6 minute read

SES DERGİSİ ekim sayısı

Advertisement

SES DERGİSİ - EKİM- 2019

0 2

EDİTÖR NOTU

Dizayn Şerif Aydın

Sevgili Kalem Dostları, Ses Dergisi 3. sayıyla herkese Kanada'dan bir sonbahar ayında selamlar sevgiler. Yazmak özgürlüktür dostlar, istediğiniz kelimeleri seçer, istediğiniz satırlara öncelik verirsiniz. Eğer özgürlüğe aşık bir yapınız varsa istediğiniz duyguları önceler, istediğiniz fikirleri kelimelerle inşa edersiniz. Dergi çıkarırkenki amacım teknoloji çağında olan internetin de imkanlarından faydalanarak bu ruh iklimindeki dostlara ulaşmaktı. Hamdolsun oraya doğru adım adım gidiş var. ilk üç sayıda yazan kalemler oldu, bundan sonra da devam etmeleri dileğiyle. Derginin içeriğindeki yazılardan bahsetmek istiyorum kısaca. Bu sayının diğer sayılardan farkı Türkiye'de yaşanan insanlık dramından etkilenen insanlarının şiir ve yazılarının ağırlıkta olması. Hapis yattığı

Şerif Aydın

günlerde ranza kokusu alacağınız şiir ve yazılar mevcut. Öbür taraftan Sonbaharın oluşturduğu atmosferi yazılarına şiirlerine yansıtanlar olduğu gibi dostlarına sitem edenler de var. Aydınların görevi ve fikir işçilerinin üzerine düşen vazifeleri de bendeniz karalamaya çalıştım. Bu sayının çıkması biraz uzadı, okul derslerimin yoğunluğundan dolayı yaşanan aksamadan ötürü affımı talep ediyorum. Yeni sayı için de kalem dostlarını şimdiden yazma davet ediyorum. İyi okumamalar.

Şerif Aydın

08

Dizayn Şerif Aydın

Bir sonbahar gecesi, yağmur yağıyordu şehrin sokaklarına. Mis gibi toprak kokusu...İç titreten bir rüzgar, tenime değen yağmur damlaları. Yürüyordum caddeler boyu. Ne ben ne kadar yürüdüğümü hatırlıyordum, ne de yağmur damlaları kaç tene değdiğini. İnsan beyni olmadık yerlerde, olmadık zamanlarda ansızın yakalar, hallaç pamuğu gibi oradan oraya atar durur seni. Bazen hüzünlendirir, sonra birden tebessüm ettirir. Tıpkı yağmurda yürüyen insanın ruh hali gibi. Hüzünle başladığı yürüyüş macerasında, hüznün yerini huzur alır bir süre sonra… Yine öyle bir geceydi. Sonbahardı, yağmur yağıyordu.

Rüzgar hem içimi, hem ruhumu üşütüyordu. Bense tek başıma yürüyordum caddeler boyu. İnsanın en iyi arkadaşı yine kendisiymiş. Yol boyu kendi kendimin yoldaşı oluyordum. Geceleri buranın caddeleri bomboştur. Sokak lambaları eşlik eder sana bir tek, bir de geceye düşen yağmur. Yağmur deyince onu pek de hafife almamak gerek. Kendine göre kuralları, olmazsa olmazları vardır yağmurda yürümenin. Yağmuru seviyorsan mesela, az hızlandı mı onu caddelere terk edip kaçmak olmaz. Hakkını vereceksin! Gerekirse ayakkabılarının içi su dolacak, yüzünden boncuk boncuk aşağı inecek damlalar ve sen hüznü bir kenara bırakıp, kollarını iki yana açıp göğe doğru mutluluk şarkıları söylemeye başlayacaksın. Yağmur insanın içindeki deliliklerin ortaya çıktığı en güzel ortamdır çünkü. Yanında deliliğine ayak uyduracak biri varsa şayet, şanslısın. Yoksa eğer, boşver aldırma. Şarkılar söyleye söyleye gez tüm sokakları. Eşlik etsin sana sonbaharın karanlıkta görünmeyen tüm renkleri. Ne bir gören olur mu ki endişesi taşı içinde, ne de yağmurun arada bir artan şiddetine takıl. Sus ve dinle söylenmekte olan yağmurun şarkısını… Yağmurun şarkısı susmasın diye Bıraktım geride kırık bir şemsiye... Caddelerce yürüdüm dinleyerek onu, ne başı belli bu ezginin, ne de sonu. Bazen tonlar çeker onun bir damlası Söndürmez de yakar, varsa kalbin sızısı Rüzgarın götürdüğü, ıslak ve sarı bir yaprak Uçuverdi önümden, arar gibiydi toprak. Buluşunca onunla, dedim işte bu: vuslat! Yağmur, toprak ve yaprak. Bir de gece: heyhat!

SES DERGİSİ - EKIM- 2019

09

"Yollar, yollar aşılmış da, kimlerden geçilememiş! Rüyalar iplere asılmış, kırmızı odalarda yıkanmış. Kurusun diye beklerken, için için çağlar olmuş."

Dizayn Şerif Aydın

Afra Büşra

Sayfa sayfa çeviriyorum ömür yapraklarımı zihnimden. Bazı sayfaları boş ve kirli beyazken bazı sayfalar ise bir hayli karalanmış. Bazı sayfalarda cümlelerin altı çizilmişken bazı sayfalar ise yırtılıp atılmış. Ve devam ediyorum usul usul. İnce bir hışırtıyla ilerliyorum yaprakların arasında. Defterim henüz çok kalın değil, ömrümün raflarına çok tecrübeler sıralanmamış. Hepsi kendi içinde hepsi kendinde iç içe... Bazı sayfalar aşınmış, bazılarında yer izleri kalmış. Belli ki o anılara çok kez danışılmış. Bazı sayfalarda gün öylesine biterken bazı günler sayfalara sığmamış. Sevinçler hüzünlerle birlikte yaşanırken kayıplar sonraları huzurlarla çoğalmış. Bazı kelimeler kargacık burgacık, bazıları inci gibi yazılmış. Durmadan, dinlenmeden; yıllar ve dakikalarca yazılmış. Sancılar ve sanrılar birbirine karışmış, günler ve geceler birbirini kovalamış. Bazı şahıslar da var ki bu defterde isimleri sonsuzluğa taşınmış, bazıları öylece kalmış, bazılarının üstü karalanmış… Şehirler geçmiş, şehirlerden geçilmiş. Farklı iklimler, yeni yüzler tanınmış. Yollar, yollar aşılmış da, kimlerden geçilememiş! Rüyalar iplere asılmış, kırmızı odalarda yıkanmış. Kurusun diye beklerken, için için çağlar olmuş. Hayal sarkıtları kalmış çağıldayan umutlardan avucunda da… Yolundaki sıra sıra dikitlerde yalpalamış. Durup karıştırma şansın varsa eğer bu defteri, kendini seçilmiş say. Demek ki iç bir yerinde kıpırdayan bir şeyler var. Sorguların ve sargıların var geçmişe dair. Yol almak ve adım atmak isteyişlerin var ileriye. O zaman durma, durma ve devam et; bu defterin sana anlatacağı şeyler var.

SES DERGİSİ - EKİM- 2019

BERLİN DUVARINDA AŞK

2 0

Kavgayı sevmem ama mücadeleye bayılırım. Tutkuyu sevmem ama aşka inanırım. Kahkaha güzel bir eylemdir ama tebessüm hep daha soylu gelmiştir bana. Ölçülü davranışı severim ama delilik nedense daha cazip gelmiştir hep. Kararsızlık mı bunun adı bilmiyorum ama kendimi tanıdığım kadarıyla bir yanım fırtına öbür yanım süt liman deniz. Öyle de görmek istiyorum biraz da insanları, yani tek düze olmasınlar istiyorum. Bunun açık bir ifadesi: Birkaç gündür dilimde dolanan bir söz:

Berlin duvarında aşk”.Belki mantığın kalbi olan Batı’da soylu bir eylemle başlamak istemiştim yazıma. Duvarda hiç tepki çekmeyen ama ilgi çeken tek kelimedir aşk. Ne sokak devriyesindeki Nazi polisleri yasaklayabilir bunu, ne de zamanın dervişleri itiraz eder. “Yıkılmış duvara yazmak da ne?” diyor içimde bir ses. Tarihe karışanı yeniden inşa etmek istiyorum belki, belki yıkılan her duvarı tamir etmek gibi bir inadım var, bilemem. “İyi bir duvar da değildi sanki” diyor içimdeki akıl, ve ekliyor “bir delinin sınırları da diyebilirsiniz buna”Ama ben, bildik ben yine. “Olsun” diyorum, “her yıkılanı ayağa kaldırmak kalbimin bana dayattığı bir eylemdir ve saygı duyuyorum.” Neyse konum duvar değildi, benimki duvara yazılacak aşk. Aşk sahuruna kalkmış bir mahmurun eline bir fırça verip davulcuyu da yanına takmak istiyorum. Ve“Yazın!” demek istiyorum, duvara kocaman harflerle. Gelen okusun, giden okusun. Meczubun yazdığını beğenmeyen insin düzeltsin, böylelikle her akıllıya aşk yazdırmış olurum Berlin duvarına. İster Hitler selamı verin önünden geçerken, ister Gandi’nin, isterseniz cam kenarında oturup yar bekleyen köylünün… Hiç farketmez benim için. Aşkı seslendiren her müziği dinlerim, her halayı izlerim doyasıya, her resme aşkla bakar, her şiirin kafiyesini şairiyle birlikte söylerim. Berlin duvarına yazdığımı bir ben okurum hakkıyla, bir de …. Bir de uçağın kalkışına beş kala sevdiğinin gözyaşlarını öpen biri… Yazdık işte bu gece, hem de koca harflerle… Meczup, davulcu ve ben…. Kocaman harflerle yazdık: BERLİN DUVARINDA AŞK…

ŞERİF AYDIN

herkesin mutlaka bir okunası hikayesi var....

İRTİBAT

serifcanada@gmail.com www.sesdergis.ca @serifcanada @kanadanotlari

This article is from: