SES DERGİSİ

Page 1

SES

Edebiyat Kültür Sanat

ELİF MİHMAN YEDİ TEPE CAN YÜCE SACIT SAID ŞERIF AYDIN SEYFULLAH SACİT YASEMIN TATLISEVEN ZEHRA BETÜL T. ESRA DOLUNAY 1MUHACİRNİSA FATİH DOĞAN YEDİ TEPE MAVİ

Çıkması gereken ses sandığımızdan daha fazladır

Temmuz - 2019 say 1


EDITÖRDEN

Ses Dergisi birinci sayısı ile karsınızdayız. Ayda bir düsünülen dergi elektronik dergi ortamında yayına devam

ğıt basımı,

edecek. Ka

sponsorluk durumuna göre yeniden ggözden

02

geçirilecektir. her türlü

şiir hikaye, kitap ğerlendirmelerinizi

yazı, de

EDITÖR

bekliyoruz. Yazılan her

Ezberletilen her ses yeniden yoruma muhtaç, yazılan her satır yeniden

ğerlidir.

satır de

okunmaya. Editören daveti....

12

09 ŞLER

TEVEKKÜLI BEKLEYI

MERIÇ'TE CAN PAZARI

"Zalimin elinden saadet yok"

"Nehir Karanlık" diyor. Nehir hep

diyor. Satır aralarında devri

mavi akardı hep güzeldi.

okuyorsunuz.

defa tedirgin akan suyu

İlk

okuyacaksınız.

20

28

KANADA'DAN HRANT'A MEKTUP

KITAP DE

VE BOZULAN GÜVERCIN

Zülfü Livaneli'nin Serenad

TÖRESI

romanı i leniyor. "Sen insanlara

Hrant'ın "biliyorum ki bu ülkede

baktıgın zaman üniformalar,

güvercinlere dokunmazlar" sözü

bayraklar ve din görüyorsun, ben

ve bozulan güvercin töresini

ise insan, sadece insan"

ĞERLENDIRMESI

ş

anlatıyor.

ŞIN

BIZE ULA

içerik

e-mail: serifcanada@gmail.com www.sesdergisi.ca


02

İ İ - TEMMUZ - 2019

SES DERG S

EDİTÖR EDITOR NOTU "Sanat için sanat" mı yoksa "toplum için sanat" mı konunusu edebiyat tarihinden uzun zaman konuşulmuş. Tercihi tercih sahiplerine bırakalım ama dünya öyle bir devirden geçiyor ki dünyanın tüm dilleri ses olup hüzünlenen kalpleri anlatmalı. Yeniden yazılmalı dünden yarına gidecek ne varsa. Aşk yeniden konuşulmalı, acı yeniden deşilmeli, dostun tarifi yeniden yapılmalı.. Züleyhanın aşkı yeniden yazılacaksa, kutsal metinlerdeki aşk yeniden okunmalı. Karun da okunmalı satırlarda, Ebuzer de. Karl Marx'ın fikirleri deşilecekse kişilik katliamına girilmeden şiirlerde yerini almalı. Şair de şiir de yazar da yazı da sınıfların tahakkümünde olmadan insana Genç, şiiri kelime kelime kağıda döğerken kendinden sonraki ihtiyarlar da okur gözüyle kaleme almalı. Yazılacak şiiri ve yazısı olan, çıkaracak sesi olanları yazmaya davet ediyoruz. Öteki de bendendir deyip ötekileştirilen tüm kalemler ötekinin acısını yazmakla işe girmeli diye inanıyorum... Yeni bir sesin soluğu olma ve Ses'te buluşma dileğiyle

Şerif Aydın

Dizayn Şerif Aydın

seslenmeli. Fötürlü adam şiir okurken sarıklı adam iç çekerek dinlemiyorsa şiir şiir değildir.


03

İ İ - TEMMUZ - 2019

SES DERG S

GÜNAHKAR KELiMELER aşksız sev, yasaksız kelimeler kullan, ve günahsız cümleler kur. Nasıl yapayım a canım? Kelimelerin günahı varsa cürmünü ben niye çekeyim. söyle o zaman dost meclislerine kalbimin satırlarına sesler bulsunlar. bulsunlar ki kelimelerden kalbimin öbür yarısına boncuk dizeyim.

Kahretsin bilmiyorum ki nasıl seveyim.

Haydaaaa" diyorum...

ölesiye severken, o can çiçeği kalbim dayanamıyor ve

bana günahsız bana yasaksız kelimeler söyle hattat.

seni seviyorum diyorum. Hemen yüreği yüzüne

söyle ki sevdiğime izah edeyim.

yansıyor ve kelimeler yüzündeki heyecandan daha

yazının en güzeliyle yaz bulduğun harfi ve kelimeyi

beter heyecanla çıkıyor ağzından kalp çarpıntısıyla.

bulunca alımlı hattınla yaz göreyim.

SEVİYORUM DERKEN...??? diyor...

hattat mahzun bir eda ile bakıyor. ömür geçti feridcan

Diyorum ki seviyorum derken not like a darling can

diyor, kalem yazdı , kağıt anlamadı hiç. ömür boyu

gülüm... no panic...

uğraştım ki kağıdı kaleme aşık etmeyeyim.

sendeki bu panik, dildeki bu eksik ve bendeki bu kalp

ondandır kalem kağıttayken çıkarttığı ses. kalemin

ki külliyen yenik. bak kardeşcan diyorum, sen can

günahkar seslere isyanı yani.

gülü, ben gül bülbülü. ben sevgine tutuk sense

sen söyle a canım, aşkı değil sevgiyi nasıl diyeyim.

sesime belki. bu sevgi gül ile bülbülün değil, ve değil

bir ömür sen kalp iffetinle meryem, ben yusuf

aşık ile maşukun aşkı. ne sen leyla ne ben mecnun.

kalayım.

anladım diyor. eyvallah diyorum can gülüm. gülüm derken...?

CAN YÜCE


04

İ İ - TEMMUZ - 2019

SES DERG S

Gecede Biri Sokaklardayım şimdi... Aşık, sırılsıklam, tepetaklak, karmakarışık... Sokaklardayım şimdi... Sokak lambasının altında aradığım bir ışık , bir göz, bir aşık... Sokak köpeklerinin ayak izinde... Ay asılmıs gökyüzüne, Gecede asılmış ışık.. kimine göre serseriyim, kimine göre aşık... Ipıslak saçlarım, ceketimin cebi delik... Beş parasızım yeminlen, sıfır akçe, sıfır metelik... Biraz kapitalist takılıyorum geceye inat, biraz komünist... Sokak lambasının altındayım şimdi... Ağır baskın yemiş dağ eşkiyası gibi yağmur altındayım, dört yanım çepeçevre kuşatma, dört yanım faşist... Ve damlalar mermi gibi merhametsiz... Telefon direğine yaklaşıyorum ıpıslak elbiselerimle, çakal sesi duyuyorum tellerden, boğuk ve kesik... Biraz yürüsem çemberi yaracağım, biraz ısınsam uğultuyu susturacağım belki... Sokak lambasının altındayım, 911’i arattıracak mesafede... Toplumun ötekisiyim belki... Toplumun asi yüzü... Kimine göre geceye eşkıya gölgesi gibi düşmüş serseri, kimine göre gecedeki aşkın Öteki yüzüyüm... Elbiselerim ıslak, saçlarım darmadağın... ağır yağmur altındayım. Ve önümde duyarsızlaşan toplumun içersinde ne işe yaradığını anlamadığım bir telefon direği... Perdesini aralayıp da mı bağırıyor birisi, yoksa duymak istemediğim ses mi: “Faşist bir ülkeden demokrat bir ülkeye barut gibi düşmek de ne?”diyor mahallemin eskileri... Cevapsızım... kurdun da çakalın da dansına tahammülsüz... Kilisenin çanı çalıyor bir yandan, öbür yandan perdesinin ardındaki münzevinin telefonundan yükselen ezan sesi... Şimdi günah çıkarma vakti... Çan’ı ezanı duydunuz, ya hapisteki sesi, ya babasız bebenin sesini bastıran anne nefesi??? Tövbesi tevbe isteyenlere aldırmıyorum... Gidiyorum şimdi... Geceye gidiyorum, yüz görmeyeyim diye, geceye... Suratlardan okuduğumu kitaplara şikayet ediyorum... Barut gibi düşüyorum geceye, ister yargılayın, ister anlayın şimdi... Ne dervişin hırkası ısıtır beni, ne devrimci elbisesi... Öyle tanımlayın beni “yağmur altında biri...”

Kanada Notları


İ İ - TEMMUZ - 2019

SES DERG S

05 ZAMANA ADANACAK BİRKAÇ SÖZ Benim de zamana adanacak bir kaç sözüm olmalı Bir sevda türküm Bir de hiç beceremesem de çalmayı bir sazım Karanlık gecelerde yanında ağlayacağım derdime derman bir dostum olmalı Kaç yıl geçti üzerinden diyeceğim anılar biriktirmeliyim heybemde Kaç Nevbahar oldu çiçekleri görmeyeli dediğim hey gidi günlerim

Benim de zamana adanmış sözlerim olmalı... Tohumlar atmalıyım mesela çorak topraklara Yetişmeleri için gözyaşlarımla sulamalı Dua dua yalvarmalıyım bir ismi de “Hayy” olana Gülüşlerim olmalı mesela içimden gelerek, huzurla Bir de ağlamalarım, pişmanlık denizinden çıkmak adına Gökdelenler arasında küçük bir eve sahip çıkmalıyım mesela Sessizce bir sokaktan geçerken kaldırım taşlarını saymalıyım Geceyi dinlemeyi öğrenmeliyim Gündüze bırakmamalıyım kendimi Bazen de sakince oturmalıyım Bir köşe başında Eski bir çay evinde Hikâyeler dinlemeliyim ihtiyar delikanlılardan Ve her şeyden önemlisi bunları zamana adamalıyım Sessizce içinden geçtiğim bir mefhumun anlamına Benim de zamana adanmış sözlerim olmalı...

Sacit Said


06

İ İ - TEMMUZ - 2019

SES DERG S

HATIRLAR MISIN? ELİF

"Yeniden rüyalarıma gir ve rüyalarımda rüyalarını anlat..."

Hatırlarmısın nil, lisede sana pisagor derdik. Sınıfımızın meşhur sayısalcısı... Edebiyat sevmez, yazmaktan hiç haz etmez. Dört şair ruhlu insanın arasında sıkışıp kalmıştın. ‘’ bi defterin yok, bari benim günlüğüme yaz’’ ısrarlarıma dayanamayıp, başlamıştın yazmaya. Ama uzun sürmemişti. Muhtemel biz dünyanın en iyi dört yazarı olarak, yazılarını biraz eleştirmiştik. O kadar üzülmüstüm ki, günlüğüme şu satırları not etmişim. "Yıl 2000 Bu yazım bir yolcuya. Uzakların yolcusuna. Yani dostuma Nil’e İçimde ki bu korku ve tedirginlikle kalemi elime alışım, sana bir şeyler yazmak için. Belki yeniden rüyalarıma yazabilmeni sağlamak için. Kaçma. Yeniden rüyalarıma gir ve rüyalarımda rüyalarını anlat. Geleceğe, geçmişten bırakabileceklerimizden değil mi bu satırlarda?.. " Cevap vermiştin çağrıma. Yeniden başladın yazmaya. Yığınla mektup yazdın sayfalara


ZİNDAN ÜLKESİNDEN BİR KAÇ NOT-1

Zindanda mıyız? Tel örgülerin ardından dünyaya bakan bir kaç küçük canlı misali izliyoruz dünyayı. Hem her şeye etki edebilecek gibi hem de elinden hiç bir şey gelmiyor gibi... Her an ufuktaki derinliğe dokunacak gibi elimizi uzatıp bir metre öteye ulaşamamak... Hayal ile gerçek dediğimiz ikilinin arasındaki en büyük uçurumu o an yasarken ki hicran hali... Ulaşamamak ve gidememek... Bir anin içinde kaybolmak isteyip en büyük işkence gibi zamanın içinde kalmak... Ne kaybolabilmek ne de var olabilmek gibi bir şey... Olanca gücümüzle ayakta kalmaya çalışmak... Zihin ve kalbin arasına çekilmiş bir uçurumda ne zihne ne de kalbe yolculuk edememe hali... Aradaki köprüyü kim kuracak artık?

İ İ - TEMMUZ - 2019

SES DERG S

Onca yaşanılandan sonra iradesi felç geçiren birçok masuma kim el uzatacak? İrade davasında kaybetmek istemeyen bunca mazluma kim sıcak bir nefes olacak? Mazlumlar memleketinin en zalimane zamanına denk gelmiş insanlarının sağlıklı düşünmesi mümkün değilken, bir bir kendi doğrularımızı sıralamak yerine hakikati neden aramıyoruz? Kacıncı ufuk çizgisinde tahayyül ufkumuz. Hangi tarafa gitsek başkalarının doğrularını çatıyoruz. Herkesin doğruları üzerindeki hakikati bulabilecek miyiz?

MİHMAN Herkes doğrularından fedakârlık ettiği zaman.. Gerçekle bütünleşme sevdasındaki ruhların başkalarının doğruları tarafından esir alındığı bir dünya yalnızca cehennemdir.... Boş boş konuşmalar girdabında o ona sayıyor bu buna derken hakikat karşısında neden herkes suskun. Hala niye benim doğrularım denilen şeyleri dikte ediyoruz. Neden hala insanları dinlemekten kaçıyoruz? Korkudan mı? Kibirden mi? Artık susalım. Doğruları olan insanların yanlışları ile yasamalarına izin verip sadece izleyelim. Yoksa bir etkimiz olmuyor hiç birine. Sonunda söylediklerimiz hakikat değil kendi doğrularımızdan ileri gitmiyor. Susalım... Hakikat kendi konuşsun...

07


08

İ İ - TEMMUZ - 2019

SES DERG S

VAR

MİHMAN

Namütenahi âlemden kalbe gelenler var Nefsin girdabında kaybolan cümleler var Bir esaret hali ki hiç sor-ma! "Ben" memleketinin eseri dört duvar var Dışarısı da içerisi de bir bu anlarda Bu vakitlerin dışına giden bin bir yol var Zaman, evet, zaman çevrelemiş dört bir yanımı Görünmez duvarların arkasında ne var? Vaktin içinde aradığım bir şey mevcut Beni zamanın üstüne çıkaracak o şey var Cümleler kentinin en cümlesiz beldesinde Beni bekleyen esrarlı kelimeler var İyi veya kötü, güzel veya çirkin Her zıtlığın üzerinde bir hakikat var Ahenk ahenk üstüne gönül ikliminde Sukutun içinde bin bir esrar var Hangi sırra erişsem zümrüt tepelerde Baş aşağı vaktin içine düştüğüm anlar var 'Düş ve kalk' bir hayatin en kısa hikâyesi Bu hikâyenin içinde çözemediğim bir gizem var Var var... Yok değil her şeyde Bir mührü var Her an aşikâr olup, idrak edilemeyen bir Yar var...

bridal | september 2019

42


İ İ - TEMMUZ - 2019

SES DERG S

09

Sakit Yürekler Sakit yürekler, menzul bir hasta gibi. Tahkir edilmekten usanmış herkes ancak kimsenin medhedilmekte gözü yok. Katrelerle dolu buhranlı gözler, tebessümler hep ca'li. Tevekkili bekleyişler, zalimin elinden saadet yok. Mahkûmane bakışlar pencerede, bir Yusuf'un yolunu gözlemekte, Çocukların boynu bükük, hepsi melûl, hepsi mahzun, akşama yemek, oynamaya oyuncak yok. Kulaklar kapıda, hep bir râşe hali üzerlerinde. Muallak davalar, meçhul istikbalimiz, fakat biliniz ki bize müşkil yok. İmanla küfür arasında çaresiz, yalnız kalpler. Medrese-i Yusufiye'de yankılanan kuru öksürükler, bir yudum şifaya muhtaç lakin bu zalim muhafızlar bir tabibi bile çok gördü bize.

İşte bir gece vakti, yahut sabah ezanına nazır, bir sefine içinde, muhacirler. Tüm ömür, bütün servet, bir gün ağlanarak bir günse gülünerek anılacak hatıralar sığdırılmış yumruk kadar yüreğe. Ya küçük mazlumlar? Bizlerin tüm umudu, ilk adımları, anneleri, babaları ve daha nice hakları bu dört duvar arasına hapsedilmiş minik gönüllerin sahipleri. Şimdi soğuk kışta en çok vurgun yiyen meyveyeler, belki çığlıkları en çok duyulmayan onlar, belki en çok kan ağlayanlar. Velakin, biliyoruz ki, bahar yakın, sizin tebessümlerinizse hep ca'ri. Ya Rabbi, bize bu soğuk kışın baharını, bu gecenin neharını, bu hastaların şifasını, bu çocukların noksansız kahkahalarını, Yusuflar'ın ve yiğitlerin, ensarların ve muhacirlerin, tüm hasretlerin, vuslatlarını görebilmeyi nasip et. Senden istediğimiz dirayet ve metanet, Dolana kadar bize verdiğin bu mühlet.

1muhacirnisa, Almanya


İ İ - TEMMUZ - 2019

SES DERG S

Gönül Sahibiyle Girme Arama FATIH DOĞAN Bencil duygularına köle arıyorsun Çekil, aşkın sahibiyle girme arama Nefis putuna sâdık kul mu arıyorsun Bırak, ruhun sahibiyle girme arama Ölmektir sevmek, yaşamak mı sanıyorsun Yare vuslatı varlıkta mı arıyorsun. Ruhunu vermeden aşka mı kanıyorsun Bırak, aşkın sahibiyle girme arama Duman olmadan aşkı ateşte mi sandın Yandım dedikçe nefsin hevasına kandın Yâri unutup yardan gayrısını andın Bırak, vuslat sahibiyle girme arama Benlikten çık, gir ruhumun yokluk evine Bir kez bile dönüp bakma kendi kendine Vardığın yer benzer mi hulkunun yerine Yoksa, varlık sahibiyle girme arama Payın varsa kurtulursun benlik dilinden Âdemden beri çok çektik nefsin elinden Hisseni al akarken gönlümün selinden Yoksa, gönül sahibiyle girme arama Fani yurdun sevdası fani olur elbet Nefis zehrini kusar gönle, hele sabret Bekle de vuslat demini, lütfunu seyret Yoksa, aşkın sahibiyle girme arama

10


PAGE 3 | LONE PLANET

BENIM YARİM YALAN BILMEZ, PLAN KURMAZ.... Bu değil gülüm… bu değil… Bu değil benim türküm… Bu değil, benim öyküm. YAR bohçasında sakladım Can dediklerimi aşıkların portlerinde büyüttüm. bulur muyum alnı pak, yüzü ak, fikri berrak gül yüzlü çiçekleri. bir elinde neslin ağladığı sancı mektubu, bir elinde kalbi ve hiç tükenmemiş umudu. “yar” deyince sanılmasın Leyla ararım. “yar” deyince sanılmasın Ferhat olurum. benim yarim al yazmalı, gül yanaklı. yarim güllerden bir gül, kardelendir. soğuk onun gelişinde biter ve karlar onun çıkışında erir, DOĞRU… neslin alın yazısıdır o. al yazmalı, ak yazmalı, yüreği derde odaklı neslin umududur o. iffetinde iffet şahikasıdır, tebessümü yüz hatlarında, derdin sevdalısıdır o.

İ İ - TEMMUZ - 2019

SES DERG S

yalan bilmez, plan kurmaz gamzesiyle sadakatin habercisidir o. salınınca şöyle nesline, şehrin kaldırımlarına, kalpler hiza alır gözler utanır. iffetini yitirenler iffetinden haya alır. tebessüm ve hüzün ne güzel yakışır al yazmasına. bakınca yüreği anaların, ooooooooofffffffffff der çekilir. Mağma taşar, gözler lav olur süzülür… İşte böyle canım ana, böyle işte… Leyla’nın, Şirin’in, Aslı’nın, Zin’in toprağına ne oldu böyle? Her şey benim satırlarımda mı kaldı. Satırlar içimde mi…? RUMUZ: YEDİ TEPE

11


MERIÇ'TE CAN PAZARI

Zifiri karanlık!.. Ama korkmuyorum. Trakya’dayım, benim topraklarımda... Dedelerim, babam, Words by Adam Warnerannem, ben hep bu Photos by John Reed büyüdük. Bu toprak beni topraklarda doğup bağrına basar. Bu topraktan korkulmaz. İçimde garip hisler... Şaşkınlık, üzüntü, acı, keder,özlem, hasret, endişe hepsi birbirine girmiş durumda...Adını koymak güç... Benim gezdiğim bastığım topraklar bunlar, nefesimi gökyüzüne savurduğum gökkubbe... Bana bu topraklardan zarar gelmez biliyorum. Yine de gerginim, gerginiz hepimiz!.. Bir bilinmeze yola çıktık. Umudumuz kaf dağının ardında... Zaman geçsin mi istiyorum yoksa geçmesin mi? Bunları yaşayan ben miyim? Allah’ım neler yapıyorum? Çok az kişi biliyor şuan nerede olduğumu,kimseyi üzmek istemedim. Bu endişeli bekleyişe , kimseyi ortak etmek istemedim. Oysa ben bunu iki senedir yaşıyorum. Kimler ortak oldu çektiklerime, kimler olmadı bilemiyorum. Kimsenin fikrini almadım. Akl-ı selim her insanın beni durduracağını biliyorum. Eğer fikrinizi alsaydım, yine bildiğimi yapacaktım. Kızmayın bana içimde kopan fırtınaları durduramıyorum. Kırk yaşından sonra kim ister vatanından böyle ayrılmayı? Cebren gidiyorum. Keyfi bir karar sanıyorsunuz. Başka bir şansımın olmadığını göremiyorsunuz. ”Vatanım”deyince daha şimdiden burnumun direğinin sızladığını ah bir bilseniz! Geri dönüp dönmeyeceğini bilememek nasıl bir duygu anlasanız. Tüm sevdiklerimi geride bırakmak, anneme dünya gözüyle bir daha sarılıp sarılamayacağımı bilememek! Hayır duasını hep üstümde hissettiğim babamın ellerini bir daha öpememek... Belki cenazelerine gelememek...

Yasemin Tatlıseven Atina

Ya benim cenazem? Bir tabutta, uçak kargosuyla vatanıma gelir mi ki? Kabul eder misiniz? Varlığımı istemeyenler,cenazemi ister mi? Bir selayı çok mu görürsünüz bana ya da bir mezar taşını?.. Gece zifiri karanlık! Mezarın içi gibi karanlık! Bu yolun sonunda hürriyet! Ya atacağım bu adımı,kıracağım prangaları ,ya geri döneceğim,özgürlüğe veda edip... Karar benim... Yol benim... Hürriyet Meriç’in ardında... Yıllarca Meriç,Arda, Tuna koyduk çocuklarımızın adını... Ah Balkanlar! Atalarımız Meriç’i geçip Anadolu’ya gelmişlerdi, yüzyıl kadar önce... Belki yine zifiri karanlık gecelerde...Kader bu ya tersine göç düştü kısmetimize...Anneannemin anlattığı göç hikayeleriyle büyüdüm. Ondandır belki gözümün karalığı... Korkmuyorum gideceğim topraklardan ,atalarımıza yurt olan, vatan olan... Bağrında bana da bir yer vardır. Eğer bu nehirden canlı çıkarsam. Uzaktan bir türkü salınıyor kulağıma,”Meriç’in azgın suyu aramıza girdi de “diye...Meriç’e değil de ,azgın suyuna takılıyorum. Kimler yitip gitti ,akıntına kapılıp yüzyıllardır? Kimler o taraftan bu tarafa ,bu taraftan o tarafa ,seni aşmadan geçemedi? Kimlerin hayallerine set oldun? Kimleri akıntınla sürükleyip kıyıya vurdun? Kimler sırat köprüsü gibi kıldan ince ,kılıçtan keskince geçip gitti seni? Gece zifiri, nehir karanlık... Kıvrıla kıvrıla uzanıp gidiyor ,ağaçların arasında... Kurak tarlalardan , boyumuzca otların arasından, hiç durmadan, soluklanmadan, koşarak geldik sana... Karşı kıyına ermek muradımız... Bilsen karşı kıyıda bizim için neler var?Umut var! Çocuklarım var! Eşim var! Yuvam var! Bu taraf karanlık,zifiri gece!Karşı kıyıya güneş doğmak üzere... Kimbilir papatya tarlaları da vardır belki de ... Nehir karanlık,gece karanlık,ömrümüz karanlık... Işıklar yanacak birazdan biliyorum. Ah Vatanım! İçim nasıl yanıyor, bir bilseniz? Sevgiliden öteymiş yangını,ana gibi ,evlat gibi ,kor içimde!.. Bu şekilde gitmek zorunda kalmak acı!.. Bir daha ne zaman ayak basacağımı bilmeden ,son adımımı Meriç Nehrinde ki bota atıyorum.

Alaskan Frontier Tour

İ İ - TEMMUZ - 2019

SES DERG S

12


13

İ İ - TEMMUZ - 2019

SES DERG S

FIRTINA Fırtına! Yaklaşıyor ana Karşıdaki en yüksek dağın zirvesini gri bulutlar bürümüş Gümbürtüyle karışık bir uğuldamanın dağın eteklerini saran yankısından az sonra kopacak tufanın yaklaştığı belli -Oğul telaş etme , bahar tufanı bu . Ama hafife de alınmaz . “Mevsimsiz gelen esintiden, vakitsiz gelen misafirden kork.” Kilimleri topla da uçurmasın . Pencereleri , eşiği de yokla . Ağılın sürgüsünü kapat , hayvanlar ürküp açmasın! -Oldu ana ! Tez gelirim Ilık esintinin, önüne kattığını savuran bir fırtınaya dönmesi bir dakikayı almıyor . Yağmurun da karıştığı uğultu tüm vadiyi sarıyor. Yaprak, çiçek bu tufanda oradan oraya savrulup Miyas anayla , Safînin küçük ama sağlam evlerinin penceresini nezaketsizce dövüyor.

Evin çatısındaki tam oturmamış bir kiremit mütemadiyen aynı sesi tekrarlıyor . Bir tıkırtı bazen ani bir gürültüye dönüyor , yuvarlanan tencerenin sesi de anca bir yere çarpınca kesiliyor . Avludaki içeri almayı unuttukları tekir çoktan bir yere sinmiş gibi . Safinin evin kapısını açmasıyla içeriye de doluyor ot çöp yağmur ... Geldim ana Zoraki kapatıyor kapıyı. İçeride dışarıdaki tufanın aksine huzur , yanan sobanın aleviyle beraber duvarları kaplıyor. Mis gibi kızarmış ekmek kokusu , demlenmiş çayın buğusunun ardında , yılların eskitemediği gülümsemesiyle anası ... Bahar fırtınası bu oğul. On dakika sürmeyecek. Bak gör birazdan, dinecek..

ESRA DOLUNAY


DEMEDİM Mİ ŞERİF AYDIN- KANADA NOTLARI

Demedim mi sana gülüm, baharlardan önce çiçek açma koparırlar seni? Gözyaşına bakmazlar dinlemezler derdini. Seni kerbelaya terk ederler hüseyinimin yerine. Kalbini mızrağın ucuna koyarlar mübarek başı yerine demedim mi? Demedim mi sevdanı yüreğinde sakla, ağyara açma kalbini anlamazlar? Gülistanda bülbül ile hemhal olma demedim mi? Canını acıtırlar dikeninde boğarlar seni. Bahçıvanına iftira ederler demedim mi? Kurulu bir gülistanı güft u gu ile kirletirler ve günahını sana yazarlar demedim mi? Çarmıhlar bizim için kurulmuş, sakın demedim mi gölgelerinden? Sadık havarilerle yoldaş ol, demedim mi?

Her halinde bir kusur bulurlar senin, sen oturur ağlarsın üzüntünden, üzüntünü bile yargılarlar demedim mi? Demedim mi ağlarken bile gösterme gözyaşlarını nadana, bir damla gözyaşında tufan gemilerini yüzdürürler senin? Kalbin tipilere dayanıklı değildir, yaslanma demedim mi fırtınalı dağlara? Karlar yağdırlar üstüne tipi, boran olur dağıtırlar perçemini demedim mi? Üşütürler yüreğini ekvator sıcaklıklarında, bahar mevsiminde kurutular gülünü demedim mi?

SADIKLARA DOST OLURSAN YARAN OLURSUN

Demedim mi can dost, sadıklara yar olursan yaran olursun? Bivefaya can olursan candan olursun. Demedim mi durma ağyarın meclisinde, güzelliğine müptela olursa ağyar keser elini? Kestiği elinin acısını alırlar gömleğinden demedim mi? Demedim mi sana yürekcan, dolaşma mitolojik aşkların bahçelerinde, masallarına kulak kesme demedim mi? Afroditlere yar ederler seni ve nikahına zeusları çağırlar demedim mi. Sanal sana göre değil demedim mi?

İ İ - TEMMUZ - 2019

SES DERG S

Demedim mi sana hatırı yüksek olanların hatırına , hatırını âlî tut ve girme menziline habis ruhların. Ruhunu çarmıhlara gererler demedim mi. Ne olur can dost, yüreği güzel yar, yürekler incinir nesiller ağlar. Sen üzülürsen abiler ağlar, suyun ötesindeki yiğit hicranla yanar…

demedim mi ey gül, konma adressiz bahçelere. çiçek yaparlarsa bile intihar çiçeği koyarlar ismini. İsimsiz dallara konma demedim mi? Demedim mi bülbül olursan bile kanatırlar gülünü, senin.

14


15

İ İ - TEMMUZ - 2019

SES DERG S

BEYİN VE KALBİN SAVAŞI

Seyfullah Sacit

Bir yere gökyüzünden bakmak... Yerden gökyüzüne değil ha. Ne hissederdim? Veya ne hissettim? Onca uçak yolculuğunun akabinde büyüsü bozulan çocukluğumun masmavi gökyüzünün ardından yoksa yeryüzüne mi imrendim? Bilmiyorum. Sanki her yolculuk kaçışları doğurdu içimde. Belki de hiç bir şey ile yüzleşmeden sadece oradan oraya savrulup durdum hayat denilen geminin içinde. Şimdi mi? Şimdi sadece olduğum yerde görünmez iplerle zaman gemisinin, mekân denilen bölümüne bağlanmış bir vaziyette sanki kaçtığım her şey ile yüzleşmek zorunda bırakıldım. Bu kimine göre iyi kimine göre kötü bir durum. Hatta bazı filozoflara göre insanın kendini bulmasının başlangıcı. Bu anlar boğulmaların yaşandığı anlar olduğu için Nietzsche “boğula boğula tek nefeste nasıl yaşanır onu öğrendim” diyor. İslam âlimleri ise çoğu zaman iyiye yormuş bu hali. Bir nevi başka yerlere gidemiyorsan içine doğru yola çık demiş erenler. Sonuçta dünya da bir zindan değil mi? Peki, bunca şeyi bilmek bir ise yarıyor mu? Tek başına bilmek dediğimiz eylem insanı insan yapıyor mu? Ya onca şeyi bildiğimiz halde bize ümit kaynağı olmuyor ve her bilgi hareketimizin önüne bir set çekiyorsa? Hiç düşündünüz mü? Ya bildiğimiz şeyler bulmamız gerekeni aramamıza engelse... Belki de Üstat Necip Fazıl, bu yüzden uyumak istiyor her an da. Bilgi yumağı beyni onu hareketsiz bırakmış olacak ki 'Bilmeyiz ki, en büyük ilme denk bilgisizlik.' demiş şiirinde. Uyumak istiyor zamansız ve mekânsız uyumak. Biz insanların acziyetini gösteren şu kelimeler yığını içinde kaybolmanın ağırlığı fazla gelmiş olacak ki Üstada "harfsiz ve kelimesiz düşünmek Yaradan’ı" diyerek bir sıyrılma örneğine adım atmak istiyor zaman denilen meçhulden. Zamanın olmadığı bir yerde olan asıl Sevgiliyi, zamanın içinde aramak ahmakça geldi belki de bilmiyorum. Yol... Benim için neyi ifade ediyor? Kaçışlar cumhuriyetinin, her bir yanını bir birine bağlasa da bağlı olduğu yollarda bir yer de tekrar kaçtığı ile yüzleşmeye mecbur bırakılmış insanoğlunu mu? Yoksa harfsiz ve kelimesiz düşünebilmek mi Yaradan’ı? Kat katıştır. Bunca soruya cevabı bulmak zor belki... Sonuç mu? Sınavı geçemeyen birinin aklında kalan sorular misali bu soruların cevabını belki de hiç bulamayacağım. Bulmakta nasip değil mi sonuçta?


İ İ - TEMMUZ - 2019

SES DERG S

Nasip içinde nasip… Gece gündüzün, gündüz gecenin içinde… Sorular ise hepsinin içinde. Bulmacanın en zor kısmında bulunduğumuz bu günlerde her şey ya cevap bulacak ya da sorular zinciri içerisinde sonsuzluğun yolunu tutacak. Bilinmez ya… Şu anda çözümleyemiyoruz bunu. Ünlü Rus edebiyatçısı Tolstoy’un da dediği gibi biz insanoğluna yarınımız verilmediğinden, cevabını zaman içinde aramak anlamsız sanırım. Sonunda onca hengâmenin akabinde bir iç savaş başladı. Kılıçlar en keskin sorulardan. Bu savaş, kalp ve beyin arasında bir meydan muhaberesi şeklini almadan, hangisi galip gelecek bilinmez. Ama meydan muhaberesi yakın sanki. Vicdan, aralarında bir barış sağlanması için çaba sarf etse de pek işe yaramıyor gibi. Ne olacak bilinmez. Görünen o ki kalp ağır hasar almış ama savaştan vazgeçecek gibi durmuyor. Zafer, Allah’ındır. Bu yüzden zafer, Allah’a mutlak inanlarındır. Sanmayın beyin kazanacak. Kalp, inancın başşehri olmasından sanırım o galip gelecek. Tabi bu bence… Ama şimdilik barış çok uzaklarda görünüyor. Görelim, bu savaştan kim galip çıkacak… I. Zaman algısı, kırılgan anlara doludur bu mekânda. Hayat, bir başka yüzüyle gülümser insana buralarda. Yaşamın geçmişiyle yüzleşmenin adıdır arkamdaki duvar. Hayallere ket vuran bir balyoz gibidir önümdeki beton yığını. Önümüzün, arkamızın, sağımızın ve solumuzun sobelendiğinin resmini çiziyor bu yerde zaman… Evet, insan, mekânın esaretinde idrak ediyor en çokta zamanın esiri olduğunu. Vakit üzerine düşüncelere daldıkça çıldırma noktasına geliyor insan hapishanede. Elastik yapısında bir sağa bir sola, bir aşağı bir yukarı uzayan anın, aynı noktada bulunmasına şaşırıyor en çokta insan. Bu mekânda geçen yüzseksenüç günün ardından bir vecize doluyor gönlüme… “Nasılda hızlı geçiyor vakit, zaman hiç geçmezsen…” Anlar biriktirdim bunca zaman… Sanki yüzyıllardır burada yaşıyormuşçasına bir his var içimde. Zaman ve mekân üstü bir tanışıklık… Sanki kal-u beladan beri… Başka hiçbir yerde yaşamamışım gibi… Buradan hiç çıkmayacağım gibi… Ama bir anda çıkacakmışım gibi… Yeni bir hayata başlayacakmışım misali… Berzah hayatına benzettiğimiz mekânın içindeyim. Hapishanedeyim.

16 36


İ İ - TEMMUZ - 2019

SES DERG S

17 Hayatım, yalnızca askeri mavi ve şampanya rengine boyanmış duvarlar; demir ve beton yığınlarından ibaret gibi. Sanki ruhumun gizli köşelerinde hiç gezinmemişim, hiç âşık olmamışım, hatta kalbimin içindeki yangınları hiç hissetmemişim gibi… Adeta geçmişte hiç fikir ıstırabından beynim lime lime edilmemiş gibi. İnsanlığımı unutmanın eşiğinde oturuyormuşum gibi bir şey. Nasıl anlatılır bu hal bilmiyorum ki sana anlatayım. Her şeyin betonlaşmış olduğu mekânın içinde her şeyimle betonlaşmaktan korkan ben… Fıtratın çoğu halinden beri bırakılmış insan misali – ki ona ne kadar insan denilebilir bilemiyorum. Kısacası, ağlamalarla ıslanmış yüzümün tek canlılık hali, bu ağlamalarla hatırlanacak olan cinnet halleri… Okunan her sahifeyle açılan yenidünyalar atlası da olmasa, sanırım burada insaniyetimizden eser kalmayacak. Hiç ağlanmayacak durumlara ağlayıp, ağlanacak halimize kahkahalarla güldüğümüz mekânın adı cezaevi… Hem de F Tipi… En çetrefillisinden… Nietzsche’ninkendi duygusuz anlarından ardından, atını hareket ettirmek için kamçılayan adama kızıp, merhametle ata sarılıp ağlamasına benziyor ahvalim. Beni bu hale sürükleyen nedir? Bu firak neyin firakı? Bu acı hangi ayrılığın acısı? Söylesene! Tuttuğum her eli kıranda neyin nesi? “Gönlümdetutulan elleri koparan, Faniliğin sert rüzgârları esiyor…” Zaman akıyor… Ya da ben, sabit duran bir mahlûkun içinden geçip gidiyorum. Lakin burada idrak ettiğim birçok şeyi birkaç beyitle özetleyen şairlere hayranlığım kat kat artıyor. İşte sanat diye haykırası geliyor insanın. Ahvalimi en çok Niyazi Mısri anlatıyor: “ Günde bir taşı binayı ömrümün düştü yere, Can yatar gafil, binası oldu viran bihaber Bir ticaret yapmadım, nakd-i ömrüm oldu heba, + Yola geldim, lakin göçmüş cümle kervan bihaber Ağlayıp, nalan edip, düştüm yola tenha, garip Dide giryan, sine biryan, akıl hayran, bihaber Dil belası, Hak fenası istedi mülk-i tenim, Bir devasız derde düştüm, ah ki lokman bihaber”


İ İ - TEMMUZ - 2019

SES DERG S

Birçok fikir helezonları içinde anlamlandırılamayan onca olgunun, anlam deryasının ötesinde bir anlama gelmesinin adıydı bir şeyin kalpte makes bulması. Anlama çabası içerisinde anladım dediğim anda anlamdan yoksun kalan, anlamsızlık denizinde çoğu kez idrak edilen mefhumların bütünü içerisinde beynimin çeperlerini paramparça etsem de anlayamayacağım hakikatler için teslimiyet. “Neden” sorusunun en çetrefillilerini sormaya cesaret edebilenlerin ulaşabileceği bu menzilde vazgeçilen “Niçin” sorusu. Vazgeçilen benlik, vazgeçilen dünya, vazgeçilen ukba… Şah-ı Nakşibendi hazretlerinin yolu adına yazılan beyitteki gibi; “Der Tarık-ı Nakşibendi lazım amed çar terk Terk-i dünya, terk-i ukba, terk-i hesti, terk-i terk…” derim sükût vaktidir… II. Zamana birkaç not düş… Geceye ve sonrasına… Hayatın karmaşasında boğulurken verilen kararların kalpte bıraktığı acıyla haykır her şeyi. Belki temizlenir içindeki karabulutlar pişmanlık rüzgârlarıyla. Bir de, pişmanlığını dahi duymadığın lakin acısına da katlanmanın bir o kadar zor olduğu vakitler ve kararlar var. Ne kabullenebildiğin ne de vazgeçebildiğin. Dönüp dönüp aynı mihverde yol aldığın tercihlerin. Hepsi geçmiş zamanla alakalı… Anlatırken di’li geçmiş zamandan öteye geçemediğin özlem yüklü anıların girdabı. Söylesene! Bu hallerden nasıl kurtulacaksın? Bir şarkı, bir türkü değince kulağına, aklına gelmese bile, o anıları unutsan bile – ki unutmak zihinsel bir eylemdir- kalbinin orta yerine oturan gulyabaniyi nasıl def edeceksin? Kalben de unutmak mümkün mü? Anlatsana bana! Denk geldin mi daha önce gönlüne söz geçirebilen birisine? Mecnunun hikâyesi herkesçe malumdur. O eşiği nasıl aştı mecnun-u biçare? Bilinmeyen bir sır görülse de bu sorunun cevabını bulanlar var. Fuzuli gibi… Bu sorunun cevabını bulmuş olacak ki, kendini mecnundan daha âşık addedebiliyor. Şöyle diyor; “Mende mecnundan füzun âşıklık istidadı var Âşık-ı sadık menem, mecnunun ancak adı var…”

18


İ İ - TEMMUZ - 2019

SES DERG S

19 Eşiği aşamayan, faniliği geçemeyen bir adam bunu nasıl desin! Benliğini aşk odundan eritmeyen biri bu karşılaştırmayı nasıl yapsın? Söylesene! Bulan bulmuş aradığını, ya yıllardır bu eşikte bekleyen ve aşamayan bu biçare ne yapsın? Fuzuli ki, kendini aşk meşrebinde öne atıyor. Sanma ki, ben deyince enaniyet duvarlarına yaslanıyor… Kendini yüceltmesi sevdiğini yüceltmesinden… Kısacık zamana bağımlı olmayan, zamandan bağımsızlığını ilan edenler ancak Fuzuli’yi anlar. Vaktin içinde zamansızlığa ulaşmak gibi bir devrime imza atanlardandır Fuzuli. Şair deyip geçmeyin! İnsanın iç âlemini en iyi idrak edip anlatanlardan birisidir şairler. İnsanın iç devriminden sonra da şiire sarılması… Şiir, sırlı beyanlar bütünü… Şair, şiirlerin üstadı… Dış âlemi bilim adamlarından dinle, iç âlemini şairle gez köşe bucak… Zamana birkaç söz düş sonra… Onca soruya cevap vermek yerine cevabı kendi içinde ara… Bazen Fuzuli oku, bazen Baki ile arkadaşlık et. Nef’i ile dal aşk deryasına, Nedimle dolaş Lale devrinde. Necip Fazılla çiledesin. Atilla İLHAN’la ayrılıklar kentinde. Ahmet HAŞİM’le izle “O Belde”yi… Sonra Muhibbi’den bir yakarış bırak sessizce… “Ahım erdi göklere ey mah-ı tabanım meded İşitip feryadımı rahmeyle sultanım meded…” Sonrasında idrak ettiğim, fıtratımın en değerli yanını Yenişehirli Avni ile paylaş insanlığa; “Sanman ki, taleb-i devleti cah etmeye geldik Biz bu âleme bir yar içun ah etmeye geldik…” En son not düş zamana. Geceye bir selam çak zindandan. Dört duvar kaybolsun. Geceye sehrayinler dolsun. Her şiir seni önce şairine sonrasında şairin kendisinde hiçliği tattığısevgiliye götürsün. Anlarsın o an, acıyla sevincin bir olduğunu ve Bir’den geldiğini. Anlarsın, o eşiği aşınca açılacak olan sonsuzluk kapısını… Sonrası sır makamı. Ne sen sor ne ben söyleyeyim o anları…


İ İ - TEMMUZ - 2019

SES DERG S

20

KANADA'dan HRANT'A MEKTUP ve BOZULAN GÜVERCİN TÖRESİ Biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.” (Dink, 2007)

“Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler. Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce. “ (Dink, 2007) Güvercin töresini bozdular. Yıl 2007… Bir makale kaleme almıştı Hrant…. töre bilmezlerin pusuya yattığı günlerde güvercin töresini hatırlatıyordu yazısında: Tedirgindi, “güvercinin ruh tedirginliği”… Ey eli tesbihli, başı takkeli, alnı secdeli Anadolu halkı, bir Ermeni tedirgin müslüman mahallesinde. Ne dersiniz buna bilmem… Ama ben utandım… Güvercin töresini 12 yıl önce yazmadım diye diye de utandım… Hayalindeki güvercini vurdular ve biz bir şey yapamadık, utandım. Peygamberi saklayan Sevr mağarası kapısındaki güvercini çölün azılı katillerinin bile dokunmadığı güvercin töresini vurdular ve bi şey yapamadım diye utandım. Sevr’e dönün yüzünüzü, ayrıntıya eğilin ve iyice bakın sonra şu soruyu sorun? Sahi katiller bile güvercine dokunmamışlardı, değil mi? Evet dokunmamışlardı. Hrantın hayali, 1400 yıl önceki bedevi insanlarda bile bugünden tazeydi… 1400 yıl sonra Hrant’ı okuyun şimdi, bundan 12 yıl önce… Güvercin töresini yani… Şunları diyordu Hrant: “Biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.” (Dink, 2007) Asırlık büyüyü bozdu töre bilmezler ve dokunuldu işte… Hrant değil sadece, güvercine ve güvercin töresine dokunuldu ya bu topraklarda, güvercinler bile affetmeyecek bunu…

Şerif Aydın


İ İ - TEMMUZ - 2019

SES DERG S

21 Biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.”(Dink, 2007)

Asırlar önce sadece çöl kurallarına aşina katil Bedevinin çölde dokunmadığı güvercine asırlar sonra müslüman bir medeniyetpayitahtında dokunuldu işte. “Güvercinler şehrin ta içlerinde insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler.” demişti, bi de Hrant. Bir güvercin kalbiyle bakın tepeden ve tıkayın kulaklarınızı kalabalıklara, izleyin… Iki kişi dolaşıyor bu şehirde. Biri katil ve töre bilmeyen bir nefret içinde, öbürü güvercin töresinden umutlu, mükedder… Şehrin bir odasında masa başında umut, bir odasında pusuya yatan nefretten bir çehre… bir güvercin masalındaki kalem kırıldı, beyler… Ocak ayında müslüman bir medeniyetin başkentinde hem de… Peygamberin diliyle muştulanan Konstantinapoliste… Sahi İstanbul demiştik adına, müslümanlaşsın diye, evet Istanbul… Güvercinlerin vurulduğu şehirlerin adı önemli mi sizce…? Şehri güzel yapan, şehirdeki güzellerdir, dostlarım. Güvercinlerin özgürce uçmadığı şehirler güzel değil bence… Ey Hrant, Sen yoksun, senin gibiler de ülkesinden sürgün… Şehir de sussun şimdi, ben de… Yüzyıllardır güvercinlere yuva olan bir şehir güvercin kalbini koruyamadı diye sussun Ben de 12 yıldır güvercinin Sevr hikayesini anlatıp da güvercin töresine inanan adamın hikayesini anlatmadım diye susayım… Sene 2019, Kanada’da hava soğuk, aylardan Ocak. Hrant bir güvercinin hikayesinde... Güvercin… Töresiyle meşhur… Tarihiyle meşhur… Simgesiyle meşhur… Hz Nebi, katillerden kaçıp sığındığı mağaraya kapıcılık yapan güvercin… Ve o güvercin şimdi Hrantın hikayesinde Hrantın kalemindeki güvercini iyi okuyun dostlar…


İ İ - TEMMUZ - 2019

SES DERG S

Yalnız uzak mesafeler gurbet değildir; yâr, yârân dediklerinize selam verememek de gurbettir.

22 Günlerdir aynı ses kulaklarımda Aynı acı uğultu "Ben ölüyorum, siz gidin" Söylemesi iki saniyelik bu cümleye neler sığdırır insan "Ben ölüyorum, siz gidin" Çocuklarımıza iyi bak, onlara annelerini anlat "Ben ölüyorum, siz gidin" Yaşayacak güzel günleri olsun onların Güzel okullara gitsinler "Ben ölüyorum, siz gidin" Nefretle büyümesinler Sevsinler insanları, çiçekleri, kuşları "Ben ölüyorum, siz gidin" Onları çok seviyorum, gül kokulu yavrularım Gülüşleri güneşin doğuşu, bir gün yine buluşucaz "Ben ölüyorum, siz gidin" Annem, babam üzülmesin De ki –hiç acı cekmedi giderken, mutluydu Ağlamasınlar evlatlarımın yanında "Ben ölüyorum, siz gidin" Çiçek ektim ben o topraklara karış karış, ağaç yetiştirdim Sevgiden başka sermayem yoktu, sevgiyle besledim Ahım kaldı ahirete, söyle bunu herkese "Ben ölüyorum, siz gidin" Sen ki yoldaşım, sırdaşım Bu yolun da kaderi buymuş Allah’a emanetsin, iyi bak yavrularıma Ölmek mi daha zor, kalmak mı? Birinin gözü yavrularında Birinin yavruları kucağında

Elif


İ İ - TEMMUZ - 2019

SES DERG S

ZEHRA BETÜL TATLISEVEN

KÜÇÜK BİR GÖÇMEN KUŞ Herşey çok normaldi hatta mükemmel bir hayatım vardı. Ailem bir aradaydı, bir evimiz vardı, maddi durumumuz iyiydi, bir sürü arkadaşım vardı. Sonra bir gün babam işten eve geldiğinde dedi ki heyecanla “Afrika’ya gitmeye ne dersiniz?” Abimle ben kabul ettik, annem ise “Nereden çıktı?” diye sorgulamıştı. Anlamamıştım ama yinede istiyor gibiydi. Üstünden bir süre geçti Afrika’ya gitmeye karar vermiştik. Uganda’ya gidecektik ama babam bizden önce gidip evimizi tutacak, işini bulacaktı. O yüzden 17 Mayıs 2016 da babam Uganda’ya gitti. 1 ay kalıp geri dönecekti, hiçbir sıkıntı yoktu, herşey çok güzeldi. Bize ev fotoğrafları atardı ve bizden birini seçmemizi isterdi ama 3 buçuk hafta sonra… O gece annemlerle salonda oturuyorduk ve korku filmi izliyorduk sonra teyzem aradı ve hayatımız korku filmine döndü. “Abla”dedi haberlere bak sesi korkmuş ve tedirgin geliyordu hemen haberlere baktık ve darbeyi gördük sonra dışardan silah sesleri gelmeye başladı; korkuyorduk ve herşey çok zordu. Ertesi gün 16 Temmuzdu; bir gün sonra babam gelecekti çok heyecanlıydım ama annemde bir gariplik vardı; mutlu değildi, nedenini öğrenmiştim annemin hocası arayıp “Abi geri dönmesin eğer dönerse bir daha çıkamaz” demişti yani babam artık dönemeyecekti “olsun” dedim “o kadar uzun sürmez” ama uzun sürdü o kadar uzun sürdü ki bir ara o gün annemi arayan hocadan nefret ettim ama sonrada minnet duydum belkide o olmasaydı babamı bir daha hiç göremeyecektim. 11 yaşındaydım annem bir gün işten telaşla geldi çocuklar salona gelin diye seslendi salona girdiğimde hizmetle alakalı olan bütün kitaplar yerdeydi ve 3 tane makas vardı. “Çocuklar”dedi annem “bu kitapları kesmeliyiz” “Neden anne?” dedim sen kitaplara çok önem verirsin “öyle olması lazım yavrum” dedi daha fazla sorgulamadım; sorgulayamazdım az çok farkındaydım neler olduğundan bütün kitapları ağlayarak kestik ve attık. Sonra bir gün annem dediki “babanın yanına gideceğiz ama ilk önce pasaport almamız lazım;” gittik karakola sıra bize gelmişti polis kadın “çocuklar hangi okula gidiyor?” dedi annemde aklına ilk gelen ismi söyledi; sonra kadın yalan söylediğini anladı çünkü okulumuzu bulmuştu ve bizim okulumuz kapanmıştı. Bize bağırıp çağırmaya başladı; herkes bize bakıyordu, herkes bize terörist gibi bakıyordu. Annemin elini tuttum “hadi anne gidelim ne olursun”dedim belkide hayatımda ilk defa bu kadar korkuyordum annemi hapse atabilirdi. 11 yaşındaydım her şey çok zor geliyordu o gün oradan zor bela çıktık. Pasaport alamamıştık ama yılmadık aylarca almaya çalıştık ve bir gün yine annem işten geldiğinde

23


İ İ - TEMMUZ - 2019

SES DERG S

“size bir sürprizim var!“ dedi heyecanlanmıştım sonra bize pasaportları gösterdi “babanıza gidiyoruz” dedi çok mutluyduk ama bir yandanda üzülüyordum. Bir kaç ay geçti artık zaman yaklaşıyordu. ”En sevdiğim kıyafetim, en sevdiğim kitabım, en sevdiğim oyuncağım” diyemeden her şeyi çöpe attık; aslında biz anılarımızı çöpe attık. Bir kaç gün teyzemlerde kaldıktan sonra; gün gelmişti ve valizlerimizi alıp çıkmıştık. Havaalanına varmıştık ve yarım saat kadar bir zaman kalmıştı. Herkesle vedalaştık ve artık polisin önündeydik pasaportlara uzun bir süre baktı bir yerleri aradı ve sonra bize döndü “Gidemezsiniz!” “Ne olmuştu? Neden gidemezdik? bir daha babamı göremeyecek miyim?” diye düşündüm. Sonra başka polisler geldi annemi gözümün önünde alıp götürdüler; hiç birşey yapmamıştık abimle bir birmize baktık. O an yanımızda kimsemiz yoktu. “Neler oluyor abi?” dedim “bilmiyorum” dedi. Ağlamaya başlamıştım ama belli etmemeye çalışıyordum sonra dayım yanıma geldi “ağlamamalısın” dedi, “güçlü olmalısın annen gelecek” sustum ağlamayı kestim sonrada annem geri geldi anlamıştım biz gidemeyecektik havaalanından çıktık ve Istanbul’a şöyle bir baktık ne yapıcaktık? Kimsemiz yoktu, evimiz yoktu, paramız yoktu anneme baktım sessizce ağlıyordu. Günler geçti dedemlerle birlikte yaşamaya başladık; aylarca hiç dışarıya çıkmadık babamla görüntülü konuşuyorduk, hayat kolay değildi. 12 yaşıma girmiştim bir şey değişmemişti. Doğum günümde bir dahaki doğum günümü ailecek geçirmeyi diledim ve Temmuz ayına girmiştik heryerde 15 temmuz kutlamaları vardı her yere “Allah Fetö'yü kahretsin” tarzı şeyler yazıyorlardı. “Neden?” dedim “Neden bu kadar körler? Biz böyle insanlar değiliz hoca efendiye niye böyle hitap ediyorlar” dedim. Herşeyi çok sorguladım cevap alamıyordum; gidip insanlara haykırmak istiyordum “biz bir şey yapmadık” diye yapamıyordum kimse yapamıyordu çünkü korkuyorduk. Ağustos ayına girdik ve abimle ile benim babamın yanına gitmemi uygun gördüler çünkü Türkiye’de okula gidemiyorduk “tamam” dedim çünkü annemde 15 gün sonra gelecekti; öyle demişlerdi bana inanmıştım yine bir heyecan kaplamıştı çünkü babamı çok özlemiştim ama annemden ayrılacağım için de üzülüyordum yine zaman yaklaşmıştı; havaalanına gittik. Annemle babamın bir arkadaşı bizi götürecekti. Annemle son kez sarıldık son kez kokladım annemin cennet kokusunu son kez öptüm yanaklarını ama ben inanmıyorum geçeceğimize; sonra polisleri geçtik son kez dönüp anneme baktım ağlıyordu. Neden ağlıyordu? Oda sonra yanımıza gelecekti; belkide mutluluktan. Son kez el salladım anneme ve uçağa doğru yürümeye başladık “abi” dedim “ben çok heyecanlıyım ilk defa uçağa bineceğiz sende heyecanlı mısın?”

24


İ İ - TEMMUZ - 2019

SES DERG S

“hayır” dedi çok soğuktu sanki benim bilmediğim bir şeyi biliyor gibiydi. Yol bana çok uzun gelmişti ve nihayet Uganda havaalanına inmiştik. Abimle video çekmeyi planlıyorduk ama babamı görmüştüm ve bekleyememiştim koşarak sarıldım babama, hemen kucakladı beni çok özlemiştim kokusunu; gerçek gibi gelmiyordu. Hep telefondaki resmine sarılırdım ama şimdi gerçeğine sarılıyordum evimize geldik sonra; çok mutluydum uzun süre sonra tekrar bir evim olmuştu. Okumaya da devam etmiştik bir sürü yeni arkadaş edinmiştim ama annem gelmemişti. 15 gün sonra gelmemişti hatta 15 ay sonra bile yoktu.13 yaşıma girmiştim önceki dileğim gerçekleşmemişti bu sefer annemle birlikte geçirmeyi dilemiştim. Herşey git gide zorlaşıyordu. Bazı arkadaşlarım beni eziyorlardı; annem yok diye. Evin her işi bana ve babama bakıyordu evet bir evimiz vardı ama çok sessizdi eskiden evimizde geceleri kahkahalar eksik olmazdı şimdi hiç ses yoktu bazen gece yarısı su içmeye kalktığımda; babamın sessizce ağladığını duyuyordum, hıçkırıklarını içine gömmeye çalışıyordu güçlü durmaya çalışıyordu ama artık yorulmuştu oda dayanamıyordu. Babalar çocuklarının kahramanıdır ya benim kahramanım çok yorulmuştu hepimiz annemi çok özlüyorduk; çok ihtiyaç duyuyorduk sonra bir pazar günü babama dedim ki “hadi annemle konuşalım” babam “annenin şarjı bitmiş” dedi. Bir kaç saat geçti; “hadi baba” dedim “annem şarj etmiştir” babam bu seferde “annen arkadaşlarıyla camide” dedi; “sonrada gezeceklermiş meşgul etmeyelim” dedi “tamam” dedim. Sonra gece oldu “hadi baba” dedim “annem dönmüştür” babam bu seferde “annen uyumuş” dedi; bir şeyler garipti korkmuştum anneme bir şey mi olmuştu? Sabah saat 06:30 okula gitmek için kalkmıştım ama babam evdeydi; babam hep bizden önce çıkardı. “Günaydın baba” dedim “Neden işe gitmedin? “Boşver bak sana ne göstericem? dedi; sonra annemin uzun beyaz bir yolda çekindiği fotoğrafı gösterdi. “Annen Yunanistan’a geçti” dedi; ne kadar mutlu olduğumu bir ben bir de Allah biliyordu sonra annem kamplarda kaldı hapishaneye girdi ve sahte pasaportla kaçmaya çalıştı olmuyordu. “Hani baba” dedim “gelemiyor annem” ağlıyordum; babam “ağlama kızım gelecek annen” dedi. ”Dayanamıyorum artık baba” dedim “biz yıllardır yemek masasında birlikte olamıyoruz Neden! baba” dedim “biz hiç bir şey yapmadık” dedim sonra babam dedi ki “Allah sevdiği kullarına zorluk verirmiş” dedi sonra bak dedi “bizde zorluk çekiyoruz belkide Allah bizi seviyor” mutlu olmuştum. 20 ay sonra annem geliyordu; herşey mükemmeldi ve o kavuşma günü sonunda gelmişti. 11 Nisan 2019 havaalanına gittik abimle kapıda bekliyoruz babam annemi almaya gitti sonra camdan annemi

25


İ İ - TEMMUZ - 2019

SES DERG S

gördüm; hemen çıktım koşarak annemin yanına gittim. ”Annem” dedim “geldin” sarıldık ve o cennet kokuyu tekrar duydum. Yanaklarını öptüm sonra ailecek sarıldık artık bir aradaydık. Bütün zorlukların bittiğini düşünüyordum. Hayır bitmemişti ... 14 yaşındaydım artık herşey çok zordu annem geleli birkaç hafta olmuştu ve bir gün annem; salona çağırdı gittim yanına dedi ki “aslında biz size bunu söylemeyecektik ama abin öğrendi o yüzden sanada söylememiz gerektiğini düşündükben” dedi durdu biraz sonra devam etti “kanserim” dedi dünya başıma yıkılmıştı; ama “geçecek ilk evrede” falan dedi, annemi duyamadım odama çıktım ve ağladım “Allahım” dedim “ne olur benim canımı al ama anneme bir şey olmasın” bir kaç gün geçti ve annemin ameliyat olması gerekliydi. Gün geldi zaman geldi ben,abim ve babam ameliyathane kapısında bekliyorduk saatler geçti hepimiz gözümüzü kırpmadan ameliyathane kapısına bakıyorduk; sonra annem çıktı. Narkozun etkisiyle ne dediğini bilmiyordu ama biz biliyorduk dua ediyordu. “Ben kavuştum Allahım” diyordu “kavuşamayanları da kavuştur” sonra devam etti “hapishanedeki bebekleri, abileri, ablaları da kurtar lütfen” diyordu “onlar masum; kötülüğü hak etmiyorlar” sonra beni çağırdı bana diyordu ki “özür dilerim yavrum size bunları yaşatmak istemezdik beni affet” dedi. Dayanamıyordum artık Allahım gözlerimden yaşlar boşalıyordu abime diyordu ki “biz senin gençliğini çaldık ama sen geleceğini güzel kur” dedi “gelecek sizlere emanet” diye devam etti. Sonra Meriçten birlikte geçtiği insanlara dua ediyordu Yunanistan'daki arkadaşlarına dua ediyordu ve sonra “bizim ailemizin hasreti sona erdi ama hala kimse mutlu değil. “Sahi insanın kardeşleri, ablaları, abileri zorluktayken nasıl mutlu olurdu ki? Ben 14 yaşındayım herşey çok zordu. Yıllardır çektiğim acı bedenime büyük geliyordu yeri geldi kimsem yoktu yalnızdım yeri geldi teröristmişim gibi baktı insanlar ama yaşadıklarımdan pişman değilim. Tekrar bunları yaşamak ister misin? deseler tereddütsüz evet derim çünkü yaşadıklarım bana yardımı, sevgiyi, özlemi, zorluğu öğretti yaşadıklarım bana hizmeti öğretti!...

Uganda/Afrika

26


Tüm -izmlerin Allah belası bir veba olduğu şuuruyla yeniden kucaklar mısınız tüm kelimeleri

Korkmayın Beyler Bir kalem alın elinize ve yakın uzak tüm tarihi yeniden irdeleyin bence…Köroğlunu yazın mesela, Bolu beyine isyan etti diye şaki listesinde yer alan mechulu… Ermenileri yazın bir bir. Sürgün yaşayanları, sürgünde ölenleri, hasret çekenleri. Osmanlıcılar evlat hasretini çeken bir ermeni annenin mektubunu kaleme alsın, korkmasın. Alevileri yazın sonra… Ötekileştirmenin din olmadığını yazın. Bir sünni kalemi alsın ve çocuklarına yazsın yeniden semahı…. Semah, işitmek, uçmak ve gökyüzü demektir. “Oğul…” desin, “bunların hangisi kötü….” “Bir inanışa göre semah ilk defa Arş-ı Ala’da kurulan Kırklar Meclisinde Kırklar tarafından dönülmüştür. Yeryüzünde dönülen semah bu semahı yad etmek içindir. Bu yüzden semah yürünürken, “semahımız Kırklar Semahı olsun” duasına “amin” yazsın sünniler. Sonra evleri yakılan Kürtleri. 21 yüzyılda evi yakılanların değil, ev yakanların sorgulanması lazım deyin… Yüzyıllardır Kürtlerle damardaki kan olmuş Türkler, “ülkenin beşte birlik nüfusunu oluşturan kardeş bir milletin dilini neden bilmiyoruz?” diye sorsunlar birbirine. Kanada’da Kolejde İngilizce dersimizde tanışma faslı vardı. Hoca, aziz bildiğim bir kardeşimin cevabını anlayamayınca ona “Haaa Kürt müsün, Kürdistan’ın hangi bölgesindensin? ” diye sordu dört beş defa. Bu aziz dost her seferinde hayır “Türküm” dedi. Sonra iş vüzuha kavuşunca ter içinde bana dönüp “Abi yardım etsene” deyince, ben de tebessüm ederek “Aziz dost, ben 40 yıldır Kürt olmama rağmen bana soranlara Türküm diyorum, sen de şu dört dakika Kürdüm deseydin ne olacaktı ki…” Güldük karşılıklı… Biziz biz, bin yıldır birlikte yaşayan biz… Kürtler sussun Türkler anlatsın Cigerxwîn’in şiirlerini artık. Şiirler ülkeleri bölmez, şiirler devletleri yıkmaz, şairler türkü gibidir ve türküler binlerce yılın iniltisidir, aşkıdır, ağıtıdır sevgili kalplerin diye yazsınlar artık. Aylardır yıllardır oğlunun kemiklerini isteyen Cumartesi annelerini yazın… Sürgündeki Kürt Ozan Şivan Perver’i “Halepçe” ağıtıyla dinler misiniz bi daha…

İ İ - TEMMUZ - 2019

SES DERG S

Ahmet Kaya’yı yazın yeniden ve türküleri susturanları susturacak bir kaç kelam edin mesela. Can Dündarı yazın ve onunla birlikte sürgündeki tüm kalemleri. Atatürkü sevmenin yedi büyük günahın içinde yer almadığını söyleyin camilerde korkmayın, yalan değil. Şapka giyenlerin de başörtüsü takanlar gibi bir tercih bulunduğunu ve herkes tercihiyle güzel olduğunu söylenin, beyler. Emin olun ne şapkanız delinir ne örtünüz yırtılır böyle deyince. Ahmet Altan’ı çıkarın dört duvar arasından ve dört duvardan roman yazan kaleme gözlüksüz bakın. Metin ile Müjdatı bir daha açıp izler misiniz lütfen çocukluğunuza gidip. Çocukluğunuzu sevdiğinizi bilirim, o yanınızın siyah beyaz filmlerini de… Yazın korkmayın bunları. Senden olmayanlar seni sen yapar. Misafir evine gelince tatlıyla tuzluyla çeşit sofra kuranlar, fikir dünyasında çeşitlerden niye korkar ki. Bağnazlık en çok insanda çelişkidir. Geçmişe dönük ne varsa lütfen kaleminize davet edip yeniden sorgular mısınız. Tüm -izm’lerin Allah belası bir veba olduğu şuuruyla yeniden kucaklar mısınız tüm kelimeleri. Solcu sol eliyle yumruk sıkar, sağcı sağ eliyle yumruk sıkar… Sıkıldık bu oyundan. Lütfen söyler misiniz sağ da solda benim iki yanımdan biri…Gücü olan eziyorsa, ezilenin elinden tutup kaldıran el olun ki tarih sayfasında eli öpülesi insanlardan olasınız… Tevfik Fikret hayalindeki nesli oğlu Haluk’a yazdığı şiirlerde dile getirirken ateist, Mehmet Akif Asımın Neslini yazdığı için yobaz olamaz deyin, korkmayın. Edebiyat tarihi sürgün kalemler mezarlığıdır. Kelimeleri yargılamayı bırakır mısınız lütfen. Kahveyi severiz ya kimimiz acı, kimimiz şekerli kimimiz orta şeker diye nida ederken aynı damak tadında olma ihtimali olduğunu düşünsün cemaatçi sağcı solcu kominist laik islamcı. Lütfen ağızdan çıkan kelimelere surat ekşitip diş gıcırdatmadan önce bir kahve içer misiniz karşılıklı. Üç çeşit kahvenin de kırk yılı hatırı varmış…Hangi ara insan olduğumuz hatırdan düştü de damak tadımız bozuldu sahi….

Şerif Aydın

27


28 P KİTA E M R İ D N E L R E Ğ E D Bir Livaneli Klasiği: SERENAD Sen insanlara baktığın zaman üniformalar, bayraklar ve din görüyorsun. Ben ise insan, sadece insan. Seven, acıkan, üşüyen, korkan bir insan. Serenad.. Zülfü Livaneli’nin kaleminden çıkan enfes bir eser. Kitap sizi önce kapağıyla bir bilinmeyene çekiyor. İsmiyle merak uyandırıyor. Sonrasında roman kahramanlarını çok iyi tanıyan ama bir o kadar da yanaşıp büyüyü bozmak istemeyen, uzaktan hayran hayran izleyen bir kahraman olup çıkıyorsunuz. 60 yıllık bir aşk. Dile kolay derler ya. Aslında dile bile zor. Bu aşkı merakıyla gün yüzüne çıkaran kahraman Maya’ya çok şey borçluyuz. Lakin o olmasaydı Nadia ile Maximilian Wagner’in aşkını, Şile’nin önemini, Struma’yı ve kitaba adını veren Serenad’ın ne olduğunu hiç öğrenemeyecektik. Yazının başında alıntıladığım cümleler tam da bu aşkın bir özeti gibi. İnsan âşık olduğu biri için ne kadar zorluklara katlanır dersiniz? Birkaç kişinin baskısı değil, bir şehrin zorlukları değil, koca bir ülkenin bu aşka karşı gelmesi ve Wagner’in karşısında gördüğü seven, acı çeken, üşüyen ve korkan bir insan için her şeyi ve herkesi karşısına alması. Hani romanlarda olur böyle aşklar inanma derler ya. Bakmayın siz öyle diyenlere, inanın. Çünkü Serenad tam da gerçek bir hikaye. Bu hikaye de farklı ülkeleri, insanları, hayatları ve dönemleri okumaya hazır olun. Maya ve Profesör Wagner’in buluşmasıyla Serenad sizi, Nazi Almanya’sına, o dönemin Türkiye’si ile günümüz Türkiye’sine gitgeller yaptırıp sizi kendisine bağlayacak. Livaneli romanlarıyla henüz tanışmadıysanız eğer, Serenad bizce çok güzel bir başlangıç olacak.

AVİ


A

29

Asi bir ruh olunacaksa ümitsizliğe karşı ol. Zalimin en korktuğu çehre acıya gülenlerdir.

C

B Ceylanları sırtlanlara av yaptırmamak cesaret ister. Sırtlanın avını cesurlar bozar. Bileği bağlı olmayan kalemlerin ise mızmızlanmaya hakkı yoktur.

Başı dimdik ruhların mücadelesi yıkılmayan duvarlar örerler zalim ile mazlumun arasına...


Belki o herkese benziyor ama kimseye benzemiyor. Onun saklı bir hikayesi var.

Ses olmak için zaman var.

SES DERGİSİ Herkesin hikayesi olmak isterseniz yazın... Yazın ki hikayeniz herkesin hikayesi olsun.

SES DERGISI- AĞUSTOS- 2019


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.