HABER-İ VAHİDİN İNANÇ ESASLARINDA KAYNAK OLUŞUNUN EHLİ HADİS, MATURİDİ VE EŞARİ MEZHEPLERİ ARASINDAKİ DURUMUNU ARAŞTIRINIZ
HABER-İ VAHİD Hadis usulünde "haber-i vâhid" olarak da ifade edilen "ahad haber", ilk devirlerde, tek kişinin rivâyet ettiği hadis olarak kabul edilirken, sonraki devirlerde mütevâtir olmayan haberler için kullanılmıştır. Âlimlerin çoğunluğuna göre hadisler, mütevâtir ve âhâd olmak üzere iki ana bölüme; âhâd haberler de garib, aziz, meşhur diye üç bölüme ayrılır. Hanefîlere göre ise, mütevâtir, meşhur ve âhâd olmak üzere üçe ayrılır. İlk asırlarda yalnız bir kişinin rivayet ettiği hadisler hakkında "haber-i vâhid" tabiri kullanılıyordu. Nitekim İmâm Şafiî, haber-i vâhidi, "Hz. Peygamber'e veya ondan sonraki bir şahsa ulaşıncaya kadar bir kişinin bir kişiden rivayet ettiği haber" şeklinde tarif etmiştir. Ancak daha sonraki devirlerde bu tabir, iki, üç ve hatta daha çok kimsenin birbirinden naklettikleri fakat mütevâtirin şartlarına hâiz olmayan bütün haberler hakkında kullanılmıştır. Âhâd haber; sahih, hasen veya zayıf olabilir. Âhâd hadislerden sahih ve hasen hadis, inanç esasları dışındaki dinî hükümlerde delil teşkil eder. Âhâd haber; sahih, hasen veya zayıf olabilir. Âhâd hadislerden sahih ve hasen hadis, inanç esasları dışındaki dinî hükümlerde delil teşkil eder. Haber-i vâhidin kesin bilgi ifade edip etmediği ve buna bağlı olarak da onunla amel edilip edilemeyeceği konusundaki görüşlere gelince, şöyle özetlenebilir: İslâm âlimlerinin bir kısmı, râvileri âdil (güvenilir) ve senedi Hz. Peygambere kadar muttasıl (kesiksiz) olan âhâd haberin ilim yani kesin bilgi ifade ettiğini ve ameli gerektirdiğini kabul etmişlerdir. Akâîd meselelerinde de, sahîh olmak şartıyla mütevâtir âhâd farkı gözetmeksizin bütün hadîsleri delîl olarak kabul eden âlimler de mevcuttur. Ahmed b. Hanbel, İbn Teymiyye, İbn Kayyim ve İmâm Eş'arî bu kanaattedirler. İbn Hazm der ki: "Resulullah'a (s.a.s.) varıncaya kadar hep adil kimselerin rivayet ettiği haber-i vâhid hem ilim hem de amel ifade eder." Bazıları ise "zan ifade eder" demişlerdir. Zan ifade etmesi, râvilerinde yanılma ihtimalinin bulunması dolayısıyladır. Âhâd haberler kesin bilgi vermezler. Gerekli bilgilerin bulunması halinde bile, sadece zan ve galip zan ifade ederler. Âhâd haberler, küfür ve iman konusunda delil olamazlar. Zira akîdeyi ilgilendiren bir konudaki deliller, zan ifade etmemelidirler. Akâid'te zan geçerli değildir. Âhâd haberler, fıkhi ve ahlâkî konularda amel edilen haberlerdir. Âhâd haberlerin delil olamayacağını savunan âlimler, genellikle şu ayetleri delil göstermişlerdir: "Bilmediğin şeyin peşine düşme." (İsrâ, 17/36) ve "Zan, hakdan hiçbir şey ifade etmez." (Necm, 53/28) Ebû Hanîfe zamanında hadis uydurma hareketi korkunç bir şekilde yayıldığı için o, haber-i vâhidlerle amel etme konusunda ağır şartlar ileri sürmüş, pek titiz davranmış, haber-i vâhidlerin çoğunu reddetmiş, kıyası birtakım hadîslere tercih etmiştir. O bunda mâzûrdur. Haber-i vâhidin dinde delil olarak kullanılıp kullanılamayacağı hususundaki münakaşaların, Mu'tezilenin zuhuru ile ortaya çıktığı göz önünde bulundurulursa, bu münakaşalarda söz konusu edilen haber çeşidinin sadece bir kişinin haberi
olduğunu, aziz ve meşhur denilen haber çeşitlerini bu münakaşaların şümûlü içinde mütalâa etmemek gerektiğini kabul etmek icap eder. Haber-i vâhidin itikatta delil olup olmayacağı konusunun temelinde yatan esas mesele, onun sübûtunun kesin olup olmaması ile ilgilidir. Sübutu kesin olan mütevâtir itikatta delil olarak kabul edilirken, zan ifade eden haber-i vâhidin aynı konuda delil olup olmayacağı tartışma konusudur.Haber-i vâhid itikatta delil olmaz prensibiyle hareket eden âlimler; inanç konuları içinde nübüvvet, ru’yet, ba’s, kabir azabı gibi konularda âhâd olan haberi delil olarak kullanırlar. Haber-i vâhidin itikatta delil olup olmadığı konusundaki tartışmaların temelinde Mu‛tezilenin “haber-i vâhid itikatta delil olmaz” şeklindeki genel yaklaşımının yattığı anlaşılmaktadır. Mu‛tezilenin ortaya koyduğu bu genel kaide diğer kelâm ekolleri tarafından da kabul edilmiştir. Mâturîdî ve Eş’arî kelâmcıları “Haber-i vâhid itikatta delil olmaz” kaidesi hususunda müttefiktirler. Ancak bu kural pratikte her zaman işletilememiştir. Mâturîdîlerin bu ifadeden maksatları muhtemelen altı temel iman esası ile ilgili olsa gerektir. Örneklerine sıkça rastlandığı gibi, onlar temel itikat esasları dışında pek çok haber-i vâhidi özellikle meşhur âhadları itikâdî konularda delil olarak kullanmışlardır. MATURİDİ’YE GÖRE HABER-İ VÂHİD İmam Mâturîdî haberin bir bilgi kaynağı olduğunu ve amel edilmesi gerektiğini bazı âyetlere 9/Tevbe, 122; 49/Hucurât, 6. âyetlere atıfta bulunarak ifade etmektedir. İmam Mâturîdî’ye göre bazı âyetlerden de anlaşılacağı gibi haber-i vâhid bilgi kaynağı kabul edilmeli ve gerekli şartları taşıdığında kendisiyle amel edilmesi lazımdır. O bu konuda şu âyetleri delil getirir: “Bununla birlikte müminlerin hepsinin toptan savaşa çıkmaları doğru değildir. Onların her kesiminden bir grup dinde yeterli bilgi sahibi olmaya çalışmaya ve seferden sonra dönen topluluklarını uyarmak üzere geride kalmalıdır. Umulur ki, sakınırlar.” İmam Mâturîdî’ye göre bu âyeti kerimede (hataya ihtimali olsa bile) haber-i vâhid ile amelin lüzumuna delil vardır. Çünkü zikredilen gruptan bir kısmının yalan ve hata üzerine ictimâları mümkündür. Sonra da kavimlerini yalana ve hataya (yöneltme) ihtimali olsa da haberlerinin kabulünü gerekli kılmıştır. Mâturîdî “Ey kavmimiz! Allah’ın davetcisine uyun, ona iman edin ki, günahlarınızı bağışlasın ve sizi elem dolu bir azaptan kurtarsın.” âyetleri yanında Hucurât suresinde fasığın haberinin araştırılması ili ilgili âyeti de haber-i vâhid’in kabulü için delil sayar. İmam Mâturîdî hem genel olarak hem de Hz. Peygamberle ilgili haber söz konusu olduğunda onu mütevâtir ve ahad olarak ayırdıktan sonra haber-i vâhid ile ilgili şu bilgileri vermektedir: Ona göre haber-i vâhid ilim ifade etme bakımından Hz. Peygamber’den gelen bir hak olduğuna şahitlik etmekte mütevâtir derecesine ulaşmayan haberdir. Onunla amel etmek veya hiç dikkate almamak gibi iki seçenek vardır. Bu da râvîlerin durumlarını inceleyerek, haberlerin muhtevasının araştırılarak, kesinlikle sabit olan nassa uygunluğunun ortaya konulmasıyla haber ya kabul edilir ya reddedilir. Burada yanılma ihtimali bulunsa da ağırlık kazanan kabul tercih
edilerek onunla amel edilir. Bilgi etmede en kesin yol olan duyuların zayıflığı, algılanan nesnenin uzaklığı ve letafeti dolayısıyla yanılma ihtimali bulununca ağır basan duruma göre hareket edilir. Ayrıca haber-i vâhid ile amel edilsin veya edilmesin her iki halde de kesin bilgi derecesine ulaşılmış olmaz. Kişi hangisine meylederse etsin haberin temel amacından uzaklaşmış olabilir. Bundan dolayı râvîlerin hallerini araştırmak ve haberin muhtevasını kesin delille mukayese etmek yoluyla işlem yapılır. Mâturîdî’ye göre haberi vâhid amel edilme bakımından hüccettir ama kesin hüküm vermek caiz değildir. Zira haber-i vâhid amel açısından ilim (ilmu’l-Amel) ifade eder, doğruluğuna kesin olarak şahitlik etmeyi (ilmu’ş-şehade) gerektirmez. (Burada imam Mâturîdî’nin “amel”den kastı fıkıh, “şehadet”ten kastı da itikad’dır. Bazen “şehâdet”ten kastı metafizik âlem olduğu da anlaşılmaktadır.) Ona göre haber-i vâhidle zannı galip üzere amel edilir ve zann-ı galip pek çok konuda kesin bilgi yerine konulmuştur (kesin bilgi gibi kabul edilmiştir). Zira Allah zannı galipten dolayı zaruret halinde leş yemeyi mubah kılmıştır. O (zaruretten dolayı ölü eti yiyen) kişi o halde iken (belki) ölmeyebilir. Yine ölümle tehdit edilen kişinin küfür sözünü söylemesi, zannı galipten dolayı mubahtır. Yoksa tehdit eden kişinin onu öldüreceği kesin olarak bilinmez. Zan bazen zan olarak kalır bazen de ilim olur. Hadd-i zatında insanlar arası ilişkiler hakkındaki şer‘î hükümlerin geneli gerçekliğe göre (hakikat) değil zannı galibe göre vazedilmiş hükümlerdir. Bu ifadelerden yola çıkarak, bizim amel etmekte olduğumuz hükümlerin çoğunun zanna dayalı hükümlerden oluştuğu söylenebilir. Zannı galible verilen hükümler olmasına rağmen biz çoğu kere onların kesin hükümler gibi kabul eder onlarla amel ederiz. Mâturîdî’ye göre, peygamber’le karşılaşan herkesin rivayetini makbul görmek gerekmez; çünkü böyle bir kimselerin de rivayet uydurmaları, aktardıkları mutat şeyleri dinleyicilerine dini bir görevmiş gibi sunmaları ve onlara uygun gelmeyen rivayet reddetmeleri mümkündür. Bu sebeple mezhep imamlarımız umum belvâ olan, yani geniş kitleleri ilgilendiren, sık karşılaşılan konularda gelen haber-i vâhidlerin kabul edilemeyeceğini savunurlar. EŞ’ARİ’YE GÖRE HABER-İ VÂHİD Eş‘ariyye’ye mensup âlimlerin haber-i vâhid konusundaki görüşleri Mâtürîdiyye’ye oldukça yakındır. Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî, haber-i vâhidin amelî konularda kesin delil olarak kabul edilmesi gerektiğini söylediği halde akaid alanındaki değerine temas etmemiştir. Bununla birlikte onun kelâmı görüşlerini ihtiva eden el-Lüma adlı eserinde itikadî meseleleri âhâd haberlerle delillendirmediği görülmektedir. Her ne kadar Ehl-i sünnet’e intisap ettiği ilk yıllarda kaleme aldığı el-İbâne adlı eserinde bazı âhâd haberleri kullanmışsa da bunları ilgili konudaki âyetleri teyit edici mahiyette zikretmiş olup itikadî esasları tek başına haber-i vâhide dayandırmamıştır. Eş‘arî’yi takip eden âlimlerden İbn Fûrek, isnad açısından sahih görülen âhâd haberlerin galip zan ifade ettiğinden akaid alanında kesin delil teşkil edemeyeceğini belirtmiş, Bâkıllânî de bu tür bir haberin ilim ifade etmediğini, ancak râvisi güvenilir olup daha güçlü bir delil ile çatışmadığı takdirde ameli gerektirebileceğini söylemiştir
Abdülkāhir el-Bağdâdî, bunlara ilâve olarak haber-i vâhidin ihtiva ettiği bilgilerin akla aykırı olmaması gerektiğini ve akaidle ilgili bu tür haberlerin akla uygun bir şekilde te’vil edilebileceğini ileri sürmüştür Haber-i vâhidin akaid alanında kesin delil teşkil edemeyeceği meselesi üzerinde en çok duran Eş‘ariyye âliminin Fahreddin er-Râzî olduğunu söylemek mümkündür. Ona göre akaide ve özellikle ulûhiyyete ilişkin meselelerde haber-i vâhidin delil olamayacağını gösteren güçlü kanıtlar mevcuttur. 1. Bütün âhâd haberler zannî bilgi ifade ettiğinden zan mertebesinde bir delil oluşturabilir. Kur’ân-ı Kerîm’de zanna uymak daima tenkit edilmiş, bunun hakikat açısından hiçbir değer taşımadığı bildirilmiş ve Allah hakkında zannî bilgiye dayanmak yasaklanmıştır 2. Haber-i vâhidlerin isnad zincirinde yer alan en önemli râvi ashap neslindendir. Muhaddislerin naklettiğine göre ashaptan bazıları diğerlerini tenkit etmiş, Hz. Peygamber’in sözlerini yanlış anladıklarını veya öğrettiği bilgilere aykırı rivayetlerde bulunduklarını söylemişlerdir. Nitekim Abdullah b. Ömer, ölüye, onun ailesinin arkasından ağlaması yüzünden azap edildiğine dair bir hadis nakledince Hz. Âişe bunun Kur’an’a aykırı olduğunu, zira orada bir kişinin işlediği günahtan ötürü diğer bir kişinin sorumlu tutulmayacağının bildirildiğini (el-En‘âm 6/164) hatırlatmıştır. Ayrıca ashabın, Fâtıma bint Kays’ın naklettiği bir rivayet hakkında, “Doğru mu yoksa yalan mı söylediğini bilmediğimiz bir kadının haberiyle rabbimizin kitabını ve Hz. Peygamber’in sünnetini terketmeyiz” dediği de bilinmektedir. Bundan dolayı ashabın naklettiği âhâd haberler ulûhiyyet konuları dışında zannin yeterli olduğu fıkhî alanda delil olarak kabul edilebilir. 3. Sahâbîler, Resûl-i Ekrem’den naklettikleri âhâd haberleri ondan duydukları lafızlarla değil muhtevayı ifade eden farklı lafızlarla aktarmışlardır. Çünkü sahâbîler Hz. Peygamber’den duyduklarını yazmamışlar ve aradan uzun zaman geçtikten sonra rivayette bulunmuşlardır. Bu husus da haber-i vâhidleri oluşturan lafızların bizzat Resûl-i Ekrem’in sözleri olma ihtimalini zayıflatmaktadır. 4. Muhaddisler âhâd haberleri değerlendirirken bunları nakleden râvilerin siyasî ve itikadî görüşlerini dikkate alıp sübjektif davranmışlar, meselâ Şiî ve Mu‘tezilî âlimlerce nakledilen rivayetleri muteber saymamışlardır. Bu tutum âhâd haberlerin objektifliğine gölge düşürmektedir, 5. Bilindiği üzere mülhidler pek çok haber uydurup Peygamber’e isnat etmişler ve bu metinleri hadis derlemesi yapan kimselere nakledip kabul ettirmişlerdir. Her ne kadar Buhârî ve Müslim gibi muhaddisler dikkatli davranmaya çalışmışlarsa da onların hatadan korunmuş olması söz konusu değildir. Âhâd haberler hakkında hüküm verilirken bu hususun da dikkate alınması gerekmektedir.