıdır. Sınıfların, ulusların ve azınlıkların egemenlik biçimleri ve birbirleriyle ilişkileriyle, İnsan hakları ve ulusal-demokratik haklar ile bu temelde verilen toplumsal mücadelelerle de iç içedir. Anadil konusu ve sorunları; tek başına akademik bir dil tartışması olayı değildir. Coğrafyamızda yaşayan Kürt halkı ve diğer azınlık halklarının yaşadıkları toplumsal koşullarla, kullandıkları veya kullanamadıkları ulusal-demokratik haklarıyla, onların talepleri ve mücadeleleriyle ve elbette tarihsel boyutlarıyla da ilişkilidir. Genel anlamıyla “dil”, “anadil” ve “anadilde eğitim” gibi sorunlu alanlar; toplumsal yaşamda öne çıkan tarihsel, sosyolojik, psikolojik, antropolojik ve siyasal boyutlarıyla özellikle demokratik toplumsal hak ve hukuk boyutlarıyla ele alındıkça daha iyi anlaşılabilir. “Dil” dediğimiz olgunun hemen herkesin kabulleneceği bir tanımı vardır. Sözlük anlamıyla “Dil insanların düşündüklerini, duyduklarını anlatmak için kullandıkları ses ve yazı işaretli dizgedir.’” gibi bir tanımlama yanı sıra; “Okuma, dinleme, izleme, konuşma ve yazma unsurlarının birleştiği ses dizgesi ve sembollerdir.” Şeklinde ifade edilebilen tanımlama yapılabilir. Bu bağlamda ekleyerek devam edelim; İnsan beyninin düşünme dili, elbette öncelikle insanın anadilidir. Buradan hareketle anadil şöyle tanımlanabilir; bireyin doğumundan hemen sonra karşılaşarak doğal aile ortamında öğrendiği, aile ve ailenin içinde yer aldığı toplumsal grupla (ulus gibi) birlikte kullandığı temel düşünme, ifade ve iletişim aracıdır.

b-) Anadil Hakları ve Anadilin Toplumsal İşlevleri Üzerine Anadil olgusu, sosyolojik boyutuyla da ulusal-toplumsal grup aidiyeti belirtir. Açık ve itiraz edilemeyen bir gerçeklik vardır; dil temel iletişim ve anlaşma aracıdır. İnsanın bireysel ve toplumsal üretimlerinin düzenlenmesinde, ilişkilerin yürütülmesinde ve geliştirilmesinde, üretilen tüm değerlerin sonraki kuşaklara aktarılmasında,dil; vazgeçilemez temel bir araçtır. Buradan çok önemli bir noktaya gelelim. Hem bireysel ve hem de toplumsal olarak; kişiliklerin oluşmasında dilin çok önemli işlevi olduğu bir gerçektir. Bireyin insan olduğunu algılayarak özgür yaşamını sürdürmesi çabasında, toplumsallaşmasında ve toplumun kendini yenileyerek sürekli kılmasında özellikle anadil, çok işlevlidir. Birçok toplumsal etkinlik yanında eğitim, daha farklı bir işlevle toplumsal yaşamımızda yer alır. Kısaca denilebilir ki eğitim, bir süreçler toplamıdır. Toplumsal yaşamın her alanında sürekli olarak eğitimle-öğrenmeyle iç içeyiz. Dolayısıyla anadilin önem ve işlevi, burada da kendisini gösterir. Bilimsel araştırmalar ve bilim insanlarının ortak payda olarak açıkladıkları bir gerçeklik de; anadille gerçekleştirilmeyen eğitim ve süreçlerinin, özellikle ilköğretim süreci çok sorunlu olduğudur. Çalışma ve yaşama alanlarında düşüncelerimizin ifade edilmesinde, iletişim sağlanmasında, davranışlarımızın gerçekleştirilmesinde temel araç olarak dil kullanılır. Bu tartışmasız anadildir, ulusal/ülkesel ortak dildir veya iletişim dilidir. İnsanlar ve toplumlar bir dil ile yaşar, kendini ifade eder, ilerilere taşırlar. Toplumsal üretim ve paylaşımla, eğitimle de süreklilik sağlar. Her insan ve toplum; bir anadil kullanır, bir anadilde eğitim görür, anadiliyle düşünür, özgürlüğünü anadiliyle yaşar ve hisseder. Anadiliyle veya ikinci bir dille özgürce iletişim kurduğunda mutlu olur. Demokratik ve yasal güvenceler altında olan çokdillilik ve çok kültürlülük boyutu ise, insanın ve toplumun özgür gelişiminde ileri bir düzey anlamındadır. “Dil, baskı altında olmadan, özgürce kullanılır ve zenginleştirilir ise toplum o kadar derin ve güçlü bir kültüre sahip olur.” İfadesi gerçekten de herkesin katılacağı bir belirlemedir. Aynı şekilde, “Kişinin dilini kullanması olayı, ne kadar engellenir ve zayıflatılırsa, kişi o kadar ufuksuz olur ve dar sınırlarda kalır. Bu durum toplum için de geçerlidir. “Toplumu yok etmek için dilini yok etmek gerekir. “ belirlemesi de doğrudur.

6


“Toplum, insan, dil” üçgenindeki ilişki, iletişim ve etkileşim çok sıkıdır. Dil, toplumların en eski tarihinden bu yana beraberinde getirdiği bütün kültürel birikimlerini yansıtır. Bu nedenle dil, kültür ve tarihle birlikte toplumu ayakta tutan yapı taşlarından biridir. Sözünü ettiğimiz bu nesnellikler, örnekleriyle ve daha zengin anlatımlarıyla genişletilebilir. Burada dikkat çekmek istediğimiz şudur. Anadile sahip olma ve anadili kullanma, anadil ile özgür gelişim sağlanabileceği gibi gerçeklikler ışığında anadille ilgili haklar; bir insani ve toplumsal hak olarak, insanlık birikimi olarak evrenselleşmiştir. Ancak, çok uluslu coğrafyada bir anadil baskı ve yasaklarla sıkıştırılıp baskılanmışsa; orada temel insani hak sorunu, siyasal-ulusal baskı ve inkar olayı var demektir. Böyle olduğu içindir ki, ulusal ve uluslararası sözleşmelerde bu hak güvence altına alınmıştır. Baskın dilde eğitim, bir kültürel miras da olan diğer anadilin ölümüyle sonuçlanıyor! İki gelişme olgusundan sıklıkla söz edilmektedir. Birincisi Dil, Birleşmiş Milletler Örgütü tarafından bir kültürel miras olarak tanınıyor. Herkesin anadilini ve kültürünü sevme ve geliştirme hakkı, devletlerin de bu hakkın kullanımını hayata geçirme sorumluluğu bulunmaktadır. Oysa araştırmaların sunduğu bulgulara göre çocuklar erken yaşlarda baskın dile yoğun bir şekilde maruz kaldıklarında, kendi dillerini unutup, sadece baskın dili kullanan tek dilli bireylere dönüşüyor. Bu durumda anadil, sonraki kuşaklara aktarılamıyor ve bir kültür yok oluyor. Birleşmiş milletler araştırmalarında kaybolan ve kaybolmaya yakın dillerden söz edilmektedir. Baskın dilde eğitim, çok-dillilik ve akademik başarı önünde engel oluşturuyor! İkincisi de bireyin kişisel gelişimiyle ilgili. Bugünün koşulları bireylerin birden çok dil kullanmasını zorunlu kılıyor. Ancak erken yaşlarda anadilde eğitim yapılmaması da bireylerin diğer dilleri öğrenmesinin ve okul başarısın önünde bir engel oluşturuyor. Skutnab-Kangas (1) “Avrupa 2004 Anadille Eğitim Hakkı” konferansındaki sunusunda şöyle söylüyor: “Her ne kadar ilk bakışta, çocukların anadillerini evde kullanarak öğrenmeleri ve ikinci dille ne kadar erken yaşta yoğun olarak karşılaşırlarsa dilerini o ölçüde geliştirmeleri ve böylece iki dilli bireylerin yetişmesi sağduyunun gereği gibi görünse de, araştırmalar bunun tam tersinin gerçekleştiğini gösteriyor.”

c-) Anadilde Eğitim Konusunda Yapılan Araştırmalar ve sonuçlar Anadilde eğitim konusunda düzinelerce araştırma arasında ikisi, hem çok sayıda bireyi, hem uzun süreli hem de farklı bölgelerden (kırsal ve kentsel) bireyleri kapsamaları dolayısıyla büyük takdir topluyor. Birincisi: Ramirez’in 1991’de ABD’de İspanyolca azınlık dilini konuşan 2 bin 352 öğrenciyi kapsayan çalışması. Bu araştırmada öğrenciler üç guruba bölünerek üç farklı eğitim programı uygulandı. Birinci grup sadece İngilizce, ikinci grup 1-2 yıl İspanyolca eğitimden sonra İngilizce, üçüncü grup ise 4-6 yıl İspanyolca eğitimden sonra İngilizce eğitim gördü. Anadilde eğitim ikinci dil ve diğer derslerde başarıya katkı sağlıyor Çalışmanın verileri hem okul başarısı hem de her iki dildeki yetkinlik açısından uzun süre anadilde eğitim alanların çarpıcı bir üstünlükleri olduğunu gösteriyor. Bulgulara göre anadilde uzun süre eğitim alan grup zamanla İngilizce’yi de anadil düzeyinde kullanabilir duruma geliyor. Çalışma grupları arasında en başarısızı anadilde hiç eğitim almayan grup olarak görülüyor. Bu grubun üyeleri ilerleyen dönemlerde İngilizce ve diğer okul derslerindeki başarı açısından yaş grubunun çok gerisine düşüyor. Anadilde eğitim üst düzey başarıya götürüyor İkincisi: ABD’de Thomas ve Collier hem kentsel hem de kırsal alandan anadili İspanyolca olan 210 bin öğrenciyi kapsayan çalışmalarında eğitim dilinin sadece anadil, hem İspanyolca hem İngilizce ve sadece İngilizce olduğu üç farklı grup oluşturdular. Eğitim sürecinin sonunda hem akademik başarı hem de iki dillilik konusunda üst düzeyde başarıyı sadece anadilde eğitim görenler gösterdiler Bu iki çalışma, ikinci dili öğrenmedeki başarıda sosyo-ekonomik durumun değil, anadildeki eğitim süresinin etken olduğunu gösteriyor. Bu iki çalışmanın ortak özelliklerinden biri de programı yürüten öğretmenlerin her iki dili de biliyor olmasıydı. Uzmanların vurguladığı diğer bir nokta,yeni öğrenilenlerin eskiden öğrenilenlere bağlı olarak gerçekleşmesi noktasında ortaya çıkan çelişkilerle ilgilidir. Jim Cummins’e göre farklı kültürlerden gelen çocuklar baskın dilde eğitime başladığında çocukla ebeveyn arasındaki iletişim kesiliyor ve pedagojinin temel kuralı olan çoğun deneyimlerle kazandığı bilgiler üzerinden öğretimin yürütülmesi ilkesi ihlal ediliyor. Çocuğa doğrudan ya da ima yoluyla “kendi kültürünü okul kapısının dışında bırakacaksın” dendiği için çocuk kendisini ret edilmiş olarak hissediyor ve çocuğun öğrenme ortamına aktif katılımı engellenmiş oluyor. (2)

7


d-) Örneklerle Anadil Üzerindeki Baskı ve Yasaklar Halkların uluslar şeklinde kendilerini düzenleyerek yaşamalarının tarihi, kapitalist toplumsal yaşam tarzıyla başlar. Her ulusal yapı dinamiklerinin ve koşullarının gelişmişliğine bağlı olarak siyasal evrimini de gösteren halklar, ulus-devletler halinde kendilerini şekillendirmişlerdir. Bu sürecin dinamiği öncüsü burjuva sınıf olmuştur ve kendi kapitalist pazarına hakim olmak için ulusal sınırlara sahip devletini yaratmıştır. Sınırlarını çizmede ulusal dil önemli bir etkendir. Gelişimini tamamlayan ve siyasal başarılar elde edenler, diğer zayıf ülke halklarını kendine bağımlı kılmış ve sömürgecilik yapmışlardır. Dolayısıyla bağımlı ve sömürge durumunda kalan halklar, süreçlerinde kendi ulusal kurtuluş mücadelelerini vermişler ve ulusal demokratik haklarını kazanmışlardır. Bugün dünyadaki ulus devletler, bu süreçlerin sonunda ortaya çıkmışlardır. Bazı halklar ise baskı ve asimilasyonlara uğramışlardır. Ulusal sorunlar artık günümüz dünyasında önemli yoğunluklarda gündemde değildir. Yani bir ulusal kurtuluş mücadeleleri dönemi gibi süreç yaşanmamaktadır. Ancak uluslaşmalarını geç yaşayan veya demokratik haklarına kavuşamayan, ancak bunun mücadelesini veren halklar da vardır. Bu tamamen egemen ezen ulus devletinin koşullarından kaynaklanmakta, emperyalizmin de halklar arasındaki bu çelişkileri sürekli gündemde tutarak, böl-yönet politik taktik temelinde gelişmeleri yönlendirdiği için, demokratik çözümlere uzak yaşanabilmektedir. Avrupa ülkelerinde yaşanan ulusal sorunlar, 2000’in ilk yıllar konjonktüründe belirli “çözüm rotalarına” sokulmuş olsa da tamamen çözülmüş değillerdir. Ulusal kurtuluş mücadelelerinde ivme düşüklüğü yaşanmaktadır. Ancak örneğin İspanya ve Fransa işgali altındaki Bask ülkesinde; Fransa işgali altındaki bölgeye dair ses çıkmazken, İspanya’da Katolanya ve Bask bölgesi otonomi hakları tartışmaları içinde “çözüme yakınlaşan” bir eğilimsel süreç yaşanmaktadır. Basklı tarihçi Manuel Martorell; ‘İspanya’nın 17 özerk yönetimden oluştuğunu, özerk bölgelerin kendi meclisleri, yargı sistemleri, polis güçleri, bayrakları ve çift resmi dilleri ve herkesin kendi anadiliyle eğitim yaptığını söylüyor.’ Geldiğimiz süreçte, azınlık halkların anadil hakları vb demokratik haklarına sahip olduğu bir Avrupa’dan söz edilebilir. Ortadoğu’da İsrail - Arap Filistin sorunu on yıllardır çözüme kavuşturulamamıştır. Kürt halkına karşı Arap devletlerinin, İran’ın ve Türkiye’nin izlediği baskıcı-yasakçı, inkarcı ve katliamcı tutumları on yıllardır devam ettirilmektedir. Emperyalizmin güdümündeki Irak’ta Kürt halkı “yeni koşullara” kavuşmuş olsa da, bu emperyalizmin yeni-sömürgesi olarak yaşamalarını, özgürlüğe uzak kalmaları gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Keza Türkiye’de yaşayan Kürt Ulusu başta olmak üzere diğer azınlık halkları da; ulusal baskılar, adaletsizlikler, eşitsizlikler ve baskılar altında yaşamaktadırlar. Ermeni, Rum, Yahudi azınlıklar Lozan antlaşması uyarınca dillerini kullanma, okuluna sahip olma, ibadetini yapabilme gibi demokratik haklarını kullanabilseler de, üzerilerinde ulusal baskı ve sindirme kültürünü gösteren uygulamalar vardır. Kürt halkının Türkiye ve Ortadoğu’da ulusal kurtuluş mücadelesi, yakın zamana kadar birçok toplumsal dengelerin ve uygulamaların değişmesine neden oldu. Kısmi ulusal demokratik hakların kullanımına izin verildi. Ancak önemli haklar kabul edilmemekte, başkaldıran halkın ve mücadele örgütünün teslim olması ve onlara sunulacak koşulları kabul etmeleri istenmektedir. Bu nedenle mücadele devam etmekte, emperyalistler ve Türkiye ve Ortadoğu egemenleri kendilerini dayatmaya devam etmektedirler. Sonuçta Kürt halkının veya başka bir ulus-halk topluluğunun, ulusal demokratik hakları tanınmadığı, demokratik haklarına saygı gösterilmediği ve haklarını kullanma koşullarına sahip olmadıkları sürece; orada demokrasi sorunu, insan hakları sorunları ve sistemin değiştirilmesi mücadelesiyle ilgili sorunlar yaşanmaya devam edecektir. Ulusal sorunların çözümünde insanlık bir düzey yakalamış ve önemli birikimler sağlamıştır. Bu ise tartışma kabul etmeyecek biçimiyle ulusların ulusal demokratik haklarına özgürce sahip olması ve haklarını kullanabilmeleri düzeyidir. Uluslararası literatürde “Ulusların Kaderlerini Kendilerinin Tayin Hakkı” (UKKTH) ilkesi ve anlayışı yakalanmış ileri bir demokratik düzeydir. Bu konuda (UKKTH) ilkesinin tartışmasız yaşama geçirilmesinin, sorunun çözümünde düğüm nokta olduğu açıktır. UKKTH ilkesinin siyasi tercihler anlamında yalın ifadesi, ezilen ulus halkının siyasal iradesinin tanınmasıdır. Bir ulus, başka bir halk ile gönüllülük temelinde birlikte de yaşayabileceği gibi, ayrı siyasal organizasyon oluşturmayı da tercih edebilir. Önemli olan bu demokratik hakkın tanınması ve halkın kararına saygı gösterilmesidir. Ulusal baskı, eşitsizlikler ve dayatmalar kabul edilmemelidir. Toplumsal sistemlerin gelişimine bağlı olarak, diller de evrim yaşamıştır. Toplumsal üretim ilişkilerindeki gelişmişlik düzeyi dilde de kendisini gösterir. Bilinen bir gerçek de şudur ki, ‘iktidarda’ olan diller gelişmiş, eşitsiz biçimde geliştirilmiş ve diğerlerini baskı altına almıştır. Bu sınıfların, ulusal veya sınıfsal egemenlik biçimleriyle yakından bağlantılıdır. Bazı dillerin yok olması, bazılarının gelişiminin baskı altında tutulması, bazı dillerin de uluslararası kapsamda gelişkinlik ve etkinliğe ulaştığından söz etmeliyiz. Araştırmalara göre 7.000 e yakın dünya dili vardır. Kaybolmaya yakın olanı, baskı altında tutulanı, yasaklananı, egemen olanı vb. gibi değişik çeşitleriyle, diller kullanımdadırlar. Kapitalizm ve ülkeler arası ilişkilerin 15. yüzyılda gelişmesine paralel olarak, özellikle son iki yüzyıllık insanlık tarihinde bunun örnekleri yoğun yaşanmıştır. Ezen ulus egemenlerinin pazar kavgası, ezilen sömürge halklar üzerinde ulusal baskı politikalarını ekonomik, sosyal, siyasal, militarist, kültürel ve psikolojik açılardan uygulamalarını getirmiştir. Ulusal demokratik hakların gasp edilmesi yanı sıra, anadilin yasaklanması ve baskılanması da bunların başında gelir. Politikalar ve uygulamalar özde aynı olsa da, her ezen ulus ve ezilen ulus ilişkisinde özgün süreçler yaşanır.

8


Türkiye devleti kurulduktan sonra Kürt halkının ulusal demokratik haklarının tanınması yönünde eğilimler varken, kuruluşun hemen sonrasında ulusal varlık ve hakların tümünün reddi ve baskı politikaları uygulamaları başlamıştır. Örneğin Kürtçe, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuyla birlikte resmen yasaklanmış, dili konuşanlara yönelik ceza uygulamaları yaşanmıştır. Yazılı ve işitsel yayınlar yasaklanmış, asimilasyon için bölge yatılı okullar yaygınlaştırılmış, Kürt çocuklar anadilde eğitimden yoksun bırakılarak, eğitimlerini zorla Türkçe almışlardır. Aradan geçen 50 yıl sonrasında ulusal demokratik mücadelenin ve taleplerinin yükselmesi; bu politikaları teşhir etmiş, ayrıca politikalardan kısmen vazgeçme eğilimleri de gösterilmeye başlanmıştır. 2000 yılı sonrasında azınlıklar dahil Kürt halkının ulusal varlıkları tanınmaya başlanmıştır. Anadil üzerindeki baskı ve yasaklar büyük ölçüde gerilemiş ancak anadil hakları anayasal güvence ve koruma altına da alınmamıştır. Örneğin Kürtçe anadilinde eğitim alma hakkı kullanılamamaktadır, yasaktır. Bazı azınlıkların (Rum, Ermeni, Yahudi) dillerinin yasal güvenceler altında kullanımı ve etkinliklerini sürdürmeleri Lozan Antlaşmasıyla Türkiye’nin kuruluşundan beri vardır. 2000 yılından sonra ise Türkçe dışında dillerde yazılı, işitsel ve görsel yayınlar ortaya çıkmış, baskılar ve yasaklar gevşemiştir.

e-) Anadil yasakları bireyleri, halkı ve toplumsal yaşamı nasıl etkilemektedir? Çokuluslu ülkelerde egemen ulus devleti politikalarında ve uygulamalarında, ezilen ulus ve azınlıkların baskı ve asimilasyona uğradığı bilinmektedir. Elbette demokratik hakların varlığı ve kullanılabilirliği önemli olmaktadır. Ancak çok uluslu ülkelerde, anadiller üzerinde baskı ve yasakların uygulanması sonucunda, sosyal barışın yok edildiği ve toplumsal bunalımın yaşandığı tespit edilmektedir. Anadil üzerindeki asimilasyon, baskı ve yasaklar; başlı başına toplumsal yaşamda ve kültürel dokuda tahribat nedenidir. Anadili yasaklanan bir halk, kendisine ve daha önemlisi insanlığına yabancılaşır. Kültürel üretimlerini sağlıklı yapamaz. Kendisini geliştirerek yeniden üretme yeteneği zayıflar. Baskılar ve yasaklar sonucu özgürce anadilini kullanamayan bireylerin ve toplumun ruh sağlığı bozulur. Bireylerde ve toplumda kişilik bozuklukları problemleri artar. Anadile baskı ve yasaklar sadece dilin değil, halkın yok oluşuna da yol açar. Anadil üzerindeki yasak ve baskılar, bir halka karşı yapılan saygısızlık ve onun yaşama hakkına yapılan saldırıdır. Nerede ezilen halka yönelik ulusal baskı ve yasaklar varsa, orada ezilen halkın varlığına kastediş vardır. Bu milliyetçilik olgusunun kaçınılmaz sonuçlarındandır. Uluslaşma sürecinde, ulusal dilin kullanımı ve özellikle anadilin yazılı olarak kullanımı çok önemli bir yer tutar. Toplumun yazılı iletişiminin ve üretimlerinin engellemesi, onun gelişimine vurulan ciddi bir darbedir. Hem dil gelişim göstermez, hem de edebiyat ve sanatsal-kültürel üretim kısırlaşır. Dolayısıyla kuşaktan kuşağa geçen toplumsal bilinç ve evrimi de geri kalır. Uluslaşma süreçlerinde anadil üzerindeki yasaklar ve baskılar; bu uygulamanın olduğu halkın gelişimini engellemekte, ciddi toplumsal sorunlara kaynaklık etmektedir. Hatta ısrarla devam ettirildiğinde ulusal asimilasyon yaratarak, ulus varlığını tehdit edebilmektedir. Anadilin özellikle yazılı haliyle kullanılamaması gibi bir eksiklik, insanlarda kendini çok açık gösteren sosyal, kültürel, psikolojik sorunları körükler. Baskı ve yasakların, eşitsizliklerin ve zora dayalı asimilasyonun varlığı açıktan ve uzun yıllara dayanıyorsa, orada birikmiş ve kuşaktan kuşağa aktarılan kapsamlı insanlık sorunları var demektir. Dolayısıyla toplumsal yaşam tarzında da ciddi yapısal sorunlar vardır. Çok uluslu ülkelerde sıklıkla yaşanan, anadil üzerindeki baskı ve yasaklar siyasaldır. Ezen ulus milliyetçiliğinin baskıcı, yasaklayıcı, yok edici mantığından kaynaklanır. Bu durum ise kapitalizme ve milliyetçiliklere ait bir olgudur. Bizzat ulusal kurtuluş mücadeleleri ve demokrasi mücadeleleri bu alandaki baskıları, yasakları geriye atmış, kapitalist sistemler demokratik uygulamalara zorlanmıştır. Bu halkların mücadelesiyle sağlanan tarihsel bir gelişme ve kazanımdır. Zorla dayatılan resmi dil iyi kullanılamadığı için, kullanım hataları ve anlam bozuklukları da içerdiğinden, milliyetçiliğin-şovenizmin baskın olduğu sosyal ilişkilerde aşağılanma boyutunun artmasına neden olur. Hele ki bu durum alay konusu edildiğinde insandaki tahribatı ve buna bağlı sosyalleşmeden kaçışı artırır ki birey ve halk toplulukları anlamında, Türkiye’de yoğunlukla yaşanan da budur. Dillerin ve halkların aşağılanması kabul edilemez bir durumdur. Anadilde eğitim alamayan bireylerin, dayatılan ikinci dilde aldığı eğitimle başarılı olması çok zordur. Örneğin Kürt halkının yaşadığı alanlarda, asimilasyon dili Türkçe ile verilen eğitimin düzeyi çok geridir. Bununla karşılaşan çocuklar; toplumsal ilişkilerinde uyumsuzluklar, ezginlik ve baskılanmış kişilikler gibi olumsuzlukları yaşamaktadır. Dolayısıyla anadilini yeterince öğrenemeyen, ikinci dilde eğitimi de sağlıklı alamayan öğrenciler, eğitim ve öğrenimde başarısızdır. Örneğin sınavlarda başarılı olması da beklenemez. Yaşama ve çalışma alanlarındaki tüm ilişkiler sorunludur, baskılanma altındadır. Tam bir aldatmaca halinde ve dayanılmaz tahribatlarıyla toplumsal yaşam zulme dönüşerek devam eder. Devlet dairelerinde, hastanelerde, sokakta, alışverişte, işyerinde, kısacası hayatın her alanında ve anında gündelik yaşamda ezilen ulusun insanları hak etmedikleri baskılar altındadır.

9


Bu coğrafyada Kürt halkının dili yasaklanmış, insanların anadilini öğrenmesi ve anadilinde eğitim alması engellenmiş, yasaklanmıştır. Asimilasyon dediğimiz değişime uğratma yöntemiyle, zorla başkalaştırılmak istenmiştir. Yani Türkleştirilmek istenmiştir. Sadece Kürt halkı değil, Lazlar, Çerkezler, Gürcüler, Boşnaklar, Araplar, Romanlar, Arnavutlar Ermeniler, Rumlar gibi halklar da değişik baskı ve uygulamalarla karşı karşıyadır. Bu durum ezen ulus politikalarının ısrarlı anti-demokratik baskıcı karakterinden kaynaklanmaktadır. Sonuçta Türkçe “zorunlu resmi dil” dir. Ancak çok uluslu toplumsal yapıda, birden fazla dilin konuşulduğu gerçeklikte, resmi zorunlu dil varlığı; başlı başına anti-demokratik oluşun açık göstergesidir. Çok uluslu ve çok-dilli toplumsal ortamda “zorunlu resmi dil” olmaz. Olmamalıdır da…

f-) Diğer Ülkelerden Demokratik Uygulama Örnekleri Avrupa ülkelerinin çoğunda birden çok dille eğitim yapılmaktadır. Hatta birçoğunda birden fazla resmi dil kullanılmaktadır. İlginç bir demokratiklik örneği aktaralım. İsviçre Anayasası’nın 4. Maddesi şöyledir: “Ülke dilleri Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Retororomancadır.” 70. Madde de şöyle der: “Federal resmi diller Almanca, Fransızca ve İtalyancadır.” Jence 1997 yılında belli bir bölgeye bağlı olmayan İsviçre dili olarak kabul edilmiştir. Jence konuşanlar, nüfusun % 0,5’ini oluştururlar ve tüm İsviçre’ye dağılmış bir biçimde yaşarlar. Ayrıca Zürih kantonunda dilsizlerin kullandığı işaret dili resmi dil olarak kabul edilmiştir. İsviçre’de bölgeler dil esasına göre ayrılmıştır. Öğrenciler bağlı oldukları kentteki sisteme bağlı olan resmi dilde öğrenim görürler. Değişik bir örnek ise İspanya’da yaşanmaktadır. 1978’de kabul edilen İspanyol Anayasası’na göre, İspanyolca tüm ülkenin resmi dilidir. İspanyolcanın yanı sıra konuşulmakta olan Katalanca, Galiççe ve Baskça; otonom bölgelerin resmi dilleridirler. 1998’de çıkarılan Dil Politikaları Kanunu’na göre; eğitim alanında Katalanca her düzeyde her çeşit okulun eğitim dilidir. Çocuklar ilk eğitimlerini kendi anadillerinde yani Kastilyan veya Katalanca alma hakkına sahiptirler. Üniversite eğitimi sırasında ise, öğrenciler ve öğretim üyeleri yazılı ve sözlü iletişimde istedikleri resmi dili kullanma hakkına sahiptirler. Başka bir örneği Finlandiya’dan verebiliriz. Finlandiya’da iki resmi dil vardır. Beş milyon nüfuslu Finlandiya halkının %92’sinden fazlası Fince, % 5,5’u İsveççe, %2’si başka bir yabancı dili konuşmaktadır. Finlandiya’da 7 bin Samelanen yaşamaktadır. Samiler temel eğitim ve lisede kendi anadilleriyle eğitim yapmaktadırlar. 2001’den itibaren üniversitede de anadilleriyle eğitim hakkı elde ettiler. Finlandiya’da10 bin kadar Roman yaşamaktadır. Romanlar anadilleriyle eğitim yapmıyorlar. Ama devlet, belediyeler kanalıyla Romanların anadillerini öğrenmeleri için gerekli yardımlar yapmaktadır. Yani Romanlar dillerini öğrenmek için kurslar düzenleyip parasını ödeyerek dillerini öğrenmek zorunda bırakılmıyorlar! Aksine devlet düzenliyor ve tüm masrafları karşılanıyor. Göçmen anadiline saygı anlamında, İsveç’te değişik bir örnek yaşanmaktadır. Her anne ve babanın kendi çocuklarına, anadilinin öğretilmesini isteme hakkı vardır. Belediyeler de bu hakkın gereklerini yerine getirmek zorundadırlar. 1977 yılından beri İsveç’te Kürtçe anadil dersi verilmektedir. Kürtçe’ nin anadil dersi olarak verildiği ilk Avrupa ülkesi İsveç’tir. Bu haktan yararlanmak için en az beş kişilik bir grup oluşturmak gerekir İtalya diller uygulamasında daha karmaşık yapıdadır. İtalya’da 25 farklı dil konuşulur ve bunlardan 12’si İtalyancanın lehçeleridir. İtalya beş özel statülü bölgeye ayrılmış olup, üç özerk bölgede bazı yerel diller mahkemelerde kullanılır. Almanca, Ladince (güney Tirol), Fransızca (Aostatal) ve Slowence (Triest) bölgesel resmi dillerdir. İlkokullarda anadil, isteğe bağlı ama zorunludur. Ortaokullarda bazı hallerde yerel dilde eğitim verilir. Bunların dışında, Anayasa ve 1999 yılında çıkarılan bir kanunla korumaya alınan azınlık dilleri ise şunlardır: Arnavutça (Mezzogiorno), Franko-Provenzalca (Aostatal, Piemont), Furlanca, Yunanca, Katalanca, Sardça (Sardinya), Zimbirce (kuzey İtalya’da dil adaları biçiminde), Okzitanca (piemont). Resmi dil sayısının birden fazla olduğu örnek ise Belçika’dır. 1970 Anayasası’na göre Belçika dört dil bölgesine ayrılmıştır. Belçika’da Fransızca, Flamanca ve Almanca resmi dil olarak kabul edilmiştir.

g-) Kaybolan Diller Sorunu Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) 21 Şubat Dünya Anadili günü öncesinde yayımladığı ‘Tehlike Altındaki Diller Atlası birçok kültürün yalnızlaşıp yok olduğunu hatırlatıyor bize. Rapora göre, Araştırma, Türkiye’de de 3 dilin yok olduğunu, tam 15 dilin de tehlikede olduğunu ortaya koyuyor. Dillerin kaybolmasındaki en önemli etkenlerden biri ,‘bilenlerin konuşmaktan vazgeçmesi’ faktörüdür. UNESCO’ya göre bir dil, konuşanlarının azalması ve yeni kuşaklara aktarılmaması nedeniyle kaybolma riskiyle karşılaşıyor. Genellikle başka bir dilin üstünlüğü ve gücü altında ezilen diller ‘askeri, ekonomik, dini, kültürel veya eğitim mecburiyetleri ile topluluğun kendi diline olumsuz yaklaşımı’ nedeniyle baskı altına alınınca tükenmeye de yüz tutuyor. Raporda, göç ve hızlı kentleşmenin geleneksel hayat tarzını yok ettiği ve başka bir dili kullanma mecburiyetinin de tehlike yarattığı vurgulanıyor. Rapora göre bir dilin geleceğinin tayin edilmesi konusunda aşağıdaki maddeler beraber değerlendirilmeli: -Kuşaktan kuşağa aktarılması Konuşanların sayısının tespiti -Konuşanların nüfusa oranı, konuşulan alandaki değişiklikler -Dilin yeni alanlara ve medyaya uyumu, tepkisi Eğitim için gerekli yayınların varlığı ve öğrenim

10


-Hükümet ve kurumların tutum ve politikaları ile dilin resmi durumu, kullanımı Bireylerinin dillerine tutumu Belgelerin miktarı, kalitesi UNESCO’ya göre bir dilin kaybolmasını engellemek için o dilin konuşulabileceği ve çocuklarına öğretebilecekleri uygun koşulları sağlamak gerekir.

3-) Sonuç Anadilde eğitim; özgür - demokratik toplumsal gelişimin olmazsa olmazlarındandır. İlkesel bir yaklaşım olarak; uluslar ve diller arasında ayrımcılık yapılması, eşitsizlik durumu ve baskı ve yasak politikaları kabul edilmemelidir. Demokratik-ulusal bir hak olarak ve somut toplumsal kullanımı anlamında tüm dillerin birbirine karşı; hak ve kullanım eşitliği ve özgürlüğü sağlanmalıdır. Bu, ezen ulusun egemen sınıflarına karşı savunulması gereken demokratik özgürlükçü zemindir. Yani baskı ve yasaklar, eşitsizlikler reddedilerek karşı çıkılmalıdır. Buna ilişkin ezilen halkın talepleri ve mücadelesi desteklenmelidir. Anadilde eğitim ve anadilde sağlık hakkı; tüm toplumsal yaşamda gerçeklik kazanmalıdır. Bu alanlardaki yasaklar ve uygulamalar, zulüm noktasındadır. Kürtçe ve azınlık dileri de; bölgesellik, kullanırlılık, demografik dağılım vb. toplumsal koşullarında eşit muamele görmelidir. Anadilde eğitim-öğrenim görmek haktır, toplumsal kullanımlar anlamında da bir ihtiyaç ve gerekliliktir. Dolayısıyla sistem işleyişleri de buna uygun düzenlenmelidir. Diğer ülkelerde dillerin kullanımı konusunda sergilenen demokratik yetenek ve uygulama örnekleri, bu coğrafyada da gerçekleştirilebilir ve daha ileriye de taşınabilir. Anadiller üzerindeki yasak ve baskılar, çarpıtma ve tahrifatlar biran önce son bulmalı, anayasal güvenceler altına alınarak anadillerin özgürce kullanımının önü açılmalıdır Anadilde eğitim hakkı konusunda bu yaklaşımı savunurken; eğitim sisteminde, eğitim-öğretim müfredatında ulusal-milliyetçi, şovenist, ırkçı, cinsiyetçi değerlerin değil; bilimsel, laik, demokratik ve özgür eğitim içeriklerinin temel alınması yönünü de kesinlikle gözden kaçırmamak gerekmektedir. Sonuçta ilköğretim, orta-öğretim ve yüksek öğretimde; eğitim sisteminin özgür içerikte demokratikleştirilmesi, toplumsal eğitim alanının anadilde (çok-dilli ve çok-kültürlü içeriklerinin ve uygulamalarının) yeniden düzenlenmesi gereklidir. Toplumsal yaşamda, anadile bağlı hakların temel bir toplumsal talep olarak ileri sürülmesi ve savunulması doğrudur. Çok uluslu ve azınlıkların yaşadığı toplumsal siyasal sistemde, birlik yapısının devam etmesi, demokratik haklara saygı gösterilmesi olgusuna da bağlıdır. Bunlar anayasal güvenceler altına alınmalı, uygulanmalıdır. Aksi halde gönüllü ve birlikte yaşamaktan söz etmek olmaz, artık orada aldatmaca ve zora dayalı birliktelikler vardır. Türkiye’de yaşanılan ve mücadelesi verilen toplumsal gerçeklikler, bu konuda önemli değişimlerin de kaçınılmaz olduğunu ortaya çıkarmıştır. Gelinen aşamada mevcut siyasal devlet anlayışı ve yapısının değiştirilerek; demokratik federatif, özerklik vb. tarzlarının veya dil bölgelerinin somut koşullara uygun tarzlarda düzenlenmesi gerekmektedir. Burada halkların özgür siyasal iradesi belirleyicidir. Gönüllülük temelinde birlikte yaşamanın yolu anlamında; karşılıklı saygı ve hakların tanınması, belirleyici unsurdur. Özgürlük, dostluk ve karşılıklı güven içerisinde yaşamanın ön-koşulu budur. Gerisini, halkların toplumsal yaşamı birlikte üretme ve paylaşma yeteneklerine bırakmalıdır. Bu zeminlere sahip olundukça ”halkların kardeşliği” gerçekleşecektir. ………

11


Yararlanılan kaynaklar: (1) Skutnabb-Kangas, T. (2000). Linguisticgenocide in education-orworldwide diversityand humanrights? Mahwah, NJ: Lawrence Erlbaum Associates (2) Cummins, J. (2000). Language, power, andpedagogy. Bilingualchildren in thecrossfire. Clevedon, England: Multilingual Matters.” (Havva SAYAR Ankara - BİA Haber Merkezi21 Şubat 2007- (HS/EK) ) Türkiye ve Avrupa Ülkelerinde Anadil Eğitimi İsmail Cömertoğlu - 26 Ekim 2007 Cuma - edebiyat Defteri BM, UNESCO RAPORLARI ANADİLDE EĞİTİM SEMPOZYUMU 1-2 EĞİTİM-SEN YAYINLARI - 2010 ANADİL ve SAĞLIK Sempozyumu TTB-SES - 2010

12


13


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.