9 minute read

SES DERGİSİ

SES K Ü L T Ü R - S A N A T - E D E B İ Y A T dergisi KASIM 201 9 - Sayı 4

Dosya: Ahmet Altan

Advertisement

R e g g i a n ı ' n ı n K u r t l a r ı ve Ahmet Altan

Ahmet Altan ve Din

Victor Jara’nın Gitarı ve Kağıttan Flüt

"BEN YAZARIM Beni hapse koyabilirsiniz ama beni hapiste tutamazsınız."

FAZLASI

Hikayeler, Şiirler, Denemeler, Kitap Analizi

Editör’den

2

Cesur Kalem Ahmet Altan: Kanada Notları

Victor Jara’nın Gitarı ve Kağıttan Flüt: Şerif Aydın

Ahmet Altan ve Din : Yusuf Kaya

Denizaltından Notlar: Seyfullah Sacit

Ahmet Altan ve Reggiana’ın Kurtları: Şerif Aydın

Kilit: Esra Dolunay

4

6

8

10

12

13

15

16

17

18

Bizi Sorarsanız Yasemin Tatlıseven

Atakürt Ahmet Altan Victor Jara’nın Gitarı ve Kağıttan Flüt Şerif Aydın

Kağıttan Flüt Ahmet Altan

Özgürlük Handan Tunç

19

Karanlığın Ağa Babaları Seyfullah Sacit

20 21

İçimdeki Dünya Sevgi Fırat En Sevgili Deniz Barış

22

Buğu Efsanesi Esra Dolunay

Nisyandan İsyana Büşra Afra 24 25 26 27 28 Dedim, Dedi Harun Atik Bugün Ölmeliydim Sine Elif Hepimiz Aynı Güneşin Altında ısınmıyor muyuz Seyyah Ölmek Kolaydır Sevmekten (Kitap Analiz) Seyyah

Sevgili dostlar sesler dergisi dördüncü sayısıyla biraz gecikmeli de olsa sizlerle beraberiz. Bu sayımızın daha önceki üç sayıdan farkı ilk defa bir dosya çalışması yapıyor olmamızdır. Türkiye’de yaşanan insan hakları ihlali ve rafa kaldırılan hukuk ve demokrasi yüzünden yüzlerce aydın binlerce mağdur şu anda hapishanelerde. Eli kalem tutan her insanın bu hukuksuzlua tepki vermesi gerektiğine inandığımızdan ötürü sesi en fazla çıkan kalemlerden biri olan ama susturmak için hapishaneye atılan Ahmet Altan’ı ilk dosya çalışmamız olarak sizlerle paylaşmak istedik. Ahmet Altan’ın biyografisi, ona ithaf edilecek deneme yazıları ve onu iki defa hapse gönderen daha önce yayınlanmış olan iki yazısını paylaşıyoruz. Dosyanın yanı sıra yazarlarımın gönül kaleminden akan deneme hikaye ve şiirlerde yer almaktadır. Ne heyecana gelen kalbinizi susturun, ne susturulan kalemlere sessiz kalın. Yani diyorum ki elinizden kalemi-niz eksik olmasın yazsın ve yazdıklarınızı bizimle paylaşın. Bazen sevgi, bazen hasret, bazen öfke, bazen fikir olur… Bizimle paylaşın yayınlayalım. Sadece yazı gönderme değil, yayınlanan yazılar ve dergimizle alakalı fikir ve tekliflerinizi de bizimle paylaşmayı çekinmeyin lütfen. Son konu olarak yazı gönderecek arkadaşlardan bir ricam şudur ki: Mümkün olduğu kadar herkesin okuyacağı bir dergi oluşturmaya çalışıyoruz. Sınırlarını çok daraltmamak için yazdıklarınızı edebi bir dille yazmanızı evrensel konular işlemenizi tavsiye ediyoruz. Sadece bir belli bir mahalleye özgü kelimeler sizi başkaları tarafından okunmaz kılabilir. Değerli fikrinizi seçeceğiniz kelimeler muhatap kitlesini belirler, onun için yazarken kelime seçimine dikkat ederseniz daha geniş bir kitle okuma imkanı bulur. Beşinci sayımız Aralık’ın 15’I gibi çıkarmayı düşünüyoruz şimdiden yazılarınızı bekliyor, iyi okumalar diliyorum.

Ses Dergisi İmtiyaz Sahibi: Şerif Aydın Aylık Kültür - Sanat - Edebiyat Dergisi

Genel Yayın Yönetmeni Şerif Aydın

Yayın Editörü Hilal Görgülü

Yayın Heyeti Sacit Orçan Hilal Görgülü Ekrem İnan Şerif Aydın Esra Dolunay Mavi

Yayın Türü Ulusal Sürekli Aylık

Baskı Türü Dijital

Dijital adres: www.issuu.com/enesengin

web sitesi: sesdergisi.ca facebook: @sesdergisicanada

Sosyal Medya Koordinatörü Mavi D.

Adres: Ottawa, Kanada serifcanada@gmail.com

Bu dergide yer alan yazıların yayın hakkı Ses Dergisine aittir. Yazılar, kaynak gösterilmeden paylaşılamaz. Dergide yer alan tüm yazıların kanuni mükellefiyeti yazara aittir.

“Gitar sustu ama Victor Jara’ya eşlik eden ses kesilmedi. Cinayet büyüdü ve Jara oracıkta idam edildi. Kesildi gitarın sesi… Flüt çalmaya başladı bu kez.”

Şerif Aydın

VİCTOR JARA’NIN GİTARI ve KAĞITTAN FLÜT

6Suça bulaşan her muktedirin korktuğu bir ses vardır herhalde. Bazen bir gitar bazen bir fülüt sesi… Bazen daracık bir odadan yükselir o ses, bazen de gökyüzüne açılan bir arenadan… Victor Jaran’ın gitarını duymuşsunuzdur. Muhalif sese tahammül edemeyenlerin telini kopardığı gitar. 1973’ün sonbaharında darbeyle devletin başına gelen Pinochet’in Şili’deki en büyük cinayeti... Hapishaneler yetersiz kalınca Stadyum açık hava hapishanesine çevrilmişti. Bu arada yeri değil ama dipnotu yazının ortasına koymuş olayım. Deşifre edilen Balyoz darbe planında muhaliflerin toplanma merkezlerinden biri olarak stadyumun belirlenmesi ne tuhaf degil mi? Ne de olsa daha önce hedefe ulaşanı vardı: 1973, Eylül 11, Şili… Victor Jara stadyumun kapısından içeri girdi, silahlar gölgesinde. Tutuklu, mahkum. Daha önce defalarca konser verdiği stadyumda son şarkısını söyleyecekti. Tek şarkılık ama yarım kalan bir konser… Yarım kalan şarkı. Evet yarım kaldı Jara’nın şarkısı. Gitar sesi ağır geldi darbeci komutanlara. Susması emredildi ama susmadı O. Susturmak için sözlü ikazdan daha zekice bir yöntem(!) buldular. Parmaklarını kırdılar Jara’nın ama O, inilti karışık gitarını çalmaya, “Venceremos” şarkısını söyleme devam etti. Halk eşlik etti Jara’ya, onlar da şarkı söyledi yani. Direnç oldu arkadaşlarına, umut oldu, ses oldu…

Komutanlar direnci kırmak istedi. Bu kez elini kestiler Jara’nın ve halkın önüne attılar ve tarihin kara cinayetlerinden birine imza attılar böylece. Müzik evren var olduğu günden beri vardı, korksalar da sevmeseler de kıyamete kadar devam edecek bu. Muktedirler suç işledikçe bir enstrüman sesi duyulacak. Kim bilir bazen bir gök gürültüsü bazen hüdhüd kuşunun sesi. Bazen Şili stadyumunda Gitarın sesi bazen de duvar dibinde Ahmet Altanın seslendirdiği Flütün sesi. Gitar sustu ama Victor Jara’ya eşlik eden ses kesilmedi. Cinayet büyüdü ve Jara oracıkta idam edildi. Kesildi gitarın sesi… Flüt çalmaya başladı bu kez. Yıl 2015, Türkiye bir cinayet serisiyle odaklandı TV ekranlarına. Haberler darbe dedi. 250 insan kurşuna dizildi darbe süsü verilsin diye. Darbeydi belki de evet evet darbe… ikinci Pinochet’in darbesiydi… Muhalifler hapishanelere toplandı. Stadyum demode olmuştu belki. Stadyuma sığamayacak kadar insanı bir hapishaneye doldurdular. Odalar tıkabasa, bazıları hariç. Bazılarının izole hayat yaşaması lazım diye bir odaya üç kişiyi koymuşlar bu sefer. Biri yazar, öbürü flüt çalar, öbürü kitap okur. Ülke için üç tehlike. Mahkeme kayıtlarına terörist diye girdiler. Üç silah: Kalem, Kağıttan Flüt ve Kitap. Bu üç nesne tarihteki en büyük korkunun en güçlü resmi. Doğrusu üçünü de görmedim henüz, ama bir görgü tanığının yazısına denk geldim geçende. Kağıttan flütün hikayesini yazmış. Kağıttan Flüt Kağıttan flütü hiçbirimiz duymadık. O duymuştu. Bir devrin simge kalemi… Ahmet Altan Geçen hafta tahliyesiyle Stadyuma girer gibi girdi dünya gündemine ve duyduğu flütün sesini yazdı. Flüt kağıttanmış. Hep hüzünlü çalmaz bazen neşeli de çalarmış ama sonra ses yine hüzünlenirmiş… Öyle yazmış.

Flütü susturmak istediler bu kez Gitarı susturdukları gibi. İnanın anlayamadım. insanlar neden flüt sesinden rahatsız olur ki? İyi de duymadık ki sesini. Duyanı susturmak istediler belki, belki öyle bir yol buldular susturmak için onları korkutan sesi. Ahmet Altan ses olmuştu ya flüte, bu kez de Victor Jara’nın parmakları yerine Ahmet Altan kalemi seçildi. Kırdılar. Bir hafta geçmeden tekrar içeri alındı. Geçen ay Şilide bir konser vardı. Darbe ve cinayetlerinin üzerinden 46 yıl geçmişti. Konser vardı, konserde onbinler vardı.

Biz yine dinliyor olacağız. Duyuyoruz… geliyor. Hem gitar hem Altan’nın yazısındaki kağıttan flütün sesi…

Hep bir ağızdan Victor Jara’nın şarkısın söylediler binlerce gitarla. Ne Şili unutuldu ne Vietnam… Özgürlük için düşenler unutulmuyor. Şili’de binlerce insan “Barış içinde yaşama hakkı”nı söylüyordu geçen ayki konserde. Victor Jara’nın yarım kalan “Venceremos” şarkısını binlerce insan söyledi. Not edin dediğimi, Ahmet Altan’ın kalemini alıp ve yazacak binlerce kalem. On binlerce şu anda yazdığı Kağıttan Flütü okuduğu gibi. Yarın dünden bir farkı olacak. Kalem kıranlar kırdık zannetsin, Altan’ı dört duvar arasından görüyoruz biz. Engelleyemezler. Biz yeniden okuyacağız ve yeniden yazacağız yarım kalan tüm şarkıları, flütü ve gitarın sesi… Ahmet Altanla yazacağız yeniden… Özgürlüğü giden demokrasiye açılan tüm kapıları pencereleri menfezleri kapata dursun şimdilik birileri.

AHMET ALTAN ve REGGIANI’NİN KURTLARI S erge Reggiani’nin bir şarkısı var. “The wolves entered Paris” Ahmet Altan “Kurtlar şehre indi.” diye çevirir ve ekler : “Diyorlar ki, yenilmişiz. Diyorlar ki ölümü savunanlar ölümü avuçlarında taşıyanlar, ölümü zehirli tohumlar gibi hayatımıza saçanlar kazanmış. Diyorlar ki dağılmış ordularımız. Diyorlar ki, her cephede bir hüzün, her cephede bir yenilgi varmış.” Ve cevap veriyor: “Diyorum ki yenilmedik. Toy kısraklar gibi oynak bahar sabahları hayatımıza koşarken ne yenilmesi, bu çıldırmış erguvanlar her yana dağılırken kim yenebilir bizi?” Ahmet Altan’ın satırlarında kurtlarla kavgasını görürsünüz. Kelimeleri sokaklarda cesaret feneri gibi dolaşır, kurtların korkusuyla pencerelerine perdeleri çekenlerin sokaklarında yani. Bir yazarın toplum hayatındaki rolü bu olmalı değil mi zaten? Korkan kalemler cesaretli kelimeleri kullanabilirler mi? Şehrin uğultusuna ve şehre çöken ses ve sise önce onlar perdeleri kapatır. Kurtlar şehre indi diyor Reggiani ve söylerken kulaklarını dikip, dinler gibi yapar: “Yüzlerce kurt Paris’e bakıyor ve şimdi kış yüzlerce Kurt Paris’e indi” Şehre indiyse kurtlar, şimdi bebeklerin kulaklarına kadar iner o uğultu. Tedirgin bir hava ve kaskatı duvarlar arasında bir hayalet gibi büyür bir korku. Cesaret, perdeyi yırtıp kara karışan uğultuya karışana dek. Şimdi iki ses var şehirde. Evlerin kapılarını döven her kar tanesi beyaz bir kurdun rengine bürünür sokaklarda ve geceye karanlıktan bir örtü daha çekilir, kelimeler şimşek gibi geceye inene dek. Ahmet Altan gecenin bu saatinde şehirde dolaşan bir adam. Ahmet Altan kendi mahallesinde el feneriyle geceyi delen kalem. Tahliyesi sonrası yaptığı ilk açıklamada “Siz hukukun dışına çıktığınız sürece sizi eleştireceğiz. Sizden korkmuyoruz. Hapishane mi? Ne olduğunu gördük. Bir daha gitmek mi? Bir daha gideriz. Bu ülke bizim. Bu ülkede çocuklar var... Hukuka dönecekler...” Herkesin olduğu yere ve sınırlarına dönmesini istedi. Kurt avına dönüşen ihlalleri eleştirmek şehri istila eden uğultuyu bastıracak kadar yürekli insanların yapacağı şeydi ve Altan onlardan, sesi en gür çıkanlardan. Şu anda yazdığı Hayat Hanım romanını çalışma odasında, sarı ışığın altında, masasına oturup viskisini içerken yazmak yerine hapishanede yazmayı seçti. Sadece hapishane değil 2003’te yazdığı Ve Kırar Gögsüne Bastırırken kitabındaki pozu vermeyi seçti, hem de kurtlar şehri inmişken. Dirençle ve direnç yayan bir sesle. İlk değildi bu çıkışı, şehir kaç defa ablukaya alındıysa o kadar toplumun zihin sokaklarında bildiri yayınladı. Şehri kurtlara teslim etmeyin dedi. Toyda şenliğe davet eder gibi dedi, halayı uzatmaya, zılgıtın sesiyle dedi. Kurtların istila ettiği şehirde dolaşan tedirgin bir sesle değil, gelincik tarlasında aşka davet eden bir hevesle yaptı bunu. Ve dedi ki: “Şimdi yaşamanın hayatı yaşayarak savunmanın tam zamanı. Gülmenin zamanı şimdi. Kederleri hüzünleri usulca koynunuza alıp saklayın. Yenildiğimizi söyleyenlere kulak vermeyi bırakın. Biz yenilmeyiz. Biz ölür, asılır, hapse atılır, mahkemede yargılanır, işsiz kalır, işkence görür, kurşunlanır ama yenilmeyiz. Hayatı savunanlarız biz.” 2003’te yazdığı satırlardı bunlar. Yenildi mi sizce Ahmet Altan? Hapisteki Ahmet Altan, mahkemedi Altan, işsiz kalan Altan… Yenilmiş midir dersiniz? Hiç sanmam. En son yayınlanan I WIIL NEVER SEE THE WORLD AGAIN kitabına kulak verin isterseniz. “Bunları bir hapishane hücresinde yazıyorum. Ama hapiste değilim. Ben bir yazarım. Ne bulunduğum yerdeyim, ne bulunmadığım yerde. Beni hapse koyabilirsiniz ama beni hapiste tutamazsınız. Bütün yazarlar gibi ben de duvarları rahatça geçecek bir sihrin sahibiyim çünkü.” Yazdığı yeni kitabındaki ses tonu şehre inen kurtların arasındaki gezen tondan farkı yok. “Yenilmedim” diyor İnatçı değil, inançlıdır Ahmet Altan. Kendine ilkelerine değerlerine olan olan inanç. İlkelerinin kavgasını veriyor ve büyüyor. “Diyorlar ki yenilmişiz. Diyorum ki yenilmedik. Gülmeyi, şakalaşmayı, sevişmeyi bilenleriz; aşıkların karşısında başını eğip berduşlarla derinleşenleriz.

Diyorum ki yenilmedin Ahmet Altan, Reggiani’nin kurtları şehre inince de yenilmedin, şehirli kurda dönüşünce de... İnatçı değil, inançlıdır Ahmet Altan. Kendine, ilkelerine, değerlerine olan inanç. İlkelerinin kavgasını veriyor ve büyüyor.

Şerif Aydın

This article is from: