Bolaman Lisesi Dergi

Page 1



İçindekiler 04

SUNUŞ

İL MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRÜMÜZÜ MAKAMINDA ZİYARET ETTİK

06

İFTİHAR KÖŞEMİZ

BOLAMANLI ÇOCUK KİMDİR?

10

25

ALTIN ORAN

KISSADAN HİSSELER

36

19

COĞRAFYA KADERDİR

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ

28

12

ÖĞRENCİLERİMİZDEN

MEVLANAYI ANLAMAK

23

08

GEZELİM GÖRELİM KUTLUCA KÖYÜ CAMİİ

OKUMA VE AYDINLANMA ÜZERİNE MÜDÜR YARDIMCIMIZ METİN BEKCİ

14

05

DÖNÜŞÜM DERGİSİ

32

BUNLARI BİLİYORMUSUNUZ?

SOSYAL / KÜLTÜREL FAALİYETLERİMİZ

40

İmtiyaz Sahibi : Bolaman Ticaret Meslek Lisesi Adına Okul Müdürü Murat VARICI İnceleme ve : Metin BEKCİ Yayın Kurulu Hijlal KARA Sevilay DİNÇER Öğrenci Eser Seçme Kurulu

: Büşra SÜZEN Aylin YURT Gülnur KARABACAK Betül ÖZDEMİR Hilal MEMİŞ

Reklam : Metin BEKCİ Feridun ÖZDEMİR Tunay AYDIN

GRAFİK TASARIM www.freshtasarim.com 0546 629 99 88 BASKI

YEŞİLLER MATBAA FATSA 0452 407 10 11


SUNUŞ

Merhaba; Bolaman Ticaret Meslek Lisesi olarak çıkardığımız okul dergimizin ilk sayısında sizleri sevgi ve saygı ile selamlıyorum. Öncelikle bu derginin çıkarılması için emek veren herkesi yürekten tebrik ediyorum. Okulumuzun temeli 1966’da devrin başbakanı tarafından atılmıştır. Arsası Hazinedaroğlu ailesi tarafından bağışlanan okulumuz, 1968 yılında ortaokul olarak eğitim ve öğretime başlamıştır.1977 yılında lise olarak tanzim edilmiş ve Bolaman Lisesi olarak uzun yıllar hizmet vermiştir. 2010-2011 Eğitim Öğretim yılından itibaren genel liselerin dönüştürülmesi kapsamında, okulumuz Ticaret Meslek Lisesi’ne dönüştürülmüş ve bünyesinde Ordu’da ilk ve tek olan Anadolu İletişim Lisesi açılmıştır.

Murat VARICI Okul Müdürü

Şu an itibarı okulumuzda 1 müdür, 2 müdür yardımcısı, 12 öğretmeni ve 252 öğrenci ile eğitim ve öğretime devam edilmektedir. Anadolu İletişim Meslek Lisesine sınav puanı ve mülakat ile her yıl 30 öğrenci, Ticaret Meslek Lisesine sınavsız olarak 60 öğrenci alınmaktadır. Anadolu İletişim Meslek Lisesinde “Radyo-Televizyon“ alanında, Ticaret Meslek Lisesinde ise “Bilişim teknolojileri” ile “Muhasebe ve Finansman” alanlarında eğitim verilmektedir. Öğrencilerimizin 91 tanesi taşımalı olup 8 adet araçla her gün okulumuza devlet tarafından taşınmakta ve öğlende sıcak yemek verilmektedir. Okulumuza yoğun olarak Bolaman - Yalıköy – Medreseönü havzalarından, bunun yanında Fatsa, Ünye ve Ordu merkezden öğrenciler gelmektedir. Bu bölgelerden gelen öğrenciler gerek taşıma, gerek özel servis ve gerekse dolmuş hatlarını kullanarak ulaşımı sağlamakta ve ulaşım sıkıntısı yaşamamaktadır. Okulumuz genç ve dinamik öğretmen kadrosu, sevgiyi temel alan eğitim anlayışı, ulaşım kolaylığı, huzurlu ve güvenli ortamı, eşsiz deniz manzarası, veli – öğrenci – öğretmen – okul işbirliğinin çok iyi ve uyumlu olması gibi sebeplerle her geçen gün kalitesini arttırmakta öğrencilerimiz ve velilerimiz tarafından özellikle tercih edilen bir eğitim kurumuna dönüşmektedir. Öğrenci merkezli eğitim ve veli – okul dayanışmasının sağlanması ile eğitim kalitesi her geçen gün artmaktadır. Öğrencilerimizin yüksek öğretime ve hayata en iyi şekilde hazırlanarak, mutlu bireyler olarak yetiştirilmesi hedeflenmektedir. Hedefimiz ; öğrencilerimizi Türk Milli Eğitimi’nin amaçlarına uygun olarak çağın gerektirdiği bilgi ve donanıma sahip, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı, milli ve manevi duygularına sahip vatan ve millet sevgisiyle dolu, kendisine, ailesine, ve ülkesine faydalı kişiler olarak yetiştirilmektedir. Son olarak dergimizin bu tür çalışmalar için bir başlangıç olmasını temenni ediyor, emeği geçen herkese bir kez daha teşekkür ediyorum. Sevgi ve Saygılarımla

04


18/04/2012 tarihinde Okul Müdürümüz Murat VARICI,Müdür Yardımcısı Metin BEKCİ ve İngilizce öğretmeni Sevilay DİNÇER Radyo-Televizyon alanı öğrencilerimizle birlikte İl Milli Eğitim Müdürümüz sayın Nevzat TÜRKKAN’ı makamında ziyaret ettiler.

İl Milli Eğitim Müdürümüzü Makamında Ziyaret Ettik , sonrasında babam Konya Seydişehir Alüminyum Fabrikaları’nda çalışmaya gönderilince lise eğitimimi Konya Seydişehir Mahmut Eset Lisesi’nde tamamladım.Burdan da, Erzurum Eğitim Enstitüsü Matematik Bülümü’ne devam ettim. Eskişehir Üniversitesi’nde Lisans eğitimimi tamamlayıp,1977 yılında Karabük Fevzi Çakmak Ortaokulunda Matematik Öğretmeni olarak göreve başladım ve bu okulda Müdür Yardımcılığı,Müdür Baş Yardımcılığı,Müdürlük yaptım. 2003 yılında Karabük Milli Eğitim Müdür Yardımcısı olarak göreve başladım. Karabük’te eğitim işlerini hallederken Milli Eğitim Bakanımızdan gelen bir telefonla Ordu ilinde çalışacağımı öğrendim.Sonunda ,35 yıl öğretmenlik yaptıktan sonra, 30/01/2012 tarihinde buradaki görevime başladım.

-Geçmişe yolculuk yaptığınızda kendinizi kısaca nasıl tanıtırsınız?

-Eğitim hayatınızda size yön veren olaylar neler olmuştur?

-Ben Çankırı’nın Çerkeş ilçesi, Kısaç köyünde doğdum.İlkokul 1.sınıfa kadar köyde kaldım. Köyün her türlü sisteminden anlayan biriyim, her türlü işi yaptım. Şimdi bu sistemi kullanır hale geldim. Babam Karabük Demir Çelik fabrikasında çalışmaya başlayınca, biz de sanırım 1958 veya 1959 yılında Karabük’e gelmişiz.İlkokul 1.sınıfa Atatürk İlköğretim Okulu’nda başladım.Daha sonra 3 yıl Merkez Ortaokulu’na devam ettim.Demir Çelik Lisesi’nde de 3 ay öğrenim gördüm

-En büyük etki, hep kendimden büyükleri hedef almamdı.Ve babam beni Karabük Demir Çelik Fabrikasında çalışırken işyerine götürürdü.Oradaki işçilik ve mühendislik sistemini gösterirdi.İşçiler demirle uğraştıkları için,biraz daha kara ; mühendisler ise takım elbiseler içindeydiler. Mühendisleri görenler ceketlerinin düğmelerini ilikliyorlardı.Beni en çok etkileyen olaylardan biri bu idi.Babamın çalışma şekli ile mühendislerin çalışma şekliydi. Yani,bütün bunları görünce okumaktan

başka çaremiz olmadığını düşündüm. -Bugün böyle bir makamda bulunmanın güzellikleri ve zorlukları vardır. Bunlardan kısaca bahsedebilir misiniz? -Ordu da çok güzel karşılandım. Kaymakamlarım, Belediye Başkanlarım, İlçe Milli Eğitim Müdürlerim hepsi beni çok iyi karşıladılar.Buraya geldiğimde,buranın en önemli sorunu derslik eksiğiydi ve biz bunları gidermeye çalışacağız.Ben üretmekten zevk alan biriyim ve diyorum ki bu sene ilimizde 18 tane okul yapacağım.Bu okulları yapmak için de yeterli bütçemiz var, temellerini atmaya başlayabilirsek çok iyi olacak.Bu okulların her şeyini A’dan Z’ye yapacağız arkadaşlar. Yani, Ordu’ya geldiğim için oldukça mutluyum. -Son olarak bize,yaşamla veya eğitimle ilgili tavsiyelerde bulunabilir misiniz? -Çocuklar,sizden özellikle ricam ekonomik özgürlüğünüze kavuşun. En güzeli iyi bir şekilde okuyup bir öğretmen, bir hemşire vs. bir meslek sahibi olmak. Bakın,ben çocuklarımı okuturken onlara yetecek kadar ihtiyaçlarını karşılayabiliyordum,fazlasını ya da her istediklerini değil. Ama şimdi onlar okuyup meslek sahibi oldular ve istediklerinin pek çoğunu alabiliyorlar.

Bolaman Ticaret Meslek Lisesi

Okul dergimiz için kısa bir röportaj gerçekleştirdiğimiz ziyaret oldukça sıcak ve samimi bir havada gerçekleşti.İl Milli Eğitim Müdürümüz son derece cana yakın,samimi ve sıcak bir şekilde bizleri ağırladı.Okulumuzun sorunları hakkında kendilerini bilgilendirdik. Sorunlarımızla yakinen ilgileneceğini ifade ettiler.Yeni görevinde başarı dileklerimizi ilettik.Öğrencilerimizin yaptığı kısa röportajı aşağıda aynen aktarıyoruz.

05


İFTİHAR KÖŞEMİZ

Onlar da sizin gibi bu okulun öğrencisiydiler. Bu sıralardan geçtiler. Şimdi her biri farklı mesleklerde başarılı bir şekilde hayatlarına devam ediyorlar.

BÜŞRA ODABAŞ Bolaman Lisesi 20101/2011 eğitim öğretim yılı mezunuyum.19 Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik bölümü 1.sınıf öğrencisiyim. Bana bu güne kadar desteğini esirgemeyen öğretmenlerime teşekkürlerimi sunuyor,öğrenci kardeşlerime başarılar diliyorum.

FERDİ KOCATEPE 1981 Fatsa doğumluyum. 1987 yılında başlamış olduğum öğrenim hayatımın 19971999 yılları Bolaman Lisesi’nde geçti. 2000 yılında Samsun 19 Mayıs üniversitesi Matematik öğretmenliğini kazanarak öğrenim hayatıma burada devam ettim. 2004 yılında mezun olduktan sonra Fatsa Canik Dersanesi’nde göreve başladım. Ardından Balıkesir-Savaştepe, Gümüşhane-Köse ve Ordu-Çaybaşı’nda görev yaptıktan sonra bu yıl Fatsa da göreve başladım. Bana yaşamım boyunca destek olan ve hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan başta babam Salim KOCATEPE olmak üzere aileme ve öğretmenlerime sonsuz şükranlarımı sunuyor ve tüm öğrencilere hayatlarında başarılar diliyorum.

SERPİL ŞAHİN 25/02/1979 Fatsa doğumluyum.Lise öğrenimimi gördüğüm Bolaman Lisesinden 1995/96 eğitim öğretim yılında mezun oldum.19 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesini kazandım.İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesinde uzmanlığımı tamamladım. Şu an Zonguldak Atatürk Devlet hastanesinde anestezi uzmanı olarak görev yapmaktayım.

NURCAN AYDIN (CİHAN) 1982-1983 dönemi Bolaman Lisesi mezunuyum. 1988 yılında Ankara Ün.Eczacılık Fakültesini bitirdim. Halen Ordu ili Aybastı ilçesinde serbest eczacı olarak çalışmaktayım. Bu arada 2 yıl Ordu ceza infaz ve tutukevi izleme kurulu komisyon üyeliğinde ve 4 ay Aybastı Lisesinde Kimya öğretmenliği yaptım, mesleğimi çok seviyorum. Boş zamanlarımda kitap okurum, çiçek yetiştirmeyi severim ve müsait zamanlarımda da yurtiçi, yurtdışı gezilere katılırım.

06


FATSA

HALI VE ÇAMAŞIR YIKAMA KOLTUK ve ÇEKYAT TEMİZLİĞİ YORGAN - BATTANİYE - STOR - MASA ÖRTÜLERİ FIRIN PASA BEZLERİ Ücretsiz Servis İmkanı ile Evden Alıyor, Eve Teslim Ediyoruz!

ALO SERVİS 423 60 68 - 424 25 28 0537 783 52 52 Kurtuluş Mh. Reşadiye Cd. No: 328/A

Fatsa/ORDU


MİSAFİR KALEM

BOLAMANLI ÇOCUK KİMDİR? BOLAMANLI ÇOCUK KİMDİR?

Fatin Hazinedar Bolaman Lisesi 1982/83 Dönemi Mezunu

08

Çocuk, uyanır uyanmaz her sabah yaptığı gibi soluğu denizin kenarında alır. Tıpkı diğer kıyı çocukları gibi… Kıyı çocuğu ne yapar? Yatağından kalkar ve doğruca kendini kıyıya atar. İlk işi dalgalı mı yoksa, dingin mi diye denize bakar. Kıyıda çekili tembel kayıkları kontrol eder. Genel bir yoklama yapar. Kim denize açılmış kim kalmış? Olmadı bir çakıltaşı alır ve fırlatır denize. Çocuk tüm bunları yaparken havada uçan akkuşların(1) birisi bir soru işareti düşürür çocuğun kafasına. “Yüzyıllar öncesinde de burada çocuklar taş atar mıydı denize? Benim gibi bakar mıydı ufka doğru? Denizine elini sokar mıydı? Bu kıyıların adı ne idi? Acaba şu karşıdaki küçük ada gene orada mıydı? “ Sorular birbiri ardına uçarken aklında, birden duyduğu ses ile irkilir.”Hey çocuk buraya bak!” Çocuk korku ile sesin geldiği yöne bakarken sesin karşısında duran küçük ada’dan geldiğini anlar. Ada onla konuşuyordur. Çocuk rüyada mıyım diye gözlerini ovuşturur. Değişen bir şey yoktur. Ada konuşmaya devam eder.” Ovuşturma gözlerini rüyada değilsin ben konuşuyorum. Evet, bu kıyı da daha önce yaşayanlar da senin gibi yedikleri eriklerin çekirdeklerini kayaların üzerinden denizanalarına isabet ettirmeye çalıştı. Yine bu kayalıklardan ilk balıklarını tuttular, yosunların üzerinde iki dombayın konuştuğunu, biraz ileride teke’nin bir deniz salyangozunun kapısını tıklattığını izlediler. Kıyıya yüz kulaç kadar uzakta olan bana doğru kulaç attılar. Golibicekleri(2) taşladılar, dalgalarında viya çektiler. Dalgaların karayı öpüp öpüp kaçtığı kumsalda bıraktığı dudak izinden denize doğru yürüyüp ve deniz tekrar kıyıya doğru dudak uzattığında geri adımlarla koşarak diğer çocuklarla hep bir ağızdan ” deniz bizi tutamaz... Deniz bizi tutamaz” diye bağırdılar. Onlar kimler miydi? Bu çocuklar M.Ö Pontos krallığında Sideliydi, M.S Roma Krallığında Polemonionlu, Bizans imparatorluğunda Polemonlu, Osmanlı İmparatorluğunda Virane-i Ayasma Kal’a lı, Çukurkışlaklı, Aya Kaleli, Türkiye Cumhuriyetinde ise Bolamanlı idi. Bu çocuk aslında hep aynı çocuktu. Yani sendin. Çocuk duydukları karşısında yarı korku ile yarı merakla sessizce küçük ada’yı dinliyordur. Ada konuşmasına devam eder.” Şimdi sana yaşadığın yer ile biraz tarihi bilgi vereceğim ama sıkılmak yok tamam mı?” Çocuk kafasını sallar yine sessizce ve merakla dinlemeye devam eder. “ Bak bu toprakların kısa bir tarihini anlatıyorum şimdi. Aklını karıştıran ikl sorudan başlayayım istersen. Bolaman adının anlamı nedir? Hemen yanıtlayayım. Polomonion, Helen dilinde, “Polemon yeri” demektir. Bolaman, Polemonion kelimesinden bozmadır. Peki! “Polemon Yeri” adı nereden gelmektedir? Bunun da yanıtını bulmak için Roma devrine kadar uzanacağız. Sezar’ın öldürülmesinden sonraki dönemde, Roma’ya bağlı doğu ülkelerinde Roma Cumhuriyeti adına Marc Antonius’un egemenliği süre giderken. Pontos Kappadokia’sı bölgesinde Leodakia valisi Polemon’u (I.Polemon) M.Ö 26 yılında hükümdar ilan eder. Polemon,bu durumda bağımlı krallığının başında kalır.M.Ö 8 ‘de ölür. İmparator Gaius (Caligula) (M.S. 37-41) yaptığı düzenlemeler sırasında, Pontos’a vasal kral olarak çocukluk arkadaşı olan II. Polemon’u atar. Claudius (M.S. 41-54) imparator olduktan sonra 41 yılında bazı değişiklikler yapar. Bosporos krallığını II. Polemon’dan alır, bunun yerine ona, Pontos’a ek olarak Dağlık Kilikya’nın (Kilikia Trakheia) vasal krallığını verir. Söz konusu Polemon’lar dolayısıyla, onların krallık ettiği ülke bölümüne Roma’lılar Pontus Polemoniacus (Polemon’sal Pontos,Polemon Pontos’u) demişlerdir.Polemonion yani “Polemon Yeri” adı da buradan gelmektedir. Karıştırılan bir bilgi konusunda burada uyarmak istiyorum. Polemonion yerleşim bölgesi I.Polemon tarafından değil, II.Polemon tarafından kurulmuştur. Nereden mi biliyorum? Bunun için sadece ünlü coğrafyacı


uygun olacağına açıklık getiren bir tezkere yayınlar. Bu tezkere İttihat ve Terraki liderlerinden Osmanlı Harbiye Nazırı Dönemin Türkçülerinden Enver Paşa,23 Kanun –ı evvel 1331’de (5 Ocak 1916) bir emirname yayınlayarak uygulanacak esasları bizzat belirler. Bu emirnameye göre; Osmanlı ülkesinde Ermenice, Rumca, Bulgarca, hatta İslam olmayan kavimlere ait vilayet, sancak, kasaba, köy, dağ, nehir gibi bütün adlar Türkçeye çevrilecektir. İşte bu emirnameden nasibini alanlardan biri de Bolaman’dır. Şimdi sıkı durun yayınlanan listede Bolaman’ın adı şöyle değiştirilmiştir; “Süleyman”. Sen ilk şoku atlatana kadar ben yakın çevredeki diğer yerlerin adını da yazarak artçı şoklara getireyim. Fatsa’nın adı “Yalı Saray”, Terme kazasının adı “Sancaklı”,Ünye kazasının adı “Bahçe saray” ,Gölköy’ün adı ”Payaslı Hoca” olarak değiştirilecekti. Ama o sırada Trabzon’da Rus işgali olunca bu emirname uygulanamadı. E sanırım bu bilgiyle de epey aydınlanmış oldun çocuk. Hemen sorayım şimdi. Nerelisin? Sideli mi? Polemonionlu mu? Virane-i Kal’a-i Ayasmalı mı? Çukurkışlaklı mı? Aya Kaleli mi? Yoksa direkten dönen Süleymanlı mı? Çocuk bir çırpıda yanıt verir. “Bolamanlıyım” Küçük Ada hemen ikinci sorusunu sorar.” Öyleyse benim adım nedir?” Çocuk gülümseyerek yanıtlar; “Bunun yanıtını ben Bolamanlıyım” diyen her çocuk bilir.

(1) Bolaman, Fatsa, Ünye civarında martıya verilen ad (2) Yine Bolaman ve Fatsa civarında karabatak’a verilen ad

Bolaman Ticaret Meslek Lisesi

Strabon’un ünlü eseri Geographika’nın sayfalarını karıştırman yeterli, Strabon’un haritasında Side tam olarak Bolaman’a denk düşmektedir. Buna göre de Bolaman’ın M.Ö 18-19 yıllarında ki adı Side’dir. Ayrıca Strabon’un bu eseri MS.1819 da yazdığı kabul edilir.I.Polemon (M.Ö 26- M.Ö 8) tarihleri arasında yaşadığına göre I.Polemon zamanında (M.Ö 26M.Ö 8) Polemonion diye bir kent,kurulmuş olsa bile en azından adının Polemenion olmadığıdır. II.Polemon M.S 38 yılında hükümdar olduğuna göre bu kentin II.Polemon tarafından kurulup geliştirildiği ortaya çıkar. Araştırdığımızda Polemenion adını, bu topraklarda tarih boyunca yaşayan çeşitli hükümdarlıklar zaman zaman kendi dillerine uygun seslerle söyleseler de günümüze kadar çok az bir bozulma olarak kendi dilimize uygun hale getirip Bolaman olarak korumuşuz. Osmanlı İmparatorluğu zamanında Bolaman adı söylense de tahrir defterlerinde üç isime rastlıyoruz. Virane-i Kal’a-i Ayasma (Kale Mah.yani şimdiki merkez) ,Çukurkışlak ve Aya Kale (Bu isim hatta günümüzde bile “Haya kalesi “ olarak söylenmektedir.) 1455 Tahrir Defterini hazır ele geçirmişken bazı mahalle ve köy isimlerine göz atalım. Mezra’a-i Kömürlük (Kömürlük Mahallesi),Mezra’a-i Lalelü (Laleli),Karye-i Yassıbağçe (Yassıbahçe),Karye-i Buhari (Buharı Köyü),Karye-i Gavraz (Kavraz Köyü),Akçakilise (Akise Mah.), Buraya kadar olanları belki az çok biliyorsundur.Ama şimdi anlatacağım adı eminim ki bilmiyorsundur.Sıkı dur!.. Lafı çok dolaştırmadan konuyu hemen anlatayım. Osmanlı ülkesinin Türk –Müslüman ülkesi olduğunu pekiştirme adına, Dâhiliye Nezareti Osmanlı ülkesinin şehir kasaba ve köylerden bazılarının Osmanlılığa (Türklüğe) uygun olmayan adlar taşıdığından, bunların mevcut yeri ve tarihle ilgileri göz önüne alınarak uygun bir adla değiştirilmesine karar verir. Bu iş için komisyonlar oluşturulur. Türkçe olmayan o zamanın deyişiyle “terbiye-yi milliye mugayir” isimler tespit edilmeye başlanır. Bunun için Dâhiliye Nezareti, hangi adların değiştirilmesinin

09


GEZELİM GÖRELİM

YÖRESEL MİMARİYE İLGİNÇ BİR ÖRNEK

KUTLUCA KÖYÜ CAMİİ Okulumuz öğrencilerinin bir kısmının geldiği Perşembe ilçesine bağlı Kutluca Köyünde bulunan camiyi gezdik. Kutluca Köyü cami yanı mevkiinde bulunan cami kırma çatılı olup 19.yüz yıl sonlarına tarihlendirilmektedir. Mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait olan dikdörtgen planlıdır.

10

A

hşaptan,tamamen çivisiz, birbirine geçmeli olarak yapılan caminin girişi kuzeyden ve kuzeybatı köşeden birer açıklık ile sağlanmaktadır.Cephelerde iki katlı pencere düzenlemesine yer verilmiştir.Caminin minberi ahşaptan süslemesiz olarak yapılmış olup konik külah ile sonlandırılmıştır.Mahfil cami içerisinde güney cephe hariç üç yönü dolanarak(U) şeklinde düzenlenmiştir. Cami yerden yarım kerte yüksekliğindeki taşlar üzerine yerleştirilerek nem ve rutubetten korunmaya çalışılmıştır. Cami günümüzde kullanılmadığı için bakımsız kalmış,çatıda yer yer su almış,zemin ahşabında bozulmalar meydana gelmiştir.Kutluca Köyünde görüştüğümüz köy sakinleri;caminin yapılışı sırasında cami yerinin köyün yukarısına planlandığı,fakat cami için getirilen malzemelerin geceleyin bilinmeyen bir şekilde eski cami yerine taşındığını canlı tanıklardan dinlediklerini ifade ettiler.Bu konu köyde bir menkibe şeklinde nesilden nesile aktarılmaktadır. Cami vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından korumaya alınmış olup,tadilatı gerekmektedir.Bizde böyle bir eserin aslına uygun bir şekilde restore edilerek yaşatılmasını temenni ediyoruz.


ÖMÜR DEDİĞİN... BİR ASIRLIK ÇINAR Perşembe Kutluca Köyünde yaşayan Tevfik Dede’yi evinde ziyaret edip, kendisiyle uzun bir sohbet gerçekleştirdik. Fotoğraflarda da görüldüğü gibi kendisi gayet dinç ve sağlıklı. Hiç teklemeden, tereddütsüz bir şekilde bir asırlık yaşamından ilginç hikayeler anlattı. 1911 doğumlu olan Tevfik Dede Seferberlik dönemini(1914-1922), o dönemde mahallelerinde türeyen çeteleri, bunlara karşı verilen mücadeleyi, cepheye giden erkeklerin geride kalan ailelerinin yaşadıkları sıkıntıları, Rus tehlikesine karşı Trabzon tarafından gelen ailelerin köydeki evlere nasıl dağıtıldığını, kıtlığı ve açlığı, askerliğini, 2. Dünya savaşı yıllarında Çatalca’da askerlik yaptığını, Balkanları işgal eden Alman tehlikesine karşı nasıl barikatlar oluşturduklarını uzun uzun anlattı. güzel olmasının sağlığında önemli bir etken olduğunu da söyledi. Bu zamana kadar 8 yıl önce katarakt ameliyatı olduğunu,bunun dışında doktor kapısına gitmediğini de ifade etti. Biz kendisini süremiz ölçüsünde kaydettik. Fakat

anlatması gereken daha çok şey var ve bunun mutlaka görüntülü olarak kayıt altına alınması gerekir. Bu konuda da gerekli yerleri bilgilendirerek görevimizi yerine getirdiğimize inanıyoruz. Tevfik Dede’ye sağlıklı nice yıllar diliyoruz.

NOSYON BİLİŞİM 0452 423 17 27

Mustafa Kemal Paşa Mh. Meydan Sk. No: 11 Fatsa / ORDU

Bolaman Ticaret Meslek Lisesi

Küçüklüğünden itibaren süt, yoğurt, tereyağı ve yumurta ile beslendiğini ifade eden Tevfik Dede ayrıca sürekli 650 mt yükseltide günlük 12 kilometre yürüyerek hızar kestiğini söyledi. Çalıştığı ve yaşadığı yerin suyu ve havasının

11


MAKALE

OKUMA VE AYDINLANMA ÜZERİNE…. Okuma kültürü üzerine söylenecek çok şey var.Önce niçin okumadığımızın üzerinde durmak lazım. Niçin okumuyoruz sorusuna pek çok cevap verilebilir. Toplum yapısından,çevreden,arkadaş çevresinden,eğitim sisteminden,sınav sisteminden kaynaklanan pek çok gerekçe sayılabilir ve hepsinin de doğruluk payı vardır.Tarihsel olarak baktığımızda,medreselerin 13.yüzyıldan itibaren sadece din ve hukuk eğitimi veren kurumlara dönüşmesi ve pozitif bilimlerin ihmal edilmesi,Moğol istilasının bilim ve kültür dünyasına verdiği zarar(Bağdat’ta yüz binlerce kitabın yok edilmesi), matbaanın çok geç kullanılması,okuma yazma bilenlerin çok az olması gibi nedenler bilginin yayılmasını ve paylaşılmasını zorlaştırmıştır. Oysa günümüzde artık bu türden olumsuz koşullar yok.O zaman neden okumuyoruz?

Metin BEKCİ Okul Müd. Yrd.

Kitap satışları,gazete tirajları,dilimizi kaç kelimeyle konuşuyoruz? gibi istatistiki bilgiler zaten okuma kültürü konusunda çok geride olduğumuzu ortaya koyuyor. Az okuyan,yazmayan,dilinin muhteşem zenginliğinin içerisinde fakirlik çeken,ancak birkaç yüz kelimeyle konuşan bir toplum olduğumuz aşikar.Bu olumsuz tabloya bir şeyin zorunlu olarak yapılması ya da yaptırılması da eklenince insanın üzerinde olumsuz bir etki bırakıyor.Sürekli okuyun,okuyun denilmesi toplumun da öğrencilerimizin de çok okumasını sağlamıyor..Hatta aksi bir tutum geliştirilmesine yol açıyor.Bir insanın önce bu kapıdan, yani bilgi açlığını hissetme kapısından içeri girebilmesi lazım.Yani o dünyayı keşfetmesi,bilgi deryasında gezinmenin zevkine ve mutluluğuna ulaşması ancak böyle mümkün olabilir.İnsan acıktığında nasıl yemek yeme ihtiyacı hissediyor ve damak zevkine uygun tatlar arıyorsa,bunları yerken nasıl mutlu oluyorsa okumaktan da böyle zevk alabilmelidir.Öğrenmek ve bilgilerin kalıcı olmasını sağlamak bence ancak bu duygularla okursak mümkün olabilir.Bir şeyi öğrenme zorunluluğu insanı strese sokmakta ve zihni engelleyici olabilmektedir.Okuma aşkı ve hevesi sanırım kampanyalarla,seferberlik ilan etmekle gerçekleşecek bir durum değil.Bununla belli ölçüde başarı sağlayabilirsiniz fakat bu geçici olacak ve diğer yaptığımız işlerdeki gibi kişilere bağlı kalacaktır.Esas mesele kalıcı bir okuma aşkını nasıl sağlayacağız?Gençlerimiz bilginin,kişinin kendisine yaptığı yatırımın önemini ve mutluluğunu nasıl keşfedecekler? Toplumsal kültürün etkileri okuma sorununun temelinde çok önemli bir faktördür. Basit bir örnek vereyim:Nüfusu bizden çok az olan Azerbaycan’da 3680 kültür evi,4605 kütüphane var.Ülkemizde ise 1435 kütüphane mevcut.Azerbaycan’da her evde mutlaka bir kitaplık ya da kütüphane mevcut.Bizde kitaplık ya da kütüphane anlayışının çok geliştiğini söyleyemeyiz.Maalesef daha çok gelişen kitaplıklara yapılan süs ve dantellerdir.Azerbaycan örneğini vermemin sebebi eski Sovyet kültü rünün,edebiyatının,eğitiminin onlarda bıraktığı izdir. Genellikle çok okumanın,derin bir bilgiye sahip olmanın değersizleştiği,değerli olmaktan çıktığı bir dönem yaşıyoruz.Bir taraftan bilgi çağında yaşadığımızı söylüyoruz ama ülke ve toplum olarak maalesef yeterince nasiplenemiyoruz.Genç neslimizin çokluğuyla övünüyoruz ama onları bu güzel dünyanın,okuma dünyasının içine çekemiyoruz.Tüketen tükettikçe mutlu olan,mutsuz olunca tekrar tüketen bir gençlik modeliyle karşı karşıyayız. Değer üretemeyen,mevcut değerlerini koruyamayan,kültürünü zenginleştiremeyen bir toplumun geleceğe çok güvenle bakamayacağını düşünüyorum.Ortak duygular geliştirebilmeliyiz.Ortak değerler üretebilmeliyiz. Ortak duyguları olmayan,aynı şeylere sevinip üzülmeyen bir toplumun çok sağlıklı olduğunu söylemek mümkün değildir.Çocuklarımız arasında da sağlıklı bir iletişim kuramıyoruz.Okuduğu aynı kitabı,romanı,hikayeyi,makaleyi,şiiri birbiriyle paylaşabil en,tartışabilen,bunların tadına varabilen, empati kurabilen bir gençliğin varlığından söz edebiliyor muyuz?İnsana özgü farklı duyguları,davranışları öğrenebilmeliyiz ki sağlıklı bir duygu dünyasına sahip olabilelim.Bütün bu saydıklarımızın gerçekleşmesi insanlardaki okuma alışkanlığı ve buna bağlı olarak ufuk genişliği ile mümkündür. Toplumda yaşanan şiddet olaylarında da bu eksikliğin izleri mevcuttur.Kadına şiddetin sürekli gündemde olduğu,ufak bir olayda bile insanların birbirine girdiği bir

12


paylaşamayan,bir arada yaşamalarına rağmen ruhen yalnız insanlar haline geldik.Bu sıkıntılardan arınmak ancak okumakla,aydınlanmakla,sevgiyle mümkündür.Yazar Doğan Hızlan’ın bir yazısında okuma kültürü üzerine ilginç bir örnek vardı.İnsanların okuma alışkanlığı kazanmasına katkıda bulunması umuduyla burada paylaşmak istiyorum: Olayın kahramanı, taksi şoförlüğü yapan Mehmet Solak. Solak, Sefaköy’de Çınar Yolu Taksi’de çalışıyor. Onun taksisine binen arkadaşımın anlattığına göre, Solak haftada üç kitap okuyormuş. Evli insanlar, işten eve döndüklerinde, evde onları bekleyenlerin en sıradan talepleriyle karşı karşıya kalırlar. Ev halkıyla görüşüp konuşmalarıdır bu talepler. Aile bireyleri bunu ister. Gelin görün ki Mehmet Solak, eve döndüğünde her gün mutlaka bir saat kitap okuyor. En sonunda eşi yakınıyor... “Yeter kitap okuyorsun her gün. Eve geldiğinde, kitaba gömülüyorsun, vakit geçirmiyoruz beraber, konuşamıyoruz.” Solak, ilk önce eşinin kitap okumaması ve kendisinin de okumasına karşı çıkması üzerine birkaç gün konuşmayıp küsüyor. Sonra bakın ne diyor? “ŞİMDİ birbirimize bakacağız, gülüp konuşacağız, görüşeceğiz. Yan yana oturup filmler izleyeceğiz. On yıl geçtikten sonra, yüz güzelliği geçecek, sonra ne diyeceğiz birbirimize? O yüzden içimizi, aklımızı güzelleştirmeliyiz şimdiden. Biz birbirimizi ve kendimizi kitap okuyarak geliştirirsek, dünya en azından bizim için daha yaşanılır, daha mutlu bir hal alır. Hayatımız anlam kazanır. Çocuklarımıza da böyle bir dünya sağlarız.” Sonunda eşine bir kitap verip, onun da okumasını istiyor. İlk başlarda eşinin sıkıldığını görünce şöyle bir anlaşma yapıyorlar: Aynı kitabı bir akşam Mehmet Solak, bir akşam eşi bir saat süreyle sesli olarak birbirlerine okuyorlarmış. Bu sayede hem eşi kitap okuma alışkanlığı kazanmış, hem de okudukları kitaplar üzerine birbirleriyle daha çok sohbet eder olmuşlar... Eşi de kitabın büyüsüne kapılıyor, önemini kavrıyor, sürekli bir kitap okuru haline geliyor. Şimdi ise okudukları kitapları değiş tokuş ediyorlar. Toplumumuzun ve özellikle geleceğimiz olan gençlerimizin; okumanın tadına varabilmesi,bunu sevgiyle ve istekle yapabilmesi,soran,sorgulayan,araştıran,toplumla barışık,sevgi dolu olabilmesi,temel insani değerlere ve haklara sahip çıkabilme yetisine sahip olabilmesi umuduyla……….

Bolaman Ticaret Meslek Lisesi

toplum durumundayız. Oysa bir aşktır okumak.hayatımıza doğal bir şekilde girebilmeli ve kalbimizden içeri süzülebilmelidir.Yoksa kampanyalarla,seferberlik ilan edilerek olacak bir şey değildir. Bu anlamda biz öğretmenlere de önemli görevler düşüyor.Rol model olabilmeli,nasihat yerine kendi yaşantılarımız yoluyla etkilenmeler sağlayabilmeliyiz.Bulancak Lisesinde bir Edebiyat öğretmenim vardı Ali SOYSAL isminde ve bize 100 yapraklı bir şiir defteri hazırlatmıştı:seçme şairlerden seçme şiirler.Şiiri sevmemi hep oraya bağlıyorum.Ayrıca bir Edebiyat yardımcı kitabım vardı,derste kitabın yazarlarına bakıp kendisinin okuldaki hocaları olduğunu söylemişti bunu unutmuyorum. İnsan iyiyi de kötüyü de hatırlıyor. Güzel sohbetlerin yapıldığı,insanların birbirinden feyz aldığı,dedikodu ve fitnenin olmadığı sohbet ortamları hayal ediyorum.O sohbeti paylaşan insanların ruhen zenginleşmesi, hayata dair yeni bakış açıları yeni ufuklar kazanması, yeni yepyeni yaşamlara, hayallere doğru yelken açması ne kadar güzel olur değil mi?Böyle bir toplumun hayali bile insanı mutlu ediyor.Gençlerin birbirleriyle sağlıklı iletişim kurduğu,devraldıkları mirası daha ileriye taşıdığı bir toplum elbette hepimizi mutlu edecektir.Okuma alışkanlığı ve okuma zevki kazanmış, kültür birikimi zengin bir toplum hâline ancak böyle gelebiliriz.Özellikle ilköğretim ve lise çağında aynı eserleri okumuş, o eserlerdeki dil varlığı ile duygu ve düşünce zenginliğini fark etmiş, hatta özümsemiş bireylerden oluşan toplum, hiç şüphesiz daha hoşgörülü, daha paylaşımcı, kültür seviyesi yüksek, bağımsız ve demokratik düşünce kabiliyeti kazanmış bireylerden oluşacaktır.Bu birey yapısına ulaşma hedefinin maalesef çok uzağında olduğumuzu düşünüyorum. Okumaya ihtiyacımız var çünkü farklı duygu ve düşünceleri anlayabilmemizi sağlayacaktır.Okumaya ihtiyacımız var çünkü kalplerimizi yumuşatacak,insani duygularımızı,merhametimizi artıracaktır.Okumaya ihtiyacımız var çünkü daha yaşanası bir dünya ancak böyle mümkün olacaktır.Okumaktan kastımız kesinlikle çok fazla bilgiye sahip olmak değildir.Hayatla barışık,insanlarla sağlıklı iletişim kurabilen,toplumsal yaşama uyum sağlamış bireyler olabilmesidir. Ne yazık ki gelişen teknoloji,insanların her şeyin en yenisine,en güzeline sahip olması;evlerin,arabala rın,kıyafetlerin en güzeline sahip olunması dünyamızı güzelleştirmeye,insanları medenileştirmeye ve çağdaşlaştırmaya yetmiyor.Asıl yenilenmesi,tazelenmesi ve güzelleştirilmesi gereken kafalarımız.İnsanlar yaygın bir yanlışın peşinden doğruymuş gibi koşuyorlar.Hayatı

13


ÖĞRENCİLERİMİZDEN

kartpostal GAMZE ÇALIŞKAN

12-FEN

Evden aceleyle çıkmış ağır aksak yürümeye çalışıyordum. Birden ayakkabı bağımın çözüldüğünü fark ettim. Okulun önündeki kaldırımda ayakkabılarımı bağlarken karşıdaki kırtasiyenin sattığı kartpostallardan birine takıldı gözüm. Bir kadın ve bir çocuk… İçimde tarif edilmesi zor bir duygu oluştu. Bu çantamdaki böreğin kokusunu bastıran bir duyguydu. İşte o anda anne kokusunu hayal ettim. Fazla hatırlamıyorumla başlayan cümleler uzaktı bana annemden bahsederken. Çünkü ben ha-tır-la-mı-yor-dum. Küçüklüğümden beri dinlediğim bir masaldı annem aslında. Beni dünyaya getirirken, bana bir can, bir nefes verirken kendi nefesinden gökyüzünde bir melek olmuştu. Meleklerin kanatları vardı, gökyüzünden bizleri izleyip, çocuklarını korurlardı. İşte o ana kadar annemden bahsedilirken hüzünlensem de, bu kadar kötü olmamıştım. Alt tarafı boyayla renk verilmiş bir kartpostaldı beni böylesine duygulandıran. Kimseye böyle sarılmış mıydım veya biri bana sarıldığında, benim yüzüm onun yüzü, benim yüreğim onun yüreği olmuş muydu? Ben kimsenin kızı olmuş muydum? Bu kendimle yaptığım hesaplaşma yüzümü düşürse de bu kartpostal benim miladım olacaktı. O gün okuldan sonra eve gitmedim. Bayramlarda gittiğimiz, giderken sesimi çıkarmasam da içimin sıkıldığı mezarlığa, bütün on yaş cesaretimle gittim. Artık on yaşındaydım artık

diye diye. Babamla gittiğim zamanlar hiç etkilenmezdim. Babam bir bana bir toprağa bakar gözlerini ovuştururdu. Bense ilk defa bugün etkilendim. Gözlerim kendini salıverdi. Gözyaşlarım kalbime inmişti. Kolay değildi annesizliğe uyanıyordum.Koşarak oradan uzaklaştım. Eve gittim, hep o kartpostalı düşünüyordum. Babama ilk defa annemi sordum; babam şaşırdı uzun uzun baktı. Anlamaya başladı anlatılanlar bir sis perdesi gibiydi; zihnimde, yüreğimde canlanamadı. Kartpostal kadar somut olamadı. Ertesi gün resim dersinde çocuk yüreğimle ve ellerimle annemi çizmeye çalıştım. Hep bir şeyler eksik kalıyordu. Tekrar tekrar çiziyordum. Suskunluğum gittikçe arttı öksüzlüğümü anlamam on yıl sürmüştü. Daha az dışarı çıkar olmuş. Daha az konuşur olmuştum. Suçlu gibiydim;ayakkabımın bağı çözülmese annemi hiç hatırlamayacak mıydım? Günlerce kendimi sorguladım. Bu sorgulamalarım sırasında resimdeki eksikler tamamlanmaya başladı. Annemi arayış beni güzel sanatlara yöneltmişti. Duygularımı resimle anlatır olmuştum. Belki de anneme olan borcuma bir yenisi daha eklenmişti. Benim de anneme ait bir resmim vardı. Belki de o resim bir anne resmiydi. Baktığımızda annemizi görebileceğimiz sıcaklık ve sevgiden başka bir şey değildi.? Bir kartpostal anne ve çocuk…

eve dönüş BETÜL ÖZDEMİR

11-B

Bir sonbahar akşamı yağmur bardaktan boşalırcasına yağıyordu. Art arda çakan şimşekler insanın içini ürpertiyordu. Güçlükle hareket eden, araba bu kasvetli yolculuğun ardından evin önüne yaklaştı. Kadın, terk etmek zorunda kaldığı evini yıllar sonra ilk defa görüyordu. Bir süre arabanın içinden evini seyretti. Zaman her şeyi nasıl değiştirmişti. Ürkek adımlarla arabadan indi. Hazan mevsiminin yerlere bir halı gibi serdiği yapraklar sokak lambasının ışığının etkisiyle altın sarısı gibi parlıyordu. Yaşının ve yılların verdiği yorgunlukla ağır ağır basamakları tüketti. Kapıya yaklaştığında bütün mazi bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçti. Yavaşça

14

kapıyı araladı. Yirmi beş yıl önce kentin en lüks evlerinden olan bu ev,şimdi bedeninden bir parçasını kaybetmişçesine duvarları rutubetlenmiş, boyaları dökülmüş, yosun kaplamış pencerelerle karşısında duruyordu.Yıllar birçok şeyi alıp götürmüştü bir bir. Özlem dolu gözlerle uzun koridorlardan ilerleyip salona girdi. Birden kulağına gramofondan en sevdiği şarkının nağmeleri geldi.Bu nağmelerin etkisiyle derin bir düşünce dalmış piposunu tüttüren eşi duruyordu. Etrafta çocuklar koşuşturuyor ve yemek masası hazırlanıyordu. Birden duvardaki sararmış olan takvimin yirmi beş yıl öncede kaldığını görünce; birden irkildi. Zaman tünelinde yorgun bedenini, derisi soyulmuş koltuğa bırakıverdi.


bal kabağı hayaller BÜŞRA SÜZEN

11-C

Uzun geçen bir günün ardından, bütün yorgunluğumuzu unutmak için başımızı yastığa koyduğumuzda başlar her şey. Gecenin sessizliği tüm odayı kapladığı anlarda, parlayan yıldızları seyre dalarız. Daha sonra Ay’ın muhteşem dansıyla karşılaşırız. İşte tam o sırada bir balkabağı çıkarırız yastığımızın altından; içinde sahte dünyamızı sakladığımız. Kimselerin bilmediğini paylaşır, kimi zaman o ruhsuz bedenini gözyaşlarımızla ıslatırız. Hayallerimiz kısacık bir öykümüzdür bu hayatta. Bazen doğru adrese varmadan yanlış posta kutularından çıkar.

gel desem Ben hep kuytu köşelerde sensizliği seçtim, Sevmelerim yetmedi seni bana getirmeye Puslu sevda masalında. Kirpiklerin parmaklık olduğundan beri Gözlerine hapsoldum. Gel desem de gelmezsin, bilirim Yollarım dar gelir adımlarına

Başkalarının hayatında bazen bir figüranızdır. Bilmediğimiz hayatları yaşar, bilmediğimiz dilde şarkılar söyleriz. Soğuk bir kış sabahı sokaklarda yalınayak yürür buluruz kendimizi… Göz kapaklarımız bütün ağırlığıyla gözlerimizi kapatırken, kendi masalımızda harikalar yaratmaya çalışırız. Her şey yerli yerindedir. Üzerimizde hayallerimizi sürüklediğimiz bir elbise, ayağımızda camdan bir ayakkabıyla birden bir baloda buluruz kendimizi. Tam o sırada bir gonk sesiyle irkiliriz. Her şey darmadağın olmuştur. Geriye kalansa bal kabağı hayallerimizdir.

BANA BENİ VER Bir ben kalmışım ayazda, Sevmelerde geciken bir sevdalı rolü düşmüş üstüme, Susuşlarım, çaresizliğimin pimini çeker Yok oluşlarım sessiz ve sensiz Bana beni ver. Nefes almalarım bile ölümü çağrıştırır sensiz Usul usul üstüme sinen sensizlik, bensizlik olmuş habersiz Bana beni ver

Yağmurlarla çoğalttım seni, Her çoğalışında ise kaybettim. Hem benim çok uzağımdasın, Hem de çok yakınımdasın. Bilinmezlikler içinde sır olan sevgili Kır şu yalnızlık zincirini Sürgün etme yokluğunu yalnızlığıma. Gel desem gelmezsin bilirim. Yolların dar gelir adımlarıma.

Aşkın şarabına varmış sevgili, Ben yokluğunun şarabında boğulmuşum. Kalbim aralıktan sızan yokluğunda üşüdü, Gelmelerin ve gidişlerin kalemimin dili oldu. Bendeki senler birikti ey sevgili Sendeki beni ver.

BÜŞRA SÜZEN BÜŞRA SÜZEN

11-C

11-C

Bolaman Ticaret Meslek Lisesi

Tercümesiz acılarım oldu gelmeyişlerinde, Kimsesiz kaldım sevmelerde. Yitik aşkımın sancıları yıkıp geçse de benliğimi Ben gözlerinde buldum bendeki beni.

15


ÖĞRENCİLERİMİZDEN

hayatta en çok babasını seven şair

Ben hayatta en çok babamı sevdim Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk Çarpık bacaklarıyla ha düştü ha düşecek Nasıl koşarsa ardından bir devin O çapkın babamı ben öyle sevdim Can Yücel’in bu mısraları beni şairin diğer şiirlerine ve kendisine yöneltti. Çocuğun dünyasıyla şair, babasına olan sevgisini ne güzel anlatmıştı. İstanbul doğumlu olan şair, İstanbul’a ve boğaz’ın martılarına hayrandı. Bir şiirin de “martıların İstanbul’u” diyor boğaza ve ekliyor “martılar çocuklarıdır denizin” Martılarla İstanbul’u ,denizi böyle bütünleştirmiştir. Şairin, bazı dizeleri özlü söz haline gelmiş olup, günümüzde sıkça kullanılıyor. Örneğin, çok konuşup da söylediğini yapmayanlara “İş konuşmak olunca mangalda kül bırakmayanlar; iş icraata gelince ortada yoklar diyor.” Doğru da söylüyor günümüz insanının tembelliğini ne güzel de anlatıyor hiçbir şey yapmadan yapılanları acımasızca eleştirmiyor muyuz? Yaptığı bir işe bahaneler bulanlara ise “ Yaprak ağaçtan sıkılmıştı, sonbahar bahaneydi. ” gerçekten hayata dair, insana dair sözler bize kendimize anlatıyor. Ayrılıkları, acıları dizelere yükleyen şair “ Vedalar acıtsa da bazen gitmek gerekir” diyor gitmek zorunda kalanlara ve kendisinden gidenlere.evet ayrılmak gitmek zorunda kalmak canımızı acıtsa da bazı durumlarda vedalaşmak en doğrusu galiba. Bir başka dizesinde “bilinmedik bir hüzün var içimde, bir gariplik… Anladım ki ya ben fazlayım bu şehirde ya da biri eksik” bırakıp gidenler arkalarında doldurulması mümkün

AYLİN YURT

11-C

olmayan boşluklar bırakır.Şair kendini kalabalıklar içinde bile yalnız hissediyor; gideni değerli kılmak için. Belki de hayatı, gidenlerin doldurulmayan boşluğundan ibaretti. Günebakan çiçekleri çok seven şair, kendisini onlara benzetmiştir. Belki de hep ışığı aramıştır günebakanlar gibi 12 Ağustos 1999 gecesi ışığın olmadığı bir gecede vefat eden şair günebakanlarla uğurlamıştır. Geriye ise unutulmayan şiirlerini ve sözlerini bırakmıştır. “Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi”

herkes gibisin Seni beklerken, yıllar önce Terk ediyorum şimdi, seni gizlice. Şöyle bir düşündüm seni dün gece Aslında sende herkes gibisin. Her şeyinle unuttum seni eminim Hiçbir işe yaramaz şimdi yeminim. Gönlünde sana yok artık bir kinim Artık sende benim için herkes gibisin Kalbimle baş başa düşündüm demin Başkalaşmış aşkların hikayesi gibisin Ve şimdi o bomboş kalbimin kentinde Yıllanmış harabelerin ta kendisin. Dudaklarda yaşlanmış artık yeminim Zor oldu ama, unuttum seni eminim Artık yüreğimde yok sana kinim Çünkü artık sende herkes gibisin. AYLİN YURT

11-C

16


liseliydik EZGİ ÖMEROĞLU

12-SOS

Eğitim dediğimiz bu maratonda acısıyla, tatlısıyla dört yılı devirdik. Başlarda ne kadar da masumduk hepimiz. Yepyeni bir başlangıçtı liseli olmak. Hayatın gerçeklerine doğru sessiz bir ilerleyişti. Kimimiz hemen uyum sağladı kimimiz uzaklaştı Bu maratondan. Bu yolda bizi en uyaran kavram “zil” sesi oldu, her çalışın da başka bir alemde bulduk kendimizi. Bazılarımıza zor geldi anlatılanlar ya da anlamak istemedik.Hepsi bilindik nasihatlardı, belki de biz farkına varamadık. Gençtik,delikanlıydık;her şeyi biz bilirdik, ötesi yoktu. Öğretmenlerimizin sesi yankılandı duvarlarda. “Zamanı boşa geçirmeyin” çünkü giden hiçbir an geri gelmeyecekti. Öyle de oldu günler günleri kovaladı. Ayrılık zamanı geldi çattı. Zaman oldu sıralara kazıdık adlarımızı, aşklarımızı. Oysa zihinlere kazınmayı unuttuk. Son sınıfa geldiğimizde öyle bir maraton içinde bulduk ki kendimizi şaşırdık. Bazılarımız yıllardır

koşuyordu, bazılarımız da yeni başlamıştı bu uzun koşuya zaman zaman atak yaptık, hızlandık. Bazen de yokuş yukarı tıkandık, yorulduk. Kimilerimizin bitmez tükenmez şakaları süsledi sıkıcı ders saatlerini, onlar kendine vazife edinmişti sanki bunu. Kimileri derin bir uykudaydı ,uyandırıldı. Ne olursa olsun hepimizin hayalleri vardı. Sırtımızda bohçamız ne doldurduk bilinmez ama umarım ihtiyacımız olduğu zamanlarda içine attığımız öğrenimlerimiz bize yardımcı olur. Şu sıraları paylaştığımız arkadaşlarımızla ayrı ayrı yollarda yürüsekte bizi birbirimize bağlayan okulumuzu, arkadaşlarımızı, öğretmenlerimizi hiç unutmayacağız. Kısa bir süre sonra mezun olacağız. Bizden geriye şairin dediği gibi “ hoş bir sada kalacak “ Hoşçakalın …

akşamlar NAZLI GÜNEŞ

??

Gidiyorum buz tutmuş sokaktan kaçarcasına Soluk bir benizle, bakıyorum etrafa umutsuzca Huzurun yoksun olduğu bu puslu akşamda Yürüyorum ayaklarımın götürdüğü, bu yollarda Titreyiş içinde kaldım, dumanlı bir rüyada Bir gölge yığınının çoğaldığı bu tenhada Ümitsiz bakışlar arasından geçiyorum sokaklarda İçim ürperiyor bu ıssız akşamlarda Ruhunu kaybetmiş insanlar geçiyor bu sokakta Mutsuzluğun birleştiği sisli akşamlarda Uçamayan güvercinlerin feryatları ıssız bir hayata sığdırıyor akşamları

Bolaman Ticaret Meslek Lisesi

Sessiz, puslu bir akşamdayım Karanlık bir sokakta dolaşmaktayım. Kimsesiz çocukların titrek sesleri, Ürkütüyor ,kalbimin derinliklerini

17



Hijlal Kara

T. Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

Yirmi birinci yüzyılın bütün kargaşa ve karmaşasından arınıp gönüllere seslenen Mevlana’yı anlamak, anlayabilmek, nefsimizi arındırmakla mümkündür. Her şey gönül denen odak noktasında toplanıyor, hayata kalp gözüyle bakmak gerekiyor biraz da. Kardeşim sen düşünceden ibaretsin Geriye kalan et ve kemiksin Gül düşünürsen gülistan olursun Diken düşünürsen dikenlik olursun Mevlana bu dizeleriyle insanlığın bitip tükenmez kavgalarına,savaşlarına,hırsla rına en güzel cevabı veriyor.Biz ademoğulları et ve kemiğe bürünmüş olsak da bizi biz yapan ruhumuzdur.Kötülük biraz da insanın kendi içinde değil midir? Hayata nasıl bir aynadan bakıyorsak öyle görmüyor muyuz? Günümüz psikologlarının önerilerini yüzyıllar ötesinden bize vermiyor mu? Her şey kendi elimizde. Yüzde ısrar etme, doksan da olur İnsan dediğin noksanda olur Sakın büyüklenme elde neler var. Bir ben varım deme yoksan da olur. Bırak hayat sana rağmen değil,seninle beraber aksın.Düzenim bozulur diye endişelenmek yersizdir.Böyle gidersen yanındaki dostundan da olursun. Bu dünyada kibrin gereksizliği, varlık aleminden yokluk alemine geçişi, malın mülkün geçiciliğini, mütevazi bir yaşamı anlatırken, mükemmel hiçbir şeyin olmadığını vurgulamıştır. İçinde bulunduğumuz şu yüzyılda bitip tükenmez arzularımızla kirletirken ruhumuzu, acımasızca eleştirirken birbirimizi onun tüm insanlığı kucakladığı şu sözleri en güzel cevap olsa gerek ’’Gel,ne olursan ol yine gel’’din,dil,ırk ayrımı yapmaksızın gel diyor.’’Bin kere tövbeni bozsan da yine gel’’bizse sevdiğimiz bir dostumuzun bir hatasıyla tüm doğrularını götürürken Mevlana “yine gel” diyerek engin hoşgörüsünü ortaya koyuyor. İnsanı ruh, akıl ve sevgi üçgeni içinde sunan Mevlana meşhur mesnevisine “DİNLE” diye, başlamıştır. Susmak ve bir çoğumuzun yapamadığı dinlemek onun felsefesi olmuştur.Bu karmaşanın,akıp giden yaşamın içinde yapamadığımız bir kavram değil midir dinlemek? Zira o kamışlıktan koparıldığından beri aşk ateşiyle yanmaktadır.Bundan dolayı acı acı feryat etmektedir. Topraktan olan bedenimizde ebedi aşkla ruh bulmuş,o sema dönüşü aşkın sembolü mananın ve hakikatin ta kendisi olmuştur. Almak ve vermek ya da dönmek… Mevlana’yı anlamak ve anlatmaya kudretimiz yetmese de Mevlana, okyanusun karanlık sularında dinmek bilmeyen bir fırtınaya yakalanmış ve en şiddetli dalgalara teslim olmuş gemilere ışık veren bir liman.Vuslat dediği, düğün gecem dediği ölümü sevdiren, beyhude geçirdiğimiz şu ömrü gözler önüne serendir.. Onu anlamak hakikate ulaşmak,gönüller arasında yol olmak,köprü kurmak,varlıkta yokluk, yoklukta var olmaktır.Mevlana’yı anlamak madde ve manayı yorumlamaktır, Her gün bir yerlerden bir yerlere göçmek ne iyi Her gün bir yerlerden bir yerlere konmak ne güzel Bulanmadan donmadan akmak ne hoş Dünle beraber gitti cancağızım Ne kadar söz varsa düne ait Şimdi yeni şeyler söylemek lazım. İçinde bulunduğumuz şu yüzyılda kirlenmeden bulanmadan akmak ne kadar zor olsa da yaşanmışlıkları dünde bırakıp,Bu döngü içinde yeni güzel şeyler düşünmenin zamanı...

Bolaman Ticaret Meslek Lisesi

MEVLANA’YI ANLAMAK

19


ÖĞRENCİLERİMİZDEN

Osmanlı Hükümdarları ve Sanat... Bir ülkenin gelişmişliğini anlamak için O ülkenin sanata ve sanatçısına verdiği değere bakmak gerekir. Cihana nam salmış Osmanlılar kendi toprakları içindeki eşsiz mimarilerini fethettikleri yerlere de götürmüşlerdir.Bazı padişahlarımızın sanata olan düşkünlüğü Osmanlıda güzel sanatların önemini artırmıştır.Bunlardan bazıları şunlardır: Yıldırım Bayezit Rivayete göre Yıldırım Bayezid, Niğbolu Seferini kazanırsa 20 tane ayrı camii yaptıracağı yolunda bir adakta bulunur. Zaferden sonra, camileri yaptırmanın zorluğunu gören Yıldırım etrafındakilere çözüm bulmasını ister. Sonucunda, 20 kubbeli bir cami yapılırsa bu adağın yerine geleceğini söylerler. Ve Bursa Ulu Camii böyle yapılır. Ciddi şekilde şiir yazan ve mahlasını bilinen ilk padişahtır. Zamanla hayal kırıklıkları pişmanlıklar padişahları da etkilemiştir. Cem Sultan’da bunu açıkça görmekteyiz. Bir şiirinde ağabeyi Bayezıt’a şöyle seslenmektedir:

Duygu VAROL 12 TMA

Sen bisteri gülden yatasın şevk ile hanedan Ben küle dönerken külhani minnet ve sebep ne Bu dizelere karşılık gecikmemiş Bayezıt da: Çün ruz-u kısmet olunmuş bize kısmet Takdine rıza vermiyen bunda sebep ne? Haccül haremeyen deyu davder edersin Ya saltanata dariye içinde bunca talep ne? Çelebi Mehmet, devleti Fetret Devri’nden çıkararak ikinci kurucu unvanını almıştır. Özel kütüphanesi olan ikinci padişahtır. İbn Arapşah, onun döneminde Edirne’ye gelip, çalıştı. Ölümü üzerine Kahire’ye dönmüştür. Şiir ve yazıda yeteneklidir. Bilgin ve şeyhlere hürmeti fazladır. Bir devri kapatıp yeni bir devri başlatan, dünyayı titreten padişahımız Fatih Sultan Mehmet dünya tarihini değiştirmekle kalmamış şiirleriyle kalpleri de okşamasını bilmiştir. Fatih Sultan Mehmed’in Avni mahlası ile yazdığı ve bir kısmı bugüne ulaşabilen divançesi 1904’te Almanca, 2004’te Türkçe basılmıştır.Avni lakabıyla halktan biri olmasını da bilmiştir. Fatih, ok için parmağa takılan yüzükler, kemer tokaları ve kılıç kınları imalatı gibi zanaatlar ile uğraşırdı.Ayrıca değerli taşlar uzmanıdır. Fatih Sultan Mehmet 5 dil biliyordu. Bunlar: Arapça, Farsça, Türkçe, Sırpça ve Rumca idi. Kanuni Sultan Süleyman başarılı bir asker, kudretli olarak kabul edilen bir devlet adamı, eşine nadir rastlanan bir devlet teşkilatçısıydı. Kanuni ünvanı kanunları yenileyip ek kanunlar yapıp, bunlara önem verdiği için verildi. Çağının en şık giyinenlerindendir ve mücevherlere merakı had safhadadır. Babası Yavuz gibi kuyumculuğa meraklıydı. Ayrıca Fatih gibi değerli taşlara tutkundu. Kaliteli bir

20


Kanuni kendini Muhibbi mahlasıyla tanıtmış ve şu dizeleriyle seslenmiştir: Halk içinde mu’teber bir nesne yok devlet gibi Olmaya devlet cihânda bir nefes sihhat gibi ….. Saltanat didükleri ancak cihân gavgaasidur Olmaya baht u saâdet âlem-i vahdet gibi Bu dizelerden de anlaşıyor ki makama,mevkiye,dünya nimetlerine önem vermediğini vurgulamıştır.Zengin bir dil hazinesine sahip olduğu görülmektedir.Divan edebiyatının en fazla gazel yazan şairidir. IV. Murat, Muradi ve Şah Murad mahlasıyla şiirler yazdı. Aynı zamanda büyük bir bestekârdı.

Bağdat’ın fethinin ardından IV. Murat, tarihe geçen o ünlü sözü söylemiştir :

Bağdat’ı almaya çalışmak, Bağdat’ın kendinden daha mı güzeldi ne! 1640 yılında İstanbul’da henüz 27 yaşında ölmüştür. Sultan Abdülhamid çalışkan bir padişahtı. Günde muntazam 15-16 saat çalıştığı söylenmektedir Çalışma saatleri dışında hobi olarak marangozlukla uğraştı. Gençliğinde binicilik, yüzme, atıcılık, güreş gibi sporlar yaptı. Tiyatro ve operaya ilgi duyardı. Yıldız Sarayı’nda yaptırdığı tiyatroda çeşitli oyun ve operaları hususi olarak getirtir ve ailesiyle birlikte seyrederdi. En sevdiği piyeslerden birisi, ünlü Alman şairi Friedrich Schiller’in Haydutlar adlı eseriydi. La Traviata, Aida, Carmen, Faust, Manon en sevdiği operalardandı. Bu araştırmadan da anlaşılıyor ki üç kıtaya hüküm sürmüş Osmanlı padişahları, sanata ve sanatçıya verdikleri önemle büyüklüklerini bir kez daha gözler önüne sermişlerdir.

Bolaman Ticaret Meslek Lisesi

müzik kulağına sahipti ve iyi bir hat ustasıydı. Arapça, Farsça, Tatarca ve Çağataycayı öğrenmişti. Seramik meraklısıydı. Kavaf (haffaf) yani kundura imalatçısıydı.

21


ÖĞRENCİLERİMİZDEN

nazar değmesin PELİN ÜNLÜ

10-RTV

baktıkça ruhlarını gördüklerini sanmışlar. Ayna kırılınca kendi Geçmişten günümüze kadar gelen batıl inanışlarımız. Bu ruhlarının da kırıldığına inanmışlar. Yıllarca insanlar aynaya inanışlardan doğan korkularımız. Aynanın kırılmasıyla dağılacak bakmaktan korkar olmuştur.Ne garip bir hikaye. hayatlarımız, kara kedinin önümüzden geçmesini Nazar boncuğunu da unutmamak gerekir. bütün günü diken üstün de geçirmelerimiz. Eski bir Anadolu Eski bir Anadolu inancının camdaki yansıması Bende annemin bu takıntıları merak uyandırdı. inancının camdaki yansıması olan olan nazar boncuğu, ustaların elinden ince ince işte bunlardan bazıları: işlenip hayat bulmuş kültürel bir mirasımızdır Duvara dayanan bir merdiven, duvarla nazar boncuğu, kendi arasında bir üçgen oluşturmaktadır. Bazı ustaların elinden ince aslında. Nasırlı ellerin kızgın çubuklarıyla yüksek ısılı fırınlarında emekle şekillenip kültürlerde kutsal üçgen olarak bilinir. Mısır ince işlenip hayat piramitleri gibi altından geçmekle kutsal güçlere soğutulmuştur. Göze benzemesinden dolayı bulmuş kültürel bir nazara karşı koruduğuna inanılmaktadır. Günlük meydan okumak anlamına gelirmiş. Düşünecek olursak çevremizde üçgen oluşturan birçok cisim mirasımızdır aslında. yaşantımızın her yanında görmek mümkündür. Kapı girişlerinde,İş yerlerinde evimizin en bulunmaktadır; hepsini uğursuz mu saymak Nasırlı ellerin kızgın çubuklarıyla yüksek güzel köşesinde kendine yer bulmuştur. gerekir. Bununla da kalmayıp bebeklerimizin yakalarına Ya kara kediye ne demeli. Zavallı kedicik; ısılı fırınlarında kondurulmuştur.Tüü tüü maşallah aman nazar Avrupa’da büyücülük inancının olduğu yıllarda emekle şekillenip değmesin. kara kedi besleyen kadınların kara büyü soğutulmuştur. Daha sayamadığımız benim aklıma yaptıklarına siyah kedilerin geceleri şeytana gelmeyen sizlerin sayabileceği... Biz hayatımıza kaldığımız dönüştükleri gibi hikayeler uydurulmuş. Bundan dolayı tüm yerden devam ederken bizim için gerekli olan nesnelerden kara kediler yakılmış ne hazin bir son. uzaklaşmadan, rahatlıkla aynaya bakalım, zavallı kediciği Ayna ayna söyle bana diye başlayan ve özellikle bayanların görünce kötü geçen günümüzü ona yüklemeden yaşamaya elinden düşürmediği aynalara yüklenen uğursuzluk. devam edelim. Ayna kırılması, yedi yıl uğursuzluk getirmiş. İnsanlar aynaya

kurmaca hayatlar SONGÜL ÇOLAK

10-RTV

Yıllarca masamın üzerinde duran küçük ve kurmalı bir saat. Yaklaşık bir yıldır masamda mütevazi bir yer işgal ediyor; her saniyeyi gayretle bana duyurmak için çıkardığı sesiyle. Saatlerce bakma alışkanlığı olmayan ben, bir sıkıntıdan sıyrılabilmek için gözlerimi küçük kurmalı saatime kaydırıyorum. Her şeyin mekanik bir düzenlilikte sürdüğü modern hayatta, bir saati kurmak düşüncesini yitirdiğimi fark ettim. Her şey otomatik, her şey aynı tekdüzelikte ilerlerken hayatımızda, küçük kurmalı saatimi şefkatli ellerle okşanmadığında susuyor. Çünkü bir yıldır,kalbine dokunmamı ve onu fark etmemi istiyor çıkardığı sesiyle. Daha sonrasında fısıldıyor unuttuğum birkaç şeyi bana. İlk olarak aşk diyor bana aşklarda böyle değil mi bir yanıyla? Ezber cümlelerin ezber duyguların aktığı bu hayatta, sevgilinin kalbine dokunmak gerektiğini unutuyor insan. İki kelime bile söylenmiyor sevgiliye en çok duyulması gereken söylendikçe insana aşkı, sevgiyi öğreten iki kelime. Modern hayat; otomatik, tekdüze, tek sesli, kokusuz, tek frekanslı aşkları

22

dayatıyor hepimize. Oysa aşk masa üstündeki kurmalı saattir. Aşk gözlerine bakmayı, ellerine dokunmayı ve o sevgiyi hissettirmeyi gerektirir. Dostluklarda böyle bir yanıyla, siz sanırsınız ki o eski dostlar bıraktığınız yerde aynı döngüyü sürdürürler. Oysa bu kadar basit değildir. Dostlarda kurmalı saatler gibidir; onlarında kalplerine dokunmalısın. O dokunuş sormalı bütün sıcaklığıyla dostunu “ben buradayım kardeşim seninleyim” dercesine. Teknoloji kola takıldığında çalışan saatler icat etse de sahici hayat hala kurmalı saatlerde akıyor, bize bir şeyleri duyurmaya çalışıyor kurmalı saatler sevgiyi, aşkı ve dostluğu her şeyin otomatik düzenlikte olduğu hayatta unuttuğumuz bu üç şeyi hatırlamaya çalışıyor bize. Her saniyesinde duyurmak için ve insanın kulağında bıraktığı kalp sesiyle bir yerde dostluğun, aşkın ve sevginin olduğunu hatırlatmak için aslında uzak değil bize. Şimdi herkes kurmalı saatine kafasını çevirip baksın ve kalp seslerini duysun, çünkü şimdi kurmalı saatler sahici hayatları geçiyor.


COĞRAFYA KADERDİR!

Mukaddime adlı ünlü eserin yazarı İbn Haldun’un yüzyıllar önce söylediği söz. Coğrafya kaderdir! Dünya var olduğu sürece de, geçerliliğini koruyacak bir söz. Dünya’nın hangi coğrafyasında yaşıyorsak geçmişimiz, bu günümüz , geleceğimiz , atalarımızdan miras kalan kültürümüz, fizyolojik yapımız gibi birçok özelliğimiz coğrafyaya bağlı olarak şekillenmektedir. Yaşamış olduğumuz sevinçlerin, çekmiş olduğumuz çoğu sıkıntının temelinde coğrafi etmenler söz konusudur. İnsanların cilt renkleri yaşadıkları bölgedeki iklim koşullarına ve güneş ışığı miktarına bağlı olarak uzun zaman içinde oluşmuştur. Bu nedenledir ki insanların ten renkleri soğuk iklim bölgelerinden sıcak iklim bölgelerine gittikçe koyulaşmaktadır. Günümüz dünyasında cereyan eden olaylara baktığımızda insanların kaderi ile coğrafi şartları arasında sıkı bir bağ olduğu görülmektedir. Afrika zengin doğal kaynakları ve genç nüfusuna rağmen dünyanın en yoksul bölgesi. Durumun böyle olmasında en büyük pay, kıtayı 150 yılı aşkın süredir sömüren günümüzün zengin ve gelişmiş ülkelerine aittir. Bunun yanı sıra kıtanın coğrafyası ve iklimi bölgedeki iç karışıklıklar durumun daha kötüye gitmesine neden olmuştur. O coğrafyada doğan çocukların, yoksulluk kaderi olmuş, hiçbir zaman oyuncağı ve

bayramlık elbisesi olmamıştır. Küçücük bedenleri hayatın bu acımasız yanına yenik düşmüş, bir çok insan gibi çocuklarda susuzluktan ve açlıktan ölmüştür. Bunun içindir ki kara kıtada(Afrika) mutluluğun yerini hüzün almıştır. Yer altı kaynakları (petrol ve doğalgaz) bakımından zengin olan Ortadoğu’nun petrol zengini ülkesi Suudi Arabistan’da çocuk başına düşen milli gelir 24.000 $ dır. Çocuklar doğdukları coğrafyaya göre ya zengindir ya da fakirdirler. Doğal afetlerin en fazla meydana geldiği Asya kıtasının gelişmiş ülkesi Japonya’da 2011’de meydana depremde, çocuğunun ölmemesi için enkaza siper olan annenin öleceğini anlayınca cep telefonuna yazdığı “Eğer kurtarıldıysan, seni sevdiğimi hatırla” mesajı ilgili coğrafyanın onların kaderlerinde ne kadar etkili olduğu insanı üzerek kendini göstermektedir. Yine 2004’te Endonezya’da meydana gelen depremin neden olduğu tusunami sonucu 250.000 kişinin ölümü bulundukları coğrafya ile birebir alakalıdır. Ekvator ve ekvatora yakın coğrafyada yaşayan insanların kar ve soğuk nedir bilmeden; hakeza kutuplara yakın yerlerde yaşayan insanların yıl boyu mantosunu sırtından çıkarmadan ve ömründe bir kez denize girmeden dünyaya veda etmektedir. Ne mutlu bizlere ki; Her alanda kendi kendine yetebilen dünyanın yedi ülkesinden biri olan Türkiye’de ve dört mevsimi olan coğrafyada yaşadığımız için...

Bolaman Ticaret Meslek Lisesi

Tunay AYDIN Müdür Yardımcısı

23


ÖĞRENCİLERİMİZDEN 24

aslan ile kelebek EZGİ ÖMEROĞLU

11-SOS

Güzel bir bahar günü, cıvıl cıvıl kuşların ötüştüğü, rengarenk çiçeklerin mis kokularının etrafı sardığı bir günde aslan ve kelebek karşılaşmışlar ve muhabbete koyulmuşlar…Aslan, kelebeğe şöyle demiş: --Bu gördüğün eşsiz devasal büyüklükteki ülkenin tek hakimi benim . Buradaki düzen benim eserim, huzuru sağlamakta benim görevim, burada görmüş olduğun tüm hayvanlar bana itaat ederler ve çoğunun sonunu da ben belirlerim. Sen o küçücük bedenin ile tüm bunları yapabilir misin? Elbette yapamazdın değil mi? Çünkü insanlar karşısında küçücük bir hareketle ezilen, hiçbir tepki de bulunmayan, kendi halinde zavallı bir canlısın. Kısa ömrünü çiçekle, böcekle, oraya buraya konmak ile geçiriyorsun.Bak izle şimdi beni demiş. Bir ceylanın benim kudretim önünde nasıl çaresiz kaldığını gör. Daha sonra ceylan sürüsünü sinsice izlemeye başlamış ve kendine en yakın olan yavru ceylanı gözünü kestirmiş, kendinden emin adımlarla ilerlemiş ceylanı bir hışımla kavramış, onu oracıkta boğarak midesine indirmiş. Kelebek bunları manalı bir tebessüm içerisinde izlemiş. Aslan avını midesine indirdikten sonra kasıla kasıla kelebeğin yanına gelmiş ve şöyle demiş: --İşte benim gücüm. Biz bunu yaparız, bu hep böyledir. Biz sizin gibi çiçek çiçek dolaşmayız. Bunun üzerini kelebek şu cevabı verir: ­­­­­--Güç bizlerin ne bedenindedir, ne gövdesindedir, ne şeklindedir, ne de şemalindedir. Evet bizim kısa bir ömrümüz var bu hususta haklısın, lakin biz o kısa ömrün her saniyesini iyilik yaparak yaşıyoruz; kimseye güç göstergesinde de bulunmuyoruz. Bizim bedenimiz küçük, ama senin gücün kadar bizim büyüklüğümüz var demiş; kelebek aslana. --Aslan geç bunları dermiş. İyilik, iyilik nereye kadar. İyilik senin bu hayatta var olmanı sağlayacak savunma gücünü sana verebiliyor mu? Veremiyor. Senin sonunda benim bir hamleme bağlı, o kadar aciz bir

canlı olmana rağmen halen benimle neyin doğru, neyin yanlış olduğu konusunda inatlaşmaktasın. Bilmem ki bu düşünceler senin o aciz bedeninden çıkarak, nasıl dile gelebiliyor. Sen ne kadar bir şeylerin yolunda gitmediğini ifade etmeye çalışan da, benim buradaki yönetimimi gereksiz bulsan da, burada gördüğün bu hayvanların hiçbiri senin bu sözlerine inanmaz, o küçük beynindeki düşüncelerini dikkate almaz, isteseler de yapamaz. Hepsi önümde eğilir ve hiçbiri sözümün üstüne söz diyemez. Çünkü ben bu ormanın kralıyım. --Kelebek ya aksi olursa demiş. --Aslan da şöyle yanıtlamış; olursa bilirler ki yine sonlarını ben belirlerim.. Bu sözlerin üzerine kelebek şu satırları sıralamış içi kibir dolu aslana: --İnsanların sonunu belirlemek ne senin elinde, ne de şurada gördüğün herhangi bir hayvanın elinde. Sen kibir üzerine kurduğun bu dünyanın hakimi olabilirsin fakat elbet bir gün yalnızlığa mahkum olacaksın… Günler birbirini, aylar birbirini kovalarken kelebeğin dedikleri de bir bir çıkmış… Bu zulme dayanamayan, kibir ile boğulan aslana karşı tüm hayvanlar birlik oluşturmuşlar ve aslanı yalnız bırakarak kelebeğin yanına gitmişler. Tek başına yaşamaya mahkum etmişler aslanı. --Sen haklıymışsın kelebek kardeş, kibirle, zulümle hiçbir şey elde edilemeyeceğini bunun bize mutluluk veremeyeceğini anladık. Aslında biz en büyük hatayı korkularımıza yenilmekle yaptık. Bundan böyle bu ormanın tüm sorunları, tüm refahı senden ve daha sonra bizden sorulur. Bizlerde bundan böyle senin yanında iyilik üzerine temellendirilmiş bir ortamda yaşamaya karar verdik demişler ve mutlu bir şekilde hayatlarını sürdürmeye devam etmişler… İYİLİK ÜZERİNE KURULU BİR DÜNYA ZULÜM ve KİBİR ÜZERİNE KURULU BİR DÜNYADAN BİN KAT DAHA HAYIRLIDIR…


GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ...

Bolaman Ticaret Meslek Lisesi

Şu sıralarda bizden önce kimler oturdu acaba ya şu pencereden kimler baktı? Hangi öğretmenler eskitti bu kara tahtaları, kimlerin sesi yankılandı bu koridorlarda? İşte geçmişimizden bazı kareler…

25


ÖĞRENCİLERİMİZDEN 26

GÜLNUR KARABACAK

ARZU AY

11-B

acılar denizi Dalgalar her gün Bir başka kıyıya atar beni. Duyarım yosunların Benim için ağladığını Bütün gemiler, söndürmüş bir bir ışıklarını Ben, kendi denizimde gözyaşlarıyla boğulmuşum Sularım kederli Sularım zehir zemberek Bir ay doğsa Bir deli rüzgar çıksa Açsam yelkenlerimi Alıp götürse beni Acılar denizi.

neydi aşk Neydi Aşk? Adını duyduğumda heyecanlanmak mıydı? Gözlerinin içine bakmaya doyamamak mıydı? Aşk, ufak bir dokunuştu sevgiliye Bir nehir gibi akmaktı kalbine. Aşk, sönmek bilmeyen bir yangındı yürekte Gözlerini anlatan şiir, saçlarını okşayan rüzgar Bilmezliğin çemberinde ağlayan bir çocuktu. Dudaklardan dökülen şarkıydı. Üşüyen ellerimi ısıtan sevdaydı Adını ezberine işleyen Senden geriye kalan Bir tutam sendin Aşk.

11-C


deniz TURAN AY

11-C

Nice ressamların tablolarına konu olmuş, nice dertleri anlatıp, nice mutlulukların paylaşıldığı kimi şaire ilham kaynağı, kimi aşklara sahne olan tebessümün odak noktasıdır deniz. Elleriniz ceplerinizde zamanı durdurduğunuz anlarda sizi tüm neşesiyle karşılar. İçinizdeki iyi ruhla tanışırsınız. Kıyıya vuran dalgaların sesi ve olmazsa olmazı martıların ahenk içinde ötüşleri güneşin kıpkırmızı kesildiği an kalpleri huzurla dolup taşıran, yaratıcının Ademoğulları ve Havva kızlarına bahşettiği cennetten bir köşe, bir sanat eseridir. Rüzgarın teninizi okşamaya başladığı saatlerde dönmeye başlayan bir semazen gibidir. Her anı, her dakikası sizi başka alemlere daldırır. Gecenin hüznüne, soğuğuna, asiliğine rağmen mehtabın o utangaç tavrı ısıtır içimizi, kendisine çeker bizi. Dalgalar ve o eşsiz mavilik bir şarkı mırıldanırlar usulca… Kimine göre masmavi, kimine göre yemyeşil bir yolculuktur bu ahenge ayak uydurmak. Birçok şairin ismiyle, büyüleyiciliğiyle kalemini titreten, nice sevdalara tanıklık etmiş dev bir aynadır ufuktan görünen, başı

var olan ancak sonu olmayan çılgın deniz… Hiçbir hayal, denizle bütünleştiğimiz hayalin tadını veremez bizlere… Sevincimize, üzüntümüze, hayatın her anına hiç usanmadan eşlik eden, dalgaların her kıyıya çarpmasıyla ruhumuzu okşayan, bir doğa harikasıdır deniz. Şairin dediği gibi, “İşte çil çil koşuşan balıklar, Lapinalar gümüşler var ya, elim elim salınan yosunlar onların arasında bulacaksın beni” evet bir gün hepimiz bulacağız o sonsuz mavilikte kendimizi… Düşlerle, bezenen hayallerle perde perde dalgalanmakta her bir damla... Tek bir damlanın berraklığı dünyayı iyilik rengine boyayacak kadar saf bir güzellik deniz. Seyrederken mest olduğun, gizemli, ürkütücü, huzurlu, asil kısacası apayrı bir dünya. Sessiz bir dev olsa da bize biz olduğumuzu hissettiren, mutluluğu manalı bulan bir huzur belki de… Ruhumuzun derinliklerine ilmek ilmek işler kendini…

koridor NAZLI GÜNEŞ Sessizce terk edeceksin bu koridorları Karanlık, ıssız, korku dolu bir sokaktan geçer gibi, Terk edilmiş ağlayan sokak çocukları karşısında Sonbahar vakti üzerine çökmüş gibi Nice insanlar geçti gündüzü olmayan koridorlardan, Hiçbiri kalmadı bu uğultulu duvar parçalarından. Sessizce savrulmuş sonbahar yaprakları gibi Hepsi bir düşte kalmış bu koridorlarda Hapsolmuş insanlar gelir aklıma Bu insan kalıntılarının uçuştuğu koridorlarda Kapanır titrek bakışların umutsuzca Habersizce gelir ölüm vakti bu koridorlarda

Bolaman Ticaret Meslek Lisesi

11-B

27


MAKALE

ALTIN ORAN

Tarık BOZKURT

Matematik Öğretmeni

Günümüzde birçok yerde karşımıza çıkan altın orana göz nizamının oranı diyebiliriz. Çoğu zaman doğayı gözlemlediğimizde bu oranın varlığını görebiliriz. Mesela ideal insanın ölçülerine göre boy uzunluğunun göbekten ayak uçlarına olan uzunluğa oranı, göbekten ayak uçlarına olan uzunluğun göbekten başucuna olan uzunluğa olan oranına eşit. Bunu simgelerle belirtecek olursak: İdeal insanın boyu x birim olsun. Göbeğinden ayak ucuna olan uzaklık da y birim olsun. Bu durumda göbeğinden başucuna olan uzaklık da x - y birim olacak. İddiaya göre ideal insandaki ölçüler şu denklemi sağlamalı: x / y = y / (x - y). İdeal insanda sağlanması istenen bu orana yani x / y oranına , altın oran denir. Buradan denklem düzenlenirse x / y oranı:

Altın oranın görüldüğü ve kullanıldığı yerleri şöyle sıralayabiliriz: Ayçiçeği: Ayçiçeği’nin merkezinden dışarıya doğru sağdan sola ve soldan sağa doğru tane sayılarının birbirine oranı altın oranı verir. Çam Kozalağı: Çam kozalağındaki taneler kozalağın altındaki sabit bir noktadan kozalağın tepesindeki başka bir sabit noktaya doğru spiraller (eğriler) oluşturarak çıkarlar. İşte bu eğrinin eğrilik açısı altın orandır. Deniz Kabuğu: Deniz kabuklarına dikkat edenimiz, belki de koleksiyon yapanımız vardır. İşte deniz kabuğunun yapısı incelendiğinde bir eğrilik tespit edilmiş ve bu eğriliğin tan-jantının altın oran olduğu görülmüştür. Elektrik Devresi: Verilen n tane dirençten maksimum verim elde etmek için bir paralel bağlama yapılması gerekir. Bu durumda Eşdeğer Direnç altın orana eşittir. Kollar: Kolumuzun üst bölümünün alt bölüme oranı altın oranı vereceği gibi, kolumuzun tamamının üst bölüme oranı yine altın oranı verir. Mısır Piramitleri: Her bir piramidin tabanının yüksekliğine oranı altın oranı verir. Mona Lisa Tablosu: Bu tablonun boyunun enine oranı altın oranı verir.

28


TEŞEKKÜRLER Dergimize katkılarından dolayı Bolamanlı İnşaat Mühendisi Süleyman ÖZCAN ve Kale Eczanesi sahibi Nuray Çörtük’e teşekkürlerimizi sunuyoruz.

SEDA TEPE

gökteki meleğim Rüzgarlara bıraktım nefesimi, Seninle aynı havayı soluduk. Hayallerimi saldım uçurtmayla Seninle gökyüzünde buluştuk. Gökkuşağı gibi renkli olsun aşkımız Akarsular gibi tertemiz Güneş kadar yakıcı Gül kadar taze olsun. Her geçen günde, Dallanıp budaklansın sevgimiz. Kuşlar gibi buluşsun gökyüzünde kalplerimiz Aşkımız hiç bitmesin gökteki meleğim

Bolaman Ticaret Meslek Lisesi

9-RTV

29


ÖĞRENCİLERİMİZDEN

sevgili ailem GÜLNUR KARABACAK

11-C

Ninnilerle uyutup, masallarla büyüttüğünüz o küçük kızınız büyüdü. Pamuk Prenses cadının verdiği elmayı yemiyor, Kırmızı Başlıklı Kız ormanda karşılaştığı tilkiyle konuşmuyor, Rapunzel’in saçları da o kadar uzun değil. Artık siz de farkındasınız ki ben büyüdüm. Sürekli bir değişim içerisindeyim. Sizin bir parçanız olsam da sizden farklı olarak gelişiyor ve değişiyorum. Son zamanlarda duygularım ve düşüncelerim birbirini tutmuyor. Bazen bütün her şey tozpembeyken birden grileşebiliyor. Bu yüzden sizden zaman istiyorum. Beni tanımaya ve anlamaya çalışın. Düştüğüm de hemen yanımda olmayın ki kalkmasını öğreneyim. Bazı şeyleri deneme imkanı tanıyın. Bırakın hatalar yapayım, bu hatalarımdan ders çıkarayım ki büyüdüğümün

farkına varayım. Yapamayacağınız şeyler için asla söz vermeyin, size olan güvenim sarsılmasın. Hatalarımı başkalarının yanında yüzüme vurmayın. Beni küçültmeyin ki başkalarının gözünde de küçülmeyeyim. Biliyorum, her şey benim için, beni ipekli kumaşlara sarmak, hayatın kötülüklerinden korumak istiyorsunuz. Siz de biliyorsunuz ki her gecenin bir sabahı; her sabahın da bir gecesi bulunuyor. Bunu engelleyemeyiz. O peri masallarındaki kızınız büyüdü ve sizi kalbinde taşıyor. Sevgilerimle.

fark ettim CANAN ÖNAL

11-C

Hayat yaşanılarak öğrenilirmiş Hatalarım, çoğaldıkça fark ettim. Akıp giden zamanı durdurmak zordu Kaybettiklerimi gördüğümde, fark ettim. Gün geçtikçe çoğalan sevdalar Çoğu zaman hiç yaşanmamış sayılıyordu. İçimdeki acının Sen olduğunu anlayınca, fark ettim. Anlamsızca terk edilişin ardından Sendeki yalnızlığı, Seni gördüğümde fark ettim. Zaman çok çabuk geçiyordu, Yüzümde derinleşen çizgileri görünce fark ettim. Gidenlerin dönmediğini Yanımdaki senleri azaltınca fark ettim.

30


Kuyumcu vitrinlerini biz süslüyoruz hemde Bolaman’da!

www.hastekdeco.net

Hasan TEKYILDIZ

Merkez Mh. Bolaman - Fatsa / ORDU Tel. 0452 441 24 24 Gsm. 0532 412 25 74

Teşekkürler... Dergimize katkılarından dolayı başta Başkan Hasan TEKYILDIZ olmak üzere Bolaman Turizm Derneği’ne teşekkür ederiz.


REHBERLİK

Kıssadan Hisseler Yapıcı Eleştiriye Dair Bir Hikaye Hindistan da çok ünlü bir ressam varmış... Herkes bu ressamın yaptıklarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş... Ve onu “Renklerin Ustası” anlamına gelen Ranga Çeleri olarak tanısa da; kısaca Ranga Guru derlermiş... Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi ise artık eğitimini tamamlamış ve son resmini yaparak Ranga Guru’ya gotürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini istemiş... Ranga Guru ise; “Sen artık ressam sayılırsın Racaçi.. Artık senin resmini halk değerlendirecek” diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına gotürmesini ve en görünen yerine koymasını istemiş. Yanına da kırmızı bir kalem koyarak halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı bırakmasını istemiş. Raciçi denileni yapmış ve birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde görmüş ki, tüm resim çarpılar içinde ve neredeyse görünmüyor... Çok üzülmüş tabii. Emeğini ve yüreğini koyarak yaptığı tablo kırmızıdan bir duvar sanki.. Alıp resmi gotürmüş Ranga Guru’ya ve ne kadar üzgün olduğunu belirtmiş. Ranga Guru üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini önermiş. Raciçi yeniden yapmış resmi ve gene Ranga Guru’ya gotürmüş. Tekrar şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş Ranga Guru... Ama bu defa yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde yağlı boya, birkaç fırça ile birlikte... Ve yanına insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı ile birlikte bırakmasını istemiş. Raciçi denileni yapmış... Birkaç gün sonra gittiği meydanda görmüş ki resmine hiç dokunulmamış, fırçalar da, boyalar da kullanılmamış.. Çok sevinmiş ve koşarak Ranga Guru’ya gitmiş ve resme dokunulmadığını anlatmış.. Ranga Guru ise; “Sevgili Raciçi, sen birinci konumda insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşılabileceğini gördün... Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı.. Oysa ikinci konumda onlardan hatalarını düzeltmelerini istedin, yapıcı olmalarını istedin... Yapıcı olmak eğitim gerektirir... Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye kalkmadı, cesaret edemedi... Sevgili Raciçi mesleğinde usta olman yetmez, bilge de olmalısın... Emeğininin karşılığını, ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın... Onlara göre senin emeğinin hiç bir değeri yoktur... Sakın emeğini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle tartışma” demiş... Affetmemenin Dayanılmaz Ağırlığı Bir lise öğretmeni günün birinde derste öğrencilerine bir teklifte bulunur: “Bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz?” diye.. Öğrenciler çok sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler. “O zaman” der öğretmen. “Bundan sonra ne dersem yapacağınıza da söz verin” öğrenciler bunu da yaparlar. “Şimdi yarınki ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!” öğrenciler, bu işten pek birşey anlamamışlardır. Ama, ertesi sabah hepsinin sıralarının üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle der öğretmen:

32

“şimdi, bugüne dek affetmeyi istemediğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun” Bazı öğrenciler torbalarına üçer-beşer tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur. Öğretmen, kendisine “Peki şimdi ne olacak?” der gibi bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar: “Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde.. hep yanınızda olacaklar.” Aradan bir hafta geçmiştir. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikayete başlarlar: - “Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor.” - “Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi, insanlar tuhaf gözlerle bakıyorlar bana artık.” “Hem sıkıldık, hem yorulduk...” öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir: “Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkûm ediyoruz. Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz, halbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir. Önemli Ders.. Yolumuzdaki Engeller.. Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacaktı?. Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler. Pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu. Sonunda bir köylu çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye başladı. Sonunda kan ter içinde kaldı ama, kayayı da yolun kenarına çekti. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü.Açtı.. Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde.. “Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir” diyordu kral. Köylü,bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı. “Her engel, yaşam koşullarınızı daha iyileştirecek bir fırsattır..” Sonuncu ve En Önemli Ders Okuldaki ikinci ayımda, hocamız test sorularını dağıttı. Ben okulun en iyi öğrencilerinden biriydim. Son soruya kadar soluk almadan geldim ve orada çakıldım kaldım. Son soru şöyleydi: “Her gün okulu temizleyen hademe kadının ilk adı nedir?..” Bu herhalde bir çeşit şaka olmalıydı. Kadını yerleri silerken hemen her gün görüyordum. Uzun boylu, siyah saçlı bir kadındı. 50’lerinde falan olmalıydı. Ama adını nerden bilecektim ki!.. Son soruyu yanıtsız bırakıp kağıdı teslim ettim. Süre biterken bir öğrenci, son sorunun test sonuçlarına dahil olup olmadığını sordu” Tabii dahil” dedi, hocamız..” İş yaşamınız boyunca insanlarla karşılaşacaksınız. Hepsi birbirinden farklı insanlar. Ama hepsi sizin ilginiz ve dikkatinizi hak eden insanlar bunlar. Onlara sadece gülümsemeniz ve ‘Merhaba’ demeniz gerekse bile..” Bu dersi hayatım boyunca unutmadım. O hademenin adını da.. Dorothy idi.


YEŞİL GIDA PAZARI

Tahsin YEŞİL

0452 441 25 18

Kale Mah. No: 86 Bolaman - Fatsa / ORDU

SERDAROĞLU TARIM ÜRÜNLERİ

Niyazi SERDAROĞLU 0532 673 25 03

0452 423 63 59 Gölbaşı Mah. Yenipazar Semti (Ilıca sapağı) No: 57 Bolaman - Fatsa / ORDU

Bolaman Ticaret Meslek Lisesi

FINDIK ve CEVİZ ALIM SATIM - GÜBRE ve TARIM İLAÇLARI SATIŞI

33


www.arotek-tr.com

GROUP

M. Nevzat ÖZSOY Merkez: A. Nafız Gürman Mah. General Ali Rıza Gürcan Cad. No: 25 Beyaz Ap. Kat: 3 D: 14 Merter - İstanbul / TURKEY Tel : +90 (212) 481 91 33 - 34 Fax : +90 (212) 481 66 88 Fabrika: Topçular Mah. Rami Kışla Cad. Keçeci İş Mer. No: 1/147-150 Eyüp - İstanbul / TURKEY Tel : +90 (212) 567 29 60 Fax : +90 (212) 567 29 61


büyümek istedik

GÜLNUR KARABACAK

11-C

ESRA ÖNDER

11-B

mutluyduk. Erkenden büyümek istedik. Büyürken önce çocuk olmayı unuttuk. Derin yaralar aldık; yaralarımızı saklayalım derken acısını çoğalttık. Gün geçti, zaman döndü. Hiçbir şey mutlu etmez oldu. Geriye dönmek, ağlamak, dizlerimizde derin yaralar açmak, oyunlarda mızıkçılık yapmak istedik. Saklambaç oynamak ve saklandığımız yerden hiç çıkmamak istedik. 1,2,3, …… sağım solum sobe …….

HİLAL MEMİŞ

11-C

kelebek ömrüm

duyguların dünyası

Kelebek misali yaşamalı insan ömrünü Bir gün sonra gözlerini kapayacakmış gibi, Uykuya dalmalı.

Kalp küçük bir dünyadır aslında Duyguların dünyası, Bütün mevsimlerde rastlanır bu dünyaya Aşk mevsiminin soğuk rüzgarı yakar yürekleri,

Öyle yaşamalı ki insan, Bir nefeslik ömrünü Nedeni niçin sorgulamadan, Şu kısacık hayata göz kırpmalı. Her şey öyle yolunda olmalı ki, Ne bir eksik, ne bir fazla Yaşamalı hayatı. Dünü, bu günü, yarını düşünmeden Bir bebek saflığıyla kozasından çıkmalı. Bir kelebek gibi rengarenk Özgürce yaşamalı hayatı.

Kurutur bu mevsimde tüm güzellikleri Hüzün yağmurları ıslatsa da güneşi Sönmez bu mevsimin kızgın ateşi. Birde iki maviliği vardır bu dünyanın Deniz misali sonsuz Gökyüzü kadar uzak Her mevsimde çıkagelen Baharın güzelliğidir aynalara yansıyan.

Bolaman Ticaret Meslek Lisesi

Küçüktük, mutluluklarımızda küçüktü. Bir pamuk şekerle büyüyecek kadar. Hayatımız oyunlar üzerine kuruluydu. Düştüğümüzde kalkmayı bilirdik; dizlerimiz kanasa da bir körebe ile unuturduk. Gözyaşlarımızı saklamayı bilmezdik. Babamızın eve dönüşlerde getirdiği küçük bir çikolata bizi mutlu etmeye yeterdi. Küçük dünyamızda, hayallerimizle ve oyunlarımızla

35


İLGİNÇ BİLGİLER

…Bunları Biliyor musunuz ?… » Bir kilo limonda, bir kilo çilekten daha fazla şeker olduğunu, » Timsahların renk körü olduğunu, » Sadece erkek kanaryaların öttüğünü, » Yarım kilo bal yapabilmek için arıların iki milyondan fazla çiçekten bitki özü toplamak zorunda olduklarını, » Tarantulaların iki buçuk yıl hiçbir şey yemeden yaşayabildiklerini, » İncilerin sirkede eridiklerini, » Venüs’ün saat yönünde dönen gezegen olduğunu, » Sihirli sözcük olan ‘‘Adrakadabra’’nın ilk olarak yüksek ateşli hastaların ateşlerini düşürmek için söylendiğini, » Eyfel Kulesi’nin tepesine çıkabilmek için 1.792 basamak çıkmak gerektiğini, » İnsanın kendi dirseğini yalamasının imkansız olduğunu, İnsanların eğer şiddetli hapşırırlarsa kaburgalarını kırabileceklerini, » Domuzların vücut yapılarından dolayı hiçbir zaman başlarını yukarı kaldırıp gökyüzüne bakamadıklarını, » Dünya nüfusunun % 50’sinin hiç telefonla konuşmadığını, » 1 saat boyunca kulaklıkla bir şey dinlemenin kulaktaki bakteri sayısını % 700 arttırdığını, » Çakmağın kibritten önce bulunduğunu, » Parmak izleri gibi dil izlerinin de insana özel olduğunu, » Sadece dişi sivrisineklerin ısırdığını, » Köpeklerin ter bezlerinin ayaklarının altında olduğunu, » Hawaii alfabesinde sadece 12 harfin bulunduğunu, » Beethoven’ın beste yapmadan önce kafasını soğuk suya soktuğunu, » Kaplumbağaların üç yıl hiçbir şey yiyip içmeden yaşayabildiklerini, » İnsanları parmak izinden,köpekleri ise burun izinden tanımanın mümkün olduğunu, » Eskimoların,buzdolaplarını yiyeceklerinin donmaması için kullandıklarını, » Gözlerimiz açıkken hapşırmanın imkansız olduğunu, » Sıcak suyun,soğuk sudan daha ağır olduğunu, » İnsanların yılda 1.500 kere rüya gördüklerini, » Keççabın önceden ilaç olarak kullanıldığını, » Bir insanın günde 23 bin kere nefes alıp verdiğini, » Vücudumuzdaki en güçlü kasın dilimiz olduğunu, » Yunus balıklarının bir gözleri açık uyduklarını, » Mavi balinaların çıkardığı seslerin 850 km kadar uzaktan duyulabileceğini, » Fillerin günde ortalama 2 saat uyduklarını, » Kediler için 7.kattan düşmenin,32.kattan düşmekten daha tehlikeli olduğunu (Çünkü kediler ancak 6.katta terminal hıza ulaşabiliyorlar), » Kelebeklerin ayaklarıyla tat aldıklarını, » Bir deve kuşunun gözünün beyninden büyük olduğunu, » İnek sütünün pH değerinin 6 olduğunu, » Bir timsahın gözlerinin arasında ki mesafenin ayaklarının büyüklüğüne eşit olduğunu, » Dalmaçyalıların gut olmayan tek köpek cinsi olduğunu...

36


BU SINIF KİMİN? Bu sınıf tahtanın kara bağrında Dut yemiş bülbüle dönenlerindir Bir yıl boyunca kırk beş uğruna Ter döküp ikiye bölenlerindir.

Kitapla, kütüphaneyle hiç işi olmaz Sınav stresiyle saçını yolmaz Cevabı bilse de ne olur ne olmaz Diye düşünerek susanlarındır.

Defteri kitabı kaldırıp rafa Damdan düşer gibi karışıp lafa İnternete tam vaktinde fakat sınıfa On dakika geç gelenlerindir.

Üniversite hayali kurar hep için için Hoca bir soru sorsa surat o biçim Yazılıdan önce sırf kopya için Sırasına kitabı yazanlarındır.

Havalar ısınınca dersi ekerek Yazılı sınavlarda kopya çekerek Sözlüye kalkınca boyun bükerek Cevabı hocaya soranlarındır.

Derslerini sormayın yürek yarası Hele Matematikle yoktur arası Babasından aldığı yemek parası İnternet cafe de bitenlerindir.

Ayıramaz sorsan sapla samanı Tenha köşelerde yutar dumanı Yağ tüccarı olup karne zamanı Hocalara bedava satanlarındır.

Çalışmak, didinmek uğraşmak niye Kırk beş almak bile sana hediye Ağlanacak halimize gülsünler diye Bizim gibi şiirler yazanlarındır.

İnşaat - Nakliye - Hafriyat Vasıf & Sinan ERGÜN

Asfalt Caddesi / Bolaman - Fatsa / ORDU (Bolaman Belediye Binası yanı) 0452 441 32 58 | 0535 224 07 54 | 0537 423 87 07

a KUM a ÇAKIL a TUĞLA a KÖMÜR a HIRDAVAT


ÖĞRENCİLERİMİZDEN

DEYİMLERİN DÜNYASI Günlük konuşmalarımızın vazgeçilmezi olmuş deyimlerimiz. Sevinçlerimizi, hüzünlerimizi, acılarımızı onlarla anlatır olmuşuz. Dilimizin zenginliğinde büyük payı olan küçük söz gruplarının nasıl ortaya çıktığını biliyor musunuz? Örneğin ; yeni bir eşyaya sahip olduğumuzda eski eşyanın değerini yitirmesi anlamında kullandığımız “ pabucu dama atılmak” deyiminin hikayesine bir göz atalım.

Ercan BAYBURT 12-TM

Pabucu Dama Atılmak: Osmanlı döneminde esnaf ve sanatkarların bağlı bulunduğu teşkilat, ticaretin yanında sosyal hayatı da düzene sokuyordu. Kusurlu malın, malzemeden çalmanın ve kalitesiz işin önüne geçmek için de ilginç bir önlem almıştı. Bir ayakkabı aldınız veya tamir ettirdiğiniz diyelim. Ama kusurlu çıktı. Böyle durumlarda heyet şikayeti ve sanatkarı dinliyor.Eğer şikayet eden gerçekten haklıysa, o ayakkabıların bedeli şikayetçiye ödeniyordu. Ayakkabılar da ibret-i alem olsun diye ayakkabıyı imal edenin çatısına atılıyordu. Gelen geçen de buna bakıp kimin iyi, kimin kötü ayakkabı tamir ettiğini biliyordu. Böylece pabuçları dama atılan ayakkabıcı maddi kazançtan da oluyor ve gerçekten pabucu dama atılmış oluyordu. Bu hikayeden görüyoruz ki deyimlerin ortaya çıktıkları dönemdeki anlam çerçevelerinden zamanla çıkarak günümüzde de olduğu gibi farklı çerçeveler içine girebilmektedir... Bizlerin genellikle “bir işe yardımcı olmak isterken o işi berbat etmemiz” anlamında kullandığımız “KAŞ YAPARKEN GÖZ ÇIKARMAK” deyiminin ortaya çıkış noktasını gelin bir inceleyelim.

20

Halit ULU Hakan ULU

: 0532 516 79 03 : 0530 886 28 18

Merkez Mahallesi Atatürk Bulvarı Yalıköy-Fatsa/ORDU

0452 445 22 35


KARAMAN KOYONU SONRA ÇIKAR OYUNU : Karaman oğullarıyla, Osmanlı devletinin kıyasıya savaşa tutuştuğu yıllarda, Karaman halkı savaşlardan çok çekmiş, ezilmişler, evleri, barkları, malları çok zarar görmüş. O devrin uluları toplanıp, “ bu kardeş kavgasını tatlılığa bağlayalım” diye kurultay kurmuşlar. Karaman Beyi ile Osmanlı Beyini Konya’ ya çağırmışlar, her iki tarafında şikayetini dinlemişler. Sözü tatlıya getirip, her iki beye de bir daha savaş yapmamaları için yemin etmişler. Karaman Beyi yemin ederken, elini koynuna götürerek: “bu can buruda kaldıkça, Osmanlıyı kardeş bilip, kılıç çekmeyeceğime söz veriyorum” demiş. Fakat kurultaydan çıkan Karaman Beyi, kaftanın altından bir kuş çıkarıp salıvermiş ve “işte can çıktı söz bitti” demiş. Karaman beyinin koynundan kuş çıkarıp salıvermesinden sonra bu olay halk arasında yayılmıştır. Görüldüğü gibi dilimizin zenginlik kaynağı deyimlerimizin içerisine sığdırdığı ayrı ayrı hikayeleri var. Bunların hepsi kültürel zenginlik ve hazinedir. Bu da bize gösteriyor ki Türkçemiz canlı ve yaşayan bir dildir. Böyle zengin bir dile sahipken yabancı kelimelerle konuşmaya çalışmak yozlaşmaktan başka bir şey değildir.

Bolaman Ticaret Meslek Lisesi

KAŞ YAPARKEN GÖZ ÇIKARMAK: Resmi tatilin cuma günleri yapıldığı eski toplumumuzda düğünlerde bugüne rast getirilir ve perşembe akşamından da gelin hanım süslenirmiş. Kuaförleri, güzellik salonlarının, moda evlerinin bulunmadığı o zamanlarda gelini süsleyen hanımlara meşşata, kalemkar veya yüz yazıcı; bu faaliyete de koltuk merasimi denilmiştir. Yine böyle bir düğünde, odada bayanlar oynarken kalemkar hanım gelinin kaşlarını düzeltmeye çalışırmış. Tam o esnada oynayanlardan birisi kalemkarın koluna çarpıverir ve elindeki alet gelinin gözünü batar gelin kör olur. O gün bugündür bu olaya “kaş yaparken göz çıkarmak” denir. Buradan da görüyoruz ki masumane işlenmiş bazı hatalar vardır; hani birisine iyilik yapayım derken zararı dokunmak, iltifat edeyim derken karşısındakini gülünç durumu sokmak, saygı göstereyim derken aşağılamak gibi, biz ne kadar iyi niyetli olsak da elimizde olmayan şartlar iyi niyetli olmayabiliyor ve kaş yaparken göz çıkarabiliyoruz. Olağan görünen bir işin altından başka şeyler çıkabilir. Tıpkı bir zamanlar deyimlere konu olan Karaman Bey ile Osman Bey arasındaki vaka gibi…

39


SOSYAL / KÜLTÜREL FAALİYETLERİMİZ

Edebiyat Festivali Ordu Belediyesi’nin düzenlediği, Ordu Valiliği, Ordu Üniversitesi, Kültürlerarası Şiir ve Çeviri Dergisi, Çevirmenin Notu Dergisi, Deniz Koruyucuları Derneği, Alametifarika ve Levent Kuyumculuk’un desteklediği Ordu Edebiyat Festivalinin son durağı Bolaman oldu. Edebiyat Festivaline katılan Yunanistan, Bulgaristan, Arnavutluk, Finlandiya, Hırvatistan, Macaristan, Makedonya, Ukrayna ve Türkiye’den toplam 42 yazar Bolaman Ticaret Meslek Lisesinde öğrencilerle bir araya geldi. Burada şairlerden İbrahim Dizman ve Enver Ercan’ın yanı sıra Yunanistan’lı şair Chrysa Spyropovlov ile Mekedonya’lı şair Esat Bayram konuşma yaptı.

Okullar Hayat Olsun 28 Eylül 2011 tarihinde okulumuz OkulAile Birliği tarafından tüm velilerimizin davetli olduğu bir pilav günü düzenlendi. Yeni eğitim öğretim yılının başlaması münasebetiyle veli ve öğretmenlerimizin kaynaşması, okulu oluşturan tüm paydaşların bir arada güzel bir gün geçirmesi, klasik okul ortamı dışında renkli bir gün olması amacıyla gerçekleştirilen bu günde güzel bir öğle tatili yaşandı. Katılan tüm velilerimizle birlikte idareci

40

ve öğretmenlerimiz birlikte yemek yediler. Sohbet ettiler. Okulda annebabalarını ağırlayan öğrencilerimizde bu mutluluğun tadını çıkardılar.Katılan tüm velilerimiz böyle bir ortamda bulunmaktan son derece memnun oldular.Okul olarak velilerimizle paylaşımımızı artırdık.Çevre ve velilerin okula olan ilgi ve desteğinin artmasında bu tip faaliyetlerin çok önemli olduğu bir gerçektir.Yeni sosyal ve kültürel etkinliklerin artarak sürmesi dileğiyle…


TV 52 Ziyaretinden Okulumuz Radyo/Televizyon Alanı 10.sınıf öğrencileri, Müdür Yardımcısı Metin Bekci, İngilizce Öğretmeni Sevilay Dinçer, RadyoTelevizyon Alanı Öğretmeni Murat ERTAN ve Bilgisayar Öğretmeni Fuat Ocak ile beraber Ordu TV 52 kanalına bir gezi yaptılar.Gezi önce teleferikle Boztepe ziyareti ile başladı. Daha sonra TV 52 kanalı ziyaret edildi. Kendi alanları olması itibarıyla öğrencilerimiz bir televizyon kanalının akış ve işleyişini yerinde gözlemleme imkanı buldular. Kanalın

her birimi gruplar halinde gezilerek kanal çalışanları tarafından detaylı olarak anlatıldı ve gösterildi. İleride staj yapabilecekleri bir kurum olduğu için gezi öğrencilerimiz adına son derece yararlı ve verimli geçti.Başta Genel Yayın Yönetmeni Taner AKSOY olmak üzere TV 52 çalışanlarına bizlere gösterdikleri yakın ilgi ve sıcaklık için Bolaman Ticaret Meslek Lisesi Anadolu İletişim Meslek Lisesi Radyo-Televizyon alanı öğrenci ve öğretmenleri olarak teşekkürü bir borç biliyoruz.

Okul güreş takımımız 2011/2012 eğitim öğretim yılında Ordu ili liseler arası güreş müsabakalarında gençler kategorisinde il 3.sü,yıldızlar kategorisinde ise hem grekoromen hem de yıldızlarda ordu il 1.si olup;Şubat ayında Ordu ilini temsilen Samsun’da yapılan bölge müsabakalarında 20 il içerisinde 4. sırada yer almıştır.Okulumuz Tarih öğretmeni Mustafa KARAKUŞ’un çalıştırıcılığını yaptığı okulumuz güreş takımının başarılarının artarak devam etmesini diliyoruz.

Bolaman Ticaret Meslek Lisesi

Okulumuz Güreş Takımının İl Düzeyindeki Başarıları Devam Ediyor

41


MİZAH KÖŞESİ

Okulumuz sınıfıöğrencilerinden öğrencilerinden Okulumuz 11/C 11/C sınıfı Hilal kendikaleminden... kaleminden... HilalMemiş’in Memiş’in kendi

42


43

Bolaman Ticaret Meslek Lisesi


OKULUMUZDAN KARELER 44

10-RTV

9-RTV

12-SOS. BİL.

11-C

9-C

11-B


10-MUHASAEBE

10-BİL. TEK.

12-TM

9-B

9-RTV

11-A

Okulumuz kantin görevlisi olan Feridun ÖZDEMİR’e dergi çalışmaları sırasında büyük bir özveri ile yapmış olduğu katkılardan dolayı özellikle teşekkür ediyoruz.Derginin reklam çalışmalarında,fotoğraf çekiminde ve moral destek anlamında da çok önemli katkıları oldu.Feridun’un amatör bir ruhla yapmış olduğu katkıların örnek olmasını diliyoruz.

Okulumuzun Emekli Personeli Salim Abi hala bizimle birlikte hizmetine devam ediyor. Okulla adeta bütünleşmiş ve okulun simgelerinden biri haline gelmiş olan Salim Abimize hizmetleri için teşekkürlerimizi sunuyor, sağlıklı uzun ömürler diliyoruz.

Fotoğraf çekimlerinde yardımcı olan 10-RTV A sınıfı öğrencilerine, yazıların bilgisayar ortamına aktarılmasını sağlayan 10 MUHASEBE sınıfı öğrencilerine de

çok teşekkür ediyoruz.

Bolaman Ticaret Meslek Lisesi

TEŞEKKÜR

45


HACI BABA EKMEK FIRINI

Yusuf YILMAZ

Tel: 0452 441 20 32 Kale Mh. Sahil Cd. Dolmuş Durağı Karşısı Bolaman - Fatsa / ORDU

46


www.enisa.com.tr

Fatsa - Samsun yolu 7 km Sanayi Sitesi bitişiği Tel: 0452 433 70 70 Fax: 0452 433 70 75



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.