Merdivenfanzin6

Page 1

In Vino Veritas


- ''Önsözler gereksizmiş geç bildim.Okuduk yine de,gençmişiz işte.Öylesizliğim daha güzelmiş öylece.'' Cenk Taner Merhaba durakta beklerken fanzini okuyan kıvırcık saçlı esmer kadın.Kapağın ve tasarımın boktanlığına aldırmadan çevirdin ya sayfaları.Sonra birinde durup güldün,etrafa baktın kimse gördü mü diye merak edip.Sonra yine otobüsü beklemeye devam ettin.Senin bu gülüşüne bir özür borçluyuz.Bu elinde tuttuğun sayının varlığı gamzelerinin varlığına armağan olsun.Ne mutlu esmerim diyene. 5. sayı -büyük ihtimalle elinize ulaşmadı- çok uğraşmamıza rağmen baskı hatasının bizi ters köşeye yatırması sebebiyle sessiz sedasız,içine kapanık bir sayı oldu.Ama biz de bu işin duayeni veya üstadı değiliz.Her seferinde başka şeyler deniyoruz.Amacımız ''heh bu çok iyi oldu hep bunu yapalım''demek değil.''Böyle yapsak nasıl olur'' diye düşünüyoruz genelde.Manifestomuz bellediğimiz Efendimiz Acemilik yazısını buraya bırakıyoruz,bir sorun varsa bizle değil Turgut Uyar'la görüşün. ''Oysa acemilik. Efendimiz acemilik. Bir taş alacaksınız. Yontmaya başlayacaksınız. Şekillenmeye yüz tutmuşken atacaksınız elinizden. Bir başka taş, bir başka daha. Sonunda bir yığın yarım yamalak biçimler bırakacaksınız. Belki başkaları sever tamamlar. Ama her taşa sarılırken gücünüz, aşkınız, korkunuz yenidir, tazedir. Başaramamak kaygısının zevkiyle çalışacaksınız.''

In Vino Veritas


İÇİNDEKİLER -Bir solukta okuyacağınız roman -Migros'tan mani kılap kartla alınan kitap -Elifh shafaq -Ot kafe -İnstagramdaki Kürk Mantolu Madonna ve kahveli fotoğraf -Marlboro,ayfon,araba anahtarı,rayban gözlük ve üçgen vücut -Topuklu ayakkabı -TOKİ -Ve özellikle tikiler içinde değildir. Ama üzülmeyin Cenk Taner güzelliği,Fikret Kızılok naifliği,Orhan Veli'nin serseri aşkları,Sait Faik'in adaları,martıları ve balıkları,Tomris'in rakısı,Noir Desir'in tutkusu ve bol bol esmer var.Sevin diye.Bunlar da olmasa boku yemiştik zaten.

In Vino Veritas


OYUNUN DIŞINDA ASIL OYUN Sokak lambası kısa süreliğine tereddüt etse de yanmaya karar vermiş olacak ki karşımda oturan adamın yüzünün yarısına turuncu ışık düştü.O zaman hatırladım,karanlıkta kibriti çakıp yüzüne bakardım.O anın fotoğrafını çekerdi hafızam,sonra onu istediğim yere koyar izlerdim.Bazen dalgakıranın en ucuna,bazen akıp giden nehre.En güzel neresi ise oraya..Sararmış yapraklara güneş düşerdi,saçlarını görürdüm. Memurların işten eve doğru yola koyulduğu,aylakların evden dışarı çıktığı saatler.Köşedeki masada beyaz takım elbisesiyle tek başına bir İstanbul efendisi oturur.Tabağındaki peynirden ufak bir parçayı alır,ağzına götürür.Saçlarını düzeltir,etrafına bakar ve düşlemeye devam eder.Karısı birkaç ay önce ölmüştür ama o yine her sabah kahvaltı hazırlar,parklarda gezer,kuşları seyreder uzun uzun.Bugün gelip bu masada rakısını yudumladığına göre kabullenmiştir artık bu ölümü.Şef garson yirmi sekiz numaralı masayı toplar,mutfağa doğru götürürken şişenin dibinde kalan şarabı kafasına diker.Şimdi müşterilere karşı daha naziktir.Kalabalık masadaki kadın bir kahkaha patlatır.Bu kahkaha,iyi gelirli bir kocaya sahip olmanın verdiği haklı gururu içinde barındırır.İki eski solcu,yeni yayınlanan bildiri üzerinde hararetli bir tartışmaya girerler.Ve kalan son dolu masada,hikaye bittiğinde artık kimseyi ilgilendirmeyecek bir adam oturur.Yüzünde iyileşmemiş yara izleri vardır nedense.Otobüs şirketleri fazla yük almayı kabul etmediği için tek bavulla gelmiştir buralara,bir zamanlar dünyasını sığdırdığı odayı ardında bırakarak -yaşanmışlıklar dahil-.Fakat bu adamın onu herkesten ayıran bir derdi vardır ya da yoktur.Varlığı yokluğu düşündürür.Ah bir olsa..Olsalar,yapılacaklar...Adam adisyonu ters çevirir,hesabını yapmaya başlar.Şimdi o otobüse bileti olsa,atlayıp gider mi?Gider.

--------------------------------------------------İşte buradayım yine.Yıldızlarını ezberlediğim gökyüzünün altındayım.Özlemini duydukça,balık tezgahlarına koştuğum deniz karşımda serili şimdi.Severmişim bu kenti -meğer-.Yürüdükçe her şeyin tasarladığım gibi olduğunu fark

In Vino Veritas


ettim.Yollar ıslak,çalılar üzerinde su damlacıkları...Bir dakika!Şuradaki harabe yerinde yok.Sanırım yıkmışlar. Hayal ettiğimden farksızdı,her şey bıraktığım gibi yerli yerindeydi onu görene kadar.Bir kafede oturuyordu.Yağmur başlamıştı,camdaki damlalardan anladım.İçeride şömine yanıyor olacak ki yanındaki duvarda gölgesi titriyordu.Taşaklı bir avizenin içinde wattı az ampul yanıyordu.Zengin yeriydi belli ki,yerler ahşap önündeki bardak porselendi.Çenesini sağ eline dayamış diğer elinin işaret parmağını da fincanın kulpunda gezdiriyordu.Tırnakları kısa,kırmızı,cansız..Dudaklarına bakıyordum ki başını kaldırdı ve göz dudağa geldik.Kurtar beni der gibi bir çaresizlikle bakıyordu bana ve yüz ifadesini değiştirmek için herhangi bir çaba göstermedi.Camdan aşağı doğru süzülen damla beraberinde dalgınlığımı da aldı götürdü. -Fİkirlerimizde boğuluyoruz. -Anlamadım? -Nasıl anlamazsın.Bugüne kadar bana kendimi anlatan sen değil miydin? -Bugün bitti.Yarın beni tekrar sevmen gerekecek.Yapabilir misin?Her uyandığında doğup büyüyerek beni sevebilir misin? -Seni sevmek çocukluğumdan kalan güzel bir hatıradır.Dedemin binbir özenle balık kızartması,bunu yaparken de bana hikayeler anlatması gibi veya babamla sahilde top oynamak...Şaka yollu vururdu bacaklarıma güçlensinler diye.Canım yanardı ama yıkılmazdım,hırslanırdım aksine.Dayımla oturup eski pikaptan şarkılar dinlerdik saatlerce ve Beşiktaş için yazılan son marşları söylerdik yumruklarımız havada.İşte biz bu güzellikleri ıskaladık sanırım.Başlangıçta ne güzeldi her şey.Tanrıya inanmayıp güzel olan tüm kavramları topladım kollarımda,sen vardın karşımda.Fikrimdesin.Sen varsın.Bende bir daha varsın. Nerde kalmıştık? -Ben yokum artık. -Evet,orada.Yokluğunda kapı kapı dolaşıp dilencilik yaptım.Doğru kelimeyi ver bana Eleni,Maria,Asuman...Doğru kelimeyi ver bana Mişlin.Burnum üşüyor dediğinde yazdıklarımın tümünü yaktım,ısınırsın diye.Şimdi ne kaldı yıllardan geriye?Sadece ben biraz daha fazla konuşuyorum.İkinci yeni kusura In Vino Veritas


bakmasın.Artık susmanın bir güzelliği kalmadı,güzel susmanın da.Uzun uzun anlatmak gerek.İşte yine buradayız.Yarımadada fırtına var.Karşı kıyıdaki ışıkları izliyoruz .Ağaçlar sen geldin diye eğiliyor.Yakamoz elinden geleni yapıyor.Teşekkürler Doğa,bu boktan konuşmaya güzel bir sahne hazırladığın için. -Arabesk dinlemeye mi başladın sen?Seni bıraktığımda kuşları eliyle besleyen ayakkabı boyacısını izliyordun.Bir işte çalışmak,bir yerde ölmek ya da at yarışı oynamak değildi senin işin.Sanki sen dünyaya hayran olmak,güzel olan ne varsa peşine düşmek için doğmuştun.Bilirdim,beni beklerken farkederdin dünyayı.Oradaki ağacı,limon çiçeğini,sokak tabelasını,parktaki çocuğu...Bunları anlatırdın bana uzun uzun ve müthiş benzetmelerle.Beni sevdiğini söylemediğin için kızmazdım.Heyecanla,soluk soluğa,büyüterek anlatırdın çocuk gibi.Bense o tutkuyu sevmişim meğer. -Yazdıklarım hep o zamana aittiler.Düşündüğüm zamana.Sırtımdaki ürpermenin sebeplerini bulamıyorum uzun süredir.Ne dokunma,ne zeka parıltısı ne de bir şeye karşı hayranlık...O ürpermeyi hissettiğim anları tekrar yaratmak istiyorum.Olmuyor.Gücüm bileklerimden çekiliyor sanki.Cahar atıp şeş oynasam gene yenecekti beni ölüm beni ama ben hep yekten öteye geçemedim.Yüzme bilmeyen ada gibi belki.İnsan gökkuşağından bile korkabiliyor,kendini ona asmaya karar verdiğinde.Baştan sona güzel bir şeyi keşfettiğimde soluklanmadan yanına gelir ve söylerdim.Birazdan yitecek telaşlı bir gülümsemeyle...Sonra hızlı yürüyerek tekele girerdim.Bir camel soft!Ve bu sigara doğru zamanda filmi atlamayan bir zenitin dramının çekildiği sokakta içilecek.Cebimden parayı çıkarırken bana verdiğin limon çiçeği düşerdi yere.Şimdi bunlara sahip olmadığımdan hiç yorulmuyorum.Hem güçsüzüm hem yorulmuyorum.Ben olsam utanırım ama ellerim yok ki,burnum yok.Bunlar yok belki ama her sarılmanın bir uyumu var.Sarıldığında bakir bir Bodrum koyuna değerdi gövdem.Ve bu güzelliğe şahit olan temas yerleri beni kabul etmiyor artık.Bense onların bu aitlik isteğini yadırgamıyorum.Yarının neyle geleceğini bilmek beni korkutuyor başta.Sonra ''hayatı öğrenmeye devam ediyoruz'' diyerek avutuyorum kendimi.Sahi,hayata karşı Zeki Müren sesi gibi naif olmak mı gerekirdi yoksa Cem Karaca gibi düellocu mu?Ben bilmiyorum cevabını.Bildiğim son şey;herkes bu filmin figüranı gibiydi.İkincisi

In Vino Veritas


çekilmeyecek.Ellerini tahta köprüde gezdirerek karşıya geçeceksin.Ben de ellerim cebimde hiçliğe yürüyeceğim,o köprüyü havaya uçurma isteğiyle. Son sahne:Yazılar,isimler akar perdede.Gişe hasılatı da sikimde değil.And Oscar goes to Mişlin.

Not:Yeni yetme yazar böyledir.Her şeyden ve hiçbir şeyden bahseder.O halde selam olsun acemi ruhla amatör kümede top koşturan sol açıklara... |Mertkan|

In Vino Veritas


Genç Çınar Bütün eksikliklerim ile başlarsam Avuçlarım yıldızları göstermeli Çocuklar gibi santim santim ısıtmalı toprağı Ve bir kravat olmalıyım ayağını yerin altından uzatan. Yıllanmış ağaçlara çekiyor ifadem Uçurtmasını altını almış İnsansız dokunuşlara sahip çimlerin üstünde Etekleri savrulan kızların peşinden koşmuşluğum. Sonralarla geçmeyen geceler arasında Bir zaman sıkışmışlığım Tüm güzelliklerin toplandığı bir ana çekelim sandalı Bir adamla bir karanfil saçlının birbirine karıştığı Yarımlıkların bütünleştiği bir eylemde Bazı naylondan şeyleri atladılar. Asılsızsızlıklarımızı biriktirdiğimiz kadar bayram oldu, bu bayram Tanrısızlık bile verilen bir güzellikti. Bir çocuk üflemesinin hışırtısı içinde, Teknelerin ucunu dalgaların yönüne vurmak tadında, Alay ettiğim tüm sizinle ! |S.T.|

In Vino Veritas


ESMERLİK

Fethiyenin en bilinmedik yerinde şişe şişe şarap bitirdik biz. Üstelik kaza yapmış da gelmişiz, arabanın sol taraf yok. Gülüyorduk öyle. Tıkırında adam mutluluğu vardı üzerimizde ama hiçbir bok tıkırında değildi. Sen yoktun bi' kere. Saat gecenin dördü. Sana en yakın olduğum anlar. Çünkü hava ne zaman aydınlanmaya başlar -yani ne zaman esmer olmaya başlar- sen aklıma gelirsin. Hele bulutlar da ırmak gibi süzülmüşse havada... Saçların aklıma gelirdi, o boynuna sarmalanıp beline kadar uzanan saçların. Sol parmağındaki ufak çizik bile aklıma gelirdi. Acıktım demiştin de tarlaya dalmıştım ya hani. Limon çalmıştım koca tarladan. Sırf ben o anları unutmamak için 50 lira fazla verip, önünde limon ağacı olan bir eve çıktım. Bak ben şunu yaptım, bu oldu, böyle yaşadım değil demek istediğim. Sen neler yaptın ya da yapmadın da değil olayım. Bir adam bu kadar ince şeyleri düşünüp her allaan günü dörtten önce uyumuyorsa bi' nedeni vardı la bunun. Bi' düşün ya. Kusura bakma kadınım, ama senin esmerliğin ne Farsça şarkılarda geçer, ne Orhan Veli anlatabilir esmerliğini. Benim sana aşık oluşum bile başlangıcında bir vazgeçişmiş. Mersinin en bilinmedik yerlerinde tek başıma yine şişe şişe şarap bitiriyorum ben. Üstelik her gece kaza yapıyorum. Saat yine dördü geçti. Hava yine sen.Souad Massi - Ghir Enta eşliğinde...)|Zagor |

In Vino Veritas


SAKIZ ADASI Balığı avlarken ilkel yöntemler kullanıyoruz,balıkla eşit şartlarda olabilmek için. Balık puslu ve rüzgarın poyrazdan estiği havayı sever.Hele deniz de dalgalıysa,o gün doğa ana bize büyük bir kıyak yapıyordur.O kürekler balık tutacak olmanın mutluluğuyla tüy gibi hafif gelir bize.Ama işin en zor kısmı da balık tutamadığın zaman kıyıya dönmekte.Beş ton gibi gelir o kürekler insana.Balıkçı dalgalara direnemediğini ilk o zaman anlar.Ne kadar sevsek de deniz insanı yer bitirir,koca gemileri konserve kutusu gibi buruşturup atıyor yeri geldiğinde insan ne ki.. Her insanın bir kaçış yolu var.Biz balıkçılığı hem kaçış yolu hem de iş olarak gördük kendimize.Çünkü balıkla uğraşmak insanla uğraşmaktan daha kolay.Örnek vereyim;büyük balık küçük balığı yer diye insan icadı bir genelleme vardır.Bizim işimiz kefalle.Kefal işinde gücünde bir balıktır.O yüzden ayrı bir saygı duyarız kefale. Kendimi bilmeden daha buradaydım.Bu kayıkta,bu suda ve bu balıklara karşı savaşta...Süleyman dedemle karşı adadaki hayatı düşleyerek harcadım gençliğimi. Dedemi izleyerek öğrendim hayatı.Karanfildi dedemin lakabı.Eski püskü ceketinin cebinden karanfil eksik olmazdı.Sessiz sakin bir adamdı ama balık kaçtığı zaman başlardı isyan etmeye.Poyrazlaşır habire sayıklardı ''Senin yüzünden kaçtı balık,şöyle büyüktü,böyle iriydi...El salladı da kaçtı balık.Mehmet'i ara da o çeksin bari,onun tarafa gidiyor.Gerçe balık huylandı bir kere...'' Bazı zamanlar ağdaki küçük deliklere yama yapmazdı.Meraklı gözlerle baktığımı farkettiğimde ''balığa da şans tanımak lazım'' derdi gülümseyerek.Sonra da sigarasından haklı bir duman alırdı.Sigara ağzında iş yaptığı için pek konuşmazdı ve duman kaçmasın diye gözünü kısardı hep.İşi çabuk kavradığım zamanlarda takdir almak için yüzüne bakardım.Dudağının kenarı kalkar,gözleri kırışır,gülümserdi.Hayatım boyunca o kırışıklığın peşine düştüm. Sarı vardır,Sarı Hasan.Dişleri çürük,tüyleri turuncu...Akıntının yönüne göre bizden önceki koyu o tutardı.Sabretmek imkansız olduğunda onu arayıp balık var mı diye sorardık.Yok derse pılı pırtıyı toplar kıyıya dönerdik.Balık kokusu üzerimize sinmiş olacak ki onlarca kedi gezerdi kahvede.Bir süre kedileri izledikten sonra lafa girerdi ''bugün de balık yoktu ha''...Sarı kahveye girerdi

In Vino Veritas


sonra.Keyfi yerinde,sigarasını ağa gibi yakışından anlardık balık tuttuğunu.Zaten parayı bulduğunda marlboro içerdi.Neyse,nerde kalmıştık? Yıllardır çıraklığını yaptığım adam hep aynıydı da son bir haftada birden çöküverdi.Akciğer kanseri dediler. Bizim buralarda adettir,yaşlı veya hasta biri ölmek üzereyse eğer onun günlük hayatta kullandığı eşyalar bahçedeki ağacın dallarına asılırdı ve öldüğünde torunları takardı artık neyi varsa rahmetlinin.Bahçeye bakıp da o manzarayı gördüğü zaman içlenirdi.Tüm sülale ''hadi artık öl'' der gibi...O gün anladım akraba dediğim bu insanlardan hayır gelmeyeceğini.Ama Süleyman dedemle biz farklıydık.Onun yeleğini giyip mezarına rakı dökecektim.Mezar taşına Aşık Veysel'İn dizelerini ben yazıcaktım. Son günlerinde Eleni diye bi kadından bahsetti hep.Ve öyle güzel anlatırdı ki onu dinleyen o küçük meclis yüzünü görmediği kadına aşık olurdu.Parayı bulduklarında gittikleri kadının o olduğunu bilmeden. ''Geceleri sessizce açılırdım kayıkla.İstikamet karşı ada.Eleni ilk balığını benle tuttu.Sırtımızı ağaca yaslayıp uyuyakaldığımızda şafak sökerken suyun içinde çırpınan balığın sesine uyandım.Romantizm güzel ama serde balıkçılık var.Hemen Eleni'yi de attım kayığa.İhtimal vermesem de Eleni'nin o çocuksu heyecanıyla asıldım küreklere.Rastgele çektik balıkları kayığa.Biri on beş biri on yedi kilo falan var.Şaşkınlıktan ne yapacağımı bilemedim,önce balıkları sonra Eleni'yi öptüm. İşte evlat karşıda ışıkları kandil kandil yanan adada Eleni adında bir kadın yaşar.Bu karanfil de onun anısına düzenlenen mütevazi bir saygı duruşudur.Bugünden itibaren ben nerede değilsem Eleni oradadır.'' Bu dalyan varoldukça yakasında karanfil olan bir balıkçı da olacak elbet. |Mertkan|

In Vino Veritas


-sunuz Olanca insankırıntıları arasında geçerken kulağınıza bir ses çalınıyor durup benliğinizden sıyrılıp dinliyorsunuz o ses topluluğu size tamamen yabancı olduğunuz dünyasını korkusuzca sunuyor her bir notasını tattırıyor sizde bundan haz duyuyor ve yavaşça dünyasına çekiliyorsunuz her tonunun göğsünüzde kendisine ait yer edinmesini çaresizce izliyorsunuz .korkulusunuz çünkü o dünya size ait olsun istiyor mu bilemiyor bu yüzden sese hiç karşılık veremiyor onu bulamıyorsunuz ve göğsünüzde edindiği yer canınızı acıtıyor buna tahammül edemiyorsunuz. bağlılık bu, işte hiç size göre olmayan bu. Hem Ses size ait olsun ama siz ona ait olmayın böyle olmasını nasıl bekliyorsunuz. Sonra o sesler topluluğunu anımsatan sesler duyuyorsunuz acıyı yaşatıyor zehirli bir sarmaşık gibi vücudunuzu insanlığınızı sardığını biliyorsunuz. elinizde kalan tek şey sesi duyduğunuz yer orada oturup bekliyorsunuz belki tekrar duyarım diye düşlüyorsunuz. Sonra metroda size çok tanıdık gelen bir kadın görüyorsunuz titrek gözleri damla damla bakan bir kadın belirsiz yabancı olduğu duygularla cebelleşiyor ,yıllardır konuşmamış gibi haykırıyor sessizliğiyle gözlerini hiç kırpmadan eğer kapatırsa dökülecek sözcükler yüzer yüzer artık gerek kalmıyor göz kapaklarına kelimeler nazikçe fışkırıyor, yeryüzüne yayılıyor insanlığı hüzün kaplıyor, kadın kendinden geçiyor varlığı sürüyor belki ama yokluğu çok belli oluyor. Şimdi o, kalabalıktan çok uzakta kendinden hesap soruyor kendiyle kavga ediyor ağzını gözünü dağıtıyor.kadın size birini hatırlatıyor ama o besbelli dünyaya çok yabancıydı. Arayışlar içindeki siz ineceğiniz yeri kaçırdığınızı fark ediyorsunuz ilk durakta inip merdivenlerden yukarı çıkıyorsunuz o an güneşin yavaşça bedeninizi ruhunuzu ısıtıp aydınlatmasını ilk kez bu kadar anlamlı buluyorsunuz İçinizden hoş geldin diyorsunuz. |Yeşil|

In Vino Veritas


BODRUM KAT //Hattı şaş yoktur/sattı şaş vardır/hatta/hatta şaş vardır/hattuşaş vardır/işte o şaş/hasan şaştır/ben bunu bilir bunu söylerim. //Bol papatyalı park günleri sezonu açılmıştır.Yalnız dikkat edelim azıcık güneş var diye tişörtle gezen kas yığınları çıktı sokağa.Ama korkmayın çömelince bişey yapmıyorlar.. //Fanzinde ''zagor'' lakabıyla yazan kel bi çocuk var ya.''Abi merhaba,ben gözlüklü çocuk'' diye dolanıyordu ortalıkta.Dedim ''şşt lan optik gel bakayım buraya.Senin adın Zagor bundan sonra.''Kendisinde pek iş yok ama benim bulduğum isimden prim yapıyor işte.Ciddiye almaya değmez.Ama cid diyeti önemli onun yaşlarında.Saçlar dökülüyor sonra.. //S.T diye bi yazar var bi de.Zorla yazı yazdırdık adama.Dedim ki ''lisede sen bi kıza aşık olmuştun da dalga geçmişti seninle.Sonra yazmaya başladın aşkımdan ölüyorum,yetişin,çok fenayım falan diye.Bebeye verdim gazı az kaldı arabesk repçi oluyordu.Onun yazılarını DJ Akman dinleyerek okuyun. //Son olarak bu sayıda Merdiven Fanzin Playlist'i hazırlayan B.'ye de biraz sallamak istiyorum.Ben olmasam tumblr kızı şarkıları dinleyecektik.Playlistin ilk halini görseydiniz keşke;kasıntılıktan ve aşırı şekilden can çekişiyordu.Öyle bi liste ki şarkı başına beş tane john lennon gözlüğü düşüyor.Neyse ki hemen el attım konuya da ''zararın neresinden dönsen kardır'' lafının haklılığına katkıda bulunduk.Ama yine de diğer denyolara göre en iyisi B.Benim aşırı yönlerimi törpüleyip parlatarak size sunuyor.''Bakın bu Tırtkan ne kadar sevimli dimi?Korkmayın ısırmaz,boynunu kaşıyarak sevebilirsiniz.'' //Muhtaç olduğum Kudret bizim tekelcinin adıdır. //Ev bodrum katta,yazdığım köşenin adı bodrum,gittiğim kafe bodrum...İkinci kata çıktığımda bile yükseklikten korkar oldum. //Dünyadaki en gereksiz olay ugg marka ayakkabının üretilmesi.Dünyanın en gereksiz ikinci olayı ise ugg'larda %50 indirim olması ki bu olay da ''ugg baharı'' olarak adlandırılır.''yıağ ama çoq rahat ve sıcak tutuyoo .s .s'' deme sakın tiki kız.Kundurayla vurmayayım ağzına.. In Vino Veritas


//Cenk Taner en güzel abilerdendir. Adamın keli bile güzel be.Onu dinleyip sevebilen insan herkesi sever yani.Tüm kara parçalarında -tikiler hariç-.GÜneşin üzerine popüler kültürü çekiyorlar (ikeayı,ot dergisini,tavşanlı telefon kabını).Sonra D vitamini eksikliğinden tiki oluyorlar.Oysa telefondan kafalarını kaldırıp,Berkejan'la mesajlaşmayı bırakıp dışarı bir baksalar mevsimin değiştiğini,havaların ısındığını vs. farkedecekler.Hala bereyle gezeni var ya yeter ama artık be!İlle cinnet mi geçirelim?! //Hayatımda en çok kullandığım cümle ''bi camel soft''.Girdim bakkala aynı reğliği tekrarladım.Bakkal abi beni süzdü önce,sonra ''sana camel soft olmaz'' dedi,''216 ya da kısa 2000 tipi var sende''.Adam karakter tahlili yaptı ve sigara yakıştırdı.Hikayeye dikiz..Zorla Tekel 2000 sattı bana sonra da kendi Camel yaktı bi tane.Ezberimi bozdun be bakkal..Hayatımdaki tek düzenli şey camel softtu,onu da kaybettim. //Birkaç yaz önce başımdan geçen çok absürd bi olayı hatırladım.Arkadaşım,abisi ve ben (biz üç kişiydik) sabahın köründe Black Sabbath'ın gazına gelerek gitar çalmaya başladık.Arada ''sabah sabah Black Sabbath'' esprileri de yaparak baya eğleniyorduk.Sonra kapı çaldı,bir abi geldi adı Sıtkı'ymış.Beyaz atletini beyaz külotunun içine sokmuş,banyo terliğini giymiş ve sağ gözü seğiriyor (bizim solumuz).Uzun süre bakıştık abiyle,hiçbişey söylemeden gitti sonra.Arkadaşın abisi de ''sıtkım sıyrıldı'' deyip kahkahayı bastı.O günden beri kim sıtkım sıyrıldı deyimini kullansa ben de kahkayı basıyorum.Ama kimse kullanmıyor.Ve bu da böyle bir anımdır.. //Eğer ki delirirsem -allah korumasın- akmayan trafikte,kalabalık otobüste kendi kıraş oynayan tikilerin arasında deliricem.Hayır camlar da kirli,dışarıyı görebilsek en azından kuşlar ağaçlar derken oyalanıcaz.Sadece yere bakmana izin var.Faşist otobüs! //Uzun yolculuklardan sonra eve dönüş ritüelidir bu.Sabah otobüsten indiğimde bi süre Aşti'deki o gelen giden otobüslerin yazdığı kırmızı-yeşil ışıklı tabelayı seyredicem.Metrodaki suratsız insanlardan kurtulucam.Sonra üzerine soyut gri atılmış renklerden kafamı kaldırıp karşıya bakıcam.Yokuş aşağı inerken uzaktaki Altındağ manzarasını izleyip binaların bittiği yerdeki iki minareli camiye hayretle bakıcam.Günlerden pazar olmasaydı polifonik Gülpembe çalacaktı okul zili.Birkaç çocuk sesi duyacaktım abartarak konuşan.''Bak şimdi ben çok In Vino Veritas


güçlüyümdür,Batman'i bile döverim'' falan diyeceklerdi büyük ihtimalle.Ama günlerden pazar olduğu için es geçiyorum bunları.Burnu kırmızı,kaşe montlu bankacı bir kadın geçecek yanımdan.Onun hayattan ne beklediğini sevgilisini çayını nasıl içtiğini falan düşünücem.Daha gözünü açamamış bir işçi sigara koyacak dudaklarının arasına,gamsızlığına güleceğim.Sonra bir terzi..Terzileri çok severim,onlar da olsun.Ve nihayet eve vardığımda kedimiz Asuman'ı kucağıma alığ kahve yapacağım.Odaya gidip kasedi ters çevirip play tuşuna bastığımda Joan Baez şarkıya başlayıp bu odada dolaşan 'karısına bağıran adamın hayaleti'ni susturacak. //Gitmek de ciddi bişey.Öyle güle oynaya gidemezsin.Yani güle güle git temennşsş saçmalıktan ibarettir.Hele gülerek ve oynayarak hiç gidemezsin.Başta otobüs şirketleri,akabinde tımarhaneler izin vermez buna.Efendi gibi oturarak gidersin. //Bodrum kattaki kilerden bildirdim.Bir sonraki sayıda içinde'kilerle buluşmak üzere. |Mertkan|

In Vino Veritas


KENARINDA

Yatağımın kenarındayım, rüyalar/hayaller parça parça uçuşuyor. O kadar küçükler ki yerdeki tozların arasına karışıyorlar. Onları tek tek topluyorum. Onları üflüyorum ve benden uçup gitmelerini izliyorum. Yarın, ben de tozların arasına karışacağım. Bir kış gününün kenarındayım, küçük buz taneleri yağıyor. Güneşi onların arasından izliyorum. En sıcak ayakkabılarımı giyiyorum. Dışarda komşularımız küçük bir kardan adam yapmışlar, gözleri taştan. Yarın, ben de kar-dan olacağım. Deniz kenarındayım, denizin kenarında kum taneleri var. Kim bilir milyonlarca yıl oradalar. Avuçlarımın arasına alıyorum. Parmaklarımın arasından akıp gitmelerine izin veriyorum. Daha önce kimler dokundu onlara, merak ediyorum. Yarın, ben de bir kum tanesi olacağım. Bir can sıkıntısının kenarındayım, kafamda bir dolu düşünce. Televizyon izlemiyorum, arkadaşlarımla oyun oynamıyorum. Sadece zamanın akıp gitmesini izliyorum. Yarın, ben de sıkıntıdan akıp gideceğim (?) Kitaplarımın kenarındayım. Beni bir hikâye çağırıyor. Ama ben sessiz duruyorum. Hiç cevap vermiyorum. Kelimeler beni çekiştiriyor, rahatsız ediyor, kolumdan tutup itiyor. Yarın, ben de yaz(ıl)acağım. (?) Gözyaşlarımın kenarındayım, tuzlu bir şeyler var. Acılarım da denize gidiyor mudur? Göğsüm şişiyor, gözlerim bulanıyor. Yarın, ben de yırtılıp/parçalanıp/ağlayıp yenileneceğim (tear me?) Senin kenarındayım, işte buradayım! Dağın tepesinde bilgece, kendimden emin seni bekliyorum. Sen en kocaman ayakkabılarını giyip bana sesleniyorsun: “Geliyorum!” Dağın diğer tarafında ne olduğunu görmek için, birlikte daha da yukarı çıkıyoruz. Yarın, ben de sen olacağım. Bir şeylerin kenarındayım, bilmiyorum neyin. Sıçrarsam nereye varırım? Ya o vardığım yer çirkin/kötü bir yerse? Ya başarısız olursam? Yeni bir şey olursa ya? Yarın, keşfedeceğim. |Unknown| In Vino Veritas


Merdiven Fanzin Playlist Ortaya karışık kaset yapacak kasetçiler, müzik marketleri kalmasa da yurdumuz ülkesinde, bu listeyi sizin için maltepe’de doldurttuğumuz, hatta araya gülüşmelerimizin, sigara istemelerimizin de karıştığı bir karışıksle kaset olarak görünüz lütfen sayın okur. Bu sayımızda gelenekselleştirdiğimiz fanzin sergisini yapmanın ve baharın gelmesinin( pardon gelememesinin) neşesi ve hareketliliği olsa da üzerimizde, şarkılarımız çoğunlukla akşam. Hüzün hep olacak, “fıtrat”ımızda var sanırsam. Ama gece şarkılarından önce, “Ulan bıktım boheminizden” diyen okurlarımız için bonus track geliyor; Jin – Buludlar. Buludlarınız hep pambık gibi olsun… Trenimiz Seattle istikametine gider. Şimdi de ters köşe yapıyor, unutamayanlar, sevip de terk edilenler için; Jeff Buckley – Forget her diyoruz. Sırada tutkulu bir şarkı. Gecelerin yargıcı Nick Cave’den geliyor. Nick Cave & P.J. Harvey – Henry Lee Tek bir popüler şarkıyla anılamayacak kadar naif-tutkulu adamlar silsilesi. Ekseriyetle dinleyiniz, dinletiniz, toplu taşıma araçlarında övünüz efendim. Noir Desir – Septembre en Attendant

Batının doğuyu her konuda ezdiği önermesini yerle bir edercesine. Dünyanın bütün udları birleşin! Le Trio Joubran – Masar

Johnny Cash – Sixteen Tons

Yavuz Çetin – Bul beni İki kişiydik. Afili bir kasetçalarda Fikret Kızılok’un “Yana yana”sı. İlk basımlardanmış hemi de. Tadından yenmiyor. Sesi saçlarını tarar gibi, çalgısı mütevazi. Seviyoruz be In Vino Veritas


abi. Yaşadığımız zaman diliminden ekmek içi tınısıyla geçti, bize de bir nihavent yalnızlık kaldı. Fikret Kızılok – Bir nihavent yalnızlık

Gece akar. Duman tüter. Tek bir gitar solosu, tüm geceleri dar etmeye yeterdir. Gary Moore – Parisiene walkways

Fanzinimiz yazarı Tırtkan’ın duyduğu hayranlığı “ulan kadın sen hiç mi otbise binmedin” diye dillendirdiği, kalbimizin diamond’ı, yengemizdir.(joan baez’i afiş yapan Haziran Hareketi’ne sevgiler.) Joan Baez – Diamonds and Rust

This train goes to huzur. Nick Drake – Day is done Sevmek bir ömür sürer, sevişmek bir dakika. Hooverphonic – 2wicky

Bimin sağındaki kavşaktan u dönüşü yapıyoruz. Var olduğuna Bu tarz benim’de şahit olduğuma utandığım, bir yerlerimi yırtıp sonunda bulduğum şarkıyı sunuyoruz şimdi de. Redbul gibi şarkı allahsız. ZZ Top – Bad to the bone

Chris Cornell – Billie jean

**Son olarak heyheymymy fanzin yazarı, canımız Evren’e selam ederek, listemizin very very best köşesini Searching for a Sugar man adlı süpersonik belgesel-filmin soundtracklerine ayırıyoruz. Rodriguez, dostum, varoluşun varoluşumuzu şenlendirdi. |B.|

In Vino Veritas


ร izim:Asya Gรถkรงe

In Vino Veritas


In Vino Veritas


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.