AYŞEN GÜREL - SİLE
2011-2015
Mengerler YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...
5/2011 Lifestyle
MengerlerLifestyle YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR... 5/2011
HAYALİMDEKİ PROVENCE Ayşen Gürel SÖYLEŞİ Aydın Boysan YENİLİK Actros MÜCEVHER Doğanın ışıltısı
YILDIZLI HAYATLAR • KÜLTÜR • SANAT • SÖYLEŞİ • GEZİ • LEZZET • SAĞLIK
Hayalimdeki Provence YAZI: AYŞEN GÜREL FOTOĞRAFLAR: FARUK SİLE
14
MengerlerLifestyle
GEZİ PROVENCE - FRANSA
Bizi ellerinle okşayarak aramızdan koş diyen lavantalar…
Ç
oğu kez düşlediklerimiz daha renkli, coşkulu, sınır tanımaz ve kusursuzdur, özellikle hayali zengin kişilerdensek; bu nedenle ne çok hayal kırıklığına uğramışızdır, elimizden bırakamadığımız, bitmesini istemediğimiz bir kitabın filmini seyrettiğimizde...
Fransa'nın senelerdir görmek istediğim, sanki beni çağıran bu beldesi ise, gerçekten hayalimdeki kadar güzelmiş... Sevdiğim bir arkadaşımın yolladığı fotoğrafı, i-Pad' imde arka fon olarak kullanıyordum. Uçsuz bucaksız gibi görünen, bizleri ellerinle okşayarak aramızdan koş diyen lavanta tarlaları…Ve her şey nasıl bir hayal ile başlarsa, bu gezi de böyle başladı. İlk gidişimiz lavantalar için erkendi, biliyorduk ama baharda Provence'ı, doğanın o topraklarda uyanışını görmek istiyorduk. Gezimize, Cezanne'ın şehri Aix en Provence'dan başladık. Aix'e gidip müzesini gezmemek, hem de bir sanatçı için olur mu derseniz, o güzelim bahar havasında müzeye kapanmak yerine, bir an önce doğaya koşmak, onun yaptıklarını değil de, baktıklarını, ona esin kaynağı olan peyzajları bulmak istedik. Heykelini görünce ve Cezanne'ın izinde diye tabelalarla işaretlenmiş patikalarda yürürken, kafasında hasır şapkası, elinde bastonu, sırtında tuvalleri ve portatif şövalesi ile sanki önümüzden yürüyordu. Mengerler Lifestyle
15
GEZİ PROVENCE - FRANSA
Souzan ailesi, Chateau Grand Callamand.
Hedefe körü körüne kilitlenmek yerine, amaçlara ulaşmak için gidilen yoldan keyif alınınca nasıl yaşam daha yaşanılası oluyorsa, geziler için de öyle. Elbette bir planımız vardı ama önceden saptadığımız hedefe giderken yolda karşımıza çıkacak, merakımızı uyandıracak, bilinmedik, duyulmadık keşiflere de açıktık. Bu esnek ve her şeyden önemlisi başına buyruk tavır, hiç olmazsa gezilerde biraz programsız olabilmek, yoğun yaşamdan kaçış diye düşündüğümüz bu günlerde insana hoş bir özgürlük hissi veriyor. Provence'da araba ile dolaşmaya karar verdiğimizde, önce gözümüzün önüne üstü açık bir Deux Chevaux geldi; konserve kutusu gibi olsa da, eskilere özlem hoş ama yapacağımız uzun yolları düşününce, güvenlik ve konforun önemi ağır bastı C Serisi bir Mercedes-Benz kiraladık. Şansımıza 4 km.’de olan arabamızın radyosunda bulduğumuz nostalji kanalı 70'lerin sevdiğimiz şarkılarını çalınca, sanki yaşadığımız senaryoya en uygun film müziğini seçmiş olduk. Pertuis Köyü’nde, konaklayacağımız Chateu Grand Callamand'ın ormanlık girişinden yukarı tırmandık. Park eder etmez şatonun sahibi Nathalie, eşliğinde üç sevimli köpeği ile bizi karşıladı. Şato deyince aklınıza ne ürkütücü, ne de Schloss Neuschwanstein örneği masalsı bir yapı gelsin. Bağlar arasında kırlara çok yakışan sade bir şato Grand Callamand. Zevkli ve konforlu odaları, sabahları soframızdan eksik olmayan, fırından yeni çıkmış croissant ve baguette'ler, bölgenin ünlü Cavallion kavunu, organik yumurtalar, şato mutfağında yapılmış çeşitli reçeller, daha önce hiç tat-
16
MengerlerLifestyle
madığım nefis lavanta balı ve kahvaltı sonrası havuzda yüzerek yeni güne başlamak… Pertuis'nin Provence' daki tüm gideceğimiz yerlere yakınlığı, her şeyden önemlisi çok özel insanlar olan Nathalie ve Albert'in dostluğu nedeniyle tüm gezi boyunca burada kalmaya karar verdik, Provence'da da bir evimiz, pardon şatomuz oldu diye onlarla da şakalaşarak. Çok ilginç yaşam hikayeleri olan Souzan çifti, bağlarında 11 çeşit üzüm yetiştiriyorlar. Şatonun ismini taşıyan şarapların tadımını yaparken en modern teknoloji ile yapılmış olan üretim tesisini ve kavları gezdiriyorlar bize. Sabahları kahvemi içerken bölge hakkında epey bilgi edinmiş olsam da, Nathalie ile haritayı açıp rotamız hakkında konuşmak, onun önerilerini dinlemek çok keyifliydi.
GEZİ PROVENCE - FRANSA
Provence'da bahar... Gelincik denizi.
Sırası ile gideceğimiz köyleri, Ansuis, Cucuron, Lourmarin, Buox, Bonnieaux, Lacoste, Menerbes, Oppede, Coustellet, Gordes ve Roussillon'u navigasyona kaydettik ve yola koyulduk. Luberon ve Vaucluse dağları ve platolarından oluşan Provence kırsalında beni en çok etkileyen, doğa güzelliğinin yanı sıra, göz alabildiğine uzaklara baktığımda bu nefes kesen peyzajı bozan hiç bir kötü detayın olmamasıydı. Ne yol kenarında tabelalar, çanak antenler, uyumsuz boyanmış yapılar, ne de kayalar üzerine yazılmış isimler. Keşke bizim ülkemizde de bu anlayışla güzel beldelerimiz Provence gibi koruma altına alınsa diye düşünmeden edemedik. Lavanta, gelincik, buğday tarlaları, bağlar, dalları salkım salkım kirazlarla donanmış meyve bahçeleri, upuzun selviler, çamlar ve bu güzelliklerin arasına serpilmiş köycükler. Kavşaklara da ışıksız çok
sempatik bir trafik çözümü bulunmuş. Ağaç ve çiçeklerle kaya bahçesi esprisinde tasarlanmış yuvarlak adanın etrafında dönüyorsunuz. Tadında restore edilmiş bu yamaç köyleri; yapıların taş mimarisi, toprak renk skalasına sadık boyanmış duvarlar, kiremit çatılar, rengarenk ama uyumlu kepenkler, özenle bakılan çiçekler, havuzlu çeşmeler ve doğayı bozmamak uğruna kenarı tehlikeli olan yollarda kilometrelerce ahşap ile kaplanmış metal bariyerler; işte bu küçük ama önemli estetik kaygılar Provence'ı şiirsel kılıyor. Her bir kasabanın özelliğini ve tüm yol üzerindeki keşiflerimizi anlatmak ne yazık ki bu yazıya sığmaz, ancak keyif alacağınızı düşündüğüm bir kısmını sizlerle paylaşmak istiyorum. Yılan gibi kıvrılan daracık yollarda, sık sık her yaşta kadın ve erkek bi-
Mengerler Lifestyle
17
GEZİ PROVENCE - FRANSA
Oppede, yasemin kokulu sokaklar
Lacoste, daracık patikalar
Buoux
Roussillon, doğanın paletinden ocres ve pas renkleri
Menerbes'de bir butik girişi
18
MengerlerLifestyle
Borie, eski örme taş kulübeler Gordes civarı
Deux Cheuveu ve pisi
GEZİ PROVENCE - FRANSA
Chateau Grand Callamand'dan detay
Yağmur öncesi hazırlık yapan bisikletliler
Chateau Grand Callaman'da antik kuş kafesi
5 yıldızlı La Bastide de Gordes Oteli
Ortaçağdan kalma St. Pierre su değirmeni, La Taillades
Şarap Müzesi ''Chateau Turcan'', Ansuis
Lacoste, ferforje kapı kulpu
Cucuron, kiraz bahçeleri
Tipik Provansal salata sunumu
Cucuron, havuz kenarı yaşlı çınarlar altında Restoranlar
Coustellet, Lavanta Müzesi butiği
Bonnieux, bir çok sevimli evden biri.
Mengerler Lifestyle
19
GEZİ PROVENCE - FRANSA sikletlilerle karşılaştık. Chateu Turcan'ın bağlar arasındaki kapısından girdik; Grand Callamand gibi bu bölgenin en iyi şarap üreticileri arasında olan bu şatonun çok etkileyici bir müzesi var. Eskinin kocaman tahta üzüm sıkma ve işleme makinelerinin yanı sıra, bağlarda, şarap yapımında ve sunumunda kullanılan, şarap ile ilgili aklınıza ne gelirse, en ilkel gereçlerden en şık Murano karaflara kadar inanılmaz hoşlukta ve şaşırtıcı objeler vitrinlerde zevkli bir şekilde sergilenmiş. Yüzlerce antik parçadan oluşan cam koleksiyonuna bakmaya ise doyamadım. Cucuron'un merkezindeki meydanda, ulu çınarlarla çevrili, içinde Japon balıklarının dolaştığı, etrafında restoranlar olan çok büyük bir havuz var. Aşina olduğumuz bir markanın bir kasaba ismi olarak karşımıza çıkması üzerine kimseden hakkında bir şey duymamış olmamıza rağmen, merakla Lacoste Köyü’ne saptık. Bu dünya şirini kasabanın daracık taş döşeli sokaklarında dolaşırken artık büyük şehirlerde unuttuğumuz, açık pencerelerden duyulan ev içi seslerini, konuşmaları, kahkahaları, bazen de çalınan müziği duymak, bizi eskilere götürdü. Assos'a benzer bir köy düşünün ama estetik değerlerin çiçek düzenlemelerinde, ferfoje kapı kulpları gibi ufak detaylarda bile görüldüğü, avlularda heykellerin, galerilerin, atölyelerin taş örme yapılarda konumlandığı bir Behramkale. Evlerin kapılarından girip çıkan genç öğrencilerden burada bir sanat okulu olduğunu öğreniyor, ne kadar keyifli bir yerde eğitim aldıklarına imreniyoruz.
Lavantalı derin bir nefes aldım, yaşam sevinciydi sanki içime çektiğim, ya da Fransızların dediği gibi, ''Joie de Vivre''. Roussillon'daki park da artık korumaya alınmış bir doğa harikası. Dünyaca ünlü hardal sarısı ocre ve pas rengindeki toprağı, Mistral rüzgarının bir heykeltraşın elinden çıkmış gibicesine oluşturduğu formları hayretle seyrettik. Gordes ise, Bori denilen eski örme taş kulübelerden oluşan bir müze köy niteliğinde. Oturduğumuz restoranda masamıza incecikten zeytin çiçekleri yağarken, bölgenin önerilen bir şarabını yudumladık. Coustellet'deki lavanta müzesinde has lavanta ve lavendin olmak üzere iki çeşidin olduğunu, değerli olan has lavantanın 800 ila 1100 m. yükseklikte yetiştiğini, temmuz ortasında açmaya başlayan lavantaların ağustos ortasında hasat edildiğini öğrendik. Gezimizin son gününde resmen lavanta rotası olarak hazırlanmış haritayı inceledik ve lavantaların açacağı tarihte sevgili Provence'a tekrar dönmeye karar verdik. 20
MengerlerLifestyle
Ve döndük... İkinci gelişimizin amacı, bu mor, mis kokulu güzelim bitkinin izini sürmek, lavanta rotasını takip etmekti. Ekranımda uzun zamandır seyrettiğim fotoğrafı yaşamak, o karenin içinde olmak istiyordum bir an önce. İlk gün şatonun havuzunda yüzerken bir kaç arı dikkatimi çekti, önce ölü sandım, yaklaşınca uçtular. Sonra izlemeye koyuldum; kanatlarını açıp, suyun yüzeyine serilip serinliyorlardı. Provence' da arılar bile iyi yaşamasını biliyor dedim içimden gülümseyerek. Ertesi gün lavanta merkezi kabul edilen Sault Köyü’ne vardık. Denizi ilk defa gören bir çocuğun heyecanını hissettim mor tarlaları gördüğümde. Göz alabildiğine dağlar, tepeler, mosmor… Fosforlu bir mor. Ellerimle okşayarak lavantaları, yürüdüm aralarında. Bu renk cümbüşü ve başı döndüren mis koku, yeryüzünde cenneti bulduğumu hissettirdi. Sonra yattım toprağa, lavantaların arasına, kapadım gözlerimi, arıları dinledim. Provence güneşinde hiç durmadan bir çiçekten diğerine uçuşuyorlardı. Havuzda serinlemelerini anımsadım. Lavantalı derin bir nefes aldım, yaşam sevinciydi sanki içime çektiğim, ya da Fransızların dediği gibi, "Joie de Vivre".
Mengerler YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...
6/2011 Lifestyle
MengerlerLifestyle YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR... 6/2011
Gezi
Côte d′Azur Söyleşi SABA TÜMER Söyleşi MEHMET AKSOY Yenilik M-SERİSİ Haber MENGERLER BOSTANCI YILDIZLI HAYATLAR • KÜLTÜR • SANAT • SÖYLEŞİ • GEZİ • LEZZET • SAĞLIK KASIM2011 KAPAK ONCALISMA.indd 1
10/20/11 7:42 PM
Masmavi'nin peşinde...
Côte d'Azur Fransa'nın güneyindeki Akdeniz sahil şeridine bu ismi yazar Stephen Liegard 1887'de yayınlanan kitabı "La Côte d'Azur"de vermiş. Lapis Lazuli de denilen Azure taşının güzelim mavisi esin kaynağı olmuş yazara. İtalyan Riviera'sından ayırmak için Fransız Riviera'sı diye de anılan 900 km. uzunluğundaki Côte d'Azur'ün resmi bir sınır olmasa da Monte Carlo'yu da içine alarak, Menton'dan, Cassis'e kadar uzanan sahil şeridi olduğu kabul ediliyor. Yeni bir şehir ya da yöre hakkında bilgi edinince, gezerken kişinin yaşananları gözünde canlandırabildiğini, geçmiş ile şimdiyi karşılaştırarak, kontrastları keşfederek daha iyi 14
MengerlerLifestyle
hissedebildiğini düşünüyorum. Günümüze gelene dek ne gibi değişimler olmuş, Côte d'Azur bu üne nasıl ulaşmış, kimler gelmiş, kimler geçmiş? Bu nedenle, kendi izlenimlerimden önce, size bu ilginç konulardan biraz bahsetmek istiyorum. 18. yy'ın sonuna kadar balıkçılık, zeytincilik ve parfüm yapımında kullanılan çiçekcilik ile geçinen bu sakin sahil kasabaları, varlıklı İngiliz'lerin öncelikle sağlık nedeniyle akın ettikleri bir tatil beldesine dönüşünce yeni bir dönem başlar. İngiliz aristokratlar, Beatrice Rothschild gibi Amerikalı elitler, Nice'de kışı geçirecekleri hoş düzenlenmiş bahçeler içinde şık malikaneler inşa ederler, ya da kiralarlar.
Riviera'ya ilk tren yolu yapılınca Avrupa'nın her köşesinden binlerce ziyaretçi gelir. O tarihte Fransa ve İtalya'da kumar kanun dışıdır. Monako Prensi kendi adını taşıyan gazino'yu inşa ettirir, kilisenin kritiğinden kaçınmak için de Sağlık Tesisi adı altında duyurur. Kısa zamanda Fransız Riviera'sı, aralarında özel treni ile gelen Rus Çarı 2. Alexander'ın, 3. Napolyon'un, Belçika Kralı 2. Leopold'un ve Kraliçe Viktoria'nın olduğu Avrupa Kraliyet ailelerinin de popüler bir eğlence ve dinlenme yerine dönüşür. Kışları yörenin müdavimlerinden olan Kraliçe Viktoria'nın Nice'in tepelerinde heykeli dikilidir. Kraliçe Excelsior Hotel Regina'nın tüm batı kanadın-
GEZİ PROVENCE - FRANSA
da ağırlanırken, ki otelin bu kısmı sonradan meşhur ressam Henri Matisse'in evi ve atölyesi olmustur, aralarında dişcisi, ahçısının bile bulunduğu 100 kişilik maiyeti ile kışları geçirmek üzere gelirmiş. Wales Prensi ise her bahar 3 haftalığına Cannes'ın en şık sahil caddesi olan "La Croisette"deki Club Nautique'den, kraliyet yatı Britannia'nın da olduğu yarışları seyredermiş. Côte d'Azur, Renoir, Matisse ve Picasso gibi usta ressamları da güzel iklimi, canlı renkleri ve ışığı ile kendine çekmiş. Birinci Dünya savaşı birçok kraliyetin sonu olunca Côte d'Azur'ün takvimi ve tarzı değişir. Aristokratlar azalır, yerini Amerikalı
ünlüler ve zenginler alır, yüksek sosyetenin gelişi kış yerine yaz aylarına kayar. Lüks, yataklı "Train Bleu" işlemeye başladığında, ilk yolcuları Winston Churchill, Somerset Maugham ve geleceğin kralı 8. Edward gibi önemli kişilerdir. Pulitzer ödülünü kazanan ilk kadın yazar Edith Wharton "The Age of Innocence"ı, F. Scott Fizgerald "The Great Gatsby"i bu yörede yazar. Ünlü Fransız modacı Coco Chanel 1923 yazında Riviera'da güneşlenir ve yanık ten Paris'de moda olur. Daha sonraki yıllarda Cannes Film Festivali Fransız Sineması'nın dünya ekranlarına dönüşünü hedeflemek üzere organize edilir.
Meşhur Fransız yönetmen Roger Vadim'in "Et Dieu...crea la Femme" ( Ve Tanrı... kadını yarattı), filminin galası, Brigitte Bardot' yu uluslararası bir yıldız, Saint Tropez' i de özellikle "Jet Set" denilen uluslararası yeni zenginlerin turistik hedefi yapar. Amerikan aktrisi Grace Kelly'nin Monako Prensi Rainier ile evliliği ise bütün dünyanın dikkatini tekrar bu yöreye çeker. Aristokrat ve yıldızların oyun yeri olan Côte d'Azur'de, gerçek hayatta Hanedan ve Hollywood'un buluşmasıdır bu masalsı düğün.
YAZI: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: M. FARUK SİLE Mengerler Lifestyle
15
B
u geçmişi düşünerek, buralarda izini bırakmış kişileri hayal ederek, yolculuğumuza Riviera'ya dahil olmasa da Fransa'nın en eski şehri Marsilya'dan başladık. Marsilya deyince aklıma eski Fransız filmlerindeki enine çizgili tişörtleri, boyunlarında fularları ile barlarda içen denizciler gelir, bir de "Bouillabaisse" tabii... Bir deniz ürünleri fiestası olan bu çorbamsı yemek, yanında sosları ve kıtır ekmeği ile bu şehrin olmazsa olmazı. Yunan kolonicileri tarafından kurulan şehrin eski limanı "Vieux Port" şimdi çok renkli bir yat ve motor limanı olmanın yanı sıra çok hareketli bir günlük balık pazarı. Marsilya'yı geride bırakıp sahilden devam ederek, rıhtıma taşmış restoran ve kafeleri, sıralanmış balıkçı sandalları ile sevimli küçük Cassis limanına geldik. Denize ve balıkçılara bu kadar yakın, çok taze olacağından emin olduğumuz midyeli spesiyaliteleri tatmak istiyoruz; pesto, sarımsak ve parmesan peynirli O'Gratin midyeler yarım kapak içinde fırınlanmış olarak, "Moules et Frites" ise emaye kapaklı ufak tencerelerde sofraya geliyor, beraberinde kızarmış patatesler ile. Midyenin birini cımbız gibi tutup iştahla atıştırmaya başlıyoruz... Arada bu yemekle harika eşleşen Chenin Blanc'ı yudumlayarak. Görünüşte sıradan bir restorandan sıradışı bir lezzet cümbüşünün tadı damağımızda ayrılıyoruz. Yol yukarı tırmanıyor ve bir kaç virajdan sonra nefesimizi kesen bir manzara ile karşılaşıyoruz. Sarp kayalı yamaçlardan üç koyu birden görüyoruz, Fransız Riviera'sına ismini veren büyüleyici azur renge kuş bakışı bakıyoruz. Berrak, masmavi
16
MengerlerLifestyle
Kuş bakışı Côte d'Azur
Mengerler Lifestyle
17
GEZİ Côte d'Azur - FRANSA sularda tekneler sanki havada duruyor, bir kayanın üstüne oturup hiç bir detayını unutmamacasına içime çekiyorum bu güzelliği, bir de sürpriz kekik kokusu geliyor burnuma.
Antibes, gün batımında malikaneler
Eden ROC Restoran, havuz kenarı güneşlenenler, arka planda Hotel du Cap
Çamlar altından Cassis koyu
18
MengerlerLifestyle
St. Tropez... Eminim sizin de aklınıza o geldi, ismi şarkının nağmelerinde: Brigitte Bardot, Bardot. Posterlerini görüyoruz sağda solda. Tepelerdeki uçuk pembe ve beyaz köşkleri, villaları, palmiyeli, fıstık çamlı bahçeleri hayranlıkla seyrediyoruz. Ününü duyduğumuz Relais et Chateau ünvanlı Pan Dei Palais'e havuz kenarında bir kahve molası vermek üzere uğruyoruz. Uzak Doğu stilinde son derece zevkli dekore edilmiş olan bu butik otelde servis de çok özenli. St. Tropez'in en civcivli yeri ise liman tarafı; sıralanmış mega ve motoryatlar, balıkçı tekneleri, turistleri gezdiren motorlar, kaldırım kafelerine, restoranlara takılan kalabalık, ressamlar, tanınmış dizaynerlerin ürünlerini satan havalı butiklere girip çıkan moda tutkunları, tüm bu trafik keyifli bir enerji veriyor insana. Antibes ve Juan les Pins orijinal ve pahalı sahil kasabaları. Antibes'deki Picasso Müzesi kayalıkların tepesinde konuşlanmış denize tepeden bakan bir kale gibi. Artık maviye daha yakın olmak istiyoruz ve Antibes'i denizden gezmeye başlıyoruz. Kayalardan atlıyan çocukları seyrediyor, koyda demirlemiş olan en dikkat çekici iki yatın Sarkozy ve bir Arap Prensi'ne ait olduğunu öğreniyoruz. Tepelerdeki malikanelerden ağaçların gölgesindeki bir sürü merdivenle deniz kenarına iniliyor. Bazıları o kadar uzun ki, telesiyej iyi bir çözüm olabilir diye gülüşüyoruz. Bu uzun merdivenlerin en etkileyici olanı ise gördüğüm en hoş otellerden biri olan Hotel de Cap'ınki. Sofistike bir dekorasyon ve çarpıcı bahçe peysajı, insana Belle Epoque dönemini hatırlatıyor. Buraları ziyaret ederseniz, Cannes Film Festivalinde en seçkin kişilerin tercih ettiği bu otelde kalabilirsiniz. Vaktiniz sınırlı ise bahçeye nazır balkonunda
GEZİ Côte d'Azur - FRANSA
Köşklerden denize inen merdivenler
Midye Ograten
Bol çiçekli Nice'den bir detay
Hotel du Cap, balayındaki Türk çifti
Bouillabaisse; içindeki malzemelerin sunumu
Antibes, Boulles/Petang oynayanlar
Juan Les Pins
Moules-Frites
Antibes kıyılarında çocuklar
Mengerler Lifestyle
19
GEZİ Côte d'Azur - FRANSA
Antibes'de Provence Pazarı
Rahibeler alışverişte
Picasso Müzesi, Antibes
fışkıran park ve bahçeleri ile ödül almış. Musee d'Art Modern ve d'Art Contemporain, modern ve çağdaş sanatçıların zengin bir koleksiyonuna sahip. Yves Klein'ın Nice Okulu'ndan olduğunu daha önce bilmiyordum; demek ki meşhur Yves Klein Mavi'sinin sırrı da Côte d'Azur'müş diyorum büyük bir keşif yaptığımı düşünerek.
gümüş takımlarla servis edilen bir sabah kahvaltısı yapmanızı, ünlü restoranı Eden ROC' da yemenizi, hiç olmazsa denize karşı bir kahve içmenizi öneririm. Juan les Pins ise bir şiir... Şemsiye, fıstık çamları, selviler, zakkumlar, balkonlara tırmanan begonviller, aralarında değişik stillerde hoş malikaneler. Zamanında İngiliz bahçıvanların ithal ettikleri akasya, okaliptüs, palmiye ve bitkiler çok zevkli bir şekilde aranje edilmiş.
Sahile iniyoruz, ziyaretçilerin ve kasaba halkının piyasa yaptığı yolun adı "Promenade des Anglais" İngiliz kolonisinin finansal yardımı ile yapılmış. Bu yol üzerinde Belle Epoque mimari tarzının baş yapıtı Hotel Negresco, düğün pastasına benzeyen kubbesi ile çok şık duruyor.
Cannes'a gelince ilk görmek istediğim yer tüm ihtişamları ile büyük otellerin, sahil boyunca palmiyelerin, ince kumlu plajların sıralandığı meşhur gezinti yolu "La Croisette" idi. Mayıs'ta film, Ocak'ta ise müzik festivalindeki curcunayı, yıldızların galalara gelişini izleyen kalabalığı gözümün önüne getirdim. Nice'de, hem bir tatil beldesi, hem de hareketli şehir havası bir arada. Şehir özenli ve çiçek
Antikacılardan detay
Hotel du Cap'ın cennet bahçesi, çamlar altında Agapanthus
Senenin 300 günü güneşli, sıcak yazları ve ılık geceleriyle hava şartları daima iyi olan Fransız Rivierası, başlıca yat ve gemi seyahatinin en çok tercih edilen rotalarından. Dünyadaki süperyatlar, ömürlerinde en az bir kere bu sulara geliyorlar.
Doğayı, sanatı, Bouillabase'i.., kısacası hayatı ve iyi yaşamayı seviyorsanız, gelmelisiniz Côte d'Azur'e. Bu "Mavi"ye veda etme zamanı geldi bizim için... Ayrılmak zor olsa da, aklımız kalmıyor denizsiz, güneşsiz ülkelerden gelenler gibi. Şanslıyız, bizim de "Turkuaz" rengi ile ünlü Türk Riviera'mız var diyor ve ayrılıyoruz. 20
MengerlerLifestyle
Mengerler <$ô$0,1 5(1./(5ó1ó <$16,7,5
1/2012 Lifestyle
INT'L BOATSHOW Fort Lauderdale )/25ú'$ 6ú%(/ 7h=h1 %RVWDQF× 6KRZURRP GD %DOL (1'21(=<$ 0(5&('(6 %(1= )$6+,21 :((. 1(: <25. <(1ú % 6(5ú6ú %ú5 <(0(. .ú7$3/,ø, 2/8û78585.(1 :*-%*;-* )":"5-"3 ³ , -5 3 ³ 4"/"5 ³ 4 :-&Ýß ³ (&;ß ³ -&;;&5 ³ 4"Û-*,
S
ınırsız Doktorlar (Doctors Without Borders), politik görüş, din ve ırk ayırımı yapmadan, dünyanın herhangi bir köşesindeki salgın hastalık, terör, fakirlik veya iç savaştan kaynaklanan ihtiyaç sonucunda, menfaat gözetmeden, insanları iyileştirme misyonunu edinmiş. Organizasyonun Türk Doktoru Ziya Çelik ve eşi Dr. A. Gülşen Çelik'i Florida'da, Atlantik Okyanusu sahilindeki deniz manzaralı evlerinde ziyaret ettik. Başına gelen ilginç olaylar ve yaşamı hakkında söyleştik. Dr. Ziya Çelik emekli olmasına rağmen hümanist misyonuna devam ediyor. İlerideki yıllarda gerçekleştirmek istediklerini anlatırken, gözündeki kıvılcımları gördüğünüzde 70 yaşında olduğuna inanmakta zorlanıyorsunuz. ''Üretken olmayan bir hayatı benimsemedim, hastalık olmazsa 5 sene daha misyonuma devam '' diyor. Rize'nin Çamlıhemşin ilçesindedoğmuş, çocukluğu Erzurum'da geçmiş, lisan bilmeden 30 yaşında Amerika'ya göç etmiş ve birçok mücadeleler verip bu günkü konumuna gelmiş. Hayatını tehlikeye atarak, güvenli, konforlu yaşamını işim diye tanımladığı ''insan hayatı kurtarmak'' için geride bırakıp gidiyor her seferinde. Amerikalıların ''Work hard, play harder !'' (Sıkı çalış, fazlasıyla eğlen) sözünü benimseyen Dr. Ziya Çelik, yaşamında belli ki bu dengeyi başarmış. İşte bütün bu özelliklerinden dolayı, kaç yaşında olursanız olun, büyüyünce onun gibi olmak istiyorum diyebileceğiniz nadir ''insan'' insanlardan.
14
MengerlerLifestyle
SINIR TANIMAYAN DOKTOR
ZİYA ÇELİK
İNSANLARI İYİLEŞTİRMEYE ADANMIŞ BİR ÖMÜR
SÖYLEŞİ: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: M. FARUK SİLE Mengerler Lifestyle
15
6g</(ûú '5 =ú<$ d(/ú.
Doktor Ziya Çelik Fort Lauderdale'deki ev ofisinde
Amerika öncesi ve sonrası en önemli noktalara değinerek hayatınızı özetler misiniz ? Doğum yerim Rize'nin Çamlıhemşin ilçesi, fakat 5 yaşlarında Erzurum'a geldik. Büyük bir kültür şoku oldu bende, aksan gibi değişimlerden dolayı. Yerinde duramayan bir çocuktum, keçileri falan içeri sokmak gerekse, hemen bana haber verirlerdi. Ben zengin bir ailenin çocuğu değildim, karnımız doyardı o kadar. Liseyi bitirinceye dek bizim evde ne elektrik vardı ne de Erzurum'da radyo. Erzurum'da yüklük derler bilir misiniz? Yani gündüz yatak filan yoktu, yer yatağı sabah olunca yüklüklerin içerisine konup kapatılırdı. Ev kalabalıktı, yüklükte kendime bir masa hazırlamıştım ders çalışmak için, gaz lambası ışığında. Belki soracaksınız, ben niye doktorluğa, cerrahlığa sardım? O zamanki koşullar, 1960'larda, Türkiye'de meslek seçerken, belki şimdi de öyledir, mesleğinizi kendiniz seçemiyordunuz, imtihanlar seçiyordu mesleğinizi.
Doktor Gülşen Çelik Mercedes'ini anlatırken
16
MengerlerLifestyle
Siz aslında neyi hedefliyordunuz ? İnşaat Mühendisliği ve Mimarlık. Bütün Türkiye onu istiyordu ve herkesin en kazanmak istediği İstanbul Teknik Üniversitesi'ydi. Liselerin kalitesi Teknik Üniversite'ye soktuğu talebe sayısına göre ölçülürdü. Ben çok iyi bir talebe olmama rağmen 2 - 3 puan ile kaybetmiştim, bunun üzerine İstanbul Tıp Fakültesi'ne girdim, kısmette bu varmış. Ondan sonra neredeyse her gün, her gece, İstanbul
6g</(ûú '5 =ú<$ d(/ú. Tıp Fakültesi'ne girdiğime dua ettim. Kaç yaşında geldiniz İstanbul'a? 20 yaşında. Erzurum'dan hiç ayrılmadan İstanbul'a geldim birden bire, milyonluk koca şehire. Üniversiteyi bitirdikten sonra Erzurum'a döndüm. Atatürk Üniversitesi yeni açılmıştı, oradaki ilk Cerrah Asistan oldum. Sonra Amerika'ya geldim, tabii bir kültür şoku daha; hayatım kültür şoklarıyla geçti. Nasıl karar verdiniz Amerika’ ya gitmeye, nelerin etkisi oldu ? Bütün Amerikalılar bana bunu sorarlar: ''Niye Amerika’ya geldin?''. Bende onlara şakadan şöyle söylerim: ''O senelerde bir sürü iyi Amerikan filmi oynuyordu ondan". Gerçekten 50'lerdeki bütün Amerikan filmlerinin hepsinde, mutlu son vardı. Hacettepe Üniversitesi'nde de müthiş bir Amerikan
etkisi hissedilirdi. Hastahanede çalışmak istedim. Sizin Türkiye'deki eğitiminiz geçmez yeniden başlayacaksınız dediler. Amerikalı bir arkadaş, ''Sen o kadar sene asistan oldun ki, asistanlıktan emekli olacaksın.'' diyordu. Askerlikten sonra Amerika'ya döndüğümde iyi bir teklif aldım. On sene kadar Hastane Cerrahi Direktörlüğü yaptım. Emekli olduğum gün ise ''Dr. Ziya Çelik Günü'' ilan edildi Toledo'da.
Son derece saygın bir mesleğiniz var, bunun yanı sıra emekli olmanıza rağmen yapmakta olduğunuz insanlık hizmetleri sizi daha özel bir konuma oturtuyor. Bize bu gönüllü olarak verdiğiniz emeklerden bahseder misiniz ? Ben bu gönüllü işleri aslında 25 senedir yapıyorum, Gülşen Çelik bu arada şöyleşiye katıldı: Hastahanede Ziya'nın en çok ameliyat yaptığı 48 yaşında başladım, fakat çalışırken fazla zaman ameliyathaneye ismi verildi ve kapısına resmi veremiyordum. Sonra kendime ortak aldım. konuldu, daha önce kimseye böyle bir şey Tek başıma çalışırken 13 sene izin alamadım. yapmamışlar. Ziyacığım çok yardım sever. İlk olarak Midwest Medical Mission (Ortabatı Toledo'dayken çok meşgul olmasına ve diğer Tıp Misyonu) organizasyonu ile başladım. doktorlardan daha sık çağrılmasına rağmen, MMM'in 7 sene başkanlığını yaptım. Bu geceleri de hastaneye gidiyordu. Hatta o organizasyonla Dominik Cumhuriyeti'ne kadar önemli olmayan olaylar için bile. Ben bir haftalığına gideriz; ilaçlarımızı, her şeyi
Sınırsız doktorlar ekibi bir misyonda, Türkiye armalı gömleği ile Dr. Ziya Çelik (Sağdan üçüncü)
Oregon, Ohio Valisi Marge Brown'un 30 Kasım 2006 tarihini ''Doktor Ziya Çelik Günü'' ilan edildiğini belgeyen plaket.
haksızlık böylesi dediğimde: ''Hasta beni bekliyordur şimdi, hastanın yardıma ihtiyaçı var, beni onların politikası ilgilendirmiyor'' diyor, böyle bir mantaliteyle hareket ediyordu.
Saint Charles Mercy Hastanesi ''Genel Cerrahi Bölüm Başkanlığı'' Plaketi
Ev ofisinde dergimize bakarken
''Olağanüstü Başarı'' Plaketi
Mengerler Lifestyle
17
6g</(ûú '5 =ú<$ d(/ú.
Misafirperver doktorumuzun elinden ikram
kendimiz götürüyoruz. Ağrı kesici, bilhassa hastayı bayıltıcı ilaçları gümrükten geçirmek çok zor. Neyse ki Dominik'teki bir doktor beyin hanımı sayesinde bize her türlü kolaylığı gösteriyorlar. Eşim Gülşen de birkaç defa geldi, kendisi epeyi de hızlı hasta görür, fakat sıcaktan bayıldı bir iki defa, şartlar çok ağır geldi.
Sınır Tanımayan Doktorlar ve misyonunu anlatır mısınız ? Bu çok büyük bir organizasyon, 1978'de Fransa'da başlamış. Şimdi birçok ülkenin katılımı var. Son baktığımda bütçesi 650 milyon Euro civarındaydı. Onlarla misyon süresi 4 - 6 hafta arası değişiyor. Bu organizasyonlara kabul edilmek de o kadar kolay bir şey değil, epeyi bekledim ben de. Kabul edildikten sonra ilk Sri Lanka'ya gittim. Orada iç harbin ne demek olduğunu gördüm. Umumiyetle akşamları top atışları başlardı iki taraftan da. Bize tahsis edilmiş özel bir arabamız vardı. Her 10 km. de bir askerler durdurup tepeden tırnağa arama yapıyorlardı, ısı derseniz 38°. Bir de motorsikletlerle gezen makineli tüfekliler var, onlara karşı gelindiği zaman vuruyorlar; hepsi de maskeli, kimin vurduğu da belli değil dolayısıyla. Onun için bize dedikleri: "Bunları gördüğünüz zaman hemen arkanızı dönün". Bazen gitmemiz gereken bölgeye ulaşmak çok güç oluyor, mesela Colombo'ya günde bir uçak var, bombalar patlıyor, beni 9 gün küçücük bir evde tuttular. Bütün ekip gönüllü, Amerika'daki hemşirelerin senelik izini 15 gün, eğer 15 sene çalışmış ise 21 gündür. Bu kızlar 15 günlük izinlerinde gidiyorlar, kendi uçak, otel ve yemek paralarını ödüyorlar. Hasta, yaralı kim gelirse ameliyat
18
MengerlerLifestyle
Salonlarında söyleşi yaparken, sehpa üzerindeki Rahmi Koç'un hediyesi ''Nazenin IV ile Devr-i Alem'' kitabı dikkatimizi çekiyor.
ediyor, bakıyoruz. Fakir, zengin farketmiyor, kimse para ödemiyor, hatta Nijerya'da bir bakıyorsunuz hasta Mercedes, Audi ile geliyor. Bu arada arabalardan bahsedince sormadan edemeyeceğim, arabanız ne marka? Ben 40 seneden beri Cadillac kullanıyorum. Hanımın Mercedes'i vardı, alış hikayesine hep güleriz. Gülşen Çelik Mercedes-Benz alış hikayesini anlattı: Bir rahatsızlık geçirmekteydim ve ancak çok güvenebileceğim bir araba kullanmak istedim. Mercedes'e açtım telefon, fiyatını sordum, hemen saklayın şimdi geliyorum almaya dedim. Mercedes hikayesi de sürpriz oldu söyleşimizin içinde. Mercedes'e güvendim. Ben öyle kaypak araba istemem, şöyle yavaş yavaş güvenle dönen bir araba isterim. Çok da hayırlı bir Mercedes'di, 20 sene kullandım, sonra hastanenin bir balosunda bağışladık. Yoğun yaşamınızda iki başarılı evladınızla da gurur duyuyorsunuz. Kızım avukat Chicago'da yaşıyor. Oğlum Los Angeles'de NBC Televizyonunda çalışıyor. Yeni evlendi. Hazırladıkları video klip'leri en iyi evlilik video'ları arasında Vimeo ve YouTube toplamında bir milyon kişi tarafından izlenerek başı çekiyor. Ziya Çelik devam ediyor: Onların başarılarında biraz kendimize de kredi veriyoruz. Kolay
6g</(ûú '5 =ú<$ d(/ú.
büyümüyor çocuklar. Doğumlarında aldığımız şarapları evliliklerinde hediye ediyoruz. Şimdi 2000 yılı şarabını da torunumuz için aldık. Ailece birlikte olabiliyor musunuz? Tatil seçimleriniz neler? En çok Türkiye'ye gidiyoruz. Tatillerimizde Colorado'ya kayak yapmaya giderdik, şimdi gemi gezilerini tercih ediyoruz. Hawai, Cancun, Acapulco da sevdiğimiz yerler arasında. Tabii benim yoğun tempomda ancak bir hafta ayırabiliyordum. Gönüllü hizmetlerinize dönersek, gittiğiniz yerlerde nerede kalıyorsunuz? Ameliyatları ne şartlarda ve nerede yapıyorsunuz? Bize bir ev ayarlıyorlar, hepimiz bir arada kalıyoruz, genelde herkese bir oda veriyorlar. Geceleri dışarı çıkmak yok. Organizasyon gönderdiği doktorların güvenliğini koruyor ve rahatlığını düşünüyor. Biz tamamen tarafsızız, kim gelirse ameliyat ediyoruz ve neden yaralandığını da hiç sorgulamayız. Kötü biri olabilir ama o da insan. Sri Lanka'da hastane vardı rahattık, ama ameliyathanenin pencereleri yoktu, bir baktım ameliyat ederken maymun bana bakıyor. Gerektiğinde de sahra hastanesi kuruyorlar. Dominik, Nijerya, Kenya, Haiti sık gidilen yerler. Haiti'de kolera salgını ile mücadele ediyoruz. Tabii bütün aşılarınızı olmanız gerekiyor önceden. Hastanenin kirası, medikal ihtiyaçlar gibi giderler nasıl karşılanıyor? Özel şahıs ve organizasyonların yaptığı yardımlarla. Hükümetlerden alınmıyor tarafsız olabilmesi için.
Çok büyük bir dürtü olması lazım sizi oralara götüren, kolay şeyler değil yaşadıklarınız, sefaletleri ve çoğu kez insanın insana yaptığı kötülükleri görmek. İlk başladığımda 3 safhası oldu benim için: karar verdin, gidiyorsun... İlk birkaç gün ben nereden geldim, nasıl düştüm buraya diye düşünüyorsun, sonra da ortama alışıyor ve tekrar geleceğim diyorsun. Yapılan yardımın yanı sıra edindiğim arkadaşlıklar da çok değerli. Toledo'daki bir Profesör şöyle demişti: ''En yakın arkadaşın beraber zorluk çektiğindir''. Gücünüzü nereden alıyorsunuz, moral dışında bir kazanımınız var mı? Sadece yapılan yardımın sizde bıraktığı haz var. Hangi ülkede olursanız olun, karşınıza bir hasta ya da yaralı geliyor; rengi renginize, dini dininize, lisanı lisanınıza uymuyor. İsmini söylüyorlar yarım saniye sonra unutuyorsunuz. Fakat ameliyat ettikten sonra, gözlerdeki takdir etme hissi vardır, onu görebiliyorsunuz.
''Gözlerdeki şükran, ödül bu."
Ameliyatların başarılı olması için doktorlar nasıl seçiliyor, her dalda cerrah oluyor mu ekipte ? Esas kural, kendi kariyerinde ne ameliyat yapıyorsa cerrahın burada da aynını yapması. Ama ihtiyaç olunca ve de hastanın hayati tehlikesi varsa doğum da, Ürolog olmamama rağmen böbrek ameliyatı da yaptım. Son gittiğimde mesela Vasküler Cerrah değilim ama yapacak başka kimse yok, bütün kolu kesilmiş, bütün damarları gitmiş bir yaralıyı ameliyat etmem gerekti. Genel Cerrahinin iyiliği, tam uzman olmasak da her uzmanlıkta aşılanmışlığımız var. Hayati tehlikeler ya da kaçırılma riski oluyor mu doktorlar için? O her zaman olabiliyor. Geçen sene Sudan'da olmuştu, sonradan kurtarıldı hepsi. Arabalarımız kuvvetli ama daima arabaların kapıları kilitlenecek. Yanımızda doktor olduğumuzu ispat edecek dökümanlar bulunduruyoruz. İnsanlık için buradayız, bunu ispat edebilmek için. Başka bir zarfta kaçırılırsak diye kendimizi tedavi edebileceğimiz ilaçları taşıyoruz. En çok kaçırılma Nijerya'da oluyor, özellikle de petrolcüleri. Dünyanın 6. büyük petrol, 4. en kaliteli doğal gazı üreten ülkesi olmasına rağmen çok fakirlik var ve dolayısı ile halk çok kızgın. ''Siyah Altının Laneti'' isimli kitap anlatıyor buraları, National Geographic'in bir yazarı tarafından kaleme alınmış. Nehrin kenarında nerede ise petrol akıyor, o kadar kirli, hemen yanında evler var, gaz borularının üzerinde yemek pişirenler, günlük kazançları yedi Dolar civarı.
Yeni döndüğü misyonunun huzurlu yorgunluğu...
Mengerler Lifestyle
19
Mengerler <$ô$0,1 5(1./(5ó1ó <$16,7,5
1/2012 Lifestyle
INT'L BOATSHOW Fort Lauderdale )/25ú'$ 6ú%(/ 7h=h1 %RVWDQF× 6KRZURRP GD %DOL (1'21(=<$ 0(5&('(6 %(1= )$6+,21 :((. 1(: <25. <(1ú % 6(5ú6ú %ú5 <(0(. .ú7$3/,ø, 2/8û78585.(1 :*-%*;-* )":"5-"3 ³ , -5 3 ³ 4"/"5 ³ 4 :-&Ýß ³ (&;ß ³ -&;;&5 ³ 4"Û-*,
30
MengerlerLifestyle
BOATSHOW )RUW /DXGHUGDOH )/25ú'$
280.000 m2 deniz alanı üzerinde dünyanın en büyük Boat Show’u Fort Lauderdale, Florida’da Ekim ayı sonunda yapıldı. Mengerler Lifestyle olarak Show'daydık.
S
SÖYLEŞİLER: M. FARUK SİLE FOTOĞRAFLAR: AYŞEN GÜREL SİLE/M. FARUK SİLE HAVA FOTOĞRAFI: FOREST JOHNSON
el basacak kadar yağan yağmur, kriz’le uğraşan sektörün neşesini kaçırırken, alım yapmak için gelenler son yılların en iyi fırsatını yakaladı. Sizin için 12 yıldır Amerika’da tüm dünya üreticileri ile başabaş rekabet eden Türk Vicem Yacht Amerika Başkanı Dirk Bohehmer, fuarın en sükse yapan yıldızı Shooting Star’ın CEO’su Henry Kierkegaard, sektörün eski kurtlarından Bob Keige ve Kent Chemberlain, ile milyarlarca Dolarlık pazarı konuştuk. Dünya yat endüstrisinde en büyük oyuncular arasında yer alan Frazer Yacht'ın Ticari Müdürü Luc Kahldoun sorularımızı cevapladı. Mengerler Lifestyle
31
BOATSHOW )RUW /DXGHUGDOH )/25ú'$
Bob McKeage ve eşi Joanne, Golden Retriever köpekleri ile salonlarında.
Bob McKeage ve eşi Joanne’ı Fort Lauderdale Florida’daki evlerinde ziyaret ettik. 22 yıldır 80 ft üzeri (24 m) mega yatların satışı ile ilgileniyor. Çalıştığı Merle Wood & Associates 2011 yılında 1 milyar Dolar’ı aşan cirosu ile dünyanın en büyükleri arasında yer alıyor. Bob bizi evine davet ederek bu röportajı daha da özel kıldığın için teşekkür ederiz. Bize mesleğe girişini ve dünya mega yat endüstrisini kısaca anlatır mısın ? Güney New York’ta büyüdüm. Babam Fortune 500 şirketlerinden birinde üst düzey yöneticiydi. Liseyi bitirdikten sonra o zaman ki usule göre askerliğimi yapmak üzere İtalya’ya gittim. Döndüğümde New York Colombia Üniversitesi'ne girdim. Mezuniyetimden sonra ilk işim müzik endüstrisinde oldu. Az önce size gösterdiğim resim o yılların dünyayı sarsan müzik grubu Beatles’a "I want to hold your hand" adlı single’ları için ilk altın plaklarını verdiğim günün hatırasıdır. Sonrasında 20 yıl yönetim danışmanlığı alanında hizmet verdim. Geldiğim noktada 32
MengerlerLifestyle
Kanadalı bir şirketin başkanı olmuştum. Şirkette yağmur yağdıran "Rain Maker" kişi bendim. Sizi hala "Rain Maker" olarak görebilir miyiz? Evet benim hayatım genelinde hep satışla geçti. Yirmi yıl çok seyahatli geçen kariyerimi, en üst noktada bırakarak vergiler yönünden de cazip olan Florida’ya yerleştim. 1985 yılbaşını bu şekilde Florida’da geçirdim. Açıkçası ayrıldığım şirkette hisseleri olan, New York’taki apartmanını kiraya vermiş, 40 yaşlarında genç bir emekli olmuştum. Her ne kadar tenis oynasam, o güne kadar hep teknelerle ilişkili olmuş olsam da 9 ay sonra sıkılmaya başladım. O aralar Show Boats Dergisi'nin kurucusu olan arkadaşım Less Albarly, beni yat endüstrisine girmem konusunda yönlendirdi. Onun tavsiyesi 80 ft üzerindeki teknelerle ilgilenmem oldu. Less: "Belki ilk bir kaç yıl sektörü öğrenmekle geçer, ama senin çevren bu iş için çok uygun" dedi. Yeni kariyerim bu şekilde başladı. İlk müşterim Bob McKeage ve Beatles. Gulfstream jetlerinin sahibiydi. Kendisine 114 ft bir yat sattım. Evet, Merle Wood büyük yat satışı konusunda dünyanın lider bir firması ve her geçen gün Şu anda çalıştığınız Merle Wood & Associ- daha büyük yatlar satarak bu durumlarını daha ates, 1 milyar Dolar'a ulaşan satışları ile da güçlendiriyorlar. Ben bu yıl içinde 3 büyük dünyanın en büyükleri arasında yer alıyor. yat sattım. Bu oyunun en üst noktası da sanı-
BOATSHOW )RUW /DXGHUGDOH )/25ú'$ rım budur. Bir yat broker bir yılda en fazla 3-4 yat satabilir. Benim yaşıma gelmiş birisi normal şartlarda emekli olur. Ama benim birikimim ve mesleğim gereği yaşam tarzım bir ömür mesleğimi yapacağımı gösteriyor. Eşim Joanne’la birlikte tüm dünyayı dolaşıyor ve Boat Show’lara gidiyoruz. Yeni İtalya’dan geldiniz. Evet Monako Boat Show’daydık. Sonra bir hafta Tuscany’de eşimle tatil yaptık. Genellikle yılımızın 6 – 8 haftası çok büyük yatların üzerinde geçiyor. Bir yatı sattıktan sonra, yat sahibine en son, eşimin ve benim çok iyi misafirler olduğumuzu söylüyorum. Kurulan yakın dostluklar, bizlere böyle keyifli bir yaşam tarzı sunuyor diyebilirim. Bildiğin gibi Türkiye, Amerika ve İtalya’dan sonra mega yat üretiminde dünyada dördüncü sırada yer alıyor. Senin Türkiye ile çalışmaların oldu mu ? Evet, ben Türkiye’de üretilmiş 55 mt. bir yatı 2011 Ocak ayında sattım. Proteksan yapımı 2006 model Talisman adlı yatı Tayland’lı bir iş adamı aldı. Kendisini Monako Show’da gördüm, çok memnundu. Yatı Pukhet'e götürmüştü kışı geçirmek için. Çoğu büyük yat sahibinin tercih ettiği gibi, o da kullanmadığı zamanlarda kiralamak üzere Talisman’ı Akdenize getirmeye karar vermişti. Yaklaşık 12 ila 14 haftalık bir kiralanma bedeli teknenin yıllık masraflarını karşılamak için yeterli olmaktadır. Yat almak için yola çıkmış birisine önerilerin neler olur ? Önce ne stil bir tekne aradığını tam olarak bulmaya çalışırım. Hızlı bir yat mı istiyor, uzun yol seyir edebileceği mi? Ne boyutlarda bir tekne düşünüyor? Kaç kabine ihtiyacı var? Yatın dekorasyonunu modern mi, klasik mi istiyor? Tabii hepsinden önemlisi bütçesi nedir? Bunları belirledikten sonra araştırmama başlarım. Ve ona kriterlerine uygun yatlardan oluşan bir portfolyo hazırlarım. Sonuç olarak tekne almak isteyen bir müşterinin doğru bir broker’la çalışmasını öneririm. Sizin Türkiye’den müşteriniz oldu mu? Evet benim telekomünikasyon endüstrisinde olan, İstanbullu bir müşterim oldu. Kendisi-
nin California’da da bir evi vardı. Ama ismini vermem uygun olmaz.
Mega Yat satışı ve kiralaması alanında çalışan Chamberlain Yacht’s firmasının CEO’su Kent Chembarlain’i, Fort Lauderdale ofisinde ziyaret ettik. Ofisine gittiğimizde kendisine daha önce göndermiş olduğumuz Mengerler Lifestyle Dergisi’ni incelerken bulduk. Biz daha hiçbir şey söylemeden Kent söze başladı:
Son model Mercedes'i ile evinin önünde.
Joanne’in güzel kahvelerini yudumlarken bize Mercedes-Benz’e olan tutkundan bahsetmiştin. Kaç yıldır Mercedes kullanıyorsun bu tutku nereden geliyor? Belki inanmayacaksın ama 37 yıldır Mercedes kullanıyorum. İlk Mercedes’im 450SL’di. 1973 yılında sıfır kilometrede 14.000 Dolara almıştım. Şimdiki 550 CL’imi ise bir kaç ay önce 125.000 Dolara aldım. Eşim de benim gibi Mercedes kullanıyor. Mercedes güvenilir bir araç, benim için öncelikli olmasa da tabii ki prestij tarafı da var. Bakın son arabamı almadan önce bir değişiklik yapmak istedim. Ve Bentley’in showroom’una gittim GTS Convertable’ı yakından inceledim. Beğendim de. Ama bir türlü karar veremiyordum. Ev alışverişimi yapmaya Whole Foods’a giderim. Tam o aralar yine bir gün alışverişten çıktığımda bir de ne göreyim, almayı düşündüğüm Bentley ile Mercedes, hem de istediğim renklerde yanyana park etmiş duruyorlar. Yaklaşık 15 dakika başlarından ayrılmadan en ince detayına kadar inceledim. Ve kararımı orada Mercedes olarak verdim. Mercedes’in çizgileri bana çok daha maskülen ve güçlü gözüktü. Bentley GTS daha çok kadınlar için gibi geldi bana.
Derginize bakıyordum. Fotoğrafların kalitesi, özellikle bu kadar spesifik ve nezih bir okuyucu ile bulaşacak bir dergi için son derece başarılı buldum. Sorularınızı cevaplamaya hazırım. Beğendiğinize memnun olduk. Takdirinize teşekkür ederiz. Biliyoruz ki mega yat endüstrisinde uzun yıllardır çalışmaktasınız. Bize biraz kendinizden, sektörün dinamiklerinden ve özellikle son yıllarda sektördeki daralmadan bahseder misiniz? Ben 16 yıldır Florida’dayım. Bu lokasyona 10 yıl önce geçtik. Ondan öncesinde de San Diego’da 16 sene bu işi yaptım. Son yıllarda ki global krizle birlikte yerimizi tutmak için günün şartlarına göre, verimliliğimizi artırma ve masraflarımızı azaltma yönünde çalışmalarımıza ağırlık veriyoruz. Kriz öncesi reklam bütçemiz yarım milyon dolardı. Çok şık broşürler hazırlıyor ve yoğun reklam veriyorduk. Şimdi sizin de bildiğiniz gibi interneti pazarlama faaliyetlerimizde çok daha yoğun kullanıyoruz. El değiştiren tekne piyasasında uzun yıllar müşterimiz olan alıcılar şimdi beklemedeler. Paralarını harcamadıkları bir dönemdeler. Yeni imal edilen teknelere gelince, dışa-
Kent Chembarlain, 7 milyon Dolarlık yat satışını anlatırken.
Mengerler Lifestyle
33
BOATSHOW )RUW /DXGHUGDOH )/25ú'$ rahat hissettiği, güvendiği bir broker’ı kendi ülkesinde daha kolay bulur.
Kent Chembarlain, son mega yat projesini anlatırken.
rıda hala çok miktarda para var. Bu paralara sahip olanlar dilediklerini alarak yaşamlarına devam ediyorlar. Belki eskisine göre biraz daha temkinli davranıyorlar ama hala tekne imal edenlere sıfır tekne siparişleri azalmış olsa da geliyor. Eski güzel günler dediğiniz endüstrinin üst noktaya ulaştığı dönemler ne zamandı? Diyebilirim ki 2007’e kadar pazar giderek büyüdü. 2007 ise sektörün zirveye ulaştığı yıldı. Müşteriler önce çeki yazıyorlar, kaç tane sıfır koyacaklarına daha sonra karar veriyorlardı. Kriz dünya pazarlarını aynı şekilde mi etkiledi? Yükselen pazarlar hangileri? Rusya, Brezilya ve Venezüella, özellikle Çin, Taiwan, Hong Kong gibi ülkeler yükselen pazarların arasındalar. Üretim noktaları açısından değişim oldu mu? Basit söylemem gerekirse bazıları pazardan çıktılar, kayboldular. Bazıları yeni noktalara, mesela iş gücünün ucuz olması nedeni ile Çin’e gittiler. Bundan 15 sene önce Çin’de üretilen bir yatın müşteri bulacağını düşünmek mümkün değildi. Belki biraz Hong Kong olabilirdi. Bugün Çin’de üretilmiş bir tekne34
MengerlerLifestyle
nin satılabilirliği konuşulur oldu. Son yıllarda kaliteli mega yat üretiminde ön plana çıkan Türkiye, büyük gelişme gösterdi. Türkiye, yat satın almak isteyenler olarak da sizin için gelişen bir pazar mı? Kesinlikle. Türk alıcılar, 2–3 hafta önce Monako’daydım, oradaydılar. Şimdi Fort Lauderdale’de dünyanın en büyük fuarı var geleceklerdir. Ama Çin, Brezilya Venezüella gibi önde gittiklerini söylemek mümkün değil. Siz satış olduğu kadar kiralama da yapıyorsunuz. Müşteri profili açısından farklılıkları nelerdir? Mega yat alacak müşteriler doğrudan bizi bulular. Ama kiralamak isteyen bir müşteri genellikle kendi yerel broker’ları ile ilişkiye geçmeyi tercih eder. Nasıl ki Amerikalı bir müşteri Türkiye sahillerinde yat kiralamak istediğinde bize gelirse, bir Türk müşteride Türkiye’deki broker’a giderek Amerika’da yat kiralamak istediğini belirtir. Satış işlemi çok daha yüksek rakamları konu aldığı için, satın alacak kişi en az aracıdan geçerek en uygun fiyatı almaya çalışır. Kiralama ise genellikle kiralayacak olanın eşinin organize ettiği bir prosesdir. Bu aşamada da eşi kendisini daha
Sizin renkli iş hayatınızda unutamadığınız bir hatıranız var mı? Tabii dinleyenleri heyecanlandıran oldukça hikayem var. Ama benim yat endüstrisinde geçen bunca süre içerisinde unutamadığım bir anımı sizinle paylaşayım. Paradise Island’da Atlantis Otel Hurricane Hall’da "International Yacht and Jet Show"u düzenlediğim yıllardan kalma bir anı bu. Show sırasında Gazino Menajeri Rodney Colbrook’dan bir telefon geldi. Kumarhaneyde oynamakta olan önemli müşterilerinden birisinin Show’a gelmek istediğini söyledi. İlk Show’umun ilk gününde gelen bu müşterinin bir yat almaya ne kadar yakın olduğunu bilmeden 8 kişilik gurubu teknelerden ilkine kadar götürdüm. Diğer müşterilerimi de ihmal etmemek için kendilerine bir telsiz verdim ve Show’u gezmelerini, bir ihtiyaçları olursa telsizden bana ulaşmalarını söyledim. Yaklaşık bir buçuk saat sonra Ronie aradı, bazı tekneleri görmüştü. 108ft’lik Lady Shela’ya odaklanmıştı. Ciddileşen talebi doğru yönlendirmek için kendisine nasıl bir tekne aradığını sorduğumda, ailece değerlendirmek istediği ve tarif ettiği ihtiyaçlara daha uygun olduğunu düşündüğüm bir başka tekneyi de göstermek istediğimi söyledim. Birlikte John Staluppi’nin 118ft’lik Dubai’de Golf Craft tarafından imal edilmiş "Millennium" yatına geldik. Elektrikli kapılar açılıp da, yatın salonuna girdiğimizde şöyle bir etrafına baktı ve: "Bu yatı alacağım" dedi. "Ronnie yapma daha fiyatını bilmiyorsun gezmedin bile" dediğimde: "Peki kaç para?" diye sordu. "7,9" dedim. "Ben 6,5 veririm". "Tamam ama daha tekneyi dolaşmadın bile gel dolaş" dediyse de: "Gerek yok alacağım" diye cevapladı. Bu iri yapılı İskoçyalı siyahi adam beni şaşırtmaya devam ediyordu. Zorla da olsa yatı kendisine gezdirdim. Her köşede tamam çok güzel beğendim diyor ve bir an önce satış işlemine geçmek istiyordu. "Beni sahipleri ile buluştur" dedi. Staluppi ile saat 5 için sözleştik. Ortağı John Rosatti ile birlikte geldiler. Biraz da size "Millennium" teknesinin sahiplerinden bahsetmek isterim. İkili 170ft’lik 70 Knot giden "World is not enough" (Dünya yeterli değil) isimli yatın da sahipleridir. Dünyanın en iddialı yatlarının çoğuna sahip olmuşlardır. James Bond filmlerinde kullanılan tekneler hep onların tekne-
BOATSHOW )RUW /DXGHUGDOH )/25ú'$ leridir. Otomotiv endüstrisinde başarılı olan ikilinin ilk defa kendileri için imal ettikleri bu yatın pazarlığı büyük bir masa etrafında oturan taraflar arasında uzun uzadıya yapıldı. Staluppi ve Rosatti: "Son noktamız 7 milyon Dolardır. O da ancak şimdi bugün burada depozitoyu verirsen" dediler. Müşterim Ronnie 6,7 milyona çıkmıştı. Aralarında 300.000 Dolar fark kaldı. Ronnie az önce gazinodan gelmiş yat sahiplerine: "Fark için kumar oynamaya var mısınız ?" diye sordu. Hepimiz şaşkın şaşkın birbirimize baktık. Kısa bir sessizlikten sonra: "Neden olmasın aklında ne var?" cevabı geldi. Cevap en basit kumardı: "Yazı tura atacağız" dedi. Taraflar razı geldiler ve para havadayken yazı diyen müşterim bahsi kaybetti. "Millenium" yatı 7 milyon Dolara müşterimin oldu.
Avustralya’da çok sahipli yat satışlarında başarılı çalışmalar yapan Mark Cairney ile Fort Lauderdale Boatshow'da konuştuk, bize şirketini tanıttı.
Evet. 20 milyon Dolarlık bir tekneye sahip olmak yılda 2 milyon Dolar da bakım ve kullanım giderlerini karşılmak zorunda olmak demek. Bu nedenle kiralamak ve sonrasında tekneyi unutmak çok akıllı bir çözüm olarak görülüyor. Ancak bir başka bakışlada o tatilden geriye kalan hoş anılar ve fotoğraflar oluyor. Lüks bir otelde şık bir tatil geçirmek gibi. Bölüşümlü sahip olduğunuz zaman siz sahip olduğunuz şirket aracılığı ile o teknenin belirli bir yüzdesine gerçek anlamda sahip oluyorsunuz. Satabileceğiniz, devredebileceğiniz bir kıymet olarak sizin oluyor. Diğer taraftan yatch sahipleri, yatlarını charter’a vermek istemiyorlar, çünkü kiralanan bir mülk hiçbir zaman sahip olunan kadar özenle bakılmıyor. Ve çok daha kısa sürede ilk günkü yeniliği kayboluyor. Bu anlamda da bölüşümlü sahip olduğunuz tekne her zaman daha şık ve bakımlı olarak yaşlanıyor değerini koruyor.
Amerika pazarına, Türkiye’de üretilmiş yatlar satan VICEM USA şirketinin Başkanı Dirk M. Boehmer ile, Fort Lauderdale'de Intercoastal üzerindeki ofislerinin iskelesine bağlanmış, "Vintage Line Classic 58" yatında sohbet ettik. Kendisine Kuzeydoğu Karadeniz’de Vice isimli sahil kasabasından ismini alan ve güçlü Amerikalı şirketlerle başa baş rekabet eden "VICEM YACHTS"ı anlatmasını rica ettik.
Sizin programınızı önce küçük sayılabilecek 40 feet’lik bir tekne için bize detaylandırır mısınız ? Tabii. Diyelim ki 40 feet bir tekne alacaksınız. Yaklaşık değeri 500.000 Dolar civarında olacaktır. Oysa 100 feet’lik bir yatı kullanabileceğiniz makul süre 27 gündür, ki bu %10 hissenin karşılığıdır.
Dirk M. Boehmer ile Vicem Classic'te.
Peki bölüşüm süreleri neye göre yapılacak? Her dört ayda bir 9 günlük seçim yapacaksınız. Dünyada yapılan çok sayıda araştırma bir yat sahibinin yıllık ortalama teknesini kullandığı sürenin 15 ila 18 gün arasında değiştiğini gösteriyor. Mark Cairney, Faruk Sile ile söyleşide.
Benim birikimim devre mülk satışlarından geliyor. Yeni Zellanda'da devre mülk satıyordum. Tekne satma işine girişim bu devre mülk satışının uzantısı olarak gelişti. Pazarlama taktiği olarak devre mülk satışının içine bir de tekne ilave ettik. Ve satışlarımız tahminimizin çok üzerinde artış gösterdi. Bu fikirden hareketle 30 ft’lik küçük teknelerle başlayan deneyimimiz, talebin yönlendirmesi ile 50 ft ve üzerine doğru hızla tırmandı. Bugün Amerika’da pazarladığımız en ufak tekne 48 ft. Ve görüyoruz ki burada da talep giderek daha büyüğüne yöneliyor. Sizin rakipleriniz charter şirketleri değil mi ?
Mark, şirket merkezini Amerika'ya taşıdın. Avrupa’da, Türkiye’de ofisleriniz yok, ancak 2012 yılı için özellikle Türkiye’yi hedeflediğinizi söylüyorsun, nasıl bir iş planın var ? Bu yıl tanıtımı yapılacak şirketimiz ‘’Global Boating Vessel Exchange’’ tüm dünyada %10 hisselerle tekne satıyor olacak. Siz Fort Lauderdale’de bir tekne aldınız ama önümüzdeki dönem Avrupa’da benzer bir teknede kendiniz için 9 günlük dönem ayırabileceksiniz. Bu manada biz her yerdeyiz. Türkiye'de iş ortağımız olacak firmanın arayışı içerisindeyiz. Teşekkür ederiz. Dergimizi okuyanlar arasından sizinle iletişime geçenler olacaktır.
On yıl önce, Amerika Birleşik Devletleri, şimdi de olduğu gibi dünyanın en önemli yat pazarıydı. "VICEM Yacht"ları özellikle Amerikalı müşterinin zevkine çok uygun tasarlanmışlardı. Sebahattin Hafızoğlu bu sektörün, en önemli merkezi olan Fort Lauderdale’i bu bilinçle seçti. "VICEM Yacht"larının müşterileri, genellikle iyi araştıran, kaliteyi oluşturan detayların bilincinde sofistike müşterilerdir. Yatlarımız lamine ahşap işçiliği, yüksek kalitesi ve bilinir sağlamlığı ile Amerikalı müşterilerin beğenisini kazandı. Böyle bir tekneyi Amerika’da üretmeye kalksanız işçilik giderleri nedeni ile pazarlanamaz fiyatlara ulaşır. Ama VICEM rekabete uygun fiyatları ile yüksek kaliteyi teklif etme avantajına sahip. Bu bizim en önemli avantajımız. Tüm dünyanın içine düştüğü ekonomik kriz sizi ne şekilde etkiledi ? Ne gibi önlemler aldınız ? Bu krizi kolay atlatmak gibi bir yol olduğunu düşünmüyorum. Sektördeki tüm rakiplerimiz gibi biz de masraf kalemlerimizi gözden geçiriyoruz. Tasarruf tedbirlerimizi artırıyoruz. Bünyemizde kurduğumuz yeni departmanımızla, kullanılmış tekne satışında da faaliyet göstermeye başladık. Bu bizim satış cazibemizi artırıcı bir faktöre dönüşüyor. Ayrıca paMengerler Lifestyle
35
BOATSHOW )RUW /DXGHUGDOH )/25ú'$
Dirk M. Boehmer ile Vicem Classic'in kaptan köşkünde.
Vicem'in yeni tasarlanan mega yatı.
Sebahattin Hafızoğlu, ünlü basketbolcu Hidayet Türkoğlu ile Vicem'in yüksek tavanlı "Vintage Line" yatının tanıtımını yaparken.
Vicem "Vulcan 46"
zarımızı genişletmek üzere Amerika'nın Kuzeybatı sahilinde de satış ağımızı güçlendirmeyi projeliyoruz. Uluslararası Boat Show’lar bizim yeni pazarlara ulaşmamız için çok önemli. Bu nedenledir ki, Sebahattin Hafızoğlu bugüne kadar tüm önemli Boat Show’larda yer alarak VICEM markasının güvenilirliğini ve devamlılığını oluşturdu. Son olarak 72 feet bir teknemizi Abu Dabi’ye sattık. Bir ülkede ilk tekneyi satmak en zor iştir. Tohum ekmek gibidir. İçinde bulunduğumuz bu teknenin Amerikalılar tarafından en çok
36
MengerlerLifestyle
tercih edilen tekneniz olmasının sebepleri nelerdir? Boyut olarak özellikle istenmedikçe kaptan gerektirmiyor. Konforlu bir yaşam alanı sağlıyor. Standart donanımı ile 22 Knot hızda rahat seyir olanağı tanıyor. Maksimum hızı 28 Knot, yine rahat, yormuyor. Tasarımı daha önce de söylediğim gibi Amerikan pazarında büyük beğeni sağlıyor. Amerikalı zevkine hitap ediyor. Bir müşterim ‘’BAKTIRAN VICEM’’ anlamına da gelebilecek ‘’VICEM HEAD TURN’’ diye tanımlıyor. Limana girerken bakıldığınızı hissediyorsunuz. Çünkü çok şık, çok özgün bir stili var. Elegan, sanırım doğru kelime.
BOATSHOW )RUW /DXGHUGDOH )/25ú'$
Vicem "Vintage Line" yatlar.
Peki VICEM YACHT'ları için krizden en az etkilenen ülkeler arasında yer alan Türkiye’yi nasıl görüyorsunuz ? Sizce Türk marinalarında da dönüp bakacaklar mı ? Ben Türk insanını oldukça tanıdım. VICEM’den önce de çok defa Türkiye’ye gelmiştim. Siz Türklerde genelinde yabancı markalara karşı daha iştahlı bir bakış var. Tavsiyem dünyada mega yat üretiminde 3. sırayı zorlayan bu endüstrinin mimarları ne yapmışlar biraz daha yakından baksınlar. Yapılanları gördükleri zaman gururlanacaklarına eminim. Son olarak patronunuzu bize bir iki kelime ile anlatabilir misiniz ? Türkiye ile iş yapmaktan mutlu musunuz ? Teknelerine tutku ile bağlı. Bu nedenle onun VICE’si yani VICEM. Lamine ahşap tekne imalatında çok tecrübeli ve çok gururlu. Ben kendisinden çok şey öğrendim. Bir patron olarak son derece cesaretli, yürekli risk almaktan çekinmeyen bir kişilik. İsteklerinin gerçekleştirilmesi için, önden onun yapması gereken bir şey olursa, fazlası ile yapan bir patrondur. Türkiye ile iş yapmaktan tabii ki çok mutluyum. Böyle bir mutfak dünyanın başka hiçbir yerinde yok. Her gün Adana Kebap yiyebilirim.
Henry Kierkegaard ile söyleşimize onun kısa bir açıklaması ile başladık: ''Mengerler Dergisinden geldiğinize göre siz hiç sormadan söyleyeyim; iki yeni Mercedes-Benz’im var. Biri C350 CDI diğeri B200 CDI, ikisinden de son derece memnunum."
"Danish Yacht" CEO'su Henry Kierkegaard.
Sizin gibi bir Mercedes hayranının, hayranlık uyandıran "Shooting Star" yatını gerek Fisher Island’da sadece 10 mega yat için yapılan özel davette, hem de Fort Lauderdale Boat Show’da gerçek bir yıldız yapan özellik 125 feet’lik boyuna rağmen 48 Knot hıza ulaşabilmesi mi? Yoksa yıldızlaşmasının altında başka nedenler de var mı ? Bence performans sadece önemli elemanlardan sadece biri ama haklısınız 125 feet boyunda bir mega yatın 48 Knot (88,8 km/saat) hıza ulaştığını duyanların gözleri açık kalıyor. Sanırım çeşitli alanlarda cesaretli uygulamaların bir bileşimi doğru cevap olur. Dış tasarım, geniş omuzlu, güçlü bir görünüm verirken aynı zamanda özgün ve elegan durabiliyor. Espen Oino’nun kusursuz fantastik çizgileri ve bizim onun her istediğini eksiksiz yapma arzumuz sonucunda, dev bir sunroof yapmaktan, bütün tekneyi hafif ve güçlü kılmak için tümünde karbon fiber kullanmaya kadar götüren alışılmadık bir sürecin sonucudur. İç dekorasyonunda çok yenilikçi ve cesaretli hatlar görebilirsiniz. Dik açılar, düz
Mengerler Lifestyle
37
BOATSHOW )RUW /DXGHUGDOH )/25ú'$ hatlar devamında yuvarlak dönüşlere rastlayabiliyorsunuz. Teknenin en belirgin farklılığı doğal ışığın bolluğu. En alt kabinlerde bile tavan aydınlatmaları ve mekanda kullanılan yumuşak, kibar renkler, sizi huzurlu , ferah hissetirecek şekilde ele alınmış. Mürettabat odalarında bile, kendinizi tekne sahibinin odasında sanabilirsiniz. Tüm detaylara kadar böyle ince bir zevkle döşenmiş olmasının yanı sıra, sizi denizde emniyetli ve rahat ettirecek şekilde fonksiyonel olarak tasarlanmıştır. Tekne sahibine ve misafirlerine hissettirmek istediğimiz dış mekanın, içerisi ile bütünleşmiş hissini vermesini sağlamak. Son büyük özellik ise, tabii ki performansı, yüksek hızda yaşanan sürüş keyfi ve neşesi. Full speed giderken bile içeride sessiz ve huzurlu bir ortamdasınız. Sürat, misafirlerimizin uzun uzun planlama yapmadan bir noktadan diğerine hızla ulaşmasına olanak tanıyor. Monaco’da uyanıp kahvaltı ve öğle yemeğini Porto Cervo’da yapmak istemeniz mümkün.
Dev sunroof ile tasarım ödülü alan "Shooting Star 62"yi denerken.
Sizin Türkiye’yi ve Türkleri yakından tanıdığınızı biliyoruz. Sizce Türkiye, "Shooting Star " için iyi bir pazar olarak görülebilir mi ? Hassas bir konuya değindiniz. Ben 7 yıl ülkemden uzakta yaşadım. Bu sürenin 3 yılı hiç şüphesiz favorim olan Türkiye’ydi. Ben bir yelkenciyim. 1991 yılında ilk kez geldiğim Göçek’e aşık oldum. Bu aşk hala hiç eksilmeden sürüyor. Türk yapımı yelkenlim uzun yıllar Göçek’te kaldı. Akdeniz'in en güzel sularına sahip bir ülkeniz var. Muhteşem marinalarınız, yüksek kalitede sunulan servisle çok sayıda charter teknesinin veya yat sahibinin vazgeçemeyeceği bir destinasyon Türkiye. Bana sorarsanız "Shooting Star" Türk sularında kendisini evinde hissedecektir. Benim tecrübeme göre, çok sayıda Türk müşteri, kendi doğallarında olanla, "Shooting Star"ın gücünü, estetik güzellik ve cesaretli özgünlüğünü birleştirecek ve kendilerine çok yakın hissedeceklerdir.
"Shooting Star"dan detaylar.
Türkiye’de olduğunuz sürelerde sahillerimiz ve marinalarımız adına sizi en çok etkileyen şeyler nelerdi ? Misafirperverliği anlatmak isterim. Boş gibi gözüken küçük bir koya bile girdiğinizde her zaman size sıcak bir ev yemeği ikram edecek birisine rastlıyorsunuz. Gecelediğiniz sahillerde ulaşabileceğiniz kadar yakın duran yıldızlarla muhteşem bir manzara içerisindesiniz. Bu sularda ben daima kendimi huzurlu ve konforlu hissettim. Türkiye’de Boat Show’da "Shooting Star"ı teşhir etmeyi planlıyor musunuz ? Şu an için Monaco ve Fort Lauderdale’e odaklandık. Ancak heyecan veren yeni yelkenlimiz dünyanın en hızlısı "Monohull" hazır olduğunda düşünebiliriz. Samimi sohbetiniz için teşekkür ederiz.
Danish Yacht’ın yakında "Shooting Star"dan daha büyük ve daha hızlı bir model çıkaracağını biliyoruz. Dünyada gelişen talep mi bu doğrultuda yoksa spesifik bir müşterinizin fantazi bir siparişi mi ? ''Daha büyük'' bizim hedefimiz olamaz. Cesaret etmek belki daha doğru bir ifade olur. "Aerocruiser"ı, "Shooting Star"a benzer bir şekilde tasarladık. Motor konfigürasyonu 65 Knot (120 km/saat) hız yapacak şekilde belirlendi. Evet, güç, fonksiyon ve zerafetin birlikte sunulduğu teknelerimizi isteyen müşterilerimiz var. Ürettiğimiz hertekne özgün ve müşterinin istekleri doğrultusunda sipariş üzerine yapılacaktır. 38
MengerlerLifestyle
Türkiye'yi yakından tanıyan Frazer Yacht's Avrupa Ticari Müdürü Luc Kahldoun ile söyleşimizi internet üzerinden yaptık. Fraser Yachts, yat endüstrisindeki en büyük şirketlerden biri olarak yat yapımından ekip teminine, yat yönetiminden kiralanmalarına kadar yat dünyasında her türde hizmet sunuyor. Türkiye pazarında Fraser Yachts’ın yaklaşımını ve yatırımlarını nasıl açıklayabiliriz?
BOATSHOW )RUW /DXGHUGDOH )/25ú'$
"Fraser Yachts" Avrupa Ticari Müdürü Luc Kahldoun.
Fraser Yachts, her zaman Türkiye yat pazarına çok ilgi göstermiş, yıllarca çeşitli Türk tersaneleri ile birlikte çalışmıştır. Bir kaç proje kapsamında iş birliği yaptığımız ve aynı zamanda da brokeraj pazarında bir kaç adet yat için sertifika verici olarak çalıştığımız Proteksan Yachts ile sağlam bir ilişkimiz mevcut. Son zamanlarda Vicem Yachts ile de çalışmaya başladık. Satış için temsilciliğini yaptığımız Vicem Yachts’ın şu anda imalat aşamasında bulunan yeni 46 m’lik yatının kalitesinden çok etkilendik. Ayrıca Antalya’daki "Alia Yachts" ile de iyi bir ilişkimiz var, ilk başarılı lansmanları olan "Aiyana" için de temsilciliklerini yaptık ve buna ilave olarak da şu anda yapım aşamasında bulunan 2 adet yelkenli yatın geliştirilmesi için beraber çalışmaktayız. Alia Yachts çok sağlam ve hızlı yelkenli yatlar yapıyor, mükemmel yatı üretmek için müşterilerinin engin bilgilerinden yararlanıyorlar. Yat almaya karar vermiş ve yat üreticisini ziyaret eden bir Türk yatırımcısına tavsiyeniz neler olurdu? Herhangi bir ülkede hangi tersane ile çalışılacağı konusunda alınacak olan karar ile ilgili olarak biz, tersanelerin fiyat ve kalitesini karşılaştırabilmeleri açısından müşterimize acenteleri ile birlikte ziyaret edebilecekleri kadar çok sayıda tersaneyi ziyaret etmelerini her zaman tavsiye ediyoruz. Türkiye, Avrupa’daki en iyi tersaneler ile aynı standartta fakat düşük işçilik ücretleri nedeniyle daha ucuza üretme konusunda kendini kanıtlamış durumda ve bu sebeple de yeni bir üretim projesinin başlangıcında her zaman için gündeme alınmalı. Monaco ve Fort Lauderdale Boat Show’larını henüz tamamladınız. Pazar durumlarını nasıl görüyorsunuz? Hem Monaco hem de Fort Lauderdale bu sene hem bizim, hem de tersaneler için epey ilgi çekici durumdaydı. 2010 yılındaki kesin teklifler nihai satış aşamasına geldi, 2011 yılında aldığımız tekliflerin birçoğu için ise nihai satışa dönüşecek gibi görünüyor, (aslında Monaco Yacht
"Aiyana" yelkenli yatı.
Show’dan iki adet sipariş zaten alındı). Fakat 2012 yılı hala daha zor bir yıl olacağa benziyor, satışların devamını getirebilmek için ekstra çaba gösterilmesi gerekiyor. Müşterilerin sadakatini güvence altına alma açısından şirketler için yaratıcılık ihtiyacı ortaya çıkıyor. Bu konuda da ekibimizde gerçek profesyonellerin bulunması sebebiyle nasıl bir farklılık yaratacağımızı bilmekteyiz. Yat üreticileri ile yaptığımız görüşmeler esnasında pazarın aşağıya doğru gittiğini hissettik, fakat tersanelerin birçoğu ise hala daha büyük yatlar için yatırım yapmaktalar. Bu durumu nasıl analiz ediyorsunuz? Yatlar daha da büyümekte çünkü müşterilerden bu yönde bir talep geliyor. Tersaneler yat sahiplerinin ellerinde bulundurdukları yatları sattıklarından, artan envanter ile akına uğramış bulunan ve gittikçe daha da büyüyen ikinci el pazarı ile rekabet ettiklerinden dolayı daha fazla yaratıcılık göstermek zorundalar. Uzun zamandır bu endüstri içindesiniz, okuyucularımıza aktarabileceğiniz ilgi çekici bir hatıranız var mı? Çok fazla hikaye var ama bunların birçoğu yayınlanamaz durumda! İlgilenmek durumunda kaldığımız şeyler hakkında bir fikir sahibi olmak isterseniz, size şunu aktarabilirim; bir seferinde bir kadın yat sahibinin yatı ile gezdiği esnada canının belli bir tür kiraz yemek istediğini duymuştum. Bu kirazlar ise o bölgede bulunmadığından, yat sahibesi bunların bulunduğu çiftliğe özel jetini gönderiyor ve kirazları alıp yata getirtiyor. Bu bir sepet kirazın toplam maliyetinin ne kadar olabileceği konusunda bir fikriniz vardır eminim! Bu durum, en azından bu tür müşterilerin taleplerinin yerine getirilmesinin ne kadar önemli olduğu hakkında bir fikir vermekte ve bu kişilerin ne istedikleri konusunda ne kadar seçici olduklarını gösteriyor. Bizler de isteklerinin yerine getirilmesi için elimizden gelen her şeyin yapılmasını sağlamak zorundayız. Mengerler Lifestyle
39
Mengerler <$ô$0,1 5(1./(5ó1ó <$16,7,5
2/2012 Lifestyle
<HQL \×OG×]×P×] ''MENGERLER BOSTANCI'' GÜNGÖR URAS FARUK SARAÇ %XUVD 6KRZURRP GD +(0,1*:$< ú1 ú=ú1'( 2N\DQXVWD EDO×N DY× 7$0ú5 6$1$7, 'DYXWSDüD .DSRUWD %R\D GD
:*-%*;-* )":"5-"3 ³ , -5 3 ³ 4"/"5 ³ 4 :-&Ýß ³ (&;ß ³ -&;;&5 ³ 4"Û-*,
Atlantik Okyanusu'nda Hemingway'in izinde...
YAZI: M. FARUK SİLE FOTOĞRAFLAR: AYŞEN GÜREL SİLE - M. FARUK SİLE
20
MengerlerLifestyle
+(0,1*:$< ú1 ú=ú1'( Aradan geçen o kadar yıla rağmen bu hayalimi gerçekleştirme şansım olmamıştı. Ancak, Florida’da dünyanın en büyük Boat Show’unu dergimiz için izlemeye gittiğimizde tanıştığımız, Vicem Yat’larının sahibi, sevgili Sebahattin Hafızoğlu, iki gün sonra profesyonel balıkçı bir ekiple okyanusa avlanmaya gideceklerini, bizim de katılmak isteyip istemediğimizi sorduğunda, ne diyeceğimi bilemedim. Sabahın ilk ışıkları ile Vicem’in Intercoastal üzerindeki iskelesine bağlı açık deniz balıkçı teknesinde buluştuğumuzda, tüm ekip tekneye gerekli malzemeleri taşıyordu. Sebahattin Bey elindeki iPad’den son hava durumunu kontrol ederken bizleri karşıladı. Ekiple tanıştık. Hemingway’in avlandığı sularda ben de balık avlayacaktım. Sebahattin Bey'in kaptanlığında denize paralel en derin kanal olan Intercoastal’dan okyanusa açıldık. Türkiye’de bile balık turnuvalarına katılmış, profesyonel balıkçımızın adı Marlin, baba mesleği olan balıkçılığa gönül vermiş usta bir avcı. Babası yine Hemingway’in filminde konu olan büyük bir Marlin’den etkilenmiş kuşkusuz. Tekne hızla Atlantik'e açılırken yaptığımız sohbette, okyanusta bile eskisi gibi bol balık kalmadığını öğrendim. Sohbetimiz sırasında Marlin için çıkmadığımızı, eğer şanslıysak Tuna ve Mahi Mahi avlayabileceğimizi öngörüyordu. Profesyonellik bu olmalı. Yaklaşık on saat süren olta balıkçılığı serüvenimizde sürpriz olmadı, Orkinos (blackfin Tuna) ve Lambuka (Mahi Mahi) yakaladık.
Ç
ocukluk yıllarımdan kalma bir hayal...
Tam tarihini hatırlamıyorum. Şehzadebaşı’nda Yeni Sinema’da, bir pazar sabahı 11:00 matinesinde, Ernest Hemingway’in ‘‘The old man and the sea’’ adlı Pulitzer Ödül'lü romanının filmini, ‘‘İhtiyar Balıkçı’’ çevirisiyle, babam annem ve ağabeyimle birlikte seyretmiştim. Warner Brothers yapımı, John Sturges yönetiminde, Spencer Tracy’nin olağanüstü oyunculuğu ile perdeye yansıyan bu filmin etkisiyle, okyanusta balık avlayacağım bir günü bekledim durdum.
Şampiyona telaşından uzak, Vicem’in mutfağında neredeyse 20 kişiye yetecek kadar bol ve çeşitli yiyecek, içeceklerle, konforlu ve bir o kadar da keyifli bir gün geçirdik. Seyir halindeyken denize bırakılan mürekkep balığı yavruları ile yemli oltalar, tek tek salınmaya başlandı. Yaklaşık saatte 3-4 knots (6-7 km/saat) hızla seyir ederken, nerede ise suyun üzerinde gibi giden oltalara ilk olarak bir Orkinoz geldi. Yaklaşık 30 cm boyundaki bu Orkinoz teknedeki herkesi heyecana sürüklemeye yetti. Marlin, bol balıklı bir günün habercisi olduğunu biliyor gibi, neşeli neşeli gülümsüyordu. Arası hiç açılmadan günün ilk Lambuka’sı Sebahattin Bey'in oltasındaki yemi tercih etti. Hepimiz daha sabah kahvaltısını etmemiş olsak da, karnımızın açlığını unutarak oltalara daha bir sıkı sarıldık. Aslında Elektrik Mühendisi olan Yunan asıllı kaptanımız, tekne okyanusa çıkınca dümene geçti. Deniz tutkusu ile mesleğini bırakmış ve tekne transferi yaparak kazanç sağlıyordu. Marlin’in önerisi ile tekneyi, karanın artık gözükmediği açık sularda yönlendiriyordu. Marlin’nin rehberinin ise, karnı aç bir kuş olduğunu söylemeliyim. Büyük balıkların sıkıştırdığı küçük balıklar, deniz yüzüne çıkıyorlar, onlardan bir tanesini avlamak üzere hazırlanan kuş ise, bize büyük balıkların nerede olduğunu gösteriyordu. O gökyüzünde daireler çizerken kaptanımız çok yaklaşmadan ama aynı daireleri daha dıştan takip ediyordu. Bu kadar basit bir yöntemi bugüne kadar hiç düşünmemiştim. Oysa her ne yapıyorsanız yapın, okullarda öğretilmeyen ip uçları, başarının temel faktörleri arasında yer alıyor. Balık peşindeyken bu hayat derslerini düşündüğüme inanamıyorum.
Mengerler Lifestyle
21
+(0,1*:$< ú1 ú=ú1'(
Malzemeler tekneye yükleniyor
Intercoastal'da seyir öncesi
iPad'den son hava durumu alınıyor
Yemler hazırlanıyor
Oltalar hazır
Beklemedeyiz
Kuş balıkları, biz kuşu takip ediyoruz
22
MengerlerLifestyle
Rengarek Mahi Mahi usta balıkçı Marlin'in ellerinde
İlk Orkinoz oltaya geliyor
+(0,1*:$< ú1 ú=ú1'(
Kaptanımız Fort Lauderdale açıklarında
Sebahattin Bey ile yorgunluk atarken
Balık denizde daha ağır
En taze Sushi hazırlanıyor
Heyecan dorukta iki oltaya da balık vuruyor
Oltanın esnek ucu geriliyor
Mengerler Lifestyle
23
+(0,1*:$< ú1 ú=ú1'( İki-üç derken, teknenin livarına dört Lambuka ve bir Orkinos atılmıştı bile. Acıkan karınlarımızı doyurmak üzere mutfaktaki zengin alternatifler arasından acaba hangisi derken, Marlin’in hayatımın en taze sushisini hazırlamakta olduğunu fark ettim. Kaptanımız durumu benden daha önce fark etmiş ve Marlin’in başında duruyordu. Löp etli Orkinoz parçaları, sunum açısından bir Japon Restaurant’ından çok uzak olsa da, ağzımızda erircesine kaybolan lezzeti ile benden en iyi puanı almayı başardı. Yemek sonrası kuşun peşinden giderken oldukça açılmış olacağız ki, Gulfstream sıcak su akıntısı ile karşı karşıya gelen Mistral Rüzgarları'nın oluşturduğu yüksek dalgaları yakından görmeye başladığımız zaman, karaya yönelmemiz gerektiğini hep beraber hissettik. Bu dalgaları aslında iki gün önce sahilde yürürken görmüş ve hayret içinde ''Tsunami mi geliyor?'' diye izlemiştim. Sonra öğrendiğime göre fillerin yürüyüşü anlamına gelen (Elephants walking) Gulfstream ve Mistral’in kucaklaşmasından ortaya çıkan doğal bir oluşumdu. Sahilden baktığınızda ufukta birbirinden kopuk ama tüm ufuk boyunca belli belirsiz testere dişi oluşturan bu dalgalar, zaman zaman 4-5 metreyi bulsa da sahile ulaşmadan kayboluyorlar.
ayıklayarak, torbalara dolduruyor, kemiklerini ve koca kafalarını suya atıyordu. Kaptanımız ve ben henüz ayıklanmamış balıkların kafa ve kemiklerine talip olduk. Yapacağımız çorbanın tariflerini iştahla paylaşırken, Akdenizli olmanın ve ortak kültürlerimizden gelen lezzetlerin ve ritüellerin farkındaydık. Bizim için ayrılan balıkları da, kendimiz daha sonra ayıklamak üzere bütün olarak almayı tercih ettik. Böylece Marlin yakalamamış olsak da, bol Marlin’li bir gün, Güney Florida sularında Hemigway’i anarak son buldu. Bu sularda sıklıkla, nerede ise her gün, yakın çevremizde bir yerlerde turnuvalar düzenlendiğini öğreniyorum. Olta balıkçılığına meraklı olan okuyucularımıza dünya çapında iki önemli turnuva hakkında kısa bilgi vermek isterim. Birincisi Hawai’de, 53.’sü düzenlenen Uluslararası Billfish (Büyük boyutlu balıklara verilen ortak ad) Turnuva'sı, ikincisi ise daha yeni olmasına rağmen dünyanın en büyük olta balıkçılığı turnuvası olarak kabul edilen; Uluslararası Sportif Balıkçılık Derneği, Açıkdeniz Dünya Şampiyonası (IGFA-International Game Fish Association). Web sitelerinde geniş bilgiye ulaşmak mümkün.
Yemek sonrası, güneş ve rüzgarın da etkisi ile, kuytu bir köşede motorun ninni gibi gelen sesi eşliğinde şöyle bir kestirsem dediğim anda, Marlin’in balıklar da acıkmış hadi olta başına komutu ile, yıllardır beklediğim böyle bir vakitte, bedenimi saran uyuma içgüdüsünü ne kadar hızlı kovaladığımı anlatamam. Sebahattin Bey'in beline taktığı İngilizcesi ‘’fighting belt’’ olan, aslında mana olarak bir gerçeği göz önüne getiren dövüş kemerini belime taktım. Bu kemer yaklaşık 6-7 dakika süren, Lambuka’yı tekneye alma gayretlerimde çok yararlı oldu. Marlin bir saniye bile oturmadan balıkları oltalardan çıkarıyor, yeni yemlerle denize salıyor, bir taraftan kuşları takip ediyor, diğer taraftan oltaların yerlerini ayarlayıp duruyordu. Lambuka denizden çıkarken bizi fotoğraflayan eşim, ‘’Deniz papağanı gibi, şu renklerin güzelliğine bak’’ cümlesi ile sanırım diğer adı Mahi Mahi ya da Dorado olan bu muhteşem balığın görünüşünü en doğru ifade eden oldu. Yaklaşık 40 kiloya kadar büyüyebilen bu balıkların topu topu ömürlerinin 5 yıl olduğunu anlatıyor Marlin. Benimki günün yakalanan en büyük balığı da olsa, 5-6 kiloyu geçmiyordu. Elimdeki balık, kaygan rengarenk, fakat tam ‘‘sudan çıkmış balık gibi’’ tabirine uyacak şekilde hareketsiz teslim olmuş duruyordu. Geldiği sulara bırakmakla livara atmak arasında düşünceler aklımda dolaşırken, önce Sebahattin Bey aldı elimden, arkasından da Marlin livara bırakıverdi. Toplam 7 Lambuka ve 2 Orkinoz'un yakalandığı bu 10 saatlik serüven, çok sayıda turnuvaya katılmış arkadaşlar tarafından başarılı bir av günü olarak görülüyordu. Vicem’in iskelesine yanaştığımızda günün getirdikleri ile birlikte fotoğraf veren ekibin hepsi neşe içindeydi. Bizi karşılamaya gelenler, son Orkinoz’la yapılmış sushi'leri keyifle tadarken şaraplar açılmış, balıklar tartılıyor, Marlin herkesin balıklarını 24
MengerlerLifestyle
Mahi Mahi sudan çıkarken rengarenk parlıyor
+(0,1*:$< ú1 ú=ú1'(
Balıklar Livarda... Karaya dönüş
İkinci Orkinoz sushi karada yapılıyor
Mahi Mahi 4,5 kg geliyor
Dönüş yolunda Fort Lauderdale sahilleri
Şanslı günün anısı
Mengerler Lifestyle
25
$<Ú(*h/ 'ø1d.g. ''Derin Tutku''
40
MengerlerLifestyle
Bir dost ile söyleşi yapmanın hem kolay, hem zor tarafları olduğunu düşünüyorum; çünkü kişiyi tanımak ve tanıtmak çok farklı. Bu samimi ropörtaj okul sıralarından bugüne, arkadaşım Ayşegül Dinçkök ile. Çok yönlü yetenekleri, kadın - eğitim konularındaki sosyal çalışmaları ve yakında açılacak, kelimenin tam anlamı ile içinde kalmış olan tutkusunu su yüzüne çıkaracağı ''DERİN TUTKU'' isimli sualtı fotoğrafları sergisinden söz ettik.
SÖYLEŞİ: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: TOLGA ÖZGAL
Mengerler Lifestyle
41
6g</(ûú $<û(*h/ 'ú1d.g.
Bebek'te doğan Ayşegül'den başlayarak hayatının önemli dönüm Yalova'ya koştururdum. noktalarına değinir misin ? Bebek'te doğmanın üzerine bastığın için Bebekli olmaktan gurur Senin "Deniz Kızlığı" o zamanlardan belliymiş galiba. duyduğumu söylemek isterim. Haklısın ama, ''Mermaid'' gibi, suyun altına gireceğime, suyun üzerinde epeyi bir çırpınmışım. Zannedersem baban en eski Bebeklilerden. Ahşap tarihi bir evde oturuyordunuz. Yazar kimliğinden bahsedersek, merakın nasıl başladı ? Evet, amcam da halen Bebek Muhtarı. Babamın doğduğu bu ev, Dayın, Gazeteci/Yazar Hasan Cemal'in etkisi oldu mu ? padişahın gözdelerine hediye ettiği evlerden biriymiş. Birlikte İlk Maison Française, Figaro, Akmerkez gibi dergilerde yazdım ve Avusturya Lisesi'ne gittik, sonra Boğaziçi Üniversitesi'nde okudum, söyleşiler yaptım. Dayımın yazmaktan ziyade okuma sevgime çok ardından Münih'te reklamcılık üzerine bir çalışma yaptım. Sonra etkisi oldu. evlendim, hayatımın en kıymetli varlığı iki tane kızım doğdu. Çocuklar ufakken eşimin şirketinin reklam işlerine baktım ama çok uzun süreli Okul dergisinde de yazıların çıkardı. Birlikte "Debatte" denen bir çalışma yaşamım olmadı; çocuklar okula gittikten sonra içimde tartışma grubuna da girmiştik; savunmakta ve sesini duyurmakta kalmış olan tutkularımı su yüzüne çıkarmaya başladım. cesaretliydin. Biraz fazla galiba. Okul yıllığında hatırlarsan benim için politikacı Yüzmek de gönül verdiğin bir konuydu. olmak istiyen arkadaşımız yazmışlardı. Babam Galatasaray Spor Klübü'nde Yöneticiydi ve Yüzme Okulu'nu kurdu. Ben de 7 yaşında o okula gitmeye başladım. Takıma seçildim, Kasım 2011'de ilk öykü kitabın yayınlandı. Hoş tesadüflerimiz 10 sene milli takımdaydım. 2 tane rekorum var; 100, 200 kurbağalama oldu bu konuda. Basım öncesi sen editörünle toplantı yaparken bir stilinde. O zamanlar kışın antrenman yapacak yerimiz de yoktu; restoranda, sonra da aynı uçakta karşılaşmıştık. Hayalindi eskiden Avusturya Lisesi'nden ben ya Heybeli Ada'nın askeri havuzuna, ya da beri yazmak, dolayısıyla o özel doğum günü partisi geliyor aklıma.
42
MengerlerLifestyle
6g</(ûú $<û(*h/ 'ú1d.g.
Uçakta karşılaştığımızda ben de kitabı yeni elime almıştım, ilk okuyanlardan biri de sensin, indiğimizde bitirmiştin ve üzerinde konuşmuştuk. O doğum günü bana tamamıyle sürprizdi. Teması da yazarlıkdı. Geldiğimde maske takmış kişiler vardı, dostlarımın olduğunu tahmin ediyordum ama, kim kimdir bilmiyordum. Seni de uzun süre görmedikten sonra karşımda bulmak beni çok mutlu etmişti. Hayali olarak yazdığım kitabı konu etmişler ve doğum günüm, benim imza günümmüş gibi herkes sıraya girip imzalatmıştı. İkinci kitabımın bir roman olması arzum. Araya sualtı gibi başka çalışmalar girdiği için ara verdim ama gelecektir zamanı. Bu dünyadan göçtüğüm zaman aileme, öncelikle çocuklarıma ve torunlarıma arkamda bir izimin kalmasını isterim, bu benim için çok kıymetli olacak. Kitabın adı niye ''KORKMA'' ? Kitabımda insanların çeşitli korkularını ortaya çıkartacak öyküleri bir araya getirdim. Dikkat çekici bir isim oldu, bir emir gibi değil, yüreklendirmek için. ''Kadın ve Eğitim” senin için her zaman önemli oldu. Kitabın da çoğunlukla kadına dair öykülerden oluşuyor. Kadınlar için emek verdiğin çalışmalardan bahseder misin ? İlk sosyal sorumluluk işi 25 sene önce Semra Özal ile başladı. Türk
Kadınını Güçlendirme Vakfı’nın kurucu üyelerinden biriyim. İmam nikahlı eşlere resmi nikah kıyılmasında destek olduk binlerce kadına, çünkü imam nikahının kadına hiçbir yararı yok. Karavanlarımız vardı, gönüllü doktorlar ve hemşirelerle tüm yurdu tarayarak dolaştık, çevrelerinde sağlık evi bile yokken ayaklarına kadar giden bir hizmetti bu. Resmi nikah olmayınca çocuklara nüfus kağıdı çıkartılamıyordu. Bu konularda önderlik ettiğimiz için her zaman gurur duydum. Eğitim için çalışmalarım ise eşimin Türk Eğitim Vakfı’nın başkanı olduğu dönemde başladı. Tevitöl, üstün yetenekli çocuklar için kurulmuş olan bir okul. IQ’su 130 ve üzerinde olan çocuklar Gebze’deki bu okula özel bir sınavla girebiliyor; 200 tane öğrencisi var. Okulun eğitim sistemine, öğrencilere hayranlık duydum ve nasıl destek olurum diye düşündüm. Eşleri TEV’de görevli olan arkadaşlarımızla Tevitöl Anneleri olarak bir araya geldik; bir vakıf değil, tamamıyle gönüllü bir işdi bu. Amacımız okulu duyurmak, tanıtmak, giren öğrenci sayısını arttırmaktı. Aileler bazen bu çocukları fark edemiyor, öğretmenleri ve RAM denen rehberlik araştırma merkezleri aracılığı ile çocukların yetenekli olup olmadıkları belli oluyor. Türkiye çapındaydı bu çalışma ve tüm ülkeyi dolaştık. Artık okul tanındığı için ancak bazı sosyal projelerde çalışıyorum şimdi, ama 5 - 6 sene her hafta, haftada bir kere okula giderek öğretmenlerle ve öğrencilerle birlikte oldum.
Mengerler Lifestyle
43
6g</(ûú $<û(*h/ 'ú1d.g. "Her kadının bir kartviziti olmalı…" Bunu seninle ilgili bir yazıda okumuştum. Bir kadının eşinin kimliğinden ziyade, kendi kişiliği, kimliği olması anlamını taşıyor. Madam Figaro Dergisi için İnci Aksoy ile yaptığımız söyleşiden bir alıntıdır; bunu bir slogan haline getirmeye çalışmıştık. Kadınların kendi bilezikleri olmalı. Bu konuda da bir uğraşım olmuştu, merkezi Washington'da olan Kültür ve Eski El Sanatlarını Geliştirme Vakfı'na da gönüllü olarak destek vermiştim. Bu vakfın amacı da artık Türkiye'de kaybolmakta olan el sanatlarını öğreterek ve geliştirerek geleneksel sanatları devam ettirmek; dolayısıyla hem kadınların bir gelir elde etmesini, hem de kültürel değerlerin devamını sağlamakdı. Sevgili Prof. Nurhan Atasoy ile birlikte değil mi? Evet. Her zaman zaten gönlüm de, kapım da, kadın ve eğitim konularına açık, vaktim el verdiğince eğileceğim bu konulara. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, bir mesaj vermek ister misin ? Kadına şiddet önemle üzerinde durulması gereken bir konu. Nasıl çocuklara ayakta durmasını öğretiyorsak, ihtiyacı olan kadınlara da ayakta durmasını öğretmemiz lazım, tüm dünya kadınlarını kastediyorum. Çocuklar da etkileniyor; 2011'in bilançosu çok ağır. Bu kadın olarak hepimizin vazifesi. Haklısın, güçlenen kadın hayatını değiştirebilir. Şimdi ise su altında çektiğin fotoğraflardan oluşan sergine hazırlanıyorsun. Serginin ismini çok sevdim. Bu tutku nasıl başladı ? Su sporlarına, yüzmeye alışık bir insan olarak yaşadım; demek ki suyun altı ile tanışmam için bunca zaman geçmesi gerekiyormuş. Sualtı aşkım, Panama’da başladı. Sonra açık deniz brövemi aldım. Erol Öğretmenim bana: "Bu iş gerçekten tutku, tiryakilik yapabilir, baştan ikaz edeyim" dedi. Ben de bu bana tiryakilik yapacak ise canım feda diye yanıtladım. Deyiş o deyiş, bir senede 160 dalış yaptım. Bu nerede ise her iki günde bir daldım demek oluyor. Tabii bazı günler 4 kere daldığım için o sayıya erişmişim. Gerçekten bu bir rekor mu bilemiyorum ama benim yaşım için bir rekor olduğunu düşünüyorum, çünkü 10 -15 senede bu sayıya ulaşan insanlar var. Bodrum'da dalarken başka profesyonel dalgıçlarla dost oldum. Onlar çektiğim fotoğrafları ve bu işteki iştahımı görünce, bana daha büyük kameralar tavsiye ettiler. Şu andaki kameram 15 kilo ağırlığında, flaşları ve housing denen kılıfı ile. Sen de biliyorsun dün Sulawesi'den geldim, volkanik dağların etkisi ile oluşan siyahi bir kum var orada. Burada canlıları daha renkli görebiliyorsun; o yüzden özellikle oraya gittim. Kamp kurdum ve günde 4 dalış olmak üzere, 6 günde 22 dalış yaptım. Aşağı yukarı 30 saate karşılıktır diyebilirim. Oksijen limitimi biraz daha balıklarla olmak için sonuna kadar tüketiyorum. Denizin altı bambaşka bir yer… Daha çok nerelerde dalıyorsun ? Yazın en çok Bodrum'da, çünkü yazlığımız orada; gün aksatmadan dalıyorum. Akdeniz'in, Ege'nin çeşitli adalarında, kıyılarında da daldım. Ama fotoğraf ve çeşitlilik için en güzel yer Endonezya, Bali ve Sulawesi.
44
MengerlerLifestyle
Deniz kirliliğini hissediyor musun ? Bazı yerlerde mercanlarda beyazlanma denilen bir hastalık oluyor. Dalgıç bir arkadaşımın söylediğine göre maalesef Göçek sahilleri, hatta açıkları, artık insan sağlığına zarar verecek şekilde deniz kirliliği tehdidi altındaymış. Balık çiftliklerinden dolayı mı ? Onlar da neden, ama daha çok teknelerden. Bulundukları yerde yiyiyorlar, içiyorlar ve açığa gitmeden sintineyi boşaltıyorlar. Bu serginde belli bir bölgenin fotoğrafları mı olacak, yoksa çeşitli dalışlarda çektiklerinden mi seçeceksin ? İlk başta öyle düşünüyordum, son kararım değil ama Sulawesi'de çektiklerim daha az görünen balıklar, sanıyorum onları seçeceğim. Dalmak tutkun için aynı zamanda bir terapi diyorsun ve denizin altında huzur bulduğunu söylüyorsun. Ben yaptığım sporlarda, yüzerken, at binerken, kayak yaparken iyiyim ama meditasyon yapmayı beceremedim, deniz altında ise konsantrasyonumu hemen kazanıyorum. Söyleşimizi Sulawesi'deki son dalış noktasından dostlarına gönderdiğin mesajı ekleyerek bitirmek istiyorum. "Selam, balıklarım bu karanlık suda, siyah kumların üzerinde yaşıyorlar… Nemo hepinize tanıdık bir sima, ama dağarcığımda ve dosyamda daha bir çoğunu sizlerle buluşturmama az kaldı. Sizleri özledim ama denizaltında bir solungaçlarım eksik, dışarı çıkmakta zorlanıyorum. Sevgiyle ve dudağınızın kenarında bir gülücükle kalın… Ayşegül, the wannabe mermaid."
Mengerler <$ô$0,1 5(1./(5ó1ó <$16,7,5
3/2012 Lifestyle
CHICAGO ú.ú1&ú û(+ú5 0(7( $.<2/ $QNDUD 6KRZURRP GD %2'580 7$5ú+ú1 3(ûú1'( 7$986 .8û8 %$+$5 '$16, '20ú1ú. &80+85ú<(7ú <(1ú 60$57 )257:2
:*-%*;-* )":"5-"3 ³ , -5 3 ³ 4"/"5 ³ 4 :-&Ýß ³ (&;ß ³ -&;;&5 ³ 4"Û-*,
6g</(ûú '5 =ú<$ d(/ú.
İkinci şehir
8
MengerlerLifestyle
YAZI: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: AYŞEN GÜREL SİLE - M. FARUK SİLE
6g</(ûú '5 =ú<$ d(/ú.
Mengerler Lifestyle
9
CHICAGO
C AT&T Plaza, ''Cloud Gate'', arka planda Smurfit-Stone Gökdeleni.
Anish Kapoor'un eseri halk dilinde ''The Bean'' Chicago'da en çok fotoğraf çekilen yer.
Heykelin içinden yukarı bakış.
''Jay Pritzker Pavillion'', Millennium Park.
Lake Shore Drive'da malikaneler.
10
MengerlerLifestyle
hicago’nun popüler takma adlarından biri olan “İkinci Şehir” (2. City), New York’tan sonra ikinci anlamında. Daha küçük, temiz, geçimin daha uygun ve insanlarının daha kibar olduğu bir New York gerçekten. 2.8 Milyon nüfusuna rağmen kültür, sanat, endüstri ve gurme seçenekleriyle NY ile yarışıyor. Birçok genç profesyonel tek dezavantajı sayılabilecek soğuk kışına rağmen değer diyor ve burada yaşamayı çok seviyor. Diğer lakapları ise “Chi-Town” ve “Windy City”(Rüzgarlı Şehir);rüzgarından ziyade Al Capone senelerinden bu güne, dalavereli politikasından dolayı bu ad takılmış. Chicago isminin yörenin ilk sakinleri olan Kızılderililerin lisanından çıkış yaptığı var sayılıyor; bembeyaz çiçekleri olan, yaban sarımsağı anlamına gelen “Shikaakwa” dan. 1833 de zorla göç ettirilen bu kabilenin dilinde Michigan ise “Büyük Su” demekmiş. Göçten hemen sonra beyazlar yerleşmeye başlar. Gölün kıyısında yükselen şehir deniz seviyesinde olduğu için kanalizasyonun karışması kolera gibi epidemiklere neden olur. Bu kriz karşısında ülkenin saygın mühendisleri ateşli tartışmalar yaparak bir çözüm bulmaya çalışırlar. İlk başta çılgın bir fikir olarak karşılansa da tek çarenin bina ve yolların yükseltilmesi olduğuna karar verilir. Koca binalar hidrolik ve kriko sistemlerle yükseltilir ve yeni temeller dökülür. İşin trajikomik tarafı ise bu işlemler yapılırken hayatın aynen devam etmesi. Zemin katlar, bodrum katı gibi işlev görünce, kapısı olmayan birinci katlara pencerelerden girerek de olsa ofislerde çalışmaya, alışverişlerini yapmaya devam ederler. “Raising of Chicago” (Chicago’nun yükseltilmesi) ile ilgili bir karikatürde bu durum çok esprili bir şekilde ifade edilmiş: Şık bir otelde çaylarını yudumlayan sofistike iki hanımdan biri diğerine: “Bir şey hissettin mi?” diye soruyor; çizimin alt kısmına baktığınızda ise yüzlerce işçinin hidrolik sistem ile binayı yukarı kaldırdığını görüyorsunuz ( 600 işçi ile 6.000 kriko kullanılmış bazı yapılarda). Bir senede 50’den fazla bina yükseltiliyor, bazıları da
tekerlekler üzerinde başka yerlere taşınıyor. 1871'deki “Büyük Chicago Yangını”nda ise şehrin üçte biri, merkezi dahil, yok oluyor. Onarım hemen başlıyor, Chicagolu Frank Lloyd Wright ve Ludwig Mies van der Rohe gibi ünlü mimarlar bugün hayran olduğumuz binalara imzalarını atıyorlar. Chicago Nehri’ni geçerken köprünün üzerindeki kabartmalar ve “Regeneration” (Yeni Nesil) yazısı, mitolojide küllerden yeniden doğan Phoenix ( Anka Kuşu ) gibi yenilenmenin simgesi. İlk yerleşim yıllarında halkın yüzde 98’i beyaz iken, Amerika tarihindeki en büyük inşaat sektörü patlaması nedeniyle Afrika kökenli Amerikalılarla birlikte, Jazz, Soul, Blues ve Gospel Müzikleri de Chicago’ya gelir. 1900’de ise Avrupa’dan akın başlar, özellikle Polonya ve İrlanda’dan. Chicago hakkında öğrendiğim diğer bir ilginç konu da nehirlerin göle akması doğal iken Michigan Gölü’nün Chicago Nehri’ne pompalarla ters akıtılması oldu; geçmişte yaşanan acı tecrübeler sonucu hijyen nedenlerden uygulanıyor bu yöntem. Amerika’nın en yüksek gökdeleni Sears Tower (yeni ismi Willis Tower) ise 1974’de inşa edilir. Şimdi “The Ledge at Skydeck”, bu binanın 103. katında. Yükseklik korkunuzu yenmek istiyorsanız, binanın dışına eklenen cam çıkıntıda, yerden 330 m. yukarıda yürüyebilirsiniz. Al Capone, 1920’li senelerde hüküm sürer; içki kaçakçılığı, politikacılara rüşvet vermek gibi karanlık işler yapmasına rağmen son derece sosyal ve göz önünde bir yaşam sürer. Modern Robin Hood gibi işsizlere yemek dağıtır, bağışlar yapar. Şehrin bol olaylı, maceralı birikimini kısaca anlattıktan sonra, bu günün Chicago’sunda birlikte gezelim… Baharın ilk günüydü, sert geçen kışın ardından herkes sokaklara dökülmüştü. Biz de adeta bu bayram havasında Chicago’yu keşfe Millenium Park’tan başladık. İlk dikkatimi çeken tarihi ve modern heykellerin çokluğu oldu; doğru yerlere konuşlandırılmış bu değerli heykeller şehri sanki bir açık hava müzesine dönüştürmüş.
CHICAGO
Crown Fountain.
''Agora'' M. Abakanowicz.
Congress Plaza, Kızılderililer Heykelinden biri.
''Regeneration'', Chicago Nehri Köprüsü'nde taş kabartma.
J. S. Johnson'dan Marilyn Monroe.
Chicago Nehri'ni geçerken arka planda, ''Wrigley Binası''.
Chicago Güzel Sanatlar Akademisi - Müze.
Eski Yunan stilinde, olimpiyatlara gönderme yapan mimarisi ile ''Chicago Stadyum''u.
Mengerler Lifestyle
11
<(1ú/ú. % 6(5ú6ú
Michigan Gölü sahilinden Chicago şehir silüeti.
Parktaki “Agora” isimli heykeller grubu 106 tane kafasız, kolsuz, pas renginde, buruşuk kumaş tekstürlü, 2.7 yüksekliğinde, mumyaları andıran, bir arada ama her biri başka yöne doğru giden figürlerden oluşuyor. İkinci Dünya Savaşı zamanında büyüyen Polonya asıllı heykel sanatçısı M. Abakanowicz’e eserinin felsefesi sorulduğunda şöyle cevaplıyor: “Emir üzerine harekete geçen, emir ile dua eden, emir ile nefret eden, beyinsiz organizmalar kalabalığından hep korktum.” Bunu hissediyor, aralarında dolaşırken ayakaltında ezilecekmişsiniz hissine kapılıyorsunuz. Polonya’dan getirilen eser farklı yorum ve kritiklere hedef oluyor; bir Chicago Tribune yazarı ise iyimser bir görüşle demokrasiyi temsil ettiğini, hep birlikte değil de, bir şekilde birey
John Hancock Gökdeleni'nden panorama
12
MengerlerLifestyle
olarak düşünür halleri olduğunu vurguluyor. ''Crown Fountain'' ise; siyah granit, çifte LED ekran, cam tuğlalardan, 15 m. yüksekliğindeki iki kuleden oluşan bir video heykel. İçinde değişik portre ve manzaraların gösterildiği video oynuyor ve güzel havalarda imajdan fışkıran sularda çocuklar oynaşıyor. Gece ve gündüz aktif olan bu heykel 17 Milyon Dolar değerinde. Halkın dilinde “The Bean”( Fasulye), orijinal ismi ile “Cloud Gate” (Bulut kapısı) ise en popüler heykel. Newton’un aynalarını sanatta ilk defa kullanan “Gökyüzü Aynaları” ile ünlü Anish Kapoor’un eseri. 100 ton ağırlığındaki paslanmaz çelik heykel 168 panelden oluşmasına rağmen, ek yerlerini görmek mümkün değil; özel kaynak ve polisaj teknikleri uygulanmış. Kapoor, civadan esinlenmiş, bazı açılardan baktığınızda gerçekten dev bir civa damlasına benziyor; ortaya çıkan hoş kontrastı düşünmeden edemiyor insan; çelik gibi sert bir malzemenin bu kadar yumuşak hatlı bir form olarak çalışılabilmiş olmasını. Heykele değişik yönlerden baktığınızda, yüzeyindeki imaj bulutların, binaların, insanların ve doğanın yansıması ile sürekli değişiyor. Etrafında dolaştığınız gibi, altına da girebiliyorsunuz ve bu sefer bambaşka görseller çıkıyor ortaya. Herkes fotoğraf çekiyor, iç-dışbükey metal lunaparklardaki aynalar gibi deforme ediyor, görüntüler eğlendiriyor, şaşırtıyor. Kışın ise üst kısmını kar kaplıyor. Sert malzemenin yumuşak formunu kaplayan kar, heykeli yine değiştiriyor, üst yarısında opak beyazı, diğer yarısında renkli ve değişken yansımaları görebiliyorsunuz. Estetik değerlerinin yanında verdiği mesaj açısından
da hoşuma giden çifte heykeller ise at üzerindeki iki Kızılderili heykeli; yayı germiş, oku atmak üzere olduğunu gözünüzün önüne getirin, ama elinde yay ve ok yok. Pasifist sanatçı silahsız olarak, Chicago’nun gerçek sakinlerini onurlandırmış. Dört güzel parktan biri olan Grant Park’taki, yazları bedava konserlerin verildiği Jay Pritzker Pavillion ise dinamik formu ile dikkat çekiyor. Chicago Güzel Sanatlar Akademisi ülkenin en iyileri arasında; bu da şehirde sanata verilen önemdeki katkısını doğruluyor. Çok sevilen Orkestra Şefi Riccardo Muti ise adeta Chicago’nun simgesi olmuş. Spor ise ayrı bir tutku Chicagoluların hayatında; Cubbs ve Başkan Obama’nın favorisi White Sox, en popüler beyzbol takımları. Michael Jordan’ın eski takımı Chicago Bulls ise basketbolda hala başarılı ve çok seviliyor. Michigan Avenue üzerinde en ihtişamlı binaların, en şık mağazaların olduğu “Magnificent Mile” ( Muhteşem Mil) ünvanlı kısımda yürüyoruz. En keyifli alışveriş burada ve Rush Street’de. Trafik bu civcivli bölgede bile hiç problemsiz akıyor; metro sistemine “L”, çevre bölgelere giden hatta ise “Metra” deniyor. Göl kenarında Lake Shore Drive’dan Astor Street’e saparsanız eski malikaneleri görebilirsiniz; yeni yapıların arasında birer biblo narinliğinde, ihtişamdan çok sevimli ve karakteristikler. Henüz sezonu başlamadığı için Chicago Nehri’nde teknelerle yapılan mimari turlara katılamadığımız için hayıflanıyoruz; Mimarlar Heyeti, “Docent” denen eğitimli rehberler eşliğinde yapıyor bu turları. Frank Lloyd Wright’in Chicago ve çevresinde yaptığı mimari eserleri görmek için de farklı bir tura katılabilirsiniz. Michigan Avenue
üzerinde nehri geçer geçmez Chicago Tribune binasının olduğu plazada bizi 9 metre yüksekliğinde dev bir Marilyn Monroe heykeli şaşırtıyor… Hani, havalanan eteklerini indirmeye çalışan meşhur pozu ile. Pop kültürü Chicago’ya yabancı değil, hem de “Rüzgarlı Şehir” ne de olsa, esprili olmuş diyorum. Heykelin altına girip muzipçe bir merakla, etekten yukarı bakanların halleri herkesi güldürüyor, fotoğraflar çekiliyor. Meğer bu meydan sürekli değişen aykırı heykelleri ile ünlü imiş. Chicago’da damak zevkinize hitap edecek bir çok gurme restoran olsa da, buraya özgü ilk akla gelenler sofistike yiyecekler değil; ama en gurme damak zevkini bile mutlu edecek lezzetteki Deep Dish Pizza ve Chicago usulü Hot Dog. İnce ve çıtır tabanlı pizza seven biri
John Hancock 'dan şehir ışıkları.
Mengerler Lifestyle
13
CHICAGO olarak “Deep Dish Pizza” yemekte tereddüt ederken, Chicago’yu iyi bilen arkadaşım Marlene’in, adeta bir emir gibi: “Muhakkak yemelisin,herkes yer!” talimatı üzerine, en iyisi olduğunu söylediği “Lou Malnati’s” e doğru yöneldik. Derin kaplarda gelen pizzanın tabanı çıtır bir quiche hamuruna benziyordu ve çok lezzetliydi. Eğer gurme bir restoran arıyorsanız “Girl & The Goat” en çok sözü edilenlerden; ancak neredeyse bir ay önceden rezervasyon yapmanız gerekiyor. Sabah kahvaltısı için “Yolk” leziz seçenekleri ve hızlı servisi ile ideal. Rush ile State Road’un oluşturduğu üçgen, zevkli ambiyanslı kafe ve restoranları; hoş insanları ile havalı bir muhit. “Tavern on Rush” ve “Hugo’s Frog Bar” sevilen mekanlardan. Gittiğimiz akşam Hugo’s Bar’da bir kaç kişi doğum gününü kutluyordu. Restoranın hoş bir ritüeli var; 6 garson masanıza geliyor, Davudi sesleri ile şarkıdan çok bir tekerleme şeklinde doğum günü için iyi dileklerini iletiyorlar. Eski İstanbulluların yaşam tarzının olmazsa olmazı, petite four ve mini sandviçleriyle, hafif müzik eşliğindeki “Five O’Clock Tea” çay saatini canınız çeker, biraz nostalji yapalım derseniz: “The Drake Hotel” bu serviste ünlü; “The High Tea at The Drake Hotel” ilanları şık dergilerde göze çarpıyor. Gangster diyarı Chicago aksesuarı ise tabii Al Capone vari şapkalar; en iyi adres ise son filminde Johny Depp’in şapkasını da yapan “Optimo Hats”. En çok soğuk kışından bahsedilse de, Chicago’da 4 mevsim var; her sezona has eğlence ve aktivitelerle burada yaşamın çok renkli olduğunu anlatıyor Chicagolular. St. Patrick’s Day’de ise Chicago Nehri çevre dostu bir boya ile yeşil akıyor. Esprili ve yaratıcı başka bir eğlence ise en yüksek dördüncü gökdelen olan John Hancock’ın tepesinde, adeta gökte buz pateni yapmak. Michigan Gölü bu şehire hem doğal güzellik, hem de neşe katıyor; yaz aylarında yelkenlileri, kıyısındaki plajlarda voleybol turnuvaları, yüzlerce teknenin birbirine bağlandığı “Boat tie up” (Tekneleri birbirine bağlama) partileri, kışın ise mukavemet kayağı ya da huzurlu bir yürüyüş yapabildiğiniz karlı sahili ile. Hayranlıkla seyrettiğim gökdelenlerin arasından geçen Chicago Nehri ise, geceleri yansıyan ışıklarla parlıyor, binaların arasında kıvrılıp yer yer gözden kayboluyor. Chicago’ya John Hancock gökdeleninden veda ettik. Manzarayı hem gündüz, hem gece hali ile görmek istedik; böylece önce Café/Bar’ına, gece ise “Signature Room” isimli restoranına gitmeye karar verdik. Akşam yemeği için rezervasyon yaparken, iyi fotoğraf çekebilmek için cam kenarında bir masa istediğimizde, resepsiyondaki görevli bunu garantileyemeyeceğini söylese de, tesadüfen karşılaştığımız restoranın Türk asıllı baş sorumlusu: “Merak etmeyin.” demişti. Geldiğimizde bizi kibar ve candan bir tavırla masamıza götürdüğünde, olabilecek en muhteşem manzaralı masanın bize ayrıldığını gördük. Uzun bir süre gözümüzü 94’üncü kattan önümüzde dümdüz olduğu için bir ışık tarlası gibi göz alabildiğine uzanan Chicago’dan ayıramadık. Nefesimi kesen bu tabloya hayranlıkla ve bu açıdan görmenin heyecanı ile bakarken, bunu hiç unutmamalıyım dedim içimden. Bizi duygulandıran bu jestin ardından bir de bol çikolatalı, nefis bir tatlı ikram edilince Chicago seyahatimiz tam anlamıyla tatlı bir şekilde son buldu.
14
MengerlerLifestyle
State & Rush Road, kafeler restoranlar.
Sokaklarda Jazz
Fayton keyfi.
''Tawern on Rush'' Restoran - Bar
Meşhur ''Deep Dish'' Pizza
''Yolk'', bu kahvaltı ile güne güzel başlanır.
Bahar gününde herkes sokaklarda.
''Hugo's Frog Bar'' popüler restoranlardan.
Mengerler YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...
4/2012 Lifestyle
NEFES KESEN DOĞA MEKSİKA ECE VAHAPOĞLU TARİHİN PEŞİNDE KAŞ ART-BASEL SANAT FUARI FIRST CLASS TRAVEGO YILDIZLI HAYATLAR • KÜLTÜR • SANAT • SÖYLEŞİ • GEZİ • LEZZET • SAĞLIK
Sanat Fuarlarının ardından sanat dünyasından izlenimler…
YAZI: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: Art Basel Miami Beach Arşivi
1970
de kurulan, 43 senedir sanat dünyasının en önemli fuarı Art Basel, her sene Haziran ayında, kardeş fuar Art Basel Miami Beach ise 10 senedir Aralık ayında sanat tutkunlarına kapılarını açıyor. Bu enerjik, cıvıl cıvıl, pozitif, sanatçıları yaratıcı, eserlere hayran kalan sanatseverleri ise, bir koleksiyona başlamak ya da yeni eserler eklemek yönünde motive eden atmosferi tatmanızı, bu sanat Mekke’sini gidilecek yerler listenize eklemenizi öneririm. Bir de bu sanat buluşmasına Avrupa’nın kalbinde, üç nehrin buluştuğu, bir ortaçağ 26
MengerlerLifestyle
şehri olan Basel ve turkuvaz denizi, tropik iklimi, içinizi kıpır kıpır eden Latin Müziğini kucaklamış Miami şehri ev sahipliği yapıyorsa… Art Basel Miami Beach, moda gurusu Versace’nin yıkılmaktan kurtardığı Art Deco Design District’e, dolayısıyla SOBE’e (South Beach) yürüme mesafesindeki Miami Convention Center’da. (Miami Fuar Merkezi) Dünyanın dört bir yanından sanatçılar, koleksiyonerler, sanat eleştirmenleri, küratörler ve sanatseverler gelince, sanat etkinlikleri kesinlikle sadece fuar alanı ile sınırlı kalmıyor. Bütün şe-
Gallery Kelly, New York
Galleria Kaufmann & Repetto, Milano
Annette Schönholzer ve Marc Spiegler
hir gece gündüz süren bir sanat şenliğini kutluyor. Karşınıza park, meydan ya da plajda bile çıkabilen çok sayıda heykel ve enstalasyon, şehri bir sergi alanına dönüştürüyor. Tanınmış ve yeni yeteneklerin avında olan galeriler, küratörler ve koleksiyonerlerin gelmelerini sağlamak için popüler ve umutla baktıkları yeni sanatçıların eserlerinden oluşan sansasyonel sergiler açmakta birbirleriyle yarışıyorlar.
sanat ve tasarım ile ilgili kurumlarda, restoranlarda ve evlerde özel kokteyller, ziyafetler veriliyor. Paneller, basın toplantıları, sanat dünyasının duayenleri ile seminerler, sanat filmleri de fuarı tamamlayan öğeler. Koca fuar alanını gezmekten bitap düşünce de, fuar barından aldığınız şampanyanızı yudumlarken, hem kısa zamanda gördüğünüz bir sürü resim ve heykeli özümseyip sindirmek, belki biraz uçuk kaçık giyimli, en azından sıra dışı diyebileceğimiz, ama bu sanat ortamına çok yakışan ve renk katan bazı kişileri görmek de çok keyifli.
Şehirdeki tüm sanat müzeleri de en iddialı koleksiyonlarını ve sergilerini sanat aşığı ziyaretçilere sunuyorlar. Galerilerde, müzelerde,
Mengerler Lifestyle
27
SANAT ART BASEL MIAMI BEACH Miami’de Design District’in (Tasarım Bölgesi) yanı sıra Wynwood Art District adı altında yeni bir sanat bölgesi gelişmekte. Depo ve tamirhanelerin renove edilmesiyle galeriye dönüşen bu mekanlar, belli günlerde gecenin geç saatlerine kadar açık olup, şarap ve peynir gibi küçük ikramlarda bulunuyorlar. Çoğunlukla modern ve çağdaş resimlerin ağır bastığı bu galerilerde, sanatçılarla tanışmak ve işler üzerinde konuşmak mümkün. Art Basel Fuarı’nda bu sene de 300 uluslararası galeriden 2.500’den fazla sanatçının eseri yer alıyordu. Müze kalitesinde modern, savaş sonrası ve çağdaş masterpiece’ler (başeser) görsel bir ziyafet sunarken aynı Miami’deki gibi Basel şehrinin dünya çapındaki müzeleri de, paneller ve kültür aktiviteleri ile fuara destek veriyor. James Cohan Galeri - New York
Bu iki fuar, Kuzey ve Güney Amerika, Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarındaki 39 ülkeden katılan galeri ve sanatçıların kalitesi, gelen koleksiyonerlerin sayısı ve seviyesi nedeniyle 20 ve 21’inci yüzyılın en prestijli fuarları olarak kabul ediliyor. Zevk almak için sanatla içli dışlı olmanız şart değil, yeter ki sevmeye ve fark etmeye çalışın. Mesajını, tekniğini ya da kullanılan materyalleri anlayamadığınız eserler olsa da, sanatta her şeye izin var diye düşünüp, açık fikirlilikle yaklaşmak, sanatçılarla sohbet etmek, ilginç malzeme ya da kompozisyonların, bazen de verdikleri mesajların bizi şaşırtmasının hoşluğu için, bu enerjisi yüksek ortamda bulunmaya değer. Eserler, ruhumuza ve gözlerimize bir bayram olmasının yanı sıra, sanat ekonomisini yaratan ciddi bir yatırım türü. Eser almaya odaklanmış koleksiyonerlerin ve sermaye sahiplerinin yolunu gözleyen mega galerilerin gücü bunu iyice hissettiriyor. Bizim basın olarak katıldığımız, sadece ciddi koleksiyonerlere açılış öncesi verilen VİP kokteyli için, çok kalabalık olduğu gerekçesiyle, geçtiğimiz sene 600 davetiye az yollanmış. Bu da ilginin yoğunluğu, galerilerin seçiciliği hakkında bir fikir veriyor. Hollywood'da tanınmış bir aktör veya ünlü bir kişilik olmak yeterli değil galerilerin ilgisini çekmek için, onlar gerçek alıcıları bekliyor. Son iki senedeki Art Basel Miami Beach’den birkaç eksperin seçimi size fuarın boyutu ve sanat piyasası hakkında daha iyi fikir verecek. Los Angeles Modern Sanat Müzesi Direktörü Jeffrey Deitch, Pawel Althamer’in heykel serisini seçti. Tanesi € 75.000 olan eserlerin tümü Galeri Neugerriemschneider tarafından Yunanlı ve Amerikalı koleksiyonerlere satılmış.
Ön planda Calder'in mobilleri /Helly Nahmad Galeri - New York
Stephan Friedman Galeri - Londra
Emlak zengini Aby Rosen’in favorisi ise, değeri $ 900.000 olan ve fuarda başında tek özel koruma görevlisi bulunan Yves Klein’ın tablosu. Bu eseri sunan Galeri Gmurzynska kendi fuar alanını, yetenekli mimar Zaha Hadid'e tasarlatacak kadar çok özen göstermiş. Sotheby's Kuzey Amerika Başkan Yardımcısı Lisa Dennison'ın seçimi ise Charles Ray' den yana. Tasarımcı Calvin Klein, Galeri Elvira Gonzalez’de sergilenen Richard Serra'nın; “Slant Wise I and Slant Wise II’’ isimli eserlerinden çok etkilenmiş. Değeri $ 520.000. New York Modern Sanat Müzesi Direktörü Glenn Lowry ise Isaac Julien'in, “Ten Thousand Waves’’ isimli eserini aklından çıkartamadığını söylüyor.
28
MengerlerLifestyle
Herald St - Londra
SANAT ART BASEL MIAMI BEACH
Andrea Rosen Galeri - New York
Galeriler de bir değişim içindeler; resim boyutlarının büyümesi, çoğalan sanatçıların sergi açmak için uzun seneler beklemekten usanması ve nakdi çok ama zamanı az olan koleksiyonerlere ulaşabilmek, inandıkları ama zaman zaman bocalayan sanatçıları kollamak için, finansal yönden güçlenmek zorunda kaldılar. Şimdi çeşitli ülkelerde, hatta şehirlerde, branşlarını açıyor mega galeriler. Diğer yandan müzayedeler de bu sanat pazarından paylarını alırken, ufak çaplı, eskinin kaliteli galerileri de, varlık gösterebilmek için daha büyük mücadele veriyor.
Botero / Adler & Conkright Fine Art - New York
Akıllıca alınan resimlerin değerlerini dörde katladığını söylüyordu bir galerici dostum; yemek odanızın duvarında asılı duran natürmort ile yemek saatlerinde göz göze geliyorsunuz, sizi mutlu ediyor. Diğer
Galeri Kamm - Berlin
L & M Arts -New York
Mengerler Lifestyle
29
SANAT ART BASEL MIAMI BEACH
BQ Berlin - Berlin
yandan da değerleniyor; ister istemez aklıma şu İngilizce deyiş geliyor; ‘’Win win situation’’. Her anlamda kazançlı olmak durumu diye çevirebilirim. Ülkemizde de eskiden galerilerden sadece özel sektör resim alırken, şimdi kurumlar da kendi koleksiyonlarını oluşturuyorlar büyük bir gururla. Son senelerde açılan, bilinçli küratörlerin başarı ile yönettiği müzeler de sanat ortamının kalitesini korumakta. Art Basel Miami Beach’e her gittiğimde ilk işim fuar kataloğunu elime alıp bir Türk galerisinin katılıp katılmadığına bakmak olur; 2010’da sadece bir Türk galeri vardı, fakat bu sene o da yoktu. Umarım yakında bu çaptaki fuarlarda Türk galerileri, yeteneklerine inandıkları resim ve heykel sanatçılarını uluslararası boyuttaki bu podyumlara çıkarırlar ve dilerim ki ülkemizde düzenlenmekte olan sanat fuarları da bu prestijli sanat arenasına erişirler.
Evrensel dil olan sanatı sevmek ve anlamak için hiç bir zaman geç değil. Ancak eserlerin gerçek değerini, tüm sanat dünyasının nabzını elinde tutan, dünyayı daha yaşanası bir yer kılan tüm dünya sanatçılarına sahip çıkan, sanat otorite ve eleştirmenlerin görüşlerini dikkate almak, 30
MengerlerLifestyle
Kicken Berlin - Berlin
sanata ve sanatçıya saygının bir gereği. Onların rehberliğinde yapılacak bilinçli bir sanat koleksiyonu da bizi doğru sanatçı ve eserlere yönlendirmesi açısından göz ardı edilemeyecek bir faktör. Başka bir yazımda iyi bir koleksiyona sahip olmak için üzerinde durulması gereken noktaları, bu konuda söz sahibi kişilerin ve tanınmış koleksiyonerlerin görüşlerini de sizlere aktarmak istiyorum. Dilerim yazım sizleri heyecanlandırmış olsun, sanat fuarlarında buluşmak üzere…
Mengerler YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...
1/2013 Lifestyle
YENİ CLS SHOOTING BREAK VAIL COLORADO KAYAK MERKEZİ GÜL İREPOĞLU BERNA - İSMAİL TÜREMEN NEW YORK MANHATTAN Lifestyle 3 Y I L D I Z L I H A Y A T L A R • K Ü L T Ü R • S A N A T • S Ö Y L E Ş İ • G E Z İ • L E Z Z EMengerler T • S AĞLIK
Okul sıralarından hayat arkadaşlığına...
BERNA ve İSMAİL
TÜREMEN 30
MengerlerLifestyle
Ünlü Ressam çift, Berna ve İsmail Türemen'i evlerinde ziyaret ettim. Ne yazık ki sık birlikte olamadık, ama ikisi de aradan seneler geçse bile kaldığı yerden devam eden can dostlarım olarak kaldılar. İsmail Türemen, Temel Sanat Eğitimi'nde hocam idi, bir çalışmam üzerinde konuşurken beni ne kadar doğru yönlendirdiğini bugün bile hatırlıyorum. Evin alt katı Berna Türemen'in resim atölyesi olarak düzenlenmiş, İsmail Türemen'in atölyesi ise ayrı bir binada. Bazı sanatçı çiftlerin ürettikleri eserlerin benzer olduklarına tanık oluruz, Türemenler ise birbirlerini muhakkak ki etkilemişler fakat Bedri ve Eren Eyüpoğlu, İyemler, Südorlar gibi benzemez eserleri; resimlerindeki farklı stil ve anlatımlarını ayırt edersiniz iyi eğitilmiş bir sanat gözünüz olmasa bile. Okul arkadaşlığından hayat arkadaşlığına ve sanat yoldaşlığına; 48 senelik güzel bir beraberlik ve dayanışma hayatları. Sanat kokan sıcak bir yuva olan evlerindeki iki resim bana beraberliklerindeki sırrı fısıldadı sanki. Yaşam ve sanat paylaşılmış, birliktelik tüketmemiş, aksine birlikte üretilmiş... Söyleşi: Ayşen Gürel Sile Fotoğraflar: Senih Gürmen
K
lasik bir soru vardır; resme olan tutkunuz nasıl başladı? İkinize de sormak istiyorum. İT: Ben kendimi bildim bileli çizgi çiziyorum, resim yapıyorum. Babam Akademinin Tezhib Bölümü'nün ikinci sınıfında iken savaşa alınmış, her halde ondan etkilendim, devam edebildiğim kadar da edeceğim. BT: Ben de hep annemin yaptığı yağlı boya resimlere bakarak büyüdüm. Yalnız ve hüzünlü bir çocukluk geçirdim, 5 yaşındayken ağabeyim ölmüştü, onun üzerine resim yaparak oyalanmaya çalışarak başlamışım. Ama benim daha çok piyano öğrenmemi istediler. Çanakkale'de bir tek bizim evimizde piyano vardı. Konservatuar
sınavını da kazandığım halde devam edemedim, ama 10 yıl sürekli piyano dersi almama rağmen resim öne çıktı. Sonra Tatbiki'de ( Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu, şimdiki Marmara Üniversitesi) nasıl karşılaştınız? İT: Resim Bölümü'nden sınıf arkadaşıyız. BT: 1964 de Tatbiki'ye girdik. İsmail beni görmüş, işte evleneceğim kız demiş içinden, bana 2 ay sonra söyledi. Sınıfta tek İstanbullu erkek İsmail idi. Okul bitti, İsmail okula asistan oldu, ben işe girdim. Bir yıl sonra da evlendik 1969 da. Büyük aşk. BT: Evet, çok sabır ve bekleme.
Mengerler Lifestyle
31
SÖYLEŞİ BERNA - İSMAİL TÜREMEN
Sanat ve yaşamda kol kola.
İsmail Beyden gönül verdiği kedi; sevgili Berna ve deniz kabukları.
Kolektif bir çalışma; portre Berna, arka fon İsmail Türemen'den.
32
MengerlerLifestyle
Ziyaret ettiğimde kolaj ve mix medya teknikleri ile "Çakma Melekler" üzerinde çalışan Berna Hanım, dünyaca ünlü Victoria's Secret defilelerinden esinlenmiş. Seri olarak sergilenecek melek tabloları bir bağış projesinde yer alacak.
SÖYLEŞİ BERNA - İSMAİL TÜREMEN
Antik objelerin bazıları ve duvardaki eski dökümanlar Berna ve İsmail Türemen'in ailelerinden yadigar. Ortadaki arabesk rahle İsmail Beye Sürre Emini ( Kabe'ye kıymetli emanetler götürüp getiren kişi ) Şakir Bey Dayısından kalma. Şakir Bey aynı zamanda Adalar Kaymakamı imiş. İsmail Türemen'in dedesi Mustafa Tevfik Efendi Darphane Nazırı ve Darüşşafaka'yı kuranlardanmış. İsmail Beyin babası ise Kırşehir Valisi imiş.
Dönemleriniz ve sevdiğiniz konular var. Neler sizi çekiyor, besliyor, nelerden esinleniyorsunuz? BT: Benimki köyler ile başladı; "Ankara Kadın Ressamlar Ödülü" ilk aldığım ödül idi; yalınayaklı köylü bir kadın,"Bilibili" diye. Köydeki kadınları işledim her şeyiyle. Sonra kadınlar kasabaya geldi, daha sonra da kente... Ve onlara da hep kediler eşlik etti. O eşlik eden kedi zaman zaman ağır bastı, tuvale hakim oldu. Şimdi de "Kedi Kadın" ve en son da "Melek" oldu. Sonra çakma melekler olarak uçtular, özgürlüğe kavuştular. 43 yıllık resim serüvenim yani "Köyden Kente". Kedileri kedi olarak seviyorsunuz da, aynı zamanda bir sembol sizin için. BT: Önce kadınların kucağında kediler vardı. Kadınların tutkularını işliyordum, "Paçavra Tutkusu" dediğim dönem, danteller yaptıkları için. Sonra "Hedonist Kadınlar" yaptım; o resimlerde kadınlar kombinezonlu filan, kucaklarında hep erkek pala bıyıklı kediler vardı; sembol oydu. Sonra tekrar kediler tek olarak öne çıktılar. Bazı resimlerinizde bu humor çok çarpıcı. BT: Humor ödülüm var, 80'lerdeki işlerim için hep humor taşıyor derler. Hüzünlü bir çocukluk geçirdiğimden dolayı, resim benim için hep oyun diyorum. Onun için hep bakan gülümsesin istiyorum. Altında hep gizli bir hüzün ve yalnızlık var aslında; kedilerimde, kadınlarımda.
" Bu bahçeli eve taşınana kadar kedim olmadı; 23 yıllık özlemi doya doya çıkarıyorum."
Mengerler Lifestyle
33
SÖYLEŞİ BERNA - İSMAİL TÜREMEN
"Mavi benim resimlerinde hep egemendi." İsmail Türemen, yemek odalarının duvarına asılı iki büyük boyuttaki tablosu ile.
Kedi ile kadın arasındaki ilişkiyi biraz daha açar mısınız? BT: Çok benziyor bence kadınlarla kedilerin ruhu. Onun için hep birlikte bazen geçiniyor, bazen geçinemiyorlar. Erkek oluyor benim kedilerim. Biraz da benim durumuma bağlı herhalde. Özgürlük, özgür ruh. Bir serinize verdiğiniz "İstombul" ismi nereden geldi aklınıza? BT: İstanbul yılıydı o sene. Benim bir dönemimdir "Tombul Kadınlar", önlerine İstanbul yapınca isim öyle oluştu. İsmail Bey sizi çeken konular ve dönemlerinizle ilgili bir özet yapabilir misiniz? İT: Tabii önce insanın çevresindeki yakın şeyler konu olmaya başlıyor. Mesela ben okula Kartal'dan gelip gidiyordum Tatbiki'ye. Karacaahmet Mezarlığı'nın içinden geçiyordum her sabah, önce mezar taşları girdi resme, sonra bu taşlar 70'lerde figüre dönüşmeye başladı. Yarı taş, yarı figür oldu. Mavi zaten renk olarak hep egemendi. Mavi de denize olan tutkumdan kaynaklanıyor olsa gerek. 30 metre derine indiğinde gördüğün o mavi skala bambaşka bir etki alanı. Mavi figür çevresine dünün arkeolojik yapıları, eserleri diyebildiğim bir sürü şey, kirlilikler aldı, hatta ona şöyle der sevgili Haşim Nur: "Kadın donları, bağırsaklar, şekerlemeler"... 80'li yıllarda yoğun olarak deniz kabukları girdi. Sonra yeniden bunlar çevrelerini boşalttılar tek başlarına kaldılar ama mutlaka yanına bir şey koydum, bir taş koydum. Ve giderek şimdi yeniden boyutları küçültüp, nesneleri büyüttüğümüz bir dönem başladı, o devam ediyor. Mavi tutkusu dalma tutkunuz ile mi ilgili, herkes denizin altını bilmez. İT: Ben denizin altını bilirim aslında, üstünü bilmem, yüzmem yani.
34
MengerlerLifestyle
Çok güzel bir eviniz var; ikinizin de aralarında çok değerli fertler olan ailelerinizden kalanlar, senelerce topladıklarınız, sanatçı dostlardan eserler ve çeşitli koleksiyonlar ile çok hoş bir birikim. Dostlardan hediye mi bu eserler? BT: Birçok aldığımız var, bazıları da hediye. İT: Cihat Burak'ın diyelim ki 30 tane sergisi varsa 28'ini ben yaptım. Asmasını, çivisini, çerçevesini, her şeyini. Mesela Oya Galerisi'nde Cihat Ağabey'in sergisini hazırladık, öğlen yemeğe gideceğiz; sergilenenler arasında bir kedi var, onun Berna Türemen'in olması lazım... Cihat Ağabey kırmızı noktayı koydu üstüne, ama ben parasını verip aldım. BT: Düşün bütün sergiyi hazırlamış olmasına rağmen. Gördün mü? Piyanonun üstündeki seramik olan. Ben okulda öğrenciyken seramik bölümünde yapardı Cihat Bey bu seramikleri hatırlıyorum, 1977'lerde. İT: Haluk Tezonar hazırlardı onun için çamuru. Hüseyin Yüce'nin de mesela programlarını yaptım, metinler yazdım ama resim verse kabul etmem. BT: Bu koleksiyonun bin misli olabilirdi bizde ama utandık para almazlar diye teklif dahi edemedik, arkadaşız, dostuz zaten hepsi ile. Çoğunun yaşı büyüktü bizden, Cihat Bey babamız yaşındaydı. 70'li yıllarda her Cuma bizim evde toplanılır, yenilirdi. İlhan Berk, Güven Turan, Cihat Burak, daha kimler… "Dostlarımın Portresi" böyle çıktı, "Anıların Sepya Rengi" diye sergiledim CKM'de; onlara da hediye ettim portrelerini. Ne grup, ne grup, hepsi birbirinden değerli insanlar. Burada toplanıyorsunuz, yeniliyor, içiliyor, sohbetler ediliyor, resimler yapılıyor, ne kadar hoş. BT: İlhan Berk, "Bir Uzun Adam" diye Cihat Burak üzerine yazdığı bütün kendi el yazılarını bana verdi, sen Cihat'ı çok seviyorsun diye.
SÖYLEŞİ BERNA - İSMAİL TÜREMEN
Berna Hanım'ın baba tarafı İstanbullu, anne tarafı Çanakkaleli babası Senatör Halit Sarıkaya, Çamlıca'da bir köşkte doğuyor; anısına Sarıkaya Durağı ismi veriliyor. Anneannesi Behiye hanım Çanakkaleli Kadınlar Birliği'nin başındaymış ve ilk şapka takan hanımmış. Anneannesinin babası ise Müstantik yani Sorgu Hakimi imiş. Teyzesinin Atatürk' e çiçek verirken çekilen fotoğrafı da paha biçilmez değerler arasında. Berna Türemen'in taşındığı her eve beraberinde götürdüğü piyanosu, annesi için, Almanya' dan Çanakkale' ye getirilmiş.
Ne kadar güzel bu dostluklar. İT: Cihat Burak, gravürleri ile ünlüdür ama bir tanesini bile basmamıştır. Okul yıllarında ben de basmıştım onun gravürlerini. İT: Pilevneli, ben, dediğin gibi sen, Tayfun (Erdoğmuş) bizler basardık. Gülüm (Ilgaz) paspartuları yapar. İsmail'in yıkılan atölyede. Tayfun'un, Gülüm'ün, Şahin'in (Kaygun) atölyeleri de ordaydı. Sanatçı apartmanı olmuştu o senelerde Gürel Palas. BT: Cihat Bey'in portresini Muhibe Darga'nın ördüğü mor atkısı ile yapmıştım, Cihat Burak sergisi düzenlenince İstanbul Modern'e hediye ettim, Aliye Berger'inkiyle birlikte. Mor rengi çok severdi zaten, her zaman boynunda o atkı ile dolaşırdı. Cihat Bey'in bir tablosunu size 1 Mayıs'ta doğum günü hediyesi olarak getirdiğini söylemiştiniz. İT: Tarihe geçen kanlı 1 Mayıs'ta. Yine bizim evde toplanıyorduk o gün, Ruhi Su, Bertan Onaran, İlhan Berk, Muhibe Darga; işte Cihat Burak elinde bu resim Taksim'de olayların ortasından geçmiş gelmiş. Şaşırdık, "Abi nasıl geçtin?", "Valla kardeşim bir şeyler vardı ama ben geçtim" demişti. "Valla kardeşim" tipik bir lafı idi Cihat Hocamın. Yeni müzeler, fuarlar daha güçlü galeriler gibi güzel gelişmeler olmakta ülkemizde. Ama Avrupa, Amerika standartlarına, mantalitesine kavuşmak için daha çok yol kat etmek gerekiyor diye düşünüyorum. Bu farkın kapatılmasına neler yardımcı olabilir? Mesela geçen sene Art Basel Miami'de hiç Türk Galeri yoktu. İT: Doğru aydınlık düşünce ancak bunu başlatabilir ülkemizde. Doğru aydınlık düşünce, insan sevgisi, dürüstlük, inanç, disiplin ve de çağa felsefeyle karışık bir pencereden bakarken seçmeyi doğru yapabilmek.
Felsefeyle karışık dediğim şu yani; soruyu soracak insan. Her konuda soracak. Hayatı sorgulayacak, sanatı dolayısıyla sorgulayacak, dolayısıyla gününü sorgulayacak, dolayısıyla kendini sorgulayacak. Bütün bunlardan edinilen bilgiler toplandığında bir araya, hangi yolu seçmek gerektiğini zaten ortaya çıkarmış olacaktır. İstanbul Modern gibi müzelerin açılması çok olumlu tabii. BT: Aynen katılıyorum. Yurtdışında sergi açmak hala çok zor, bir sergi yapıyorsun burnundan geliyor. İT: Sanat değeri yoktur demezse eğer müze, yurtdışına çıkartamıyordun resimleri. 80'lerde bile böyleydi, sonra değişti ama yine de çok güç. Eğitime seneler vermiş bir kişi olarak öğrencilerle yakın ilişkiniz oldu. Genç nesil sanatçılara vermek istediğiniz mesaj nedir bu ortamda başarılı olabilmek için. İT: 40 sene eğitmenlik yaptım. Başarılı olmak için gereken bir kere günü ve çağı doğru değerlendirmek. Önem derecelerini değerlere göre doğru anlayabilmek ve anlatabilmek, aydınlık bir ülkede yaşayabilmek için çaba sarf etmek. Bir kere senin gibi dünyaya güzel bakan, açık bakan, temiz bakan birisinin bu problemle uğraşması bu problem için bir şanstır. Onun için ben fazla bir şey söylemek istemiyorum. Sorduğun sorular bizlerin kilidini açan bir anahtar gibi zorladı ve açtı o da senin yakınlığından kaynaklanan bir şey. Çok teşekkür ederim. İT: Biz teşekkür ederiz. BT: Biz kendimizi çok anlatmayı sevmiyoruz, onun için arka planda olalım istedik, yıllarca onu seçtik. İçi dışı güzel insanlar olarak eserleriniz, bu ev, zaten sizi anlatıyor ve ruhunuzu yansıtıyor.
Mengerler Lifestyle
35
inası
Flatiron B
N
ew York New York, yani Manhattan'dan size gezinizi renklendirecek hoş noktalardan bahsetmek istiyorum. Şehrin turistik broşürlerindeki muhakkak görülmesi gerekenler değil bunlar; kimisi tekrar severek uğradığım, bazıları ise keşfettiğim yerler. Bu şehirde yaşamış, sonraları da defalarca ziyaret etmiş olmama rağmen, her gittiğimde adeta metamorfoza uğradığını, özellikle Soho, Chelsea ve Meatpacking Bölgelerinin popüler olup imaj değiştirdiğine tanık oldum. Her seferinde yeni keşifleri garantiler Manhattan, Venedik gibi müze şehir değildir; yaşayan bir organizmadır, gelişen, enerjisi çok yüksek, trendlere göre güncelleşen ve bu alanda dünyada hep önde giden Avantgarde teriminin tam anlamıyla özdeşleştiği. Yeniliklere açık, değişik kültürlerin gelenek, göreneklerine merak duyan, müziğini dinlemek, dansını öğrenmek, yemeklerini denemek isteyen biriyseniz burası sizin için her manada sonsuz bir esin kaynağı; yaratıcı, estetik, esprili, şoke edip şaşırtan, bazen çılgın artistik ya da teknolojik yenilikleri ile. "Melting Pot" (değişik alaşımların eritildiği
42
MengerlerLifestyle
YAZI VE FOTOĞRAFLAR: AYŞEN GÜREL SİLE
kap) lakabı boşuna takılmamış New York'a, dünyanın her yerinden gelmiş bu kadar zengin insan mozaiğine başka hiçbir yerde rastlayamazsınız; Amerika'ya göç eden hemen hemen herkesin ilk durağıdır. Barbara Streisand son konseri öncesinde bir veda konuşması yapmıştı beni derinden etkileyen, özet olarak mesaj şu idi; "Ne kadar güzel hepimizin farklı olması, bu, dünyayı daha renkli ve daha yaşanılası kılıyor". Sokaklarında kaybolmayı en sevdiğim yerlerden biri olan Manhattan'da boynuma fotoğraf makinemi takıp dolaşmaya başladım. Hiçbir program yapmadan, kimseye bağlı kalmadan, istediğim saatte dilediğim yerde yemek, özgürce ve canımın çektiği gibi... Seyahatlerde herkese öneririm bunu, hiç olmazsa birkaç saat grubunuzdan ayrılıp, keşfedeceğiniz şehir ve insanlarını daha iyi özümsemek, teke tek sohbet etmek ve sırf sizi ilgilendiren konularda yoğunlaşmanız için. Özgün, estetik ve yaratıcı stilleri olanların yanı sıra, ülkelerinin geleneksel kıyafetleri ile dolaşanlar da şehrin karizma ve ruhunu hissettirir Manhattan'da. Şık vitrinlere rağmen arada bir başınızı yukarı kaldırıp binaların cephelerine bakmanızı da öneririm.
Hu Bing'in "Shattered Transformation" isimli estalasyonundan kesit kırık cam ve şişeler kullanılmış.
Abc Carpet'da sıra dışı halılar.
Converse lastik ayakkabılarından bir vitrin dekoru.
Özgürlük Anıtı ve mankenler; Manhattan'da sık rastlanan ironi ve espri.
Eataly'de makarna ve hamur çeşitleri.
Kontrast malzemelerle yaratılan ilginç dekorlardan biri; Abc Home
Eataly; barda oturarak ya da ayakta atıştrabilirsiniz.
Mmmmmm... Dean & DeLuca pasta ve turtalar.
Mengerler Lifestyle
43
NEW YORK NOTLARI Manhattan her çeşit ünlünün en konsantre olarak bulunduğu yer dünyada; öğlen yemeği için seçtiğiniz lokantada yan masada oturan bir aktöre rastlayabilirsiniz, ya da ünlü rejisör sokakta elinde kahvesi ile yanınızdan geçer. Akşam gittiğim restoranda ise ertesi akşam Başkan Obama'nın yemeğe geleceği konuşuluyor ve güvenlik önlemleri alınıyordu; her haliyle dünyanın en hip ve hop yerinde olduğunuzu hatırlatıyor Manhattan. Flatiron Bölgesi'ndeki Abc Home & Carpet, Conran's, Deepak Chopra'nın seminerler düzenlendiği mekan, ayrıca Abc Kitchen, Le Pain Quotidien ve Pipa Restaurant aynı binada birbirine geçiş yapılabilen bir konsept. Binanın alanının çoğunu Abc Home & Carpet kaplıyor; her şeyi olan birisine özgün ve farklı bir hediye arıyorsanız burası doğru adres. İçeri girmeden önce vitrinleri çarpıyor insanı, alışılagelmiş vitrin dekorlarından çok farklı, müthiş yaratıcı ve aynı zamanda dekor içinde yer alan mesajları ile spiritüel, aktivist ve çevreci bir tutumu savunuyor. İçeri girince çok yüksek tavanlı bir mekanda buluyorsunuz kendinizi; birbirinden farklı malzemeler, eklektik, modern, el yapımı seramikler, takılar, objeler ve her türlü ev aksesuarı çılgın ama hoş bir uyum içinde sergilenmiş. "Your Body is your temple"; Abc Home Dekor mağazasından çarpıcı bir vitrin detayı.
Pipa Restaurant'ın barı; duvarlarda çıplak beton istiridye dokusu ve tuğla hakim.
44
MengerlerLifestyle
Dört hafta sonra teslim edilmek üzere seramik sanatçılarına özel sipariş de verebiliyorsunuz. Genelde fiyatların şaşırtacak derecede pahalı olduğu bir gerçek ama alışveriş yapmasanız da yeni dekorasyon trendlerini yakalamak için bu büyülü dekorasyon mağazasını gezmeye değer.. Yarım kat çıktığınızda antika, vintage ve eskinin sevilen aydınlatma unsurlarından pirinç yataklara kadar birçok parça eskici atmosferinde satışa sunulmuş. Deepak Chopra'nın seminerleri de bu katta; mekan aynı zamanda misafir konuşmacıları da ağırlıyor. En alt katta Conran's mağazası da kendine özgü tasarımları ile yer alıyor. Yukarı katlarda Abc'nin evin her türlü dekorasyon ihtiyacını karşılayabilecek mobilya ve tekstil ürünleri çok zevkli bir iç mimari ile düzenlendiğinden keyifle geziliyor. En üst kat ise sadece halıya ayrılmış; halıdaki en son moda ise halıların patchwork şeklinde kesilip, dikilmesi ve sonra tüm halının turkuaz, mor ya da çay ve toprak renklerine boyan-
NEW YORK NOTLARI
1844 yapımı Gotik Klise Limelight Market'in girişi.
Bir kilise moda merkezi olursa; Limelight market iç mekan.
ması. Özellikle de eski Türk Halıları kullanılıyor bu teknik için, ince el dokuması aileden kalma halıyı yıpranan kısımları olduğu için kullanamıyordum, bu halıları görünce dönüşte hemen bu espriyi uygulamaya karar verdim. Kısacası bir şey satın almasanız da, birçok fikir ile çıkıyorsunuz bu mağazadan. Kompleksdeki restoranlardan Abc Kitchen hoş dekoru ve leziz menüsü ile popüler; Obama'nın ziyareti şerefine mağazanın girişine portresini taşıyan özel tasarlanmış bir iskemle yerleştirilmişti; yaratıcı güç, espri ve ince dokunuş bir arada düşünülmüş.
Pipa Restaurant ise hoş atmosferli bir yer; kaba harç bırakılmış duvarlarına yer yer istiridyeler, deniz kabukları gömülmüş ve tavandan bir sürü kristal avize sallanıyor; hepsi satılık, hatta fiyat etiketleri üzerlerinde; tuhaf belki ama bu görüntüyü seviyorsunuz, bu kadar avizeye rağmen mekan loş ve barı da çok şık tasarlanmış. Le Pain Quotidien'in birçok şubesi var Manhattan'da, birbirini tanımayan insanların paylaştığı upuzun masalar eski trenlerin zeminlerindeki tahtalardan yapılma ve Avrupa'dan Amerika'ya getiriliyor. Organik,
Haute Couture giydirilmiş mankenler ve antik kurşunlu vitraylarla gerçeküstü bir atmosfer.
çevreci, geri dönüşümlü ürünler kullanmak felsefesi olan, 1994'de Brüksel'den Amerika'ya gelen Alain Coumont bu günkü başarısını elde edene kadar başından geçenleri, mücadeleci ruhu ve iyi bir iş yapınca biraz da şansın önemini anlatıyor kitabında. Ayakta kalmaya çalışan Alain'in rüstik restoranına bir gün karşı binada iş yeri olan Amerika'nın Yaşam Gurusu Martha Stewart geliyor, memnun kalıyor ve sonrası bir çığ gibi gelişiyor. 1986'dan beri New Yorkluların, yeni ve vintage tabak, çanak cenneti Fishs Eddy civardaki cici uğraklardan biri. Mengerler Lifestyle
45
NEW YORK NOTLARI
Dean & DeLuca'da alışveriş.
Pearl River'da Çin' den dekoratfi tavan lambaları.
İnsanların dostları da kıyafetleri ile dikkat çekiyor Manhattan'da.
Soho'daki Le Pain Quotidien'de traktör selelerinden duvar dekoru.
Abc' den etnik bir köşe; maskeler, takılar, eşarplar ve çeşitli aksesuarlar.
Abc ara katta eskiye nur yağan kısım.
Fishs Eddy' de kahve fincanları
Abc' den farklı bir köşe ve konsept.
Victorian Irish Pub'ın girişi.
46
MengerlerLifestyle
NEW YORK NOTLARI
"Sonsuz olasılıklar" Abc Home' ın sloganı. Porselen, cam ve seramik objeler.
Kuş kafesleri, Pearl River.
CB2' da modern mobilyalar.
Dean & DeLuca' da ekmekçi kız.
Tekstile, havlu, yastık köşesi; Abc.
Le Pain Quotidien; göze ve dile hitap eden sunumlar.
Manhattan'daki bina cepheleri için bir kitap yazılabilir ama hiç olmazsa bir tanesinden özellikle bahsetmek istiyorum; 1902'de çelik konstrüksiyon tekniği ile inşa edilen ilk gökdelenlerden olan Flatiron Binası. Bu binayı görmelisiniz, ön kısmındaki en üçgen kısım bile değerlendirilmiş; sanat eserleri sergileniyor.
kalitelisini sunan Dean & DeLuca'ya uğradım. İyi yemek içmenin, pişirmenin bir sanat olduğunu ispat ediyor bu dükkan; lezzeti kadar şık prezantasyonu ile tok gitseniz bile iştahınızı açıyor vitrinler.
de rastladığım bir uygulama idi; kütüphane, diskotek ve pizzacı gibi. Pizzacıya dönüştürülen ise Broadway'deki John's Pizza; burada ise Altar kısmı pizza fırınına ayrılmış. Eğer bir müzikale gidecekseniz bu ilginç mekanda leziz bir pizza yiyebilirsiniz.
Union Square'e doğru yürürken, sokak arasındaki Beads of Paradise dükkanı Ali Baba'nın mağarasını hatırlatıyor; el dokuması tekstil ürünlerinin yanı sıra vitrinler, raflar yarı değerli taşlarla dolup taşıyor. Aynı sokaktaki Victorian döneme ait Irish Pub bir soluk almak için ideal, kapısındaki o antik şıklık dikkatinizi çekince, içeriyi görmeden geçmek mümkün değil zaten. Meydana gelince Amerika'nın en büyük organik süper market'i olan Whole Foods'a girdim, buradaki diğer şubelerinden çok farklı; büyüklüğü, ürünlerin tazeliği ve çeşitliliği ile. Üst katında Union Square'e tepeden bakan Cafe'si de keyifli bir dinlenme noktası.
1844'de yapılmış Gotik bir kilisenin karşısındayım, ama bu kilise bildiğiniz kiliselerden değil. Ünlü modacıların ve tasarımcıların ürünleri satılan Limelight Market. Kilise disko zincirleri ile meşhur Peter Gatien tarafından 1983'de satın alınıyor; filmlere ve Steve Taylor gibi ünü Rock şarkıcılarına ilham olan Limelight Gece Kulübü olarak açılıyor. 1990'larda en meşhur gece kulübü olan Limelight kanunsuz olaylar yaşanınca polis tarafından 2007'de kapatılıyor. Şimdi ise ünlü modacı ve tasarımcıların ürünlerinin satıldığı Limelight Market ismini taşıyor. Antik kurşunlu vitray önündeki mankenlerde şık kıyafetler çarpıcı bir kontrast ile sergilenmiş. Kiliselerde ayinin yapıldığı en önemli kutsal kısım olan Altar bölümüne ise ironik bir yaklaşımla ayakkabılardan oluşan bir duvar düzenlemesi tasarlanmış; ayakkabı tutkunlarının tapınacağı kutsal alanmışçasına.
Meydan'dan Soho yönünde yürüyünce her ara sokağa girip kaybolurken, gurme damak zev- Avrupa ve Amerika'da bazı kiliselerin ibadet ki olanların uğranmazsa olmazı, her şeyin en yerine başka kullanıma açılması daha önce
İtalyan mutfağını seviyorsanız farklı bir konsept ile açılan Eataly hedefiniz; ünlü şef Mario Batali buranın ortaklarından. Sepetinizi alıp, şarabınızı yudumlayarak alışverişinizi yapabiliyor, İtalyan mutfağını meşhur eden her malzemeyi bulabiliyorsunuz. Her öğün 12 değişik istasyonunda çok samimi, canlı ve sosyal bir ortamda yiyebiliyorsunuz. Pearl River'da Shanghai ve Beijing'deki Pearl/ Silk pazarlarında görmediğim kadar zevkli ürün bir arada idi. Kuş kafesleri, yalın tasarımlı, rengarenk sırları ile Sushi seramik setlerinden Çin'de epeyi aradıktan sonra bulduğum ve kucağımda taşıdığım metrelerce uzunluktaki ejderha uçurtmaya kadar. M&J Trimming ise yaratıcı projeler yapabileceğiniz binlerce malzeme ile dolup taşıyor. Arada bir sormalı: "New York'da ne var, ne yok?" Galiba, yok yok. En az benim kadar keyif alıp, kendi keşiflerinizi yapmanız dileği ile... Mengerler Lifestyle
47
DÜNYAYA KADINCA VE İRONİK BİR BAKIŞ... 20
MengerlerLifestyle
SÖYLEŞİ KEZBAN ARCA BATIBEKİ
Big red circle Doha Sol üst: Hairy Tale Sol orta: The Bird Sağ üst: Reflection Sol alt: Fortune Teller Sağ alt: Twilight
Mengerler Lifestyle
23
Mengerler YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...
3/2013
MengerlerLifestyle
Lifestyle
YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...
VIANO İLE EGE MERCEDES-BENZ CLA AYÇA VARLIER ÇİN'DEN Nİ HAO! PROF. ERGİN İNAN MURAT MERİÇ
31/2013
YILDIZLI HAYATLAR • KÜLTÜR • SANAT • SÖYLEŞİ • GEZİ • LEZZET • SAĞLIK
“Boyanın içinde
22
MengerlerLifestyle
yüzüyorum”
SÖYLEŞİ: AYŞEN GÜREL- SİLE FOTOĞRAFLAR: SENİH GÜRMEN
Mengerler Lifestyle
23
SÖYLEŞİ PROF. ERGİN İNAN
Litograf, karakalem tadında baskılar elde etmemizi sağlar.
Bir gravür üzerinde çalışırken.
Türkçe, Almanca bazen de Arapça yazılar resmin bir parçası olarak göze çarpıyor. Daha evvel söylediğim gibi benimle ilgili, o anki durumumla ilgili düşünceler. Portreyi ya da ikili yüzleri yaptıktan sonra ve o tuvalle bağlantı kurduktan sonra yazıyorum. Tamamen dekoratif değil, resmin bir ismi oluyor. Bu resimde mesela; “Işığın ardında rengini bekleyen bir gölgeyim” diyorum. Mesnevi ile ilgili çalışmalarınız da var. 1988’de Galeri Nev ile birlikte yaptığımız bir projeydi. Mesnevi dosyada 7 tane taş baskı vardı; litograf ve ofseti birlikte kullandım. Belçika’da özel bir matbaada yaptım. Bir de, “Bir Ressamın Öyküsü”nde Ferit Edgü’nün yazdığı metni, gravürlerle birleştirdim. Çok az sayıda, sanırsam 15 taneden oluşan bir seridir.
Şövalelerde ne gibi çalışmalar var bugünlerde? Büyük resimlere daha çok yöneldim bu dönem, 2 metrenin üzerindeki boyutlar ve son zamanlarda yuvarlak tuval üzerinde çalışmalar yapıyorum. Geçen seneden başladığım bir konu vardı “İkili Yüzler”, onları birbiriyle konuşturdum. O konuşmayı, düşüncelerimi tuvale yansıttım. Her resmin üzerinde bir yansıma, yazı olarak bir resim anlatmasalar da, resimde konuşan bir yazı var. Neler konuşuyorlar? Her sanatçının kendine ait bir iç dünyası, bir yaşam şekli vardır. Bu yaşam şeklinde zaman zaman psikolojik, zaman zaman düşüncelere daldığınız, bazen de kendinizi aradığınız bir dönem; resmin içerisinde o tür yazılar daha çok. Bak işte burada da bir şey yazdım mesela; “Sen kırmızının canısın, yeşillikler senin içinde, sen bana kırmızı şarap ver”, yani hem o yeşili, hem kırmızıyı anlatmak için bir de figür, portre, onunla ilgili ufak tefek de olsa 24
MengerlerLifestyle
notlamalar var. Muhakkak yaşamın içinde hissettiğinizi yansıtacaksınız yaşarken, televizyona bile bakarken etkileniyorsunuz, sanatçı muhakkak ruhundan bir şeyler katıyor, aksettiriyor. Ya tam mesaj veya görünmeyen bir mesaj şeklinde. TV'de konuşmacı olarak katılmış biri, sanatçılar politakaya karışmasın dediğinde cahilliğine şaşırıp kalmıştım. Sanattan ve sanatçıdan anlamayan kişiler bu tabiri kullanabiliyor. Yani illa politika yapmak için değil, sanatçı bir sürü şeyden etkileniyor ve bunu bir şekilde yansıtıyor tabii ki. Resimlerinizdeki böceklerin anlamı nedir? Böcekleri çocukluğumdan beri sevdim ve resimlerimde hep yer aldılar. Mesela bu ufak bir böcek aslında ama ben onu devasalaştırıyorum, hakkında okuduğumda, toprak içerisinde, daha çok ölü vücutlarda dolanarak yaşayan bir böcek olduğunu öğrendim.
Kullandığınız teknik hakkında biraz bilgi verebilir misiniz? Bazı resimlerde tempera var, bu teknik kemik tutkalla pigmentlerin bir arada oynaşması. Orada soyut lekeler arıyorum; onun için de bu tempera tekniğini seviyorum. Bir de akriliği sulandırarak özel medyumlarla daha transparan yaparak üst üste çalışıyorum. Akrilik tekniğini, ekspresif olarak birbirine karıştırıp harmanlayarak o an bir portre oluşturuyorum. Alt yapıyı tamamen özgür kullanıyorum; fırçayla, zaman zaman atarak ya da dökerek,yavaş yavaş görmek istiyorum resimde ne yapacağımı. Rönesans döneminde kullanılan temperadan çağdaş olanlara dek tekniği çok iyi bilen, bazı çalışmalarınızda kağıdı ve boyayı bile kendiniz üreten bir sanatçısınız. Tabii onlar Münih Akademisi’nde bulunduğum dönemde, önemli teknik hocalardan öğrendiklerim. Geleneksel teknikleri bilen ve yeniliklere açık bir ressam oldunuz. “Artık kurallar bitti” diyerek sadece içinizden geldiği gibi mi çalışıyorsunuz? Bitmiyor aslında ama hürriyetine, özgürlüğüne kavuşuyor insan. İşte bu sebeple boyanın içinde yüzüyorum diyorum, onun için diyorum bu lafı artık.
SÖYLEŞİ PROF. ERGİN İNAN
Herkesin merak ettiği konuyu soruyorum: Resimlerinizdeki böceklerin anlamı nedir? "Böcekleri çocukluğumdan beri sevdim ve resimlerimde hep yer aldılar" diyor. Dostu Ressam Ali İsmail Türemen'in bana anlattığı böcekli hikayeyi paylaşayım sizlerle: "Seneler önceTurunç'ta idik, yemek sofrasında, eşim Berna da bizleydi. Ergin, buralarda gergedan böceği var dedim. Aman ha söyleme, beni sever onlar, şimdi gelir demesi ile pat diye masada önüne bir tanesi konuvermez mi?" Sanat Çevresi Dergisi'nde yazar bu hikayeyi İsmail Türemen. Resimlerindeki birbirinden güzel böceklere, kelebeklere bakıyorum ve karşılıklı bir sevgi diye düşünüp gülümsüyorum.
Sanatçı, 1968-2011 yıllarında resim ve grafik sergileri olmak üzere, ulusal ve uluslar arası 50 kişisel, 95 karma sergi açmış.
Mengerler Lifestyle
25
SÖYLEŞİ PROF. ERGİN İNAN
Çekmecelerde arşivlenmiş gravür ve litograflar.
Nelerden esinlenirsiniz ? Valla ilham kaynaklarım tamamen kendi iç dünyam. Tabii okuyorsun ama onlar sizin konunuz değil veyahut yaşam içerisinde etrafta algıladıklarınız da direkt olarak yansımıyor insana. İç dünyamdan bir şeyleri dışa vurmayı seviyorum. Bu nedenle konu çoğunlukla insan oluyor; çünkü yaşadığımız hayatla iç içeyiz her zaman; yüz yüze “İkili Portreler” böyle çıktı ve son zamanlarda figürden daha çok portreye dönüştü. Hep bu ikili düşünceyi, ikili yüzleri bir etmeye, birlikte etmeye çalıştım. Bir kadın, bir erkek mi bu yüzler? Kadın da olabilir, erkek de olabilir, yani insan, iki ama tek; böyle bir düşünce içerisinde yapmaya çalıştım. Bu konuşmalar bazen bir hesaplaşma veya duygu alışverişi gibi mi oluyor? Hayattan bir yansıma oluyor. Mesela hep sorarlar; "Böcekleri niye yapıyorsun?" Bu yansımayı dışa vuramıyorum, söyleyemiyorum nereden kaynaklandığını. Çocukluğumu yansıtıyor, yani bunlar bir zamanın, bir yaşam sürecinin dışa vurumu. Önümüzdeki sene yurtiçi ve yurtdışı projeleriniz neler? İnanır mısınız son zamanlarda hiçbir şey programlamıyorum. Tamamen bu atölyeye kapandım, bu geniş, güzel ortama. Burada çalışmaktan başka hiçbir şey düşünmüyorum. Yani sergi projem dahi yok geleceğe dönük ama ilgimi çeken bir proje olursa yönelebilirim. Eskiden genç dönemlerde sürekli yapıp biriktiriyorduk, şimdi ise bir satış ortamı oluştu, atölyeye gelen resim alıp gi26
MengerlerLifestyle
Gravürlerin sırrı detaylarında gizli.
noktayı koydum tabiri de var. Beyaz, boş çerçeveyi de sergileyebilirsiniz.
derse de bir şey diyemiyorsunuz. Ben şuanda gerçekten burada mutluyum. Bu da özgürlük veriyor değil mi? Tabii. Mesela senelerdir yapmıyordum tempera tekniğini, tekrar uygulamak istedim. Sınıfta İkona Tekniği’ni bize de öğretmiştiniz, çok zahmetli idi. Son zamanlarda gezdiğim fuarlarda ise çok az emekle çağdaş sanat adı altında sergilenen bir sürü kötü iş görüyorum. Belli bir birikimden sonra iyi bir sanat eseri illa çok zaman ve emek vererek ortaya çıkmayabilir ama, bu klasik bale eğitimi almadan yapılmış başarısız bir modern bale performansına benziyor. Sanatçı bir gün kalkar, bir nokta bile koyabilir bir fotoğraf veya resmin üzerine; bu onun geldiği nokta da olabilir. Ben hala öyle bir noktaya geldiğimi hissetmiyorum kendimde. Hala araştırıyorum, boyaların içerisinde yüzerek kendime biçim bulmaya çalışıyorum. Bu da günümüzde bir söylem ama, bir sanatçı bir şeyleri yapıp, arkasında bıraktıktan sonra, bir nokta, bir şekil koyuyorsa; bu onun son noktası zaten. Ona bir şey demiyorum. Ama resmini başından öyle yapmaya çalışanlar için de söyleyeceğim bir şey yok. Noktayı koyduktan sonraki resimler ne olacak bilmiyorum. Yani
Dünyada resim ve görsel sanatlardaki son trendlerden bahsedersek, neye doğru bir gidiş var. Herkes ayrı bir telden mi çalıyor sizce? Bu döneme bütün görsel sanatlara damgasını vuran dijital ortam. Heykelde bile şekillendiriyorsunuz, biçimlendiriyorsunuz, çoğalttırıyorsunuz; fabrikada yapılıyor heykeller. İnsana açtığı bir sürü ufuk da var ama hep aynılaşan, birbirine benzeyen bir ortam veya eğilim; tabii bu süreç içinden cımbızla çekip çıkaracağın resimler bulunmayacak her halde diyorum ben. Bugünkü sanat ortamında rüzgar gibi gelir geçer, ama geride neler kalır onu bilmiyorum. Kaç yıldır sanat eğitmenliği yapıyorsunuz? Genç ressamlara bugünkü ortamda başarılı olmaları için neler söylemek istersiniz? 1968 de eğitime başladım, 45 sene oldu. Gençliğe söyleyeceğim söz, dijital ortamdan biraz soyutlanmaları resim yaparken. Ama onu söylesem de kimse kaale almaz, artık o boyuta girdi. Daha ne teknoloji çıkacak o da meçhul. Eğer farklı bir sanat yapacaksa insanın muhakkak kendine dönük olması, kendi içinden bulması, araştırması, ruhsal, yolculuk etmesi ve onu dışa vurması lazım. Size yardımcı olacaksa kullanacaksınız ama Rönesans’tan gelen teknolojiyi de unutmamak gerek. Ben biliyor muydum, ben böyle düşünüyor muydum? Gençken, o okul sıralarında yeni bir şey bulmak için bakıyorsunuz, sanat tarihinde her şey yapılmış görünüyor. Siz kendinize göre bir yol, kendi tarzınızı bulmak zorundasınız. Bunu yapmak için de kişiliğinizi
SÖYLEŞİ PROF. ERGİN İNAN
ruhsal durumunuzla yoğurmalısınız. Bulduklarınız, okuduklarınız size yardımcı olur. Resmi yıpratabilir yok da sayabilirsin, bambaşka bir doğrultuya kaymak istersin. Resim dışına çıkmak, resmi parçalamak istersin, bunların hepsi olabilir ama önce var edeceksin ki bunları yok edesin. Yani yok ettiğin zaman da yine bir şey çıkar ortaya belki. Felsefesi olması lazım. Evet. Yani sonuna giderken, hiç resim de, boya da kalmasa, beyaz zeminde lekeyi de görmezsen artık o da bir boyut, ama bilmeden oraya gelmek çok zor. Zaten kaynağı kendi içinde, menşeindeyse sanatçının, her ne kadar etkilense de yaratıcılık kendi içinden akacaktır. Yurtiçinde ve dışında hangi sanat fuarlarını düzeyli buluyorsunuz? Basel tabii ki, hem satış ortamı nerede fazla ise iyi işler de orada oluyor her zaman. Türk resminin dünyadaki konumu hakkında ne düşünüyorsunuz? Daha çok Türk alıcı buluyor diyorlar, sizce de öyle mi?
Evet bence de öyle, çünkü buradaki pazar resmin fiyatını belirliyor. Avrupa’dan belirlenmiyor. Orada belirlenip buraya yansımıyor Türkiye’de gelişen sanat; çünkü Türk ressamı orada kendine bir pazar bulamadı. Neden bulamadı? Çok iyi ressamlar var. Böyle bir kıpırdanma var ama daha yerini bulmuş değil. Yurtdışında her müzede resmi olabilecek kadar kalitede bir sanatçı çıkmadı Türkiye’de. Yeteri kadar tanıtılmadı mı? Kişisel olarak yapamıyorsunuz. Belçika ve Almanya’da kendimi tanıttım ama sürekli müzelerde ve galerilerde eserlerin sergilenmesi lazım. Her müzede Türk ressamların bir eseri olsun ki, biz sanatçılar tanınalım ve eserler yüksek fiyatlara müzayede ortamlarında yavaş yavaş satılsın. Küratörlerin vazifesi asıl sanatçıyı dış ülkelere taşıyabilmek. Türk galericisinin olduğu gibi, Türk sanatçısının da önemli müzelerde boy göstermesi, büyük bir kültürel pompalama lazım. Büyük fonlar gerekiyor ve galeriler yeteri kadar varlıklı de-
ğil. Bu sene Art Basel/Miami Beach’de iki Türk Galerisi vardı ve küçük bir alanda idiler. Ben de tabii öyle fuarlara gittiğim zaman Türk ressamı görmek istiyorum, fakat pek göremiyorum. Çalışma temponuz nasıl? Yeditepe’de öğrencilerle, bir iki gün beraberlik benim için değişiklik oluyor. Gençlere öğretmeye çalışıyorum, almak isteyene vermek istiyorum. Artık kendi kabuğumda burada çalışacağım, belli bir yaşa geldim; bunun farkındayım. Kendi tabirinizle boyaların içinde yüzüyorsunuz. Önerinizle Anton Lehmden’in atölyesine gitmiştim, o da sizin gibi birkaç resim üzerinde aynı zamanda, çalışıyordu. Bugün bakıyorum burada da bir sürü çalışma aynı anda gelişiyor. Nasıl karar veriyorsunuz hangisine devam edeceğinize? İçimden geldiği gibi. Bazen bir işi bitirmek zorunda olduğum halde o gün bakıyorum onun üzerinde çalışmak istemiyorum. Ama o resimlerden bir tanesi içimden geliyor ve onunla devam ediyorum, böyle bir ruh haliyle yapıyorum.
Sanatçının aldığı ödüller kronolojik olarak: 1974 35.Devlet Resim Ödülü 1975 36.Devlet Resim Ödülü 1977 Görsel Sanatlar Derneği "Yılın Genç Grafik Sanatçısı" Ödülü İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Sanat Bayramı "Yeni Eğilimler Özgünbaskı" Birincilik Ödülü, Altın Madalya 1980 Uluslararası Grafik Bienali – Madalya – Frechen, Almanya Devlet Resim Heykel Müzesi Açıkhava Sergisi Grafik Ödülü, İstanbul 1981 Uluslararası 5. Cleveland Bienali 4. Ödülü, İngiltere 1982 Uluslararası Norveç Baskı Bienali Onur Ödülü, Fredrikstad, Norveç Uluslararası Minyatür Baskı Bienali Ödülü, Seul, Kore 1983 Uluslararası 6. Cleveland Bienali Büyük Ödül, İngiltere 1984 Sedat Simavi Vakfı Plastik Sanatlar Ödülü 1987 "Yılın Sanatçısı" Ankara Sanat Kurumu 1988 Uluslararası 2. Asya Avrupa Bienali Birincilik Ödülü, Altın Madalya, Ankara 1993 Uluslararası Osaka Resim Trienali, 3. Ödülü, Japonya 2000 Mevlana ödülü 2010 Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülü, Ankara.
Mengerler Lifestyle
27
. ÇIN’den . Ni hao, Merhaba ! Shanghai, Beijing, Hangzhou ve Xi’an Her gezi öncesi gideceğim ülke hakkında okur ve notlar alırım. Çin’i ise her şehirde bizi havaalanında karşılayacak, altı kişilik grubumuza eşlik edecek özel bir rehber ile gezeceğimizden, programa teslim olup uçakta okumaya başladım. Nasıl bir ülke ile karşılaşacağımı, günümüzdeki Çin’i nasıl bulacağımı hiç bilmiyordum. Ön yargılardan uzak, özgür bir algılamaya açık bir ruh halindeydim; sadece çocukluktan bu güne Çin ve Çinli denince beni etkilemiş, aklımda kalmış olan çeşitli görüntüleri ve sözleri anımsıyordum. Konfüçyüs’ün bilge sözleri, İmparatoriçenin upuzun sivri takma tırnakları, kırmızı renk, ürkütücü bir disiplin ile yürüyen üniformalı askerler, rengarenk ejderha uçurtmalar, porselen ve pentürlerde sık rastladığımız spiral Çin bulutları, Lotus çiçekli göller bunlardan bazıları.
40
MengerlerLifestyle
YAZI : AYŞEN GÜREL-SİLE FOTOĞRAFLAR: AYŞEN GÜREL-SİLE / ŞERMİN ÜNSAL / GETTY IMAGES
SHOWROOM SOHBETLERİ SİBEL TÜZÜN
Shanghai’ın sembolü olan bu 26 gökdelenin arasında en son tekniklerle inşa edilmişlerin yanısıra, Barok, Rönesans, Gotik ve Romanesk stiller de var. Bu gökdelenler topluluğunu en iyi 'The Bund'dan, sahildeki gezinti alanından görebilirsiniz. Bütün binalar ışıklandırıldığı için, gece de ayrı bir çarpıcılıkta ve dilerseniz tekne ile nehirMengerler gezintisi deLifestyle yapabilirsiniz. 41
Yılan gibi kıvrılan Çin Seddi yemyeşil bir doğanın içinde, her mevsimde ayrı güzel olduğunu girişteki fotoğraflarda gördük.
B
aşka hayatları görünce insanın kendi hayatına ve dünyaya bambaşka bir farkındalık ile bakabildiğine inanıyorum. Bu nedenledir ki, dünyanın en eski ve zengin kültürlerinden birine ait olan bu ülkenin insanlarının çağımıza nasıl ayak uydurduklarını ve nasıl yaşadıklarını, bir turiste izin verilecek kadarı ile olsa da, görebileceğim için heyecanlıydım. Shanghai Havaalanı’nda bizi karşılayan sevimli rehberimiz ile otele gitmek üzere minibüsümüze bindik. Şehrin silueti, hele Pudong, ortaya çıkmaya başladığında Jetsons çizgi filmini hatırladım; hani fütüristik gökdelenlerdeki evlerine uçan daire benzeri araçları ile 42
MengerlerLifestyle
giderler. Bu şehir, Doğu Çin’in ekonomi, finans, bilim, teknoloji ve dış ticaret alanında nabzının attığı uluslararası kozmopolit bir merkez. Nanjing Road, Porsche arabaların satıldığı mağazalar, KFC gibi fast food zincirleri, Tiffany gibi lüks dükkanlar, açık hava barları, alış veriş yapan kalabalık ve sokak müzisyenleri ile şehrin en hareketli caddelerinden. Sokaklarda pek asker, ya da üniformalı görevliler de görmüyoruz ve zihinlerde yer etmiş komünist Çin ile örtüştüremiyoruz mutlu bir şaşkınlıkla. Yer yer modern binaların arasındaki döküntü mahalleler ise tam bir tezat oluşturuyor, bir tanesini de çek çeklerle geziyoruz. Çinliler gün boyunca herkese serbest sebillerden sürekli sıcak su doldurup, yeşil çay içiyorlar. Şeffaf termoslardaki yeşil çay
ÇİN yaprakları ıspanak yaprağı büyüklüğünde. Yeşil çayın enerji verdiğini kanıtlıyor bu alışkanlıkları ve akşam yatmadan önce içmenin yanlış bir seçim olduğunu. Ülkenin bu müthiş gelişiminde tüm grubumuzdakileri hayal kırıklığına uğratan ise, medeni ülkelerde kabul edilemeyecek dozdaki hava kirliliği idi. Belki sadece Shanghai’da bu sorun vardır diye düşünsek de, ülkenin nispeten kırsal bölgesindeki Xi’an, (Şian) doğası ile ülkenin cenneti ve keyif şehri lakabını almış Hangzhou’da (Hangco) bile hissediliyordu. İşin trajikomik tarafı gittiğimiz şehirlerde değişen rehberlerimizin değişmeyen cevapları oluyordu. Hava niye böyle diye sorunca: “Sadece pus” diye cevap veriyor, hava kirliliği konusundan kaçınıyorlardı. 2008 Olimpiyatları öncesi hava kirliliğinin önüne geçmek için Beijing’de 15 gün bütün fabrikaların tatil edildiğini biliyoruz. Esas çıkış yeri Nepal olsa da, Budizm Çin’de daha yaygınlaşmış; birçok tapınak gezdik, çeşitli Budalar gördük, gülenini bile; hepsi göbekli. Gencinden yaşlısına herkesin incecik olduğu bu ülkede, kutsal figürün neden böyle olduğu ilginç doğrusu. Şiba ise kadın Buda ve çok kollu olması yardımseverliğini temsil ediyormuş. Xin Tian Di (Şintendi) gece ve gündüz keyifle gezilecek yerlerden; cafelerin, değişik butiklerin, galerilerin olduğu cıvıl cıvıl bir buluşma noktası. Çin’deki en güzel yemek, Türk okuyucunun ismini unutmayacağı bir restoran: Ye Shanghai! Denediğimiz her yemek süper lezzetliydi. Dekoru da şık olan bu lokantada hanımlar çantalarını oturdukları iskemlelerin yanındaki minik replikalarına koyuyorlar. 1577’de inşa edilen Yuyuan Bahçesi, Shanghai’ın ortasına sıkışmış huzurlu, klasik bir Çin Bahçesi. Hoş dekoratif detaylar, çeşitli Bonsailar, ünlü yeşim taşı kayası gibi peyzaj düzenlemesindeki unsurlar bahçenin dışındaki yoğun şehir hayatını unutturuyor. O sakin ortamdan çıkar çıkmaz etrafımız, bizi sahte markaların satıldığı yerlere götürmek isteyen kişilerle doldu. Merakımız üzerine bir tanesinin peşine takılmaya karar verdik. Görmedim, bilmiyorum havasındaki rehberimizle daha sonra buluşmak üzere sözleştik. Terk edilmiş, sinemaya benzeyen garip bir binaya girdik, bizi içerisi tıklım tıkış ünlü markaların çantaları, saatleri, vs. ile dolu olan bir odaya yönlendirdiler. Alışverişten söz edince rehberimiz bizi turistik satış noktalarına götürdü; yeşim taşından heykeller, inciler, ipek giysiler ve objelerin olduğu şık mağazalar olsa da her şey çok pahalıydı. Halkın alışveriş ettiği Pearl and Silk Market ise hem otantik, hem de fiyat açısından daha uygun idi. Çin hatırası olarak almak istediğim uzun ejderha uçurtmayı da burada buldum. Çin’de ayak masajına çok önem veriyorlar ve grup olarak gidilen spalar var. Tiyatro salonu gibi bir mekanda rahat koltuklara oturuyorsunuz, hanımlara genç delikanlılar, beylere genç kızlar masaj yapıyor ve sonrasında ustaları konumunda bir zat ayağınıza bakarak, sağlığınızla ilgili bilgiler veriyor. Yola devam ediyoruz, sırada Beijing var. Havaalanı boyutu, modern mimarisi ve pırıl pırıl hali ile hepimizi etkiledi. Başka bir ülkede
tanık olmadığım bazı önlemleri uyguluyorlar. Kuş gribi salgını sonrasında hasta kişileri tespit etmek amacı ile her yolcu vücut ısısının anında ölçüldüğü bir kapıdan geçmek zorunda. Ayrıca bavullarda, aslında her yerde olması gereken, basit ve çok yararlı bir uygulama yapıyorlar; çıkışta her yolcunun bavul etiketlerine bakarak kontrol ediyorlar, böylece yanlışlıkla benzer bavulun alınması ya da çalınması önlenmiş oluyor. Beijing 2001’den beri hızlı bir gelişim içinde; Vanity Fair Dergisi, Beijing‘deki modern mimariyi anlatırken “From Mao to Wow !”, Mao’dan Vay Canına’ya diye çevirebileceğim bu başlığı atmış. Kuş yuvası ya da kafes lakabı takılan Beijing Ulusal Stadyumu ise 2003 yılında inşa edilmeye başlamış ve mimarları Herzog ve de Meuron 2009’da prestijli Lubetkin Ödülü’nü almışlar. Merak edilen soru ise: “Kuş Yuvası” ilerdeki yıllarda çeşitli aktivitelere ev sahipliği eden verimli bir yuva mı, yoksa halka kapatılacak köhne bir kafes mi olacak? Tiananmen Meydanı’nda dev seramiklerdeki çiçek düzenlemeleri ile geçmişi unutturma çabaları hissediliyordu ve burada bile sadece birkaç nöbetçi asker vardı. “Yasak Şehri” gezerken, dış dünyaya açılan kocaman kapılara merakla bakan çocuk imparator gözümün önüne geldi, geçmişe yolculuk gibiydi. Dikkatimi çeken “Yasak Şehir”de bir tane bile ağacın olmamasıydı. Hem yerel halkın gittiği, hem lüks restoranlarda yedik; bize tuhaf gelenlerin yanı sıra, tadı damağımızda kalan lezzetler de vardı; çıtır ördekler gibi. Hepsinde masalar yuvarlaktı ve ortalarında dönen, yuvarlak ahşaptan ikinci bir masa monte edilmişti. Yemekler küçük tabaklarda geliyor, eğer özellikle sevdiğiniz bir tanesi varsa, başkası ortadaki tahtayı döndürmeden çabucak tabağınıza doldurmalısınız. Çin yemekleri ile pek arası olmayan bir arkadaşım gezi sonrası bir süre yuvarlak masa görmek istemiyorum deyip hepimizi güldürmüştü. Otobüs ile Çin Seddi’ne doğru yola koyulduk, ne kadar çok resmini görmüş olsak da, çok etkileyici. Tırmanışı göze alan arkadaşlarla ilerlemeye başladık; tırmanış diyorum çünkü hem tepenin eğimine uyarak çıkıyoruz, hem de merdivenlerin rıhtları uzun boylular için bile çok yüksek. Savaş zamanı Çinliler ne yapıyorlardı diye düşünmeden edemiyorum. Arkadaşlarla öncelikle bu tip gezileri yapıp, gemi yolculuklarını ileri yaşlara bırakmalıyız diye gülüşüyoruz. Hangzhou (Hangco) Çin’in cenneti denen Hangzhou’ya gelince, aslında Çin deyince görmeyi hayal ettiklerimi buldum. Etrafı yemyeşil tepelerle çevrili, üzerinde koca yapraklı Lotus Çiçekleri’nin açtığı gölleri, tapınakların siluetlerini. Cennetlik tatlar da bulduk burada; Dumpling Banquet’deki bizim mantımıza benzeyen, buharda pişen Dumplingleri (Çin mantısı). Üst üste kule gibi geçirilmiş sepetlerde sofraya geliyor. Tadını sevmeden önce gözünüz ile seviyorsunuz; içinde ne varsa, şekli ona göre; tavuk olan civciv, deniz mahsullü balık. Mengerler Lifestyle
43
ÇİN
Xi' an' daki Terra Cotta Savaşcılar ve Atlar seneler önce bulunduğunda ilk National Geographic Dergisi yayınlamıştı. Ama kendi gözlerinizle görmek bambaşka bir tecrübe; karşınızda bu orduyu üç boyutta görünce resmen irkiliyor, arkasındaki inancı merak ediyor ve bu kültürü anlamak istiyorsunuz. Bence en iyiyi en sona saklamıştık, Çin gezimizde burası hepimizi en etkileyen yer olmuştu.
Xi’ an (Şian) Küçük bir yerleşim bölgesi olan Xi’an’da bir çiftçi tesadüfen ünlü Terra Cotta Savaşçıları ve Atları buluyor ve yöreye turist akımı başlıyor. Yüzlerce heykeli bir arada görmek tüm gezinin en şaşırtan deneyimi oldu. Reenkarnasyona inanan imparatorlar hayata beraberlerinde güvendikleri askerleri, hizmetkarları ve atları ile dönmek istiyorlar. Yeni imparator başa geçtiğinde ise, eskisi geri gelmesin diye hepsini kırdırıyor. Figürler aslında renkli sır ile fırınlanmış, imha edilirken yakıldığı için kil kalmış geriye. Bir bölümde ise arkeologlar hala bulmaca çözer gibi parçaları birleştiriyorlardı. Çin’de rehberlere bahşiş vermek adettenmiş, biz de grup olarak zarfa koyarak takdim ettik her gezinin nihayetinde, Beijing’deki rehberimiz ise daha otobüse yerleşirken zarf uzattı. Xi’an da ise bavullarımızı
Hangzhou'daki Long Jing yeşil çay bahçeleri çok ünlü. İmparator sadece bahar aylarında toplanan filizlerin en üst iki yaprağından yapılan çayı içermiş. Burada bize çay hakkında ciddi bir seminer verdiler; özet olarak poşet çay hiç kullanmayıp, hep yaprak çay almaya karar verdik.
44
MengerlerLifestyle
taşıyan delikanlıya ne kadar ısrar ettikse de bahşişi kabul ettiremedik, ancak rehberimizi araya sokunca kabul etti. Ne millet olursa olsun büyük şehrin şartlarının insanların saflığını kaybettirdiğini düşündüm. Tüm yolculukta her öğün kendime göre yiyecek lezzetli şeyler bulan ben, burada teslim bayrağını çektim. Gezi öncesi aldığım atıştırmalıkları taşıdığıma değdi. Yemek saatlerinden bize en ters gelen kahvaltılardı, böyle bir alışkanlık yok memlekette; öğlen ve akşam yenilenler geliyor yine sofraya, genelde de görüntüsü pek iştah açmayan çorbalar. Birkaç çeşit peynir ise bazı lüks otellerde mevcut ancak. Çin kültürü ve tarihi kitaplara sığmaz, ben 12 günlük gezimizden notlarımı paylaştım. Dünyayı severek, değişik kültürleri ve insanlarını kucaklayarak gezmeniz dileğiyle.
West Lake’de teknelerle İmparatorun yazlık sarayını ve Pagoda denilen tapınakları gezdik.
ÇİN
West Lake'de İmparatorun yazlık sarayı.
Çin Seddi'nde aşk ve evlilikte çıftlerin birbirine bağlı olması için takılan dilekler.
Hamur işleri ile ünlü restoranda hamuru kıvırıp, savurup gösteri yapan garson.
Çin Seddi'nin bazı bölümleri yüksek rıht ve dik tırmanıştan dolayı fit olmayı gerektiriyor. Dönüşte koca bir tabak dumpling'i suçluluk duymadan yiyebilirsiniz.
Yuyuan Bahçe'sinden mimari detaylar; Ejderhalar güc simgesi.
Dalga gibi kıvrılan duvarın üstü ejderhanın kuyruğu olarak tasarlanmış.
Tapınakların çatı uçlarındaki seramik figürlerin her birinin ayrı bir anlamı var.
Lingyin Tapınağı;genç ve yaşlılar tütsü yakıp,Buda'nın önünde diz üstü çöküp dua ediyorlardı.
Bir parkta gördüğüm bu ağacı belli bir formda geliştirmek amacı ile iplerle sımsıkı sarıp, kasnaklara almışlardı.
Shiba, kadın Buda. Çok kollu olması yardımseverliğini temsil ediyormuş.
Lingyin Tapınağı civarindaki tepelerde 345 kaya dini sembollerle işlenmiş, bunlardan biri de ünlü ' Gülen Buda'.
Göl kenarında gemi şeklinde köşk.
Çin Seddi'nde duvar boyu uzanan dilek anahtarları.
Çin Seddi; çeşitli silahlar.
Civciv, balık, ördek, formundaki dumplingler bambu sepetlerde buharda pişiyor.
Tapınak bahçesinde bir minyatür Pagoda.
Akşam yemeğinde gösteri sunan yerlerden iyisini bulmak için seçici olmanızı öneririm.
Six Harmonies Pagoda her terastaki çatısının ucundaki çanları ile çok sevimli.
Çay Müzesi; imparatorlar sadece bahar hasatındaki filiz yaprakları tercih ediyorlarmış.
Bonsai gibi bahçe sanatları ile doğayı kucaklayan hoş peysaj mimarileri...
Mengerler Lifestyle
45
Mengerler YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...
4/2013 Lifestyle
VIANO İLE EGE MERCEDES - B ENZ E-SERİSİ İKİ EMRE YILMAZ ALAÇATI -Ş İRİNCE POTANIN PERİLERİ THOMAS ALVA EDISON
YILDIZLI HAYATLAR • KÜLTÜR • SANAT • SÖYLEŞİ • GEZİ • LEZZET • SAĞLIK
Tiber Nehri Tanrısı Tiberinus; elinde bereketli hasatı temsil eden buğday başaklı, narlı ve üzümlü" Cornucopia" ile.
İŞTE
ŞİRİNCE ve ALAÇATI YAZI VE FOTOĞRAFLAR: AYŞEN GÜREL SİLE
C
ornucopia, Latince "cornu copiae", İngilizce "horn of plenty". Bereket sembolü, içinden meyva ve yemişin taştığı boynuz biçimindeki sepet. Bu yöreleri gezerken diyorum içimden; İşte Cornucopia! İşte bu bolluğa, tazeliğe, berekete ve çeşitliliğe denir! Güzel ülkemizde ise, eskilerden günümüze bu topraklarda yaşayan değişik kültürlerin bize bıraktığı değerler de Helenistik dönem stilindeki sepetin anlatımını tamamlıyor. Türkiye bir kıta değil ama öyleymişçesine doğa, kültür, yaşam tarzı, dünya görüşü, farklı inançlar, etnik kökenler, lisan ve şivelerin konuşulduğu, her yöreye has halk sanatı ve mutfakların ülkesi. Bu ne güzel bir zenginlik ve renkliliktir! Hala keşfedilecek yerler olması, tarihin gizemi, bu topraklardan gelmiş geçmiş medeniyetlerin izi beni hep heyecanlandırmıştır. "Geleceğe Dönüş" (Back To The Future) filmini ilk seyrettiğimde dona kalmıştım; bu benim hayal oyunumdu. Arkeolojik harabelerde dolaşırken, tapınakları, mekanları yıkılmamış halleri ile ve o zamanın insanları günlük hayatlarını yaşarken, görünmez olan ben aralarında dolaşacak, konuştukları lisanı anlayacak, istediğim yere girip çıkacak, belki Sokrates'in yanında oturup ilk elden bilge sözleri dinleyecek, çarşıda dolanırken canımın çektiği bir meyvenin tadına bakacak; Kleopatra gözlerine sürme çekerken yanı başında durup seyredebilecektim. Efes’e son gittiğimde de oynadım hayal oyunumu; beyaz, kıvrımlı kumaşlara sarınmış kadınlar, erkekler, mermer taşlı yollarda, sütunların arasında geziniyorlardı. Ege’de bana bütün bunları çağrıştıran iki güzel beldeyi sizlerle 18
MengerlerLifestyle
www.historicalandboutique.org www ww w.hiisttor w. oriic ical alan lan andb dbou db outi ou tiqu ti q e. qu e.or or g org w w w. www. ww www.alacatiguide.org w.al alac acat ac atig ui uide ide d .oorg
paylaşmak istiyorum; geçmişte buralarda yaşayan Rum asıllı halk, benzer hayatlar yaşamış ve isimlerinin bu günkü haline gelmesinde de bize hoş hikayeler bırakmışlar geride. Eski kaynaklarda "Dağdaki Efes" adıyla anılması Şirince’nin köklü bir geçmişe sahip olduğunu göstermektedir. Yöre halkı tarafından
CORNUCOPIA!
CCumartesi Cu uma m rt rtes tes esii sabahı saaba bahı hı Alaçatı A la laça çattı tı pazarını paz a ar arın ınnı geziyorum. gezi ziyo iyooru rum. m Hava m. Hav avaa güzel, güze gü zell,l, insanlar ze ins n an anlla lar cana lar caana yakın yakkın ve ve insanın insa in sanı nınn içini nı iççin ini açan a an bir aç bir i bolluk. bol ollllu luk. luk k. LLavantalar, La avanttal alar lar ar, çe eşi şitit çe şitit to şi ttoplanmış opl p an anmı m ş do mı ddoğal doğa oğa ğall bi bitk tkki ça ayl y ar a ı,ı yyöreye örey örey ör eyee ha has sa has akı kız ba balıl vvee re balı rreçeli. eçe çelilil . Me M eyv yvan anın an ınn, se ebz bzen eniin in ççeşidi. eşid eşid eş idii.i. çeşit çeşit bitki çayları, sakız Meyvanın, sebzenin Ta Taptaze apt p az azee ko kkokular kok oku kula lar vee kkörpecik lar örpeci örpe ör cik ik se ssebzeler; seb ebz bzel eler ler er;; hhemen em menn m mutfağa utf ut tfa fağa fağ ğa kkoşup oşup oş upp yyemek em mekk ppişiresi işir işi iş ires esii ge ggeliyor liliyo y r in yo iinsanın. nsa sanı sanı nın. n.
manastır dense de en eski yapı Helenistik dönemden kalan bir kuledir. Zeytinlikler, mandalina, incir, şeftali, kiraz, ceviz bahçeleri ve üzüm bağları ile çevrili Şirince, karakteristik evleri ile çok şirin gerçekten. Ama köyün ismi geçmişte meğer "Çirkince" imiş. Özgün adı olan Kırkınca’nın efsanevi bir çağda dağlara vuran kırk kişiye atfen verildiği rivayet edilir. Rum telaffuzunda Kirkice, Kirkince ve nihayet
Çirkince denir. Bir kaynağa göre de, dağdaki köyün varlığını gizlemek için Aydınoğulları döneminde azat edilen bir grup Rum’un, kendilerine gösterilen yere yerleştikten sonra civar köydekilerin: "Yerleştiğiniz yer güzel mi?" sorusuna verdiği yanıttır: "Çirkince". Cumhuriyetin ilk yıllarında köyü ziyaret eden İzmir Valisi Kazım Dirik Paşa: "Böyle güzel bir yer Çirkince olamaz; olsa olsa Şirince olur" der. Mengerler Lifestyle
19
Şiri Şirince'de rinc incce' e'de d kkeçe eçee te eç ttekstiller. eks ksti t llller er.r. er
YYöre Yö öre üüzüm züm zü üm ba bbağları bağ ağl ğlar arıı iliile le ün üünlü. ünlü nlü lü.. Şa ŞŞarap araap ta ttadımı adı dımı m yyaptıran aptı apt ap tıraan dü ddükkanlar dükk ükk kkan kan anlla lar me lar m meydan eyddan ve ve St St.. Jo John ohn hn K Kilisesi'ne illis ises ises esi'i'i nee ççıkan ıkkan ppatikanın atikkan at anın ın iiki ın k yyanında ki anın an ında ın da ssıralanmış. ıral alan lan anmı m ş. mı ş
Hamarat ellerde Hama Ha m raat el ma elle lerdde kı le kkıtır ıtı tır vee ççıtır ıttırr kkabuklu, abbukkluu, ne nnefis nefi efis fis bbir i ir "Köy "K Köyy Ekmeği". Ekm kmeğ eği" i. i"
Şirince'nin Şiri Şi rinc ri n e' nc e ni n n me m meşhur şhur şh hur ddondurmacısı onddu on durm mac a ıssı Mu M Muharrem harr ha r em mA Aslan. sllan an.. Dondurmanın Donddur u ma m nı n n tadı tadı ta dı gibi gibbi şakaları şakka şa kala ları ve ları ve sohbeti sohb so h et hb eti ti de de tatlı. tat atl tlılı. Annesinin Annnesi sini nin in yaptığı yaapt p ığ ığıı dondurmayı minicik külaha şakası. donddur do u ma m yı y ööğe ğe öğe ğe öğe ğe bitiremiyor. bititiir irem irem miy iyor iyor or.r. Re RResimde esiimd mde de mi m iniici cik ik kü kül laha lah la ha ddondurma onddu on durm ma şa aka kası sı .
Şiri Şirince'de rinc inc nce' e de e' d aaltın ltltın ın ootu tu vvee pa papatyalardan apa paty t al ty alar lar ardda da n dan yyaptığı ya aptığ ığı ğ ı çe ele lenkkle lerii ssatan atan at tann bbir i nnine ir ine va ine in vvardı. ard rdı. dı.ı çelenkleri
20
MengerlerLifestyle
Şirince'deki Şi rinc ri inc nce' ce' e de d ki ki şşirin irin iri ir in tteyzelerden e zeele ey lerdden bbirinin irin ir inin in eell iş işi, şi,i, ggöz öz nnuru öz uruu ur y ün ço yü yün çoraplar oraapl p ar vvee pa patikler. ati t kl k er er..
Şirincenin Şi rinc ri inc n en eniin in üünlü nlü nl lü Çı Çınaraltı ına nara raaltltıı dondurmacısının donddur do u ma macı c sı cı s nı n n "Konuşan "K Konnuş uşan an Kavunları". Kav avun unlla un ları ları r "."
Kavu Ka Kavuncu vunc vu ncuu Du nc D Dud Dudu, udu du, Ka du, K Karp Karpuzcu arp rpuz uzcu uz cuu D Dudu uddu Alaçatı A Al laç a at atı Pa PPazarında Paza aza zarı r nd rı nda da bö böyl böyle ylee poz yl poz verdi. verddii.. ve
ZZeytin Zeyt Ze eyt ytin inn vvee çi çiçek içe çekk bi birr ar aarada; rad ada; da; a iikisinin k si ki sini nin in de de ççeşidi eşşid idii bo bbol. bol ol.l.
M yv Me Meyva, y a, a ssebze, ebze eb bze ze, e, çi ççiçek içe çekk de dderken erkken ddeniz e iz en iz m mahsüllerini ahhsü süll üllller eriin er ini de de uunutmayalım. un nut utma tma m ya y lılım. m. BBiz iz ddee ke iz kkediler dile dile di lerr gi gibi gibiydik b yddikk bbalık bi allıkk ppazarında. azar az arın ar ınnda da.
Alaçatı A laç Alaç Al a at atı Pa PPazarı'nda azaarı r 'n 'nda da rrengarenk enga en gare ga renkk kkilimler. ililim imle im ler. ler.
Alaçatı A Alaç Al laçat atı tı Pa Pazar'ında aza zar' r ınnda r' da m mor or eenginar nggin inar ççiçekleri. inar içekkle iç leri ri. Ba BBaşş aş aaşağı şağğ ı ku kkurutup kuru uru ruttu tup tup eski şık yapabilirsiniz. eski es k bbakır akkır kkaplarda aplla ap lard rda da şı ık ar aaranjmanlar aran ran anjm jm man anlla lar yya lar apa pabi abi b lilirs irs rsiin iniz i z. iz.
Saass Sassız, ssız ız,, körpecik ız körp kö rppec e ikk börülceler. bör örül örül ülce celle ce ler.r BBuharda ler. uhar uh har ardda da ppişmiş, işmi miş, ş üüzerine zeeri rine organik orga or gani nik sı sızm sızma zm ma ze zzeytinyağı eyttin inya inya yağğı ğı ggezdirilmiş, ezdi ez d ri di rililm lmiş iş,, yanında yanı ya n nd nda da kırmızı kırm kı mız ızıı soğan soğa soğ so ğan iliile le ha hhayal haya aya y l ediyorum. eddiy iyor orum or um m.
Paza Pa Pazarda zaardda yöreye yööre reye y hhas ye as eell do ddokumaları dok oku kuma malla ları ları r ççok okk zzengin. engi ginn.. Peştemallar, Pe şttemal alla lla l r,r havlular, hav avllu lula lul lar,r pikeler, pikel eler ler e , oyalar. oyal oy alar lar ar.. Eskinin Esski k ni nin in yeni yeeni ni stilde stitild lde ld de uyarlaması uyar uyar uy arlla lama m sı olarak ola lara lara rakk bu şalvarlar şal alva lvaarl rlar lar a çok çokk rahat rahhatt ve ve şı şık. k. k.
Gözlerimiz Gö zller e im imiz iz ve ve gö gönlümüz nlü nl lüm ümüz ümü üz bayram bay ayra raam etti; etti et tti t; ne bbereketli erekket etli tlil ttopraklarımız oppra rakl k ar kl arım ım mız var. var ar..
Alaç Al Alaçatı a at atı Pa PPazarı'nda azaarı r 'n 'nda da rengarenk ren enga gare ga renkk sabunlar; sab abun bun unlla lar; lar; r kimisi kim imis isi defne, isi defn def de fne, e Mengerler Lifestyle 21 kkimisi ki imi misi si kkına, ınna, a, kkokla okla ok klaa kkokla okla ok kla aal.l.l. BBazı a ı aç az aaçıklamalar ıkkla lama lama m la lar da lar da dikkat dikkka kat çeeki çekiyor; k yo yor; rH r; Hatay atay at tay D Defne efne ssabunu ef abun ab bunnu sa saç aç dö ddökülmesine dökü ökü k lm lmes e in ine ça çare are iimiş. miş. mi ş.
$/$d$7, ûú5ú1&(
Şirince Şi rinc ri inc ncee Ev EEvleri Evl vle leri ri hhem em m mimari imar im arii açıdan, açıddan aç an,, hem hem de he de yemyeşil yem mye y şi şilil yamaca yaama maca c adeta ca ade deta ta gömülmüş göm ömülmü müş üş gibi gibi bi konuşlandıkları kon onuş uşlla uş landdıkkla ları r ı için içi çin in bir bir arada arad ar ada da bile bile olsalar olsal alar larr çok çokk hoş hoş ggörünüyorlar. ör ün örü ör ünüy üyor orlla lar.r. lar. Civardaki Civaarddakki tepeler Ci tepe te pelle ler çamlarla ler çaaml mlar arla la örtülü, ört rtül tül ülü, ü Şirince'ye ü, Şir irin ince c 'yye çıkan çııka kan yol yool üz üzer üzerinde eriin er inde de iise se m mor or ççiçekli içekkli hhatmiler, iç attmi mile ler,r ddeve ler, e e di ev ddikenleri dik ike kenl nler ler erii enn iilgi lgii çe lg çeken eke ken bi bitk bitkiler. tkkiller er.. Zeyt Zeyt Ze ytiin inlilikl k er kl er,, ma m anddal alin lin ina, ina, a iincir nciir nc ir bbahçeleri ahhçe çelle leri leri r vvee üz üüzüm züm m bbağları ağğla ları iile ları le ççevrelenmiş. evre ev reele lenm lenm miş i ş. iş. Zeytinlikler, mandalina,
Şirince'nin Kilisesi'nden Şiri rinc inc nce' e ni e' n n te ttepesindeki epesiinddekki St. St. John St Joohn hn K illis ises ises esi'i'i ndden e İİkonavari kona kona ko nava vari va r bbir ri i ffresko ir reskko de ddetayı. det eta tayı tayı y.
K lilise Ki Kilisenin seni nin in ze zzemini emi mini ni ggeometrik, eome eo mettr me trikk, mo m modern dern de r ttarzda arzdda dö ddöşenmiş öşe şenm nm miş iş m mermer e me er merr ve ssiyah ve iyahh çakıl iy çakk ıll ttaşları aşlla aş ları ları r ile ile dikkat dikkka kat çekiyor. çeeki k yoor.r
22
MengerlerLifestyle
Çeşmeli bir avlu içinde yer alan St. John Baptist Kilisesi, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restore edilmektedir. İki büyük ve altı küçük kubbe, ayrıca da dört tonoz ile örtülüdür. Kubbe ve tonozları taşıyan ve kiliseyi sahınlara bölen altı devşirme sütun (büyük bir olasılıkla Bizans devrinden kalma) ve her iki tarafta dört ayak vardır. Hazreti İsa’yı sembolize eden en eski gizli işaretlerden biri olan balık tasviri (alçıdan) tavanda görülmektedir. Sağ tarafta bir kadeh içinden çıkan İsa görülür. Bu tasvir İsa’nın vücüdu ve kanını temsil ediyor. Güney duvarda da fresk kalıntıları vardır.
$/$d$7, ûú5ú1&(
Dünyadaki herhangi bir yeri tam anlamı ile sevmenin, doğal güzelliğinin yanı sıra, insan güzelliği ile mümkün olacağına inanırım. Şirince’yi şirin yapan unsurlardan biri de bu idi. Meydandaki folklorik kıyafet giymiş dondurmacının seslenişini duyduk: "Annem yapar ben satarım, İçine sevgi katarım, Siz mutlu olun diye yaparım!" İçine, hem de sevgi katılmış dondurmaya kim hayır diyebilir? Sohbetinden keyif alacağımdan emin olduğum, kendini Muharrem Aslan, Arslan değil doğrudan hayvan diye tanıtan Şirince’nin şirin dondurmacısıyla laflamaya başladım. Şaka yollu dergimizden yollamak sözünü aldıktan sonra fotoğrafını çekmemize izin verirken, yanında yine folklorik elbiseler giymiş olan yardımcısı sevimli oğlunu gururla tanıttı. Öyle sadece külahta sunmuyor anne eliyle yapılmış dondurmalarını; yarım kavun keserek, üzerine meyva, çikolatalı sos veya meyva şerbetler dökerek yaratıcı ikramlar da yapıyor. "Stres, baş, diş ağrısına iyi gelir! Annem beni yapmış dondurma mı yapamayacak?" diyor. Adresini sorunca: "Çınaraltı Meydanı Dondurmacısı" yazmanın yeterli olduğunu söylüyor. Meydandaki çeşitli esnaf dükkanlarına davet ediyor; bağlarla çevrili yörenin ünlü üzümlerinden yapılmış şarapların
tadım ve satışını yapan birçok dükkan var; antika ve kilimlerle dekore edilmiş olanına uğrayıp bölgede yetişen üzümlerle ilgili bilgi alıyoruz. Sonra tepedeki St. John Kilise’sine tırmanmak üzere çakıl çukul daracık ama yöreye has tadımların ve el işlerinin satıldığı tezgahların; laf atan, her derde deva bitkilerin, köklerin reklamını kendi tatlı dilleri ile yapan ninelerin, teyzelerin olduğu eğlenceli bir patika bu. Alışveriş ve sohbet etmek aynı zamanda bir soluk alma oluyor ve farkına varmadan kiliseye varıyorsunuz. Manzaraya hakim konuşlanmış, mimarisi, girişte avlusundaki Meryem Ana heykelli havuzu ile sempatik bir kilise ama içeri girince içimiz buruluyor; güya restore edilmiş. Freskolarla bezeli duvar ve tavanları, mermer zemini ile belli ki zamanında özenilerek yapılmış. Köyün etrafında ise bugün hayvan barınağı olarak kullanılan birçok küçük kilise var. Eski Rum okuluna ait fotoğrafları, şimdi restoran olarak işletilen yapının duvarlarında görebilirsiniz.
Alaçatı, Rüzgarı ve İnsanları 1850’de adı "Alaca At" olan köy, Yumru Deresi’nin Ege Denizi’ne kavuşmaya çalıştığı yerdedir. Bataklık nedeni ile sıtmadan kırılan halk sadrazama heyet gönderir ve yakındaki Ege Adaları’ndan bataklığı
Surf Surf, rf,f, Al A Alaç Alaçatı'yı laç a at atı'ı yı ddünyaya ünyyaaya ünya ün y ttanıtan anıtıtan tan sspor. por.rr.. po Myga'da M My ga'd ga 'dda Ça Çağan ağa ğ n Ho Hoca Hoca'dan c 'ddan dders ca erss al er alan alanlar anlla an lar mu lar m mutlu. tlu. tl u u.
Tuuvaal Alaçatı'nın Tuval A laç Al a at atı'ı'nı n n hoş hoş re ho rrestoranlarından. est stor tor oran anlla an ları ları r nd ndan dan an. n. Adıı gibi Ad giibi b dduvarlarını uvar uv a la ar ları ları r nı n süsleyen süs üsle üsl leyyeen tu leye ttuval uva vall üz üüzerine üzer zer eriin ine re resim esi sim im ça çalışmaları, alıl şm mal alar lar a ı,ı, morr bo m mo boru boru r çiçekleri, çiç içekkle leri ri, begonviller bego bego be gonv nviilille nv ler vee güzel ler güz üzel el bir bir i menü. men enüü. ü.
Zeytin Zeyt Zeyt Ze ytin inn Konak Konakk ve ve Taş Taaş Otel Otel Ot el Alaçatı'nın A la laça çattı tı'n 'nın zevkli zeevkkli konaklama konakkla lama m dduraklarından. urakkla ları ları r nd ndan dan an..
Cumbalar, Cuumbbal alar lar ar,, Alaçatı A laçat Alaç Al atı evlerinin evle evl ev leriini nin in karakteristik mimari kara ka rakt ra k er kt eriis isti tikk mi m m ri ma ri ddetayı. etay et tay ayı.ı.ı
Mengerler Lifestyle
23
Asma antika Asma m YYaprağı'nda apra ap rağı ra ğ 'nnda ğı da yyemeklerin em mek ekl kle leri rin an anti tika ti ka ccam ka am m vvee porselenlerde gelmesi, gözleri pors po rsel elen len enl nle lerdde ge gel lmes lm esii,i, öönce ncee gö nc zller eri ri ile ilile yiyenler yiyyeenl yiye yi nler lerr iiçin çn çi çesnileri çeesn snilililer erii da er daha daha h leziz lez e iz iz kılıyor. kıllıyyor or..
Paalm Palmiyelerin lmiyel eler ler erin inn altındaki altltın ınnda daki daki k ççay ayy bbahçesi ahhçe ç si si ççok okk kkeyifli. eyiifl ey ifli.i
Alaçatı'da, A laç Alaç Al a at atı'ı'da da,, hoş hoş sürprizler ho sürp sü rppri rizllerr bekler bekkle ler sizi; ler sizi zi;i; bazen baze baze ba zenn tü ttüm üm so ssokağı sok oka kağı ğ kkaplayan, aplla ap laya laya y n, n ttavanı avan av anıı da an da bbalık allıkk aağları ğlar ğl arıı olan olan bir bir i restoran, res estto tora tora ran, n bazen n, baz azen en de de sevimli sevi se viml mli dükkanlar. dükk dükk dü k an anlla lar.r. lar.
Asma Assma ma Yaprağı'nın Yappra rağğı ğ ı'n 'nınn sevimli sev e im imlil dekoru. dek ekor kor oru. u.
Bir B r restoran Bi rest re stor tor oran an girişi. gir iriş iri işi.i.
Dar mekanlar Dar bütçe büütç tçe ile ilile zzevkli e kl ev k i me m mek eka kanl nlar lar yaratmak; yarat atma m k; k bir restorandan bir re est stor tor oran andda an dan köşe. dan köşe köşe kö şe..
RRestoranın Re stor st tor oran annın cana can anaa yakın yaakı kın sahibi sah ahib hibbi ve llezzetlerin e ze ez zetl tller eriin in yaratıcısı yar a at atıc ıcıs ısı Ayşe N ur M ıhcı ıh hcı c , Ay Ayşe şenn Gü şe üre rell Si Sile le bbirlikte. irlilikt irli ir k ee.. kt Ayşe Nur Mıhcı, Ayşen Gürel
Zeyt Zeyt Ze Zeytin ytin in Konak Konakk O Otel'in tel'l'inn te bol naneli bol bo nane na nelilil limonatası ne lim imonat atas asıı m ht mu muhteşem! hteş eşem eş em m!
Şirin Şiri rin in bi birr ta ttakı akı kı ddükkanı ükkka ük kanı ggirişi. irişşi.i. iriş ir
Tango Ta ang ngoo An A Antika; nti tika ka; so ka sok sokak kak ar ka aras arasında asın as ınnda da m mutlu utlu ut tlu bbir i kkeşif ir eşiif eş if ddaha. aha. ah ha. a
24
MengerlerLifestyle
Köşe Kö şe K Kahve; ahhve ve;; şömineli, şöömi mine n lil , Murano M raano avizeli Mu avi v zeelil hoş hoş bbir i ddekorda ir ekor ek kor ordda da ttadına ta adı dınaa doyamadığınız dına doy o am maddığğ ın ınız ız sakızlı sakkız ızllılı kahvenin kahhveni nin adresi. addresi si.
Köşe Kö şe K Kahve ahve ah hvee girişi. gir iriş işi.i.
Ters Te ers ççevrilmiş ev ri rililm lmiş i iiskemleler skkem mle lele lel ler dü ler ddüzelecek, düze üze zelle lece lece cek, k, k, sofraları sofr so fral alar lar arıı Begonviller Bego Bego Be g nv nvilillle ler süsleyecek. ler süüsl sley leyyec e ekk.
$/$d$7, ûú5ú1&( kurutmak üzere Rum işçiler getirtilir. Bataklık temizlenir, toprağın bereketini gören Rumlar yerleşmeye karar verirler. Alaca At demeye dili dönmeyen Rumlar buraya Alatzata adını verirler ve bu güzel evleri yaparlar. Alaçatı’da ümitlerim yeşerdi; sanatçısı doğa ya da insan olan, güzelliklerin değerini bilen ve kurtarmaya çalışan insanların başardıklarını gördüm. Umalım 2001’de kurulan Alaçatı Koruma Derneği diğer beldelerimize de korunarak gelişmede örnek olsun. Alaçatı’yı hem insanı, hem sunduğu tüm güzelliklerle çok seveceksiniz.
sahibi Türklerin, Rum işçilere tarlalarını kiraya vermesi ile başlar; dere tepe bağlar kurulur. 1890’larda Alaçatı Limanı’ndan dünyanın her yerine şarap ve kuru üzüm gönderilir, zeytinlikler, dutlukların yanı sıra dünyada yalnızca Sakız Adası’nda yetişen sakız ve badem ağaçları yetiştirilir. 1914 Balkan Savaşı yıllarında Rum halk kaçar, 1924 mübadele yıllarında gelen Müslüman Türkler ise bağcılık ve zeytincilik hakkında bir şey bilmediklerinden bağları söküp yerine tütün dikerler.
Rüzgarın gücü... Don Kişot'un taş yel değirmenleri ve uzaklarda modern teknolojinin rüzgar tribünleri ise Alaçatı’ya has bir kontrast.
Bu iklim ve topraklar tütün yetiştirmeye elverişli olmadığından halk sıkıntıya girer, ancak geçinir. Alaçatı 1990’lı yıllarda sörf tutkunlarının keşfi ile yeniden canlanır. Sabah Alaçatı pazarını gezerken geçmişte yaşananları düşünüyorum; şaşırıp gülümsememek mümkün değil bu bolluk karşısında. Kavunlar yığılı bir tepecik olmuş; bir bez pano gerilmiş "Kavun Dudu" yazıyor, arka fonda kavun tarlaları ile bir Hatun Teyze’nin resmi. Bir bakıyorum Kavun Dudu bana laf atıyor. Meyvalar gel resmimi yap, salatalar nar ekşisini gezdirip çıtır çıtır ye derken, mor enginar çiçekleri ve lavantalar bizi hemen bir vazoya yerleştir diye sesleniyorlar. Sakız balı, lokumu, reçeli, kahvesi, çeşit çeşit bitki çayları ve el işi göz nuru dokumaları ile tam bir cümbüş.
Alaçatı’da tarımda verimin başlaması Hacı Memiş Ağa önderliğindeki büyük toprak
Öğleden sonra hoş sürprizler ve yeni keşiflerden emin, kaybolmak üzere Alaçatı’nın
Alaçatı A Al laç a at atı es eeskiye ski k yee ssahip ahhip ip ççıkan, ıkkan an, n, yo yozlaşmaya zllaş aşma m ya ma y iise se kkarşı karş ka arş rşıı koyan koya koya ko y n örnek örne örne ör nekk bir bir beldemiz. belddem beld be emiiz i z. iz.
Zeytin Zeyt Ze ytin yt inn Konak Konakk Otel'de Ote tel'l'de de duvarda duv u ar ardda da değerlendirilmiş değe değ de ğerl rlen len enddi diri rililm lmiş iş çeşitli çeşşititlilil aantik ntik nt tikk bbuluntular. ulun ul lun unttu tula tul lar.r. lar.
Rüzgarın üflediği sörfler, kanatlarını katlamış kelebekler gibi yer yer turkuaz, yer yer koyu mavi sularda. Yılın en az 330 günü rüzgar esen Alaçatı Limanı’nda dalga yok, dibi sığ kumluk ve bu özelliklerinden dolayı bugün dünyanın en önemli sörf merkezlerinden biri. Rüzgar... Cumbalı beyaz evlerin uçuk mavi pervazlarından dışarı incecik keten perdeleri uçuruyor.
sevimli sokaklarına atıyorum kendimi. Show öncesi hazırlığı gibi restoranlar, cumartesi akşam yemeği telaşındalar. Ters çevrilmiş iskemleler düzeltiliyor, masalar hazırlanıyor. Tüm ürünlerimiz yerli yetiştiriciden diye belirtilmiş; Asma Yaprağı’nda taptaze dolmalar tepsilere diziliyor, mezeler süsleniyor. Alaçatı’nın cıvıl cıvıl sokaklarını, enerjisini hissetmek için begonvillerin altındaki Tuval Restoran iyi bir seçim. Deniz ürünleri ve deniz kenarını canınız çekerse, Ferdi Baba Marina’yı öneririm. Burası sokaklardaki kalabalıktan uzak, sakin ve sessiz bir akşam yemeği için ideal; deniz kenarındaki masalar deniz aydınlatıldığı için ayrıca hoş ama erken rezervasyon gerekiyor. Yemeklere gelince, Laos buğulama nefisti, deniz mahsulleri çorbası ( Bouillabaisse) kıvamındaydı, onca leziz mezeden sonra fazla gelmesine rağmen keyifle kaşıkladık. Üzerinde sakızlı dondurma ile gelen karamelize ekmek tatlısı geceyi mutlu bir son ile noktaladı. Yeryüzünde görülecek daha nice yer varken, tekrar tekrar gitmek istediğiniz yerleri düşünün, sizi çağırırlar sanki, özlemini çekersiniz. Ülkemizde böyle beldelerin her geçen gün çoğalmasını dileyelim. Dünyayı severek gezerken, başka bir yazıda buluşmak üzere...
Don Don Ki K Kişot'un şot't't unn eejderhaları şo jdder erhha hala hal ları ları r ı ve ve uzakta uzakkta yeşil yeş eşiilil enerji ener en e jij ssimgesi imge im g si si rrüzgar üzga üzga üz garr tribünleri. trib tr ibbün ünle ünl leri r i.
Mengerler Lifestyle
25
"Hangi Emre Yılmaz'ı arıyorsunuz?" YAZI: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: SENİH GÜRMEN EMRE YILMAZ ARŞİVİ
Bu söyleşi bir Emre Yılmaz ile başladı; derken iki Emre Yılmaz’ın hikayesi oluverdi. Biri müzik, diğeri animasyon ve dijital kuklacılık alanlarındaki başarıları ile tanınıyorlar. Müzisyen olan İstanbul New York arası mekik dokuyor, diğeri San Francisco’da yaşıyor. İkisi de tutkularını çocuklukta bulmuş. "Sevdiğin işi yaparsan bir gün bile çalışmamış olursun" demiş Konfüçyüs. Onlar: "Ben her gün en sevdiğim şeyi yapıyorum, bir de üzerine para veriyorlar" diyen şanslı insanlardan. Kendi alanlarında, birbirlerinden habersiz en çok severek yaptıkları projelerden biri de Susam Sokağı (Sesame Street) olmuş. Sadece başarılı değil, yardımsever ve iyi insanların yaşam hikayesini barındıran bir söyleşi bu; yazı içindeki linkte Animatör Emre Yılmaz’ın babasının hayat hikayesini de okuyunuz. Müzisyen Emre şöyle anlattı tanışma hikayelerini: "Diğer Emre Yılmaz ile daha öğrenciyken yazışmıştık ve eğer ihtiyacım olursa kendisine ait olan emreyilmaz.com adresinde bana bir link verebileceğini söylemişti. 'Only Yesterday' isimli şarkım çok beğenilip prestijli Billboard Dergisi’nde hakkımda çıkan yazı üzerine, sayfama sayfasında link vermesini rica ettim. Ertesi sabah bir email'de: "Bu iyi mi?" ( Is this good? ) yazıyordu.. Sayfasını ikiye bölmüş, bir tarafa beni, bir tarafa kendini koymuş ve yukarıya; Hangi Emre Yılmaz’ı arıyorsunuz? (Which Emre Yilmaz are you looking for?) yazmış. Hala her gördüğümde gülümseyip teşekkür ediyorum. Kazanmak için başkasının kaybetmesinin gerekmediğine, ‘herkesin kazanması’ idealine inanan bir insanla daha tanışmış oldum." 38
MengerlerLifestyle
Emre Yılmaz Em Emre Yıllma m z
Biz de önce Müziyen Emre Yılmaz’ı tanıyalım. Müzik sevginiz ve yeteneğiniz kimler tarafından fark edildi? Ailem tarafından, çocukluktan beri çeşitli aile kutlamalarında elimde gitarım şarkı söylerdim. Eğitiminiz, sizi etkileyen müzisyenlerden bahseder misiniz? İlkokuldayken Behzat Gerçeker 2 yıl boyunca piyano hocam olmuştu. Şişli Terakki Lisesi’nde hazırlık öğrencisiyken, Ömer Bayramoğlu ile tanıştım ve gitar derslerine başladım. Liseler arası Altın Mikrofon Müzik yarışmasında Türkiye İkincisi olduk. Akabindeki yaz Sertab Erener’in vokalistliğini yaptım, "Aacayipsin" adlı Tarkan şarkısını söylüyordum konserlerde, o yüzden "Sertab’ın 14’lük Tarkan’ı" diye yazılar çıkmıştı. O dönemde Sezen Aksu ile tanıştım. Müziğin artık mesleğim olmasına ve konservatuara gitmeye karar verdim. İsmet Ertaş ile klasik gitar derslerine başlayıp konservatuvara hazırlandım. İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvar’ının orta-lise kısmının gitar bölümünde Erdem Sökmen ile bir yıl çalıştıktan sonra, 1997 yılında burs kazanıp Amerikaya geldim. Michigan eyaletindeki Interlochen Arts Academy’de John Wunsch ile çalıştım. Üniversitede Eastman School of Music’de Andres Segovia’nin öğrencilerinden Nicholas
Emre Yılmaz Em Emre Yıllma m z
Golluses hocam oldu. Klasik gitar eğitimi boyunca David Russell, Assad Brothers, Roland Dyens, Fabio Zanon, Scott Tennant ve Adam Holzman gibi ustaların derslerinde çalma fırsatım oldu. Okul bitince 2003 yılında New York’a taşındım. Caz gitarist Spiros Exaras ile de yıllardır New York’ta çalmaktayız. Sizi en etkileyen projeler neler oldu? En son çok keyifli bir proje yaptım, gitarist, besteci veya şarkıcı olarak değil de müzik direktörü olarak. Ares Media olarak Susam Sokağı "Elmo Makes Music" adlı müzikalin Türkçe prodüksiyonu ve dublajı idi. Geçtiğimiz Aralık'ta, TİM Show Center'de sahnelendi. Tüm şarkıları Türkçeye uyarladım ve sözlerini yazdım. Susam Sokağı farklı jenerasyonlara aynı anda hitab edebilen bir proje, 80’li yılların çocukları şimdi kendi çocuklarını ellerinden tutup getirdiler gösteriye. Bu yüzden hem çocuklara, bir yandan da anne babalara hitab etmek gerekiyordu. Çok değişik ve keyifli bir tecrübe oldu. Tarzınızın oluşmasına etkisi olan yerli ve yabancı müzisyenler kimler? Yerli olarak MFÖ ve Bülent Ortaçgil diyebilirim. Yabancılardan; John Lennon, Paul McCartney şarkıları hayat felsefesi niteliğindedir.
Besteciliği ve performansiyla Sting herzaman etkilemiştir beni. Batı ve doğu kültürünü aynı zamanda yaşayan bir sanatçısınız, bu birikimlerin müziğinize etkisi oluyorsa nasıl yansıyor? Ne kadar çocukluktan itibaren batı müziği dinleyip eğitimini almış olsam da geldiğim yerin birikimi benimle. Bunun kıymetini daha çok New York’a fark ediyor insan. Dünyanın her yerinden gelmiş müzisyenler var, hepsi geldiği yerden birşeyler getiriyor. Emre Yılmaz ne tarz müzik yapıyor diyebiliriz? Alternatif pop diyebiliriz. Bir his, bir mesaj ya da bir tını ile mi başlıyor yeni bir şarkının ilk notaları? Genellikle önce bir melodi ile geliyor. Sonraki üretim aşaması ayrı bir hikaye, bazen sancılı olabiliyor ama baştan sona o şarkı bittiğindeki hissiyat tarifsiz. Kendimi çok şanslı hissettiğim bir başka şey ise bu konuda kafalarımızın uyuştuğu birkaç dostumun olması, birlikte yazıyoruz. Şarkıların çok başka bir gücü var, sözün ve melodinin doğru birleşiminin dünyayı değiştirebilecek bir güce sahip olduğunu düşünüyorum. Mengerler Lifestyle
39
ú.ú (05( <,/0$=
Adaşınız ile tanışmanıza neden olan şarkıdan söz eder misiniz? Kuzinim Melis Anahtar o sene MIT’den mezun olup Rhodes Scholar olarak Oxford’a gidecekti ve ona mezuniyet hediyesi olarak bir şarkı yapmaktan daha iyi ne olabilirdi ? New York’ta 2004’den beri beraber çalıştığım arkadaşım Ayhan Şahin ile ‘Only Yesterday’ adında bir şarkı yaptık. Mezuniyet partisinde ona şarkıyı www.songformelis.com diye bir web sayfasıyla hediye etmiştim, sonuçta o gün mezun olan herkesin şarkısıydı ve web sayfasının trafiği yoğundu. Bunun üzerine Ayhan’ın şirketi Young Pals üzerinden şarkıyı piyasaya çıkarttık, bir mezuniyet şarkısı gerekirse lisanslanmış olsun diye ve Billboard’da hakkımızda çok güzel yazmışlardı. New York ve İstanbul’daki çalışmaları nasıl programlıyorsunuz ? 1997-2010 arası Amerika’da yaşadım, şimdi iki en sevdiğim şehir arasında gidip geliyor olmak çok güzel. İkisi de benim şehrim. Sadece bazen ne oraya ne de buraya ait olmadığını hissediyor insan. MusicWorks kurucularından 40
MengerlerLifestyle
ú.ú (05( <,/0$=
Murat Hiçdönmez, Ersel Serdarlı ve Ares Media olarak Istanbul’da bir stüdyo açtık. Sarıyer’de hem İstanbul’da, hem de şehir dışındaymış gibi hissettiren bir yerdeyiz. Birçok ünlü kişiyle karşılaşmanın en mümkün olduğu şehir New York diye düşünüyorum, bu konuda anılarınız var mı? New York sokaklarında herkesi görmek mümkün. Bir gün, gündüz bir etkinlikte çalmıştım, eve dönerken Paul McCartney’i gördüm. Daha olayı idrak etmeye çalışırken o karşımda durdu ve sırtımdaki gitar çantasını göstererek: "Hey sırtındaki bir gitar mı?" dedi. Ben donup kaldığımdan sadece: "Sizi görmek çok güzel" diyebildim. Yani sokakta bir ünlüyü görüp konuşma durumunun çıtasını benim için oldukça yükseltti Paul McCartney. Onun dışında çaldığımız özel davetlerde ünlü isimler oluyordu zaman zaman. Bir keresinde ünlü televizyoncu Matt Lauer’in evinde bir partide çalıyorduk. Davetliler arasında Jerry Seinfeld, Regis Philbin, Barbara Walters ve Bon Jovi vardı. Bir başka seferinde çaldıgımız bir düğündeki davetliler arasında ise Robert Mengerler Lifestyle
41
ú.ú (05( <,/0$=
De Niro vardı. Yine özel bir partide çalarken yan evlerden sesi duyup gelmiş, kendisine içki ikram ettik, sohbet ediyorduk, insanların ona gelip: "Sizin büyük hayranınızım" demesinden anladım, ünlü İngiliz şarkıcı Joss Stone’muş. O kadar mütevazi ve normal gelmişti ki. Sezen Aksu, Sertap Erener birlikte performans yaptığınızı bildiğim Türkiye’deki ünlüler. Bu programlardan ve başka eklemek istediklerinizden söz edelim. 2011 Temmuz Açıkhava Konserleri'nde Sezen
Hanım sahnesine davet etti ve bir şarkısında düet yaptık. Heryere ve herkese yetişecek boyutta sevgi dolu bir kalbi var kendisinin, çok özel bir insan. Emre Yılmaz’ın yaşam felsefesi nedir? John Lennon’un; "Hayat sen başka planlar yapmaktayken olup bitenlerdir." sözü çok önemli bence. Sevmek, öncelikle kendini sevmek, kabul etmek, kendi ışığının hiç sönmediğinden emin olarak yaşamak. Bazen karanlıkları aydınlığa çevirmek için tek bir ışık yeterli olabiliyor.
Gerçekleştirmek istedikleriniz ve hayalleriniz ile söyleşimizi noktalayalım isterseniz. Yazmaya, çalmaya ve söylemeye gücüm yettiği sürece devam etmek istiyorum. Bir ömürlük bir eğitim bu. İnsanın kendisini öncelikle kendi kalıplarından arındırmaya çalışması, daha özgürce ifade edebilmesi. Bu yolda ilerlemek, geriye dönüp baktığımda hikayesi olan şarkılardan oluşan albümlerimi dinlemek istiyorum. Onun dışında da zaten hayatta sevdiğim işi yaparak hayalimi yaşıyorum.
Animasyon ve Dijital Kuklacılık Animasyon ve dijital kuklacılığa nasıl merak sardınız? Çocukluğunuzda Walt Disney yapımları sizi büyüledi mi? Kendimi bildim bileli animasyon ve kuklacılığa meraklıyım. Disney, Warner Brothers çizgi filmleri, Susam Sokağı ve Muppets özellikle. Ben çocukken Disney’in kısa metrajlı filmlerini seyretmek kolay değildi. Bambi ve Sinderella gibi filmler birkaç senede bir yakınımızdaki bir sinemada oynardı ama kısa metrajlıları bütün kütüphaneleri araştırır, ödünç almaya çalışırdım. Nasıl bir öğrenim yolu izlediniz? Benim öğrenimim biraz sıra dışı idi. Öğrendiğimin çoğunu ya kendim, ya da işde öğrendim. Önereceğim bir strateji değil, şimdi çok daha iyi seçenekler var. Lisedeyken animasyon ve kuklacılık ile geçim sağlıyabileceğime inanmıyordum. Bu "Toy Story"den önceydi! Sonunda Harvard Üniversitesi'nde psikoloji, nöroloji ve bilgisayar biliminin kesiştiği bir alan olan kavramsal bilim okudum. Örneğin video oyunları için basit araba kullanma simulasyonları. Üzerinde çalıştığım bazı konular insanların nasıl emniyetle fren yapabilecekleri ve insanların araba kullanırken sohbet edince nasıl dikkatlerinin dağıldığı idi. Tüm artan zamanımı kuklalarla çalışarak geçiriyordum. Üniversitede kuklalar için bir sahne oyunu 42
MengerlerLifestyle
düzenlemek, yerel tv’de Muppet tipinde bir gösteri hazırlamak ve Güzel Sanatlar’da okuyan kardeşim Levni'nin projelerine yardım etmek gibi. Bilgisayar grafiği programlarını animasyon ve eğlence yaratmak için kullanabileceğimin farkına vardım. Ve nasıl olduysa San Francisco’daki ufak bir firmayı beni işe alması için ikna ettim! Yetişmek için çok çalışmam gerekiyordu. Ama eğer birşeye gerçekten ilgi duyuyorsanız, çalışmak çok kolay geliyor. Bugün bile öğreniyorum, işime yardım edeceğini düşündüğüm konularda ders alıyorum. Coursera (coursera.org), Udacity (udacity.com), EdX (edx.org) gibi üniversite ve lisansüstü kategorisinde ( MOOCs diye de biliniyor ) internette parasız derslerin sunulduğu sitelerin yaratılması beni gerçekten çok heyecanlandırıyor. Uzun çalışma saatleri olan bir ebeveyn olarak bu siteler sayesinde
çok şey öğrenebildim. Sanırım öğrenime çok değer vermemin ve bunu değerlendirmemin sebebi yakın zamanda vefat eden babamın hayat hikayesi; Denizli Dergisi’nde yayınlandı. http://yilmaztheory.com/babastory/articles/ DenizliMagazineArticle.pdf Yarattığınız karakterlerden söz eder misiniz? Shrek 3’de Prenses Fiona’yı (Shrek’in eşi) Madagascar’da çocuk karakterlerinin yarısını oluşturdum ve sahne arkası teknolojinin bir kısmında çalıştım. Christmas Carol’da ise Marley’in hayaletini ve Christmas Hayaletinin Geleceği’ni. Korsanlar, Kovboylar ve Uzaylılar’da hareketler, ciltler ve kıyafet simulasyonları üzerinde çalıştım. Susam Sokağı çok farklı bir projeydi. Elmo’nun dünyası için çekmece, tv seti ve kapı gibi canlı mobilyalar yarattım; bilgisayar animasyonu olmasına rağmen Elmo
ú.ú (05( <,/0$= ile birlikte gösterime sunulabiliyordu. Bir karakterin yaratım aşaması nasıl başlıyor ve ne gibi teknikler kullanılıyor? Teknik yönden bir karakter üzerinde birkaç grup çalışır. Önce sanatçının çizdiği eserin bilgisayarda 3D model ve heykeli yapılır. Bir heykel sanatçısının bilgisayarda yaptığınla eştir. Sonra sıra animasyondadır, karakterleri canlandıran ve kişiliğini ortaya koyan insanlarda. Animatörler kabaca aktör ve kuklacı olmak ile benzetilebilir.
ve birgün çocuklarımın benim üzerinde çalıştığım programları seyredeceklerini bildiğim için Susam Sokağı için yaptığım çalışmanın kalbimde apayrı bir yeri var. Birlikte çalışmaktan zevk aldığım diğer bir proje de kardeşim Levni’nin "Tales of Mere Existence" isimli başarılı YouTube serisi: www.ingredientx.com. Bir projede en zevkli ve en zor kısımlar neler? Benim için ilk safhaları hem en zevkli, hem de en zor. Bazen bir karakter ya da proje güçlük
firmalardan farklı ve tam anlamıyle kendimi vererek bir çalışma yaptım. Heyecanımı da gördüklerinde Susam Sokağı projesini biz aldık. Bunu anlatmamdaki neden, bir şeyi çok istediğinizde, tutku ile sıra dışı şeyler yapmak sizi sonuca götürür. Bu alanda çalışacaklara ne gibi önerileriniz var? Gördüğüm en harika animasyon işleri Avrupa’da Supinfocom, Gobelins, Filmakademie Baden Wurttemberg’den çıkıyor. İnternette de animationmentor.com ve fxphd.com gibi siteleri öneririm. İlk başlandığında büyük stüdyolara girmek zor, ancak belli bir konuda uzman iseniz ve bunu kanıtlayacak çalışmanız varsa olabilir. Ufak bir stüdyoda başlarsanız, daha çok sorumluluk alıp, çeşitli alanlarda çalışarak yükselme şansını elde edebilirsiniz. Başkaları ile uyumlu bir şekilde ekip çalışması çok önemli. Türbülanslı bir alan olduğunu da bilmekte yarar var; ulaşmak istediğiniz yere varmanın anahtarı; esnek, açık görüşlü olmak ve alternatif yollar aramaktır. Emre Yılmaz’ın hayat felsefesi ve hobileri neler? Yapmaktan çok zevk aldığım ve geçimimi sağladığım bir meslek bulduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum. İş dışında en çok çocuklarımla oynamak, doğada yürümek ve kamp kurmak başlıca zevklerim.
Bu arada benim yaptığım hassas bir kısım var; karakter teknik yönlendirme (rigging) denilen. Kuklanın bilgisayarda yapılmasıdır; sanat ve bilimin, estetik ve programlamanın karışımıdır. Animatörün karakteri istediği şekilde hareket ettirebilmesi, yüz ve istenen duygu ifadelerini gösterebilmesi, bizim işimizdir. En çok hangi projelerden zevk aldınız ve gurur duyuyorsunuz? Ben üzerinde çalıştığım her projede keyif alacağım kendine özgü birşey bulurum. İlk defa karşılaştığım bazı teknik zorlukları çözmenin keyfi gibi. Bazen bir projeyi esas harika kılan insanlar; özellikle Dreamworks ve Imagemovers’da birlikte olağanüstü çalışan müthiş bir yaratıcı ekip var. Muppet kuklacıları ile çalışmak çok zevkliydi
çıkarır, işe yarayanı bulana kadar çeşitli metotlar denerim ve bu yeni yöntem ya da işlem çalışırsa, çok heyecan vericidir. Genel seyirciyi şaşırtacak yeni teknikler var mı? Bir tanesi özellikle enteresan; sanal karakter bir çocuğun söylediğine karşılık veriyor; yani sanal karakterle sözsel bir iletişim kuruluyor. Beni diğer heyecanlandıran da 15 sene önce buzdolabı büyüklüğünde bilgisayarlar varken, şimdi akıllı telefon ve tabletler gibi ufak ekranlar için tasarlanan programlar. Paylaşmak istediğiniz ilginç bir anınız var mı? Susam Sokağı’nın firmamızla bir proje için iletişimde olduğu dedikodusunu ama firmamızın pek hevesli olmadığını duymuştum. Ben SS’ını çok sevdiğim için diğer
Em Emre mre YYılmaz'ın ıllma m z' z ınn bbabası abas ab bas asıı de ddeğerli eğe ğerl rlili Bi BBilim ililim m Ad Adam Adamı am mı Hüse Hü seyi yin in Yı Yıl lmaz lm az''ı'ın duygu duyg duyg du yguu yüklü yüükl k ü vee sıra sır ı a dışı dışı dı ş hayat hayat at Hüseyin Yılmaz'ın hikka hi kaye y siinii yyazıda azıd ıda da iliilişik liş işik ikk olan ola lan linkte lan liinkkte okuyabilirsiniz. oku kuyyaabi b lilirs rsiin rs iniz ini i z. hikayesini
Mengerler Lifestyle
43
Mengerler YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...
1/2014 Lifestyle
MengerlerLifestyle YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...
JIMMY NELSON MERCEDES-BENZ S-SERİSİ SALZBURG - KEY WEST İSMAİL TÜREMEN AYŞE TOLGA 3D YAZICILAR
1/2014
YILDIZLI HAYATLAR • KÜLTÜR • SANAT • SÖYLEŞİ • GEZİ • LEZZET • SAĞLIK
Salzburg - Zell Am See 8
Bu kış YAZI: M. FARUK SİLE FOTOĞRAFLAR: M. FARUK SİLE ZELL AM SEE TURİZM BÜROSU
kayak mı istiyorsunuz?
Size dünyanın iki ayrı bölgesini tanıtacağız, seçim sizin. İster 365 gün zirvesinde karı buzu eksik olmayan Avusturya’nın ünlü kayak merkezi Zell Am See – Kaprun ve Salzburg, ister Amerika’nın en güney ucunda Küba’ya doğru uzanan tatil cenneti Key West… İkisi de yılbaşında birbirinden güzel ve keyifli.
Yurtdışında kayak merkezlerine tatil için gidenler bilirler, Türkiye’deki kayak merkezlerimizden çok farklı bir tatil deneyimi yaşarsınız. En önemli fark ise yaz kış yaşayan bir kasabanın içinde yer almasıdır. Genellikle dağın eteklerinde kurulan bu kasabalarda bankası, eczanesi, bakkalı, postanesi hepsi zaten kasaba halkına hizmet vermek için vardır. Bu nedenle kış tatili sadece kayak yapanlara fırsat tanıyan, diğer misafirler için ise yürüyüş dışında pek bir olanak tanımayan yerler değildir. Kayak yapmıyorsanız bile, kafesinde, mağazasında, sanat galerisinde, hatta müzesinde keyifli vakit geçirebilirsiniz.
MengerlerLifestyle
İşte Salzburg Bölgesi'nin bu şirin dağ kasabası, yaşayan halkı ile yaz kış misafirlerine genç Alp Dağları’nın en dayanılmaz görsel şölenini ikram ediyor. Araba ile gitmişseniz çevrede gezip görülecek çok şey var. Ama arabasız gelmişseniz de ring sefer yapan otobüsler sizi zahmetsiz ve konforlu bir şekilde istediğiniz noktaya taşıyorlar. Klasik kış tatilini tercih edenler için Avusturya’nın en gözde kayak merkezleri arasında yer alan Zell Am See-Kaprun, Salzburg Bölgesi'nde
Key West
tatilinde, Palet mi? 138 km’ye ulaşan toplam pistleri ile doya doya kaymak isteyenleri bekliyor. Bu kadar çok pist olunca doğal olarak her seviyede kayan misafirin kendine uygun çok sayıda pist bulması mümkün oluyor. Schmittenhöhe ve Kitzsteinhorn ben bu tatile kaymak için geldim diyen ileri seviyeli kayakçılara kucak açarken, Schmitten ve Maiskogel aileler için ideal bir yer oluyor. Salzburg Bölgesi’nin bu dayanılmaz kayak merkezi Zell am SeeKaprun’da sezon yaklaşık on ay boyunca erken sonbahardan başlayarak yaz aylarına kadar kaymaya olanak tanıyor. Schmittenhöhe’de pistlerin toplam uzunluğu 77 km’yi buluyor. Kitzsteinhorn’da ise 41 km pist var. Profesyonel kayakçılar burayı tercih ediyorlar. Tabii arada yumuşak inişler de bulmak mümkün. Ama özellikle çocuklu ailelerin yumuşak meyilli pistlerin bol olduğu Maiskogel’i tercih etmelerini öneririm.
Ben bu pistlerden sıkıldım daha farklı bir şeyler yapmak istiyorum diyen serbest kayanlar aradıkları heyecanı fazlası ile bulabilirler. Pist dışı yollar, özel tasarlanmış eğlence parkları ister bol karda ister dik yamaçlarda adrenalin patlaması yaratabilecek düzeyde. Kısacası herkesin aradığını bulabileceği bir kayak merkezi Zell Am See – Kaprun. Eskiden iyi kayak bulmak önemli bir sorun olurdu. Özellikle de ayaklara uygun, rahatsız etmeyen bir ayakkabı istiyorsanız muhakkak yanınızda taşımanız önerilirdi. Artık seçenek bol. Muhakkak tam aradığınız gibi bir takımı burada kiralamanız mümkün. Kayak taşımayı sevmeyenler bu imkanı değerlendirebilirler. Oteller ve restoranlar çoğunlukla dağın eteğindeki, yer fıstığı formundaki yazın kristal gibi berrak ama kışın üzeri tümü ile buzlarla kaplı olan 4,7 km. karelik gölün etrafına yerleşmişler. Yürümeyi sevmeyenler liftlerin kalkış noktalarına yakın otelleri tercih edebilirler. Ama kasabaya biraz daha uzaktan bakayım, dağı ve eteklerini göreyim isteyenler de gölün karşı kıyısında yerleşik çok sayıda şirin otelden birini seçebilirler. Mengerler Lifestyle
9
Salzburg'dan şiir gibi bir kış manzarası. Salzach Nehri kıyısındaki, Mozart'ın doğum yeri olan bu şirin kasabanın her mevsim ayrı güzel olduğunu da unutmayın. Bahar ve yaz aylarında Mirabel Sarayı'nın önünden kalkan turlar bu civarda çekilen Sound of Music filminin bahçe ve mekanlarına götürüyor.
Kitzsteinhorn Buzulu
Gölün karşı kıyısında kalırsanız farklı bir manzarayı izleyebilirsiniz.
Kitzsteinhorn 3203 m
GIPFELWELT 3000, 3029 m:
GLETSCHERPLATEAU, 2900 m:
Gipfel-Restaurant
Höhenloipe, Gletscher-Shuttle, Glacier Park, Magnetköpfllifte
Nationalpark Gallery, Cinema 3000, Panorama-Plattform „Top of Salzburg“
Kitz- & Keeslifte
4b
T
35
40 Rodelbahn
< Bruck-Fusch
28 27 26 36
31
30
29 25
M
S
24
Kaprun K
ORTSKASSA Tickets
Flugplatz
22
Langlaufloipe / cross-country trail Nachtloipe / lighted night trail
14
10
MengerlerLifestyle
29
Funslope
Alpin Coaster
Skidepot / ski depot
Schmit S
17
13
Trainingsgelände / training area
CongressCenter
bahn
8
bah
Sonn
26
12a 16
SONNKOGEL, Bergstation: Sonnkogel
24
B 30 19
29 Hochmaisbahn: NEW
SCHMITTENHÖHE & SONNENALM, Talstation:
44
43a
Häferl
S
Schmittentu
42
Schmiedhofalm
Hochmaisbah n Sonnenalm 1400 m
15
Ber Berghotel Jaga-Alm Jag
45
bahn
m
enal
nnel
41
Hallenbad-Sauna Eishalle
10
S
Hotel
Zell am See
69 Bellevu bis 72 e bis Panora
9 8 80 7
ma Cam
p
Maishofen >
46 bis 49
Thumersbach
Skibushaltestelle / ski bus stop
4 3 2
5
Kettingalm
3
5
hn tba 28 gra en nn 20 21 n bah gel ko n 23 n So
3
n
6 4a
22 Berghotel Blaickner’s Sonnalm
Köhlergraben
Fotopunkt / photo point Skimovie
7 Pinzgauer Hütte
ahn Ket ting
5
höhe
14
13
43
11
28
So
12
cityXpress, Talstation:
Berghotel
Kap 3 elle nb
4 Hochzelleralm
23
11
17
S
Kinderland / children’s play area
12b
el
Buckelpiste / mogul trail
WI-FI
1 2
13
Aussichtsterrasse / panorama terrace 7
2
2
tentunn
Info Service
Pistenrettung / rescue service
Snowpark / Funpark / Halfpipe WISBI-Strecke / WISBI racetrack
2
Skischule / ski school
Info Tourismus
B K T
W
NE
27
Intersport Servicenetwork
▲
Gölün kenarından geçerek devam eden tren yolunda uzun trenler çalışıyor.
Winterwanderweg / winter hiking trail Höhenloipe / high-alt. cross-country trail
1
Gasthof Mittelstation
Ebenbergalm
15
Tennishalle Langlaufzentrum
Freerideroute / freeride route
9
12 11
Cabrio Bar Restaurant
Fischhornloipe
28
n
10
nI
ah
itb
Are
18
Schüttdorff
S
NE
rbah
ckne
Glo
10
16
schwere Abfahrt / expert slope
W
K
18 17
mittlere Abfahrt / intermediate slope
27
K Areitalm
Tauern SPA 19
AREITBAHN I, Talstation:
leichte Abfahrt / beginner slope
tb
Arei
Glocknerhaus
31
Schoberalm
Unteraigen
32
31
31
Schmitten Café
▲
37 Burg 39 38 Kaprun Langlaufzentrum Schloss-(Nacht-)Loipe Pinzga-Loipe Westloipe
ift
il ais
Stangerbauer M 34 Weißsteinalm berg ufel 33 Scha ter ahn Coas 33 ramab - Alpin Pies Piesendorf > r 23 20 21 Panoaisiflitze
Kitz900m
WC 34 33
Lechnerberglifte erberglifte
30 T
hn
ba
Alm
sXp ress
Saulochalm
Maiskogelalm
n
SCHMITTEN, Bergstation:
Elisabethkapelle
1
1
1
2
II ahn
III
Breiteckalm
Schm itten
Glocknerblick
ah
elb
og
isk
Ma
teck
Brei
s
Gle Railgarden
41
1 herjett Gletsc bahn ma Panora
n
ne
ah
erb
h tsc
Superpipe ICE CAMP
tras
Black Mamba
3
bahn Areeit bahn
Easy Park
S Sportshop
Panorama
Central Park
Maiskogel 1675 m
pre es s
NEW
Schmittenhöhe enhöhe 2000 0m
AREITBAHN III, Bergstation:
12 ahn tallb Kris 10
12
Ex
Häuslalm
Langwiedbahn
11
Gletscherjet 2 Glets
LANGWIED, 1978 m:
10
11
13 14
Maurerkogel 2074 m
WC
1
11
5b Gratbahn G
1
Bundessportund Freizeitzentrum
Krefelder Hütte
Großvenediger 3674 m
5a
1
6
7 nen 8a rbah enka 8b S nn So 6
el-
Freeride InfoBase, Ice Camp Trail, Sportshop
Hochgebirgsstauseen Glockner–Kaprun
Maurerlift
4c
4a
9
cityXpres
Gipfelbahn
2
S
3b
T
3a
>
Alpincenter, Skyline, Parasol, Gletschermühle mit Terrasse
hk og
Schmiedingerlifte
ALPINCENTER, 2452 m:
sc
T
>
1a
Hir
1
Großglockner 3798 m
6
SALZBURG - ZELL AM SEE
Advent Zauber denilen noel pazarı neşeli bir alışveriş imkanı tanıyor.
Karlı, yılbaşı süslü ara sokaklar çok keyifli
Kayak öncesi yürüyüş yapanlar.
Kaprun'dan bir gece görüntüsü.
Belki de kasabanın öğretmeni okula gidiyor.
Crazy Daisy'de canlı müzik dinleyebilirsiniz.
Kayak pistlerinin tepelerindeki cafe'ler soluklanmak ve birşeyler atıştırmak isteyenler için ideal seçim.
Kayak kiralayabileceğiniz dükkanlar hemen pistlerin başında.
Pist kenarlarındaki cafe'lerde sıcak şarap çok popüler.
Sahibi yılbaşı alışverişi yaparken o kapıda sessizce bekliyor.
Salzburg Bölgesi'nin zirvesi olan Kitzsteinhorn 3.000 m yükseklikte size uçarmışcasına manzarayı seyretme olanağı tanıyor.
Mengerler Lifestyle
11
SALZBURG - ZELL AM SEE
Salzach Nehri kenarından Salzburg'un tepesinde konuşlanmış olan Festung, kasabanın kalesi.
Araba kiralamadınızsa devamlı ring sefer yapan otobüsler lift noktalarına keyifli manzaralı bir yoldan sizi taşıyacaktır. Buzulları, dağları ve gölü ile bu eşşiz bölge hem yazın, hem kışın misafirlerine doğanın inanılmaz güzelliğini sunuyor. Kaprun Kalesi'nde her yıl 12. yüzyıl geleneği olan Noel Çarşısı 15-16 Aralık tarihlerinde açılıyor. Her tarafta sürekli bir parti havası hakim. İster dağın tepesinde ister aşağıda vadide her saat Alp tarzı kulübelerden tutun da ünlü barlara kadar her yerde parti var. Hele dağın tepesinde son çıkışta bir süre daha açık kalan bar ve restoranlarda genç yaşlı demeden herkes sanki o gün hiç kaymamış, yorulmamış gibi parti yapmaya devam ediyor. Après ski pub’ları arasında Pavillon, Crazy Daisy, Schnaps-Hans'ı sayabilirim. Fakat günü kayarak geçirdiniz yoruldunuz, şöyle daha sakin, Avusturya spesiyalitelerinden Kasnocken ve yanında sıcak şarap içmek istiyorsanız, rüstik döşenmiş sıcak kulübelerden birine girebilirsiniz. Günün son turunda bu muhteşem manzaralı cafe'lerden birini seçerseniz biraz da yorgunluğunuzu atarak son inişinizde risk almamış olursunuz. 12
MengerlerLifestyle
Mozart'ın müziği tüm Salzburg'da yaşatılıyor.
Hotel Sacher ve aynı isimli cafe'si tatlı sevenler için.
Mozart'ın adını taşıyan çikolatalar her yerde.
Ünlü Mozart Kugeln
Aman sıcak şarabı fazla kaçırmayın liftler duracağı için yolu şaşırırsanız dönüşünüz zor ve maceralı olabilir. Kitzsteinhorn Buzulu'ndan iniş, ileri seviyede kayanlar için dünyada cennetten bir köşe diyebilirim. Salzburg Bölgesi'nin en yüksek
Bir pasta ve kahve molasına ne dersiniz?
noktası olan bu zirvede yılın 365 günü buz eksik olmuyor. Bu yıl Schmitten Dağı'na çıkaran yeni 8 kişilik oturmalı bir lift olan Glocknerbahn'ın açılacağını duyurdular. Yapımcı firma Türkiye’den de kayakçıların tanıdığı Doppelmayr Firması.
Kar yağınca doğa başka güzeldir, lambalarının ışığında rüzgarsız, tüy gibi şehirlerde çirkin detaylar karların altında süzülen kar tanelerini izlemek ne hoştur. kalır, trafik durunca karın sessizliği Uludağ’da karın kaç santime ulaştığı hakim olur, İstanbul’a da ne çok yaraşır kayak tutkunları tarafından yakından kar. Sıcacık evinizde pencereden sokak takip edilir; kayakları kapıp 14
MengerlerLifestyle
KEY WEST
İ
ngilizcede şu fiil çok güzel anlatıyor gevşemeyi: “to unwind” . Oyuncaklar pilli değilken kurardık saat yönünde çevirerek, işte bunun tam tersi yayın çözülmesi, gevşemesi. Biz de yay gibi gerildim deriz stres yüklü olunca. Önereceğim yer işte yavaşlayacağınız, huzuru hissedeceğiniz cennetten bir köşe. Bazı geziler vardır, sabah erkenden kalkar, uzun zamandır merak ettiğiniz uzaklardaki egzotik ülkenin kültürü ile ilgili her şeyi öğrenmek istersiniz. Hiç vakit öldürmeden, ancak bir iki hatıra alışverişi yapar, hatta yemek molalarını geçiştirirsiniz, daha çok yer görmek istersiniz. Bazen de spor ağırlıklı, adrenalin yüklü, bol aktarmalı, bavul açıp kapamalı, kaptanın sofrasında oturulacak şık giyinmeli, çok bakımlı olmalı geziler. Herkesin istek ve beklentileri farklı olduğu için hepsi de çok güzel ve özel olabilir, ama eğer özlemini çektiğiniz gezi hiç bir program yapmayacağım, canım istediği zaman kalkıp, istediğim zaman yiyeceğim, kimseye belli bir saatte buluşma sözü vermeyeceğim, ayağımda sandalet, bir şort, bir tişört ruh halinde iseniz... Haydi Kuzey Amerika’nın en güney noktasına, Key West’e gidiyoruz. Miami’den güneye araba ile çok manzaralı ve eğlenceli bir yoldan iniyoruz. Birbirine tek gidiş gelişlik uzun köprülerle bağlanan adalardan geçerek. Daracık köprülerin bazıları yelkenlilere yol vermek için açılıyor, motorlu, yelkenli, balıkçı tipi tekne trafiği yoğun, bekliyorsunuz manzarayı içinize çekerek; sağınızda Meksika Körfezi, solunuzda Atlantik Okyanusu. Öğlen yemeği için Islamorada’da Worldwide Sportsman mağazasının bulunduğu marinanın restoranını öneririm. Yemek sonrası içinde Hemingway’in sevgili teknesi Pilar’ın gerçek boyuttaki replikası olan bu mega mağazayı gezebilirsiniz.
Key West'de güneşin batışı günü taçlandıran bir olay. Ekvatora yaklaştıkca daha büyük görünen güneş, subtropikal iklimi olan, Amerika'nın bu en güney noktasından da çok büyük ve muhteşem batıyor.
bir an önce gitmeye can atarak. Her mevsim gibi kış da ayrı güzel ama bu sene canınız sıcak bir iklim, tropik bir doğa ve turkuaz bir deniz çekiyorsa, size sevimli bir yer önermek istiyorum.
Key West, ABD’nin Florida Eyaleti'nde bulunan Florida Keys isimli 1700 ada grubunun en ucunda yer alır ve Küba’nın 140 km. uzağındadır. Yolunuzun üzerindeki adalardan Key Largo’da yunuslarla birlikte yüzebilirsiniz; sınırlı sayıda kişi alındığı için önceden rezervasyon yaptırmak gerekir. Sonra sırası ile Islamorada, ki bu ada balık avlamak isteyenler için bir cennettir, Marathon, Big Pine Key olan büyükçe adalardan geçerek devam edersiniz. Seyahatlerde hedef kadar, yolun keyfini çıkartmak bu gezi için çok geçerli. Bir kahve ya da içki molası vermek için birçok keyifli Tiki Hut denilen, üzeri palmiye yaprakları ile örtülü pavyonlardan oluşan restoran, kafe ve barlar göreceksiniz. Adaların hepsinde dekor ve servis kalender olsa da taptaze leziz deniz ürünleri ve gevşek atmosfer, bir de Island Music denilen Karayip Adaları’na has müzik çalınca, insan hemen tatil havasına giriyor. Kısaca geçmişinden bahsedersek, Key West’e gelen ilk Avrupalı İspanyol istilacıların lideri olan Juan Ponce de Leon olmuş ve ada 1521’de bir İspanyol Kolonisiymiş. 1821’de ise İspanyol Kraliyet Deniz Kuvvetleri’nde görevli Pablo Salas tarafından Amerikalı iş adamı John W. Simonton’a satılmış. 1830’dan sonra Bahama Adaları’ndan gelen ve Conchs denilen ( Kanks okunuyor) göçmenler ada sakinlerinin çoğunluğunu oluşturunca Key West’e Conch Republic ismini takmışlar.
Mengerler Lifestyle
15
KEY WEST
Key West'e doğru güneye inerken birçok adayı geçeçeksiniz ve bu adaları birbirine bağlayan köprüleri; kimileri deniz trafiğine açılacak.
Sabah erken denize atılmayı bekleyen balıkçı sandıkları. Okyanusda deniz sert olduğu için ağ yerine tercih ediliyor.
Köprünün kapanmasını bekleyen bisikletli. Trafikteki en zevkli bekleme olmalı, sağınızda Meksika Körfezi, solunuzda Atlantik Okyanusu.
Begonvil patlaması, mor, pembe, turuncu ve beyaz çeşitleri var.
Deniz fenerinden Key West'e bakış. Devasa Yolcu gemileri bir kontrast oluşturuyor.
Turkuaz deniz, palmiye ağaçları ve masmavi bir gökyüzü.
16
MengerlerLifestyle
Birbirinden sempatik mimarisi, cesur renkleri, artistik detayları ile Victorian evleri keşfetmek için ara sokaklara dalmalısınız.
KEY WEST
Fenerin ayna ve lens sistemi çok hoş yansıma ve kırılmalar yapıyor.
Key West evleri ziyaretçileri espri ve sanat ile karşılıyor. Bu kapıda şıpıdık plaj terlikleri ile örneğin.
Bahçesinde resim yapan bu hanıma yetiştirdiği güzel orkidelerin sırrını sorduk.
Şirin dükkanlardan birinde rengarenk hamaklar.
Key West'e "Conch Republic" ismini veren deniz kabuğu kapıyı süslüyor.
Oteller yerine Victorian evlerdeki Bed&Breakfast tipi pansiyonlar adanın ruhuna daha uygun.
Birçok sevimli ev girişinden biri.
Kitch de olsa Key West'e yakışan neşeli bir Noel dekoru.
Flamingolu selesi, plastik çiçeklerle süslenmiş sepeti ile sahibini bekleyen bisiklet gülümsetiyor.
Mengerler Lifestyle
17
KEY WEST
Waldorf Astoria Oteli iskelesi ve plajı.
Worldwide Sportsman mağazasında Hemingway'in Pilar isimli teknesinin replikası baş köşede.
18
MengerlerLifestyle
KEY WEST
Gördüğüm güzellikler hala belleğimde, bu tropik akvaryumda şnorkel yapmadan dönmeyin.
Fotoğrafladığım birçok evden biri, hepsi renkleri, aksesuarları, tropik bahçe mimarileri ile birbirinden sevimli ve karakteristik. Özgür bir ruh, humor ve artistik dokunuşlarla.
Mengerler Lifestyle
19
KEY WEST
Bugün adanın tüm sakinleri için espri ile benimsenen bir isim olmuştur. Key West 1912’de Florida’nın ana kara parçasına Henry Flagler tarafından yaptırılan tren yolu ile de bağlıymış. 1935 kasırgası sonucunda yıkılmış ve bir daha demir yolu yapılmamış. Yolda eski köprüyü üzerindeki tren rayları ile yer yer görürsünüz. Denizin sesini dinlemek için kulağımıza götürdüğümüz deniz kabuğudur Conch, hani içi pembemsi olan. Adaya has tatlardan da biridir; kabuğun sivri tarafı ay şeklinde kırılıp etli kısım çıkarılır ve ahtapot salatası tarzında hazırlanır. Adaya has lezzetlerden söz açmışken Key Lime Pie’dan bahsetmeden olmaz. Bu civarda yetişen küçük ama mis gibi kokan İngilizce lime, bizde ise misket limonu denen narenciye ile yapılan bu tartın, möreng ve kremalı çeşitleri adanın birçok kafesinde sunulur. Sıcak iklimin limonata yerine geçen tatlısıdır Key Lime Pie; hafif, meyveli ve ferahlatıcı. Key West’e has pembe karides de, çeşitli okyanus balıkları da çok leziz ve doğaldır; çiftlik değildir hiçbiri. Balıkta Mahi Mahi’yi ızgara olarak hafif baharatlı (lightly blackened) denemenizi öneririm. Bazı restoranların menüsünde Dolphin yazar ama merak etmeyin bildiğimiz, sevdiğimiz yunuslar değil, küt burunlu başka bir balıktır. Öğle yemeği için Fogarty’s güzel bir seçim. Akşam yemeği için eğer suşi seviyorsanız 2013’de ödül alan Ambrosia’ya muhakkak gitmelisiniz. Restoranın şık modern, romantik ambiyansı ve süper lezzetli yemeklerin son derece artistik düzenlenmiş tabaklarda
20
MengerlerLifestyle
sunulması bu lokali çok özel kılıyor. Konaklamak için çok seçenek var ama büyük otel zincirleri yerine butik pansiyonlara dönüştürülmüş Victorian evlerde kalınca, ada yaşamını birkaç günlüğüne olsa da sanki yerlisi gibi yaşıyabiliyorsunuz. Adayı yürüyerek, bisiklet, motorlu bisiklet ya da mini tren ile yapılan turlarla da gezebilirsiniz. Duval isimli ana cadde galeriler, restoran, bar ve butiklerle sıralı. Ara sokaklara dalıp, evlerin ciciliği, bahçelerin tropik renk cümbüşünü keşfetmek çok zevkli. Victorian tarz evleri gezdiren ve bazı bahçelerde soluklanıp dalından çeşitli tropik meyveler koparıp yiyebildiğiniz rehberli bisiklet turları da çok keyifli. Eğer denize yakın olmak istiyorsanız; skuba, şnorkel, balık avlamak, yelken, jet ski turu yapmak aktivitelerden bazıları. Ortasındaki gövde, denize inen bir merdiven olarak tasarlanmış büyük katamaranlar şnorkel ile dalmaya götürüyor. Motor sesi olmadan esintiyi ve doğayı içinize çekerken isteyenlere ekibin ikramı olarak beyaz şarap sunuluyor. Rotamız tropik balıkların kaynaştığı bir mercan adalar grubu. Katamaran sularda süzülürken doğru mu görüyorum diye dikkatlice bakıyorum; denizin yüzeyinde kuyruğu üzerinde adeta yürür gibi giden bir balık! Mercanlara gelince içinde dezenfekte eden su olan fıçıdan herkese şnorkel ve paletler dağıtılıyor. Sizi korkutmasın ama yapılan önemli bir uyarı var; belli bir bölgede
KEY WEST kalmanız ve eğer düdük sesi duyarsanız tekneye hemen dönmeniz gerektiği ve mürettebatın köpek balığı gözetiminde olacağı duyuruluyor. Bu uyarıyı duyunca bir hımmm desem de, göreceğim güzelliklerin merakı ve heyecanı daha ağır bastı ve kendimi turkuaz sulara bıraktım. Bu deniz altı fiestasını ilk defa kızım küçükken onunla el ele yapmış, birbirimize rengarenk balıkları, koca Barracuda’ları göstermek için yarışmıştık. Süngerler ve çeşitli deniz bitkilerinin mor, turuncu, fosforlu pembe gibi çılgın renkleri tüm dalanları büyülemişti. Katamarana dönen herkes yüzlerce çeşit balığın resminin olduğu tabelada gördükleri balıkları işaret ediyordu. Adanın kuzeyinde yer alan John Pennekamp Coral Reef Park da dünyanın doğal parkları arasında ödüllü; burada düzenlenen şnorkel dalışlarında da birçok tropik balığı bir arada görmeniz garanti. Adanın geçmişindeki korsanlar ve denizden çıkan batıkların, definelerin hikayeleri ilginizi çekerse Mel Fisher Maritime Müze’sini gezebilirsiniz. Eğer arkeolojik kazılar ve define avı sizi heyecanlandırıyorsa Key West’de bunu skuba dalışları ile yapabilirsiniz. Mel Fisher 1622’de batan İspanyol Kalyonu Atocha’yı ve ana gövdesindeki kısımda 500 Milyon Doların üzerinde değeri olan külçe altın, gümüş ve altın sikkeler, objeler, zümrüt, mücevher ve silah bulur. Oğlu Kim Fisher de define avına devam eder ve 400 Milyon Dolar değerinde bir hazine bulur aynı batıktan. Mel Fisher Müze’sinin organize ettiği dalış programlarına katılabilirsiniz, unutmadan söyleyelim dalanlardan hala Atocha’nın batığında altın sikke bulanlar var. Rehber eşliğindeki jet ski turları da eğlenceli seçeneklerden; hatta adanın etrafında ve Mangrove denilen kökleri suyun üzerinde olan tropik ağaçların arasında dolaşmak çok zevkli. Güneşin batmasına yakın yaptığımız jet ski turumuzda bir de yanında yavrusu ile yüzen yunusu görmek neşemizi ikiye katladı. Güneş batışı derken, bu Key West’in en popüler şovu. Seyretmek üzere herkes deniz kenarına geliyor, hayat duruyor adeta, gözler güneşin pembe, turuncularına sabitlenmiş. Happy Hour ve güneş batışı birlikte anılıyor
burada. Ekvatora yaklaştıkça güneşin daha büyük göründüğünü biliriz ve Key West’den güneş çok büyük ve muhteşem batıyor. Balığa gitmek isterseniz olta, yem gibi her malzemeyi veren, sizi balığın en bol olduğu yerlere götüren balıkçı tekneleri var. 20 kişilik kapasitesi olan bu teknelerde yakalanan balıklar için ilginç bir yöntem bulmuşlar; her kişinin yakaladığı balığa bıçak ile farklı bir çizik atılıyor ve dönüşte isteyen temizlenmiş balıklarını alıyor. Teknede asılı olan cetvelde çeşitli balıkların avlanmaya izin olan boyları belirtilmiş, bu işi çok ciddiye alıyorlar, eğer balığın boyunda bir tereddüt varsa cetvel ile ölçülüyor, küçükse hemen denize atılıyor. Mallory Meydanı adanın en cümbüşlü toplanma yeri; cambaz, ateş üfleyen, seyircilere kendini zincirletip sonra kendini serbest bırakan adam, müzisyenler ve kurulu masalarda takı ve hediyelikler satanlar hep bu deniz kenarındaki meydanda toplanıyor. Deniz Fenerine tırmanıp adayı yüksekten görmeye değer, özellikle eski fenerin ışıklandırma sistemindeki kaleydoskop gibi büyüleyici ışık kırılmaları oluşturan ayna ve lenslerin boyutu şaşırtıyor. Fenerin içi antik olarak korunmuş ve bekçinin o zamanlardaki yaşamını böylece zihninizde canlandırabiliyorsunuz. Key West’e has sokaklarda başıboş dolaşan horozlar burada da var.
ünlü edebiyatçılardan. Bugün de birçok sanatçı Key West’de yaşadığı için sanatın varlığını adada hep hissedeceksiniz. Adanın en ünlü sakini Ernest Hemingway ise hem maceracı, hem de keyifli yaşamasını bilen bir adammış doğrusu. Key West’i ilk keşfedenlerden olan ünlü yazar en verimli yıllarını burada geçirmiş; Silahlara Veda, Çanlar Kimin için Çalıyor, Akşamüstü Ölüm, Kilimanjaro’nun Karları ve Francis Macomber’in Kısa Mutlu Hayatı gibi eserleri hep bu adada yazmış. Birbirinden sevimli birçoğunu göreceğiniz Victorian evlerden birinde oturmuş ve zamanında adadaki ilk yüzme havuzunu yaptırmış. Şimdi müze olan evini gezerken Hemingway’in kedileri dikkatinizi çekecek. Polydactyls (patilerinde 6 veya daha fazla parmak olan) denilen bu kedilere Hemingway’in vasiyeti üzerine bakılmakta ve bu gün sayıları 60 kadar olan bu kediler, kedi sevenler arasında çok meşhurlar. Balık avına meraklı Hemingway’in sürekli uğradığı Sloppy Joes Restoran'ına uğrayıp yazarın izini sürebilir, duvarlarında asılı olan geçmişe ait resimleri ve gazete kupürlerini inceleyebilirsiniz. İçiniz kıpır kıpır şu Key West’i bir göreyim dedirtebilmişimdir, umarım sizlere, haydi kışı bölmüş olursunuz, sıcacık kumlarda, palmiyelerin altında kıvrılıp Hemingway’in Key West’de yazdığı bir kitabı okumaya ne dersiniz ?
Key West’de, Küba kültürünün izlerine rastlayacaksınız; 19. yüzyılda Kübalılar 200 fabrika ile yılda 100 milyon puro üreten büyük bir puro endüstrisi kurmuşlar. 1959 Küba Devrimine kadar sürekli Pan Am Havayolları ve arabalı vapur seferleri Havana ve Key West arasında işlermiş. Sanatsal sergiler, çeşitli vesilelerle düzenlenen törenler, Hemingway’e benzeyenler yarışması gibi programlarla çok eğlenceli bir adadır Key West. Duval Caddesi'nde sanat galerilerini, binlerce değişik deniz kabuğu satan mağazaları gezebilirsiniz. Tennessee Williams da adayı evi benimsemiş
Mengerler Lifestyle
21
Ressam İsmail Türemen kendisi ile yüz yüze… Elindeki eser kaybettiğimiz değerli heykeltraş Haluk Tezonar'ın.
SÖYLEŞİ: AYŞEN GÜREL - SİLE FOTOĞRAFLAR: SENİH GÜRMEN Sanat tarihinde sizin gibi maviye tutkusu olan bir isim aklıma geliyor “Yves Klein”. Sanat çevrelerinde uluslararası “Klein mavisi” diye bahsettiğimiz, bu patentleşmiş rengin sahibi. Bana “İsmail Türemen mavisini” ve bu tutkunun nasıl başladığını anlatır mısınız? Yves Klein’ın mavisi çok özellikli, laboratuarda elde edilmiş bir kimya olayı, benimki ise birçok mavinin birbirine sarılıp, yeni bir mavi isteriz diye bağırması. O nedenle aramızdaki mavi farkı çok yoğundur. O Avrupalı mavidir, bu Anadolulu mavidir. Rastlantılar da söz konusu ama yaşamımda çok büyük yeri olan, denizle olan ilişkim ister istemez bu mavinin katmanlarını gösterdi bana, 30 metreden yukarı bakınca deniz içinde bambaşka maviler gözüküyor. Çocukluğumuzda çayırlarda oynardık, çakır dikenler vardı. Bunların öyle bir mavisi vardı ki, rastlantısal ama severek bakardım. Nitekim böyle mavi skalasına sahip pek çok diken ve bitki vardır, yani mavisiyle zengindir Anadolu. Küçücük bir noktada bile maviye baktığınız zaman hemen yalın bir sevgi veriyor. Resimlerinizde, kunt yapılı çıplak figürler, beden dili olarak bana
36
MengerlerLifestyle
Ünlü Ressam ve değerli hocam İsmail Türemen’le Teşvikiye’deki adeta bir müze olan atölyesinde söyleşi için buluştuk. Her gün atölyenin dimdik merdivenlerini sanat aşkı ile tırmanan ressam, dış dünyadan uzak, iç dünyası ile baş başa, sanat yolunda heyecanlı yeni maceralara, yüreğinin götürdüğü denizlere yelken açıyor.
İSMAİL TÜREMEN’İN MAVİ DÜNYASI
Cam heykeller birer mücevher gibi; toprak altından çıkan antik camlardaki puslu, aşınmış, yaşanmış değerlerin yanı sıra, lapis, opal, turkuaz gibi yarı değerli taşları anımsatan pırıltılar, damarlar, ışık oynaşmaları bir arada. Resimlerini üç boyutlu görmek isteyen sanatçı, maceralı, araştırmacı ve ilk defa denenen tekniklerle büyük boyutlu seramik ve cam heykel çalışmaları yapmış. Resimdeki figüratif eser, taş çağrışımı yapan cam heykellerden biri.
Mengerler Lifestyle
37
SÖYLEŞİ İSMAİL TÜREMEN kendilerinden çok emin ve yere sağlam basıyorlar izlenimi veriyor. Kimleri temsil ediyorlar ve neler anlatıyorlar? Bugün “Diren Gezi”yi yapanları belki de söylüyorlar. Üç gün önce başka bir güzelliği simgeliyorlardı. Gelecek için mavi yine önde olacak, yine güzellikle koşacak ve koşturacak. Onun için mavi her zaman her şeyi değiştirebilen ama hep yüce olan bir tanıma sahip.
kere başta hedefi saptırıyor, bu nedenle de bazı yolları daraltıyor. Niçin hedefi saptıralım, niçin düşüncemizi serbest bırakmayalım?
Bu şeffaf hacimli bedenlerin, dişil mi eril mi olduğu neden anlaşılmıyor bazen, ya da ben mi anlamıyorum? Estağfurullah. Ben onu öylesine kurmak istiyorum ki; bir bedende erkek de, dişi de var, bir bedende sevgi de, kin de var, bir bedende nefret de, aşk da var. Erkek desek kısıtlamış oluruz duyguları, dişi desek başka bir şekilde kısıtlamış oluruz. Onun için cinsiyet yüklemem, bırakırım onu seyreden cinsiyet yüklesin.
Kurallara bağlı kalmak insanı çok kısıtlıyor değil mi? Elini kolunu bağlıyor, kaskatı oluyorsun. Ama ne ki onu da isteyenler var. Öyle yargılayacak olanlar var. İpuçları vermek zorundasın ama ipuçlarından geri kalan halatlar da benim, istediğim yere atarım.
Şimdi önümdeki cam heykellerinize bakıyorum; sanki bir buz kitlesinden yontulmuş, üzerinde kristalden yansıyan güneş ışınlarının rengarenk oynaştığı bedenler. Bir kütle olmalarına rağmen duygulu ve gizemli mesajlar mı veriyorlar? Evet, onların kendilerine özgü kodları, şifreleri, mekanları vardır. Tuvalin karşısına geçip, fırça elinizde üretmek üzere kendinizi hazır hissettiğiniz anda hangi düşüncelerle yoğunlaşırsınız? Bir düşünceyi besleyip onun verileriyle uğraşmak çok zor. Düşünce bir
Zaman zaman da yanlışlardan doğrular doğuyor resim yaparken. Keşke hep yanlış yapabilsek. Büyük sırlar onunla beraber oluşuyor işte. Daha doğal oluyor.
Ama sizin gibi kendini kanıtlamış bir ressam için hala bu kuralların önemi var mı? Artık ben gönlümün çektiği gibi resim yapıyorum mu diyorsunuz ? Kurallar, öğreticilik dönemimde hep benimle birlikte oldu ama artık kurallar yok. Kuralları öğrenelim yıkabilmek için mi diyorsunuz? Kesinlikle.Yok edelim diyorum. Özellikle kristalize ışınları anımsatan saydamlığı elde etmek için hangi medyumları kullanıyorsunuz? Şu markayla, bu markanın evlenmesinden ortaya çıkacak çocuğu
Sanatçının son çalışmalarından birkaç örnek,insan, deniz ve mavi sevgisi baş rolde.
38
MengerlerLifestyle
SÖYLEŞİ İSMAİL TÜREMEN
İsmail Türemen bu cam heykeli yaparken cam tekniğini başka boyutlara taşımış. Malzeme olarak camı çok seven bana sadece bakmak yetmedi ve dokunmak istedim, izin verdiği için çok mutluyum; eseri el yordamı ile tanımak da başka bir his. Yüzeyindeki yer yer kaba, yer yer yumuşak, bazen opak, bazen transparan alanlar büyüleyici.
İsmail Türemen pentürleri, gravürleri, cam ve seramik heykel çalışmalarının yanı sıra bir ozan. Kültürlü. Felsefi ama asla sıkıcı olmayan güzel sohbeti, söyleşi için atölyesinde bulunan tüm Mengerler Dergi ekibini hayran bıraktı.
Mengerler Lifestyle
39
SÖYLEŞİ İSMAİL TÜREMEN kullanmıyorum. Doğrudan doğruya hangi boya olursa olsun başlıyorum kullanmaya. Saydam olması gerektiği yere kadar geliyorum. Şimdi bu saydamlık benim resimlerimde öne çıktı ama ilk seramik heykelleri yaparken karşıma çıktığında sorun başladı. Ben seramikte nasıl saydam yaparım? Çok zor bir şey. Onlar bana hemen
ipucunu verdiler; ya dediler, bizim yarımızı yapma, omzumuzun bir parçasını yapma. Gözler birleştirsin. Elbette, onlar bizi tamamlar. Ben de öyle yaptım, boşlukları bıraktım. Bu kadar büyük boyutta işlerin çatlamadan,
kırılmadan fırından çıkması büyük bir başarı. Heyecandan ve meraktan ölür gibi oluyor musunuz fırının kapağını açarken? Evet, ne yazık ki. Buna tanık olan arkadaşlarım var. Onlar sağ olsunlar beni hiç yalnız bırakmadılar, mesela bunlardan birisi ağabeyin Haşim Nur Gürel’dir. O benim çalıştığım yere gelirdi, heykelleri, oluşumu izler, düşüncelerini söyler. Güven Turan vardır, ozan, orada gelip bunları seslendirmiştir. Elinizde kaydı var mı? Bendeki Güven Turan arşivinin içinde o da vardır. Bu heykellerde önemli olan, saydamlığı boşlukla elde etmem. Malzeme zaten sende. Bir de bu hacimde, bu etkide seramik heykel zaten Türkiye’de yok. Gerçekten ben çok şaşırdım bu boyuttaki işlerin sağlam çıkmasına. Yapamazsın dediler zaten. Çalıştığım atölye’nin sahibi, abi boşuna uğraşma yapamazsın dedi. Bütün riskler benim dedim. Bu boyda, bu hacimde bir tek şimdi hayatta olmayan Amerikalı Viola Frey’in seramikleri var. Ben bunları yaptıktan sonra Atilla Galatalı: “Seramik heykel oldu” dedi. Atilla Galatalı bir hafta boyunca her gün Garanti’deki sergiye geliyor ve Sanat Çevresi Dergisi’nde düşüncelerini yazıyor. O güne kadar dikkat edin; “Seramik heykel yoktur” diyor, Atilla’nın savı bu. O da senelerin seramik sanatçısı. Tabii, Picasso ödüllü. Resimlerinizde şeffaflığı böylesine güzel vermenizin altında yatan sır, bir de beyazı iyi kullanmanızdan mı kaynaklanıyor? Beyazlar hep bizi korkutmuşlardır. Beyaz hep öcü gibi gelmiştir. Bugün bunun doğru olmadığını söylüyorum. Beyaz kirlendi denildikçe yanındaki renkler zenginleşmiştir. O zaman bu kirlenme değil, çoğalmadır. Demek ki beyazın resimdeki tanımı, yaşamdaki tanımından farklı. Yaşamda beyaz kirlenirse suçtur, ama sanatta kirlenirse ayrıcalıktır.
Bu boyutta seramik heykel yapan sanatçı Türkiye'de yok diyor İsmail Türemen. Dünyada ise artık hayatta olmayan Amerikalı sanatçı Viola Frey'in ismini veriyor.
40
MengerlerLifestyle
Sizi yakından tanıyanlar ozan yönünüzü bilirler. Yazdıklarınızı herkes okuyabilse keşke. Onlar ikilikler. Tabii bunları söylerken, bazılarını not olarak bir tarafa yazıyorum.
SÖYLEŞİ İSMAİL TÜREMEN Biliyorsun çok önemli bir şey vardır: Ressamlar Bedri Bey’e (Bedri Rahmi Eyüboğlu) iyi şairdir derler, şairler de iyi ressamdır derler; bu tuzaktan kendimi korumak istedim.
kadar olmamış bir şey yapmışsın, biz heykeli yontarak çıkarırız, onun için yontucu denir, ama sen heykeli kurmuşsun, boşluğu almışsın yeni bir şey yapmışsın” dedi.
Heykele geçiş nasıl oldu? Benim 79 yılında, Ankara Vakko’daki sergime rahmetli Hasan Esat Işık geldi; o zaman Paris Büyükelçisi. Her sabah önünden geçtiği Rodin Müzesi’ni dolaşırmış. Bana: “İsmail Türemen sen heykelcisin!”. Heykel falan yok ortada, resimler var. Ve “Sen istemesen de heykel yapacaksın” dedi. Güven Turan aynı şeyi söyledi. Ben de çok istiyorum işlerin üç boyutlusunu görmek ama camdan yapmak yetmeyecek. Önce yoğun bir malzemeyle yapmam lazım; seramik. Seramikte nedir boşluklar? Boşluğun hacmini vermektir.
Onlara göre tersinden çalışmışsınız. Evet, bu dedi, çok yeni bir şey farkında mısın sen? Yarı farkındayım dedim. Yani bir heykelcinin görüşü de bu konuda böyledir. Ben seramikte boşluklarla saydamlığı yaptım. Tam saydam malzeme olan camda, ona cam dedirtmemek üzere çalıştım. Tam cam da dedirtmem, taş gibidir.
Dolular kadar boşluğun önemi. Evet. Heykeltıraş Yavuz Görey sergiye sık sık geliyor, ben muhakkak İsmail Türemen ile konuşmak istiyorum diyor. Hani eski Yeni Rakı’daki resmi yapan afiş ustası İhap Hulusi’nin kardeşi. “İsmail Türemen, şimdiye
Cam heykellerde heyecanlar geçirdiniz mi? Hem de ne heyecanlar. Eskişehir Güzel Sanatlar Fakültesi’ne gidiyordum her hafta ders vermeye; Pazartesi günü döküme giriyoruz, bir hafta bekliyorum. En az bir hafta fırının içinde kapağı kapalı olarak yavaş
Cam heykellerdeki teknikten bahseder misiniz? Çok ilkel bir teknik. Önce kilden çalışıyor, sonra kalıbını alıyorum. Fırına koyuyorum ve yavaş yavaş oluşturuyorum.
Ressam İsmail Türemen üzerinde çalıştığı resme uzaktan bakarken: şövalenin karşısındaki antik koltuğunda.
yavaş soğuyacak, yoksa çatlar, patlar. Peki, bu renkler nasıl oluşuyor? Onlar bu işin gizidir. Özel aparatlar yapıldı,
“Seramik şimdi heykel oldu” Atilla Galatalı
Sanatçının büyük boyutlu seramik heykel çalışmalarından iki örnek.
Mengerler Lifestyle
41
SÖYLEŞİ İSMAİL TÜREMEN
Baskı atölyesinde gravür presi başında.
Presden yeni çıkan rölyefli gravür hakkında bilgi verirken.
Her gün aynı heyecanla devam.
özel maşalarla o zaman kaynayan bir mağma olan cama fırının kapağı açılarak konuldu bu renkler, etrafında kalıp olduğu için çok zor tabii. Yanlışlardan çıkan doğrulardan bahsedince bu çok sevdiğim heykeli göstermiştiniz bana. İşte bunun yanlışı; soğumadan açtık fırını ve böyle çıktı. En iyi teleskop camını 15 yılda soğutuyorlar. Cam alengirli malzeme. Böyle bir çalışma da yok biliyor musun? Bir Amerikalı aradı, bunu öğrenmek istiyorum dedi. En ilkel haliyle camı kullan dedim. Ne demek dedi ilkel hali. Dedim camı kırarsın, dökersin olur. Olmaz böyle şey dedi. Bak olur dedim, çünkü ben el yordamıyla yaptım, kimse bana şunu şöyle yap demedi. Camcılar çok tutucu oluyorlar. Ya ben cam yapmıyorum, resimdeki figürü kütle yapmak istiyorum. Benim derdim başka. Yine rahmetliyi anmak lazım, bir şeyi limon gibi sıkmak lazım derdi Bedri Bey, hakikaten öyle. Ben saydam figür için ne olacaksa peşine düşmüşümdür. Daha bana ne sürprizler getirecek diye. Siz saydamlığa gönül vermişsiniz. Geçirgen olalım, millet bize baksın, böbreğimizi görsün. Saydam olalım. Küçük boyuttaki pentürlerinizi gördüm, son zamanlarda böyle bir projeniz varmış. Proje değil, kendime iyilik yapıyorum. Yap hadi bir tane daha küçük diyorum, yapıyorum. Bu ufak çalışmalar için, kendime iyilik ediyorum dediniz. Ne demek istediniz? Şimdi bazen yolda yalnız başına yürürken ıslık çalmaya başlarsın, sonra içinden bir şarkıyı bağıra bağıra söylersin, bunlar öyle işte. İşte yüreğinin götürdüğü yere gitmek. Sizin için resim yapmak bir yaşam tarzı, doğru muyum? Çok doğrusun. Tam her şeyiyle, bütün her şeyden vazgeçerek resim yapmak. 42
MengerlerLifestyle
Biz çalışırken birbirimizden güç alırız diyen ünlü Ressam çift Berna ve İsmail Türemen.
Mengerler YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...
2/2014 Lifestyle
V. ERGİN İMRE JAMAIKA WALT DISNEY WORLD BEGÜM KÜTÜK YAŞAROĞLU YENİ SPRINTER
YILDIZLI HAYATLAR • KÜLTÜR • SANAT • SÖYLEŞİ • GEZİ • LEZZET • SAĞLIK
© Disney
İçimizdeki çocuk hep yaşasın!
Soarin'de göklerde süzülmek çok keyifli.
Haydi, Disney Parklarına gidiyoruz...
YAZI:AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: SİLE / WALT DISNEY WORLD ARŞİVİ 40
MengerlerLifestyle
Yaşımız kaç olursa olsun, gidiyoruz. Bu parklar sadece çocuklar, gençler ve torunlar için değil. Sorunlardan uzak. Tek kaygı bu gün acaba ilk hangi binişleri yapsam, hangi atraksiyonları görsem ve hangi restoranda yesem gibi günün planlanması. Birkaç gün sorunlardan uzak, kahkahalarla gülmek, binişlerde yaramazlık yaparmış gibi heyecanları tatmak, teknolojideki yeniliklere hayret etmek, tam anlamı ile çocuklaşmak inanın insana o kadar iyi geliyor ki. Dünyamızı, insanları daha çok severek ve bir yürek hafifliği ile ayrılacaksınız, bir süre sonra tekrar dönmek üzere. Yeni teknolojiler çıktıkça ve vizyondaki filmler değiştikçe, bu parklardaki program ve binişler de değişir. Noel, yılbaşı gibi sezonların kendine özgü dekor, kutlama ve törenleri de görülmeye değer. Eskiden çocuklarla gittiğim seferlerde, gösterilerden çok, çocukların neşesi, heyecanı, gerçek olduğunu zannettikleri Disney karakterlerine sarılmalarını, hayret ve heyecanlarını izlemekten çok keyif alırdım. Onlar gösterileri, ben de onları seyrederdim.
DISNEY WORLD
Puset Parkı gülümseten manzaralardan.
Her yaştan çocuklaşanlar.
Epcot; ülkelerden Meksika'da Mariacchi, sokak müzisyenleri herkesi coşturdu. Tüm parklarda engelliler için her türlü kolaylık düşünülmüş, burada engelli olmak bir kısıtlama değil ayrıcalık, sıra beklenmiyor ve özen gösteriliyor.
Ama bu sefer biz tam anlamıyla büyümüş de küçülmüş bir vaziyette buradayız. Parklardaki aktiviteler, saatleri, lokasyonları gibi bilgiler her parkın kendi broşüründe detaylı olarak işlenmiş, vardığınız ilk gün broşürleri toplayıp inceleyin. Orlando’daki Disney Parkları; Magic Kingdom, Epcot, Hollywood Studios. Su parkları ise Blizzard Beach ve Typhoon Lagoon. Ayrıca Downtown Disney bir sürü restoran, cafe, bar, butik ve dükkanın olduğu Disney kasabası da çok keyifli; özellikle akşam parklar kapanınca. Kaçırmamanızı önereceğim en güzel binişlerin yanı sıra, size zaman kazandıracak, böylece parklarda kuyrukta fazla beklemeden görmenize yardımcı olacak ipuçları ve pratik bilgiler de vereceğim. Orlando’da otel olarak en lüksünden uygun olanlara kadar sonsuz seçenek var. Disney Resort’ları dışındaki otellerden gelince arabanızı son derece düzenli otoparklara park ediyor ve organize taşıma araçları ile gişelerin önüne götürülüyorsunuz. Popüler mevsimlerde bu daha parka girmeden bir kuyrukta beklemek demek oluyor tabii. Senede bir, hatta birkaç kere giden müdavim dostlardan biri zaman kazanmak için iyi bir fikir
vermişti; parklara giriş çıkış aynı kapıdan, parka girince ilk önüne çıkan şovdan başlama, en sona git ve oradan geri gel. Gerçekten çok akıllıca bir fikirdi, herkes gider Mersin’e, biz gideriz tersine olsa da, en sakin mevsimlerde bile biraz kuyruk beklemenin kaçınılmaz olduğu Disney Parkları’nda çok işe yaradı. Dünyanın bir ucundan gelip zaman yetmediği için aklınız bazı biniş ve gösterilerde kalmasın. Günü iyi planlamak lazım gerçekten, çocuklaşsak da, ev ödevimiz bu parkta kendimize en uygun programları bulmak, sıraya koymak ve vaktimizi olabilecek en yoğun eğlence potansiyeline sığdırmayı başarmak. Disney’in farklı stillerde resort otelleri var; birbirlerine göller ve su kanalları ile bağlı. Otelinizin hemen önündeki iskeleden sürekli tur atan tekneler sizi alıp gitmek istediğiniz parkın iskelesine bırakıyor. Böylece araba kullanmadan, park yerinden gişelere götürecek trolley tipi trenleri beklemiyor ve kuyrukta vakit harcamıyorsunuz; ayrıca resortlarda kalanlar için ekstra bir sürenin verildiği günler var. Biz oradayken bekleme süresini azaltmak ve en popüler gösterilere rezervasyon yapmak amacı ile yeni bir uygulama deneme sürecinde idi, tekneden indiğinizde iskelede karşınıza çıkan elinde iPad’li gençlerle en çok görmek istediğiniz üç şovun saatlerini kararlaştırıyorsunuz ve
Mengerler Lifestyle
41
DISNEY WORLD
Tower of Terror'de heyecan dorukta.
Tower of Terror, Korku ya da Dehşet Kulesi; önce çığlıklar atacak, sonra güleceksiniz.
o saatte rezervasyonunuz olduğu için farklı bir sıradan beklemeden giriyorsunuz. Herkesin ilgi alanına, beraberinde olduğu kişilere ve de ne kadar heyecan kaldıracağına göre seçimler tabii ki farklı olacaktır. Soarin her yaşta zevk alınacak bir deneyim, California’da denizin üzerinde süzülürken, etrafınızda uçuşan martıların seslerini yanı başınızda hissedeceksiniz, portakal bahçelerinin üzerinde ise burnunuza mis gibi narenciye çiçek kokuları gelecek, harika
42
MengerlerLifestyle
peyzajların üzerinde kuş misali uçacaksınız. The Land, doğayı sevip bilgisini yeterli zanneden, bitki, meyva yetiştirmeyi bilenler için de ilginç düzenlemelerle dolu. Bazı tropik meyvaların hiç görmediğimiz ağaçları, hydophonic sistem ile büyütülen domatesler, dikey olarak yetiştirilen meyvalar büyük, küçük herkesi şaşırtıyor burada. Adrenaline patlamasına hazırsanız, Tower of Terror ve Space Mountain en heyecanlı
ve korkulu binişler. Sağlık durumunuzu ve heyecan toleransınızı bir gözden geçirmenizde yarar var. Tower of Terror’ın (Korku Kulesi) parktaki yerini bulmak kolay, çığlıkların geldiği yere doğru yürüyün. Karşınıza bir zamanlar şaşaalı olduğu belli ama artık bakımsızlıktan betonları çatlamış, her yeri örümcek ağları kaplamış, elektriğin bir gidip bir geldiği otel çıkacak. Sizi tuhaf bir tip olan, üniformalı otelin hizmetlisi karşılayacak, sonra asansör görevlisi sizi insanda pek güven hissi yaratmayan asansöre doğru yönlendirecek. Bu oturulan bir asansör, yukarı çıkıyorsunuz ve birden düşüyor asansör, hani bildiğimiz asansörler arıza yaptığında ,başınıza geldiyse bilirsiniz o hissi, yüreğiniz ağzınıza gelir resmen, işte onun birkaç misli bu. Bitti derken hadi bir daha düşüyorsunuz, havada tam anlamıyla asılı kalıyor, sıfır yerçekimi ve bedeninizi hissetmiyorsunuz adeta ve o sırada önünüzde bir pencere açılıyor ve Orlando’yu kulenin tepesinden görüyorsunuz. Manzaraya odaklanmışken bir daha. Çığlık çığlığa bağırdığımı söylememe gerek var mı bilmem, ama ne enteresandır ki, çıktığında insan kendini ferahlamış, deşarj olmuş hissediyor;
DISNEY WORLD
Cirque du Soleil'in gösterileri bir renk, müzik, akrobasi ve espri cümbüşü.
sağ salim bitti duygusundan mı, yoksa “New York New York” filminde Liza Minnelli’nin tren geçerken köprünün altında rahatlamak için çığlık atması gibi bir duygudan mı? Her neyse kendinizi iyi hissediyorsunuz; bir de, ben buna cesaret edebilenlerdenim diye kendinizle birazcık gurur da duyuyorsunuz. Çok popüler olduğu için sakin sezonlarda bile kuyruk var Tower of Terror’da ve beklerken bazılarının cesaret edemeyip ayrıldığını görürken, diğer yandan ufak çocukların ve epeyi yaşlıların da hevesle sırada beklediğine şahit oluyoruz.
Su parklarından Blizzard Beach’de şimdiye kadar gördüğünüz en yüksek kaydıraktan, Summit Plummet’den 55 mil hız ile Blizzard Beach’e iniş yapacaksınız; kollar önde çapraz, ayaklar düz. Ya da lastiklerin içine oturup kaydıraktan kayacaksınız. Ama bu sizin
için değilse, gevşetecek başka bir çok su oyunu var. Şişme lastik tekerleklerin içinde oturup, tembel tembel akan bir nehirde, arada yüzünüzü okşayan söğüt dallarının arasından geçerek kendinizi akıntıya bırakabilirsiniz. İsterseniz birkaç kişilik ya da tek kişilik lastik
Yaşlılar, pusette bebekler, engelliler, gençler; herkese göre bir eğlence var.
Disney mağazalarında sevdiğiniz karakterlerin kostümlerini bulabilirsiniz.
Space Mountain ise karanlıkta giden bir roller coaster, keskin virajlar, yan yatışlar hiçbir şey görmeyince daha heyecanlı, samimi olayım, daha korkulu bir biniş. Animal Kingdom daha çok çocuklara hitap eden bir park. Hayvanlar kendilerine ayrılmış geniş alanlarda serbestçe dolaşıyorlar, aranızda ya geniş hendekler, ya göller var; hayvanat bahçelerindeki gibi kafeste değiller.
Mengerler Lifestyle
43
DISNEY WORLD
44
MengerlerLifestyle
Blizzard Beach ve Typhoon Lagoon su parklarında eğlence.
En çılgın su kaydırağı.
Mission Space çok hoş bir deneyim.
Birçok şık çiçek düzenlemesinden biri.
Grand Floridian Disney'in çeşitli resortlarından sadece biri.
Bahçe peyzajları çok bakımlı. Epcot'da ise ülkelerin karakteristik özelliklerine göre düzenlenmiş.
DISNEY WORLD seçebilirsiniz. Typhoon Lagoon’da bir volkanın eteklerindeki plaj; belli aralıklarla volkan dumanını püskürtüyor, büyük bir gürlemenin ardından durgun plajın suyu birden karışıyor ve tsunami geliyor. Kendine ve mayosunun lastiğine güvenenler ön saflarda duruyorlar suyun şiddetini iyice hissetmek için. Neşeli çığlıklar çınlıyor kulaklarımızda. Kaç günlüğüne geldiyseniz, her akşam hangi restorana gitmek istiyorsanız kesinlikle önceden rezervasyonlarınızı yaptırmanızı tavsiye ederim; aksi takdirde bütün gün parklarda dolaşmış, eğlence yorgunu bir vaziyette, ya saatlerce kuyrukta beklersiniz, ya da o restoranda hiç yemeden Orlando’dan ayrılırsınız. Aynı atraksiyonlar gibi restoranları da incelemenizde yarar var; bu da eğlenceli ama çeşit çok olunca karar vermek zorlaşıyor. Magic Kingdom, Epcot, Hollywood Studios Parklarının hepsinde özellikle öğlen yemeği için çeşit çok. Ama akşam yemeği için daha şık ve popüler bir yer seçmek keyifli oluyor. Epcot’da canınız hangi ülkenin mutfağını çekiyorsa ona gidebilirsiniz. Öğlen yemeği için mutfağından hoşlanıyorsanız Çin’i tavsiye ederim. Meksika’da dumanı tüten bir volkanın eteklerinde bir Quesadilla, Almanya’da Humpa humpa müziği ile birahane atmosferinde Schnitzel, sosis çeşitlerini tadabilirsiniz. Bence Epcot’daki en iyi lokantalar Fransa’dakiler. Üst kattaki Monsieur Paul lüks ve daha sofistike olmasına rağmen, alt kattaki Les Chefs de France’ın yemeklerini daha çok beğendik. Kulağa hoş geliyor bir ülkeden diğerine gitmek. Hangi ülkede yesek diye dolaşırken, Meksika’da Mariachi’lerin müziği coşturuyor, Çin’e gelince akrobatların cesur gösterileri büyülüyor, Belle ise gülümseyerek sizi Fransa’da karşılıyor. Çeşitli şovların olduğu restoranlar da ilginizi çekebilir. Orlando, Disney ve Universal gibi parklardan dolayı Kuzey Amerika’nın en çok turist akımına uğrayan şehirlerinden; bu nedenle her damak zevkine hitap eden restoran seçenekleri bol. Parklar dışında da eğlencenin sonu yok Orlando’da; bunlardan biri de Cirque du Soleil.
Çeşitli gösteri ve geçitlerin saatlerini bilmek gerek.
Hollywood Studios'da İndiana Jones filmi çekimi.
15’inci senesini kutluyor ve 7 bin gösterisini 9 Milyon kişi izlemiş. Las Vegas ve Orlando’da sabit çadırı olan Cirque du Soleil ülkemize de gelmişti. Orlando’da ise kalıcı çadırı Downtown Disney’de. Bu gösterileri seyretmemiş olanlara tarif edebilmek için, bir rüya alemine gideceksiniz diyebilirim. Biletler ucuz değil ama değer ve Orlando’ya gitmeye karar verir vermez biletinizi alın. Değişik temalarda şovları var, biz gittiğimizde La Nouba gösterimde idi. Kostümler, o güzel müzik, farklı alemlerin dekoru, yetenekli şarkıcı, akrobat ve sempatik palyaçoların gösterisi. Bu sirkte hayvan yok ve eski alışılagelmiş sirklerden sanmayın. Bir müzik ve renk cümbüşüne dalıp, palyaçoların sizi hala güldürebildiğine şaşacaksınız. Show öncesi akşam yemeği için yine Downtown Disney’deki bir restoranı seçmeniz pratik olur; gölde tur atan teknelere binerek, ya da yürüyerek gidebileceğiniz Fulton’s Crab House iyi adreslerden biri. Buharlı, bacalı, yandan çarklı bir Mississipi gemisinin içindeki bu mekan deniz ürünleri ile ünlü. Mutlu bir yer burası, üzüntüye, sorunlara yer yok. Dünyanın her bir köşesinden gelmiş insanlar; genci, çocuğu, yaşlısı, engellisi, hepsi burada birlikte gülüyor; birleşmiş milletler birlikte eğleniyor burada.
Downtown Disney'de bir bar.
The Land; ürünler ilginç tekniklerle yetiştiriliyor.
Mengerler Lifestyle
45
Mengerler YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...
3/2014 Lifestyle
RAINER GENES SAN SEBASTIAN - MALLORCA SEYHUN TOPUZ YENİ C-SERİSİ CANER ERKİN YILDIZLI HAYATLAR • KÜLTÜR • SANAT • SÖYLEŞİ • GEZİ • LEZZET • SAĞLIK
İspanya'dan iki cennet köşe
G
eçenlerde elime Dominique Browning'in “The Well – Lived yaşamımızı değerlendirip, bazen daha iyisi için gayret, kimi Life”, isimli kitabı geçti. Hepimizin istediği bu değil mi? Güzel zaman da şükran hisleri ile döneceğiz gezilerden. Ama her yaşanmış bir hayat. seferinde değişmiş, kendimizi ve hayatı daha iyi tanıyarak. Dünyayı gezerken, kendi küçük dünyamızın dışına çıkıp, bizden Başka diyarlara gitmek herkes için değilse de, her manada iyi farklı, daha iyi ya da kötü şartlarda yaşayan insanları görünce, değerlendirilmiş, tatlısı ile acısı bir arada olması kaçınılmaz olsa 16
MengerlerLifestyle
S. SEBASTIAN - MALLORCA
Yarımada yolunda, Cap de Formentor'da baş döndüren manzaralar. Yol dar ve kıvrımlı olsa da bakımlı.
Bask Bölgesi'nde şehirlerin isimleri İspanya'nın diğer kısımlarından farklı; Bask lisanındaki isimler geçerli burada. Özerklik istiyorlar, İspanya'dan ayrılmak; bu nedenle bazı balkonlara bayraklar ve pankartlar asılı. Bask adı Donostia olan San Sebastian'da yaz aylarında sanat, caz ve tiyatro; Eylül'de ise film festivali yapılıyor, Ağustos'taki Semana Grande ise en büyük festival. İspanya'nın kuzeyindeki bu bölge yağmurlu iklimi nedeniyle yemyeşil. Plajlarının keyfini çıkartmak istiyorsanız en uygun aylar Temmuz ve Ağustos. Üç plajından en ünlüsü La Concha; adını aldığı deniz kabuğu şeklinde. İkincisi; Playa de Ondarreta ve sörf yapanların cenneti olan Playa de Zurriola.
YAZI VE FOTOĞRAFLAR: AYŞEN GÜREL SİLE
1889'da İspanya Kraliçesi Maria Cristina deniz kenarına Palacio Miramar malikanesini inşa ettirip bu sahili en sofistike sayfiye şehri ilan edince, tüm aristokratlar onu izler ve S.S. tam anlamı ile bir Belle Epoque devrinin sahnesi olur. Sahildeki zarif yapılar, kıyı boyunca sıralanmış zevkli bir desen, kaliteli işçilikle uygulanmış demir döküm korkuluklar ve fenerli sokak lambaları o tatlı hayat döneminin şaşaasını bugün de hatırlatıyor. Donostia'ya ait eski resimlerde beyaz ketenler giymiş şık hanımefendi ve beyefendiler hasır şapkaları ile sahilde dolaşıyor, bahriyeli kıyafetli çocuklar da kumlarda koşturuyor. Günümüzde Avrupa'da Art Nouveaux döneminden kalan yapılar en çok İspanya'da mevcut, S.S.'da da çok güzel örneklerine rastlayacaksınız. Mayıs ayı sonunda gittiğimiz için hava ılık ve yağmurluydu. Atlantik Okyanusu kıyısındaki S.S'da, günde iki kez gel git oluyor, denizin metrelerce çekildiği saatlerde kumsal, köpekleri ile yürüyüş yapan, koşanlarla, plajda grup halinde oturmuş gitar çalan gençlerle doluyor.
da, yaşlı koltuğumuzda bir huzur ve tatmin duygusu hissetmek, geri dönüp baktığımızda; dolu dolu yaşadım diyebilmek, ömre Otelimiz Hotel des Londres tüm koyun manzarasını kucakladığı için bedel. kumsal ve denizle hep iç içeydik. Deniz kenarındaki meydan çok güzel tasarlanmış, tüm bu alanın 5 kat altına modern bir otopark yapılmış,
“Hayat güzel” diyebildiğiniz anların çok olmasını dileyerek sizleri sokak seviyesinde sadece sizi aşağı indirecek olan camdan yapılmış asansör kabinesini görüyorsunuz. önce SAN SEBASTIAN'a götürüyorum. Mengerler Lifestyle
17
S. SEBASTIAN - MALLORCA
S.Sebastian'dan Bilbao yönünde dağlar ve vadilerde mutlu atlar, koyunlar ve inekler gördük.
Arantza'da çocuklar. Bidsoa Vadisi'ndeki tüm kasabalarda hayat sakin, siesta saatleri dışında da. Bazı binaların duvarlarında Bask Bölgesi'nin özerklik isteğini duyuran graffitilere yer yer rastladık.
Pasai Donibane'deki Victor Hugo evinden iç mekanlar.
18
MengerlerLifestyle
Bidasoa Vadisi'ndeki köylerden Etxalar'da birçok çiçekli balkondan biri.
Pasai Donibane'de çiçekliklerdeki ahşap oymacılığı ve pencerelerde danteller bu şirin balıkçı kasabasına has özelliklerden.
S. SEBASTIAN - MALLORCA
Bera'da da mırıl mırıl akan bir ırmak kenarı.
Ferforje ve ahşap işciliklere emek verilmiş. Bir çok evin duvarında aristokrasi armaları dikkatimizi çekti. .
Bereket ve şans sembolü kurutulmuş ayçiçeklerini Bidasoa Vadisi'nde evlerin kepenklerine, balıkçı kasabalarında ise teknelerin direklerine asıyorlar.
Evlerin duvarına gömülen taşlar hoş detaylardan.
S.Sebastian'da gel - gitler günde iki kere.
Bidasoa Vadisi yürüyüş sevenler için cennet. Köylerde pek yemek yenecek bir yer yok ama olsa da su kenarında bir piknik çok keyifli.
Valldemossa'nın daracık patika yollarında karşınıza şirin, bol çiçekli köşeler çıkıyor. Bu şirin kasaba 1838'de Chopin ve Sand'ın manastırın bir kısmını kiralamaları ile popüler olmuş.
Surlarla çevrili Alcudia tarih yüklü. Dar sokaklarda karşınıza şirin butikler çıkıyor.
Bağlar ve şarap yapımı Mallorca'da İ.Ö 146'da Roma İmparatorluğu döneminde başlamış.
Mengerler Lifestyle
19
S. SEBASTIAN - MALLORCA çılgın bir trafiği olan mutfağa yönlendirdi. Mutfaktaki doğal gürültünün arka fon oluşturduğu ortamda Juan Mari ve Elena ile sohbete başladım. Juan Mari güler yüzlü, samimi bir kişi, tutkusunu öylesine bir coşku ve heyecanla anlatıyor ki, içinizden asılı tavalardan birini kapıp mutfak ekibine katılmak geliyor. Elena ve Juan Mari mesleklerini çok ciddiye alan, mesleklerine gönül vermiş kişiler. Uluslararası ünlerine rağmen candan ve alçak gönüllü kalabilmişler.
2012 yılında dünyanın en iyi kadın aşçısı seçilen Elena Arzak Espina ve babası 3 Michelin yıldızlı İspanya'nın efsane şefi Juan Mari Arzak ile ARZAK Restaurant'ın mutfağında samimi ve keyifli söyleşimizi yaparken.
İspanya'nın gurme merkezi olan San Sebastian, küçük olmasına rağmen ülkenin toplam 17 Michelin yıldızlı aşçısına ev sahipliği yapan tek şehir. Mutfak sanatlarında nasıl bu unvanı aldığını araştırınca geçmişinden bazı ipuçları buluyoruz. Gastronomi yerel halkın yaşamında çok önemli bir rol oynuyor; Bask Bölgesi'nde erkekler üye oldukları Gastronomi kulüplerinde bir araya gelip, yemek pişirip, yiyip, içip, sohbet ediyorlar. Eskiden kadınların girmesi yasak olan bu kulüplere şimdi kadınlar davet edilebiliyormuş ama yemek hazırlığı hala sadece erkeklere aitmiş. Hanımların bir itirazı olacağını sanmıyorum, ne dersiniz? Küçük meze ya da atıştırmalıklara Tapas yerine Pinxtos deniyor. Bask Bölgesi'nde. Gurme turumuza önce Pinxtos barları ile ünlü S.S.'ın tarihi kısmı, Parte Vieja'dan başlıyoruz. Daracık sokaklarda yan yana bir sürü Pinxtos bar sıralanmış, her biri ayrı spesiyaliteler ile popüler ve sakin mevsimde gitmemize rağmen tıklım tıklım doluydu. Dekorları kalender ve sempatik; içeride ise samimi bir atmosferde şarabını yudumlayan, atıştıran, keyifli bir sohbete dalmış neşeli insanların gürültüsü. Bar Ganbara, A Fuego Negro, Bar Goiz Argi popüler barlar. Sosyal insanlar İspanyollar; aile, dostlar, arkadaşlar çok önemli ve iş sonrası bu barlarda buluşuyorlar; çağımızın yalnızlık felsefesi burada geçerli değil.
Söyleşi sonrası soframıza oturduğumuzda Sommelier ne içeceğimizi sorunca, aslında ne yiyeceğimizi tam olarak bilmediğimizden, Juan Mari ne uygun görüyorsa dedik. Her ayrı tadım ile eşleşen yeni bir şişe açan Sommelier, her birinden bir bardak sundu. Çok yaratıcı, artistik bir gusto ile tasarlanmıştı tabaklarımız, bozmadan önce inceleyip seyredecek kadar hoş idi ve ilk lokma ile damağımda lezzet patlamaları başladı. Eğer bir gün dünyanın bu köşesine uzanırsanız, ARZAK'ı ziyaret edince mutfak sanatları terimindeki “sanat” sözünün burası için ne kadar yerinde olduğuna hak vereceksiniz. Gitmeye karar verirseniz üç ay öncesinden rezervasyonunuzu yaptırmayı unutmayın.
S. Sebastian ve çevresi yemyeşil dağlar, vadiler ve ovalarla çevrili. Yol kenarında akan sular ve güzel doğada yürümek ve araba ile dolaşmak çok keyifli.
Ülkenin gurme merkezinde hakkında en çok beğeniyi duyduğumuz restorana gittik. Sözünü ettiğim İspanya'nın efsanevi şefi Juan Mari Arzak ve 2012'de dünyanın en iyi kadın şefi seçilen kızı Elena Arzak Espina'nın restoranı ARZAK. En üst düzeyde, 3 Michelin yıldızlı şef Juan Mari Arzak ve kızı Elena için gastronomi bir aile tutkusu ve Elena bu aile geleneğinde 4. jenerasyon. Çeşitli deneyimlerden verdiğim bir karar vardı; ne kadar ünlü bir şefin mutfağı olsa da tadım menüsünü almayacaktım. Bize ayırabildiği sınırlı zamanda Juan Mari sevimli, babacan tavrı ile sevip sevmediğimiz yiyecekleri çok basit ama doğru sorularla sorup, yanındaki şefe İspanyolca direktifler vererek, tüm menümüzü kendisi seçti. Bu sefer tadım menüsünü denememek mümkün mü, teslim oldum. Yemekleriniz yapılırken söyleşiyi yaparız dedi ve bizi ahenkli fakat 20
MengerlerLifestyle
Elizondo'da nehir kasabanın içinden geçiyor ve tüm evler akarsu kenarında.
S. SEBASTIAN - MALLORCA
Sanatçı Joan Miro 1956 yılından 1983'de vefatına kadar Mallorca'da yaşamış ve çalışmış. Eşi Pilar sanatçının evi ve atölyesini bir sanat merkezine dönüştürmüş. İspanyol basınında Alabaster Kale takma ismi ile anılan Fundacio Pilar i Joan Miro'yu gezince sanatçıyı daha yakından tanıyorsunuz. Atölye sanki Miro birazdan çalışmaya başlayacakmış gibi; sanatçının düzenini bıraktığı gibi korumuşlar.
Bidasoa Vadisi'ndeki köyleri araba ile geziyoruz, Bera, Lesaka, Etxalar, Igantzi, Arantza ve Elizondo; yemyeşil dağlar, vadiler, yaylalar, akarsularla çevrili. Doğada yürüyüş yapmayı sevenler için güzel; hayatın hala yavaş olduğu nadir yerlerden. Deniz kıyısından batıya doğru gidince trafik işaretleri Francia, Fransa yönünü gösteriyor. Sınırı geçince şarabı ile ünlü Bordeaux Bölgesi başlıyor. Deniz kıyısında ise Victor Hugo'nun bir süre yaşadığı küçük balıkçı kasabası Pasai Donibane, hoş marinası ile Hondarribia ve Hernani karakteristik yerler. S.S.'a gelmişken Bilbao'ya da gitmeli, mimarisi Frank Gehry'e ait olan Guggenheim Müzesi'ni sırf müthiş mimarisi için bile ziyaret etmeye değer. Müzenin koleksiyonunda modern ve çağdaş sanatçıların eserleri yer almakta. Metrosu ise harika tasarımına tanık olmak için binilen dünyadaki nadir metrolardan.
Mallorca Baler Ada'larının en büyüğü olan bu Akdeniz adasında doğa her çeşidi sunmuş; sarp kayalıklar, sakin plajlar, içinde kayıkla dolaşılan mağaralar ve dağlar var.
Zengin ve bol savaşlı tarihine ışık hızı ile bir göz atarsak; en derin izleri bırakan medeniyetlerden Roma İmparatorluğu İ.Ö 3. yy.da adada 500 sene hüküm sürmüş; yollar, kasabalar yapılmış, zeytin, çam ağaçları ve üzüm bağları tüm adayı donatmış. 902'de ise Fas'ın İslam yönetimi sırasında şarap yapımı dursa da adanın dağlık arazisi teraslara dönüştürülüp verimli tarım alanları oluşturulmuş. 1229'da ise Kral Jaume I, Mallorca Krallığı'nı kurmuş,1344'de İspanya'ya dahil olmuş. Tarihini okuyunca kimler gelmiş geçmiş bu küçük kara parçasından dedirtiyor insana. Frederic Chopin, sevgilisi George Sand ve Miro gibi sanatçılar da Mallorca'da yaşamışlar. Adanın en görmeye değer kısımları iki ana yönde; biri güney batı bölgesindeki Palma de Mallorca'dan başlamak üzere, Valldemossa ve Soller Vadisi'ne doğru. Palma de Mallorca görkemli limanındaki şehir surları, muhteşem Neo Gotik Katedrali ile adanın zengin tarih birikimi hakkında hemen fikir veriyor. Yüzyıllık zeytin, çam ağaçları ve üzüm bağları arasından dar yollarda Valldemossa'ya geldik. Manastırı, kilisesi olan bu şirin dağ kasabasında her evin kapısının girişinde saksılarda çiçekler ve seramik fayans üzerine elle boyanmış dini temalar yer alıyor. Chopin ve Sand kasaba
Mengerler Lifestyle
21
S. SEBASTIAN - MALLORCA
Formentor Yarımadası'ndaki yola en yakın manzara noktası Mirador de Mal Pas. Duvar boyunca yürüyerek tepeden bu harika deniz ve kayalık manzarayı içinize çekebilirsiniz.
halkı tarafından aykırı bulunup yadırgansalar da manastırın bazı odalarını kiralamışlar. Okuduğum kitap Chopin ve Sand'ın burada çok sefil ama yaratıcı bir kış geçirdiğini yazıyordu. Daracık yollarda bir otobüs ile araba karşılaşınca, sabır, gayret ve hoş görü ile bir şekilde herkes kendi yoluna devam etmeyi becerebiliyor. Yığma taştan bağ evlerinde kırmızı şarap Tinto, beyaz Blanco, pembe ise Rosado adı ile ikram ediliyor. Flamenko gitar tınıları ise her an karşınıza çıkabilir. Kuzeybatı kıyısında Tramuntana Dağları'nın sıralandığı Soller Vadisi, narenciye bahçeleri ve zeytin ağaçları ile ünlü. Vadideki Fornalutx ve Biniaraix çok sevimli kasabalar. Soller Limanı'ndaki marina ufak yelkenli ve tekneleri barındırıyor. Joan Miro'nun evi ve stüdyosu sanatçı sanki az önce atölyesinden çıkmış hissi veriyor. Saydım, tam 12 tane resim sehpasında çalışmaları vardı. Doğadan topladığı esin kaynaklarını; kozalakları, bal kabakları, deniz kabuklarını raflara dizmiş sanatçı; resim ve heykellerinde bu objeleri görünce, Miro'nun gözü ile bakıyorsunuz doğaya. Kuzey bölgesindeki Alcudia, Pollença ve sarp kayaların tepesinden denize baktığınız Formentor Yarımadası. Pollença'da yerli halkın da tercih ettiği Can Ferra'da deniz ürünleri taptaze. Alcudia ise Roma İmparatorluğu zamanında adanın baş şehriymiş. Surlar ve girişindeki kale tarih yüklü olduğunu hemen hissettiriyor. Mallorca güzel bir doğada sakin bir tatil isteyenler için çok keyifli. 22
MengerlerLifestyle
Bera'da nehir yol kenarından akıyor, arada orman içinde kaybolsa da su sesini tüm kasabada duyuyorsunuz.
Arantza'da çınar ağaçlarını birbirlerine adeta aşı yaparmış gibi kaynaştırıyorlar. Bazı yollar sanki çınaraltı tüneli gibi.
ağdaş Türk Sanat'ına yön veren sanatçılar arasında yer alan Seyhun Topuz heykel sanatımızın en modernist isimlerinden; bu estetik algının Türkiye'deki sürekli ve tutarlı temsilcisi sayılıyor. Sanatçı İstanbul'da Güzel Sanatlar Akademi'sinin ardından New York'ta, aralarında Mark Rothko, Georgia O'Keeffe, Man Ray ve Jackson Pollock gibi sanatçıların okulu olan Art Students League'de çalışmalarını sürdürmüş. Ülkemizdeki sayılı kadın heykel sanatçısından biri olmasının yanı sıra, daha çok figüratif ve anıtsal heykeller üretilirken, daha 1971'li yıllarda, 32
MengerlerLifestyle
akıma uymamış, modern, soyut eserler vermiş, bu minimalist yaklaşımı ile Modern Türk Sanatı'nda hak ettiği yeri almıştır. 2013'de Elgiz Müzesi'nde 42 yıldan seçilen heykelleri ile bir Retrospektif sergi açan sanatçı, eş zamanlı olarak eserlerinden oluşan kitabını yayınladı. Topuz'un heykelleri sade renkleri, geometrik formlardaki denge, yer çekimi noktası ve kusursuz bir titizlikle çalışılmış yüzeyler gibi unsurlar nedeniyle bulundukları mekandaki enerjileri çok çarpıcı. İlk bakışta rasyonel formlar olarak algılansa da, sanatçı lirik bir anlatım, düşünce ve zekanın ürünü olan eserlerini kendine öz heykel dili ile yorumluyor.
® Kayhan Kaygusuz
Ç
® Kayhan Kaygusuz
SÖYLEŞİ : AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR : BERKANT ÇOLAK, AHMET ÖKTEM, KAYHAN KAYGUSUZ
® Berkant Çolak
SEYHUN TOPUZ
SÖYLEŞİ SEYHUN TOPUZ Güzel Sanat'lara ilginiz ne zaman başladı, bu eğiliminizi nasıl keşfettiniz ya da keşfedildi? Her zaman iyi resim yapardım. Liseyi bitirdiğimde Akademi'ye gitmek istediğimi babama söyledim. O da benim hukukçu olmamı istiyordu, kırmadım ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne iki yıl devam ettim. Hiç bana göre değildi. Evden habersiz Akademi sınavlarına hazırlandım. Resim ve Heykel bölümlerinin ikisini de kazandım. Tercihim Heykel Bölümü'nden yana oldu.
Heykeltraş Mehmet Aksoy sınıf arkadaşı olduğunuzu bildiğim sanatçılardan. Okul anılarından ve o senelerdeki şartlardan biraz bahseder misiniz? Mehmet Aksoy, Koray Ariş, Ferit Özşen benim dönem arkadaşlarım. Atölyelerde her zaman bir dostluk ve yardımlaşma havası vardı. Teknolojik imkanlar bugünkü gibi değildi, ama hocalarımız iyi idi. Çok iyi eğitim aldığımızı düşünüyorum. Diğer bölümlerle ortak dersler, bölümler arası iletişim, sergiler, konserler, konferanslar gibi hepimizi besleyen pek çok etkinlik olurdu o yıllarda.
Sizin Mimar Sinan Güzel Sanatlar'da okuduğunuz senelerde heykel sanatı ülkemizde hangi noktada idi? Zamanın ünlü heykeltraşları kimlerdi ? Elbette İstanbul'da pek az sayıda galeri ve pek az sayıda heykel sanatçısı vardı. Nadiren heykel sergisi açılırdı. Resim-Heykel Müzesi'nde bir Henry Moore, İTÜ Taşkışla'da Rudolf Belling sergileri olmuştu. Bugün bile heyecanla hatırlıyorum. Bizler de hocalarımızla beraber çok sayıda grup sergilerine katılırdık 1970'li yıllarda.
® Kayhan Kaygusuz
Heykel sanatının sizin için olduğuna nasıl karar verdiniz? Heykel Bölümü için sınav sonrası mülakatlar da yapılırdı. Atölyelerde çok az öğrenci olması ve hocaların yakınlığı, ilgisi beni bu bölüme devam etmeye özendirdi.
Döneminiz, hatta sınıfınız başarılı sanatçılar kazandırmış. Örneğin
Mengerler Lifestyle
33
® Kayhan Kaygusuz
SÖYLEŞİ SEYHUN TOPUZ
Sizde iz bırakan değerli hocalarınız ve onlarla ilgili hoş anılarınızı paylaşır mısınız? Bende iz bırakan iki sevgili hocam Şadi Çalık ve Zühtü Müritoğlu'dur. Sonraki yıllarda Sabri Berkel. Yalnızca hocalarım değil aynı zamanda dostlarım oldular, bu konuşmaya sığmayacak kadar çok anım var ama kısaca şunu söyleyebilirim, ev ziyaretleri, beraber yenen uzun akşam yemekleri, Bodrum'da yaz tatilleri hala belleğimde özel yer tutar. Çalışmalarınızı nerede gerçekleştiriyorsunuz? Eserlerinizin yapım ve enstalasyon süreci nasıl gelişiyor? Çalışmalarımı seçtiğim malzemeye göre profesyonel atölyelerde yapıyorum. Fiberglas olabilirler, demir ya da alüminyum olabilirler. Senelerdir çalıştığım atölyeler var. Tercih ettiğiniz medyumlar neler ve tasarlıyacağınız heykelin teması bu seçimde rol oynuyor mu? Hangi malzemeleri kendinize daha yakın buluyorsunuz ve hangi teknikleri uyguluyorsunuz?
34
MengerlerLifestyle
Biraz önce de söylediğim gibi, yaptığım form hangi malzemeyi gerektiriyorsa onu kullanıyorum. Maketlerle başlıyorum çalışmaya. Bunlar çok sayıda oluyor. Bazılarını realize ediyorum. Benim heykellerim soyut olduğu için bazı sergilerime bir üst başlık koyuyorum, “parçalanmış kareler”, “ortak bellek” ve “düğümler” gibi. Nelerden esinleniyorsunuz, sizi neler motive ediyor? Eserlerinizin temaları neler, vermek istediğiniz bir mesaj var mı? Estetik ve tasarım mı ön planda? Beni başından beri tamamen soyut bir dünya motive ediyor. İşlerim kendi kendilerini üretiyor diyebilirim. Üç boyutlu düşünmek ayrı bir yetenek. Eskizleriniz iki mi, üç boyutlu mu? Şimdi bilgisayar yardımı ile her yönden görülebilen uygulamalardan faydalanıyor musunuz? Maketlerim elbette üç boyutlu formlardan oluşuyor, tamamen emin olmadan realize etmiyorum. Bilgisayar hiç kullanmadım.
Mekanla heykelin iliskisi nasıl kurulmalıdır ve bu safhada nelere dikkat etmek gerek? Heykelin mekanla ilişkisi bire-birdir. Sergi mekanı dışında nereye konulacağını bilemezsiniz. Ancak herhangi bir sipariş alırsanız heykel-mekan ilişkisini ön planda tutarsınız.
® Ahmet Öktem
SÖYLEŞİ SEYHUN TOPUZ
Sanat tarihinde sizi en çok heyecanlandıran heykeltraşlar kimler? Günümüz heykel sanatçısı Richard Serra'ya hayranım. Ülkemizde toplum genelinde heykel sanatı
zor kabul görmüş, zor anlaşılmışsa da yine de çok yol kat edilmiştir. Bu gün geldiğimiz noktayı nasıl değerendiriyorsunuz? Bugün heykel sanatı da, resim sanatı gibi ilgi görüyor. Sayıları giderek artan müzeler de heykeli teşvik ediyor ve bu konuda iyi şey-
ler yapıyorlar. Örneğin, Proje 4L genç heykelcileri özendiren ve artık geleneksel olan sergiler düzenliyor. Galerilerde sıkça heykel sergileri görebiliyoruz. Heykel, koleksiyonerlerin de ilgi alanına girdi. 20-30 yıl önce hayal bile edilemeyecek gelişmeler var.
Mengerler Lifestyle
35
SÖYLEŞİ SEYHUN TOPUZ
Sizi sanatçı kimliğiniz dışında da tanımak isteriz, meraklarınız, uğraşı ve sevdiğiniz aktiviteler neler? Biliyorsun ben evliyim. Yemeğimi alış verişimi kendim yaparım. Dostlarımla vakit geçirmeyi seviyorum. Denizi, yüzmeyi, yürümeyi severim. Marmara Üniversitesi Heykel Bölümü'nde 10 yıl kadar misafir hoca olarak ders verdim. Genç heykelcilere her zaman kapım açık, zaten geliyorlar, onlara zaman ayırmaya hep öncelik veriyorum.
® Kayhan Kaygusuz
Teknolojideki gelişmeler heykelleri Anish Kapoor'un Chicago'daki ünlü Cloudgate Heykeli'nde olduğu gibi yeni bir boyuta taşıyor. Ülkemizde bu manada neredeyiz? Modern sonrası sanat ülkemizde dünya ile paralel gidiyor diyebilirim. Pek çok sanatçı yurt dışında da tanınıyor, bienallere davet ediliyor ve müzelerde yer alıyorlar.
ÖZGEÇMİŞ 1942 1971
1974-78 1977 1978-80 1983-84
Heykeltraş olmak isteyen genç nesil sanatçılara önerileriniz? Yaptıkları her neyse ısrarla onun üzerine gitmelerini, hemen para kazanmak gibi bir tutkularının olmamasını, sabırlı olmalarını diliyorum. Ayırdığınız zaman ve bu güzel söyleşiniz için çok teşekkür ederim.
de doğdu. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Heykel Bölümü'nü bitirdi. Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksek Okulu'nda asistanlık yaptı. “Sanatta Yeterlik” derecesi aldı. New York'ta Art Students League'de heykelci Jose de Creeft ile çalıştı. Çalışmalarını New York'ta sürdürdü. Halen İstanbul'da serbest olarak çalışmaktadır.
KİŞİSEL SERGİLER 2013 2011 2009 2008 2006 2003 1999 1997 1994 1990 1987 1983
Proje 4L, İstanbul. Galeri NEV, İstanbul. Marmara Üniversitesi Müzesi Galeri NEV, Ankara MAC Sanat Galerisi, İstanbul Maçka Sanat Galerisi, İstanbul Aksanat, İstanbul Ercüment Kalmık Müzesi, İstanbul Maçka Sanat Galerisi, İstanbul Galeri Nev, Ankara Maçka Sanat Galerisi, İstanbul Maçka Sanat Galerisi, İstanbul
2001 2000 1999 1996 1995 1993 1992 1990 1987 1986
1983
SEÇİLMİŞ GRUP SERGİLER 2014 2013 2011 2008 2007
® Kayhan Kaygusuz
2006 2005
36
MengerlerLifestyle
2004
“Miro'ya Açılan Heykelli Yol”, Baksı Müzesi, Bayburt. “Hotspot İstanbul”, Museum Haus Konstruktiv, Zürih, İsviçre. “Hayal ve Hakikat”, İstanbul Modern “Made in Turkey”, Frankfurt, Almanya “Modern Deneyimler”, İstanbul Modern, İstanbul “Modern ve Ötesi”, Santralistanbul “Bellek ve Ölçek”, İstanbul Modern “Kırmızı Siyah”, Beşiktaş Çağdaş, İstanbul “Heykel Bahçesi Yeni Alımlar”, İstanbul Modern, İstanbul “Maçka Sanat Galerisi Cholet'de”, Museé d'Art et d'Histoire, Fransa “Sanatçı Giysileri”, Museé du Textile Cholet, Fransa “Uluslararası Heykel Sempozyumu,
1980 1977 1975
Heykel Sergisi”, Dubai, BAE. “Modern Türk - 20. yüzyılın ikinci yarısında Türk Sanatı”, Has Ahırlar, İstanbul “Minimalden Maksimale”, West LB Bank, İstanbul “2. Uluslararası Sharjah Bienali”, Sharjah, B.A.E. “Öteki”, Habitat II, Antrepo, İstanbul “Üç Sanatçı” 4.Uluslararası İstanbul Bienali Sergileri, Maçka Sanat Galerisi, İstanbul “Cumhuriyetten Günümüze Kadın Sanatçılar”, Arkeoloji Müzesi, İstanbul “Çekmeceler”, Je Turc ILS Mulhouse, Fransa “Büyük Sergi II”, Resim Heykel Müzeleri, İstanbul, Ankara Uluslararası 1. İstanbul Bienali , Askeri Müze, İstanbul Uluslararası Asya - Avrupa Bienali, Ankara “10. Yıl Sergileri”, Maçka Sanat Galerisi, İstanbul “Anadolu Medeniyetleri - Çağdaş Türk Sanatı” Arkeoloji Müzesi, İstanbul “Günümüz Sanatçıları” Sergisi, 11. Uluslararası İstanbul Festivali, Resim Heykel Müzesi, İstanbul “Art Students League - Karma Heykel Sergisi” New York. “Yeni Eğilimler Sergisi”, DGSA, İstanbul 13. Middelheim Bieanali, Antwerpen, Belçika
ÖDÜLLER 2008 1990
1974 1974 1970
Aydın Doğan Ödülü Sanat Kurumu “Yılın Heykel Sanatçısı” Ödülü 35. Devlet Resim Heykel Sergisi Başarı Ödülü Hadi Bara Anısına Heykel Yarışması, Mansiyon Ahmet Andiçen Ödülü
Mengerler YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...
4/2014 Lifestyle
BARSELONA MERCEDES-BENZ GLA JOAN MIRO SAGALASSOS DEVRİM ERBİL YILDIZLI HAYATLAR • KÜLTÜR • SANAT • SÖYLEŞİ • GEZİ • LEZZET • SAĞLIK
SÖYLEŞİ: AYLİN BARBAROS FOTOĞRAFLAR: GARO MİLOŞYAN / DEVRİM ERBİL ARŞİVİ 8
MengerlerLifestyle
“Çok renkli bir sanat ortamının içinde yaşıyoruz, bu renklilik keşke biraz daha mutluluk getirse; savaşlar olmasa ve sanat gerçek iyilik, güzellik ve doğrulukla beraber insanlara mutluluk veren ve vermesi gereken bir olgu olduğunu insanlara daha çok hatırlatsa diyorum” Sayın Erbil, uzun yılları kapsayan sanat hayatınızı bize nasıl özetlemek istersiniz? Uzun yıllar olunca özetlemesi de güç oluyor çünkü daha lisede sergiler açmaya başlamıştım ama ben sanatçı kimliğimi, akademiden diploma aldığım yıl 1959 olarak başlatıyorum. Türkiye’nin sanat ortamında yüklendiğim bir takım görevler vardı; hala bir sanat eğitimcisiyim. Akade-
mi uzun yıllar “Sanat Bayramı” diye 70’li yıllar civarında etkinlikler düzenledi; onayları başkanlığımdaki bir komite yürütüyordu. 63’lerde Akademi Sanat Dergisi’ni çıkarttık, 67’li yıllarda ise sanatçıların örgütlenmesi gereğine inandığım için Çağdaş Ressamlar Derneği’nin başkanlığını üstlendim. Türkiye’nin tek sanat müzesi Atatürk’ün 1937’de kurduğu Resim Heykel Müzesi’dir. O yıllarda müzeciler henüz yetişmeMengerler Lifestyle
9
10
MengerlerLifestyle
SÖYLEŞİ DEVRİM ERBİL diği için bu alanda da çok emek verdim; Resim Heykel Müzesi’nin düzenlenmesi, götürülen eserlerin komiserliğini yapmak gibi görevler aldım. Çalışmalarınızı konu ve kullandığınız değişik tekniklere göre farklı dönem, ya da seriler olarak ayırabilir misiniz? Sanat hiçbir zaman yerinde durmayan bir olgu, her zaman yenilenen kendi kendini tazeleyen… Bu yönü olmazsa yaratıcı ve ilginç olmaz. Resme başladığım öğrencilik yıllarımda yaptığım çalışmalar ve bugünkü resimler arasında ortak bir payda bulur genellikle sanatseverler ve sanat yazarları. Yararlandığım kaynaklar hat, minyatür, Çin, Mısır sanatı gibi büyük kültürler ve Anadolu uygarlığının değerleri. Tabii sanatım içerisinde bir takım değişiklikler oldu; yeni konular, temalar, farklı boyutlar ve malzemeler girdi. Eserlerinizde 3D gibi çağdaş teknikleri kullanıyorsunuz, resimleriniz tam anlamı ile yeni bir boyut kazanıyor. Bu konudaki heyecanınızı bizimle paylaşır mısınız? Her gün yenilenen bir dünyada yaşıyoruz, her yerinde olup bitenden haberdarsınız ve siz de kendi sanatınızı yenilemek, tazelemek için daha özgün yeni alanlara açılmak için teknolojinin ve malzemenin getirdiği imkanları kullanıyorsunuz. Sanat geniş kitlelere ulaşmalı; 10 yıl seramik çalışmalar yaptım; her gün önünden yüzlerce kişi geçen mekan ve süreyle sınırlı kalmayan bir sergi gibi. Özgün baskıyı çok önemsedim; gravür ve serigrafi hala yapıyorum çünkü paylaşımın çok yoğun olduğu bir malzeme. Picasso’nun deyişi ile bir eve asılan yağlıboya tablonun yaşamı o mekana gelenlerle sınırlıdır, oysa özgün baskı, bir eserin sınırlı sayıda çoğaltılmış örnekleridir ve birçok eve girebilir. Video Art denilen çalışmaları yapıyorum, fiziki eleman olarak ışık, vitray ve plexsi’lerdeki malzemem. İstanbul şehri denince sizin resimleriniz ilk akla gelenlerden. İstanbul’un son senelerdeki değişimi hakkında ne söylemek istersiniz ve bu resimlerinize yansıyor mu? Valla hiçbir şey söylemesem daha iyi çünkü dost söylerse acı söyler; bu kenti seven, kentin bir hayranı olarak. Resimlerimde onu kul-
lanan birisiyim, bir tutku ile onu görüyorum ama Picasso’nun bir sözü vardır “karanlıkta bütün kadınlar güzeldir” der, İstanbul da gece bakıldığı zaman daha güzel; o karmaşa, trafik benzeri bütün sorunlar yok. Ben uzaklaşıyorum, belki bu uydu bakışı, resimde, tarihini düşününce güzel. Kültür olarak İstanbul büyük bir imparatorluklar şehri, üç imparatorluğun başkenti olmuş. 15 bin yıla dayanan uzun bir tarihi var ve bütün iki kıtanın birleşiminde olağanüstü bir doğa parçası. O yüzden İstanbul’un bugünkü durumuna, bir kent dokusunun, yeni bir biçimde kentsel dönüşüm mantığı içinde tarihi dokuyu yok edecek şekilde yükselmesine üzülerek bakıyorum. Her defasında tanımakta güçlük çekiyorum. Benim tavrım ne oluyor, ben de bu yükselen, yatay görünüşüne karşın yükselen İstanbul’un o çirkinliklerini gösteren yanlarını da resimlerime koyarak eleştirel bir boyut getirmek istiyorum. Bunu üzülerek yapıyorum, keşke öyle olmasaydı. Dünyada ve ülkemizde son yıllardaki sanat akımları ve Çağdaş Sanat'ı değerlendirir misiniz? Herhalde siz beni 2-3 saat daha konuşmaya zorluyorsunuz; bu konuda uzun konferanslar verilebilir ama bir özetleme yapmaya çalışayım. Bugün sanat çok farklı bir şekilde gelişiyor. Galeriler, müzeler, etkinlikler, insanlar bir coşkuyla sanatın etrafında toplanıyorlar. Paris eski, New York yeni bir merkez ama Londra, Madrid, Münih, Berlin önemli ve şimdi İstanbul da önem taşımaya başladı. Tabii bu arada Arap ülkeleri, Uzak Doğu’da da müzeler açılıyor. Yeni olmak uğruna bazen çok iyi bir sanat yaratılır bazen bu sanat mı, manat mı diyeceğiniz örnekler de çıkabiliyor. Dünyanın her yerinden, koleksiyoner ve sanatseverler Basel’e, Miami’ye, Uzak Doğu’ya geliyorlar. Çok renkli bir sanat ortamının içinde yaşıyoruz, bu renklilik insanlara keşke biraz daha mutluluk getirse, savaşlar olmasa ve sanat gerçek iyilik, güzellik ve doğrulukla beraber insanlara mutluluk veren ve vermesi gereken bir olgu olduğunu insanlara daha çok hatırlatsa diyorum. Gelecekte ne gibi projeler var? Gelecekteki projelerimin başında eserleri-
Mengerler Lifestyle
11
12
MengerlerLifestyle
SÖYLEŞİ DEVRİM ERBİL min topluca bulunduğu Kadıköy Antikacılar Çarşısı'nda Pavlonya Sokak’ta kendi adıma bir müze açmak var. Balıkesir’de de bir müze projemiz var. Bir de sanatın doğal akışı içinde sergiler yapacağım, konferanslar vereceğim. Bodrum’da yeni bir yer aldım, orada bir sanat ortamı oluşturacağım. Bodrum’un o uluslar arası ilişki boyutları içerisinde, hem sanat ortamını hareketlendirmek, hem de kendi yarattığım bir ortamda daha huzur içinde çalışmayı düşünüyorum. Değerli yardımcım Durdu Bulduklu ile bir yılın sergi programını yaptığımızda Türkiye’de 15, yurtdışında da en az 6-7 sergi şu anda programda var. Panellere katılıyorum, konferanslar veriyorum yani kısacası ben sanatın bir neferiyim, bir neferi olarak da ölünceye kadar devam edeceğim. “Sanat ve yaşam tarzı” denince Devrim Erbil neler söylemek ister? Benim için sanat bir yaşam biçimi; sanatçı yine her insan gibi duygularıyla, aşklarıyla, tutkularıyla, acılarıyla bir insan ama bunları yansıtırken de biraz farklı bir bakış açısına sahip. Daha derinden algılar, iç dünyası daha zengindir. Hayata biraz uçuk bakar, kaçık bakar ama farklı bakar. Bir takım sıradan yaşamların gösteremediği yaşamları gösterir. Onun için her zaman sanatçı biraz yadırganmıştır. Farklı görülmüştür yaşamının boyutları. Ben yaşam boyutu olarak değil de, yaşam tarzı olarak ressamca yaşamayı, ressamca düşünmeyi önemsiyorum. Mengerler Bostancı Showroom’da açtığınız sergi size nasıl bir deneyim kattı? Önce sanatın dışındaki kurumların sanatla ilgili tavırları hem onlara prestij kazandırır hem de geniş kitlelere açılma yoludur. Mercedes-Benz çok saygın bir kurum, ayrıca Mengerler’deki mekan çok hoş; orada Plexiglass’larımın, o mekanın dışa açılan pencerelerinden süzülen ışıkta çok etkili olacağını düşündüm ve o yüzden heyecan duydum. Böyle bir öneri gelince çok sıcak baktım; şık, seçkin izleyicilerin geldiği bir ortamdı. Yaşama farklı boyutta bakan her kesiminin sanata yaklaşması gerekli diye düşünüyorum. O yüzden Mengerler’de açtığım sergi bu düşüncemin Showroom’un değerli yöneticileri ile bütünleşmesi anlamını taşır. Mengerler Lifestyle
13
Barselona Casa Battlo Video Guide yazıp internetten bu videoyu mutlaka ve mutlaka seyredin, daha önce burayı gezmiş olsanız da. Gaudi'nin muhteşem hayal gücü, esin kaynakları bir masal simulasyonu olarak çekilmiş. Salonundan ağaçlıklı caddeye bakan vitraylı pencereler, Gaudi'nin mobilya ve ışıklandırması gibi her türlü detayını tasarladığı bu ev bir başka dünyaya götürüyor insanı; belki denize, ya da bir masal diyarına. Zaman geçirerek yavaş gezin mekanları, güzellikler detaylarda gizli.
BARSELONA denince aklıma ilk GAUDI, Art Nouveau Binalar ve TAPAS gelir... YAZI VE FOTOĞRAFLAR: AYŞEN GÜREL SİLE
14
MengerlerLifestyle
Lokasyonundan dolayı her zaman dış akım etkilere açık olan Barselona bir liman şehri. Fransa ile komşuluğu ve Katalonya Bölgesi’nin başkenti olmasından çok daha fazlasını sunuyor. 19’uncu yüzyılın sonlarına doğru yeni bir mimari ve sanat akımı; Modernizm ve Art Nouveau burada doğar ve Katalan milliyetçiliğinin dışa vurucu sembolü haline gelir. Mimari zenginlikleri Barselona şehrini en özel kılan niteliktir.
BARSELONA
Sagrada Familia Kilisesi mor çiçekli Jacaranda ağaçları ile çevrili. Biletlerinizi seyahate karar verir vermez Sagrada Familia Official Site'dan almanızı öneririm. Bilet alırken kulelerden birine çıkma alternatifi var, asansör ile çıkılıyor, yürüyerek dar merdivenlerden iniliyor.
Sokaklarda yürürken başınızı yukarı kaldırıp iki yandaki binalara hep bir göz atmalısınız; umulmadık yerlerde bu ne güzel mimari, ne güzel ferforje balkonlar, köşe detayları, ne zevkli bezemeler diyeceğiniz apartmanlar karşınıza çıkacak. Bazı balkonların alttan görünen zeminlerinin bile rengarenk seramiklerle döşendiğine şaşacaksınız, özene bezene yapılmışlar; estetik kaygılar boşa gitmemiş. Barselona; Ciutat Vella (eski şehir), Eixample ve Montjuic olarak 3 bölgeye ayrılmış.
CIUTAT VELLA
Eski şehirdeki Barri Gotic (Gotik kısım) Barselona’daki en eski yerleşim bölgesi, dolayısı ile tarihi kültür ve geçmişini anlatıyor buradaki katedraller, müzeler, palaslar. Ağaçlı yollardan en ünlüsü Las Ramblas, ismini mevsimlik kurumuş dere yatağı anlamına gelen Arapça "Ramla" sözünden almış. Dere
Doğa sevgisi Gaudi'nin tüm tasarımlarında esin kaynağı. Aynı zamanda çevreci çözümler de geliştirmiş; Parc Güell'deki büyük meydan alanda toplanan yağmur suları sütunlar ile aşağıdaki sarnıçta toplanıyor.
yatakları zamanla dolmuş ama anmak için bu ismi yaşatmışlar. Geceleri ve hafta sonları kalabalık olan Las Ramblas’da mim sanatçılarını, müzisyenleri izleyebilirsiniz. Museu d’Art Contemporani ( Çağdaş Sanat Müzesi), Palau Güell, Liceu Opera, nefes kesen vitraylı kubbesi ile Palau de la Musica Catalana, Museu Picasso ve görülmeye değer gıda pazarı Placa de la Boqueria da bu bölgede. Las Ramblas’dan denize doğru gidince eski liman Port Vell’de sizi Christopher Columbus’un anıtı karşılar. Şehrin keyif limanı olan Port Vell rıhtımında alışveriş yapabilir, restoran ve cafelerde dinlenebilir ve büyük akvaryuma gidebilirsiniz. Pop Sanatçı Roy Lichtenstein’ın 20 metre boyundaki heykeli ile sanat burada da varım der. Port Olimpic ise 1992’deki Olimpiyat oyunları için yeniden düzenlenmiş; beyaz kum sahili ve Barselona’nın en yüksek gökdelenleri ile bir kontrast teşkil ediyor.
Mengerler Lifestyle
15
BARSELONA
Casa Batllo; şömineli odadan salona geçiş; vitraylara ve ahşap işciliğine hayran olmamak mümkün değil.
Ejderli çeşme'den detay.
Casa Batllo'nun peri bacaları; masal kitabından sanki.
Gaudi'nin kitabında sütunlar ille de 90 derece değil. Burada da şaşırtıyor bizi Gaudi'nin dehası. Parc Güell'de meydanı ve mozaikli locavari oturma ünitelerini taşıyan sütunlar.
Casa Batllo dış cephe. Gaudi'nin eserleri teknik ve tasarımın ötesinde. En hoş yanı, hayal gücünü şimdi bile sıradışı olan projelerini cesurca uygulamaya koymuş olması ve görenleri bir masal alemine götürüp mutlu etmesi.
Sagrada Familia. Sütunlar ağaç, tavanda palmiye yaprakları ve vitraylardan süzülen doğal ışık; bir ormandayız.
Casa Batllo tavan detayı; su damlalarından esinlenmiş Gaudi.
Sagrada Familia tasarlanırken kum torbaları ile baş aşağı bir maketi yapılmış; çok ilginç bir sistem.
Antik Çağlarda duvar ya da yerde uygulanan mozaikler, Gaudi'nin eserlerinde dört boyutlu, her form ve yüzeyde.
16
MengerlerLifestyle
BARSELONA
Bombelerin arkasındaki delikler yağmur sularını toplamak üzere tasarlanmış.
Barselona sokaklarında dolaşırken başınızı yukarı kaldırınca mimari detayları yakalıyorsunuz; altı bile seramiklerle doşenmiş balkonlar örneğin.
Gaudi'nin mozaiklerinden bir detay; motifli kare bir seramik kırılıp, aynı formda ama parçalar halinde uygulanmış.
Demir işciliği ayrı güzel Barselona'da. Bu detay ise Parc Güell'den; haşhaş kapsulü ve palmiye yapraklı park kapısı.
Bu imajı görmek için Sagrada Familia kulesinin dar merdivenlerinden inmeye değer. Başınız dönmesin, tutunun ve aşağı bakın, Merdivenlerin optik görünüşüne dikkat edin, sanki bir deniz minaresinin içindesiniz.
Parc Güell'de çocuklar balonları yakalamaya çalışıyor, müziyenler çalıyor, geçenlerden bazıları dans ediyor. Havanın güzel olduğu bir günü ayırmak gerek.
Casa Batllo'dan tavan, avize ve kapı detayları.
Gaudi'nin Sagrada Familia için tasarladığı organik ve ergonomik sıra. Ahşap ve ferforje işciliği harika.
Casa Batllo'daki bu şöminenin sol tarafı genç çifte göz kulak olan Chaperone için tek kişilik, sağ tarafı ise iki kişilik tasarlanmış.
Mengerler Lifestyle
17
BARSELONA restoranlarda bu ülkenin lezzetlerini tatmak gibi.
Sagrada Familia
Antoni Gaudi (1852 - 1926)
Barceloneta ise bir balıkçı kasabası, liman yanı cafeleri ve deniz ürünleri sunan restoranları ile ünlü.
EIXAMPLE Mimaride bir patlama yaşatan modern akım öncüsü mimarlardan geriye kalan yapılar Eixample’de yer alır. En ünlüleri Josep Puig i Cadafalch, Lluis Domenech i Montaner ve tabii ki Gaudi’dir. Barselona Avrupa’da dünyanın en harika ve en fazla Art Nouveau binalarına sahip olmakla iddialıdır. Bu stil Avusturya, Fransa ve İngiltere’de de uygulanmış olmasına rağmen ülkeler arasında tarz farklılığı gösterir, örneğin Fransız Art Nouveau’su ile İngiliz Art Nouveau’sunda kendine özgü değişimler vardır. Quadrat d’O (Altın kare); burada yollar ve binalar bir karolaj sisteminde düzenlendiğinden bu isim verilmiş. Passeig Garcia orijinal binalar ve şık mağazaların caddesi. Fundacio Antoni Tapies, Gaudi’nin rüya alemi evleri Casa Mila (La Pedrera), Casa Terrades (Les Punxes) ve Casa Batllo ve hala inşaatı süren Gaudi’nin efsane kilisesi Sagrada Familia bu kısımda. Barselona’da zamanınız çok kısıtlı ise bu şehre gidip de görülmeden dönülmeyecek yerler kesinlikle efsanevi mimar, sanatçı, tasarımcı ve büyük vizyoner Antoni Gaudi’nin (1852 - 1926)imzasını taşıyan eserlerden hiç olmazsa başyapıt olanları; evlerden Casa Batllo, Parc Güell ve Sagrada Familia Kilisesi. Bir de tabii yapılmadan dönülmeyecekler var; keşfedilmeyi bekleyen Tapas Bar’lar ve 18
MengerlerLifestyle
Sanat tarihini ezbere bilseniz, büyük boyutta resimlerini incelemiş olsanız bile, Sagrada Familia Kilisesi’ni gördüğünüzde hayranlıkla karışık bir şaşkınlık duyacaksınız. Hayran olacaksınız çünkü bir kere her şeyden önce dünyada bir eşi olmayan çılgınca bir proje, ikinci olarak da; geleneklere, kurallara karşı tutucu olan dini bir mekanda uygulanmış olması. Bu gün bile sıra dışı olan bu yapının inşası, düşünün 1882’de başlamış. Gaudi’nin kendine olan inancına ve onun sanatına güvenen, bu dev proje için finansal desteklerini esirgemeyen bütün insanlara saygı ve hayranlık duymamak elde değil. Gaudi’nin dindar olması belki de dini çevrelerin ona güvenmesinde ve bu orijinal projenin kabul edilmesinde rol almıştır diye düşünüyorum. Öyle bir proje ki bu gün hala devam ediyor; Gaudi tamamlanmasına ömrünün vefa etmeyeceğini bildiği için gelecekteki sanatçılara bırakıyor bazı kısımları. Bir beyaz kart değil tabii, son derece detaylı açıklamalarla onları yönlendiren dokümanlar bırakmış geride. Esas şoku kilisenin içine girince yaşadım, sanki bir ormanın içindesiniz; devasa sütunlar ağaçların gövdeleri, tavanda ise palmiye yaprakları. Gaudi’nin esin kaynağı doğa olmuş; bu doğa sevgisi çeşitli bezemelerdeki bitkiler, bal petekleri, kara, deniz, hava olsun her çeşit canlı olarak ya bir sütün ayağı, ya da başında, bir kapı kulpunda karşımıza çıkıyor. Her türlü malzemeyi kullanmış Gaudi; kayalar, taşlar, kırık seramik parçaları, tuğlalar, camlar ve metaller. Doğa ve din inancını sanatında yoğurmuş Antoni Gaudi ve doğanın gizemini eserlerine taşımış. Sistemleri çözerken hem estetik, hem matematik olarak doğaya dönmüş. Kuledeki spiral merdivenlerden inerken başınız dönebilir, tırabzana sıkıca tutunup bir aşağı bakın, sanki bir deniz minaresinin içindesiniz. Sagrada Familia’da pencerelerdeki vitrayların yansıttığı renkli ışık oyunları günün her saatine göre değişiyor, bu masalsı mekanda dolaşırken hem cesur, hem de inanılmaz bir hayal gücü olan insanüstü insanı merak ediyorsunuz.
Gaudi ve eserlerini bir yazıya sığdırmak imkansız, onu ve eserlerini daha iyi anlamak için baskısı son derece kaliteli yayınlanmış kitapları okurken gezerken görmenizin mümkün olmayacağı küçük ama mücevher gibi detayları incelemek çok keyifli. Asansörle kulelere çıkmayı unutmayın ve kesinlikle giriş biletinizi internetten mümkün olduğu kadar evvel alın.
Casa Batllo Barselona’da beni en çok etkileyen diğer mimari eser yine Gaudi’nindi; Casa Battlo! Kapısından adımınızı atar atmaz bir düş alemine dalıyorsunuz. Bu ev, Gaudi’nin deniz, ve deniz canlılarına aşkını ilan edip adadığı bir eser sanki. Bu sefer ormanda değil, denizde. Bazen de deniz altında gibi hissediyorsunuz. Etrafınız deniz yaratıkları ve onlardan esinlenmiş desenler, formlarla çevrili, masalsı bir alem. Yine doğadan, organik formlar; hiç köşe yok, yumuşak geçişler, merdivenin tırabzanı, pencerelerin formu, şöminenin şekli, tavandaki su damlaları, deniz kabuğunu andıran avize gibi nice detaylar şiirsel bir uyum içinde. Duvarlardaki desenler sanki kumluk denizde oynaşan güneş ışınlarının yansıması gibi. İnsana neşe ve yaşama sevinci veren bir mekan, çocuklaşıyorsunuz adeta. Tasarımlarda sadece estetiğe önem verildiği yanılgısına düşmeyin sakın, incelerseniz çok ince düşünülmüş fonksiyon detaylarını yakalayabilirsiniz. Örnek olarak kapılardaki sürgü ile açılıp kapanan havalandırma ya da sıcak havayı içeride tutma sistemini verebilirim. Antoni Gaudi, Sagrada Familia’da olduğu gibi Casa Battlo’da da bütün mobilyaları kendisi tasarlamış; hepsi son derece estetik ve de ahşap işçiliği mükemmel. Hatta kilise sıralarını kişinin dua ederken özeline saygı nedeniyle hafif yan oturmasını sağlayacak şekilde dizayn etmiş.
MONTJUIC
Montjuic Bölgesi’nin tepesinde yer alan Palau Nacional bin yıllık Katalonya Sanatı’nı barındıran bir müze şimdi. Parkı da 1992’de Olimpiyatlara ev sahipliği yapan Barselona’nın yeni gelişmekte olan kısmında. Joan Miro Kültür Merkezi de bu civarda.
BARSELONA
Doğa aşığı Gaudi arı peteğinden de esinlenmiş ve gözleme deliği olarak tasarlamış.
Parc Güell Güell Park’ına bahçelerin tadını çıkarabilmek için havanın güzel olduğu bir gün ayırmak gerek. Şehrin biraz dışında olan parka gidiş bir kısmı elektrikli merdiven ile olsa da yine biraz tırmanış gerektiriyor. Rahat ayakkabılar giymek, ilk tepeden yokuş aşağı inerek bahçeleri gezip, sonra bilet almanız gereken aşağıda kalan ünlü ejderli çeşme ve meydanın olduğu kısmı görmek iyi bir fikir. Parkta dolaşırken birçok müzisyenle, müzik eşliğinde dans edenlerle karşılaşacaksınız ve Flamenko gitar hep baş köşede; ne de olsa Asturias’ın memleketi. Diğer bir hayranlık konusu ise Gaudi’nin doğal kaynaklara verdiği önem; Sagrada Familia’da pencereler doğal ışığı almak üzere, Parc Güell’de ise büyük meydan yağmur sularını toplayan bir sarnıç olarak planlanmış. Kırık fayans döşeli sıralara ve tüm alana yağan yağmur suları sütunlar aracılığı ile meydanın altındaki sarnıca yönlendirilmiş.
BİRAZ DA YEME İÇME KÜLTÜRÜ, NE DERSİNİZ?
İspanyollar yemeyi içmeyi seviyorlar gerçekten. Beslenmekten öte sosyal bir olay buluşmak, günün yorgunluğunu atıp, hayatı paylaşmak ve birlikte bir masaya oturmak. Ya da bir Tapas Bar’da ayaküstü bir yandan şarabınızı yudumlarken, bar tezgahının üzerindeki birkaç katlı ayaklı tepsilere özenle dizilmiş deniz mahsulü, et, peynir, zeytin, çeşitli sebzelerden hazırlanmış bir iki lokmalık Tapa’ları atıştırmak, eski ve yeni dostlarla laflamak. Müzik, insan sesleri, gelip giden yiyecekler, tokuşturulan kadehlerin çınları ile neşeli, hareketli bir ortam ve kalabalık var Tapas Barlarda. Sevdiğim
Barselona hareketli bir şehir; sokaklar canlı, trafik huzurlu. Sanat,yemek, içmek ve müzik başrollerde.
bir gezgin programında İspanya’da yemek konusunu işliyordu ve kendisini gezdiren rehbere benim de kafama takılan şu soruyu sordu: “Her şeyi yanlış yapıyorsunuz, nasıl oluyor da kimse kilolu değil?” Gerçekten nasıl değil? İspanyollar genelde günde iki kahvaltı (desayunos) yapıyorlar, biri sütlü kahve eşliğinde reçel, zeytinyağı veya tereyağlı bir tost. Saat 10.00 –11.00 arasında sosisli sandviç, jambon, peynir, ya da patatesli omlet ile daha kuvvetli bir kahvaltı. Öğlen yemeği (la comida) günün en esaslı öğünü kabul ediliyor; saat 13.00 den itibaren dışarıda yemek isteyenler restoran, bar ve hamur spesiyaliteler yapan pastanelere gelmeye başlıyor, 18.00 müşterilerin en kalabalık olduğu saat. Akşam yemeği (la cena) 21.00 – 22.00 gibi olsa da restoranlar turistler için daha erken saatlerde de servis veriyorlar. Bu kadar geç yenir mi dediğinizi duyar gibiyim… ama durun, yaz aylarında kurulan uzun sofralara kalabalık ve gürültülü aileler gece yarısı oturuyor. Bizim mezelerimiz, ya da bir kerelik atıştırmalıklar Tapa’lar; bazen bir ekmek dilimi üzerinde, bazen çöp şişlerde, ya da tadımlık tabak ve kaselerde. Değişik tatlar denemek için ideal ve eğlenceli. Barselona Katalonya Bölgesi’nde olduğu için burada Tapas deniyor, ama kuzeye Fransa sınırındaki Bask Bölgesi’ne uzandığınızda adı Pinxtos (pinços okunuyor) adını alıyor. İspanya’da çok güzel şaraplar içebilirsiniz; Sek Fino şaraplar deniz ürünleri, Serrano jambonu ve Jamon Iberico ile, ana yemekler ise Ribera del Duero, Rioja, Navarra ya da Penedes şarapları ile eşleştiriliyor. Önerilmiş ve tarafımızdan onaylanmış iki tapa bar ismi verebilirim; hoş bir atmosferi olan Cuidad Condal ve Casa Battlo’ya yakın olan Tapa Tapa.
Kaya ve taşlardan inşa edilmiş Parc Güell'deki sütunların bazıları farklı açılarda. Yürüme yolları, yine kayalardan tasarlanmış çiçeklikler, dinlenme yerleri bu parkın özelliklerinden.
Katalan, Bask, ya da dünya mutfakları gibi çok restoran seçeneği var bu şehirde. Eğer gerçek bir Barselona deneyimi istiyorsanız, birçok kişi tarafından önerilen, otantik bir mekanda İspanyol mutfağından tadımlar sunan 7 Portes’i unutmayın derim; ancak rezervasyonu çok önceden yapmak gerekiyor. Barselona eski ve yeniyi kucaklayan, zengin İspanyol kültürünün geçmiş ve çağdaş değerlerini barındıran, sanatın günlük hayat ile iç içe olduğu enerjisi yüksek olmasının yanı sıra huzurlu ve kesinlikle görülmeye değer bir şehir.
Ciudad Condal'in sıcak ve samimi atmosferinde leziz Tapa'ları atıştırırken, İspanya şaraplarını tadabilirsiniz.
Mengerler Lifestyle
19
JOAN MIRO
YAZI VE FOTOĞRAFLAR: AYŞEN GÜREL SİLE
MIRO’nun özgür kuşları İstanbul'a kondu... Joan Miro i Ferra, 1893 yılında Barselona’da kuyumcu ve saatçi bir ailede doğmuş. 7 yaşında özel bir okulda resim derslerine başlayan Miro, babası hoşnut olmasa da, La Llotja’daki Güzel Sanatlar Akademisi’ne kayıt olmuş. Erken işlerinde Vincent van Gogh ve Paul Cezanne’dan etkilenen sanatçı ilk kişisel sergisini 1918’de açmış, fakat resimleri aşağılanmış, hatta vandal hareketlerin hedefi olmuş. 1920’de Montparnasse’da toplanmaya başlayan sanatçı çevresine kendini yakın hissedince Paris’e taşınmış, yazları yine Katalonya’da geçirmiş. “Çiftlik” isimli tablosu kendine özgü bir tarza geçiş olduğu ve bazı ulusal değerleri taşıdığı için önemli bir eseridir. Bu resmi Ernest Hemingway satın alır, modern edebiyatın en önemli eserlerinden sayılan James Joyce’un Ulysses isimli eseri ile kıyaslayarak şöyle der: “İçinde İspanya’da iken hissettiğin ve orada olmadığın, gidemediğin zamanki her şey var. Kimse bu birbirine çok zıt olan iki şeyin resmini böyle yapamamıştır”. Ressam, heykel ve seramik sanatçısı olan Miro, 1924’de Sürrealizm (gerçek üstü) grubuna katılır. Resimlerinin doğasında var olan semboller, şiirsel anlatım ve düş dünyası ile zaten bu akım tarzıdır. Resimlerindeki dönemleri incelediğinizde Early fauvist, Magical 28
MengerlerLifestyle
Mallorca'daki stüdyosunda resim sehpalarında adeta dönmesini bekleyen yarım kalmış resimler.
Çok değişik medyum ve tekniklerle çalışmış olması, bir akıma ait olma tasasını taşımadan gönlünün çektiği gibi eser vermesi Miro'yu cessur ve önder kılan özelliklerden.
realism, Early Surrealism, Dada gibi başka akımlardan da beslendiğini keşfedeceksiniz. Andre Breton ise Miro’yu; aramızda en gerçeküstü olan o diye tasvir eder. Sanat tarihinde yeni bir çığır açan Joan Miro 20. yy’ın sonlarına doğru, Calder, Motherwell, Pollock, Rothko gibi özellikle Amerikan soyut dışavurumcu sanatçıları bariz bir şekilde etkilemiş ve yönlendirmiştir Pierre Matisse’in New York’ta açtığı sanat galerisinin Amerika’daki modern sanat akımının gelişmesinde çok aktif etkisi olur. Miro’nun sık sık sergilerini açarak onu Birleşik Amerika’ya takdim eder.
JOAN MIRO
Merkezi Barselona'da olan "Pilar ve Joan Miro Vakfı'"nın uzantısı sanatçının eskiden ev ve stüdyosu olan Mallorca'daki Sanat Merkezi'ni de kapsıyor.
Josep Lluis Sert sanatçının stüdyo /evini tasarlayan ünlü mimar.
İspanya’da iç savaş patlayınca Miro artık yazları ülkesine dönemez. Çalışmalarında siyasetten uzak durur, ta ki İspanya’nın Cumhuriyet hükümeti Paris fuarındaki İspanya pavyonuna bir duvar resmi sipariş edinceye kadar. Böylece Miro’nun işleri politik yüklü anlamlar da taşımaya başlar. Almanya’nın Fransa’yı istilası öncesinde Miro Normandiya’ya taşınır, Paris, Nazi’lerin eline geçince de General Franco diktasındaki İspanya’ya kaçar. 23 guaj parçadan oluşan Constellations (Yıldız sistemi ) serisini yaratır. Konsantrasyonu yön değiştirir; kadınlar, kuşlar ve ay bundan sonraki kariyerinin ve eserlerinin esin kaynağı olurlar. Joan Miro’nun eserleri ne mutlu ki dünyanın çeşitli köşelerinde karşımıza çıkıyor; bazen bir heykel, duvar resmi, tablo, seramik, cam pano ya da duvar halısı olarak. Heykellerden Chicago’daki Güneş, Ay ve Bir Yıldız, Barselona’da Dona i Ocell en hoş sürprizlerden. Miro, New York’ta Dünya Ticaret Merkezi’ne Katalan sanatçı Josep Royo ile birlikte bir duvar
Begonviller, çamlar, palmiyeler ve deniz manzarası.
halısı projesi gerçekleştirmiş. Ne yazık ki bu eser 11 Eylül’de yok olan en pahalı eserlerden biri idi. Değişik medyumlarla ve tekniklerle çalışmayı seven sanatçının illüstrasyonunu yaptığı kitaplar da 250’nin üzerindedir. Özgün baskı teknikleri, özellikle de Lithography (taş baskı) de Miro’nun güzel eserler verdiği bir tekniktir. Bir keresinde kendisine sorulduğunda şöyle cevaplar: “Çizimlerim ve resim fikirlerim nasıl mı aklıma geliyor? Paris’deki Rue Blomet’deki stüdyoma akşam gelirim, yatağa uzanırım ve bazen yemek bile yemem, tavanda şekiller görür, hemen not ederim.” Ham maddeden yüzeye çıkan keşfedilmemiş, denenmemiş yollar, işlenmemiş yüzeyler, kaba malzemeler, doğadan ve günlük hayattan bulduğu objeler hep cezbetmiş sanatçıyı. Eserlerinde bu objelerle yarattığı düş dünyasını, çok zengin ve kendine öz bir kelime hazinesi ile anlatıyor. Uluslararası üne kavuşmuş olan sanatçının eserlerinde bilinçaltı, çocukça bir yeniden yaratma, kişisel, deneysel
Atölye'nin bahçesinde sanatçının esin kaynakları dekoratif unsurlar olarak da çok hoş duruyor.
Mengerler Lifestyle
29
Bahçe havuzundaki taşlar Miro'nun resimlerindeki lekeleri hatırlatıyor hemen. Birinden diğerine zıplamak isteyeceğiniz eğlenceli bir tasarım.
bir yaklaşımın ve Katalan gururunun manifestosunun birlikte yoğrulduğuna tanık oluruz. Bütün diğer İspanyol Sürrealist ressamlar gibi, özellikle etnik olarak Katalonyalı olduğu için, Franco rejiminin baskısından etkilenmiştir. Bununla birlikte Miro, Haiti Voodoo sanatı ve Küba’daki Santeria dininden de esinlenmiştir.
Harvard Üniversitesi’nde rektör olan Sert’den stüdyonun projesini çizmesini ister. Sürgündeki bir mimarın projesi kabul edilmeyeceği için başka bir mimarın adı altında Sert’in projesi gizlice inşa edilir. Miro, stüdyosunun tasarımı için Sert ve eşinin Cambridge’deki evine büyük bir tablo hediye ederek teşekkür eder.
Varlıklı kesim arasında propaganda ve kültürel kişilik adına pazarlanan burjuva sanatına karşı hoşnutsuzluğunu da ifade eder Miro. Özellikle de Cubism’e, ki o senelerde Paris’de kabullenilmiş bir sanat akımıdır kübizm. “Gitarlarını kıracağım”, deyişi ile Picasso’nun resimlerini ima eder; Picasso’nun sanatının politik popülaritesine saldırmaktır amacı. Başka bir söyleşide ise, bir ön yargı oluşturup, sonra sanat eserlerine bakıyorlar diye sanat kritiklerinden hiç hoşlanmadığını belirtir.
Miro’yu bir de torunundan dinleyelim... Sergi açılışı için İstanbul’a gelen Miro’nun torunu Joan Punyet Miro, sanat tarihi okumuş, genlerine sanat işlemiş bir isim. Seramik yapıyor ve ayrıca dedesinin biyografisini kaleme almış. Torun Miro, sanatçının resimlerindeki gizemin daha iyi anlaşılması için yaptığı konuşmada şöyle diyor: “Büyükbabamın dünyası zengin ve karmaşıktı. Fransız şair Raymond Queneau’nun dediği gibi; Miro’nun alfabesi Çin piktogramlarına (sembollerine) benzer, anlamak için bir derse ihtiyaç duyarsınız. Sembolik ve şematik bir lisan vardır eserlerinde.”
Miro, ömür boyu yakın arkadaşı kalan Mimar Joseph Lluis Sert ile birçok profesyonel işler yapmış. İki adam “Primer Salo d’Artistes Decoradors” isimli tasarım fuarında iş birliği yaparak mimar ve sanatçıyı bir araya getiren, çok yankı yapan çalışmalar ortaya çıkarmışlar. Mimar ve sanatçının birlikte tasarladığı bu projeler, modern mimari ile modern resmin ahenkli ve uyumlu bir dansıdır adeta; birbirlerini tamamlarlar. İç savaş sonrası ve Franco diktatörlüğü döneminde, Sert, Birleşik Amerika’ya sürgüne giderken, Miro kendi ülkesinde sürgün hayatı yaşamayı tercih eder. Mesafeye rağmen birbirlerini unutmazlar ve ilişkilerini koparmazlar. Yıllarca kendine ait bir stüdyo hayal eden Miro için eşi Pilar, o seneler 30
MengerlerLifestyle
Bazı sanatçıların gönlümüzde ayrı bir yeri vardır, kişiye göre değişir, onların işleri içimizi kıpır kıpır yapar, heyecanlandırırken, bunu nasıl yaratmış diye hayranlıkla çözmeye çalışırız. Joan Miro’yu ve eserlerini daha yakından tanımak istiyorsanız Barselona’daki müzesini ve İspanya’nın kuzeyinde yer alan San Sebastian şehrindeki Joan Miro Fundacio’u ziyaret edebilirsiniz. Şimdi Joan Miro Kültür Merkezi olan ve sanatçının uzun seneler evi/stüdyosu olan Joan Miro Fundacio, sanatçının stüdyosunun resim yapma aşamasındaki günlük haline tanık olmak, doğadan topladığı objeleri ve sonra onların nasıl bir heykel, ya da resimde vücut bulduğunun aşamasını görmek için harika bir deneyim. Miro vefat edince eşi Pilar stüdyoyu sanatçının bıraktığı
Miro bir sabun, yumurta, ya da çekiç gibi günlük objeleri kullanarak heykellerine başlarmış.
Miro'nun Barselona'da "Parc de Joan Miro'"daki Dona i Ocell heykeli (1983).
Erkek figürü tasvir eden bu heykelde sanatçı bir balkabağı, çekiç, somun ekmek ve teneke kullanmış.
Bu heykelde birMengerler sepetin tabanı Lifestyle 31 figürün yüzünü oluşturuyor.
JOAN MIRO
Duvarda eskizler ve üzerlerine tutturulmuş objeler.
Atölyede seramik kalıplar, sepet, şişe gibi objeler sanatçının bıraktığı gibi saklanmış.
Bir kozalak, deniz kabuğu, kurumuş bir manolya koçanı masanın üstünde; Miro'nun bakış açısı ile bir resim ya da heykelde yerlerini almayı bekliyorlar.
Hızını alamayıp atölyenin duvarlarına da çizmiş sanatçı.
Kalıplar ve yerde boyalar; her şey bıraktığı gibi.
32
MengerlerLifestyle
Halı dövmek için bir süpürge, bir bal kabağı ve çeşitli objeler esin kaynağı olarak bekliyor.
JOAN MIRO
Ünlü mimar Josep Lluis Sert
gibi korumuş; zaman durmuş, Miro sanki az önce çıkmış, resimlerine devam etmek üzere az sonra gelecek. 12 resim sehpasında yarım kalmış işler onu beklemekte. Geçen sene açılan Miro sergisindeki resimlerin sahte olduğu Barselona’daki Miro Vakfı tarafından saptanıp dava açılınca, sergi hemen kapandı. Miro Vakfı bu konuda çok titiz davranıyor ve sahte Miro eserlerini tespit ve sonrasında yok eden bir ekipleri var. Neyse ki bu sene Sakıp Sabancı Müzesi’nde gerçek Miro’larla buluşuyor sanatseverler. SSM Müzesi Müdürü Dr. Nazan Ölçer, bu serginin gerçekleşebilmesi için üç yıldan beri görüştüklerini söylüyor. Sergide sanatçının Barselona’daki müzesinden gelen pek çok eserin yanı sıra aile koleksiyonunda bulunanlardan birkaçı da İstanbul’da sergileniyor. “Joan Miro, Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar” başlığı altında kadın, kuş ve yıldız temalarına yoğunlaşan sergi, resim, baskı, heykel ve seramiklerden oluşacak. Dört bölüme ayrılacak olan sergi Miro’nun çeşitli dönemlerine odaklanıyor. Miro’nun kadınları, kuşları ve yıldızları İstanbul’da, kaçırmayın!
Baktığınızda bir binanın çatısı yerine böyle bir havuz görmek istemez misiniz? Sert, Miro'nun stüdyosunda bu çok estetik tasarımı uygulamış. Gezerken yağan yağmurun damlaları ve oluşan baloncuklar da bu çatı havuzuna ayrı bir hoşluk katıyordu.
Mengerler Lifestyle
33
Mengerler YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...
1/2015 Lifestyle
KÜRŞAT BAŞAR YENİ VITO CONTEMPORARY İSTANBUL RUDOLF VAN NUNEN ANTAKYA
YILDIZLI HAYATLAR • KÜLTÜR • SANAT • SÖYLEŞİ • GEZİ • LEZZET • SAĞLIK
ALİ GÜRELİ
Contemporary İstanbul Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli’yle konuştuk. Önümüzdeki sene 10. yılına girecek olan fuar, Çağdaş Türk Sanatı’nı İstanbul’un ev sahipliğinde tüm dünyaya tanıtıyor. Uluslararası bir fuar olduğu için beraberinde tarihimizi, kültürümüzü, insanımızın misafirperverliğini ve leziz mutfağımızı da. Ci Türkiye’yi çağdaş ülkelerin platformuna taşıyan, yurtiçi ve dışından seçkin sanatçı, koleksiyoner ve sanatseverlerin bir araya gelmesini sağlayan bir sanat şöleni. Röportaj günü ülkemizde sanata yeteri kadar önem verilmemesine rağmen, fuarda çocukları öğretmenleri ile gençleri, yaşlıları, engelli ve hatta bebeğini alıp gelmiş kişileri gezerken görmek çok sevindirici bir manzara idi.
Yurtdışında ülkenin imajı için kültürel bir prestij sahnesi olduklarından fuarlar büyük devlet desteği alırlar. Dileğimiz sanat pazarında daha güçlü olabilmek, yurtdışındaki fuarlara açılabilmek ve onlarla yarışabilmek için bizim devletimizin de destek vermesi.
26
MengerlerLifestyle
ALİ GÜRELİ
Contemporary İstanbul Uluslararası Sanat Fuarı
SÖYLEŞİ: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: GARO MİLOŞYAN
C
ontemporary İstanbul Uluslararası Sanat Fuarı nasıl gelişti ve bu sene ne gibi yenilikler vardı? Biz 9 sene önce başladık, Art Basel Sanat Fuarı ise13 yıl önce açılmıştı. Son 10 senede ise 20 den fazla yeni fuar çıktı dünyada ve müthiş bir rekabet oluştu. Şehirler kendi markalarını öne çıkarmak için destek verdiler bu fuarlara. Biz de İstanbul çok özel ve farklı bir şehir olduğu için sürekli yenilikler yapmak peşindeyiz. 108 galeri katıldı bu sene; bunun 60 küsuru 20 ye yakın değişik ülkeden. 540 sanatçı yer aldı ve 2500’e yakın sanat eseri sunuldu. Geçen sene 92 gibiydik ama artık arttırmak istemiyoruz kaliteyi daha fazla yukarıya çekmek için. 2006’da fuarı 30 bin kişi gezmişti, bu sene 80 bine ulaştık.
Bu seneki yeniliklerden Contemporary İstanbul edisyonları kavramını sunduk. 17 sanatçı sadece Contemporary İstanbul için edisyonlar üretti. Bu eserlerin telif haklarının tarafımıza ait olan bir eserleri çoğaltma anlamındaki çalışmasını yaptık. Amaç edisyonlarla daha çok sanatsevere ulaşmak. Çeşitli baskı teknikleri ve içinde heykel de var. Daha sonra video ve dijital sanata da gireceğiz. Sanatın her türlü disiplinin edisyonlarını yapacağız, daha çok kimseye ulaşmak, genç ve bütçeleri dar olan insanların bir sanat eserine kavuşmalarını temin etmek için. Fuar sonrası yurtdışına gidiyoruz, çeşitli fuarlara katılacak, sergilerde yer alacağız, satışa sunacağız bu edisyonları. Bu da o sanatçıların bütün dünyada tanınırlığının artmasına yol açacak. Sanatçılar da müthiş bir ilgi ve neşe içinde çalışma yaptılar, bundan memnunuz. Plugin adını verdiğimiz yeni medya, dijital, video sanatı geçen sene başlayan ve bu sene 16 galerinin yer alması ile genişleyen bir konsept. Dünyada önde gelen sanatçıların
işlerini sergileme imkanı bulduk. İnsanımız çok yakın değil bu sanata; koleksiyonerlerimiz tereddüt ediyor, acaba bu orijinal mi değil mi, çoğaltılamaz mı, çoğaltılabilir mi? Dünyadaki örneklerini buraya getirip sunduk. Ben de birkaç tane aldım. Seviyorum, çünkü dijital sanat farklı bir iş. Kendi içinde yeni, küçük uydu fuarlar doğuran şekle doğru dönüşmek istiyoruz. Hatta Plugin’in ayrı bir mekanda İstanbul’a yayılmasını da hedefliyoruz. Bu sene 3 ayrı küratöryal sergi düzenledik. Bir tanesi Akbank Sanat’ın içindeki Nuri Bilge Ceylan Sergisi, Hasan Bülent Kahraman küratörlüğünü yaptı. Bunun dışında 90 dakikalık 25 ayrı sanatçının 25 ayrı sergisi tek bir mekanda hep eserler 90 dakikada bir değişerek sergilendi. Diğeri de ünlü Amerikalı Koleksiyoner Michael Jacobs’ın Çin yeni medya sanatı, artı video sanatı ile ilgili koleksiyon örnekleri, yine Amerikalı bir küratör ile burada sergiledik. Yani 3 ayrı sergi oluştu. Burası bir sanat pazarı ama bunun yanında ülkedeki eksik olan bazı mekanizmaları
İlgi ve enerjinin çok yüksek olduğu Contemporary İstanbul Sanat Fuarı'nı bu sene 80.000 sanatsever ziyaret etti.
Mengerler Lifestyle
27
ALİ GÜRELİ
Fotoğraflar anlatıyor; fuara ilgi büyüktü, her yaş ve kesimden ziyaretçilerin pozitif enerjisi tüm mekanlarda hissediliyordu.
görerek bu boşlukları doldurmaya çalışır bir tavrımız da var. Örneğin bu sektörün sivil toplum kuruluşları adeta yok ya da fazla bir faaliyet bulamıyorlar. Biz biraz devletle olan ilişkiyi kurmaya çalışıyoruz ve tabii vergi konusu geliyor; %18 KDV ile sanat olmaz, el değiştirmez bence, işte olduğu kadar oluyor. Yayılması büyümesi için daha düşük olması lazım, Fransa’da %5 mesela. Kültür Bakanlığı, Hazine Dış Ticaret Müsteşarlığı’yla bir sürü sektöre devlet yurtdışı tanıtımlarında fuar ve pazarlama amaçlı katılımlarda yer almaları için ciddi bir destek veriyor. Bunun sanat ve kültür amaçlı yurt dışı tanıtımlarında da gerçekleşmesini sağlamak istiyoruz. Bu gerçekleştiği zaman bizim de, birçok galerinin de önü açılacak. Yurtdışında önde gelen galeriler 14
28
MengerlerLifestyle
fuara katılıyor, bizde ise 3 fuardan sonra bütçe yetmiyor. Bu galeriler hatta kendi içlerinde bir ekip kurdular, bir kısmı fuarlara konsantre oluyorlar, diğerleri de galeri satışlarını idare ediyorlar. Koleksiyonerler açısından bakınca da zaman dar; en popüler şehir ve fuarları tercih ediyorlar. İstanbul ve fuarı cazip kılmak için bu yöndeki çalışmalarımızı genişlettik; 5 yeni ve Sofa ile birlikte 6 otel İstanbul sponsoru oldu. Bu otellerden aldığımız bedelsiz odaları yurtdışından davet ettiğimiz koleksiyonerlere ve basına ayırdık, halen 300 koleksiyoner ağırlıyoruz, yapılan jest bu kişileri buraya getiriyor. Salt resim almaya değil, bu şehri ve burada yaşayan kişileri tanımak
ALİ GÜRELİ istemez çağdaş oluyorlar. Nitelikli çağdaş eserlerin fiyatı artacak, arzın kalitesine dikkat etmek lazım. Basel’de 5 günde 1-2 milyar Euro’luk eser el değiştiriyor. Aslında orası bir toplanma noktası, aylar öncesi başlayan konuşmalar fuarda el sıkışması ile sonuçlanıyor.
Ressam Necdet Vergili ülkemizi yurtdışında başarı ile tanıtan sanatçılarımızdan. Zaman zaman İtalya'da çalışan sanatçının eserleri anlaşmalı galerisi tarafından sürekli sergilenmekte.
için de geliyorlar. Birçok koleksiyonerimiz evlerini açtılar bizlere; evlerinde 50 - 100 kişi arası değişen davetler oldu. Dostluklar kuruluyor ve hatta ciddi iş ilişkileri doğuyor. Bomonti Bira Fabrikası restore ediliyor ve çok önemli bir etkinlik merkezi haline dönüşecek. 2000 metrekare bir alanda sergiler yapacağız, sanat ve kültüre yönelik aktiviteler için kullanılacak bu yapı. Beyoğlu’ndaki Babylon da buraya taşınıyor.
Çağdaş sanatta kötü işlere de rastlıyoruz. Bu anlamda dünyada ve Türkiye’de Çağdaş Sanatı nasıl değerlendiriyorsunuz? 90’lardan sonra Çağdaş Sanat Türkiye’de farklı bir yöne doğru gitti, Türk Sanatçılar yurtdışında da çok başarılı oldular. Çağdaş Sanat’ta üretimin bu kadar artmasının sebeplerinden bir tanesi modern sanatın ve klasik eserlerin fiyatlarının ulaşılamaz hale gelmesi; bunların ticaretini yapabilen galeri sayısı 3-5 e düştü; dolayısıyla galeriler ister
Art Basel Miami Beach’te bütün Miami bir sanat şehrine dönüşüyor, biz bu noktaya ne zaman varacağız sizce? Daha çok tazeyiz ama bu yönde aktivitelere başlandı. İlk gece Suada’da çok hoş ve düzgün bir gala yaptık. 330 misafir vardı, 200 küsuru yabancıydı. Pozitif başlayan geceyle bütün fuar pozitif gidiyor; ilk intiba orasıydı. Misafirlerin İstanbul’dan her manada iyi anılarla ayrılmaları için konaklayacakları oteller, görmeye değen yerler, restoranlar gibi konularda da servis verilmesine dönük çalışmalar yapıyoruz. İstanbul’un yükselen yıldızı önümüzdeki 2 yılda açılacak olan 3 müze ile daha da yükselecek. Koç Müzesi, Dolapdere’de yapılıyor; New York’tan Grimshaw Architects isimli çok iyi bir mimari büro tasarladı. Haliç’deki DemSA Müzesi ise ünlü mimar Zaha Hadid’in projesi. Üçüncüsü ise, Antrepo 5; Mimar Sinan Üniversitesi’nin yatırımı olan İstanbul Çağdaş Resim Heykel Müzesi. İnternet dünyayı bir araya getirdi, CI’un bu alandaki projeleri neler? Bu yaptığımız sergileri ve edisyonlarımızı yeni web sitelerinde açıyoruz. Bu sene yeni bir ilave daha yaptık, bir aplikasyon sunduk. Fuarı gezerken indirdiğiniz zaman nerede olduğunuzu, bütün fuarı gezenlerin o anda nerede olduklarını izliyor. Birisini bulmak istediğiniz zaman kolaylıkla ona ulaşıyorsunuz. Aynı aplikasyon içerisinde hangi sanatçı hangi galeride gibi detayları da görüyorsunuz. Yani fuarın gezilmesini çok kolaylaştıran ve zamanı daha iyi kullanmanızı sağlayan bir sistem. Ayrıca New York merkezli Artsy ile anlaştık; bu firma galerilerle anlaşma yapıyor; yani internet üzerinden satışı kolaylaştırıyor. Devletin sanata olan yaklaşımı ve girişimlerinden bahseder misiniz?
Mengerler Lifestyle
29
ALİ GÜRELİ Abdullah Gül ve Hayrünnisa Gül ile bizim bir yakınlığımız vardı. Geçtiğimiz dönemde iki kez fuara geldiler ve Cumhurbaşkanlığı Koleksiyonu’nu çok iyi bir yere taşıdılar. Hayrünnisa Hanım uğraşıyor. İlk kez bütün envanter çıktı. İçlerinden bir komite tarafından bir seçim yapıldı. Seçilenlerin de 2 tane kitabı basıldı. Abdullah Bey'in Cumhurbaşkanlığı döneminde Genel Sekreter Prof. Mustafa İsen’dir. Mustafa Bey daha önce de Turizm Kültür Bakanlığı’nda Müsteşarlık yapmış olduğu için ben yakından tanıyorum ve şimdi tekrar görev başında. Mustafa Bey’in bizden istediği raporu verdik. Detaylı olarak yapmak istediklerini anlattı; bir sanat konseyi kurmak istiyorlar ama içinde devletin rolünü arttırmak gibi bir düşünceyi doğurursa bu iş çöker dedim. Devlet sadece alt yapısını yapsın, başka bir şey yapmasın. Biz İstanbul’da Metropol Museum adında bir müzenin kurulmasını, işletilmesini ve sanat eseri almasını önerdik. Kurumsal sponsorluğun önünün açılması, müzelere eser hibe etmenin cazip hale getirilmesi lazım, kurumu özendirmek için bir avantajı olması lazım. Yoksa Mudo gibi birçok firma kendi müzesini kuracak. Genç Türk Sanatçıları için nasıl bir vizyonunuz var? Contemporary İstanbul’un önemli bir rolü olduğunu düşünüyorum. Şimdi genç sanatçılar beni kim daha iyi temsil eder, beni fuarlara kim götürür diyerek bakıyor dünyaya, ki doğru bakış bu. Hızlı para kazanma kaygısını kesinlikle taşımamaları gerek, çünkü özelliği, kıymeti olan bir düşünceyi ortaya koyarlarsa bu zaten paraya dönüşür. Biraz zor bir kelime oluyor, “uluslararasılaşmak” kafasında olmak lazım; çok noktada, çok insanla tanışmak. Biz sanat fuarımızın temelinde “networking” denilen işi yapıyor, insanları karşılaştırıyoruz. Bir noktayı hedefleyen bir sanatçıysanız mutlaka çok iyi lisan bilmeniz ve dünyayı çok iyi izlemeniz gerekiyor. İnternet dünyayı zaten ayağınıza getirmiş durumda, çok kuvvetli olanakları var ama bu yetmez, her şey gene insanla insanın bir araya gelmesiyle oluyor. Tavsiyem dünyaya çok yayılacak, kendi eserlerini daha çok anlayan gözün önüne serecek şekilde bir tavır benimsesinler.
30
MengerlerLifestyle
Mengerler Lifestyle
31
Yaşamını Kayseri'de sürdürmekte olan Ressam Mahmut Karatoprak kendi topraklarına katkıda bulunmak amacı ile eğitmen olarak da çalışıyor. Ayrıca bir arkadaşı ile ortak olarak Kayseri'nin ilk özel sanat galerisini açmış. Böylece yörenin genç sanatçılarına yeni ufuklar sunuyor.
54
MengerlerLifestyle
SÖYLEŞİ: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: GARO MİLOŞYAN/M .KARATOPRAK ARŞİVİ
"Resimle ilgili bir şey yapmadığım bir günü yaşamış saymıyorum..." Sanat sevginizi ilk keşfettiğiniz yıllardan bahseder misiniz? Bu çok klasik olacak ama çok küçük yaşlarda ve de farkında olmadan başladı, sanıyorum 10-12 yaşlarındaydım. Sınıf arkadaşlarıma göre daha güzel işler yaptığımı fark etti hocalarım ve çok teşvikleri oldu. Mesela ilkokulda hocam: “Herkes 4 mevsimin resmini yapsın, güzel olanını asacağım” dedi. Dört mevsimi de benim resimlerimden seçti 30 kişilik sınıfta. Bu bana çok büyük bir şevk verdi ve bütün bir sene boyunca sınıfın arkasında asılı idi bu mevsim şeridi. Halbuki, herkesin benim gibi resim yaptığını sanırdım uzun yıllar. Bunun böyle olmadığını gördükçe resim yapmayı meslek olarak seçebilirim diye düşündüm daha o yaşlarda. Bir virüs müdür nedir girdi içimize, öyle kaldı ve bu günlere geldik. Tabii bizim eğitim sistemimizde illa klasik lisenin bitmesi gerekiyordu. Benim derslerim de çok kötüydü, her sene 4 dersten ikmale kalıyordum; bütün çabam Güzel Sanatlar Fakültesi’ne girmek idi. Fakat taşrada, Kayseri’de yaşıyordum ve resim sanatı konusunda beni besleyecek resim hocalarımın ve ailemin dışında başka hiçbir şey bulamıyordum. Bu tabii benim resme
Mengerler Lifestyle
55
ve illüstrasyon yaptım, bir yandan sergiler açtım. Frankfurt bir finans şehri, sanatla pek alakası yok diyoruz ama dört tane büyük müzesi vardı mesela. Harbiden gridir Frankfurt, kasvetli kapalı bir şehirdir ama ben oradaki müzelerden çok beslendim. Adına ekol mu, tarz mı, stil mi denir, ne derseniz deyin, bunu belirleyen şey Frankfurt ve oradaki müzeler oldu. Kendime yön aradığım yıllardı zaten o yıllar, bir yandan da uyguluyordum sergiler açarak. Yurt dışında bu anlamda çok şey öğrendim ve deneyimler kazandım, şimdi bu yıllarda Türkiye’deki işlerime de yansıyor. bakışıma ilk hevesli yıllarımda sekte vurdu ve ümitsizliğe kapıldım; tek başıma mücadele vermek zorundaydım. Çok inanıyorum ki, bir çocuk eğer sanata eğilimli ise ailesi, çevresi tarafından destek görmeli ve onaylanmalıdır. Bu onu yüreklendirir, motive eder ve bir an evvel yön bulmasına yardımcı olur. Ben şimdi ailelere ve arkadaşlarıma bunu salık veriyorum. Benim o anlamda çok büyük şanslarım olmadı; annem çok sever resmi, babam da rahmetli severdi ama derslerime mani olan bir şey gibi görürlerdi ilk başlarda. Mütemadiyen sınıfta kaldığım için sebebini çok resim yapmama ve vakit kaybetmeme bağlarlardı. Akademiye girdiğim zaman değerli bir meslek olduğunu kabul ettiler ve bu beni çok rahatlattı. Yurtdışında da yaşadınız. Orada ve Türkiye’deki senelerde ne gibi birikimler oldu ve sanat tarzınızı nasıl etkiledi? Benim beslenmelerim hep dışarıdaki gözlemlerim, müze gezmelerim ve çok çalışmamla oldu. Zamanla oldu tabii ama işimin renginin belli olma dönemleri yurtdışıdır; Almanya’dır. Frankfurt’a 15 dakika mesafede bir yerde 16 sene çalıştım; bir yandan gazetelere karikatür 56
MengerlerLifestyle
Neden resim bölümü değil grafik bölümü, seçim nasıl oldu? Ben o sene Hürriyet Gazetesi’nde karikatür çiziyordum. Grafik servisi şefimiz Ethem Çalışkan vardı kulakları çınlasın, bana: “Sen zaten grafik servisinde çalışıyorsun ve ofset baskı ile ilgili her bir şeyi yapıyor, uyguluyorsun, bunun farkında mısın? Ama bu işin okulunu okur, grafik öğrenirsen, o günkü şartlarda sen zaten resim yaparsın ve grafikle ilgili bildiğin her türlü teknik senin resimlerine yansır” dedi. Hatta okula müracaata da son gün karar verdim. Grafik bölümüne girmenin isabetli karar olduğunu hemen anladım. Yıllardır da müteşekkirimdir Ethem Beye, Allah uzun ömür versin, çok severim kendisini. Böylece grafik okudum, bir yandan da karikatür çizdim. Grafik bölümünde okumamın, üslubumu biran önce yakalamama ve o disiplinde çalışmama faydası oldu. Web sitenizde gezindim; Barok Müzik, figürler, giysiler, saç biçimleri eski çağlara götürüyor insanı. Şu şekilde düşünmüşümdür; günümüzde resim yapan ya da herhangi sanatı icra eden bir insan ya geçmişte öğrendiği, günümüzden daha ön-
Sanatçının başarılı desen çalışmaları kadınların duygusal ve romantik dünyasını kalemin yumuşak dili ile anlatıyor.
ceki tarihlerde ve dönemde yapılmış eserleri, ya da anlayışı günümüze çekmeye çalışır, ya günümüzü yansıtan işler yapar, ya da daha sonraki yıllarda neler olacağını hayal eder. Ben bu anlayışı üçe bölüyorum. Günümüzü bir kere belgelemek gibi bir kaygım yok, fakat yaşanmış, miladını doldurmuş ve başka amaçla kullanılmış malzemeleri bir araya getirerek kombine etmeye çalışıyorum. Yani eskiyi günümüze geçmeye çalışıyorum, böylece zamanı daha uzatacağımı ömrüm oldukça zannediyorum. O bakımdan eski ve yaşanmışlık bana çok cazip geliyor. Sanatla uzaktan yakından hiç ilgisi olamayan objeleri, eski ahşapları, numaraları, küçük parçaları bir araya getiriyorum. Bir sanat eserinin içerisinde onları katkı sağlayan bir birim olarak görüyorum ve kombinasyonlarını yapıyorum. Bu bana haz veriyor, sanki bir puzzle yapar gibi keyif alıyorum. Severek yapıyorum ve sevdiğim işler çıkıyor. Neden hep kadınlar ve neden hep bir hüzün var yüzlerinde? Kadınları ben çok renkli, insan hayatını yönlendiren bireyler olarak görüyorum. Bir kere çok estetikler. Yani figüratif resim yaptığım için figürün içinde de en estetik varlık da kadın. Erkeği bile yönlendirenin anneler olduğunu; dolayısıyla kadın olduğunu düşünüyorum. Ve kadının kendisini birey yapan çabasını, gayretlerini, çaresizliğini, hüzünlerini yansıtmaya çalışıyorum. Çünkü ortalama bir hüzün görürüm kadınlarda, erkeğe karşı daima bir mücadele verme duygusu içlerinde… Her türlü dönemde ve rejimde bunun böyle olduğunu zannederim, o yüzden de kadınları severim, sayarım ve bu nedenle resimlerini yapmayı severim. Su damlaları beni de büyüler, resimlerinizde sık sık rastlıyoruz ve de dokunsam parmağımı ıslatacak gibiler. Neyi sembolize ediyorlar,
yoksa gözyaşını mı? Hayır, gözyaşını değil, bunun içerisinde başta söylediğimiz gibi kadınlardaki o hüzün vardır ama o gözyaşları kadının hüznüyle ortak bir çaba içinde değildir benim gözümde. Orada daha çok suyu ifade etmeye çalıştım. Su hayattır, temizliktir, arınmışlıktır ve herbir şeyi temizlediği için suyu sembolize eder sadece o damlalar. O hissi verir bana daima ve damlaları sıkça kullanıyorum. Üzerinde bulunduğu şeyi temizler damlalar gibi gelir bana, ya yıkanmıştır ya da onunla ilişkilendirdiğim için sudan nemalanıyor diye düşünürüm ve o yüzden de damlaları severek yaparım. Yaptığımı da severim. Bazen de mercek gibi. Evet, büyüdükçe de mercekleşir onlar ve alttaki ahşabın dokusunu bize daha çok yakınlaştırır. Kullandığınız medyum ve teknikler neler? Çoğunlukla ahşap yüzeyler üzerine mi çalışmayı tercih ediyorsunuz? Bir de bu sergide gördüğüm işlerde bazı yeni malzemeler girmiş gibi çalışmalarınıza. Ben resim yapan insanın önce kendisini yaptığını hayal ederim, yani kendi ruh halini, tabiatını ve mizacını ifade ettiğini düşünürüm. Rahmetli ustam Karikatürist Nehar Tüblek derdi ki: “Herkes kendisini çizer”. Aynı karikatürde olduğu gibi resimde de herkes kendi dünyasını demek istemiyorum, aslında birebir kendisini çizer. Ben insan ilişkilerinde de çok doğal olmayı, kendin gibi olmayı ister ve severim, öyle insanlara kendimi çok yakın hissederim. Bu anlamda kullandığım malzemelerin samimi, doğal olmasını arzularım. Mesela kağıt, ağaç, tahta birbirine akraba ama farklı rollerdedir, farklı maddededirler. Birbirini
Mengerler Lifestyle
57
sarar, çok örtüşür ve kokuları bile neredeyse aynıdır, bir birini ifade eder ve bu doğallık hoşuma gider. Boyalarım da pek kimyevi boyalar olmaz, mümkün olduğu kadar çok kara kalem kullanırım, desen çizmeyi çok severim ve su ile eriyen bütün boyaları tercih ederim. Bu sergideki bazı resimlerde farklı bir malzeme uygulamışsınız, nedir? Bir inşaat malzemesi olan epoksi kullanıyorum, geç fark ettim ama benim işlerime uygun olduğunu anladım. O, su bazlı boyaların matlığını biraz daha canlandırıyor, parlaklaştırıyor ve öne çıkartıyor. Ben de figürlerimin zeminden ayrışmasını arzu ederek resim yaptığım için epoksi bana bu anlamda çok yardımcı oldu. Eğitimci olarak da uğraşılarınız var. Evet, son 10 yıldır Erciyes Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nde Öğretim Görevlisi olarak sözleşmeli çalışıyorum. Kayseri’ye döndüğüm yıllarda güzel bir teklif gelmişti, önce biraz kararsız kaldım ama oradaki hocaları, öğrencileri tanıdıktan sonra isabetli bir iş yaptığımı anladım çok sevdim her şeyi. Birkaç yıllığına diye kararsız başladım ama işte 10 yıldır orada devam ediyorum. Kayseri’de sanat ortamı nasıl? Tabii ki neticede İstanbul, İzmir ya da başka büyük bir şehrimiz değil ama mütemadiyen gelişen ve kendi imkanlarını aşmaya çalışan şehir. Bu anlamda Kayseri’ye katkılarım olsun istiyorum kendi topraklarım olduğu için. Kayseri’nin ilk özel galerisini açtım, Azeri bir arkadaşımla ortak ve bir de sergi yaptık MOSA, Modern Sanatlar Akademisi’nde. Bünyesinde atölyeler var, üniversiteye hazırlık dersleri veriyoruz ve ayrıca resim yapmak isteyen herkese orada dersler verilecek. Güzel bir galerisi, kafeteryası ve kantini var. Kayseri’de güzel şeyler olacağını umut ediyorum. Contemporary İstanbul beklentilerinizi karşıladı mı? Üstelik bu sene çok daha fazla karşıladı, bundan sonraki sergiye neredeyse resim kalmadı. Onun şaşkınlığını yaşıyoruz zaten. Birkaç gün kaldı üstelik. Ne yapacağımızı bilemiyoruz. Bir yandan çok talep olması bizi sevindirirken bir yandan da çaresiz bırakıyor. Bütün ticari piyasalarda arz talep dengesi vardır. Talep çok artınca bu anlamda işleriniz değer açısından da çok yükseliyor mu? Haliyle kendiliğinden yükseliyor. Talep olduğu müddetçe arz artıyor çünkü kayıtsız kalmak pek mümkün olmuyor. Fiyatlar da kendiliğinden yükseliyor ve tabii çok mutlu ediyor bizi. Açıkçası motive ediyor ve daha fazla çalışmaya zorluyor. Resimden arta kalan zamanda neler yapmayı seviyorsunuz? Resim benim günlük hayatımın yüzde 90’nını kaplıyor. Nureyev’in bir lafı vardır hiç unutmuyorum, bir yerde okumuştum: “ Dans etmediğim günü yaşamış saymıyorum” demiş. Ben de resimle ilgili bir şey yapmadığım bir günü yaşamış saymıyorum. Bir şekilde resimle ilgili illa ki bir şeyler yapmam gerekiyor o gün yatana kadar. Ve ben böyle yaşadığım için de her şey biraz resimle ilgili oluyor. Bu da bana çok fazlasıyla yetiyor ve tatmin ediyor. Resmin dışındaki zamanlarımı arkadaşlarıma, çok sevdiğim dostlarıma ayırıyorum, o kadar. 58
MengerlerLifestyle
Mengerler YA AM N RENKLERİNİ YANS T R...
2/2015 Lifestyle
ALPLER GEZİSİ ÜMİT BESEN NEW ORLEANS TRAVEGO S BALKAN NACİ İSLİMYELİ YILDIZLI HAYATLAR • KÜLTÜR • SANAT • SÖYLEŞİ • GEZİ • LEZZET • SAĞLIK
BALKAN NACİ İSLİMYELİ 22
MengerlerLifestyle
SÖYLEŞİ: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: SENİH GÜRMEN
Ressam, Şair ve Tasarımcı Balkan Naci İslimyeli ile tarihi yarımadayı kucaklayan evinin salonunda, İstanbul sevgisini, yaşam tarzı olan sanatını, dünyada çağdaş sanat ve ortamını konuştuk, güncel birçok konuya değindik.
Mengerler Lifestyle
23
BALKAN NACİ İSLİMYELİ
Ünlü bir sanatçısınız ama sizi tanımayanlar için kendiniz ve sanatınız hakkında bir özet yapar mısınız? 60 yılı nasıl özetleyeceğimi doğrusu bilemiyorum. Babam memur olmanın yanı sıra bir karikatüristti, çocukluğumdan beri sanat ortamında oldum. Babamın atanmaları nedeniyle Anadolu’nun pek çok şehrini dolaştık ve küçük yaşta bir vizyon sahibi olabildim; toplum ve Türkiye hakkında. Ama merkezimiz hep İstanbul’du aile oralı olduğu için. Babamın Akbaba dergisinin kapaklarındaki çizimlerini saklarım, ona da bir sergi yapmak isterim baba oğul diye yeni bir konseptle. Gerçi onun sergileri var ama birlikte yapmak istiyorum. Babanızın ardından güzel bir şiir yazmıştınız. Onlar öyle çok sevgili bir çiftti. Birbirlerini sevenler hemen birbiri arkasından gidiyorlar. Onları da öyle kaybettik ama mutlu huzurlu bir ömür yaşadılar. Türkiye’nin bu günlerini görmediler. Bu arada avuntu sanat oldu, hem kaçış, hem tedavi, hem ifade. Sanat acıdan doğan bir şey yani. Mutlulukla sanat bir arada yürümüyor. Mutlaka bir şeylerin ters gitmesi lazım; kendi içinizde veya çevrenizde. Onun için sanatçı her zaman ikircikli, huzursuz olmak durumunda ki topluma yeni öneriler getirebilsin. Ama bundan şikayetçi değilim, bu insanın yapısı, sanat bütün canlılara, çevreye nüfuz etmeyi; onları içten hissetmeyi gerektiriyor. Bunu yaptığınız zaman da çok yıpranıyorsunuz. Yani acı çeken insanların aksi, yansıması, sizin içinizde devam ediyor. Bu bünyeyi, bu birikimi dışa atmak lazım, o da sanatla mümkün oluyor. Liseden sonra Tatbiki Güzel Sanatlar’a girdim. Eğitim ve hemen arkasından eğitmenlik sonra emeklilik, yeni üniversitelerden teklifler. Işık Üniversitesi’ndeyim 10 senedir. Gençlerle bir arada olmak güzel bir duygu. Yeni kuşakları yakından,
24
MengerlerLifestyle
içten tanıyorsunuz. Onlarla beraber olmak hem moral verici bir şey, hem düzeltebildiğiniz kadar düzeltmeye çalışıyorsunuz bir takım aksaklıklarını. Işık Üniversitesi’nin Atatürk’ten gelen bir geçmişi var ayrıca. Tabii, 130 yıllık bir misyon. Çok önemli, Türkiye’de çok aydınlık kuşakları yetiştirmiş bir kurum. O yüzden mutluyum çocuklarla. Ressam, tasarımcı, şair, yazar ve de eğitmen olarak Prof. Balkan Naci İslimyeli. Bütün bu çok yönlülüğü bir arada götürmekten bahsedelim. Nasıl dengeliyor, zamanınızı nasıl bölüyorsunuz? Hepsi birbirini besliyor mu? Sanat bir yaşam biçimi, tüm bunlar aslında birbirinin içinde kontrast alanlar değil. Ben bir resmi oluştururken konsept olarak zaten onun şiirlerini, desenlerini, hakkında düşündüklerimi yazarım. Dolayısıyla ifade etmenin her biçimi, her türü bizim hayatımızın içinde. Müzik ile de ilgileniyor musunuz? Evet, benim sesim ve kulağım çok iyidir. Eşim Sezen konservatuarın sonuna kadar geldi, kendisi Kimya Profesörü ama müziğe müthiş ilgisi var, onunla pek çok gruba katıldım. Koro, Klasik Türk Müziği kökenli ama ben cazı, etnik müziği de çok severim. Klasik müzik ise çalışırken benim arkadaşımdır, bir tek o girer atölyeye. Geçenlerde Lale Müldür’le Ekavart’ta “resimde şiir, şiirde resim” temalı söyleşiniz vardı. Galeri bir sanatçı sohbeti yapalım dediği zaman aklıma Lale geldi. Onunla dönemin en ünlü edebiyat dergilerinde şiirlerimiz yayınlandı. Ben şiiri
BALKAN NACİ İSLİMYELİ resmimin biraz gerisinde tutmaya çalıştım. Şiir bütün sanatların büyüsü, sadece edebi bir tür değil, hepsinin üstünde bir aura. Yaşadığımız çağda alelade, çok sıradan şeyler yapılıyor. Dolayısıyla bizim o imrendiğimiz, onun gibi olmak istediğimiz büyük sanatçı tipleri artık çok seyreldi. Müşteri baş tacı oldu, yaratılan orta sınıf kendi kültür düzeyinde şeyler istiyor. Hangi ahlakla, duruşla başladıysak, kuşağımızdan eğilenler, bükülenler olsa da, biz dimdik yürümeye devam ediyoruz. Çok daha sade, anlamlı ve dürüst yaşanabilir hayatta. Sırf Türkiye’de değil aslında bütün dünyada bu dediklerinizi görüyorum. Mesela Art Basel Miami Beach’de, ki çok pahalı orada bir yer kiralamak, niteliksiz işler gördüm. Şimdi insanları etkileyen şey sanatın niteliği değil fiyatı; 1 milyonluk bir resme başka türlü, 10 bin liralık resme başka türlü bakılıyor. Piyasa bunu yaratıyor kurmaylarıyla; dev bir mekanizma. Aynı bir Pop Star, bir Madonna gibi büyük bir heyet size ne yapacağınızı, bütün angajmanlarınızı, nerede sergileyeceğinizi, hangi müzelere girmeniz gerektiğini planlıyor. Siz o oyunun içinde küçük bir aktörsünüz. Yani biçilen rol hangi boyuttaysa onu yaşıyorsunuz, onu oynuyorsunuz. Yer dolunca da sıradaki diyorlar. Güncel konulardan kadınların ülkemizdeki durumu hakkında ne söylemek istersiniz?
Ben bağırarak anlatmayı sevmem, sanatın dili çok başka değil mi? Sanatın dili kalbe, ruha yönelik bir şey. Onu yapan sanatlar da olacak tabii; afişler, protestolar, farklı anlatım dili graffitiler var. Şiddetli anlatımı sevmiyorum, öfke yaratmadan, nefret yaratmadan, kişi kalbinde bir yere oturtsun isterim. Onun için de ölçü sanatta çok önemli. Bir şeyi etkili söylemek istiyorsanız biraz alçak sesle söyleyeceksiniz. Bağırdığınız zaman haklı da olsanız, geri döner size, ses geri döner. Kadınlara yapılan şiddet meselesi özellikle Müslüman ülkelerde çok büyük sorun. Bu zihniyetin değişmesi lazım. Biz de sanatçılar olarak kendi tarzımızla mücadele etmeliyiz. Kadının yetiştirilmediği bütün nesiller cahil, aksak ve kötü eğitimli oluyor ve yeni nesiller onun elinde büyüyor. Bu bir ideoloji ve dışarıdan da besleniyor. Ben burada kadınları da suçluyorum çünkü birbirlerini yeterince desteklemiyorlar. Yani kentli kadının ve Anadolu coğrafyasındaki kadının söylemlerini, dertlerini bir şekilde bir araya getirmek lazım. Biraz tepeden bakıyor kentli kadınlar. Anadolu’da kadın erkeğin misyonunu devralır belli bir yaştan sonra, erkekten daha sert olur hemcinslerine karşı; gelinini, kız çocuğunu ezer, erkek çocuğunu yönetir. Bütün hakimiyeti alır ve erkekten öcünü böyle aldığını zanneder. Kan davasına özendirir, demek ki kadınların kadınlara karşı yapacağı şeyler de var Türkiye’de. Erkekleri yanınıza alın, zaten sizin gibi düşünen kaç tane adam var değil mi? Onun için hoşuma gidiyor böyle etek giyiyorlar, o da bir medeni cesaret değil mi?
Mengerler Lifestyle
25
Hep hayal ettim bu bantta bir ev bulabilmeyi, sonunda buldum. Bir de Burgazadalıyım, orası da bana çok ''huzur veriyor. İşte cami ve kiliseyi yan yana görmek, çeşitli kültürlerin mezarlıklarını bir arada görmek. Bunlar benim İstanbul’un bütününde özlediğim manzaralar, insanlar birbirlerini tanıyor, hoş bir şey bu. Ben İstanbul’da zaten sakin yaşayan biriyim; atölyem, evim, fakültem arasında. Ama mesela şehrin tarihi bölgelerini hep ziyaret ederim. Haftada en az bir kere buradan inerim Karaköy’e, köprüden geçerim Mercan Yokuşu’ndan Kapalıçarşı’ya giderim, Havuzlu Restoran’da yemeğimi yerim. Bütün oradaki antikacıları dolaşırım. İşte Balat’tı, Eyüp’tü bunlar hep sevdiğim semtler, yani İstanbul’un kalbi. İstanbul müthiş bir ilham kaynağı. Sevilmeyecek bir yer değil. Dünyanın hiçbir yerinde olmadığı gibi doğu ile batı ve bütün dünyanın seslerinin bir araya geldiği bir bölge.
''
Ev fiyatlarında balonlar patlıyor, kötü resimlerde de balon patlamayacak mı ilerde? Bir sanatçıya biçilen bir ömür var, ölünce hepsi prim yapmayacak. Şimdi koleksiyoner de kalmadı, çoğu spekülatör. Atölyeme geliyorlar koleksiyoner görünümünde, bakıyorsun 3-5 resim alıyor, aa ne hoş diyorsun, bakıyorsun 2 ay sonra müzayedeye koymuş. Yani bir borsa kağıdı muamelesi görüyor sanat eseri, böyle sanat ortamı 26
MengerlerLifestyle
olmaz. Şimdi sahte alıcılar bulunuyor ve fiyatlar sahte olarak yükseltiliyor. Mesela birisi 40 tane bir ressamdan toplamışsa gidiyor onun bir arkadaşıyla anlaşıyor, fiyatını 2 milyon dolara çıkarıyorlar stok değerlensin diye. Stok bitince pat diye adamın fiyatları düşüyor, ondan sonra herkes büyük bir aldatılmışlık duygusuyla, sanatçının varislerine saldırıyor. Müzayedenin yarattığı geçici starlara inanmamak lazım. Bir ülke
kendi sanatçısına bu kadar haşin davranırsa ve onu dünya pazarına niye çıkamadı diye suçlamaya kalkarsa, o pazara nasıl çıkıldığını irdelemesi lazım değil mi? Çin’in bütün zenginleri Çin resmi alarak, dünya piyasalarında Çin resmini bir yere getirdi. Onların desteği olmadan sanatçı sanat mı yapacak? Fiyatı bir yere geldi mi bir resmin oradan indiremezsiniz, çünkü yatırım yapanlar buna izin vermez, anlatabiliyor
BALKAN NACİ İSLİMYELİ Bir de sanatçıyı en acıtan kısmı resmin sevilmesinden ziyade yatırım aracı olarak alınması. Bizde burjuvazi öyle kültürel misyonu, geçmişi olan bir sınıf değil. Ben kendimi niye başarılı sayıyorum; bu kadar burnunun dikine gidip de resimden hayatını kazanan, iyi şartlarda yaşayabilen ender insanlardan biriyim. Bizden önceki kuşaklar çok daha avantajlıydı çünkü sanatçı bir idoldü, kült bir figürdü. Şimdi kötü şarkıcılara, yazarlara, piyasanın pop figürlerine sanatçı deniliyor. Ama tabii ki bugüne kadar ayakta kaldığımıza göre bizi destekleyen bir kesim de var. Bu sene New York’ta ana caddelerden birinde koca bir galeri vitrinine iki tane çok kötü resim koymuştu. Meğer sanatçının kendi galerisi imiş. Bir takım galeriler mekanlarını kiralıyorlar, oralarda sergi açmak büyük bir başarı gibi yansıtılıyor. Paris’te resim piyasası çok ölü, sadece piyasa olarak değil niteliksel olarak da. Şimdi Londra, Berlin, New York arasında bir saç ayağı işliyor, doğuda da Dubai tabii. Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun bir sözü vardı: “Bana ressamlar şair, şairler ressam der” diye. Size de böyle takılanlar var mı? Yok, takılmıyorlar bana öyle, bir iddiam olmadığını düşünüyorlar. Belki de okumuyorlar bile şiirlerimi. Sevenler var, ikisini de kabul edenler.
muyum? Bir resme 8-10 milyon yatırıldığı zaman siz o resmi haklı olarak yerin dibine de soksanız, asla buna izin verilmez. Galeriler, bir döneminizi çok beğenir, koleksiyonerler çok beğenir, onlar kapışılır ve istenir ki hep onları yapasınız. Sizin bireysel iradeniz, duruşunuz aslında saygı gösterilen bir şey değildir; ama iyiyi satmak kültürel bir görevdir.
Bazı resimlerinizde kendinizi kullanmanız dikkatimi çekti, çarpıcı tabii ki. Balkan Naci İslimyeli’nin gözünden gibi bir anlam mı taşıyor? Belki o bastırılmış aktörlük içgüdüsü, tiyatroya da müthiş yatkınlığım vardı. Afrika serisinde kadınlarla ilgili olanlarda o surette yaptım. Yani o bir sert çıkıştı, o yüz yasağına karşılık. İlerisi için ne gibi projeleriniz var? İstanbul’da 6 katlı büyük bir yer aldım, orayı 'Balkan Naci Müzesi' yapacağım ve sergilerimi de orada açacağım. Bize bu güzel manzaralı evinizi açıp söyleşimize vakit ayırdığınız için teşekkür ederim. Mengerler Lifestyle
27
Vakitler hoş geçsin
NEW ORLEANS YAZI: AYŞEN GÜREL - SİLE FOTOĞRAFLAR: SİLE ARŞİVİ
Hala dillerdeki bu söylem New Orleans hakkında birçok ipucu veriyor. ''Vakitler hoş geçsin...'' Neyi kastetmişler diyeceksiniz? Bu şehrin geçmişindeki acısını da, meşhur tatlısını da anlatacağım size. 44
MengerlerLifestyle
Oak Alley Plantasyonu'na giriş; yolun iki yanındaki 20 anıt meşenin altından geçiyorsunuz. Ağaçların bazıları destek almak için dallarını adeta dirsek gibi toprağa dayamışlar.
Bu şehrin insanlarını, yaşam tarzını ve müziğini anlamak için inanılmaz bir karışımdan oluşan halkını, birçok değişimlere uğramış tarihini öğrenmek gerek. Dünyanın bir ucundan gelmiş, bu topraklarda bir potada erimişcesine kaynaşmışlar, çok farklı kültürlerden ve coğrafik bölgelerden olmalarına rağmen ortaya yeni bir kültür çıkmış. Bunu Gumbo’ya, Louisiana’daki etnik halktan biri olan Creollerin ünlü yemeğine benzetiyorum. Biraz ondan, biraz bundan ve bir potada birleşen çeşitli malzemelerle ortaya çıkan lezzet. Bu yazıya sığdırmam mümkün değil, eğer meraklı iseniz tarihi son derece ilginç, ayrıca okumanızı tavsiye ederim. Şeker kamışı, pamuk ve indigo tarlalarında çalıştırılmak üzere 1720 senesinde ilk köle sevkiyatı
NEW ORLEANS
Sokak müziyenleri her an karşınıza çıkabilir.
Fayton ve çeşitli tipte bisikletlerle sokak aralarını gezmek keyifli.
Maskeler, Mardi Gras'yı bekliyor.
Mardi Gras Boncukları...
Beignet ille de Cafe du Monde'da.
Çekirdekten yetişenler...
Antoine Restaurant; bir New Orleans klasiği.14 farklı dekordaki salonu ve vitinlerdeki Mardi Gras aksesuarlarını görmek için de gitmeye değer.
French Market en civcivli yerlerden; yemek, alışveriş ve müzik.
Jackson Meydanı'nda ressamlar, falcılar, müzisyenler, çeşitli gösteriler.
Maison Bourbon kaliteli Caz Müziği dinlemek için iyi bir seçenek.
'Laura' Creol Plantasyonu'ndan; zamanın günlük kullanım objeleri. Birkaç plantasyon gezince o dönemdeki yaşam hakkında birçok bilgi edindik. Çeşitli turlar arasından ilginizi çekeni seçebilirsiniz.
Laura Plantasyonu renkleri şaşırtıyor ama orijinaline sadık olarak renove edilmiş. Laura'nın hayatı ayrıca okunmaya değer; geleneklere karşı çıkıp hayatını değiştirme cesaretini göstermiş.
46
MengerlerLifestyle
Oak Alley Plantasyonu yemek odası. Lir biçimindeki yelpazeye bağlı ipi bir hizmetkar çekiyormuş.
yapılmış. Meksika Körfezi’ne dökülen geniş ve derin Mississippi Nehri kenarında, kuzeyinde Pontchartrain Gölü civarında konuşlanmış olan şehir, nehir ticaretinde 1763’de kıtanın en önemli limanlarından biri konumuna gelmiş. Laura ve Oak Alley gibi plantasyonlar koloni dönemindeki hayatı anlamak için gezi programına eklenmeli. Kölelerin Avrupalı da olabileceği, siyah ya da beyaz kölenin çocuğunun da köle olarak doğduğu, güçlü, genç bir kölenin bu günün 20 bin Doları karşılığında satıldığı, insanlığın yüz karası kölelik ile ilgili bu turda öğrendiğim
NEW ORLEANS bilgilerden. Arazi sahibi Fransızların şık ev ve yaşamlarını, sonra da kölelerin derme çatma kulübelerini geziyorsunuz. Çocuk kölelerin incecik bileklerine takılan kelepçeler, kaçarsa duyulsun diye resmen tasma şeklinde ve uçlarındaki demirlerde çıngıraklar olan boyunduruklar hayretle göreceklerinizden. Tur sonrası grubumdakilere en çok nelerden etkilendiklerini sormak isterdim; kimisinin antika şömine, ya da kristal avize diyebileceğini tahmin edebiliyorum. Kölelerle ilgili dokümanları inceleyenlerin bazılarının yüzünde hüzün vardı, insanın insana yaptığı kötülüklerden köleliği ve bu insanların ne çok çektiklerini düşünerek oradan buruk ayrıldım doğrusu. New Orleans halkı Natchez gibi birçok Kızılderili kabilelerle birlikte, Fransız, Afrikalı, İspanyol, Alman, Cajun, Anglo Amerikalı, Musevi, İrlandalı ve İtalyan. Kaynaşan, karışan kültürlerden yeni bir dil, müzik ve yemek kültürü ortaya çıkmış. O kadar ki, bu gün New Orleans’a gittiğinizde daha önce duymadığınız isimlere, sözlere, yemeklere rastlayacaksınız. Sanki bir şehre değil de, birkaç ülkeye gitmişcesine. New Orleans’ın tadını çıkarmak için sokaklarda dolaşmak gerek. Gideceğiniz iklim bu açıdan çok önemli, yazın sakın gitmeyin, sıcak, rutubet ve yağmurdan rahat gezemezsiniz.
Fransız Bölgesi (French Quarter) Şehrin en gezilesi kısmı. Royal Sokağı’nda cici ve tipik dükkanlar, butikler var, alışveriş niyetiniz olmasa da baştan çıkaracak cinsten. Magazine sokağındaki antikacı, butik, kafe, galeri ve restoranlar keşfedilmeye değer.
Ucunda çıngıraklar olan köle boyunduruğu ve ince bilekler için yapılmış çocuk kelepçeleri.
Köle kulübesi iç mekan.
Bourbon Sokağı ise ayrı bir alem. Şehrin Voodoo ve mistik kültüründen dolayı eski mezarlıklara, hayalet ve gizem temalı turlar tertipleniyor. Natchez isimli yandan çarklı buharlı gemi ile gezinti şehri nehirden görmek adına enteresan. Eski zamanları canlandırdığı için varlığı hoş, Red Kit ve Daltonları, gemide kağıt oynayan kumarbazları ve hile yapanların nehre atıldığı sahneleri hatırlıyor, gülümsüyorum. Mississippi çamur renginde akıyor, mavi bir su beklemeyin ve 2 saate yakın süren gezintide hoparlörden anonslar yoruyor. Şehrin kargaşasından ve turistik bölgeden biraz uzaklaşmak isterseniz eski şık evlerin muhiti olan Bahçe Bölgesi (Garden District) çok huzurlu. Şehrin sembollerinden biri olan tramvaylardan yeşil olanına binerek nostaljik bir gezinti yapabilirsiniz. Birbirinden hoş mimarisi olan sevimli evlerin, bahçelerin önünden geçerek ulu meşe ağaçlarının altında yürüyüş çok keyifli.
Nerelerde Caz dinlemeli? Preservation Hall; 1961’den beri geleneksel New Orleans Caz Müziği’nin korunmasına yardımcı olmuş ve halen en üstün kalite Caz dinlemek isteyenlerin ilk tercihi. Maison Bourbon da akşamları iyi bir müzik dinlemek için tercih edilen barlardan. Caza doymak için New Orleans Jazz and Heritage Festival’i kaçırmamalı, 4 bin müzisyen katılıyor Jazz Festivali'ne.
Gurmeler için seçenek çok... ''Bem!'' diye sarımsakları tavaya fırlatan ünlü şef Emeril Lagasse’ı hatırladınız mı? O da bu Gastronomi cennetinin ünlülerinden. En karakteristik birkaç yerden bahsedeceğim.
Laura Plantasyonu'nda köle kulübeleri ve kümesler.
Mengerler Lifestyle
47
NEW ORLEANS
Royal Street'de alışveriş keyfi. İstridye yöreye has olduğu için popüler ve Voodoo kürdanlıklar çok esprili.
Garden District; bu bölgede geçmiş zamanın tarihi malikanelerini görebilirsiniz.
French Quarter; dövme ve döküm demirli, bol çiçekli balkonların hepsi ayrı güzel.
Şehrin simgelerinden biri olan tramvaylar. Yeşil olandan günlük bilet alıp, Garden District ve Magazine Str. gibi hoş yerleri gezebilirsiniz.
House of Blues, renkli tebeşirlerle graffitti havasında vitrin ilanı sanatı.
İsmini eski Kızılderili Kabilesi'nden alan "Natchez", buharlı ve yandan çarklı.
Mulate’s, dünyanın en meşhur Cajun Restoranı; yeni tatlardan daha da hoş olan müzik ve dansın ikram olması. Kovboy filmlerindeki müzik ve dansları hatırlayacaksınız, kalender bir ortamda çok neşeli bir yer. Her gece Otantik Cajun Müziği ve Dansı programda olan Mulate’s için rezervasyon yaparken gösteri saatlerini sormayı unutmayın. Commanders Palace, New Orleans’ın en iddialı, şık restoranı. Beyler, ceket giymeniz gerekmekte. Antoine, en meşhur kokteyl Sazerac’ı burada deneyin. Çeşitli temalarda 14 salonu var bu tarihi restoranın ve de ilginç koleksiyonları. Yemek sonrası ya da öncesi bu turu garsonunuzdan rica edin, ayrıca Amerika’nın 2. en büyük şarap mahzenini göreceksiniz.
48
MengerlerLifestyle
NEW ORLEANS Bourbon House, sıcak bir atmosferde keyifli bir akşam yemeği için ideal. İstiridye sevenler burada bayram edecek. Restorana adını veren iddialı içki listesinden bir kadeh Bourbon deneyebilirsiniz. New Orleans’ın tatlısı derken Beignet’i (Benye) kastetmiştim, tadılması gereken New Orleans klasiklerinden ve illa da Cafe du Monde’da. Yanında Hickory aromalı harika kahve eşliğinde. Sıra beklememek için sabah mümkün olduğunca erken gitmek iyi bir fikir, üzeri pudra şekerli bu pofuduk lezzet bizim lokma ve pişi hamurlarımıza benziyor. New Orleans’lı ünlülerden bazılarını anmadan olmaz. En başta Louis Armstrong tabii, şehrin havaalanına onun isminin verilmiş olması da çok hoş. New Orleans’ın takma ismi ''Büyük Kolay'' (The Big Easy); özgür ruhu, stressiz hali, birçok yaratıcı insanı çekmiş kendine. Yazarlardan William Faulkner, Anne Rice, Truman Capote, ressamlardan Edgar Degas ve John James Audubon sadece birkaçı. Filmlere de sahne olmuş bu şehir; Marlon Brando, Vivian Leigh’in oynadığı ‘Arzu tramvayı’ (A Streetcar Named Desire) isimli filmde Brando sokağın ortasında ‘Stella’ diye bağırırken gözümün önüne geliyor. Ünlü filmlerin çekildiği yerlere götüren turlar var; bu filminkine giderseniz, sokakta Stella diye haykıran birkaç kişiye rastlar, belki siz de onlara katılırsınız. 2005’deki Katrina isimli kasırgada Pontchartain Gölü taştı, tüm şehir sular altında kaldı. Maddi, manevi büyük bir felaket yaşandı burada. Ama New Orleans halkının mücadeleci doğasını ve hayata pozitif
bakışını ne geçmişteki zorlu yaşam şartları, ne de yakın zamanda olan bu kasırga yıkabildi. Yazının başındaki söylem New Orleans ruhunu
Antoine Restaurant'ın salonlarından biri...
Praline de New Orleans'a has tatlı çeşitlerinden.
anlatıyor hala bu gün... Hayatı kutlamaya ve parti yapmaya her an hazır New Orleans...
New Orleans’da karşılaşacağınız bazı terimler Mulatto: Bir ebeveyni Avrupalı beyaz, diğeri Afrikalı kişi. Cajuns: Kanada’nın Fransız bölgesi İngilizlerin eline geçince Kraliyet’e boyun eğmeyip Güney Louisiana’ya göçen Fransızlar. Kendilerine özgü diyalektleri, yemek, folklor ve müzik kültürleri günümüze kadar gelmiş. Creole:New Orleans’daki kolonilere Avrupa’dan gelen Fransızlar. Zeideco: Mulatte, Cajun ve Creollerin müziği; keman, akordeon ve benjo başlıca enstrümanlar. Şarkılarda duyacağınız farklı bir Fransızca ve dans; Mulate Restoran bunu izlemek için en keyifli yer. Bonfire: Piramit şeklinde çatılan odunların yakılması. Eskiden Mississippi Nehri boyunca dizilen bu odun kuleleri gemilere yol göstermek amacı ile yakılırmış. Geleneği devam ettirmek için Noel’de kuleler hala yakılıyor. Bu terimlere de menülerde rastlayacaksınız: Gumbo: Creol halka has bir yemek; çukur bir tabakta pilavın yanında sunulan soslu yemeğin çeşitli hazırlanış şekilleri var, etli, deniz mahsullü, sosis, tavuk, karides ya da kerevitli de olabilir, sebze olarak da domates, bamya, kereviz sapı ve dolmalık biber ilave edilir. Jambalaya: İspanyolların Paella’sına benzer pilav bazlı bir yemek ama bu bölgedeki birçok yemek gibi çok baharatlı. İçinde kerevit, sosis ve Yayın Balığı var. Chicory: Bir kök, hoş bir aroması olduğu için bu bölgede kahveye karıştırılıyor. Mint Julep: Bourbon ve Nane ile hazırlanan bölgeye has kokteyllerden. Po Boy: Poor Boy halk dilinde Po Boy olmuş. Fakir çocuk sandviçi anlamında, vaktiniz sınırlı ise çok lezzetli, bir tane kapın ve ısıra ısıra yerken dolaşmaya devam edin. Fransız baget tarzı bir ekmek arasında ister rozbif, kızarmış deniz mahsullü olarak ısmarlayabilirsiniz. Muffuletta: İtalyan şarküteri etleri ile yapılan Muffuletta sandviçi de atıştırmalık lezzetlerden. Mardi Gras: Fransızcadan çevirisi ‘Yağlı Salı’. Bir Cajun geleneği olan Mardi Gras’da, dini perhizde yenilmeyen yağ, yumurta ve et gibi yiyecekler perhiz sonrası tüketilir. Her sene ayrı bir teması olan çılgın Mardi Gras karnavalı için bin bir çeşit kostüm, maske, taşıt ve objeler tasarlanıyor. Bol miktarda içki içilen şenliklerde elit kesimde özel balolar da düzenleniyor. Mardi Gras Exhibits’de kostümlerden zengin bir koleksiyonu görebilirsiniz; kullanılan başlıca renklerden mor adaleti, yeşil inancı ve altın gücü simgeliyormuş. Sadece Mardi Gras karnavalında değil, yıl boyu süren törenler, festivaller ve konserlerle parti şehri ünvanını boşuna almamış bu şehir.
Eczane Müzesi (Pharmacy Museum); Eczanelerde Coca Cola gibi soda içilen bar da varmış.
Mengerler Lifestyle
49
Mengerler YAŞAMIN RENKLERİNİ YANSITIR...
3/2015 Lifestyle
TOSK ST. MARTIN YENİ GLE COUPE BOZCAADA ALEXANDRIA TROAS YILDIZLI HAYATLAR • KÜLTÜR • SANAT • SÖYLEŞİ • GEZİ • LEZZET • SAĞLIK
EGE RÜZGARI TARİH KOKUYOR
Dalyan Köy'ün deniz sahiline inince Alexandria Troas limanından geri kalan sütün ve mermerlere henüz arkeologlar tarafından dokunulmamış. Kalıntılar denizin içinde de devam ediyor.
YAZI: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: M. FARUK SİLE
Karşılıklı sahillerde yer alan Tenedos, bu günkü adı ile Bozcaada’yı ve arkeolojik kazılar bittiğinde Efes’in beş misli büyük bir antik kentin ortaya çıkacağı tahmin edilen “Eski İstanbul” ismiyle de tanınan Alexandria Troas’ı sizlere tanıtmak istiyorum.
vapurlarının kalktığı Geyikli İskelesi’nin 3 km. güneyinde. Şehrin Sezar ve Konstantinus dönemlerinde Roma İmparatorluğu’nun başkenti olması düşünülmüş.
Çocukluk yıllarından beri bu yörede bazen kısa, bazen uzun ama muhakkak her yaz tatillerimi geçirdim. Büyük dedemin Ezineli olması, ağabeyimin deniz tutkusu, dalması ve çok iyi bir zıpkın balıkçısı olması ve tüm ailenin denizi, köyleri sevmesi bizi buralara kalpten bağladı. Ne mutlu ki şimdi çocuklarımız da bizim kadar seviyor. Alexandria Troas Antik Kent’i Çanakkale’nin Ezine İlçesi’nde Bozcaada 16
MengerlerLifestyle
Her yaz yeni söylentiler duyardık; şu çiftçi tarlasında lahit bulmuş, şu kişi altın taç gibi. Yakın zamana kadar hiçbir koruma altında olmayan bu antik şehrin şimdi sadece kazı yapılan kısmı çitle, bulunan eserler ise demir kafeslerle güvence altına alınmış. Çok geniş bir alana yayılmış olduğundan kısım kısım yapılıyor kazılar; burada arkeolojik değerleri bulmak kolay ama çalınmasına engel olmak zor. Arkeologlar geçen sene bulunan geniş granit yolun şehrin tepesinden limana kadar uzandığını; yolun iki yanındaki kemerli yapıların dükkanlar ve çarşı
ALEXANDRIA TROAS ve TENEDOS olduğunu söylüyorlar. Odunluk İskelesi’nden Dalyan Köy’e giden yol yapılırken greyderlerin açtığı yolda parçalanmış mermerleri, yol kenarına öylesine bırakılan dantel gibi işli lahitleri, liman kısmındaki tuz gölünün kenarında ise baş kısmı kopuk, kıvrımlı kumaş bir elbise giymiş mermer kadın heykelini gördüğümde içim sızlamıştı. Bir an önce kazıların başlamasını diledim senelerce ve her yaz şimdi bakalım bu sene neler çıkmış diye heyecanla kalıntıları bir görevli eşliğinde ailece geziyoruz. İsim benzerliği olsa da Çanakkale yakınındaki tanınmış Truva Antik Şehri ile bir alakası yok Alexandria Troas’ın. M.Ö. 310 yılında Büyük İskender’in generallerinden Antigonos Monopthalmos (Tek Gözlü
Antigonos) tarafından kurulmuş. Kentin önemi artmış, Neandria (Ezine) gibi küçük ölçekli kentler boşaltılarak buraya göç ettirilmiş. Kentin şaşaalı dönemi, İmparator Hadrianus (117-128) zamanına denk geliyor. Atinalı zengin Herodes Atticus’un katkılarıyla Kaz Dağları’ndan kente su getirilmesi için yapılan su kemerleri ve termal suların kullanıldığı hamam, Alexandria Troas’ı antik kentler arasında su mimarisiyle öne çıkan bir konuma getiriyor. 135 yılında inşa edilen, 84 metreye 123 metre büyüklüğündeki hamam, döneminin en büyüklerinden biri payesini alarak Roma İmparatorluk Dönemi “en”leri listesindeki yerini alıyor. Harç kullanılmadan, kilit taşı ile inşa edilmiş olan büyük kemer birçok depreme rağmen sapa sağlam.
Mengerler Lifestyle
17
Çıplak figürlü ve dantel gibi mermer lahit, sütun, sütun başı ve tavan detaylarına hayran olmamak elde değil.
Mermer fermanlar alana yayılmış. Bazıları Olimpiyat kuralları ile ilgili.
Geçen sene bulunan granit yol şehrin tepesinden limanına kadar uzanıyor. Yolun iki yanının çarşı ve dükkanlar olduğu tespit edilmiş.
Athena Mabedi'nden olduğu tahmin edilen mermer tavan detayı.
Dalyan dere ağzında 18 Köy'de MengerlerLifestyle güneşlenen tatlı su kaplumbağaları ve kaynaşan balıklar.
Odunluk İskelesi'nin bitip Dalyan Köy'ün başladığı noktadaki köprünün altından akan dere, iki yandaki sazlar, ileride deniz ve Bozcaada ile nefis bir manzara.
Şehirdeki kubbeli dükkan ve hamam kemerleri dikkat çekiyor.
Bir çok depreme rağmen harçsız, sadece kilit taşı ile ayakta duran Alexandria Troas'in ünlü taş kemeri.
Deprem bölgesi için uygun olmayan bir duvar örme tekniği dikkat çekiyor.
Mor dikenler bölgeyi süslüyor.
Alexandria Troas kazılarından çıkan kıymetli parçalar demir kafeslerde korunuyor. Arkeologlardan buranın aynı zamanda haç yolu olduğunu öğrendik.
Seneler önce Mercedes-Benz sponsorluğunda burada bir konser verilmişti. Müzisyenler Türk ve Avrupalı idi; harabelerin arasına tahta bir platform taşındı, bir piyano indirildi, izleyiciler tüm çevre sahil ve köyden gelenlerdi. Açılan koltuklarına oturanların yanı sıra, kalıntıların ve kayaların üstüne tüneyenler çoğunluktaydı. Klasik müzik bu ortama çok yakışmıştı; müzikdeki es’lerde öten saka kuşlarını, bazen de arıları duyuyorduk. Güneş tam da bu muhteşem kemerin içinde batmaz mı? O kadar sürreal bir an ve tablo idi ki, ömür boyu unutmamak üzere hafızama kazıdım. Hava karardığında jeneratörlerle çalışan ışıklar çevreyi aydınlattı. Çok güzeldi ama bir daha tekrarlanmadı bu konser ne yazık ki. Alexandria, Hellen dilinde "İskender’in Yurdu" demektir. Büyük İskender ve kendisinden sonra gelenler aynı ismi taşıyan birçok kent kurmuşlar, diğerlerinden ayırt etmek için bu şehre Troas eklenmiş. Şehirdeki kalıntılardan stadion, hamam, tiyatro, su kemerleri, sur duvarları ve Dor üslubunda olduğu sanılan Athena Mabedi’nin izleri görülüyor. Antigonas’ın bu kenti kurmaktaki amacı Makedonya ile Anadolu arasında deniz bağlantısı sağlamakmış. Kazılar sırasında İmparator Hadrianus tarafından olimpiyat oyunları için yazdırılmış kuralların yer aldığı kitabeler de bulunuyor. Bir olimpiyat fermanı, olimpiyat oyunlarına katılan oyuncular, halk ve yöneticilerin dikkat etmesi gereken kuralların özetini oluşturuyor. Kurallardan en ilgi çekenleri şöyle: “Olimpiyat için ayrılan bütçe sadece olimpiyat oyunları için harcanacak. Yarışmaları kazanan sporcuya zafer çelengiyle birlikte para ödülü hemen verilecek. Disiplini bozan sporcular sakatlanmamalarına dikkat edilerek kırbaçlanacak.” Bu kent Hıristiyanlığın yayılmasında en büyük etken olan Paulos’un gittiği yerlerden biri olduğu için de önemlidir ve halen hac için ziyaret edilir. Alexandria Troas en görkemli yıllarını Roma döneminde yaşamış, bir ara Doğu Roma’nın başkenti olması da gündeme gelmiş. Ne var ki Konstantinopolis başkent olunca ikinci planda kalmış. Su altında kalmasına rağmen Alexandria Troas’ın limanı da çıplak gözle izlenebiliyor. Su altı arkeologlarının yaptıkları araştırmalara göre kentin birbirine bağlı bir dış bir de iç limanı bulunuyor. Dış limanın dalgakıranlarla korunan iki girişi var. Rivayete göre liman kumla dolunca Alexandria Troas önemini yitirmeye başlıyor. İstanbul’a yakınlığından dolayı kentteki yapılar tahrip ediliyor. Bu yapılardan çıkarılan mimari parçalar devşirilerek, yeni başkentteki imar faaliyetlerinde değerlendiriliyor. Bu tahribat 17. yüzyıla kadar sürüyor. Yazılı kaynaklardan Eminönü’ndeki Yeni Camii’nin yapımında Alexandria Troas’tan gelen parçaların kullanıldığını öğreniyoruz.
Dalyan Köy'de çam ağaçları arasından güneş batışı ve ufukta Bozcaada.
Akdenize nazaran daha soğuk olan denize girmek için en güzel aylar Haziran, Temmuz ve Ağustos bu sahillerde. Ege’nin ılık meltemini hissedeceğiniz bu güzel yöreyi görülecek yerler listenize ekleyebilirsiniz. Devam etmekte olan arkeolojik kazıyı ziyaret ederken taze balık, mantı, peksimet, pişi, höşmelim tatlısı, ünlü Ezine beyaz peyniri ve zeytinyağı gibi yerel tatlar da gezinizi taçlandıracaktır. Mengerler Lifestyle
19
Ayazma Koyu nefis denizi, rüzgardan korunaklı konumu ile Bozcaada'nın en tercih edilen plajı. Restoranı da olan plajın kara tarafında ise üzüm bağları sıralanmış.
BOZCAADA - TENEDOS Alexandria Troas’ın limanından baktığınızda Bozcaada tam karşınızdadır. İki yerden de güneşin batışı muhteşemdir; Santorini’den daha güzel battığı söylenir. Kalesi, heybetli çan kulesi ile Ortodoks Rum Kilisesi, tepelerinde taştan örülmüş yel değirmenleri, limanında balıkçıları, çamlık ve üzüm bağları ile karakteristik bir Ege adası Bozcaada. Halkı ise Rum ve Türklerin iç içe mutlu yaşadığı bir toplulukmuş asırlarca. Tarihte dönem dönem gerginlikler yaşanmış. 1963’de Kıbrıs Harekatı sonrasında Bozcaada’yı vatanı bilen Ortodoks Yunan halkın büyük bir kısmı ne yazık ki baskıdan ve kendilerini güvende hissetmedikleri için adayı terk ettiler. Ben o günleri hatırlıyorum, bizim sevgili Barba ve ailesi de aralarındaydı. Barba’yı anınca... Bu yörede palavraya ‘Gullem’ denir, bizim ufak ama bu sular için özellikle yaptırdığımız balıkçı teknemizin adı idi, 45 dakikada Dalyan Köy’den Bozcaada’ya geçerdik. Vurulan balıklar hemen temizlenir, o senelerde Ayazma Koyu’ndaki tek ve kalender restoran olan Barba’ya giderdik. Barba ve ailesi mutfakta yemek hazırlığını yapardı, gide gele artık dost olmuştuk, çok kalabalık ise mutfağa girer kendi balıklarımızı kızartırdık. Sonra Barba hemen arkadaki bağdan kendi elleriyle bize adanın meşhur Çavuş Üzümü’nden kopartıp soframıza koyardı. Yunan Müziği çalınca ve bir ada şarabı açılınca da ambiyans tamamlanırdı. Adadaki tek şarap imalatını o senelerde Talay Şarap’ları yapardı, şimdiki gibi iddialı firmalar yoktu. Ayazma Koyu’ndaki plaj adanın en güzelidir, su akvaryum gibidir, restoran tepeden bütün koyu görürdü, kuru palamut dallarından yapılı çardağın altı püfür püfür eserdi. Artık Barba da, o restoran da yok ama yenileri açılmış. Bozcaada’nın keyfi en çok etrafında denizden atacağınız bir tur ile çıkar, irili ufaklı koyları, Mermer Burnu ve sanki üzerinde kovboy filmlerindeki gibi Kızılderili Kabilesi’ni göreceğiniz dik yarları ile tüm kıyıları büyük farklılık gösterir.
20
MengerlerLifestyle
Tenedos Yunan ve Roma Mitoloji’sinde yer alır. Üçgen şeklindeki ada tarih boyunca stratejik açıdan önemli olmuş; Çanakkale Boğazı girişinde, sert kuzey rüzgarlarından ve akıntılardan kaçan gemilerin sığınağı olmuş iki limanı. İstanbul’da başlayıp güneyde biten yelken yarışlarının da yarı yol konaklama noktasıdır ada. Truvalılar, Persler ve Büyük İskender yönetiminde Makedonyalılar ve daha birçok medeniyet Bozcaada’da yaşamış; çok el değiştirdiği ve savaşlara sahne olduğundan tarih okumayı sevenler için geçmişi ilginç. Adadaki başlıca dönemler Arkaik, Roma, Bizans, Osmanlı ve Türk olmuş. Fatih Sultan Mehmet 1455’de Ege’de ilk Osmanlı hükmünde olacak ada olan Bozcaada’yı alır. Yunanistan’dan Türkiye’ye ise Lozan antlaşması ile 1925’de geçer. Günümüzde ise Bozcaada turizm ve şarap yapımı ile çok popüler oldu. Bayramlarda tüm otel ve pansiyonlar dolu olunca adada kalacak yer ve gıda sıkıntısı olabileceği ve gelinmemesi konusunda uyarı bile yapılıyor. Asırlardır üzüm bağları ve şarap yapımı ile ünlü olan adada 16 senedir Kültür Sanat ve Bağbozumu Festivali yapılıyor. Festival Eylül ayının ilk haftasında başlıyor ve 3 gün sürüyor. Tüm misafirler traktörlerle bağlara götürülüyor, yapılan bağbozumu davul zurna eşliğinde Cumhuriyet Meydanı’na getiriliyor. Resim sergileri, tavla, tiyatro gösterileri ve çeşitli paneller yer alıyor. Festival akşamları ise kale içerisinde değerli sanatçı ve orkestraların müzik ziyafetiyle devam ediyor. Adalı kadınlarca yapılan yerel yemekler, 13 Eylül günü Bozcaada Meydanı’nda halka sunuluyor. Restoran ve kafelerde konuklara ada mantısı, kalamar, ahtapot ızgarası, oğlak tandır, tavşan yahni gibi geleneksel ada lezzetleri ile adanın 4 önemli üzümü “Çavuş, Vasilaki, Kuntra ve Karalahana” ile yapılan şaraplarla eşleşen menüler hazırlanıyor. Pastane, kafe ve kahvelerde adanın bademli, sakızlı kurabiyeleri ve şarap tadım ve kavları sizleri bekliyor.
Asırlardır bağcılık ve şarap yapımı ile ünlü olan Bozcaada'da gelenek devam ediyor. Her sene Bağ Bozumu Festivali'ne birçok ziyaretçi geliyor.
Bozcaada'nın Rum Ortdokos Kilisesi'nin ihtişamlı çan kulesi son senelerde renove edilmiş. Kilisede artık sadece özel günlerde ayin yapılıyor. Eski yıllarda kilisenin içini görmek için uğramıştım, kapıda papazın notu vardı: 'İnekleri otlamaya götürdüm birazdan döneceğim.'
Ada'da oturup soluk alıcak hoş kafe, bar ve pastanelerde çiçek cümbüşü ve hoş dekorlara rastlıyacaksınız.
Bozcaada'ya geçmek üzere geldiğimiz Geyikli Feribot İskelesi'nde küçük Emine'nin tatlığına dayanamayıp hepimiz bir şapka aldık.
Çanakkale Boğazı'nın girişinde yer aldığından stratejik bir noktada olan Bozcaada Kalesi birçok savaş ve medeniyette önemli rol oynamış.
Bozcaada Müzesi'ni gezmeden olmaz. Adadaki hayatı ve tarihi anlamak için geçmişe çok keyifli bir yolculuk. Ara Güler'in ada fotoğrafları da yer alıyor.
Bozcaada limanında balıkçı tekneleri, ağları. Nefis deniz havasında bir çay ya da şarap içmek çok keyifli.
Yörenin meşhur mantısı. İçi bulgur ve kıymalı olan mantılar kare şeklinde kesildikten sonra çapraz köşelerinden tutup dürülüyor.
Sevimli balıkçı lokantalarında ahtapot ızgara, kalamar gibi deniz mahsülleri menülerin baş tacı.
Mengerler Lifestyle
21
Prof. Dr. YAZI: AYŞEN GÜREL SİLE FOTOĞRAFLAR: SEMİH GÜRMEN
Her ressamın sevdiği ve sık işlediği konular, kendine öz simgeleri vardır; uçan romantik figürleri görünce nasıl hemen Chagall dersek, Fevzi Karakoç’un resimlerinde de bizim kültürümüzü yansıtan atlar simge olarak başroldedir.
Sanata olan eğiliminiz hangi yaşlarda başladı? 4-5 yaşlarındaydım, dere kenarlarından çamurlar getirip hayvanların benzerlerini yapıyordum. Şimdi düşünüyorum da çok arkaik şeylerdi, aynı mağara dönemindekiler gibi bir takım atlar, sonra da kurusun diye saklardım. 1951-52 yıllarında bizim bulunduğumuz çevrede, suret, resim yapmak günah bir şeydi. Beni de o sürede bizim caminin imamı sürekli uyarıyor, oğlum bunları yapma cehenneme gideceksin, senin bunlara can vermen lazım diyordu. Ben de niye gideceğim, can nasıl vereceğim, bunları yapmak niye günah olsun diye düşünüyordum. Hatta ilkokula başlamadan önce Kuran kursuna gitmiştim ve bayağı başarılıydım. Ama bir gün bir dayak yedik; o da top oynadık diye. Topun da neden günah olduğunu bir türlü anlamadım. Hepimizi götürdü bir güzel dövdü. Hz. Hasan ve Ali’nin kafasıyla oynuyorsunuz diyordu. Biz bir türlü anlamıyoruz ki kimin kafası, ne demek. Patlamış bir top, paçavralara sarmışız onu kovalayıp duruyoruz çimenlerin üzerinde. Ondan sonra ben bir daha gitmeyeceğim dedim Kuran kursuna. Annem çok kızardı gitmememe, babam gitmesin dedi. O şartlandırma o kadar kötü bir şey ki, belki ben o korkuyla resmi de bırakabilirdim. Bende ise tam tersi oldu, inadına üzerine gittim. Annem, imam resim ve heykel giren evde bereket olmaz dediği için gördüğü resimleri atıyordu. İlkokulda da resmim iyiydi. Tarihi şeritler yapılırdı, padişahlar gibi; hoca bunları hep bana yaptırırdı. Keşke diyorum bizim zamanımızda da resimden anlayan hocalarımız olsaydı. O zamanlar en çok etkilendiğim, her sayıda Hayat Dergisi’nin ortasından çıkan bir sanatçının reprodüksiyonuydu. Bu yüzden gider o dergiyi alırdım. Sonra onun kopyalarını yapmaya çalışırdım. Bizim zamanımızda en iyi resim demek, benzetilen resimdi. Halbuki resim o değil ki. Benim resimlerimde kendi kültürümüzden oluşan bir alt yapı var. Tem Sanat Galerisi ile çalışırken resimlerimin %75 ’ini yabancılar aldı. Buradaki konsolosluklar, elçilikler de, sizde kendi kültürünüzü görüyoruz diyorlar. Swissotel’de de resimlerim asılı, bir İngiliz ve bir de Japon iç mimar 4 tane resim almıştı benden; bu işleri kral dairesine ve giriş holüne koydular. Globalliğin içine herkes bir tat getirip koymak zorunda. Kendine has geçmişinden, geleneğinden veya yaşanmışlığından farklı bir tat getirirseniz o ortadaki masa zenginleşir. Söylemek istediğim özgün, kendimize has olmalı, çünkü Anadolu ve Asya kültürü küçümsenemez. Ne medeniyetler geçmiş, Anadolu’da müthiş bir birikim var; biz bunları içinde yaşayarak hissettik. Resim yapmak bence şarkı söylemek gibi. İçinizden geliyorsa çok rahat söylüyorsunuz ama kıvranarak, zorlanarak yapıyorsanız olmuyor. Ben ancak hissettiklerimi dışa vurabilirim.
40
MengerlerLifestyle
FEVZİ KARAKOÇ
Bir eğitmen olarak öğrencilerinizi okul sonrası döneme nasıl hazırlıyorsunuz? Bize resmi nasıl öğreteceksiniz diyorlar. Biz size hiçbir şey öğretmeyeceğiz, resim öğretilmez diyorum, o zaman biz niye geldik buraya diyorlar. Resim öyle zor bir şey ki, matematik, fizik gibi olsa formülü olur ama formülle sanat olmaz. Önemli olan farklı ne yapabilirim demek, sürekli araştırabilmek. İşte o kişiliği vermek istiyoruz çocuklara. Bir de kendi dillerini, kendi tarzlarını oluşturmaları konusu var. Muhakkak, kendi kendilerine başlıyorlar farklılaşmaya, onlara o ayrıcalığı vermeye başlıyoruz. Eserlerinizin farklı dönemlerinden bahseder misiniz? Aynı insan gelişimi gibi resmin de geliştiğini görüyorsunuz. Ben ilk başladığımda Tatbiki Güzel Sanatlar’da anlatımcılığı hep ön plana almıştım. Yani resimlerimde hep mesaj vardı, hikayeler vardı çünkü resmin öyle olduğunu varsayıyordum. Fakat sonradan baktığımda
resmin aslında bir şeyi anlatması gerekmediğini, resmin illüstrasyon olmadığı, yani bir fikir, bir düşünce ya da herhangi bir şeyi taşımadığı öne çıktı. Resim, aynı müzik gibi kendi başına bir yaratıdır. Bu insanın sözcüklerle anlatamadığı bir takım duyguları, renkle, çizgiyle dışa vurduğu bir olay. Nasıl ki klasik müzik ya da bir enstrümantal müzik dinlendiği zaman, ki sözün hiç gereği yok orada, o kadar çok keyif veriyor ki insana, ne anlatıyor diye sorma gereği duymuyor kimse. Ama sergilerimizde en çok karşılaştığımız soru resmin ne anlattığı oluyor. Hikaye olduğu zaman illüstrasyona dönüşür, hikayeye hizmet etmiş olur açıklamak için. Halbuki bu hikayenin de üstünde bir olay, bir yaratı diyorum, bakış açınızı müzikle kıyaslayın diyorum. Picasso’nun bir hikayesi var; sergisine bir bayan geliyor, üstat burada ne anlatıyorsunuz siz? O da soruyor, siz kanarya sever misiniz? O da çok severim diyor. Peki kanaryanın ötüşünü sever misiniz? Bayılıyorum, çok hoşuma gidiyor. Peki, kanarya size ne anlatıyor da bayılıyorsunuz. Bir şeyi sevmek, ondan tat almak için illa anlamak şart değil ki. Mengerler Lifestyle
41
FEVZİ KARAKOÇ
İlk çalışmalarımda kendi kültürümüzden yararlanmak için minyatürlerdeki atlardan esinlendim, ama onları direkt minyatür gibi lap diye koymak değil de, yorumlayıp deniyordum. Bizim kültürümüzde atın çok önemli, farklı bir yeri var. İnsanlarla ilişkileri, tabii göçebe bir toplum olduğumuz için sürekli atla beraberlik var. Taşınmada, iletişimde, kültürlerin götürülüp getirilmesinde at büyük bir etken; bu nedenlerle atı simge olarak seçtim birçok şeyi anlatabilirim diye. Bu değerleri arkada gizlice vermeme rağmen birçok kişi hissediyor bize yakın bir at olduğunu. Diğer dönemlerde resmimin alt yapısı değişmedi. Meyvelere ya da sebzelere geçerken, resim ne anlatıyor sorusunun cevabı olsun diye, öyle şeyler yapayım ki dedim hiçbir şey anlatmasın. Meyveleri ya da sebzeleri yan yana dizerek
42
MengerlerLifestyle
FEVZİ KARAKOÇ
koyayım; çünkü günlük gördüğümüz bir şeyin sanata dönüşmesi farklı bir olay. O dizide tabii daha resimsel şeyler ortaya çıktı hikaye olmadığı için içinde. Sürekli aynı şeyi yaptığınız zaman çalışmanın belli bir süre sonra zanaata dönüşme tehlikesi var. Resim zaten kendini doğuruyor. Siz bir şey yaparken o size muhakkak başka bir ipucu veriyor. Nar örneğin bereketin de sembolü. Kültürümüzde, hikayelerimizde, masallarımızda var. Yalınlaşmak, fazlalıkları atıp süslemelerden kurtulmak için şimdi resimlerim daha minimal, daha yalın gidiyor, son işlerimde siyah beyaz ağırlıkta.
Resimleriniz nasıl yorumlanıyor ? Bilinçli resim alıcısı olan bir kesim var, bunun dışında moda diye özenip alanlar da var. Hatta bazıları mal diye alıyor. Benim en sevmediğim kesim o işte. Benim resmimi alan bir algılama yapıyorsa bu beni çok mutlu ediyor. Resminiz sizin çocuğunuz gibi, kıymeti bilinsin istiyorsunuz. Resimlerimi çok özgün buluyorlar; hem çok modern hem de sizsiniz, sizin kültürünüzü veriyor diyorlar. Sergimi gezen Alman asıllı bir bey de modern bir sergi ama Asya ve Anadolu kokuyor, bu beni çok etkiledi dedi. Bu sentezi yakalayabilmek güzel.
Mengerler Lifestyle
43
FEVZİ KARAKOÇ atölyesinde. Ergin Hoca (İnan) olsun, ben, İsmail Türemen, Mustafa Pilevneli, Mehmet Özer de gelirdi. Çok güzel bir ekip vardı o zaman. Cihat Burak vardı. Hatta Aliye Berger uğrardı arada sırada. Ben ve Tayfun (Erdoğmuş) öğrenci iken çırak olarak saydığınız isimlerin işlerini basardık. O atölye bir ocak gibiydi, çok güzel işler çıktı oradan. Sonra boyaya girdim ama baskının disiplinini almak çok güzel artılar kazandırdı bana, bir el ustalığı ve malzemeyi tanımak gibi. Suluboyayı da kullanıyorum zaman zaman ama Türkiye’de, çok güzel resimler çıkmasına rağmen suluboya satılmıyor. Malzemeye bakıyorlar, a bu kağıt mı diyorlar. Kağıt üzerine böyle bir ilkellik de var, bizde resim denilince tuval üzerine yağlı boya aranıyor. Baskı tekniklerinde de o zorluk var, orijinal mi sorusu hep. Orijinal litografiyi bile taşla burada basıyoruz, gravür de öyle. Halbuki şimdi bunun içine dijitaller girmeye başladı. Aslında o da sahtekarlık tabii.
Resimlerinizde uzay ve mekan ilişkisine önem veriyorsunuz, kompozisyonları nasıl oluşturursunuz? Benim kompozisyonlarım önceden düşünülerek yapılan şeyler değil, hepsi doğaçlama. En büyük yardımcım da müzik. Müzik ve resimle baş başa kalıyorum. Hiçbir zaman eskiz yapmıyorum, resmin gizemi bitiyor çünkü. Son senelerde sanat fuarları çok güçlendi, örneğin yurtiçinde Contemporary İstanbul, yurtdışında Art Basel gibi… fuarlar hakkındaki görüşünüz nedir? Sanat fuarları, Hüsamettin Koçan’ın kurduğu Plastik Sanatlar Derneği ile başladı. Daha sonra TÜYAP’ın Tarlabaşı’ndaki yerinde yapılıyordu. Bu arada gelişti, baktılar ki iyi potansiyel var fuarcılık olayında, TÜYAP Beylikdüzü’ne gitti. Ali ( Güreli) ise Contemporary İstanbul Fuarını açtı arkasından; daha merkezi bir yer ve yurtdışından çok insan geliyor. Çalışmalarınızda medyum olarak yağlı boya, sulu boya ve baskı tekniklerini tercih ediyorsunuz. Benim resimlerimi biliyorsunuz, başlangıcı hep özgün baskı ile oldu. Biz baskı resimle yetiştik Tatbiki Güzel Sanatlar’ın Gravür ve Litografi 44
MengerlerLifestyle
Türk ressamlarının, eserlerinin sanat dünyasındaki, piyasasındaki konumu sizce nasıl? Türk sanatçılarında müthiş bir güç ve potansiyel var. En büyük eksiğimiz nedir biliyor musunuz? Devlet ya da ülke olarak bir sanat politikamız yok. Yani bizim dışarıya gidip kendimizi sanatımızla tanıtma veya sanatın bizi tanıtma olayı maalesef yok. Ülkeyi tanıtmanın en iyi yolu bence sanattır ve devlet bunu yapmalı. Mesela Çin Kültür Bakanlığı müthiş; bir sergiyle geliyorlar dünyanın birçok yerine. İnsanlar Çin, sanatı ve insanları hakkında da fikir sahibi oluyor, böylece ülkenin reklamı yapılıyor. İspanya da aynı şekilde, şahane sergiler götürüyor devlet. Türkiye’de resim satılmaya başlayınca hoş bir hareketlilik başladı. Kültür Bakanlığı yurtdışındaki çeşitli fuarlara mehter takımı götürüyor sanat eserleri yerine. Sanat yaratıcılığı varsa diğer ulusların size karşı olan önyargıları değişiyor; bu kadar yaratıcı bir toplum iseler, gelişmiş bu insanlar diyorlar. Sanat evrenseldir, bir dil ya da çeviri gerekmiyor.