Diyarbakır'da Çevre ve Doğa

Page 1

01-03 HAZİRAN 2010

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA CİLT II

Editörler Prof.Dr.Kenan HASPOLAT (Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi) Prof.Dr.Kemal GÜVEN (Dicle Üniversitesi Fen Fakültesi) Yrd.Doç.Dr.Reyhan Gül GÜVEN (Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi)



DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Diyarbakır İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü Yayınları Cilt II

DİYARBAKIR VALİLİĞİ DİCLE ÜNİVERSİTESİ DİYARBAKIR’DA TARIM, DOĞA VE ÇEVRE SEMPOZYUMU 1-3 HAZİRAN 2010


DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Editörler Prof.Dr.Kenan HASPOLAT (Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi) Prof.Dr.Kemal GÜVEN (Dicle Üniversitesi Fen Fakültesi) Yrd.Doç.Dr.Reyhan Gül GÜVEN (Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi)


ONURSAL BAŞKANLAR Mustafa TOPRAK - Diyarbakır Valisi Ayşegül Jale SARAÇ - Dicle Üniversitesi Rektörü DÜZENLEME VE YÜRÜTME KURULU Başkan: Prof.Dr. Kenan HASPOLAT Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Eşbaşkan: Prof.Dr. Kemal GÜVEN D.Ü. Çevre Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Sempozyum Sekreteryası: Öğr.Gör. Ali EM D.Ü. Mühendislik Fakültesi ÜYELER Mehmduh TURA - Vali Yardımcısı Suat SEYİDOĞLU - Vali Yardımcısı Şaban AKÇA - Vali Yardımcısı M.Ali KOÇKAYA - İl Tarım Müdürü Murat HASPOLATLI - İl Çevre ve Orman Müdürü Timur DAĞOĞLU - Diyarbakır Meteoroloji Bölge Müdürü Turgay ÖZGÜR - DSİ X. Bölge Müdürü Necati PİRİNÇÇİOĞLU - Yerel Gündem 21 Genel Sekreteri Galip ENSARİOĞLU - Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Elif TUZLUYALÇIN - ÇEVGÖN Başkanı Sevgi EKMEKÇİLER - DİHAYKO Başkanı Doç.Dr.Ali CEYLAN - D.Ü. Tıp Fakültesi Doç.Dr.İsmail GÜL - D.Ü.Ziraat Fakültesi Yrd.Doç.Dr.Ahmet YARDIMEDEN - D.Ü. Mühendislik Fakültesi Dekan Yrd. Yrd.Doç.Dr. Harun ALP - D.Ü.Veteriner Fakakültesi Dekan Yrd. Yrd.Doç.Dr.Orhan KAVAK - D.Ü. Mühendislik Fakültesi Yrd.Doç.Dr.Türkan KEJANLI - D.Ü. Mimarlık Fakültesi Yrd.Doç.Dr.Z.Fuat TOPRAK D.Ü. Mühendislik Fakültesi Yrd.Doç.Dr.Reyhan GÜLGÜVEN D.Ü.Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi BİLİMSEL KURUL Prof.Abdünnasır YILDIZ - D.Ü.Fen Fakültesi Prof.Dr.Ahmet KILIÇ - D.Ü.Fen Fakültesi Prof.Dr.Cengiz YALÇIN - D.Ü.Veteriner Fakültesi Dekanı Prof.Dr.Ferit Kemal SÖNMEZ - D.Ü.Ziraat Fakültesi Dekanı Prof.Dr.Kemal GÜVEN - DÜÇAM Müdürü Prof.Dr.Kenan HASPOLAT - D.Ü. Tıp Fakültesi Prof.Dr.M.Salih ÇELİK - D.Ü. Tıp Fakültesi-Türk Biyofizik Derneği Bşk. Prof.Dr.Mahmut AYDINOL - D.Ü.Fen Fakültesi Prof.Dr.Mehmet AKIN - D.Ü.Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof.Dr.Sait YÜCEL - D.Ü. Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Dekanı Prof.Dr.Selçuk ERTEKİN - D.Ü.Fen Fakültesi Doç.Dr.Sema BAŞBAĞ - D.Ü.Ziraat Fakültesi Prof.Dr.Tahsin KILIÇOĞLU - Batman Ün. Rektör Yrd. Prof.Dr.Yüksel COŞKUN - D.Ü.Fen Fakültesi Prof.Dr.Zülküf GÜNELİ - D.Ü. Mimarlık Fakültesi Dekanı * Alfabetik sıraya göre sıralanmıştır.

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


İçindekiler Bölüm Editörü : Prof.Dr.Kemal GÜVEN

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE 14 - Diyarbakır’da Çevre Konusunda Yapılan Çalışmalar • İbrahim Murat KARGIN 18 - Diyarbakır’ın Başlıca Çevre Sorunları • Ali EM 32 - Diyarbakır Özelinde Çevre Eksenli Bir Örgütlenme Deneyimi Olarak Çevgön • Elif YALÇIN 38 - Dicle Nehri Kirliliğinin Kaynaklar ve Kalite Kontrol Parametreleri Yönünden İncelenmesi • Nizamettin HAMİDİ

62 - Çevre Psikolojisi • Remzi OTO 68 - Diyarbakır’da Çöp Sorunu ve Katı Atık Yönetimi • Deniz KIRAÇ 74 - Çevre Yönetimi • Murat HASPOLATLI Bölüm Editörü : Prof.Dr.Zülküf GÜNELİ, Yrd.Doç.Dr.Türkan KEJANLI

DİYARBAKIR’DA KENTLEŞME SORUNLARI 82 - Diyarbakır’da Şehircilik ve Çarpık Kentleşme • Türkan KEJANLI 92 - Şehirleşmede İnancın Etkisi: Diyarbakır Örneği • Alaattin DİKMEN 102 - Tarihi Diyarbakır Surları ve Suriçi Bölgesi • Meral HALİFEOĞLU 112 - Bazalt Taşlı Kent’te Bir Mekan (Cahit Sıtkı Tarancı Evi) • Mine BARAN, Aysel YILMAZ 127 - Tarihten Günümüze Diyarbakır’da Su Sorunu • Kenan HASPOLAT Bölüm Editörü : Doç.Dr.Ali CEYLAN

DİyarbakIr’da ÇEVRE SAĞLIĞI 142 - İklim Değişiklikleri Küresel Isınmanın Sağlığa Etkileri • Günay SAKA 150 - Elektromanyetik Kirlilik ve Sağlık Endişeleri • Süleyman DAŞDAĞ 160 - Radyasyon, İnsan ve Çevre • M.Salih ÇELİK 170 - Endokrin Çevre Bozucular ve Ergenlik Üzerine Etkisi • Kenan HASPOLAT 178 - Diyarbakır’da Isınmadan Kaynaklanan Hava Kirliliği • İbrahim Murat KARGIN 184 - Diyarbakır’da Motorlu Taşıtların Çevre Kirliliğine Etkisi • Hasan BAYINDIR 192 - Hava Kirliliği ve Akciğer Hastalıkları • Abdurrahman ABAKAY 204 - Diyarbakır’da Çölyak Hastalığı • Veysi ÇOBAN Bölüm Editörü : Prof.Dr.Sait YÜCEL

ÇEVRE EĞİTİMİ 210 - Plastik Poşet Kirliliği ve Çevre Eğitimi • Hamdi TEMEL 224 - Çevre Eğitimi • Murat HASPOLATLI 230 - Çevrenin Önemi, AB’de Çevre ve Sağlanan Fonlar • Ercan TÜRKMEN 240 - Eğitim - Zihinsel Kirlilik ve Çevre • Mikail SÖYLEMEZ


DİYARBAKIR’DA AĞAÇ VE ORMAN 250 - Geçmişten Günümüze Diyarbakır’da Ağaçlandırma • Yaşam ALHAS 256 - Orman Fidanlığımız • Murat HASPOLATLI

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Bölüm Editörü : Prof.Dr.Kenan HASPOLAT

DİYARBAKIR VE DOĞAL GÜZELLİKLERİ 264 - Doğal Güzellikleriyle Diyarbakır • Kenan HASPOLAT DİYARBAKIR MAĞARALARI 284 - Tarihin İlk Yerleşim Yeri Olan Ergani Hilar Köyü (Çayönü) • Cihat GÜZEL

290 - Bilinmeyen Bir Miras Üzerine; Birklin Mağaraları • Ahmet ÇİMEN 302 - Silvan Hasuni Vadisi ve Hasuni Mağaraları • Nejat SATICI DİYARBAKIR İLÇELERİ VE DOĞA GÜZELLİKLERİ 314 - Hani İlçesi • Mehmet Ali ABAKAY 328 - Kocaköy (Karaz) • Yahya KAMÇI 342 - Çinar, Bismil, Dicle İlçesi Tarihi Eserler Envanterine Bakış Denemesi • Mehmet Ali ABAKAY 348 - Ergani Tarihi ve Doğal Güzellikleri • Cihat GÜZEL 358 - Silvan’daki Tarihi Eserler • Nejat SATICI 378 - Eğil ve Kulp İlçelerinin Doğal ve Tarihi Güzellikleri • İrfan YILDIZ Bölüm Editörü : Murat HASPOLATLI

DİYARBAKIR’DA MESİRE MEKÂNLARI 392 - Kent Ormanı • Murat HASPOLATLI 400 - Anzele’nin Gözyaşları • Mehmet Ali TAŞ 406 - Hevsel Bahçeleri • Mehmet Ali ABAKAY 414 - Dicle Kenarındaki Bağ ve Bostanlar • Ali Haydar CANLI 418 - Kırklardağı • Kenan AKSU

Kitapta yer alan yazılar, yazı sahiplerinin sorumluluğundadır.



DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA Kendini sürekli olarak yenileyen ve değiştiren, canlı ve cansız maddelerden oluşan varlıkların hepsini kapsayan doğa ile canlıların yaşamlarını sürdürebilmeleri, sağlıklı ve düzenli bir ortamda bulunabilmeleri için bir çerçeve olan çevre, en çok ihtiyaç duyduğumuz ama en çok yıprattığımız değerlerimizdir. Meselemiz, bu ortam içerisinde doğal bitki ve hayvan varlığı ile tabii zenginliklerin korunması, geliştirilmesi ve iyileştirilmesi, kentsel ve kırsal alanda arazinin ve doğal kaynakların korunarak en uygun şekilde kullanılması ile birlikte her türlü kirliliğin önlenmesidir. Gelecek nesillere iyi bir çevre bırakmak için doğanın korunması ile birlikte, tarihi boyunca doğası ve kültürü ile bölgede bir yıldız gibi parlayan Diyarbakır şehrini bu tahribattan korumak hedefimiz olmalıdır. Diyarbakır, tarih boyunca konumu itibariyle önemli bir ticari kavşak olmuş, bereketli toprakları sebebiyle bölgesinde bir cazibe merkezi olarak kabul edilmiş ve birçok uygarlığa beşiklik etmiştir. Diyarbakır bu özelliklerinden dolayı, bölgedeki kültürlerin gelişiminde etkin olduğu gibi kendisi de birçok kültürü içinde barındırmış ve korumuştur. Diyarbakır’ın, huzur, sessizlik ve dinlendirici bir atmosferin hakim olduğu taş evlerini, surlarını, çevresinde bin bir güzellik barındıran Dicle’yi, tarımsal potansiyelini, alabildiğine zengin biyolojik çeşitliliğini korumak, bu mirası zenginleştirerek nesillere aktarmak görevimizdir. Bu sempozyumun düzenlenmesinde başta Diyarbakır Valiliği ve Dicle Üniversitesi olmak üzere emeği geçen herkesi yürekten kutluyor, başarılar diliyorum. Mehmet Mehdi EKER Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı



İçinde yaşadığımız dünyada doğa, çevre ve tarım birbirinden ayrılmayan ve dolayısıyla etkileşim içinde olan üç ana ögedir. Binlerce yıl boyunca doğayla yapılan tarımsal faaliyetler çevreye zarar vermemiş ve çevre sorunlarına neden olmamıştır. Tarımın önemi insan hayatı için yadsınamaz bir gerçek iken, doğa ve çevre ile olan bağlantıları ve ortaya çıkardığı sonuçları son derece önemlidir. İlimiz; tarih bilgileri ve arkeolojik bulgular incelendiğinde tarımın ilk olarak yapıldığı yerdir.Tarım potansiyeli incelendiğinde ve ülkemiz istatistiklerine bakıldığında ekiliş arazisi bakımından Diyarbakır üçüncü sırada yer almaktadır. Yine birçok bitki çeşidinin yetişebiliyor olması sebebiyle geniş bir ürün yelpazesine sahiptir. Özellikle dağlık ilçelerde ve küçük parçalı arazilerde kimyevi gübre ve tarımsal ilaçların kullanımının az olması da ilimizin organik tarım açısından hazır bir potansiyelinin olduğunun göstergesidir. Tarımda hedef, yüksek verim, birim alandan daha fazla ve kaliteli ürün elde etmek ve elde edilen bu ürünlerin sanayiye kazandırılarak ekonomik gelişmenin sağlanmasıdır. Ancak tarımsal faaliyetlerde yüksek hedeflere ulaşılmaya çalışılırken doğayı ve çevreyi korumak da esas olmak zorundadır. Doğa ve çevre dediğimizde içtiğimiz su, soluduğumuz hava ve canlı hayata dair her ayrıntı hayatımızın bir parçası demektir. Bu nedenle tarımı, doğayı ve çevreyi bir bütün olarak irdelemek; mevcut durumu tespit etmek ve insanlığa faydalı olabilecek en iyi şekilde geliştirmek gerekir. Bu sempozyumun amacı Diyarbakır’da tarım, doğa ve çevre ile ilgili mevcut durumu tespit etmek, geliştirme olanaklarını araştırmak ve öneriler sunmaktır. Bu çalışmada emeği geçen herkese başta Dicle Üniversitesi Rektörlüğü, Diyarbakır Tarım İl Müdürlüğü, Diyarbakır Çevre ve Orman İl Müdürlüğü’ne teşekkür eder; bu ve benzeri sempozyumların ilimizde tekrar düzenlenmesini ve sempozyum bildiriler kitabının faydalı olmasını temenni ederim. Mustafa TOPRAK Diyarbakır Valisi

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Diyarbakır’ımız; tarihi ve kültürel altyapısı, havası, suyu, insanı, gülü ve diğer yönleriyle yalnızca ülkemizde değil; dünyada da nadir görülebilecek özelliklere sahip, nadide bir şehir. Dünyanın ilk arkeolojik buğdayı, ilk nohudu ve ilk yabani üzümünün yetiştiği; Türkiye’nin toplam kırmızı mercimek üretiminin %75-80’inin karşılandığı, buğday, arpanın önemli oranda yetiştiği, Türkiye pamuğunun % 10’unun üretildiği, 1930’larda bir milyon koza üretimiyle Bursa’nın önünde olan, Anadolu’da avcılığın ilk yapıldığı, gül yetiştiriciliğinin 4600 yıl öncesine kadar uzandığı bir şehir. Hamamlarıyla, temizlik ve güzelliğe verdiği önem ile tarihe geçmiş bir şehir. 1853’te Diyarbakır’ı ziyaret eden Peterman’a göre, yabancılar kente girmeden önce kapıların hemen bitişiğindeki hamamlara sokulup, yıkandıktan sonra şehre girmelerine izin verilirdi. 1869 yılı Diyarbakır salnamelerinde; kimyevi usullerle balık avlayanların cezalandırıldığı, hayvan öldürmenin, cami, kilise ve evlerin civarına cenaze gömmenin yasaklandığı, nehir ve bataklıkların ıslahı gibi çevreyi korumaya yönelik pek çok tedbirin alındığı bir şehir.


Bugün çevrecilerin önerdikleri koruyucu tedbirlerin, 200 yıl öncesinde hayata geçirildiği, 27 medeniyete ev sahipliği yapmış bir tarih, kültür ve medeniyet şehri. Ancak maalesef bugün; geçmişi ile bağları kopmuş, gerçek değerlerinin üzeri örtülmüş, hak etmediği imajla sunulan bir şehir. Dicle Üniversitesi olarak biz, bir yandan şehrimizin var olan değerlerine sahip çıkma, Diyarbakır ve bölgemizin biriken sorunlarına çözüm bulma adına çaba gösterirken; diğer yandan Diyarbakır’ımızın kaybolmaya veya unutulmaya yüz tutmuş değerlerini gün yüzüne çıkarma, tarihte sahip olduğu gerçek değeri yeniden kazanmasına yardımcı olma gayreti içerisindeyiz. Diyarbakır İl Tarım Müdürlüğü ile ortaklaşa düzenlediğimiz ve ev sahipliğini yaptığımız “Tarım-Doğa ve Çevre Sempozyumu” 1 Haziran 2010 tarihinde, üniversitemiz kongre merkezi büyük salonunda gerçekleştirildi. Söz konusu sempozyumda Diyarbakır’ın çevre-doğa sorunları ve potansiyelleri ele alındı, tartışıldı, görüşüldü. Bu sempozyumun ve sempozyum kitabının düzenlenmesinde emeği geçen herkese çok teşekkürler. Artık Diyarbakır’ımız adına, kentimizin geleceği adına, düne göre çok daha ümitliyiz. Yapılan sempozyum konusuna, destekleyen kurum ve kuruluşların listesine baktığımızda şunu açıkça görüyoruz: Diyarbakır; Üniversitemiz ve Valiliğimiz başta olmak üzere tüm kurum-kuruluşları ve sivil toplum örgütleriyle (bu sempozyumda toplam 14 kuruluş) el ele vererek, işbirliği içerisinde; tarihine, kültürüne, maddi-manevi değerlerine ve geleceğine sahip çıkıyor. Aynı sorunlar ve aynı dertler etrafında işbirliği yapıyor. Dicle Üniversitesinin öncülüğünde yapılan bu çalışma ve işbirliği Diyarbakır’ın geleceği açısından ümit vaad ediyor. Bu gayret ve birliktelik sonucunda, hiç şüphesiz Diyarbakır’ımız o eski ihtişamlı günlerine yeniden kavuşacaktır. Gelin, bu hedefe hep birlikte yürüyelim… Saygılarımla.

Prof.Dr.Ayşegül Jale SARAÇ Dicle Üniversitesi Rektörü

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


DİYARBAKIR’DA ÇEVRE



DİYARBAKIR’DA ÇEVRE KONUSUNDA YAPILAN ÇALIŞMALAR

14


ÖZET 2872 sayılı Çevre Kanunu, 4856 sayılı Çevre ve Orman Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun, Çevre ve Orman Bakanlığı Taşra Teşkilatının Görevleri, Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik ile illerde Çevre ve Orman İl Müdürlükleri kurulmuş ve hava, su, atıklar vb çevresel işlerde inceleme yapma, izin işlemlerini yürütme ve denetim yapma yetkisi verilmiştir.

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

ÇEVRE VE ORMAN BAKANLIĞI’ NA AİT YASAL DAYANAK, İDARİ YAPI, GÖREV VE YETKİLERİ 2872 sayılı Çevre Kanunu, 4856 sayılı Çevre ve Orman Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun, Çevre ve Orman Bakanlığı Taşra Teşkilatının Görevleri, Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik ile illerde Çevre ve Orman İl Müdürlükleri kurulmuş ve hava, su, atıklar vb çevresel işlerde inceleme yapma, izin işlemlerini yürütme ve denetim yapma yetkisi verilmiştir. Yetki merkez teşkilatta ( Bakanlık ) Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğünde taşrada ise İl müdürlükleri bünyesinde bulunan Çevre Yönetimi Şube Müdürlüklerindedir. Çevre konusunda yapılan çalışmalarda paydaşlarla ortak hareket edilmektedir, paydaşlara örnek olarak; Belediyeler, Kamu kurum ve kuruluşları, Sivil toplum örgütleri, vb. verilebilir.

HAVA KİRLİLİĞİ “Sanayi Kaynaklı Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği, Egzoz Gazı Emisyonu Kontrolü Yönetmeliği, Isınmadan Kaynaklanan Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği, Hava Kalitesi Değerlendirme ve Yönetimi Yönetmeliği.” Sanayi Kaynaklı Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği kapsamında işletmelere B grubu emisyon izin belgesi verilmekte, emisyon ölçümleri yaptırılarak takip edilmektedir. Egzoz Gazı Emisyonu Kontrolü Yönetmeliği kapsamında motorlu taşıtların egzoz emisyon ölçümleri yaptırılmakta ve egzoz emisyon ölçüm istasyonlarının izinleri verilerek yaptıkları ölçümler takip edilmektedir. Isınmadan kaynaklanan Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği kapsamında

15

İbrahim Murat KARGIN Diyarbakır İl Çevre ve Orman Müdürlüğü, Şanlıurfa Karayolu 2. Km Kayapınar / DİYARBAKIR imkargin@cevreorman.gov. tr


yakıtların kalite kontrolü yapılmakta, yakıt satıcılarının ve markalarının izinleri verilmekte ve ısınmayla ilgili diğer işler ( Isıtma sistemleri, bacalar vb. ) yapılmaktadır.

EĞİTİM Milli Eğitim Bakanlığı ile yapılan protokolle “ Uygulamalı Çevre Eğitimi” projesi il sınırları içersinde okullarda eğitim öğretim dönemlerinde yürütülmektedir.

Hava Kalitesi Değerlendirme ve Yönetimi Yönetmeliği kapsamında Bakanlığımıza ait hava kalitesi ölçüm istasyonları çalıştırılmaktadır.

SU KİRLİLİĞİ Yapılan çalışmalar “Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği” ne dayanılarak yapılmaktadır. Bu çalışmalar içersinde, gerekli olan tesislere deşarj izinleri verilmekte, “Atıksu Arıtma Proje Dosyaları” onaylanmakta, ilgili işletmelerden atık su numuneleri alınmakta, analizleri yaptırılmakta, belediyelerin atık suyla ilgili çalışmaları incelenmektedir.

ATIKLAR Atıklar konusunda,evsel nitelikli atıklar ve tıbbi atıklar belediyeler tarafından toplanmaktadır, belediyelerin yaptığı çalışmalar periyodik olarak incelenmektedir. İl Müdürlüğümüz tarafından atık madeni ve bitkisel yağlar ile atık akümülatör ve pillerin toplanarak geçici depolama alanlarında bekletilmesi sağlanmakta, toplanan atıkların bertarafa gönderilmesi sağlanmaktadır.

GÜRÜLTÜ Mücavir alan dışında kalan yerlerde şikayete konu olan durumlarda ölçüm ve tespit yapılmaktadır, Mücavir alan içersinde olan gürültü ölçümlerinde yetki Büyükşehir Belediye Başkanlığı’ na devredilmiştir.

16



DİYARBAKIR’IN BAŞLICA ÇEVRE SORUNLARI

18


GİRİŞ Diyarbakır, doğuda Batman, kuzeydoğuda Muş, kuzeyde Bingöl ve Elazığ, batıda Malatya ve Adıyaman, güneyde Şanlıurfa ve Mardin illeriyle çevrilidir. 37°30’ ve 38°43’ kuzey enlemleri ile 40°37’ ve 41°20’ doğu boylamları arasında yer alır. Güneydoğu Anadolu’nun ikinci gelişmiş şehridir.

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

KENTLEŞME Kent, tarihsel düzlemde kent olgusu insanoğlunun yerleşik hayata geçmesiyle birlikte tartışma konusu olmuştur. Kent kavramı, her toplumun kendi tecrübeleri sonucunda, özelliklerine uygun olarak oluştuğu için toplumdan topluma semantik açıdan farklılık göstermektedir. Bununla beraber kent kavramı aynı toplum içerisinde gelişimsel niteliklere bağlı olarak farklı anlamlar kazanmaktadır. Kent kavramının özellikle sosyolojide önem arz eder duruma gelmesi ile birlikte, kentsel mekân içinde yaşanan ilişkiler, bireylerin davranış örüntüleri ve kentte yaşama bilincine sahip olma durumu kentleşme ve kentlileşme kavramları literatüre katılmıştır. Kentleşme, genel anlamda kent olma niteliğine atıfta bulunurken, kentlileşme ise bireylerin kentte yaşama anlamında bilişsel düzeylerinin altını çizmektedir. Kentleşme olgusunu doğuran ve onun en fazla kullanılan kavramlardan biri olmasını sağlayan etken, sanayileşme süreci olarak genel kabul görmektedir. Özellikle sanayi devrimi ile birlikte kentsel mekânda bulunan fabrikalara yapılan akın göç olgusunu da kentleşmeyle birlikte anılır duruma getirmektedir. Hatta bazı durumlarda kentleşmenin en başat faktörlerinden biri göç olarak görülmektedir. [1] Diyarbakır’da da Sur içi, Yenişehir, Ofis, Şehitlik, Bağlar merkez ilçelerinin bulunduğu eski şehir kentleşmenin kötü örneklerini oluşturmaktadır. Arsa payının tümüne yapılan binalar, bunların arasındaki mesafeler oldukça düşük, yollar dar, parklar ve yeşil alanlar yok denecek kadar az, dar olan bina aralarına imara aykırı izinsiz yapılan işyerleri, binaların bodrum katlarında bulunması gereken sığınak ve otopark yerine işyeri yapılması ve alt yapısı oldukça zayıftır. Yeni şehir bölgelerinden ikisi olan Huzurevleri ve Gaziler eski şehirde bulunan hataların tekrarlandığı bölgeler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan farklı olarak Diclekent semti ise daha modern ve kentleşme

19

Ali EM Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü Diyarbakır aliem@dicle.edu.tr aliem21@hotmail.com


açısında iyi örnek olabilecek yerdir. Genellikle sitelerin bulunduğu, kendine ait yeşil alanları ve yüzme havuzları, geniş caddeler ve parkları ile yaşam alanları bulunan bölgedir.

NÜFUS ARTIŞI Nüfus artışının hızlı olduğu şehirlerde, göç olgusunun tartışılması ile birlikte kentlerdeki sorunlar toplumbilimin gündemini oluşturmaya başlamıştır. Kente yerleşenlerin uyum problemleri, beklentilerin karşılanıp karşılanmadığı, kente nüfuz edebilme konusunda tampon mekanizmalar, hemşeri dernekleri, çarpık kentleşme vb. konular göç olgusunun beraberinde getirdiği konu ve sorunlar olarak kendini göstermiştir. Göç olgusu bu tür sorunlarla anılmakla beraber kendi içinde belli tiplere de ayrılmaktadır. Bir ülkeden diğerine yapılan göçler dış göç; bir toplumun kendi içinde yapılan kalıcı yer değiştirmeler iç göç olarak nitelendirilmektedir. Aynı zamanda iç göç kavramı da kendi içinde kırdan kente, kentten kıra ve kentten kente olarak ayrılmaktadır. Bunun yanında mevsimlik göçler gibi diğer göç türlerinden de bahsedilmektedir.

hareketlilik parametrelerinin analiz edilmesi kent içi hareketlilik kavramının araştırılmasıyla mümkün görünmektedir. [1] Diyarbakır ili nüfusu 200,00 iken bölgedeki olaylar sebebiyle hızlı bir göç e maruz kalmış ve nüfusu 834.854 ‘a ulaşmıştır. Bu kısa zaman kentin alt yapısını yetersiz kalmasına ve gece konduların sayısının artmasına sebep olmuştur. Kentteki Güncel Nüfus Durumu Bağlar belediyesi : 332.658 kişi Kayapınar Belediyesi 203.222 kişi Yenişehir Belediyesi 190.244 kişi 108.558 kişi Sur Belediyesi Büyükşehir belediyesi sınırları toplam 834.854 kişi nüfus Tablo.3,1.Diyarbakır’daki Nüfus [2]

EĞİTİM VE KÜLTÜR YOZLAŞMA Diyarbakır’daki göç ile birlikte hızlı nüfus artışı var olan kent kültürünü yok etmiş, bunun yerini kent kültüründen uzak ve eğitim düzeyi eskiye oranla düşük bir şehir görünümüne bürünmüştür. Kentin kültüründe bulunan birbirine saygı, sevgi oldukça azalmış, şehrin tarihini, kültürünü bilmeyen bireyler yetişmeye başlamıştır.

Ancak aynı kent içinde bir yerden bir yere yapılan geçiş anlamında kent içi hareketlilikten pek fazla bahsedilmemektedir. Aslında kent içi hareketlilik kent konusunda ele alınması zorunlu olgulardandır. Çünkü yukarıda saydığımız kente özgü problemlerin çözümünde önemli ayraçlardan biri kent içi hareketliliğin niteliğini, nicel değerlerini ve doğrultusunu incelemekten geçmektedir. Aynı zamanda bireylerin toplumsal

Fotoğraf.4,1. Caddede Çocuk bezi

Yukarda görülen fotoğraf kültür yozlaşmasın gösteren en iyi örneklerden biridir. Fotoğraf istasyon caddesinde çekilmiştir. Yoldan geçen

20


bir insanın kafasının yanında geçen bu nesne kullanılmış çocuk bezidir. Çocuğunun altını temizledikten sonra bunu balkondan fırlatmak kültür yozlaşmasının yanında çevre eğitimlerinin ne kadar eksik ve gerekli olduğunu göstermektedir.

KİRLİLİK Kirliliği 6 başlık altında inceleyeceğiz, 1.Katı atık Kirliliği 2.Gürültü Kirliliği 3.Su Kirliliği 4.Hava Kirliliği 5.Görüntü Kirliliği 6.Elektromanyetik Kirlilik

Katı Atık Kirliliği Ülkemizde günlük kişi başına ortalama1.38 kg katı atık oluşmaktadır. Katı Atıkların Kontrolü Yönetmeliği 14.3.1991 tarih ve 20814 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış, sonraki yıllarda da çeşitli değişiklikler yapılmıştır. Yönetmeliğe göre; • Katı atıkların, üretici veya taşıyanları tarafından denizlere, göllere ve benzeri alıcı ortamlara, caddelere, ormanlara ve çevrenin olumsuz yönde etkilenmesine sebep olacak yerlere dökülmesi yasaktır. • Çöpü üretenler, çöp biriktirme kaplarını, çevrenin sağlığını bozmayacak şekilde kapalı olarak muhafaza etmek ve çöp toplama işlemi sırasında yol üstünde hazır bulundurmak zorundadır. • Evsel katı atık ve evsel nitelikli endüstriyel katı atık üreten kişi ve kuruluşlar, katı atıklarını belediyelerin ve mahallin en büyük mülki amirinin istediği şekilde konut, işyeri gibi üretildikleri yerlerde hazır etmekle yükümlüdürler.[3]

Katı Atıkların Toplanması ve Bertarafında Sorumluluklar Ülkemizde katı atıkların toplanması, taşınması ve geri kazanılması ile çevre ve insan sağlığına olumsuz etki yapmadan nihai bertarafına ilişkin yükümlülük, yetki ve sorumluluklar 5393 Sayılı Belediye Kanunu’nun 14. ve 15. maddeleri ile 5216 Sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 7. maddesi ile belediyeler ve Büyükşehir belediyelerine verilmiştir.[3]

21

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Aktarma İstasyonları Katı atıkların taşınmasının ekonomik olmasını sağlamak, taşıma hattındaki trafiğe fazla yüklenmemek için şehirlerin merkezi yerlerinde aktarma istasyonları kurulabilir. Bu istasyonlarda küçük hacimli araçlarla toplanan katı atıkların daha büyük hacimli araçlara aktarılarak, bu araçlarla işleme ve depo yerlerine taşınması sağlanır. Aktarma direkt taşıma aracına yapılabileceği gibi, bir ara depoya (bunker) boşaltıldıktan sonra, yeni araca doldurmak şeklinde, dolaylı olarak da gerçekleştirilebilir. Aktarma istasyonlarının koku, toz, gürültü ve görünüş yönünden çevreyi kirletmemesi için, boşaltma işleminin yapıldığı yerlerin, kapalı olarak inşa edilmesi zorunludur.

Katı Atıkların Düzensiz Depolanmasının Sakıncaları

Atık Miktarı

Nüfus

Bağlar

236,19 ton/gün

332.658 kişi

Yenişehir

135,07 ton/gün

190.244 kişi

Sur

77,07 ton/gün

108.558 kişi

Karapınar

144,29 ton/gün

203.222 kişi

İlçelere Göre Katı Atık Miktarı[2]

Diyabakır’da katı aşırı nüfus yoğunluğu ve çevre bilincinin oluşmaması sonucu şehrin genelinde katı atık sorunu vardır. Çöp kutusu yerine yere atılan çöpler, evlerden dışarı gelişi güzel bırakılan çöpler başlıca sorunlar arasındadır. Bütün bunların yanında katı atık ayrışma istasyonlarını bulunmaması ve geri dönüşüm gerekli önem verilmeyişi önemli bir sorun oluşturur. Yaz ortalama Kış ortalaması

• Katı Atıkların Düzensiz Depolanması, • Yer altı, içme ve kullanma sularının kirliliği, • Depo gazının meydana getirdiği hayati tehlike ve kirlilikler, • Görüntü kirliliği, • Hava kirliliği, • Taşıyıcı haşere üreme riski, • İnsan sağlığı üzerinde kısa ve uzun vadedeki olumsuz etkisi, • Heyelan riski, gibi olumsuzluklara neden olmaktadır. [3]

Kişi başına düşen günlük katı atık Diyarbakır Kent sınırları içinde Bismil sınırları içinde Eğil belediyesi sınırları dâhili Ergani belediyesi sınırları dâhili

İlçeler

: 0,71 kg : 0,69 kg : 0,42 kg : 0,46 kg

22

sıra

:592,62 kg/gün :615,89 kg/gün

Bileşenler

Oranlar

1

Kağıt

3,26%

2

Karton

1,50%

3

Plastik Torba (Folyo)

5,01%

4

Plastik Şişe

2,28%

5

Diğer Plastikler

0,05%

6

Hurda Metal

0,07%

7

Ambalaj Metali

0,52%

8

Diğer Kombine Mat.

0,02%

9

Tetra Pak

0,33%

10

Mobilya

0,01%

11

Mineral

0,02%

12

İnşaat Atıkları

0,00%

13

Mutfak Atıkları

53,57%

14

Bahçe Atıkları

0,12%

15

Ağaç

0,00%

16

Diğer Ağaçlar

0,01%


17

Tehlikeli Atıklar

0,01%

18

Kemik ve Et

0,41%

19

Cam

0,96%

20

Tekstil

1,46%

21

Diğer Tekstil

0,25%

22

Artıklar

10,65%

23

Çocuk Bezleri

3,91%

24

Elektronik Atıklar

0,01%

Tablo5.21Katıatık detayı [2]

GÜRÜLTÜ KİRLİLİĞİ Gürültü kirliliğini Resmi Gazete Tarihi: 11 Aralık 1986,Resmi Gazete Sayı: 19308 tanımlarıyla ele almak istiyoruz.

Amaç ve Kapsam Madde 1 - Bu yönetmeliğin amacı, kişilerin huzur ve sükûnunu beden ve ruh sağlığını gürültü ile bozmayacak bir çevrenin geliştirilmesini sağlamaktır. Bu amaca uygun olarak gürültü ile ilgili terimlerin tarifi ile gürültü kontrolünün uygulanacağı sınırların belirlenmesi esaslarını kapsar.

Tanımlar Madde 4 - Bu yönetmelikte sözü geçen ve açıklanması gerekli görülen deyimler aşağıda belirtilmiştir. 1. Ses: Titreşim yapan bir kaynağın hava basıncında yaptığı dalgalanmalar ile oluşan ve insanda işitme duygusunu uyaran fiziksel bir hadisedir. 2. Gürültü: Gelişigüzel bir yapısı olan bir ses spektrumudur ki, subjektif olarak, istenmeyen ses biçiminde tanımlanır. 3. Gürültüden Etkilenme: Gürültünün insan sağlık ve konforu üzerindeki etkileri, işitme hasarları şeklinde görülen fiziksel tesirleri, vücut aktivitesinde görülen fizyolojik tesirleri, rahatsızlıklar, sinirlilik gibi psikolojik tesirleri ve iş veriminin azalması, işitilen seslerin anlaşılmaması gibi görülen performans tesirleri olarak 4 grupta toplanabilir. 4. Vibrasyon: Genellikle katı ortamlarda yayılan ve dokunma duygusu ile hissedilen alçak frekanslı ve yüksek genlikli mekanik titreşimlerdir. 5. Vibrasyondan Etkilenme Sınırı: Vibrasyonun insan sağlığı, performansı ve konforu üzerinde oluşturduğu hareket hastalığı gibi fizyolojik ve 23

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


psikolojik etkilerle yapılarda hasarların başlama sınırlarıdır ki, vibrasyonun hızı, ivmesi, genliği, frekansları veya süresi ile ortaya konulmuş kriterlerdir. 6. Ses basınç seviyesi veya gürültü seviyesi: Ses yayılması sırasında değişen atmosferik basıncın denge basıncına göre farkıdır. 0.0002 Newton/m2 lık standart referans ses basınç seviyesine oranlanan ses basınç düzeyinin birimi desibel (DB) dır dır. Desibel: Verilmiş bir ses şiddetinin kendisinden 10 kat az diğer bir ses şiddetine oranının 10 tabanına göre logaritmasına eşit ses şiddetine Bel; bunun 1/10‘una da desibel denir. Ses şiddeti seviyesi tarzında tarif edilir. Burada: Lp = Ses şiddeti seviyesi (dB) P = Ses basıncı (N/m2) Po = Referans ses basıncı (TS 187‘e göre 2x10-4N/m2) dir. 7. dBA: İnsan kulağının en çok hassas olduğu orta ve yüksek frekansların özellikle vurgulandığı bir ses değerlendirmesi birimidir. Gürültü azaltılması veya kontrolünde çok kullanılan DBA birimi, ses yüksekliğinin sübjektif değerlendirmesi ile de ilişkilidir. 8. Frekans: Ses dalgasının birim zamandaki titreşim sayısı olan frekansın birimi Hertz‘dır. 9. Frekans spektrumu: Gürültü içinde mevcut farklı frekanslara sahip ses dalgalarına ilişkin ses basınç düzeylerinin analiz edilmesi sonucunda ortaya konulan grafiklerdir. 10. Eşdeğer gürültü seviyesi (Leq): Verilmiş bir süre içinde süreklilik gösteren ses enerjisinin veya ses basınçlarının ortalama değerini veren dBA biriminde bir gürültü ölçeğidir. Simgesi Leq olup aşağıdaki gibi

hesaplanmaktadır. dBA n: gürültü sayısı Li: gürültü düzeyleri, dBA 11. Demiryolu Leq seviyesi: Demiryolları gürültüsünün değerlendirilmesinde kullanılan ve ulaşım yoğunluklarını ve lokomotif ve vagonların ses düzeylerini ayrı ayrı hesaba katan gürültü ölçeğidir. Aşağıdaki gibi hesaplanmaktadır: LACmax ve LALmax : Vagonların ve lokomotifin geçişi sırasında tepe düzeyler, dBA. Tc ve TL : Vagon ve lokomotifin efektif geçiş süreleri, s. 12. En yüksek ses seviyesi = Tepe düzeyi = Üst düzey (Lmax) : Zamana göre değişen gürültünün herhangi bir anda sahip olduğu en yüksek değerdir. 13. Gürültü Endeksi, (WECPNL) Havaalanı ve yakın çevresinde hava aracı gürültüsünün değerlendirilmesinde kullanılan ve Uluslararası Sivil Havacılık Organizasyonu (ICAO) tarafından öngörülen bir birimdir ve uçak tiplerini, gürültünün frekans spektrumunu, uçağın geçiş süresini, günlük uçuş yoğunluğunu hesaba katmaktadır. ECPNLD : Gündüz ECPNL (07-22) ECPNLN : Gece ECPNL (22–07) S : Mevsimsel ayarlama faktörü (-5 ile +5 dB arasında) EPNL: Efektif gürültü seviyesi, n: Gürültü olayı sayısı, T: Değerlendirme periyodu, T0, t0: Ölçüm özelliklerine göre belirlenen sabitler.

24


Görev Yetki ve Sorumluluklar Madde 5 1) Bu yönetmeliğin, kendi yetki alanları içerisinde  uygulanmasından, mahallin en büyük mülki amiri, belediyeler ve köy tüzel kişilikleri sorumludur. Mahallin en büyük mülki amiri, belediyeler ve köy tüzel kişilikleri teknik konularda Mahalli Çevre Kurulları‘nen görüşünü alabilirler ve yardım isteyebilirler. Mahalli Çevre Kurulları bu istekleri yerine getirmekle yükümlüdürler. 2) Başbakanlık Çevre Genel Müdürlüğü, gürültü kontrolü konusunda ilgili kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamakla yükümlüdür.

Denetim Madde 31 - Bu yönetmelikle getirilen sınırlamalar ve yasaklamalara uyulup uyulma-dığının denetimi, gerekli müsaadelerin verilmesi; Bayındırlık ve İskân Bakanlığı‘nın imar mevzuatları, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğü, 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu, 1580 sayılı Belediyeler Kanunu ve 3030 sayılı Büyükşehir Yönetimi Hakkındaki Kanun hükümlerine göre yapılır. Mahallin en büyük mülki amiri ve onların yetkili kılacağı belediyeler ve köy tüzel kişilikleri tarafından tatbik edilir.

Ceza Hükümleri A. Madde 32 - Her kim kasten veya ihmal ile bu yönetmelik ile getirilen, B. Madde 6‘ya göre sanayi, yol ve inşaat makinelerinin çalıştırılmasında, hizmete sokulması ve kullanılmasında yasaklara, şantiyeler için belirlenmiş gürültü sınırlarına uymazsa, C. Madde 7‘ye göre karayolu taşıtları ile ilgili tedbirlere, gürültü sınırlarına ve yasaklara riayet etmezse, D. Madde 8‘e göre, taşıtların iç gürültü düzeyleri için verilen sınır değerleri aşarsa, E. Madde 9‘un 1‘nci fıkrasına göre uygulamayı ihlal ederse, F. Madde 9‘un 2‘nci fıkrasına göre banliyö ve şehirlerarası trenler, ağır ve hafif yeraltı treni için verilen gürültü sınırlarını aşarsa, G. Madde 11‘e göre işyerleri için getirilen işitme sağlığı açısından düzenlemelere uymazsa, H. Madde 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20, 21, 22, 23, 24, 25, 26, 27 ve 28‘e göre getirilen tedbirleri almaz ve yasaklara uymazsa, I. Madde 30‘a göre gürültü verilerinin sağlanması ve denetime hazır

25

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


bulundurulması mecburiyetini yerine getirmezse, yönetmeliği ihlal etmiş olur. Bu durumda 2872 sayılı Çevre Kanunu ve 2872 sayılı Çevre Kanunu‘nun Bazı Maddelerini Değiştiren 3301 Sayılı Kanunun ilgili hükümleri uygulanacağı gibi fabrika, atölye, işyeri ve eğlence yeri sahipleri de mahallin en büyük mülki amirince verilecek bir aylık süre zarfında durumu düzeltmedikleri takdirde müesseseleri kısmen veya tamamen süreli veya süresiz olarak kapatılır. Geçici Madde 1 - Bu yönetmelikte gürültü sınırları belirlenen araçların ve gürültü kaynağı olarak liste halinde verilen makinelerin, öngörülen sınırları aşıp aşmadıklarının kontrol edilebilmesiaşmaları halinde tedbirlerin alınabilmesi; ayrıca bu Yönetmelik doğrultusunda gerekli diğer düzenlemelerin yapılabilmesi amacıyla, süreye ihtiyaç duyulan hususlarda, ilgili kuruluşlara Yönetmelik hükümlerine uyulması için işbu Yönetmeliğin yayımlandığı tarihten başlayarak 2 (iki) yıl süre verilir. Bu süre dördüncü bölüm hükümleri için geçerli değildir. Üst Gürültü

Taşıt Türü Otomobil Otobüs (Kent içi) (Kent dışı) Ağır müteharrik araç (Sürücü kabininde)

Seviyesi dBA 75 85 80

ve Kamyonlar (80 km/h hızda) Lokomotif içi (Dizel motorlu tam güçte

85

ve yükle çalışırken hız 80 km/h ve

85

pencelereler kapalı iken) Elektrikli tren lokomotiflerinde Vagonların içinde

80 70

TABLO 5.3. Trafik sınır değerler

Gürültüye Maruz kalınan Süre

Max. gürültü

(saat/gün) Seviyesi (dBA) 7,5 80 4 90 2 95 1 100 0,5 105 0,25 110 1/8 115 TABLO 5.4.Gürültü Süre değer limitleri (Darbe gürültülerinin üst seviyesi 140)

SU KİRLİLİĞİ İnsanoğlu gün geçtikçe artan nüfus ve ihtiyaçları nedeniyle hidrolojik çevrimi zehirlemeye buna bağlı olanakta su kaynaklarını kirletmeye başlatmıştır. Artan nüfus bir yiyecek ihtiyacını artırdığından ötürü tarımla bitlikte zirai ilaçlama bir yandan oradaki canlı çeşitliliğini yok ederken, diğer taraftan yer altı sularını zehirlemektedir. Nüfus artışı bunun yanında enerji ihtiyacını körüklerken enerji temin edilmesinde kullanılan yöntem radyoaktif kirlenme ile fosil yakıtlar atmosferdeki bulutlarını kirleterek asit yağmurlarının meydana gelmesine sebep olmaktadır. Diyarbakır’da tarım ilaçlarının bölgedeki yer altı ve yerüstü sularını kirlettiği gibi, buradaki canlılarıda yok etmektedir. Yakın zamana kadar petrol şirketlerinin petrol çıkarırken yan ürün olan zehirli suları Akiflerin altına basmaları gerekirken üstüne basmış ve şehirde kanserden ölümleri artırmıştır.

HAVA KİRLİLİĞİ (Sülfürdioksit (SO2) 24 saatten kısa süreli maruz kalımda , inhalasyondan sonraki ilk bir kaç dakika içinde akut yanıt oluşur. Etki solunum fonksiyonlarında

26


değişme, hırıltılı solunum ve nefes darlığı gibi semptomlarda artış şeklinde ortaya çıkar. Hem normal kişiler hem de astmatik kişiler etkilenir, ancak astmalılar en duyarlı gruptur. 24 saatin üzerinde maruz kalımda duyarlı hastalarda semptom alevlenmeleri görülür. Bu sürede yıllık ortalama değer 50 mg/m3 günlük değer 125 mg/m3 ü geçmeyen düşük düzeylerdeki maruz kalımda bile kalp ve solunum sistemi hastalıklarına bağlı ölümlerde,tüm solunum yolu hastalıkları ve KOAH nedenli hastane başvurularında artışlar gözlenmiştir. Son çalışmalar önemli sağlık sorunu yaratacak etkilerin çok düşük düzeylerde bile gözlendiğini göstermiştir. Bunların sonuçlarına göre önerilen SO 2 düzeyi 24 saat ortalaması 125 mg/m3, yıllık ortalaması ise 50 mg/ m 3 olarak belirlenmiştir. Ancak bu eşik değerlerin altında bile sağlık sorunlarının görülebileceği akılda tutulmalıdır. [4] Sağlık üzerine etkisi partikül büyüklüğü ve konsantrasyonuna bağlıdır. PM10 (10m çapından küçük partiküller) ve PM2.5’un (2.5m çapından küçük partiküller) günlük dalgalanmalarına göre sağlık etkileri de değişir. Akut etkileri günlük mortalitede artışa, solunum sistemi hastalıklarının alevlenmesine, hastane başvurularında artışa, bronkodilatatör kullanımı ve öksürük prevalansında artışa, solunum fonksiyonlarında azalmaya yol açmaktadır. Çok düşük değerlerde bile (100 mg/m3den az) kısa süreli maruz kalım sağlığı etkilemektedir. PM’nin düşük değerlerde uzun süreli etkileri de mortalite ve solunum sistemi hastalıklarında artış ve solunum fonksiyonlarında azalma gibi kronik etkilere yol açmaktadır. Son zamanlarda yapılan çalışmalarda çok düşük düzeylerde bile sağlık sorunlarına neden olduğu belirlenmiştir. Bu nedenle hem kısa süreli hem de uzun süreli ortalama konsantrasyon için önerilen bir eşik değer yoktur. SO2 ve PM, diğer atıklara göre iki yönden farklılık göstermektedirler. Birincisi ülkemizde sadece bu iki maddenin ölçülüyor / izleniyor olması, diğeri ise termik santraller için geliştirilmiş filtrasyon yöntemlerinin yine sadece bu iki maddeye özgü olmasıdır. Diğer bir deyişle bu iki maddenin dışındaki kirleticiler ne izlenmekte, ne de filtre edilmektedir. Oysa bu maddeler de insan ve çevre sağlığı açısından önemli etkilere sahiptirler.

27

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Ayrıca burada göz ardı edilmemesi gereken bir diğer nokta, tüm bu zararlı maddelerin birbirleriyle etkileştikleri ve ortamda birlikte bulunduklarında zararlarının arttığıdır. Dünya Sağlık Örgütü’nün 1999 yılında yayımladığı Hava Kalitesi Kılavuzu’na göre bu maddeler ve zararları şöyle belirtilmektedir:[4]

karboksihemoglobini (COHb) oluşturur. Düşük konsantrasyonlarda hipoksiye bağlı belirtiler oluşurken, yüksek konsantrasyonlarda yaşamsal tehlikeler ortaya çıkar. Toksik etkileri öncelikle beyin, kalp, iskelet kası ve fetüs gibi yüksek düzeyde oksijen kullanan organ ve dokularda oluşur.

Azot Oksitler NOx Kısa Süreli Maruziyet Etkileri

Koroner arter hastalığı olan hastalarda artmış COHb miktarının, angina oluşum zamanını kısalttığı, EKG değişiklikleri ve sol ventrikül işlev bozukluklarına neden olduğu gösterilmiştir. Ayrıca sigara içme ile çevre ve işyerinde CO

Normal sağlıklı kişiler, 4,700g/m3 (2.5 ppm) üzerinde bir konsantrasyona maruz kaldıklarında akciğer fonksiyonlarında bir azalma görülür. 560 g/m3’e yaklaşık 4 saat maruz kalındığında kronik obstrüktif akciğer hastalığı olanların solunum şikâyetlerinin ortaya çıktığı gösterilmiştir. Aynı konsantrasyona 30-110 dk. maruz kalan astım hastalarında ise çeşitli yakınmalar oluşmaktadır. Akciğerlerde geri-dönüşlü ve geridönüşsüz birçok etkisi olduğu saptanmıştır. Akciğer dokusunda yapısal değişikliklere yol açabilmekte ve amfizem benzeri bir tabloya neden olabilmektedir. Düşük seviyeli konsantrasyonlara uzun süre maruz kalınması hücresel düzeyde değişikliklere yol açmaktadır. Ayrıca bakteriyel ve viral enfeksiyonlara karşı direnci düşürmektedir. Yapılan çalışmalar uzun süre azotdioksite maruz kalan çocukların solunum sistemi semptomlarında artış ve akciğer fonksiyonlarında azalış olduğunu göstermiştir. Ancak erişkinlerde benzer bir ilişki net olarak gösterilememiştir. [4] CO alveolar, kapiller ve plasental membranlardan hızla geçer. Hemoglobine affinitesi oksijenden yaklaşık 250 kat daha fazladır ve hızla hemoglobine bağlanarak

maruziyetinin kardiyovasküler artırdığı bilinmektedir.

Ozon (O3) Oksidanlar

ve

Diğer

mortaliteyi

Fotokimyasal

O3 toksisitesi kısa dönemde akciğer fonksiyonlarında değişikliğe, solunum yollarında enflamasyona ve diğer bulgulara yol açmaktadır. Bu etkiler 160 g/m3’lük (0.08 ppm) bir konsantrasyona yaklaşık 7 saat maruz kalan sağlıklı yetişkinlerde görülmektedir. Çocuklar ise 2 saat boyunca 240 g/m3 O3’e maruz kaldıklarında akciğer fonksiyonlarında azalma meydana gelmektedir. Ayrıca O3 maruziyetinin solunum sistemi yakınmalarına bağlı hastane başvuruları ve astım hastalarının yakınmalarında artışa yol açtığı gösterilmiştir. [4]

GÖRÜNTÜ KİRLİLİĞİ İnsanoğlu yerleşim merkezleri oluşturmak için ormanları kesmeye ve tabiatı yok etmeye başlamasından itibaren görüntü kirliliği başlamıştır. İnsan doğasında var olan çiçek, ,orman, yeşillik en güzel görüntüleri

28


oluştururken yüksek kale gibi binalar, beton yapılar insanın psikolojisini bozmakta ve doğal bir canlı olan insan zaman zaman yeşil alanlara gitme ihtiyacını duymanlarına sebep olmaktadır. Kentleşme çalışmalarında dikkat dilmesi gereken dikkat en önemli hususlardan biri görsel olarak doğa ve çevre uyumlu göz zevkini bozmayan yapılaşmanın olmasıdır. Diyarbakır’da görüntü krililği açısından oldukça kötü durumdadır. Çarpık kentleşme sonucu yüksek binalar, yeşil alanların çok az oluşu ve işyerleri tabelalarının gelişi güzel hiçbir kurala bağlı olmadan istenildiği gibi asılmış olmasıdır.

ELEKROMANYETİK KRİLİLİK Teknolojik gelişmeyle birlikte yaygın olarak kullanılan çep telefonu ve kablosuz aletler, manyetik dalgalar yayan elektronik aletler her bölgede olduğu gibi Diyarbakır’da da önemli çevre sorunları arasında yer almaktadır. Özellikle büyük küçük herkesin elinden düşmeyen cep telefonlarıyla konuşma süresini 6 dakikayı geçmemesini uzmanlar önermektedir. Bu dalgaların insanlar üzerindeki etkilerini şöyle sıralayabiliriz; • Eritrositlerde ve lenfoblastlarda artış (3.1 GHz; günde 120 dk/6 gün); T ve B lenfositlerde artış (0.026 GHz; günde 15 dk/1 gün); Blastogenesis de artış. • Hipotalamusta norepinefrin düşüklüğü (1.6 GHz; günde 10 dk/1 gün); Hipotalamusta dopamin düşüklüğü (1.6 GHz; gündü 10 dk/1 gün); Hipotalamusta nöron büyümesi (1.7 GHz; 22 gün); Beyin hücreleri sıcaklığında artış (2.45 GHz; günde 2.5-7 dk/1 gün) ; EEG frekanslarında değişim; kan-beyin bariyeri geçirgenliğinde artış (1.3 GHz; günde 20 dk/1 gün); Miyelin dejenerasyonu (3 GHz; günde 180 dk/90 gün); Glial hücre proliferasyonu (3 GHz; günde 180 dk/90 gün). • Hematokrit seviyesinde artış (24 GHz; günde 180 dk/1 gün); Beyaz kan hücrelerinde azalma (24 GHz; günde 180 dk/1 gün); Lenfosit seviyesinde yükselme • (0.425 GHz; günde 240 dk/47 gün); Lökosit seviyesinde düşme (24 GHz günde 180 dk/1 gün) ; Eritrosit sayısında düşme (2.45 GHz; günde 5 dk/1 gün). • Kalp hızında düşme (0.96 GHz; günde 60 dk/1 gün); Bradikardi (0.96 GHz; günde 5-10 dk/1 gün); EKG de değişmeler (2.4 GHz; günde 20 dk/10 gün)

29

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


• Troid hormonu sevisinde yükselme (3 GHz günde 180 dk/48 gün); Serum thyroxine seviyesinde düşme (2.45 GHz; günde 240/480 dk/1 gün); Adrenal bezde ağırlık artışı (2.45 GHz; günde 5 dk/6 gün) • Vücut- beyin ağırlığında azalma (2.45 GHz; günde 300 dk/16 gün); Fetus ağırlığında azalma (2.45 GHz; günde 100 dk/12 gün); Doğum sonrası ölümde artış (2.45 GHz; günde 10 dk/1 gün). • Akciğer hücrelerinde kromozom aberasyonu (0.019 GHz; günde 30 dk/1 gün); Sperm hücrelerinde kromozom translocation (9.4 GHz; günde 60 dk/10 gün); Mutasyon da artış (9.4 GHz; günde 0.03 dk/1 gün); Doku nekrozu (1.6 GHz; günde 100 dk/1 gün) • Serum glikoz seviyesinde artış (2.45 GHz; günde 120 dk/1 gün); Ürik asit sevisinde artış (2.45 GHz; günde 120 dk/1 gün); Metabolik hızda azalma (2.45 GHz; gündü 30 dk/1 gün); ATP sevisinde azalma (0.591 GHz; günde 0.5 dk/1 gün). • Testiküler dejenerasyon (9.27 GHz; günde 4.5 dk/295 gün); Testiküler lezyon (10 GHz; günde 5 dk/1 gün). • İntraküler sıcaklıkta artış ve katarakt gelişimi.

Venedik

Paris

Amsterdam

Londra

ÖNERİLER Diyarbakır Şehri Dicle Nehrinden kaçmamalı, Özlem bitmeli Diyarbakır Dicleyle buluşmalıdır.

Bankok

Prag

Fotoğraf.6.1 Dünyada nehirle kuçaklaşmış şehir örnekler

30


2. Kentleşmeyle ilgili projeler geliştirilmeli

Fotoğraf 6.2 Kentleşme önerileri

1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9.

Dicle yatağı ıslah edilmeli Parklar artırılması yeşil alan kişi başına en az 7-8 m2 çıkarılmalı Arsanın sadece %25’i bina yapılmalı Çevre eğitimleri önem verilmeli Katı atık ayrılmalı ve geri dönüşüme kazandırılmalıdır İçme suyu havzasındaki yapılaşmanın önüne geçilmeli Tarımda kullanılan kimyasal ilaçlar yerine organikleri kullanılmalı Gece kondular toplu konut idaresiyle anlaşmalı olarak eritilmeli Petrol şirketleri petrol çıkartırken yan ürün olan atık su Akifler tabakasının altına basılmalı

KAYNAKLAR 1. 2. 3. 4.

www.odevturk.com Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi www.cevreonline.com www.ttb.org.tr

31

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


DİYARBAKIR ÖZELİNDE ÇEVRE EKSENLİ BİR ÖRGÜTLENME DENEYİMİ OLARAK ÇEVGÖN

32


ÖZET Çevre Gönüllüleri Derneği (ÇEVGÖN) 1994 yılında bir grup çevreci aktivistin bir araya gelmesiyle kurulmuş bir dernektir. Derneğin merkezi Diyarbakır olup, çevrenin korunarak geliştirilmesi için çalışmalar yürütmektedir. Bölgede yaşanan zorlu bir süreçte hayata geçen ve halen ayakta kalarak Diyarbakır ve bölge genelinde yaşanan çevre sorunları hakkında bilgilendirme ve kamuoyu oluşturma çalışmaları yapmaktadır. Çevrenin korunması alanında yapmış olduğu bir çok faaliyetleri başta Diyarbakır olmak üzere bölge genelinde önemli bir çok ilke imza atmış olan ÇEVGÖN bundan sonraki süreçte de aynı azim ve kararlılıkla çalışmalarına devam edecektir.

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

BİR İLKİN BAŞLANGICI OLARAK ÇEVGÖN; Diyarbakır Çevre Gönüllüleri Derneği (kısa adı ÇEVGÖN) merkezi Diyarbakır olup, 1994 yılında resmi kuruluşunu gerçekleştirerek faaliyetlerine başladı. Sosyal, siyasal ve ekonomik olarak en zorlu bir dönemi yaşıyorken Diyarbakır, zorluklara inat bir ilki daha başarıyordu. Çevreci oldukları kadar sivil toplumculuk bilincine de sahip bir grup aktivistin bir araya gelerek kurdukları Diyarbakır ÇEVGÖN kısa sürede oldukça önemli ilklere de imza attı. İşte bu ilk deneğimin ürünü olan ve tüzükte yazıldığı haliyle derneğin amacı; “Ülkenin doğal bitki ve hayvan varlığı ile tabii zenginliklerinin korunması, geliştirilmesi ve iyileştirilmesi, kentsel ve kırsal alanda arazinin ve doğal kaynakların en uygun şekilde kullanılması ve korunması ile her türlü çevre kirliliğinin önlenmesi için üyelerinde çevre bilinci oluşturarak ve geliştirerek bilgilendirilmelerini sağlamaktır.” olarak kayıtlara geçmişti. Bu amaçla; derneğin faaliyet ve işbirliği ilkeleri aşağıdaki gibi sıralanarak dönemim Dernekler Masası’na kabul ettirilmişti. 1. Toplumda çevre bilincini geliştiren değer yargılarının oluşmasına katkıda bulunmak. 2. Her seviyede çevre eğitimini teşvik etmek ve gerektiği hallerde kurslar ve seminerler tertiplemek. 3. Çevre bilincinin oluşması ve gelişmesi için çeşitli etkinliklerde bulunmak, fotoğraf, film, slayt, sergi, temsil, gösteri, konser, panel, konferans, gezi,

33

Elif YALÇIN Çevre Gönüllüleri Derneği, Elazığ Cad. Verem Savaş Derneği Binası B. Girişi No:1 Yenişehir/ DİYARBAKIR eliftuzlu1@hotmail.com


4.

5.

6.

7.

8.

9.

festival ve toplantılar düzenlemek. Çevre, insan, tabiat, kent hayatı sorunları ile ilgili eleştiri, görüş ve önerilerini, haber ve yayın organları yoluyla yetkili mercilere ve kamuoyuna duyurmak. Dernek bünyesinde oluşturulacak komiteler veya görüşülecek uzman kişiler aracılığı ile araştırma, inceleme ve etütler yapmak, öneri ve dilekleri tespit etmek. Çevreye olumsuz etki yapan her türlü faaliyeti dernek yönetim kurulunca görevlendirilen üyeler vasıtasıyla izlemek, gerektiğinde yetkili ve sorumlu kamu kuruluşlarının denetimini sağlamak. Amaç ve faaliyet konuları ile ilgili projeler yapmak, yaptırmak veya desteklemek ve yarışmalar tertip etmek. Çevrenin korunması ve iyileştirilmesine yönelik altyapı çalışmalarının inşasını gerçekleştirmek veya imkanları ölçüsünde desteklemek ve katkıda bulunmak. Çevrenin korunması, çevre kirliliğinin tespiti ve önlenmesine ilişkin olarak yapılacak ve yaptırılacak araştırmalarda kullanılması gereken her türlü araç ve gereçlerin temininde yardımcı olmak ve konuyla ilgili ölçümler yapılmasını sağlamak, gezici ve sabit laboratuarlar kurmak veya kurulmasına katkıda bulunmak.

Sonraki yıllarda dernek tüzüğü yasal düzenlemelerin elverdiği olanakları hayata geçirebilecek şekilde kısmi olarak değiştirildi. Günümüzde ise çok daha kapsamlı ve derneğin katılımcı ve şeffaf yönetiminin önünü açacak düzenlemelere ihtiyacı ihtiyacı var. Dernek kurulduğu dönemdeki sıkıntılara ve yasal engellere dayalı kısıtlardan dolayı zorlu süreçte

üye bulmakta oldukça büyük sıkıntı yaşıyor, faaliyetlerini dönemin yasaları gereği bin bir türlü bürokratik engelleriyle mücadele etmek zorunda kalıyordu. Özellikle AB Uyum Süreci adı altında hızla yürürlüğe sokulan yasal değişikliklerle birlikte özellikle kamu personelinin dernek üyeliği için izin alma zorunluluğunun ortadan kalkması sivil toplumculuğun gelişmesi için devrim niteliği taşıyordu. Buna bir de Dernekler İl Müdürlüğü gibi daha sivil bir kurumun varlığı eklenince insanların kaygılarını daha çok azalttı. Her ne kadar sivil toplumun örgütlenmesini teşvik etmek için daha yapılması gereken birçok düzenleme ihtiyacı var olmakla birlikte düne göre çok daha iyi bir ortamı yaşıyor olmak bizler açısından çok sevindirici bir durum. Bugün ise geriye dönüp baktığımızda, o sıkıntılı ve bir o kadar da zorlu süreçte yola çıkan bir grup çevre gönüllüsünün bugünkü şartlarda aslında çok daha büyük başarılara imza atmaları gerekirken, tam tersi bir süreci yaşıyor olmaktan son derece büyük bir üzüntü duyduğumuzu belirtmeliyim. Bir anekdot olarak belirtmekte yarar gördüğüm bir anıyı paylaşmakta yarar görüyorum. Uzun yıllar bölgede petrol arama çalışmaları yapan Shell şirketine karşı bir kampanyaya öncülük etmişti ÇEVGÖN. Petrol kuyularından çekilen ve çekildiği derinliğe geri pompalanması gereken atık suyu Shell şirketi maliyeti az olması için Diyarbakır yeraltı içme suyu kaynaklarının bulunduğu 200 metre derinliğindeki Midyat Akiferine pompalıyordu. Yani geleceğimizi tehlikeye sokuyordu. İşte buna tepkimizi ortaya koymak için Dağkapı

34


meydanında toplandığımızda yine o günlerin bir avuç çevreci aktivisti arkalarında kitleyi bulamamış, ama inadına sesini yükselterek Shell şirketinin bölgeden elini ayağını çekmesini sağlamıştı. Şimdilerde çok daha büyük tehlikelerin çok daha kısa süre sonra kapımıza dayanacağının somut örneklerini görmekteyiz. Bilim adamları yakın bir zamanda küresel ısınma felaketinin bütün dünyayı tehdit edeceğini haykırmaktadırlar. Aslında bilim adamlarının haykırmasına bile gerek duyulmuyor artık. Küresel ısınmanın yarattığı tahribatları artık gözle görür olduk. Düzensizleşen iklimler, çölleşen alanlar, kuruyan su kaynakları ve daha birçok belirtiler yakın bir gelecekte bizleri bekleyen tehlikelerin birer işaretleri olarak görmekteyiz. Kısacası bugünlerde çevreye olan hassasiyetimizi düne göre çok daha ileri seviyede tutmalıyız. Diyarbakır özelinde bir değerlendirme yaptığımızda; çevresel anlamda çok daha farklı konularda faaliyetlerimizi yoğunlaştırmamız gerektiğini vurgulamakta yarar var. 1990’lı yıllardan bölgede genelinde yaşanan şiddet ortamından kaynaklı zorunlu göç süreci kentsel yaşamı ters düz etmiş, insani yaşamın gereği olan tüm sosyal ve kültürel değerler ayaklar altına alınmıştır. Kentsel yaşama adapte olmakta zorlanan vatandaşlar bir yandan zorlu yaşam koşulları ile mücadele ederken, diğer yandan kentsel alanlarda yarattığı aşırı nüfus baskısı ile çevresel sorunların da artmasına neden olmuştur. Ekonomik sebeplerle artan kaçak kömür kullanımı ve eklenen egzoz gazları hava kirliliğini artırırken, ses ve görüntü kirliliğini de tetiklemiştir. Bütün bu olumsuz koşullarda yaşama tutunmaya çalışan kentli nüfusun minimal düzeyde bile soluklanacağı yeşil alan ihtiyacı bile karşılanamamıştır. Bu alandaki ihtiyacın giderilmesi için ÇEVGÖN olarak mülki ve yerel yönetimler ile işbirliği içerisinde ağaçlandırma çalışmalarına büyük önem verdiğimizi belirtmek isteriz. Nihayetinde “Barış Ormanı” çalışmalarıyla Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, “Kent Ormanı” çalışmalarıyla Çevre ve Orman İl Müdürlüğü öncülüğünde yapılan çalışmalar ümit verici çalışmalar olarak devam etmektedirler. Bundan sonraki süreçte bu kentin tüm bireylerine büyük görev ve sorumluk düşmektedir. ÇEVGÖN bu sorumluluk bilinciyle üzerine düşen görevi yerine getirmenin azim ve kararlılığında olacaktır.

35

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


ÇEVGÖN’ÜN GERÇEKLEŞTİRMİŞ OLDUĞU FAALİYETLERDEN BAZILARI; Bilgilendirme Faaliyetleri; 1. Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi Coğrafya Anabilim Dalı öğretim üyesi Dr. Emrullah GÜNEY tarafından “Kapadokya’da Doğa, İnsan ve Konut – Çevresel Bozulmalar” konulu seminer verildi. 2. Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi Fizik Eğitimi Anabilim Dalı öğretim üyesi ve aynı zamanda derneğimiz üyesi Dr. Abdulkadir MASKAN tarafından derneğimiz ofisinde “Cep telefonları Ne kadar Güvenli? Elektro Manyetik Kirlenme” konulu brifing verildi. 3. Her yıl geleneksel olarak kutlanan “5 Haziran Dünya Çevre Günü” derneğimiz tarafından çeşitli etkinliklerle kutlanmıştır. Bu faaliyetlerimizde de farklı kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapılmış, katılımcı yöntemlerle geniş kitlelere ulaşılmaya çalışıldı. 4. GAP idaresi tarafından düzenlenen “GAP Çevre Eğitimi Projesi” kapsamında Midyat ve Nusaybin ilçelerinde çevre eğitimleri derneğimiz tarafından verildi. 5. Diyarbakır Sur Belediyesi tarafından düzenlenen 3. Çocuk Şenliği kapsamında İl Milli Eğitim Müdürlüğü ile koordineli olarak okullarda çevre konulu seminerler verildi.

GÖSTERİ VE YARIŞMALAR 1. Bisiklet yarışmaları; Özellikle genç bireylerde çevre duyarlılığını arttırmak ve motorlu taşıt trafiğinden kaynaklı hava ve gürültü kirliliğine dikkat çekmek amacıyla her yıl geleneksel olarak bisiklet yarışmaları düzenlenmektedir. Bu yarışmalara

derneğimiz tüzüğünde de dikkat çekildiği gibi çeşitli kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapılmış, ortak çalışma kültürünün yaygınlaştırılmasına önem verilmiştir. 2. Resim ve Fotoğraf Yarışmaları; Çevrenin korunması ve yaşatılması konularında gençlerin ilgi ve duyarlılığını arttırmak amacıyla çeşitli dönemlerde fotoğraf, resim, makale vb. kültürel yarışmalar düzenlenerek çevreye olan ilginin arttırılmasına çalışılmıştır. 3. Tiyatro oyunları; Çocuk ve gençlerin çevre bilincini yükseltmek ve bu alanda duyarlılıklarını arttırmak amacıyla tiyatro oyunları sahnelendi. Bu kapsamda sahnelenen “Yeşil Trampetçi” konulu çocuk tiyatrosu büyük bir ilgiyle izlendi.

KÜLTÜR/SANAT ETKİNLİKLERİ, 1. Derneğimiz üyelerinin tanışması amacıyla çeşitli tarihlerde eğlence toplantılar düzenlendi. 2. Çevre il ve ilçelerimizin tarihi ve kültürel zenginliklerini yerinde incelemek ve üyelerimizin bu konularda bilgilenmelerini sağlamak amacıyla çeşitli tarihlerde geziler düzenledik. 3. “Önemli Kuş Alanlarının İzlenmesi Eğitim Programı” kapsamında Hasankeyf sit alanında inceleme gezisi yapıldı. Bu gezide hem tarihi ve kültürel bir zenginliğe, hem de doğal bir kul alanı olan dizle vadisine üyelerimizin dikkati çekilmiştir. SÖYLEŞİLER 1. Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları ABD Hepatoloji birimi öğretim üyesi Dr. Kendal YALÇIN tarafından derneğimiz üye

36


ve gönüllülerine “Viral Hepatit – Bulaşma ve Korunma Yolları” konulu brifing verildi. 2. Araştırmacı/yazar Şeyhmus DİKEN tarafından “Şeyhmus Diken Diyarbakır’ı Anlatıyor” söyleşisi yapıldı.

KAMPANYALAR 1. Yere Tükürme Aynaya Tükür! Kampanyası ile kent merkezinde oldukça yaygın olan yere tükürme sorununu ortadan kaldırdık. 2. “Çöpüme Sahip Çıkıyorum” kampanyası ile kent sakinlerinin çöplerini rastgele sokağa atmalarını önleyerek çevre kirliliğini kısmen engellemiş olduk. 3. “Kırk Bin Ağaç Kampanyası” ile Barış Ormanına fidan diktik. 4. “Kağıt Toplama Kampanyası” çerçevesinde okullar, kamu kurum/ kuruluşları ve özel sektöre ait işletmelerden atık kağıtları toplayarak geri dönüşümünü sağladık.

PROJELERİMİZ 1. UNDP tarafından finanse edilen “Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki Baraj Göllerinin Kuşlar Açısından Öneminin Belirlenmesi ve Yörede Kuş Gözlemciliğinin Geliştirilmesi Projesi” ile bölgedeki kuş popülasyonunu tespit ettik. 2. Avrupa Komisyonu tarafından desteklenen “Küresel Isınmaya Karşı Çevre Dostu Üretim Projesi” ile Diyarbakır ve ilçelerindeki KOBİ’lere yönelik bilgilendirme faaliyetleri yürüttük. 3. Büyükşehir Belediyesi tarafından yürütülen “Güneş Evi Projesi” kapsamında güneş enerjisi ile ilgili eğitimler düzenledik.

37

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


DİCLE NEHRİ KİRLİLİĞİNİN KAYNAKLAR VE KALİTE KONTROL PARAMETRELERİ YÖNÜNDEN İNCELENMESİ

38


ÖZET Çağımızda su kirlenmesi sorunu, su kaynakları kullanımının, sana­yileşme ve kentleşmenin düzensiz ve denetimsiz oluşu gibi nedenlerle son yıllarda önemli boyutlara ulaşmıştır. Su kaynaklarının ekonomik şekilde ve kirletilmeden kullanılması çevre sağlığı ve su ürünleri potansiyeli yönünden oldukça önemlidir. Su kaynakları zamanla nicelik yönünden azalmakla kalmayıp aynı zamanda kalitesi de bozulmaktadır. Evsel, endüstriyel ve tarımsal atıkların verilmesiyle akarsu kalitesinde meydana gelen bozulma, yararlı kullanımların bir kısmını veya tamamını olumsuz yönde etkilemektedir.

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Bu çalışmada Dicle Nehri’nin su kalitesi; evsel, endüstriyel, tarımsal, toprak ve sediment kaynaklı atıklar ile kalite parametreleri yönünden yerleşim alanlarına yakın istasyonlarda incelenmiş, kirlilik değişkenlerinin su kalitesi standartlarında öngörülen sınır değerlerle karşılaştırmaları yapılmış ve suların kullanım amaçlarına göre kalite sınıfları belirlenmiştir. Evsel ve tarımsal kaynaklı kirletici parametreleri temsil eden azot ve fosfor bileşiklerine ilişkin ölçülen kalite parametre değerleri, standartlarca tavsiye edilen ve izin verilen maksimum değerlerin ve su kalite sınıfları için belirlenen standartların üstünde olduğu görülmüştür. Endüstriyel kaynaklı kirletici parametreleri temsil eden inorganik ve ağır metallere ait ölçülen bakır, demir ve krom değerleri oldukça yüksek bulunmuştur. Yağmurların fazla olduğu aylarda taşınan sediment miktarında artış olduğu belirlenmiştir. Askıdaki katı madde ile ilişkili olan bulanıklık değeri izin verilen maksimum değerlerin üstünde gözlenmiştir. Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) faaliyetleri içinde yer alan Dicle Nehri, evsel, endüstriyel, tarımsal ve sediment kaynaklı kirlenme tehdidi altında olduğu ve kirlilik riski taşıdığı görülmüştür. Ayrıca kirliliğin had safhaya ulaşması ve yeterli önlemlerin alınmaması durumunda GAP içinde olan yararlı kullanımları etkilemesi muhtemeldir.

GİRİŞ Su kaynakları, yeryüzünde insanlığın varlığı için hayati önem taşıyan bir unsur olduğu kadar, kalkınma çabası içindeki ülkelerde sosyal ve ekonomik önemi olan ve medeniyetin ilerlemesinde başlıca rol oynayan faktörler arasında bulunmaktadır. Yeryüzünde kullanılabilir su miktarının sınırlı olması ve su kaynaklarının kullanımları ve kullanıcıları arasındaki paylaşılma sorununun artması, su kaynaklarının korunması ve yararlı bir

39

Nizamettin HAMİDİ Dicle Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü, Diyarbakır, nhamidi@dicle.edu.tr


şekilde kullanılmasının sağlanmasını zorunlu hale getirmektedir. Dünya nüfusunun gittikçe artması, yükselen yaşam standardı ve endüstrileşme, diğer su kaynakları gibi akarsuların önemini de gün geçtikçe arttırmaktadır. Tarıma, endüstriye ve yerleşim alanlarına su kaynağı oluşturmanın yanı sıra akarsular, evsel, endüstriyel, tarımsal amaçlar için su temini, ulaşım, balık üretme ve avlanma, hidrolik enerji üretimi, rekreasyon amaçlı spor, eğlence ve dinlenme gibi yararlı kullanımlara da kaynak olmaktadır. Akarsuların bir diğer kullanımı da insan etkinlikleri sonucu oluşan atıklar için bir alıcı ortam olmasıdır. Su kaynaklarının yararlı kullanımları halinde kalitesinin de arzu edilen bir seviyede tutulması gerekmektedir. Yerleşim yerlerinin atıkları ve endüstriyel sıvı atıklar, hiç­bir ön arıtıma tabi tutulmadan akarsular içerisine boşaltılmaktadır. Akarsulara taşınan kirletici maddelerin yanı sıra, akarsu debisi, yağış, sıcaklık ve sediment miktarı su kalitesini etkilemektedir. Akarsular atmosferden aldıkları oksijenle kendini temizleme kapasitesine sahiptir. Akarsu debisi, bu ortamlara verilen kirleticilerin seyreltilmesi ve taşınmasında etkili olarak kirlenmenin etkisini azaltabilir. Yağışlar, yüzeysel akış ile akarsulara önemli kirlilik yükü getirir. Sıcaklık, akarsudaki canlı türlerinin yaşamını etkiler. Erozyon sonucu oluşan sediment, nehir yatağını bozar, su yapılarını doldurur ve dolayısıyla akarsuyun hidrolik özelliklerini etkiler. Nehir kirliliğini oluşturan önemli kirlilik kaynakları, evsel, endüstriyel, tarımsal

ve sediment kaynaklı kirletici maddelerin oluşturduğu atıklar olmak üzere dört farklı sınıfta tanımlanmaktadır. Bu amaçla Türkiye’de nehir kirliliği ile ilgili birçok araştırma yapılmıştır. Erzurum ilinde kirlenmeye maruz kalan ve Keban Baraj gölüne dökülen Karasu ırmağı ele alınarak, tarımsal, yerleşim yeri ve endüstriyel kaynaklı kirleticilerin neden olduğu su kirliliği etüt edilmiştir. Yapılan analizlerde çözünmüş oksijen miktarlarının çok düşük, azot miktarının fazla olduğu, bunun sonucunda akarsu boyunca ekolojik dengenin bozulduğu ifade edilmiştir [1]. Önemli kirlilik kaynağı sayılan şehir atık suları herhangi bir arıtıma tabi tutulmadan akarsulara karışması sonucunda, fiziksel, kimyasal, fizyolojik ve biyolojik kirlenmeye, akarsularda oksijen azalmasına, azot ve fosfor değerlerinin artmasına neden olduğu belirtilmiştir [2]. Elazığ evsel atıklarının döküldüğü Mürü Çayı’ndan alınan su örneklerinde, O2 2,43 mg/l, pH 5,47, CO2 32,46 mg/1, PO4 2l,76 mg/l, NO2 2,25 mg/1 ve NO3 5,15 mg/l olarak bulunmuştur. Bu kirlilik değerleri ile Mürü Çayı’nın Keban barajına döküldüğü noktalarda su ürünleri ve balıkların yaşamasının imkânsız olduğu sonucuna varılmıştır[3]. Türkiye’de birçok endüstri kuruluşu, atık arıtım sistemini kurmadan çalışmakta ve akarsuları rahatça kirletebilmektedir. Endüstri kuruluşlarının kirletme etkileri incelendiğinde, renk, koku, sıcaklık, toksik etkiler, yağ ve ağır metal konsantrasyonlarında artma, askıdaki katı maddelerin artması ve oksijensiz kalma gibi sorunlar oluşturduğu ve alıcı ortamın fiziksel ve kimyasal özelliklerini değiştirdiği belirtilmektedir[4]. Elazığ ili Maden ilçesindeki

40


Ergani Bakır Tesislerinin Dicle nehri üzerindeki etkisini araştırmak amacıyla, çeşitli noktalarda alınan su örneklerinde, Cu, Zn, Fe, Pb, Ni gibi ağır metaller ile Dicle nehrinin kirletildiği sonucuna varılmıştır [5]. Maden Çayı’nın belirli noktalarında pH, sıcaklık, iletkenlik, çözünmüş oksijen, kimyasal oksijen ihtiyacı ve toplam katı madde miktarı ölçülerek, Maden Çayı’nın Ergani Bakır İşletmesi sıvı atıklarıyla kirletildiği ve suyun sulama amacı ile kullanılamayacağı belirtilmiştir[6]. Tarım alanlarındaki aşırı miktarda gübre ve ilaç kullanımı yaz döneminde sulama ile kış döneminde ise yüksek yağış ile taban suyu ve akarsuları etkileme eğilimindedir. Fosfat, yüzeysel sulama yoluyla akarsularda ve taban sularında kirliliğe neden olmaktadır. Fosfat miktarı 0,5 mg/l’nin üstüne çıkması halinde suların aşırı yosunlaşmasına, suda oksijen sarfiyatı artmasına ve dip çamuru oluşumuna neden olmaktadır. Evsel ve endüstriyel atık sularla taşınan askıdaki katı maddelerin yanı sıra, erozyon nedeniyle toprak örtüsünün yok olması ile verimli toprak üst katmanları su ortamlarına taşınarak, akarsuların toprak ve sediment kaynaklı kirlenmesine neden olmaktadır. Askıdaki katı maddeler(AKM), deşarj edildiği ortamlarda, bir kısmı asılı halde kalır, bir kısmı tabana çökelir. Asılı halde bulunan maddeler suyun bulanıklığını artırırlar ve ışık geçirgenliğini azaltıp, fotosentezi etkileyerek sudaki çözünmüş oksijenin azalmasına neden olur. Tabana çökelen katı maddeler, alıcı ortamlarda birikintilere ve dip çamuru oluşumuna neden olup, su ortamlarının tabanında gelişen canlıların yaşamını etkiler ve ortamın oksijensiz kalmasını sağlar. Bu maddeler, akarsular üzerinde kurulan barajlar için de olumsuz etkiler yapmakta ve su kaynaklarının estetik görünümlerini bozmaktadır [7,8]. Kırımhan ve Aydeniz [9], yaptıkları bir çalışmada, sediment taşınımının özellikle Nisan ve Mayıs aylarında en yüksek düzeye ulaştığı, yıllık sediment miktarının %77’isinin bu iki aylık dönem içerisinde meydana geldiği belirtilmiştir. Nisan ve Mayıs aylarında oldukça yoğun olan toprak erozyonu ile Fırat ve Murat nehirleri ile suyunu Keban Baraj Gölüne boşaltan diğer akarsularla önemli miktarda sediment taşındığı ifade edilmiştir [10]. Ormanlık alanların yüzey akışı düzenleyici etkisi bulunmaktadır. Çıplak ve işlenmemiş arazi yüzeyi ile ormanlık olmayan arazilerde yüzey akış miktarı artarak toprak aşınması sonucu nehirler sedimentlerle dolmaktadır. Dicle

41

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Nehri çevresinin de ormanlık alandan yoksun oluşu nedeni ile bölgedeki araziler erozyona uğramıştır. Hamidi [11] tarafından yapılan bir çalışmada Dicle Havzasında yılda ortalama olarak 19,09 milyon ton toprağın taşınmakta olduğu ve havzanın taşınan sediment miktarı ile kirletildiği, fiziksel, kimyasal ve biyolojik olarak nehir kalitesini etkilediği belirtilmiştir. Bu çalışmada, Dicle Nehri’ni alıcı ortam olarak kullanan ve tüm atıklarını bu nehire boşaltan yerleşim alanlarının evsel, endüstriyel, tarımsal ve sediment kaynaklı atıkların kirlilik araştırmaları yapılmıştır. Hazar Gölü’nün yakınlarından doğan ve güneydoğuya doğru Cizre ilçesi yakınlarında ülkemiz sınırlarını terk eden Dicle Nehri’nin su kalitesi, kirlenme kaynaklarının önem teşkil ettiği istasyonlarda incelenmiş ve kirlilik değişkenlerinin su kalitesi standartlarında öngörülen sınır değerlerle karşılaştırmaları yapılmıştır. Çalışmadan elde edilen bulgular dikkate alınarak, gerekli değerlendirmeler yapılmış ve en uygun öneriler sunulmuştur.

Çalışma Alanı ve Kullanılan Veriler Dicle Nehri veya Dicle Nehir sistemi, Türkiye’nin Fırat Nehri’nden sonra ikinci büyük nehridir. Diyarbakır, Batman, Bitlis, Siirt, Şırnak ve Hakkari illerini sınırları içine alan Dicle Nehri, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Fırat Havzası ile Dicle Havzasının yağışlı alanlarını ayıran Karacadağ’ın doğusunda yer almaktadır. Mestan ve Murtazan dağlarından başlayan önemli su kaynağı olan Dicle Nehri çeşitli kollar alarak Cizre ilçesi civarında Türkiye’ye sınırlarını terk eder. Fırat Nehri ile birleşerek Basra Körfezinde denize dökülür. Dicle Nehri’nin toplam uzunluğu

tüm yatak 1900 km ve Hazar Gölü-Irak sınırı ülkemiz sınırlarındaki uzunluğu 573 km.dir. Hazar Gölü’nün yakınlarında yükseltisi 1248 m ve sınırlarımızı terk ettiği yerdeki yükseltisi yaklaşık olarak 320 m.dir[12]. Dicle Havzası’nı Murat Havzası’ndan ayıran Hazar Gölü yakınlarından başlayarak güneye doğru akan Dicle Nehri, Diyarbakır’ın hemen güneyinde doğuya yönelir, doğudan Botan kolunu aldıktan sonra Botan’la birleştiği noktanın hemen aşağısında, Razuk’ta güneydoğu yönünde akarak Cizre’ye varır. Cizre’nin aşağısında Suriye sınırı boyunca akarak Irak topraklarına girer [13]. Dicle Nehir sisteminde nehrin havza alanı 38295 km2, ana kol üzerinde en aşağıda bulunan Cizre ilçesinde uzun yıllar ortalaması olarak yıllık su potansiyeli 16,8x 109 m3 olduğu tahmin edilmiştir. Bu miktar Türkiye su potansiyelinin yaklaşık % 10’u kadardır [12]. Dicle Nehir sisteminin yüzeysel su kaynaklarını genellikle akarsular oluşturmaktadır. Pınar ve doğal göl olarak önemli bir su potansiyeli bulunmamaktadır. Dicle Nehrini kendi adı ile anılan ana kolu ile birlikte bu ana koluna kuzeyden Anbarçayı, Pamukçay, Salat Çayı, Batman Çayı, Garzan Çayı, batıdan Devegeçidi Çayı; güneyden Dankıran Deresi, Pamukluk Deresi, Göksu Çayı, Kuşi Deresi ve Savur Çayı ve doğudan Botan Çayı ve yan kolları katılarak başlıca su kaynaklarını oluşturmaktadır. Doğal Botan gölü ve faaliyet halinde Dicle, Kralkızı, Batman, Göksu ve Devegeçidi baraj gölleri, inşa halinde Ilısu barajı ve inşası planlanan Silvan, Kayser, Cizre barajları ile Botan Çayı üzerinde birkaç hidroelektrik enerji amaçlı yapay baraj gölleri diğer su kaynaklarını oluşturmaktadır.

42


Dicle Nehri kirliliği ile ilgili olarak yapılan bu çalışmada kullanılan veriler Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü [14,15] ve Elektrik İşleri Etüt İdaresi [16] kurumlarından temin edilmiştir. Kirlenme kaynaklarının önem teşkil ettiği su kalitesine ait veriler Maden Çayı İlçe Çıkışı (MÇ), Dicle Baraj Aksı (DBA) ve Diyarbakır Ongözlü Köprü (DOK) istasyonlarında, taşınan sediment miktarına ait veriler sadece Diyarbakır(D) istasyonunda incelenmiştir. Seçilen istasyonlarının özellikleri ve konumları Tablo 1’de, Dicle Nehri ve kolları ile seçilen istasyonların yerini gösteren haritada Şekil 1’de verilmiştir. NO İstasyon Adı

Özellikler ve Açıklamalar Maden ilçesi çıkışındaki Maden ilçesi evsel ve Maden

Maden Çayı İlçe Çıkışı

Bakır fabrikası atıklarının karıştıktan sonraki DSİ su kalitesi ölçüm istasyonu Dicle Nehri ile Dibni Çayının birleştiği ve faaliyet

DBA Dicle Baraj Aksı

halindeki baraj aksındaki DSİ su kalitesi ölçüm istasyonu

DOK

Diyarbakır

Ongözlü

Köprü

Diyarbakır’ın

kent

merkezinden

yaklaşık 5 km uzaklıkta Ongözlü Köprüsü’ndeki DSİ su kalitesi ölçüm istasyonu Diyarbakır’ın

D

güneydoğusunda

güneydoğusunda

kent

merkezinden

yaklaşık 5 km uzaklıkta Ongözlü

Diyarbakır

Köprüsü’nün 250 m akış yukarısında EİEİ akım ve sediment ölçüm istasyonu

Tablo 1. Dicle Nehri’nde su kalitesi ölçümü yapılan seçilen istasyonların özellikleri MÇ

DBA

DİCLE NEHRİ DOK ve D Şekil 1. Dicle Nehri ve kolları ile seçilen istasyonların yerini gösteren harita

43

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Su Kalitesi Standartları

görülmüştür.

Türkiye’de su kaynakları potansiyelinin korunması ve su kirlenmesinin önlenmesi ile ilgili konuyu doğrudan veya dolaylı olarak ilgilendiren bir dizi kanun, yönetmelik, tüzük ve Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmeler bulunmaktadır. Bu nedenle akarsu ve yeraltı sularında kirlenme durumunu tespit eden suların kullanılma amaçlarına ve ekolojik yapıya göre standartlar geliştirilmiştir. Kaynaktan alınan suda gerekli arıtımlar yapıldıktan sonra kalite parametrelerinin tavsiye edilen ve maksimum değerleri açısından Avrupa Topluluğu, Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO) ve Türk İçmesuyu Standardı (TS 266) [17] kullanılmaktadır. Ayrıca 1988 yılı Resmi Gazetede[18] yayınlanan Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği’ndeki (SKKY) standardı, suların kalitesini kirlilik parametreleri yönünden sınıflandırmaktadır. Bu standartta evsel, endüstriyel, tarımsal ve çeşitli kullanım amaçlarına göre su kaynaklarının tanımlanması ve kirlilik parametreleri açısından dört farklı su kalite sınıfı ve kalite limitleri belirlenmiştir. Bunlar dezenfeksiyondan sonra içme suyu, canlı yaşamının korunması ve geliştirilmesi, yüzme, dinlenme ve eğlence amaçlı I. sınıf sular, rekreasyon amaçlı kullanma suyu II. sınıf sular, endüstriyel amaçlı III. sınıf sular ve tarımsal amaçlı sulama suyu olarak IV. sınıf sular değerlendirilmektedir. Bu çalışmada ölçümü yapılan kirlilik parametrelerinin kısaltmaları ve birimleri Tablo 2’de verilmiştir. Nehirlerin su kalitesini belirlemek amacı ile verilerin değerlendirilmesinde Tablo 3’te verilen SKKY ve TS 266 standartların esas alınması uygun

Parametre Adı

Simge Birim

Su Sıcaklığı

T

pH

-

Elektriksel İletkenlik

EC

Parametre Adı

Simge Birim

C

Sulfat

SO4

mg/l

-

Demir

Fe

mg/l

Mangan

Mn

mg/l

o

µmhos/ cm

Toplam Çözünmüş

TDS

mg/l

Sodyum

Na

mg/l

SS

mg/l

Potasyum

K

mg/l

Turb.

NTU

Kalsiyum

Ca

mg/l

Mg

mg/l

Krom

Cr

mg/l

mg/l

Bakır

Cu

mg/l

Amonyak Azotu NH3-N

mg/l

Kurşun

Pb

mg/l

Nitrit Azotu

NO2-N

mg/l

Çinko

Zn

mg/l

Nitrat Azotu

NO3-N

mg/l

Civa

Hg

mg/l

DO

mg/l

Arsenik

As

mg/l

BOİ5

mg/l

Bor

B

mg/l

pV

mg/l

Kadmiyum

Cd

mg/l

Yağ

-

mg/l

Deterjan

-

mg/l

Katılar Askıdaki Katılar Bulanıklık Renk

Col

Toplam Alkalinite Klorür

Çözünmüş Oksijen Biyokimyasal Oksijen İhtiyacı Permanganat Değeri Toplam Sertlik Orto-Fosfat

44

M-Al Cl

TH O-PO4

Pt-Co Magnezyum mg/l CaCO3

mg/l CaCO3 mg/l

Tablo 2. Ölçülen su kalitesi parametreleri ve kısaltmaları


Su Kalite Sınıfları Parametreler T pH EC TDS SS Turb Col Cl NH3-N NO2-N NO3-N DO BOİ5 pV TH O-PO4 SO4 Fe Mn Na K Ca Mg Cr Cu Pb Zn Hg As B Cd Yağ Deterjan

Birim

I

II

III

IV

C

25

25

30

> 30 <6,0 ve

o

-

6,5–8,5 6,5–8,5

µmhos/cm 0–250 mg/l mg/l NTU Pt-Co mg/l mg/l mg/l mg/l mg/l mg/l mg/l mg/l CaCO3 mg/l mg/l mg/l mg/l mg/l mg/l mg/l mg/l mg/l mg/l mg/l mg/l mg/l mg/l mg/l mg/l mg/l mg/l

6,0–9,0

250–

750–

750 1500

2250 5000 300 400 2 0,05 20 3 20 0,5 400 5 3 250 0,2 0,2 0,05 2 0,002 0,1 1 0,01 0,5 1

500 5 50 25 200 0,2 1 0,002 0,01 5 10 8 6 4 8 0,03 0,2 200 200 0,3 1 0,1 5 125 125 0,02 0,05 0,02 0,05 0,01 0,02 0,2 0,5 0,0001 0,0005 0,02 0,05 1 1 0,003 0,005 0,02 0,3 0,05 0,2

TS 266 Tav. Max. Edilen 12 25 7,0–6,5

6,5–9,2

2250–5000

400

>5000

20 5 5 200 2 50 0,4 200 0,3 0,1 10 75 50 1 5

25 50 600 5 50 5 400 1 0,5 12 200 150 0,05 1,5 15 0,05 0,0005

>9,0

> 300 > 400 >2 > 0,05 > 20 <3 > 20

>0,5 > 400 >5 >3 >250

>0,2 >0,2 >0,05 >2 >0,002 >0,1 >1 >0,01 >0,5 >1,5

Tablo 3. Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği (SKKY) ve TS 266’ya göre su kalitesi kriterleri

Bulgular ve Tartışma Dicle Nehri’nin kirlenmesine neden olan kaynaklar, noktasal kaynak olarak, evsel ve endüstriyel kirletici kaynaklar ile alansal kaynaklar olarak, nehir boyunca yer alan tarımsal alanlar, doğal araziden kaynaklanan toprak aşınması ve sediment kirletici kaynaklarını oluşturmaktadır. Dicle Nehri’ndeki kirlenme sorununun anlaşılması için nehre deşarj edilen

45

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


atıkların miktarlarının belirlenmesi gerekir. Bu bakımdan aşağıda evsel, endüstriyel, tarımsal kirletici kaynakların ve onların Dicle nehrine deşarj edilen yük miktarları ile nehir kalite değişimi hakkında bilgiler verilmiştir.

Evsel Kaynaklı Kirlenme Evsel atık sular genel olarak organik bileşiklerden ve bazı inorganik maddelerden oluşmaktadır. Biyokimyasal oksijen ihtiyacı ile temsil edilen organik maddeler, askıdaki katı maddeler, azot ve bileşikleri, fosfor, besin maddeleri, patojen mikroorganizmalar, köpük, deterjan, şehirdeki endüstriyel ve radyoaktif madde içeren hastane atıkları evsel kaynaklı kirletici maddelerdir. Birkaç istisna dışında bu maddeler, doğrudan yüzeysel su kaynaklarına veya geçirimli zeminlere verilmektedir. Nehirlere verilen evsel atık sular hakkında doğru bilgi edinebilmek için debilerin ve diğer anlamlı karakteristiklerin doğrudan ölçülmesi gerekmektedir. Evsel kirlilik yükleri, şehrin nüfusuna bağlı kişi başına kullanılmış su harcamaları dikkate alınarak hesaplanabilmektedir. Kişi başına kullanılmış su harcamaları şehrin nüfusuna bağlı olarak değişmektedir. Kasaba ve şehirlerimizde, nüfus başına günde 80–400 l atık su kullanılmaktadır [19,20]. Su kaynaklarının müsait olduğu şehrin ekonomik yapısı ile diğer karakteristikler göz önünde tutularak, yerleşim merkezlerinin evsel atık su debisi, biyokimyasal oksijen ihtiyacı ile temsil edilen organik madde, toplam katı madde, azot ve fosfor yükleri, evsel atık su yükleridir. Evsel atık su miktarları, nüfus başına hesaplanan

birim atık su debilerine dayandırılmıştır. Birim atık su debisi ve evsel atık sularla ilgili kirlilik değişkenlerin birim kirlilik yükü Tablo 4’te verilen ve yönetmelikçe belirlenen yerleşim alanlarının nüfusuna bağlı olarak kullanılmış su miktarlarının değişim aralıklarındaki değerler seçilerek kabul edilir. Evsel atık su debisi ve atık yükleri aşağıda verilen denklemlerle hesaplanmaktadır. Qas = Nx Bas Qa = Nx By

(1) (2)

Burada, Qas atıksu debisi (m3/gün), N Nüfus (kişi), Bas Birim atıksu (l/N-gün), Qa atık yükü (kg/gün) ve By birim yük (g/gün) olarak gösterilmektedir. Dicle Nehir sistemi içinde yer alan yerleşim alanların atık suları doğrudan veya dolaylı olarak nehrin içine deşarj edilmektedir. Diyarbakır, Maden ve Bismil yerleşim merkezleri doğrudan, diğerleri dolaylı olarak evsel atık sularını Dicle Nehri ve kollarına boşaltmaktadır. Diyarbakır, Bismil ve Maden yerleşim alanlarının evsel atık su yükleri, 2009 yılı nüfus değerlerine göre hesaplanmış ve bulunan değerler Tablo 5’te verilmiştir. Buna göre bu üç yerleşim merkezinden toplam olarak Dicle Nehri’ne günde 261233,8 m3 atık su, 61720,9 kg organik madde, 79733,9 kg toplam katı madde, 8831,1 kg azot ve 2650,2 kg fosfor verilmektedir. Evsel atıklar yönünden %94 ile Diyarbakır, Dicle Nehri’ni en fazla kirleten kent merkezi olarak görülmektedir.

46


DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Yerleşim alanı nüfusuna göre kabul edilen kullanılmış su miktarları Yerleşim alanı

Nüfus, N (kişi)

Atık su miktarı, Q (l/N-gün)

Çok büyük şehirler

>500000

275–400

Büyük şehirler

100000–500000

200–275

Orta büyük şehirler 20000–100000

150–200

Kasaba

5000–20000

120–150

Kırsal kasaba

<5000

80–120

Evsel atık sulara ait kirlilik parametrelerinin değişim aralığı Parametreler

Değişim aralığı

Atık su miktarı, Q((l/N-gün)

80–250–400

Biyokimyasal Oksijen İhtiyacı, BOİ5 (g/N-gün) 45–54–77 Toplam Azot, N(g/N-gün)

6–8–12

Fosfor, P (g/N-gün)

0,9–2,5–4

Toplam Katı Madde, TKM (g/N-gün)

70–105

Tablo 4. Yerleşim alanı nüfusuna göre kullanılmış su miktarları ve evsel kirlilik parametrelerinin değişim aralığı [19,20].

Nüfus 2009

Yerleşim alanı

yılı (ADNKS göre)

Maden

Tablo 4’e göre kabul edilen birim atık su yükleri Q(l/N-gün) BOD5 (g/N-gün) N(g/N-gün) P (g/N-gün)

TSS (g/Ngün)

5314

120

45

6

0,9

70

Diyarbakır

834854

300

70

10

3

90

Bismil

56333

180

54

8

2,5

75

Yerleşim alanı Maden

Tablo 4’e göre hesaplanan evsel atık su yükleri Q (m3/gün) BOD5 (kg/gün)

N(kg/gün)

P (kg/gün) TSS (kg/gün)

637,7

239,1

31,9

4,8

372,0

Diyarbakır

250456,2

58439,8

8348,5

2504,6

75136,9

Bismil

10139,9

3042,0

450,7

140,8

4225

Toplam

261233,8

61720,9

8831,1

2650,2

79733,9

Tablo 5. Diyarbakır, Bismil ve Maden yerleşim alanları için hesaplanan evsel atık su yükleri

Endüstriyel Kaynaklı Kirlenme Organik, kimyasal, toksik, yüzey aktif ve radyoaktif maddeler ile tuzlar, ağır metaller, soğutma suları, enerji santrallerindeki ısıtılmış sular, madensel 47


cevherler endüstriyel unsurlardır.

kaynaklı

kirletici

Dicle Nehri’nde az sayıda önemli endüstriler yer almaktadır. Bu endüstriler, mineral, besin, mezbaha, metal, plastik ve tekstil gibi üretimleri birbirinden farklı olan endüstrilerdir. Dicle nehrine verilen ve dolaylı olarak nehri etkileyen bu endüstrilerin atık suları, hem kalite hem de miktar bakımından son derece değişik sonuçlara sahiptir. Diyarbakır ili ve diğer yerleşim merkezlerinde çeşitli büyüklüklerde tekstil, boya, otomobil yan sanayi, makine imalatı, teneke, plastik, yem sanayi, tuğla ve kiremit, un sanayi, ısı ve soğutma konularında işletmeler kurulmuştur. Bu işletmelerin atık sularının bir kısmı doğrudan, bir kısmı evsel atık sularla beraber kanalizasyon sistemi aracılığı ile Dicle nehrine ulaşmaktadır. Dicle nehrindeki endüstriyel atık sulara ve atıklara ait çevresel kirlenme sorunları henüz çözülmüş değildir. Sanayi ve işletmelerden, atıklarını Dicle Nehri’ndeki su kaynaklarına verenler arasında belirlenen en önemli işletmelerin başında Ergani Etibank Bakır İşletmesi, Diyarbakır’ın 10 km.’sinde Tekel İçki Fabrikası, Diyarbakır Kenti içinde bulunan ve atıklarını kanalizasyon sistemi ile Dicle Nehri’ne boşaltan küçük boyutlarda endüstriler yer almaktadır. Tarımsal Kaynaklı Kirlenme Erozyon sonucu taşınan silt, sedimentler, gübreler, zararlı canlıları yok eden pestisitler, organik maddeler ve mikroorganizmalar tarımsal kaynaklı kirletici unsurlardır. Dicle Nehri’nde su kalitesini etkileyen en önemli kirletici kaynaklardan birisi de tarımsal

alanlardan kaynaklanan kirlenmedir. Bu kirlenmeyi yapıları nedeniyle iki gruba ayırmak mümkündür. Birinci grup kirlenme, meraların ve sulanan tarım arazilerinin yer aldığı havza su toplama alanı içindeki tarımsal alanlardan kaynaklanan atık suları içermektedir. İkinci grup kirlenme ise sulamalardan gelen geriye dönüş akımlarıdır. Bunlar tekrar Dicle Nehri’ne deşarj edilmektedir. Tarımsal alanlardan kaynaklanan atık sular içerdikleri fazla miktarlardaki organik maddeler, azot, fosfor, potasyum ve kalsiyum içeren gübre elementleri Dicle Nehri’ne geri dönmektedir. Sulama alanlarından geri dönen akımlar sulama suyu debisinin %25’i olarak tahmin edilmektedir. Yeterli drenaj olmaması nedeniyle drenaj suları ile nehre geri dönen tarımsal mücadele ilaçları ve yapay gübre kalıntıları Dicle Nehri’ni kirletmektedir. Ayrıca bilinçsizce yapılan bu sulamalar sonucu Dicle Nehri’nin suyunun çekilmesiyle nehir debisi azalmaktadır. Evsel atık suların eklenmesi ile düşük debideki nehrin oksijeni azalmakta, kendi kendini temizleme ve havalanma kapasitesinin düşmesine neden olmaktadır. Toprak ve Sediment Kaynaklı Kirlenme Herhangi bir su toplama havzasında meydana gelen rüzgar ve su kuvvetlerinin etkisi ile bulunduğu yerde aşındırılarak, taşınan ve başka bir yerde biriken toprak kütleleri, hem oluştuğu ortamın orijinal durumunun bozulmasına ve hem de birikmiş oldukları su kaynakları içerisinde kirlenme sorununa neden olmaktadır. Su ve rüzgar erozyonu ile aşınıp taşınan topraklar ve oluşan toprak erozyonu yamaç arazideki bitki örtüsünü yok etmektedir. Öte

48


yandan yüksek miktarda toprak kayıpları meydana gelmektedir. Taşınan bu toprak materyalinin büyük bir bölümü, Dicle, Fırat ve Aras havzalarında görülmektedir. Erozyonla başlayıp sedimantasyonla sona eren olaylar zincirinde doğal denge kısmen tahrip olmaktadır. Doğal dengenin çok önemli unsuru olan vejetasyon, insanın arazi kullanma şekline bağlı olarak orman ve mera örtüsünün tahribi, ormanlık alanların tarıma açılması şeklinde değişime uğrayarak doğal dengeyi süratle bozmaktadır. Dicle Nehri’ni kullanma şeklinin vejetasyonu ve dolayısı ile doğal dengeyi koruyucu nitelikte olmadığı bir gerçektir. Bunun sonucu olarak doğal dengede bozulmalar oluşmuş, erozyon ve sedimantasyon olayları önem kazanmıştır. Dicle Nehri’nde çok ciddi erozyon ve sediment problemi söz konusudur. Sediment birikmesi neticesinde taban arazide meydana gelen kayıplar, tabii ve suni mecraların sedimentle dolması sonucu oluşan taşkınlar ve rezervuarlardaki siltasyon problemleri küçümsenmeyecek bir seviyededir. Dicle Nehri Havzası’nda kirlilik sorunu, su toplama havzalarındaki topraklardan ele alınarak, akarsularla toprakların etkileşimleri sonucu taşıyıcı rolü üstlenen suyun gerek miktarı ve gerekse taşıdığı katı madde içerikleri bugüne değin elde edilen ölçüm ve gözlem sonuçlarına dayandırılarak değerlendirilmiştir. Türkiye’de ortalama sediment taşımının 426039 ton/gün ve bunun da yıllık ortalama değerinin 155,504x106 ton olduğu saptanmıştır. Fırat Havzası’nda taşınan sediment miktarı 41,528x106 m3/yıl ile ülkemizin yaklaşık %26,7’si, Dicle Havzası’nda ise taşınan sediment miktarı 15,189x106 m3/yıl ile ülkemizin %9,8 ini oluşturmaktadır. [21]. Bir başka çalışmadan Türkiye’de akarsular vasıtasıyla süspanse halde taşınan katı madde (sediment) miktarı yılda ortalama 450 milyon ton ve Dicle Havzası’nda bu değer yaklaşık olarak Türkiye toplamının %4,9’ una tekabül etmek üzere yılda 22 milyon ton olduğu saptanmıştır [22]. Erozyon-sedimentasyon olayları sonucu toprağın orijin yerlerinden koparılıp toprak kaybının yanı sıra, Dicle Nehri Havzası taşınan sediment miktarı ile kirletildiği ve biriken sediment nedeniyle fiziksel olarak su biriktirme kapasiteleri azalırken fiziksel, kimyasal ve biyolojik olarak su kalitesi önemli ölçüde etkilenmektedir. Özellikle Maden ilçe çıkışıDiyarbakır il çıkışına kadar erozyon sonucu oluşan toprak ve sediment kaynaklı bu kirlilik potansiyeli belirgin olarak kendini göstermektedir.

49

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Dicle Nehri Diyarbakır İstasyonunda Tablo 6’da görüldüğü gibi yağışların etkisi ile akımın en fazla olduğu Ocak ve Şubat aylarında sediment taşınımının en yüksek düzeye ulaştığı, yıllık sediment miktarının 60,7’sinin bu iki aylık dönem içerisinde meydana geldiği saptanmıştır. Bu istasyondaki yıllık ortalama taşınan sediment miktarı 5,275x106 ton/yıl ile Dicle

Haziran

Mayıs

Nisan

Mart

Şubat

Aylar

Ocak

Havzası’nda 15,189x106 ton/yıl olarak bulunan taşınan sediment miktarının yaklaşık %34’ünü oluşturmaktadır.

Taşınan Sediment Miktarı (ton/

58978,5 46336,1 10879,7 26733,5 12090,5 612,5

Ekim

121,2

179,9

894,4

Aralık

Eylül

147,8

Kasım

Ağustos

Aylar

Temmuz

gün)

Taşınan Sediment Miktarı (ton/

6619,4 9814,2

gün) Yıllık Ortalama

14450,7

(ton/gün)

Tablo 6. Dicle Nehri Diyarbakır istasyonunda aylık ortalama taşınan sediment miktarı

Su Kalitesi Parametrelerinin İncelenmesi Dicle Nehri kirlilik araştırmasında seçilen üç istasyonda ölçümü yapılan kalite parametrelerin analizleri için 1996 yılı öncesi uzun yıllar ölçümü yapılan parametre­lere ait değerlerin tümünü vermek olanaksız olduğundan, istasyonlara

ait ölçüm sayısı, minimum, ortalama ve maksimum değerler ve 2009 yılı aylık ölçümlere ait veriler Tablo 7-9’da verilmiştir. Ayrıca tüm kalite parametreleri açısından standartlarca belirlenen su kalitesi sınıflandırılmış ve önemli bulunan fiziksel ve inorganik, organik, inorganik endüstriyel kirlenme ve bakteriyolojik kalite kontrol parametreleri yönünden elde edilen sonuçlar değerlendirilmiştir. Maden İlçe Çıkışı Verilerinin Analizi Maden ilçe çıkışında 1996 yılı öncesi ortalamalar açısından ilgili standartlara göre ölçülen su kalitesi parametrelerinin sınıflandırılması yapılmış ve Tablo 7’de verilmiştir. Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği’ne (SKKY) göre, sıcaklık, pH, toplam çözünmüş katılar, klorür, çözünmüş oksijen, biyokimyasal oksijen ihtiyacı, sülfat, sodyum, arsenik ve bor I. sınıf; elektriksel iletkenlik, renk, nitrit azotu, orto fosfat, demir, mangan ve civa II. sınıf; nitrat azotu ve çinko III. sınıf; amonyum azotu, krom ve bakır IV. sınıf yüzeysel sular kategorisinde olduğu görülmektedir. Diğer parametrelerin bir kısmı ise TS 266 standardı yönünden tavsiye edilen değerleri geçtiği görülmüştür. Elektriksel iletkenlik değeri 100–1383 µmhos/ cm, bulanıklık 0–139,5 arasında ve renk ise 0–45 arasında değişmektedir. Bu aralıktaki maksimum değerler, standartlarca tavsiye edilen değerlerin üstünde ve izin verilen maksimum değerlerin altındadır. Sertlik değerinin 75–825 mg/l CaCO3 arasında gözlendiği, minimum değerinin bile kriterlerde belirlenen maksimum değeri aştığı ve suyun aşırı sertlikte olduğu görülmektedir. Ölçülen değerlerde klorür, sülfat, kalsiyum, magnezyum, sodyum ve potasyum

50


değerleri standartlarca tavsiye edilen ve izin verilen maksimum değerlerin altındadır. Azot ve fosfor bileşiklerinin ölçümleri yüksek bulunmuştur. Parametreler

1996 yılı öncesi ölçümlerin özeti

2009 yılı su kalitesi değerleri

Kalite

n

Min.

Ort.

Maks.

Mayıs

Ağustos

Aralık

T

47

0

13

30

17

26

-

Sınıfı I

pH

34

7,1

7,9

8,6

8,16

7,58

8,41

Ia

EC

35

100

562

1383

364

520

357

IIb

TDS SS Bulanıklık Renk Cl

1 53 52 59

38 0 0 1,2

38 60,6 2 9,8

38 139,5 45 23,4

248 15 5 12,76

353 4 40 20 20,56

243 5 2,6 5 13,47

I > > II I

NH3-N

56

0

1, 12

3,6

0,33

0,44

0,038

IVa

NO2-N

31

0

0,02

0,114

0,004

0,05

0

II

NO3-N

45

0

1,22

16,4

0,4

11,5

0

III

DO

21

4,7

8

15

8,16

5,93

10,63

Ib

BOİ5 pV TH

5 41 62

0,6 0,2 75

1,9 4,32 276

3,6 22 825

1,4 188

6 2 270

193

I > >

O-PO4

45

0

0,13

1,95

0,11

0,2

0,18

IIa

SO4

28

13

39,8

360

64

91

8

I

Fe

18

0,01

0, 34

2,13

0,001

0,001

0

IIa

Mn Na K Ca Mg Cr Cu

15 55 52 56 59 9 20

0,01 0,2 0 6,8 1,2 0,028 0

0, 49 5,03 0, 83 53 31,7 0,252 2,328

2,36 15,3 3,6 150 109,4 0,702 7,85

7,5 0,47 27,7 28,8 0,00209 0,86135

24 9,35 64,93 26,27 0,0037 2,129

6,06 0,42 54,91 13,5 0,00837 1,383

II I < > > IV IV

Pb

9

0,018

0,049

0,118

0,00014

0,0013

0,00194

IIa

Zn

9

0,33

1,441

6,12

0,17255

0,3098

0,2017

IIIa

Hg As B

8 8 12

0,0001 0,008 0

0,0004 0,023 0,27

0,0007 0,045 1,3

0,0001 0,00052 0,00034

0 0,00095 0,00092

0 0,00089 0,00051

II I I

) Maksimum değerler belirlenen sınıfı aşıyor., > TS 266’ göre tavsiye edilen değeri geçiyor. ) 2009 yılında bazı değerler belirlenen sınıfı aşıyor.,<TS 266’ göre tavsiye edilen değerin altında

a

b

Tablo 7. Maden İlçe Çıkışı su kalitesi analiz sonuçları ve su kirliliğinin sınıflandırılması

Amonyum azotu 0–3,6 mg/l, nitrit azotu 0–0,114 mg/l ve nitrat azotu 0–16,4 mg/l ile orto-fosfat 0-1,95 mg/l arasında olup su kalite sınıfları için belirlenen standartların oldukça üstünde bulunmaktadır. Yerleşim alanının kanalizasyon sularının arıtılmadan doğrudan Maden Çayı’na verilmesi, aşırı gübre kullanımı ve hayvan atıkları, azot bileşikleri

51

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


ve fosfor değerlerinin yüksek çıkmasına neden olduğu tahmin edilmektedir. Ağır metaller için yapılan analizler incelendiğinde 2,13 mg/l demir, 0,702 mg/l krom, 7,85 mg/l bakır, 0,118 mg/l kurşun ve 6,12 mg/l çinko olarak ölçülen bu maksimum su kalitesi değerleri yüzey suyu standartlarının oldukça üzerindedir. Burada önemli miktarda artış gösteren bu kirlilik parametrelerine ait yüksek değerler, Maden ilçesinde bulunan bakır fabrikasının ve çevrede mevcut maden alanlarının kirletici etkisi olarak görülmektedir. Nitekim Maden Çayı üzerinde dağlık arazide tesis edilen Maden Bakır işletmesi faaliyet halinde iken sadece flotasyon ünitesinden yaklaşık 1000– 1200 ton/gün çıkan atık malzeme belirlenmiştir [14]. Bu atıklar atık dökme havuzuna verilmekte, burada tesis edilen çökeltim havuzlarının verimli çalışmaması durumunda atıklar taşarak çevredeki su kaynaklarını kirlettiği gözlenmiştir. Dicle Baraj Aksı Verilerinin Analizi Dicle baraj aksı istasyonunda uzun yıllar ortalamalar açısından ilgili standartlara göre ölçülen su kalitesi parametrelerinin sınıflandırılması yapılmış ve elde edilen bulgular Tablo 8’de verilmiştir. SKKY standardına göre, sıcaklık, pH, toplam çözünmüş katılar, klorür, çözünmüş oksijen, nitrat azotu, sülfat, sodyum, kalsiyum, krom, çinko, arsenik, bor ve deterjan yönünden I. sınıf; elektriksel iletkenlik, renk, biyokimyasal oksijen ihtiyacı, fosfat, demir, kurşun, civa ve kadmiyum II. sınıf; bulanıklık, amonyum azotu, nitrit azotu, bakır ve yağ yönünden IV. sınıf yüzeysel sular olarak görülmektedir. TS 266 standardına

göre, elektriksel iletkenlik, asıdaki katı madde, bulanıklık, toplam sertlik ve bakır tavsiye edilen değerleri geçtiği, çözünmüş oksijen, potasyum ve magnezyum, tavsiye edilen değerlerin altında gözlenmiştir. Dicle baraj aksında yapılan analizlerde pH değeri 7,2–8,4 arasında değişmektedir. Bu aralık yüzey suları standartlarında verilen aralığın içinde kalmaktadır. 2009 yılı Haziran ayında 8,62 değer belirlenen sınıfı aşmıştır. Ölçülen değerlerde sıcaklık, pH, toplam çözünmüş katılar, klorür, çözünmüş oksijen, nitrat azotu, sülfat, sodyum, kalsiyum, krom, çinko, arsenik, bor ve deterjan değerleri standartlarca tavsiye edilen ve izin verilen maksimum değerlerin altındadır. Elektriksel iletkenlik değeri 225 ile 740 µmhos/ cm arasında değişmektedir. Renk ve bulanıklık değerleri maksimum 30 PtCo ve 370 NTU olarak ölçülmüştür. Renk için ölçülen değer ham yüzey suyu kalite sınıfı için verilen standardın oldukça altında kalmaktadır. Bulanıklık değerinin standartlarca tavsiye edilen ve izin verilen maksimum değerlerin üstündedir. Bu durum baraj koruma alanının bitki örtüsünden yoksun oluşu, askıdaki katı maddelerin yüksek ve erozyon ile taşınan sediment miktarından kaynaklanmaktadır. Sertlik değerinin 113–350 mg/l CaCO3 arasında olması, baraj gölünün sert su özelliğine sahip olduğunu göstermektedir.

52


1996 yılı öncesi

2009 yılı su kalitesi değerleri

ölçümlerin özeti

Parametreler

Kalite

n

Min.

Ort.

Maks.

Mayıs

Haziran

Eylül

Aralık

Sınıfı

T pH EC TDS SS Bulanıklık Renk Cl NH3-N

56 40 41 2 55 64 64

3 7,2 225 14 0 0 0

15,6 8 433 20 38 11 13,7

34 8,4 740 25 370 30 35

7,73 294 200 10 5 12,76

8,62 209 142 1,2 5 11,34

7,72 348 237 4 1 5 14,2

8 330 224 5 6,42 8 15,6

Ia Ib II,> I > IV, > II Ia

64

0

0,37

9,5

0,038

0,038

0

0,08

IV

NO2-N

54

0

0,13

1,82

0,009

0,0032

0,01

0,022

IV

NO3-N DO BOİ5

46

0

0,96

2,6

0,65

0,88

2,7

0

I

-

-

-

-

7,9

8,65

6,62

8,41

I,<

-

-

-

-

-

-

8

3

II

pV

48

0

1,71

13,3

1,6

0,9

1,2

1,28

Ia

TH O-PO4

62

113

226

350

158

104

174

175

>

37

0

0,11

1,45

0,09

0,02

0,2

0,325

IIa

SO4

36

6

36,5

63,4

26

23

26

20

I

Fe Na K Ca Mg Cr

25

0

0,46

5,5

0,05

0

0

0

IIa

65 66 65 65 2

0,92 0 22 6 0,029

5,38 0.79 51,6 23,4 0,046

10,6 1,66 88 52,2 0,062

7,5 0,86 52,5 6,6 0,0003

9,37 3,43 35,07 4,01 -

5,58 1 49,9 11,92 0,00132

8,17 0,99 55,51 8,88 0,00437

I < Ia < I

Cu

9

0

0,227

1

0,0015

-

IV, >

2 0,008 0,016 0,024 0,00063 0,00049 0,00123 II Pb 3 0,015 0,054 0,125 0,01067 0,02863 0,00777 I Zn 2 0,0005 0,0005 0,0005 0,00046 II Hg 2 0 0,004 0,007 0,00065 0,00104 0,00114 I As 20 0 0,38 1,7 0 Ia B 3 0,005 0,005 0,005 0,00003 0,00018 II Cd 2 1 1 1 IV Yağ 1 0,004 0,004 0,004 I Deterjan a) Maksimum değerler belirlenen sınıfı aşıyor., > TS 266’ göre tavsiye edilen değeri geçiyor. b) 2009 yılında bazı değerler belirlenen sınıfı aşıyor.,<TS 266’ göre tavsiye edilen değerin

altında

Tablo 8. Dicle Baraj Aksı istasyonu su kalitesi ölçüm sonuçları ve su kirliliğinin sınıflandırılması

Azot ve fosfor bileşiklerinin ölçümleri nitrat azotu dışında yüksek bulunmuştur. Amonyum azotu 0–9,5 mg/l, nitrit azotu 0–1,82 mg/l ve orto-fosfat 0–1,45 mg/l arasında olup su kalite sınıfları için belirlenen standartların üstündedir. Ancak 2009 yılı verilerine bakıldığında azot ve fosfor bileşiklerine ait değerler oldukça düşük olup baraj gölünün su kalite parametrelerinin

53

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


konsantrasyonlarını dengelediği söylenebilir. Yağ ve deterjan ölçümleri yapılmış, yağ değeri 1 mg/l ile standartların oldukça üstünde bulunmuş, deterjan değeri ise önemli bulunmamıştır. Dicle baraj aksında demir 0,46 mg/l, kurşun 0,016 mg/l, civa 0,0005 mg/l ve kadmiyum 0,005 mg/l olarak ölçülen ortalama değerler belirlenen II. sınıf sular ile uyumludur. Ancak demirin 5,5 mg/l ile ölçülen maksimum değeri kalite limitlerini aşmıştır. Krom, çinko, arsenik ve bor ağır metal değerleri tariflenen standartların oldukça altındadır. Ancak bakır 0,227 mg/l ortalama ve 1 mg/l maksimum değeri ile standartlarca belirlenen en yüksek değerin üzerindedir. Diyarbakır Ongözlü Köprü Verilerinin Analizi Diyarbakır Ongözlü istasyonunda uzun yıllar ortalamalar açısından ilgili standartlara göre ölçülen su kalitesi parametrelerinin sınıflandırılması yapılmış ve elde edilen bulgular Tablo 9’da verilmiştir. SKKY’ göre sıcaklık, pH, toplam çözünmüş katılar, klorür, çözünmüş oksijen, permanganat, sülfat, demir ve sodyum yönünden I. sınıf; elektriksel iletkenlik, renk, nitrat azotu ve fosfat II. sınıf; nitrit azotu yönünden III. sınıf; bulanıklık ve amonyum azotu IV. sınıf yüzeysel sular olarak görülmektedir. TS 266 standardına göre, toplam sertlik ve bulanıklık tavsiye edilen değerleri geçtiği, asıdaki katı madde, potasyum, kalsiyum ve magnezyum tavsiye edilen değerlerin altında gözlenmiştir. Krom, bakır, çinko, arsenik, bor biyokimyasal oksijen ihtiyacı, kurşun, civa ve kadmiyum, deterjan ve yağ gibi su kalitesi

parametreleri ölçülmemiştir. Diyarbakır Ongözlü köprü istasyonunda yapılan analizlerde sıcaklık, pH, toplam çözünmüş katılar, klorür, çözünmüş oksijen, permanganat, sülfat, demir, sodyum, potasyum, kalsiyum ve magnezyum değerleri standartlarca tavsiye edilen ve izin verilen maksimum değerlerin altındadır. Ancak demir 0,41 mg/l ortalama ve 0,88 mg/l maksimum değeri ile belirlenen sınıfı aşmıştır. Elektriksel iletkenlik değeri 298 ila 525 µmhos/ cm arasında değişmektedir. Renk ve bulanıklık değerleri maksimum 30 Pt-Co ve 190 NTU olarak ölçülmüştür. Bulanıklık değerinin standartlarca tavsiye edilen ve izin verilen maksimum değerlerin üstündedir. Sertlik değerinin 153– 265 mg/l CaCO3 arasında olup tavsiye edilen tavsiye edilen değeri geçmektedir. Azot ve fosfor bileşiklerinin ölçümleri yüksek bulunmuştur. Amonyum azotu 0,006–2,8 mg/l, nitrit azotu 0,001–0,052 mg/l ve nitrat azotu 0,09–7,81 mg/l ile orto-fosfat 0,025–0,225 mg/l aralığında değişmektedir. Maksimum değerler su kalite sınıfları için belirlenen standartların oldukça üstünde bulunmaktadır. Diyarbakır yerleşim alanının kanalizasyon sularının arıtılmadan doğrudan Dicle Nehri’ne verilmesi, tarımsal sulamadan dönen sular ve diğer atıkların azot bileşikleri ve fosfor değerlerinin yüksek çıkmasına neden olmaktadır.

54


1996 yılı öncesi Parametreler

2009 yılı su kalitesi değerleri

Kalite

T pH EC TDS SS Bulanıklık Renk Cl NH3-N

n 6 6 6 6 6 6 6

ölçümlerin özeti Min. Ort. Maks. Mayıs Haziran 3 17 31 20 21 7,2 8 8,4 8,16 8,15 350 464 525 298 303 203 206 7 107 190 1,7 16 5 13 30 5 10 8,5 14,7 21,3 10,64 12,76 0,006 0,94 2,8 0,44 0,27

Eylül 8,12 352 240 11 3,4 15 17,7 0,62

Aralık 8,11 361 245 7,5 17 16,31 0,132

NO2-N

6

0,001 0,028

0,04

0,01

0,013

0,04

0,052

III

NO3-N DO pV

3 5

0,09 1,3

0,24 2,9

0,5 4,4

1,2 8,19 0,96

1,5 7,7 0,64

6,2 7,42 1,8

7,81 9,88 0,8

IIa I Ia

TH O-PO4

6 1

200

225 0,025

265

153 0,2

155 0,17

179 0,225

180 0,3

> IIa

Sınıfı Ia I II I < IV, > II I IV

SO4 3 20 45 83 36 33 32 25 I Fe 3 0,012 0,41 0,88 0 0 0 0 Ia Na 6 3,6 9,02 15,2 6,9 9,15 9,06 8,4 I K 6 0,85 1,77 2,69 0,78 2,18 5 1,29 < Ca 6 30 50,33 66 23,6 31,06 48,3 43,89 < Mg 6 18,8 24,28 30,3 22,9 18,85 14,23 17,15 < a ) Maksimum değerler belirlenen sınıfı aşıyor., > TS 266’ göre tavsiye edilen değeri geçiyor. b ) 2009 yılında bazı değerler belirlenen sınıfı aşıyor.,<TS 266’ göre tavsiye edilen değerin altında

Tablo 9. Diyarbakır Ongözlü Köprü su kalitesi ölçüm sonuçları ve su kirliliğinin sınıflandırılması

Sonuç ve Öneriler Dicle Nehri’nde su kirlenmesinin önlenmesi ve giderilmesi konusunda bugüne kadar yapılan çalışmalar gerekli etkinliği göstermemiştir. Dicle Nehri kirliliği ile ilgili olarak yapılan bu çalışmada evsel, endüstriyel, nehir boyunca yer alan tarımsal alanlar, doğal araziden kaynaklanan toprak aşınması ve sediment kaynaklı kirlenmeler incelenmiştir. Ayrıca nehir boyunca yer alan yerleşim alanlarına yakın seçilen Maden ilçe çıkışı, Dicle baraj aksı, Diyarbakır Ongözlü Köprü ve Diyarbakır istasyonlarında ölçümü yapılan su kalite parametrelerinin minimum, uzun yıllar ortalaması ve maksimum değerleri ile 2009 yılına aylık ölçüm değerlerine göre ilgili standartlarda tariflenen kalite kriterlerine göre karşılaştırmaları yapılmış ve suların kullanım amaçlarına göre kalite sınıfları belirlenmiştir. Dicle Nehri ve kolları üzerinde yer alan yerleşim merkezlerinin çoğunda 55

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


yeterli atıksu arıtma tesisleri olmayışı ve herhangi bir arıtıma tabi tutulmadan doğrudan veya dolaylı olarak nehre verilen evsel atıklar, nehrin kirlenmesine neden olmuştur. Buna göre seçilen Diyarbakır, Bismil ve Maden yerleşim alanlarının evsel atısu yükleri hesaplanmış ve toplam olarak Dicle Nehri’ne günde 261233,8 m3 atıksu, 61720,9 kg organik madde, 79733,9 kg toplam katı madde, 8831,1 kg azot ve 2650,2 kg fosfor verildiği belirlenmiştir. Ölçüm yapılan istasyonlarda azot ve fosfor bileşiklerine ilişkin amonyum, nitrit ve nitrat azotu ile fosfata ait su kalite parametre değerleri standartlarda belirlenen limitleri aştığı görülmüştür. Dicle Nehri’nde Maden ilçesinde Maden Çayı üzerinde Maden Bakır Fabrikası, Diyarbakır çıkışının 10. km.’sinde Tekel İçki Fabrikası ve yerleşim merkezlerindeki ufak çaptaki endüstriler doğrudan, organize sanayi bölgeleri, küçük sanayi siteleri ve diğer endüstriyel faaliyetler dolaylı olarak atıklarını Dicle Nehri’ne vermektedir. Buna göre endüstriyel kaynaklı kirlenme açısından yapılan analizlerde, Maden ilçe çıkışında demir, krom, kurşun, çinko, özellikle bakır değerleri, belirlenen yüzey suyu standartlarının oldukça üzerinde yüksek bulunmuştur. Bu değerler, Maden ilçesinde bulunan bakır fabrikasının ve çevrede mevcut maden alanlarının kirletici etkisi olarak görülmektedir. Diğer parametreler ise tarif edilen yüzeysel su kalitesi sınıf sular ile uyum içerisinde olduğu gözlenmiştir. Dicle baraj aksındaki istasyonda bakır ve demir dışında kalite limitini aşan endüstriyel kirlilik parametrelerine rastlanmamıştır. Tarımsal alanlardan kaynaklanan atık sular

içerdikleri fazla miktarlardaki organik maddeler, azot, fosfor, potasyum ve kalsiyum içeren gübre elementleri ile sulama alanlarından nehre geri dönen akımlardaki tarımsal mücadele ilaçları ve yapay gübre kalıntıları Dicle Nehri’nin kirlenmesine etki eden unsurlar olarak görülmüştür. Azot ve fosfor bileşikleri ile ilgili su kalite parametre değerlerinin kriterleri aşması bunu doğrulamaktadır. Maden ilçe çıkışı, Dicle Baraj aksı ve Diyarbakır Ongözlü Köprü istasyonlarında sırasıyla elektriksel iletkenlik değeri 100–1383, 225– 740, 298–525 µmhos/cm arasında; maksimum renk değerleri 45, 30 ve 30 birim olarak ölçülmüştür. Bu değerler, ham yüzey suyu kalite sınıfı için verilen standartların altında kalmıştır. Yine aynı istasyonlarda toplam sertlik değerleri, sırasıyla 75–825, 113–350 ve 113–350 mg/l CaCO3 arasında değiştiğ i, kriterlerde belirlenen maksimum değeri aştığı ve suyun aşırı sertlikte olduğu gözlenmiştir. Maksimum bulanıklık değerleri, Maden ilçe çıkışında 139,5 NTU, Dicle Baraj aksında 370 NTU ve Diyarbakır Ongözlü Köprü’sünde 190 NTU olarak ölçülmüştür. Bulanıklık değerinin standartlarca tavsiye edilen ve izin verilen maksimum değerlerin üstünde olması Dicle Nehri’nin çoğu zaman bulanık olarak görülmüş olduğunu teyit etmektedir. Bu durum nehir havza koruma alanının bitki örtüsünden yoksun olması, askıdaki katı maddelerin yüksek ve erozyon ile taşınan sediment miktarından kaynaklanmaktadır. Dicle Nehri Diyarbakır istasyonunda yıllık ortalama taşınan sediment miktarı 5,275x106 ton/yıl olarak tespit edilmiş ve akımın en fazla olduğu Ocak ve Şubat

56


aylarında sediment taşınımının en yüksek düzeye ulaştığı görülmüştür. Akarsularda sediment taşınımı yatak yükü ve asılı yük olmak üzere başlıca iki ayrı biçimde olur. Dicle Nehri fazla eğimli olmayan ova akarsular niteliği taşıdığı için genelde sediment taşınımı asılı yük halinde olmaktadır. Su içinde asılı duran sedimentler, Dicle Nehri’nde çözünmüş oksijen dengesini bozmakta ve su bitkilerinin ihtiyacı olan ışığı azaltmaktadır. Dicle Nehri’nin çevresinde ve havzadaki araziler erozyona uğramıştır. Sedimentlerle kirletilmiş ve silt yüklü bir akarsu görünümünde olan Dicle Nehri görünüş ve estetik olarak bozulmuş ve bölgenin dinlenme yeri olma niteliğini azaltmıştır. Yerleşim alanlarından kanalizasyon sistemlerine verilen atık sular, yerleşim merkezlerinin içinde ve dışındaki endüstriyel atık sularının yan ve kuru dereler vasıtasıyla taşınması, tarım sahalarından gelen gübre ve tarım koruma ilaçları, erozyon sonucu taşınan toprak materyalleri ve sediment, Dicle Nehri’nin kirlenme tehdidi altında olduğunu göstermektedir. Dicle nehrine atılan evsel ve endüstriyel atıklar, insan yaşamını etkilemekte, tarımsal sulama amacı ile çekilen nehir suyu ve nehir debisinin azalması nedeniyle nehirdeki canlı yaşam için gerekli oksijen azalması, su ürünleri ve balıkların ölmesine sebep olmaktadır. Ayrıca kirlenmiş suların kullanılması durumunda, yaşam için mutlak gerekli olan su vasıtasıyla birçok hastalık kolaylıkla yayılmaktadır. Özellikle hastalık yapıcı organizmaların su kaynaklarında daha kolay gelişebildiği sıcak yaz aylarında, aşırı kullanım ve buharlaşma gibi kayıpların neden olduğu su yetersizliği, hastalıkların yayılma hızında artış meydana getirmektedir. Kırsal kesimlerde yaşayan köylerin büyük bir kısmının içme ve kullanma suyu gereksinimlerini Dicle nehri ve kolları ile nehir kenarındaki keson kuyulardan karşılaması durumunda, yaz aylarında tifo, sarılık gibi su ile bulaşan salgın hastalıkların oluşması muhtemeldir. Yüzeysel ve yeraltı su kaynakları estetik ölçüler ötesinde yaşamsal ve ekonomik değer taşımaktadır. Sınırlı olan tatlı su kaynakları hızla artan kentsel içmesuyu, endüstriyel ve tarımsal su talebini karşılayabilmeleri için, ciddi ve etkili bir biçimde uzun vadeli programlar çerçevesinde korunmaları gerekmektedir. Dicle Nehri’nde su kalitesinin değişik kullanım amaçlarına uygun olarak korunması ve geliştirilmesi amacıyla, kirlilik durumu ile ilgili

57

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


bilgiler güvenilir ve zamanında elde edilerek, bunların olumsuz etkileri önceden tahmin edilmeli ve aşağıda belirtilen önlemler ve önerilere dikkat edilmesi gerekir. 1. Su toplama havzalarındaki toprak erozyonunun azaltılması, bu amaçla toprakların ekolojik kaynaklar olarak kabiliyetlerine uygun biçimde kullanılması, ağaçlandırma faaliyetlerine önem verilmesi, aşırı ve erken havyan otlatılmasının önlenmesi, ağaçlandırılmış alanların etkili bir eğitim ve denetim programı ile korunması, taşkın, sulama ve muhtelif amaçlı ardışık barajların inşa edilmesi, 2. Tarım alanlarından akarsu ortamına karışan drenaj sularındaki kalite standartlarının korunması amacıyla, öncelikle azotlu gübrelerin seçiminde daha az yıkanan amonyumlu gübrelerin seçilmesine dikkat edilmesi, pestisid kullanımında yıkanmayan ve kalıcı olmayan kimyasalların seçimine özen gösterilmesi, çiftçilerin bu konuda eğitilmesi ve yağmurlama veya damlama sulama sistemine geçilmesi, 3. Her türlü endüstriyel atıkların çevre mevzuatına göre kontrolü yapılmalı ve kirlenmenin en aza indirilmesi amacıyla alıcı ortam standartlarına uygun atık deşarjını temin edebilecek arıtma tesisleri kurulmalıdır, 4. Yerleşim yeri evsel ve diğer kaynaklı kirleticiler denetim altında tutulmalı, özellikle kentsel sıvı atıklar uygun arıtım tesislerinde yeterince temizlendikten sonra akarsu sistemine boşaltılmalıdır.

58


KAYNAKLAR 1. Kırımhan, S., Boyabat, N. ve Keskinler, B., “Karasu (Kaynak-Aşkale Arası) Kirlilik Araştırmaları”, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinin Doğal Su Kaynakları ve Sorunları Sempozyum-611 11-15 Haziran 1984, Atatürk Üniversitesi Çevre Sorunları Araştırma Merkezi. s. 454–470, Erzurum,1984. 2. Kırımhan, S., “Erzurum İlinin Genel Çevre Sorunları ve Çözüm Önerileri”, TÜBİTAK-Ulusal Çevre Sempozyumu, 12-15 Kasım 1984, s.707-732, Adana, 1984. 3. Özdemir, N., “Elazığ Şehir Kanalizasyonunun Keban Barajına Döküldüğü Yer ve Çevresinde Meydana Getirdiği Kirlilik ve Bunun Su Ürünleri Bakımından Olumsuz Etkileri”, Fırat Havzası Birinci Çevre Sempozyumu, 13-15 Ekim 1988, s. 315-318, Elazığ,1988. 4. Kocasoy, G., “Çevre Kirliliğine Genel Bakış”, Atıksu Arıtma Sistemleri, TMMOB Kimya Mühendisleri Odası, İstanbul Şubesi, II. Baskı, s.1– 10,İstanbul,1991. 5. Kaya, M., Alkan, C. ve Çetintaş, A., “Dicle Nehri Ağır Metal Kirlenmesi”, Fırat Havzası Birinci Çevre Sempozyumu, Fırat Üniversitesi, 13–15 Ekim 1988, s. 191-194, Elazığ,1988. 6. Özberk, H., (1985) “Ergani Bakır İşletmesinin Maden Çayı Üzerindeki Kirliliğin Araştırılması”, Yüksek Lisans Tezi, F.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü, Elazığ, Haziran 1985. 7. Uslu, O., “Çevresel Etki Değerlendirmesi”, Türkiye Çevre Sorunları Vakfı Yayını, Önder Matbaa, 168 sa., Ankara, Ekim 1986. 8. Karpuzcu, M, “Çevre Mühendisliğine Giriş”, İstanbul Teknik Üniversitesi Kütüphanesi, İkinci Baskı, Sayı :1356. İstanbul,1988. 9. Kırımhan, S. ve Aydeniz, A., “Fırat Nehri Havzasında Peri Suyu ile Keban Baraj Gölüne Taşınan Sediment Miktarının Yağış ve Akış İlişkileri”, Fırat Havzası Birinci Çevre Sempozyumu, Fırat Üniversitesi 13-15 Ekim 1988, s.227-235, Elazığ,1988. 10. Kırımhan, S., “Elazığ İlinin Genel Çevre Sorunları ve ÇözümÖnerileri”, Çevre’89 Beşinci Bilimsel ve Teknik Çevre Kongresi, Başbakanlık Çevre Genel Müdürlüğü ve Çukurova Üniversitesi, s.361–381, Adana, 1989. 11. Hamidi,N., “Dicle Nehri Kirliliğinin Kaynaklar ve Değişimi Yönünden Matematiksel Modellerle Belirlenmesi”, Doktora Tezi, F.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü, 199 sa.,Elazığ,1994. 12. DSİ., “Dicle Havzası İstikşaf Raporu”, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, DSİ Matbaası, Ankara, 1971.

59

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


13. DSİ., “Güneydoğu Anadolu Projesi”, DSİ Genel Müdürlüğü Etüt ve Plan Dairesi Başkanlığı, Ankara, 1980. 14. DSİ., “ Diyarbakır Kenti İçmesuyu Kaynakları Çevre Koruma Projesi”, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, Dolsar Mühendislik Limited Şirketi,Ankara, Nisan 1997. 15. DSİ., “ Su Kalitesi Analiz Değerleri 2010 Yılına ait Veriler”, Devlet Su İşleri X. Bölge Müdürlüğü laboratuarı, Diyarbakır, 2010. 16. EİE., “Türkiye Akarsularında Sediment Gözlemlen ve Sediment Taşınım Miktarları”, Elektrik İşleri Etüt İdaresi Genel Müdürlüğü, Yayın No: 87-44, s.457-494, Ankara,1987. 17. TS 266, “Türk Standartları, İçme Suları”, Türk Standartları Enstitüsü, Ankara, Nisan 1986. 18. Resmi Gazete, “Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği”. T.C. Resmi Gazete 4 Eylül 1988, Sayı: 19919, s.13–73, Ankara, 1988. 19. İller Bankası, “Kanalizasyon İşlerinin Planlanması ve Projelerinin Hazırlanmasına ait Talimatname”, İller Bankası Genel Müdürlüğü, Kanalizasyon Dairesi Başkanlığı, Ankara,1971. 20. Muslu, Y., “Su Temini ve Çevre Sağlığı Cilt III”, İstanbul Teknik Üniversitesi Kütüphanesi. Sayı: 1314, İstanbul,1985. 21. Uygun İ., Barlas, S. ve Köseoğlu, R., “Su ve Çevre Kirliliği”, Çevre’89, Beşinci Bilimsel ve Teknik Çevre Kongresi, Başbakanlık Çevre Genel Müdürlüğü ve Çukurova Üniversitesi, s.156-175, Adana,1989. 22. Alışık, A., “Dicle Havzasında Erozyon Sonucu Taşınan Yıllık Toprak (Sediment) Kaybının Hesaplanmasına ait Bir Uygulama”, Çölleşen Dünya ve Türkiye Örneği, Atatürk Üniversitesi Çevre Sorunları Araştırma Merkezi, Sempozyumu-7, 13-17 Mayıs 1985, s.21-45, Erzurum, 1985.

60



ÇEVRE PSİKOLOJİSİ

62


ÖZET Çevre –insan ilişkisinin psikolojik boyutu 1960’lardan sonra ele alınmaya başlanmıştır. Çevre–birey etkileşiminde, birey aktif bir rol oynar. Günümüz yurttaşlığının temel özelliklerinden olan “Aktif Vatandaşlık” çevreye ilgiyi arttırmış ve çevre odaklı sivil girişimler artmıştır.

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

GİRİŞ İçinde yaşadığımız çevremizin, gelişimimiz, ruhsal yapımız ve kişiliğimiz üzerinde önemli etkileri vardır. Evliya Çelebi, (1611 - 1682) Bımarhanelerde (Bimarhane :Osmanlı İmparatorluğu döneminde çoğu zaman cami ve medreselerin bitişiğinde yer alan tedavi merkezleri.Ancak zamanla yalnızca akıl hastalarının

psikiyatrik hastaların tedavisinin, müzik (ney), banyo, su sesi vb. ortam düzenlenmeleri ile sazendeler ve nazendeler” eşliğinde yapıldığını yazar. Bu dönemde İstanbul Bayezit ve Amasya Bimarhaneleri en ünlüleri idi. Ancak daha sonra gelişen psikoloji bilim dalı, 1960’lı yıllarda çevre ile ilgilenmeye başlamıştırç. Çevre, psikoloji alanında da ilgi odağı olmaya başlamış ve başta ABD olmak üzere Fransa’da ve diğer ülkelerde makale ve kitaplar yayınlanmaya başlanmıştır (Barker “Ekolojik Psikoloji” kitabı 1968,Erpicum 1972 bakıldığı,tedavilerinin yapıldığı yerlere dönüşmüşlerdir.)

de bir makalesinde ele alır.) (MORVAL, J.(Çev:N.Bilgin,): Çevre Psikolojisine Giriş,Ege Ü.Basımrvei,1995).

Resim 1:Osmanlı Dönemi Anadolu Bimarhanelerinden bir örnek.

İnsan Gelişimi ve Çevre İçinde yaşadığımız çevremiz; kentimiz,semtimiz,evimiz, caddeler ve cami/ kilise gibi inanç mekanları ile okul gibi eğitim kurumlarımızın, ağaçlar, orman, göl/akarsuların başta kişiliğimiz olmak üzere ruhsal yapımız üzerinde oldukça önemli etkileri vardır. Bu çevre faktörleri her bireyin psikolojik haritasında bir şekilde yer alır. Bu harita, bireyin bir yerle ilgili kurduğu iç imgedir. Mekanlar, sokaklar, evler bunların duygusal yükleri ve aralarındaki bağlanış biçimidir. Bu psikolojik haritada birey, aşağıdaki şemada da gösterildiği gibi çevrelenmiş durumdadır. (Şema 1). Bireyler 63

Prof.Dr.Remzi OTO D.Ü.T.F. Psikiyatri Anabilim Dalı-Diyarbakır


yaşadıkları mekanlarla bazan bir “psikolojik özdeşleşme” yaşarlar ve bu mekanlar onlara geçmişten geleceğe önemli psiko-sosyal etkiler yaşatırlar. Bazı mekanlarda huzur ve mutluluk, bazılarında hüzün ve keder hissedilebilir. Psikolojik haritada yer alan her mekanın bireyin düşünce, duygu ve davranışı üzerinde kendine özgü bir etkisini bulmak her zaman olasıdır.

zorunlu hale gelmiştir. Yukarıda da değinildiği gibi, çevre psikolojisi bir psikososyal alan olarak çevrenin kişinin düşünce, davranış ve duyguları üzerindeki etkisini inceleme alanı olarak ele alır. Kentin yaşam koşullarında bireyin algılamaları, davranışları, beklentileri ve ilişkilerinin ele alındığı şemada (şema 2) bu karmaşık durum gösterilmeye çalışılmıştır. (Bilgin,N: Çevre Psikolojisi) (Güvenç,B.:İnsan Ve Kültür,Remzi Kitabevi,1994)

Şema 1:Birey ve Çevre Şema 2:Kentin Bireye Etkisi

Çevre ve Stres Stres bilindiği üzere bireye bir psikolojik tehdit oluşturan ve bireyin psikolojik dengesini bozmaya yönelik her hangi bir baskı olarak tanımlanabilir. Bu durum uygun bir uyaran düzeyinde ise bireyin gelişimine katkıda bulunabilirken, sürekli ve yoğun olduğunda başta psikolojik sorunlar (depresyon, anksiyete vb) olmak üzere sosyal (uyumsuzluklar,çatışmalar vb) ve organik sonuçlara (ağrılar,kalp ve damar sorunları vb.) yol açabilir. Son yıllarda özellikle kentleşme ve bireyselleşme sonucu insanların yeni bir stresle tanıştıklarından sık sık söz edilmeye başlanmıştır.Bu nedenle insanı kalabalık içinde yalnızlaştıran ve “Kır”ın doğal güzelliklerinden (yeşil alanlar) yoksun kentlerin çevre psikolojisi açısından ele alınması

Birey, Kültür ve Çevre Çevre-birey etkileşimi sorunlu olabileceği gibi, çözüm de üretebilir. Son on yılda çevreye ilginin altında yatan temel nedenlerden biri de çevrenin yeniden düzenlenerek bireye ve topluma katkısının arttırılmasıdır. (Bulut.Y.,Göktuğ ,T.H.:Sağlık Bulma Yönünde Çevresel Bir Etken Olarak İyileştirme Bahçeleri.GOÜ Ziraat F.Derg.2006,23(2),9-15.)

Birey açısından çevre bütüncül olarak ele alındığında üç ayrı çevreden söz edilebilir; a. Micro çevre:Kişsel alan, mahremiyet alanı b. Mezzo çevre; Evlerimiz,ailelerimiz, komşuluk ilişkileri,mahallelilik. c. Makro alan:Kentlerimiz,Kentsel Nüfus,Ulusal Bağlar vb. Kişiliğimizin karakteristiklerini algılarımız ve tutumlarımız bu

64

oluşturan çevrelerle


ilişkimiz sonucu oluşur. Microçevrede birey kendi çevresel sınırlarını resimdeki gibi sınırlamıştır; bireyin yer aldığı merkezden çevreye doğru, özel alan (0-0.50 m.), kişisel alan (0.50-1.20 m.), sosyal alan (1.20-3 m.) ve ortak alan (3.m sonrası) ortalama uzaklık birimleri ile birlikte verilmektedir. Bu sınırlar bireyin algı ve tutumlarını doğrudan etkiler.Sınırların çeşitli şekillerde ihlali bireyde kaygı yaratır.Özellikle batı bireyci kültürlerinde bu sınırlar oldukça belirgin iken, bizim gibi gelenekçi -toplulukçu Asya kültürlerinde bu sınırlar biraz daha geniş ve esnektir. (şema 3 ve şema 4) (Kağıtçıbaşı,Ç:İnsan ve İnsanlar) (Şerif,M.,Şerif,C.:Sosyal Psikolojiye Giriş (2 cilt),Sosyal Yayınları,1995).

Şema 3:Bireyci Kültürde Birey-Çevre İlişkileri

Şema 4:Toplulukçu Kültürde Birey-Çevre İlişkileri

65

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Sağlık ve Çevre

SONUÇ

Birey – çevre ilişkileri düzenlendiğinde kültürel özellikler mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Birey çevreyle özdeşleşmeyi kendi kültürü doğrultusunda gerçekleştirmektedir. Yeşil alanlar, yaşam alanları oluşturulurken bireye ve topluma huzur veren, olumlu çağrışımlar yaptıran ve sonuçta stresini azaltan ya da stresiyle başa çıkmasının kolaylaştıran etkenler öncelikli olmalıdır.

İster dağlar ovalar gibi doğal olsun, ister binalar,köprüler, cami ve kiliseler gibi yapay, ister diğer insanlarla ilişkileri düzenleyen sosyal, ister uzaklıkla ilişkili micro,mezzo ve makro insan ilişkileri olsun, çevre gelişimin her döneminde önemlidir. Kültürle de ilişkili olarak algılanan ve içselleştirilen/özdeşleştirilen çevreye ilgi gelecek on yıllarda da önemli yerini koruyacaktır.

Psikiyatrik tedavi girişimlerinde de yaşam ve yeşil alan düzenlemelerinin özel bir önemi bulunmaktadır. Hastalara yönelik meşguliyet yada beceri kazandırma tedavilerinde bahçe düzenlemeleri özel bir öneme sahiptir. Hastaların birlikte etkinlikte bulundukları bu bahçelerde peysajdan, ürün elde etmeye kadar birçok etkinlik düzenlenebilmektedir. Hastalar birlikte olmanın, öğrenmenin, deneyimini paylaşmanın, üretmenin ve belki de en önemlisi kendi bedeni dışında bir şeylerle olumlu uğraşmanın verdiği etki ile iyileşmelerinde önemli gelişmeler olabilmektedir. Yerel yönetimler son yıllarda özellikle büyük kentlerde (İstanbul, Ankara, Bursa) “hobi bahçeleri” oluşturmuşlardır. Yalnızca hasta insan değil sağlıklı insanın da sağlığını korumak ve daha sağlıklı bir yaşamı için yeşil alana olan gereksinim ve ilgi günümüzde giderek artmaktadır.Kentli bireyin kentiyle “aidiyet bağı” kurması için çevre düzenlemelerinin özel bir yeri vardır.Bu bağlamda yerel yönetimlerin bu alana ilgilerinin artacağı beklenmektedir.

66


KAYNAKLAR 1. 2. 3. 4. 5. 6.

Morval, J.(Çev:N.Bilgin,): Çevre Psikolojisine Giriş,Ege Ü.Basımrvei,1995. Güvenç,B.:İnsan ve Kültür,Remzi Kitabevi,1994 Kağıtçıbaşı,Ç:Sosyal Psikoloji,Evrim yayınevi,1984. Şerif,M.,Şerif,C.:Sosyal Psikolojiye Giriş (2 cilt),Sosyal Yayınları,1995 Güvenç,B.:İnsan Ve Kültür,Remzi Kitabevi,1994 Bulut.Y.,Göktuğ ,T.H.:Sağlık Bulma Yönünde Çevresel Bir Etken Olarak İyileştirme Bahçeleri.GOÜ Ziraat F.Derg.2006,23(2),9-15.

67

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


DİYARBAKIR’DA ÇÖP SORUNU VE KATI ATIK YÖNETİMİ

68


Kentlinin Temizlik Kültürü ve Değişimi Ortak kullanım alanlarında yaşamsal faaliyetlerin yürütülmesinde üretim ve tüketim faaliyetleri sonucu atık üretilmektedir. Kentlerdeki insan nüfusun gün geçtikçe artması ile beraber üretilen atık miktarı ve çeşitliliğinde artışı beraberinde getirmektedir. Diyarbakır’da 1970 öncesinde kentli yaşam kültüründe temizlik olgusu önemli bir yer tutmaktaydı. Genel itibariyle 2-3 kat olan evlerde kent sakinleri her sabah kültürleri gereği yaşam konutlarının sokaklara açılan kapılarını komşularının konutuna kadar temizlemekteydi. Ancak kentlere göçlerin artması ve çok katlı binaların inşasıyla bu kültürdeki alışkanlıklar terk edilmeye başlamıştır. Bu bozulmayla beraber kirli bir Diyarbakır ile kentli yüz yüze kalmıştır.

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Kent merkezinde toplanan atıkların bertarafı ile ilgili 1989-1994 tarihlerinde Urfa Yolu Talaytepe yamacındaki çukur alanlara ve 1989 yılı öncesi Dicle nehir yatağına ve 10 gözlü köprü civarına atıklar istiflenmiştir. Mevcut durumda da eski Urfa Yolu 37. km.’deki Keşiştepe mevkiinde vahşi depolama sahasında atıklar bertaraf edilmektedir.

Kent Temizliği Sorunu ve Çözümleri Yukarıdaki kent temizliği gültürünün aşınmasıyla özellikle 1980 yıllarından sonra kirli bir Diyarbakırı temizlemek amacıyla çalışmalar başlatılmış ve bu çalışmalar 2000 yılından sonra sistematik bir şekilde yürütülmeye başlandı. Ticari alanların yoğunluğu nedeniyle ana caddelerdeki kirlenme oranı diger alanlara göre daya yüksektir. Bunun nedeni esnafın atıklarını geçici biriktirme kutularının olmaması ve zamansız yapılan temizlik sonucu toplanan atıkların caddeye atılmasıdır. Bir diğer etken ise ticari alanlarda alış-veriş amacıyla bulunan kentlinin aparatif yiyecek ambalajlarının caddelere gelişi güzel atmasıdır. Ana caddelerdeki kirliliğin azaltılması esnafın iş yerlerinde geçici atık biriktirme kutuları bulundurmaları, caddelere ambalaj atıkları biriktirme kutularının bırakılması ve temizlik bilincinin geliştirilmesi ile sağlanacaktır. Ticari alan dışındaki mekanlarda kirliliğin birincil etkeni kentlinin günün her saatinde atıklarını sokak ve caddelere bırakılmasından kaynaklanmaktadır. Mevcut sistemde Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi sınırları içinde evsel nitelikli katı atıklar poşetlenerek sokak ve caddelewre bırakılmaktadır. Evsel mutfak atıklar ambalaj atıkları ile poştlenmeleri

69

Deniz KIRAÇ Çevre Müh. (Diyarbakır Büyükşehir Bel. Çevre Koruma ve Kontrol Daire Bşk. )


nedeniyle poşetlerde büyük oranda yırtılma ve bunun sonucu olarakta yaş atıklardaki sızıntı suların sokak ve caddelerdeki sert zeminlere sızmasına neden olmaktadır. Sızıntı sularının sokak ve caddelerin sert zeminlerinde uzun süre kalarak koku ve kenli sağlığını tehdit eden bir etken olmaktadır. Bu sorunun temel çözümü kent geneline öncellikle çok katlı yapılaşmanın olduğu bölgelerde hane halının sayısına göre uygun alanlara yeterli sayıda evsel atıkların geçici bırakılacağı konteynırların bırakılmalı. Ambalaj atıklarının geri dönüşü içinde siteleşmenin olduğu bölgelerde sitelerin uygun alanında ambalaj atıkları geçici biriktirme üniteleri yapılmalıdır. Bu uygulamalarda eş zamanlı olarak ve sürekli halkı bilgilendirme faaliyetleri yürütülmelidir. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi sınırları içinde toplanan atıklar eski Urfa Yolu 37. km.’deki keşiştepe mevkinde bulunan bir alanda depolanmaktadır. Depolama yöntemi vahşi depolamadır. Vahşi depolama nedeniyle depolama alanı bölgesinde bulunan yer altı suları sızıntı suları nedeniyle ciddi risk altında. Yaz aylarındaki kontrolsüz yanmalar nedeniyle oluşan emisyonlar hava kirliliğine neden olmaktadır. Depolama sahasın bu şekilde işletmesi ciddi çevre ve halk sağlığı riskini beraberinde getirmektedir.

Diyarbakır’ın Yeni Entegre Katı Atık Yönetimi Planı Entegre katı atık yönetim planı il diyarbakırdaki 11 belediyenin atık yönetimi oluşturularak, katı atıklarardan kaynaklı kirlilik ve yaşanan olumsuzluklar tamamen ortadan kaldırılacak. Bu hizmetin yürütülmesi amacıyla Diyarbakır

İli Çevre Hizmetleri Birliği kuruldu. Birlik birlik büyükşehir, Bağlar, Yenişehir, Kayapınar ve Sur Belediyelerinden oluşmakta. Diyarbakır EKAY projesiyle ; • Toplumsal bilinçlenme, katılım ve atıklardan kaçınma • Geri kazanım • Atık toplama ve cadde/sokak süpürme • Atık aktarma ve taşıma • Atıkların işlenmesi • Atıkların bertarafı • Tıbbi atıklar dahil özel atıkların yönetimi • Kurumsal yapı Konularında yaşanan sorunlar çözülecektir. Birlik Belediyesi sınırları dahilinde sürekliliği olan eğitim çalışmaları başlatılacak. Bu eğitim çalışmaları basın yayın yoluyla, okullarda verilecek eğitimlerle ve halkla yüz yüze gerçekleştirilecek görüşme progremlarla yürütülecektir. Yürütülecek eğitim çalışmalarında temel amaç kent sakinlerinin tüketim alışkanlıklarından kaynaklı atık üretimini minimize etmek ve geri kazanımın desteklenmesi sağlanacak. Sürdürülebilir bir çevre için geri dönüşü mümkün olan kuru ve yaş atıkların ayrı toplanması ve yeniden kullanımı sağlanacak. Dönüştürülebilecek atıklar kaynağınada ayrı biriktirilecek ve toplanacak. Diyarbakır kent merkezinde kurulacak ayırma tesisinde atıklar sınıflarına göre ayrılarak atık işleme tesisilerine nakil edilecek. Yaş atıklarda yıllık 15.000 ton/yıl kapasiteli kompost tesisinde işlenerek tarımsal alanda kullanımı sağlanacak.

70


Birlik sınırları içindeki 11 belediyenin sokak ve caddelerindeki atıkların süpürülmesi ve toplanması işlemi birlikteki tek organizasyon ile yürütülecek. Sokakların temizliğinde vokumlu süpürme araçlarına öncelik verilecek. Toplama sisteminde geçici biriktirme için sokak ve caddelere yeterli sayıda alandaki yapı goğunluğunun dağılımına göe aralıklı olarak konteynır bırakılır. Atık toplama işleminde hidrolik sıkıştırmalı kapalı sistem araçlar kullanılacak. Atık aktarma istasyonları birlik üyesi belediyelerinin nüfus durumuna göre inşa edilecek. Büyükşehir belediyesi sınırları içindeki atıkların aktarımı mevcut aktarma istasyonu revize edilerk kullanılacak. Ancak aktarma istasyonu olmayan merkez ileçelrin dışındaki ilçelere yeni aktarma istasyonları inşa edilecektir. Aktarma istasyonlarından bertaraf sahasına taşıma işlemi kapalı sistem araçlarla yapılacak. Düzenli depolama sahalarında depolanabilecek atıkların nihai depolaması için bir düzenli depolama sahası inşa edilecektir. Bu düzenli depolama sahası AB sıtandartlarına göre dizayn edilecek. Zemin sızdırmazlık, sızıntı suların toplanması ve ileri düzeyde arıtılması ve depolanan atıkların sıkıştırılarak günlük örtülmesi ile olumsuz çevresel etkiler ortadan kaldırılacak. Depolama sahasında oksijensiz yanmadan kaynaklı meydana gelen gazlar elektrik enerjisine dönüştürülecek . Elektrik üretimi demoplama sayasının işletime açılmasından 5 yıl sonra yapılacak. Üretilen elektrik enerji ilgili kurumlarla yapılacak anlaşmalar ile satışı sonucu gelir elde edilecek. Elde edilecek bu gelir saha işletme giderlerini 10. yıldan sonra tamamen karşılayacak miktardadır. Birlik sınırları içinde sağlık kurum ve kuruluşlarında üretilen tıbbi atıklar ilgili yönetmenliklere uygun olarak toplanacak. Diyarbakır merkezdeki aktarma istasyonu alanında kurulacak sterilizasyon tesisinde toplanacak atıklar sterilasyon tesisinde işlendikten sonra evsel nitelikli atıklarla depolama sahasına taşınacaktır. Tehlikeli atıkların geçici depolama ünitesi düzenli depolama sahası alanı içinde gerçekleştirilecektir. Yukarıdaki çalışmaların tek elden daha iyi ve daha hızlı yürütülmesi için

71

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


kurumsal yapı güçlendirilecek. Mevcut durumda yönetmenlikler gereği atık hizmetlerini her belediye kendi sınırları içinde yürütmektedir. Bu durum hizmetlerde farklılık ve hizmetlerin yürütülmesinde daha yüksek maliyetlerin harcanmasına neden olmaktadır. Diyarbakır EKAY projesinin hayata geçmesiyle beraber birlik üyesi belediyelrin atık yönetimindeki hizmetleri birlikçe yürütülür. Bu hizmetlerin karşılığı olarak ilgili belediylere nüfusları ve yönetmenliklerdeki görevleri oranında mali aktarım yapacaktır. Diyarbakır EKAY projesinin hayata geçmesiyle Diyarbakır İli Çevre Hizmetleri Birliği üyesi 11 belediyenin atık yönetim sistemi 20 yıllık süreyle oluşturulacak ve AB standartlarında atık yönetimi hizmeti verilecektir.

72



ÇEVRE YÖNETİMİ

74


Çevre Yönetimi Şube Müdürlüğü Çevre Yönetimi Şube Müdürlüğü’nün Görevleri a. Çevre kirliliği ile ilgili olarak mahallinde ölçüm ve tespit yapmak, b. Kurulacak tesisler için Bakanlık ve Valilik Makamı’nca istendiğinde alıcı ortam özelliklerine göre çevre kirliliği yönünden görüş vermek, izlemek ve gerektiğinde müdahale etmek, c. Atıklar ve kimyasallar ile ilgili olarak belirlenen esaslara göre verilen görevleri yapmak, d. Gerekli durumlarda hazırlanan acil müdahale planına göre verilen görevleri yapmak, e. Kara kökenli kirleticilerin neden olduğu kirliliği önlemek ve azaltmak için alınan önlemleri uygulamak, f. Su kaynaklarının ekolojisini bozacak kirlenmeye neden olacak her türlü faaliyetin kuruluş aşamasından itibaren denetimini yapmak, g. Kuruluşlarca yapılan ve yerel yönetimler tarafından izin verilen tesisler ile yerel yönetimlerce yapılan atık toplama ve deşarj sistemlerinin Çevre Kanunu ile ilgili Yönetmeliklerde belirtilen çevre standartlarına göre kontrolünü yapmak, h. Mahallinde çevreye olumsuz etkileri olan her türlü faaliyeti izlemek, denetlemek, tehlikeli hallerde ya da gerekli durumlarda faaliyetleri durdurmak için gerekli işlemleri başlatmak, ayrıca mahallinde mevcut uygulayıcı kurum ve kuruluşların bu konudaki taleplerini Bakanlığa iletmek, i. İlin doğal zenginliklerini göz önünde bulundurarak korunması gerekli görülen alan ve kaynakları tespit etmek, özellikleri ile birlikte Bakanlığa sunmak, j. Arazi kullanım kararlarına uygun olarak tespit edilen alanlarda koruma ve kullanım esaslarına ilişkin olarak yapılacak uygulamalara katılmak ve İldeki kuruluş temsilcileri ile işbirliği yapmak, k. Mahalli Çevre Kurulu kararı gereğince, çevre kirliliğinin önlenmesi ve çevrenin iyileştirilmesine ilişkin il düzeyinde uygulama programları hazırlamak, uygulamaları izlemek, diğer bakanlıkların ilde mevcut taşra teşkilatları ve kuruluşlarla işbirliği yapmak ve koordinasyonu sağlamak, l. Çevre Kirliliğini Önleme Fonu gelirlerinin diğer Bakanlıkların il düzeyindeki Taşra Teşkilatları kuruluşlarca yapılan tahsilâtlarını izlemek ve fona ilişkin gelir paylarının fona intikalini sağlamak, m. Mahalli Çevre Kurulunun sekretarya işlerini yürütmek,

75

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Murat HASPOLATLI İl Çevre ve Orman Müdürü


n. İldeki çevre ile ilgili eğitim faaliyetlerini düzenlemek.

Çevre Yönetimi Şube Müdürlüğü Mevzuatı 2872 Sayılı (Değişik 5491 sayılı) Çevre Kanunu

Yönetmelik (Resmi Gazete Tarihi : 05.07.2008 | Sayısı : 26927) • Tıbbi Atıkların Kontrolü Yönetmeliği (Resmi Gazete Tarihi : 22.07.2005 | Sayısı : 25883) • Bitkisel Atık Yağların Kontrolü Yönetmeliği (Resmi Gazete Tarihi : 19.04.2005 | Sayısı : 25791)

Hava Yönetimi • Hava Kalitesi Değerlendirme ve Yönetimi Yönetmeliği (Resmi Gazete Tarihi : 06.06.2008 | Sayısı : 26898) • Sanayi Kaynaklı Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği (Resmi Gazete Tarihi : 03.07.2009 | Sayısı : 27277) • Egzoz Gazı Emisyonu Kontrolü Yönetmeliği (Resmi Gazete Tarihi : 04.04.2009 | Sayısı : 27190) • Isınmadan Kaynaklanan Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği (Resmi Gazete Tarihi : 13.01.2005 | Sayısı : 25699) • Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliği (Resmi Gazete Tarihi : 04.06.2010 | Sayısı : 27601) • Ozon Tabakasını İncelten Maddelerin Azaltılmasına İlişkin Yönetmelik (Resmi Gazete Tarihi : 12.11.2008 | Sayısı : 27052 )

Kimyasallar Yönetimi • Büyük Endüstriyel Kazaların Kontrolü Hakkında Yönetmelik (Resmi Gazete Tarihi : 18.08.2010 | Sayısı : 27676) • Tehlikeli Maddelerin ve Müstahzarların Sınıflandırılması, Ambalajlanması ve Etiketlenmesi Hakkında Yönetmelik (Resmi Gazete Tarihi : 26.12.2008 | Sayısı : 27092) • Tehlikeli Maddelere ve Müstahzarlara İlişkin Güvenlik Bilgi Formlarının Hazırlanması ve Dağıtılması Hakkında Yönetmelik (Resmi Gazete Tarihi : 26.12.2008 | Sayısı : 27092) • Bazı Tehlikeli Maddelerin, Müstahzarların ve Eşyaların Üretimine, Piyasaya Arzına ve Kullanımına İlişkin Kısıtlamalar Hakkında Yönetmelik (Resmi Gazete Tarihi : 26.12.2008 | Sayısı : 27092) • Kimyasalların Envanteri ve Kontrolü Hakkında Yönetmelik (Resmi Gazete Tarihi : 26.12.2008 | Sayısı : 27092)

Atık Yönetimi • Tehlikeli Atıkların Kontrolü Yönetmeliği (Resmi Gazete Tarihi : 14.03.2005 | Sayısı : 25755) • Katı Atıkların Kontrolü Yönetmeliği (Resmi Gazete Tarihi : 14.03.1991 | Sayısı : 20814) • Atıkların Yakılmasına İlişkin Yönetmelik • (Resmi Gazete Tarihi : 06.10.2010 | Sayısı : 27721) • Atık Yönetimi Genel Esaslarına İlişkin

Su ve Toprak Yönetimi • Atıksu Altyapı ve Evsel Katı Atık Bertaraf Tesisleri Tarifelerinin Belirlenmesinde Uyulacak Usul ve Esaslara İlişkin Yönetmelik (Resmi Gazete Tarihi : 27.10.2010 | Sayısı : 27742) • Evsel ve Kentsel Arıtma Çamurlarının Toprakta Kullanılmasına Dair Yönetmelik (Resmi Gazete Tarihi : 03.08.2010 | Sayısı :

76


• • • •

27661) Toprak Kirliliğinin Kontrolü ve Noktasal Kaynaklı Kirlenmiş Sahalara Dair Yönetmelik , Yönetmelik Ekleri (Resmi Gazete Tarihi : 08.06.2010 | Sayısı : 27605) Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği (Resmi Gazete Tarihi : 31.12.2004 | Sayısı : 25687) Kum Çakıl ve Benzeri Maddelerin Alınması ve İşletilmesinin Kontrolü Yön (Resmi Gazete Tarihi : 08.12.2007 | Sayısı : 26724)

Ölçüm ve İzleme • İyi Laboratuvar Uygulamaları Prensipleri, Test Birimlerinin Uyumlaştırılması, İyi Laboratuvar Uygulamalarının ve Çalışmalarının Denetlenmesi Hakkında Yönetmelik (Resmi Gazete Tarihi : 09.03.2010 | Sayısı : 27516) • Çevre Ölçüm ve Analiz Laboratuvarları Yeterlik Yönetmeliği (Resmi Gazete Tarihi : 05.09.2008 | Sayısı : 26988)

İzin ve Denetim • Çevre Görevlisi ve Çevre Danışmanlık Firmaları Hakkında Yönetmelik (Resmi Gazete Tarihi : 12.11.2010 | Sayısı : 27757) • Çevre Kanununca Alınması Gereken İzin ve Lisanslar Hakkında Yönetmelik (Resmi Gazete Tarihi : 26.04.2009 | Sayısı : 27214) • Çevre Denetimi Yönetmeliği (Resmi Gazete Tarihi : 21.11.2008 | Sayısı : 27061)

Çevre Yönetimi Şube Müdürlüğü – Teknik Eleman Durumu 9 adet Mühendis

Çevre Yönetimi Şube Müdürlüğü Atıksu Arıtma Tesisi • İlimizde Büyükşehir Belediyesi yönetiminde 135.000 m3/gün kapasiteli 1 adet atıksu arıtma tesisi bulunmakta, tesis fiziki arıtma olarak hizmet vermektedir. • Tesisin biyolojik arıtma kısmı IPA kapsamında projelendirilmiştir. • Katı Atık Depolama Sahası • İlimizde evsel nitelikli katı atıklar vahşi depolama yöntemiyle biriktirilmektedir. • Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığınca Düzenli Depolama

77

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Tesisi Projesi hazırlanmış olup projenin ÇED ve fizibilite süreci bitmiştir. Bakanlığımız tarafından gerekli finansmanın sağlanması halinde proje faaliyete geçirilecektir.

İlimizde günlük;

kağıt ve plastik atıklarının toplanarak tekrar ekonomiye kazandırılması işlemine başlanmıştır. • Başta okullar olmak üzere tüm Kamu Kurum ve Kuruluşlarına geri dönüşüm kutuları dağıtılmıştır.

• 580 ton evsel nitelikli katı atık, • 4,25 ton tıbbi atık toplanmaktadır.

2010 yılı sonu itibariyle; • 75 Adet B Grubu Emisyon İzni, • 7 Adet deşarj İzni verilmiş, • 36 Adet Atık Su Arıtma Projesi onaylanmıştır.

Isınmadan Kaynaklı Hava Kirliliği • İlimizde 4 yıl öncesine kadar kalorifer yakıtı satan firmalara hiçbir cezai müeyyide uygulanmamışken son 5 yılda toplam 53 firmaya cezai müeyyide uygulanmıştır. • 1990 - 2004 yılları arasında ilimizde SO2 miktarı ortalama 172 µg/m3 iken İl Müdürlüğümüzce yapılan çalışmalar neticesinde son 5 yılda bu oran ortalama 44 µg/m3 olmuştur. Ülkemizde bir ilk olarak İl Müdürlüğümüz tarafından hazırlatılan internet tabanlı bir yazılım ile ilimize girişi yapılan kömürlerin tüm detaylarıyla bilgisayar ortamında anlık olarak izlenebilmesi sağlanmıştır.

Geri dönüşümün sağlanması için bir araç ve bir telefon hattı (444 10 21) tahsis edilmiştir.

• İl Müdürlüğümüzce, ilimizdeki kamu kurumlarında gizlilik arz eden evrakların geri dönüşüme kazandırılması amacıyla bir kağıt imha makinesi alınarak kurumların hizmetine sunulmuştur.

Geri Dönüşüm • Ülkemizde bir ilk olarak İl Müdürlüğümüzce başta okullar olmak üzere tüm Kamu Kurum ve Kuruluşları ile Sivil Toplum Örgütlerinin

78


Çevre Eğitimi • Çevre eğitimi ile ilgili profesyonel bir eğitim CD si, bir kitap, birer adet Çevre ve Orman Andı hazırlanarak ilimizdeki tüm okul ve öğretmenlere dağıtımı yapılmıştır. • İlimizdeki tüm okullarda (ilçe ve köy okulları dahil) slayt destekli çevre eğitimleri verilmiştir. • Bu eğitim seti ülkemizdeki • Tüm İl Çevre ve Orman Müdürlükleri, • Tüm İl ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüklerine dağıtılmıştır.

79

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


DİYARBAKIR’DA KENTLEŞME SORUNLARI



DİYARBAKIR’DA ŞEHİRCİLİK VE ÇARPIK KENTLEŞME

82


ÖZET Diyarbakır, tarih boyunca konumu, önemli tarihi ticaret ve askeri ulaşım aksında yer alması, bölgesel merkez olması, toprağın verimi gibi özelliklerinden dolayı nüfus hareketlerine maruz kalmış ve birçok uygarlığa beşiklik etmiştir. Diyarbakır bu özelliklerinden dolayı, Mezopotamya bölgelerindeki kültürlerin kent gelişiminde etkin olmasına bağlı olarak karma bir kentsel morfolojiyi de bünyesinde barındırmıştır.

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Bulunduğu dönemin şartlarına ve özelliklerine göre şekillenen kentin bilinen ilk şehircilik uygulaması, biri birini dik kesen ana yolları ve bu yolların altından geçen kanalizasyon ağının yapımı ile Helen ve Roma dönemine tarihlenmiştir. Kent, Cumhuriyet dönemine kadar da egemenliğinde kaldığı devletlerin özelliklerini yansıtır biçimde gelişmiştir. Evler, camiler, kiliseler gibi anıtsal ve sivil mimarlık yapılarının konumu, sokak dokusu ve bu dokuyla ilişkisi gibi kentsel belirleyiciler, kentin şekillenmesinde etkili olmuştur. Cumhuriyet dönemi ile birlikte birçok Anadolu kentinde olduğu gibi Diyarbakır’ın kentsel gelişiminde Türkiye’de yaşanan tarihsel dönüm noktaları ve yaşanan nüfus hareketleri etkin rol oynamıştır. Bunların yanı sıra, kentin mekânsal yapısının ve makro formunun oluşumunda Dicle Vadisi, topografik yapı, surlar, ana ulaşım bağlantıları, imar planları gibi tarihi, coğrafi etkenler ile yatırım ve planlama kararları, kısıtlayıcı, çekici veya düzenleyici etkenler olarak belirleyici olmuşlardır.

Diyarbakır’da Tanzimat Dönemi Şehircilik Diyarbakır’da Tanzimat sonrası bayındırlık çabalarının ilkine 1868–1875 yılları arasında Diyarbakır’da valilik yapan Kurt İsmail Paşa döneminde rastlanılmaktadır. İlk kent dışına çıkış hareketi bu valinin Elazığ yolu üzerinde “Seyran Tepe” olarak bilinen yerde bir hastane, bir kışla, bir cami (Resim 1) ve “Mülkiye Dairesi”ni yaptırmasıyla başlar. Daha sonra ise bunları Rüştiye Okulu ile “Fis Kayası” üzerinde yaptırdığı bir sanat okulu izler. 1870 tarihli Vilayetler Kanunu ile vilayet merkezlerine İstanbul’dan gelen devlet memurlarının yerleştirilmesi, yeni tanımlanan yönetim işlevlerini barındırması için bir merkez inşa edilmiştir [1].

83

Türkan Kejanlı Dicle Üniversitesi Mimarlık Fakültesi turkanak@dicle.edu.tr


aksının da yenilenmesine yol açmıştır.

Resim-1 1940 Yılında Cami, Hastane ve Kışlanın Görünümü Şekil-1 1916 yılında yapılan imar operasyonları

XIX. yüzyıl sonlarına kadar kent sınırlarını korumuş, bu tarihten itibaren dış etmenler sonucu, kentsel arazi kullanımına eklenen demiryolu, yönetici merkez, göçmen mahallesi, askeri kışla gibi yeni öğeler ile birlikte büyüme ve değişme sürecine girmiştir [1]. Diyarbakır sur içi bölgesi kapalı orta çağ kenti olma özelliğini, XIX. yüzyılın ikinci yarısındaki bazı politikalarla dışa taşmaya başlayana kadar korumuştur. Cumhuriyetle birlikte bu kapalılık bozulmaya başlayacaktır. 1916 yılında sur içinde bir imar operasyonu yapılmış, Dörtyol-Saray kapısı arasındaki cadde açılmış, Dağ kapısından yeni gelişme alanlarına doğru geniş bir çıkış açılmış, bu sayede Dörtyol-Dağ kapı caddesi oluşarak Elazığ yolu ile ilişkilendirilen bulvarla bütünleştirilmiştir (Şekil 1). Dörtyol-Urfa kapı arası batı surlarına içten paralel giden bir cadde de sur içi ulaşım aksı olarak açılmıştır. Böylece Dörtyol bir trafik odağı haline getirilmiştir. Aynı zamanda bu operasyonlar, geleneksel ticaret aksının yeni caddelere doğru kaymasını sağlamış, kentin gelişme doğrultusunda yer alan Elazığ caddesinin “prestij ekseni” olarak gelişmesi sürecini başlatmış ve mevcut ticaret

Diyarbakır’da Cumhuriyet Sonrası Şehircilik ve 1932 Yılı İmar Planı Cumhuriyetin ilanı ile birlikte Ankara merkezli kent planlaması öne çıkmaya başlamıştır. Ankara’nın başkent olması ve modern kent yaratma çabaları Anadolu’daki birçok kent gibi Diyarbakır’ı da etkilemiştir. Jansen’in Diyarbakır’ı ziyareti ve bazı önerilerde bulunduğu sur dışı planında yer alan geniş bir alanın kamulaştırılması, ilk defa sur dışında kamu kuruluşlarının yerleşmesi şeklinde kentsel ölçeğe yansımıştır. Cumhuriyetten sonra büyük bir hızla başlayan imar faaliyetlerinin amacı, sur içine sıkıştırılan Diyarbakır şehrini dışarı çıkarmak ve yeni bir şehir kurmaktır [2]. Kent dışında da yeni bir yerleşim odağı yaratılmış ve kentin sur dışına taşması sağlanmaya çalışılmıştır. 1932 yılında Birinci Umum Müfettişinin yardımı ile “Nafia Vekaleti”nden Diyarbakır’a gönderilen bir fen heyeti Diyarbakır şehrinin imar planını yapmıştır (Şekil 2). Bu imar planına göre meydanları, caddeleri, parkları ve bütün modern ihtiyaçları ile eski Diyarbakır kenti yanında, Dağkapı ile İstasyon arasında modern bir kent kurulacaktır.

84


Cumhuriyet döneminde oluşan Avrupalılaşma ve “Bahçe Şehir” ütopyasının Türkiye’ye yansımasının bir sonucu olan sur dışına taşma ve batıya doğru genişleme biçimi Diyarbakır’da da yansımasını bularak, sur dışında bahçeli evler yapılması döneminin başlanmasına yol açmıştır [3]. Bu durum, sur içindeki kullanıcıların sur dışındaki bahçeli evlerde yerleşmeyi prestij meselesi sayarak o bölgelere kaymaları sürecini başlatmıştır. Yeni kent için öngörülen alanın Belediye tarafından tamamıyla istimlâk edilmesi, Devlet planlarına ve umumi yerlere ait kısımların ayrılarak diğer kısımlarının çok ucuz bir fiyat karşılığında halka satılması ve planın uygulanmasına başlanması dönemini ortaya çıkarmıştır. Yeni kent alanında 1 yıl içinde; Birinci Umumi Müfettiş Konağı, Kolordu Komutanı Konağı ve büyük bir garaj yapılmıştır. Dağkapı çıkışında ise, yolun iki kenarında Halkevi Binası, Ordu Evi, Halkevi Kütüphanesi, Vali Konağı, Nafia Binası, Belediye Evi ile özel bir ev yapılmıştır [2] (Resim 2, Şekil 3).

Şekil 2 1932 yılı İmar Planı. Kaynak: Neslihan Dalkılıç arşivi.

Resim 2 1933 yılında Dağkapı çıkışında, yolun iki kenarında, yer alan yeni binalar. (Kaynak: Gabriel, 1940)

85

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


yapılan barakalarla çevrelenmesine yol açtığı yıllardır. 1960’lı yıllara kadar sur dışındaki Yenişehir ve Kooperatif mahalleri ise planlı gelişmesini sürdürmüştür. Yenişehir Bölgesi, zamanla ticari ve merkezi işlevlerin geliştiği bir bölgeye dönüşmüştür. Şekil 3 Sur dışına çıkış. (Kaynak. Kejanlı, 2004)

Bunların yanı sıra, sur içi’nden başlayarak batıda demiryolu ile sınırlanan Yenişehir, Kooperatif ile Şehitlik mahallesinin bir kısmını kapsayan “Yenişehir bölgesi” gelişmeye başlamıştır. Yenişehir mahallesini Kooperatif ve Şehitlik mahallerinin kurulması izlemiş ve kent, bu bölgelerde planlı gelişme göstermiştir [4]. İmar planı yapılan alanlarda bahçeli ve düşük yoğunluklu konut dokusu, kamu yapıları ve kentsel donatı alanları yer almıştır. Sur içi bölgesinde yaşayan yüksek gelirli gruplar ile memurlar, Yenişehir Mahallesine doğru yer değiştirmiş ve sur içindeki konut alanlarının toplumsal açıdan niteliği farklılaşmış, sur içi, yaşanan bu süzülme hareketi ile küçük memurların ve köyden göçle gelenlerin yerleşme bölgesi durumuna gelmiştir [3]. Devlet İstatistik Enstitüsü verilerine göre kentin 1927 yılında 47 397 olan nüfusu, 1935 yılında 50 316 kişiye, 1940 yılında 66 103 kişiye, 1950 yılında 72 267 kişiye ulaşmış ve sur içindeki yoğunluk artarak tarihsel ekolojik avlulu evlerin yerine, niteliksiz yapıların inşa edilmesi sürecini başlatmıştır. Kent merkezini, içeriden ve dışarıdan saran ve sur diplerine yaslanan gecekondular, birer kuşak oluşturmuştur. 1950’li yıllar özellikle, Saray kapıdan itibaren kentin doğusunu çevreleyen sur diplerinin, teneke ve diğer metal artıklarıyla

1960’Lardan Sonra Diyarbakır’da Şehircilik ve 1962–1964 Yılı İmar Planları Türkiye’de 1960’lı yıllar ülke yönetiminde yeni bir dönemin başladığı yıllar olurken 1961 Anayasa’sı, devlet yapısında önemli değişikliklere yol açıp, önemli kurumsal yapıların oluşumuna öncülük etmiştir. Bunu takiben yerel yönetimlerde de yeni bir yapılanma sağlanmaya çalışılmış ve 1960–1963 yılları arasında yerel yönetimler merkezi idarenin yönetiminde kalmıştır. Merkezi idarenin tüm kentlerin sağlıklı planlanması yönündeki çalışmaları sonucu, 1962 yılında birçok kentte olduğu gibi Diyarbakır sur içini ve dışını kapsayan 6 paftalık 1/1000 ölçekli imar planları yapılmıştır [3]. Ancak, Diyarbakır’ın nüfusunun 1960 yılında ilk kez 100 binin üzerine çıkarak 124.718 kişiye ulaşmış olması, bu planların yetersiz kalmasına neden olmuştur. Bu dönemler, kırdan kente nüfus hareketlerinin yoğunlaştığı dönemlerdir. Tarımsal yapı çözülmüş, büyük köylü kütleleri kente göç etmeye başlamıştır. Diyarbakır, 1960’lara dek kamu yatırımları ve dengeli nüfus artışının getirdiği sosyoekonomik ortam içinde dengeli ve planlı kentsel gelişmeyi sürdürmekte iken, 1960 sonrası göç ve nüfus artışının baskısı, merkezi ve yerel yönetimlerin planlı kentleşmeyi yönlendirmedeki yetersizlikleri nedeniyle, genel olarak plansız bir gelişme süreci yaşamıştır [4].

86


Ancak kontrolsüz olarak gelişen bu durum, çevre tahribinin hızlanmasına yol açmıştır. Bunun bir yansıması, Bağlar Bölgesi’nin plansız biçimde hisseli parseller üzerinden denetimsiz olarak yapılaşması olarak görülmektedir. Kuzey doğusu demiryolu, batı ve kuzeyi karayolu ile sınırlanmış olan Bağlar Bölgesi, 1960 öncesi Anadolu kentlerine özgü bağların yer aldığı bir bölge iken, 1963’ten başlayarak kuralsız ve denetimsiz biçimde yapılaşmıştır. Başlangıçta hisseli parseller üzerinden gecekondu niteliğinde kaçak yapılaşma biçiminde süren gelişmeler, göç ve nüfus artışının da baskısı ile kaçak apartman yapımına dönüşmüştür. 1960’ların ikinci yarısında Diyarbakır’ın nüfusu 162.467 kişiye ulaşmış, Bağlar’da başlayan plansız gelişme devam etmiş, 1970’lere kadar demiryolu istasyonunun doğusu planlı, batısı plansız gelişen ikili bir kent yapısı oluşmuştur. Diyarbakır’ın 1965–1967 yıllarında da 1/1000 ölçekli sur içi ve sur dışı planları hazırlanarak yürürlüğe konmuş, kent, kale dışındaki gelişimini bu plan çerçevesinde gerçekleştirmiştir [3]. Bu plan, sur dışındaki apartmanlaşmayı yaygınlaştırıcı nitelikteki kararlara sahipken, sur içinde de çok katlı betonarme binaların yapılmasının yasal zeminini oluşturmuştur. Sürekli bir nüfus artışına maruz kalan Diyarbakır’ın nüfusu ise, 1970 yılında 238 504 kişiye, 1975 yılında 281 960 kişiye ulaşmıştır. Artan nüfusun konut talebi Kayapınar Bölgesinde başlangıçta kırsal nitelikli Kayapınar (Peyas) yerleşiminin çevresinde ve 1970’lerde Huzurevleri bölgesinde plansız gelişmeler biçiminde olmuştur. Diyarbakır kentinin gelişmesini kısıtlayan doğal ve yapay eşikler aynı zamanda gelişme yönlerini etkilemiş, kentin makraformunun oluşumunda belirleyici olmuş, Dicle vadisinin batı yamaçlarının topografyası doğu yönündeki gelişmeyi sınırlandırmıştır. Havaalanı güney-batıdaki gelişmeleri, kuzeydeki askeri alan ise bu bölgedeki gelişmeleri kısıtlamıştır (Şekil 4).

Şekil 4 Diyarbakır çevre yolları planı ve kentin sınırları

87

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


1960 sonrası plansız ve yağ lekesi gibi yayılma eğilimi gösteren kent, mevcut yollar ve yeni açılan karayolu bağlantıları boyunca gelişme göstermiştir[4]. Kent dışında kamu tarafından 1978’de kurulan Tekel Tütün Fabrikası, 1968’de başlanan küçük sanayi sitesi, Sümerbank İplik Fabrikası gibi çalışma alanları ile kent dışında yer seçen kamu kuruluşlarının çekiciliği de kent makroformunun oluşmasında etken olmuştur. Bu ve benzeri etkilerle kuzeyde 1975’lerde Elazığ yolu çevresinde Seyrantepe, 1970’lerde Sanayi civarında Huzurevleri, Şehitlik Mahallesi’nde Ben-u Sen Bölgesi’nde kamu arazisi işgali ya da hisseli parseller üzerinde yapılmış gecekondu bölgeleri oluşmuştur [4].

1980’lerden Sonra Diyarbakır’da Şehircilik ve 1985-1994 Yılı İmar Planları Diyarbakır kentinin nüfusu, 1980 yılında 374 264 kişiye, 1990 yılında ise, 600 640’a ulaşmıştır. Bağlar bölgesinde 1960’lardan sonra başlayan plansız yapılaşmaya, 1985 planı ve 1994 planı ile planlanma ve denetim arayışı getirilse de bu çabalar yeterli olamamış, altyapısız, plansız gelişme yoğunluk artışı ile sürmüştür. 1985’lerde, yeni Mardin ve Urfa yollarının da etkisiyle gelişmeler bu yolların çevresine kaymış, bu bölgelerde işyerleri ve kamu kuruluşlarının yanı sıra planlı ve plansız konut gelişmeleri yoğunlaşmıştır. 1985 yılında yürürlüğe giren planın alanı Sur, Yenişehir, Bağlar ve o dönemde köy statüsünde olan Kayapınar bölgesidir [4]. 1985 sonrası kentin yayılma alanı Şanlıurfa ve Elazığ yolu ile bu yollar arasındaki Kayapınar Bölgesi’nde yoğunlaşmıştır. Bu dönemde, güneyde Şehitlik bölgesi büyümesini sürdürmüştür. Kentin

mekânsal gelişme sürecinde, bazı eski kırsal yerleşme alanları da kentin yayılma alanı içinde kalmıştır [4]. 1990 yılının temel olgularından biri, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yaşanan ve “zorunlu göç” olarak adlandırılan nüfus hareketinin oluşması ve kentlerde nüfusun artmasına bağlı olarak yaşanan yoğunlaşma baskısıdır. Türkiye’deki birçok kent merkezinde olduğu gibi Diyarbakır da bu durumdan etkilenmiş ve göç eden kesimin tercih ettiği kent merkezlerinden biri olmuştur. Yaşanan bu durum yerleşme alanlarını etkilerken, geleneksel ticaretin yoğun olduğu sur içi bölgesi ile zaten bir kısmı çarpık gelişen bağlar bölgesi daha fazla yoğunlaşma baskısına maruz kalmıştır. Yeni göç edenler, genellikle daha önce köyden göçerek yerleşen ailelerin yanına sığınmış ya da aynı avlu üzerinde niteliksiz kaçak yapılar yaparak bu alanlara yerleşmiş, böylelikle mevcut parseller kendi içinde bölünmüş ve yoğunluk artmıştır. Bu bölgeler, yapılaşma, sosyal ve teknik altyapı eksikliği, nüfus yoğunluğu ve sosyo-ekonomik açılardan kentin en sorunlu bölgelerinden birisi olmuştur. Ayrıca, yoğun göç bir taraftan, 5 Nisan, İplik Fabrikası ve Beşyüzevler gibi hiçbir altyapı hizmetinin gitmediği yeni semt ve mahallelerin doğmasına yol açmış, diğer taraftan da öncelikle Bağlar ve sur içinin dışında Şehitlik, Ofis, Yenişehir, gibi kentin eski yerleşim alanlarının değişmesine ve özellikle bu bölgelerde dikey büyümelerle konut ve nüfus yoğunluklarının artmasına neden olmuştur. Gözeli, Yolaltı ve Dokuzçeltik gibi köy yerleşmeleri kent alanına katılmış, Huzurevleri, Kayapınar, Dicle Mahallesi

88


ve Benu-Sen gibi mahallelerde gecekondulaşma katlanarak artmıştır [4]. Şekil 5’de Diyarbakır’da göç alan bölgeler verilmiştir.

Şekil-5 Diyarbakır’ın hali hazır durumu ve göç alan bölgeler. Kaynak: Yıldırım, M. 2001

1990’ların ikinci yarısında yaşanan bir gelişme süreci de Seyrantepe, Aziziye mahallesindeki toplu konut gelişmesidir. 1970’lerde Seyrantepe civarında başlayan gecekondulaşmayı önlemek amacı ile 1983’te Gecekondu Önleme Bölgesi olarak planlanan arazi kamu eline geçmiştir [4]. Toplam 266 hektarlık bölge 1994 yılında Toplu Konut bölgesi ilan edilmiştir. Bunun 165 hektarlık bölümü Gecekondu Önleme Bölgesi olarak 1983’te kamulaştırılmıştır. 22 hektarlık bölümü üzerinde kaçak yapılaşma ve gecekondu bulunan bölgede 1994’ten bu yana 3 etapta 3586 konut üretilmiştir. Bunun yanı sıra, Elazığ yolu üzerinde Üçkuyu Bölgesi’nde de 188,24 hektarlık toplu konut alanı planlanmıştır. Alanın %57’si TOKİ’ye ait olup, diğerleri özel mülkiyettedir. Toplu konut alanında yaklaşık 4600 konuta (23,000 nüfusa) yönelik planlama yapılmıştır. 1. etap proje çalışmaları TOKİ tarafından sürdürülmektedir. Son dönemlerde, özellikle 1990 sonrası gelişmeler Elazığ ve Şanlıurfa yolları arasındaki Kayapınar Bölgesine kaymıştır. Bu bölgenin plansız gelişimi, 1985 planı ile kontrol altına alınmaya çalışılmıştır. Bu bölgede düşük yoğunluklu Diclekent konut kooperatifi ve benzeri gelişmeler bölgenin çekiciliğini arttırarak planlı gelişmeyi de özendirmiştir. Ancak 1994 ve daha sonraki planlar ile yapılan revizyonlar ve yeni plan çalışmaları

89

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


ile bölgenin yoğunlukları 1985 planına göreli olarak 3–4 kat artırılmıştır. Bu bölge kentin başlıca gelişme alanlarından birisi olup, temel sorunu aşırı yoğunlukla gelişme eğilimidir. Şanlıurfa, Elazığ, Silvan ve Mardin yolları ulaşabilirlikleri nedeniyle çeşitli kullanımların ve kentsel fonksiyonların çekim alanları durumundadır. Kentin makroformu bu yollar üzerindeki gelişmelerle saçaklanmaktadır. Yolların çevresinde akaryakıt ve servis istasyonları gibi yolboyu tesisler, satış yeri, galeriler, sanayi, depolama tesisleri, kamu kurumları, farklı nitelikte yerleşim alanları gibi kentsel kullanışlar yer seçmektedir. Bu yollardan Şanlıurfa ve Elazığ yollarının çevresi, mikroklima vb açılardan çekici olması nedeniyle, konut yerleşimi açısından da çekicidir. Yenişehir Bölgesi ile Şehitlik, Bağlar ve Kayapınar yerleşmelerinin bir bölümü düzenli ve planlı gelişme gösteren kent parçalarıdır. Toplam konut alanlarının %36’sı düzenli gelişen bölgelerden oluşmuş, Bağlar, Huzurevleri, Seyrantepe, Şehitlik, Dicle yamaçları Yeniköy gibi bölgelerde ise, konut alanlarının %26’sı düzensiz ve plansız gelişmiştir [4]. Kayapınar yerleşmesinin, Diyarbakır Belediyesi Mücavir alandan çıkarak ayrı belediye olarak örgütlenmesi ve bu bölgedeki gelişme baskıları gelişmelerin plan değişiklikleri ile yönlendirilmesini önlemek amacı ile Kayapınar bölgesi 2005 yılında bütün olarak planlanmıştır. Bu planla, plan sınırları batı ve kuzey batı yönünde genişletilmiştir. Planlama raporuna göre, 2287 hektar alan planlanmış olup bunun 143 hektarı mevcut, 723 hektarı gelişme konut alanı

niteliğindedir. Kayapınar İmar Planı ile bölgenin yoğunlukları artırılmış, 1985 onaylı planlara göre yoğunlukları iki katına çıkartılmıştır. Halen kentin en fazla gelişen bölgesi niteliğinde olan bölgede imar planlarının en önemli sorunu yoğunlukların yüksek olmasıdır.

SONUÇ Kent, belirli dönemlerde yaşanan hızlı nüfus artışı ve paralel olarak kentsel hizmetlerin sunulamaması problemiyle karşı karşıya kalmıştır. Aşırı nüfus artışı nedeniyle uzun aralıklarla yapılan imar planları büyüyen nüfusun ve ihtiyaçların gerisinde kaldığı için yetersiz kalmış, plan hazırlamada ve uygulamada sorumlu yerel yönetimlerin ihmali sonucu, gecekondulaşma ve sağlıksız yaşam çevreleri oluşmuş, önemli mekan, planlama ve altyapı sorunları doğmuştur. Yetersiz yaya ve trafik yolu, yetersiz yeşil alan, tarım topraklarının, doğal ve tarihi değerlerin zarar görmesi, güvenlik, görsel ve işitsel kirlilik, hava kalitesinin bozulması gibi problemler de çoğalmıştır. Son yıllarda yaşanan planlı kentsel bölgelerin gelişimi kısmen iyi olsa da yoğunlukların yüksek tutulması ayrı bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Sonuç olarak, Diyarbakır kenti aldığı göçler ve bunu karşılamayan imar planlarının bir sonucu olarak çarpık kentleşmeye maruz kalmış bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır.

90


KAYNAKLAR 1. Arslan, R., “ Diyarbakır Kentinin Tarihi ve Bugünkü Konumu”, Diyarbakır: Müze Şehir, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, ss. 80–107, 1999. 2. Cumhuriyetin 15. Yılında Diyarbakır, 1935. 3. Kejanlı, D. T., “Anadolu’da Kale Kentler ve Koruma Sorunları: Diyarbakır Kale Kenti”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul, 2004. 4. Diyarbakır Nazım İmar Plan Raporu, 2005.

91

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


ŞEHİRLEŞMEDE İNANCIN ETKİSİ: DİYARBAKIR ÖRNEĞİ

92


ÖZET Şehir, sosyo ekonomik ve kültürel hayatın merkezini oluşturan ve kontrol eden bir yapıyı ifade eder. Şehirleşmede o toplumun inanç, kültür ve sanat değerleri en açık görünen öğelerdir. İslâm dini şehirde doğmuş bir cemiyet dinidir. Ortaya koyduğu prensiplerin ve ibadetlerin çoğunun cemaat halinde yapılması ve yaşanması gerektiği için yayıldığı her yerde şehirleşme kriteri hemen ön plana çıkmıştır.

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Diyarbakır, çeşitli uygarlıklara ait pek çok tarihi ve kültürel eserleriyle insanlık tarihinin bilinen ilk dönemlerinden itibaren her devirde önemini korumuş bir yerleşim alanıdır. Anadolu’nun bu eski yerleşim yeri, farklı din, dil ve kültüre sahip insanları barındırmıştır yüzyıllarca. Sahip olduğu tarihi ve kültürel mirası, birçok kırılmalar ve savrulmalara rağmen, kısmen de olsa günümüze kadar taşımasını başarabilmiş şehirlerdendir. Her kültür, Ulucami’de olduğu gibi eserlere inanç değerleriyle yoğrulmuş olan kendi kimliğini nakşetmiştir. XVII. yüzyıl başlangıcında kent, tarih boyunca olduğu gibi bir din ve bilim merkezidir. Çünkü Artuklu, Akkoyunlu ve Osmanlı dönemlerine referans veren cami, mescit, külliye, medrese, zaviye, türbe, hamam gibi yapı türleri şehir dokusuna Türk-İslam kimliğini eklemiştir.

Şehir Şehir bir mekândır. İnsanların uğraşları ve etkinlikleri sonucu ortaya çıkmış, daha çok insanın birbirini bir şekilde etkileyen aktiviteleri ile oluşturdukları geniş bir mekândır. İnsanların karşılıklı etkileşimleri ve ilişkiler ağı şehrin şehir olma kriterlerini belirlediği gibi canlılığını ve sürekli oluş halini de belirler [1]. Diğer taraftan bağlı olduğu toplumun kültürünü çeşitli yönleriyle içinde taşıyan [2] ve aynı zamanda sosyo ekonomik ve kültürel hayatın merkezini oluşturan ve kontrol eden bir yapıyı ifade eder şehir [1]. Bu yönüyle şehirlerde ve şehirleşmede o toplumun inanç, kültür ve sanat değerleri en açık görünen öğelerdir. Şehir inanç değerlerini gizleyemeyecek kadar büyük ve açık kültürlüdür. Bu yönüyle şehirlere bakarak toplumların her alanda taşıdıkları kıymet, değer ve insan ilişkileri konusunda bir fikir sahibi olabiliriz. Dahası, siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal oluşum ve gelişimler şehirlerde sistemleştiği için şehir uygarlığın, uygarlıkların da merkezi olmuştur.

93

Alaattin Dikmen Dicle Ü. İ. F. Din Sosyolojisi Anabilim Dalı adikmen16@hotmail.com


Sosyoloji literatüründe; toplum-topluluk ayrımında, toplum gi­bi tutum ve davranış sergileyenler şehirleşenler, kentlileşebilenlerdir. Söz konusu tutumlar ise, çevreye, siyasete, aileye, dine ve yasalara yönelik olanlar doğrultusunda şekillenmektedir. Her ne kadar kentleşme ilk etapta nüfussal yoğunluğu çağrıştırsa da asıl kentleşme göstergeleri üretim biçimi, doğum ve ölüm oranlan, toplumsal örgütlenme ve diğer bireylerle olan ilişkilerde belirleyici olan de­ğerlerdir [3].

Mekke’de bir gelenek ve dini bir emir olarak uygulanmakta idi. Bu uygulamaya hicretten sonra Hz. Peygamber tarafından Medine şehri ve çevresi de dâhil edilmiştir.

İslamiyet, Şehir Ve Şehirleşme İslâm şehirde doğmuş bir cemiyet dinidir. Ortaya koyduğu prensiplerin ve ibadetlerin çoğunun cemaat halinde yapılması ve yaşanması gerekmek­tedir. Bu ibadetlerin sonuçları da doğrudan toplumla ilgilidir. Bu itibarla, İslâmiyet’te inancı hayata aktarabilmek, mukim, teşkilâtlı bir cemiyet halinde bulunmakla mümkün olagelmiştir. İslâmiyet’in yayılmasıyla birlikte, Müslümanların hâkimiyet alanına giren topraklarda siyasi, askerî, ekonomik ve kültürel pek çok sebepten dolayı hızlı bir şehirleşme faaliyetinin cereyan ettiği, daha önce çadır altında yaşayan bedevî Araplar’ın yerleşik hayata geçtikleri görülmektedir [4].

İslâm’ın şehir hayatını gerektiren en önemli prensibi, cami veya mescit denilen bir mekânın zorunlu olmasıdır. Cuma ve bayram namazları ile beş vakit namazın cemaatle kılınması Müslümanlar için önemli bir vecibe olarak düşünülür. Bu namazlar için bir belde (yerleşim merkezi) veya belde hükmünde bir yerde kılınma zorunluluğu vardır [6]. Görüldüğü gibi namaz ibadeti, özellikle de cuma nama­zı, yerleşik hayat tarzını gerektiren bir özelliğe sahiptir. Namazların cemaatle kılınması keyfiyeti, tabii olarak bu cemaati içine alacak bir mekânın yani cami ve mescitlerin kurulmasını zarurî kıl­mıştır. İbadet için mabetle­rin kurulması zarureti, yerleşik hayata geçişi gerektiren diğer faktörlerle birleşerek, göçebe ya da yarı yerleşik Müslümanların şehirler inşa ederek, hızlı bir şekilde yerle­şik hayata geçmelerinde etkili olmuştur [4].

Tarihi süreçler itibariyle bakıldığında İslam şehirciliğinde Müslümanlar sürekli doğallığı, tabii ve fıtri oluşu gözetlemiştir denebilir. Çünkü Semavi dinlerin ortak atası olarak kabul edilen Hz. İbrahim’den bu yana inanç sistemlerinde şehirleşme ve şehircilikte doğallık ve doğal denge hassasiyetle korunmaya çalışılmıştır. Mesela, belli bölgelerin, olduğu gibi doğallığı içinde kalması, ağaçlara ve av hayvanları dâhil canlılara dokunulmaması Hz. İbrahim’den beri

Öyle ki muhkem bir kale ile korunmakta olan Taif şehri de daha sonraları bu kervana katılmış bir şehirdir. Yani şehir tabiatın bir parçası olarak düşünülmüş ve geliştirilmiştir. Bu anlayış günümüzdeki milli park uygulamasının benzeri ve daha kapsamlısı olarak düşünülebilir [5].

İslâm çok geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Orta Asya’dan İspanya’ya, Afrika kıtasından Çine kadar uzanan coğrafya üzerinde, Müslümanlar tarafından kurulmuş veya fetihle birlikte Müslümanların hâkimiyetine geçmiş çok sayıda şehir mevcuttur. Bu kadar geniş bir saha

94


üzerine serpilmiş İslâm şehirlerinin tümünü veya belirli bir kısmını “İslâm şehri” gibi karakte­ristik özellikleriyle belirli bir plan tipini ifade eden ortak bir kavramın kapsamında görmek, yani “İslâm şehri” kavramıyla ifade edebilecek bir şehir tipi, bir şehircilik anlayışı kesin sınırlarla belirlenmiş değildir. Bazı araştırmacılar İslâm şehrinin karakteristik özelliği olarak çarşıyı gösterirler. Bunun dışında pek çok ba­kımdan diğer Ortaçağ şehirlerine benzerlik arz ettiği bilinmektedir. Belki temelde çok farklar olmamakla birlikte var olan ayrımı “İslâm Şehri” kavramı yerine “Dârü’lİslâm” (İslâm Diyarı) kavramı ile ifade etmek daha tutarlı, daha doğru gibi gözükmektedir. Bir kısım araştırmacılar ise, İslâmiyet’in tam olarak ancak şehirlerde yaşa­nabileceğini belirterek, İslâm şehrinin Müslümanların hayat anlayışıyla şekillendiğini ve karakteristik özellikleriyle belirli bir İslâm şehri tipinin mevcut olduğunu kabul etmektedirler [4]. Nitekim Müslümanların kurduğu Basra, Kûfe, Fustat, Kayravan, Bağdat, Samarra ve hatta bir İslam şehri olarak bütün yönleriyle adeta yeniden inşa edilen İstanbul dikkate alındığında Müslümanların inançlarından kaynaklanana değerler sistemiyle örgülenmiş ve şekillenmiş bir şehircilik algısından bahsedilebilir. Ama fetihler yolu ile uzun zamanlı süreçlerde tamamen Müslümanlaşan şehirlerde durum biraz daha farklıdır. O durumlarda şehir bir inanç sisteminin algı ve yapılanma alanı olmaktan öteye kültürlerin ortaklaşa hareket ettiği ve kendine tesir alanı sağladığı bir yapılanmalar manzumesi olmuştur. Diyarbakır örneğinden gidilecek olursa, “Diyarbakır gerçek barışı 1515 ile başlayan Osmanlı Döneminde buldu ve hızla onarıldı” [7]. Güçlü bir “Lonca” düzeni olan Osmanlı Amida’sında yaptıranın siyasal, ekonomik gücüne göre birçok mimari eser “Hassa Mimarları” yorumuyla somutlaşmıştır. Kanunî döneminde 25 yıl arayla yapılan iki sayımın sonuçlarına bakarak Müslüman çoğunluğun Yeni Kapı/Urfa Kapı aksında yoğunlaştığı, şehrin güneyinin Hıristiyanlara, kuzeyinin Müslümanlara ayrıldığı yazılıp söylense de bunun kesin bir kural olmadığı tarihi örnekleriyle bilinmektedir. Kentin doğu yarısı kilise açısından zengindir (Saint George dâhil 6 tane). Güney yarısında sayıları 5’i bulur. Yahudiler de buraya odaklanmıştır. Kiliselerin güney yarıda ve özellikle güneydoğu çeyrekte sıklaşması, “Gavur” Mahallesi’nin burada oluşu, fiziksel ve pratik verilerdir. Ancak evleri incelerken Müslüman veya Zımmî açısından çok belirgin fiziksel farklılıklar olmadığı ve bu akılcı tasarımın dil, din, ırk ve rengi aştığı bir gerçektir [7].

95

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Diyarbakır Şehirleşme Örneğinde İnanç Etkisi Diyarbakır ve çevresi, coğrafi konumu, üzerinde 12 medeniyete ait kitabeler bulunan surları, şehirleşmenin bir gerekliliği ve neticesi olarak ortaya çıkan çeşitli uygarlıklara ait pek çok tarihi ve kültürel eserleriyle insanlık tarihinin bilinen ilk dönemlerinden itibaren her devirde önemini korumuş bir yerleşim alanıdır. Sadece kalıntılarına rastladığımız eşdeş şehirlere bakarak Diyarbakır, sahip olduğu tarihi ve kültürel mirası, birçok kırılmalar ve savrulmalara rağmen, kısmen de olsa günümüze kadar taşımasını başarabilmiş şehirlerdendir. Anadolu’nun bu eski yerleşim yeri, farklı din, dil ve kültüre sahip insanları barındırmıştır yüzyıllarca. Bu insanlar sahip oldukları inanç ve değerlerle şehre bir şeyler katmış, şehir de o insanların değerlerine dayelik yapmış ve onları asırlar boyunca gelecek zamanlara taşıma vazifesini üstlenmiştir. Diyarbakır tarihi M.Ö. 3000 yıllarına, Subarrular’a kadar uzanmaktadır. Sonra Hititler, Mittaniler, Âramiler, Asurlular, Urartular, İskitler, Medler ve Persler’in bu coğrafyada izine rastlamak mümkündür. Büyük İskender dönemiyle birlikte Helenlerin egemenliğine giren şehir sonrasında, Selevkoslar, Partlar ve Büyük Tigran’ın egemenliğine şahitlik etmiştir. Miladi ilk 3-3,5 asır Romalılar arkasından 2,5 asır Bizans egemenliğinde kalmıştır. “Bizans egemenliğini sırasıyla; Bekr Bin Vail’e bağlı Arap kabilesi, Emeviler, Abbasiler, Şeyh Oğulları, Hamdaniler, Büveyhoğulları, Mervaniler, Büyük Selçuklular, Suriye Selçukluları, İnaloğulları, Nisanoğulları, Artuklular, Eyyubiler, Anadolu Selçukluları, Mardin Artukluları, Akkoyunlular

ve Safevilerin egemenliği takip etmiştir. Bunları, MS. 1515-1920 yılları arasında 405 yıl sürecek olan Osmanlı egemenliği izlemiştir” [8]. Bazı kaynaklarda, Diyarbakır için eşsiz birer tarihi miras olan Dışkale surlarına ilk taşların 346349 yıllarında Roma İmparatoru II.Constantin döneminde konulduğu belirtilmektedir. Sonraları bu bölgede hüküm süren Bizans, Abbasi, Eyyübiler, Artuklu, Akkoyunlu, Selçuklu ve Osmanlılar gibi egemen unsurlar Romalıların koyduğu taşların üzerine yeni “taşlar” koymuşlar ve “kültürlerin birbirinin üzerinde yükselmesi” diyeceğimiz bir tarzda, surlar ve başka birçok eserin temel mimari karakterini bozmadan daha da geliştirmişlerdir. Bu geliştirme sürecinde her kültür, eserlere inanç değerleriyle yoğrulmuş olan kendi kimliğini nakşetmiştir [3]. Diyarbakır Ulucami bunun en güzel örneklerinden birisidir. Çünkü ilk yapıldığında bir ibadethane olarak yapılmış ve her dönemde, farklı din ve inançların hüküm sürdüğü egemen anlayışlara rağmen, varlık ve yapılış amacının dışına çıkarılmadan asli işlevi olan ibadethane olarak asırlarca kullanılagelmiştir. Özellikle Osmanlı dönemine gelindiğinde kurumsal anlamda bir şehir yapılanması anlayışının geliştiğini görürüz. Bundan Diyarbakır da nasibini almıştır. “Osmanlı Devleti kendi çağlarının en modern ve en güzel şehirlerini inşa ederken fethettikleri şehirlere öncelikle camiler inşa etmişler, şehirler ise bu camilerin etrafında kurmuşlardır. Özellikle camilerin etrafında medreseler, kütüphaneler, şifahaneler, hamamlar, hanlar, vakıflar kurarak şehirleri yaşanır hale getirirken insanların tüm ihtiyaçlarını karşılamışlardır. Bulundukları coğrafyalarda Müslüman ve gayrimüslim farkı gözetmeden bu çalışmaları sürdürürken

96


‘Yaratılmışı Yaratan’dan ötürü sevmek’ düsturunu hiçbir zaman ihmal etmemişler böylece tüm coğrafyaların İslâmlaşması sağlanırken şehirlere İslâm kültürü nakış nakış işlenmiş, insanların gönüllerinde bu izler çok geniş yer tutmuştur. Osmanlı Devleti fethettiği tüm bölgelere gönderdiği vilayet mimarlarıyla şehrin planlı bir şekilde imar edilmesini sağlamıştır. Buna örnekler verecek olursak; 1516’da Bosna’ya, 1556’da Erzurum ve Diyarbakır’a mimarlar atanarak şehirlerin sistemli ve planlı bir şekilde imar edilmesi sağlanmış ve bu gelişmeler ise merkezden takip edilmiştir. Osmanlı Devleti’nde vilayet mimarlıkları, her vilayete bir mimar tayin edilmesi XVI. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren görülmektedir. Bu suretle ki Osmanlı şehirleri dünya medeniyeti içerisindeki mümtaz yerini almıştır” [9]. Diyarbakır şehirleşmesinde kültürel dokuyu oluşturan ve şehirleşmenin temel göstergesi olarak kabul edilebilecek, cami ve mescitler, medreseler, bir dönem 1.040.000 cildi bulan kitaplık ve kütüphaneler, İbrahim Gül-şeni, Aziz Mahmud Urmevi, gibi tasavvuf sahasında çaplı mütefekkirler çıkarmış Tekkeler, sebil düşüncesinin ürünü onlarca çeşme, hamamlar, bedestenler, köprüler bu şehre inanç kaynaklı bir kimlik kazandırmıştır. Bunların yanında eski dönem kıraathaneler bile birer insan yetiş­tirme mekânları olarak zikredilmektedir [10]. XVII. yy. başlangıcında kent, tarih boyunca olduğu gibi bir din ve bilim merkezidir. Çünkü Artuklu, Akkoyunlu ve Osmanlı dönemlerine referans veren cami, mescit, külliye, medrese, zaviye, türbe, hamam gibi yapı türleri şehir dokusuna Türk-İslam kimliğini eklemiştir. Hanların arkasında başlayan konutların aralarında seyrek olarak hamam ve çokça mahalle mescidi de yer almıştır. XVI. yüzyılın ilk yarısından itibaren mahallelerde çeşme yapımına bir hayli önem verilmiştir [8]. Şehirlerin dini bir kimlikle inşasında kuşkusuz vakıf kültürü ve geleneği çok derinden etkileyici ve belirleyici olmuştur denebilir. Çünkü çok geniş bir alanda hizmetler yürüten vakıflar şehirleşmenin en önemli dinamikleri olmuşlardır. Aynı zamanda şehirlere kendi anlayış ve algı tarzlarının temel ilkelerini de katmışlardır. Bu boyutuyla dini kaygılarla oluşturulan vakıf geleneğinin bizzat şehirlerin nüvesini oluşturduğu ve vakıf anlayışının şehirleşmede çok önemli işlevler üstlendiği söylenebilir

97

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Vakıflar, Osmanlı şehirlerinde ayrı bir belediye teşkilatı veya bu işleri yerine getiren devletin bir kurumu konumunda olmuşlardır. Vakıfların yol inşaatı, köprü inşaatı, bahçeler oluşturulması, aydınlatma gibi çalışmaları da vardır. Yol inşaatı konusunda büyük vakıflardan pay ayrıldığı, köprü inşaatı ve bakımı konusunda Diyarbekir ve Hasankeyf’te birer vakfın hizmet verdiği bilinmektedir. Şehirlerin su ihtiyacı çoğu zaman vakıfların ilgi alanına giriyordu. Suyun sağlanması yanında, taksimi sonucu ortaya çıkan çeşmelerin kırsal alanda su kuyularının, yazları soğuk su ihtiyacını karşılayan sebillerin korunup, bakılması hizmetleri vakıflarca karşılanıyordu. Bu vakıflardan XVI. yüzyılda Diyarbekir Beylerbeyliği’nde 11 tane vardır ve bu tutar tüm vakıfların % 3,24’ünü teşkil eder. XVI. yüzyılda Diyarbekir Beylerbeyliği vakıflarında bu ünitelerden elde edilen gelir 2.652.061 akçelik bir meblağa ulaşmakta olup, bu miktar o dönemde bölge ekonomisi için oldukça önemli bir unsuru oluşturmakta idi. Diyarbekir Eyaleti’nde bulunan vakıflarda 1.371 kişi görev yapmaktadır. Bu insanlar vakıfların bulundukları şehirlerde ihtiyaçlarını karşıladıkları için aldıkları yevmiye de bölge ekonomisinde canlılık kaynaklarından birini oluşturuyordu. Çalışan her bir kişinin bir aileyi temsil ettiği ve bir ailenin de 5 kişi olduğu varsayılırsa 6.855 kişi vakıf ödenekleri ile geçinmektedir. Bu rakam de XVI.yüzyıl ölçülerinde orta büyüklükte bir belde nüfusuna denktir. Dolayısıyla inanç temelli kurumların şehre kattığı ivme açısından bu durum dikkate değerdir. Tablo 1’de Diyarbakır

Beylerbeyliği’ndeki verilmiştir.

Vakıfların

Vakfın Adı

Sayısı

Genele %’si

Camiler

34

10,05

Mescidler

172

50,88

21

6,21

Zâviyeler

43

12,72

Mezarlar

21

6,21

Çeşme ve Sebiller

9

2,66

Su Kuyusu

1

0,29

Köprüler

2

0,59

Hanlar

4

1,18

Haremeyn vd.

5

1,47

Su Vakfı

1

0,29

Hamamlar

1

0,29

Cüz ve Sure Okuma

6

1,77

Diğerleri

18

5,32

Toplam

338

Medrese

ve

Mektepler

Dağılımı

Tablo1

• Bir genelleme yapılacak olursa Diyarbakır’da inanç etkisiyle ortaya çıkan yapılar dolayısıyla şehirle ilgili şu genel bilgiler verilebilir: • Sur içinde tarihi değere sahip 150-200 ci­ varında cami, medrese, kilise ve mescit bulunmaktadır. • *Kentin dört kapısının girişinde bir cami, bir hamam ve bir han, bir camiye bağlı 13, bağımsız 5 adet olmak üzere toplam 18 medrese, bulunmaktadır • 1873 ve 1885 yıllı “Diyarbekir Vilayeti Salnamesi”ne göre Diyarbakır kentinde artık, 4164 hane, 3916 dükkan, 28 cami, 32 mescit, 4 medrese, 1 Mülkiye Rüştiyesi,

98


1 Askeri Rüştiye, 35 mektep, 7 kütüphane, 5 tekke, 130 çeşme, 11 kilise, 6 Hıristiyan mektebi, 7 İslam kabristanı, 4 Hıristiyan mezarlığı bulunmaktadır [12, 13]. • Hıristiyanlığa ait beş ayrı mezhep ve bunların oluşturduğu 22 kilisenin bulunduğu bildirilmektedir [14].

İnançla Şekillenen Diyarbakır Evleri Diyarbakır evleri insanın doğa­yı belli bir ritim ve düzen içinde algılayıp dönüştürmesinin en açık örnekleri olarak görülebilirler. Evler, üç ana öğeden oluşmaktadırlar. İç mekânlar, dış mekân ve bahçe. Evlerde geleneksel İslam kültürünün oluşturduğu mimaride rastlanan haremlik ve selamlık kısımları ana birer unsur olarak bulunmaktadırlar [3]. Geleneksel Diyarbakır evleri, iklimin ve mahremiyetin şaşırtıcı ve bir o kadar da etkileyici kullanıldığı evlerdir. Evlerin kapılarında, topuzlu bir el şeklinde veya 15-20 cm. uzunluğunda belirli bir biçim verilmiş bir demir parçası olurmuş. Aslan başı olan tokmaklar erkekler için, hanım eli güzelliğinde işlenense kadınlar ve bebek başlı motifli olanı da çocuklar içinmiş. Her biri ayrı bir ses tonuna sahip olduğu için, ev sahibi çalan tokmaktan gelenin erkek mi kadın mı yoksa çocuk mu olduğunu anlar, tedbirini ona göre alırmış [15]. Kapı üstlerinde bazen evlerin yapıldığı tarihi belirten ve ebced hesabına göre tarih düşürülmüş bir taş levha, bazen de ev sahibinin hacı olduğunu belirten bir ayet veya Esma-i Hüsna’dan bir ismin yazıldığı seramik levha olurdu [10].

SONUÇ Diyarbakır şehri Müslüman unsurlarla tanışmadan evvel kadim kültür ve inançların bir şehri iken Müslümanların bu coğrafyalara gelmesinden sonra tamamıyla inanç eksenli bir şehir olarak kurulmuş ve varlığını öyle sürdürmüştür. Şu oluşumlardan dolayı Diyarbakır İslam inancının etkilediği bir şehir olarak kurulmuş ve aynı duyarlılıkla varlığını sürdürmektedir: İslam şehrinin çekirdek kısmında Cuma namazı kılınan büyük bir cami bulunmaktadır. 1. Ticari faaliyetlerin hemen hemen tamamı şehir merkezindeki büyük caminin etrafında toplanmıştır. 2. İslam şehirleri genellikle, şehir çekirdeğindeki büyük camiye odaklı, eğri büğrü, dar ve çok sayıda çıkmaz sokağı içeren, labirente benzer bir

99

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


yol şebekesine sahiptir. 3. Mahalleler birbirinden belirgin şekilde ayrılmıştır. Mahalleleri oluşturan evler ise, avlusuz ev tipine rastlamak mümkünse de genellikle avlulu ev formu yaygındır. 4. İslam şehirlerinde heykel, anıt ve benzeri unsurlar yoktur. Buna karşılık III. yüzyıldan itibaren giderek yaygınlaşan mezarlar üzerine kurulmuş türbelere rastlanmaktadır [4].

100


KAYNAKLAR: 1. ÇELİK, C., Şehirleşme ve Din, Çizgi Kitapevi, , ss. 16-21,29-52, 2002. 2. GİDDENS, A., Sosyoloji Eleştirel Bir Yaklaşım, çev. Ruhi Esengün, İsmail Öğretir, İhtar Yay., s. 101, 1993. 3. BAĞLI, M., BİNİCİ, A., Kentleşme Tarihi ve Diyarbakır Kentsel Gelişimi, Bilim Adamı Yay., s. 21, 2005. 4. CAN, Y., İslam Şehirlerinin Fiziki Yapısı, TDVY, ss. 24,25, 1995. 5. CANAN, İ., İslam’da Çevre Sağlığı, Cihan Yay. ss. 47-59, 1986. 6. BİLMEN, Ö. N., Büyük İslam İlmihali, İstanbul, ss. 161-164, 1975. 7. TUNCER, O. C., “Diyarbakır Kent Kimliği”, I. Diyarbakır Sempozyumu, Neyir Matbaası, s.166, 2000. 8. KEJANLI, D. T., “Diyarbakır Sur İçinin Tarihi Gelişim Evreleri”, Nebiler, Sahabiler, Krallar Kenti Diyarbakır Sempozyumu, Diyarbakır Valiliği, ss. 350-351, 2010. 9. www.bilinmeyendiyarbakır.com 10. KORKUSUZ, M.Ş., Eski Diyarbekir’de Günlük Hayat, Kent Yay., ss. 104105, 2007. 11. BİZBİRLİK, A., “Vakıf Şehir İlişkisine Bir Örnek, XVI. Yüzyıl Diyarbakırı”, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Diyarbakır, Diyarbakır Valiliği, ss. 439-442, 2008. 12. ARSLAN, R., “ Diyarbakır Kentinin Tarihi ve Bugünkü Konumu”, Diyarbakır: Müze Şehir, Yapı Kredi Yayınları, ss. 80-107, 1999. 13. YILMAZÇELİK, İ., XIX.Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır, TTK, ss. 54-73, 1995. 14. YILDIZ, M., “Diyarbakır’da Hıristiyan Rumlardan Arda Kalanlar”, Nebiler, Sahabiler, Krallar Kenti Diyarbakır Sempozyumu, Diyarbakır Valiliği, s. 194, 2010. 15. YILMAZ, A., BARAN, M., “Diyarbakır Küçeleri”, Nebiler, Sahabiler, Krallar Kenti Diyarbakır Sempozyumu, Diyarbakır Valiliği, s. 462, 2010.

101

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


TARİHİ DİYARBAKIR SURLARI VE SURİÇİ BÖLGESİ

102


ÖZET Diyarbakır şehrinin ve surlarının ne zaman kurulduğu bilinmemekle beraber, İçkale kesiminin ilk yerleşme yeri olduğu düşünülmektedir. Gabriel’e göre buradaki höyük kentin ilk yerleşim alanıdır. En az beşbin yıllık geçmişi olan Diyarbakır, farklı dönemlerde farklı medeniyetlerin yerleşim alanı tarihte yerini almıştır.

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Surların sınırladığı Suriçi Bölgesi ve İçkale’de farklı dönemlerin yapım tekniği, tasarım, tarih ve sanat anlayışını yansıtan pek çok mimari eser bulunmaktadır. Bunların bir kısmı günümüze özgünlüklerini koruyarak ulaşmıştır. Hızlı göçle artan nüfus, yöneticilerin ilgisizliğ ve yetersizliğii, halkın bilinçsizliği, çıkar çatışması gibi nedenlerle geleneksel dokunun temel taşları olan bu yapılar önemli ölçüde tahrip olmuştur. Oysa geleneksel kent alanlarının korunarak yaşatılması, tanıtılması, sağlıklı yaşam alanları şeklinde değerlendirilmesi modern kentleşme çabası içerisinde önemli bir yer tutmaktadır. Son zamanlarda edinilen bu bilinçle Suriçi’nde tek yapı ve bölgesel ölçekte restorasyon ve sokak düzenleme çalışmaları yapılmaktadır. Kamu kurum, kuruluş ve sivil toplum örgütlerinin çabalarıyla yapılan bu uygulamalarla birçok geleneksel yapı, korunarak yeniden işlevlendirilmektedir.

Kısa Kent Tarihi Antik çağlardan günümüze kadar birçok uygarlığın izlerini taşıyan Diyarbakır, bir yandan Batı dünyasını Uzakdoğu’ya, diğer yandan da kuzeyi güneye bağlayan önemli bir kavşak konumundadır. Bu bakımdan Kent, hemen her dönemde bir yönetim, ticaret, sanat ve bilim merkezi olarak bu özelliğini mimarlığına da yansıtarak günümüze gelmiştir. Başlangıcından Osmanlı hâkimiyetine kadar geçen uzun zaman diliminde Diyarbakır, çoğunluğu savaş nedeniyle, çok azı da anlaşmayla olmak üzere, sık sık hâkimiyet değiştirmiştir. Kente hâkim olanların her seferinde ilkin sur duvarlarının onarılmasıyla ilgilendikleri duvar ve burçların üzerine yerleştirilen kitabelerden takip edilebilmektedir. Zaman içinde yıkılan ya da yeni yapılan binalarla biçimlenerek günümüz dokusuna kavuşan kentin, bu durumu zengin tarihi dokusuna da yansımıştır. Doğal afet ve savaşlara rağmen 19.yüzyıla kadar sur dışına taşmamış oluşuyla da Diyarbakır, Anadolu kentleri içerisinde ayrıcalıklı bir yere sahiptir (1).

103

Meral HALİFEOĞLU Dicle Ünv. Mimarlık.Fak. Mim.Böl. Diyarbakır mhalife@gmail.com


Diyarbakır ve çevresinde İ.Ö.7000’li yıllara kadar inen ve tarımı bilen yerleşik bir düzenin varlığı Ergani İlçesi, Çayönü bölgesinde yapılan arkeolojik kazılardan öğrenilmektedir. Yukarı Mezopotamya Bölgesi araştırma kazılarında Ergani Hilar ve Silvan Hasuni Mağaralarındaki buluntular, tarımla uğraşan yerleşik kültür düzeninin İ.Ö.3000 yıllarından başlayarak Subaru, Hurri, Mitanni, Asur, Urartu (İ.Ö.1260-653), Makedonyalı İskender İdaresi (İ.Ö.331-323), Selevkos (İ.Ö.323-140), Roma (İ.Ö.523)-Part ve Bizans (395-639) idaresinde kalan Kent, 639 yılında Arapların eline geçmiştir. Kentte Emeviler (661-750), Abbasiler (750-869), Şeyhoğulları (869-899), Hamdaniler (899-930), Büveyhoğulları (978), Mervaniler (984-1085), Büyük Selçuklular (1085-1093), Şam Selçukluları (1093-1097), İnanoğulları(1097-1142), Nisanoğulları (11421183), Hasankeyf Artukluları (1183-1232), Mısır ve Şam Eyyubileri (1232-1240), Anadolu Selçukluları (1240-1302), Mardin Artukluları (1401-1507), Safeviler (1507-1515) egemen olduktan sonra, 1515’te Osmanlıların eline geçmiş ve en önemli eyaletlerden birinin (Amida) merkezi olmuştur. Osmanlıların, Safevi ve Memluk siyaseti nedeniyle uzun süre orduların toplanma ve hareket üssü, kışlağı ve bir ara aynı nedenle Anadolu Beylerbeyliği yönetim merkezi görevini üstlenmiştir (2). M.Ö.69 yılından itibaren kentte egemenlik kuran Romalılar, IV.y.y’ın ortalarından itibaren kenti Roma Mezopotamyasının baş şehri haline getirdiler. II.Contantius 330 yılında mevcut kaleyi onartmış ve yarım daire şeklinde doğu surlarını yaptırmıştır (3). Kentin batı surları

yaklaşık olarak bugünkü Gazi Caddesi’nin yerine rastlıyordu. M.S.367-375 yılları arasında, İranlıların egemenliğinde yaşamak istemeyen Nusaybin’in Hıristiyan halkı Diyarbakır’a göç ederek kentin batısındaki düz alana yerleşmiş, surlar bu halkı da içine alacak şekilde bugünkü biçimini almış ve daha sonra kenti ikiye bölen kentin batı surları yıktırılmıştır. Yapılan bu genişletmeyle Gazi Caddesini izleyen yeni bir surun yapıldığı, henüz arkeolojik kazılarla ortaya çıkarılamayan bir tiyatronun İçkale’de bulunduğu tahmin edilmektedir (3).

Tarihi Diyarbakır Surları Diyarbakır Surlarının ne zaman yapıldığı bilinmemekle beraber, Şehrin doğusunu sınırlandıran ve Dicle yatağından 100 m. kadar yükseklikte bulunan ‘Fis Kayası’ isimli sarp kayalığın, İçkale kesiminin ilk yerleşme birimi olduğu sanılmaktadır (4).(Resim1)

Resim1.Kent dışından Diyarbakır Surları

Surlar, yapılışından başlayarak Diyarbakır’ı oluşturan en önemli kentsel eleman olmuştur. Boyutları ve malzemesiyle, savunma amacının yanında sembolik bir işlevde yüklenmiştir. Yapılan onarım, tamamlama ve ilaveler mimari bir özenle tanımlanmış, kentlilerin can ve mal emniyetinin garantisi olmuş, gerektiğinde dış dünyadan ayırıcılık görevini üstlenmiştir (5).

104


DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Resim2-3.Surlardan (İl Kültür Müd.arşivi) ve Evli Beden Burcu’ndan görünüş. Diyarbakır Surları, Dışkale ve İçkale olmak üzere iki ana kısımdan meydana gelmiştir. Diyarbakır’ın hemen hemen her devirde onarım gören Dışkale surlarının uzunluğu 5 km. kadardır. Bu surların kuşattığı alan doğudan batıya 1700 m., kuzeyden güneye 1300 m. yi bulur. Surların yüksekliği bugün yaklaşık 10–12 m. kadardır. Kalınlıkları ise 3-5 m arasında değişir (2). Dışkale’nin dışa açılan dört kapısı vardır. Kuzeydeki Harput (Dağ) Kapı ile Elazığ’a, güneydeki Mardin Kapı ile Mardin’e, batıdaki Urfa Kapı ile Şanlıurfa’ya bağlantı sağlanmaktadır(Şekil1). Kentin Dicle Vadisine tek bağlantısı da doğu yöndeki Yeni Kapı iledir. 82 adet burcu bulunan Dışkale’nin dirsek yerlerinde Evli Beden, Yedi Kardeş, Keçi, Nur Burcu gibi özellikli olanları vardır.(Resim2-3-4) İçkale, kentin kuzeydoğu köşesinde, savunulmasındaki kolaylığı açısından düzlüğün son noktasında, vadinin en dik yerine kuruludur. İçine ayrıca burçlarla güçlendirilmiş bir höyük (Hemedek-Viran Tepe) yapılarak, saray ve savunma birliğinin bunun üstüne alındığı kalıntılardan anlaşılmaktadır. Dağ Kapı (Harput Kapı)

Urfa Kapı (Rum Kapı)

Mardin Kapı

Şekil 1.Diyarbakır Surlarında dört ana kapı

105

Yeni kapı


Sur içine bakan 16, kentin kuzeydoğusunu sınırlayan kayalık alanda bakan 4 adet burcu bulunmaktadır. Fetih ve Saray kapıları ile Suriçine, Oğrun Kapısı ile Dicle’ye, Küpeli Kapı ile de değirmenlere açılmaktadır. İç kale, 1819 yılında Diyarbakır’da meydana gelen olaylarda, Vali Behram Paşa tarafından bir savunma merkezi olarak kullanılmıştır (6).

ve silindirik olmak üzere üç grupta toplanabilir. Kapalı mekanları iki kattan oluşan burçların zemin katları depo, birinci katları ise askerlerin kaldığı bölümler olara kullanılmıştır. Teras katları savunma amaçlı tasarlanan burçların bazılarında iki teras katı bulunmaktadır. Bu burçlar üç veya dört kattan oluşmuştur. Sur İçi Bölgesi Diyarbakır, yüzyıllar boyunca birçok uygarlığı barındırdığından köklü bir kültürel birikime sahiptir. Geçen her dönem, kentte birçok sanat eseri niteliğinde mimari yapıt bırakmıştır. Ancak günümüzde, surların sınırladığı yerleşim alanı içinde ne yazık ki sadece Artuklu, Akkoyunlu ve Osmanlı Dönemi eserlerinden bazılarını bulabiliyoruz. 4. yüzyıldan başlayarak surlar, dini yapılar, hanlar, hamamlar, medreseler, konaklar, köşkler ve evler dönemlerinin mimari özelliklerini günümüze yansıtmaktadır.

Şekil2. Surların sınırladığı Suriçi Bölgesi

Resim4. Dış surlardan görünüş

Surların ana yapım malzemesi yöreye özgü bir malzeme olan bazalt taşıdır. Sur duvarlarında, burçlarda dış ve iç duvarlarda, döşemede, kemerlerde ve dendanlarda bazalt kullanılmış, dış cephe yüzeyleri kesme taş biçiminde, iç yüzeyler ise genellikle daha az işlenmiş taşlarla örülmüştür. Bazı burçların dış duvarlarında kılıcına (dış yüzeye dik olarak) yerleştirilmiş silindirik taşlar da bulunmaktadır. Burçlardaki kapalı ve yarı kapalı alanların üst örtülerini oluşturan kubbe ile tonozlar ise tuğla örtülüdür.

Dağ Kapı’yı Mardin Kapı’ya bağlayan Gazi Caddesi ile Yeni Kapı’yı Urfa Kapı’ya bağlayan Melek Ahmet Paşa Caddesi, sur içini dört dilime ayırmaktadır (Şekil2). Her dilim içerisinde de çok sayıda anıtsal yapı bulunmaktadır (Resim5-6). Bunlar içerisinde camiler ve mescitler özgün işlevlerini sürdürürken, pek çoğu farklı işlevde kullanılmakta ya da kendi haline bırakılmış durumdadır. Kiliselerden ikisi hizmet verirken, üç tanesi restore edilerek kültürel olarak değerlendirilmeyi, diğer üç tanesi ise kaderini beklemektedir. Aynı durum hamamlar içinde geçerli olup, ya ticarethanelerin deposu olarak kullanılmakta, ya da boş bırakılmaktadırlar.

Burçlar plan tiplerine göre dikdörtgen, çokgen 106


DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Resim5-6Anıtsal yapılardan Ulu Cami ve Meryem Ana Kilisesi

Kentin surlarla çevrili oluşu, tüm yerleşim alanını bu sınır içinde gelişmek zorunda bırakmıştır. Zamanla nüfus artsa da sur dışına yayılma olmamış, var olan yapıların yanına yeni yapılar eklenerek, birbirine bitişik yapılardan oluşan mahalleler meydana gelmiştir. Suriçi, düz bir arazi üzerinde kurulmuştur. Manzara tercihi olmadığından, iklim yerleşmeyi biçimlendiren etkenlerin başında yer almıştır. Arazinin düzlüğü ile belli bir yön endişesinin olmayışı organik sokak dokusunun oluşmasını sağlamıştır. Sur içerisindeki evler küçük çapta bir kale gibi duvarlarla sokaktan tecrit edilmiş, sokağa mümkün olduğu kadar az ve küçük pencereler açılmıştır. Sokakların darlığından, cumbalarda cephe yerine yan kısımlara pencere açılmıştır. Sert siyah bazaltın büyük bir ustalıkla işlenerek dar sokaklar etrafında dış dünyaya kapalı, ancak kendi içinde her biri ayrı birer dünya olan bu evler, kültürel etkenlerin, yaşam biçiminin, gelenek ve görenekler ile coğrafik koşulların sentezinde oluşmuş yapılardır. Surlarda ve Sur İçi Bölgesinde Koruma Çabaları Diyarbakır; surları, anıtsal yapıları ve geleneksel konutları ile binlerce yıllık tarihi geçmişe sahip bir yerleşim yeridir. Surlar ile çevrili alanda bulunan geleneksel yerleşim dokusu; köyden kente göç ile artan nüfus baskısı, kentin hızlı büyümesi, düzensiz kentleşme, sur içine sıkışma zorunluluğu, bakımsızlık, ekonomik sorunlar vb birçok sebepten dolayı bozulma sürecine girmiştir. Özellikle 90’lı yıllarda Güneydoğu kırsalından, Diyarbakır kent merkezine doğru yaşanan yoğun göç, bu alandaki bozulmayı daha da hızlandırmış ve oluşan tahribat neredeyse geri dönülmez bir hale gelmiştir. Türkiye’nin birçok tarihi kent merkezinde olduğu gibi, kent ölçeğinde de koruma kavramı geç ele alınmış ve koruma amaçlı imar planı ancak 1990

107


yılında hazırlanabilmiştir. 2010 yılında yeni koruma amaçlı imar planı hazırlanmaktadır. Surların tarihi ve turistik önemi anlaşılınca, 1942 yılından itibaren koruma altına alınarak onarımlara başlanılmıştır. İlk olarak Urfa Kapı ve Dağ Kapı onarılmış, Hindibana kapısı açılmıştır. Dağ Kapı surlarının yıkılan kısmının enkazı temizlenmiş ve bazı burçlar onarılmıştır. Kentin sur dışına doğru gelişimini kolaylaştırmak ve ulaşımı rahatlamak için mevcut kapıların yanına veya gerekli görülen yerlere, zamanın ulaşım araçlarının rahatlıkla geçebileceği boyutlarda yeni kapılar açılmıştır. 1952–1954 yılları arasında “Keçi Burcu” esaslı bir onarım geçirmiştir. Son yıllarda Kültür Bakanlığı ve Valilik tarafından surların restorasyon çalışmalarına ağırlık verilmiştir.

değerlendirilmesinde yenilen kullanılmaktadır. Bu çalışmalar genelde tek yapı ölçeğinde olsa da, yer aldıkları sokak ve mahalleye geleneksel yaşam biçiminin ve kültürünün koruma ve yaşatma duyarlılığı yansımaktadır(Şekil3.). Sağlıklı kentleşme çabası içerisinde olan bir şehirde geleneksel kent alanlarına verilecek değer, koruma ve kimliğe sahip çıkma gayretiyle kentlilik bilincini de beraberinde getirmektedir. Bu bakımdan sokak, ada, mahalle kapsamında geliştirilecek uygulamalar ile kent ölçeğinde koruma sonuçlarına ulaşılabilecektir.

Bugün Diyarbakır tarihi kent merkezinin özellikle çevre boyutunda niteliklerini yitirdiği, çoğu eski yapının ya değiştirilerek, ya da yıkılıp yerine çok katlı yapılar yapılarak niteliksiz alanlara dönüştüğü görülmektedir. Bu çevrelerin gerçek değerlerinin anlaşılması, zengin kültürel mirasının korunması gerekliliğini de beraberinde gündeme getirmiştir. Kentsel dokuyu oluşturan kültürel varlıkları koruma çabaları geçmişle karşılaştırıldığında olumlu yönde gelişmektedir. Konuyla ilgili tüm resmi ve sivil kuruluşların tarihi çevre koruma konusunda ilgi ve duyarlılıkları artmakta, daha bilinçli uygulamalar yapmaya çabalamaktadırlar (7). Şekil3. Koruma altına alınmış geleneksel ev örnekleri

Son yıllarda Diyarbakır’da bazı kamu kurum, kuruluş, sivil toplum örgütleri ve özel girişimciler tarafından anıtsal yapılar ve geleneksel evler de restorasyon çalışmaları yapılarak, günümüz

1999 tarihinde İçkale’de başlayan kentsel dönüşüm çalışmaları, bölgesel ölçekte önemli bir koruma örneğidir. Kültür ve Turizm Bakanlığı

108


ve ÇEKÜL’ün işbirliği ile yapılan çalışmalarda, yapıldıkları dönemin özelliklerini yansıtan mimari yapıtlar kimliklerine uygun restore edilerek, kentin kültürel yapılarıyla yeniden işlevlendirilmektedir. Gazi Caddesi, Melek Ahmet Caddesi ile Yeni Kapı Sokak’ta yapılan rehabilite ve yenileme çalışmaları da geleneksel kent alanı olan Suriçi’nde koruma ve sağlıklı yaşam alanları oluşturma çabalarının bir parçasıdır(Resim7-8-9).

SONUÇ Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin önemli tarihi merkezlerinden biri olan Diyarbakır, hemen her dönemde yönetim, ticaret, sanat ve bilim merkezi olarak çeşitli uygarlıkların tarihi ve kültürel mirasını günümüze kadar taşımıştır. Bunlar içerisinde en önemlisi, tarihi kent merkezini çevreleyen ünlü Diyarbakır surları ve Suriçi bölgesidir. Yapıldıkları dönemlerin izlerini taşıyan anıtsal yapı ve geleneksel evlerden oluşan Suriçi, 20. yüzyıla kadar özgün kent siluetini korumuş, özellikle 1960’lı yıllardan sonra hızlı bir bozulma sürecine girmiştir. Dünyada eşine ender rastlanan savunma yapılarından Surlar ile suriçi bölgesinde yer alan çok sayıdaki varlığımız, Diyarbakır’ın özgün değerlerinin somut örnekleridir.Bu zenginliğin korunması ve yaşatılması gereği geçte olsa kabullenilen ve çaba gösterilen gayretlerdendir. Gerek devlet ve gerekse halk tarafından koruma düşüncesinin ve bilincin gelişmesi, kültürel mirasın korunması adına önemli gelişmelerdir. Surlarda yapılan

109

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


restorasyon çalışmaları ile çevresinin niteliksiz yapılardan arındırılması, bazı anıtsal yapılar, geleneksel konutlar ve İçkale’ de yapılan koruma çalışmaları geleneksel dokunun ve kent kimliğinin korunması için atılmış büyük adımlardır. Çünkü hızlı kentleşme ve teknolojik gelişim içerisinde kentlerin özgün değerlerini korumaları, kimliklerini sürdürülebilmelerini güçleştirmektedir. Bu bakımdan Diyarbakır Suriçi’nde uzun ve kısa vadede yapılacak doğru, planlı ve bilinçli çalışmalarla tarih, kültür ve sanat değerleri yüksek eserlerimiz gelecek kuşaklara sağlıklı biçimde aktarılmış olacaktır.

110


KAYNAKLAR 1. Parla, C. “ , I.Uluslararası Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır Sempozyumu, 2004, Diyarbakır. 2. Sözen,M.,, Diyarbakır’ Tanıtma ve Turizm Derneği Yayını, 1971, İstanbul. 3. Gabriel,A., , 1940, Paris. 4. Beysanoğlu, Ş. “, ciltII, 1987, Ankara. 5. Can, C., Diyarbakır’ı Tanıtan Şevket Beysanoğlu’na 70 Yaş Armağanı, 1991, Ankara. 6. Yılmazçelik,İ., Türk tarih Kurumu, 1975, Ankara. 7. Dalkılıç, N., ve Halifeoğlu, M., , Korumada 50 Diyarbakır’da Koruma Çalışmaları, Uygulama Sorunları ve Öneriler”, Korumada 50 Yıl, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, 2005,İstanbul.

111

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


BAZALT TAŞLI KENT’TE BİR MEKAN (Cahit Sıtkı Tarancı Evi)

112


ÖZET Tarihsel konumuyla ülkemizin değil, dünyanın da sayılı kentlerinden biri olan Diyarbakır, siyasal ekonomik ve ticari alanda olduğu gibi kültürel alanda da bu niteliğini korumuştur. Şehir, musiki, şiir, edebiyat, felsefe ve el sanatları alanında pek çok ünlü yetiştirmiş, böylece ilim ve sanat dünyamıza ışık tutmuştur. Kültür ve sanat bütünlüğü içinde ki böylesi bir gelişme doğaldır ki mimarlık alanına da yansımıştır. Diyarbakır evleri başlı başına birer plastik sanat ve içinde yaşanan bir şiir dünyasıdır.

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Çalışma, huzur sessizlik ve dinlendirici bir atmosferin kara bazalt taşlarıyla nasıl sağlandığı, bazalt taşlı kentin yetiştirdiği dünyaca ünlü bir şairimiz olan Cahit Sıtkı Tarancı ve onun yaşadığı evin sanatla buluşmasını anlatmaktadır. Bazalt Taşlı Kent: Diyarbakır Diyarbakır, uygarlık geçmişi M.Ö.7000 yıllarına kadar uzanan hemen her dönemde önemini koruyan tarihi bir ilimizdir. Yazılı tarih dönemine göre yörede yaşayan ilk uygarlık Huri ve Mittani’lerdir(M.Ö.3000).Tarihçe sonra Asurlular, Aramiler, Urartular, İskitler, Medler, Persler, Makedonyalılar, Romalılar, Sasaniler, Bizanslılar, Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Artuklular, Akkoyunlular başta olmak üzere Osmanlılar’a kadar uzanır. Şehir bu özel konumuyla 26 medeniyete beşiklik etmiştir. Amida, Amid bazen de kara bazalt taşlarından dolayı Kara Amid adı verilen şehir, Anadolu ile İran, Irak ve Suriye arasında bir geçiş, köprü görevi yapmıştır. Diyarbakır, Karacadağ’dan Dicle’ye akan lavlardan dolayı tümüyle volkanik bir düzlük içindedir. Ayrıca bu oluşum, şehrin 650 m. yükseklikteki bazalt platformunun doğusunda yer almasına neden olmuştur. Diyarbakır’da bugün karşımıza çıkan mimarlık ürünleri, bu kentin hangi kültür çevreleriyle ilişkili olduğunu ortaya koymaktadır. Şehir surları, evleri, camileri, kiliseleri, han, hamam ve türbeleriyle bir açık hava müzesini andırır. Diyarbakır’a egemen olmuş devlet ve medeniyetlerin açık göstergelerinden biri olan evler, yerleşim içinde köklü bir yapı geleneği oluşturmuşlardır.

113

Yrd.Doç.Dr.Mine BARAN Öğr.Gör.Aysel YILMAZ Dicle Üniversitesi Mimarlık Fakültesi


Şehir, uzunluk bakımından Dünyada Çin Seddi’nden sonra ikinci; Yapı eskiliği bakımından birinci olan, 5 km. uzunluğunda surlarla çevrilmiştir. Kalkan balığı görünümünde ki sur yerleşimi, topoğrafik koşullara uyum göstermesi yanında, kentsel arazi kullanımını etkileyerek, evlerin oldukça bitişik ve dar sokaklar içinde planlanmasına yol açmıştır Doğal yapı gereği, kuzeyde bulunan Güneydoğu Torosları’nın engel oluşturduğu il, yazları oldukça sıcak ve kurak, kışları soğuk ve az yağışlıdır. 1950 öncesinde genellikle bir bodrum katı üzerine kurulmuş tek katlı yapılar çoğunlukta iken sonraları iki katlı evler çoğalmaya başlamıştır. İl, volkanik bir arazi üzerinde kurulu olduğundan, çevresinde bol miktarda bazalt taş bulunmaktadır. Bölgenin bitki örtüsü bakımından fakir olması nedeniyle yerleşim birimini oluşturan yapılarda ana malzeme olarak taş kullanılmıştır. Türk İslam mimarisinin özelliklerini taşıyan Diyarbakır Evleri, son 20-30 yılda sur içindeki düzensiz yapılaşma sonucu yok olmaya başlamıştır. Ancak son yıllarda koruma bilincinin artmasıyla, bazı evler yaşatılmaktadır. Bu evlerden biri, günümüzde Kültür Müzesi olarak kullanılan Diyarbakırlı şair Cahit Sıtkı Tarancı’nın doğduğu evdir. Ev, aynı zamanda şehrin kültürel yapısı ve yaşamı hakkında ipuçları veren en iyi sivil mimarlık örneklerinden biridir.

Cahit Sıtkı Tarancı Evi İl merkezinde Camii Kebir Mahallesi, Cahit Sıtkı Tarancı Sok. No:3’te bulunan ev, 1733 yılında inşa edilmiştir. Daha sonra Cahit Sıtkı Tarancı’nın ailesine geçmiştir. Cahit Sıtkı Tarancı’nın çocukluk ve gençlik yıllarının bir bölümünün geçtiği bu tarihi ev, 1973 yılında Kültür Bakanlığı tarafından satın alınarak onarıldıktan sonra, Cumhuriyet’in 50. yılında 29 Ekim 1973 yılında Cahit Sıtkı’nın anısını yaşatmak amacıyla müze olarak hizmete açılmıştır. 32 yıldan beri kültür müzesi olarak hizmet veren bu evde, şairin şahsi eşyaları, el yazısı ile yazılmış mektupları, aile fotoğrafları ve kitapları yer almaktadır. Bu sanat yapıtı, 272 yıllık tarihi geçmişi ve mimari üslubuyla, yapıldığı dönemin izlerini taşımaktadır. Diyarbakır’da ev mimarisini etkileyen 3 önemli unsur vardır. Bunlardan birincisi sosyokültürel yapı, ikincisi iklimin olumsuz etkisi, üçüncüsü volkanik bir arazi üzerinde kurulu olan yerleşimin sur içine sıkışıp kalmasıdır. Bütün bu etmenlerin etkilerini Cahit Sıtkı Tarancı Evi’nde görmek mümkündür. İslami inançlardan kaynaklanan kadın ve erkeğin bir arada bulunmaması gereği ev, haremlik ve selamlık bölümlerine ayrılmıştır. Selamlık, eve gelen yabancı misafirlere ayrılmış olup harem kadınların yaşadığı bölümdür. Ancak günümüze ulaşan, evin haremlik bölümüdür. Yazların çok sıcak ve kurak, kışların ise oldukça soğuk ve yağışsız geçmesi, evin mevsimlere göre yönlendirilmesini zorunlu kılmıştır. Evin merkezi durumundaki avlunun (mahalli dilde

114


havş) çevresi yazlık, kışlık ve mevsimlik bölümlere ayrılmıştır. Surların sınırladığı yerleşim dokusundaki birçok ev gibi Cahit Sıtkı Tarancı Evi de, dar sokaklar (küçe) arasında yer almaktadır. Yapıda kullanılan ana malzeme bazalt taşıdır. Erkek ve dişi taş olarak adlandırılan bu taşın gözenekli olanı dişi taş, gözeneksiz olanı ise erkek taştır. İklimin olumsuz etkilerini azaltarak, yazın serin kışın sıcak mekanlar oluşturan Kara bazalt taşın ağır görüntüsünü hafifletmek için avluya bakan duvarlar, kapı ve pencere kemerleri “Cıs” adı verilen sönmüş kireçten yapılan daha çok bitkisel bezemelerle cepheler rahatlatılmıştır. Odaların hemen hepsi oturma, yatma, yemek yeme, misafir kabul etme gibi çeşitli ihtiyaçları karşılar. Evlerin üstü “dam” adı verilen düz toprak ile örtülüdür. Yağmurdan sonra bu toprak damlar silindir şeklindeki “loğ” adı verilen taşlarla sıkıştırılarak damın akması önlenir. Bu toprak örtü , sıcak iklime karşı yalıtım görevi de görmektedir. Damlar, aynı zamanda sıcak yaz gecelerinde ev halkının uyuma işlevine de yanıt verir. “Taht” adı verilen ahşap karyolalara “stara”adı verilen örtüler gerildiği için kimse birbirini görmezdi. Diyarbakırlıyı açık havada ve yüksek bir yerde yatmaya iten bir başka sebep de özellikle yaz aylarında görülen akreplerdi.

Evin Bölümleri Sokak Girişi Sokak şekillenmesinde surların etkisi büyüktür. Surlar, evleri iki yönlü etkilemiştir. Birincisi yazları çok sıcak bir bölgede serinletici rüzgarları keserek, ikincisi ise tam tersi bir etkidir. Kentin genişlemesini sınırladığı için sur içindeki alanda bir yoğunlaşma olmuş, evler birbirine yaklaşmış ve sokaklar daralmıştır. Böylelikle gölgelik alan çoğalmış, serinletici öğeler belirmiştir. Ev sokaktan yüksek duvarlarla ayrılmıştır. Sokakların darlığı nedeniyle şahnişlerden (evin sokağa taşan bölümü) cepheye pencere açılmamış, yan taraflara ve cephenin üst kısımlarına açılmıştır. Sokaktan eve sade bir kapıdan girilir. Sokak cephesi yontma taştan örülmüştür. Eve giriş, oldukça küçük ve insan boyutundan daha az olan

115

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


kemerli bir kapıdan sağlanır. Bu, insanların birbirine saygısından kaynaklanır. Eve gelen misafir, başını, alçak olan kapıdan eğerek içeriye girer. Ev sahibine saygısını bu şekilde ifade etmiş olur. Sokak kapısı üstündeki saçak, kapı eninden fazla tutulan birer bingiyle oturtulan sal taşlıdır. Bu eleman kapıyı vurgulama yanında, yağmurdan korunmadır. Bir kale gibi dış çevreye kapalı tutulan evin içi oldukça süslü ve gösterişlidir. Eve “sokak arası” veya “kapı arası” denilen dar bir geçitten girilir. İç dış yaşamı birbirine bağlayan, bazı evlerde ahır bağlantısının da yapıldığı bu mekanlar evin merkezi sayılan “avlu” ya açılır.

bodruma inen merdivenler de yine bu alandadır. İçindeki havuzu, bahçesi ve kuyusu ile doğa, içeride yaşatılmaya çalışılmıştır. Avlu döşemesi, dişi bazalt taştır. Yaz aylarında gün batımına doğru avlu yıkanarak taşın boşluklarına dolan su aracılığıyla sonradan doğal bir serinlik yaratılmış olur.

Resim 2 : Cahit Sıtkı Tarancı Evinde “Avlu”

Bodrum Kat Evin bodrum katları, kuzey ve doğu kanadında bulunan ve zeminden 3-4 basamakla inilen mekanlardır. Bodrum, zerzembe adı verilen (kiler) kat, yaşamdan ziyade, depolama amaçlı servis alanlarıdır. Bodrum avludan yükseltilerek, içinin ışık ve doğal hava alması sağlanmıştır. Kışlık yakacak yanında küplere konan yiyecek ve içecek nemsiz, havadar ortamda saklanmış olur. Bol pencereli oldukları için depolamaya uygun koşullara sahiptirler. Resim 1 : Cahit Sıtkı Tarancı Sokak ve Giriş Bölümü

Avlu Avlu, yazın günlük yaşamın büyük bölümünün geçirildiği, dikdörtgen planlı bir alandır. Bu alan yüksek duvarlarla çevrili olduğundan, içerideki yaşam dışarıdan görülmez. Avluya doğrudan bağlantısı olan birimler, yarı açık, kapalı ve ıslak alanlardır. Üst kata bağlanan ve

Resim 3 : Cahit Sıtkı Tarancı Evinde Bodrum

116


Zemin Kat Cahit Sıtkı Tarancı Evi, mevsime göre yönlenerek yazlık, kışlık ve baharlık bölümlere ayrılmıştır. Güneye bakan kışlık bölüm, avlu kodundan 5 basamakla yükseltilmiş ve sofa aracılığıyla odaya bağlanmıştır. Oda’nın kat yüksekliği ve boşluklar yazlık bölüme göre azaltılmıştır. Odada ısınma donanımı yoktur. Yaygı, sergi giyim kuşam hep yündendir. Dışarıda karbonmonoksidi atılmış

Resim 4 : Evin Kışlık Bölümü

meşe kömürü “köz” haline getirilince mangalla içeriye alınır. Kışın bir masa, hamur tahtası veya o görevi yapan bir yükseltinin üstüne örtülen büyük yün battaniyeye bağdaş kuranlar yaklaşır, çevresini sarar. Mangal alttadır. Tek ocak mutfaktadır. Bu nedenle kış odası, mutfağa yakın ve korunaklıdır. Bir yönü de sofaya açılır. Doğu kanadında yer alan ve baharlık olarak düzenlenen bölüm, iki oda ve eyvandan oluşur. Mutfak bağlantılı oda aynı zamanda üstünde bulunan koltuk oda ile de ilişkilidir.

Resim 5 : İlkbaharlık Bölüm

117

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Zemin kat, aynı zamanda hela, hamam, bahçe gibi hizmet alanlarından oluşur. Üst Kat Evin yazlık ve baharlık bölümlerini oluşturan bu katın batı kanadı, günümüzde Cahit Sıtkı Tarancı’nın eserlerinin bulunduğu bir sofa ve iç içe geçen iki odadan meydana gelmiştir.

Resim 6 : Evin İlkbaharlık Bölümünden İç Mekan Düzenlemesi

Resim 8 : Evin Sonbaharlık Bölümü

Avlu kodundan 3 basamakla inilmesine rağmen, zemin katta kuzeye dönük planlanan bir başka mekan da “serdap” adı verilen soğukluk alanlarıdır. Bölgesel bir özellik olarak bazı evlerde bulunan serdaplar, sıcak yaz günlerinde ev halkının serinleyebileceği, ortasında süs havuzlarının bulunduğu özel mekanlardır.

Resim 9 : Cahit Sıtkı Tarancı’ya Eşyaların Bulunduğu Bölüm (Sonbaharlık Bölüm)

Avlu kodundan 9 basamakla çıkılan bu bölüm, yazlık bölüm ile yakın ilişkilidir. Bu tarihi evin belki de en iyi cephelerinden biri, yüksek eyvanlarla zenginleştirilmiş yazlık bölümdür. Avlu kodundan bir merdivenle çıkılarak ulaşılan bu bölüm, kuzeye yönlendirilerek serin rüzgarlardan faydalanma amaçlanmıştır. Evin en büyük ve en gösterişli odasının da bulunduğu bu kat, zengin taş işçiliğinin de iç cephede daha iyi hissedildiği bölümdür. Resim 7 : Cahit Sıtkı Tarancı Evinde Serdap’ın Girişi”

118


DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Resim 10 : Evin Yazlık Bölümü

Resim 11 : Yazlık Bölüm Girişi

Diğer odalardan daha çok görsel zenginliğe sahip üst katta bulunan yazlık oda, işlevsel ve görsel amaçlı, alçı bezemeli kenarları yaldızlı nişler (paca), kapakları oymalı, aynalı dolaplar ve renkli vitraylı tepe pencereleriyle oldukça zengin bir iç süslemeye sahiptir.

Resim 12 : Yazlık Bölümde Tepe Penceresi

Resim 13 : Yazlık Bölümde Oda ve Aynalı “Niş”

119


Özellikle özel günlerde sıkça kullanılan odanın iki tarafı boydan boya oturma amaçlı sedirlere ayrılmıştır. Pencere açıklıkları ve kat yüksekliği fazla tutularak, uygun hava akımı sağlanmıştır.

Evin kuzeydoğu kanadında yer alan üst kat odasının daha büyütülmesi amacıyla genellikle dört tarafına çıkıntı yapılmıştır. Sokağa taşan bu bölümün (cumba, şahniş), geniş yüzeyi karşı komşuyu görmemek amacıyla sağırdır. Pencereler yan taraflara sokağı boyunca görebilecek şekilde açılmıştır. Sokağa taşan kısmın yükünü hafifletmek amacıyla ahşap karkas yapılan bu alan, pencere yönünde sedir ve yastıkların yer aldığı oturma düzeniyle çevrilidir. Bütün odaların tavanı ahşap kirişlemedir.

Eyvan Resim 14 : Yazlık Bölümde Pencere Detayı

Üst katta yer alan bir başka mekan da koltuk odadır. Evin kuzeydoğu bölümündeki bu mekanlara, zemindeki odadan birkaç basamakla çıkılarak ulaşılır. Bu oda özellikle kışlık kuru gıdanın (ceviz, sucuk, pestil, kuruyemiş vb.) kilerlere inmeden odaya servisine uygun düşünülmüştür.

Konutun odağı avlu ve bunun en önemli öğesi eyvandır. Eyvan, avlu ve kapalı alanlar arasında yarı açık bir alandır. Özellikle yaz aylarında ev halkının en çok tercih ettiği mekanlardan biri olmuştur. Evin güney kanadının üst bölümünde yer alan bu alan, iki kemerli önü kuzeye dönük bir yaz odası görünümündedir. Aynı zamanda odalara geçişi de sağlayan bu eyvan, paca adı verilen dolap ve nişlerle süslenmiştir. Evin en büyük açıklıkları oldukları için kemerleri süslü ve göz alıcıdır. Üst örtüleri kavak kirişli “dam”dır.

Resim 15 : Oda İçlerinden “Koltuk Oda” Girişleri

Resim 16 : Cahit Sıtkı Tarancı Evinde “Eyvan”

120


DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Resim 17 : Eyvan’da “Paca”

Sahanlık ve Gezemek Cahit Sıtkı Tarancı Evi’nde merdiven genellikle bir sahanlıkla son bulur. Sahanlığın uzatılarak eyvan ve odalara geçiş yapan bölümüne “gezemek” adı verilir. Bu bölüm evin batı kanadındaki odanın önünde yer almaktadır. Merdivenler yapının diğer bölümlerinde olduğu gibi dişi bazalt taştandır. Korkuluklar demir işçiliğinin en güzel örnekleriyle çevrilidir.

Resim 18 : Yazlık Bölümde Sahanlık ve “Gezemek”

Bahçe Diyarbakır evi bahçesiz düşünülemez. Küçük de olsa avlunun bir köşesi bu yeşil alana ayrılmıştır. Bahçe alanı Tarancı Evi’nde oldukça büyük tutulmuştur. Bu alanın ortasında çiçeklik ve çeşitli meyve ağaçları bulunmaktadır. Evin kara taşlı kasvetli havası bu yeşil doğa parçasıyla giderilmeye çalışılmıştır.

Resim 19 : Evin Bahçesi

121


Havuz Havuz, çoğu Diyarbakır Evinin vazgeçilmez bir öğesidir. Kanuni döneminde şehre getirilen kanalizasyon ve içme suyu tesisatının çok iyi olması, evlerde çok sayıda havuz yapılmasına olanak vermişti. Havuz, sıcak iklimin ve doğadan kopuk olarak içe dönük planlanan evlerde klimal ve görsel amaçlara hizmet eder. Avlunun içinde yer alan elips şeklindeki havuz, ortada fıskiyeli ve bahçeye bitişiktir. Havuz kadar önemli ve onu tamamlayan bir unsur, boşalan su için düşünülen (görsel su oyunları) kanalcıklarıdır. Havuz onunla orantılı dikdörtgen bir sekiye alınmış ve boşaltma haznesiyle zenginleştirilmiştir. Taşan su, bu sekizgen yuvadan düşey olarak boşalmakta, buradan taşanlar da 2. bir çanaktan yollanmaktadır. Bu küçük su haznesi, aynı zamanda bahçede bulunan kuşların su içimine de elverişli yapılarak insanlar kadar hayvanların bile unutulmadığı detaylar yaratılmıştır.

Resim 21 : Havuzda Su Haznesi

Mutfak Mutfak, kuzey kanatta olup bir kemerle avluya ve böylece güneşi bol, rüzgarı az güneye yönlendirilerek, işlevlerine en uygun noktada yer almıştır. Çünkü eyvanlar gibi önü açık düşünüldüğünden kış aylarının olumsuz etkileri kesilmek istenmiştir. İçinde ocakları olan mutfak, evin kullanım kolaylığı bakımından harem bölümünde kilere yakın olarak düzenlenmiştir. Mutfak aynı zamanda kışlık bölüme yakınlaştırılarak sıcak havadan faydalanma amaçlanmıştır. Mutfak içinde yemeğin pişirildiği yerlere “maltız” denir. Üç-dört ocağı olan maltızın içinde kömür ateşi yakılırdı. Ayrıca mutfağın içinde yer alan bacalara tütmekten gelen “tütünlük” adı verilirdi. Çamur ve sıvalı olan bacanın yanında yemek pişirmede kullanılan kazan, kepçe, bakraç vb. mutfak eşyaları yer alırdı. Evin mutfağı sokak yönünde, cumba altında olup kafesli kemeriyle kendini hissettirir.

Resim 20 : Avluda Havuz

122


DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Resim 22 : Mutfağın İçi

Hela Hela, günlük kullanımın yoğun olduğu zemin kat avlusu içinde yer alarak gözden uzak yapılmıştır. Aynı zamanda kanalizasyon tertibatı ve sağlık nedeniyle sokağa en yakın yerde, girişin yakınındadır. Helaya düz olarak girilir. Alaturka tipte iki basamak taşının belli aralıklarla konmasından meydana gelir.

Resim 23 : Cahit Sıtkı Tarancı Evinde Hela

Hamam Eski Diyarbakır’da yıkanmak için genellikle mahalle hamamlarına gidilirdi. Ancak Cahit Sıtkı Tarancı Evi gibi büyük ev ve konaklarda ayrı hamamlar yapılmıştır. Evin hamamı avlunun batı kanadında zemin katta yer alır. Giriş bölümünde, elbise çıkarma ve hemen yanında dinlenme yeri bulunur. İç kısım, sıcak ve soğuk su borusunun döşendiği bir köşede kurnanın yer aldığı yıkanma bölümüdür.

Resim 24 : Evin hamamı

123


Cahit Sıtkı Tarancı’nın çocukluk ve gençlik yıllarının bir bölümünün geçtiği bu tarihi ev, hem Diyarbakır sivil mimarlık örneğinin en güzel yapılarından birini yansıtmakta, hem de bu havayı soluyan önemli bir şairin yaşamından ve eserlerinden kesitler sunmaktadır.

KAYNAKÇA: 1. Tuncer, O.C, (1999), “Diyarbakır Evleri” Diyarbakır Büyük Şehir Belediyesi Kültür ve Sanat Yayınları 2. Diyarbakır Valiliği Yayınları 3. Sözen, M. (1971), “Diyarbakır’da Türk Mimarisi” Diyarbakır’ı Tanıtma Ve Turizm Derneği Yayını 4. Baran, M. (2000), “Halkbilimi Bağlamında Anadolu-Türk Konutunun Mekansal Oluşumu” Yayınlanmamış Doktora Tezi YTÜ. İstanbul 5. A. Gabriel (1940), “Voyages Archeolog’iques dans la Turquie Orientale, Paris,s.95-182 6. Erginbaş, D. (1953), “Diyarbakır Evleri” Yayınlanmamış Doktora Tezi, İTÜ, İstanbul

124



TARİHTEN GÜNÜMÜZE DİYARBAKIR’DA SU SORUNU

126


Diyarbakır’ın bilinen en eski su isale hattı, kesin tarihi belli olmamakla beraber 1535 tarihinde Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır. Şehre 14 km mesafede bugün Serapgüzeli köyü diye bilinen ve Gözeli mevkiinde bulunan kaynaktır. Diyarbakır tarihinde önemli bir yere sahip olan kaynak Hamravat Suyu adıyla ünlüdür.

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Hamravat Suyu’nun şehre getiriliş tarihi, ilgili kaynaklarda değişik olarak verilmiştir. Evliya Çelebi, suyun h. 941(m. 1535) tarihinde getirildiğini yazar. Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Zahuri Danışman Yayını, c. 6, s. 127, 1970. Evliya Çelebi Hamravat suyu için der ki: “….Eski bilginler, bu Hamravat suyu içine pamuk koyup sonra yine tartmışlardır….İstanbul’da Eski Saray kapısı önündeki biricik çeşme suyundan ıslanıp kuruyan pamuk ile, bu Diyarbekir Hamravat Suyunun pamukları beraber tartılmıştır. Bu kadar hafif sudur. Eğer pamuğu ağır olsa, acı olup faydasızlığına delalet ederdi. Bu Hamravat Suyu’nun safra, soda ve balgamı mahveylediği tecrübe ile malumdur. Hatta Osmanoğullarından İbrahim Han bu suyun vasıflarını duyunca, “Elbette bana Diyarbekir’den Hamravat Suyu gelsin!” diye hat-ı şerif ile dergah’ı ali kapıcı-başısı, memuren Diyarbekir’e gelmiştir. O zaman efendimiz Melek Ahmet Paşa, Kara-Amid valisi idi. Paşa, padişah emrini görünce baş üstüne deyip, onar okka su alır, altı adet gümüşten ve altı kurşundan ve altı adet tutyadan ve altı adet çam boduçlarından, toplam olarak 24 adet gümgümlere sular doldurup ve ağızlarını mühürleyip, gelen kapıcı-başıya on kese de ihsan verip teslim eyledi. Onatlı kese dahi gümgümlerin masrafını çekip ılgar ile Hamravatı İbrahim Hana gönderdi. Allah’ın hikmeti bu soğuk saf su İstanbul’a girdiği gün, yeni padişahın tahta oturduğu gün olup, bu Hamravat Suyu, Sultan İbrahim’in oğlu Dördüncü Mehmet Han’a nasip olmuştur. 1056 Recebinin onsekizinci cumartesi günü, ikindiden sonra tahta oturduğu vakit, ilk olarak Hamravat Suyu içti. Sözün kısası bu Hamravat Suyu Diyarbekir’in yüz suyudur.” Basri Konyar da aynı görüşe katılmakta ve şunları eklemektedir: “Kanuni bu suyun yayılan şöhretine alaka göstermekten fariğ olamadı. Mimar Sinan’ın kalfası Kastamonulu Kasım Çelebi’yi bu hayırlı işi

127

Prof.Dr.Kenan Haspolat Dicle Üniversitesi khaspolat@hotmail.com


başarmaya memur etti. Şehre 14 kilometre mesafede bulunan bu su, fen erbabının bugün bile hayretle gördükleri en ince ve derin hesaplarla, kaynağındaki irtifa seviyesini, geçtiği ivicaclı ve tümsekli yerlerde hiç kaybetmemek için tünellerden geçirilerek ve Bağlar mevkiinde Hükümet Konağının bulunduğu yerden otuz bir metre yüksekliği sağlanarak bu suretle en yüksek evlerin en üst katlarına çıkabilecek bir boy ve durumda kalması temin edilmiştir. (1)(2) (3)

Mustafa Akif Tütenk Diyarbakır suları ile ilgili makalesinde; Diyarbakır sularının sur içindeki kaynaklar ve şehre dışarıdan getirtilen menbaalar olarak ikiye ayırır. Sur içindeki Ayn-ı Zülal (Aynzele, Balıklı), Ali Dede ve Kal’a suyu olmak üzere üç kaynağın varlığını ifade eder ve ekler Tütenk: “Şehir içi menbaalarında Çift Kapıdaki Ayn-i Zülal (Anzele) suyu İç Kale (Kal’a) suyundan daha büyük ve bol olup birçok caminin ihtiyacını giderdikten sonra (Mardin Kapıda’ki) Sultan Şuca Çeşmesi’ne kadar varmaktadır.” (5)

Kantaralar

Diyarbakır’ın Önemli Su Kaynakları Şöyle Özetlenebilir

Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle Mimar Sinan’ın Kastamonulu kalfası Kası Çelebi tarafından taş kanallar içinde güney surlarına kadar getirilen Hamravat suyunun kente dağılımını sağlamak üzere 27 müstakil ayak üzerine yaptırılan KANTARALAR (Su kemerleri) asırlarca kullanıldıktan sonra, 1935 yılında Vali Nizameddin Beg zamanında suyun künklere alınması sırasında yıktırıldı ve taşları alınarak resmi binaların yapımında kullanıldı(4) (Diyarbakır kalesi ve kantaralar(N.satıcı)

• Urfa kapısının hemen dışında,sur duvarının eteğinde,tepe üzerinde bir su fışkırmaktadır • Kente girdiği yerde Ulu cami ve çeşmelere doğru kollara ayrılan,dereyi andırır(Bakıla) bir 3.kaynaktan • Kale içinde yer alan 3 çeşmeyi ve buna bağlı bir çok değirmeni çalıştıran bir su Nasır-ı Hüsrev beş değirmen taşını çevirecek kadar bir sudan sözediyor.Evliya Çelebi buna kent sularından kaynaklanan bir su,değirmenleri döndürüyor,saraya kadar ulaşıyor,şelale ve sel haline dönüşerek Dicle’ye karışıyor bilgisini ekler. Bilindiği gibi, Diyarbakır surlarını batı ve kuzey yönünde bir yapay kanal savunmada yardımcı olmak üzere dolanıp, Fis kayasından aşağıya akıyordu. Bu kaynaklar, böylesine bir kanalı besliyor olabilir. Bilindiği gibi Urfa kapısının biraz güneyinde içeride,sur duvarına bitişik günümüze gelen bir değirmen vardı.

Su Kemerleri (Kantaralar) - DİYARBAKIR).(N.satıcı)

Diyarbakır batıdan doğuya (Bağlar semtinden

128


kente doğru) az inişli (eğimli) bir düzlük üstünde olduğundan kentin (suriçi) batı yakasından surlarla beslenmesi topoğrafyasından kaynaklanır. Ali Pınar Köyü ve kaynağı, Hamravat suyu, Çift kapının hemen içindeki Ayn Zeliha gözesi hep bu yöndedir. Kentin kuzeydoğusunda yer alan İç kale suyunun nereden geldiği gizli tutulduğu için bilinmemektedir ve buradan doğuya akan suları günümüzde de birkaç değirmen çalıştırıp, bahçeleri sulayarak Dicle’ye karışır(9) 1949 yılında Diyarbakır’ı ziyaret eden gazeteci Cahit Beğenç izlenimlerini Ulus gazetesinde yazmış, Diyarbakır ve Raman isimli kitabında da bu izlenimlerini detaylandırmıştır. ’1928’de Vali Nizamettin Ataker, Kanuni’nin getirdiği suyu demir boruya aldırmıştır. Suyun kaynağında saniyede 160 litre su akar.1948 yılında Bayındırlık Bakanlığı 1.841.184 lira vermiştir. 3600 tonu bulan su borusu, Karabük Demir ve Çelik fabrikasına ısmarlanmıştır. Su davasının bu şekilde halledilmesi ile Diyarbakır’ın 5o senelik inkişafının ihtiyacı da karşılanmış olacaktır(10)

Hamravat’ın Sonu Diyarbakır’ın simgelerinden biri sayılan Hamravat, ne yazık ki, kentin son 30 yıl içinde büyüyüp, genişlemesi sonucu, yetmez olunca çeşitli sularla karıştırıldığı için değerini ve özelliğini yitirdi. Hamravat suyuna başka suların karışımı il kez olmuyordu tabi… Eldeki kayıtlara göre ilk karışım 1902 yılında olmuş. Bu tarihlerde Hamravat suyuna “Nehr-i Cedid” adında bir suyun karıştırıldığı belirtilir. Yakın yıllarda ise İçkale, Balıklı, Anzele gibi çok değişik suların karıştırılması ile Hamravat suyu iyice bir bozuldu, özelliğini ve güzelliğini yitirdi. Ayrıca, Karacadağ eteklerinde, özellikle kaynakların yoğun olduğu Gözeli’de son 20 yıl içinde başlatılan yapılaşma yanında bazı sanayi tesislerinin oluşması da Hamravat kaynaklarını olumsuz etkiledi. Hatta zaman zaman buradaki sanayi tesislerinin kimyasal atıklarının Hamravat’a karıştığı da saptandı. Anlayacağınız, her derde deva bu şifalı suyu da kaybettik ve ne yazık ki Evliya Çelebi’nin “Diyarbekir’in yüz suyu” dediği Hamravat da diğer pek çok güzellik gibi artık anılarda kaldı ve ne yazık ki şimdilerde Diyarbakır’da yaşayanların pek çoğu Hamravat’ın adını bile bilmiyor.

129

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Günümüzde kentin çok büyük bir bölümüne artık “Kral Kızı Barajı”ndan getirilen su veriliyor. Yüksek basınçlı, soğuk, ama ne yazık ki bu suda Hamravat’ın tadı ve güzelliği yok. (6)

Arbedaş Çeşmesi (Merkez) Diyarbakır Nasuh Paşa Meydanı’nda, Saray kapısına giden yolun sur duvarları ile birleştiği yerdedir. Çeşmenin üzerindeki kitabede Kanuni sultan Süleyman zamanında l531 yılında yaptırıldığı öğrenilmektedir. Cadde seviyesinden aşağıda olan çeşmeye altı basamaklı bir merdivenle inilmektendir. Önünde bir havuzu bulunan çeşmeye iki musluktan su akmaktadır. (www.sudemle3.blogcu.com/3499347) E.Çelebi bu suyu şekilde tanımlar “Erbaataş suyunun özellikleri:İsminin nedeni şöyledir: Çok soğuk olduğundan içinden dört taş çıkaramaya yaratılmış bir kişinin gücü yetmez.Onun için erbaa (dört)taş denilen temiz bir sudur. Bu saf su Nasuhpaşa Meydanı semtinde içkale duvarına bitişiktir”. (Martin van Bruinessen ve Hendrik Boeschoten.Evliya Çelebi Diyarbekir’de.İst.1997.s.265)

Belediye Başkanı Adil Tekin’in Nutku (10Şubat 1953 günlü Diyarbakır gazetesinden)

Suyun işletmeye açılması münasebetile belediye önünde yapılan törende Belediye Baş­kanı Adil Tekin tarafından söylenen nutku ay­nen aşağıya yazıyoruz; “Aziz hemşerilerim, muhterem vatandaşla­rım, Her fırsatta şehrimizin iktisadî, coğrafî, kültürel durumlarından ve her bir köşesi tarihin bir devrini şahit olarak gösteren, tarihî âbidelerden iftiharla bahsederken, asıl hayat kaynağı olan Hamravat suyundan bahse ce­saret edemiyorduk. Bunun sebebi aşikârdır.

Abı hayat namile maruf olan Hamravat suyu, Türkiye’mizin belli başlı sularının en sıhhî ve içmeye en müsait olanıdır. Fakat bir zaman­lar künklerle, bir zaman toprak kanallarla şehre gelen bu su 930 sene­sinde bir dereceye kadar tamire uğramış, Bağlarbaşı su deposundan şehre kadar borularla gelmişse de, bu tesisler de esas gayeye cevap ver­memiştir. Muhterem dinleyicilerim, Bu vesileden bilistifade evvelâ bu suyun tarihinden bir nebze bah­setmeyi faydalı buluyorum. Bu suyun ilk olarak Diyarbakır’a ne suret­le geldiği hakkında tam bir malûmat bulunmamasına rağmen eldeki mevcut “vesikalara göre, bu suyun ilk defa 400 küsur sene evvel Kanunî Sultan Süleyman tarafından menbaı olan Gözeli’den kanalla şehre ge­tirildiği ve bu suya 318 ve müteakip senelerce su yollarının bozulması üzerine o zamanki Vali Nazım Paşa tarafından teşkil edilen bir heyet marif etile su sahiplerini tesbit ve halktan alınan

130


altun para ile tekrar yeniden tamir edilerek, şehre akıtıldığı ve bu halin 930 Cumhuriyet devrine kadar devam ettiği su yollarının tekrar bozulması, kanalların arıza yapması yüzünden bu iş o zamanki Vali Nizamettin Ataker ve Belediye Reisi Gafur Bey ta­rafından bu işe Önem verildiği ve nihayet Bağlarbaşı’ndan şehre kadar üçyüzlük borular düşemek suretile şehre getirildiği ve Bağlarbaşı’ndan Gözeli’ye kadar kanalların tamir edildiği, bunu müteakip de şehrin bir­denbire genişlemesi ve bilhassa yeni şehrin inkişafı ve çok su sarf eden istasyon ve civarı, tayyare alayı gibi yerlere suyun tahsisi üzerine, şeh­re su az geldiği gibij gerek miktar ve gerekse tazyik bakımından artık ihtiyaca cevap veremediği anlaşılmış, gerek memleket büyüklerinin ve gerekse seleflerimizin alâkasile 949 yılında su işi tekrar ele alınmış ve keşifleri yaptırılarak inşaatına başlanmıştır. Kıymetli hemşerilerim, Bu su tam Hamravat suyunun menbaı olan Gözeli köyünden doğ­rudan doğruya beşyüzlük demir boruya alınmak suretile şehre getiril­mekte ve hiç bir yerde el sürülmeden ve mikrop almadan vatandaşla­rın istifadesine arz edilmiş bulunmaktadır. Bu su için şimdiye kadar iki milyon lira sarf edilmiştir. Bunun bir milyon üç yüzbin lirası, demir bo­rulara, altı yüzbin lirası inşaat müteahhidine, elli bin lirası bu işde ça­tışan mühendis ve personellere ve elli bin lirası da müteahhitten nok­san alınan işlerin ikmaline sarf edilmiştir. Bu suretle bugün huzurunu­za açılacak olan su, bu suretle şehre gelmiş bulunmaktadır. Aziz hemşerilerim, İşletmeye bugün açacağımız su tesisatı sur dışı tamamen ikmal edil­miştir. Sur içinde ise, Urfakapı - Balıkçılarbaşı - Alipaşa Mahallesi ve Melik Ahmed’in iki tarafının boruları döşenmiştir. Ayrıca Dağ kapısın­dan Mardin kapısı karakoluna kadar Gazi caddesi döşenmiştir. Boru döşenen bu yerdeki vatandaşlara Mart birden itibaren su verilmeğe baş­lanacaktır. Bu semt ve mahallelerin haricinde kalan yerlerin de keşif­leri yapılmaktadır. Önümüzdeki yılda bunlar da ikmal edilerek, su ve­rilmek için çalışılmaktadır. Sayın hemşerilerim, Bugün huzurunuza açacağımız su, vaad edilen tarihde aktılamamıştır. Biraz geç kalmıştır. Takdir edersiniz ki, su işi yeraltı inşaatıdır. Di­ğer inşaatlar gibi, çabuk yapılabilecek bir iş değildir. Belediyeniz, bu suyu akıtmak için iki seneden beri çok emek vermiştir. Fakat bazı hak­lı sebepler dolayısı ile uzamıştır.

131

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Bununla beraber, yine su akıtılmıştır. Belediyeniz bugünkü neticeyi almak için çok emek sarf etmiş ve büyük fedakârlıklara katlanmıştır. Bu suyun ilk banisi olmak itibarile Sultan Süleyman hazretlerini burada yad etmeyi bir borç bilirim. Bunu müteakip bu suyun 318 tari­ hinde yeniden ele alınması ve bir esaslı şekle konulmasında büyük hiz­meti geçen merhum eski Diyarbakır Valisi Nazım Paşa hazretlerine de Allah’tan rahmet diler hürmetle anarım. Yine bu suyu tekrar ihya et­mek için çok emeği geçen ve bugün hâlâ içmekte olduğumuz suyun şeh­rimizde akıtılmasmda büyük rolü olan eski Diyarbakır valilerimizden Nizamettin Ataker’i hürmetle anar kendisine minnet ve şükranlarımızı şehir namına sunarım. 1949 senesinden bugüne kadar bu su işinde esaslı yardımları bulu­nan ve hizmetleri geçen eski ve yeni milletvekillerile belediye reis ve heyetlerinin büyük mesailerini de burada huzurunuzda anmayı büyük bir vazife bilirim. İçme su müteahhidile belediye arasında hasıl olan ve uzun müddet devam eden ihtilâfın halli hususunda ve bugünkü suyun fiilen akıtılma­ smda fiilen büyük bir hissesi ve yardımı olan maddî, manevî hiç bir mü-zaharetini esirgemeyen ve bu suretle geçmişteki selefine yakışır bir şekilde hareket ederek şehrimize hizmet eden valimiz sayın Servet Sürenkök’e, huzurunuzda şehir namına alenen teşekkür ederim. Bu arada muhterem vatandaşlarım, şehrimizin bu önemli derdi olan su işinde bütün isteklerimizi büyük bir anlayış göstererek aynen kabul eden devlet rical ve erkânımıza da şükranlarımızı sunar, memleketimize hayırlı ol­ması için suyu işletmeye

açarım”. Diyarbakır da ilk şebekenin tarihi 1935’li yıllara gitmektedir. Vakıflar İdaresi tarafından yaptırılan şebeke font olup, şebeke kayıpları yüksektir. Diyarbakır kentinin artmakta olan içmesuyu ihtiyacını karşılamak amacıyla ilk planlı ve sağlıklı çalışmalar 1972 yıllarında başlamıştır. Gözeli Kaynağından 11 km. uzunluğunda 1000 mm çapında öngerilmeli beton borularla bir isale hattı teşkil edilmiş ve bu hattın sonunda 9000 m3 hacimli bir toplama deposu inşa edilmiştir. 1990’ lı yıllarda artan yoğun göç nedeniyle mevcut su miktarı ve tesisler ihtiyacı karşılayamaz hale gelmiştir. Gözelide ilave kuyular açılmış ve isale hattının 1 km.’si yenileme çalışmaları başlatılmış ancak devam etmemiştir. 1995 yılında altyapının tamamen felç olması nedeniyle şehrin 2030 yılına kadar sorunsuz su temini için yeraltı suları yerine yüzeysel su kaynakları alternatifi üzerinde durulmuş; evvela Devegeçidi Barajı daha sonra kirlilik nedeniyle vazgeçilerek Dicle Barajı’na yönelenmiş ve kaynak olarak seçilmiştir. Son yıllarda yaşanan göçle, kent nüfusunun artması ve şebeke sisteminin eski ve kayıplarının fazla olması nedeniyle büyük oranda su sorunu yaşanmakta idi. Diyarbakır İçmesuyu Arıtma Tesisi Projesi kentin içme, kullanma ve endüstri suyu gereksinimini 2025 yılına kadar karşılayacaktır. Proje 2 kademeden oluşmaktadır. Şu anda işletilen kısım projenin 1. kademesini oluşturmaktadır. Kentte su

132


sorununun oluşmasıyla birlikte 2. kademe programa alınacak ve ihale edilecektir. Önceki yıllarda kentin ihtiyacına cevap veremeyen su üretimimiz, 2001 Haziran ayında DSİ tarafından yapılan ve şu an DİSKİ tarafından işletilen Diyarbakır İçmesuyu Arıtma Tesisi’nin devreye alınmasıyla yeterli hale gelmiştir. Diyarbakır’ın kullanımına verdiğimiz su; son derece kaliteli ve Avrupa Topluluğu Standartları ve TSE 266 Standartlarına uygundur. “ Çağdaş bir kent” olgusunun en önemli temel taşlarından biri olan altyapı konusunda DİSKİ çalışmalarını son yıllarda hayata geçirdiği dev projelerle daha modern ve etkin hale getirdi. (3)

Günümüzde Su tesisleri DİSKİ-Diyarbakır Su ve Kanalizasyon İdaresi 4 Mayıs 1995 tarih ve 22277 sayılı Resmi Gazete’ de yayınlanan 95 / 6750 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı kurulmuş olup 01.01.1996 tarihinde Kamu Tüzel Kişiliği’ni kazanmıştır. Diğer bir ifadeyle, Diyarbakır’ın su ve kanalizasyon hizmetlerini yürütmek görevi, DİSKİ Genel Müdürlüğü’ ne verilmiştir.

Hamsu arıtma tesisi

Atıksu arıtma tesisleri (DİSKİ)

133

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Kanuni’nin Karacadağ’dan su getirdiği Gözeli’deki Belediyeye ait su merkezi

DSİ

Diyarbakır içme ve kullanma sularının temin yerleri: 1. Gözeli suyu kaynağı(Kaptaj):Ana kaynak serap gözelidir.Bu kaynak Urfa istikametinde 16.5 km. mesfededir. 5 sertlik derecesinde olan bu sus 1000 mm.lik borular vasıtasiyle 850 lt/sn.lik bir debiyle bağlarbaşındaki depolardan birine depolanarak kente verilmektedir 2. Anzele kaynağı: Kaynağı sur içinde,şehir merkezinde olan anzele su deposunıun gözeli Alipınar kaynakları istikametindedir, Debisi 150 lt/sn.dir.İçilebilen bu su 5 sertlik derecesindedir. İskenderpaşa, Yenişehir, Alipaşa, Melik Ahmet paşa ve Lalabey mahallelerinin su ihtiyacını karşılamaktadır. 3. İçkale kaynağı suyu 12 sertlik derecesindedir. Fatihpaşa, Cevatpaşa ve Dabanoğlu semtlerinin su ihtiyaçlarını karşılamaktadır. 4. 4.Alipınar: Su deposuna toplanan su şehrin batısındaki bir kaynaktan çıkmaktadır.debisi 150 lt/sn olan bu su 6 sertlik derecesine sahiptir 5. Koşu meydanı kaynağı:Sondajla çıkartılıp koşu meydanı su deposuna toplamam 0 sertlik derecesindedir ve debisi 10 lt/sn’di.Bu depo bağların bir kısmı ile cezaevi civarının su ihtiyacını karşılamaktadır (7)

Diyarbakır Su Sistemi İlimizdeki mevcut içmesuyu iki ana gruptan ibarettir; kaynak suları ve derin kuyulardan dalgıç pompalarla çıkarılan sular. Gözeli su kaynakları ve 20 kuyudan dalgıç pompa ile çıkarılan sular Bağlarbaşı ana su deposuna isale hattı ile gelmekte ve dağıtımı yapılmaktadır. Ayrıca şehirdeki mevcut depolardan dalgıç motorlarla su çıkarılıp dağıtılmaktadır. İçmesuyu ana kaynaklarının başında Gözeli su membası gelmektedir. Diyarbakır’ın en eski su kaynağıdır. Zamanla kaynağın su kapasitesi artırılmıştır. Bu kaynaktan sağlanan içme suyu 810 L/s kapasiteli bir isale hattı ile şehir şebekesine verilmektedir. Ayrıca şehrimizin değişik semtlerinde bulunan 3 kaynak ve bir su sondaj kuyusu mevcuttur. Bunlardan Alipınar su kaynağı 50 L/s civarında bir debiye sahip olup kaynak üzerinde kurulmuştur. Aynı şekilde pompa sistemi ile suları şehir şebekesine verilen Anzele su kaynağı 150 L/s, İçkale su kaynağı ise 40 L/s’lik bir debiye sahiptir. Koşuyolu su sondaj kuyusunun debisi ise 15 L/s’dir. Bu su direkt olarak şehir içme suyu şebekesine verilmektedir. Halen 34 su kuyusu mevcuttur. İlimizde kullanılan yıllık ortalama içme suyu miktarı 30.000.000 m3’dür. İlimizde içme ve kullanma suyu ile ilgili paket proje kapsamında Dicle Barajı şehir içme suyu isale hattı, isale hattı üzerinden yapılacak hamsu arıtma tesisleri, şehir içi içme suyu projesi, şehir içi kanalizasyon

134


şebekesi projesi, yüklenici firma tarafından yapılmaya başlanmıştır. Su kirliliği için özel klorlama cihazları kullanılmaktadır. Klorlamanın sağlıklı yapılıp yapılmadığı her gün Çevre Sağlık Müdürlüğü teknisyenlerince şehrin çeşitli yerlerinden alınan su numunelerin tahlili ile denetlenmektedir. İlimizde içme ve kullanma sularının Hıfzıssıhha Müdürlüğü tarafından kimyasal ve bakteriyolojik analizleri yapılmakta olup Çevre Sağlık Müdürlüğü’nce kontrolü yapılmaktadır.

Atık Su Sistemi, Kanalizasyon ve Arıtma Sistemi Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, atık su arıtma tesisi DİSKİ Genel Müdürlüğü tarafından faaliyete geçirilmiştir. Büyükşehir Belediyesine tabi olan atık su arıtma tesisi, şu anda % 30 verimle, mekanik olarak arıtma yapmaktadır. Şehirdeki evsel atıksular yaklaşık 300 km uzunluğunda toplama sistemi ile toplanarak, toplam 17 km uzunluğunda çapları 700 mm ile 1800 mm arasında değişen kolektör hatlarına bağlanarak 2000 mm’ lik tek bir kolektör hattı ile cazibeli bir şekilde arıtılmak üzere atık su arıtma tesisine verilmektedir. Kent içindeki atık suların toplanıp bunların tekrar kullanıma sunulması amacıyla yapılan toplama sistemleri üç alt kademe belediyesinden, Suriçi ve Yenişehir Belediyesi sınırları dahilinde tamamlanmış olup, Bağlar Belediyesi sınırları dahilindeki yerleşim alanlarında tamamlama çalışmaları sürdürülmektedir. Alt yapısı tamamen yenilenmiş olan Suriçi Belediyesi sınırları dahilinde evsel atık sular ve yağmur suları için ayrı toplama sistemleri yerleştirilmiş olmakla birlikte, büyük oranda eski toplama sistemlerinin kullanıldığı diğer yerleşim alanlarında evsel atık sular ve yağmur suları henüz aynı sistemle toplanmaya devam etmektedir (Kaynak: Diski Genel Müdürlüğü). Atıksu arıtma tesisi çamur arıtım ünitesinden çıkan çürümüş çamurlar gerekli analiz ve araştırmalardan sonra uygun bulunursa tarım arazilerinde toprak iyileştirici ve gübre şeklinde kullanılması düşünülmektedir. Çıkacak olan metan gazının ise ısınma amaçlı kullanılması planlanmaktadır.(8)

135

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi DİSKİ Genel Müdürlüğü, kentin su kapasitesini artıracak 15’er bin tonluk iki depo yapıyor. 14 Kasım 2008

30 bin tonluk su deposu Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi DİSKİ Genel Müdürlüğü, kentin su kapasitesini artıracak 15’er bin tonluk iki depo yapıyor. Depo çalışmalarının bir ay sonra tamamlanması hedeflenirken içme suyu rezervine çok büyük katkı sağlayacak toplam 30 bin tonluk depolar sayesinde, su arızaları sırasında kesintilerin önüne geçilmiş olacak.

hizmete girdiğinde arızalarımızı da rahatlıkla onarabileceğiz.” (www.diyarinsesi.org)

Diyarbakır’da 83 yerleşim birimine su verilecek 22 Şubat 2010 Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon İdaresi’nin (DİSKİ) Merkez Sur ilçesinin mahallesine dönüşen toplam 83 yerleşim birimine 120 kilometrelik kazı yaparak şehir şebekesinden su vereceği bildirildi.

Televizyon vericilerinin bulunduğu Talaytepe’deki iki ayrı içme suyu deposunda aralıksız devam eden çalışmanın 1 ay sonra tamamlanması hedefleniyor. Çalışmaları aralıksız sürdürdüklerini belirten DİSKİ Genel Müdürü Yaşar Sarı, Talaytepe su depolarının çok önemli olduğunu ifade etti. Kentin önemli bir açığını kapatacağını belirten Sarı, sözlerini şöyle sürdürdü:

DİSKİ’den yapılan açıklamada Büyükşehir Belediyesi’ne bağlanan ve yapılan sondaj çalışmalarında suyu yetersiz ve kalitesiz olan 35 köy (çevre mahallesi) ve 48 mezraya (küme evlerine) olmak üzere 83 yerleşim birimine ortalama 120 kilometrelik hat döneyerek şebeke suyu verileceği bildirildi. Açıklamada Büyükşehir Belediyesi’nin hizmet sınırlarının 20 kilometre yarıçapına çıkarılmasıyla köy statüsü kaldırılıp Büyükşehir’in mahallesine dönüştürülen yerleşim birimlerinin su sorununu çözmek için mevcut su kaynaklarını revize çalışması yürütldüğü kaydedildi.

“Talaytepe 4-2 deposu içme suyu depolarımızdan birisidir. Hacmi 15 bin tondur. İzolasyonunu tamamladığımızda bir ay içerisinde kente 15 bin tonluk bir rezerv daha kazandırmış olacağız. Yine bu depomuzun hemen 300 metre yakınında 5-2 depomuz var. O da 15 bin tonluk depodur. İki adet 5 bin topluk depolarımız da var. Hedefimiz bunları tamamladığımızda kentimize 40 bin tonluk rezerv kazandırmış olacağız. Bunun anlamı şudur; su arızalarında kente abonelerimize bu arızayı hissettirmeden gidermektir. Bu depolarımız

“Diyarbakır’a yakın yerleşim yerlerinde yılların ağır ihmali ve hizmetten yoksun bırakılmışlıktan kaynaklanan susuzluk sorununu derinden yaşayan köylerden birçoğunun suyunun olmadığı, olanların da sağlıksız çeşmelerden bu ihtiyaçlarını giderdiği tespit edildi’’ bilgileri aktarılan açıklamaya şöyle devam edildi: “İlk etapta, su kaynağına ulaşmak ve kısmen de olsa su rezervini artırmak amacıyla yapılan sondaj çalışmalarıyla elde edilen suların mevsimsel koşullara bağlı olarak yetersiz kaldığı ya da su

136


kalitesinin yetersiz olduğu görüldü. Bu nedenlerle DİSKİ suyu az veya kalitesiz olan Merkez Sur ilçesine bağlı 35 mahalle ile buna bağlı 48 ayrı küme evlerine yönelik dev bir proje hazırladı. Proje kapsamında Bağpınar, Büyükkadı, Erimli, Hacıosman, Karaçalı, Karpuzlu, Köprübaşı, Nahırkıracı, Sati, Yiğitçavuş gibi toplam 83 yerleşim birimi bulunuyor ve bu yerleşim birimlerine uluslararası standartlarda mineral zenginliği ve sertlik derecesi bakımından yüksek kaliteli arıtılmış su verilecek.’’ DİSKİ Genel Müdür Vekili Fahrettin Çağdaş, toplam nüfusu 33 bin 434 olan 83 yerleşim birimine Su Arıtma Tesisi’nden su götürmek için ortalama 120 kilometrelik kazı yapacaklarını söyledi. Çağdaş, 83 yerleşim biriminin nüfusunun Kaynartepe ile aynı olduğuna dikkat çekerek, “Aynı hizmeti kent merkezinde yapmış olsaydık sadece 6 kilometrelik hat döşememiz gerekecekti, yani aynı hizmeti kent merkezinde yapmak ile bu 83 yerleşim birimine yapmak arasında maliyet açısından 20 kat fark vardır. Projemiz son aşamaya geldi. Maliyetin 20 milyon TL olduğunu tahmin ediyoruz” dedi. (www.diyarinsesi.org)

Nisan 2011: 11 yılda 1128 km su isalesi ikmal edildi.

Diyarbakır’da Suyun Görselliği için Koşuyolu Parkı

137

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


KAYNAKLAR 1. 2. 3. 4. 5.

Basri KONYAR Diyarbekir Yıllığı Ankara 1936, sf 207, 211-2122 Şevket BEYSANOĞLU Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi 2. cilt (DİSKİ) diyarbakir@yahoogroups.com Mustafa Akif TÜTENK « «Aımid Şehrinin Hicretten Evvel Menba Suları. Karaamid Dergisi.19561957-1958.s— 365 6. Mehmet MERCAN Yahoo Diyarbakır Mail Grubu 7. M.Faruk Albayrak: Diyarbakır Merkez İçme Suları. D. Ü. Coğrafya eğitimi bölümü.Diyarbakır. 1996. s. 19 8. T.C.Diyarbakır Valiliği İl Çevre ve Orman Müdürlüğü Diyarbakır 2004 İl Çevre Durum Raporu Diyarbakır – 2005 9. (O.Cezmi Tuncer Diyarbakır Evleri Büyükşehir Belediye yayi.1999.s.10) 10. Cahit Beğenç: Diyarbakır ve Raman Ulus Basımevi Ankara 1949.s.16

138



Diyarbakır’da ÇEVRE SAĞLIĞI



İKLİM DEĞİŞİKLİKLERİ KÜRESEL ISINMANIN SAĞLIĞA ETKİLERİ

142


GİRİŞ İklim değişiklikleri sağlık için temel gereksinimleri etkiler :temiz hava, güvenilir içme suyu, yeterli gıda, güvenli barınak gibi. 1970 lerden 2004’e kadar küresel ısınmaya bağlı fazladan her yıl 140 000 ölüme sebep olduğu hesaplanmıştır. İshalli hastalıklar, malnürtisyon, sıtma ve dang hastalıkları başlıca ölümlere sebep olan hastalıklardır. Bu hastalıkların iklim değişiklikleriyle daha da artacağı beklenmektedir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde yetersiz sağlık altyapısı olan bölgelerde, yardım olmadan hazırlık ve yanıt vermeye yetersizlik olabilecektir. Sera gazları emisyonlarında azalma, gıda ve enerji kullanım seçenekleri ise sağlıkta gelişme sağlar.

İklim Değişiklikleri ve Küresel Isınma Küresel iklim değişiklikleri küresel çevresel değişikliklerinin (çevre kirliliğinin) geniş etkilerinden bir kısmını oluşturur. Çevre kirliliği, küresel ısınmanın yanısıra stratosferdeki ozon tabakasında incelme ve hava kirliliğine, polen ve sporların artışına da neden olur. İklim değişikliklerinin en büyük nedeni sera gazlarının etkileridir. Son 50 yıldan beri, özellikle fosil yakıtların yakılması gibi insan aktiviteleri sonucu karbondioksit ve diğer sera gazları atmosfere yayılmıştır. Bu gazlar alt atmosferde ilave ısınmaya yol açarak küresel iklimi etkilerler. Güneşten gelip dünya yüzeyinden yansıyan kızılötesi ışınların bazıları sera gazları molekülleri tarafında tekrar yayılır, alt atmosfer ve dünya yüzeyi ısınır. Buna “sera etkisi” denir. Sera gazları çoğunlukla insan eliyle ve fosil yakıtların kullanımına bağlı olarak atmosfere yayılmaktadır. Başlıca sera gazları su buharı, karbondioksit (CO2), metan (CH4), Nitroz oksid (N2O), koloroflorokarbon-11 (CFC-11), hidroflorokarbon – 23 (HFC-23), perflorometan (CF4) ve ozondur. Son 100 yılda dünya yaklaşık 0.75 oC ısınmıştır. Son 25 yılda ise küresel ısınma artarak hızı dekatta 0.18 oC ye yükselmiştir. Dünya iklimindeki değişme pek çok ekosistem ve canlı ve bitkisel hayat fonksiyonlarını etkileyebilir. İklim değişiklikleri sonucu yeryüzünün ortalama sıcaklığı artmakta, deniz seviyeleri yükselmekte, buzullar erimekte, yağış kalıpları değişmektedir. Aşırı hava olayları şiddetli ve sıkça olmaktadır.

İklim Değişikliklerinin Sağlığa Olası Etkileri Her ne kadar küresel ısınma kış koşullarına bağlı ölümleri azalma ve

143

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


bazı yörelerde gıda üretiminde artmaya yol açsabilse de, iklim değişikliklerinin sağlık etkileri üstesinden gelinemez şekilde olumsuz olabilir. İklim değişiklikleri sağlık için temel insan gereksinimlerini etkiler: temiz hava, temiz su, yeterli gıda ve güvenli barınak gibi. Küresel ısınma sonucu ortaya çıkan iklim değişikliği insan sağlığını doğrudan ve dolaylı olarak etkileyebilir. Doğrudan etkiler sıcak dalgalarına, aşırı hava olaylarına, hava kirliliğine ve aeroallerjenlere bağlı ani hastalık ve ölümlerdir. Dolaylı olarak ise ekosistemlerde oluşan değişiklikler sonucu vektörlerin yaşam alanlarında artış ve değişimler ve bunlarla bulaşan hastalıklarda artma (sıtma, Dang humması v.b.) beklenir. Hastalık etkenlerinin virulansında ve çoğalma hızında artış sonucu yeniden baş kaldıran hastalıklarda (tüberküloz, frengi, HIV) artışlar olabilir. Yine dolaylı olarak kutup buzullarının erimesiyle deniz suyunun termal genişlemesi, deniz seviyesinin yükselmesine bağlı olarak kıyı ekosistemlerinde bozulma, sularda tuzlanma bulaşıcı hastalık artışlarına neden olabilir. Diğer yönden su kaynaklarının azalması, çölleşme sonucu otlakalrın azalması ve tahıl üretiminde düşme insanları göç etmeye zorlar ve buna başta bulaşıcı hastalıklar olmak üzere sağlık sorunları gelişir. Dolaylı sağlık etkileri: besin üretim ve ikmali sorunlarına bağlı sağlık etkileri, vektörler ve su kaynaklı enfeksiyon hastalıklarıdır. Bölgesel hava değişiklikleri (Sıcak dalgalar, aşırı hava olayları, sıcaklık artışı, yağışlar)

mikrobiyal kontaminasyon yollarını, transmisyon dinamiklerini, agro-ekosistemleri, sosyoekonomik durumu etkileyebilir ve demografik değişikliklere yol açabilirler. Sonuç olarak sıcaklık artışları, aşırı hava olayları, hava kirliliği, su ve gıdalara bağlı, vektörlere ve kemirgenlere, gıda ve suların azalmasına bağlı sağlık etkileri gelişir. Mental, nutrisyonel, enfeksiyöz ve diğer sağlık etkileri gelişebilir.

Aşırı Sıcaklık Aşırı yüksek hava sıcaklıkları, özellikle yaşlılarda, doğrudan kardiyovasküler ve solunum sistemi hastalıklarından ölümlere yol açar. Avrupa’da 2003 yazındaki sıcak dalgada 70 000’den fazla ölüm kaydedilmiştir. Yüksek ısılar havada ozon ve diğer kirleticilerin artması yoluyla da kardiyovasküler ve solunum sistemi hastalıklarının artışına yol açarlar. Kentsel hava kirliliği her yıl 1.2 milyon ölüme neden olmaktadır. Polen ve diğer aeroallerjenler de havaların ısınmasıyla artarlar. Bunlar 300 milyon kişiyi ilgilendiren astımı tetikleyebilir. Sıcaklık artışının devam etmesi bu sayıyı daha da arttıracaktır.

Doğal Afetler Ve Değişen Yağış Kalıpları Küresel olarak, bildirilen hava ile ilgili doğal afet sayıları 1960’lardan beri üçe katlanmıştır. Bu yıkımlar her yıl,özellikle gelişmekte olan ülkelerde, 60 000’den fazla ölümle sonuçlanmaktadır. Deniz seviyesinin yükselmesi, giderek artan aşırı hava olayları evleri, sağlık tesislerini ve diğer gerekli servisleri yıkabilir. Dünya nüfusunun yarıdan fazlası denizlerin 60 km yakınında yaşamaktadır. İnsanlar göç etmek zorunda

144


kalabilir. Göçler ise bulaşıcı hastalıklardan mental hastalıklara kadar sağlık risklerini arttırır. Artan değişken sağnak yağışlar temiz su teminini etkileyebilir. Güvenli su olmadığında hijyen sağlanamayacağından ishalli hastalıklar yılda 2.2 milyon ölüme yol açar. Aşırı durumlarda yağış azlığı kuraklığa yol açabilir. Kuraklığın etkilediği alanların hızla artacağı tahmin edilmektedir. Su baskınlarının sıklık ve yoğunluğu artar. Su baskınları temiz suları kontamine ederek su kaynaklı hastalık riskini arttırır. Sivrisinek gibi hastalık taşıyıcı böceklerin üreme alanları artar. Ayrıca boğulmalar, travmalara yol açar. Konutların, sağlık tesislerinin yıkımına yol açabilir. Artan sıcaklıklar ve değişken yağışlar pek çok yoksul yörede asıl tarım ürünlerinin üretiminde azalmaya yol açabilir (2020’ye kadar bazı Afrika ülkelerinin %50’siner kadar). Bu durum halen her yıl 3.5 milyon ölüme neden olan malnütrisyon prevalansını arttıracaktır.

Enfeksiyonlar İklim değişiklikleri su kaynaklı hastalıkları ve böcek, salyangoz ve diğer soğukkanlı hayvanlarla geçen hastalıkları kuvvetle etkiler. İklim değişiklikleri önemli vektör kaynaklı hastalıkların bulaşma sezonunu ve görüldüğü yerleri genişletir. Çin’de salyangozlardan kaynaklanan schistosomiasisin görüldüğü alanlar önemli derecede artmıştır. Sıtma iklimden çok etkilenen bir hastalıktır. Anofel türü sivrisinekle bulaşır ve çoğu Afrikada 5 yaşından küçük çocuklar olmak üzere yılda 1 milyon kişinin ölümüne neden olmaktadır. Dang hastalığının vektörü ola Aedes türü sivrisinekler de iklimsel durumlardan çok etkilenirler. Çalışmalar 2080’e kadar 2 milyar kişiye bulaşma olabileceği gösterilmiştir.

İklim Değişikliklerine Bağlı Gelişebilecek Sağlik Sorunları 1. 2. 3. 4. 5. 6.

Astım, solunumsal alerjiler, hava yolu hastalıkları, Kanser, Kardiyovasküler hastalıklar ve inmeler, Gıda ve su kaynaklı hastalıklar ve beslenme sorunlar, Sıcakla ilişkili hastalık ve ölümler, İnsan gelişimine etkiler,

145

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


7. Mental sağlık ve strese bağlı sorunlar, 8. Nörolojik sorunlar, 9. Vektörlerle bulaşan hastalıklar, zoonotik hastalıklar, 10. Sudan kaynaklanan hastalıklar, 11. Aşırı hava olaylarına bağlı hastalık ve ölümler, İklim değişiklikleri sonucu solunumsal alerjiler ve hastalıklar daha sık görülebilecektir.

Bunun Olası Nedenleri: • Değişen büyüme sezonu nedeniyle polenlere maruziyetin artması • Aşırı ve sık yağışlar sonucu küf oluşumu • Hava kirliliği, • Denizlerden toksinlerin havaya karışması ( artan ısı, kıyılardaki akıntılar ve nem nedeniyle) • Kuraklık nedeniyle oluşan tozlar • Tüm kirleticilerin birlikte etkisi

Kanser oluşumuna iklim değişikliklerinin potansiyel direkt ve dolaylı etkileri vardır; • Ultraviyole radyasyon maruziyetinin artması • Kimyasallar ve toksinlere sunuk kalma yollarının değişmesi (!)

Kardiyovasküler hastalık ve inmeleri arttırabilecek olası nedenler var olan hastalıkları şiddetlenebilir; • Artan sıcaklık, • Havadaki partiküllerin vücuda etkisi • Kardiyovasküler hastalıklarla ilişkili hastalıklara yol açan zoonotik vektörlerin dağılımında değişiklikler • Sıcak dalgaları, aşırı hava olayları, hava kalitesinde değişmeler

İklim değişiklikleri gıda üretiminde azalmaya, malnütrisyona, gıdaların kontaminasyonuna (deniz ürünlerinde kimyasallar, biyotoksinler, patojenik mikroorganizmalar, pestisidler) yol açabilir. Kontamine olmuş suların içilmesi, bu sularla temas etmiş yiyeceklerin yenmesi, kirli suların rekreasyon amaçlı kullanımı ile su kaynaklı enfeksiyonlar insana bulaşabilir. Sıcaklıktaki değişiklikler, aşırı hava olayları, seller, yağış artışları v.b. bu hastalıkları arttırır. İklim değişiklikleri sonucu sıcakla ilgili hastalık ve ölümlerde artma olasıdır. Sıcak dalgalara karşı alınacak önlemlerin planlanması, erken uyarı sistemleri gibi etkili halk sağlığı önlemleri hastalık ve ölümleri minimize eder. İklim değişiklikleri insan gelişimini etkiler: Özellikle prenatal dönem ve erken çocuklukta azalmış gıda desteği nedeniyle malnütrisyon gelişir. Aşırı hava olayları ve artan pestisid kullanımı gibi nedenler toksik kirleticiler ve biyotoksinlerin besinlerde birikmesine yol açar. İklim değişiklikleri, insanların göç etmelerine yol açarak, yoksullaştırarak, sevdiklerini kaybettirerek ve kronik strese yaratarak mental sağlığı olumsuz olarak etkileyebilir. Bazı nörolojik hastalık ve rahatsızlıklar iklim değişikleri nedeniyle artabilir. Biyotoksinlerin, yeni pil teknolojisinde kullanılan metallerin, floresan ışınların, pestisidlerin potansiyel etkilerinin mekanizmaları araştırılmaktadır. İklim değişiklikleri vektörlerin ürediği alanları

146


genişletir, patojenlerin inkübasyon süreleri kısaltır giderek daha büyük insan topluluklarını etkileyebilirler. Artan hava sıcaklığı, yağış sıklığı ve şiddetindeki değişmeler, buharlaşma hızı, suya bağlı ekosistemlerdeki değişiklikler suların zararlı patojenlerle, kimyasallarla kirlenme insidansını arttırır, insanların bu sulara maruziyeti artar. Kasırgalar, seller, kuraklık, yangınlar insan sağlığını olay anında ve sonrasında olumsuz etkiler.

Kimler Risk Altında? Herkes, bütün toplumlar iklim değişikliklerinden etkilenecektir ancak bazıları diğerlerinden daha yatkındır. Küçük adalarda, sahillerde yaşayan az gelişmiş bölgeler, megakentler, dağlık ve kutup bölgelerinde yaşayanlar etkilere daha açıktırlar. Özellikle yoksul ülkelerde yaşayan çocuklar en çok etkilenecekler olanlardır. Ayrıca yaşlılar, güçsüzler va sağlık sorunu olanlar diğer olumsuz etkilere yatkın gruplardır. Zayıf sağlık altyapısı olan bölgeler olabilecek sorunlarla yardımsız baş etmede yetersiz kalabilecektir.

SONUÇ İklim değişiklikleri ve küresel ısınma insan yaşamı için giderek artan bir tehdit oluşturmaktadır. Ancak bu durumu engelleyecek önlemler vardır. İnsan sağlığı üzerinde şimdiki ve gelecekteki etkilerin, toplumların sera gazı etkilerini azaltarak ve adaptasyon stratejileri geliştirerek azaltması olasıdır.

147

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


KAYNAKLAR 1. A Human Health Perspective On Climate Change. The Interagency Working Group on Climate Change and Health1 APRIL 2010.Published by Environmental Health Perspective and National Institue of Environmental Health Science (www.niehs.nih.gov/health/docs/climatereport2010. pdf (erişim 25,05,2010). 2. WHO, WMO, UNEP Climate Change and Human Health, Risks and Responses, Edit McMichael AJ, Campell-Lendrum DH et.al. World Health Organization 2003. 3. Tekbaş ÖF ve ark. Küresel Isınma İklim Değişikliği ve Sağlık Etkileri. Gülhane Askeri Tıp Akademisi Basımevi, 2005. 4. Güler Ç. İklim Değişikliği ve Sağlık. Hacettepe Tıp Dergisi, 2002; 33(1): 34-39 5. Potensitial Health Effect of Climate Change Report of a WHO Tas Group, World Health Organization 1990. 6. www.ipcc.ch/publications_and_data/publications_and_data_technical_papers.htm(erişim 25.05.2010)

148



ELEKTROMANYETİK KİRLİLİK VE SAĞLIK ENDİŞELERİ

150


ÖZET Bu makalenin amacı kamuoyunun dikkatini elektromanyetik kirliliğe çekmektir. Bu amaçla elektromanyetik spektrumda yer alan ve günlük yaşamda sıklıkla karşılaştığımız elektromanyetik dalga veya enerjilerin, biyofiziksel özellik ve etkileri özetlenmeye çalışıldı. Doğal ve yapay elektromanyetik dalga kaynaklarının neler olduğu ve nelere dikkat edilmesi gerektiği, elektromanyetik dalgaların biyolojik veya biyofiziksel etkileri, iyonlaştırıcı ve iyonlaştırıcı olmayan dalgalar şeklinde sınıflandırılarak incelendi. Sonuçlar, toplumun elektromanyetik dalga/enerji veya alanların biyolojik etkilerine ilişkin riskler konusunda duyarlı olmasının, ayrıca süre, mesafe ve zırhlama gibi radyasyon korunma kurallarına uymasının gerektiğini ortaya koydu.

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Çevre veya çevre kirliliğinden söz edilince, insanların ilk algılamaları genellikle hava ve su kirliliği şeklinde olmaktadır. Oysa günlük yaşantımızı kolaylaştıran ve hızına zaman zaman yetişemediğimiz ve günlük yaşamda neredeyse vazgeçilmezlerimiz arasında bulunan teknolojik ürünlerin oluşturduğu yeni çevre kirliliği etkenleri uzun süredir yaşamımızda yer almaktadır. Kamuoyunun konuya ilgisi ise yavaş yavaş artmaktadır. Teknolojik gelişim kaynaklı yeni çevre kirleticileri söz konusu olduğunda, bilinmesi gereken en etkin çevre kirleticisi elektromanyetik dalga/ enerji kaynaklı kirliliktir. Elektromanyetik kirliliğe paralel olarak artan ve özellikle gelişmiş ülkelerde kamuoyunun gündemini meşgul eden gürültü ve ışık kirliliklerinin de sağlık üzerine zararlı etkiler oluşturabileceği tartışılmaktadır. Elektromanyetik çevreyi doğal ve yapay olmak üzere iki grupta incelemek mümkündür. Doğal elektromanyetik çevre Dünya’nın kendi yapısından, hareketinden, Atmosferden, Güneş ve Ay ile etkileşim vb olaylar sonucu oluşan elektromanyetik etkileşimleri kapsamaktadır. Elektrikle çalışan, elektromanyetik dalgalar yayan veya alanlar oluşturan insan yapımı araç, gereç ve sistemler ise yapay elektromanyetik çevreyi oluşturmaktadır. Doğal çevrede oluşan elektromanyetik alanlar, insan yapımı radyo frekans kaynaklarının yerel olarak oluşturduğu alan değerlerinin altındadır ve teknoloji geliştikçe yapay elektromanyetik çevre etkileri artmakta ve yeni sağlık sorunlarına yol açabilmektedir.

151

Süleyman Daşdağ D.Ü. Tıp Fakültesi Biyofizik Anabilim Dalı öğretim Üyesi, Diyarbakır sdasdag@gmail.com


Elektromanyetik Dalgala Elektromanyetik çevreyi oluştruran dalgaların tümünün dalga boylarına ve enerji düzeylerine göre sınıflandırıldığı tabloya elektromanyetik spektrum adı verilmektedir (Şekil 1). Elektromanyetik spektrumda yer alan dalgalar da geçtikleri ortamda iyonlaşmaya neden olan ve olmayan olmak üzere iki gruba ayrılmaktadırlar. İyonlaşma, elektromanyetik dalgaların geçtikleri veya çarptıkları ortamda bulunan bir atomun ya da atom grubunun elektron kaybı ya da kazanımı yoluyla artı veya eksi elektrik yüklü hale gelmesidir.

Şekil1. Elektromanyetik dalgaların frekans değerlerine bağlı sınıflandırılması

İyonlaştırıcı Radyasyonlar Madde ile etkileştiğinde artı ve eksi elektrik yüklü parçacıklar veya iyonlar oluşturarak iyonizasyon meydana getiren X-ışınları ile radyoaktif maddelerden yayılan alfa, beta, gama ışınları gibi radyasyonlar, iyonlaştırıcı radyasyon olarak tanımlanırlar2. İyonlaştırıcı radyasyonlar da kendi aralarında dalga ve parçacık özelliği gösteren olmak üzere iki grupta incelenmektedir. Dalga özelliği gösterenler radyasyonlar yukarıda da sözünü ettiğimiz X- ve gama ışınlarıdır. Parçacık özelliği gösteren radyasyonlar ise alfa ve beta parçacılarıdır. Dalga özelliği gösteren

X- ve gama ışınları madde veya vücuttan rahatlıkla geçtikleri için iç radyasyon tehlikeleri yoktur. Buna karşın, alfa ve beta parçacıklarının kütlelerinin ağır olmasından ötürü havada uzun bir yol kat edemezler ve dolayısıyla ancak solunum, sindirim veya yara yoluyla vücut içerisine alındıklarında oldukça tehlikeli olabilmektedirler.

Günlük Yaşam ve İyonlaştırıcı Radyasyonlar Sağlık alanında, özellikle görüntülemede kullanılan X- ve Gamma ışınları hastalıkların teşhisinde çok önemli görevler üstlenmektedirler. Bugün neredeyse hastanelerin tümünde kullanılan röntgen filmleri, tomografi, gamma kamera vb cihazlarla öyle ya da böyle karşılaşmışızdır. Ancak bunların gerek konuya ilişkin bilgilerden uzak hekimler ve gerekse hastalar tarafından gerekli, gereksiz kullanılması, yeni sağlık risklerinin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Çoğu hastanın “gidip bir tomografi çektireyim” cümlesiyle sık karşılaşmış biri olarak, toplumun bu konularda yeterince eğitilmediğini düşünmekteyim. Oysa radyasyon uygulamalarında veya korunmasında en temel ilke “kar-zarar” hesabının yapılmasıdır. Yani hastaya teşhis veya tedavi amacıyla kullanılacak radyasyon uygulamalarında; eğer radyasyon uygulaması hastanın lehine ise uygulanmalı, değilse uygulanmamalıdır. Günümüzde ticari kaygılar güderek gelişigüzel röntgen filmleri, tomografik incelemelerin istenmesinin ise affedilmeyecek bir hata olduğunu bilmek gerekir. Çünkü radyasyonun “stokastik” ve “stokastik olmayan” olmak üzere iki tür etkisi bulunmaktadır. Stokastik etkiler; her hangi bir radyasyon dozunda ortaya çıkabilecek etkilerdir.

152


Yani düşük de olsa radyasyonlar kişiden kişiye değişim gösterebilecek etkilere neden olabilirler. Stokastik olmayan etkiler; belirli bir radyasyon dozunun aşılması durumunda canlılarda gözlenebilecek biyolojik etkilerdir ve güvenlik sınırı olarak belirlenen dozlar aşılmadığı sürece güvende olduğumuz düşünülür. Dünya’da da radyasyon korunmasında dikkate alınan etkiler “Stokastik olmayan etkiler”dir. Çünkü bu etkilerin ortaya çıkması için belirli bir radyasyon dozunun ve etkileşim süresinin aşılması gerekir. Etkileşim süresi de radyasyon korunmasında dikkate alınması gereken son derece önemli bir etkendir. Yani radyasyonlarla ne kadar az süre etkileşirsek o kadar kazançlıyız. Şimdi tekrar stokastik etkilere dönelim. Son yıllarda Dünya’da “kişiye özel tedavi” diye bir yöntem gelişmektedir. Bu eğilimin ortaya çıkmasının ana nedeni aynı kimyasal ajanların, ilaçların veya fiziksel ajanların tüm insanlarda aynı etkiyi oluşturmadığının ortaya çıkmasıdır. Örneğin aynı hastalık için kullanılan bir ilaç aynı hastalığa sahip her hastada aynı düzeyde etki göstermeyebilmektedir. Dolayısıyla, hastaların çoğunun organları gereksiz yere yorulmakta veya zarar görmektedir. Kişinin bağışıklık sistemi, fizyolojik yapısı, psikolojik yapısı vb kişisel özellikler, fiziksel veya kimyasal bir ajanın kişi üzerinde oluşturacağı etkiyi değiştirebilmektedir. İlaç olarak verdiğimiz bu örneği radyasyonların etkileri için de söylemek mümkündür. Dolayısıyla radyasyonların da her insan veya canlı üzerine aynı düzeyde etki oluşturması beklenmemelidir. Günlük yaşamda hastanelere veya tıp merkezlerine yolumuz düştüğünde X- veya Gamma ışınlarının kullanımıyla karşılaşma şansımız yüksektir. Aslında, şans olarak vurguladığımız bu etkenle ne kadar az karşılaşırsak o kadar şanslıyız demek daha doğru olur. Çünkü güvenlik sınırlarının altında bile olsa radyasyonun hangi insan üzerinde ne kadar olumsuz etki yaratabileceği henüz tam anlaşılamamıştır. Örneğin, düşük dozlu Xışınları ile guatr, göğüs, akciğer kanseri ve lösemi arasında bir ilişki olduğu ileri sürülmektedir. Ayrıca X ve gamma ışınlarının insanlar için kanser riski taşıdığı Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı (IARC) ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından da kabul edilmiştir3. Sizinle ilgilenen hekimin radyasyon uygulaması için kar-zarar hesabını iyi yapan biri olması koşuluyla, elbette gerektiğinde tıbbi amaçlarla bu radyasyonlardan yararlanmaktan kaçınmamak gerekir. Son yıllarda ülkemizdeki sağlık alanındaki hızlı ve zaman zaman da çarpık şekilde gelişen sistem sayesinde bir sürü tıp merkezi açıldı. Bu tıp merkezleri sınıflara ayrılmakla birlikte, apartmanların

153

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


alt katlarında veya bir bölümünde halka hizmet sunabilmektedir. Tomografi, Gamma Kamera veya Manyetik Rezonans Görüntüleme (MR) sistemlerinin kullanım iznine sahip olan ve genellikle apartmanların alt katlarında bu hizmeti veren tıp merkezlerinin radyasyon riskleri genel olarak vatandaş tarafından iyi algılanamamaktadır. Örneğin bu tür merkezlerde bulunan radyasyon kaynakları yeterince kurallara uygun bir şekilde zırhlanmış mıdır? Yani radyasyonun diğer odalara veya evlere sızmasını önleyecek şekilde önlemler alınmış mıdır? Bunlar üzerinde durulacak sorulardır. Bir başka soru ise bu merkezlerdeki radyasyon güvenliğine ilişkin denetlemelerin ciddiyetidir. Elbette yasal düzenlemeler bunları zorunlu kılıyor. Ancak, kamuoyunun da bu konulara duyarlı olması gerekmektedir. Aslına bakılacak olursa radyolojik uygulamaların yapıldığı birimlerin veya tıp merkezlerinin bağımsız binalar içinde yer alması en akıllıca yoldur.

Ultraviyole (Morötesi) Işınlar (UV) Günlük yaşamımızda dikkat edilmemesi durumunda sağlık üzerine zararlı etkiler oluşturacak elektromanyetik dalgalardan biri de UV ışınlarıdır. Elektromanyetik spektrumun görünür ışık ile iyonize ışınlar arasında kalan bölgesinde yer alan bu ışınlar iyonlaştırıcı radyasyonlardan sonra enerjisi en yüksek elektromanyetik dalgalardır. Ayrıca UV ışınlarının belli bir kısmının da iyonlaştırmaya neden olduğunu bilinmelidir. Ancak bunların engellenmesindeki en önemli etken, insanoğlunun son yıllarda önemine vardığı ozon tabakasıdır. Diğer iyonlaştırmayan

radyasyonlara nazaran daha yüksek foton enerjisine sahip olan UV ışınları da doğal ve yapay olmak üzere iki şekilde yaşamımızda yer almaktadır. Doğal olan en önemli kaynak Güneş’tir. Yapay olarak elde edilen UV kaynakları sterilizasyon, tedavi, estetik, aydınlatma vb amaçlarla günlük yaşamımızda sıkı sık karşımıza çıkmaktadır. UV ışınları UVA, UVB ve UVC olmak üzere farklı şekilde sınıflandırılmaktadır. UVA (305 – 400 nm) ile etkileşen cisimlerin çoğu floresan özellik gösterir. UVB (280-315 nm) güneşten yer yüzüne ulaşan ve biyolojik açıdan önemli olan ve zararlı etkileri bulunan UV lerdir. UVC (280 nm den küçük) ler sterilizasyon amacıyla kullanılan lambalar tarafından üretilmektedir. İnsan üzerinde UV ışınlarının oluşturabileceği etkiler soğrulan enerji miktarıyla doğrudan ilişkilidir ve bu ışınların zararlı etkilerinden korunmak için de uluslararası güvenlik sınırları belirlenmiştir. UV ışınları fotokimyasal reaksiyonları başlatabilir ve yüksek dozlarda UV ışınlarını soğurmak, deride ve gözlerde ani zararlı etkilerin oluşmasına neden olabilir. UV ışınlarının iki tür etkisi bulunmaktadır. Bunlar; ani olarak ortaya çıkan etkiler ve geç ortaya çıkan etkilerdir. Sürekli olarak düşük dozlarda UV ışınlarını soğuran insanlarda, UV’nin geç ortaya çıkan etkilerine örnek olarak; deri elastozisi, keratozis ve deri kanserleri örnek olarak verilebilir. Bu yüzden özellikle yaz aylarında güneş ışınlarının etkisinin yüksek olduğu saatlerde güneşlenmekten kaçınmak veya çok kısa sürelerle güneşlenmek gerekir. Mümkün olduğunca 10:00 ile 16:00 saatleri arasında güneşlenmekten kaçınmak gerekir. “Sağlığın bronzlaşmadan daha önemli

154


olduğunu unutmamak gerekir”. Bronzlaşma deyince solaryumlara değinmek gerekir. İnsanlar genellikle daha bronz bir tene sahip olmak için son yıllarda solaryumlara fazla ilgi göstermektedirler. Solaryumlarda da radyasyondan korunmasında dikkate alınan “süre” faktörü son derece önem kazanmaktadır. Bu tür uygulamaların kontrolsüz kullanılabilme riskinden kaynaklanabilen deri üzerinde oluşan zararlı etkiler de zaman zaman kamuoyunun gündemini meşgul etmektedir. “Her mevsimin ten rengi en güzel ten rengidir” sloganı, insanlar için doğru bir yaklaşım olarak algılanmalı ve olabildiğince yapay radyasyon kaynaklarından uzaklaşılmalıdır. Doğal veya yapay ultraviyole ışınları ile etkileşme sırasında açık tenli insanların koyu tenli insanlara nazaran daha fazla risk altında olduğunu da hatırlatmak gerekir1. UV’ nin en iyi etkilerinden biri, insanlarda raşitizm oluşmasını önleyen D3 vitamini oluşturmasıdır. UV ışınlarının organlarımız üzerine etkilerini kısaca özetleyelim. UV ışınları ciltte kısa süreli etkiler oluşturabilir. Bunlar; pigmentlerde kararma, güneş yanıkları, melanin granüllerinin üretimi ve deri yüzeyinde leke oluşumu ve epidermal hücre büyümesinde değişmelerdir. Ayrıca güneş ışınları ile aşırı etkileşme derinin dermis tabakasını deforme edebilir ve esnekliğini bozabilir. Diş hekimliğinde kullanılan UV’ler ağız mukozasında değişimlere neden olabilir. Uzun süre UV’ye maruz kalan kişiler de ileri yaşlarda katarakt gözlenebilir, göz içi tümörler gelişebilir. Fotokeratozis oluşumu sonucu gözde aşırı duyarlılık ve göz kapağında kasılma gözlenebilir. Bazı kalıtsal hastalıklardan ötürü UV ışınlarına aşırı duyarlılık gözlenebilir. Özellikle UV-B nin bağışıklık üzerine etkileri olabileceği ileri sürülmektedir. UV ışınları söz konusu olunca floresan ve kompakt floresan ampullere (tasarruf ampulleri) de değinmek gerekir. Tasarruflu ampullerin üç türlü etkisi bulunmaktadır. Bunlar sırasıyla; elektromanyetik alan oluşturmaları, UV ışınları yaymaları ve civa içermeleridir. Dolayısıyla bu tür ampullerin kullanılması ve atık yönetimi konusu çevre ve elektromanyetik kirlilik açısından önemli konulardır. Çalışma masaları veya yataklarımızın başuçlarında yer alan abajurlar vb. konumlarda bu tür ampullerin kullanımından kaçınmalıyız. Uluslar arası kuruluşların önerileri bu tür ampullerin en az 1 m. uzakta kullanılması şeklindedir. Bu tür ampuller kullanılırken de çift zarflı olanlar tercih edilmelidir. Bu ampullerin atık yönetimi de civa içermesi açısından da ilgili kuruluşlarca dikkatle yapılmalıdır.

155

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Infrared (Kızıl Ötesi) Işınlar Kızıl ötesi diğer adıyla infrared (IR) ışınları da elektromanyetik dalga spektrumunda yer alan ve cisimler tarafından soğurulduğunda ısı etkisi oluşturan bir enerji türüdür. IR ışınları dalga boyu 0.78 µm ile 1000 µm aralığında olan elektromanyetik dalgaları kapsar. UV ve görünür ışık yayan kaynakları da IR ışınları yayabilmektedirler. Bu doğal ve yapay radyasyonların zararlı etkileri değerlendirildiğinde dikkat edilmesi gereken bir faktördür. IR ışınlamalar genellikle ısıtma, eritme veya kaynatma amacıyla endüstride sıkça kullanılan bir elektromanyetik enerji türüdür1,5. IR ışınları üzerine yapılan araştırmalar büyük çoğunlukla göz üzerine etkiler alanında yapılmıştır. IR ışınlarının gözler üzerine etkisini pratikte en iyi bilen veya gözler üzerine etkisini sorabileceğimiz meslek grubu kaynakçılardır. Özellikle bilinçsizce kaynak yapanların göz ağrılarından ne kadar şikayetçi olduğu bilinen bir gerçektir. Gözlerimizin kendine özgü koruyucu mekanizmaları bulunmaktadır. En iyi doğal IR kaynağının güneş olduğu düşünülürse, yoğun gün ışığına IR ışınlarının da eşlik ettiği düşünüldüğünde, gözlerimizin bu doğal koruma mekanizmalarının ne kadar önemli olduğunu günlük yaşantımızda kolaylıkla fark ederiz. Örneğin gözümüze gelen yoğun bir ışık huzmesine karşı gözlerimizi kırpmamız veya göz bebeğimizin buna karşı kendini ayarlaması. Göz kapaklarının ışınlara karşı gösterdiği tepki olan göz kırpmaları sırasında gözün ön yüzeyinde bulunan sıvının yenilenmesi veya ayarlanması da gözün kendini korumasına bir başka örnektir. Dolayısıyla göz kapaklarımız yoğun IR

vb. ışınların zararlı etkilerinden korunmamızı sağlayan en önemli organımızdır diyebiliriz. Infrared ışınlarının da yakın ve uzak alan olmak üzere iki sınıfa ayrıldığı düşünüldüğünde, yakın alan IR ışınlarından gözlerimizi olabildiğince korumaya çalışmalıyız. Yani gözlerimizi yakın alan IR ışınlarından kaçırmalıyız veya koruyucu gözlükler kullanmalıyız. Zaten gözlerimiz yoğun IR ışınlarına maruz kaldığında gözlerimiz doğal olarak kapanır ve tepki olarak başımızı çeviririz. Gözün korneasına kadar ulaşan duyu sinirlerinin küçük ısı değişikliklerine oldukça duyarlı olduğu yapılan araştırmalarca ortaya konmuştur. 100 kW/m2 lik enerjinin kornea tarafından soğrulmasına karşılık gelen 45oC lık bir sıcaklık gözde anlık bir ağrı oluşumuna neden olur ancak göz kapakları tepki olarak devreye girdiği için korneada genellikle yanık oluşmaz. Ancak yanık oluşturabilecek sıcaklıklar için bu durum geçerli değildir. Gözün lens tabakasının netliği de metabolik hastalıklar, göz iltihaplanması, zedelenmeler ve farklı türde elektromanyetik ışınlardan etkilenebilir. Bu tür etkenlere karşı gözün cevabı ise genellikle yaşa bağlı olarak ortaya çıkan katarakttır. Sonuç olarak, IR ışınlarının ışınlama dozuna ve süresine bağlı olarak, göz ve deri üzerine etkiler oluşturabileceği söylenebilir. Bu yüzden cam işçileri vb çalışma gruplarında yer alan ve düzenli olarak yüksek düzeyli IR ışınlarına maruz kalan çalışanlar, koruyucu araç ve gereçlerle, ortamın düzenli havalandırılması ve radyasyondan korunma ilkelerine dikkat ederek oluşabilecek zararlı etkileri asgari düzeye indirebilirler.

156


Mikrodalgalar, Radyofrekanslar ve Oldukça Düşük Manyetik Alanlar Manyetik Rezonans (MR) görüntüleme, derin ısıtma, yüksek ısıtma, teşhis, tedavi ve cerrahi amaçlarla kullanılan radyo frekans üreten değişik türde tıbbi cihazlar hastanın bulunduğu ortamda veya vücudunda, yüksek düzeyli yerel elektromanyetik alanlar oluşturabilirler. Bu tür tıbbi uygulamalar bazı çalışma alanlarında yüksek alanların oluşumuna neden olabilirler. Radyo ve televizyon yayınlarında kullanılan radyo frekansların (RF) güç yüksekliği veya düşüklüğü kapsama alanının büyüklüğüne göre değişir. Ancak bu tür yayınların gerçekleşmesini sağlayan ve verici istasyonlarında bulunan antenlerin yakınındaki elektrik alan şiddeti yüzlerce V/m lik düzeylere ulaşabilir. Hatta ısıtma yoluyla değişik maddeleri işlemede kullanılan ve RF yayan bazı cihazların yakınında bu değerler daha da yükselmektedir. Böylesi durumlarda RF güvenlik problemler artmaktadır. Çünkü yüksek düzeyli radyo frekanslara neden olan kaynaklardan korunmak bazen oldukça güç olabilir. Kablosuz iletişim araçları, veri aktarımı veya gıda işleme gibi normal halkın kullandığı kaynakların oluşturduğu elektromanyetik alanlar, yukarıda anlatılan düzeylere nazaran oldukça düşüktür. Ancak bu düzeyler de kullanıcıların bu cihazları kullanım sürelerine ve kaynağa olan uzaklıklarına bağlı olarak değişim göstermektedir. Kablosuz iletişimde kullanılan ağların genelde düşük düzeylerde elektromanyetik alanlar oluşturduğu ve bu değerlerin kabul edilebilir aralıkta olduğu kabul edilmekle birlikte, bu yaklaşım stokastik etkiler açısından doğru değildir. Cep telefonları son yıllarda zararlı etkileri olduğu iddia edilen ve günlük yaşamda sık kullanılan bir cihazdır ve kullanım süresine bağlı olarak yüksek düzeylerde ışınlanmalara neden olabilir. Baz istasyonları da elektromanyetik kirlenme kaynaklarından biridir. Bunlara ilişkin endişeler kamuoyunu ciddi bir şekilde meşgul etmektedir. Elektronik nesne gözetleme sistemleri (EAS) ve Radyo frekans ile tanımlama sistemleri (RFID) genelde düşük seviyeli alanlara neden olmakla birlikte, bazı EAS kapılarının içindeki elektromanyetik alanlar mevcut ışınlama limitlerine yakın değerlere ulaşabilmektedir. Radarlar ise çalışma süresince güçlü elektromanyetik alanlar oluştururlar. Radar antenleri döndüğü ve sinyaller puls şeklinde olduğu için ortalama ışınlama düzeyi düşer1,7. Sonuç olarak toplumun tüm radyasyon türlerinden korunmada süre, mesafe ve zırhlama (araç ve gereçlerle) gibi etkenler konusunda son derece duyarlı olmasının gerekli olduğu söylenebilir.

157

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


KAYNAKLAR 1. Dasdag S, Elektromanyetik Kirlilik ve Sağlık. Kent ve Elektromanyetik Dalga Kirliliği Sempozyumu Bildiri Kitabı, sf: 15-22, Antalya 2. www.taek.gov.tr/tr/bilgi-kosesi/radyasyon-insan-ve-cevre/65-radyasyon-ve-radyoaktivite/83yonlatrici-radyasyon.html 3. www.cancerwa.asn.au/resources/2009-05-20-medical-imaging-xrays-cancer-myth-factsheet.pdf 4. Dasdag S, İyonlaştırıcı radyasyonlar ve kanser, Dicle Tıp Dergisi, 2010 (Baskıda). 5. Anderson LE, Kaune WT, Electric and magnetic field at extermely low frequencies ( In Nonionizing radiation protection, Sec. Ed. World Health Organization Regional Office for Europe, European Series, No.25: 176-177. 1989 6. WHO, Exteremely Low Frequency Fields, Environmental Health Criteria 238. 2007 7. Vecchia P, Matthes R, Ziegelberger G, Lin J, Saunders R, Swerdlow A. Exposure to high frequency electromagnetic fields, biological effects and health consequences (100 kHz-300 GHz). International Commission on Non-Ionizing Radiation Protection. ICNIRP 16/2009.

158



RADYASYON, İNSAN VE ÇEVRE

160


ÖZET Radyasyon , insan ve çevre günümüzde ön plana çıkan konular arasında yer almaya başlamiştir.Teknolojik gelişmeler, yaşam standartlarını arttırmak adına sürekli olarak çevre ve insan arasında kurulu dengenin bozularak insan yaşamını tehdit edecek düzeye ulaşmıştir.

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Çevrenin sahip olduğu doğal radyasyon kaynakları yetmiyormuş gibi, durmadan yapay radyasyon kaynaklarını üretmede de adeta yarışıyoruz. Çevre ile sürekli ve düzeyli, madde ve enerji etkileşimi halinde insan, beklenenin üzerinde radyasyona maruz kalmaktadır.Bunun sonucundada, radyasyondan kaynaklanan ciddi sağlık sorunlarıyla karşılaşılmaktadır. Halbuki radyasyonun bilinçli kullanımının zarardan çok fayda sağlayacağı bilinmelidir. Nitekim günümüzde, radyasyonu, yaşamın lehine; aydınlatmada, haberleşmede, sağlıkta (Teşhis, tedavi ve araştırmada), sanayi de, v.s. rutin olarak kullanmakta ve yararlanmaktayız. İnsanlar, istem dışı de olsa, daima radyasyonla müşterek yaşamını sürdürmek zorunda olduğunu ve bu ortamlarda nasıl yaşanılacağı konusunda aydınlatılmaları gereklidir. İnsan ve çevre yaşam boyunca ve yaşamın gereği, sürekli olarak madde ve enerji etkileşimi halindedir. Enerji etkileşimi büyük ölçüde radyasyonla olmaktadır.

Radyasyon Nedir? Noktasal bir enerji kaynağından yarıçaplar doğrultusunda (Şekil:1) çevreye her türlü kütleli, yüklü, enerjetik tanecik veya dalgasal enerji yayılması.

Prof.Dr.M.Salih Çelik D.Ü.Tıp Fakültesi Biyofizik Anabilim Dalı, Diyarbakır. mscelik21@gmail.com, mscelik@dicle.edu.tr

Şekil:1

161


Radyasyonlar, canlı veya cansız madde içine nüfuz ederek atomlarını iyonlaştırması ya da iyonlaştırmamasına ve ortamdaki yayılma şekline göre de, Tablo:1’de görüldüğü gibi sınıflandrılabilir. İyonizan Radyasyonlar Non-iyonizan Radyasyonlar

Parçacık Tipi

-Alfa

Dalga Tipi* Dalga Tipi

- Gama

- UV(düşük frekanslı)

parçacıkları ışınları

- Görünür ışık

- Beta

- Mikrodalgalar

paçacıkları - Nötron

- X ışınları

- UV ışınları - Radar ve TV (yüksek

parçacıkları frekanslı)

dalgaları - Radyo dalgaları

Mekanik orijinli

- Ses - Ultrases a. Hyposes

Şekil:2

b. Ses c. Ultrases d. Hyperses

İnsan Nedir? Bulunduğu çevre ile yaşam boyunca sürekli etkileşim halinde olan, doğan, gelişen, düşünen ve düşünerek projeler üreten-gerçekleştiren bir varlıktır.İster canlı ister cansız olsun her varlığın temelinde atomların(Şekil:2) olduğu;

Atomlar bir araya gelerek molekül’ü, molekuller bir araya gelerek makromolekül’ü, makromoleküller bir araya gelerek hücre oraganeli’ni, hücre organelleri bir araya gelerek hücreyi(temel canlı birimi), hücreler bir araya gelerek dokuyu, dokular bir araya gelerek organı, organlar bir araya gelerek sistemi, sistemler bir araya gelerek canlı organizmayı(Şekil:3) oluşturmaktadır.

• Bütün varlıkların(canlı-cansız) temel yapısını oluşturdukları, • Atom bir elementin en küçük parçası; proton, nötron ve electronları içerdiği, • Proton ve nötronlar atomun çekirdeğinde, elektronlar ise atomun dış yörüngelerinde olduğu bilinmektedir.

162

Şekil:3


Çevre Nedir? İnsanların (ve canlıların) doğup büyüdükleri, yaşamları boyunca enerji ve madde alışverişini yaptıkları dış ortamdır. Çevrenin fiziksel elemanlarını; hava, su ve toprak biyolojik elemanlarınıda; insan, hayvan, bitki ve diğer mikroorganizmalar oluştururlar. Çevreyle hayatı (yaşamsal) ilişkileri olan insanlar çevre ile adeta ortaklık kurmuşlardır. Toplumsal yaşam ilişkiler içerisinde doğal kaynakları kullanarak, teknoloji geliştirerek, ekonomik faaliyetlerde bulunurlar. Bu faaliyetlerin gelişimi ile insanlar kendilerine yapay çevreyi oluştururlar.Yapay çevre içindeki yaşam koşullarını geliştirirken doğa ile sürekli ilişki halindedirler. İnsan ve doğa arasındaki bu ilişki, ekolojik sistemin bir parçasıdır. İnsan kendisine ait yapay çevre oluşturmaya başlamasından bu yana insan ve doğa arasındaki denge, insan aleyhine devamlı olarak bozulmuş ve bozulmaya devam etmektedir. Bozulan bu denge beraberinde ciddi sağlık sorunlarını getirmiştir. İnsanoğlu varoluşundan bu yana sürekli olarak radyasyonla iç içe yaşamak zorunda kalmıştır(zaten dünyamız rayda oaktiviteye sahip bir gezegendir) .Dünyada insanlar yaşamaya başladıkları günden geçen yüzyılın başlarına kadar, çevre ile arasında bir doğal radyasyon dengesi söz konusu idi. Geçtiğimiz yüzyılda bu doğal denge nükleer denemeleri ve bazı teknolojik ürünlerin kullanımı ile bozulmaya başlamıştır. Çevrede, insanı etkileyen çok önemli etmenlerin olduğunu bunlardan birisinin doğal radyasyon kaynakları olduğu ve bu kaynakların başında da Radyoaktif maddelerin çoğunlukta olduğu bilinmektedir.

Şekil:4 Dünyada doğal ve yapay Şekil:5 Dünyadaki %’de radyasyon radyasyon oranları kaynakları

163

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Radyoaktif Madde Nedir?

Radyasyon, İnsan ve Çevre

Atom çekirdeğinin kendiliğinden parçalanarak ve parçalandıkça da etrafa radyasyon yayarak baska çekirdeğe dönüşme olayıdır(Şekil:5). Bir atom çekirdeğinin ne zaman ve hangi çekirdeğin bozunmaya uğrayacağını tahmin etmek mümkün değildir.

Şekil:6 İnsan’ın maruz kaldığı radyasyon ve kaynakları

Şekil:7 Çağdaş yaşam koşullarında insan’ın maruz kaldığı radyasyon kaynakları

Şekil:5 Radyoaktif Bozunma

Şekil:8 İnsan’ın maruz kaldığı (düşük doz) radyasyon ve kaynakları

164


DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Şekil:10 Nükleer güç reaktörünün 4. ünitesinde tasarım hatası nedeniyle yapılan deneyde güvenlik sistemi devre dışı brakılması sonucu, 26 Nisan 1986 günü meydana gelen nükleer kaza sonrası görüntü

Şekil:11 Atom bombasının patlatılması ve açığa çıkan % enerji oranları

Bütün bu olaylar sonrasında ortaya çıkan radyasyonlar, insan sağlığını etkilemektedir. Kemik iliği, dalak, kan ve üreme hücrelerinin oluşturdukları (hayati önemi fazla olan) dokularda radyasyonun etkisi daha erken görülür. Çünkü bu hücreler daha hızlırlar.Burada radyasyondan etkilenen bir hücre çoğalarak çok sayıda, etkilenmiş(hasar görmüş) hücreler oluşturur. Bu hücreler bir zaman diliminde bir tümör oluşumu (kanser) sonuçlanabilir.

ile

Etkilenen hücrenin DNA’sının taşıdığı bilgi değişmesi dolayısıyla mutasyona uğrayabilir. Radyasyondan kaynaklanan bu değişiklik bu durum, bireyin üreme hücrelerinde gerçekleşirse gelecek nesillere de aktarılması kaçınılmaz olur. Yüksek dozda radyasyona maruz kalmış bireylerde görülebilecek baslıca hastalıklar; 165


• Kanda ve kan yapan organlarda tahribat (anemi, lösemi), • Ciltte ateş yanığını andıran yaralar, • Gözde katarakt, • Kısırlık, • Kanser ve • Kalıtımsal bozukluklar.

Doz(Sv) Etkileri

Doğal Radyasyon Kaynakları Kaynak

Yıllık Doz (mSv)

Tprak ve kayalardan sızan Rn-222, Rn220 Gazları Yeryüzeyinden gelen Gama ışınları

500

Vücuttaki Karbon, Potasyum, Polonyum

300

Yeryüzeyine gelen Kozmik ışınlar

400

Toplam -Gözlenebilir bir biyolojik etki meydana getiren en 0,5

Medical kullanıcılar – x-ışın, vs.

-3 saat içerisinde kusma ile birlikte yorgunluk ve iştahsızlık görülür. -Hastalarda bir kaç hafta içinde iyileşme gözlenir.

-2 saat içinde kusma ve halsizlik baslar. 3

50

Test amaçlı kullanılan silahlardan

10

Çalışma(iş) ortamı (ortalama)

5

Nucleer endustri (atıkları vs.)

2

Diğerleri (TV, uçak seyahatı, vs.)

-2 hafta sonra ise saçlar dökülmeye baslar.

11

Toplam

478

Tablo:3 Dünya genelinde alınan yıllık ortalama kişisel dozlar

-B ir kaç saat içerisinde bulantı ve kusma başlar -İştahsızlık, halsizlik, ateş ve saç dökülmesi izler. -İki hafta sonra ağızda iltihaplanma görülür, ishal ile birlikte hızlı kilo kaybı baslar.

Organ - Doku

-Bu radyasyona maruz kalan insanlarin %50’si 2 ile 4 hafta içinde ölür.

6

400

Çernobil (ilk yıl)

-Bu insanların %90’i 1-12 ay arasında iyileşir.

4

2400

Yapay Radyasyon Kaynakları

küçük radyasyon dozudur, ve akyuvarların sayısında geçici bir değişiklik meydana getirir.

1-2

1200

Bütün Vücüt Gonadlar ve Kırmızı

-Ölüm oranı %90’a çıkar.

Kemik İliği

-İyileşmesi ise çok uzun süren tedaviler gerektirir.

Cilt, Kemikler ve Troid Ayaklar, Bacaklar, Kollar,

Tablo:2 Radyasyon dozlarına maruz kalan insanlarda görülebilecek etkiler

Eller Diğer (Herhangi Bir Tek Organ)

Radyasyon

Serbest

Çalışanları İçin

Çalışanlar

Müsaade Edilen

İçin Doz

Maksimum dozlar Sınırları mSv / yıl 50 5 50

5

300

30

750

75

150

15

Tablo:4 ICRP Tarafından Önerilen Doz Sınırları

166


SONUÇ Soluduğumuz hava ile, içtiğimiz sularla, yediğimiz gıdalarla, yaşadığımız evlerimizin yapı malzemeleri ve topraktan gelen radyasyonlara sürekli maruz kalmaktayız, kaldı ki insanın yapısında ki Karbon-14, Potasyum-40 ve Polonyum-210 radyoaktif elementlerin yaydığı radyasyonlara da maruz kalmaktayız. Ayrıca düyamız da radyoaktif bir gezegendir. Yukarıda da belirttiğim gibi geçmişten bu güne ve gelecekte de insanlar daima radyasyonla iç içe yaşamış ve yaşamaya devam edecektir. Burada bize düşen en büyük görev; çevre ve insan arsında kurulu dengeleri bozmaya yönelik faaliyetlerden mutlaka sakınmamız gereklidir. Çevredeki radyasyon düzeyi belli sınırlarda tutabildiğimiz ve kurulu dengeyi koruduğumuz sürece radyasyondan korkmanın hiçbir anlamı olmayacağı bilakis bu enerjiden insanlık adına yararlanma yollarının araştırılmasının daha iyi olacağı kanısını taşımaktayım. Görünmez, kokusuz, tatsız, işitilmez ve hisedilmez fiziksel özelliklere sahip, zararları yanında yararları da olan radyasyonlar; I- Yaşama şartlarının iyileştirilmesinde;

- Sanayide,

- Taşımacılıkta,

- Haberleşmede,

- Aydınlatmada, adeta insanlığa hizmet amacıyla

II- Sağlık alanında;

- Teşhis,

- Tedavi

- Araştırma daki katkıları tartışılamaz düzeyde fayda sağlamaktadır.

167

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Şekil:13 Çevre(Doğal dengenin korunduğu..)

Şekil:12 Radyasyonun insanlığa hizmet amacıyla kullanımı ve elektromanyetik Spektrum.

168


KAYNAKLAR 1. Pehlivan, F. Biyofizik, Feryal Matbaası, Üçüncü Baskı, Ankara, 2004. 2. www.taek.gov.tr/index.html, 2009 3. Wikipedia, the free encyclopedia, (http://en.wikipedia.org/wiki/), 2010 4. Engizek, Tülay, Sağlık Fiziği, İ.Ü. Fen Fakültesi Basımevi, İstanbul, 1999.

169

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


ENDOKRİN ÇEVRE BOZUCULAR VE ERGENLİK ÜZERİNE ETKİSİ

170


ÖZET Endokrin çevre bozan kimyasallar; plastiklerde, deterjanlarda, böcek ilaçlarında ve endüstriyel kimyasallarda bulunmaktadırlar.

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Endokrin çevre bozucu; endokrin sistemin çalışmasını değiştiren ve sonunda sağlıklı organizmada veya onun nesillerinde sağlık üzerine ters etkilere neden olan, dışarıdan alınan madde veya bileşikler olarak tanımlanır. Endokrin çevre bozucu üreme sistemini etkiler. Testis yapısında gerileme,sperm sayısında azalma erkeklerdeki olan olaylardır. Kızlarda ters istikamette gelişim olur. Rahim boyutunda artma ve erken ergenlik olur. Gebelikte cenin üzerinde de etki olmakta,gelişim bozukluğuna neden olmaktadır. Kadınlarda meme ve rahim kanserine neden olur.Tiroid bezi üzerinde olumsuz etkide bulunur. Endokrin bozucular, endokrin(hormonal) sistem tarafından sentezlenen kimyasalların aktivitelerini bir şekilde taklit ettikleri, blokladıkları ya da değiştirdikleri için özel ilgi konusudurlar. Diğer birçok organın yanında, özellikle idrar yollarını ve tiroid bezlerini etkilemektedirler. Son on yılda üreme organ anormallikleri, testis kanseri, erkek doğum oranlarında azalma ve meni kalitesinde düşme rapor eden birçok çalışma yayınlanmıştır. Son dönemde çıkan yazılarda sıklıkla besinlerdeki veya çevremizdeki estrojen benzeri bileşiklerin üreme sağlığı üzerine olan zararlı etkilerinden bahsedilmektedir. Testis kanseri, testislerin torbaya inmemesi ,penis ucunun aşağıda oluşu , gibi erkek üreme sistemi hastalıklarında görülen belirgin artış ve sperm kalitesinde muhtemel düşüş, bu bozuklukların rahim içi hayatta estrojene maruz kalınmasına bağlı olarak ortaya çıktığı hipotezinin geliştirilmesine neden olmuştur. Endokrin-bozucu maddelere maruziyet en sık olarak alınan gıdalar yoluyla olmaktadır. Endokrin mekanizmalarla insan üreme sistemi üzerinde etkileri olduğu bilinen bazı moleküller: DDT ve metabolitleri, Poliklorine bifeniller, dioxinler, doğal bitki kaynaklı östrojenler (fitoöstrojenler) ve mantar zehirleridir. Bunun dışında böcek ilaçları üretiminde ve kullanımında maruz kalınan dioksinler, endüstriyel kazalar sırasında maruz kalınan klorofenoller sayılabilir. 680 insan yapımı madde ve 9 sentetik/doğal hormon, potansiyel endokrin-bozucu madde olarak belirlenmiştir.

171

Prof.Dr.Kenan haspolat Dicle Üniversitesi Tıp fakültesi-Diyarbakır .khaspolat@hotmail.com


Fitoöstrojenler, vücutta üretilen östrojenlere göre daha zayıf etki gösterirler ve günlük hayatta sık olarak tüketilen besinlerde (sarımsak, maydanoz, hububat, havuç, patates, vişne, elma ve kahve) bulunurlar. Ancak fitoöstrojenler, yoğun ve çok miktarlarda alınmaları sonucunda belirgin etkiye neden olurlar.

Belli Başlı Çevresel Endokrin Bozucular Dioksinler, Furanlar, Poliklorlu bifeniller (PCB), Biosidler, Hakesklorobenzen, Fitatlar, Alkifenoller, Bisfenol A

Çevre Bozucularının Özet Olarak Yan Etkileri

Endokrin Sistemi Bozan Ilaçlar Plastik ile ilişkili ürünler: • Polivinilkarbon (PVC) ürünlerde bulunurlar. • Vernik: Verniklenmiş tüm ürünlerde bulunurlar. Böcek ilaçları : • Temizlik malzemeleri, • Fungusitler (mantar ilaçları), • Pestisitler (zararlı canlıları öldüren ilaçlar), • Herbisitler (yabani otları yok eden ilaçlar) ile boyalar, • Plastikler ve çözücüler gibi organik kimyasalların endokrin bozucu olma potansiyeli vardır.

Kız çocuklarında: Erken ergenlik, vajinal kanser, cinsiyet organlarında anormallikler, sinir sistemi gelişim bozuklukları, düşük doğum tartısı, hiperaktivite, öğrenme bozuklukları, zeka düşüklüğü.

Endokrin bozucu kimyasallar ve ergenlik gelişimi arasındaki ilişkilerle ilgili yapılan pek çok epidemiyolojik çalışmada PCB, PBB, dioksin, DDE ve diğer persistan pestisitler üzerine yoğunlaşılmıştır. Ancak yumuşak plastik oyuncakların yapıldığı polivinil klorid plastikler ve besin paket materyallerinde bulunan fitalatlar gibi ev içi kimyasalların gündeme gelmesi daha sonra olmuştur.

Erkek çocuklarında: Penis ucunun olması gereken yerinin aşağısında olmaması, testislerin torbaya inmemesi, sperm azıklığı, erkeklik hormon düşüklüğü.

Fitalatlar, evlerde ve hastanelerde kullanılan birçok malzemenin içinde bulunmaktadır. Fitalatların özellikle testisi engelledikleri kabul edilmektedir.

Erişkin erkeklerde. Testis ve prostat kanseri, sperm sayı ve nitrlik azlığı, troid hormon bozukluğu.

Bu nedenle fitalatlar, emzik ve oyuncakların içerisinden çıkartılmıştır.Özellikle rahim içi yaşamda endokrin bozuculara maruz kalınması, üreme organlarında ciddi ve geri dönüşümü olmayan anormaliklere neden olabilir; bu dönemde östrojenik ya da antiandrojenik etkili bir endokrin bozucu maddeye maruz kalınması

Erişkin kadınlarda. Meme kanseri, rahi ceninde anormallikler.

ru,

Genel olarak bağışıklı sisteminde azalma, hastalıklara duyarlılık.

172


halinde prostat bezinin gelişimi kalıcı olarak bozabilir.

Endokrin Bozucular-Ergenlik Son yıllarda özellikle çevresel koşulların (beslenme tarzı gibi) etkisi ile ergenlik başlangıcı ve adet yaşının erken yaşlara kaydığı gözlenmektedir. Ancak bunun dışında, bazı endokrin bozucuların ergenliğin erkene kaymasında etkili olduğu da ileri sürülmektedir. Yer cilası ve onların çözücüleri ile temas halindeki kız çocuklarda, erken ergenlik tespit edilmiştir Endosulfan, tarımda kullanılan bir insektisitdir. Hindistan’da endosulfana maruz kalan erkek çocuklarda ergenlik gecikmesi ve seks hormon sentezinde bozuklukların olduğu saptanmıştır.

Troid Dokusuna Yan Etkide Bulunanlar Böcek öldürücüler içerisinde en sık troid fonksiyonları ile etkileşime girenler 2-4 dikloroasetikasit, asetoklor, aminotirazol, amitrole, bromasil, bromoksinil, pendatemalin, thiourea’lardır. Troid hormanları rahimiçi hayatta ve sonrasında beyin gelişimi üzerinde önemli etkileri vardur.Bu durum sinir hücreleri üzerine olumsuz etkide bulunmaktadır. Poliklorlu bifeniller(PCP) içeren kimyasal maddeler troid dokusu üzerinde etkisi önemli sayılabilecek bozukluklara neden olur. Dioksinler de cenin üzerinde olumsuz etkide bulunur. Yanmayı önleyici kimyasallar: Tetrabromobisfenol A(TBBPA),polibrominli difeni eterler(PBDE) ve polibrominli bifeniller bu gruba girer. PBDE yanmayı önleyici madde olarak plastikler, boyalar, elektirk maddeleri, sentetik tekstillerde bulunur. TBBPA,bisfenol A(BPA) derivesi olup tv, bilgisayar, fotokopi makinası, video ve lazer printerda bulunur. Bu maddeler troid dokusu üzerine etkide bulunarak hipotroidiye neden olur. Özellikle hamile bayanların bu noktada uyanık olması gerekir,cenin üzerine olumsuz etki söz konusudur. Pentaklorofenol(PCP)’ya maruziyet yenidoğanlarda hipotroidiye neden olarak beyin gelişimini bozar. Bu madde böcek ilaçları ve deri endüstrisinde kullanılır, plastik, deterjan, toz boya, diş malzemeleri de

173

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


diğer kullanım alanlarıdır. Fitalatlar plastik yapımında ve plastiklerin yumuşatılmasında kullanılır.Bu maddelerin en önemli kullanım alanları hastanedeki yenidoğanlarda kullanılan beslenme tüpleridir. Ayrıca damar içi kateterler,serum torbaları da değişik miktarda fitalat içerir. Diğer kullanım alanları PVC borular, çocuk oyuncakları, otomobil parçaları, sebze ve meyve kontainerlerinin yüzeyleridir. İçme suları da değişik oranda fitalata maruz kalır. Fitalatlar üreme sistemi üzerine olumsuz etkide bulunur. Fitalatlar özellikle ceninler üzerinde olumsuz yan etki yapar, hamile bayanların bu noktada dikkatli olması gerekir. Böcek öldürücülerden DDT ve HCB özellikle cenin troid dokusuna olumsuz etkide bulunarak beyin gelişimine negatif etkide bulunur. Bitki Büyüme Düzenleyici Hormonlar Günümüzde, bitkilerde verimi arttırmak ve saklama sürelerini uzatmak için BBDH (=bitki büyüme düzenleyici hormonlar = bitki büyüme düzenleyiciler = bitki büyüme ve gelişme düzenleyiciler) adı verilen çok çeşitli maddeler kullanılmaktadır. Günümüzde yaygın olarak kabul edilen görüşe göre; uygun doz ve doğru zamanda uygulanan BBDH’ın bitkilerde kalıntı bırakmadığı veya insan sağlığı açısından tehlike arz etmeyecek kadar kalıntı kaldığı düşünülmektedir. Ancak, aşırı doz ve uygun olmayan zamanda yapılan uygulamalar halinde, bu hormonların meyve ve sebzeler üzerinde kalıntı etkilerinin fazla olmasından dolayı zararlı olabilecekleri ileri sürülmektedir. Danimarka’da BBDH olan klormekuat kullanılarak yetiştirilen

buğdayla beslenen domuzlarda üremenin azaldığı tespit edilmiş ve bu nedenle üreme çağındaki domuzların, bu buğdaylarla beslenmesi yasaklanmıştır Diğer ülkelerde de yapılan çalışmalarda BBDH grubundan olan 2, 4-diklorofenoksi asetik asit (2,4-D)’in üreme sisteminde bozukluğa çok yüksek dozlarda neden olduğu bildirilmiş ve kullanımı yasaklanmıştır. Ancak halen bu hormonlar başta Hollanda, İspanya, İtalya gibi ülkeler olmak üzere tüm dünyada yaygın olarak kullanılmaktadır. Türkiye’de 1970’li yılların başlarında BBDH kullanılmaya başlanmış ve sürekli gelişen pazar ekonomisi nedeniyle, sebze ve meyvelerin hızlı bir şekilde üretilip olgunlaştırılması ve piyasaya sürülmesi istenmesi nedeniyle 2002 yılına kadar kullanımı %45.29’luk bir artış göstermiştir . Ülkemizde BBDH’ın en başta gelen kullanım alanlarından biri örtü-altı (sera) sebzeciliğidir. Bu amaçla 1984 yılına kadar ülkemizde fenoksi türevlerinden olan 2,4-D kullanılmıştır . Ancak bu maddeyle temas eden memeli hayvan ve kuşlarda cinsiyet organı anomalileri ile ani ölümler gözlenmiştir. Ayrıca 2,4 D’ye maruz kalan insanlarda çeşitli kanserlerin sık görülmesi ve temas eden kişilerin çocuklarında da ürogenital anomaliler saptanması nedeniyle 2,4 D’nin kullanımı Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’nca yasaklanmıştır . Ülkemizde örtüaltı yetiştiriciliğinin %87.17 gibi çok önemli bir kısmını gerçekleştiren Akdeniz bölgesinde yapılan bir anket çalışmasında, seralarda en fazla (%44.4) domates yetiştirildiği, BBDH kullanıldığı, ancak çiftçilerin % 50’sinden fazlasının hormonlar hakkında bilgilerinin yetersiz olduğu saptanmıştır. Ayrıca çiftçilerimizin

174


“ne kadar hormon verilirse o kadar ürün alınabilir” inanışına sahip olmaları bu maddelerin olumsuz etki yapma ihtimalini artırmaktadır BBDH, yapılarına göre de başlıca beş grupta incelenmektedirler: Oksinler, giberellinler, sitokininler, etilen ve dorminler (absissik asit). Oksinler, tarımda en eski kullanılan hormonlardandır ve çekirdeksiz meyve oluşumunu sağlar ve ürün kalitesini artırır. Ülkemizde oksin preparatlarından Betanaftoksi asid (BNOA), Naftalen asetik asit + Naftalen asitamit (NAA-NAD) ve 4-klorofenoksi asetik asit (4-CPA) ruhsatlıdır. Bu oksin preparatları Tarım Bakanlığı’nın izni ile özellikle seralarda yaygın olarak kullanılmaktadır. Turfanda yetiştiricilikte özellikle soğuk havalarda meyve gelişimi ve verimi için hormon kullanımı gerekmektedir, bu da 10 Nisan ile 15 Mayıs arasındaki dönemde hormonlu meyve hasat edilmesi anlamına gelmektedir. Domatesin kabuğunun soyulmasının domates üzerinde kalıntı miktarını %36 azalttığını tespit etmişlerdir. Bu nedenle, özellikle serada üretimin yapıldığı kış aylarında hormon kullanıldığı için domatesin kabuğunun soyulmasının, vücuda alınacak kalıntı miktarını azaltacağı ifade edilmektedir.

SONUÇ Endokrin çevre bozular hakkında pratik notlar: • Plastik maddelere sarılı ve plastik kaplarda saklanan ürünlerin, özellikle mikrodalga fırında ısıtılmaması, seramik kapların bunların yerine tercih edilmesi. • Plastik şişedeki anne sütü ve mamaların mikrodalga ile temasının engellenmesi. • Besinlerin plastik maddelerle örtülmemesi ve plastik maddelerle temasının engellenmesi. • Bebeklerin plastik ürünler çiğnemesinin engellenmesi. • Çocukların top v.b. oyunlardan sonra, olası pestisid v.b. maddelerle karşılaşmaları açısından ellerinin yıkanması. • Toksik kimyasalla karşılaşma ihtimali olan balıkların haftada üç defadan fazla tüketilmemesi, küçük balıkların tercih edilmesi (Daha az kimyasalla karşılaşma sözkonusu olduğundan). • Hayvansal yağlar (Çevresel bozucular en fazla yağda depolanır).

175

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


KAYNAKLAR 1. Bigsby R, Chapin RE, Daston GP et a. Evaluating the effects of endocrine disruptors on endocrine function during development. Environ Health Perspect 1999; 107: 613-8. 2. Çetinkaya S. Endokrin Çevre Bozucular ve Ergenlik Üzerine Etkileri. 3. Darendeliler F.Çevre ve Endokrin sistem.XI.Ulusal Pediatrik Endokrinoloji Kongresi. 14-17 Eylül 2006.Konya.s.49 4. Lee MM. Endocrine Disrupters. A Current Review of Pediatric Endocrinology 2007; 109-18. 5. Özkan B. Çevresel endokrin bozucuların troid fonksiyonları üzerine etkisi.XI.Ulusal Pediatrik Endokrinoloji Kongresi.14-17 Eylül 2006.Konya.s53 6. Skakkebaek NE, Rajpert-De Meyts E, Main KM. Testicular dysgenesis syndrome: an increasingly common developmental disorder with environmental aspects. Hum Reprod 2001;16:972-8. 7. Yeşilkaya E. Endokrin Bozucular. Güncel Pediatri 2008; 6: 76-82 8. Weber R, Pıerık, fh , . Dohle gr,, a Burdorf. A. dr. (Terc Sevinç,C, Karadeniz,T.Erkek 9. üremesi üzerinde çevresel etkiler.BJU International (2002), 89, 143-148

176



DİYARBAKIR’DA ISINMADAN KAYNAKLANAN HAVA KİRLİLİĞİ

178


ÖZET Hava kirliliği canlıların sağlığını olumsuz yönde etkileyen ve/veya maddi zararlar meydana getiren havadaki yabancı maddelerin, normalin üzerindeki miktar ve yoğunluğa ulaşmasıdır. Bir başka deyişle hava kirliliği; havada katı, sıvı ve gaz şeklindeki yabancı maddelerin insan sağlığına, canlı hayatına ve ekolojik dengeye zarar verecek miktar, yoğunluk ve sürede atmosferde bulunmasıdır.

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Hava Kirliliği Nedir? Hava kirliliği canlıların sağlığını olumsuz yönde etkileyen ve/veya maddi zararlar meydana getiren havadaki yabancı maddelerin, normalin üzerindeki miktar ve yoğunluğa ulaşmasıdır. Bir başka deyişle hava kirliliği; havada katı, sıvı ve gaz şeklindeki yabancı maddelerin insan sağlığına, canlı hayatına ve ekolojik dengeye zarar verecek miktar, yoğunluk ve sürede atmosferde bulunmasıdır. Hava Kirliliğini Kaynaklarına Göre 3’e Ayırabiliriz. • Isınmadan Kaynaklanan Hava Kirliliği. • Motorlu Taşıtlardan Kaynaklanan Hava Kirliliği. • Sanayiden Kaynaklanan Hava Kirliliği. Hava Kirliliğinin Sağlığa Etkileri Kirli hava, insanlarda solunum yolu hastalıklarının artmasına sebep olmaktadır. Örneğin; kurşunun kan hücrelerinin gelişmesini ve olgunlaşmasını engellediği, kanda ve idrarda birikerek sağlığı olumsuz yönde etkilediği,karbonmonoksit (CO)’in ise, kandaki hemoglobin ile birleşerek oksijen taşınmasını aksattığı bilinmektedir. Bununla birlikte kükürtdioksit (SO2)’in, üst solunum yollarında keskin, boğucu ve tahriş edici etkileri ve Partikül Maddelerin ( PM 10 / 2.5 ) akciğerlerde kalıcıetkisi vardır. Uzun vadede kansere sebep olabilmektedir.Kısa vadede ani canlı ölümleri meydana gelebilmektedir nitekim Londra’da duman ve sisin yoğun olduğu bir dönem olan 1873 yılında 700 kişi, 1911 yılında ise 1150 kişi, Belçika’da 1990 yılında 63 kişi. ABD’ nin Pensilvanya kentinde ise 20 kişi yaşamını yitirmiştir.

179

İbrahim Murat KARGIN Diyarbakır İl Çevre ve Orman Müdürlüğü Kayapınar / DİYARBAKIR imkargin@cevreorman.gov. tr


Isınmadan kaynaklanan hava kirliliğinin sebepleri Fosil yakıt kullanımı. ( Kömür, Petrol ve türevleri), Yakma sistemlerinin teknolojisi, Yapıların yalıtım teknolojisi (Sıcak ve soğuk için),Yanlış ve aşırı enerji kullanımı olarak sıralayabiliriz.

Isinmadan Kaynaklanan Hava Kirliliğine İlişkin Yasal Mevzuat 13/01/2005 tarihli ve 25699 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren “Isınmadan Kaynaklanan Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği” dir.

Yerli Kömürlerin Özellikleri Toplam Kükürt (kuru bazda)

Sınırlar

min. 4000 Kcal/kg

(orijinalde)

(-200 tolerans)

sunulan) Kül (kuru bazda)

max. %25 max. %25 18-150 mm (18 mm altı max. %10

Boyut

İller ve İlçeler

max. % 2

Alt Isıl Değer

Toplam Nem (satışa

Kullanılacağı

tolerans

Yönetmeliğin 28 inci maddesine göre sınır değerlerinin aşıldığı (I.Grup) İl ve İlçeler

150 mm üstü max. % 10 tolerans)

Yapılan düzenleme ile kömürler torbalanarak satışa sunulmaya başlanmış ve kükürt oranı düşük kömür (Tablo 1 – 2) ve fuel – oil kullanılmaya başlanmıştır. İthal Kömür Özellikleri Toplam Kükürt (kuru bazda)

Sınırlar

: En çok. % 0,9 (%+0,1 tolerans)

Alt Isıl Değer (kuru

: En az 6400 Kcal/kg (- 200

bazda)

tolerans)

Uçucu Madde (kuru bazda)

: % 12-28 (+1 tolerans)

Toplam Nem (orijinalde) : En çok % 13 Kül (kuru bazda)

Boyut* (satışa sunulan)

: En çok %16 (+2 tolerans)

Tablo 2

Diyarbakır’ da Isınma Amaçlı Yakıt Kullanımı İlimizde merkezi ısıtmalı katı ve sıvı yakıt kullanan 3057 adet bina bulunmaktadır. Yakıt olarak 120.000 ton ithal kömür, 15.000 ton yerli kömür, ( Başbakanlık S.Y.D.V tarafından yoksul ailelere dağıtılan ), 10.000 ton sıvı yakıt. ( Özel Kalorifer Yakıtı KALYAK ) kullanılmakta ve 5000 adet doğalgaz abonesi bulunmaktadır. (2008 yılından itibaren doğalgaz kullanımına başlanmıştır.)

ISINMA AMAÇLI YAKIT KULLANIMININ HAVA KALİTESİNE ETKİSİ Isınma amaçlı yakıt kullanımı özellikle kış sezonunda ( 01 Kasım – 15 Nisan arası ) SO2 ve PM10 oranında artışa sebep olmaktadır.

: 18-150 mm ( en çok ±% 10 tolerans)

Tablo 1

Diyarbakır için baskın hava kirletici PM10’ dur. 1999 yılından bu yana ölçülen hava kalitesi verileri tablo 3 ve 4 de verilmiştir.

180


YILLAR

SO2

PM10 µg/m³

1999

82

83

2000

110

114

2001

109

112

2002

119

124

2003

98

104

2004

108

109

2005

95

105

Tablo 3 (Veriler ısınma sezonu olan Ocak – Şubat – Mart – Kasım – Aralık aylarının aritmetik ortalamasıdır.)

YILLAR SO2 µg/m³

PM10 µg/m³

2006

56

98

2007

51

125

2008

28

96

2009

11

95

Tablo 4 (Veriler ısınma sezonu olan Ocak – Şubat – Mart – Kasım – Aralık aylarının aritmetik ortalamasıdır.)

Pm10 Nedir? ( Partiküler Maddeler) Partiküler madde (PM) terimi, havada bulunan katı partiküller ve sıvı damlacıkları ifade eder. İnsan faaliyetleri sonucu ve doğal kaynaklardan, doğrudan atmosfere karışır. Atmosferde diğer kirleticiler ile reaksiyona girerek PM’i oluşturur ve atmosfere verilirler. Katı ve sıvı partiküllerin boyutları geniş bir aralığa yayılır. Sağlığa konu olan partiküller, aerodinamik çapı 10 µm. nin altındaki partiküllerdir. Bu boyut aralığındaki partiküller, solunum sistemi içine girerek birikim yapabilir. Isınma faaliyetleri ve doğal olaylar neticesinde oluşmaktadır (toz fırtınaları) ısınma sezonu dışında da oranı yüksektir. Partiküler maddelerin hava kalitesine ve sağlığa etkisi tablo 5’te verilmiştir.

181

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


İndeks

Sağlık Seviyesi

0-50 51-100*

İyi Orta

101-150

151-200

201-300

301-500

Uyarılar

Yok Yok Astım gibi solunum hastalığı olan Hassas gruplar için kişiler, dış ortamdaki efor sarfını sağlıksız sınırlandırmalıdır. Astım gibi solunum hastalığı olan kişiler, dışarıda efor sarfetmemeli; Sağlıksız Bunun dışında herkes, özellikle yaşlı ve çocuklar dış ortamda uzun süreli efor sarfını sınırlandırmalıdır. Astım gibi solunum hastalığı olan kişiler, dış ortamda herhangi bir aktivitede Çok Sağlıksız bulunmamalı ; bunun dışında herkes, özellikle yaşlı ve çocuklar dış ortamdaki efor sarfını sınırlandırmalıdır. Hiç kimse dış ortamda herhangi bir efor sarf sarfetmemeli; astım gibi solunum Tehlikeli rahatsızlığı olan kişiler iç ortamda kalmalıdır. Tablo 5

HAVA KİRLİLİĞİNİN AZALTILMASI İÇİN ALINMASI GEREKEN TEDBİRLER. • Fosil yakıt kullanımının azaltılması, doğalgaz kullanımının yaygınlaştırılması. • Bireysel değil merkezi ısıtma yapılması. • Yakma sistemlerinin revize edilmesi. • Yapılarda ısı yalıtımı uygulanması. • Enerjinin ihtiyaç kadar kullanılması. • Yeşil alanların çoğaltılması. şeklinde sıralayabiliriz.

182


KAYNAKLAR 1. Isınmadan Kaynaklanan Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği 2. Sağlık Bakanlığı’ na ait Hava Kalitesi Ölçüm Cihazları. 3. Çevre ve Orman Bakanlığı Ulusal Hava Kalitesi İzleme ağı.

183

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


DİYARBAKIR’DA MOTORLU TAŞITLARIN ÇEVRE KİRLİLİĞİNE ETKİSİ

184


ÖZET Dünyada insan nüfusunun giderek artması ve insanların konforlu yaşama talebi beraberinde motorlu taşıt sayısını da hergün arttırmaktadır. Günümüzde hala fosil kökenli yakıt tüketen söz konusu bu araçlar ciddi bir şekilde çevre kirliliğine neden olmasının yanı sıra egzoz emisyonlarından atmosfere atılan karbon dioksit gazları da küresel iklim değişikliğine etki etmektedir. Çevre kirliliği yaratan sanayi atıkları, ısınma amaçlı kullanılan yakıtların ve motorlu taşıtların emisyonlarının azaltılması zorunluluk arzetmektedir. Bu nedenle, bu çalışmada Diyarbakır ilinin trafik yoğunluğu, motorlu taşıtların emisyon kirlilik durumları ve şehir merkezine yakın çevre yolunda seyreden araç yoğunluğu araştırılmış olup şehir atmosferi üzerindeki etkisiirdelenmiştir.

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

GİRİŞ Isınma amaçlı kullanılan yakıtların, motorlu taşıt ve sanayi kaynaklı emisyonların, küresel ısınmaya neden olduğu, ozon tabakasını deforme ettiği ve birçok canlı organizmaya zarar verdiği dikkate alındığında çevre kirliliği bakımından incelenmesi gereken önemli bir konudur. Dünya genelinde kullanımda olan motorlu taşıt sayısı her gün artan nüfusla doğru orantılı bir şekilde artmaktadır. Bu nedenle egzoz emisyonlarının iyileştirilmesiyle ilgili yasalar mevcut olup uygulama eksikliği söz konusudur [1, 2]. İçten yanmalı motorlarda, sürtünme kayıplarının azaltılması, sıkıştırma oranlarının arttırılması, hacimsel verimin artırılması, uygun H/Y karışım kompozisyonu ve avantajlı çalışma koşullarının elde edilmesiyle, küçük çaplı, hafif ve yüksek verimli motorlar geliştirilerek egzoz emisyonları azaltılabilir. Özellikle gelişmiş ülkelerde çalışmalar hükümetlerin de teşfikiyle yeni yenilenebilir enerji kaynakların geliştirilmesi ve biyoyakıtların günümüz konvansiyonel yakıtlarıyla harmanlanarak kullanılması sonucu HC, CO ve NOx’lerin azaltılması hedeflenmiştir [3, 4, 5]. Trafikte Seyreden Motorlu Kara Taşıtlarından Kaynaklanan Egzoz Gazı Emisyonlarının Kontrolüne Dair Yönetmelik kapsamında, Egzoz gazı emisyon ölçümü yaptırma periyotları; Madde 6- Taşıtlar, bu Yönetmeliğin (Ek-1)’inde belirtilen sınıflar esas alınmak kaydıyla cinslerine, kullanılma amaç ve şekillerine uygun olarak aşağıda belirtilen periyotlarda egzoz emisyon ölçümüne tabi tutulur[6].

185

Hasan BAYINDIR Dicle Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Makina Mühendisliği Bölümü – DİYARBAKIR hbayindir21@gmail.com


a. Hususi otomobiller ilk üç yaş sonunda ve devamında her iki yılda bir. b. Resmi otomobiller ilk iki yaş sonunda ve devamında yılda bir. c. Diğer motorlu taşıtlar ilk bir yaş sonunda ve devamında yılda bir. d. Trafikte seyreden tüm motorlu taşıtlar on yaş sonunda yılda bir. Taşıtın trafiğe çıkışından sonraki muafiyet süresinin bitim tarihinden itibaren bir ay içerisinde egzoz gazı emisyon ölçümü yaptırılması zorunludur. Takip eden emisyon ölçümleri ise taşıtın trafiğe çıkış tarihi esas alınarak uygulanır, hükmü yeralmaktadır.

arasında paylaşılan doğal yaşam ortamları zararlı duman ve gazlar rüzgarın etkisiyle, sanayi atıkları akarsuların akmasıyla etkisi az da olsa diğer ülke içinde kirletici faktör oluşturabilmektedir[2, 3, 4]. Bu nedenle çevre sorunları ve kirliliği toplumsal hayatın bütün alanlarını kapsamış ve etkilemiştir. Çevre unsurlarına göre çevre kirliliği 4 gruba ayrılır.

Çevre Kirliliği İnsanların ve diğer canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları fiziki, biyolojik, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamdır. Örneğin dünyada nüfusun hızla artması, konfor gereksinimleri doğrultusunda artan kentleşme oranı insanoğlunun ihtiyaç duyduğu çeşitliliği arttırmıştır. İnsanoğlu dünyayı keşfe koyulmasıyla beraber enerji üretimi-tüketimiin yanısıra doğal yaşamı tehdit etmeye ve çevre kirliliğine neden olmaya başlamıştır. Gelişen teknoloji ve köylerden şehirlere meydana gelen göç olaylarıyla ortaya çıkan zararlı ve rahatsız edici etkiler ortaya çıkmıştır. Şehirlerde nüfusun hızla artması, yerleşim alanlarının daralmasına ve sonuçta çevrenin kirlenmesine neden olmuştur.

Bir insanın susuzluğa 6 gün, açlığa 60 gün dayanabildiği halde havasızlığa ise 6 dakika dahi dayanamayacağı düşünülürse, çevre kirliliği içersinde insanları en çok korkutan unsurlardan birisinin hava kirliliği olduğu gerçeği karşımıza çıkar.

Önceleri sadece bölgesel olduğu düşünülen çevresel sorunların bir başka ülkeyi de etkilediği zamanla görülmüştür. Rüzgar, akarsu, toprak gibi sadece bir ülkeye ait olmayan ve ülkeler

• • • •

Hava Kirliliği Toprak Kirliliği Su Kirliliği Gürültü Kirliliği

Hava Kirliliği Gelişmiş ülkelerde özellikle çalışmalar hükümetlerin de teşfikiyle HC, CO ve NOx’lerin azaltılması üzerinde yoğunlaşmıştır. Hava, içinde yaşadığımız gaz ortamı oluşturmanın yanında yaşam için temel bir gaz olan oksijeni tutar. Temiz hava olarak nitelendirilen atmosferin alt katmanı; azot, oksijen, karbondioksit ve çok az miktarda diğer gazlardan oluşur. Isınma kaynaklı ve sanayi bacalarından çıkan dumanlar, motorlu taşıtlardan çıkan egzoz gazları içinde bulunan ve canlılar için zararlı olan çeşitli maddelerin havaya karışması ve havanın bileşimini bozması sonucu hava kirliliği meydana gelmektedir [5,7]. Genel olarak havadaki kirleticilerin sağlığa

186


etkileri şöyle sıralanabilir; • • • • • •

Solunum fonksiyonlarında bozulma Solunum rahatsızlıklarında artış Kronik solunum sistemi hastalığının alevlenmesinde artış Kronik kalp hastalığının alevlenmesinde artış Kanser artışı Erken ölüm artışı

Hava kirliliği kaynaklarına göre 3’e ayrılabilir; Isınmadan Kaynaklanan Hava Kirliliği: Kükürt oranı yüksek kömürlerin kullanılması ve yanlış yakma şekilleri hava kirliliğine sebep olmaktadır. Sanayiden Kaynaklanan Hava Kirliliği: Sanayi tesislerinin kuruluşunda yanlış yer seçimi, bu tesislerin baca filtrelerinin bulunmaması ve kalitesiz yakıt kullanımı sonucu önemli ölçüde hava kirliliği oluşmaktadır. Motorlu Taşıtlardan Kaynaklanan Hava Kirliliği: Nüfus artışıyla beraber artan motorlu taşıtlar ve bu taşıtlarda zehirli gaz emisyonu yüksek oranda olan petrol türevi yakıtların kullanılması hava kirliliğinde önemli bir faktör oluşturmaktadır. Hava kirliliği insan sağlığı ve doğal çevre üzerinde doğrudan olumsuz etki yapmaktadır. Motorlu taşıtların hava kirliliğine neden olan zehirli egzoz gazı emisyonlarının bıraktığı kötü etkilerin yanı sıra egzoz gazları bünyesinde bulunan partiküler madde(PM) gibi bileşenler de insan sağlığını olumsuz etkilemektedir. Türkiye’de mevcut bulunan araçların motor hacmi, kullandıkları yakıtın cinsi, yaşı, sayısı ve günlük çalışma süreleri gibi faktörler dikkate alındığında(Şekil 1) atmosfere salınan egzoz emisyonları hakında çarpıcı bir fikir verir.

Şekil 1 . Türkiyedeki Motorlu Taşıtların İstatiği [8].

187

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Materyal ve Metot Bu çalışmada, Diyarbakır ilindeki motorlu araçların sayısı yaklaşık olarak tespit edilmiş ve buna ek olarak şehir merkezi yakınında geçen çevre yollarından yıllık bazda günlük seyreden motorlu taşıt sayısı belirlenmiştir. İldeki egzoz emisyon ölçüm istasyonlarından alınan HC ve CO emisyon değerleri dikkate alınarak motorlu araçların kirletici bileşenleri yaklaşık bir metotla saptanmıştır. Diyarbakır ili şehir merkezinde trafikte seyreden motorlu taşıt sayısı yaklaşık 130.000 civarındadır, bunlardan yaklaşık 60.000 ‘i Diyarbakır plakalı olup diğerleri ise il dışı plakalıdır. Şehir içinde, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesine bağlı 62 adet otobüs mevcut olup bunlardan 57 tanesi hatta çalışmaktadır. 100 adet özel halk otobüsü, 300 adet minibüs mevcut olup bu minibüslerin 82 adeti ÇarıklıBağıvar arası çalışmaktadır. İlde 1200 adet ticari taksi ve 1000 adet sevis (s plakalı bu servislerin 200’ü otobüs, 800’ü minibüstür) çalışmaktadır. Mevcut haritada metrocount ölçüm cihazı ile Şanlıurfa-Elazığ-Mardin-Bitlis illerinin Diyarbakır merkez bağlantılı çevre yollarının belli bölgelerinde trafikte yıllık bazda günlük olarak yapılan ölçümler neticesinde geçen araç sayısı sunulmuştur(Şekil 2).

Şekil 2 . 2008 yılı Ortalama Günlük Trafik Değerleri [9].

Son yıllarda bütün dünyada devlet veya hükümet organları, motorlu taşıtların egzoz emisyon değerlerinin tespiti ve azaltılması ile ilgili yasa ve yönetmelikler çıkarmıştır. Ülkemizde de konu ile ilgili yasa ve yönetmelikler mevcuttur. Bir motorlu taşıtın egzoz gazı emisyon ölçümlerinde(Şekil 3) CO, HC, NOX, PM, SOX, CO2, H2O gibi gazlar mevcuttur.

Şekil 3 . Motorlu taşıtların egzoz emisyonları ölçüm tekniği

Egzoz Emisyonları Karbon Monoksit (CO) Karbon monoksit oksijen eksikliği durumundaki yanma sonucu meydana gelmektedir. Zehirleyici etkiye sahip olup kanın oksijen taşıma yeteneğini zayıflatmaktadır. Karbon monoksitin atmosferde kalıcılık süresi iki aydan fazladır. Dünyadaki CO emisyonunun yaklaşık olarak % 70’inden fazlası motorlu taşıtlardan gelmektedir. CO ve HC emisyonlarına etki eden işletme şartları; yakıt türü, taşıtların modelleri, taşıtların motor güçleri, şehir içi trafiğindeki yoğunluk, taşıt kilometreleri ve taşıtların seyir şekilleridir. Şekil 4’te Diyarbakır ilinde ölçümü yapılan ve gelişigüzel seçilen 50 adet benzinli motorlu taşıtın CO emisyon değerleri görülmektedir. Şekilden de anlaşıldığı gibi, araçların % 52’si mevcut egzoz emisyon sınır değerlere uygun çıkmış, % 48’inin ayarlanması, bakımının yapılması ve hatta bu sınır değerler tutturulamazsa trafikten alıkonulması gerekir.

188


DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Şekil 4. Diyarbakır ilinde gelişi güzel seçilen 50 adet benzinli aracın CO Emisyon Değeri

Hidro Karbonlar (HC) Yanmamış hidrokarbonların kanser yapıcı etkileri vardır. Hidrokarbonlar atmosfere başlıca aşağıdaki yollardan girerler; motorlu araç egzoz emisyonlarından çıkan yarı yanmış ya da yanmamış hidrokarbonlar atmosfere geçer. Benzin istasyonlarında, araç depolarına benzin doldurulurken ve boşaltılırken doymuş hidrokarbonlar atmosfere geçer. Metal, boyama işleri ve kuru temizlemede kullanılan organik çözücüler, buharlaşarak atmosfere geçerler. Organik ürünler, petrol rafinerilerinde proses aşamasında ve kimyasal imalat yapan fabrikalardan atmosfere kaçarlar. Şekil 5’te Diyarbakır ilinde ölçümü yapılan ve gelişigüzel seçilen 50 adet benzinli motorlu taşıtın HC emisyon değerleri görülmektedir. Buna göre araçların % 58’inin mevcut egzoz emisyon sınır değerlere uygun değerde olduğu, % 42’sinin ayarlanması ve bakımının yapılması gerekir.

Şekil 5. Diyarbakır ilinde gelişi güzel seçilen 50 adet benzinli aracın HC Emisyon Değeri.

189


SONUÇ Diyarbakır ilinde sanayi çok iyi gelişemediğinden fabrika bacalarından kaynaklanan önemli ölçüde kirletici bileşen mevcut olmayıp, daha çok ısınma amaçlı kullanılan yakıtlardan kaynaklı emisyonların yanı sıra motorlu taşıtların emisyonları da şehir atmosferini kirletmektedir. Bunlara ilaveten özellikle son yıllarda Afrika çöllerinden Arap yarımadası üzerinden taşınarak Türkiyenin daha çok Güneydoğu Bölgesini etkileyen kum(toz, PM) taşınımı önemli ölçüde hava kirliliği yaratmaktadır. Aşağıda kısaca sıralanan önerilere uyulduğu takdirde Diyarbakır ilinde motorlu taşıtlardan kaynaklanan hava kirliliği azalacaktır; • • • • • • • •

Motorlu araçların periyodik bakımlarının zamanında yapılması, Gereksiz hızlanma ve frenlemeden kaçınılması, Özellikle LPG’li araçların sızdırmazlık testi ve bakımlarının zamanında yapılması, Toplu taşıma araçlarının tercih edilmesi, Motor yağının zamanında değiştirilmesi, Periyodik olarak egzoz emisyon testlerinin yaptırılması, Biyoyakıtların yasalar dahilinde harmanlanarak kullanılması, Hibrid araçların kullanımının yaygınlaştırılması vb. gibi tedbirlerin alınması atmosfere atılan emisyonların miktarını azaltacaktır.

190


KAYNAKLAR • JOSHİ, S.K., Solid biomass fuel: Indoor air pollution and health effects. Kathmandu University Medical Journal Vol. 4, No. 2, Issue 14, 141-142, 2006. • VELLGUTH, G., Eignung von Pflanzenölen und Pflanzenöldefivaten als Kraftstoff für Dieselmotoren. Grundl. Landtechnik 32, pp. 17-186, 1982. • TSOLAKİS, A., & Megaritis, A., Exhaust gas assisted reforming of rapeseed methyl ester for reduced exhaust emissions of CI engines. Biomass and Bioenergy, 27 493–505, 2004. • WESTERHOLM, R., Almén, J., Li, H., Rannug, U. and Rosén, A., Exhaust emissions from gasoline-fuelled light duty vehicles operated in different driving conditions: A chemical and biological characterization. Atmospheric Environment. Part B. Urban Atmosphere, Volume 26, Issue 1, 79-90, 1992. • BUDAK, N., Bayındır, H., Yücel, H.L., Dizel motorlarda biyodizel kullanımının performans ve egzoz emisyonları açısından değerlendirilmesi. V. yenilenebilir enerji kaynakları sempozyumu, Diyarbakır, 123-130, 2009. • Trafikte Seyreden Motorlu Kara Taşıtlarından Kaynaklanan Egzoz Gazı Emisyonlarının Kontrolüne Dair Yönetmelik, 2007, Ankara. • BAYINDIR, H., Yücesu, H.S., Etanol-benzin karışımları ve sıkıştırma oranının motor performansına etkisi. Teknoloji, Z.K.Ü. Karabük Teknik Eğitim Fakültesi Dergisi, Yıl 2. Sayı:1-2, 1999. • Türkiyedeki motorlu taşıtların istatiği, Emniyet Genel Müdürlüğü Trafik Daire Başkanlığı, 2008, Ankara. • Ortalama günlük Trafik yoğunluk değerleri, Diyarbakır Karayolları 9. Bölge Müdürlüğü, 2008, Diyarbakır

191

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


HAVA KİRLİLİĞİ VE AKCİĞER HASTALIKLARI

192


ÖZET Hava kirliliği günümüzün önemli halk sağlığı sorunlarından birisidir. Hava kirliliğinin insan sağlığı üzerinde, özellikle de akciğerler üzerinde olmak üzere, çok sayıda olumsuz etkileri mevcuttur. Geleneksel fosil yakıtların aşırı kullanımı sonucu, atmosferde sülfür dioksit (SO2) ve partikül artışına bağlı olarak solunum hastalıklarına bağlı ölümlerde ciddi artışlar görülmüştür. Hava kirliliği ile akciğer fonksiyonlarında azalma, akciğer gelişiminde gerileme, astım semptomlarında kötüleşme, respiratuvar semptomlarda artış, astım ve kronik obstrüktif akciğer hastalıklarına (KOAH) bağlı acil hastane başvurularında artış ve kardiyopulmoner mortalitedeki artış arasında belirgin bir ilişki vardır.

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Hava kirliliğinin önlenmesi sağlık üzerinde oluşturduğu olumsuz sonuçların tedavisinden daha kolaydır ve daha az maliyet gerektirir.

GİRİŞ Hava kirliliği günümüzün önemli halk sağlığı sorunlarından birisidir (1). Daha çok büyük kentlerde rastlanmakta ve kış aylarında artmaktadır. Bu da önemli sağlık sorunlarına yol açabilmektedir. Hava kirliliğinin insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri, özellikle de akciğerler üzerinde olmak üzere, yapılan pek çok çalışma ile gösterilmiştir (2-6). Hava kirliliği, endüstri devrimiyle birlikte özellikle Batı ülkelerinde önemli bir halk sağlığı sorunu olmaya başlamıştır. Yirminci yüzyılın başlarında geleneksel fosil yakıtların aşırı kullanımı sonucu, atmosferde sülfür dioksit (SO2) ve partikül artışına bağlı olarak solunum hastalıklarına bağlı ölümlerde ciddi artışlar görülmüştür.

Epidemiyoloji 1473 yılında Ellenbog tarafından kömür dumanı, civa buharı ve kuyumcularda görülen aerosol asit maruziyetinin zararlarının anlatıldığı çalışma, bilimsel anlamda ilk çalışmadır. 1930 yılında Edward endüstriyel hava kirliliği ve akciğer hastalığı arasındaki ilişkiyi tanımlarken 1952 yılında Londra’da ortaya çıkan hava kirliliği sonucu yaklaşık 6000 ölüm olmuş, 1956 yılında “Temiz Hava Hareketi” ve “Temiz Hava Konseyi” ile “Tıbbi Araştırmalar Konseyi Hava Kirliliği Ünitesi” ortaya çıkmıştır (7). 1950 yılından önce hava kirliliğine bağlı ortaya çıkan semptomlarla ilgili

193

Dr. Abdurrahman ABAKAY Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı arahmanabakay@hotmail. com


araştırmalar ön planda iken 1950 yılından sonra inhale ajanların yaptığı histopatolojik değişiklikler önem kazanmıştır. 1990 yılında sonra histopatolojik değişikliklere sebep olan inflamatuvar ve immünolojik hadiseler araştırmacıların merak konusu olmuştur (8). Ülkemizde ise 1930 yılında kabul edilen Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nda yer alan Müesseseler’le ilgili hükümlerle ilk kez çevre sağlığı konusuna değinilmiştir. Ülkemizde hava kirliliği çalışmaları ilk olarak 1961 yılında Sağlık Bakanlığı bünyesinde Ankara’da iki adet yarı otomatik kükürt dioksit ve duman ölçer cihazla başlatılmıştır. 9 Ağustos 1983 tarihinde Çevre Kanunu yürürlüğe girmiştir. Bu kanun; çevrenin korunması, iyileştirilmesi, kırsal ve kentsel alanlarda arazinin ve doğal kaynakların en uygun şekilde kullanılması, doğal ve tarihsel zenginliklerin korunarak bugünkü ve gelecek kuşakların sağlık, uygarlık düzeylerini korumak amacıyla alınacak önlemler ve düzenlemeleri kapsamaktadır. Hava Kalitesi’nin Korunması Yönetmeliği 2 Kasım 1986 tarihinde kabul edilmiştir. Türkiye’de hava kirliliği özellikle 1950’lerden sonra hızlı nüfus artışı, hızlı kentleşme, endüstrileşme sonucu yoğun enerji kullanımı nedeniyle bir halk sağlığı sorunu olmaya başlamıştır. Endüstrileşme başlamadan önce, yaklaşık nüfusun %80’i kırsal kesimde yaşarken, günümüzde nüfusun %60’ından büyük bölümü şehir ve metropollerde yaşamaktadır (9). Artan enerji talebi, genellikle petrol ve kömür gibi fosil yakıtlarla karşılanmıştır. Bu tür yakıtların (özellikle düşük kaliteli linyit) aşırı tüketimi,

özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük kentlerde şiddetli hava kirliliği epizotlarına yol açmıştır (10). Buna ilave olarak, topografik ve meteorolojik özelliklerin dikkate alınmadığı yanlış kentleşme, uygunsuz ve yetersiz yakma teknikleri, yeşil alanların azalması, motorlu araç sayısındaki artış, atıkların yetersiz atılımı hava kirliliğini daha da artırmıştır (9). Hava kirliliği oranının giderek artmasına paralel olarak insan sağlığının kirlilikten etkilenmesi de giderek artmaktadır.

Hava Kirliliği ve Akciğer Hastalıkları Özellikle endüstrileşmiş ülkelerde aşırı kömür kullanımı sonucu ortaya çıkan kükürt dioksit (SO2) ve asit aerosollerden oluşan şiddetli hava kirliliği epizotları yaşanmış, bu durum respiratuvar hastalık morbiditesi ve mortalitesinde ciddi artışlara yol açmıştır (10). Epidemiyolojik çalışmalar, hava kirliliği ile akciğer fonksiyonlarında azalma, akciğer gelişiminde gerileme, astım semptomlarında kötüleşme, respiratuvar semptomlarda artış, astım ve kronik obstrüktif akciğer hastalıklarına (KOAH) bağlı acil hastane başvurularında artış (11,12) ve kardiyopulmoner mortalitedeki artış (12-14) arasında belirgin bir ilişki olduğunu bildirmektedir.

Hava Kirliliğine Neden Olan Maddeler Son yıllarda, özellikle gelişmiş ülkelerde artan oranlarda petrol ve doğal gaz kullanımı sonucu atmosferik hidrokarbonlar, nitrojen oksitleri (NOx), ozon (O3) ve 10 μm’den küçük inhale edilebilen partiküllerden (PM10) kaynaklanan yeni bir tip hava kirliliği etkili olmaya başlamıştır (13). Diğer yandan, gelişmekte olan ülkelerde

194


bu yeni tip hava kirleticilerine ilave olarak, halen geleneksel kirleticiler SO2 ve duman emisyonu hava kirliliğini önemli ölçüde artırmakta, özellikle kış aylarında tehlikeli düzeylere çıkartmaktadır (16,17). Atık gaz emisyonlarının motorlu taşıtlarda yer seviyesine çok yakın olması nedeniyle diğer kirletici kaynaklara oranla daha fazla zararlı olduğu kabul edilmektedir. Karayollarında ulaşılan atık gaz seyrelme oranları 1/1000 iken konut bacalarından çıkan gazlar için bu oran 1/50.000, endüstriyel tesislerden çıkan gazlar için ise 1/100.000’dir (18). Hava kirliliğine neden olan maddeler Schwartz ve arkadaşları tarafından iki grup olarak ele alınmıştır (Tablo 1)(19). I. Grup

II. Grup

Ozon (O3)

Asidik

Karbonmonoksit (CO)

aerosoller

Nitrojenoksit (NOx)

Diğer kimyasal

Sülfüroksit (SOx)

maddeler

Kurşun (Pb) Aerodinamik çapı < 10 μm maddeler (PM10)

Tablo 1. Hava kirliliğine neden olan maddeler.

OZON (O3) Ozon, atmosferde nitrojen oksitler (NO) ile hidrokarbonlardan fotokimyasal reaksiyonlar sonucu oluşur. Ozon, güçlü bir oksidatif ajan olup, troposfer tabakasında güneş ışınları ile azot dioksit (NO2) ve hidrokarbonların yer aldığı bir dizi kompleks reaksiyon sonucu oluşmaktadır (20,21). Ozonun kent merkezlerindeki düzeyi, NOx’lerin O3’ü tutması sonucu, kırsal kesimlerdeki düzeyine göre daha düşük olabilmektedir (20,21). NOx’ler, büyük oranda fosil yakıtların santrallerde (ısı ve elektrik üretimi) ve motorlu araçlarda yakılması sonucu ortaya çıkmaktadır. Dış atmosfer koşullarında NOx, O3 gibi oksidanların etkisiyle hızla NO2’ye dönüşmektedir (20,21) Suda çözünürlüğü azdır ve üst solunum yoluna zarar vermeden alveoler düzeyde hasar meydana getirir. Çapı ortalama 0.5-3 μm’dur. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’nün O3 için belirlediği eşik değer 150-200 μg/m3/saat (0.0760.1 ppm) veya 100-120 μg /m3/8 saattir (0.05-0.06 ppm). Metreküpteki parçacık sayısı “ppm” olarak bilinmektedir.

195

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Ozon maruziyeti küçük hava yollarında izovolüm akımını azaltır ve bu etki maruziyet kesildikten sonra 24 saat kadar sürer. M2 muskarinik reseptör etkisini azaltarak bronşiyal hiperreaktiviteye sebep olur. Alveoler makrofaj fonksiyonlarını bozar. Özellikle Candida albicans’ın alveoler makrofajlar tarafından fagositoz işlemini bozar. Sigara dumanındaki arilaminleri oksidize ederek DNA’ya toksik maddelerin oluşumuna sebep olur. Doza bağlı kromozom hasarı oluşturur. Olson ve arkadaşları, iki yıl süreyle ozon inhalasyonu uygulanan sıçanlarda K-ras mutasyon oranında ve akciğer kanseri sıklığında artış saptamışlardır (22). Akut maruziyetin akut etkisiyle öksürük, substernal göğüs ağrısı, ekspirasyonun birinci saniyesindeki volümü (FEV1)’nde azalma ve zorlu vital kapasite (FVC)’de azalma olurken, akut maruziyetin kronik etkisiyle özellikle asinusun santral kısmı etkilenerek remodeling ile interstisyel alanda kollajen depolanır ve daha çok küçük hava yolları tutulur.

Sülfüroksitler (Sox) Hava kirliliği oluşturan, bazı iş kollarındaki işçilerin maruz kaldığı irritan bir gazdır. Solunum fonksiyon testleri (SFT)’nde obstrüktif patern oluşturur. Sağlıklı kişilerde 5 ppm’den yüksek konsantrasyonlar, astımlı kişilerde ise 1 ppm’den yüksek konsantrasyonlar hava yolu obstrüksiyonu yapar. SO2, sülfürik asit ve tuzlarının aerodinamik çapları 1 μm’den az olup dış ortam havasında bulunan solunabilir en küçük partiküllerdir (23). SO2’nin

akut

etkisi

bronkokonstrüksiyon

olup kronik etkisi kronik bronşit, pnömonitis, bronşiyolitis obliterans, akut sıkıntılı solunum sendromu (ARDS) olabilir. Sağlıklı bireylerde yapılan kontrollü çalışmalarda 1 ppm’e kadar olan konsantrasyonlarda SO2’ye maruz bırakılanlarda solunum mekaniklerinde değişiklik gözlenmez iken, astmatiklerde 0.25 ppm’de semptomatik bronkokonstrüksiyon geliştiği bildirilmiştir (23). SO2 için önerilen eşik değerler; 365 μg/m3/24 saat veya 80 μg/m3/ yıldır (23).

Karbonmonoksit (Co) Sigara, odun, kömür gibi karbon içeren maddelerin yanması ile açığa çıkan renksiz kokusuz bir gazdır. Zehirlenme sebepleri; içten yanmalı motor egzosları, buz pistlerinin yüzeyini düzelten araçlar, sigara, yangın, iyi havalanmayan ısıtma sistemleridir (kömür sobası, şofben, kombi, fırın, mangal). Ülkemizde en sık sebep ise şofben ve kovalı kömür sobalarıdır. Endojen CO artışı sebepleri ateş, hemoliz, eritropoez bozukluğudur ve genelde karboksihemoglobin (CO-Hb) düzeyi %3-4’tür (24). Etkilediği meslek grupları, paralı geçiş yollarındaki köprü ve turnike görevlileri, itfaiyeciler, dökümhane işçileri ve madencilerdir (24). Hb’nin CO’ya afinitesi O2’ye olan afinitesinden 240 kat yüksektir. %CO-Hb değeri ile klinik arasında korelasyon vardır. %10-20’de baş ağrısı, efor dispnesi, yorgunluk; %20-30 düzeylerinde zonklayıcı baş ağrısı, halsizlik, bulantı, nezle benzeri sendrom; %30-40 ile

196


baş dönmesi, sinirlilik, muhakeme bozukluğu, taşikardi, takipne; %4050’de koma, konfüzyon, senkop; %60-70 ile koma, konvülziyon, solunum yetmezliği ve nihayetinde %70 ve üzerindeki düzeylerde ölümcül koma ortaya çıkabilir (24). Tedavi şekilleri, %100 O2 uygulanması, hiperbarik O2 uygulanması veya kan transfüzyonudur. (24,25).

Kurşun (Pb) DSÖ’nün Pb için belirlediği üst sınır 25 μg/dL’dir. Şehirde yaşayanlarda ortalama 10-15 μg/dL olarak tespit edilmiştir. Havadaki kurşun %90 inhalasyon yolu ile %10 gastrointestinal sistem (GİS) yolu ile vücuda alınmaktadır. Genellikle kolay çözünen kurşun bileşiklerinin toksisitesi daha yüksektir. Buna göre kurşun nitrat, kurşun klorür, kurşun asetat, kurşun oksit, kurşun sülfür ve kurşun fosfat bileşiklerinin toksik etkileri çoktan aza doğru sıralanabilir. Bir defada verilince akut kurşun zehirlenmesi doğuran dozlar, küçük dozlara bölünerek verildiğinde de kronik zehirlenmeye neden olabilmektedir (26). Etkilenen meslek grupları su tesisatçıları, akümülatörcüler, matbaacılar, ressamlar, seramikçiler, sprey boyacıları ve bataryacılardır. Otomobil motorları ve endüstriyel tesislerden açığa çıkan Pb havayı önemli ölçüde kirlettiğinden dolayı Pb zehirlenmesi sanıldığından daha fazladır (27). Akciğerlerden tama yakın absorbe olduğundan dolayı özellikle buharlaşan Pb tehlikelidir. GİS’ten alınan Pb’nin çok az bir kısmı absorbe olur. Şehirde yaşayanlar su ve yiyeceklerle 150 μg/gün Pb alırlar, erişkinlerde %10’u, çocuklarda %50’si absorbe olur. Absorbe olan Pb’nin %80-85’i kemik, %510’u kan ve geri kalanı da yumuşak dokuyu tutar (27). Pb’nin etkileri değişik sistemlerde kendisini gösterir. Çocuklarda kıkırdağın ve kemik gelişimini bozar. Pb, anemiye yol açabilir. Çocuklarda duyusal, motor, entellektüel ve psikolojik bozukluk yapabileceği gibi zeka azalması, öğrenme bozukluğu, psikomotor gelişim geriliği, körlük, psikoz, nöbet, koma da yapabilir. Erişkinlerde ilk bulgu düşük ayak olup son bulgu düşük eldir (27). Akut batını taklit eder tarzda, analjeziğe yanıt vermeyen kolik tipte karın ağrısı ve konstipasyon, GİS etkileridir. Nitrojenoksitler (NoX) Atmosferdeki O2 ve organik maddelerin yer aldığı oksidasyon reaksiyonu sonucu NO, NO2’ye dönüşür. NO2 güneş ışığının varlığında hidrokarbonlar 197

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


ve O2 ile reaksiyona girerek ozon ve diğer fotokimyasal oksidanları oluşturur. NO2 ve asit aerosoller birleşerek nitroz ve nitrik asit oluştururlar. Motorlu taşıt emisyonları, fosil yakıtların kullanıldığı endüstriyel tesisler başlıca NOx kaynaklarıdırlar. DSÖ’nün belirlediği eşik değer 400 μg/m3/saat veya 150 μg/m3/24 saattir (28). NOx en çok NO2 şeklinde karşımıza çıkar. NO2 solunum yolu mukozasından absorbe edilen irritan bir gazdır. Sağlıklı bireylerde akut maruziyet ile ilgili çalışmalarda NO2’nin pulmoner fonksiyonlar üzerinde anlamlı bir etkisi gözlenmemiş olup; astımlı hastalarda ise düşük dozlarda (0.1 ppm) nonspesifik provokasyon testinde görülen yanıtta ve egzersize bağlı gelişen bronkospazmda artışa neden olduğu saptanmıştır (28). Mukozal inflamatuvar yanıt, bronşit, bronkopnömoni, akut pulmoner ödem, KOAH’lılarda restriktif bozukluk, Alfa1-antitripsin azalması ve alveoler makrofaj fonksiyon bozukluğu başlıca görülen etkileridir (27-29).

doğru orantı vardır. PM10’da 10 μg/m3‘lük artış solunum sistemi ile ilgili mortalitede %3.4 oranında artış vekardiyovasküler sistem ile ilgili mortalitede %1.8 oranında artışa neden olur (30,31). Çapı 5 μm’nin üstünde olanlar üst solunum yolu irritasyon semptomları yaparken, çapı 5 μm altında olanlar alt solunum yolu irritasyon semptomlarına sebep olurlar (30,31). Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de hava kirliliği ölçümleri düzenli bir şekilde yapılmakta ve hava kirliliğini önleme amaçlı çalışmalar her geçen gün daha da hızlanmaktadır.

Partiküler Maddeler (Pm10) Fosil yakıtları yanma işlemi ile ortaya çıkarlar. SOx ve asit aerosollerle birlikte bulunurlar. Havada asılı bir şekilde bulunan kaynağı, bileşimi, büyüklüğü farklılık gösteren katı ve sıvı partiküllerin karışımı şeklindedir. Aerodinamik çaplarına göre; 2 μm’den küçük olanlar ince olup bu gruba karbon, kurşun, vanadyum, bromür, SOx ve azotoksit girer. 2-10 μm olanlar kalın olup bu gruba silikon, titanyum, alüminyum, demir, klor ve sodyum girer.

Epidemiyolojik çalışmalar Türkiye’de yapılan çalışmalarda, endüstriyel kirliliğin yoğun olduğu kentlerdeki kardiyorespiratuar ölüm oranlarının, kirliliğin az olduğu kentlere göre daha yüksek olduğu saptanmıştır (32). Hava kirliliği düzeyindeki düşüşlerin mortaliteye etkisini araştıran ilginç bir çalışmada, siyah duman düzeyindeki %70’lik düşme sonucu, travma dışı genel ölümlerde %5.7, respiratuar ölümlerde %15.5, kardiyovasküler ölümlerde %10.3’lük bir azalma gözlenmiştir (33). Hava kirliliğinin hastane kabulleri üzerindeki etkilerini araştıran çalışmalarda, PM10 düzeylerindeki artışa bağlı olarak 65 yaş ve üzerinde astım ve kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH)’na bağlı hastane kabullerinde artış saptanmıştır (34,35). Türkiye’de yapılan çalışmalarda da, SO2 ve PM10 gibi kirleticiler ile solunum hastalıklarına bağlı hastane başvuruları arasında anlamlı bir ilişki saptanmıştır (13).

Total mortalite ile PM10 seviyesi arasında

Hava kirliliği ile astım ve allerjik hastalıkların

198


prevalansı arasında direkt bir ilişki kurmak zor olmuşsa da, çalışmalar hava kirliliğinin bu hastalıkların artışında rol oynayabileceğini düşündürmektedir (37). Türkiye’de yapılan çalışmalarda, İstanbul gibi kentlerde, artan hava kirliliği düzeyleri ile allerjik hava yolu hastalıklarının prevalansı arasında bir ilişki olduğu gözlenmiş, rinit insidansının 1994 yılında (doğal gazdan önce), doğal gaz uygulamasının başlamasından iki yıl sonraki (1996) değerlere göre anlamlı olarak yüksek olduğu saptanmıştır (38). Bütün bu bulgular ele alındığında, hava kirleticilerinin solunum yolu hastalıklarının prevalansını, morbidite ve mortalitesini etkilerken, bu hastalıkların patogenezinde önemli rol oynayabileceklerini göstermektedir. Hava kirleticileri bu etkilerini; • Solunum semptomlarında artışa ve solunum fonksiyonlarında bozulmaya yol açarak, • Bronş hiperreaktivitesi yaparak, • Lokal immün cevabı modifiye ederek, • Hava yollarında inflamatuvar mediatör salınımı • Hava yollarındaki lokal hücrelerin yaşam siklusunu ve apopitozisini etkileyerek göstermektedir (39). Hava kirliliğinin önlenmesi sağlık üzerinde oluşturduğu olumsuz sonuçların tedavisinden daha kolaydır ve daha az maliyet gerektirir.

199

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


KAYNAKLAR: 1. Metin B. (Çeviri editörü). Dünya Sağlık Raporu 1997. Sağlık Bakanlığı, Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı, Ankara, s75, 1997. 2. Brunekreef B, Dockery DW, Kryzyanowski M, Epidemiological studies on short-term effects of low levels of major ambient air pollution components, Environ Health Perspect, 103, l 2, 3-13, 1996. 3. Committe of the environmental and occupational Health Assembly of the American Thoracic Society: Health effects of outdoor air pollution, Am J Respir Crit Care Med, 153, 1, 3-50, 1996. 4. Corbo GM, Respiratory impairment in environmental epidemiology, Epidemiol Prev, 19, 59-65, 1995. 5. Viegi G, Indicators and biological mechanisms of impairment of the respiratory system by environmental pollutants, Epidemiol Prev, 19, 66-75, 1995. 6. Wichmann HE, Heinrich J, Health effects of high level exposure to traditional pollutants in East Germany, Environ Health Perspect, 103, 2, 29-35, 1885. 7. Logan WPD, Mortality in the London fog incident, 1952, Lancet, 14, 1(7), 336-8, 1953. 8. Zelikoff JT, Kraemer GL, Vogel MJ, Immunomodulating effects of ozone on macrophage functions important for tumor surveillance and host defense, J Toxicol Environ Health, 34, 449-67, 1991. 9. Özer U, Aydın R, Akçay H, Air pollution profile of Turkey. Chemistry International, 19, 1901, 1997. 10. TC Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı (DPT). Enerji sektöründen kaynaklanan hava kirliliği. Ulusal Çevre Eylem Planı. Ankara;

1997. 11. Rusznak C, Bayram H, Devalia JL, Davies RJ, Impact of the environment on allergic lung diseases, Clin Exp Allergy, 27, 26-35, 1997. 12. Gauderman WJ, Gilliland GF, Vora H, Association between Air pollution and lung function growth in Southern California children results from a second cohort, Am J Respir Crit Care Med, 166,76-84, 2002 13. Atkinson RW, Anderson HR, Sunyer J, Acute effects of particulate air pollution on respiratory admissions: results from APHEA 2 project. Air Pollution and Health: a European Approach, Am J Respir Crit Care Med, 164, 1860-6, 2001. 14. Kunzli N, Kaiser R, Medina S, Public-health impact of outdoor and traffic-related air pollution: a European assessment, Lancet, 356, 795- 801, 2000. 15. Samet JM, Dominici F, Curriero FC, Fine particulate air pollution and mortality in 20 U.S. cities, 1987-1994, N Engl J Med, 343:1742- 9, 2000. 16. Elbir T, Muezzinoglu A, Bayram A, Evaluation of some air pollution indicators in Turkey, Environ Int, 26, 5-10, 2000. 17. Bayram H, Türkiye’de hava kirliliği sorunu: Nedenleri, alınan önlemler ve mevcut durum, Toraks Dergisi, 6, 159-65, 2005. 18. Uslu O, Moturlu taşıt araçlarının çevresel etkileri, Endüstri Mühendisliği Dergisi, 1, 202-7, 1992. 19. Schwartz J, Dockery DW, Increased mortality in Philadelphia associated with daily air population concentrations, Am Rev Respir Dis, 141,62-7, 1992. 20. Bayram H, Dış ortam hava kirliliği ve etkileri, Türkiye Klinikleri-Göğüs Hastalıkları, 2, 112-

200


8, 2004. 21. Bayram H, The effect of air pollutants on functional and biochemical changes in bronchial epithelial cells from atopic patients with mild asthma and non-atopic non-asthmatic volunteers, London, Univ of London, p75, 1998. 22. Sills RJ, Hong HL, Increased frequency of K-ras mutations from female B6C3F1 mice exposed to ozone for 24 to 30 months, Carcinogenesis, 16, 1623-8, 1995. 23. Sheppard D, Saisho A, Exercise increases sulphur dioxide induced bronchoconstriction in asthmatic subjects, Am Rev Respir Dis, 123, 486-91, 1981. 24. Stewart RD, Peterson JE, Experimental human exposure to carbon monokside, Arch Environ Heart, 21, 154-64, 1970. 25. Aronow WS, Aggravation of angina pectoris by two percent carboxyhemoglobin, Am Heart J, 101, 154-7, 1981. 26. Özçelik D, Toplan S, Darıyerli N, The effect of lead concentration on blood viscosity and erythrocyte osmotic resistance, Cerrahpaşa J Med, 31, 129-33, 2000. 27. Upton A, Environmental medicine: Introduction and overwiew, Med Clin North Am, 74, 235, 1990. 28. Henry MC, Findley J, Chronic toxicity of NO2 in monkeys, Arch Environ Health, 20, 566-70, 1970. 29. Kerr HD, Kulle TJ, Effects of NO2 on pulmonary function in human subjects: An environmental chamber study, Environ Res, 19, 392-404, 1979. 30. Dockery DW, Air pollution and daily mortality associations with particulates and acid aerosol, Environ Res, 59, 362-73, 1992. 31. Schwartz J, Particulate air pollution and daily mortality: A synthesis, Public Health Rev, 19, 30-60, 1991. 32. Doğan F, İl merkezlerindeki dumanlı sanayi sıklığı ile göğüs hastalıklarından ölüm hızlarının artış ilişkisi üzerine bir araştırma, Ege Tıp Dergisi 31, 299-302, 1992. 33. Clancy L, Goodman P, Sinclair H, Dockery DW, Effect of air-pollution control on death rates in Dublin, Ireland: An intervention study, Lancet, 360, 1210-4, 2002. 34. Samet JM, Dominici F, Curriero FC, Fine particulate air pollution and mortality in 20 US cities, 1987-1994, N Engl J Med, 343, 1742-9, 2000. 35. Atkinson RW, Anderson HR, Sunyer J, Acute effects of particulate air

201

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


pollution on respiratory admissions: results from APHEA 2 project. Air pollution and health: A European approach, Am J Respir Crit Care Med, 164, 1860-6, 2001. 36. Fişekçi F, Özkurt S, Başer S, Effect of air pollution on COPD exacerbations, Eur Respir J, 14(Suppl 30), 393, 1999. 37. D’Amato G, Liccardi G, D’Amato M, Holgate S, Environmental risk factors and allergic bronchial asthma, Clin Exp Allergy, 35, 1113-24, 2005. 38. Keleş N, Ilicali C, Değer K, Impact of air pollution on prevalence of rhinitis in İstanbul, Arch Environ Health, 54, 48-51, 1999. 39. Bayram H, Dikensoy Ö, Hava kirliliği ve solunum sağlığına etkileri, Tüberküloz ve Toraks Dergisi, 54(1), 80-89, 2006.

202



DİYARBAKIR’DA ÇÖLYAK HASTALIĞI

204


Çölyak; buğday, arpa, yulaf ve çavdarda bulunan “gluten” adı verilen proteinden kaynaklanan bir ince bağırsak hastalığıdır. Kalıtsal olarak geçen ve yatkın bireylerin beslendiği gıdalarda buğday, arpa, yulaf, çavdar gibi tahılların yer alması sonucu ortaya çıkar. Günlük beslenmemizde sıklıkla yer alan ekmek, pastalar, kekler, tatlılar, gofret, çikolata, makarna, bisküvi ve pek çok hazır gıdada bu tahıllar yer almaktadır.

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Çölyak hastalarında, sindirim sistemindeki hasara bağlı olarak; ishal, kabızlık, bulantı, kusma, karın ağrısı, karında şişkinlik, iştahsızlık, kilo alamama, gelişme geriliği, diş gelişiminde bozulmalar, boy kısalığı, kansızlık, kemik zayıflığı ve karaciğer hastalıkları gibi şikayetler görülebilmektedir. Çölyak hastalığının ilaçla tedavisi olmayıp tek tedavisi ömür boyu gluten içeren gıdalarla beslenmekten kaçınmaktır. Ancak gluten içermeyen ürünler oldukça pahalı ( 1 kg un 5-25 TL arasında 150gr bisküvi 15TL) ve SGK ürünlerin bir kısmını karşılamaktadır. Çölyak hastalığının her 150 kişiden 1 kişide görülen yaygın bir hastalık olduğu saptanmıştır. Çölyak hastalığı konusunda hastaları ve toplumu bilinçlendirmek, hastalarına ve ailelerine diyet eğitimi vermek, resmi makam ve kuruluşlarla çölyak hastalarının ihtiyaçlarını karşılamak ve yaşam kalitelerini artırmak amacıyla Eylül 2008’de Güneydoğu Çölyakla Yaşam Derneği’ni kurduk. Derneğimiz; 1. 1,5 yıl içerisinde Diyarbakır’da 300’e yakın hastaya ulaşarak glutensiz diyet konusunda bilgi verdi. Ulaşamadığımız yüzlerce hasta var ilimizde. 2. Hastalık konusunda toplumu bilinçlendirmek için televizyon programları ve gazetelerde haberler düzenledi. 3. Hastalığa dikkat çekmek için sağlık kuruluşlarında broşür dağıtıldı ve afişler asıldı. 4. Bir firma, Yerel Gündem 21 ve Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin katkılarıyla hastalara 2 ton glutensiz un dağıtıldı. 5. İthalatçı firmanın katkılarıyla yaklaşık 10000TL’lik glutensiz ürün dağıtıldı. 6. Diyarbakır Valisi’yle yapılan görüşmeler sonucu Valilik 42 yeşil kartlı çölyak hastasına ayda 150 TL maaş bağladı. (bu sadece Diyarbakır’da gerçekleşen bir olaydır.)

205

Veysi ÇOBAN Güneydoğu Çölyakla Yaşam Derneği Başkanı


7. Çölyak hastalığı genetik bir hastalık olduğundan 250 hasta yakınına çölyak taraması yapıldı. Yerel Gündem 21, ithalatçı firma ve Fırat Üniversitesi Çocuk Gastroenteroli Ana Bilim Dalı’nın katkılarıyla 8. Çölyak derneklerinin SGK’ye başvurusu ve bir milletvekilinin girişimi sonucu yetişkin bir hastaya sağlanan ayda 2 kiloluk glutensiz ürün desteği 2,5 kiloya çıkarıldı.

Sorunlar ve Çözüm Önerileri SGK hastalık maliyetinin yarısını bile karşılamamaktadır. SGK yetişkin bir hastanın ayda 4 kg ununu reçete kapsamında karşılamakta (kg başı 5TL’sini) Bu, hastanın ihtiyacını giderecek şekilde düzeltilmeli. Glutensiz ürünlerin çoğu ithal. Glutensiz ürünleri bulmak zor. Sosyal yardımın artırılması ve yerli üretimin teşvik edilmesi gerekiyor. Hastaların büyük bir kısmına tanı konulmuş değil. Üniversitelerin bu konuda çalışma yapması gerekir.

206


207


ÇEVRE EĞİTİMİ

208



PLASTİK POŞET KİRLİLİĞİ VE ÇEVRE EĞİTİMİ

210


“Bilmeden Çevre ve Hayvan Katili Olmayalım Plastik Poşet Kullanımına Son Verelim veya En Aza İndirelim”

ÖZET

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Poşetler, hayatımızın her alanına girmiş ve kullanım kolaylılığı, hafifliliği ve ucuzluğu sayesinde yaşantımıza müthiş bir kolaylık vermiştir. Ancak bu kullanım sıklığı ile beraber çok önemli problemleri de ortaya çıkarmaktadır. Çevremiz gün geçtikçe bilinçsizce hareketlerimiz sonucunda kirlenmekte ve dağ yığınları gibi çöplükler, nahoş görüntüler oluşmakta ve pis kokular yayılmaktadır. Çevremize attığımız naylon poşetler çevrenin kirlenmesine, canlıların özellikle hayvanların ölmesine, yaralanmasına, kanalizasyon sistemlerinin tıkanmasına neden olmaktadır. Bu bildirimizde poşet kirliliğinin önüne geçemediğimiz kadar çevreyi kirletmesinin nedenlerini ve önleme noktasında bize düşen görevleri irdeleyeceğiz.

Plastik Maddeler Kimyacıların büyük kısmı polimerlerle endüstri dallarında çalışmaktadır. Sentetik yüksek polimerler 1925’den sonra ilerledi. Yüksek polimerler kovalent bir yapı gösterirler. Uzun zincirli moleküler yapıları vardır. İnsanın günlük ihtiyaçları içinde yararlandığı hemen bütün maddeler, doğal organik ürünlerden sağlanır. Plastik madde kavramına gün be gün örneğin plastik, plastlar, lastik, sentetik ve aynı zamanda PVC, poliamid veya ABS gibi farklı şekillerde rastlıyoruz. İlk belirttiğimiz terimler daha çok plastik maddenin değişik isimlerini belirtirlerken, diğerleri ise farklı özelliklere sahip plastik maddeleri tanımlamaktalar. Terim çeşitliliği ile ortaya çıkan karışıklık, çoğu zaman o kadar fazla ki örneğin herhangi bir plastik maddesi kastedilirken PVC den bahsediliyor. Neticede PVC bir plastik madde olduğu için, her plastik maddeye PVC deniyor, ama bu da er geç bazı sevimsiz sürprizlere sebep oluyor. Yani çok çeşitli, suni, kimya laboratuvarlarında üretilen, kıymetli özelliklere sahip maddeler, plastik madde terimi özetleniyorlar.

211

Prof. Dr. Hamdi Temel D.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü Müdürü htemelh@hotmail.com


Plastik maddelerin yıllık üretimi, hacimce dünya çelik üretimine yaklaşmaktadır. Sentetik polimerik maddeler: plastikler, fiberler, elastomerler, reçineler, yapıştırıcılar vs. Doğal organik polimerler: selüloz, lignin, reçine, nişasta, proteinler. Polimerik maddelerin yapısı ve özellikleri: polimerik maddeler katı, sıvı ve çözelti halinde bulunur. Bazı polimerler uçak camları, güvenlik camlarının iç katmanları, operasyonlar insan vücudunun çalışmayan organlar yerine konur. Bu tür maddelerin biyokimyasal davranışları bu amacı karşılamaktadır.

Termal Özellikler Sentetik polimerlerden sert, camsı, reçineler (resin) yumuşak yapıştırıcılar, kuvvetli sağlam dokuma lifleri, kauçuk davranışlar gösteren elastomerler, dayanıklı kaplayıcılar gibi maddeler yapılabilir.

Naylon Naylon, ortaya çıkarılan ilk sentetik madde. ABD’de 1930’da bulunduğunda, Amerikalı, laboratuarda adı henüz konulmamış bu harika maddeye bakarak şöyle mırıldanıyor: “Now You Lost Old Nippon”. Bu sözcüklerin baş harflerindende “NYLON” adı doğuyor. Cümlenin Türkçesi şöyle: “işte şimdi kaybettin yaşlı Nippon”. Nippon, Japonların kendilerine verdikleri ad. Bugün bilinen en önemli sentetik elyaf türleri şöyle sıralanıyor.: Naylon, polipropilen, polyester, akrilik elyaf ve selülozik elyaflar.6 Bunlara ve hammaddesi

olan malzemelere, birleşik, karma anlamında ‘kompozit malzemeler de deniliyor. Naylon poşetler petrol türevi olan uzun polietilenden üretilir. Naylon torbalar ilk önce ABD’de 1955’de ortaya çıktı. 1970’de büyük bir hızla çoğalarak yayıldı. Yoksul ülkelerde ise bu oran %4 ‘e denk geliyor. Hindistan’da 1990’lı yılların başında naylon torba kullanımını azaltmak için “Naylona Hayır” günü düzenlediler ve o günden bu güne Mayıs ayının ilk günü “Naylona Hayır” günü olarak kutlanıyor. Naylon poşet sorununa ülkeler tepki gösteriyor, birçoğu da önlem almak için harekete geçiyor. Güney Afrika’da naylon poşetlere hakaret anlamında “Ulusal çiçek” adı takılmış. Çünkü ülkede her yerde bulunuyorlarmış. Çin’de caddelerde uçuşan naylon poşetlere “beyaz kirlilik” adı verilmiş. Bangladeş, ülkenin üçte ikisini su altında bırakan yıkıcı 1988 ve 1998 sellerinin nedeninin naylon poşetler kanalizasyon sistemini tümüyle tıkamıştı. Bangladeş ondan sonra başkent Dhaka’da polietilen poşet kullanımını yasakladı ve ekonominin unutulan bir kısmı yeniden canlandı. Bunun yanı sıra, naylon poşet üretimi petrol ve doğal gaz gibi yenilenemeyen enerjinin git gide azalmasına ve kirliliğe yol açıyor. Bir naylon poşet üretmek için gerekli olan enerji bir arabaya 115 metre boyunca güç sağlayabiliyor. Daha da fazlası, naylon poşet çöplerinin temizlenmesi pahalıya mal oluyor, bu da daha çok vergi demek. Bu sözde “ücretsiz” naylon poşetlerin aslında ücretsiz olmadığını, çünkü

212


maliyetlerinin satın aldığımız öteki ürünlere eklendiğini unutmayın. Türkiye’de üretilen plastik malzemeler çok pahalıya mal oluyor. Nedeni plastik ham maddesinin ülkemizde olmaması (petrol türevi olması nedeniyle) ve bunu bilen fırsatçılarda oldukça pahalıya satıyorlar. Bu nedenle Türkiye’de üretilen plastik pahalı fiyatlarda satılıyor. Plastiği şekillendiren firmalarda daha ucuz olması nedeni ile Çin ürünlerine yöneliyorlar. Tehlike bir kat daha artıyor. Dünyada tüketimin artması için teşvik vardır. Plastikte bunlardan birisidir. Plastik işi oldukça karlı bir iş olduğu içinde reklamı boldur. Tüketimi de Türkiye’de artmakta olan ülkeler içindedir. Neden Naylon Poşetler Bu Kadar Yaygın Olarak Kullanılıyor? Sanayinin ilerlemesi ile birlikte başlayan insanın doğaya yönelik acımasız tahribi artık geri döndürülmesi güç aşamalara ulaştı. Buzdolaplarında, klimalarda ve spreylerde kullanılan itici gazlardan ozon tabakası deliniyor, cilt kanserleri yayılıyor. Atmosferdeki ısınmadan kutuplardaki buzullar eriyor, deniz seviyesi yükseliyor ve sonuç olarak deniz seviyesine yakın toprak parçaları yaşanabilir olmaktan çıkıyor. Yağmur ormanları kesiliyor, yok olan ormanlar yüzünden daha az yağmur yağıyor, kuraklık ve çölleşme yaygınlaşıyor. Çöp dağları kentleri boğacak kadar çevrelerinde yığınlar oluşturuyor. Çöplerin ortadan kaldırılması çağdaş kentin başta gelen sorunlarından birini oluşturuyor. Bu çöpler içinde önemli bir kalemi plastik ürünler oluşturuyor. Çok değil, daha 70-80 yıllık bir teknolojiye sahip olan plastik ürünler diğer temel maddelerle kıyaslanabilir bir tüketim seviyesine kısa bir sürede ulaştı. Dünyada plastik sanayisi hızla gelişiyor ve Türkiye’de de plastik ürün ithalatı birçok üründe giderek artıyor. Biraz teselli verecek bir nokta ise ülkemizdeki plastik tüketiminin dünyaya göre iki kat daha az olmasıdır. Bir naylon poşet ortalama 12 dakika kullanılıyor. Her hafta milyonlarca poşeti serbest olarak doğaya atıyoruz. Yeryüzüne çıkarılan petrolün yüzde 4’lük bir kısmı plastik üretimi için kullanılır. Dünyada her yıl değişik boyutta 1 trilyonu aşan plastik torba kullanıldığı, bu torbalar için yaklaşık 250

213

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


milyon ton plastik kullanıldığı tahmin ediliyor. Sadece ABD’de yıllık plastik torba tüketimi 400 milyar adet.

boğazlarını tıkayıp boğularak ölmelerine neden oluyorlar. Doğal görünümün bozulmasında büyük etkiye sahip olan da bu naylon poşetler.

Plastik malzemenin son derece ucuz olması, hafifliği ve kullanımının kolay olması, metal ve ağaç gibi yapı malzemelerine karşı avantaj doğurmaktadır. Pazara eli boş gider, poşetle geliriz. Marketten ne alırsak gereğinden fazla poşete koyarız. Fırından aldığımız mis kokulu sıcacık ekmekleri ıslanma pahasına naylonda taşırız. Kıyafet, ayakkabı aldığımızda bile kutularıyla yetinmez mutlaka poşete de yerleştirdiğimiz, eve giderken beş dakikalığına bile, simidi, ekmeği poşette taşımak, o poşetin doğayı 3009 yılına dek kirleteceği anlamına gelmektedir. Kısacası poşetler, naylon çantalar hayatımızın önemli bir parçası olduğunu ve bundan 30 yıl önce sadece çöplerimizi koymak için köşe bucak poşet ararken, şimdi ise kucak dolusu poşetleri çöp diye attığımızı ve tam bir poşet çöplüğüne dönmekte ve sağımız solumuz her yanımız poşet dolu olduğu gözlenmektedir. Böylece, plastik poşetleri birkaç dakika veya birkaç saat kullanılıyoruz. Oysa bu kısacık kullanımın bedeli çok ağır. Plastik poşetlerin doğaya tekrar karışması onlarca yıl alabiliyor7. Türkiye güzel bir ülke ancak yakından baktığımızda bu sıra dışı güzelliği bozan şeyler var; çöpler, atıklar, özellikle de naylon poşetler. Ağaçların dallarında sallanıyorlar, nehirleri kirletiyorlar, çitlerde asılı kalıyorlar, kanalizasyonları tıkıyorlar, hayvanların

Kullanışlı olmadıklarından değil, son derece işlevsel, hijyenik, hafif, dayanıklı ve ucuzlar. Hatta ücretsizler! Ne yazık ki çoğunun sonu çöplük ya da çevre oluyor. Polietilen poşetlerin üretimi yaklaşık 35 veya 40 yıl önce moda olmaya başladığından buyana, dünyada hemen her ülkede kullanılıyorlar. Her gün onlarla karşılaşıyoruz. Sebze ve meyveden kıyafet ve kitaplara değin her şeyi taşımaya elverişliler. Poşette yoğurt, süt ve canlı akvaryum balığı bile satın alıyoruz! Onları çanta gibi kullanıyor, çöplerimizi de onlara koyuyoruz.

evde

çıkan

Plastik poşetler yılda bir milyon deniz kuşunun, 100 bin deniz memelisinin hayatına mal oluyor. Kutup yakınlarındaki bölgelerde yaşayan Fulmarus Glacialis adlı deniz kuşu türü de plastik kirliliğinden etkilenen türler arasına girdi. Grönland’dan Kanada’ya, oradan Fransa’nın kuzey bölgelerine kadar yayılan, kuzey yarıkürenin büyük kısmında yaşayan Fulmarus Glacialis üzerine Kanada’nın endüstri

214


bölgelerinden görece uzak Devon adasında yapılan bir bilimsel araştırma sorunun ciddiyetini ortaya çıkardı. Bu kuş nüfusu Atlantik Okyanusu’nun kuzeyinde kışladıktan sonra, baharda Davis Körfezine göçüyorlar. Bu iki bölge onların plastik çöpleri yedikleri yerler olarak tahmin ediliyor. Bu kuşların kursakları ve taşlıklarında 236 çeşit plastik bulundu. Bunların ancak yüzde 2’sinin endüstriyel atık olduğu, geri kalanın ise evsel atıklardan oluştuğu saptandı. Araştırmacılar, kuşların mide muhtevasında yumuşak plastikler (kauçuk gibi), balıkçı ağları, hazır yiyecek kapları parçaları, şişe mantarları, yara bantları ve çoğunlukla plastik kutu parçalarından oluşan katı cisimler buldu. Kuşların yüzde 31’inin bu kirlilikten etkilendiği belirlendi. Aralarında en şansız olanınınsa sindirim sisteminden 54 parça plastik çıkarıldı. Kuzey Pasifik bölgesinde kuşların kirlilikten etkilenme oranı Yüzde 79’a yükseliyor. Arktik bölgede son otuz yıldır bu oranlar artıp durmakta. Bu durum Pasifik’te bir olgu haline gelen kutuplara yayılma tehlikesi taşıdığını da gösteriyor. Çöp anaforu özellikle Hawaii ile California arasındaki akıntılarla yüzen büyük çöp yığınlarına verilen isim. Bu adalarda bulunan polietilen torbalar deniz omurgalılarının özellikle de onları denizanası sanıp yiyen deniz kaplumbağalarının ölümüne yol açmaktadır (MASQUILIER, M.L, INIST-CNRS).

Naylon poşetlerin olmadığı bir yaşam düşünmek güç. Ancak, eğer gezegenimizin korunmasına katkıda bulunmak istiyorsak, onları tekrar tekrar kullanarak naylon poşet üretimini azaltmalı, olanaklı olduğunda ise naylon olmayan poşet ve çanta kullanmalıyız. Çirkin bir görüntü oluşturmanın yanı sıra, neden oldukları daha kötü şeyler de var. Birden öteki yere bir şey taşırken naylon poşeti yalnızca birkaç dakikalığına kullanıyor olsak da, bir naylon poşet doğada tümüyle yok olana değin aradan bin yıl geçmesi gerekiyor. Eve giderken veya kantinde oturacağımız sandalyeye giderken beş dakika simidi poşette taşıma, o poşetin doğayı 3007 yılana dek kirleteceği anlamına geliyor! Naylon poşetler yavaşça bozulmaya başladığında, çevreye zararlı kimyasallar yayılıyor ve besin zincirimizi yavaş yavaş kirletiyor.

215

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Bunun yanı sıra, naylon poşet üretimi petrol ve doğal gaz gibi yenilenemeyen enerjinin git gide azalmasına ve kirliliğe yol açıyor. Bir naylon poşet üretmek için gerekli olan enerji bir arabaya 115 metre boyunca güç sağlayabiliyor. Daha da fazlası, naylon poşet çöplerinin temizlenmesi pahalıya mal oluyor, bu da daha çok vergi demek. Bu sözde “ücretsiz” naylon poşetlerin aslında ücretsiz olmadığını, çünkü maliyetlerinin satın aldığımız öteki ürünlere eklendiğini unutmayın. Burada ele almak istediğimiz konu ise plastik ambalajların yarattığı problemler ve yol açtığı zararların en aza indirilmesi için alınabilecek bazı önlemlerdir. Çok zararlı... Her yana yayılıyor... Ortadan kaldırılması daha da zor... Daha 1975 yılında yapılan bir araştırmaya göre, yeryüzünde dolaşan gemiler yılda yaklaşık 3 milyon 700 bin kilo plastik torbayı denizlere boşaltıyor. Dünya yüzeyi henüz bir plastik çöplüğüne dönüşmemişse, bunun nedeni deniz diplerinin çöplük olarak kullanılmasıdır. (U.S. National Academy of Sciences). Ancak plastik torbalar az zamanda çok uzak yerlere taşınabiliyor. Bu yüzden, Kuzey kutbunda Spitzbergen yakınlarından, güneyde Fakland adalarına kadar geniş bir çevrede, deniz yüzeyinde bu torbalara rastlanıyor. Amerikan doğa koruma kuruluşlarının araştırmalarına göre dünyada plastik torba kullanım adedi yılda 500 milyon ila bir milyar

arasında değişiyor. (September 2, 2003). Neden Plastik Poşetler Bu Kadar Zararlı? Plastik poşetler beyaz ya da şirin renklerde görünse de karbon türevidir. Bunun sonucu olarak sıcaklık gün ışığı v.s nedenlerle kimyasal değişikliklere uğrayabilir. İnsanda karbon türevi bir varlık olduğu için etkileşimleri doğal olarak vardır. 1. Plastikler güneşe veya ısıya çok duyarlıdır. Işık plastikte kimyasal değişime yol açıyor. Zaman içinde zehirli petropolimerler oluşuyor. İçindeki polimer maddeler yağ ile çözünüp kansorejen maddeye dönüşüyor. Plastik ambalajların zararı çevreye yayılarak kirletmek düzeyinde kalmıyor. Örneğin PVC şişeler sıcak kalıplamayla yapılıyor. Bu işlem esnasında gaz haline dönüşen uzun zincirli klor bileşikleri sıkışarak şişe içinde kalmaktadır. Eser oranda çözülme ihtimali vardır ki, klor gazı kanserojen özellik taşır ve yağlarda birikebilir. 2. Plastik poşetler ışık altında kimyasal çözünmeye uğrar. Zaman içinde daha küçük ve daha zehirli petro-polimerlere bölünürler. (CNN.com/technology November 16, 2007). Dolayısıyla toprak ve suyumuz zehirlenir. Sonuçta bu mikroskopik zehirli parçacıklar besin zincirine girer. İşte o zaman doğal hayatın geleceği tehlikededir. (World Wildlife Fund Report 2005). Bu çözünmenin de Küresel Isınma kadar tehlikeli olduğunu söyleyebiliriz. 3. Denizlere her yıl milyonlarca kilo plastik torba atılıyor. Dünya yüzeyinin bir plastik çöplüğüne dönüşmemesinin bir

216


4.

5.

6.

7.

önemli nedeni deniz diplerinin çöplük olarak kullanılması. (U.S. National Academy of Sciences). Çevreye saçtığımız bu atıklarla bilmeden bir veya birçok hayvanın katili olabiliriz. Plastik torbaların çevreye saçılması nedeniyle balina, yunus, fok gibi memeli hayvanların yanı sıra balıklar ve deniz kaplumbağaları gibi 200 farklı deniz canlısının hayatı tehlikeye girmektedir. (World Wildlife Fund Report 2005). Çöpten beslenen kara hayvanları veya kuşlar da bu tehlikeden etkilenmektedir. Dünya Doğa Vakfı’na göre deniz hayvanları, denize atılan naylon poşetleri yiyecek sanıp yedikleri için, her yıl 100,000’in üzerinde balina, fok, su kaplumbağası kuş, ya sindirim sistemleri bozuluyor, yaralanıyor ya da ölüyor. Karada ise inekler, keçiler ve öteki hayvanlar yem ararken genellikle plastik parçalar yiyorlar. Bu nedenle hastalanabiliyor ve hatta ölüyorlar. Kimyasal maddeler içeren naylon poşetler, sadece toprağa değil, içine koyduğumuz sebze ve meyveler aracılığıyla insan sağlığına da zarar verebiliyor. Özellikle incir, üzüm, çilek gibi poşetle temasta olabilen meyveler taşınmamalı. Kanserojen madde içeren siyah poşetler (hurda poşet) ise insan sağlığı açısından çok daha ciddi tehdit... Atık maddelerden üretilen siyah poşetler, insan sağlını tehdit ediyor. Genellikle seyyar satıcı ve pazar esnafının kullandığı siyah poşetler, pet şişe, kova ve tıbbi atık gibi maddelerin toplanarak tekrar işlenmesiyle üretiliyor. Plastik torbaların yok edilmesi için çöplüklerde yakılması halinde çıkan gazlar çok zararlı. Yapılan araştırmalarda bir yıl içinde sadece ABD’de 12 milyon varil petrol, plastik poşet yapımı için kullanılıyor. Dört kişilik bir ailenin bir yılda kullandığı poşet sayısı ise tam 1460’ı buluyor. Yapılan hesaplamalardan, ortalama olarak her gün bir kişinin bir poşeti kullandığı ve sonra da attığı ortaya çıkıyor.

217

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Ne Yapabiliriz? Hızlı ve kötü kentleşmenin bütün sonuçlarını fazlasıyla yaşayan çoğu illerimizde çöp tepeciklerinden sızan sular küçük dereler halinde yol kenarından akmakta, kanalizasyon boruları yer yer patlamakta, sokaklar, caddeler ve tarım arazilerinde dahi plastik poşetler, pet şişeler uçuşmaktadır. Belediyenin tek yönlü olarak, sokakların süpürülmesi, çöpün toplanması çabasıyla sorunun çözülmesi biraz zor görünmektedir. Birçok karmaşık problemi olan kentimizde çözüm arayışı, ancak kenti oluşturan kuruluşların işbirliği ile sonuç verebilir. Üniversiteler olarak, tüketim kalıplarını değiştirmeyi, kentimizde yaşam kalitesini yükseltmeyi ve kenti daha yaşanılır kılmayı amaçlayan bir projeye, valilik ve belediye ile işbirliği içinde önayak olabiliriz ve halkı bilinçlendirebiliriz.

Az Poşet Tüketimi Tüketicilerin de bu konuda hassas olarak daha az poşet tüketeceği bilincini vermek Türkiye, dünyadaki bunca deneyim ve görece düşük plastik torba tüketimi açısından şanslı sayılabilir. Değişik ülkelerin deneyimlerinden ders çıkarabiliriz. Örneğin, mağaza zincirlerinde ince poşetin kullanımını tümden kaldırıp, daha kalın ve kaliteli poşetin de parayla satılması uygulamasına geçilebilir. File ve bez torba kullanımına geri dönüş yapılabilir.

Pazar Filemizi Geri İstiyoruz Tekrar file alsak, en alta patatesleri yerleştirsek, üste patlıcanları dizsek, patlıcanın uzun sapları

fileden dışarı çıksa, kese kâğıdında aldığımız domatesleri de koyup son sıraya salata malzemelerini yerleştirsek. Zamanında 60 yaşlarındaki emekli amcaların taşıdığı fileyi veya eski Türk Filmlerinden gördüğümüz fileleri şimdi çoluk çocuk hepimiz taşısak. Yani fileye itibarı yeniden kazandırsak fena mı olur sanki? Aşağıda çok şık ve güzel file örneklerini görmekteyiz ki son derecede şık ve hoş görünümlüler.

Peki Ya Kese Kağıdı? Atık maddelerin işlenmesiyle elde edilen hastalık riski yüksek naylon poşetlerin insan sağlığı açısından risk taşıdığından dolayı, bu tür malzemeler yerine geçmişte yaygın kullanılan geri dönüşümü mümkün kese kâğıdı tercih edilebilir. Oysa kese kâğıdı kullanarak hem kâğıt israfını önlüyorduk (Çünkü çoğunlukla gazete kağıtlarından yapılıyordu), hem de yiyeceklerimizi, kendi sağlığımızı ve tabiatı koruyorduk. Kese kâğıtları o kadar sağlıklıydı ki yapışkanı bile hamur ile yapılıyordu. Kese kâğıtlarına ve fileye yaklaşık 20- 25 yıl önce veda ettik. Yani 25 yıldır bu zehirle, taşıyoruz yiyeceklerimizi. Filelerin uzun süreli kullanımının ardından büyük pazar çantaları kullanıldı, sonrasında da naylonun pazardaki

218


yeri keşfedildi. Bununla birlikte, kese kâğıdı noktasında da bilinçli olmalıyız. 1999’da sadece Amerika’da kullanılan 100 milyar kesekâğıdının üretilmesi için 14 milyon ağaç kesildi. Kese kâğıdının yaşam döngüsüne baktığımızda (kesilen ağaçlar, yitirilen ormanlar, üretim aşaması, nakliye ve geri dönüşüm) dünyada bıraktığı ayak izi neredeyse naylon torbadan daha bile fazla. Kâğıt endüstrisi, dünyada çevreye en fazla zarar veren 10 endüstriden biridir. Kaynak: Birleşmiş Milletler Çevre Konseyi, The Environmental Literacy Council (Çevre Bilinç Konseyi) ve The Green Consumer (Yeşil Tüketici).

Bez torba kullanmakla: HAFTADA 6 plastik torbayı kullanımdan çıkartmış oluruz. Bu da AYDA 24 torba YILDA 288 torba, ortalama bir yaşam sürecince, yani HAYATTA 22 bin 176 torba eder. ÜLKEMİZDE her beş kişiden biri bunu yapsa yaşamımız süresince 31 milyar 46 milyon 400 bin plastik torbadan kurtulmuş/ kaçınmış oluruz. Büyük marketler bir araya gelerek, kaliteli ve paralı poşet uygulamasına geçmeye başlamışlardır. O her yanı kaplayan ince poşetler büyük satış merkezlerinin öncülüğünde ortadan kaldırılmaya başlanmıştır ki bunlar son derece önemli gelişmelerdir. Hem üniversiteler, hem belediye, hem de valilik düzenleyecekleri etkinliklerde bu konuyu öne çıkarabilir, promosyon olarak sadece ve özellikle bez torba dağıtarak bu işe öncülük edilebilir. Yılbaşı promosyon siparişlerinin de, firmalara ajanda, kalemlik, çakmak vs. yerine üzerine firma logosunu bastırarak bez torba dağıtmalarını önerilebilir. Artık ülkemizde de naylon poşet kullanımı sınırlanmalıdır. Çevre ve Orman Bakanlığı bu konuda sorumluluğunu yerine getirmelidir. Gereken hukuki düzenlemeleri yaparak, naylon poşet kullanımını azaltacak önlemler almalıdır. Örneğin naylon poşetler üzerinde hiçbir şekilde tanıtım amaçlı mesajların yer almasına izin verilmeyebilir. Bu amaçla kâğıt veya kumaş gibi diğer alternatif ürünlerin kullanımı teşvik edilir. Özendirici, şık naylon poşetlerin kullanımına özel vergiler getirilebilir.

219

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Mağazalarda naylon poşetlerin ihtiyaçtan fazla kullanımını azaltmak üzere, tüketiciye ücretsiz naylon poşet verilmesi engellenebilir. Okullarda, halk eğitimlerinde, medyada naylon poşet kullanımıyla ilgili bilgilendirici eğitim programları yapılabilir. Gıda sektörü dışında naylon poşet kullanımı zaruri olan alanlarda, yeniden dönüştürülen materyal kullanımının teşvik edilebileceğini belirten Özlü, “Yeniden dönüşümü teşvik etmek üzere, eğitim çalışmaları yapılmalı ve naylon poşet toplama sistemleri geliştirilmelidir. Naylon poşetler için açık alanlarda belediyeler, kapalı alanlarda kurum veya işletme sorumluları ayrı çöp toplama kutuları tahsis etmelidir. Dünyamızı naylondan korumak üzere adım atmakta, daha fazla gecikmememiz gerekmektedir.

Halkımız Duyarlı Olsun Bu konuda herkese sorumluluk düşüyor. Temiz ve yaşanılabilir bir dünya için insan sağlığı ve çevre temizliğine azami dikkat etmemiz gerekir. Yıllar önce yaptığımız gibi pazara, çarşıya çıktığımızda file ve bez torba kullanırsak temiz bir dünya yolunda önemli bir adım atmış olacağız. Bizler doğanın sahibi değil, emanetçisiyiz. Çocuklarımıza yaşanabilir bir doğa bırakmak için üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmeliyiz. Türkiye`de neredeyse tüm mağazalarda ve alışveriş alanlarında naylon poşetlerin tüketiciye

ücretsiz ve sınırsız olarak sunulmaktadır ve kâğıt veya dönüştürülebilir diğer ürünler yerine naylon kullanılması yanlıştır. Bu ürünün ücretsiz sunulması, ihtiyacın üzerinde poşet kullanımını teşvik ediyor. Oysa birçok gelişmiş ülkede alışveriş sonrası kasiyer, müşteriye poşete ihtiyacı olup olmadığını sorar. Cevap `evet` olursa, bedeli hesaba ilave ederek istenilen sayıda poşet verir.

Türkiye’de de Naylon Poşet Kullanımı Sınırlanmalı Dünyanın pek çok ülkesinde naylon poşet kullanımına yasaklamalar getirilmektedir. Artık ülkemizde de naylon poşet kullanımı sınırlanmalıdır. Çevre ve Orman Bakanlığı bu konuda sorumluluğunu yerine getirmelidir. Gereken hukuki düzenlemeleri yaparak, naylon poşet kullanımını azaltacak önlemler almalıdır. Örneğin naylon poşetler üzerinde hiçbir şekilde tanıtım amaçlı mesajların yer almasına izin verilmeyebilir. Bu amaçla kağıt veya kumaş gibi diğer alternatif ürünlerin kullanımı teşvik edilir. Şık naylon poşetlerin kullanımına özel vergiler getirilebilir. Mağazalarda naylon poşetlerin ihtiyaçtan fazla kullanımını azaltmak üzere, tüketiciye ücretsiz naylon poşet verilmesi engellenebilir. Okullarda, halk eğitimlerinde, medyada naylon poşet kullanımıyla ilgili bilgilendirici eğitim programları yapılabilir. Gıda sektörü dışında naylon poşet kullanımı zaruri olan alanlarda, yeniden dönüştürülen materyal kullanımının teşvik edilebileceğini belirten özlü, yeniden dönüşümü teşvik etmek

220


üzere, eğitim çalışmaları yapılmalı ve naylon poşet toplama sistemleri geliştirilmelidir. Naylon poşetler için açık alanlarda belediyeler, kapalı alanlarda kurum veya işletme sorumluları ayrı çöp toplama kutuları tahsis etmelidir. Türkiye’nin de bir an önce organik maddeden üretilen ve 6 ay ile 2 yıl içinde doğada tümüyle yok olan biyo-bozunur özellikteki çöp torbaların kullanımına geçilmelidir. Naylon poşet kirliliğininde özellikle Büyükşehir Belediyelerinin geri kazanıma önem verilmelidir. Dünyamızı naylondan korumak üzere adım atmakta, daha fazla gecikmememiz gerekmektedir.

221

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


KAYNAKLAR 1. www.standox-tr.com/standothekplastik4.php 2. www.hurdadaparavar.com/www.old/pvcnedir.html 3. www.sacanplastik.com/default.aspx?pid=54799&nid=44111 4. Plastik Ürünleri Sanayii Özel İhtisas Komisyonu Raporu 5. www.plastikpvc.com/bilgibankasi_10-polikarbonat--pc--nedir.html 6. İ. Unutmaz, Türkiye Karbon Elyaf’ta Dünya ile rekabette, Bilim ve Teknik, kasım, Yıl 42, Sayı, 504, 68-73, 2009. 7. www.umweltjournal.de/fp/archiv/NaturKosmos/6548.php 8. recherchespolaires.veille.inist.fr/spip.php?article377)

222



ÇEVRE EĞİTİMİ

224


ÖZET Duyarsızlık ve eğitim eksikliğinin daha da arttırdığı Çevre Kirliliği ortamında çevre bilincine sahip bir toplumun çevre sorunlarının çözümünde daha başarılı olacağı gerçeği göz önünde bulundurularak başta eğitim ve öğretim kurumlarımız olmak üzere resmi ve özel kişi, kurum, ve kuruluşların çevre ve çevre eğitimi konusunda geliştireceği fikir ve önerilerin yanısıra faaliyetlerinde ve işlevlerinde çevre eğitimi konusuna biraz daha öncelik vermeleri gerekmektedir.

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Çevre Eğitimi Yaşadığımız yüzyılın sonlarına doğru hızla artan çevre sorunlarının etkileri doğrudan doğruya canlı yaşama üzerinde görülmektedir. Çoğunluğu insan faaliyetleri neticesi ortaya çıkan bu sorunların önlenmesi ve çevre kirliliğinin durdurulmasındaki görev yine insanoğluna düşmektedir. Diyarbakır hızlı nüfus artışının beraberinde getirdiği plansız kentleşme ve bunun yanında sanayileşmenin hız kazanmasıyla çevre ile gelişim arasındaki dengenin sağlanması gereken bir kenttir. Giderek önem kazanan çevre sorunlarının çözümlenmesi için sadece bu konuda görev yapan kamu kurum ve kuruluşlarının değil, bütün halkın bilinçli ve çevreye duyarlı bir şekilde çevre korunmasına, çevrenin güzelleştirilmesine, doğal kaynakların en ekonomik şekilde kullanılmasına katkıda bulunması gerekir. Bu nedenle de yapılması gereken ilk iş Kamu kurum ve kuruluşlarında görevli personelin, öğretmen – öğrencilerin ve halkın çevre konusunda eğitilmesidir. Bu amaçla İl Çevre ve Orman Müdürlüğü olarak uzun soluklu bir “Çevre Eğitimi Projesi” hazırlanmış ve faaliyete geçirilmiştir.

Proje Kapsamında Yapılan Faaliyetler : 1. Yapılacak eğitimin görsel ve basılı materyallerle desteklenmesi 2. Katı atıklar ve geri dönüşümü konularında öğrencileri bilgilendirmek amacıyla bir geri dönüşüm tesisine gezi düzenlenmesi 3. Çevre sorunlarını oluşturan faktörlerin ve bunlar için alınabilecek tedbirlerin anlatılması 4. Çevrede bulunan bitki ve hayvan türlerinin tanıtılması 5. Doğal kaynakların tanıtılması ve sürdürülebilir kalkınma için öneminin anlatılması

225

Murat HASPOLATLI İl Çevre ve Orman Müdürlüğü – Diyarbakır mhaspolatli@cob.gov.tr


6. Biyolojik çeşitliliğin korunmasının önemi doğrultusunda farklı ekosistemlerin (orman, göl, akarsu vb) tanıtımı ile ilgili uygulamalı eğitim 7. Çocukların doğa ile ilgili duygusal bağlarının geliştirilmesi yönünde doğal ortamların bir derslik olarak kullanılması (piknik, botanik bahçeleri, milli park, sit alanı vb) 8. Öğrencilere yakın çevrelerini nasıl ve ne şekilde etkileyeceklerinin öğretilmesi, olumlu davranış değişiklikleri kazandırılmasının sağlanması 9. Çevreden iyi ve kötü örnekler gösterilerek çevrenin insan sağlığı için öneminin kavratılması 10. Koordinatör öğretmenlerin sorumluluğunda okullarda oluşturulacak çevre timleri tarafından tüm okul öğrencilerinin projeye aktif katılımının sağlanması 11. Branş derslerinde çevreyle ilgili konuların işlenmesi

Kamu Kuruluşlarının Çevre Eğitimi ile İlgili Faaliyetleri İlimizde kamu kuruluşlarının çevre eğitimi ile ilgili faaliyetleri henüz yeterli düzeyde değildir. Bu konuda yapılan çalışmalar şöyle sıralanabilir. İlimizde öğrencilerin eğitimi amacıyla Müdürlüğümüz tarafından okullarda çevre sorunları, çevre ve insan ilişkileri, ağaçlandırma ve erozyonla mücadele, fidan dikiminin önemi konularında konferanslar verilmektedir. İlimizde bulunan yerel televizyon ve basın yoluyla halkın çevre konusunda eğitilmesi sağlanmaktadır. TRT GAP’ta ilimiz çevre sorunları ve çözümleri için alınan tedbirler,

ilimiz ağaçlandırma ve erozyonla mücadele konularında yapılan çalışmalar hakkında radyo ve televizyon programları düzenlenmektedir. Bu amaçla; Bakanlığımızın Milli Eğitim Bakanlığıyla yapmış olduğu protokol gereği İl Müdürlüğümüz 2006 - 2007 ders yılı programına dahil edilmiş, İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bağlı 16 ilköğretim okulunda ‘UYGULAMALI ÇEVRE EĞİTİMİ PİLOT PROJESİ’ başlatılmıştır. 20072008 ders yılında 16 okul daha projeye alınarak proje kapsamında 32 okulla çalışmalara devam edilmektedir. 2008 - 2009 yılı itibariyle 40 Resmi okulda, 11 özel okulda proje kapsamında çalışmalar yapılmıştır. Bu okullardaki hedef kitle 4., 5., 6. ve 7. sınıflardır. Bu kapsamda proje okullarında öğrencilere; çevrenin önemi, bitki ve hayvan varlıklarının korunması, çevre kirliliğinin önlenmesi ve olumlu tüketim alışkanlıklarının kazandırılması konularında görsel ve basılı materyaller desteği ile eğitim çalışmaları yapılmaktadır. Bununla birlikte proje okullarında geri kazanılabilir atıklar değerlendirilmek üzere kaynağında ayrı, ayrı toplanmakta, çevre köşeleri hazırlanmakta ve başarılı okullar her yıl 5 Haziran Çevre Günü münasebetiyle düzenlenen etkinlikler çerçevesinde ödüllendirilmektedir. Projeli okullarda oluşturulan Çevre-Orman Panosu devamlı güncel çevre ve orman haberleriyle, afişlerle, broşürlerle ve öğrenci yazılarıyla donatılmaktadır. Ayrıca proje okulları arasında çevre ve doğa konulu yağlı boya resim, çevre ve orman konulu bilgi, çevre ve orman konulu şiir vb. yarışmalar düzenlenerek öğrencilerin ve kamuoyunun çevre bilincinin artırılması sağlanmaktadır. Düzenlenen bu yarışmaların

226


finalleri yerel TV’lerde gerçekleştirilmektedir. Bu proje kapsamında Merkez ilçede ağaç dikilebilecek alanı bulunan tüm okullarda ağaçlandırma çalışması öğrenci ve öğretmenlerle birlikte yapılmıştır. Temin edilen yağlı boyalarla okulların duvarları resim öğretmenleri ve öğrenciler tarafından çevre ve orman konulu resimlerle boyanmıştır. Özellikle öğrencilerde kağıt ve plastik atıkların, geri dönüşümü ile ilgili bir bilinç oluşturmak için İl Müdürlüğümüzce, binlerce geri dönüşüm kutusu dağıtılmıştır. Kağıt ve plastik atıkların kaynağında toplanması amacıyla İl Müdürlüğümüzce bir araç tahsis edilmiştir. Geri dönüşüm kutusunun verildiği okullar ve kamu kurum – kuruluşları İl Müdürlüğümüze ait olan 444 21 10 nolu telefon hattını arayarak toplanan kağıt ve plastik atıkları teslim edebilmektedirler. Daha sonra toplanan atıklar geri dönüşüm işletmelerine gönderilip değerlendirilmektedir. Bu çalışmanın en önemli gayesi; toplanan atıkların tekrar ekonomiye kazandırılmasıdır.

Projeli okullarımızın çevre bilincini artırmak için; • İl Müdürlüğümüzce Silvan yolu Güneydoğu Tarımsal Araştırma sahasına kurulan ve Diyarbakır halkının piknik ihtiyacını karşılayan KENT ORMANI ’na, • Kapatılma süreci yaşandığından dolayı atıl duruma düşen yine İl Müdürlüğü’müzün uzun uğraşıları neticesinde iyi bir konuma getirilen fidanlık Mühendisliğimize, • Büyükşehir Belediyemizce Sümerpark alanında kurulan ve her tür enerji ihtiyacı kurulan panellerle karşılanan Güneşevi’ne, vb. alanlara teknik geziler düzenlenmektedir. Ayrıca; çevre ve orman konulu tiyatro etkinlikleri, yarışma sonucunda elde edilen resimlerle yapılan sergiler projeye güç katmakta, daha canlı tutmaktadır. Her Eğitim-Öğretim yılı başladığında; İlimize bağlı 17 İlçede 1192 okulun bir yöneticisi, bir öğretmenine İl Müdürlüğümüzce hazırlanan çevre ve orman konulu sunum yapılmış olup her katılımcıya okullarında gösterilmesi ve anlatılması için sunum CD’si verilmiştir. İl Müdürlüğümüzce hazırlanan

227

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


bu CD’ler Türkiye’deki ilgili tüm kurumlara gönderilmiştir. Ayrıca 26-30 Nisan 2010 tarihleri arasında Antalya’da yapılan ‘Eğiticilerin Eğitimi Seminerinde ‘81 İlin Çevre-Orman Eğitimcilerine İl Müdürlüğümüzce hazırlanan çevre-orman CD’si, Kitabı ile çevre ve orman Andlarından oluşan Sunum seti dağıtılmış olup, tanıtımları yapılmıştır. Her EğitimÖğretim yılında Merkeze bağlı 170 okulun rehber öğretmenlerine aynı sunum yapılarak bulundukları okullarda bu çalışmayı yapmaları istenmiştir. Bu projeye Milli Eğitim Müdürlüğü, Dicle Üniversitesi, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ve Sivil Toplum Kuruluşları destek vermektedir. Başarılı okulların ödüllendirilmesi diğer okulların daha fazla teşvik edilmesi amacıyla projeye dahil olan 51 okul ile kurum ve kuruluşların katılımıyla; 21 Mart Dünya Ormancılık Günü, 22 Mart Dünya Su Günü ve 5 Haziran Dünya Çevre Günü etkinliklerinde başarılı okullara ve öğrencilere ödülleri verilmiştir. 21 Mart 2010 Dünya Ormancılık Günü Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi Alanında düzenlenmiştir. Çeşitli etkinliklerden sonra Fakültenin sahasında ağaçlandırma çalışması yapılmıştır. Ayrıca 2008-2009 Eğitim- Öğretim yılında İl Müdürlüğümüz ile Milli Eğitim Müdürlüğünün ortaklaşa yürüteceği ‘BİR ÖĞRENCİ BİR FİDAN PROJESİ’ İlimizde 15 okulda başlatılmıştır. Bu projeden amaç; öğrencilerin hazırlanan harcı elleriyle torbalara doldurup, tohumu ekip, bir yıl boyunca bakımını yapıp fidan elde etmektir. Fidan elde etmenin zorluğunu anlayıp yeşillik sevgisini artırmak, zarar vermemek, zarar

verenleri engellemektir. Bu amaçla;15 okulla başlanan proje sonucunda elde edilen binlerce badem fidanı binlerce öğrencinin katılımıyla mutlu bir sonla noktalanmıştır. Yetiştirilen fidanlar, fidanları yetiştiren öğrencilerle beraber 13 Mayıs 2010 tarihinde Barış Ormanına dikilmiştir. 2009-2010 Eğitim yılında “Bir Öğrenci Bir Fidan Projesi” kapsamındaki okul sayısı 26’ya çıkarılmıştır. Öğrenciler tarafından ekimi yapılan badem tohumu sayısı 6000’dir. Önümüzdeki EğitimÖğretim yılında 6000 adet fidanın dikimi yetiştiren öğrenciler tarafından yapılacaktır. Projeli okullar haricinde fakültelerde, liselerde, özel okullarda bu tür çalışmalar yapılmıştır. İl sınırlarımız dahilinde faaliyet gösteren işçi sayısı 50 ve üzerinde olan fabrikalarda çevre sorunları, çevre ve insan ilişkileri konularında konferanslar verilmiştir.

Çevre Eğitimi İle İlgili Faaliyetlerimizi Genel Olarak Özetleyecek Olursak; Türkiye’de ilk defa; Diyarbakır İl Çevre ve Orman Müdürlüğümüzce başta okullar olmak üzere tüm kamu kurum ve kuruluşları ile sivil toplum örgütlerinin kağıt ve plastik atıkları toplanarak tekrar ekonomiye kazandırılması işlemine başlanmıştır. Bu iş için bir araç (minibüs) ve bir telefon hattı (444 10 21) tahsis edilmiştir. Türkiye’de ilk defa; Başta okullar olmak üzere tüm kamu kurum ve kuruluşlarına geri dönüşüm kutuları dağıtılmıştır.

228


Türkiye’de ilk defa; Çevre ve Orman bilincini geliştirmek amacıyla profesyonelce bir kitap ve TRT stüdyolarında seslendirilmiş şekilde bir CD hazırlanarak ilimizde tüm ilçe ve köyler dahil olmak üzere bütün ilköğretim okullarına dağıtılmıştır. İl Müdürlüğümüzce hazırlanmış olan vbu kitap ve CD Türkiye’deki tüm İl ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüklerine gönderilmiştir.

İlimizdeki Çevre ile İlgili Gönüllü Kuruluşlar İlimizdeki aktif olarak çalışan gönüllü çevre kuruluşları şunlardır; 1. 2. 3. 4. 5.

Diyarbakır Çevre Gönüllüleri Derneği Dicle Üniversitesi Çevre Araştırma ve Uygulama Merkezi Milli Eğitim İl İzci Kurulu Başkanlığı İl İzci Temsilciliği Gönüllü İzci Kuruluşları

229

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


ÇEVRENİN ÖNEMİ, AB’DE ÇEVRE VE SAĞLANAN FONLAR

230


ÖZET Bu çalışmada, çevre ve çevrenin önemi hakkında bilgi verilerek, bu konuda nasıl bir duruş içerisinde olunması gerektiğine değinilmiştir. Avrupa Birliğinde çevrenin önemi üzerinde durulmuş ve Avrupa Birliğinin geçmiş yıllara oranla çevre konusuna verdiği önemin arttığı bazı çalışmalarla gösterilmeye çalışılmıştır. Bu konuda Avrupa Birliğinin politikaları, hedefleri, ilkeleri üzerinde durularak diğer ülkeleri de çevre konusunda aktif bir iyileştirici konuma getirmek için yapılan konferanslara, protokollere, kriterlere ve çeşitli çalışmalara değinilmiştir. Bunun yanında Türkiye’nin AB müzakereleri sürecinde çevre konusunda yapması gerektiği çalışmalar ve kriterlere göre Türkiye’nin hangi aşamada olduğu aktarılmaya çalışılmıştır. Ayrıca Avrupa Birliğinin çevre konusunda sağladığı fonlara da bu çalışma içerisinde yer verilmiştir.

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Çevre ve Önemi Dünyada birçok canlı türü hızla yok olmaktadır. Radyoaktif maddeler yaygınlaşmakta ve buna bağlı olarak ta çeşitli hastalıklar ortaya çıkmaktadır. Birçok yerde asit yağmurları görünmekte, sera etkisi meydana gelmekte, verimli topraklar parçalanarak çoraklaşmakta, birçok insan olumsuz şartlardan etkilenerek açlık ve hastalıklarla karşı karşıya kalmaktadır. Bahsettiğimiz bu olumsuz şartların kaynağında ise yine insan faaliyetleri yatmaktadır. Çünkü insanlar çevreye verdikleri zararların bedellerini ileriki yaşamlarında ağır bir şekilde ödemektedirler. Buradan da anlaşılacağı gibi insan ve çevrenin sürekli bir etkileşim içinde olduğunu görmekteyiz. Çevrenin yapılan tanımı da bu etkileşimi yansıtmaktadır. “Canlı varlıkların, hayati bağlarla bağlı oldukları, etkiledikleri ve etkilendikleri mekan birimlerine o canlının veya canlılar topluluğunun yaşam ortamı veya çevre denir.”(1) Ancak çevreden faydalanırken, geleceğimiz için onu korumaya çalışmalıyız. Yapılan çalışmalarda da çevreyi korumanın ne kadar önemli olduğu vurgulanmıştır. “Yaşanabilir bir dünyaya sahip olmanın ilk koşulu, doğal varlıkların korunmasıdır. Çünkü şimdiye kadar sadece kar amacıyla işletilen doğal kaynaklar, verim gücünün ve kapasitesinin sınırına gelmiştir. Bütün çevre kuruluşları ve bilim adamları, tüm insanlığın büyük tehlikelerle karşı karşıya bulunduğunu ve acil önlemlerin alınması gerektiğini bildirmektedirler.” (2) Çevre sadece belirli bir kesim ya da kuruluşun, bir ülkenin, dünyadaki belirli bölgelerin korunmasıyla üstesinden gelinebilecek bir kavram

231

Uzman Ercan TÜRKMEN DÜ Yabancı Diller Yüksekokulu AB Proje Koordinasyon Ofisi Kat: 4


değildir. Ekolojik dengenin korunması, çevrenin korunması ve geliştirilmesi artık geçici, parçal ve palyatif düzenlemelerle gerçekleştirilebilecek bir sorun olmaktan çıkmıştır. İnsanlığın, sorunların kaynaklandığı yer ve alanları doğru tesbit ederek sorunların çözümüne yönelik adımlar atmaları gerekmektedir. Ayrıca bu ne insanların tek başına, ne de toplumların ve devletlerin tek başlarına yapacakları bir eylem olmaktan çıkmıştır.(3) Küreselleşmenin de etkisiyle bir ülkede yaşanan olumlu veya olumsuz şartlar diğer ülkeleri de etkilemekte, ülkeler birbirinden tamamen bağımsız hareket edememektedir. Onun için de başta AB olmak üzere dünyadaki birçok topluluk ve kuruluş çevre üzerine çalışmalar yapmakta ve çevre çalışmalarına fon sağlamaktadır.

%10 artması…” gibi sorunların ön plana çıkarıldığı görülmektedir. Gerçekten de, “nitelik ve nicelik olarak giderek büyüme gösteren çevre sorunları, Birlik çapında ortak politikalar belirlenmesini zorunlu kılmıştır”(4)

Avrupa Birliğinin Çevre Politikası Avrupa Birliği’nin Çevre Politikası, AT Antlaşması’nın birçok maddesinde yer almaktadır. Bunların arasında iki tanesi önemlidir.(2. ve 174. Madde) 2. Madde: Ortak eylemlerin ve politikaların yürürlüğe konulması yoluyla, Avrupa Topluluğu’na, diğer görevlerinin yanı sıra, çevre kalitesinin yükseltilmesi ve yüksek düzeyde korunmasını sağlamak görevini yüklemektedir. 174. Madde: Topluluğun yasama kapasitesini ve Topluluk Çevre Politikası’nı yönetmede temel ilkeleri belirlemektedir.

AB ve Çevre Avrupa Birliğinin çevreyle ilgili ilk ciddi adımları 1970’li yıllardan sonra atılmıştır. Özellikle 1973’ten sonra bu konuda önemli ölçüde artış gösteren yönerge, belge ve tüzüklerin Avrupa Birliğinin bu tarihten sonra çevre konusuna ne kadar önem verdiğini göstermektedir. Avrupa Birliğini çevre konularına verdiği önemin artmasını ise şu şekilde açıklayabiliriz. Birliğin yayınlarına bakıldığında ortak bir çevre politikasının gerekçesi olarak, “Avrupa’da çevre üzerindeki baskının giderek ağırlaşması; doğal kaynakların tükenme noktasına gelmesi; sel, kuraklık, orman yangını gibi yıkımların çoğalması; evlerden ve ulaşım araçlarından kaynaklanan karbondioksit emisyonunun sürekli artış göstermesi; özellikle kentsel yerleşim yerlerinde kirlilik ve gürültüden dolayı yaşam kalitesinin düşmesi; her yıl yaklaşık iki milyar ton atığın üretilmesi ve bunun yılda ortalama

1992 Maastcriht Antlaşması ile çevre alanına politika statüsü verilmiş ve AB hukukunda “sürdürülebilir kalkınma” kavramı resmen oluşturulmuştur. 1997 Amsterdam Antlaşması ile sürdürülebilir kalkınma kavramı AB’nin ana hedeflerinden birisi haline getirilmiştir. Sonraki yıllarda bu çalışmalar daha da genişletilmiş ve 6.Çevre Eylem programıyla AB’nin önümüzdeki 10 yıl içindeki çevre hedefi ortaya konmuştur. “Çevre 2010: Geleceğimiz, Tercihimiz” başlıklı programın öncelikli hedefleri şunlardır: • İklim Değişikliği: 19.yüzyıldan bu yana Dünya yüzey sıcaklığı ortalama 0.3-0.6 C° derece artmıştır. Fosil( kömür, doğal gaz ve petrol) yakıt kullanımı ve ağaçların yok edilmesinden dolayı oluşan sera gazalarının (CO2 , CH4 , O3 ...) küresel ısınmaya yol açması, AB üye devletlerin 2008-2012 yılları arasında sera

232


gaz emisyonunu % 8 oranında azaltması programına gidilmiştir. • Doğa ve Biyolojik Çeşitlilik: Farklı canlı türlerinin korunması ve endüstriyel kazaların önlenmesi. • Çevre ve Sağlık: AB hava, su, gürültü kirliliğin insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini önlemek. • Doğal Kaynaklar ve Atıklar: Kaynakların doğru kullanılması ve atıkların doğru şekilde ayrılmasıyla geri dönüşüm sağlanarak çöp sorununu çözmek.(5)

AB Çevre Politikası’nın Hedefleri • Çevrenin korunması, kollanması ve kalitenin yükseltilmesi • Doğal kaynakların ve doğanın ekolojik dengeye zarar vermeyecek şekilde işletilmesi • Toprak kullanımında Çevre Etki Değerlendirmesi’nin (ÇED) dikkate alınması • İnsan sağlığının korunması • Çevre problemlerine ortak çözümlerin aranması

AB Çevre Politikası’nın İlkeleri(6) • Kirleten öder ilkesi: Topluluğun temel hedefidir. Kirletenlere, sebep oldukları kirlilik ile mücadelenin bedelinin ödettirilmesi, onları kirliliği azaltmaya ve daha az kirleten ürün ve teknolojiler bulmaya teşvik etmektedir. • Bütünleyicilik ilkesi: Çevrenin korunmasında topluluğun diğer politikalar içine entegre edilmesi • Kaynakta önleme ilkesi: Atığın üretildiği yerin yakınında bertaraf edilmesi • Önleme ilkesi: Zararın ortaya çıkmasından önce gerekli önlemlerin alınması • Tedbirli olma ilkesi: Çevre açısından olumsuz sonuç oluşturacak belli bir fiilin bilimsel kanıtı beklemeden önlem alınması • Yüksek seviyede koruma ilkesi: Bütün kurumlar, Topluluğun farklı bölgelerindeki çevre koşullarını da hesaba katarak yüksek seviyede çevre korumasını amaç edinmelidir. Çevrenin Korunması ve Geliştirilmesi İçin Yapılan Çalışmalar Stockholm Konferansı (1972): Stockholm Deklarasyonu, “çevre hakkı” konusunda uluslararası düzeydeki ilk ve en önemli belge olma niteliğini

233

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


taşımaktadır. Konferans’ta kabul gören “sağlıklı ve insan onuruna yaraşır bir çevrede yaşama” ilkesi ile çevre hakkı, sağlık hakkından bağımsız bir şekilde ele alınmıştır. (7) Helsinki Nihai Senedi: 1975 yılında Helsinki’de yapılan zirvede, çevre konusunun ekonomi, bilim ve teknoloji alanlarıyla işbirliği yapılarak ele alınması kararlaştırılmıştır. Bir ülkedeki problemin diğer ülkeleri de etkileyeceği belirtilmiştir. Bugünün ve geleceğin kuşaklarının çıkarları için çevrenin korunması ve iyileştirilmesi, ülkelerin ekonomik kalkınmaları için önemli olduğundan birçok çevre sorununun, özellikle Avrupa’da, yalnız sıkı bir uluslararası işbirliği yolu ile etkili bir biçimde çözümlenebileceği açıklanmıştır. Yeni Bir Avrupa İçin Paris Şartı (1990): Çevre sorunlarının acil olarak üstesinden gelinmesi gereğini ve bu alanda toplu veya bireysel çabaların önemi vurgulanmıştır. Hava, su ve toprakta sağlam bir ekolojik dengenin yeniden inşa edilmesi gerektiğine ve bu konuda çevre korumasının ne kadar önemli olduğuna vurgu yapılmıştır. Kopenhag Kriterleri (1993): AB katılım sürecinde, adaylık için başvuruda bulunan ülkelerin tam üyeliğe kabul edilmeden önce karşılaması gereken kriterlerdir. “Topluluğun tarım, iletişim ve bilgi teknolojileri, çevre, ulaşım, enerji, taşımacılık, tüketici hakları, adalet ve içişleri, işgücü ve sosyal haklar, eğitim ve gençlik, vergilendirme, istatistik, bölgesel politikalar, genel dış ve güvenlik politikası gibi alanlardaki her türlü düzenlemesine uyum sağlanması.”

Aarhus Sözleşmesi (Çevresel Bilgiye Erişme Hakkı-2001): Sözleşme, herkesin çevreyle ilgili bilgilere ulaşma, çevre ile ilgili konularda karar alma sürecine katılma, yargı yoluna başvurma hakkının güvence altına alınması konusunda kararlar alınmış, bu amaca ulaşmak için taraf devletler, çevre ile ilgili verileri derleme ve bu verileri dileyen herkese istediği takdirde vermekle yükümlü kılmıştır. (7) Kyoto Protokolü: Sürdürülebilir kalkınma bağlamında iklim değişikliğine (climate change) neden olan seragazları (GHG) emisyonlarının azaltılmasına yönelik, ilk olarak 1992 Rio Konferansı’nda (UNFCCC) özellikle gelişmiş ülkelerin ciddi önlemler alması konusu gündeme getirildi. Bu amaca yönelik olarak, daha sonra Kyoto’da bir araya gelen BM ülkeleri, daha somut adımların atılabilmesi için bir dizi karar aldılar. Bu kararlardan en önemlisi, özellikle gelişmiş ülkelerin GHG emisyonlarını 20082012 yılları arasında 1990 seviyesinin ortalama %5 altına indirmesini öngörüyordu.(8)

Türkiye’nin AB’ye Uyum Sürecinde Çevre Türkiye’nin AB’ye uyumu konusunda en çok güçlük çekeceği alanlardan birinin çevre olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. İlk bakışta belki de şaşırtıcı gelebilecek bu durum, çevre sorunlarının niteliğinden, çevresel değerlerin insan yaşamını bütün yönleriyle kuşatmasından kaynaklanmaktadır. Gündelik yaşamda karşılaşılan bütün sıkıntılar bir biçimde çevre yönetiminin, çevreyle ilgili yasal düzenlemelerin ilgi alanı içine girmektedir. İçme suyunun sağlanmasından, katı atıkların denetimine değin bütün bu yaşamsal sorunların çözümü için büyük mali kaynaklar gerektiği

234


açıktır. Çevre yönetiminin en önemli aktörlerinden biri sayılan, çevreyle ilgili yasal düzenlemelerin yaşama geçirilmesinden birinci derecede sorumlu olan yerel yönetimlerin içinde bulunduğu durumu göz önüne getirmek konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Türkiye’de çevre ile ilgili düzenlemelerin AB müktesebatına uyum düzeyini değerlendirebilmek için 2005 yılında yayımlanan İlerleme Raporu’na bakmak yararlı olabilecektir. Buna göre, Türkiye’de yalnızca atık yönetimi, doğanın korunması ve gürültü alanlarında bazı ilerlemeler gerçekleştirilmiştir.(9) 2008 İlerleme Raporuna Göre Türk Çevre Politikasını özetleyecek olursak; Türkiye, hava kalitesi konusunda ilerleme ve merkezi düzeyde idari kapasitenin güçlendirilmesi konusunda iyi ilerleme kaydetmiştir. Atık su ve doğa koruma alanlarında bazı ilerlemeler mevcuttur. Ancak, genel uyum düzeyi düşüktür. Türkiye, endüstriyel kirlilik, risk yönetimi ve genetiği değiştirilmiş organizmalar konularında hiçbir ilerleme kaydetmemiştir. Kimyasallar alanında sınırlı ilerlemeden söz etmek mümkündür. Çevresel Etki Analizi’nin yapılmasında yaşanan gecikmeler, uygulama ve uygulatmada ilave iyileşme sağlanmasına engel olmaktadır. (10) AB, yardımlarının, katılım hedefini dikkate alarak belli sorunların aşılmasına yardımcı olmak üzere her bir aday ülkenin belirli ihtiyaçlarına yönelik olmasını hedeflemektedir. En son 18.02.2008 tarihli Türkiye ile Katılım Ortaklığının Kapsadığı ilkeler, öncelikler ve koşullara dair konsey kararı, AB resmi gazetesinin 26.02.2008 tarihli L 51/4 sayılı nüshasında yayınlanarak Kararın dördüncü maddesi uyarınca 1 Mart 2008 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiştir. Katılım Ortaklığı Belgesi’ndeki öncelikler şu şekildedir.

Katılım Ortaklığı Belgesi’nde çevre açısından kısa vadeli öncelikler olarak; • Müktesebatın kademeli olarak iç hukuka aktarılması, uygulanması ve yürürlüğe girmesi için, kilometre taşlarının ve takvimin belirlendiği, ulusal, bölgesel ve yerel düzeylerde gerekli kurumsal kapasitenin ve mali kaynakların oluşturulmasına yönelik planları da içeren kapsamlı bir stratejinin kabul edilmesi. • İdari kapasitenin güçlendirilmesinin yanı sıra, özellikle, sınır aşan durumları da içeren çevresel etki değerlendirmesi gibi yatay ve

235

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


çerçeve mevzuatın iç hukuka aktarılması, uygulanması ve yürürlüğe konmasına devam edilmesi. • Ulusal Atık Yönetimi Planı’nın kabul edilmesi.

Katılım Ortaklığı Belgesi’nin çevre açısından orta vadeli öncelikleri olarak; • Çerçeve mevzuat, uluslararası çevre sözleşmeleri ile doğa koruma, su kalitesi, kimyasallar, endüstriyel kirlilik, risk yönetimi ve atık yönetimi ile ilgili müktesebatın iç hukuka aktarılmasına ve uygulanmasına devam edilmesi. • Çevresel gereksinimlerin diğer sektörel politikalara entegre edilmesinin izlenmesi. • AB Belgelerinden olan İlerleme Raporları ile AB Türk Çevre Politikası ve AB’nin bizden beklentilerini ortaya koymaktadır. (11) Aday ülkelerin verilen hedeflere daha kolay ulaşmaları ve aynı zamanda Sivil Toplum Kuruluşlarının (STK) bunda aktif olmaları için AB çevre konusunda çeşitli fonlar vermektedir.

AB Çevre Fonları

Ekolojik teknolojiler geliştirme alanında işbirliği sağlamak üzere sunulan fonlardır. • STK Fonları (ec.europa.eu/environment/ ngos/index_en.htm) Çevre konularında faaliyet gösteren çeşitli STK’lara destek sağlamak amaçlı sunuluyor.

AB IPA Fonları: AB aday ülkelerine katılım öncesi uyum sürecinde destek sağlamak amaçlı verilen fonlar. Yine 2007-2013 yılları arasında her yıl ilan çıkıyor. Beş ayrı başlıkta fon sağlanıyor: • Kurumsal Kapasite Geliştirme (Institution Building) • Bölgesel ve Sınır Ötesi İşbirliği (Regional and Cross-Border Co-operation) • Bölgesel Kalkınma (Regional Development) • İnsan Kaynaklarının Gelişimi (Human Resources Development) • Kırsal Kalkınma (Rural Development). Bu başlıklardan ilk üçü çevre ve çevre politikaları konusundaki girişimleri desteklemektedir. (www.ipa.gov.tr/v.aspx?&cID=18358c71-7492-4a87-

Avrupa Birliği Çevre Fonları üye ülkeler için 6 yıllık dönemlerde sunuluyor. İçinde bulunduğumuz dönem olan 2007-2013 yılları için ilanlar her yıl çıkıyor. Çevre fonları temel olarak 3 başlıkta toplanıyor. (ec.europa.eu/environment/funding/intro_

ya da (www.cfcu.gov.tr) adreslerinden IPA çağrıları veya diğer çevre çağrıları takip edilebilir. b8d1-7ed939d6f13e&cM=1)

en.htm)

AB Hayatboyu Öğrenme ve Gençlik (Youth) Fonları

• LİFE Fonu (ec.europa.eu/environment/life/funding/ lifeplus.htm) Avrupa Birliği içinde ve bazı aday ve komşu ülkelerdeki çevre ve doğa koruma projelerine fon sağlıyor. “Türkiye bu program kapsamında 1996’dan beri 6-7 milyon Euro’luk destek aldı”(12) • Eco-Rekabet ve Yenilik Programı(CIP)

Türk Ulusal Ajansı tarafından çağrıya çıkılan ve kabul edilen projeleri içermektedir. Hayatboyu Öğrenme programında, Leonardo kapsamında çevre projeleri yapılabilir. Gençlik Fonları ise “Eylem(Actıon)” dediğimiz küçük çaplı projelerdir. Hayatboyu öğrenme ve Gençlik projelerine; (www.cfcu.gov.tr) sitesinden ulaşılabilir. Bunların

236


yanında AB Bölgesel İşbirlikleri Fonları: AB’nin özellikle çevre ve enerji politikaları açısından öncelik alanı olarak gördüğü komşu coğrafyalarla (örneğin Karadeniz) işbirliği çerçevesinde sunulan fonlardır.

REC Türkiye REC (Regional Environment Central) Türkiye 2004 yılında Türkiye’de resmi olarak faaliyete geçmiştir. Avrupa Komisyonu tarafından sağlanan mevcut mali destek çerçevesinde ülke ofisinin genel amacı ise, Türkiye’nin çevre konusunda hukuki, kurumsal, teknik ve yatırım alanlarına yönelik kapasitesini güçlendirmek, böylelikle AB çevre müktesebatının etkili bir şekilde uygulanması sürecini hızlandırmaktır. http://www.rec.org.tr/ sitesinden çevre çağrıları ve çevre konularında yapılan çalışmalar takip edilebilir.

237

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


• KAYNAKLAR • • • • • • •

• •

Görmez, K. Çevre Sorunları ve Türkiye, Gazi Kitabevi, 2003, Ankara. ÇEPEL,N.Toprak ve Orman Kaynaklarımızın Ekolojik Değerlendirilmesi, TEMA,14, 2006 kentcevre.politics.ankara.edu.tr/duruabcevre.pdf www.edirneyambolcbc.com/cevre_mudurlugu_sunumlari/avrupa_birliginde_cevre_politikasi. ppt www.gapsel.org/condocs//ekutuphane/abÇevrepolitikaları.pdf web.deu.edu.tr (Karakaya,E Özçağ,M. Türkiye Açısından Kyoto Protokolü’nün Değerlendirilmesi Ve Ayrıştırma (Decomposıtıon) Yöntemi İle Co2 Emisyonu Belirleyicilerinin Analizi, 2003, VII. ODTÜ Ekonomi Konferansı. Mazı,F Yıldırım,U. Çevre Politikası Bağlamında AB-Türkiye İlişkilerindeki Son Gelişmeler, 2009 Sarıgül,G. Çevre: 300’den fazla AB yasasının Türk mevzuatına aktarılması, Görünüm,4,11,2006

238



EĞİTİM - ZİHİNSEL KİRLİLİK VE ÇEVRE

240


ÖZET Bu çalışmada öncelikle günümüzde çözüm bekleyen problemler ile ülkemize has problemlere yer verildi. Daha sonra, bilimin olaylara objektif bakmayışı, bilim ve eğitim vasıtası ile metafiziğin insan zihninden silinmeye çalışılması, bundan dolayı da farklı insan tiplerinin ortaya çıkışı anlatıldı. Devamında sosyal ve tabii çevrenin bizden istediklerine vurgu yapıldı. Zihinsel kirliliğin anlamı ve bize nereden bulaştığı üzerinde duruldu. Sonuç kısmında ise, zihinsel kirliliğin çevreyi nasıl etkilediği vurgulanarak, bundan kurtuluş yolunun da eğitimin yeni insan tipi yetiştirmesi olduğu anlatıldı.

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

ABSTRACT In this study, first in our country with unresolved problems has been given to the problems. Later, were told look to the lack of objective science events, science and education by means of metaphysics on the human mind to attempt to remove, hence the emergence of different types of people. Later, social and natural environment was emphasized what they want from us. And emphasized to the meaning of mental pollution and contamination from us. In the results, was emphasized the mental pollution affect the environment and the way out of education is to train a new type of man.

GİRİŞ Bu makalede, çevrenin kirlenme oranının rakamsal olarak yüksek oluşu, çok çeşitli olan sebepleri, insan sağlığını tehdit etmesi ve sebep olduğu hastalıklar üzerinde durmayacağım. Bu çalışmada, eğitimin ve bilimin ideolojiye kaydırılması sonucu insan zihninde oluşan kaosun etkisiyle, çevreye olan bakış açısı çizgisinin kayboluşu neticesinde tabiata ve çevreye saygının kaybolmasını konu edindim.

GENEL Günümüzde çözüm bekleyen zor meseleler vardır. Bunların başında cehalet, yoksulluk, hastalık, işsizlik, peşin hükümlülük, çevre tahribi, insana saygının kayboluşu vb. konular gelmektedir. Bu problemlere bir de inançlarından, anlayış farklılıklarından, tabii kaynaklarından dolayı zulüm görmeler de eklenince ve altını çizerek arz ediyorum bu problemlerin bir kısmının temelinde mürekkep yalamış insanlar rol oynayınca, günümüzde bilimin varlık ve hadiselere objektif bakmadığı, eğitimin de görevini tam yerine getiremediği düşüncesi karşımıza çıkıyor.

241

Yrd.Doç.Dr. Mikail SÖYLEMEZ Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü soylemezmikail@hotmail. com


Saydığım problemlerin yanında ülkemize has problemler de mevcuttur. “Hızlı bir şehirleşme, endüstrileşme yoluna çevrenin feda edilmesi, bölgeler arası dengesizlik, kültür ve inanç zenginliklerimizin yok edilmeye çalışılması, değerlerin menfaat uğruna amaçsallaşması, insan zihninin ve çevrenin kirlenmesi bunlardan bazılarıdır”(1). Bilimin varlık ve olaylara objektif bir bakışla bakmaması, eğitimin de ideal insan tipini yetiştirmeden uzak kalışı sonucunda, günümüzde, karşımıza değişik insan tipleri çıkmaktadır. Bu Tipler; inançsız Müslüman, vatansız vatansever, çevresiz çevreci, kültürsüz kültürlü insanlardır. Bu manzara gelecek hayat, temiz bir dünya, huzurlu bir toplum için tehlike arz eder. Dolayısıyla kimlikler ne olursa olsun, manevî değerlerin kalplerde silinişi neticesinde, insanların birbirlerine benzemesi tam anlamıyla zihinsel bir kaostur. Güçlü toplumların tükeniş sürecine girişinin sebeplerinden biri de zihinsel kirlenmedir. Güçlü gelenekleri ve standartları olan bir toplumun çözülmesi, düşünce platformundaki iletişimsizliği zihinsel arızasının en belirgin göstergesidir. Bu zihinsel arıza bir değişim sürecinden geçen modern hayata kayarken, temel kavram ve toplum değerlerinin göz ardı edilmesiyle ortaya çıkar. Osmanlı devletinin Tanzimatla başlayan sosyal çözülmesi buna güzel bir misaldir. Aslında her değişim modernleşme demek değildir. Modernleşme kavramına yüklediğim mana; toplumun gelişme ve refahını engelleyen statükocu geleneklerin bertaraf edilmesi, refahı sağlayan akılcı geleneklerin, değerlerin, varlığa ve olaylara objektif bir gözlükle bakan bilimin

getirdiği yeniliklerle takviye edilmesidir. Bu da akılcı, bilimsel, teknolojik ve idari birlikteliğin ahengi içinde, toplumun hayatına yön vermede, birlikte hareket etmesi demektir. Modernite vasıfları taşıyan toplum veya toplumu idare eden idari düşünce, yalnızca bilimsel ve teknik etkinliği yönetmekle kalmamalı; insanların, nesnelerin, çevre faktörlerinin yönetimini de kendine vazife bilmelidir. Bu vazifenin zihinlerdeki tablosunu oluşturmak da eğitimin görevidir. Burada eğitim, insan eylemiyle, çevrenin düzeni arasındaki karşıtlığı oluşturan bilimi ve uygulamalarını yönlendirirken, çevreye saygıyı kulak ardı etmemelidir. Sosyal çevrenin bir dili olduğu gibi, fiziki çevrenin de bize hitap eden bir dili vardır. Sosyal çevrenin bize uyarıda bulunduğu dile etki-tepki yoluyla reaksiyonlarda bulunuyoruz. Çünkü toplumun, sosyal olayların karakteristik zorlayıcılık özelliği vardır. Mesela; bir mabette enstrüman çalarak, şarkı-türkü söyleyerek oynayamayız. Bir düğünde ağlayarak, ağıt yakarak matem tutamayız. Bir cenaze merasiminde saz çalarak eğlenemeyiz. Bunları yaptığımız taktirde en azından kınanırız. Toplum veya sosyal olaylar, bizim reaksiyon göstermemizi zorunlu kılıyor. Fakat fiziki çevrenin bize verdiği mesajları, çok kere faydalı gelenekleri göz ardı eden modernite adıyla ve bizde oluşan zihin kirliliğinin etkisiyle kulak ardı ediyoruz. Çünkü fiziki çevre, belirli bir süre içinde bizi reaksiyona zorlamıyor. Bize bir zaman tanıyor. Bize kendi diliyle; “bana değer ver. Benim standartlarımı akılcı bir yolla gözetle. Bana saygılı ol” diyor. Aklımıza bir kapı açıyor. Bizi bu kapıdan girip girmemeyi

242


aklımız ve vicdanımızla baş başa bırakıp, serbest seçimi bize bırakıyor. Ama kaosla kirlenen aklımızı doğru seçimde kullanamıyoruz. Oysa gerçek modernitenin entelektüel yapısında aklın düzeni her insan için a apriori olarak iyi sayılan tüm değerlere saygılı olmayı yeğlerken, bunun ışığında, çevre faktörü ile ilgili bilimsel değerler bizim için uyulması zorunlu normlar olması gerekirken, kirlenen insan zihni neticesince uluslar platformunda bu çağrı kulak ardı ediliyor. Bu kulak ardı edişin sebebi ise; günümüzün insanı, varlığı ve doğayı deneyci/tecrübî aklıyla defalarca hallaç etmesine rağmen, onu “kendi iç dinamikleri”, parçaları ve parçacıklarıyla “fizik ve metafizik” bütünlüğü içinde ele almadı. Metafiziği dışladı. Sonuçta çağdaş insan, kendi aklı, fikri ve ruhuyla çelişir hâle geldi. Ruhu da bu üst üste dayatmalar karşısında kendi enfüsî gerçeklerine karşı yabancılaştı. Vicdanındaki etik değerlerin yerine , faydacılık üzerine kurulu, natüralizm ve rasyonalizmin değerleri konuldu. Bu değişiklikler bilimsel değer ve ahlakını sarstı. Tabiatı yaratıp ve kanunlarını koyan iradeye karşı mesuliyet ve hesap verme muhasebesini kaybetti. Çevre ve insan dengesi kayboldu. Bu dengesizlikten zihinler bulandı. İşte ben buna “zihinsel kirlenme” diyorum. Bu terim/kavram bu çağa verilen isimlerin başında yer almalıdır. Çünkü zihinsel kirlenme, çevreye dolayısıyla her şeye saygının kaybolduğu bir ortamdır. Bu hastalık bize batı rüzgârıyla bulaştı. Batıda birkaç asırdır pozitivist ve materyalist teoriler bilim ve düşünce hayatını bütünüyle baskı altına aldı. Varlık ve eşya, kâinat ve hadiseler, metafizik mülahazalar dışlanarak pozitivistçe yorumlandı. Bu maddeci görüş kâinat ve hadiselerin yorumunu tek bir tipe irca ederek, hakikatin ilmine ulaştıran yolları daralttı. Bu daraltma bizde Tanzimat fermanıyla batı karşısında yitirdiğimiz inanç ve ahlak zaafımızla kendini gösterdi. Bu cümleden Şerif Mardin, “Askeri Tıbbiye öğrencileri kendilerine okutulan derslerin icabı olarak, hayatı, Allah’ın iradesinin bir ürünü olmaktan daha çok, biyolojik ve fizyolojik süreçlerin bir sonucu olarak görüyorlardı. Pozitif bilimle kâinatın bütün sırrına vakıf olabileceklerini ve bunun kendilerine daha önceki kuşakların elinde olmayan bir gücü temsil edeceğine inanmışlardı.”2 diyor. Yine bu paralelden, insanlığın beşiği ve ana kucağı olan dünyayı, tabiatı da ilahi kudretin insanlığa armağanı, bundan dolayı da insanoğlunun nazarında kutsallığını ret ederek, tabiidir. Kudsiyet söz konusu olmadığı görüşü ile ondan gelen mesajı dolayısıyla tabiata saygı düşüncesini unuturdu. Böylece insanımız birçok manevi değerleri yanında,

243

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


zihninde çevre estetik forumunun tablosunu da parçalayarak, kudsiliğini de kaybetti. Bu kayboluş, ekonomik gelişme ve ilerleme ahlakına uyulmayan mitlerin yol göstericiliğiyle hızlandı. Bu zihinsel kirlenme olmasaydı, insan merkezli çevre projeleri akıl ve akılla somutlaşan realist ilkeleri, kendi menfaatinin dışındaki dünyalar için ayaklar altına alabilir miydi? Yine bu cümleden toplumsal kurumlar, toplum için faydalı gelenekleri akıl ve bilgi ile geliştirerek, insanların daha sağlıklı bir çevrede yaşamalarını, projelerine koymaları gerekmez miydi? Bu gereklilik neden az bir maliyetle çok kazanç elde etme uğruna çevre kirliliğini tehdit eden fabrikaların önüne geçmiyor? Herhalde her akli selimin vereceği cevap; zihinlerdeki kaos, ahlak kirliliğini tetikleyerek adım attırmıyor. Evet, herhalde bu cevap genel geçer bir doğruluktadır. Çünkü üretim ve tüketim prensibine endeksli ticari ahlaka uyulmadan bir yeryüzü menfaati cenneti kurulması hedeflenmektedir. Çok kazanç girişimciliğinin ahlaki, insani hayat verici değerlerini göz ardı ederek, rekabetçi tabiatının gereği çok kazanma hırsına bürünerek, teknolojik gelişme ve yenileşmeyi de kullanarak bir cennet inşa etmek, eğer doğruysa bu cennet nükleer reaktörleri sebebiyle insanlık için cehenneme dönüşmeyecek mi? “Kirlenen zihin anlayışına göre bir faaliyet eğer yarar sağlıyorsa, makyavelist bir düşünceyle daha çok yarar elde etmek ve bu yöndeki çabalara ivme kazandırmak gerekir. İşte ne olduğu bilinmeyen, ancak sonuçlarının insanlığı çok tehlikeli bir geleceğe doğru sürüklediği ilerlemenin tek hareket noktası da budur.”(3)

Eğer bu faydacılık etik değerleri hesaba katarsa, tabiata zararı olamayacağı kanaatini taşıyorum. Yoksa kirlenen zihinler “Varlığın varoluşu demek olan manevi ve ilahi boyutunu göz ardı eder, mekanik ve materyalist evren görüşü, canlı sistem fikrini öldürür, Makyavelist, düşünceyle acımasız ve saldırgan bir iştahla tabiî çevreye saldırır, duyarlı dengesine tecavüzü mümkün kılar.” (4) ve kılmıştır. Günümüz teknolojisinin insanın rahatını sağlamasını bir yana bırakırsak, hiçbir şey onun kadar insanın mahvını hazırlamamaktadır. Bilim ve teknolojinin çevresel felaket gibi negatif neticelerini bir tarafa bırakmaması kirlenen zihinsel etkileşimin bir neticesidir. Bu zihinsel kirlenmenin etkisiyle tabiatı kutsal bir anne kucağı olmaktan çıkarmış, insan ve evren ilişkisini sömürü ve tahriple, çevreyi kirleten nükleer reaktörlerle doldurmuştur. Çünkü bilimsel bilgi çıkara yönelik amaçlar için kullanılıyor. Bunun çevreye yansıması da doğal dengenin bozulmasına yol açıyor. Yukarıda dile getirdiğim problemlerin bizde yaşanması kaçınılmazdı. Çünkü eğitim modelimizin rasyonel, tutarlı ve şümullü olması için ciddi adımlar atmamışız. Bir taraftan eğitim felsefemizde “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” nesiller yetiştirmek telaffuz edilmiş, diğer taraftan fikri, irfanı ve hatta vicdanı çok sıkı bir sansüre tabi tutmuşuz. Siyasetin uygun gördüğü düşüncelerin açıklanmasına, ona sunduğu bilginin alınmasına ve onun iyilik ve kötülüklerin ilahi fazilet değerlerine göre değil de, menfaat üzerine yetişmesini hedeflemişiz. Bu hedefin son

244


noktası da zihin kirliliğinden başka olamazdı. Bu cümleden ahlakın değerlere ve çevreye saygının kaybolması neticesinde toplumun ahengini ve sağlığını bozacak pek çok değerleri kulak ardı etmişiz. Sadece “vatan” kavramının başına gelenleri düşünmek, kültürel bölünmüşlüğümüzün nasıl bir dejenerasyona uğradığını, arz edeyim: “Vatan sadece, değerini bize yedirdiği ekmekten, içirdiği sudan almıyordu. Toprağın üstünde dinlettiği ezandan, altında barındırdığı şüheda’dan, korunmasına vesile olduğu arz-ı namus’tan alıyordu”(5). Kirlenen zihinlerle, büyük değer zafiyetine sebep olmuş vatan’a (üzerinde yaşadığımız tabii çevre) bakış açısı ve saygı manevi buuddan soyutlanmış, sadece ekonomik çıkar felsefesine kaydığından onu hor kullanmaya başlamışız. Çünkü eğitim modelimizin vermesi gereken ahlak eğitiminin içeriğinde, insan yaradılışı ve manevi değerlerin korunması, başkalarına zararı dokunmayan ticari kazanç ve çevreye saygı temalarını eksikliği söz konusudur. Zihinsel kirlilikle çevre kirlenmesi arsındaki etkileşime başka bir açıdan baktığımızda şunları görmekteyiz. Evreni kuran irade, belli ölçülerde eşya ve tabiata müdahale hak ve salâhiyeti insanın yeryüzünde halife olması cihetiyle, yeryüzünü imar ve bunun için ilimleri icat ve geliştirme adına bir müdahale hakkını tanımıştır. Fakat bilimin ideolojik bir aygıt haline getirilmesi, azınlık bir zümrenin menfaatının insan sağlığına tercih edilmesi, son iki asırdan beri, geri kalmış ülkelerin çevrelerine gereken saygının gösterilmemesi, gelecek nesiller için temiz bir dünya bırakılmaması hakkını vermemiştir. Bu hakkın yerinde kullanılmamasıyla bakınız neler oldu: Modern bilim adına, binlerce kültürel ve medenî unsurlar tahrip edildi. Hayatî zenginlikler talan ve yok edildi. İdeolojikleştirilmiş bilim, her şeyi kendine benzetmeye çalıştı. Diğer taraftan tabiî tabiatı ve ekolojik düzeni de tahrip etti. Tabiat düzenine müdahale o mertebeye vardı ki, artık yeryüzünde insan neslini ve yaşamını tehdit eden bir ekolojik kirlenme meydana geldi, Çeşitli radyasyonların, kimyevî maddelerin ve daha başka çevre şartlarının tesiriyle canlıların genetik şifre ve programında bir kısım değişiklikler meydana geldi, Çevre kirlenmesi riskinin en çok görüldüğü sanayileşmiş ülkeler, her ne kadar bu konuda belli bir mesafe kat etmiş olsalar da, özellikle kimya endüstrisine dayalı üretim sektörleri piyasaya her gün yeni ürünler sunduğundan ve bütün bu sentetik maddelerin çevre ve insan sağlığına ne ölçüde zarar vereceğinin anlaşılması da zamana bağlı

245

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


bir husus olduğundan, yeryüzü atmosfer, biyosfer, hidrosfer ve litosferiyle, denemeyanılma metodunun uygulandığı büyük bir test sahası olmaktan kurtulamamakta, çevreci müdahalelerin en gerçekçi olanları bile ancak arkadan seyretmekteler. Çünkü zihin kirliliği ahlakî değerleri de sarsmıştır. Eğer ahlakı sadece topluma karşı yükümlülüğümüz olarak tanımlarsak, tabiata/çevreye karşı yükümlülüğümüz ne olacaktır. Anız yakan bir çiftçinin ahlaki sorumluluğu ne kadardır. Okyanuslarda batan petrol yüklü tankerler, geri kalmış ülkelere gönderilen nükleer atıklar, patlayan nükleer santraller, virüs yayıp bilgisayarları çökertenler, internet suçları gibi problemlerin temelinde ahlakın kirlenmesi karşımıza çıkmıyor mu! Gerek cıva ihtiva eden endüstriyel atıkların arıtılması problemi, gerek zirai ve atmosferik kirleticiler, gerek ani risk grubunu oluşturan kimya endüstrisindeki kaza ve felaketler, kanunî düzenlemelere ve teknolojik yapılanmaya bağlıdır. Hele şehir atmosferlerinin kalitesi problemi ne bir araştırma ne de bir bilimsel metot konusudur. Bu tamamen siyasi karar ve yatırım tercihiyle ilgili bir meseledir. Bu problemlerin birikmesi günübirlik düşünce ve tedbir anlayışından, karar mercilerinin, meyvesi uzun vadede alınan fakat sonuçta ülke genelini ilgilendiren zor yatırımlara girmekten kaçınıp, siyasi ve şahsi, ayrıca ucuz prestij sağlayan sadece kısa vadeli meselelerle ilgilenme veya ilgileniyor gözükme kolaycılığından kaynaklanmaktadır(6).

doğru değil. Biz bu hayatın içinde miyiz, değil miyiz şüpheciliğini bir kenara bırakmamız gerekir. Eğer zihnimizde; “ biz bu dünyada vaktimizi iyi geçirmeye bakmalıyız, gelecek adına çok fazla kafa yormaya gerek yok. Ömer Hayyam’ca geçmiş gelecek masal. Hep; eğlenmemize, hayatın keyfine bakmalıyız. Dünyayı biz mi kurtaracağız? Çok fazla düşünmeyelim deliririz. Allah’ın nimetlerinden istifade etmek de bir ibadettir… gibi neme lazım düşünceler hakim ise, zihnimiz kirlenmiş, ruhta ve mânâda ölmüşüz demektir. Böyle bir durumda eğitime düşen vazife; bizi bu korkunç zihin kirliliğinden ve ruh kaymasından kurtarıp, yüksek hedeflere yönlendirmek suretiyle gelecek için iyi bir çevre bıraktırmaktır. Bunun yolu da eğimin kendini bilen, kendini bulan insan tiplerini yetiştirmesine bağlıdır. Ortaçağ insanı, kendi saadetini gökte aradı. Çağımızın insanı da tabiatta arıyor. Tek taraflı bu iki anlayış da yanlıştır. İnsan saadetini, metafizik bir bakışla temiz ruhunun enginliğinde ve gelecek vadeden yaşadığı çevrede aramalıdır.

Hariçten bir el imdadımıza yetişir düşüncesiyle, evlerimizde oturup sürpriz şeyler beklemek

246


KAYNAKLAR 1. SÖYLEMEZ, M., Problem ve Çözümleriyle Eğitimimiz, Çağlayan Yayınları, s. 67, İzmir, 1997. 2. İNAM, A., Teknoloji Benim Neyim Oluyor, Alamut Yayınları, Ankara, s.24, 1993. 3. MACİT, N., Zihinsel Kirlenme Bağlamında Eğitimimiz (Eğitim Kongresi – 1994, Van.) 4. Zihinsel Kirlenme Bağlamında Eğitimimiz (Eğitim Kongresi – 1994, Van.) 5. AYDIN S.M., İnsan Yetiştirme Modelimiz ve Değer Eğitimi, I. Eğitim Felsefesi Kongresi. Van 1994 6. ULUGBAY, H., Çevre Kirliliği II, Sızıntı.com.tr. 26 Nisan 2008.

247

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


DİYARBAKIR’DA AĞAÇ VE ORMAN



GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE DİYARBAKIR’DA AĞAÇLANDIRMA

250


ÖZET Diyarbakır’da ağaçlandırmaların 1980’li yıllarda aktif olarak başlamakla birlikte bölgenin sosyo – ekonomik durumu, halkın ağaçlandırma kültürü konusunda bilgi noksanlığı gibi durumlardan dolayı son 15 yıl içerisinde bilinç seviyesinin yükselmesi sonucunda başarılı çalışmalar gerçekleştirilmiş ve artarak devam etmektedir.

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Geçmişten Günümüze Diyarbakır’da Ağaçlandırma İklim Diyarbakır’da karasal iklim egemendir. Yazları çok sıcak geçer. Ama kış soğukları Doğu Anadolu’da olduğu kadar şiddetli değildir. En düşük sıcaklık En yüksek sıcaklık Ortalama yağış miktarı Ortalama nispi nem

: -23 oC : 41,8 oC : 485,4 mm : %53

Topoğrafya Genelde geniş ovalar ve platolardan oluşmaktadır. Güneydoğu Anadolu Geçiş Bölgesi coğrafi açıdan Güneydoğu Anadolu Bölgesi ile Doğu Anadolu’nun Hakkari Bölümü’nü kapsar. Bölge batıda Antalya – Kahramanmaraş oluğunun doğusundan başlayarak kuzeyde Güneydoğu Toros dağlarının doruk hattına kadar uzanır. Güneydoğu Anadolu Bölgesi, Doğu Anadolu ile Akdeniz Bölgeleri arasında bir geçiş özelliği gösterir. Akdeniz ikliminin etkisi olan bölgenin batı bölümünden doğuya doğru karasal etkilerin arttığı Hakkari Bölümü’ne geçilir. Güneydoğu Anadolu’nun güney kesimindeki alçak sahalarda

251

Yaşam ALHAS İl Çevre ve Orman Müdürlüğü – Diyarbakır yalhas@cob.gov.tr


ise cılız bozkırlar yer alır. Bu koşullara bağlı olarak batıda kızılçam ormanları yetişirken doğuya doğru, özellikle yüksek sahalarda meşe ormanların yaygınlaşır. Diyarbakır’ın Orman Varlığı Normal Ormanlar : 78.400 ha Bozuk Ormanlar : 274.426 ha Toplam Orman Alanı : 352.826 ha Ormansız Alanlar : 1.155.310 ha Genel Alan : 1.508.136 ha

amaçlanmaktadır. Yapılan ağaçlandırmalar ile bitki, toprak ve su arasında bozulan doğal dengenin yeniden kurulması, su rejiminin düzenlenmesi ile su kalite ve kantitesinin arttırılması, su depolama tesislerinin korunması, yaşam ortamlarının iyileştirilmesi, erozyon, sel ve taşkınların önlenmesi hedeflenmektedir. Şehirlerin düzenli gelişmesini sağlamak, insanların kollektif kültürel ve sağlık amaçlı ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla yeşil alanlar, kent ormanı oluşturmak ve yol güzergahlarını yeşillendirmek, çevre kirliliğinin önlenmesi veya azaltılması, artan nüfusun, sürekli gelişen sanayinin ihtiyaç duyduğu odun hammaddesinin plantasyonlardan karşılanarak doğal ormanlar üzerindeki üretim baskısının azaltılması ile orman varlığının arttırılması ağaçlandırmalar ile gerçekleşecektir.

Ağaçlandırma Çalışmaları Ağaçlandırmalar; • Üretim (Ekonomik) • Koruma (Hidrolojik ve yetişme ortamı ıslahı– ekolojik) • Estetik, rekreatif ve çevrenin korunması (sosyal) amaçlarla yapılmaktadır.

2002 Yılından 2009 Yılına Kadar Diyarbakır’da Yapılan Ağaçlandırma Çalışmaları

Dünyada; hızlı nüfus artışı, sanayileşme, yüksek hayat standardı ve aşırı tüketim alışkanlıkları nedeniyle doğal kaynaklar hızla tüketilmekte ve kirletilmektedir. Atmosfere salınan sera etkisi yaratan gazların artışı ile oluşan küresel ısınma sonucu oluşan iklim değişikliği günümüzün çözüm bekleyen en önemli sorunudur. Yapılan ağaçlandırmalar ile küresel ısınma ve iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini azaltmak için karbon yataklarının arttırılması

Erozyon Kontrolü uygulamaları

2008 Sonu

2009

İtibariyle (ha)

(ha)

8.013

-

4.861

800

Mera Islahı uygulamaları yapılan alan

165

-

Özel Ağaçlandırma yapılan alan

419

48,92

510

-

Fidan Üretimi (1.000 Adet)

101.082

1.713

Tohum Üretim Miktarı (Kg)

85.800

7.500

Faaliyet Türü Toplam ağaçlandırılan alan

yapılan alan

Rehabilitasyon uygulamaları yapılan alan

252


Ülkemizdeki çölleşme ve kuraklığın etkilerinin ortadan kaldırılması veya azaltılmasına yönelik başta erozyonla mücadele, ağaçlandırma, bozuk ormanlık alanların ve meraların ıslahı için 4122 Sayılı “Milli Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Seferberlik Kanunu” gereği Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Genel Müdürlüğünce gerçekleştirilecek olan Ağaçlandırma Seferberliği Eylem Planı 2008 – 2012 yılları arasında uygulanacak olup Diyarbakır İl Çevre ve Orman Müdürlüğü Ağaçlandırma Şube Müdürlüğünce bu plan kapsamında 5 yıl içerisinde 1.800 ha erozyon kontrolü ve 2.500 ha rehabilitasyon çalışması gerçekleştirilecektir.

253

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


KAYNAKLAR : 1. ATALAY, İ., Türkiye’nin Ekolojik Bölgeleri, 2002 2. T.C. Çevre ve Orman Bakanlığı Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Genel Müdürlüğü, AGM Faaliyetleri, Ankara, 2009

254



ORMAN FİDANLIĞIMIZ

256


ÖZET Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde ekonomik büyüme, sosyal gelişme ve istihdam artışı sağlayarak bölgede yaşayan vatandaşlarımızın refah, huzur ve mutluluğunun artırılması temel amaçtır. Ağaçlandırma ve fidan üretimi ile nitelikli istihdam gücü elde edilip fidanların büyümesiyle bölgemizin yeşil alan oranı artacak, bölgede ekonomik kalkınmanın ve sosyal gelişmenin hızlandırılması hedeflenmektedir.

DİYARBAKIRDA TARIM VE HAYVANCILIK

Orman Fidanlıklarının Amaçları Çevre ve Orman Bakanlığının kuruluş amacı doğrultusunda, bakanlığımız ile kamu kurum ve kuruluşların gerçek ve tüzel kişilerin ağaçlandırma, erozyon kontrolü ve peyzaj düzenleme çalışmalarının ihtiyacı olan her türlü orman ağacı ve süs bitkisini üretmektir.

Hizmet Konusu Fidan Üretmek (Bölgenin fidan ihtiyacını karşılamaktır.)

Kurum / Kuruluş Tarihçesi Diyarbakır Çevre ve Orman İl Müdürlüğümüze bağlı Ağaçlandırma Şube Müdürlüğü bünyesinde görev yapmaktadır. 08 Mart 1990 gün ve 2045 sayılı Resmi Gazete Bakanlar kurulunun 9/142 sayılı kararı ve Elazığ Orman Bölge Müdürlüğünün 29.05.1990 gün ve 08.02.005/44 4567 sayılı emirleriyle Diyarbakır Toprak Muhafaza Proje Müdürlüğü, 04.06.1990 tarihinde Diyarbakır Fidanlık Müdürlüğü binasında kuruluşunu tamamlayarak faaliyete başlamıştır. Daha sonra 1991 yılı sonlarında Şanlıurfa’da kurulan GAP Orman Bölge Müdürlüğüne bağlanarak çalışmalarını sürdürmüştür. 92/3553 sayılı kararname ile yürürlüğe giren ve 3800 Sayılı Orman Bakanlığı kuruluş ve görevleri hakkındaki yasa gereğince; Toprak Muhafaza Proje Müdürlüğü ismi değiştirilerek iş yeri unvanı Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Başmühendisliği olarak Siirt,Şırnak,Batman ve Mardin İllerini bünyesine alarak 03.05.1993 tarihinde faaliyetlerine başlamıştır. Diyarbakır Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Başmühendisliği; Orman Bakanlığı Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Genel Müdürlüğü,Güneydoğu Anadolu Bölge Müdürlüğüne bağlı olarak görev yapmakta iken,

257

Murat HASPOLATLI İl Çevre ve Orman Müdürlüğü – Diyarbakır mhaspolatli@cob.gov.tr


Diyarbakır Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Başmühendisliği mülga edilerek 07.08.2003 tarihinden itibaren Diyarbakır Çevre ve Orman İl Müdürlüğü’ne bağlı Şube Müdürlüğü olarak aynı yerde faaliyetine başlamıştır. Fidanlık Sahası Silvan Yolu Üzeri 3. km adresinde bulunan fidanlığımız 1962 yılında kurulmuş olup rakımı 580 metredir. Toplam üretim alanı 60 Ha olup, üretim kapasitesi 2.500.000 adettir. Fidan talebi olması halinde fidanlığımızda üretim kapasitesi arttırılabilmektedir. Sahamız 52 parsele bölünmüş ve her parsel 10 dönümlük alana sahiptir. Yıllık 2 milyon Adet civarında fidan üretimi ve 5 ton civarında tohum üretimi yapılmaktadır. Diyarbakır ve çevresinin fidan ihtiyacı büyük oranda fidanlığımız tarafından karşılanmaktadır. Diyarbakır İl Çevre ve Orman Müdürlüğü olarak özel fidanlıklarla irtibat halinde yaptığımız araştırmalar ve çalışmalar sonuncunda Diyarbakır ilinin ve bölge iklimine uygun dayanıklı, hızlı gelişen ve yetişen türler tespit edilmiştir. Bu türler repikaja alınarak belli bir boy ve çapa (bakım çalışmalarıyla birlikte uygun ilaçlama, gübreleme metotlarını kullanarak) geldikten sonra ilin, bölgenin, belediyelerin, kamu kuruluşlarının; park, bahçe ve özel fidanlıkların fidan ihtiyaçlarını karşılayabilecek kapasiteye ulaşılmıştır.

düzeyini yükseltmek amacıyla Diyarbakır ilimiz tarihinde ilk defa aşılı badem ile fıstık üretimine başlanmıştır. Müdürlüğümüz ile Tarım İl Müdürlüğü ile ortaklaşa yapılan proje kapsamında üretilen bu fidanların dağıtımına başlanılmış olup, bu uygulama her sene devam edecektir. Fidan üretim şeklimiz rootball, tüplü, torbalı, saksı, sepet ve çıplak köklüdür. Fidanlarımız hastalıksız, sağlıklı ve dikim mevsiminde uygun bakım koşulları altında tutma olasılığı yüksektir. Fidan üretim sahasın da repikajlı, boylu fidan üretimine yönelik çalışmalar yapılmaktadır. Üretimimiz olan boylu fidanlar hastalıksız, çevresel koşullara uyum sağlayan yapraklı ve ibreli türler olup kamu ve kamu kuruluşlarının istediği boy ve çap özelliklerine sahiptir. Orman Fidanlığımız ülkemizdeki Devlet Fidanlıkları içerisinde en fazla boylu yapraklı fidan üreten fidanlık olmuştur. Bu üretilen boylu ağaçlarla ilimizin ve bölgemizin karayolları ağaçlandırması, kamu kurum ve kuruluşlarının, askeri birliklerin, okulların ve vatandaşların boylu fidan ihtiyaçlarının karşılanması hedeflenmektedir.

İl Çevre ve Orman Müdürlüğümüze bağlı Fidanlık Mühendisliği’nde özellikle köy kesiminde yaşayan insanlarımızın, gelir

258


Çalışmalarımız yoğun iş gücü ve masraf gerektiren çalışmalar olmasına rağmen temel amacımız emek sarf edilerek ürettiğimiz fidanların toprakla buluşmasını sağlayıp daha yeşil çevre sağlamaktır. YILLARA GÖRE FİDAN ÜRETİM MİKTARLARI

FİDANLIĞIMIZDA ÜRETİLEN / SATIŞI YAPILAN TÜRLER : Ağaçlandırma Amaçlı Türler: Altuni Mazı Çınar Dut Japon Ayvası Mahlep Piramit Servi

Aylantus Dallı Servi Gladiçya Karaağaç Mavi Servi Tesbih

Ceviz Dişbudak Fıstık Çamı Kızılçam Oya Yalancı Akasya

Altınçanak Dağ Muşmulası Kapari Ligustrum Sabin Ardıcı

Ateş Dikeni Diken Ardıcı Keçi Sakalı Mahonya Süs Narı

Süs Bitkileri: Acem Borusu Berberis Hanımeli Leylak Orman Sarmaşığı Taflan

259

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


KAYNAKLAR 1. Aktan, N. ve Kalkan, H. 2000. Şarap Teknolojisi. Kavaklıdere Kültür Yayınları. 614 s. Ankara. 2. Anonym. 2009. Dramatic increase of hail damage in Austria. Der Winzer, Klosterneuburg, 65 (9) 32-33. 3. Caretta, A. Salcedo, C. and Ortiz Maldonado, A. 2003. Damages by hail in grapes. Its consequences in future harvests. Revista de la Facultad de Ciencias Agrarias. Universidad Nacional de Cuyo, 35 (1) 83-88. 4. Chanev, Ch. 1997. Influence of hail damage on the development of the vine and grape yield and quality. Experimental Station of Viticulture and Enology, BG-9000 Varna, Bulgaria, (2) 15-17. 5. Cooke, J.2009. Bordeaux Winemakers Assess Hail Damage. A week after storms pound vines, producers predict lower yields in 2009. www.winespectator.com. 6. Coombe, B.G. ve Dry, P.R. 1988. Viticulture-1. 211p. 7. Çelik, H. Ağaoğlu, Y.S. Fidan, Y. Marasalı, B. ve Söylemezoğlu, G. 1998. Genel Bağcılık. Sunfidan A.Ş. Mesleki Kitaplar Serisi: 1, 253s. 8. Çelik, S. 2007. Bağcılık (Ampeloji). Namık Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü, 428s. 9. Fox, R. 2009. Early hail damages: What’s to do?. Das Deutsche Weinmagazin. (11) 13-15. 10. Garcia, R. A. and Cavagnaro, J. B. 1997. Bud sprouting and fertility of grape cultivars ( L.) affected by hail. Revista de la Facultad de Ciencias Agrarias. Universidad Nacional de Cuyo. 29 (1); 63-74. 11. Götz, G. 2006. Measures after severe hail damages. Das Deutsche Weinmagazin, (14) 8-11 12. Redl, H. and Rosmanitz, M. 1986. Effects of early hail damages with the vine variety Gruener Veltliner. H - Plant Pathology. 36: 89-95. 13. Schubert, T. 1991. Hail Damage to plants, Plant Pathology Circular No. 347, Fla. Dept. Agric. & Consumer Serv., Division of Plant Industry. 14. Sioutas, M. Meaden, T. and Webb, J.D.C. 2009. Hail frequency, distribution and intensity in Northern Greece. Atmos.Res.,93: 526-533 15. Winkler, A.J. Cook, J.A. Kliewer, W. M. and Lider, L.A. 1974. General Viticulture, Univ. of California Press, California.

260



DİYARBAKIR VE DOĞAL GÜZELLİKLERİ



DOĞAL GÜZELLİKLERİYLE DİYARBAKIR

264


ÖZET Diyarbakır doğal güzellikleriyle tanıtılması gereken bir ildir. Baraj gölleri, kuş çeşitlerinin bolluğu, dünyanın en büyük leylek kolonisini Bismil ilçesinde bulundurması, kendine özgü güvercin türlerinin olması, harika mağaralarını oluşu, yeşilin bolluğu, tarihinde orman kenti olarak vasıflandırılması, orijinal doğa oluşumuna sahip olması, kadim tarihten beri gül şehri oluşu Diyarbakır’a doğa şehri Diyarbakır dedirtecek özellikleridir.

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Diyarbakır’ın doğal güzelliklerinin başında Dicle nehrinin bize getirdiği güzellikler gelmektedir. Diyarbakır tarih öncesi suyla daha büyük bir oranda muhataptı. Zira Diyarbakır Tetis deniziydi. Kocaköy ve Eğil ilçesinde daha önce burada yaşamış deniz varlıklarının fosillerine rastlıyoruz. Tarihte Kocaköy ilçemiz de denizdi.

1- Eğil ilçesinde bir ilkel istiridye 2-Tetis denizi ve Midye kabukları

Her ne kadar şu an Diyarbakır’da deniz olmasa da ona vekaleten baraj gölleri vardır.

Prof.Dr.Kenan Haspolat Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi .khaspolat@hotmail.com

Eğil Baraj Gölü

265


Baraj gölü her türlü su sporlarına açıktır.Örneğin yüzme,motorlarla gezi,kanolar vs.

6-Baraj gölünde Piramitler 3-Asur kral mezarı önünde yüzme sporu

7-Asur kalesinden inen merdivenler 4-Eğil baraj gölünde tekne gezisi

Eğil baraj gölü aynı zamanda doğal harikalara da ev sahipliği yapmaktadır

8-Eğil ilçesi Selman yolunda doğa harikaları 5-Baraj gölünde doğa harikaları

266


DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Kocaköy ilçesinde kalkan taşı bizi büyülüyor

9-Kocaköy ilçesi kalkan taşı

10-Kulp çayı

Kulp’ta rafting’e ne dersiniz? İsterseniz Çermik ilçesine gidelim,Gelincik dağının eşsiz güzelliğini seyredelim ve gelincik dağı efsanesini dinleyelim.Gitmişken Şeyhandede şelalesine de uğrayalım.

11-Gelincik dağı

Hani ilçesi Sergen köyü Kapadokya’yı aratmaz. Lice-Dibekköy Pamukkale’yi hatırlatıyor.

12.Peri masaları

267


Sergen köyünde başka doğal harikalara da rastlıyoruz

Kefrun kalesi

Koruklu mağaraları

Salkımlı

Kulp çayı

Gelin bir de Kulp ilçesine gidelim(24)

Dicle’de zerafet

Demirli

Dicle-Hani arası Dicle nehrinde gurub

268


DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Dicle barajı önünde Dicle nehri (23)

Yeşil Şehir Diyarbakır Diy arbakır’da Hevsel bahçelerinde yeşilin nasıl arzı endam ettiğine bakalım

13-Hevsel bahçeleri

Surların etrafı ormanlıktı

İsterseniz Diyarbakır’daki yeşili seyyahlardan dinleyelim. Buckingham seyahatnamesinde Diyarbakır’ın bahçelik olduğunu ifade eder H.Peterman Doğu’da Yolculuk isimli seyahatnamesinde Diyarbakır’ı şöyle anlatır; “2 saat boyunca Dicle’nin kıyısından çeşit çeşit meyvelerle dolu bahçelerin, Diyarbekir’in ismiyle ün yapmış muhteşem büyüklükteki karpuzların yanından geçtik.” Dr.Lamec Saad Diyarbakır 1890 yılı izlenimlerini şöyle anlatır; “Dicle kıyısı boyunca uzayan bahçeler,çeşitli nehir kollarının akmasıyla da,Diyarbekir’in güneyinde ve doğusunda verimli alanlar oluşturuyor.Bu alanda çeşitli sebze ve meyve yetiştiriliyor ki, bunlar arasında en ünlü ikisi şehrin adıyla anılan kavun ve karpuzdur. Özellikle meyveler çok lezzetli kayısı ve üzüm bu meyvelerin en ünlüleridir. Bu verimli alan ilkbaharın gelmesiyle gül ve menekşe bahçesine dönüşmektedir. Halkın eğlence yeri olarak da Dicle kenarında Urfa kapı ile Dağkapı arasında bahçeler çok ünlüdür.” Lord Warkworth 1898 yılı intibalarında’Güneye doğru uzanan vadi dut 269


bahçelerinin devamlı bir uzantısı diye bahseder.

Kutsal Çiçeklerimiz Makam çiçeği

Lowthıan Bell isimli seyyah seyahatnamesinde “Güneybatı tarafı dut bahçeleri ve bağlarla süslüdür’derArmand Colin ise seyahatnamesinde ‘Diyarbekir.Nehrin ötesinde ilginç ve hoş bir manzara arzeden yeşil bir vadiye bakmaktadır.” demektedir. (1)

Zambakgillerden Lillium cinsini oluşturan, alımlı, dik gövdeli, taşlar arasında 15-20 cm. boyunda yeşil ince uzun yaprakları arasında tek tek huni biçiminde eflatuni çiçekler açan narin, güzel kokulu bir çiçektir. Yabanıl olarak yetişir. Hem kutsal olduğuna inanıldığı için hem de güzel kokusundan ötürü evlerde kurutulmuşu saklanır.(18)

Şair ne güzel demiş Diclenin kenarı bağ ile bostan Suyundan içerdi tarla, gülistan Masmavi tül gibi her baharistan

(M.Mergen)

14-Dicle nehir kenarında yeşillikler

Makam çiçeği

Foto:Aydın Bolakan

Ters lale (24)

270


Terslale Şehmuz Diken ters lalenin anavatanın Karacağ olduğunu ifade etmektedir Terslale’nin anavatanı Karacadağ dersek gerisini siz düşünün (21)

Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi Doç.Dr. Süleyman Kızıl, bu alanın uzmanı. Kendisi Karacadağ’da yetiştiricilikte rehber olarak çiftçilere yol gösteriyor. Bu çiçeğin Çermik-Çüngüş arasında yetiştiğini, ifade etti. Kulp ilçesinde ters lale yaygın şekilde yetişmektedir (24) Dünyada bir benzeri daha bulunmayan ve anavatanı “Dağların Kenti” olarakta bilinen ilimizde yetişen Ters Lale, dünyanın en nadide çiçeklerinden biridir. Kan kırmızı, göz kamaştırıcı rengiyle kadife hassaslığındaki çiçeği ile estetik görünümlü tersliğiyle adeta bir doğa harikasıdır. Her sabah göbeğinde su yaydığı “Ağlayan Lale”, Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği zaman Meryem ananın göz yaşlarından yere akan damlalarla yetiştiğine inanılan, adına “Ağlayan Gelin”de denilen Ters Laleler, aynı zamanda Hıristiyan aleminin kutsal çiçeği olarak da kabul ediliyor. (22) Türk Mimarisinin en büyük eserlerinden birisi olan Selimiye Camisinde Ters Lale motifleri kullanılmıştır. Bu sayede Türk mimarlık tarihindeki yerini almıştır. Ters lale” yahut “Ağlayan Gelin” çiçeği olarak adlandırılan bu çiçek Doğu ve Güney Doğu Anadolu’ da baharda açan bir bitkidir. Osmanlı döneminde ölen genç kızların mezarlarına nakşedilirmiş. Hz. İsa çarmıha gerildiğinde Hz. Meryem’ in gözyaşlarıyla yetiştiğine inanılan bu çiçek, Asurlularda da her sabah göbeğinden su aktığı için “Ağlayan Lale” diye adlandırılmıştır. (19) Adı Ferhat ve Şirin’in aşklarına konu olan ters lale, büyük ozan Aşık Veysel’in dizelerinde de yer almaktadır. Ters lalenin, Hıristiyan alemi için de kutsal sayıldığı idea edilmekte, Meryem Ana’nın Hz. İsa çarmıha gerildiğinde döktüğü gözyaşları ile yetiştiğine inanıldığı için de buna Ağlayan lale isminin verildiği söylenmektedir. Ters lale zambak, nergis, sümbül ve çiğdem bitkileri ile birlikte aynı yer

271

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


bitkileri grubuna girmektedir. Soğan, rizom ve yumru kök yapısına sahip olan bu süs bitkisi, daha çok 1200-2500 metre arasındaki rakımlardaki dağların eteklerinde doğal bir şekilde yetişmektedir. Soğuk iklim bitkisi olan ters lale, karların erimesiyle birlikte baharın ilk aylarında (Nisan ve Mayıs) kırmızı, sarı ve turuncu renklerinde çiçekler açmaya başlar. Nar kırmızısı rengi gösterişli ve estetik görünüşüyle baharın ilk müjdeleyicisidir adeta. Parlak mızrak şeklindeki yeşil yaprakları ve ortalama olarak 70-100 cm boyuna kadar büyüyebilen ters lale bitkisinin her dalında 5-8 adet yüzü toprağa dönük lale bulunmaktadır. (20)

taşımacılığında kullandıkları kelekler ağaçlar Diyarbakır’dan gönderiliyordu.(5)

için

Ormanların muhafazası hakkında 11 teşrin-i sani 1291’de talimat gönderilmiş ve bu hususla ilgili memur tayin edilmiştir (6)

15-Silvan ormanları

Orman Şehri Diyarbakır Geçmişte Diyarbakır ormanlıktı. Yüz sene evveline kadar Diyarbakır bölgesinin büyük bir kısmı ormanlıktı. Karacadağ çevresi, Çermik, Çüngüş, Ergani, Piran, Eğil, Hani, Lice, Kulp ve Hazro dağlık mıntıkaları baştan başa meşe ormanıyla örtülüydü. Köylerimiz bağ ve bahçelerle donatılmıştı. Diyarbakır şehrinin hemen civarında (Seyrantepe’den) başlayan ormanlık saha, kuzeye yani Eğil’e doğru gittikçe genişler ve yükselirdi. Sur dışı bahçeleriyle Alipınar ötelerine kadar üzüm bağlarıyla kaplıydı.Kıtırbil önlerinden başlayarak kaynaklarına değin Dicle vadisi bağ ve bahçelerle doluydu. 50 yıl önce bugünkü şehitlik mevkii ormandı.Sarıkız ormanı ismi verilen bu Alipınar’a kadar uzanıyordu(2)(3)

16- Lice ormanları.

17-Hazro ormanları

Diyarbakır’da yetişen önemli bir ağaç mazıdır

1869 seneli tahrirde 76 kereste ambarı,22 kavaklık, Dicle kenarında iki odun iskelesi olduğu belirtilmektedir (4) 1916 yılında Iraktaki Türk ordusunun nehir

272

18-Mazı


Mazı’nın geçmişte sanayide önemli bir alanda kullanıldığı, önemli bir ihraç ürünü olduğunu görüyoruz Diyarbakır, Kayseri’ye önemli lojistik destekte bulunmuştur. Bu noktada Osmanlı belgeleri bize yol göstermektedir.Mazı geçmişte ayakkabıcıların ihtiyaç duyduğu bir hammadde idi.Diyarbakır bölgesinden sağlanıyordu.Diyarbakır bunu daha çok Avrupa’ya İzmir üzerinden ihraç ediyordu. Ancak bu noktada bu hammadde yönünden sıkıntıya düşmüştü. (BOA-Cevdet İktisat No.1741)

10 Temmuz 1815 yılı bir emirnamede’Diyarbekir yöresinde elde edilen mazı’nın yabancı ülkelere satılmayıp yalnız Kayseri Debbağlarına satılması hükmü vardır(7)

Diyarbakır’ın çevresinin orman olduğunu anlamak için Diyarbakır-ErganiMaden yolunun açılış hikayesine göz atmak gerekir. Kurt İsmail Paşa çevresindeki eşrafa bu yolun açılmasında yardımcı olunmasını ister. Bu noktada Ahmet Cemil Paşa ön plana çıkar. A.Cemil Paşa’nın Ambar Çayı civarında kendine ait 20 köyü ve ayrıca kendisine bağlı ilaveten 30 köyü vardı. Aşiretine verilen talimat üzere yol açma çalışması başlar’Yol patika yol, ancak bir hayvan geçebiliyor. İşe başlıyorlar. Yirmibeşer metre mesafe ile başlıyorlar çalışmaya. On beşi ağaç kesiyor, on beşi kesilen meşe ağaçlarını kenara taşıyor, on beşi de yolu tesviye ediyor. Bu şekilde kısa zamanda yollar açılıyor.(8)

273

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Diyarbakır Mağaraları Diyarbakır mağara yönünden zengin bir ildir İ.Kılıç Kökten’in bir araştırmasına göre Diyarbakırda 1161’i yapay,2418’i doğal 3579 mağara vardır.Örnek olarak Hasuni, Bırkleyn, Hilar ve Eğil mağaraları.

19-Eğil mağaraları

22-Hilar mağaraları

Hilar ve Doğal Güzellikler

20-Hasuni mağaraları

21-Bırkleyn mağaraları

23-Hilar bölgesinde doğal harikalar

274


DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Gül şehri diyarbakır 19.yüzyıl Diyarbakır salnamelerinde ‘gülistanlar tesis ve teksir edilmiştir’ yazılıdır. Diyarbakırla ilgili kitaplarda Diyarbakırda yetişen 24 gül ismi verilmektedir. Evliya Çelebi seyahanamesinde “Fis kayası mağaraları bu yüksek kalenin altındadır.Yunus Aleyhisselamın makamı da buradadır.” Büyük nehir aktığından iki tarafı da gül bahçeleri,güzel kokulu bostan ve reyhan bahçeleridir’denilmektedir. Diyarbakır’da çok değişik türde gül yetişmektedir

Diyarbakır’daki Gül Çeşitleri 1.Yediveren gülü,

13.Cevat paşa gülü.

2.Muhammedi gülü,

14.Hacı İbrahim gülü,

3.Yüz yaprak gülü

15.Rumkale gülü,

4.Nesrin gülü,

16.Arif bey gülü

5.Sarmaşık gülü,

17.Mikado gülü

6.Sultan gülü.

18.Üç renk aşılı gül

7.Yabani beyaz gülü

19.Malatya gülü

8.Çeper gülü

20.Fes kırmızısı gülü

9.Asma gülü

21.Açık sarı gül

10.Viktorya gülü

22.Koyu sarı gül

11.Pembe esans gülü

23.Krem gül

12.Dantel amor gülü

24.Beyaz gül

Diyarbekir güllük gülistanlıktı, her tarafı gül bahçeleriyle doluydu. Şimdi o güller yok. O güllerin yağları işte o imbiklerde çıkarılırdı. Şimdiki Kervansaray oteli o zamanlar Deliller hanıydı. Hacca giden deliller (rehberler) kendi gruplarını alıp hacca götürürken armağan olarak işte o gül yağlarını götürürlerdi.Diyarbekir’in menekşe yağı ve gül yağı

275


Diyarbekirli hacılarla beraber giderdi. İşte o Diyarbekir imalatı imbiklerde kaynatılarak yağı çıkarılırdı(9)

menekşe nihayetinde gül ve feryad-ı andelib zamanı hulul ederek temaşaları yüz göstermeye başlar“ ifadesi geçer. (13)

Osmanlı döneminde belgelerden Diyarbakır’da önemli gülcülük çalışması olduğunu görüyoruz. Diyarbakır vilayetinde gül bahçeleri tesisi ve gülyağı imalatı sanatı hakkında ahaliyi bilgilendiren Mustafa Efendinin

Diyarbakır’ı resmeden Matrakçı Nasuh‘un (d. ? - ö. 1564) minyatüründe Diyarbakır’ın önlerinin gülbahçesi olduğunu görüyoruz

ödüllendirilmesi. (27 Haziran 1900) (10)

Şemseddin sami. Kamus-u alam’da Diyarbakır ilinin gülleriyle diğer çiçekleri çoktur denmektedir.(11) Yabancı seyyahların gözlemleri de Diyarbakır’ın gül yönünden mümtaz bir kent olduğunu vurgulamaktadır. Dr.Lamec Saad Diyarbakır 1890 yılı izlenimlerini şöyle anlatır: “Dicle kıyısı boyunca uzayan bahçeler, çeşitli nehir kollarının akmasıyla da, Diyarbekir’in güneyinde ve doğusunda verimli alanlar oluşturuyor. Verimli alan ilkbaharın gelmesiyle gül ve menekşe bahçesine dönüşmektedir” (12) 19. asırda valilik yıllıklarına salname denirdi. 1869 senesine ait resmi devlet belgesi olan Diyarbakır salnamelerinde Bahçelerde menekşe ve güllükler vardır ki; “ilkbaharın ilkinde

24-Matrakçı Nasuh’un Diyarbakır’ın minyatüründe üstte gül bahçeleri

Kuş Cenneti Diyarbakır Dr. Ayşe Başaran Diyarbakır kelebeklerini araştırıyor. Diyarbakır’da 7 familyaya ait 62 cins ve 97 tür saptıyor 97 türden 89 tanesi Diyarbakır için, bir tanesi Türkiye için yeni bir tür olarak tespit edilir.(14) Dicle Üniversitesinden Dr.Karakaş, Dr.Biricik, Diyarbakır Çınar-Göksu baraj gölünde 141 kuş türü, Dicle ve Kralkızı baraj gölünde 163 kuş türü tespit etmiştir. Prof. Dr. Ahmet Kılıç : “Türkiye’deki 450 kuş türünün 270’ten fazlasının

276


Diyarbakır’da yaşamaktadır” demektedir. Eğil baraj havzasında kuş mağaraları yönünden zengindir.

25- Eğil baraj havzasında kuş mağaraları

Dicle Üniversitesi kampusü kesiminde en az 175 kuş türü tek tek belirlenmiş durumda. Özellikle ilkbahar ve sonbahar göçleri sırasında alanda konaklayarak kendilerini yenileme fırsatı bulan bu kuşlar arasında bıldırcın kılavuzu, doğu ve orman söğütbülbülleri, kuzey kamışçını, küçük çinte, İzmir yalıçapkını ve toy gibi Türkiye’de her görüldükleri yerde heyecan yaratan nadir kuşlar da var. Yine bu grup kuşlardan çizgili ishakkuşu Güneydoğu Anadolu’ya özgü bir baykuş türü ve yakın zamana dek ülkemizde bu kuşun yaşadığı bilinen yalnızca iki yer bulunuyordu; bunlardan Birecik’e uğrayan Avrupalı kuş gözlemcileri hâlâ bu kuşları görmeden gitmiyor. Göç dönemlerinde Dicle vadisi üzerinden binlerce yırtıcı kuş geçiyor. Bu kuşlardan bazıları vadideki ağaçlara konarak dinleniyor ve yola devam etmek için uygun hava koşullarının oluşmasını bekliyorlar. Özellikle Efsel bahçeleri kendilerine (yerli kuş türlerinin de yoğun olarak kullandıkları) güvenli bir geceleme alanı sunuyor.(26) Dağ kırlangıcı=Ebabil kuşları Fil süresinde bahsedilen mübarek bir kuş Bu kuşlar bahar aylarında Bırkleyn çayının içinden aktığı karstik mağarada yuva yaparlar.

Leylek (Hacı laklak) Prof.A.Kılıç’ın çalışmasına göre Avrupa ve Asyadaki en büyük leylek kolonisinin Diyarbakır-Bismil arasında olduğu saptanmıştır.

277

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


26-Kurşunlu camide leylekler

27-Diyarbakır güvercinleri

28- Güvercin evleri (Boranhaneler)

Güvercinle ilgili Diyarbakır salnamelerinde şunlar yazılıdır; “Derûn-ı şehirde ashab-ı merak güvercinin envâ’ını beslemektedirler ki, bunların başka başka nevileri ve isimleri olup sayılan esâmî yüzü mütecavizdir.

Camide leylek(25)

Bu güvercinler de çifti yüz kuruşa kadar alınır satılır ve uçuruldukça seyre şayan cünbüş ve hareketlerde bulunur. Makbul olanları vardır.

Tarihte surlarda güvercin

Güvercin Diyarbakır’da güvercin yetiştirme ülkede ön sıralardadır. Diyarbakır’lılar Diyarbakır’a özgü ve dört ana grupta toplanan 23 tür güvercin üretimini başarmışlardır. Dünyanın hiçbiyerinde bulunmayan ve Diyarbakır’da ıslah ile dört Diyarbakır güvercin grubu elde edilmiştir. Göğsü ak, Ketme, İçağlı, Kızılbaş (15)

Karyelerde boranhane denilir mahsusan masraflı güvercinhaneler inşa olunmuştur ki her bir güvercinhane on-onbeş bin kuruşla ve bazısı daha ziyade masrafla husule gelmiştir. Bu güvercinhanelerin her birinde bir kaç bin aded sepet konulmuş ve boran denilen kuşlar o sepetleri yuva ittihâz etmiştir. Kuşların koğası (gübresi) orada yığılıp bostan­ lara nakledilir ki bostan mahsulünün lezzetine ve kıt’aca büyüklüğüne koğanın yardımı olduğu bedîhîdir. Koğalar batmanla bostan ashabına satıldığından güvercinhanelerden bu suretle istifade olunuyor.”(Salname 3/362 ) (6)

278


Diyarbakır Doğasının Güzelliğini Hatıralar da Teyit Ediyor • 1900’lü yılları Nazime Cemiloğlu şöyle anlatıyor: • Baharın Dicle’nin sefası başkaydı.Hele hele karpuz vakti sonbaharda. Çadırlar kurulurdu.Hülleler yapılırdı.Hüllenin ayakları Dicle’nin içinde. Geceleri hanımlar toplanırlardı.Geceleri ut çalınırdı. • Şarkılar söylenirdi.Karpuzun içi oyulurdu.İçine kül konurdu.İçine gaz dökülür ve yakılırdı.Ay ışığında yukarıdan suya bırakılırdı.O karpuzlar yana,yana art ara suda gelirdi.Seyrine doyum olmazdı o manzaranın’(16) Faik Ali Ozansoy ise duygularını şöyle dile getirir: Dicle maşukadır(sevgili),kamer(ay) aşık Suyun üstünde titreşen ışık Busedir, Neş’edir, nüvaziştir (Gönül okşayıcı)

Salnamelerde Mehtap Mehtabın vukuu gecelerde Dicle bahar mevsiminin yetiştirdiği çimenler arasında tabii açılıp da mehtaba karşı arz-ı endam-ı letafet eyleyen berrak su cedvellerinin husule getirdiği nezaret-i dil-küşanın birkaç mislinde letafet peyda eder. Mehtab olduğu gecelerde Dicle nehri adeta yekpara ay ayinesine ve mehtap olmayan gecelerde de yıldızların iniksaından ve ashab-ı zevk ü safanın iş’al eyledikleri gaz fenerleriyle kanadilin şule ve ziyasından yıldızlanmış gümüş deryasına benzer.(17)

279

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


KAYNAKLAR 1. Korkusuz M.Ş. Seyahatnamelerde Diyarbekir. Kent yay.İst.2003, s.93, 94; 127, 157; 158; 192, 213; 219 2. Altunboğa B:Diyarbakır Folklorundan Kesitler.Büyükşehir Belediye yay.İst.1999.s.30,31 3. Diken Ş.Diyarbekir diyarım,yitirmişem yanarım.İletişim yay.İst.2003.s.83131 4. Diken Ş:Gezginlerin güncelerinde Diyarbakır.Diyarbakır 1. Uluslar arası Suriçi sempozyumu.20-22 Nisan.2006.s.120 5. Avcı.OIrakta Türk Ordusu.1914-19189.Vadi yay2004.S.86 6. Tellioğlu O.Diyarbakır Salnameleri.Diyarbakır Büyükşehir Belediye yay.İst.1999.c.4.s.180 7. Hezarfen A,Şener: C.Osmanlı Belgelerinde Diyarbakır tarihi.Etik yay.İst.2003.s.28,54) 8. Malmisanj.Diyarbekirli Cemilpaşazadeler ve Kürt Milliyetçiliği.Avesta yay.İst.2004.s.22 9. Diken Ş:Diyarbekir diyarım, yitirmişem yanarım.İst.2003.s:77,233 10. 2.uluslarası Diyarbakır Sempozyumu.Osmanlı belgelerinde Diyarbakır 11. Şemseddin sami.Kamus-u alam.1889 c.3 s.2203’ 12. Korkusuz M.Seyahatnamelerde Diyarbekir.Kent yay.İst.158 13. Tellioğlu Ö:Diyarbakır Salnameleri.Diyarbakır Büyükşehir Belediye yay.Yıl.:1869-1905. cilt:4. İstanbul.Acar matb.1999 14. Başaran. ADicle Tıp Derg.3(1):544,1974 15. Cemiloğlu E Diyarbakır Kuşları. 1968.s.4,6 16. Diken Ş.İsyan Sürgünleri.İletişim yayi.İst.2005.s.171 17. Tellioğlu O.Diyarbakır Salnameleri. Diyarbakır Büyükşehir Belediye yay.İst.1999.c.4.s.63,270 18. Üzülmez. MMakam Çiçeği ve Bülbül.İst.2010s.273 19. serefraz.wordpress.com/2007/04/15/ters-lale/ 20. Denli M. Ters Lale; Ağlayan Gelin23-3-2010. Güneydoğu ekspres 21. Diken Ş.Karacadağ’ın söyleyemedikleridir.Evrensel gazetesi 22. Kaçmaz S.Ters lale.Ekoloji Magazin Sayı : 16. Sayı (Ekim - Aralık 2007) 23. terkanlilardernegi.com 24. Çelik MM.Fotoğraflarla Kulp.İst.2009.s.53,55,58,84 25. Matur B.Doğunun Kapısı Diyarbakır.DKSV.İst.2009 s.149 26. Biricik M/ Atlas Kasım 2007, sayı 176

280



DİYARBAKIR MAĞARALARI



TARİHİN İLK YERLEŞİM YERİ OLAN ERGANİ HİLAR KÖYÜ (ÇAYÖNÜ)

284


ÖZET Diyarbakır’ın Ergani İlçesi sınırları içersinde yer alan Sesveren Pdınar Köyü (Resim-1), Hilar Kayalıkları yakınlarında bulunan Çayönü Tepesi, günümüzden 9500 yıl önce M.Ö. 7500 yıllarında kurulmuş, aralıksız olarak M.Ö. 5000 yılına kadar yerleşim görmüş, daha sonra da aralıklarla iskan edilmiştir. tarımın, köy yaşantısının, ilk mimarinin ve toplumsal yapının en iyi izlendiği bir neolitik çağ köyüdür. 1890 yılında “Kıtalar Arası İklim ve Yer Yapısı” konularında araştırma yapan Ellsworth HUNTINGTON, Ergani’ye gelerek Hilar Köyü çevresinde incelemelerde bulunmuştur. Gördüğü buluntuları Hitit sanatının ürünleri olarak tanımlamıştır. Yazdığı Uygarlığın Akışı “Springs of Civilizations” adlı kitabında bu buluntulara geniş yer vermiştir. Kazı çalışmaları 1963 yılında başlayıp, çeşitli aralıklarla 1991 yılına kadar sürmüştür. Bu kazılar sonunda Çayönü Höyüğü, Anadolu’nun en eski köy(kent) yerleşiği olduğu anlaşılmıştır.

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Höyüğün Eski Topografyası Prof.Dr. Mehmet ÖZDOĞAN başkanlığındaki bilim heyeti 1989 yılında höyükte iki sondaj kazısı yapmıştır. Kazı sonuç raporunda eski höyük hakkında şu bilgiler verilmektedir. “Bugün bir tepe gibi görünen Çayönü höyüğü, yerleşiğin ilk kurulduğu dönemlerde aslında iki tepeden oluştuğu ve aralarında olasılıkla bir nehir bulunduğu ortaya çıkarılmıştır. Büyük olasılıkla halen Çayönü tepesinin doğusunda geçen Bestakot Deresi, daha önceleri bu iki tepenin arasında iken, yerleşiğin gelişmesi ve yatağının dolması nedeniyle Kalkolitik çağ içinde yatağını doğuya doğru kaydırmıştır.

Resim-1 Ergani Hilar (Sesveren) Köyü (Prof.Dr.Kenan Haspolat)

”Zamanımızdan yaklaşık 11.000 yıl önce kurulmuştur.Halk arasında daha çok cilalı Taş devri olarak bilinen bu çağ Yakın Doğu’da Proto-Neolitik, Çanak çömleksiz neolitik, Geçiş Evresi ve Çanak Çömlekli ilk Neolitik Çağ gibi çeşitli bölümlere ayrılmıştır. Çayönünde proto-Neolitik dışında tüm kültür evrelerine rastlanmıştır. Çayönü, kültür tarihi açısından birçok ilki içermektedir.

285

Prof.Dr.Cihat GÜZEL cihatguzel@gmail.com D.Ü.Tıp Fak.Fizyoloji Anabilim dalı Öğretim Üyesi


Avcılık - toplayıcılık geçim ekonomisinden yerleşik yaşam biçimine geçiş sürecini en iyi yansıtan bir Cilalı Taş Devri köyüdür. Çayönü’nde hayvan evcileştirilmesi çanak çömleksiz daha geç evrelerinde karşımıza çıkar. Evcil koyun ve keçinin Çayönü’ne zamanımızdan aşağı yukarı 8.000 yıl öncesine doğru geldiği anlaşılmaktadır. Sığırın ise nasıl evcileştirildiği tam olarak bilinmemektedir. Evcil hayvanların günlük yaşama girmesi, Çayönü halkına yeni bir toplumsal düzen sağlamış. Tapınakları, ticaret sistemi, madencilik, taş ve kemik işçiliği ile Çayönü köyü, Yakın Doğu’daki çağdaşları arasında ön sırada gelmektedir.

Resim-4: Çayönü kazısı(Prof. Dr. Zülküf Güneli)

Doğal cam ve Çakmaktaşından yapılmış irili ufaklı çeşitli aletler arasında bıçaklar, kazıyıcılar,deliciler, havan elleri ve taş tokmaklar Çayönü insanının günlük yaşamında önemli bir yere sahipti.Yoğun biçimde ele geçen bazalt öğütme taşları, tahılların öğütülüp un haline getirilmesine yarıyordu (Resim-4).

Halkın barındığı evler (Resim-2-3-4), ortak köy meydanı, zemini mozaik döşemeli bina, anıtsal yapılar ve büyük odalı binalarına bakılacak olursa, Çayönü’nde Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ’da Bir sosyal tabakalaşmadan söz edilebilir. Yaklaşık 10.000 yıl önce, Anadolu toplulukları bir ilke imza atıyordu; o da dört mevsim aynı yerde yaşamayı sağlayacak köy hayatını oluşturmuşlar. Oysa aynı tarihlerde Avrupa’daki köylerini kuramamışlardı.

Resim-2-3:Hilar mağaraları (Prof.Dr.Zülküf Güneli)

Resim-4:Çayönü insanları tahılları bazalt taşlar üzerinde öğüterek un haline getiriyorlardı (Metin Özbek).

Doğal bakır ısıtılıp levha haline dönüştürülüyor ve boncuk gibi çeşitli süs eşyalarının imalinde kullanılıyordu. Ergani’deki zengin bakır yatakları Çayönülü insanlarının çok yakınında bulunmaktadır. Çayönü’nde metalurjinin başlangıcı görülmektedir. Çayönü köy yerleşmesi, kemik aletler açısından son derece zengindi. Burada yaşayan insanlar geyik boynuzundan orak ve bıçak sapları yapıyor, tahıl ve diğer bitkileri bu oraklarla biçiyordu. Çayönü halkı önemli ölçüde sebzelerden de yararlanmışlar. Çayönü’nde doğal çevre ve iklim

286


bugünkü gibi değildi. Bölge bu güne oranla daha fazla yağış almaktaydı. Kara hayvanlarının yanı sıra, yakınlarında bulunan akarsulardan balık tuttular. Kazılarda bulunan balık kemikleri bunun açık göstergesidir. Çayönü, Hallan çemi ve Demirköy gibi meşe ormanı kuşağında bulunan, yuvarlak planlı yapılara sahip bir açık hava yerleşmesidir. El ile toplanan kömür parçaları tür saptamaları yapıldıktan sonra, radyokarbon tarihlemisine yollanmıştır. Bu örnekler, meşe, doğuya özgü menengiç, gülgiler, dışbudak ve teke dikeninin varlığını göstermektedir. Zooarkeolijik veriler yaban domuzu, kızıl ve alageyik, sığır ile yabanıl koyun ve keçiden oluşan bir hayvan topluluğunu gösterir.

Nüfus Yapısı Eski insan toplulukları incelenirken,sağlıklı bir cins ve yaş belirlenmesi, nüfus profilinin çıkarılmasında çok önemli bir rol oynamaktadır. Çayönü topluluğu, yaş gruplarına göre değerlendirilmesi; erişkinler-genç erişkinler (15-30), orta yaşlı (30-44) ve yaşlı (45 ve üzeri) olmak üzere üç gruba ayrılmış. 0-14 yaş grubu içinde yer alan, erişkin olmayan bireyler, bir başka değişle bebek ve çocuklarda, ölüm yaşı için dişlerdeki sürme durumu ve uzun kemiklerin gövde uzunlukları göz önünde bulunduruldu. 0-2,5 yaş arası bebek; 2,5- 14 yaş arası ise çocuk kabul edildi. Çayönü’nde 1992 yılına kadar sürdürülen kazılar sayesinde, en az 626 insanın iskelet kalıntısı bulundu. Çayönü, hemen her yaş grubuna ait iskelet kalıntısı veren Anadolu’nun tek çanak çömleksiz Neolitik köy yerleşmesidir. Yapılan kazılarda doğma şansına erişmeden anne karnında ölen 7 fetüs bulundu.Bu kazılarda elde edilen 206 çocuk iskeletinden %31 bebek tespit edilmiştir. Çayönü bebeklerinin körpe vücutları, çok çeşitli mikrop ve parazitlerle mücadele etmek zorunda idi. Onların yardımına koşacak antibiyotikler o çağlarda yoktu. Çayönü iskeletlerinden 420’si erişkin gruba girmektedir. Erkekler, toplam erişkin nüfusun %46’sını,kadınlar ise %54’ünü teşkil eder. Erişkinlerin ortalama ölüm yaşı 35 tir. Erkeklerde ortalama ölüm yaşı 37, kadınlarda 33’tür.

287

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Resim-5 Çayönü kadını (www.1001kitap.com)

Çayönü’nde kadın nüfusun (Reim-5) yarıdan fazlası 30 yaşına gelmeden, genç yaşlarda ölmüştür. Kadınların bu yaş aralığı içinde sıklıkla yaşamlarını yitirmelerinin temelinde,hamilelik ve doğum sırasında karşılaştıkları riskler yatmaktadır. Çayönü Neolitik köyünde yaşlı kesim çok azdı. Erkeklerin ancak %6’sı, kadınların ise %2’si Bu kritik eşiği aşmışlardır.

göğse çekilmiş,eller ise yüz hizasındadır. Aşı boyası dışında, ölülerin yanlarında herhangi bir buluntuya rastlanmamış. Izgara planlı yapılarda da ölüler büzülmüş pozisyonda gömülmüşlerdir. Onları bu evrede evlerin taban altlarında değil, genelde iç avlunun kuzeybatı yada kuzey doğu köşesinde, zaman zaman da iki avlu arasındaki ızgara açıklarında bulunmuş. Bu evrede ölü hediyesi olarak mezarlarda öğütme taşı, balta ve arada sırada kabuk boncuğa rastlanmıştır. 1991 yılında yapılan kazılarda, hücre planlı yapılar evresinde bulunan bir erkek iskeletinin yanında yaklaşık 25 taş alet ele geçmiştir.En son kullanım evresinde görkemli bir yapı ele geçirmiş ve burada 70 kadar insan kafatası bulunmuştur.

Sağlık Sorunları

Fiziksel Yapı Çayönü insanları Akdenizli idi. Burunları dar ve çıkıntılı, burun sırtı düzdü. Yüzleri dar ve uzundu. Anadolu’da Cilalı Taş Devrinde köy yaşantısını başlatan ve tarıma ilk geçen topluluklar Akdenizlidir. Bazı Çayönülü erkek ve kadınları, köyde günlük yaşamlarında, topukları yere dayalı olduğu halde çömelerek iş yapma alışkanlığına sahiplerdi.Tibia kemiğinin alt ucunda, aşık kemiğine bakan kenarda sonradan oluşan eklem yüzeyi bunun açık göstergesidir.

Bugün rastlanan bir çok hastalık Cilalı Taş Devri’nde de vardı. Verem, frengi, cüzam, kanser, sıtma,demir eksikliğinden kaynaklanan kansızlık, kemik ve kemik iliği hastalıkları ve daha bir çok hastalık kemiklerden anlaşılmıştır. Bu bilgiler, dört mevsim bir yerde yaşayan, zamanla tarım ve hayvancılığa dayalı bir geçim ekonomisine kavuşan kalabalık bir nüfusun, ne gibi sağlık sorunlarıyla karşı karşıya bulunduğunu ortaya koyması açısından çok önemlidir.

İnanış Sistemi Çanak Çömleksiz Çayönü yerleşmesi, o yöre insanlarının çeşitli inanış sistemleri, ölü gömme adetleri gibi kültürel örüntülerin zaman içindeki değişim sürecine ilişkin çok değerli bilgiler elde edilmiştir. Çayönü’nde, en eski evrede ölüler, evlerin taban altlarında gömülüyorlardı. Büzülmüş pozisyonunda gömülen ölülerde dizler

288


KAYNAKLAR • Özbek M., Çayönü’nde İnsan, Arkeoloji ve Sanat Yayınları,1-52,2004. • Aslan Ş., Kuzey Mezopatamya’nın Gani kenti Ergani, Amid Gazetecilik Mat. Basım yayın Dağıtım A.ş,1-38,1998 • Özdoğan M., Başgelen N., Türkiye’de Neolitik Dönem, Arkeoloji ve sanat yayınları,427-440,2007. • Üzülmez M., Çayönü’nden Erganiye :Uzun Bir Yürüyüş, ladin matbaacılık,30-42,2005.

289

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


BİLİNMEYEN BİR MİRAS ÜZERİNE; BIRKLİN MAĞARALARI

290


ÖZET Tarihi yapılar, geçmişi geleceğe aktararak kültürel devamlılık sağlar. Bu çalışmayı yapmaktaki amacımız yaşadığımız dünyada ülkemizin önemli tarihini, kültürel ve turistik değerlerinden biri olan Bırklin Mağaralarını tanıtmak, kentimiz Diyarbakır için nasıl bir sosyal ve ekonomik değer taşıdığını gözler önüne sermektir.

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Bırklin Mağaraları Diyarbakır – Bingöl karayolunun 104. km’sinde Lice ilçesi sınırları içerisinde bulunan Bırklin Mağaraları, zengin karstik yapıları ve Asurlulara ait kitabeleri ile ünlüdür. Asur kralları III. Salmanasar ve I. Tiglatpleser’e ait çivi yazılı stel ve kitabeler, milattan öncesini günümüze taşıyan şahit kayalardır. Bu kayalar, tarihi belge ve yazıtları ile adeta bir açık hava müzesini andırmaktadır. Tanrıların temsilcisi sayılan bu iki ihtişamlı Asur Kralının kabartma ve çivi yazılı rölyefleri, mağaraların girişindeki kayalara kazılmıştır. Güneydoğu Torosların güneye bakan yamacında bulunan Bırklin Mağaraları, dördüncü zamanda bir göçme ile Bırklin Çayının önünün tıkanması neticesinde çayın sol sahildeki kalkerleri aşındırarak kendisine yollar açması ile oluşmuştur. Bırklin Mağaralarının çayı, birbirine paralel uzanan iki kayalığın arasında akarak burada üç mağara oluşturmuştur. Mağaralar, derinlik, uzunluk ve hakkında söylenegelen efsaneleri dışında astım hastalarını iyileştirmekle de ünlüdür. Bırklin Mağaraları antik çağda ölülerin yer altı dünyasına girdiği kapı olarak kabul ediliyordu. Diyarbakır’ın Lice ilçesindeki Bırklin Mağaralarında yapılacak yeni bilimsel araştırmaların bölge tarihi, kültürü ve turizmine değişik bir bakış açısı kazandıracağını umuyoruz. Yaşlı dünyamız insanlığın var olduğu günden bu güne sayısız kültür ve medeniyete sahne olmuştur. Bu kültür ve medeniyetlerin bir kısmı izlerini yitirirken bazıları da geride unutulmaz izler bırakmışlardır. Kültürel bir varlık olan insan bu izlerin peşine düşmüş, birçok esrarengiz medeniyetin kalıntılarını ortaya çıkarmış ve daha birçoğunu ortaya çıkarmaya devam edecektir. Zira kültür ve medeniyetler tüm insanlığın ortak mirasıdır. Bu bağlamda tarih boyunca Mezopotamya Bölgesinin her

291

Ahmet Çimen Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi acimen@dicle.edu.tr


karışı insan yaşamına beşiklik etmiştir. Hele yukarı Mezopotamya’da “verimli hilal” denen bereketli topraklar ve çevresindeki dağlık alanlar sürekli el değiştirmiştir; çünkü buralar tarıma, hayvancılığa kısaca o günün şartlarında insan yaşamına oldukça elverişli olduğundan paylaşılamamış ve sürekli savaşlara sahne olmuştur. Milattan 4000 yıl önce Huriler onları takiben Asurlular, Medler, Persler, Partlar, Romalılar, Sasaniler, Bizanslar, Selçuklular, Osmanlılar buraları yurt edinmişlerdir. Denilebilir ki yukarı Mezopotamya’da yer alan Diyarbakır, dünyanın en eski medeniyetlerine beşiklik etmiştir. Bilinen en eski yerleşim alanlarından Çayönü-Hilar Mağaraları yanı sıra bu ilin dört bir yanında insanlık eser ve medeniyetine şahitlik eden, tarih ve kültür kokan manzaralar görenleri heyecanlandırmaktadır. Bırklin Mağaraları bu manzaraların en çarpıcı örneklerindendir. Bu mağaraların özellikleri incelendiğinde kadim Diyarbakır ilinin tarihi coğrafyasının ne kadar zengin olduğu ortaya çıkmaktadır.

hâkimiyetinin en çarpıcı belirtileridir. Bırklin Kitabeleri Bırklin Mağaraları, Lice ilçesinin sınırları içinde, Diyarbakır – Bingöl karayolunun 104. kilometresi üzerinde ve yolun doğu kenarındadır. Bu mağaraların birinde I. Tiglatpileser’e (M.Ö. 1116–1090) ait stelle iki kitabe mevcuttur. Stel ve kitabeler mağaranın kuzey yönünde ve oldukça yüksekte bulunduğu için ciddi bir zarar görmeden günümüze dek ulaşmayı başarmıştır. Buraları 1899’da C. F. Lehmann - Haupt inceleyerek, I. Tiglatpıleser’in bu stelinin resmini çekmiş ve kitabeleri ile birlikte yayımlamıştır.

Ayrıca bahsi geçen mağaranın daha ötesinde ve daha yüksekte bulunan başka bir mağaranın batıya bakan yüzünde de III. Salmanassar’a (M.Ö. 859 – 825) ait olduğu zannedilen başka bir kitabe ile stel bulunmaktadır. Hem I. Tiglatpileser’in hem de III. Salmanassar’ın kitabeleri iki bölümden oluşmaktadır.

I.Tiglatpileser’e ait ilk kitabe şöyledir: Asur hükümdarı ADAD NİRARİ’nin kılıç kabzasındaki çivi yazısında “AMİD” kralı diye yazması kentin tarihi hakkında çok önemli bir bilgi olduğu gibi Diyarbakır-Bingöl-Lice karayolunun kesiştiği yerde Bırklin mağaralarının kayalarına kazınmış rölyef ve kitabeler; buradaki Asur

292

“Nairi memleketlerinin fatihi, Dünyanın dört bucağının kralı, Asur kralı, Kuvvetli kral Tiglatpileser Tunni, Dayani, Kirhi memleketinden büyük denizlere kadar zaptettim.”


I.Tiglatpileser’e ait ikinci kitabe: “Beylerim büyük tanrılar Aşur, Şamaş, Adad’ın yardımları ile Asur memleketi kralı Muttakıl-nusku’nun oğlu Asur kralı Aşur-reşi-işi’nin oğlu Asur kralı ben Tiglatipileser, Amuru memleketinin büyük denizi ve Nairi memleketi denizinden Nairi memleketine üçüncü defa gittim.”

III. Salmanassar’ın ilk kitabesi: 1. Salmanassar, büyük kral, kuvvetli kral, Asur’un kralı, büyük halk topluluklarının kralı Prens, 2. Asur’un rahibi, onun inandığı tanrılar Şamaş ve Adad tarafından desteklenmiş olan o, yürüdüğü zaman 3. Güneşin doğuşundan batışına kadarki büyük dağlara hâkim oldu 4. Ordusunun başında savaştığı ve ve düşmanları takip ettiği zaman yenilmez olan o, 5. Tufanın enkaz yığınını sürüklediği gibi, onları muzaffer bir şekilde çiğnedi 6. Nairi memleketinin denizinden, güneşin batışının denizine kadarki ülkeyi fethetti. Hatti ülkesini bütün kapsamıyla, Melitene’yi, Dayana’yı, Suhme, 7. Urartu’lu Aram’ın kral şehri Azzaşkun’u, Gilzan’ı 8. Hubuşkia, Dicle’nin kaynağından 9. Fırat’ın kaynağına kadar olan yeri, bundan başka, Zamua memleketinin 10. Bizim hanedana ait olan kısmının denizinden, Kalde ülkesinin denizine kadar olan sahayı ben boyunduruğum altına aldım 11. Babil’e gittim, Borsippa’da, Kutha’da kurban sundum, Kaldelilerin ülkesine indim 12. Şehirlerini fethettim. Kalde ülkesinin krallarının vergilerini kabul ettim. 13. Silahlarımın korkusu tuzlu denizlere kadar yayıldı 14. Şam’ın kralı Adadiri, Hatti memleketinin 12 kralı ile bana karşı yürüdü 15. Onlarla savaştım, bozguna uğrattım, harp arabalarını, atlarını 16. Harp silahlarını onlardan aldım, onlar hayatlarını kurtarmak için kaçtılar.

293

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


III. Salmanassar’ın ikinci kitabesi: 1. 2. 3. 4. 5.

Salmanassar Büyük kral, kuvvetli kral Dünyanın kralı, Asur’un kralı Büyük halk kitlelerinin kralı ki o, Onun itimad ettiği tanrılardan Şamaş ve Adad’ın yardımı ile 6. Azametli bir şekilde 7. Vakarlı adımlarla yürüdü ve 8. Güneşin doğuşundan batışına kadar olan 9. Kudretli dağlara hakim oldu 10. Düşmanları takip ettiğinde 11. Bir su baskınının bir moloz yığınını yıktığı gibi mağlup edilemez büyük kral 12. Irmakları ve geçilemez dağları muzaffer bir şekilde çiğneyip geçti 13. Asur’un kralı Tukulti-Ninurta’nın oğlu 14. Asur kralı Asurnasirpal’in oğlu (Salmanassar) 15. Nairi memleketinin denizinden güneşin batışının büyük denizine kadar olan her yeri fethetti 16. Bütün kapsamı ile Hattiler memleketini, Melitene’yi, Dayani memleketini, Suhme memleketini ve Azaşkun şehrini 17. Urartulu Aram’ın kral şehrini, Gilzan memleketini, Hubişkiya memleketini 18. Dicle’nin baş kaynağı sahasından, Fırat’ın kaynağına kadar bizim hanedanın Zamua memleketinin denizinden 19. Kalde memleketinin denizine kadar ben kendime ram ettim. Babil’e gittim, kurban sundum, Kaldelilerin memleketine indim 20. Şehirlerini fethettim ve vergilerini aldım 21. Şamlı Adadidri, Hamatlı İrhilini, deniz sahilindeki 15 şehirle birlikte 22. Bana karşı hücuma geçtiler. Onlarla savaştım. Onları bozguna uğrattım. 23. Harp arabalarını, binek atlarını tahrip ettim.

Ve muharebe silahlarını 24. Onlardan aldım 25. Hayatlarını kurtarmak için onlar kaçtılar.

Mağaralar Kökeni Hurri diline dayanan, bugünkü Kürtçe’de Bırklin(Bılk) sözcüğü; yükselme, kabarma, kaynama (suyun fışkırması) anlamlarına gelir.

Bırklin Mağaraları hem jeolojik devir açısından hem de tarihsel olarak çok eskilere dayanır. Tersiyer dönemine ait Güneydoğu Torosların (6,5–2,5 milyon yıl önce) Kuvarternerde (2,5 milyon yıl öncesi 4. Jeolojik Zaman) kalkerlerin vadide çökerek suyun önünü tıkamasıyla, akarsuyun aşındırma, eritme ve çökeller oluşturması sonucunda bugünkü mağaralar oluşmuştur. Kilometrelerce uzun tüneller, pek çok sarkıt ve dikitler, nerede bittiği kestirilemeyen karanlık dehlizler meydana gelmiştir. Mezopotamya’ya hayat veren Dicle nehrinin II. kolu olan Bırklin Çayı birbirine paralel uzanan iki kayalığın içinden akarak üç muazzam mağara oluşturmuştur. Bu mağaralar ilk kez 1862 yılında bir İngiliz konsolosu tarafından keşfedilmiş ve incelenmiştir.

294


Sir Andreas, 5 yazıt ve 3 kaya kabartmasına ve mağaralarda bulduğu insan yapımı kalıntıların varlığına dayanarak buranın M.Ö. 6000 yılından itibaren kullanıldığını; ayrıca Bizans ve Selçuklu dönemlerinde yoğun bir şehirleşme yaşandığından bahseder. 1.Mağara: Bırklin suyunun açıktan aktığı bir numaralı mağaradır. Asur Kralı I.Tiglatpleser’e ait iki stel ile iki kitabenin bulunduğu mağaradır. Kitabelerden biri stelin ön cephesindedir. Hükümdar eliyle kitabeyi işaret etmektedir. Diğer kitabe stelin arkasına düşmektedir. Kitabe yosun bağlamış ve zamanla silindiği için resmi anlamak mümkün olmamaktadır. 2.Mağara: III. Salmanassar’a ait olan stel ile 2 çivi yazılı kitabe bu mağaranın biraz ötesinde ve yüksekte bulunan başka bir mağaranın batıya bakan yüzündedir. Stel ve kitabe insan elinin yetişebileceği bir yükseklikte olduğundan taşlarla tahrip edilmiş ve bugün zor fark edilir bir haldedir. Bu stelde hükümdar mağara içinde bulunan ikinci bir mağarayı işaret etmektedir. Bu ikinci mağara, birincisinin devamı gibi ise de 15 metre yükseklikte ve 12 metre genişlikteki ağzında 1.5 metre kalınlığında çok eski olduğu belli olan bir duvar temeli vardır. Mağara çok derindir. İçinde saatlerce yürümelerine rağmen sonunu göremediklerini söyleyen köylüler pek çoktur. Mağaranın en azından birkaç kilometre uzunluğa sahip olduğu belli olmaktadır. Mağaraların astım hastalığına iyi geldiği söylenmekte ve yöre halkı tarafından bu amaçla ziyaret edilmektedir. 3. Mağara: Mağaralar arasında en uzunu ve kayalıkların yukarı kısmında kalan mağaradır. Yaklaşık iki kilometre uzunluğa sahip olan bu mağara tümü ile sarkıt ve dikitlerle doludur. Giriş ağzı dar olmakla birlikte içinde yer yer 6–7 metreyi bulan genişlikte ve yükseklikte salonları vardır. Bırklin Mağaralarındaki Yüzey Çalışma Komisyonu Başkanı Sir Andreas, bir ay boyunca mağaralarda çalışmalar yapmış ve araştırma sonuçlarını Diyarbakır Müze Müdürlüğü toplantı salonunda ilgililere ve basın mensuplarına anlatmıştır. Buna göre Asur yazıt ve kabartmaları milattan önce 100–850 yıllarına aittir. Mağaralarda büyük ölçüde tahribat meydana gelmiştir. Bu tahribatın ana sebebi define bulma ümidiyle bilinçsiz kazı yapan duyarsız kişilerden kaynaklanmıştır. Tahribatla ilgili olarak civarda bulunan Korha köyü sakinlerinin anlattığına göre, 1962 yılında Lice Kaymakamı olan Erol Yavuz, arkadaşları ile mağaraları gezdikten sonra

295

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


bir çilingir sofrası kurup Zebene Çayının geçtiği mağaranın önünde içmeye başlamışlar. Bir süre sonra kaymakam silahına sarılıp çivi yazılı kitabeleri ve III. Salmanassar’ın rölyefine ateş açmaya başlamış. Misafirleri ile birlikte rölyef ve kitabeyi nişan tahtası olarak kullanmışlar. mealindeki söz böyle durumlar için söylense gerek. Bırklin Mağaralarında, bilinçli kazı çalışmaları yapılırsa Asur ve Urartu medeniyetlerinin tarihsel altyapısını detaylı bir biçimde öğrenmek mümkün olabilecektir. Burada yapılan incelemelerde Hassuna dönemine ait çanak ve çömleklere rastlanılmıştır. Katmanda mineral katkılı açık ocaklarda pişirilen çömlek ve seramiklere buradaki civar yerleşim birimlerinde rastlanılmıştır. Gelecekte yapılacak kazılarda önemli bulgulara ulaşılabilinir. Etimoloji ve Civar Köyler Bırklin Mağaralarının yukarısında kalan kayalıkların üzerinde “KORHA” denen bir köy yer almaktadır. Bu köyün kitabelerde geçen “KİRHİ“ memleketi olduğu tahmin edilmektedir. Bölgenin batısı boyunca, Hani ilçesi ve ardındaki Nerip köyleri (yedi tane nerip köyü bulunmaktadır), alan olarak Hazar Gölüne dek uzanmaktadır. Bu alanın da kitabelerde geçen Nairi memleketi olduğu sanılmaktadır. Nairi denizi, Elazığ’daki Hazar Gölü, “Güneşin battığı büyük deniz“ ve “Tuzlu deniz“ Akdeniz, “Fıratın kaynağına dair bizim hanedanın, Zamoa memleketinin denizi” Van Gölü “Kalde ülkesinin denizi”de Basra Körfezi olmalıdır. III. Salmanassar, Babil’e gidip Kalde Ülkesine indiğini ve şehirlerini fethedip vergilendirdiğini

söylemektedir. Ayrıca Şam Kralı Adadiri ve Hatti Memleketinin 12 kralını yenerek deniz sahilindeki 15 şehirle birlikte teslim aldığını ifade etmektedir. Nitekim III. Salmanassar dönemindeki bulgulara bakılırsa bu tahminlerimiz daha net bir şekilde anlaşılır. Bırklin Mağaralarının yakınındaki köylerden birinin adı da “Kılıdar” dır. Aslında bu ismin Arapçadan devşirildiği, asıl adının Kal’a-Dar olduğu sanılmaktadır. Kal’a-Dar ise “Kale Evi” anlamına gelmektedir. Yine Bırklin Mağaralarına varmadan hemen önce karayolu üzerinde sol tarafta tarihi harabe ve kalesi bulunan bir köy bulunmaktadır. Bu köyün adı “Xana Kelê”dir. Han,” gerek yol üstünde gerek şehrin içinde yolcu, misafir ve yabancıların konaklamalarına ve oturmalarına mahsus veyahut tüccar ve işadamlarının iş gördükleri, mal depo ettikleri küçük atölyeler ve işyerlerini içine alan büyük yapı” anlamındadır. “kel” ise Kürtçede “kale” anlamına gelir. Buradaki halk zaman içinde kendi yöresel terminolojisini geliştirmiştir.

Doğal Bitki Örtüsü ve Kültür Bitkileri Yörenin bitki örtüsü, bozulmuş meşe ormanları ve bozkır şeklindedir. Mazı, meşe palamudu ve mağara kayalıklarında devasa incir ağaçları bulunmaktadır. Yer yer yabani kiraz ve menengiç ağaçlarına rastlanmaktadır. Ot ve çalı topluluğu ise çok çeşitlidir. Mağara alanı yakın köyler ile birlikte ele alındığında şifalı otlar dikkat çekmektedir. Güçlü bir antiseptik ve çayı içildiğinde doğal bir antibiyotik olan Civan Perçemi, Hapşırık otu, öksürük ve soğuk algınlığına iyi gelen Sığır Kuyruğu, Gut hastalığı ve strese karşı kullanılan

296


aynı zamanda bir antioksidan olan Peygamber Çiçeği, Dağ Kekiği ve Ada Çayı çeşitleri bunlardan birkaçıdır. Ayrıca Hepatit B ve C’nin yardımcı ilaçları olan Kantaron ve Butaf, Karaciğerin dostları Hindiba ve Kuzu Kulağı, yine güçlü bir antioksidan olan Şahter Otu, Deve Dikeni çeşitleri ve Geven çeşitleri ile Bırklin yöresi tam anlamıyla bir açık tabiat eczanesi gibidir. Köylerde daha çok bağ, bahçe ile ilgilenilmektedir. Meyve ve sebze çeşitleri oldukça fazla ve kalitesi yüksektir. Meşhur Lice Domatesi ve Kılıdar Soğanı bu yöreye aittir.

Mağara Turizmi Maalesef ülkemizde tarihi ve turistik değerlere verilmesi gereken önem daha yeni yeni anlaşılmaya başlanmıştır. Oysa dünya baş döndürücü bir hızla kalkınmakta, gelişmiş ülkelerde sosyal ve ekonomik değerler turizmin lehine yer değiştirmektedir.

Günümüzde sanayisi güçlü birçok ülkenin turizm geliri, silah satışından elde ettikleri geliri katlar durumdadır. Türkiye son yıllarda bu alanda ciddi sayılabilecek ataklar geliştirmiş ve turizm gelirini arttırmıştır. (bugün turizm gelirimiz 20 milyar dolar sınırına dayanmıştır)

Ülkemiz, özel konumu, tarihi, jeolojik, jeomorfolojik ve jeostratejik durumu ile aynı mevsimle yaşanan iklim çeşitliliği ile turizm alanında daha fazla kazanımlar elde etmeğe müsait bir yerdedir. Geçirdiği jeolojik ve jeomorfolojik süreçler nedeniyle de çok ilginç şekillere ve doğal karstik mağaralara sahiptir. Akdeniz bölgemizde, Torosların üzerindeki karstik şekiller ve mağaralar tüm dünyaca bilinmektedir. Aynı karstik şekil ve mağaralar ve tarihi anıtlar, Güneydoğu Toroslar üzerinde de mevcuttur. Bu bağlamda Lice’deki Bırklin Mağaraları bu harika oluşumların başında

297

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


gelmekteler. Burası sağlık alanında olduğu gibi tarihi ve doğal güzellikleri ile de hizmete açılabilir. Göğüs hastalıkları uzmanı merhum Prof. Dr. Selahattin Yazıcıoğlu bu mağaraların içlerine doğru oluşan temiz havanın özellikle nefes darlığı çeken hastalar için rahatlatıcı özelliğe sahip olduğunu, bu mağaraların sağlık turizminde kullanılması gerektiğini savunmuştur. Görkemli manzarası, yüksek tünel ve kitabeleriyle, çok miktarda sarkıt ve dikitiyle, genişleyip daralan karanlık dehlizleriyle Bırklin Mağaraları tarih boyunca dikkatleri üzerine çekmiştir. Bunca yerin hâkimiyetini elinde tutan III. Salmanassar ve diğer hükümdarlar kitabelerini neden buraya kazdırmışlardır. Bu konu gerçekten birçok araştırmacının dikkatini ve merakını çekmiştir. Gerçekten Asurlular, yukarı Kızılırmak’tan Akdeniz’e, Hazar Gölünden Van Gölüne, oradan Basra Körfezine kadar bir bölgeyi egemenlikleri altına almışken Bırklin Mağaraları ve civarına neden bu derece önem vermiş olabilirler? Benim şahsi kanaatim şudur: Diyarbekir bölgesi, eski çağlardan bu yana Akdeniz’den Basra Körfezine, Karadeniz’i Mezopotamya’ya bağlayan aynı zamanda Bitlis ve Van Gölü havzası üzerinden İran’a ulaşan yolların düğüm noktası üzerinde bulunmaktadır. Bu düğüm noktasının merkezi kontrol noktası olarak da Bırklin Mağaraları ve civarı seçilmiştir. Burası konum itibariyle savunmaya elverişli bir pozisyondadır. Önemli ticaret yolları, geniş ve verimli ovalara açılan yollar buradan geçmektedir. İşte Kırhi (Korha Memleketi)’nin önemi buradan kaynaklanmaktadır.

O halde tarihte bu derece önemli bir yere sahip, hem doğal hem de tarihi ve kültürel yönleriyle nadir bulunan türdeki Bırklin Mağaraları nasıl oluyor da yurtta ve dünyada böyle unutuluveriyor? Bu soruyu cevaplandırırken aynı zamanda dünyada mağara turizmi adına ne tür faaliyetlerin yapıldığına da bir göz atalım. Amerika Birleşik Devletleri’nde bulunan Mammoth Mağarası 100 km uzunluğa sahiptir. İsviçre Höll-Loch (cehennem ağzı) Mağarası 62 km, Avustralya’da Weit Mağarası 40 km, Fransa’da Glaz Mağarası 17 km, Yugoslavya’da Postonya Mağarası ise 20 km uzunluktadır. Çoğu sarkıt dikit ve tünellerden oluşan bu mağaralar ıslah edilmiş, havalandırma, elektrik tesisleri, aydınlatma hatta tünellerde küçük elektrikli trenler dahi işletilmektedir. Avrupa’da “Mağara Bilimi” diye özel bir alan bulunmaktadır. Bilim insanları, mağara hayvan ve bitkilerini NBC silahlarına karşı mağaralardan faydalanma yollarını, soğuk hava deposu, santral, fabrika kurabilme imkânlarını, yer altı geçidi olarak kullanabilme imkanlarını, sel baskınlarının mağaralara aktarılmasını, elektrik enerjisi üretimi gayesiyle yer altı sularının toplanması konularında araştırmalar yapmakta ve araştırma sonuçlarının tatbikine çalışmaktadır. Duvarlarında bulunan motif ve resimlerden ötürü Milattan önceki yıllarda insanlar tarafından kullanıldığına dair izler taşıyan mağaralar gibi

298


Bırklin Mağaraları da dünyadaki örnekleriyle mukayese edilerek bir an önce ve layıkıyla turizm hizmetine kazandırılmalıdır. Bırklin Mağaraları, sarkıt ve dikitleriyle, kitabeleriyle, eski medeniyetlerin kalıntılarıyla, Antalya yöresinin Damlataş ve Karain Mağaraları ile kıyaslanabilirken; tünellerinin uzunluğu ve yüksekliği ile de Fransa ve Yugoslavya’daki mağaralarla kıyaslanabilir.

SONUÇ Bırklin Mağaraları, Diyarbakır ilimizin Lice ilçesinde yer almaktadır. Ülkemizin ve de dünyanın ender bulunan doğal güzellikleri, tarihi ve kültürel değerlerle süslenmiş varlıklarındandır. Bu mağaralar bugün maalesef kaderine terk edilmiş durumdadır. Oysa bu dünya harikası doğa ve tarihi değerleri korumalı, turizme ve ekonomiye kazandırmanın yollarını aramalıyız. Belki doğal mağaralar oldukça çoktur ama hem doğal hem de tarihsel stil ve belgeler içerenleri oldukça nadirdir. Bu benzersiz eserleri turizme açmak için bir an önce hareke geçilmelidir. Öncelikle burası SİT Alanı ilan edilmeli ve daha fazla tahribata uğramasının önüne geçilmelidir. Turizme açılması için gerekli olan çalışmalar da bir an önce başlamalıdır. Öncelikle burada gerekli turistik tesisler, astım hastaları için yataklı hastane, Bırklin suyunun şişelenmesi gibi ekonomiye kazandırılabilecek yönleri özel firmalara ihale edilebilir. Mağara yolunda bazı spor ve entegre tesisleri kurulabilir. Kişi sağlığını düzeltmeye yönelik, rahatça kalınabilinecek, yöredeki şifalı bitkilerden faydalanma imkânı sunan profesyonel bir tesis oldukça güzel olacaktır. Eminiz ki bir süre sonra gerek çevre halkı gerekse turistlerin teveccühü ile burası doğal bir tanıtım sürecine girecek ve kendi adını tüm dünyaya duyuracaktır. Şu an itibariyle özellikle üniversitemizden bu konuda bir atak yapmasını beklemekteyiz. Burası Üniversite ile senkronize olarak İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü işbirliğinde en kısa zamanda “Kültür ve Tabiat Anıtı” ilan edilmeli ve böylece daha fazla tahrip edilmekten kurtarılmalıdır.

299

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


KAYNAKÇA: 1. Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi, Şevket Beysanoğlu, 1.Cilt, Ankara 1996, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Yayınları 2. M.Fahrettin Kırzıoğlu, Kars Tarihi, s: 38 3. M.Ş. Günaltay, Yakın Şark ve Mezopotamya, s: 557 4. Kemalettin Köroğlu, Üçtepe I, Ankara 1992 5. xa.yimg.com/kq/groups/18647608/868604471/name/28-+Býrklin.doc 6. www.diyarbakirturizm.com/diyarbakir/haber/259-kultur-sanat-birklin-magaralariarastirilmali.html 7. www.diyarbakirturizm.com/diyarbakir/haber/230-guncel-diyarbakir-kaleleri.html 8. www.diyarinsesi.org/yazi/diyarbakiri-anlatmak-24-bereketli-hilalin-icindeki-yildiz-13559.htm 9. www.turkansiklopedi.com/turkiye/66-iller/21025-diyarbakir.html 10. www.turuncusohbet.com/forum/showthread.php?p=8644

300



SİLVAN HASUNİ VADİSİ VE HASUNİ MAĞARALARI

302


ÖZET Hasuni Mağaraları, Silvan’ın 6 km. doğusunda Uluslararası bir yol olan Silvan-Malabadi köprüsü (Tatvan-Van- İran yolu) yol güzergahında yer almaktadır. Antik şehir, Albat dağı’nın güney eteklerindeki Hasuni Vadisi’nde kurulmuş olup Silvan Ovasına hakim bir noktadadır. Hasuni vadisinin doğal ve arkeolojik yönü bu makalede ele alındı

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Hasuni Mağaraları Anadolu’nun en eski mağara yerleşim yerlerinden biri olan Hasuni mağaraları arkeolojik değere sahip olup, Mezolitik (Epipaleolitik) döneme kadar tarihlenmektedir. Yontma taş devri olarak bilinen bu dönemde insanlar yerleşik hayata geçmiş, kendilerini korumak ve avlanmak için taşları yontmaya başlamıştır. Hasuni’de bu dönemde kurulmuştur.

Bir kaleyi andıran yekpare kaya parçaları üzerinde oyularak yapılan ve irili ufaklı 300 odadan oluşan Hasuni Mağaraları kapladığı alan ve mağara sayısı itibari ile Anadolu’da emsal teşkil etmektedir. Biri kaya kilisesi olmak üzere iki kiliseye sahip olan Hasuni Mağaraları koridorlarla birbirine bağlıdır. Hasuni Mağaraları, antik dönemde özellikle Hıristiyanlığın ilk yayıldığı dönemlerde ve orta çağda önemli yerleşim alanlarından biri olmuştur.

303

Nejat satıcı saticinejat@mynet.com


Birçok odadan oluşan kaya kilisesinin yanında, Ortaçağ’da mağaraların alt kısımlarındaki düz alanda Silvan yöresine özgü renkli kesme taşlar kullanılarak bir kilise daha inşa edilmiştir.

yerlerinden biri olan Hasuni Mağaralarını araştıran Prof. Dr. İ. Kılıç Kökten, Diyarbakır çevresinde 1.161’i yapay, 2.418’i doğal olmak üzere toplam 3.579 mağara ve kaya sığınağını tespit etmiştir. Diyarbakır’daki yapay mağaraların ¼’ü Hasuni’dedir Diyarbakır Müze Müdürlüğü tarafından bir dönem kurtarma kazısı yapılmıştır. Yapılan bu kazılar yüzeysel olup çok yetersizdir. Geniş çaplı bir kazı ve araştırmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Prof. Dr. İ. Kılıç Kökten 1946’da Silvan çevresinde kalkolitik, bakır veya tunç çağına ait yerleşme tabakaları tespit etmiştir.

Kaya parçalarının dizilmesiyle taş yollar ve kayaların oyulması ile çıkış merdivenleri, sarnıçlar, su arkları, kiliseleri, dokuma atölyeleri gibi şehirleşmenin sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını karşılayan önemli yapılara sahiptir. Hasuni Mağara Şehri, Kültür ve Tabiat Varlıkları Kurulunca 1990 yılında doğal sit alanı olarak ilan edilerek birinci derece arkeolojik alan olarak tescil edilmiş ve yasal koruma altına alınmıştır. Diyarbakır il sınırlarındaki en büyük mağara topluluğu olan ve koridorlarla birbirine bağlı 300 mağaradan oluşan hasuni mağaraları bir ortaçağ şehri görünümündedir. Hasuni mağaraları Diyarbakır’ın en büyük ilçelerinden biri olan Silvan’ın 6 km. uzaklığında Silvan-Malabadi karayolunun sol tarafında bulunan ve yörede Hesune, Hasune veya Hasuni olarak adlandırılan mağara topluluğudur. Anadolu’nun

en

eski

mağara

yerleşim

304


Kayalara oyularak yapılan ve bir kaç bölümden oluşan Hasuni Kaya kilisesi dini amaçlı kullanılan en eski mabetlerden biridir. Tepesi huni şeklinde olan dört katlı kaya kilisesinin yanında muhtemelen eğitim amaçlı olarak kullanılan ve bir mini amfi tiyatroya benzeyen beş basamaklı merdiven vardır.Tahrip edilen Hasuni Kaya Kilisesi, Hıristiyanlığın yayıldığı ilk dönemlerden 13. yy.a kadar kilise olarak kullanılmıştır.

Antik Hasuni Kaya kilisesi’nin tüm duvarlarında kayaların kazınması ile duvar delikleri ve kulplar yapılmıştır. Ayrca kapı üstlerinde ve pencere kenarlarında kazınmış farklı kabartmalar da bulunmaktadır.

Kilise duvarındaki pencere ve işaretler

Mini amfi tiyatroya benzeyen ve kaya kilisesinin devamı sayılan önü açık bir mağara odası bulunmaktadır. Kilisenin yanındaki bu alanının eğitim amaçlı kullanıldığı tahmin edilmektedir.

305

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


kesme taşlarla yapılan bir kilise vardır. Tavanı yıkık olan ve kimler tarafından yapıldığı bilinmeyen kilisenin yapım tarihi de belli değildir. 13. yüzyılda yapıldığı tahmin edilmekte Silvan yöresine özgü beyaz kesme taşlarla 13. yüzyıl da yapılan Hasuni Kilisesi yapımında Silvan yöresine özgü renkli kesme taşların kullanıldığı kilise, define avcıları tarafından tahrip edilmiş olup gerçek bir korumaya ihtiyaç duyulmaktadır.

Mini amfi tiyatro

Kilise ile amfi tiyatronun arasındaki boşluğun tavanı tuğla ve taş ile örülerek kapatılmıştır. Kapatılan yerin kubbe kısmı yıkılmış olup Bizanslılar tarafından yapıldığı sanılmaktadır.

Hasuni’de yaşayan insanlar kendi teknolojilerini yaratarak Yaşamlarını kolaylaştırma yoluna gitmişlerdir.Yer şekillerini kullanarak sarnıçlar yapmış ve kayaları oyarak arklarla (Kanallarla) sarnıçları birbirlerine bağlamışlardır.

Arkeolojik değere sahip olan antik Hasuni Kaya kilisesi define avcıları ve ziyaretçiler tarafından halen tahrip edilmektedir. Konuşulan odur ki definecilerin sahip olduğu bilgi, ilgili birimlerin SAHİP OLDUĞU bilgilerden daha fazladır. Ve biz burada bir kültür mirasının yok edilmesini ilgi ile seyrediyoruz sadece.... Hasuni Mağara Şehri’nin eteklerindeki düzlükte

Kışın yağan kar ve yağmur suları ile sıralı

306


olarak yapılan sarnıçlar su ile doldurulmuştur. Belli aralıklarla oluşturulan sarnıçlardan ilki dolduktan sonra taşan su kanallar aracılığıyla ikinci sarnıca akmaktadır.İkinci sarnıçtan taşan su yine kayaların kanal şeklinde oyulması ile üçüncü sarnıca akmaktadır.

Birbirlerine kanallarla bağlı olan su depoları (sarnıçlar) sayesinde İnsanlar mevcut su ihtiyaçlarını kışın karşıladığı gibi depolanan suyu yazın da kullanmışlardır.Ayrıca mağaraların içinde yapılan sarnıçlar da vardır. Birbirlerine kanallarla bağlı olan su depoları (sarnıçlar) dışında arklarla sular mağara içlerine akıtılmıştır. Yine arklarla suya yön vererek tahliye etmişler veya ihtiyaçlarına göre tasarlamışlardır. Hasuni mağara şehrinde ulaşımı rahat yapmak için kaya merdivenleri yapılmıştır.Kayalar kazınarak merdiven basamakları haline getirilmiştir. Bu çıkış-iniş merdivenlerinin bir kısmı zamanla aşınmıştır. Bazı kaya merdivenleri günümüzde kullanılır durumdadır.

Hasuni Mağara Şehrindeki en yüksek nokta piramide benzemektedir. Ne amaçla yapıldığı bilinmeyen ve dört bir tarafı uçurum olan kaya kütlesinin tepesi düzleştirilmiştir. Buraya muntazam şekilde yontulmuş kaya merdivenlerle çıkılmaktadır. Mabet veya Sunak yeri olarak kullanıldığı sanılmaktadır.

307

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Şehrin giriş kısmında taşların döşenmesiyle geniş basamaklı taş döşeme yollar yapılmıştır.

Hasuni Mağara Şehrindeki koridor, oda ve pencereler

Koruma amaçlı yapılan mağaralara ait kapı girişleri

Hasuni’de mağaraların sütun ve duvarlarına oyulmuş asma yerleri

308


DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Hasuni’de mağaraların iç kısımlarında küçük havuzlar bulunmaktadır

Odaları bir birinden ayıran kaya duvarlar

Çok katlı mağaralar tarihin ilk gökdelenlerinden biri olan ve antik çağdan ortaçağa kadar yerleşimesahne olan hasuni mağara şehri bulunduğu vadidenSilvan ovasını gözlüyor.

Hasuni Mağaralarının turizme kazandırılması Silvan ve bölge ekonomisi için önemlidir. Bir mağara cenneti olan Silvan, tarihi, doğal ve kültürel zenginlikleriyle turistik çekiciliğe sahip önemli yerlerden biridir. Hasuni Mağaraları gün geçtikçe yerli ve yabancıların ilgisini çekmektedir. bacasız sanayi denen turizmi canlandırmak İçin Hasuni’ye turlar düzenlenmelidir. Antik Hasuni mağara şehri yeterince tanıtılmamıştır. 300 mağaradan oluşan Hasuni Mağaraları turizme kazandırılmalıdır. Antik Hasuni mağaralarının turizme kazandırılması için öncelikle yolunun asfaltlanması, insanların rahatça çıkabilmesi için yöreye özgü taş döşeme merdivenlerin yapılması, aydınlatma ve çevre düzenlemesinin 309


yapılması gerekmektedir. Hasuni’nin turizme kazandırılması ile başta Silvan olmak üzere tüm bölgenin sosyo-ekonomik gelişmesine katkı sağlanacaktır. Silvan ilçesi tek başına tarihi, doğal ve kültürel zenginlikleriyle bölgenin turizm merkezi olabilecek kapasitededir. Antik Hasuni Mağara Şehri dışında Diyarbakır il sınırlarındaki yapay mağaraların yaklaşık yarısı Silvan ilçe sınırların-dadır.Başta 300 mağaradan oluşan Hasuni olmak üzere, muhteşem doğası ile Derika Mukure mağaraları, döneminin kral dairesi olan 2 yataklı Temtemburg mağarası, Doğal ve yapay mağaların bulunduğu Hamido Mağarası, Kral koltuğu denen Pezan Mağarası, Keftar Mağarası ve Ga mağarası gibi pek çok mağara vardır.Yapay Ve doğal Mağaraların Bulunduğu Derika Mukure Bölgesi Silvan, Malabadi Köprüsü civarında.

Temtemburg Mağarası - Silvan

Başta dünyada dolgu sistemiyle yapılan tek kale-şehir olan Silvan kalesi, Dünyanın en geniş taş kemerli köprüsü olan Malabadi Köprüsü, bölgemizin en büyük ve eski camilerinden biri olan Selahaddin-i Eyyubi Cami, Efsane aşka konu olan Zembilfroş Burcu, Eyyubi eseri Kot Minarenin yanında Kaleleri, camileri, kiliseleri, köprüleri,mağaraları, efsaneleri, eşsiz köşk ve konaklarıyla bin yılı aşkın süredir kutlanan Gülan ve Murat Şenlikleriyle tanıtılması gereken bir turizm merkezidir. Silvan, sahip olduğu değerleriyle bölge ekonomisini canlandıracak önemli yerlerin başında gelmektedir.

Derika Mukure Mağaraları 1- Silvan

Çağının kral dairesi olan Temtemburg Mağarasına oyulmuş kaya merdivenlerle çıkılmaktadır. Girişin sağ ve sol tarafında kayaların oyulması ile divana benzeyen oturma veya yatma yerleri yapılmıştır.

310



DİYARBAKIR İLÇELERİ VE DOĞA GÜZELLİKLERİ



HANİ İLÇESİ

314


ÖZET Hani, Diyarbakır’ın ele alınmamış ve tarihte kimi kalkışmaların, savaşların yapıldığı alanda yer alan ilçelerinden biridir. Bu tebliğimizde Hani hakkında eserlerde yer almış kimi saptamaları sunacağız, konu hakkında kimi eleştirileri beraberinde vereceğiz.

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Cumhuriyet Dönemi’nde Hani İçin Belirtilen Bilgiler Diyarbekir İl Yıllığı (Basri KONYAR): “Diyarbekir’den çıkılarak (Telalo) köyü altından sola sapılırsa (Baybuni) ve (Ağviran) köylerine uğranır. Ağviran’ın bir az ilerilerine kadar, çorak bir yükseklikte dümdüz uzanan ham bir yol takip edilerek birden Bodur meşelerle bezenmiş bir sırta çıkılır.Soldaki tepeler yemyeşildir., bu ağaçların arasında kırmızı çamurdan yapılmış birkaç ev görünür. Az aşağısında bir pınar vardır. Fakat adı üç pınardır. Suyu derinden gelir ve toprak kokar. (Seypin) den sonra ağaçlıklar biter. Karşıyı saran sıra dağlar iki büyük ve güzel köyü yamaçlarında saklarlar. Yol üzerinde yıkılmış taşlıklar burada bir vak’a geçtiğine ve birinin öldürüldüğüne işarettir. Bu muhitte bir vak’ayı hatırlatmak için böyle basit ve amelî abideler yığılması yayğın bir adettir. Buradan sonra güzel bir şose, tekerleklerin altına serilmiş bulunur. İki taraf ağaçlıklıdır. Ve artık Hani görünmeye başlar. Hani Kasabası Diyarbekir’e 60, Lice’ye 25 kilometredir. Denizden 1200 metre irtifaında, şarktan garba uzanan iki silsilenin ortasında beş kilometre arzında gayet mümbit ve mahsuldar bir ova üzerindedir. Suları güzel, havası sağlamdır. Hani’de 327 ev ve 46 dükkân mevcut bulunması iktisadi vaziyetini gösterir. Oldukça muntazam bir hükûmet konağına maliktir. Bu konak önünde meşhur ve eski bir kaynak olan (Aynı Kebir)) bulunmaktadır. Bu su, Hani dağının eteklerinden kaynar ve dokuz kemerli bentlerden çıkarak büyük bir havuz teşkil eder. Bu gözlerin yedisi havuz içine alınmıştır. Yazar,”Hani’nin bazı evleri taş yapı ve sıhhî şeraite muvaffaktır. Yalnız sokakları dardır.” şeklinde genel bilgileri sıralar. Diyarbekir İl Yıllığı’nın hazırlayıcısı olan Basri KONYAR’ın 1934’te yaptığı bu tespit üzerinden yıllar geçti. Şimdi Hani’ye baktığımızda değişen fazla bir durum yoktur,

315

Mehmet Ali Abakay Araştırmacı-Yazar diyarbekirimtv21@hotmail. com


adeta. Hani, iş alanlarının olmadığı, daima göç veren bir ilçedir. Şehirle fazla bağlantısı olmayan, kendi ürettiği ile yetinmeye çalışan, kısıtlı ekim alanlarına sahip olmasına rağmen toprakla didişen insanın emeğinin karşılığını aradığı ve bulduğu bir ilçemizdir.

Tarihi Eserler

Basri KONYAR’ın Hani hakkında verdiği diğer bilgiler:

Yasin Minaresi

“1291 de Palo kasabasına merbut olan Hani bu gün Lice kasabasına bağlı otuz beş köylü ve on bin yüz elli üç nüfuslu büyük bir nahiyedir. Buğday, arpa, pamuk, darı mahallî mahsulatın başlıcalarını teşkil eder. Ziraat usulü iptidaidir. Civar dağlardaki meşelikler odun ihtiyacını temin etmektedir. Üzüm ve meyva bahçeleri çoktur. Güneşe mütevvecih cebhelerde hemen hüdayinabit denecek kadar az bir emekle mükemmel başlar vücuda getirilmiştir. Üzüm mühim bir varidat temin eder. Söğüt ağaçları burada zikre değer bir varlıktadır. Dağlık ve meşelikli olan arazide en çok beslenen keçidir. Koyun, at, öküz, eşek dahi beslenmekte ve mahsulâtı hayvaniyeden istifade edilmektedir. Bu gün belli başlı bir san’atı olmayan nahiyenin ihracatı hububat, pamuk, yaş ve kuru meyvalarla kereste, bilhassa ceviz tahtalarıdır. Çiftçilik ve çobanlıkla meşgul olan halk iptidaî bir saffet içindedir. Ev işlerini görmek, ekin ve harman işlerine yardım etmek bilhassa kasabalarda kurulan pazar yerlerine gitmek kadınların esas meşguliyetlerini teşkil eder.”

Bu bölümde yaptığımız araştırmalardan elde edilen kaynaklardan İlçemize ait tarihî eserlere ilişkin verilen bilgiler sunulacaktır. Kaynaklar arasında benzer yönler, tekrarın olmaması için gerekmedikçe alınmamıştır. Yasin Minaresi olarak adlandırılan yapı, daha önce yıktırılan bir camii’den kalmıştır. Kimi kaynaklarda yapının gözetleme kulesi olarak yapıldığı yer alsa da minare, teknik ve biçim olarak Silvan’da bulunan Kırık Minare ile benzerlikler taşımaktadır. Muhtemelen Moğol Saldırıları döneminde camii yıktırılmış bir minaredir. Yapının deprem sonrası yıkılması ihtimali üzerinde durulsa bile Silvan’daki benzer minare tarzını taşıması ve yarıya kadar yıktırılmış olması, akla Moğol Dönemi’ni hatırlatır.

Basri KONYAR “Hatuniye Medresesinin bir az ilerisinde kasaba haricinde kalmış bir minare ile harab bir cami görülür. Diyarbakır minareleri gibi dört köşeli olan bu minarenin üç katlı olduğu anlaşılıyorsa da üst kısmı yıkılmıştır. Birinci kısım 15-18 metre irtifadadır. İkinci kısım 12, üçüncü kat da 10 metre yükseklikte vardır. Birinci kemerin altında çepeçevre (Ayetülkürsi) yazılmıştır. İkinci kemerin altında ve şimale müteveccih cebhesinde diğer bir yazı mevcud ise de tesiratı havaiye ile okunamaz bir hale gelmiştir. İnşa tarzı ve yazıların fark edilebilen karakterine göre bu eser Artukoğullarına aid olmalıdır.” Minare hakkında ayrıntılı bilgi veren KONYAR, Silvan’daki yıkık minare ile bağlantı kurmamıştır.

316


Yatırlar Basri KONYAR’ın tespitleri: “Bu minarenin (Yasin) az ilerisinde Seyit Bedreddin yatırı vardır. Vaktile çocuğu olmayan kadınların, hastalığa tutulanların, müşkül vaziyette kalanların şifa ve necat umdukları bir makam imiş. Sık sık vaki olan ziyaretlerde kurbanlar kesilir, hep gelenlere helva ve ekmek dağıtılırdı. Kasabanın şimal tarafında bulunan küçük bir mescide (Caferi Tayyar) medfundur. Torunları merkadin etrafındaki evlerde oturmaktadırlar. Yakın zamanlara kadar bir iki köyle kasabadaki bazı evlerin zemini iş bu yatırın evkafından idi. Kasabanın iki saat garbı cenubisinde (Piri Leşkeriyan ) köyünde peygamber oğullarından Mehmed Askeri’nin kabri vardır. Bu da vaktile çok ziyaret edilen bir makam imiş.” Kazım BAYKAL’ın 1939 Yılındaki tespitleri: “Hani’de Şeyh Bedrettin Türbesinin yanında tepesi yıkılmış eski büyük bir dört köşe minare var. Okunması güç iki kitabesinden üstte dört yüzü kuşatan bir ayetel-kürsü ile altında yalnız (hams) kelimesi okunabilen ve diğer kelimeleri okunamayan evvelki kitabenin bir parçası var. Yazı Artık oğullarının Nesih yazısıdır. İsim ve tarih olmadığı için kime ait olduğu anlaşılamadı. Yine Kasabanın üstünde (Cafer Tayyar) dedikleri bir türbe ve minare var. Yanında metrûk bir mescit görülüyor. Türbede isim ve kitabe yoktu. Yalnız duvarlarında Artık-Beysan oğullarına ait süslü kûfi yazılı kitabe kırıntıları görülüyor. Minare dört köşe üstünde ve yan yüzlerinde küçük mihraplar var. Asıl makberin sandukasının baş ucunda mevcut lafzayı celâl diğerinde Allah, Muhammet yazılı. Bu madeni alem alevilik arzediyor. Halk asıl Cafer Tayyar’dır diyor, fakat değildir. Çünkü o zat bu civarda ölmemiştir Olsa, olsa Ali’nin ahfadından biridir. Hani’de bize bir kupa gösterdiler., onbeş santim kutrunda sadeftir. İçinde oyma ve çok kıymetli sanat eseri olan ince yazılar var. Bu kupanın bir muhabbet tılsım tası olduğu zannedilir. Yazılar birkaç ayet, on iki imamın ve eshabı kehfin adlarını ihtiva ediyor. Kupanın bir köşesi kırılmış, bu çok kıymetli sanat eserinin iyi muhafaza edilmesi gerekiyor.” Halkın psikolojik rahatsızlıklar için Şeyh Bedreddin Yatırı’na, sarılık hastalığı için de Aynkesir’e hastalarını götürmesinin beraberinde çevre illerden ve ilçelerden de bu iki mekâna ziyaretçi eksik olmaz.

317

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Şeyh Bedreddin Türbesi, ilçe merkezinde olduğu için iyi korunmuş ve dış tahriplerle karşı karşıya kalmamıştır. Sarılık hastalığına iyi geldiği söylenegelen suyun da folklorik bir zenginliğe dayalı olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü bu hususta birçok yerde bu tarz gelenekten kaynaklanan tedavi biçimlerine rastlanır. Şeyh Muhammed Askerî Mezarı, Hani ve Dicle sınırında yüksekçe bir tepede bulunmaktadır. Gittiğimiz bu mezarda Şeyh Muhammed Askerî’nin bayrağı-sancağının oldukça yıpranmış olduğu görüldü. Kabrin onarımında kitabenin aslının dış cephede bölünerek yerleştirilmiş olduğu görüldü. Leşkeriyan Köyü’ne bakan tepede bulunan mekânda içme suyunun bulunmayışı, yolunun yapılmamış oluşu, bu ziyarete ulaşmayı güçleştirmektedir. Seyyid olan Şeyh Muhammed Askerî’nin ayrıca soy kütüğü de türbede çerçevelenmiş biçimdedir. Halkın Caferî Tayyar olarak saygı gösterdiği türbe ve türbenin ismini alan camiî, son dönemde restore edilmiştir. Tarihî kabristanın deprem sonrası ortadan kaldırılması ile birçok kitabeli mezar tahrip edilmiştir. KONYAR’ın verdiği bilgiye dayanan kimi araştırmacılar, Caferî Tayyar’ın burada olduğunu zannederek, eserlerine de bu bilgiyi aktarmışlardır. Sancaktar olan Caferin şehid düşmesi ile gömüldüğü alan belli iken, halkın maneviyatta bir parçasının buraya düştüğünü ifadesi, hakikatle bağdaşmamaktadır. Belki de bu katıldığı savaşta yaralar almasına, kollarının kesilmesine rağmen sancağı düşürmeyen Cafer’in hatırasını canlı tutma adına söylenegelen ifade, Hadis-î Şerif’te Hazreti Muhammed’in kendi akrabası olan Cafer’e “Tayyar” lakabını vermesi de söz konusudur. Cennetle müjdelenen isimler

arasında yer alan Caferî Tayyar’a hürmeten bu hatıra yaşatılıyorsa da doğru olan belirtilmelidir.

Ulu Cami Basri KONYAR, camii için şu tespitlerde bulunur: ”Kasabada iki cami bulunur. Büyük cami, sade ve metin bir tarzda işa edilmiştir. Minaresindeki mahkûkât üç asır evvel yapıldığını gösteriyor. Kapısı üstündeki kitâbe 1091 de tamir edildiğini bildirmektedir.” Kazım BAYKAL ise, yapının Osmanlı olduğunu belirtir: “Hani’nin Ulu Camii de eski fakat kitabesi yok, tip Osmanlı tipidir. Sonradan tamir görmüş yanındaki ikinci parça yıkılmak üzeredir.” Ara ALTUN, 1971 yılında Ulu Cami için şu tespitleri sıralar: “Dikdörtgen bir alanı kaplayan ve kuzeyinde bir minaresi olan yapı, çeşitli onarımlara işaret etmektedir. Doğuda ve batıda birbirinden yükseklik farkları bulunan iki bölümden meydana gelmektedir. Özellikle doğuda fevkâni bir durumu vardır. Bir su kaynağının kenarında olması yüzünden yüksekçe bir setin üzerine yapılmıştır. Doğu kısmının altında bir sıra dükkân seçilir. Bunların basık kemerli dört kapısı sete açılır. Setin istinat duvarını meydana getiren taşlardan bazılarının işlenmiş oldukları görülür. Minare bu gün yapıdan dışarıda kalmış, kuzeyde, evler arasına sıkışmıştır. Kare plânlı minarenin kesme taş yapısı ortada bir silmeyle ikiye ayrılmıştır. Şerefe bölümünde de konsolları çok aşınmış bir silme seçilirse de bundan yukarı kısmı yuvarlak

318


ve geç devir eklidir. Birinci kısmın üst silmesinde kitabe bozuğu birkaç işli taş seçilebilir.” ALTUN, incelemesinin sonunda “Artuklu devrine konması şüpheli bir yapı olmakla birlikte bazı kısımları ve minaresi hakkında genellikle Artuklu yargısı bulunduğundan “ dolayı eseri çalışmasına aldığını belirtir. Rahmi Hüseyin ÜNAL’ın Tespitleri: Ulu Cami: Hani ilçesi içinde, belediye ve kaymakamlık binalarının yer aldığı küçük meydanda, Ayn-i Kebir adı ile anılan su kaynağının kenarındadır. Muhtelif devirlerde geçirdiği onarım ve değişikliklerle ilk şekli bozulmuştur. “Yapının batı yüzüne yerleştirilmiş taçkapıdan, bu gün avlu olarak kullanılan bir mekana girilmektedir. Caminin üzerinde yer aldığı arazi kuzey-güney yönünde eğimli olduğundan, güneyde, su kaynağına bakan cephenin zemin katına küçük dükkanlar inşa edilmiştir. Ortada iki dikdörtgen paye, yanlarında ise duvarlar üzerine dayanan üç kemer gözü avluyu ikiye bölmektedir. Bu bölmelerden kuzeydekinin üzeri açıktır. Güneyde kalan ve üzeri düz beton bir çatı ile örtülmüş olan kısım, silindirik sütunlar üzerine oturan üç kemer gözü ile cepheye açılmaktadır. Kırık kemerlerin güneye bakan yüzleri, bir dizi silme ile belirlenmiştir. Avlunun kuzeybatı köşesinde, biri batı, diğeri de kuzey duvarına yerleştirilmiş iki kapı görülmektedir. Cami hariminin iki ayrı bölümüne açılan bu kapılardan batıdaki lışılmamış formdan üç dilimli bir kemer içine açılmaktadır. Muhtelif tarihlerde yapılan köklü onarım ve değişiklikler, yapının il şekli hakkında kesin önerilerde bulunmamızı engellemektedir.” ÜNAL, batı harimi taç kapısı üzerinde yer alan kitabe çözümlemesi: ”1093/1682 yılında yenilenmiştir. Sene 1093/1682 “ Minarenin çatıdaki kapısı üzerindeki kitabeyi de “1067/1656-57 yılında yenilenmiştir.” olarak kayda geçmiştir. Yazar, “Bu iki kitabeye göre 1657 ve 1682 yıllarında iki defa onarım görmüş olan yapının ilk inşa tarihi, (...) bilinmemektedir. İlk yapı muhtemelen Artuklu devrinde inşa edilmiş, tarihi bilinen ve bilinmeyen onarımlarla asli hüviyetini

319

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


kaybederek bu günkü şeklini almıştır.” der. Yapının yabancıya aidiyeti konusunda halk arasında “Acem” ifadesi, akla İranlıları getirir. Bu yanlış bir bilgilemedir. “Acem”, Arapça’da yabancı manasını taşıdığı için, ifade edilen, yapının yerlilerce yapılmadığıdır. Silvan’da, Hazro’da bulunan camiiler için de “Acem Camii” denilmektedir. Camiî’nin altından akan su gözeleri’nin mutlak surette Roma Dönemi veya öncesine dayandığı muhtemeldir. Hani’ye hâkim üst kısımdaki dağların eteğinden akıp gelen su kaynağı, ilçenin bahçe ve ekin sulama ihtiyacını geçtiği alan itibariyle karşılamaktadır. Yalnız suyun geçtiği alanda bulunan Zeynebiye Medresesi ve Yasin Minaresi, su arklarının sağlam yapılmamış olması sebebiyle daima nemli olmasıyla dikkat çekmektedir. Özellikle Medresede olan nem oranını azaltmak için su kanalının iyi bir biçimde yapılması esastır.

Medrese KONYAR, 1932 senesinde araştırmalarda bulunduğu Hani Medresesi için “Diyarbekir Yıllığı’nda şu bilgileri verir: “Hani’de en şayanı dikkat bir eser olan bu medrese görülmeğe değer bir san’at mahsûlüdür. Beyaz bir taştan kubbeli yapılmış ve biraz eksamı yıkılmış olmasına rağmen mimarı henüz içinden çıkmışa benzemektedir. Alınan fotoğraflar iç kısmın büyük eyvanını ve diğer aksamı göstermektedir. Eyvan, tavana kadar münakkaştır. Arka tarafa küçük fakat müsenna dört kapı açılmıştır.Büyük avlunun etrafında çok güzel hatt ile çepeçevre (İnnafetahna) yazılıdır.Asıl kapısı örtülüştür.

İç havuza su giden kısmın etrafına da boydan boya (Yasin) yazılmıştır. Bu yazı ezıcık bozuktur. Medresenin en mühim kısmı dört kemer üzerine oturtulmuş olan ve şimdi kubbesi yıkılan parçasıdır. Burada da büyük ve okunaklı çok güzel bir sülüs ile çepeçevre (Ayetülkürsi) yazılıdır. Halk(Zeynep) adında bir kadın yaptırıldığını beyan etmektedir.

tarafından

1292 Tarihli bir kayıtta Hani kasabasının Hatuniye medresesile merbutatından olup Mardin sancağına tabi Hasankeyf’te bulunan Zeynebiye zaviyesinden bahsedilmektedir. Mardin’e bağlı (Kızıltepe)den ileride Hatuniye kalesi vardır ki Sancar şahın validesi tarafından bina edilmiştir. Buna(Suri Hatuniye) denilmektedir. Şu halde hani’deki bu emsalsiz eser de kıymetli nümunelerindendir.” Kazım BAYKAL’ın açıklaması: “Hani’de Zeynebiye medresesinin yalnız kitabelerini ihtiva eden mihrabı var. Selçuk-Artık devri sanatının ilk enmüzecidir. Mihrabın üstünde müstatil bir şekil süs, iki tarafında sekiz köşeli ikişer yıldız görülüyor. Bunların içinde isim ve tarih yazılı fakat okunamıyor.” 1971 yılında yaptığı incelemede, Metin SÖZEN’in ve Z.YALAZKAN’ın incelemelerinden yararlanan Ara ALTUN, “Bu gün sadece mihrap duvarı ile bunun iki yanındaki iki kubbeli mekan ile avlunun bir kısmına ait duvarlar ayaktadır. Bir eyvanın iki yanındaki kubbeli odalar düzeninin

320


kuzeyinde muhakkak ki bir avlu vardı. B. Konyar’ın kaydından avlunun kubbeli olabileceği bir anlam çıkmaktaysa da bu gün için bunu kesinlikle anlayabilmek mümkün değildir.” demektedir. Yazar, incelemesinin sonucunda karşılaştırmalar yaparak, medresenin Artuklu yapısı olarak kabul edilmesinin şüpheli olduğunu belirtir : ”B. Konyar’ın ‘Üslûp Selçuk tarzının kıymetli numunelerindendir’ dediği ve Mardin/Kızıltepe Hatuniye Kalesi, Hasankeyf Zeynebiye Zaviyesi ile bağlantılar kurmağa çalıştığı yapı için m. Sözen, XIII. Yy. ortası ve sonunu ileri sürer. A. Gabrıel, yapıyı süsleme ve dinî kitabeler uslubundan XIV.-XV. yy. a koymak ister. Artuklu devri yapısı olup, Çermik / Haburman köprüsünü yaptıran Necmeddin Alpi’nin kızı Zübeyde Hatun tarafından inşa ettirilmiş olduğu görüşüne katılacak verilere sahip değiliz. Yapının Artuklu Mimarî Uslubu hakimiyetindeki bölgede daha geç devirde XIII: yy.ın sonlarında yapılmış olabileceğini düşünmek mümkündür. Bu bakımdan şimdilik Artuklu devrine konması şüpheli bir yapı olarak görülmelidir.” Metin SÖZEN’in Tespitleri: “XIII. Yüzyılın başlarından kalmış olması muhtemel ve bezemelerinin zenginliği ile beliren bir medrese örneği de Hani’de bulunmaktadır. Hatuniye Medresesi adıyla tanınan bu medresenin bir Artukoğuları Devri yapısı olması muhtemeldir. Aynı devirden kalma daha erken, 1211/1212 tarihli Harzem Medresesi gibi, Hani Hatuniye Medresesi de yıkılmış, çok az kısmı ayaktadır.” Rahmi Hüseyin ÜNAL’ın Tespitleri: “Zeynebiye (Hatuniye) Medresesi: İlçe merkezinde, Ulu Cami’nin birkaç yüz metre güney-batısında , mahalle içindedir. Büyük bir kısmı harap olmuş, yalnız kıble eyvanı ile eyvanın iki yanındaki kubbeli hücrelerin temelleri ayakta kalabilmiştir. Kuzey kesimi tamamen yıkılmış, taş ve toprak yığını haline gelmiştir. 1940 yıllarında , kesme taşlardan bir kısmı sökülerek bir ilkokul inşaatında kullanılmıştır. Birkaç yıl önce, eyvanın ve yanlarındaki hücrelerin içindeki molozlar temizlenmiş, eyvanın ağzı kırma taştan bir duvarla kapatılmıştır. Temellerin büyük bir kısmı moloz yığını altında kaldığından, mekanların dağılışı tesbit edilmemekte ve yapının tamamının plânı çıkarılamamaktadır. Medreseyi nispeten sağlamken görmüş olan B. Konyar’ın verdiği bilgiler açık değildir. Tahminlere göre yapı avlulu medreseler grubundadı. Ortadaki avlu

321

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


tamamen mutemelen bir kubbe ile örtülüydü.” ÜNAL’ın medreseye ilişkin diğer tespitleri: “Medresenin halen görülebilen kesiminde duvarlar içten ve dıştan düzgün kesme taşlarla kaplıdır. Güneybatı köşesindeki dikdörtgen plânlı hücreye(B) (5 m 10 x 6 m 20 ), kuzeydoğu köşesindeki küçük bir kapıdan girilmekteydi. Bu hücrenin pandantifler üzerine oturan kubbesinin bir kısmı, 40 yıl kadar önce ayaktaydı. Küçük Bursa kemerlerinden oluşan bir kemerleme şeridinin üst kısmında, ikişer burmalı kaytan arasına alınmış bir ayet şeridi kubbe eteğini dolanmaktaydı. Ayet şeridinin üst kısmında da, ince bir mukarnas şeridi mevcuttu. B. Konyar’ın yayınladığı resimde, kubbe içinde nebati örnekli şeritlerin de yer aldığı görülüyor. Bu gün, yazı ve süsleme şeritlerin tamamı yok olmuştur.” ÜNAL, detaylı incelediği medrese ile ilgili bilgileri verirken mimari özelliklere değinir. Yazar, medresenin süsleme çizimlerinin önemli bölümünü çizmiş, çalışmalarını bir arada yayınladığı eserinin kapağına da mihrabın üst kısmında yer alan panolardan birine yer vermiştir. Diğer çizim örneklerini alıntıladığımız ÜNAL’ın medrese için belirttiği son tespitlerinden: “Yapının plânı tam çıkarılamadığından, plân yönünden benzer karşılaştırma yapmak mümkün olmamaktadır. Yapının nisbeten ayakta kalabilmiş güney kesiminde, kırık kemer tonozlu bir eyvan ile eyvanın iki yanında kubbe ile örtülü birer hücre mevcuttur. Aynı zamanda mescit görevi gören eyvanlarının iki yanında kubbeli birer mekana sahip kapalı avlulu medreselerden tespit edebildiğimiz

örnekler şunlardır:621/1224 tarihli Mübarizeddin Ertokuş Medresesi (Atabey, Isparta)), 649/1251 - 52 tarihli Karatay Medresesi (Konya) 1260-65 tarihli İnce Minareli Medrese (Konya) 677/1279 tarihli Çay Medresesi, 714/1314-15 tarihli Vacidiye Medresesi (Kütahya), 757/1356 tarihli Emir Musa Medresesi (Karaman) ve 836/ 143233 tarihli İbrahim Bey İmareti (Karaman) 849) . Büyük bir kısmı Konya ve yakınlarında bulunan bu medreseler 15. yüzyıl başlarına kadar uzanan bir tarih dilimi içinde sıralanmaktadır. Hatuniye Medresesinin inşa tarihini gösteren herhangi bir kitabe mevcut değildir. Ayakta kalabilen kısımlarda taşçı markasına da Hatuniye Kalesi’ni Sancar Şah’ın annesinin inşa ettirdiğinden söz etmekte ve hiçbir delile dayanmaksızın Hatuniye Medresesi’ni de aynı hatunun inşa ettirdiğini öne sürmektedir. M. Sözen ise B.Konyar’ın verdiği tarihin müphemliğine işaret etmekte ve geçiş unsuru olarak pandantiflerin kullanılmış olması süslemelerdeki istifçilik ve örneklerin şekline dayanarak yapıyı 13. yy. sonları ile 15. yüzyılın başlarına tarihlemektedir. A. Gabriel XIV-XV yüzyıl karakterine uygun olduğunu söylemektedir. Söylediklerimizi özetleyecek olursak nebati süslemedeki özelliklere dayanarak medreseyi en geç 13. yüzyılın ilk yarısına tarihlememiz mümkündür. Güney eyvanındaki tarih şeridi ile benzerlik arz eden diğer kitabelerin tarihleri, yapının tarihini biraz daha öne almamıza imkan vermektedir. Bu durumda medreseyi 12. yüzyılın sonu ile 13.yüzyıl başlarına tarihliyoruz.” Medrese’de yapılan onarımların orijinaliteye yer yer uymadığı görülmektedir. Bu medresenin onarımının yapılmasından sonra tanıtımının olmayışı, sadece onarım ile özelliğini ortaya

322


koyan anlayış, mimarî üslûbun dışına çıkmasıyla değerini koruyamamıştır. “Zeynebiye” olarak bilinen Medreseye halkın “Hatuniye” demesinin bir başka yansımasını mermer ocaklarının yaygın olduğu, Kocaköy’e yakın alanda bulunan eski yerleşimdeki kayalık alandaki oyma mekânların birinde “Hatun Köşkü”(Koşka Hatuné) olarak görülür. İlçelerdeki en önemli medreselerden biri olan Zeynebiye Medresesi, Çermik’teki Çeteci Abdullah Paşa Medresesi gibi Diyarbakır Medreseleri arasında bugün de anılmamaktadır, bunu bu medreselerden habersizliğe bağlamaktayız.

İl Yıllıklarında Hani Hani hakkında tespit ettiğimiz bilgileri, Osmanlı Salnamelerinden ve Cumhuriyet Dönemi il yıllıklarından verirken, tekrar bilgiler, bilgiler arasında birbirini tekzip eden açıklamalar bulunabilir. Bu konunun araştıranı olarak, objektif kalma adına yazılanları vermek zorunda olduğumuzu belirtelim. 1967 Yıllığı:”Diyarbakır’a 94 km uzaklıktadır.İlçenin yüzölçümü 415 km karedir.Toplam nüfusu 13.231 olup bunun 3.573 ü ilçe merkezinde, 9.658 i köylerdedir. Nüfus yoğunluğu 32 dir. 1965 nüfus sayımı geç,ci neticelerine göre ise ilçenin toplam nüfusu 15.831 dir. Bu nüfusun 4.766 sı ilçe merkezinde, 11.065 i köylerde oturmaktadır. İlçenin 17 köyü, bu köylere bağlı 12 mezrası ve merkezde 4 mahallesi vardır.” Yıllıkta geçen köylerle mezraların eski ve yeni isimleriyle nüfusları tablo olarak verilmiştir. 1973 Yıllığı:”Hani kasabası, Diyarbakır havzasının kuzey kenarında, yükseltisi 900 m.ye yaklaşan bir alanda kurulmuştur. 15’km.lik bir şoseyle DiyarbakırGenç-Bingöl yoluna bağlıdır. İl merkezine uzaklığı 80 km.dir. Çok eski bir yerleşme merkezi olan Hani’de belediye teşkilâtı 1887 tarihinde kurulmuştur. Kasabanın nüfusu, 1970 genel nüfus sayımına göre 5.500 dür. Bunun 2.806 sı erkek, 2.694 ü kadındır. Çarşı, Dereğan, Hamşik ve Zive isminde 4 mahallesi ve 900 hanesi vardır. Daha önceleri Lice’ye bağlı bir bucak merkezi iken 1958 de ilçe olmuştur. Hani ilçesinin yüz ölçümü 415 kilometrekaredir. Toplam nüfusu 18.192 olup bunun 12.692’si köylerde yaşar.”

323

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Yıllığın ilçeye ayrılan bilgileri, ilçeye bağlı köylerle meraların eski-yeni isimleri ve kadınerkek nüfuslarını gösteren tablo ile sınırlıdır. 1995 İl Yıllığı: “Tarihçesi: Kuruluş tarihi çok eski olan Hani ilçesinin kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Hani ile ilgili ilk bilgiler M.Ö. 8. yüzyılda başlar. Urartu Devleti ve Asurlular arasında önemli çatışmalara sahne olduğu bilinmektedir. Daha sonra Nirbi’lerin yerleşme merkezi olan Hani’nin tarihçesi Diyarbakır merkezinin tarihçesiyle koşul gitmiştir. 1875’te Palo’ya bağlı bir bucak olan Hani, daha sonra Lice’ye bağlanmıştır.

Hani’de geçim tamamen tarım ve hayvancılığa dayanmaktadır. Buğday, arpa, pamuk ve darı önemli gelir kaynaklarındandır. Üzüm ve meyve bahçeleri de önemli bir gelir kaynağı olmuştur. Güneşe bakan yerlerde bağlıklar oluşturulmuştur. Dağlık kısmındaki Meşelikler odun ihtiyacını karşılar. Bir de önemli ölçüde söğüt ağaçları vardır. Dışarıya sattığı en önemli ürünler tahıl, pamuk, yaş ve kuru meyvalar ile birlikte ayrıca ilçeden her yıl kereste satışı yapılmaktadır. Dicle Nehri Hani’ye 18 km. uzaklıktadır. İlçenin kum ihtiyacı buradan karşılanır Yıllıkta “Turistik Yerleri” başlığı altında verilen bilgiler:

Hani’de belediye 1878’de kurulmuştur. Genel Durum: M.Ö. 1280 yılında Asur Hükümdarı I.Salmanasar ile yaptıkları savaşta yenilerek dağılan Nirbi’lerin yerleşme merkezi olan Hani, Cumhuriyet döneminde Lice’ye bağlı bir belde idi. Daha sonra gelişerek ilçe oldu. Denizden 1200 metre yüksekte, dağlık bir bölgede olan Hani, Artuklulardan kala Hatuniye Medresesi, Ayn-Kebir Su Kaynağı, Yasin Minaresi ve Cafer-i Tayyar Yatırı ile tarihi bir zenginliğe sahiptir. Hani, dağlık bir bölgede kurulmuş olup , ilin küçük bir ilçesidir. Ancak Silvan’dan sonra nüfus yoğunluğu en çok olan bir ilçedir. Kilometrekareye 63 kişi düşer. Ayrıca 100 kilometrekareye otalama 4 köy düşer. Köyler ilçenin kuzeyindeki küçük ova çevresinde toplanmıştır.

“Hatuniye Medresesi: Sancar Şah’ın Validesi Zeynep Hanım tarafından 13. yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Ulu Camii: Kesin olarak tarihi bilinmemekle beraber bir Selçuklu eseri olup, 15. yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Aynkeris Şifalı Suyu: İlçe merkezinden 2 km. mesafededir, sarılık hastalığına iyi geldiği sanılmaktadır. Pek çok kişi ziyarete gelip yıkanmaktadır. Yıllık ziyaretçi sayısı 10.000 kişi dolayındadır. Koki Çayı Mesiresi: İlçe merkezinden 8 km. mesafededir. Burada kaynayan suda bol miktarda alabalık bulunur. Saniyede 6 metreküp su akmaktadır. Aynkebir Havuzu: Aynkebir su havuzu Ulu Camii

324


ile Hatuniye Medresesi arasında bulunan büyük bir havuzdur. Bu su Hani Dağının eteklerinde kaynar ve 9 kemerli bentlerden çıkarak bir havuz oluşturur. Havuza 7 gözden su akmaktadır. Akan su ile ilçenin tüm arazileri sulandırılmaktadır. Ayrıca su ile 8 adet su değirmeni çalıştırılmaktadır. M. Ö. 2000 yılında Huriler tarafından yaptırılmıştır.” Hani’nin hakkında bu bilgiler verildikten sonra nüfusa ilişkin rakamlar, bazı istatistikler bulunmaktadır: “Hani ilçesinin bağlı bulunduğu Diyarbakır merkez ilçeye olan uzaklığı 97 km.dir. Merkez, Çarşı, Dereli, Zirve Mahallesi olmak üzere ilçe merkezi 4 mahalleden ibarettir. Hani ilçesinin 1990 yılı genel nüfus sayımına göre toplam nüfusu 37.818 dir. Bu nüfusun 10.302 si ilçe merkezinde geri kalan 27.516’sı köylerde yaşamaktadır. İlçe merkezinde yaşayan nüfusun 5.298’i erkek, 5.004’ü kadınlardan oluşmaktadır.” İlçenin nüfusunun aşağı-yukarı aynı sayılarda seyri, ilçenin daima göç verdiğini gösterir. Diyarbakır Merkezde tahminen 8000 civarında Hani nüfüsuna kayıtlı göç eden bulunmakla beraber, İstanbul, İzmit, Manisa, İzmir, Antalya merkez ve ilçelerindeki Hani nüfusuna kayıtlı çoğu çalışan 15000 civarında Hani’den göç eden nüfus vardır.

Yurt Ansiklopedisi-Diyarbakır Maddesi “Mimarlık tarihinde önemli yeri olan, Hatuniye Medresesi’yle ünlüdür. Ulu Cami: Belediye ve kaymakamlık yapılarının yer aldığı küçük alandadır. Yapım tarihi ve yapımcısı bilinmemektedir. Yazıtlarından 1657 ve 1682’de onarıldığı anlaşılmaktadır. Dikdörtgen planlı, birbirinden farklı yükseklikte, iki bölümden oluşan bir yapıdır. Eğimli bir alana kurulduğundan, güney yüzüne dükkânlar yapılmıştır. Batı yüzündeki taçkapıdan, iki sütunla bölünmüş avluya geçilmektedir. Ana mekân mihrap duvarına koşut üç neflidir. Hatuniye Medresesi: Ulu Cami’nin güneybatısındadır. Çok yıkıktır. Yalnızca mihrap duvarı, bunun yanındaki iki kubbeli mekân ve eyvan duvarları

325

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


ayaktadır. Yapım tarihiyle ilgili çeşitli görüşler vardır. Bitkisel süslemesi ve yazılarıyla XIII. yy’da yapıldığı sanılmaktadır. Mihrap duvarı tonoza dek taş süslemelidir. Mihrap nişi halat kıvrımlı silmeyle çevrelenmiştir. Bunun dışında geometrik süslemeli çerçeve ve en dışta üç dizi mukarnas bezeme bulunmaktadır. İki yanda kubbeli mekânların bulunduğu, kapalı avlulu medreseler planında olduğu sanılmaktadır.”

Borsa 21 Dergisi’nde İlçeler Dizisi’nde Hani Için Yazdığımız Kimi Tespitler “Tarihte Asurluların, Urartuların hüküm sürdüğü alanlardan biri olan Hani, aynı zamanda Hurilerin, Nirbilerin merkezi bölgelerindendir. Nirbilerin başkentliğini yapmış Hani’de bu gün ‘Nirbi’ adını taşıyan köyler halen bulunmaktadır. 40.000 civarında olan toplam nüfusun yaklaşık 11000’i ilçe merkezinde yaşamaktadır.

çekmesini sağlamaktadır. Küçük ve şirin bir ilçe olan Hani, Kocaköy-DicleLice ve Hazro ilçesiyle komşudur. Bingöl’ün Ayrıca ilçesiyle kısmen Adıyaman’la sınırı bulunmaktadır.” Elbette “Hani” denince Serde (Seren) Köyü’nden de bahsetmek gerekir. Bunun yanında Cevzé (Gürbüz), Mukriyan da gezilip görülmesi gereken köylerdir. Özellikle Serde’de tahrip edilen heykel ve kaya mezar alanları tarihe duyarsızlığın işaretidir, geçmişte. Hani, Deyr-î Rakîym (Derkâm-Duruköy) ve Ashab-ı Kehf Mağaraları’na yakınlığıyla önemlidir. İlçe merkezde yer alan eski mezarlık alanın ilgisizliği de ayrı bir husustur.

Dicle Nehrine 18 km uzaklıkta olan Hani’de tarım, Aynkebir su kaynağından alınan suyla yapılmaktadır. Meyve bahçeleri, üzüm bağları, tarım ve hayvancılık geçim kaynaklarını oluşturur. Kereste üretimi de çevre illere ve ilçelere pazarlanmaktadır. 1875’te Palu’ya bağlı bir bucak konumundan çıkartılan Hani, Lice’ye bağlandıktan sonra 1878’de belediyelik olmuştur. Daha sonra ilçe merkez olan Hani’de günümüzde nüfus, daha çok kuzeydeki ovada yoğunlaşmıştır. İlçenin Tarihi Eserleri-Turistik Yerleri: Hatuniye (Zeynebiye) Medresesi, Ulu Cami, Aynkebir Havuzu, Yasin Minaresi, Cafer-i Tayyar Türbesi. Aynkeris suyunun sağlık açısından sarılığa iyi gelmesi her yıl ilçe nüfusu kadar ziyaretçi

326


KAYNAKLAR 1. Konyar Basri Diyarbekir Yıllığı sh 363-364 Diyarbekir Vilayeti Neşriyatı Ankara 1936 2. Diyarbakır İl Yıllığı 1967 Şevket BEYSANOĞLU vd. 3. Cumhuriyetin 50. Yılında Diyarbakır 1973 İl Yıllığı Şevket BEYSANOĞLU vd. 4. 2000’e Beş Kala Diyarbakır 1995 İl Yıllığı Sh 387-388 5. BAYKAL Kazım Karacadağ Mecmuası Diyarbakır Halkevi Yayın Organı Cilt 2 Diyarbakır 1939 6. ABAKAY Mehmet Ali Diyarbekirden Esintiler : Hani Borsa 7. 21 Dergisi Diyarbakır Ticaret Borsası Yayın Organı 2003 8. Yurt Ansiklopedisi Diyarbakır Maddesi 1982 İstanbul 9. Beysanoğlu Şevket Anıtları ve Kitâbeleri ile Diyarbakır Tarihi Cilt 1 Sh: 339 vd. Diyarbakır Beldiyesi Yayını Ankara 1987 10. ÜNAL Hüseyin Rahmi Diyarbakır İlindeki Bazı Türk-İslam Anıtları Üzerine Bir İnceleme Sh 51 Erzurum 1975 11. SÖZEN Metin Diyarbakırda Türk Mimarisi İstanbul 1971 12. ALTUN Ara Anadolu’da Artuklu Devri Türk Mimarisinin Gelişmesi İstanbul 1978 13. Abakay.MA. Hani. 2005 yılında Hani Kaymakamlığı “Hani Arkadaş Matbaası Diyarbakır 2005

327

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


KOCAKÖY (KARAZ)

328


ÖZET İlçemizin taş çağlarından beri yoğun bir iskân dokusu ile meskun olduğu, çevrede bulunan kalıntılardan anlaşılmaktadır. Bu konuda yapılmakta olan araştırmalarda, başta yörede karga bıçağı denen obsidiyen ve sileks olmak üzere, çeşitli çakmak taşlarından yontulmuş araç gereç, bol miktarda bulunmaktadır. Hatta, Ambar vadisinin Goza Çelo mevkiindeki Karna

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

(Kocaköy’den Görünüm)

höyüğünün 150 m kadar uzağına düşen bir tarlada obsidiyen malzeme o kadar bol bulunur ki, zamanında bir obsidiyen satış merkezinin burada bulunduğuna, yahut en azından buranın, bu malzemeyi taşıyan kervana her nasılsa son durak olduğuna dair kanaat hasıl olmaktadır.. İlçe çevresindeki tarihi alanlardan hiçbirinde bilimsel bir kazı çalışması yapılmadığı gibi, bu gibi yerler, definecilerin de tahrip ve yağmasına açık coğrafyadadır. Bununla birlikte yöre, oldukça zengin tarihi ören yerlerini ihata etmektedir. Sözgelimi, ilçe merkezinde yarım düzine kadar sarnıç ile bir o kadar kaya mezarı bulunmaktadır. Merkez kasabanın 4 km kadar batısından güneye doğru akmakta olan Ambar Çayı civarında bulunan tabii mağaralardan birkaçı ve özellikle de Uyuz Mağara, ihtiva ettikleri kalıntılardan, tarihöncesi çağlardan beri barınak olarak kullanıldıkları açıkça anlaşılmaktadır.

Söz konusu vadide, ayrıca beş altı tane höyük, bir şehir kalıntısı, bir kale, ikisi yüksek uçurumlara oyulmuş ondan fazla kaya mezarı, barınak olarak

329

Yahya KAMÇI Eğitimci-Yazar


kullanılmış bir suni mağara, taş havanlar, bulunmaktadır. İlçemizde on kadar höyük, iki yüzden fazla oyma mağara (bunların önemli bir kısmı Karaz, (KANİYAALA MAH.ile ARKBAŞI KÖYÜ arasında 91) Şaklat ve Mendan mağara köylerinde toplanmıştır. ikincisinde ise 15, üçüncüsünde ise 10 kadar mağara bir aradadır), Ambar, Şaklat, Arkbaşı köylerimizdeki üç ayrı tip kaya mezarının mevcudiyeti ve burada sayılamayacak daha pek çok tarihi kalıntı, yörenin, dünya çapında bilinen en eski medeniyetlerden olan Çayönü ile emsal ve çağdaş olduğunu düşündürmektedir. İlçemizde Hurri-Mitanni, Urartu (bu medeniyetten kaldığı düşünülen Hatun Köşkündeki kale, kaya mezarı, tüp geçit ve ören yeri kalıntıları, Ambar vadisinin yukarı mecralarında, Hani ilçemize bağlı Yayvan Köyünün 5 km kadar batısında bulunmaktadır), Asur (Speleolojik bakımdan pek kıymetli ve bakir bir hazine olan, fakat araştırılmadığı için amatör maceracıların hoyratça gezileri ile yörenin tamamında olduğu gibi definecilerin tahripkâr kaçak kazılarına mahal olmaktan kurtulamayan Bırklin mağaralarında bunlardan kalan yazıt ve kabartmalar ile duvar kalıntıları mevcuttur), Med, İskit, Pers, Helenistik/ Selefkos, Roma (Bunlardan kalan Dakyanus Şehri harabeleri Fis Ovasının batısında yükselen tepede bulunmaktadır. Yöre halkı tarafından meşhur Ashâb-ı Kehf hikâyesinin burada geçtiğine inanılmakta ve bunların bir makamı da bu civarda bulunmaktadır.), Bizans, Abbasi, Mervani, Selçuklu, Artuklu, Eyyubi, Kölemen, Akkoyunlu ve Osmanlı egemenlikleri yaşanmıştır. Yaklaşık yüz elli senelik bir tapu kaydından, Karaz’ın o zamanlar Palu İlçesine bağlı bir köy olduğu

anlaşılmaktadır. Gene yaklaşık yüz yıl önceki bir sâlnâmeden, ilçe merkezinin bir nahiye olduğu sonucuna varılmaktadır. Ankara’da, halen müze olarak kullanılan eski TBMM binasında bulunan haritada ilçenin ismi (Karaz iken, eski yazıdaki kaf ve sin harfleri ile) “Karas” olarak yazılıdır.

İlçeye bağlı köylerden Boyunlu, Yazı ile Şaklat dağlık kesimde; Bozbağlar, Bozyer, Çaytepe, Suçıktı ve Günalan ovalık kesimde kurulmuşlardır. Doğuda Arkbaşı ile Tepecik, batıda ise Ambar köyü, bu iki kesimin sınırına kurulu bulunan köylerimizdir.

KARAZ Kürtçe bağ işi anlamına gelen Kar- rez kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuştur. İlçenin sınırları içinde çok sayıda bağın bulunması bunu kanıtlar niteliktedir.

NOT: İlçede son yıllarda sondaj çalışmalarından dolayı halk genelikle bağlarını bozup sebze, meyve,tütün ve pamuk üretimine yönelmiştir. Yörede, tarihi canlandıracak çok sayıda kalıntıya raslamak mümkündür. İlçede çok sayıda höyük (örn.Çaytepe Höyüğü), mağara (Karaz,Şaklat Ambar mağaraları gibi), koruganlık (Kela kafıran ile kevıri kellı), geçit (Nıkeba wehşan,Nıkeba tumas gibi) , yol(riya doşırme;kokulupınar mah. halen kalıntıları bulunup, Urartular döneminde

330


kaldığı sanılmaktadır.

Tarihi Eserleri Ulu Cami: Üzerindeki kitabeden H.756 yılını göstermektedir.Bu tarihte bölgeye Artuklullar hakimdi(M.1355)Son yıllarda ilçenin ihtiyacından camiye ilaveler yapılınca caminin tarihi dokusunda da büyük bozulmalar olmuştur.Şeyh İsmettullah Efendinin camiye büyük katkısı olup caminin avlusundaki sutunlar Fis Ovasındaki Dakyanus Harebelerinden getirilmiştir (Şuan ilçe merkezinde dördü minareli olmak üzere, beş adet cami bulunmaktadır.)

Herem:Panayır olarakta bilinir.Burada çok sayıda bazltan yapılmış eşyaya rastlanılmıştır. Derun Cami: Gökçen’de Derun Köyünde bulunup,Kocaköy Ulu camiye benzerlik arz etmekte dir. Karaz Mağaraları (Kaniya Âla): Kokulupınar Mah. 5 km doğusunda, Seri Kaniyan mevkiinde 90 adet civarında olup,son zamanlara kadarda barınak olarakta kulandığı yöre sakinleri dile getirmektedir. Mağaralar yumuşak kalkere oyulmuş durumdadırlar.Bugüne kadar herhangi bir arkeolojik çalışma yapılmamıştır.

(Karaz Mağaraları)

Mendo

Mağaraları:

Karaz

mağaralarının

331

bir

km

doğusunda

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


olup 13 adettir.

Mehmediyan: Arkbaşı köyündedir.

Derindere Civarı: Bu alanda Kortık, Diyarı Malan eski ev kalıntıları ve seramik parçalara rastlanılmıştır.

Ambar Köyü: Ambar çayı vadisi civarındadır.

Şaklat Kalesi: Şaklat Köyünde bulunan yapı harç kullanılmadan yapılmıştır.

Eyüban: Eyüpler mah.

Arduç: Burada da kulanılmadan örülmüş sadece irili birkaç taş bulunmaktadır. Kafiran Kalesi: Kokulupınar mah hemen güneyinde bulunan yapı, 1514 yılından sonra Yavuz Sultan Selimin çaldıran seferi sonrasında kervanları korumak amacıyla yaptığı söylenmektedir.

Hayderakan: Bozbağlar köyündedir.

Not 1: Bozbağlar Köyü’nde 13 adet sahabenin mezarı bulunmaktadır. Not 2: Çaytepe, Bozbağlar, Suçıktı, Navale Harabe alanlarında petrol kuyuları bulunmaktadır.

Çıkeyri: Nevala harebenin doğusunda olup tarımsal etkinliklerin etkisiyle tanınamaz hale gelmiştir. Cimeke: Kocaköy’ün Güneyindedir. Zıbeydi:Tepecik’tedir. Harem: Kocaköy’ün Güneydoğu’sundadır. Gundor: Bozbağlar’dadır. Kalender Kalesi: Çaytepe’dedir. Mala Hopo: Günalan Köyündedir. Serkuran: Çaytepe yakınlarındadır. Kani Karvanan: Çaytepededir.

332



LİCE’NİN TARİHİ

334


ÖZET Lice bölgesinde çok eski tarihlerde yerleşik hayatın başladığı bilinmektedir. Lice’deki Asur kitabeleri M.Ö.7000’li dönemlerdeki arkeolojik bakır çağı son Neolitik döneme tanıklık etmektedir. Yörede M.Ö. 3000’lere ilişkin ilk bilgiler Hurri – Mitanni halkına dayanmaktadır. Nirbi Prensliği’nin Lice ve Hani yörelerinde hüküm sürdüğünü Asur ve Urartu kaynaklarından öğreniyoruz.

(Lice’den Görünüm)

Bu dönemden sonra Lice’de çeşitli medeniyetler hakim olmuşsa da Lice daha çok Asur hakimiyetinde olmuştur. Daha sonra bölgede sırasıyla Med, Pers, Makedon, Partlar ve Roma hâkimiyeti sürmüştür. Lice M.S 622 – 639 yılları arasında Bizans ( Doğu Roma ) hâkimiyetine girmiştir. Halife Hz. Ömer zamanında Iyaz Bin Ganem ve Halid bin Velid komutasındaki ordular Bizans’la savaşarak tüm Diyarbakır ve ilçelerini ele geçirdiler. Emevi Devleti kurulunca bölge Emevilerin hakimiyetine geçti. Daha sonrada bölgeye Abbasiler hakim oldu. Abbasilerin zayıflamasıyla Mervanilerin bölgedeki hakimiyet belirgin hale geldi. Mervaniler’den sonra Lice ve Diyarbakır Büyük Selçukluların hâkimiyetine geçti.

(Eski Lice)

335

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Melik Şah’ın ölümünden sonra büyük bir otorite boşluğu yaşandı. O sırada Suriye’de yaşayan Melik Şah’ın kardeşi Tutuş kendi hükümdarlığını ilan etti. Tutuş 1098 yılında haçlılarla girdiği savaş sonrası ölünce bölge 1121 yılına kadar Ahlatşahlıların elinde kaldı. 1121 yılından sonra bölge Mardin Artukluları ile Hasankeyf Artukluları arasında el değiştirdi. 1222 yılında Diyarbakır ve çevresindeki tüm kaleler İlhanlılar tarafından yağmalanmış ve bir süre sonra Eyyubi hâkimiyetine geçmiştir. Bundan sonra bölge Eyyubi - Anadolu Selçuklu savaşlarına sahne oldu. Bölge 1259–1302 yılları arasında Anadolu Selçuklu Devletine bağlı kaldı. İlhanlı hükümdarı Gazan Han (1259-1304) II. Suriye seferi sırasında Diyarbakır ve bölgesini Mardin Artuklularına bıraktı. Böylece bölgede İlhanlılara bağlı bir Artuklu yönetimi tekrar başlamış oldu. 1394’te Timur Diyarbakır’ı kuşatarak aldı. Timur daha sonra bölgenin yönetimini Kara Yülük Osman’a bıraktı. Böylelikle yöre 1401’de Akkoyunlu yönetimine girdi. Safavi’ler 1502’de Şurur Savaşı’nda Akkoyunluları yendikten sonra ülkenin her yanına hâkim oldu. Bu durum 1517 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun bölgeye hâkim olmasına kadar devam etti. 1517 yılında Osmanlı egemenliğine giren Lice bu sırada önemli bir yerleşim yeri olup Atak sancağına bağlıydı. Bundan sonra giderek önem kazanmaya başlayan Lice 1871 yılında ilk defa Diyarbakır’a bağlı bir ilçe konumuna gelmiştir. Genç, (Dara- Hine] Hani (Hêni) ve Kulp(Pasur) Lice’nin bucakları olarak görülmüştür 1890’da da Kocaköy (Karaz) Lice’ye bucak olarak bağlanmıştır. 20 Nisan 1924 tarihli Teşkilat-ı Esasiye kanununun 89. maddesi sancakları

kaldırmıştır. Bu konuma dayanılarak Lice, Diyarbakır iline bağlı bir ilçe olmuştur. İlçe 6 Eylül 1975 yılında büyük bir deprem felaketi geçirmiştir. 2367 kişi hayatını kaybetmiş, ilçe merkezi tümüyle hasar gördüğü için dağın aşağı tarafına yeniden inşa edilmiştir. Yine aynı depremde yaklaşık 35 köyde birçok can kaybı ve ağır hasar meydana gelmiştir.

Lice Adının Kökeni Diyarbakır’ın en eski tarihe sahip ilçelerinden biri olan “Lice”nin adına ilk kez Asur kaynaklarında rastlanmaktadır. Bu kaynaklara göre bölge “ŞİRİŞA” olarak adlandırılmakta idi. Lice” adının ne zaman kullanılmaya başlandığı bilinmemekle birlikte “Holuris” ten geldiği sanılmaktadır. Holuris, İllirisis, İlice ve daha sonra Lice biçiminde değişmiştir.

(Barış Baba Ruhun Şad Olsun…)

Hacı Sait ÖZŞANLI 800’den fazla kan davasını barışla sonuçlandırdığı için Nobel Barış Heyeti tarafından ziyaret edilen, Türkiye’de insanların

336


takdir ettiği, başkalarının sorunlarına ağlayan değerli bir kişilik ve barış elçisiydi.

Atak’ın Tarihi Ve Atak Kalesi (Kabakkaya, Antak) İlçe merkezinin yaklaşık 15 km. Güneydoğusunda, Kayacık (Hézan) bucağının ise 15 km. doğusundaki Kabakkaya (Antak) köyünde bulunan bu kalenin,kimler tarafından ve hangi tarihte kurulduğuna dair kaynaklarda bir bilgi mevcut değildir. Kalenin tarihiyle ilgili en eski bilgi Ebu Abdullah Muhammed Bin Ömer-ül Vakıdi’nin kaleme aldığı ‘VAKIDI’ adlı kitaptadır (Kitap Mısır,Irak ve Diyarbakır’ ın tarihini yazmaktadır).

(Atak Köyü’nden görünüş)

Kitaptaki bilgilere göre Kale Hicret’in 17. Yılında Diyarbakır bölgesini fethetmeye gelen Iyaz Bin Ganem ve Halid Bin Velid tarafından, Diyarbakır’ın fethinden hemen sonra fethedilmiştir. Kale fethedilirken, Kalenin sahibinin ise ‘Batis Bin Selimus’ olduğu belirtilmektedir. Kalenin adı konusunda değişik kaynaklarda farklı isimler geçmektedir. Eski Arap-İslam kaynaklarında ‘Hetax’ şeklinde yazılıdır . Komşu ilçemiz olan Silvan’ın yetiştirdiği değerli tarihçi ibnü’l-Ezrak ise kaleden ‘Hatak’ olarak bahsetmektedir. 1967 ve 1973 Diyarbakır il yıllıklarında ‘Antak’, yöre halkı tarafından ‘Entak’ olarak (telaffuz edilen) adlandırılan bu Kale-Kent bir çok yazılı metinde ise ‘Atak’ şeklinde benimsenmiştir.

(Atak Kalesi)

337

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Entak şehrinin Mervaniler ve Artukoğulları döneminde (X,XI,XII,XIII y.y. da) önemli kalelerden biri olduğu bilinmektedir. Daha sonraları Safevi hükümdarı Şah İsmail Diyarbakır bölgesini istila edince, kaleyi ZIRKAN Aşireti ve liderleri Ahmed Bey Bin Mir Muhammed’in elinden alarak KAÇAR Aşiretine verdi. Ancak bu durum 1514 yılındaki Çaldıran Savaşına kadar sürdü. Çaldıran Savaşında Osmanlı hükümdarı Yavuz Sultan Selim, Safevi hükümdarı Şah İsmail’i yenince, diğer Kürd aşiretleriyle birlikte Zırkan Aşireti de mülklerini ve kaybetmiş bulundukları hükümetlerini geri almak için harekete geçtiler. Kısa bir zaman sonrada kalelerini Kaçar Aşiretinden geri aldılar. Bu tarihten sonra kale sürekli olarak Osmanlı imparatorluğuna tabi kalmıştır. Kaleyi meşhur Osmanlı gezgini Evliya Çelebi’de gezmiş, görmüş ve en az kendisi kadar meşhur kitabı Seyahatname’sinde buradan: “Kale nehir kenarında, yüksek bir tepe üzerinde, dört köşe taş yapı, güzel bir kaledir” diye bahseder.

(Heşşo Çayı Atak civarı)

Diyarbakır bölgesi üzerine araştırmalar yapan Kazım BAYKAL, 1939 yılında kale civarında yaptığı incelemeler sonucundaki gözlemlerini Diyarbakır’da yayınlanan ve genelde bölge üzerine yazıların yer aldığı KARACADAĞ Dergisinde kaleme almış:

“Hézan nahiyesinin doğusunda 15 kilometre şarkında meşhur bir kale var. Şarktan garba uzanan ve ovaya kadar varan bir sırtın tam bel noktasında. şimdi Şeyh Şarani (?.) denilen beş türbenin bulunduğu yerle ve civarı Atak Kalesidir. Kalenin yalnız temelleri mevcuttur. Kitabe ve resim yok, semtin ismi de Atak’tır.

(Atak Cami Minaresi)

Tarihi değeri çok olan bu mühim yere ait maalesef bizi tenvir edecek bir şey kalmamış. Kalenin üstünde ve garp tarafında bir yıkık Cami var. Yarım kubbe halinde ve ön tarafında mihrabı görülüyor. Şarkta ve sırtın tam üstünde Ak Kilise adlı bir harabe görülüyor. Bu civarda bu şekilde harabeler daha var. Ak Kilisenin Timur zamanında yıkıldığı söyleniyor. Kiliselerin hepsi en hakim noktalardadır. Kalenin tam dibinde küçük bir köy vardır. Yanındaki minaresinin yarısı yıkılmış olan cami kıymetlidir. Atak’ın batısındaki halk dilinde Ordu Pazarı olarak bilinen alanda 4 adet Sahabe mezarı bulunmaktadır. Çeper Kalesi (Xana Kelê) Diyarbakır, Lice ilçesinin Çeper Köyü yakınlarında bulunan bu kale dağların ovalara açıldığı dar bir geçidin ortasındadır. Ovaya hakim bir konumdadır. Halk arasında bu kaleye Çeper, Şeter kalesi gibi isimler de verilmiştir. İskender-i Zülkarneyn’in buradan geçtiği ve bu kalede misafir edildiği, bundan ötürü de bu kaleye

338


Zülkarneyn Kalesi isminin verildiği yöre halkı tarafından söylenmektedir. Bununla birlikte kalenin ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu kesinlik kazanamamıştır. Büyük olasılıkla MÖ.VI.yüzyılda bölgeye hakim olan Persler tarafından kurulduğu sanılmaktadır.

(Çeper Kalesi)

Çeper Hanı

Kervansaray (Han), Diyarbakır-Bingöl yolunda, 81.km,Lice yol ayırımından yaklaşık olarak 5 km kuzeyde, Biryas Köyü yakınındadır. Bugünkü Bingöl yolunun sol kenarında yer alan bu Han küçük bir tepenin eteğinde, hafif meyilli bir arazi üzerinde kurulmuştur. Han 40 m 90X23 m 40 ölçüsünde dikdörtgen bir yapıdır. Çeper hanı ile aynı düzene sahip bildiğimiz tek yapı Ceyhan’ın (Adana) Kurtkulağı Köyü’ndeki Handır. Çeper Hanı gibi üç sahınlı bir ahıra ve bu ahır önünde bir kaç hücreye sahip olan Kurtkulağı Hanının hücreleri bugün çok harap durumdadır. Gerek Çeper Hanı’nda, gerekse Kurtkulağı Hanında ahırların dışa tamamen kapalı durumda olmalarına mukabil öndeki hücreler için her hangi bir korunma tedbiri olmamış olması düşündürücüdür. Fakat Kurtkulağı Hanı’nın tarihi belli olmamakla birlikte H.1116/M.1693 tarihli bir vakfiyede adı geçmektedir. Çeper Hanı’nın da XVII. Yüzyılda inşa edilmiş olduğunu kabul etmemiz mümkündür. Yapının planı ilk olarak Metin Sözen tarafından yayınlanmış ve hakkında bir kaç cümlelik bilgi verilmişti. Basri Konyar’da yapı hakkında verdiği kısa bilgide, Hanın IV. Murat zamanında kaldığı rivayetini nakletmekte ve Lice’nin II. Kolordu Merkezi olduğu sıralarda yapının onarıldığını söylemektedir. 339

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Ashab-I Kehf’in Lice’de Olduğuna Dair Deliller 1.) Mağaranın durumunun Kur’an daki ifadelere (ipuçlarına) uyuyor olması. Mağaranın durumu, Kur’an-i Kerim’de Kehf Suresi 17. Ayette geçen: “(Resulüm! Orada bulunsaydın güneşi görürdün: Doğduğu zaman mağaralarının sağına meyleder; batarken de sol taraftan onlara isabet etmeden geçerdi. (böylece) onlar (güneş ışığından rahatsız olmaksızın) mağaranın bir köşesinde (uyurlardı” şeklinde ki ifadelere tamamen uymaktadır.

hem de bu Allah dostlarına zulmeden Kralın ismidir. Lice’de bulunan Antik şehrin ve Kralının adı Dakyanus’tur. Lice`deki Dakyanus Antik Kenti gibi, Kralının adının da Dakyanus olması sadece bir tesadüf olabilir mi ?

(Dakyanus Harabeleri)

5.) Dakyanus Antik kentinin bulunduğu Fis ovasının adı Efsus’tan bozmadır. Şevket Beysanoğlu Bey, Fis adının aslında Efsus’tan bozma olduğunu belirtmektedir.

3.) Mağaranın ağzındaki duvar kalıntısı. Mağaranın ağzında Dakyanus’un ördürdüğü söylenen bir duvar kalıntısı vardır.

6.) Mağaranın bulunduğu dağın adının Eshab-ül Kehf ve/veya Rakim dağı adını taşıması. 1977 yılına kadar Resmi kayıtlarda da Eshab-ül Kehf Dağı olarak geçen Dağın adı bu tarihte Harita Genel Müdürlüğünce yanındaki dağlarla birlikte değiştirilmiş ve İnceburun Dağları adını almıştır. 1976 yılında 1.Uluslararası Türk Folklor Kongresine bildiri olarak sunulan ve daha sonra Kongreye sunulan diğer eserlerle birlikte kitap haline getirilen Eshab-ı Kehf’in yeri konulu çalışmasını kaleme alan Şevket Beysanoğlu Bey bu dağdan RAKİM DAĞI olarak bahsetmiş, Parantez içinde de Eshab-ül Kehf Dağı olduğunu belirtmiştir.

4.) Birçok müfessir tarafından Dakyanus’un hem şehir, hem kral adı olarak anılması: Dakyanus, bir çok araştırmacı ve müfessirce kabul gördüğü gibi hem Eshab-i Kehf olayının yaşandığı şehrin,

7.) Mağaranın bulunduğu Dağın tepesinin bazı haritalarda ‘Rakim’ tepesi olarak geçmesi. Yakın tarihlere kadar birçok haritada Mağaranın bulunduğu dağın adının Eshab-ül Kehf, Tepesinin

(Ashabı Kehf Mağarası)

2.) Mağaranın hemen yanında bir Kilise kalıntısının bulunması. Yöre halkı tarafından ‘Dér’i Rakim’ (Rakim Kilisesi) olarak adlandırılan çok eski bir Kilisenin kalıntıları mağaranın hemen yakınında bulunmaktadır. Buralarda araştırmalar yapan Şevket Beysanoğlu Bey bu kilise kalıntılarının fotoğraflarını da yayınlamıştır.

340


ise ‘Rakim Tepesi’ olarak geçtiği bilinmektedir. 8.) Olayın geçtiği dönem bölgenin Doğu Roma İmparatorluğu hakimiyetinde bulunması.Olayı araştıranlarca olayın geçtiği dönem olarak Roma İmparatorluğu genel kabul görmüştür. Hıristiyan kaynaklarına göre olay Hz. İsa’dan sonra 201 ile 254 yılları arasında hüküm süren Decius (Dekyus=Dakyanus) döneminde yaşanmıştır. Lice bölgesi, M.S 226 yılına kadar Roma-Part, 226 yılından sonra ise Roma-Sasani egemenlikleri arasında iktidar savaşlarına sahne olmuştur. Dakyanus Antik Kentinin Roma döneminden kaldığı neredeyse % 100’e yakın bir oranda ispatlanmıştır. Selevkoslar dönemine ait olabileceğini iddia edenler varsa da, Dakyanus Kentinin ROMA mimari yapılarını barındırması bu iddiamızı güçlendirmektedir. (Bkn. Tarihi Eserler bölümü) 9.) Yöremizde Eshab-ül Kehf ile ilgili birçok Efsanenin olması : (Bkn: Efsaneler bölümü).

(Bezirgan Vadisi-Newala Barga)

10.) Kehf Suresine konu olan 3 olaya ait bulguların da bölgemizde varolması. Kehf suresindeki başlıca üç olayın izlerine de bölgemizde rastlanmaktadır. a.) Eshab-ı Kehf kıssası: Yukarıda detayları ile açıklamaya çalıştığımız gibi Eshab-ı Kehf olayına ait birçok bulgu ve Efsane bölgemizde mevcuttur. b.) Hz. Musa ve Hızır Aleyhisselam Kıssası : Diyarbakır’ın doğusunda ve Dicle Nehrinin kuzeyinde Hızır İlyas Köy’ü vardır. 1970 sayımına göre burası 40 haneli ve 212 nüfuslu bir yerleşim merkezidir. Daha kuzeyde Kani Hızır [= Hızır Pınarı] vardır. Hızır Aleyhisselamın Bırkleyn Mağaralarında Hz. Musa ve İskender-i Zülkarneyn ile buluştuğuna dair efsaneler halk arasında anlatılmaktadır. (Bkn; Efsaneler bölümü) c.) Zülkarneyn Kıssası : Eshab-ı Kehf’in 10-12 Km. kadar kuzeyinde Zülkarneyn Mağaraları vardır. Bu Mağaraların 9-10 Km. kadar batısında ise Zülkarneyn Kalesi harabeleri mevcuttur. (Bkn. Tarihi Eserler bölümü) eticisi yoktur. O, kendi hükümdarlığına kimseyi ortak etmez. a bir bakmamız isabetli olacaktır. (Molla Muhammed Recai KARAKOÇ- Zeki DİLEK, LİCE, Diyarbakır 2002)

341

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


ÇINAR, BİSMİL, DİCLE İLÇESİ TARİHİ ESERLER ENVANTERİNE BAKIŞ DENEMESİ

342


ÖZET Çınar, Bismil, Dicle ilçelerinin tarihi ve doğal güzellikleri ele alındı.

Çınar İlçesi Tarihi Eserler Envanterine Bakış Çınar

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Çınar ilçesinde yaptığımız araştırmalarda tespit ettiğimiz en önemli tarihî eser kapsamında olan Zerzevan Kalesi’nin gereği gibi kaynaklarda yer almayışı ve kalenin incelenmeden, gezilmeden ve görülmeden, bir taşının bile kalmadığı iddiasının dillendirilmesidir. Bizim yaptığımız araştırmaların kısmen yayınlanması ile gündeme taşınan bu kalenin varlığı ne kadar mevcut ise de kaynaklarda yokluğu o denlidir, araştırmacılar açısından. Zerzevan Kalesi’nin iç kısmının merdiven yapısı, Eğil Kalesi ile aynıdır. Su yatağına kalenin içindeki geçit ile inilmektedir. Geçidin su için olup olmadığını bilmiyoruz Bu geçit, aynı zamanda dışa açılan kapıdır. Belki de kalenin içine alınan az sayıdaki kişinin kontrollü biçimde kaleye girmesi için tedbirdir. Zerzevan Kalesi’nde oldukça sarnıç söz konusudur. Bu sarnıçlar göz önünde bulundurulursa kalenin iç kısmından dışa açılan basamaklı geçidin, su almak için dereye inilen yol olmadığı görülür. Kalenin içinden kayalık zeminin oyularak merdivene dönüştürülmesi, sadece su amaçlı değildir. Zerzevan Kalesi’nin son yıllarda tescili, yapılan tahribatın önüne geçilmeye engel olmamıştır. Köydeki bir çok yapının esas malzemesini oluşturan kale taşları, çoğunlukla tepeden yuvarlanarak, parçalanmış, evlerde kullanılmıştır. Kalenin ayakta duran “saray kısmı” diyebileceğimiz bölüm ve yer yer toprak altında kaldığı belli olan yapılar bulunmaktadır. Bu yapıların arkeolojik kazılarda gün ışığına çıkarılması beklenmektedir. Zerzevan Kalesi’nin yapılışı, Roma dönemi İpek Yolu’nun korunmasına bağlanabilir. Kalede yaptığımız araştırmalarda yazı, kabartma ve işareti çağrıştırabilecek belgeye rastlanmamıştır. Zaman içinde köylülerin bulduğu söylenilen sikkelere de ulaşmamız söz konusu olmamıştır.

343

Mehmet Ali ABAKAY Arştırmacı Yazar diyarbekirimtv21@hotmail. com


Kalede muhtelif yapılara ait oturma alanları, sığınak kümeleri görülmekteyse de bu kalıntıların esaslı biçimde ele alınmayışı, bizim tahminlerde bulunmamızı güçleştirmektedir. Çınar’da Zerzevan Kalesi’ne yakın mağaralar bulunmaktadır. Bu mağaralarda bir dönem yaşantının sürdüğünü bilmekteyiz. Yine Çeme Reş’e nazır kaya kütlelerinde yaşama dair izler kendisini göstermektedir. Odalar biçiminde yontulmuş kaya kütlelerinde yaşamın yaklaşık 3000-3500 Yıl öncesine aidiyetini tahmin etmekteyiz. Elbette bu yapıların destekçisi olan kaya mezarların varlığı da söz konusudur. Çeme Reş’in yanı başında bu tarz yapılaşmaların bir arada oluşu, yerleşik hayata geçişin izlerinin de sorgulanmasını gerektirir. Kazıların yapılmayışı, söylemlerimizin sadece bir tahminden öte anlam taşımamasına zemin hazırlar. Çınar’ın Bağacık Köyü’nde kaya mezarların sıklıkla görülmesi ve bunun bir alanda kümelenmesi, “Arbane Tepesi” (Tılle Arbane) denilen tepede ziyaretgâh alanının bulunuşu, bu tepenin Zigurata benzer yönünün sorgulanmasını gerektirir. En son dört yıl önce ev için kayalıklardan taş çıkaran birkaç köylünün açılmamış bir kaya mezarını bulması, yerel ve ulusal basına yansımış, detaylar açıklanmamıştır. Çınar’ın inanç merkezi olarak iki önemli noktası vardır. Bunlardan biri Aktepe Köyü, öbürü Altunakar Köyü’dür.

köydür. Şeyh Abdurrahman, Aktepe’de medresesiyle bir dönem, bölgenin ilim dünyasını kendisine çekmiştir. Astronomi, edebiyat ve ilahiyat alanında önemli eserler veren Şeyh Abdurrahman-ı Aktepî, son yıllarda gündeme sempozyumlarla toplantılarla gelmiş ve yeniden tanınmaya başlanmıştır, mevcut el yazması eserleri basılmaya başlanmıştır. Aktepe’de Medreseden kalma yarıya yakını yıkılmış bir minare bulunmaktadır. Bunun yanında Aktepe’nin isminin de Ah Tövbe’den geldiği söylenmektedir. Aktepe’ye gelip tövbe eden mürid sayısının çokluğu, burayı bir tövbe merkezi yapmış ve zaman içinde yaptıklarından pişman olanların dilinde “Ah Tövbe”, köye bakan ziguratı andıran tepeye nispetle, “Aktepe” biçiminde Türkçe’de yerini almıştır. Şeyh Abdurrahman ve oğullarının mezarının yer aldığı türbe, her mayıs ayında yapılan anma etkinlikleriyle adından söz ettirir. Aktepe, Çınar merkeze 20 kilometre uzaklıktadır.

Altunakar Köyü Aktepe’den sonra ikinci noktadır. Şeyh Kasım’ın defnedildiği mekânda, onun soyundan gelenlerin mezarları türbe içinde ve türbe etrafında bulunmaktadır. Vaktiyle Toşhana Devleti’nin merkezi olan Altunakar’da halen “Toşhana” isminden bozularak günümüze gelen höyük, “Tavşantepe” ismini taşımaktadır. Son yirmi yılda köydeki yapılaşma, höyük ve çevresinde yaygınlaşmıştır. Altunakar, Osmanlı Salnamelerinde yerini almış, yapı olarak çok eski bir yerleşim alanıdır.

Bağacık Köprüsü Aktepe Şeyh Abdurrahman’ın Medresesi’nin bulunduğu

Barajın yapılması ile sulara gömülmüştür. Göksu Barajı’nın sularının azaldığı yaz mevsiminde

344


köprünün bir kısmı görünebilmektedir. Bu köprünün tek gözlü yapısı vardır. Köprünün Artuklulara ait olduğu ifade dilmektedir. Çınar’ın Güzel Şeyh Köyü’nde yer alan ve kısmen yıkık olan Konak, Cumhuriyetin ilk yıllarında korumasız kalmıştır. 2. Sultan Abdulhamid Dönemi’nde, 1905 Yılında yapılan Konak, beyaz taştan ve süslemeli biçimde yapılmış, ilçenin nadir yapılarındandır. Çınar’da bulunan eski konak, Şeyhlere ait gösterilmektedir. Üç katlı duvarları taştan ve iç kısımları kerpiçten yapılmış konağın günümüzde ilk katı ayakta kalmıştır. Konak oldukça bakımsızdır. İlçenin ilk Camii olan Yeşil Camii, 1950’lerde yapılmıştır. Minaresi “Mimar Timur” kitabeli Camii, 2000’li yıllarda yıktırılmış, yeniden yaptırılmıştır. Karacadağ’da bulunan Mir Hıdır (Mir Hızır) Kalesi, yıkılmış, geride kalan kimi zor seçilen temelleri ile özelliğini kaybetmiş bir kaledir. İlçenin Diyarbakır Karayolu üzerinde bulunan Kara Köprü (Pıra Reş), ismini bazalt taşlardan alır. Bu köprünün IV. Murad’ın Irak fethine çıkışı öncesi ordunun geçişi için yapıldığı rivayet edilir. Karacadağ’da orduya ait topların geçirildiği bir top yolu da bulunmaktadır. Ayrıca Diyarbakır’dan Karacadağ’a gidildiğinde Çınar’ın Karacadağ kısmında yer alan iki köprü bulunmaktadır. İlk köprü yıkılmış ise de kalıntıları büyük ölçüde mevcuttur. İkinci köprü faal haldedir. İlçenin diğer köylerinde bulunan höyükler de tarihi öneme sahip olmasına rağmen, arkeolojik kazıların yapılmayışı sebebiyle bizim, konu hakkında yorum yapmamız yanlış olur. Çınar’ın 1937’de İlçe statüsüne kavuşmasıyla ismi “Hana Ahpar” olan yerleşim birimi, zamanla ilçenin karayolu üzerinde olmasıyla gelişmiştir. 1975 - 1980 arası yapılan inşaat amaçlı kazılarda Merkez Atatürk İlköğretim Okulu’nda İlçenin tek dinlenme parkına uzayan alanda eski mezarlık alanlara rastlanmıştır. Şimdi faal olmayan İlçe Hamamı, Askerlik Şubesi, Hükümet Konağı, Kaymakam Evi, Postahane, olmak üzere resmî

345

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


yapıların sıralandığı alanın en az 2000 yıllık bir yerleşime ait mezarlık olduğunu, bu alandaki mezarların gün doğumu esas alınarak yapıldığı, ölenlerin defnine göre alanın ya Hıristiyanlara ya da Şemsilere ait olduğu söylenebilir. Yezidî mezarlığı ile ortak özellik taşıyan mezarlığın Yezidîlere aidiyetine ihtimal verilmemektedir. Mitannî Devleti’nin bir dönem egemen olduğu Karacadağ Bölgesi’nde halen kendisine “Metina“ diyen köyler bulunmaktadır. Ayrıca Mitannî Devleti ile komşu olan Hurilerin varlığı da ilçede söz konusudur. Çınara bağlı “Hurhurik”, “Besta Huriyan” isimleri Huri Devleti’ne ait yer adları olarak belirtilir. Gürses (Davudî) Köyü, vaktiyle Yezidî köyü idi. Buradaki mezarlıklar incelendiğinde mezarların güneşe, güneşin doğduğu doğuya baktığı anlaşılmaktadır. Bağacık’taki kaya mezarların birinde gördüğümüz Haç işaretinin Hıristiyanlık Dönemi‘ne ait olduğu söylense de Hıristiyanların kaya mezarlarda ceset saklama geleneğinin bölgede söz konusu olmadığı bilinmektedir. Bunu Diyarbakır’da rastladığımız Hindû Geleneği’nde de var olan Güç Sembolü’ne bağlamak, ne derecede doğrudur, bilemiyoruz.

Bismil İlçesi Tarihi Eserler Envanterine Bakış Bismil, geçmiş olarak 250-300 yıl öncesine dayanan bir yerleşim alanı olarak görülmektedir. Bu güne değin yapılan değerlendirmelerde ileri sürülen görüş, ilçe merkezine isim olarak verilen ad, Bistmal, Pismil ve Basmil’dir. Bistmal, yirmi ailenin yer aldığı yerleşim alanını

çağrıştırır. İran’dan gelen köle tacirlerine karşı ayaklanan kişiler, tacirleri ortadan kaldırarak, özgürlüklerine kavuşur. Bu sebeple isim kaynağına bu ayaklanma gösterilir. İkinci adlandırma, Dicle’nin beraberinde getirdiği milin bu alanda birikmesi gösterilir. “Geçişi zorlaştırdığı için bu alana Pismil” denildiği rivayet edilir. Üçüncü adlandırma, Musul’dan gelen Basmil Aşireti’nin bu alanda yerleşmesine dayandırılır. İlçenin son dönemde höyüklerde yapılan kazılarla birlikte varılan tarihî bulgularla kazandığı önem, son on yılda sıklaştırılan ve Hasankeyf Barajı’ndan dolayı etkilenecek alanlardaki arkeolojik kazılardan kaynaklanır. Birçok höyükte yapılan kazılar sonrasında Mittanilerden Asurlulara uzanan çizgide elde edilen buluntular, arkeoloji alanında eşsiz değerdedir. İngiliz Seyyah TAYLOR’un Üç Tepe’deki kazılarda bulduğu Asurî iki dikili taş, bu gün İngiltere’deki British Müzesi’nde sergilenmektedir. Arkeologların ilgisini çeken alandaki höyüklerde zamanla yapılan kazılardan elde edilen arkeolojik buluntular, Diyarbakır Arkeoloji Müzesi’nde kısmen sergilenmektedir. Ovalık alanda kurulu olan ilçe merkezi, daha çok tarıma ve hayvancılığa dayanan geçim kaynakları sebebiyle stratejik bir öneme sahip olmadığı için bildiğimiz manada tarihî yapılara sahip değildir. Fakat, höyükler açısından zenginliği sebebiyle zaman içinde yapılacak kazılarla tarihin yön göstericiliği açısından önemli bir yere sahiptir.

346


Gredimse, Salat, Tepe höyükleri olmak üzere onları bulan höyüklerin, ilçe tanıtımında büyük yeri vardır.

Dicle İlçesi’ne Bakış Dicle’ye beş altı kez gittim, kendimce kimi tespitlerde bulunma ve okuduklarımla gördüklerimi karşılaştırma imkânı bulma adına. İlk önce Dicle Kalesi’ne çıkmak istedim. Gittiğim yükseltide kalenin alanında temelleri boşuna aradığımı belirteyim. Kaynaklarda yer alan kale alanında bizim anladığımız manada ne taşlar vardı ne temeller. Zaman içinde kale, bir taş ocağı olarak görülmüş ve yapılarda kale taşları ana malzeme olarak kullanılmıştır. Dicle’de görülmesi gereken en önemli tarihî mekânlar, Kral Kızı Kayası, Dicle’nin ilk yerleşimcileri olarak gösterilen Pir Bedir, Pir Musa çevresinin mezarları, sık rastlanmasa da kimi yerlerdeki kaya mezarlardır. Büyük camii sağında yer alan çeşmeler, Camii yukarısında bulunan kitabe taşıyan ev, İlçenin Pîran olarak anılmasının sebebi Pir Musa ve Pir Bedir’den gelmektedir. Pir’in çoğulu olan “Pîran”, halen günümüzde de kullanılmaktadır. Bir evde gördüğümüz kaya mezar alanı, kiler olarak görüntülenmiştir. Dicle Barajı’nın (Kral Kızı) yapılması ile beraber sular altında kalan Bırdinç Köprüsü, Dibni Hanı ve handa olduğu için suda kalan kayadan oyulan alanlar maalesef günümüze gelecek şekilde görüntülenmemiştir. Kral Kızı Efsanesi, bu gün ilçede anlatıla gelen ve baraja ismini veren bir söylencedir. Dicle hakkında günümüze kadar yapılmış bir envanter ve kitap çalışması yapılmamıştır. Bir iki dergi çalışması dışında çekilen fotoğrafların yayınlandığı görülmeyen Dicle’nin tarihten gelen önemli bir yeri vardır. Hani- Eğil-Ergani arasında bulunan ve Palu ile Maden ile de sınır komşuluğu bulunan Dicle, baraj alanları ile yayla turizminin teşvik edilmesi halinde gelişecek ilçelerimizdendir.

347

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


ERGANİ TARİHİ VE DOĞAL GÜZELLİKLERİ

348


DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Ergani,Yukarı Mezopotamya’nın sayılı yerleşim birimlerinden biri olup, Akranya, Erkenin, Erkanikana, Yanari, Zülkarneyn , Arsania, Urhana, Aşat isimleri ile anılmıştır. Çayönü Örenyeri Ergani yöresinde arkeolojik kazılar XIX.yüzyılda başlamış ve günümüze kadar da devam etmiştir. İlçenin 7 km. güneybatısındaki Sesverenpınar (Hılar) Köyü’ndeki Çayönü’nde yapılan araştırmalar yöredeki yerleşimin MÖ.7250-6750 yılları arasında başladığını göstermiştir. Burası insanın yerleşik düzene geçiş sürecini en iyi yansıtan bir arkeoloji merkezidir. Bu bölgede, günümüzden 10.000 ile 5.000 yıl öncesi arasında kalan 5.000 yıllık dönemi ortaya koymuştur. Burada Neolitik Çağa ait örme yuvarlak evler, basit kulübeler ortaya çıkarılmıştır. Çayönü kazılarında bulunan en görkemli yapı “Saltaşlı Yapı” olarak bilinen yaklaşık 10 metre genişliğinde, yüzeyleri düzletilerek parlatılmış, iri kalker bloklarından olan anıtsal yapıdır. M.Ö.1220 tarihinde Büyük Hitit İmparatorluğu dağılınca, bir takım beyliklere ayrılmıştır. Asur Krallığı devrinde Ergani Asur devletine bağlı kendi başına egemen bir şehir olarak kalmıştır. Ergani MÖ.XI.yüzyılda Asurluların egemenliğinden sonra, Makedonyalılar buraya hakim olmuş, İskender’in ölümünden sonra da yöre, Seleukosların, Partların ve Romalıların arasında el değiştirmiştir. Bizanslılar ve Araplar çoğu kez burasını ele geçirmek için karşı karşıya gelmişlerdir. Malazgirt Savaşı’ndan (1071) sonra, 1240’da Anadolu Selçukluları buraya egemen olmuştur. Timur’un Anadolu istilasından sonra Ergani Akkoyunluların başkenti olmuş, XVI.yüzyılda kısa bir süre Safevi egemenliğinde kalmış, 1515’te de Yavuz Sultan Selim tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır. XIX.yüzyılın sonlarına doğru bugünkü kentin yerinde Osmaniye ismiyle yeni bir kent oluşmuş ve eski Ergani sönükleşmiştir. Ancak buraya verilen Osmaniye ismi Adana’daki Osmaniye ile karışmış ve Cumhuriyetin ilânından sonra yeniden Ergani ismi verilmiştir. Ergani’de günümüze gelebilen tarihi eserler olarak Hz.Meryem Kilisesi bulunmaktadır. Prof.Dr. Cihat GÜZEL

349


Şehrin en üst kısmında Yüce Meryem adını taşıyan Kargir ve Kubbeli bir kilise vardır. Mucize yaratan eski bir mabed olduğu rivayet edilir. Bunun dışında Kızılca köyünde Enüş Peygamber Mezarı, Zülküfil Peygamber Makamı hala önemini koruyan tarihi yerlerdendir. Halkının tarım,hayvancılık ve meyvecilik ile geçinmektedir. Diyarbakır ili, Ergani ilçesi, Sesverenpınar Köyü, Hilar Kayalıkları yakınlarında bulunan Çayönü Tepesi, günümüzden 9500 yıl önce M.Ö. 7500 yıllarında kurulmuş, aralıksız olarak M.Ö. 5000 yılına kadar yerleşim görmüş, daha sonra da aralıklarla iskan edilmiştir. Yerleşme bilim dünyasındaki ününü “Esas Çayönü Evresi” olarak bilinen M.Ö. 7500-6500 yılları arasındaki bin yıllık döneme. ait olan kalıntı ve buluntuları ile sağlamıştır Günümüzdeki kent uygarlığının ilk temellerinin atıldığı bu dönem, insanların göçebelikten köy yaşantısına, avcı ve toplayıcılıktan besin üretimine geçtikleri “Neolitik Devrim” olarak da bilinen teknolojik yaşam biçimi, beslenme ekonomist ve insandoğal çevre ilişkilerinin tümü ile değiştiği Kültür Tarihi ile ilgili buluşlarla birçok “ilki” de içeren canlı ve ilginç bir dönemdir. Ergani yeri itibariyle hakim bulunduğu Gevran Ovası ve civar dağlarda bir çok tarihi höyük ve sehir harabeleri vardır. Ancak bunlar-dan Hilar Tilhizur ve Papazgölü harabeleri tescillidir. Birçok tarihi harabeler tespit dahi edilmemiştir. Nevada Üniversitesi Antropoloji Bölümünden Peter BENEDICT, Güneydoğu Anadolu Yüzey Araştırmaları projesi çerçevesinde Ergani çevresinde de araştırmalar yapmıştır. Bulduğu, çanak çömlek, delgi, doğal cam, uçlu parçalar, yongalar, kazıyıcılar, sürtme taşları vb. listesini

çıkartmıştır. Buluntuları ait oldukları zamana göre tasnif etmiştir. Ergani çevresinde 39 höyük ve buluntu yeri tespit etmiş, bunları tanımlamış ve haritada göstermiştir. Bizim bildiğimiz Ergani ilçe sınırları içinde bulunan eski yerleşim yerleri şunlardır. Boğaz Çayı kenarındakiler: (Diyare sirt) Boğaz Köyü, (Kalgana) Yol Köprü Köyü, Hilar Köyü ve çevresinde 10 yer, (Tilhizur) Yayvantepe Köyü, (Poze Çiye Hersine) Tastepe Mezrasi, (Kolbegt) Bozyer Köyü, (Inko)Yeni Köy, (Torçe Rize) Bozyer ile Yeni Köy arasında, (Zengetil) Bereketli Köyü, Siyahmedi, (Kote Pire) Köprü Köyü gibi Diyarbakır sınırında başka yerleşim alanları ile devam ediyor. Ovada yer alan höyükler: (Arseniya Hersina Girabe) Yazacağın mezrası, (Izinob) Uzun oba yıkılmış köy, (Çahlika) (Ziyaret) (Tahle) Hosan Köyü, (Elmedin) Coşkun Köyü, (Girya) Güneş alan Mezrası, (Tilkadi) Tüm Tepe Mezrası, (Igirmi) Uzun Ağaç Mezrası, (Tilhum) Yüksel Köyü, (Cingirsin) Çakartas Köyü, (Agcimirik) Açıkdilek Köyü. (Acakale) Akçakale Köyü, Kuçakera, (Mego) Azıklı Köyü, (Ferasik) Otlak Mezrası, (Gire Gozli) Gözlü Köyü, Incehidir Köyü, (Güla) Yeşilçayır Mezrası, Kabasakal, (Hana Gevra) Hanköy, Siltantepe, (Algo), Seggur Mezrası, (Girberes) Yediören Mezrası, (Tirbesipi) Aydoğdu Mezrası vb yerler. Dağlık alanda: Eski Ergani, Papazgölü, (Kilisa Kira) Kırlar Kilisesi, (Kotekan) Yakacık Köyü, (Kiles Kiliç Baba Tepesi ve Çeka Pira) Sölen Beldesi, (Geltujka) Dereboyu Köyü, Salhi Köyü, Ziyaret Köyü, Gomayik Köyü, (Amedi) Armutova

350


Köyü, Zülküf Dagi, Bervan Dağı, Hersin Dağı, Mil Dağı, (Gisgis) Kesentaş Köyü , (Gire Korkiye) Yolbulan Köyü, (Kikan) Kikisan Köyü, (Sahbesor) Otluca Köyü, Hendeka Köyü, (Kel) Ziyaret Köyü vb. yerlerde birçok şehir harabeleri vardır. Asurlulardan evvel buralarda Sabarular ve Hititler hüküm sürmüşlerdir. Eski tarih ve coğrafyalarda bölgenin ismi Sofana ve Ingilena olarak geçmektedir. Eskiden bölgede madencilik ve toprak eşya imalatı çok ileri idi. Ergani bölgesinde, nerede bir kazı yapılsa, bir tarih hazinesine rastlanmakta, çeşit çeşit toprak kaplar, süs eşyaları ve küpler çıkmaktadır. Ayrıca Ergani’de birçok şehir harabeleri vardır. Amedi Kalesi deprem sonucu yıkılmıştır. Germik şehir harabeleri de Mar-Yusa’nın Vaka-i Namesinde adı geçen sıcak su kaynağı ve şehri olma ihtimali vardır. Burası Ergani, Çermik ve Çüngüs ilçelerinin ortasındadır. Hilar, Kikan, Giresor ve Hendekan şehir harabelerinde tarihin her devrindeki izlere rastlamak mümkün. Dünyada ilk insanların burada yaşadığı rivayet edilir. Girésor(Xanîsorka) Bu ismimle anılmasının sebebi, Burası kırmızı çakmak taşlarında yapılı harabeler olduğu için (Xanîsorka) Kırmızı Evler deniliyordu. 1940’li yıllarda bur şehir harabesinin taşları Etibank İşletmesine taşındığı için, geriye kırmızı bir tepe kaldı. Ondan sonra (Girésor) Kırmızı Tepe olarak anıldı. Giresor denilen yerde bulunan şehrin, kalıntıları hala görünmektedir. Burada arkeolojik kazı yapılırsa değişik medeniyetlerin izleriyle ilgili ciddi buluntular bulunacaktır. Yörede anlatılan efsanelere göre bu şehir Hz. İdris tarafından kurulmuştur. Yine bir efsaneye göre Hz. İdris buradan yedi km uzaktaki Hilar’in Goskar mağarasında terzilik yapmıştır. Xanîsorka ismi, Şemsettin Günaltay’ın İran Tarihi adlı kitabında da geçmektedir. 1. Cilt 100. sayfa da M.Ö. 9. yüzyıl Asur kralı Şemsi Adad İran’a doğru yürüdüğünde Matepin memleketinde Xanîsorka adında bir başbuğla karşılaşır. Bu bilginin Şemsi Adad’ın tabletinde yazılı olduğunu da söylüyor.? Hz. İdris’in burada yaşadığı, ilk yazının onun tarafından burada yazıldığı, ilk olarak demirin onun tarafından eğitildiği, ilk defa onun tarafından elbise dikildiği, cennete sağ olarak girdiği, hala cennette terzilik yaptığı anlatılan efsaneler arasındadır. Tarihin eski çağlarında; Amedi ve Kalhana köylerinde bakır işletildiği

351

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


biliniyor. Buralarda pişirilmiş bakir artıklarına halen rastlanmaktadır. Gisgis’te gümüş, Giresor’da demir madeni işletildiği söylenir. Kiles Köyünün kuzeydoğusunda ki, Dicle Nehri üstünde ve Hersin Dağı burnunda Boğaz Çayı üstünde eskiden yapılan barajların kalıntıları hala durmaktadır. Eskiden bu barajlarla Hosot ve Gevran ovalarında geniş araziler sulanırmış.

da bu civardadırlar. Ergani Beyi’ne Melik Ahmet Paşanın mektubunu verdim. Bey, paşaya 200 deve yükü yiyecek, 5 adet Seyhani kılıç, 1 katar kızıl katır hediye verdi. Ergani Bey`inin 3000 Kürdistan askeri ile Paşa’yı karşılamaya gittik. Kuzeyden Bashan`a geldik. Bashan Diyarbakır toprağında güzel ve sağlam konaktır. Ergani Bey`i hediyeleriyle Paşanın huzuruna çıktı.

Evliya Celebi Seyahatnamesinde Ergani “Ergani, Miladi 1501 yılında Bitlis’li Kürt, Molla İdrisin aracılığı ile Harpsız Bıyıklı Mehmet Paşa’ya teslim olmuştur. Kale anahtarı halk tarafından Paşa’ya verilmiştir. Kanuni Sultan Süleyman`nın yazılı emriyle Diyarbakır Eyaletine bağlı Sancak Beyliği oldu. Beyleri devlet tarafından tayin edilir. Babadan evlada geçmez. Beyinin devletçe kabul edilen ödeneği 200-515 akçedir. 10 zeamet 123 tımar vardır. Çeribaşısı, Olay Beyi vardır. Askerleri, kale beyinin komutanlığı altında savaşa gider. Kale dizdarı, neferleri, sipahi kethudasi, çeribaşısı hasap memuru (Mal Müdürü), şehir Subaşısı vardır. Seyhülislam (Müftü) ve Nakibül Eşrefi Şeyhler şeyhi Diyarbakır’dadir. Kale çok güzel yontulmuş taşlarla yapılmış sağlam bir sığınaktır. Kaleye lazım olan cephane ve topları Kale Beyi alır. Hudut boyunda olmadığı için savaş araç ve gereçlerini devlet vermez. Üzüm ve şarabı çok meşhurdur. Dicle nehri, civar dağlarından doğup Diyarbakır tarafına akar. Ergani’den, batıya düzgün bir yolla Çermik Kalesi`ne gidilir. Çermik buraya bir menzillik yoludur. Siverek, Karakayık, Gerger, Çünküş, Samsat, Suruç, Besni, Kale ve kasabaları

Paşa kendisine bir samur kürk verip çadırına aldı. Günden güne Paşanın askeri arttı. İpisir Paşa (Devlete baş kaldıran eski Sivas valisi) korkusundan kaçtı. Ertesi gün, Pasa beni bir mektupla Diyarbakır Beyi’ne gönderdi”

Hilar Mağaraları Hilar Köyü heybetli kayalarla çevrili tabii bir kale görünümündedir. Köye dar bir yoldan girilir. Girişin sağında ve solunda mağaralar vardır. Yolun kuzey kısmında Han Mağarası göze çarpar. İçerisi çok geniş olan mağara düzgün bir şekilde oyulmuştur. Halen birçoğu kış aylarında hayvan barınağı olarak kullanmaktadırlar.

Akropol Kayalığın güneydoğu kesiminde yer alan ve en yüksek alanı oluşturan birim akropol olarak tanımlanmıştır. Burası dıştan dikçe yarlarla ovadan ayrılmış, etrafı doğal kaya duvarlar ile çevrilmiş olan geniş yüksek bir düzlüktür. Girişi doğal kayalara oyulmuş basamaklar ile kuzeydoğu yönündedir. İç kısmında doğal kayaya oyulmuş mekanlar ve bunları kapatan duvar izleri belli olmaktadır. İçteki diğer yapı kalıntıları köylülerin tas çekmesi sonucu yok olmuştur.

352


Kaya Mezarları Kayalığın çevresinde, özellikle doğu ve batı yüzünde çok sayıda mezar odaları bulunmaktadır. Hepsi kayaların içine oyulmuştur. Bu bölgede yaygın olarak bulunan, Roma mezarlarıyla ayni özellikleri gösteren mezarlar üçlü gruplar halinde düzenlenmiştir. Bazılarının dış yüzeylerinde Roma eyalet üslubunda kabartmalar mevcuttur. Kabartmalarda görülen giysilerin İran üslubunda olması, yazıların Kuzey Suriye Sami yazısını kullanması ilginçtir.

Kale Hilar Köyünün güneyindeki dik kayalık kale olarak tanımlanmıştır.

Ergani Kalesi Ergani Kalesi’nde bugün çok az iz kalmıştır. Kale 1526 metre yükseklikteki Zülküf’ül Dağı’nın kasabaya hakim yaygın bir tepesi üzerinde idi. Burası, deniz seviyesinden 1000 m. yüksekliktedir. Zülküf’ül Peygamber Makamı da buradadır. Burayı 25 Eylül 1932 tarihinde inceleyen Basri Konyar kalenin o günkü kalıntıları hakkında şu bilgileri veriyor. “Uzun Hasan’ın dedesi Kara Hasan, kaleyi tamir etmiş ve baştan başa yazıtlarla dolu kale anahtarını kasabaya hediye etmişti. Kaleye çıkmak için dar bir yokuşu terleyerek çıkıyoruz. Yol yükseliyor ve bir dönemece giriyor. Burada ihtişamını Zülküf Dağından alan kalenin tek bir burcu kalmıştır. Döne dolaşa yol bu burcunun altına varır. Dibi tuğla ve harçla tutturulmuş. Üst yanları tasla örülüdür. Fakat bu taslar çok güzel yontulmuştur. Ergani Kalesi’nin (1402-1403) tarihinde Karayüllük Osman Bey tarafından onarıldığına dair başka bir belge bulamadı. Ergani, Akkoyunlular’ın hakimiyetine geçen ilk kaledir. Birçok defalar kuşatılmış, önünde savaşlar yapılmıştır. Akkoyunlular döneminde belki de birkaç defa onarım görmüştür. Ancak bunu teyit eden belgeler henüz yok, mahallinde yaptığımız araştırmada Zülküfül Makamı’nı çevreleyen duvarlarda kullanılmış yazılı taşlara rastladık. Belki de bu taşlar kale duvarlarına aittir. Taşlar parça parça ve dağınık olduğu için bunlardan bir sonuç çıkarmak mümkün olmadı. “

Zülküf’ül Makamı Zülküf Peygamberin makamı buradadır. Zülküf dağında yattığı söylenir. Bir rivayete göre mezarı Eğil ilçesinde, Makamı buradadır. Bir rivayete göre de Zülküf Peygamber Hanilidir. Hani’de yaşamıştır

353

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


“Vefat ettiği zaman, çocukları mezarını bir tepede kazmışlar. Aksam olmuş, kazmaküreklerini orda bırakıp eve gelmişler. Sabah tekrar kazmaya gittiklerinde hiçbir şey bulamamışlar. Dağ silsilesini takip edip Zülküf Dağına gelmişler. Bakmışlar kazma kürekleri ve kazılmış hazır bir mekan. Artık babalarını buraya gömüp üstüne kubbe yapmışlar.” Bir başka rivayet ise şöyledir: “Hz. Eyyüp’ün oğlu Beşer, Hilar düzlüğünde yapılan bir savaşta esir düsen askerleri için hayatı pahasına kefalette bulunduğundan Zülküfil ismini almıştır. Zülküfil Peygamber, ümmeti için dini merkez olarak Ergani’yi seçmişti. Zamanında Yukarı Mezopotamya’yı, Suriye’yi, Filistin’i ve Arabistan’ı egemenliği altına almıştı. Makamı Zülküfil Dağı’nın tepesindedir.” Kış mevsimi hariç her zaman burası hareketlidir. Özellikle yaz mevsiminde çok canlı olur. Cuma ve Pazar günleri ziyaret edilir. Çocuğu olmayan aileler; ziyaretten sonra çocukları olursa, adini Zülküf veya Zülfiye koyarlar. Makama kaderi açılmayan kızlar; isi bozulan esnaf ve sevap kazanmak isteyenler ziyarete gelirler. Buraya gelenler Kur’an ve mevlit okuturlar. Kurbanlar keserler. Murat dileyenler duvara tas yapıştırırlar. Eskiden burada büyük bir mescit vardı. Bu tarihi yapının 400 yıl kadar önce yapıldığı rivayet edilir. Mescit kargır bir bina idi. Batıya dönük bir merdivenle girilirdi. Duvarlarında birçok dini levha mevcuttu. 1939 yılında bilinmeyen bir sebeple camii ve makamın bir kısmi 1. Genel Müfettişin emri ile yıktırılmış. Çok kıymetli altın ve gümüş eşyalar, halılar, Eyyubilerden kalma levhalar, Uzun Hasan’ın armağanı şamdanlardan bir kısmi Vakıflar İdaresince İstanbul’a gönderildiği, bir kısmının da kayıp olduğu söylenmektedir. Zamanın

belediye çavuşu Hoca Mahmut’un deyisine göre yıkımdan önce zamanın Diyarbakır valisi Basri Konyar makamı gezdi fotoğraflar çekti. Bu günkü bina, 1958-1959 yılında Ergani Hayır Cemiyeti tarafından yeniden yaptırıldı .

Zülküf’ül Sulukları Zülküf Dağı’na çıkanların ilk uğrak yerleri bu suluklardır. İki tane suluk vardır. Biri yolun son virajını dönerken, zirvenin batı yakasındadır. Bu suluk tamamıyla su doludur. Yaz, kış su seviyesi aynıdır. Hakkında birçok rivayetler anlatılır. Bunlardan biri de şöyledir: Bir zamanlar gelin ile görümce bu suluğun içine girmişler bir daha çıkamamışlar. Onun için halen gelin ile görümce beraber bu suluğa inmezler. Diğeri, zirvenin kuzey yakasındadır. Bu suluk üç geniş kemer altında yapılmış büyük bir havuzdur. Buranın içine rahatlıkla girilir. Sulukların suyu zirve kayalıklarından gelen damla damla akan suyun birikmesinden oluşur. İlginç olan bu havuzlarda buharlaşmanın hemen hemen hiç olmayışıdır.

Enüs Peygamber (Abbas Peygamber) Kızılca Köyü yakınında Enüs Peygamber denilen bir yatır (Ziyaret) vardır. Buna Abbas Peygamber de denir. Kümbette bulunan taşlarda su isimler yazılıdır: Yerd Bin-i Mehlail, İbn-i Kinan, İbn-i Enüs, İbn-i Sit, İbn-i Adem. Bu yazıta göre, türbe Hz. Adem’in batin torunu Hz. Yerd’e aittir. Bir rivayete göre de Enüs Peygamber Zülküf Peygamberin kardeşidir. Sit Peygamberin oğlu Hz. Adem’in torunudur. Gök bilimi hakkında derin bilgisi olan bir zattır. 960 yıl ömür yasamıştır. Bundan dolayıdır ki; Hilar,

354


Kızılca ve Kikan üçgeni dünyanın ilk yerleşim yeri olarak kabul edilir. Yani insanin yaratılışı ve çoğalımı burada başlayıp sonra dünyaya dağılmıştır. Her cuma günü buraya ziyaretçiler gelir. Mekanda dualar ederler, murat dilerler, adaklar veriler, şeker dağıtırlar. Açan Pişman Açmayan Pişman Ergani’de, biri Zülküf Dağı’nda biri de Kikisan Vadisi’nde olmak özere iki tane “Açan Pişman Açmayan Pişman” kapısı vardır. Zülküf dağındaki yalnız rivayet olsa gerek çünkü herhangi bir izi yoktur. Kikisan Köyündeki ise kayada izleri belirgindir. Rivayete göre kapısı kemerle bağlı olan bu yerde, eski krallara ve şehir beylerine ait gizli hazineler vardır. Kapı, tahminen 2 veya 2,5 m boyunda 1 m eninde bir tasla kapanmıştır. Bu yekpare taşın üzerine “Açan Pişman, Açmayan Pişman” ibaresi yazılıdır. Bu ibarenin vermiş olduğu korku ve dehşet yüzünden kimse bunu açmaya cesaret edememiştir.

Tilhizur Höyüğü Kazısı Tilhizur Köyü, Ergani ilçesinin 4 km kadar güneyinde, Çayönü tepesinin 2 600 m kadar doğusundadır. Höyüğün büyük bir kısmi Yayvan tepe Köyü evleriyle kaplanmıştır. 80 m çapında 9-11 m yükseklikteki höyükte, I. Ü. Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet ÖZDOGAN tarafında iki dönem kazı yapılmıştır. Diyarbakır Müzesi Adına Güneydoğu Anadolu Karma Prehistorya Projesi Çayönü Ekibi tarafında 1991 yılında bir kurtarma kazısı yapılmıştır. kazı sonuç raporunda özetle su bilgiler verilmektedir. “kazı çalışması 6 açma biçiminde yaklaşık 150 metrekarelik alanda yapılmıştır. Tilhizur Höyüğü kurtarma kazıları M.Ö. 5800-5000 yılları arasındaki döneme ait bilgi ve malzeme vermiştir. Daha çok Orta çağ, Orta Demir çağ, İlk Demir çağ az miktarda Orta Demir ve Son Tunç çağ, Son Kalkolitik- İlk Tunç Geçiş ve İlk Tunç çağ malzemesi karışık olarak bulunmuştur. kazı alanında Halef kültür katının hemen hemen tümüyle tahrip olduğu; buna karşılık Son Neolitik çağ yapı katının daha iyi durumda olduğu görülmüştür. Altta daha eski katmanın olup olmadığı henüz anlaşılmamıştır. İlginç olan Çayönü ile çok yakin bir konumda olmasına karşın, farklı bir mimari yapı sergilenmesidir. Çayönü sakinleri yapılarında taş kullandığı halde Tilhizurdakiler tamamen kerpiç kullanmıştır. Odalarının iç bölümleri Çayönü’ndekilere göre daha küçüktür.

355

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Bu kültür kati, Çayönü tepesinin üstünde tarımsal faaliyetlerle çok asınmış bulunan, bu nedenle tam belgelenmemiş olan kültür katı ile çağdaştır. Bu bakımda Tilhizur, Çayönü’nün eksik kalan kültür sürecini tamamlamaktadır. Halef Dönemine geçiş ile ilgili geniş bilgi vermektedir. İleride yapılacak yeni çalışmaların Yakın doğuda hemen hemen hiç aydınlamamış bir dönemi aydınlatacak malzeme vermesi beklenmektedir.

356


KAYNAKLAR 1. 2. 3. 4.

Ergani Kaymakamlığı resmi internet sitesi Ergani Belediyesi resmi internet sitesi Ergani tarihi ve tarihi Eserleri – mezuniyet tezi- Cenk YOLCU. Çay önünden Erganiye uzun bir yürüyüş-Müslüm ÜZÜLMEZ.

357

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


SİLVAN’DAKİ TARİHİ ESERLER

358


ÖZET Tarihi eserleriyle önemli bir turizm merkezi olan Silvan’da doğa ve inanç turizmi de ön plandadır.

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Silvan ve çevresinde başta anıtsal değere sahip ve dünyada dolgu sistemi ile yapılan tek Kale-şehir olan Silvan Kalesi olmakla birlikte, Boşat Kalesi, Helda Kalesi, Deruni Köyünün yanındaki Şemrekh’ta bulunan Şemrekh Kalesi kalıntıları ve Roma eseri olan Başka Kalesi de bulunmaktadır.

Silvan Kalesi

Dünyada Dolgu Sistemi ile Yapılan Tek Kale-şehir SİLVAN Mevcut bilgilere göre Silvan Kalesi iki surla çevrili dörtgene yakın bir şekildedir. Kapsadığı alan doğudan batıya 600 Metre kuzeyden güneye 500 metredir. Yaklaşık 2200 Metre uzunluğunda olan Silvan Kalesinin surlarında 50 burç ve kule vardır. Roma-Bizans devrine ait olduğu sanılan ve kuruluş tarihi kesin olarak bilinmeyen Silvan kalesi Helenistik ve orta çağın en önemli merkezlerindendi. Tarihteki etkin ve uzun serüveninde yıkımlar ve onarımlar yaşayan Silvan Kalesi M.S. 410 yılında bir başka kurucusu olan tıp ve din adamı Mar Maruthas tarafından II. Şapur zamanında yapılan savaşta İran’da şehit düşen 40 Hıristiyan şehidinin kemiklerini getirip büyük bir merasimle Silvan’a gömdürmesinden dolayı önem kazanmıştır. Bizanslılar bundan dolayı Silvan’a şehitler şehri anlamına gelen Martyropolis adını vererek bu adı resmen kullanmışlardır. Kaleye bu dönemde de onarımlar ve eklemeler yapılmıştır. İki sur ile çevrili Silvan Kalesi VI. Yüzyılda Bizans İmparatoru I. Justinianus zamanında esaslı bir şekilde onarılmış ve surlar son şeklini almıştır. Nejat Satıcı

359


M.S.532 yılında tekrar eski heybetine kavuşan bu kale şehir yeni kurucusu Justinianus’un adını alarak Justinianopolis adıyla Bizans’ın en önemli garnizon merkezi olarak tarihteki yerini alıyordu.

yazılmış kitabeler görmüş ve yayınlamıştır. Lehmann Haupt, kitabenin M.S.4. yüzyıla ve Ermeni bir valiye ait olduğu görüşündedir.

Müslümanlar döneminde Silvan’ın ortaçağın en parlak ve en gelişmiş kentlerinden biri olan Silvan, Hamdaniler, Mervaniler, Artuklular ve Eyyubiler zamanında tarihte önemli bir rol almış, bu dönemde Kale-şehir yeniden yapılırcasına onarılmış, kaleye yeni burçlar ve surlar eklenmiştir. Meyafarkin Eyyubileri yönetiminde iken Moğolların saldırısı sonucu 1258-59 yıllarındaki 2 yıllık kuşatmadan sonra kale-şehir tamamen tahrip edilmiştir. Silvan kalesinin çeşitli burç ve kapılarında yapım ve onarım kitabeleri vardır. Bu kitabeler surlara hareketlilik kazandırmakta bu da kalenin geçirdiği dönemler hakkında bilgi vermektedir. 1899 tarihinde Silvan bölgesinde araştırma yapan Lehmann Haupt , Silvan kalesinin kuzey kapısı yıkıntıları arasında sağlam kalmış bir duvarda rast gele konmuş ve eski Yunanca

1944 yılında kaleyi inceleyen Süleyman Savcı, Silvan Kalesi hakkında şu bilgileri verir. Yer yer görülen tamir ve kitabelerin işaretine göre iç içe birbirini çemberleyen her iki surun istila sadmelerine uğradığı anlaşılıyor. İlk inşaat zamanından kalıp tamir görmeyen burçlarla duvarları hep aynı tarzda yapılmıştır. Burçların dıştan uzunlukları, 10.5 metre ve enlileri de 7 metre kadardır. Yükseklikleri ise 25 metreyi geçmekte ve genellikle iki burcun arasında birer destek duvarı bulunmaktadır. İki burcun arasındaki mesafe 20 metreden fazladır. Burçlar genellikle tahribe uğramıştır. Bir kaçı müstesna

360


olmak üzere ikinci katları da tamamen yıkıktır. Surun taşları Malta taşına benzeyen beyaz sert bir cins taş olup muntazam yontulmuştur. Yüksek suru çevreleyen ikinci dış sur daha fazla tahrip edilmiştir. İyi bakılınca öteki ile paralel yürüdüğü görülür. Bir çok burcun ev haline getirildiği görülür. Zengin aileler burçların üzerine yeniden birer ev inşa ederek ikametlerine elverişli bir duruma getirmişlerdir. Bunlara Sadık Bey Kasrı ve Azizoğulları Konağı iyi birer örnektir.

Kale Kapıları Silvan Kalesinden kolayca dışarı çıkabilmek için dokuz kapısı varmış. Bunlardan dördü güneyde, ikisi kuzeyde, ikisi batıda, biriside doğuda bulunmaktadır. Bir kısmı tamamiyle ve bir kısmının da sağı solu, eşi veya lentosu mevcuttur. Kapılara özel bir güzellik ve yine özel bir önem verildiği,bir kısmınında kitabelerle süslendiği göze çarpmaktadır. Hele Kulfa kapısının zarafeti ve kitabesindeki yazının mükemmeliyeti ve süsü insanı büyülemektedir. Bugün mevcut kapılardan yalnızca şunların adı bilinmektedir. Kuzey batı köşesinde Boşat Kapısı, batı surlarına doğru Meyhane kapısı, Batı güney köşesinde Diyarbakır Kapısı,Güneyde Aşağı mahalle kapısı, güneydoğuda Bırcuşah kapısı, doğuda ise Kulfa Kapısıdır.

Silvan’daki Kale Burçları

Zembilfroş Burcu Silvan’da ve bölgede en çok tanınan burçtur. Zembilfroş Burcu bölgemizde bilinen efsane aşka da konu olmuştur. Kalenin kuzeydoğusundadır.

Aslanlı Eyyubi Burcu Eyyubi eseridir. Burcun üzerinde birbirlerine bakan aslan ile kaplanın arasında güneş kabartması bulunmaktadır. Üzerindeki kitabe Meyyafarıkin Eyyubileri hükümdarı Melik Evhad Necmeddin’e aittir. Nefis bir yazı ile yazılan kitabesi ünlüdür. Kalenin doğu tarafında, Gazi Caddesi üzerinde

361

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Eyyubi Burcu

olup Şeyh Halil Mezarlığı bitişiğindedir.

Burcu Şah Azizoğulları konağının bulunduğu yerdedir. Burcu Şah kapısı bu burcun yanında olup kalenin güneydoğusundadır.

Silvan Kalesinin Kuzey-batı köşesinde olan Eyyubi burcu ayakta duran en sağlam burçlarımızdan biridir. Boşat Kapısı’nda olan burcun batı tarafında Meyafarıkin Eyyubileri hükümdarı Melik Adil’e ait bir kitabe bulunmaktadır. Üstün’lere ait Sadık Bey Kasrı bu burcun üzerinde yapılmıştır. Yapının tüm köşe başlarında insan kafası figürü kullanılmıştır.

Mervani Burcu

Eyyubi Aslanlı burç

Silvan Kalesi’nin kuzeyindeki burcun üzerinde Mervani’lere ait bir kitabe bulunmaktadır. Şador Caddesi üzerinde bulunan burcun ön kısmı sağlam, güneye bakan sur duvarları ise yıkık durumdadır.

Mervani Burcu

Artuklu Burcu

Zembilfroş Burcu

Kulfa kapısının yanındaki burçlardan biridir. Silvan Kalesi’nin doğu tarafında bulunan burcun ikinci katı kısmen yıkıktır. En büyük özelliği üzerindeki kitabe ve aslan kabartmalarıdır. Birbirlerine bakan kanatlı bir aslan ile kaplanın gövdesinin üzerinde kafaların birleştiği yerde aslan kafası yerine figür olarak insan başı kullanılmıştır. Herkül’e ait olduğu rivayet edilen bu kabartma bir hükümdar veya Tanrı gücünü göstermesi bakımından önemlidir. Kabartmaların yapım tarihi ve kimler tarafından yapıldığı veya nereden getirildiği belli değildir. Bunun dışında iki aslan kabartması daha bulunmaktadır.

Artuklu Burcu

362


DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Herkül başı ve kanatlı aslan

Artuklu Burcu

Boşat kalesi Kaplan figürü

Silvan’daki Diğer Kaleler Boşat Kalesi Silvan’a bağlı Boyunlu köyünde bulunan Boşat Kalesi üzerinde bulunan I.Ardeşir’e ait kabartmasıyla ünlüdür. At üzerindeki I.Ardeşir’in arkasında ayakta duran bir insan figürü bulunmaktadır. M.S.226-395 tarihlerinde önemli merkezlerden olan ve daha sonra da önemini kaybetmeyen Boşat Kalesi, Roma ve Sasanilerin ortak eseridir.

Helda Kalesi Silvan’a bağlı Görentepe köyünde bulunan Helda kalesi’nin kimler tarafından yapıldığı belli değildir. Boşat kalesine yakın olan bu kale altın arayıcıları tarafından tahrip edilmiştir.

Başka Kalesi Silvan’a bağlı Altınkum Köyü yakınında sarp kayalar üzerinde inşa edilen Başka Kalesi bir Roma eseridir. Başka Kalesi’de diğer kalelerimiz gibi altın arayıcıları tarafından tahrip edilmiştir. Kalenin doğu tarafı uçuruma bakmaktadır. Sağlam kalan ve batıya bakan yüksek duvarlarından biri günümüze ulaşmıştır.

Şemrekh Kalesi Silvan’a bağlı Deruni Köyünün yakınlarında olan ve Şemrekh mezrasında 363


bulunan şemrekh kalesi yıkılmış durumdadır. Kale duvarlarının kalıntıları vardır.

canlandırılan caminin dört kapısı vardır. Bu kapılardan ikisi sade, diğer ikisinin taş işçiliğinin mükemmeliyeti ve zarafeti insanı büyülemektedir.

Silvan Kalesi’nde bulunan kitabelerin bir kısmı.

Camiler Selahaddin-İ Eyyubi Camii - Silvan Halk arasında camiya acem olarak adlandırılan Silvan Ulu cami, Mervaniler zamanında yapılmıştır. Halk arasında kullanılan bu ismin nereden kaynaklandığı tespit edilememiştir. Mervaniler tarafından inşa edilen cami Artuklular, Eyyubiler ve Osmanlılar tarafından onarılarak, yeni eklemelerle günümüze kadar ulaşmıştır. Bizans bazilikaları kullanılarak yapılan Silvan Ulu camiyi bir medeniyete mal etmek doğru değildir. Eyyubi Hanedanlığının kurucusu Selahaddin-i Eyyubi’nin adını taşıyan ve bölgemizin en eski ve en büyük camilerinden biri olan bu eser, bir kaç medeniyetin ortak eseri olup Silvan’a bir kültür mirası olarak sunulmuştur. Dış cephesi çok gösterişli mimari süslemelerle

Cami yapılış tarzıyla Anadolu’daki diğer eserlerin yapımında etkili olmuş ve örnek alınmıştır. Bu caminin yerinde daha önce 1031 yılında yapılmış musalla biçimi bir caminin varlığı bir çok kaynakta geçmektedir. Mervani’ler zamanında yapılan Selahaddin-i Eyyubi cami, Bizans bazilikasının sütunları kullanılarak yapılmıştır. Camiden önce Büyük Kilise olarak adlandırılan tarihi yapının yerinin burada olması da muhtemeldir. 28 Kasım 1046’da Meyafarkin’i ziyaret eden İran’lı şair ve bilginlerden Nasır-ı Hüsrev cami için şunları yazmaktadır. “Bir camisi var ki anlatmaya kalksam uzun sürer. Her ne kadar kitap sahibi her şeyi tafsilatiyle yazmış, anlatmış ve ‘O mescide bir abdesthane yapmışlar ki ön tarafta 40 (kırk) hücresi var. İki büyük akar su o abdesthanelere akmakta. Biri kullanılmak için

364


öbürü yer altından akmada ve pisliği götürmede, çukurları temizlemektedir. Nasır-ı Hüsrev Caminin heybetini bir çok seyyahın ayrıntısıyla yazdığını dile getirmiş ve abdesthanesini anlatırken şaşkınlığını gizleyememiştir. Artuklular zamanında yaşayan ve Artuklu devleti adına ticaretle uğraşan Silvan’lı ünlü tarihçi İbn-ül Ezrak, “Tarihi meyafarkin ve Amed “ adlı kitabında Caminin kubbesinin H.547’de Artuklular zamanında yapıldığını ve H.552 yılında tamirinin tamamlandığını belirtmektedir. Dolayısı ile İbn-ül Ezrak’ın gözlerimle gördüm dediği ve 1152-1157 yılları arasında yapılan onarım 5 yıl sürmüştür. Sonradan yapılan eklemeler nedeniyle cami ilk mimari özelliklerini yitirmiş, Artuklu mimarisinin etkisinde kalmıştır. Yerinde incelemeler yapan Albert Gabriel ise kıble duvarına paralel uzanan üç nefli eski plana, kubbeli kısmın Artuklular tarafından eklendiğini söylemektedir. 1911 yılında Silvan’a gelerek camiyi inceleyen ve fotoğraflarıyla günümüze taşıyan Gertrude Bell, caminin etrafı, bazıları tonozlu ve bazıları kubbeli olmak üzere onbir bölüm halinde üç taraftan çevrilmiş büyük ve kubbeli bir yapı olarak tarif ediyor. G. Bell ayrıca tek kubbeli bir cami şekline, yan mekanların sonradan eklendiğini belirtmiştir.

Yine Silvan’da yerinde incelemeler yapan Süleyman SAVCI ise cami için şunları yazmaktadır. “Kubbe köşelerindeki süs ve oymalar çok eski olup Bizanslılardan kalma bir eser değilse cami, Hamdani veya Mervaniler devrine ait gibi görünmektedir”

365

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Kubbenin kaidesinde Artuklulardan Necmeddin Alpi’nin (1152-1157) bir kitabesi vardır. Nesih bir yazı ile beyaz taşlar üzerine yazılmıştır. İnce taş işlemeli mihrabı Eyyubilerden Emir Şahabeddin tarafından yaptırılmıştır. Ulu camideki ikinci kitabe 1227’de (H 624) Eyyubilerden Ebu’l Muzaffer Gazi’ye aittir. Doğudaki mihraptadır.Mihrabın iç kenarında, ilk ve ikinci çevresinde kitabeler vardır.Asıl kitabe mihrabın sağ ve sol köşelerini kaplar.

özgü bej renkli kesme taşlarla kaplanmıştır. Son cemaat yerini ayakta tutan ahşap çatıyı altı adet taş sütun ayakta tutmaktadır. Yapının herhangi bir yerinde inşa kitabesi yoktur. Avlu revaklarının kuzey kanadındaki kufi kitabe başka bir yapıdan taşınmıştır. Seyfüddevle’nin gömülü olduğu Kubbetül Sultan yerinin burada olduğu söylenmektedir.

XV. Yüzyılda da sade ikinci bir mihrap yapılmıştır. Silvan, Selahaddin-i Eyyubi Camii zamanla tahribat ve yıkımlara uğramıştır. Gertrude Bell’in 1911 mayısında çektiği fotoğraflardan ulu caminin kubbesinin yıkık ve kullanılamaz durumda olduğunu görüyoruz. Caminin yıkık kubbesi Osmanlılar tarafından tekrar onarılmıştır. Silvan ulu camii 1913 yılında Osmanlılar döneminde esaslı bir onarım geçirmiş ve bugünkü şeklini almıştır. Caminin minaresi sonradan yapılmıştır. Minare kare planlı olup caminin kuzeydoğu köşesindedir.

Kara Behlül Bey Camisi Ve Medresesi (Mira Camii) Silvan şehir merkezinde aynı adı taşıyan cadde üzerindedir. Mervani Şehir mezarlığına bitişik olup Ulu Caminin 200 m. kuzeyindedir. Caminin XVI.yy.da sancak beyi Kara Behlül Bey tarafından inşa ettirildiği, minaresinin de l899 (H.1317) tarihinde yaptırıldığı sanılmaktadır. Caminin dış duvarlarının tamamı Silvan yöresine

366


Caminin önünde üç kenarı revaklı geniş bir avlusu vardır. Avlunun üç tarafında odalar, abdesthane, ve bir kapalı havuz vardır. Geçmişte Karabehlülbey (Mira) medresesi olarak eğitim veren medrese günümüzde Kuran kursu olarak kullanılmaktadır. Daha önce iki katlı olan tarihi medresenin ikinci katı yıkılmıştır. Eğitim odaları ve eğitim veren hocaların ikamet ettiği odaların pencereleri avluya bakmaktadır. Yola ve mezarlığa bakan kısımda pencere yoktur. Yakın zamanda yeniden düzenlendiği anlaşılan Medrese tek kat olarak kullanılmaktadır.

KOT MİNARE (Eyyubi Camii ve Minaresi) Cami tamamen yıkılmış olup minaresi ayaktadır. Halk arasında kot minare olarak adlandırılan minarenin üzerinde enfes kabartma ve kitabeler vardır. Kot Minare’nin en büyük özelliklerinden biri de minarenin üzerindeki kabartma ve kitabelerin üç Eyyubi hükümdarına ait olması. Meyafarkin Eyyubileri zamanında yapılan bu eser beş katlı ve kare şeklinde olup üst kısmında dört yöne açılan pencerelere sahiptir. Bölgede kare planlı yapılan minarelerin en görkemlisidir. Konumu itibari ile Silvan’a hakim bir tepe üzerinde yapılmıştır.Silvan’ın sembollerinden biri olan Kot Minare yerli ve yabancı turistlerin uğrak noktalarından biridir.

367

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


BELEDİYE CAMİİ (Surp Stephanos Kilisesi)

Hasuni Şehir Kilisesi

Silvan’daki Ermeni cemaatine mahsus 1892 tarihinde inşa edilen Surp Stephanos Kilisesi hristiyanların şehri terketmesinden sonra ıssız kalmış ve kilise olarak bir daha kullanılmamıştır. Yakın tarihe kadar şehir sineması olarak kullanılan kilise, 1992 tarihinde Silvan Belediyesi tarafından camiye çevrilerek Belediye Camisi adını almıştır.

Yapım tarihi kesin olarak bilinmeyen kilise, Antik Hasuni Mağara Şehrinde bulunmaktadır. Yüksek bir tepenin üzerinde yapılan tarihi kilisenin 13.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Koruma altına alınmasına rağmen yakın zamanda define avcıları tarafından oldukça tahrip edilen yapının duvarları sağlam çatısı yıkılmıştır. Silvan yöresine özgü renkli kesme taşlarla yapılan Hasuni Kilisesi, Silvan-Malabadi-Bitlis karayolunda olup silvan’dan 6 km. uzaklıktadır.

Kiliseler Gire Hanik Hasuni Kaya Kilisesi Hasuni Mağaralarının içinde bulunan kilisenin yapım tarihi bilinmemektedir. Hıristiyanlığın ilk dönemlerinden başlayıp 13. yy.’a kadar kullanıldığı sanılmaktadır. Bir çok odadan oluşan kilisenin yanında mini bir amfitiyatro ve su depoları bulunmaktadır.

Sırtını Albat dağına yaslayan Silvan’a 3 km. uzaklıkta bulunan ve halk arasında Navdeşt olarak adı geçen ovanın hemen girişindedir. Boyunlu Köy yolunun sol tarafında Gıre Hanık denilen tepede define avcılarının kazı sonucu yeni ortaya çıkardığı höyüğün binlerce yıllık bir tarihe sahip olduğu ve manastır olarak kullanıldığı tahmin edilmektedir. Yapının içinde 6 kemer vardır. Han veya Kervansaray olma olasılığı da yüksektir. Yapının kullanım amacı ve kesin tarihi hakkında gerekli araştırmalar yapılmamıştır.

368


Silvan’daki Köşk ve Konaklar Silvan şehir merkezi ve köylerinde şehrin ileri gelenlerinin oturduğu köşk ve konakların sayısı hayli fazladır. Şehir merkezinde bulunanlar arasında ikametgah olarak kullanılan Sadık Bey Kasrı ve Azizoğlu Konağı ile Bedri bey tarafından yaptırılan, Atatürk’ün karargah olarak kullandığı günümüzde ise Gazi İlkokulu olarak kullanılan Bedri Bey Konağı en ünlüleridir. Bu tarihi eserlerle birlikte ayakta kalan Hatip bey konağı bugün müze olarak kullanılmakta, Ünlü Zembilfroş burcuna bitişik Ziya bey konağı, Kılavuz’lara ait Silvan kalesinin güney surlarının üzerinde bulunan Hasan Beg konağı, Mervani tepesinin eteklerinde bulunan Özer’lere ait Kerim Efendi Konağı ile geniş bir alan kaplayan ve gazi ilkokuluna bitişi olan Aliağa Konağı bulunmaktadır. Bu eserlerin yanında Silvan’a bağlı köylerde de köşk ve konaklar bulunmaktadır. Bunlardan Sadık beye ait olan diğer köşk boşat köyünde, Azizoğullarına ait olan köşk ise Ferhand köyünde olup kısmen yıkık durumdadır. Ali ağa’ya ait olan Köşk Helda Köyünde olup ayakta kalan köşklerimizden biridir.

Sadık Bey Kasrı Üstünlere ait tarihi yapı kesme taştan yapılmış,taş işçiliğinin zengin olduğu eserlerden biridir.Binanın taşları yapının yakınındaki Mehmet bey (Hazal’a Soro)’ya ait bahçenin içinde kesilmiş ve istiflenmiş bir şekilde kazı sonucu tesadüfen bulunmuş ve tanesi bir kuruştan bin adet taş 1000 kuruşa alınarak yapılmıştır. Tarihi yapı tamamlandıktan sonra Mervani tepesi eteklerindeki İpekçi ailesine ait evde ikamet eden Sadık Bey buraya taşınmış ve ikametgah olarak kullanılmaya başlamıştır. Silvan Kalesinin Kuzey-batı köşesinde olup Boşat kapısının bulunduğu

369

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


yerde kale burçlarının üzerinde inşa edilmiştir. Konağın en büyük özelliği yapının tüm köşelerinde taştan yapılmış insan kafası figürü bulunmasıdır. Evin ana çıkış kapısı, Sadık beyin kapıda öldürülmesinden sonra kapatılarak bir daha (Bir asıra yakın) açılmamıştır.Günümüzde kapı halen kapalıdır. İki burcun kullanılmasıyla meydana gelen bu yapının kuzeybatı köşesinde Meyyafarıkin Eyyubileri hükümdarı Melik Kamil’e ait bir kitabede mevcuttur.

Ali Ağa Konağı Silvan Kalesinin kuzeyinde olup Gazi İlkokuluna bitişiktir. Kısmen yıkık durumdadır.

Kerim Efendi Konağı Beyaz kesme taştan yapılan bu tarihi ev özer’lere ait olup Mervani Tepesi (Kela Mira) eteklerindedir.

Ziya Bey Kasrı Silvan Kalesinin Kuzeydoğu köşesinde olup Zembilfroş burcu’nun bitişiğindedir. Ziya beyin ölümünden sonra sahipsiz kalan köşk zamanla yıkılmıştır.

Hasan Bey Konağı Silvan kalesinin güney tarafındadır. Silvanlı bir Ermeni tarafından yaptırılan köşk Hasan Bey tarafından kullanıldıktan sonra Kılavuz ailesine satılmıştır. Kesme taşlarla kale burçlarından birinin üzerine yapılan tarihi yapı halen ev olarak kullanılmaktadır.

Azizoğlu Konağı Silvan Kalesinin güneydoğu köşesinde Burcu Şah kale kapısının yanında olup Azizoğlu ailesi tarafından kullanılmaktadır.

Ziyaret ve Türbeler

Hatip Bey Konağı M. Kemal Atatürk tarafından ikametgah olarak kullanılan tarihi ev Yörük ailesinden alınarak müze haline getirilmiştir.

Bedri Bey Konağı Budak’lara ait yapı Silvan Kalesinin batı tarafındadır.Bir süre 16.Kolordu karargahı olarak kullanılan bu tarihi eser günümüzde Gazi ilkokulu binası olarak kullanılmaktadır.

370


DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Şeyh Halil Ziyareti, Sahabe Muhammed Ziyareti Merşi Mun (Meşmuni) Ziyareti, Şeyh Muhammed Ziyareti, Şeyh Hasan Ziyareti, Şeyh Belbelot Ziyareti, Kaniya Navin (Sıte İbn-İ Mecnu) Ziyareti Dara Hıznahiye Ziyareti, Gırkuvi Ziyareti (Derika Mukur Bölgesinde), Şeyh İbrahim Türbesi (Bahçe Köyünde), Şeyh Emin Türbesi (Bezvan Köyünde) Komutan Sahabe Ziyareti (Muaz Bin Cebel’in Kom.), (Ser Hıvde – Murat Şenlikleri )

Sahabe Muhammed Ziyareti Bazı kaynaklarda Silvan’ın fethi sırasında eğitim vermek için on sahabenin Silvan’da bırakıldığı yazılmaktadır. Günümüzde bazılarının yeri belli değildir. Yeri belli olan türbelerden biri Silvan Kalesinin Güney tarafında Burcuşah Kapısının karşısındaki sur dışındadır. Şehit düştüğü rivayet edilen sahabe türbesinin üzerinde çeşitli yazıt ve kabartmalar vardır. Ayrıca çevre düzenlemesi sırasında türbenin yanında kazı sonucu bulunan taş parçalarının üzerinde altı köşeli yıldız kabartması bulunmuştur. Çarşamba günleri yoğun ziyaretçi akınına uğrayan türbe ve çevresinin koruma altına alınması gerekmektedir.

371


Hamam Han ve Kervansaraylar Mira Hanı Silvan ilçe merkezinde bulunan hanların hemen tümü yıkılmıştır. Yakın zamana kadar mevcut olan hanların kapıları ve duvarları da inşaatlarda kullanılarak tamamen yok edilmiştir. Karabehlülbey Caddesi üzerinde bulunan Mira Hanının bir kısım kubbe ve duvarları mevcuttur. Günümüzde marangoz atölyesi olarak kullanılan hanın bir kısmı ise ahır ve ambar olarak kullanılmaktadır.

Hanik Hanı Kulfa Köyü (Şimdiki Yüksek Mah.) ile Silvan ilçe merkezi arasında Tekel Yaprak Tütün işletmesi civarında idi.Yıkık durumda olan hanın güzel bir suyu vardır . Hanın suyuyla çevredeki bahçeler sulanmaktadır.

Kele Hanı (Kepo Hanı) Harabe durumunda olan ve halk arasındaki adı “Hana Kele” olan Kepo Hanı, Malabadi köprüsünün yakınındaki Kepolu köyündedir. Mervaniler zamanında yapıldığı tahmin edilmektedir. Geçmişte kervanların uğrak yeri olan tarihi han günümüzde kullanılamaz durumdadır.

Silvan Şehir Hamamı Gazi Caddesi üzerindeki tarihi şehir hamamı günümüzde kullanılmamaktadır. Tarihi hamam yıktırılarak yeniden yapıldığından eski özelliğini yitirmiştir.

Bimaritan-İ Farıki - Silvan Hastanesi Silvan’da yapılan ve Anadolu’da kurulan en eski hastanedir. Mervani hükümdarı Nasruddevle (1011-1061) zamanında Meyafarıkin’de akıl

hastalarının tedavi edildiği ve Bimaritan-i Faruki adıyla bilinen bir Bimarhane faaliyet göstermekteydi.

Silvan Kütüphanesi İslamiyetten önce Meyyafarikin (Silvan) ve Amida (Diyarbakır)’da zengin birer kütüphanenin varlığından kaynaklarda söz edilmektedir. İslamiyetten sonra özellikle mervaniler zamanında yine Meyyafarikin ve Amid’te zengin birer kütüphane olduğunu ibnül Ezrak’ül Farıki “Tarihi Meyyafarikin ve Amid” adlı yazma eserlerinde anlatmaktadır.

Köprü Ve Çeşmeler Malabadi Köprüsü – Silvan Diyarbakır-Bitlis karayolu üzerinde, Silvan ilçe merkezine 20 km. uzaklıktadır. Kitabesinden H.542 (M.1147 ) yılında Artuklu Devletinin iki başkentin biri olan Meyafarkin’de (Silvan) hüküm süren Timurtaş Bin-i İlgazi Bin-i Artuk tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Malabadi Köprüsü dünyadaki taş kemerli köprüler arasında kemeri en geniş olan köprüdür. Farklı uzunluklarda kırık hatlar halinde üç bölümden oluşan köprü Doğu ve Batıda hafif eğilimlerle ana yola bağlanmıştır. Orta bölümde ayakları kayalıklara oturtulmuş 38.60 metre açıklığı bulunan sivri bir kemeri olan köprünün üstünde sepet kulpu şeklinde ve 3 metre açıklıkta olan küçük bir kemer yer almaktadır. Birinci yere paralellik gösteren üçüncü bölümde sivri kemerli iki açıklık ve ayrıca yola bağlanan kısmın yakınında da bir açıklık görülür. Köprünün boyu 150 metre,eni 7 metre yüksekliği ise 19 metredir. Kemerin her

372


iki yanında kışın soğuğundan ve yazın sıcağından korunmak ve köprünün güvenliğini sağlamak için iki oda bulunmaktadır. Evliya Çelebi köprüyü şu şekilde tanıtmaktadır: “ Köprünün iki tarafında kale kapıları gibi demir kapıları vardır. Bu kapıların içinde, sağ ve solda köprünün temeli beraberliğinde, kemerin altında hanlar vardır ki gelip geçen, sağdan ve soldan geldikleri vakit misafir olurlar. Köprünün kemeri altında birçok odalar vardır. Demir pencereler şahneşinlerine misafirler oturup, kemerin karşı tarafındaki adamlarla kimi sohbet eder, kimi ağ ve oltalarla balık avlarlar. Bu köprünün sağ ve solunda da nice pencereli odalar vardır. Köprünün sağ ve solundaki bütün korkuluklar Nehcivan çeliğindendir. Ama demirci ustası da var kudretini sarf ederek bir türlü sanatlı kafesli korkuluklar yapmış ve doğrusu elinin ustalığını göstermiştir. Doğrusu, üstad mühendis var kuvvetini sarfederek bu köprüde öyle sanatlar göstermiştir ki, bu işçiliği geçmiş mimarlardan hiç birisi göstermemiştir.”

Bir Artuk Şaheseri Olan Silvan Malabadi Köprüsü Kitabesi, kabartmaları ve mimarisi ile dünyada eşsiz olan bu köprü için Albert Gabriel şu bilgileri vermektedir. “...Modern statik hesabının olmadığı devirde bu açıklıkta o zaman için böyle bir eser hayranlık ve takdiri muciptir. Ayasofya Cami’sinin kubbesi, köprünün altına rahatlıkla girebilmektedir. Balkanlar’da, Anadolu’da Orta Doğu’da bu açıklıkta, bu yaşta başka köprü yoktur.”

373

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Kemuk Köprüsü Malabadi Köprüsünün kuzeyinde olan Kemuk Köprüsünün Malabadi Köprüsünden önce yapıldığı ve Mervaniler dönemine ait olduğu söylenmektedir. Yapının kesin tarihi hakkında gerekli araştırmalar yapılmamıştır. Tarihi köprü baraj suları altında kalmıştır.

Mervani Çeşmesi

Kemuk Köprüsü Kaniya Navin Çeşmesi

Altıbulak Çeşmesi (Kaniya Derge) Altıbulak çeşmesi ilçenin güneyinde aşağı kapının (Deri Jer) hemen yanındadır. Halk arasında bu çeşmenin adı Kaniya Derge’dir. Bu çeşmenin yanında Silvan’da 7 kızlar çeşmesi, Kaniya Mase, Büyük Çeşme Kaniya Navin Kaniya Ğılo ve Mervani çeşmeleri bulunmaktadır.

Mervani Çesmesi

Bunların yanında kaniya Nure ve kaniya Alo günümüze ulaşmayan çeşmelerdir.

Silvan’daki Mağaralar Antik Hasuni Mağara Şehri

Kaynak olarak en çok bilinen çeşmeler Kolek,Ğanık,Hecicatık ve Ziraat’te bulunan çeşmelerdir.

Altıbulak Çeşmesi

Mervani Çeşmesi, Silvan eski Devlet Hastanesinin bulunduğu yolun üzerinde,Diyarbakır Kapı’ya yakın bir noktadadır. Silvan kalesine bitişik olarak yapılmıştır. Yapım tarihi belli değildir.

Hasuni mağaraları, Silvan’ın 6 km. doğusunda uluslararası bir yol olan Silvan-Malabadi köprüsü ( Tatvan -Van- İran yolu ) yol güzergahında yer almaktadır. Antik şehir, Albat dağı’nın güney eteklerindeki Hasuni Vadisi’nde kurulmuş olup Silvan Ovasına hakim bir noktadadır. Yörede Hesune, Hasune veya Hasuni olarak adlandırılan mağara topluluğu Diyarbakır il sınırlarında bulunan en büyük mağara şehridir. Diyarbakır çevresinde 1.161’i yapay, 2.418’i doğal olmak üzere toplam 3.579 mağara ve

374


kaya sığınağını tespit edilmiştir. Anadolu’nun en eski mağara yerleşim yerlerinden biri olan Hasuni mağara şehri arkeolojik değere sahip olup Mezolitik ( Epipaleolitik ) döneme kadar tarihlenmektedir. Bir kaleyi andıran yekpare kaya parçaları üzerinde oyularak yapılan ve irili ufaklı 300 odadan oluşan Hasuni Mağaraları kapladığı alan ve mağara sayısı itibari ile Anadolu’da emsal teşkil etmektedir. Biri kaya kilisesi olmak üzere iki kiliseye sahip olan Hasuni Mağaraları Koridorlarla birbirine bağlıdır. Hasuni Mağaraları, Antik dönemde özellikle Hıristiyanlığın ilk yayıldığı dönemlerde ve orta çağda önemli yerleşim alanlarından biri olmuştur. Birçok odadan oluşan kaya kilisesinin yanında, Ortaçağ’da mağaraların alt kısımlarındaki düz alanda Silvan yöresine özgü renkli kesme taşlar kullanılarak bir kilise daha inşa edilmiştir. Hasuni mağara şehrindeki en yüksek nokta piramide benzemektedir. Dört tarafı uçurum olan kaya kütlesinin tepesi düzleştirilmiştir. Sunak olarak kullanıldığı tahmin edilen zirveye muntazam şekilde yontulmuş kaya merdivenlerle çıkılmaktadır. Kaya parçalarının dizilmesiyle taş yollar ve kayaların oyulması ile çıkış merdivenleri, sarnıçlar, su arkları, kiliseleri, dokuma atölyeleri ve hamam gibi şehirleşmenin sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını karşılayan önemli yapılara sahiptir. Bir mağara cenneti olan Silvan, tarihi, doğal ve kültürel zenginlikleriyle turistik çekiciliğe sahip önemli yerlerden biridir. Hasuni Mağara Şehri, Kültür ve Tabiat Varlıkları Kurulunca 1990 yılında doğal sit alanı olarak ilan edilerek birinci derece arkeolojik alan olarak tescil edilmiş ve yasal koruma altına alınmıştır.

Hasuni Mağara Şehri

375

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Temtemburg Mağarası

Pezan Mağarası (Kral Koltuğu)

Silvanın sırtını yasladığı Albat Dağının eteklerinde olup Silvan-Boşat yolunun sol tarafındadır. Büyük çeşmenin üst tarafına denk gelmekte ve şehir merkezinden uzaklığı yaklaşık 1 km.dir. Mağaranın en büyük özelliği bir kaya parçasının oyulması sonucu yapılan tek bir odadan oluşması ve yine kayalar oyulan merdivenlerle çıkılmasıdır. Mağara odasının içinde,sağ ve solunda oturmak veya yatmak için yine kayalar oyularak iki divan oluşturulmuştur. İsminin nereden geldiği belli olmayan Temtemburg mağarasının çevresindeki kayalıklarda da yontulmuş kaya parçaları vardır.

Bu mağara doğal ve küçük bir mağaradır. Bir oyuk şeklindedir. Hayvanlar için barınak olarak ta kullanılır. Mağaranın hemen yanında merdiven basamakları şeklinde oyulan kayalar vardır. Üst tarafında ise halk arasında kral koltuğu denen ve konum itibarı ile bir koltuğa benzeyen oyulmuş kayanın çevresinde de yontulmuş kaya parçaları bulunmaktadır.

Hamido Mağarası Albat Dağı eteklerinde olan mağara Silvan şehir merkezinden rahatlıkla görülmekte olup Askeri birliğin bulunduğu Alayın hemen arkasındadır. Hamido Mağarasının en büyük özelliği iki çıkışlı olmasıdır. İçinde derin uçurumların bulunduğu mağara yaklaşık 500 metre uzunluğundadır.

Derika Mukure Mağaraları - Silvan

Hasuni’deki Sunak Merdivenleri

Silvan Mağaraları - Derika Mukure Bu mağaralar hakkında gerekli araştırmalar yapılmamıştır.Tarihleri hakkında herhangi bir bilgi yoktur. Doğal ve yapay mağara odalarının bulunduğu Derika Mukure bölgesi Silvan’a 20 km. uzaklıkta olup, Malabadi Köprüsünün yakınlarındadır.

376



EĞİL VE KULP İLÇELERİNİN DOĞAL VE TARİHİ GÜZELLİKLERİ

378


ÖZET Eğil ve Kulp ilçeleri Diyarbakır ilinin iki önemli ilçesidir. Diyarbakır’a 52 km uzaklıkta olan Eğil özellikle inanç turizmi bakımından önemli bir merkezdir. İlçede bulunan peygamber türbeleri ve sahabe mezarları ziyaretçi akınına uğramaktadır. Yine son yıllarda yapılan Dicle Barajı da ilçenin doğal güzelliklerine renk katmıştır. Baraj üzerinde yapılan feribot turları ilçenin doğal güzelliklerini yakında görme fırsatını sunmaktadır. İlçenin tarihi ve doğal güzelliklerine sahip diğer yerleri, Eğil Kalesi, Selman Kalesi, Amini Kalesi, Asur Kral Mezarları, Şerbetin Köyü, Eğil Kalesi’ndeki Gizli Tünel’dir. Diyarbakır il merkezine 125 km uzaklıkta olan Kulp ilçesi ise yeryüzü şekilleri ile daha çok Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki yerleşme yerlerinin özelliklerini göstermektedir. İlçenin iki yanında geçen Kulp ve Şekran çayları ile Taş Köprü Köyü mevkinde geçen Sarım Çayı ilçenin önemli mesire alanları arasındadır. Kulp – Muş arasında bulunan Şen Yayla yaz mevsiminde önemli piknik alalarından biridir. İlçe, sahip olduğu sahabe mezarları, din büyükleri ve evliya türbeleriyle inanç turizmi açısında önem arz etmektedir. Kulp ilçesinde bulunan tarihi yerlerin başında Kefrun Kalesi, Cıksi Kalesi, İnkaya Mağaraları, Konuklu Köyü türbeleri ile taş köprü gelmektedir.

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Eğil’in Coğrafi Konumu ve Tarihçesi (Bu çalışma DÜBAP (Dicle Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Koorninatörlüğü ) tarafından desteklenmiştir. Kendilerine teşekkür ederim.) (İlçede yaptığım çalışmada yardımlarını gördüğüm Eğil Kaymakamı Kemal Atasoy’a şükranlarımı sunarım. Ayrıca yaptığım çalışmalarda yardımcı olan Mustafa Temel’e, Fatih Pulu’ya, Sedat Öcal’a teşekkür ederim.)

Coğrafi Konumu Eğil, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin en büyük şehri olan Diyarbakır iline bağlı küçük bir ilçedir. İlçe, il merkezinin kuzeyindeki dağlık bir arazide kurulmuş olup, yaklaşık 450 km2.’lik bir yüzölçümüne sahiptir.(1) Diyarbakır’a 52 km. uzaklıkta olan ilçenin kuzeyinde Dicle ilçesi, doğusunda Hani ve Hazro ilçeleri, batısında ise Ergani ilçesi yer almaktadır. Denizden yüksekliği 825 m. olan ilçenin iklimi karasal iklim olup yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve yağışlı geçmektedir. Eğil’in doğal bitki örtüsü ormandır. Bu ormanlar meşe ağaçlarının oluşturduğu topluluklardan oluşmaktadır. Bunun yanında nar, hurma, elma, armut, erik, badem gibi meyve ağaçları ve üzüm bağları da bulunmaktadır. 379

Yrd.Doç.Dr.İrfan YILDIZ Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü, irfanyildiz21@mynet.com


İlçeye bağlı köylerin geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktır. Her çeşit tahıl ve sebzenin de yetiştirildiği ilçede özellikle badem önemli gelir kaynağıdır. İlçeye bağlı köylerde küçük ve büyük baş hayvan yetiştiriciliği yapılmaktadır. Günümüzde 26 köy ve 22 mezraya sahip olan ilçenin arazi yapısı geniş düzlükler ve engebeli alanlardan oluşmaktadır. Engebeli bir arazide kurulan ilçe merkezi Kale, Yenişehir, Gündoğuran, Dere ve Çarkören Mahallesi olmak üzere 5 mahalleden oluşmaktadır. 2009 yılında yapılan nüfus sayımına göre ilçenin toplam nüfusu 23.239 dur. Bu nüfustan 2.577’si erkek ve 2.569’u kadın olmak üzere toplam 5.146 kişi ilçe merkezinde yaşamaktadır. 26 köyde ise 8.995’i erkek ve 9.098’i kadın olmak üzere toplam 18.093 kişi yaşamaktadır.(2)

Tarihçesi Tarihi geçmişi M.Ö. 3000’li yıllara kadar inen Eğil ilçesinin ilk yerleşimcileri olarak Huriler kabul edilmektedir. Bölgeye sırasıyla Huriler, Mittaniler, Asurlular, Urartulular, Medler, Persler, Romalılar, Sasaniler, Bizanslılar, Emeviler, Abbasiler, Büyük Selçuklular, Artuklular, Eyyübiler, Nisanoğulları, Akkoyunlular, Safeviler, Osmanlılar hakim olmuşlardır. Eğil, M.Ö. 3500-1260 yılları arasında Hurri ve Mitanniler’in egemenliğinde kalmıştır. M.Ö.1260-606 yılları arasında Asurlular ve Urartular egemenlik kurmuşlardır. Bölge 369 yılına kadar Roma hâkimiyetinde kaldıktan sonra, Roma İmparatoru Joviyanus döneminde, tarihte “Uğursuz Joviyanus Barışı” olarak adlandırılan bir barış antlaşması ile Sasaniler’e bırakılmıştır. O dönemde bölgeyi idare eden Armenya Kralı II.

Arşak İran himayesine girmemekte ısrar edince Sasani hükümdar II. Şapur büyük bir kuvvetle bölgeye girerek buraları tahrip eder. Binlerce aileyi esir alan II. Şapur Eğil Kalesi’ne girerek buradaki Sup Kralları’nın mezarlarını açtırır. Sonunda III. Arşak (379–391) devrinde bölge Sasani hâkimiyetini tanımak zorunda kalmıştır. Daha sonra Roma İmparatoru I. Teodosyus (379–395), Sasani Hükümdarı III. Şapur (383– 388) ile anlaşarak 387 yılında bölgeyi tekrar Roma himayesine katmıştır.(3) Roma İmparatorluğu’nun 395 yılında ikiye ayrılmasından sonra bölge 395–639 yılları arasında Bizans egemenliğinde kaldıktan sonra, Müslümanlar tarafından 639 yılında fethedilerek İslam topraklarına katılmıştır.(4) Bu tarihten itibaren, önemli yerleşim birimlerinden biri olan Eğil 1515 yılında Osmanlı İmparatoru I. Selim’in Diyarbakır bölgesini ele geçirmesi ile Osmanlı egemenliğine girmiştir. Böylece Diyarbakır şehri de Osmanlı Devleti’nin en geniş ve en önemli eyaletlerinden birinin merkezi olmuştur.(5) Toplam 24 sancağı kapsayan Diyarbakır Eyaleti’ndeki 11 sancak Osmanlı sancağı iken, 8 tanesi idaresi özel bir şekle bağlanmış yurtluk, 5 tanesi de yönetimi babadan oğula geçecek şekilde mahalli beylere bırakılan sancaklardı. Eğil Sancağı da bu son gruba dahil olup, yönetimi yerli beylerince yapılmaktaydı. Özellikle XVI. ve XVII. yüzyılda bölgede hüküm süren Eğil Beyleri ilçede güçlü bir beylik kurarak bir çok eser inşa etmişlerdir.(6) Tanzimat Dönemi’nde birlik idaresi kaldırılıp

380


vilayetler kurulunca , 1869’da yayınlanan ilk Diyarbakır Salnamesi’nde; Eğil Maden Sancağına bağlı bir nahiyedir. Bu durum 1905 yılındaki salnamede de geçmektedir. 1900–1924 yılına kadar Eğil bucağı, Maden sancağı ilçe merkezine bağlı olarak gösterilmektedir. Cumhuriyet dönemine gelindiğinde Diyarbakır’da merkez de dâhil olmak üzere toplam 5 ilçe varken, 4 Ocak 1931 tarihine Bismil ve Eğil bucaklarına ilçelik verilmiştir. Ne var ki 1939 yılında ilçelik hakkı Dicle’ye verilince Dicle’nin adı Eğil, Eğil’in adı Dicle olarak değiştirilmiş ve Eğil bucak haline getirilmiştir. 1950 yılında isimler düzeltilmiştir. 1957’de Dicle’den ayrılarak Diyarbakır il merkezine bağlanmış olan Eğil, ilçe teşkilatına ise ancak 1988 yılında kavuşabilmiştir.(7)

Eğil Kalesi Asurlular zamanında yapılan kale doğal kaya zemin üzerine oturtulmuş olup üç tarafı derin vadilerle çevrilmiştir. İç kale ve dış kaleden meydana gelmektedir. İç kalede yönetim yapıları, depolar, sosyal amaçlı kullanılan çeşitli yapılar günümüze ulaşmıştır. Kalenin içinde doğal kayaların yontulmasıyla yapılan irili ufaklı yüzden fazla sarnıç bulunmaktadır. Kale, gizli tünellerle Dicle Vadisi’ne bağlanmıştır. Günümüzde bu tünellerden biri açıktır. Dicle Nehrine inişi sağlayan bu tünel gizli su yolu olarak yapılmıştır. Kalenin doğu tarafında bulunan kral mezarları dikkat çekicidir. Doğal kayanın yontulmasıyla inşa edilen mezarların iç kısmı kaya mezar odalarında olduğu gibi platform şeklinde düzenlenmiştir. Dıştan Anadolu’daki kümbetlere anımsatan bu kral mezarları Anadolu’daki kümbetlerin prototipi gibidir.

Amini (Yemaniyye) Kalesi Kale Eğil ilçe merkezine 4-5 km. uzaklıkta Dicle nehrinin iki kolunun (Bırkleyn ve Akdağ’dan gelen kol ile Maden’den gelen kolun) birleştiği noktada yüksekçe bir kayanın üzerinde inşa edilmiş bir kaledir. Romalılar tarafından İran’dan gelebilecek saldırıları engellemek amacıyla bir sınır kalesi olarak inşa edilmiştir. Emeviler ve Abbasiler döneminde Bizansların saldırılarına uğrayan kale ortaçağın önemli kalelerinden biridir.

Selman (Cebabir) Kalesi Kale, Eğil’in güneyinde Eğil ilçe merkezinden 10 km. uzaklıkta Dicle Nehrinin kenarında nehre hakim bir tepede kurulmuştur. Ne zaman kurulduğu bilinmeyen kale Amid’den (Diyarbakır) Elaziz’e (Elazığ) giden

381

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


ticaret yolunun güvenliğini sağlamak amacıyla kullanılmıştır. Taciyan Camii: Eğil merkezde Eğil Kalesi’nin güneydoğusunda kalenin en dıştaki suru üzerinde yamaçta inşa edilen bir camidir. Anadolu’da inşa edilen enine dikdörtgen planlı mihrap önü kubbeli camilere örneklik teşkil etmektedir. Peygamber Türbeleri: İçenin güneyinde Neb-i Harun Tepesi’nde bulunan peygamber türbeleri inanç turizminin önemli yerlerinden biridir. Bu tepede Hz. Elyase, Hz. Zülküf ve Neb-i Harun’un kabirleri bulunmaktadır. Bu kabirler ziyarteçi akınına uğramaktadır.

Yatır (Şahveliyan) Köyü Kilisesi Bu yapı Eğil’in 15 Km. güneyindeki Yatır (Şahveliyan) Köyündedir. Kilisenin yanında Eski Şahveliyan köyü harabeleri vardır. Yapı Dicle Nehri vadisinde nehre hâkim bir yerde bulunmaktadır.

Kalkanlı (Şerbetin Köyü) Şerbetin Köyü özellikle Eğil beyleri döneminde önemli bir yerleşim yeridir. Bir dönem Eğil Beyliği’nin merkezi olarak kullanılmıştır. Köy, Amid (Diyarbakır) Elaziz (Elazığ) Kervan yolunun üzerinde ikinci menzildir. 1658 yılında köye uğrayan Evliya Çelebi köy hakkında bilgi vermektedir. Köyde bir imaret, bir han, bir cami, bir türbe ve bir çok dükkânın olduğunu belirtmektedir. Günümüzde köyde birçok tarihi eser bulunmaktadır.

Dicle Barajı Eğil İlçesi’nin doğu tarafındadır. Dicle Nehrinin

üzerine kurulmuştur. Baraj ziyaretçilerine feribot gezisi imkânını sunmaktadır. Ayrıca Diyarbakır’ın sıcak yaz mevsimlerinde serinlemek ve piknik yapmak için ideal bir yerdir.

Kulp’un Coğrafi Konumu Ve Tarihçesi (Kulp ilçesinde yaptığım çalışmada yardımlarını esirgemeyen Kulp Kaymakamı Ahmet Günaydın’a, İlçe Milli Eğitim Müdürü Hamdüsena TEL’e, çalışmaya fotoğraflarla destek veren Mirza Mehmet Çelik’e arazi çalışmalarından yardımcı olan Adnan Çelik’e, Vefa Akdoğan’a teşekkür ederim.)

Coğrafi Konumu İlçe, Güneydoğu Anadolu’nun kuzeydoğu ucunda bir geçiş bölgesi içindedir. Konum itibariyle Güneydoğu Torosların güney eteklerine kurulmuş olan Kulp ilçesi; kuzeyinde Bingöl, kuzeydoğusunda Muş, doğusunda Sason, batısında Lice ve güneyinde Silvan-Hazro ile sınırdır. Batıda Lice İlçesi ile Sarum Çayı sınır oluştururken, kuzey sınırında İnceburun dağları ve Bingöl dağları ile Bingöl’ün Genç ilçesinden ayrılır. Kuzeydoğuda Kulp ile Murat Nehri su toplama havzalarının birbirinden ayrıldığı su bölümü çizgisini oluşturan Andok Dağı ve Şen Yaylası ile sınır oluşturur. Doğuda Aygün Çayı ile Batman’ın Sason ilçesinden ayrılırken, güneyde Güneydoğu Torosların en güneyindeki dağ sırası ile Silvan’dan ayrılır. (8) Kulp ilçesi 1602 km’lik bir yüz ölçüme sahip olup yer şekilleri özellikleri bakımından çeşitlilik gösterir. İlçe merkezinin denizden yüksekliği 1132 m. olup bu özelliğiyle Türkiye ortalamasına yakındır. İlçenin en yüksek yerini Kulp’un kuzeydoğusunda, Kulp ile Muş arasındaki Andok

382


Dağı (2840 m) oluştururken, diğer önemli yükseltiler Sipan Dağı (2478 m), Kendal Dağı (2123 m) ve Ömer Dağı’dır (2018 m).(9) Fiziki koşullar bakımından daha çok Doğu Anadolu Bölgesinin özelliklerini gösteren Kulp, iklim özellikleri bakımından da Doğu Anadolu karasal iklimine benzer bir iklime sahiptir. Yazları sıcak ve kurak, kışlar soğuk ve yağışlıdır. İlçe bitki örtüsü bakımından oldukça zengindir. Nitekim ilçe yüz ölçümünün % 59’unu meşelik ve fundalık alanlar oluşturmaktadır. Özellikle Mazı Meşesi ve Palamut Meşesi türleri çok yaygındır. Ayrıca akarsu vadileri boyunca Kavak ve Söğüt türlerine sıkça rastlanır. İlçedeki diğer ağaç türleri: Badem, Akçaağaç, Alıç, Ardıç ve cevizdir. En önemli akarsuları Kulp, Sarum, Şekran ve Aygün çaylarıdır. İlçenin geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktır. İlçe merkezinde Yeni, Merkez, Yeşilköy, Tepecik, Ünal Erkan Mahalleleri mevcuttur. Kulp ilçesine bağlı bir belde, 2 bucak, 50 köy ve 89 mezra bulunmaktadır. 2009 yılı nüfus sayımına göre ilçenin toplam nüfusu 36.415 kişidir. Bunun 18.237 kişisi erkek, 18. 178 kişisi kadındır. İlçe merkezinin nüfusu ise 5.141’i erkek ve 4.717’si kadın olmak üzer toplam 9. 858 kişidir. (10)

Tarihçesi İlçenin bugün bulunduğu yerleşim yerinin eski adı Pasur’dur. Pasur, çevresinde hendeği bulunan kale, başkale anlamına gelmektedir. Kulb adı vaktiyle Kefrun kalesinde oturup bölgeye egemen olan Kulbo isimli yöneticinin adına izafeten bölgeye verilmiştir. Kaynaklarda Kulb kentinin Asur belgelerinde adı geçen Ullubu kenti olduğu belirtilmektedir. Ulluba’nın Ulupa sözcüğünden türediği ve Ulu-Pa Koruluk-Suyu anlamına gelmektedir. Ulluba kentinin daha sonra ana tanrıça Kuwa’ya izafeten kutsal, iyi, güzel anlamına gelen Kulluba kenti olarak adlandırılmıştır.11 Kulluba ismi zamanla Kulb’a dönüşmüştür. Mervani, Artuklu, Eyyubi, Akkoyunlu ve Osmanlı döneminde Kulb Sancağının merkezi bu günkü Kefrun kalesinin bulunduğu yerdir. Bugün ilçe merkezinin bulunduğu yer olan Pasur Köyü 1564-1574 tarihli Osmanlı Tahrir Defterleri’nde Ciska (Ağaçlı) Nahiyesi’ne bağlı 28 hane, 32 nefer, 4 mücerred bulunan bir gayri müslim köyü olarak geçmektedir.12 Pasur Köyü zamanla önem kazanmış ve ilçe merkezi olmuştur. Ahalisi tamamen müslimdir(13). Daha sonraki dönemlerde Pasur ismi Kulp şeklinde değiştirilmiştir. Kulb bölgesi Geç Tunç Çağında (M.Ö. 13 yy) Hurri kökenli Uruarti ve Nairi konfederasyonu egemenliğindeydi. Bu konfederasyonları (M.Ö.

383

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


9. yüzyılda) Urartular birleştirerek merkezi devlet kurmuşlardır. M.Ö. 6. yüzyıla kadar Urartu egemenliğinde kalan bölge Urartu Asur mücadelelerine sahne olmuştur. Hellenistik dönemde Büyük İskender İmparatorluğu sınırları içinde kalan bölge, imparatorluğun dağılmasından sonra Selevkoslar devletine katılmıştır. Takiben Roma ve ikiye ayrılıştan sonra Bizans egemenliğinde kalan Kulb bölgesi 530, 588, 590 yıllarında Sasani akınlarına sahne olmuştur.(14) Bölge üzerinde Bizans-İran mücadelesi, Müslüman ordularının 639 yılında bölgeyi feth etmelerine kadar sürmüştür. İslam orduları 639 yılında bölgeyi feth edince 640 yılında Kulp Sancağı ve bağlı karye Meyafarkin sulhen alınmıştır. Bu dönemden sonra bölgeye Emeviler, Abasiler hâkim olmuşlardır. Kulp 929-979 yılları arasında Hamdani Devleti’nin, 990-1085 yılları arasında Mervani Devleti’nin egemenliğinde kalmıştır.(15) XII. yüzyılda Artuklular döneminde Kulb Kalesi Mardin Artuklu emirliğine ait müstahkem mevkilerinden biridir. Kale, XIII. yüzyılda ise Meyyafarikin Eyyubileri’ne bağlı bir kale olarak geçmektedir.16 Safeviler döneminde Sıleymani, Banuki, Hevedi, Dılhiran, Bociyan, Zilan, Besyan, Zıkziyan ve Berezan aşiretlerinin oy birliği ile Kulb Beyliği’nin yöneticiliğine Emir Diyadin seçilmiştir. Bölgenin 1515 yılında Osmanlılar tarafında feth edilmesiyle beraber Kulb Yurtluk ve Ocaklık tarzındaki sancaklardan birisi olarak Diyar-ı Bekr’e bağlanmıştır. Kulb Beyliği’nin Osmanlı dönemindeki ilk beyi Şah Veled’dir. Daha sonra sırasıyla; Ali Bey bin Şah Veled Bey, Sultan Hüseyin bin Ali Bey, Seyyid Ahmet

Bey bin Sultan Hüseyin Bey ve Zeynel Bey Kulb Beyliği’nin yöneticiliğini yapmışlardır (17). 187172 tarihli Diyarbakır salnamelerinde Kulp Silvan Kazası’na bağlı bir nahiye olarak geçmektedir.18 Bu tarihten sonra Bitlis Vilayeti’nin Muş Kazası’nın bir nahiyesi konumunda olan Kulp, 1924 yılında ilçe statüsüne kavuşunca tekrar Diyarbakır’a bağlanmıştır. Kulp’un doğal ve tarihi güzelliklerine sahip yerleri şunlardır;

Sarum Çayı Bingöl ilinin Genç ilçesinden kaynağını alan Sarum Çayı, Diyarbakır sınırları içerisinde Kulp ile Lice ilçeleri arasında sınır oluşturarak akış göstermektedir. Kaynağını Bingöl dağlarından aldığı için debisi yüksektir. Lice ve Kulp ilçelerinden aldığı değişik kollarla büyüyen çayın üzerinde Taşköprü Köyü yakınında tarihi bir taş köprü mevcuttur. Kulp’un mesire yerlerinden biridir.

Şekran Çayı Kaynağını tamamıyla Kulp ilçesi sınırları içerisindeki İslamköy ile Ağıllı Köyü’ne bağlı Geli (Vadi) mezrasından alır. Kulp’un 6 km kadar güneyinde Kulp Çayına karışır. Kaynak noktasına doğru Çemigeldano ismini alan çay, aşağı kısımlarda Narlıca Köyü’nden itibaren Şekran Çayı olarak adlandırılır. Sulu tarımın yapılmasına büyük katkı sağlayan çay aynı zamanda önemli bir mesire yeridir.

Kulp Çayı Kulp’un en büyük akarsularından biridir. Akarsu kaynağını Kulp-Muş sınırlarındaki Andok Dağı’ndan alır. Alaca ve Yaylak köylerinden çeşitli kollarla beslenir. Akarsu üzerinde Silvan Barajı yapılmıştır. Çayda lezzetli balıklar yetişir.

384


İlçenin en önemli mesire yerlerinden biridir.

Ciksi (Ağaçlı) Kalesi Ağaçlı Beldesi’nin kuzeyindeki tepede bulunan kale günümüzde harap haldedir. Kale, Doğu Roma İmparatorluğu döneminde inşa edilmiştir. Eser doğal bir tepe üzerine kırma taşlarla inşa edilmiştir. Sur duvarları kuleler ve burçlarla desteklenmiştir. Kulb Beyliğine bağlı kalelerden biridir. Evliya Çelebi Seyahatname’sinde Ağaçlı’daki ustaların demircilikte ileri olduklarını belirterek imal ettikleri kılıçları beldenin batısındaki mevkiinde kurulan panayırda geçen kervanlara sattıklarını belirtmektedir.

Kulb (Kefrun) Kalesi İlçenin 10 km. güneydoğusunda yer alır. Doğal bir kayalık üzerinde inşa edilen kale Doğu Romalılar döneminde güvenlik amacıyla müstahkem bir kale konumuna getirilmiştir. Kulp’a adını veren Derebeyi Kulpo’nun da bu kaleyi kullandığı bilinmektedir. Eyyubiler ve Artuklular döneminde kullanılan kale daha sonraki dönemlerde Kulb Beyliği’nin merkez kalesi olarak kullanılmıştır.

Gomabelek Kalesi (Belek-i Ordu Kalesi) Kulp ilçesine 5 km. uzaklıkta olan Kale, Bağcılar Köyü’nün Gomabelek Mezrası’nda bulunmaktadır. Pers döneminde inşa edilen kale, daha sonraki dönemde de kullanılmıştır. Mevcut buluntulardan Ortaçağ Dönemi’nde de kullanıldığı anlaşılan yapı, moloz taş malzemeden inşa edilmiştir. Şekran Çayı’na hakim bir tepede kurulan kale Kefrun Kalesi’yle karşılıklıdır. Osmanlılar döneminde Kulp Beyliği’ne bağlı kalelerden biri olan Gomabelek Kalesi günümüzde tamamen yıkılmıştır. Yapının kuzeyindeki mezarlık günümüzde mevcuttur.

Taşköprü Yapı, ilçeden 30 km. uzaklıkta bulunan Taşköprü Köyü’nde Sarım Çayı üzerindedir. Kulp İlçesini Silvan İlçesine bağlayan yapı eski Diyarbakır yolunun üzerindedir. Köprü kuzey-güney istikametinde uzanmaktadır. Kesme taş malzemeden yapılan eser iki gözlü, sivri kemerli yolunun düz olduğu köprüler grubuna girmektedir.

Hüseyin Ağa Köprüsü Kulp-Muş Kervan Yolu üzerinde bulunan yapı, Kulp’a 15 km. uzaklıktadır.

385

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Kulp Çayı üzerinde doğu-batı doğrultusunda uzanan eser XVI. yy’da inşa edildiği tahmin edilmektedir. Kabayonu taştan inşa edilen köprü; tek gözlü, sivri kemer açıklıklı yolu eğimli olan köprüler grubuna girmektedir.

yapmaya elverişli merkezlerdir. Bu ilçelerimizin doğal ve turistik açıdan hak ettikleri yere en kısa zamanda ulaşmaları en büyük dileğimizdir.

Konuklu Türbeleri Kulp’un Konuklu (Duderya) Köyü’nde bulunan türbelerden biri Şeyh Ömer’e, Diğeri oğlu Şeyh Muhammed’e aittir. Kesme taş malzemeden inşa edilen yapılar sekizgen planlı olup içten ve dıştan kubbe ile örtülüdür. Ziyaretçi akınına uğrayan bu türbeler döneminin özelliklerini yansıtmaları açısından önemlidir.

Fotoğraf: 1- Eğil İlçesi’nin Genel Görünüşü.

Şeyh Ebubekir Türbesi Kulp’un Özbek (Şeyhbuban) Köyü’ndedir. İnanç turizminin önemli merkezlerinden biri olan Şeyh Ebubekir Türbesi XVIII. yüzyılda inşa edilmiştir. Eser içten ve dıştan sekizgen planlı olup içten ve dıştan kubbe ile örtülüdür. Moloz taş malzemeden inşa edilmiştir. Türbenin çevresinde yazılı birçok eski mezar taşları bulunmaktadır.

Fotoğraf: 2- Eğil Kalesi’nin Genel Görünüşü.

Yaylak-Smetak Kilisesi Yaylak Köyü Smetak mezrasında bulunan tarihi kilise kabayonu taştan yapılmıştır. Doğu- batı doğrultusunda kareye yakın dikdörtgen planlı olan yapı günümüzde metruktur. SONUÇ Eğil ve Kulp ilçeleri doğal ve tarihi güzellikleriyle insanı büyüleyen iki ilçedir. Bünyelerinde barındırdıkları peygamber, sahabe, din büyüğü ve evliya türbeleri ve mezarlarıyla önemli birer inanç turizm merkezidir. Ayrıca sahip oldukları tarihi eserleriyle tarihi ve turistik özelliklere sahiptir. Her iki ilçe de bünyelerinde barındırdıkları dağ ve yaylalarıyla doğa sporu

Fotoğraf: 3- Eğil Kalesi’ndeki Kral Mezarları.

Fotoğraf: 4- Eğil Kalesi’ndeki Gizli Tünel.

386


DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Fotoğraf: 5- Amini Kalesi’nin Genel Görünüşü.

Fotoğraf: 6- Peygamber Türbelerinin Genel Görünüşü.

Fotoğraf: 7- Yatır (Şahveliyan) Köyü Kilisesi’nin Genel Görünüşü.

Fotoğraf: 8- Dicle Baraj Gölü.

Fotoğraf: 9- Selman Kalesi Civarında Dicle Nehri’nin Akışı.

387


Fotoğraf: 10- Kulp İlçesi’nin Genel Görünüşü (Mirza M. Çelik’ten).

Fotoğraf: 14- Gomabelek Kalesi’nin Genel Görünüşü.

Fotoğraf: 15- Şeyh Ebubekir Türbesi’nin Genel Görünüşü.

Fotoğraf: 11- Sarım Çayı ve Üzerindeki Taş Köprü’nün Genel Görünüşü

Fotoğraf: 16- Eskar Çayı (Mirza M. Çelik’ten). Fotoğraf: 12- Kulp Çayı ve Üzerindeki Hüseyin Ağa Köprü’nün Genel Görünüşü.

Fotoğraf: 17- Geliye Hesika’nın Genel Görünüşü (Mirza M. Çelik’ten). Fotoğraf: 13- Ağaçlı (Ciska) Beldesi ve Kalesi’nin Genel Görünüşü.

388


KAYNAKLAR 1. Menteş, A., , III, İstanbul, 1988, s.56. 2. www.tuik.gov.tr, Erişim Tarihi: 26 Nisan 2010. 3. Beysanoğlu, Ş., , I, Ankara, 2003, s.116–117. 4. Beysanoğlu, , s.80–81. 5. Beysanoğlu, , s.115,116,155. 6. Şerefhan, Şerefname (Çeviren: Mehmet Emin Bozarslan), İstanbul, 1998, s.144-149; Aydın, N., Diyarbakır Eğil Hükümdarları Tarihi, İstanbul, 2003, s. 9 vd. 7. Menteş, , s.56–58; Anonim, , Diyarbakır, 1995, 381. 8. Zümrüt, M. S., Diyarbakır’ın Kulp İlçesi’nin Beşeri Coğrafyası, (Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen – Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü Yayınlanmamış Bitirme Tezi), Van, 2002, s.2; Anonim, , Diyarbakır, 1995, s.393-94; 9. Zümrüt, , s.2; Çelik, M. M., Fotoğraflarla Kulp - Pasur, İstanbul, 2009, s. 12; Anonim, , Diyarbakır, 1995, s.393-94. 10. www.tuik.gov.tr, Erişim Tarihi: 26 Nisan 2010. 11. Herzfeld, E., The Persian Empire Studies İn Geography and Ethnography Of The Ancient Near Enst, Wiesbaden, 1968, s.147; Umar, B., Türkiye’deki Tarihsel Adlar, İstanul, 1993, s.483. 12. Bizbirlik A., 970-80/ 1564-74 Tarihleri Arasında Kulp Sancağı (Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya, 1992, s.18; Başbakanlık Osmanlı Arşivleri Tahrir Defteri, Kulb, s.18a. 13. Anonim, 1967 Diyarbakır İl Yıllığı, Diyarbakır, 1967, s.104. 14. Bizbirlik, a.g.e., s.3. 15. Bizbirlik, a.g.e., s.3. 16. Çevik, A., XI-XII. Yüzyıllarda Diyar-ı Bekr Bölgesi Tarihi, (Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul, 2002, s.159. 17. Şerefhan, a.g.e., s.211-213, Beysanoğlu, a.g.e., s.89. 18. Tellioğlu, Ö., Diyarbakır Salnameleri, C.I, İstanbul, 1996, s.219-36.

389

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


DİYARBAKIR’DA MESİRE MEKÂNLARI



KENT ORMANI

392


ÖZET Kent Ormanı, geleneksel piknik anlayışının dışında, daha çok ormanların sağlık, spor, estetik, kültürel ve benzeri gibi sosyal fonksiyonlarını halkın hizmetine sunmak, aynı zamanda teknik ormancılık faaliyetleri ile yöredeki flora ve faunanın da tanıtılması amacıyla metropoller, iller ve büyük ilçeler gibi yerleşim yerleri bitişiğinde veya civarında düzenlenen alanları ifade eder.

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Kent Ormancılığının Önemi ve Planlanması Kent ormancılığı, kent halkının dinlenme ve sağlığına hizmet eden, kent ekosistemini düzenleyen, kentin içinde ve çevresinde bulunan ormanlar ve bu alanların tesisi, yönetimi ve planlanmasıdır. Gelişmekte olan ülkelerde kentlerdeki nüfus artışı ile birlikte hızla çoğalan çarpık yapılaşma plansız kentleşme sonucunda, kent ekosistemi ve buna bağlı olarak kentsel yaşam kalitesi zarara uğramaktadır. Türkiye, özellikle son 20 yılda hızlı ve çarpık bir kentleşme sürecine girmiştir. Türkiye’de hızlı kentleşmeyle birlikte yanlış arazi kullanımıyla kentlerimizde gecekondulaşmanın artması sonucunda doğanın tahrip edilmesi ve bunların sonucunda doğal dengenin bozulmasıyla sel ve taşkınların olması ve birçok kişinin hayatını kaybetmesi ve büyük maddi kayıplar üzerine, nüfusu fazla olan kent çevresinde ağaçlandırma çalışmalarına başlanılmıştır. Hava kirliliğinin artması, plansız kentleşme, su alanlarının rusubatla dolması ve artan nüfus ile birlikte yeşil ortama duyulan özlem nedenlerinden, çalışmalara son 15 yılda hız verilerek kent ormancılığı anlayışı gelişmiştir. Kentlerimizde bugünkü yeşil alan yoksunluğu nedenlerinin başında; imar planlarımızın eksiklikleri, yetersizlikleri ve imar planlarına uymama alışkanlığı, vb gelmektedir. Kentlere, her yıl kırsal alanlardan akan nüfus, kişi başına düşen yeşil alan miktarını giderek düşürmekte ve yeşil alanlar, bağnazca tahrip edilmektedir. Üstelik bunlara eklenen çevre kirlenmeleri yeşili ve yeşil elemanları da barınamaz duruma getirmiştir (PAMAY, 1988). 1965-1975 yılları arasında Türkiye, batı ülkeleri arasında hem nüfus artış hızı, hem şehirleşmede birinci sırada yer almıştır. Bu dönemde ülkenin nüfusu %25 oranında artarken, şehirleşme hızı bunun iki katı, %51 olmuştur. Kırsal alanlardan devamlı akıp gelen insanlar, şehirlerimizin her

393

Murat HASPOLATLI İl Çevre ve Orman Müdürlüğü – Diyarbakır mhaspolatli@cob.gov.tr


yıl %8 oranında büyümesine neden olmaktadır. Günümüzde büyük boyutlara ulaşan çevre sorunları nedeniyle, özellikle oldukça fazla nüfusu barındıran endüstri kentlerinde önemli oranlarda ekolojik ortam yaratmak gerekli ve zorunlu olmaktadır. Kentteki ekolojik çevre gelişimini sağlama yanında, estetik görünüm yani yaşam kalitesinin artışını gerçekleştirmek için kent ormanı çalışmalarının gerekliliği ortaya çıkmıştır. Kent ormanları, kent insanının piknik için faydalanmasından çok, kentin ekolojik ve yaşantı değerini artırma, kent iklimini iyileştirme, kentin kirli havasını süzme ve eğitim amaçlı (kent ormanının belli bir kısmına botanik bahçesi kurularak) planlanmalıdır. Günümüzde kentler hızlı göç ve nüfus artışı ile hızlı yapılaşma sonucu yaşanabilir özelliklerini yitirmektedirler. Bozulan bu dengeyi kent ormanları iyileştirmektedirler. Gelişmiş ülkelerde kent ormanları kentin nüfus ve yapılaşma oranına göre alansal oranı saptanmaktadır. Gelişmiş ülkelerdeki kent ormanları yaşam kalitesinin bir göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Kent içi ve çevresinde kent ormanı planlanırken; ekolojik, bölümleme, biyoklimatik, kenti biçimlendirme ve estetik kazandırma, yaşantı değerini artırma, alan saklama, insan-doğa ilişkisi kurma, kent iklimini iyileştirme, kentin kirli havasını süzme, kent gürültüsünün azaltılması, kentli üzerinde ruh sağlığı yönünde olumlu etkiler bırakmaları fonksiyonlarını yerine getirecek şekilde planlanmalıdır.

Yeşil alanların olumlu etkilerinin alınabilmesi, ekolojik verilerin sağlıklı bir şekilde toplanıp gereği gibi değerlendirilerek en uygun kent planının yapılması ve uygulamasıyla mümkün olabilir. Aksi taktirde yeşil alanlar miktar olarak yeterli olsalar dahi beklenen faydayı sağlayamazlar. Kent ormancılığında, estetik değeri ne olursa olsun, ekolojik istekleri uygun bitkiler kullanılmalıdır (YÜCEL, 2004) (1). Yapraklı ağaç türleri yapılarında reçine gibi kolaylıkla yanabilen maddeler içermediklerinden ve daha yüksek nem içerdiklerinden genellikle ibreli türlere oranla daha güç, daha yavaş ve daha az enerji açığa çıkararak yanarlar. Araştırma çalışmaları ile çok şiddetli yangınlarda yangına direnci ile bilinen servi-mavi servi türlerini kent ormanını çevresine ve yangın emniyet yollarına dikilmelidir. Yangın emniyet yolları kent ormanın her tarafına ulaşılacak şekilde yapılıp genişlikleri 6-10 metre yapılmalıdır. Yangın emniyet yolları aynı zamandan yürüyüş yolu olarak ta kullanılmalıdır. Kent ormanları kurulurken tür seçiminde, bilim eğitim bakımından önem taşıyan nadir, kaybolmaya yüz tutmuş tehlike altındaki türlere ait örnekleri bulundurarak bilim ve eğitim amaçlı değerlendirilmelidir. Kent insanı dinlenirken aynı zamanda doğa hakkında bilgilenir. Bunun için kent ormanının en uygun bir yerinde arboretum olarak değerlendirilir. (YALTIRIK) 1988’e göre arboretum; uzun ve pahalı seyahatlere gerek kalmadan bilimsel çalışmalar yapabilmek, hangi varyete ve formların o bölge koşullarında yaşayabildiğini saptamak, doğal olarak bulunmayan odunsu bitkileri getirerek

394


bölgenin güzelliğini, ekonomik önemini ve verimliliğini artırmak, bölge halkına odunsu bitkiler arasında değeri yüksek olanları seçme olanağı sağlamak, değişik tür ve varyeteleri insanlara tanıtarak onlarda ağaç sevgisini yaymak, fidanlıklarda gerekli bitkisel üretim materyalini sağlamak, bölge halkının rekreasyon ve eğitim ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla orijinleri belli, doğru ve özenli bir şekilde etiketlenmiş, çok sayıda ağaç ve çalının koruma ve güvenlik altına alınmış oldukça büyük arazi parçaları üzerinde sergilenmeleri ile oluşan tesislerdir. Kent ormanında; çocuk oyun parkı, çeşme, oturma bankları, çöp kutusu, ilan panosu, yağmur barınakları, yangın gözetleme kulesi (yangın ve diğer koruma hizmetleri için), orman yangınları, ağaçlar, doğa ile ilgili bilgilendirme yazıları, vb olmalıdır. Kent ormanında kent insanının en çok faydalandığı bazı yerler ışıklandırılır. Kent insanının, kent ormanına ulaşımı kolay ve rahat olacak şekilde, yollar kent ormanına kadar asfalt yapılmalıdır. Kent ormanları, insanlara bir çok fayda sağladığından (kentlerde tehlikeli boyutlara ulaşan çevre, ses ve hava kirliliğini azaltmak, açık hava rekreasyonuna olanak sağlamak ve doğal peyzajı düzenlemek, kentlerin düzenli ve planlı gelişmesini sağlamak, toprak ve bitki arasında bozulan tabi dengeyi yeniden kurmak ve böylece yerleşim alanlarını sel ve taşkın zararlarından korumak, kent halkına temiz ve zengin içme suyu kaynağı oluşturmak, vb hizmet üretimi ağırlıklı olarak yönetilip işletilmelidir. Kent ormanları 6831 sayılı orman kanununa tabidir. Kent içi ve çevresindeki parklar, yol ağaçlandırmaları orman karakteri taşımadığı için kent ormanı kapsamı dışındadır. Kent içi ve çevresindeki park ve yol ağaçlandırmaları peyzaj çalışmaları kapsamı içine girmektedir. 6831 sayılı Orman Kanunun 1. maddesine göre; “tabii olarak yetişen veya emekle yetiştirilen ağaç ve ağaççık toplulukları yerleriyle birlikte orman sayılır.” 6831 sayılı orman kanununda şehir içindeki parklar, şehir içi yollardaki ağaçlar ve dinlenme alanları, mezarlıklarda bulunan ağaç ve ağaççıklar orman dışında kalmaktadır. Orman kanununda kent ormanı tanımı yapılmamaktadır. Kent ormanların idaresi ve işletilmesi, kent ormanlarından yaralanma usul ve esasları, 6831 sayılı orman kanunun hükümlerine göre, hizmet üretimi ağırlıklı olarak

395

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


yönetilip işletilmelidir. Kent ormanları, orman kanununun 23.- 24. (muhafaza -koruma), ve 25. maddeleri (milli parklar) kapsamında düşünülmelidir. Hazine arazilerinde tesis edilen kent ormanlarının kullanma ve mülkiyet hakkı tesis eden kuruluşa ait olup 6831 sayılı orman kanununa göre işletilir. İnsanların ormanın her tarafında dolaşacak şekilde izin verilmeyip kent ormanında yayaaraç yolları belirlenmelidir. Çünkü ormanın her tarafında piknik ve gezinti yapılırsa toprağın sertleşmesine yağış sularının yüzeysel akışa geçerek kent ormanlarının yağış sularından az faydalanmasına ve gelişmesine olumsuz neden olunur. Kent ormanının uygun yerlerine göletler, çeşme, tuvaletler, vb tesisler yapılmalıdır. Kent ormanında doğal göletler ve sulak alanlar varsa muhafaza edilmelidir. Suni gölet oluşturmada derelerin önleri kesilerek oluşturulmalıdır.

fidan dikilmiştir. Diyarbakır Kent Ormanı projesinin bitirilmesi ile kişi başına düşen yeşil alan miktarı 0.5 m2 den 1.08 m2 ye çıkmıştır. Buda gösteriyor ki 2008 yılı itibari ile Diyarbakır da yaşayan insanlarımızın faydalanabileceği mevcut yeşil alan 2 kat artmıştır.

Projenin Ekolojik Boyutu Kent insanının piknik için faydalanmasından ziyade, kentin ekolojik ve yaşantı değerini artırma,kent iklimini iyileştirme , kentin kirli havasını süzme ve eğitim amaçlı (kent ormanının belli bir kısmına botanik bahçesi kurularak ) planlanmıştır. Bilimsel, eğitsel , ekonomik rekreasyonel işlevleri üstlenebilecek nitelikte bir botanik bahçesinin oluşturulması düşünülmüştür.

Diyarbakır Kent Ormanı

Projenin Toplumsal Boyutu

Türkiye’de ilk defa; İlimizde, üzerinde orman olmayan yaklaşık 900 dönümlük boş bir arazi üzerinde Türkiye’nin en büyük KENT ORMANI ‘nı kurduk.

Kentin ekonomik ve sosyal kalkınmasında spor ve rekreasyonu ön plana çıkarmak. Diyarbakır’ın stratejik planlama kararlarının uygulanmasında mekansal çözümler üretmek bu projenin en önemli hedeflerindendir.

Diyarbakır Kent Ormanı Projesi Çevre ve Orman İl Müdürlüğümüzce başlatımış ve büyük bir kısmı tamamlanmışken, Orman Genel Müdürlüğüne bağlı Orman İşletme Müdürlüğüne devredlmiştir. Kent Ormanı, Yukarıkılıçtaşı mevkiinde olup il merkezine yaklaşık 4 km. dir. Genel alanı 892.637,84 m2(89 Ha) dır. Diyarbakır kent ormanı alanına yörenin iklimine uyum sağlayan boylu fidanlarla ağaçlandırma yapılmıştır. İlk planda 10.000 adet 3-5 mt. boyunda boylu

Flora Kent ormanımızda mavi servi,iran çamı, dallı servi, çınar, ıhlamur, akçaağaç, dişbudak, karaağaç, tesbih, katalpa, badem, ceviz, söğüt, gibi türlerle tesis edilmiştir.

Fauna Tavşan, Tilki, Sincap, Yılan, Kertenkele, Keklik, Karga, Yaban ördeği, Serçe, Ağaçkakan, Bülbül, Kaplumbağa, Karabatak kent ormanının yaban

396


hayatını oluşturacaktır.

Tesisler Yürüyüş parkuru, bisiklet yolları, çocuk oyun alanı, fitness grupları, seyir terasları, kır kahvesi, çok amaçlı kule, yangın emniyet şeritleri, kamelya, oturma bankları, gölet, çeşme, Wc tesis edilmiştir.

Kent Ormanı Girişi Kent ormanına ulaşım eski Hani-Diyarbakır yol ayrımından sağlanmakta. Girişi ve çıkış olmak üzere iki ana kapı vardır. Yükseklik 8 m. olup, uzunluğu 16 mt, genişliği 1.8 m.dir. Giriş kısmında, danışma merkezi, tanıtıcı levhalar ve çiçek tarhları bulunmaktadır.

Çok Amaçlı Orta Alan Çok amaçlı alan festival, açık hava konseri,açık hava sergileri vb. amaçlar için kullanılacaktır. Toplam alan 7200 m2dir.

Yol Proje alanı içerisinde mevcut bisiklet ve yürüyüş yolları 15 km dir. Çeşme Proje alanında toplam 10 adet çeşme mevcuttur.

Çok Amaçlı Kule Mevcut iki kule proje sahasının hakim noktalarına konumlandırılmıştır. Yangın gözetlemenin yanı sıra dürbünlerle vadi izleme ve kuş gözlemleri de yapılabilecektir.

Botanik Bahçesi Bilimsel, eğitsel , ekonomik rekreasyonel işlevleri üstlenebilecek nitelikte bir botanik bahçesinin oluşturulması düşünülmüştür. Botanik bahçesi bünyesinde kurulması düşünülen ekoloji okulu ile öğrencilere çevre ve orman bilincinin kazandırılması amaçlanmaktadır Gölet Tesis edilen gölet; yangın söndürme faaliyetlerinde kullanılabilecek, fidanlar sulanabilecek ve ayrıca estetik açıdan da zenginlik sağlayacaktır.

397

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Patika Yollar

KAYNAKLAR

İnsanların kent ormanının her tarafında dolaşacak şekilde gezmelerine izin verilmeyecektir. Yaya yolu yanında patika yollar kullanılarak toprağın sertleşmesi önlenecek yağış sularından faydalanılması sağlanacaktır.

Kent Ormanları – Necati ÇOK

Piknik Masaları Proje sahasının uygun yerlerine konulmak üzere 86 adet piknik masası kullanılmıştır

Özel Güvenlik Kulubesi Kent ormanını koruyan ve gözetleyen 3 adet güvenlik kulübesi planlanmıştır.

Seyir Terasları Kent ormanını koruyan ve gözetleyen 3 adet güvenlik kulübesi planlanmıştır.

Kır Gazinosu Dicle kır gazinosu 120 m2’si kapalı 135m2’si açık toplam 255 m2’dir

Spor Kompleksi Yılın dört mevsimi hizmet verecek şekilde planlanmıştır.

Yön Levhaları Kent Ormanın çeşitli yerlerine bilgi ve yön levhaları konulmuştur.

Çocuk Oyun Alanları Kent Ormanın farklı yerlerine 8 adet oyun grubu

Fitnes Grupları 30 adet fitness aleti yerleştirilmiştir.

398



ANZELE’NİN GÖZYAŞLARI

400


Çocukluğumuzda Anzele biraz da Çift kapı ile Urfa kapı arasındaki surlara yakın bölgenin adıydı, aslında. Evi o mıntıkada olanlar “Anzele’de oturuyoruz” derlerdi. Ben de İlk ve Orta Eğitimim sıralarında bu mahallede oturdum. Falcı Gürcü Bacılara yakın bir evde otururduk. Dönemin en ünlü falcısına gelen Türkiye’nin en ünlü kişilerini bu mahallede tanıdık. Devlet adamları, Artistler, Turistler…

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Anzele’nin ünlü mekânı, Balıklı denilen su kaynağının tam da üzerine oturtulmuş bir havuzdu. Balıklı, üzeri kapalı küçücük bir havuzdu. Etrafında ciğerciler vardı. Dıngılhava ve Küpelide yüzüldüğü halde, Balıklı’da çimilirdi. Anzele’nin ünlü mekânı, Balıklı denilen su kaynağının tam da üzerine oturtulmuş bir havuzdu. Balıklı, üzeri kapalı küçücük bir havuzdu. Etrafında ciğerciler vardı. Dıngılhava ve Küpelide yüzüldüğü halde, Balıklı’da çimilirdi. Anzele su kaynağının suyu havuzdan sonra açıkta akarak dere oluşturduğundan bölgenin biraz aşağısında da tabakhane ve salhane oluşmuştu. Anzele suyu salhane ve tabakhaneden geçtikten sonra Haramsu adıyla yoluna devam ederdi. Her ne kadar bazı kişiler bunun harem (kutsal) su anlamına geldiğini söylerlerse de, aslında tabakhanede tabaklama işlemi için köpek pisliği kullanıldığından, suyun Haram Su olarak anılması daha akla yakındır. Hatta, çok acele eden, gereksiz bir telaşla koşuşturan kişilere, aşırı samimiyeti olanlar tarafından “Ne bu acele! Tabakhaneye … mu yetiştiriyorsun?!” diye alaycı seslenenler olurdu. Konuşmacının Notu: Deri Debbağlanmasında taze köpek pisliğindeki enzimlerden yararlanıldığından, acele edilirdi. Daha sonra suni enzimlerden yararlanılmaya başlandı. Ayrıca, içi boşaltılan hayvanların barsak pislikleri de bu suyun son bölümüne akıtılırdı ki, bu suyla sulanan marul bahçelerinin marulları hayli yağlı ve lezzetli olurdu. Bu nedenle de Haram Su denmesi olasıdır. Haramsudan atladım Mantin çarşaf topladım Muradım olur diye Her dertlere katlandım Konuşmacının notu: Bayanlar belli günlerde evimizin arkasından akmakta

401

Prof.Dr.Mehmet Ali Taş Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi malitas@hotmail.com


olan haramsuya gelerek üzerinden yedi defa atlarlardı, muratları, dilekleri olsun diye... İki bin yıl önce Ayn-ı Zeura isimli bir içme suyu kaynağı vardı bu bölgede. (Konuşmacının notu: Ayn: Göz, göze; Zeura: Beyaz, parlak) İsa’dan sonra 5. yüzyılda aynı isimle bu kaynağın üzerine bir kilise inşa edilir. Urfa Metropoliti Mar Şem’un 629 yılında, Antalya Patriği Mar Yuhannon ise 649 yılında ölür. Cenazeleri öldükleri yerlerden getirtilerek bu kilise civarına gömülür. Yıllar sonra bu yapı yıkılır, yeri arsa haline dönüşür. Ve Ayn-ı Zeura ismi de Ayn-i Zülal’e çevrilir. Konuşmacının notu: Zeura: Beyaz, Parlak. Zülal, Zelal: Berrak, Parlak, Saf, tatlı, hafif, güzel, soğuk su, Cennette akan bir su 1970’lerde “Türk Süryanileri Tarihi” eserini yazan Horepiskopos Aziz Günel de bu bilgileri doğrulayacak yakınlıkta bilgiler verir ve şöyle yazar: Mar Zuoro İsa’dan sonra 521’de yaşamış bulunan ve azizlerden sayılan mümtaz bir kişiliktir. Adına izafeten Diyarbakır Surlarındaki Urfakapı geçitlerini de ihtiva eden büyük bir kilise kurulmuştu. Konuşmacının Notu: Önceki slaytta bahsi geçen Ayn-ı Zeura ismi, bu kiliseye ait bir su kaynağı olmasından da kaynaklanabilir.

Artuklularca bu kilise türbeye dönüştürülmüş ve ismi de “Sarı Sadık”, “Sarı Saltuk” olmuştur. Mustafa Akif Tütenk, Diyarbakır suları ile ilgili makalesinde; Diyarbakır sularını, sur içindeki kaynaklar ve şehre dışarıdan getirtilen menbalar olarak ikiye ayırır. Sur içindeki Ayn-ı Zülal (Aynzele, Balıklı), Ali Dede ve Kal’a suyu olmak üzere üç kaynağın varlığını ifade eder Çift Kapıdaki Ayn-i Zülal (Anzele) suyu İç Kale (Kal’a) suyundan daha büyük ve bol olup birçok caminin ihtiyacını giderdikten sonra (Mardin Kapı’daki) Sultan Şuca Çeşmesi’ne kadar varmaktadır. 1874 tarihli Diyarbakır Salnamesi incelendiğinde görülür ki; şehirde (sur içinde) 130 çeşmenin varlığı söz konusudur. Bugün geriye dönüp baktığımızda bu çeşmelerden hemen hiçbirinin yaşamıyor olması ilginçtir. Bir kısmının yerinde eskiden çeşme olduğuna dair fiziki yapılar olmakla birlikte (İçkalede Aslanlı Çeşme, Mardin Kapı’da Hatun Kastal) suları akmamaktadır. Arbedaş’taki, Arbedaş kaynağı ise özel bir şahıs tarafından etrafına küçük bir havuz yapılarak ticari amaçla kullanılmaktadır. Üzerindeki kitabenin ise kimse farkında dahi değildir. Diyarbakır 1950’lere kadar Sur içinde yerleşikti. Anzele’nin de Sur içindeki üç su kaynağından biri olduğu dikkate alınırsa Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’ nin Diyarbakır’la ilgili bölümündeki anlatımların önemi daha net anlaşılır.

402


Çelebi’nin sözlerini günümüz Türkçesi’ne aktardığımızda ortaya şunlar çıkıyor: Balıklı, şehirde önemli bir kaynaktır. Eski bir havuza akıp içinde binlerce çeşit balık bulunur. Ama kimsecikler de avlamaya cesaret edemezler. Bu balıkları avlamaya yeltenen birkaç kişi felç olup ağızları ve burunları eğilmiştir. Bağdat Fatihi Sultan Murad Han (1623-1640), Bağdat’ı fethedip (1638) bir dolu insanın başını ateşle traş ettiğinde bu balıklar kendiliğinden yaralanıp havuz kan deryasına dönmüştür. Bağdat fethinden sonra Murad Han Diyarbekir’e gelip Şeyh Aziz Mahmud Urmevi’yi şehit edince Balıklı havuzu kan ile dolmuştur. Bizzat Murad Han bu Balıklı’daki kanı görüp şeyhi katlettiğine pişman olunca, havuzun içinden dört adet iri balığı tutturup solungaçlarına altın ve gümüş küpeler geçirip azad ettirmiştir. İşte bu Balıklı, ab-ı hayat bir sudur. Bir dolu insan soyu bu suda yıkanıp humma ve cüzzam gibi hastalıklarından, kırk gün yıkanarak ölümden kurtulmuşlardır. İşte bu su böyle bir sudur. Ve bu suyun bir ayağı Ali Paşa Camisi’ne, oradan da Mardin Kapı’daki hamama gider.” Evet, Evliya Çelebi ve bir dolu eski zaman kentlileri ve gezginleri, beş bin yıllık Diyarbakır sur içinin eski bir su kaynağı olan Anzele hakkında bunları söyler. Peki Anzele ve kent sakinleri neyi bekler ? Sular savaşının yaşandığı bir yeni çağda tıpkı binlerce yıllık surlarında olduğu gibi suyuna da sahip çıkılmasını bekler.

403

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Anzele Türküsü

Anzele suyunda yıkarlar halı Sanırsın düğündür,eller kınalı Halı’da dokunur aşkın masalı Balıklı havzını görseydin hele, Nasıl da kıydılar sana Anzele, Eyvana benzerdin kantarman vardı, Ali Par köyünden suyun akardı, Tokmaklar türküyle iner kalkardı Hatunlar türküyü dolardı dile, Geçmişte pek şendin güzel Anzele, Havzında balığın, mescidin nerde, Düşürdün seveni, sen büyük derde, Adın kaldı şimdi Diyarbekir’de. Bilirim hasretsin, menekşe güle Resmin takvimlerde kaldı Anzele Urfa’da Anzelha, Amid’de sendin. Örüldü kantarman yıkıldı bendin, Silinmez tarihsin bir efsaneydin, Kapıldık birlikte bir garip sele Unut, unutanı, unut Anzele

404

(M.Mergen)


KAYNAKLAR 1. Dr. Şevket BEYSANOĞLU, Diyarbakır Müze Şehir, Yapı Kredi Yayınları, 1999, s. 363, Süryaniler bölümü. 2. Şevket BEYSANOĞLU, Anıtları ve Kitabeleriyle Diyarbakır Tarihi, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Yayını, Cilt 1 , s. 132, Cilt 2, s. 487, 559, 656 ve devamı. 3. Prof. Orhan Cezmi Tuncer, Diyarbakır Kiliseleri, (Yakında Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Yayınları arasında çıkacak) çalışmasından, Ayn-ı Zuoro. 4. Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Tam Metin, Üçdal Neşriyat, Cilt 3-4, Diyarbakır. 5. Doç. Dr. M. Faruk Toprak, Evliya Çelebi’de Diyarbakır, Diyarbakır Müze Şehir, YKY Kitabından s. 117. 6. Horepiskopos Aziz Günel, Türk Süryanileri Tarihi, Diyarbakır 1970, s. 108 dv. 7. Diyarbakır Şehrinin Suları ve Çeşmeleri, Prof. Dr. M. Mehdi İlhan, Diy. Müze Şehir kitabından YKY. s. 247-48. 8. İbrahim YILMAZÇELİK, XIX. Yüzyılın ilk yarısında Diyarbakır, TTK yayını, Ankara, 1995, s. 81. 9. M. Akif TÜTENK, Amid Şehrinin Hicretten Evvelki Menba Suları, “Kara Amid” Dergisi, Sayı 2-4. 10. Metin SÖZEN, Diyarbakırda Türk Mimarisi, İSTANBUL 1971. 11. Diyarbakır Salnameleri, Diyarbakır Büyükşehir Bel. Yayını. 12. Şeyhmus Diken

405

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


HEVSEL BAHÇELERİ

406


ÖZET Kâdim şehrin dünden bu güne gelen ve birçok efsaneye konu olmuş mekânlarından biri olan Esfel Bahçeleri, kimi kaynaklara kutsallık atfedilen, bir muamma olarak önümüzde duran yem yeşillikleriyle şehrin sembollerinden biri olagelmiştir, geçmişten günümüze. Şiirde, edebiyatta ve anlatımda Esfel Bahçeleri önemli bir yer edinmiştir, tarihten gelen mirasla.

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Dicle’nin asırlardan asırlara çağıldayan sesine şahit olmuş, savaşlara tanıklık etmiş bu mekânda eksik olmayan bahçeler üzerine ses sanatkârlarının söylediği birçok eser vardır, şairlerin dizelerinde saklı olan hatıralar vardır, Kırklar Tepesi ile eşlik eden Esfel, yaşantının ana merkezinde yer alır, hükümdarların avlandığı, sultanların gezindiği, beylerin yaptırdığı konaklardan seyrine doyum olmayan güzelliklere sahiptir, âşıkların maniler düzdüğü, işlemeli mendilleri koyunlarından çıkardığı, hasretin şarkılara, gazellere karıştığı, Mardin Kapı’dan Yeni Kapı’ya kadar Diyarbekir Kalesi’nden insan gönlünü hüzünden, gamdan alıkoyan tabiî güzelliklerin tabiatla herc u merc olduğu alandır. Diyarbekir’de bu bahçelerin kutsallık atfedilen dünyadaki Aden cennetine benzetildiğine işaret eden Musevî ve İsevî kaynaklara dayanan kimi yazarlar, işi o denli ileri götürmekte mahîr ki Hazreti Adem ile Hazreti Havva’nın dünyada ilk buluştukları yer olarak işaret eder, Esfel Bahçeleri’ne. Elbette insan, yaşadığı mekânı, mekânları sever ve doğduğu şehri, yeri sever, onu yüceltir. Lakin sevginin bu denli aşırı biçimde ikrarı, dillendirilmesi, abartmaya gidilerek mubalağaya taşınması, zaman içinde yanlışlarla doğruların iç içe girmesine zemin hazırlamış ve işin içinden çıkılamaz durumlara sebebiyet vermiştir. Esfel Bahçelerinin isim kaynağı olarak, Nusaybin’den İranî güçlerin önünden kaçıp şehre sığınan kırk bin olarak ifade edilen insanın şehre alınmayıp, burada iskâna zorunlu tutulması söz konusudur. Arap dilinde “Esfel”, hor görülen, alçaltılan manadadır. Bundan dolayı buraya yerleştirilen halka “Esfel” denilmiştir. Halkın şehre alınmayışı beraberinde geçimin zorlukları kendilerini ekmeye-biçmeye yöneltmiş ve tarıma endekslenen hayat beraberinde bahçeleri ortaya çıkartmıştır:” Esfel Bahçaları” Halkın dilinde Esfel’in ifadesinin güçlüğü, bu ifadeyi öncelikle Efsel, sonrasında Hefsel ve günümüzde Hevsel’e dönüştürmüştür. Mesleğimiz gereği kelimelerin etimolojik merhalelerini gereği gibi bilmekte ve araştırmaktayız.

407

Mehmet Ali ABAKAY Araştırmacı-Yazar diyarbekirimtv21@hotmail. com


Günümüzde Esfel’in Hevsel’e dönüşmesini kabul etmeyenler vardır. İlmî açıdan Esfel’e dair yaptığımız açıklamalar, zaman içinde kabul görmüş ise de halen doğrusunun kullanılmaması, gerçekten bizi üzmektedir. Birçok tabelada yer alan Hevsel, ne yazık ki kitaplara da geçen ve birçok araştırmacının makalelerinde yer alış şekliyle genel kabul görmüştür. Amacım kaynaklara başvurarak, bu yanlış kullanımı halen devam ettirenleri eleştirmek değil, doğru olanı ortaya çıkartmaktır. Bu nedenle doğru olanı ifade ederken bile yanlışlık yapanlara dair kimi atıflarda bulunmak istemiyorum. “Esfel” tabir edilen halkın Sur içi’ne alınması, insan kaynağına ihtiyaç duyulduğu dönemde olmuştur. Bizans’ın uç kısmında yer alan Diyarbekir’de kalenin genişletilmesi 600-630 yılları arasındadır. Meryem-i Dara Dönemi’nde son şeklini bulan Kale Yapısı ile günümüzdeki şekil aynıdır, farklılık arz etmemektedir. Zaman içinde sayısı artan Nusaybinliler, kale içine alınmakla birlikte şehrin kuşatılması başlamıştır. İranî güçlerin mukavemetini kırmak üzere On Gözlü Köprü’nün yarıya kadar yıktırılması da bu kuşatmalardan birinin öncesine rastlar. Bilinen tarihte bilgiler bunu gösterirken köprünün Mervanî Yapısı olduğu iddiaları doğru değildir. Fakat bu köprünün Mervanî döneminde onarımının tamamlandığı, dar olan ve geniş tutulan kısımlarından bellidir. Esfel’in kelime kökenini ortaya çıkarttığımız bu uzun girişten sonra daha neler söyleyebiliriz? 639’da Müslüman Arapların kuşatmasında Esfel’de ikamet eden kimsenin bulunmadığı, kaleye kapanan Meryem-i Dara’nın kuvvetlerinden anlıyoruz. Şehrin sebze ve meyve ihtiyacını karşılayan bu mekân

zaman içinde gelişmiş, Dicle kenarında bulunduğu için su ile hayat bulmuştur. Çayda Çıra’nın da Esfel ile ilişkili olduğunu bir dönem yaptığımız ve yayınladığımız araştırmamızda tespit ettik. Lakin akademik çevrelerden bu konuya dair ne eleştiri ne de olumsuz bir teki aldık. Çünkü “Şehir” denince araştırmacılığın rafa kalktığını gördüğümüz ortamda, son elli yıldır anlatılan bilgiler, çoğunlukla tekrar bilgilerdir. Konuya duyarlı olan araştırmacılar, Çayda Çıra üzerine sunduğumuz iddiaları ele almalıdır.(*) Esfel Bahçeleri, Osmanlı Dönemi’nde tümüyle dutluk alanlarla kaplı ve çevrelenmiştir. İpekçiliğin revaçta olduğu Osmanlı’da Esfel Bahçeleri, bir yönüyle de sebze ve meyve üretiminin gözde mekânıdır. Cumhuriyetle birlikte Esfel’de görülen değişim, dutluk alanların zamanla ortadan kalktığıdır. Osmanlı’nın son döneminde şehrin azalan nüfusu, Gayr-i Müslimlerin zaman içinde şehirden göçü ile ipekçilik gerilemiştir. !950’li yıllardan sonra ipekçiliğin can çekişmesi, Esfel Bahçelerindeki dutluk alanların seyrekleşmesine sebep olmuş, “Kara Hübür”, “Leylası E’reb” denilen dutlar da yenilmez olmuştur. Daha önce şehre gelen kervanların dinlenme merkezi olan Esfel Bahçeleri’nin üst kısmı, şehir kapılarının Cumhuriyet sonrasında açılmasıyla önemini yitirmiştir. Halen bu hanların bir bölümünün kalıntıları mevcuttur. Bu kervanların su ihtiyacını karşılayan Hatun Katsalı da kurumuş, tarihî bir çeşme olmasına rağmen korunmamıştır. Esfel Bahçeleri’nde sıklıkla görülen su değirmenleri de 1980 sonrası işletilmez olmuştur. Atık suların bahçelere yönlendirilmesi,

408


un fabrikalarının artmasıyla azalan su değirmenleri, çalışamaz olmuştur. Yer yer görülen eski yapılar da sahiplerinin göç etmesi ya da yapıları terki sebebiyle harap olmuş, geride bazalt duvarlar, geçmişin tanıklığının parçası konumundadır. Esfel Bahçeleri’ne nazır yerleşim alanlarının gecekondulaşmaya açılımı sonrası bu mimarî doku, Diyarbakır Kalesi’nin sur alanlarındaki yapılaşmanın önüne geçmemiştir. Bunun nedeni de sur diplerindeki gecekonduların bir kısmının Esfel Bahçeleri’nde ekili alanları bulunanlara ait oluşudur. Sıklıkla görülen ve şehirde her yaz rastlanan ishal vak’alarının bir sebebi de Esfel’deki sebzelerin atık sularla sulanmasıdır. Yaklaşık beş yıldır, alt yapı çalışmalarının tamamlanması ile atık suların bir kısmı ortadan kaldırılmıştır. Yine de yer yer bu atık sularla sulamanın yapıldığı bilinmektedir. Denilebilir ki Dicle’ye sıfır noktada bulunan Esfel Bahçeleri’nin atık sularla sulanmasının önüne geçilemez mi? Şehir alt yapısının bağlı olduğu Dicle’den alınacak suyun da bir farkı olmadığı için Dicle Suyu kullanılmamıştır. Esfel Bahçeleri’nin turizme açılmayışı da sorgulanabilir. Güvenlik gerekçesi ile bu bahçelerin turizme kazandırılması uzun zaman söz konusu olmamıştır. Esfel Bahçeleri’ne nazır Sem’anoğlu Köşkü (Gazi Köşkü), yakın zamanda turistik çehre kazanmıştır. Bunu diğer dinlenme ve turistik yapılar izlemiştir. Kırklar Tepesi -Ben buna dağ demiyorum, dağ denilmekten uzaktırEsfel Bahçelerine tümüyle hakîm bir yerdedir. Bu tepenin uzun zaman NATO Üssü olarak kullanıldığını, genç kuşak bilmekten uzaktır. Bu üssün kapatılmasından sonra atıl duran tepe, özel bir kuruluşa kiralanmıştır. Esfel Bahçeleri’nin turizme kazandırılması amaçlı kimi projeler ortaya çıkartılmış ise de bu projeler hayata geçirilmemiştir. Bu projelerin hayata geçirilmesi gerçekleştirildiğinde Esfel Bahçeleri’nin değeri artacak ve şehrin turizm alanı olacaktır. Ne yazık ki çoğu zaman siyasî argumanlarla bu alanın canlandırılacağı söylense bile projeler hayata geçirilmedikçe bir şey söylemek oldukça güçtür. Ben, Esfel Bahçeleri’nin hakkında folklorda yer alan kimi manileri, söylenen musıkî eserleri, şiirlerde yer alan örnekler üzerinde durma yerine Esfel Bahçeleri’nin dünden bugüne uzayan hikâyesi’ni ele almak istedim. “Mardin Kapı” denince akla şu mani gelmez mi? “Mardin Kapi şen olur Dibi değirman olur

409

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


Buralarda yar seven Mutlaka verem olur “ Umarız ki dünün kaybolan güzellikleri, Esfel Bahçeleri’nde tekrar canlanır, dünü tam anlamıyla canlandıramazsak bile elimizde mevcut bilgilerle, elli-altmış yıl öncesini yaşayanların rehberliği doğrultusunda Esfel Bahçeleri’nde nostaljiyi yaşarız. Belki o zaman çevreye dair güzellikleri tekrar hayata geçirebiliriz. Şehrin florası tekrar canlanır, faunası eski özelliğine döner. Elliyi aşkın kuş türünün yaşadığı Esfel Bahçeleri, ekolojik yapısına döndürülebilir. Kum şeftalilerini yeniden yiyebileceğiz, Leylası E’reb Kara Höbür dutları tadacağız, Esfel Bahçeleri’nin gölgesinde tadı unutulmuş karpuzları bir öğle sıcağında serinletmek için güneşe bırakacağız, Dicle’de çocuk boyunu aşan balıkları görebileceğiz. Ne diyelim? Gönlümüzden geçen bu, kalbimizden geçen bu! (*)Çayda Çıra’ya dair yaptığımız araştırmanın özeti:

Çayda Çıra’nın Hikayesi Çayda Çıra’nın Diyarbakır Kalesi’yle ilişkisi, ilk kez tarafımızdan ele alınmıştır. Çayda Çıra’ya dair yayınladığımız dört makale, verdiğimiz ilgili bir konferans ve gazetelerdeki araştırmamızı konu alan bir makale ile yayınlanan röportaj olmak üzere konu altı kez ele alınmıştır .” Çayda Çıra’nın Hikâyesi–1 başlıklı makalemizde yüzlerce yıl şehirde kutlana gelen bu şenliğin üç çıkış kaynağı üzerinde durmuş, belirttiğimiz kaynakları tartışmaya sunmamıza rağmen hiçbir çevreden çağrımıza cevap alamadık. Kaleyi konu alan bu çalışmamızda konunun

önemine binaen Çayda Çıra’yı yedinci kez ele alarak, ileri sürdüğümüz iddiaların bilimsel alanda tartışmaya açılmasını arzuluyoruz. İleri sürdüğümüz veya doğru olduğunu kabul ettiğimiz kale ile ilişkiyi açıklamadan önce ilk iki kaynak hakkında bilgi verelim: Çayda Çıra, karpuz hasadı sonrası bağ bozumu şenliğine benzer yapıdadır. Çayda Çıra, halkın zaman içinde eğlenme arzusundan doğmuştur. Ateşin Zerdüşt inancındaki yeri bilinmektedir. Mecusiler, Pers-Sasanî döneminde şehre hâkim iken bu inancı, halka benimsetmişlerdir. Böylece Çayda Çıra doğmuştur. İlk iki maddede ele aldığımız hususun açılımı: Dicle kıyılarında yetiştirilen ünlü şehir karpuzunun kapak kısmından biraz aşağıya doğru olan bölümü kesilir. İç kısmı çıkarılan karpuzun kabuk suyunun çekmesi için toprak ya da odun külü ile ovularak iç sıvanırcasına kurutulur. Şenlikte kesimi yapılan hayvanların kuyruk yağı ve iç yağları, yemekler pişirildikten sonra arta kalan odun külleri ile karılıp karpuz kabuklarına doldurulur. Fitil bırakılıp ateşlenen çıralar nehre salınır. Folklorda değişime uğrayan bu şenlik, halk oyunlarında kına gecesinde mum yakmaya dönüşmüştür. Çıraların suyun akışıyla yaylanırcasına yüzmesi, elde taşınan mumların beden diliyle iki ileri bir geri alınmasında şekillenmiştir. Söylenegelen “Bir mumdur, iki mumdur, üç mumdur, dört mumdur, on dört mumdur...” şarkısı, suya salınan çıraların adeta sayılamayacak kadar çokluğuna işaret gibidir. Ne kadar mum yakılırsa düğün sahibinin o kadar varlıklı olduğunu gösteren bu gelenek Güneydoğu’dan çevre illere yayılmış gibidir. Bu mum yakma

410


âdetinin İsevî ve İbranî gelenekle bir bağlantısının olduğunu sanmıyoruz. Mecusîliği kabul eden şehir halkının da Çayda Çıra ile ilgili olduğuna dair araştırdığımız kaynaklarda bir veriye rastlanmamıştır. Konumuzla ilgili olan önemli açılım öncesi üçüncü kaynak noktasına yer veriyoruz:

İslam Ordularının Şehri Almalarıyla Gelenekselleşen Kutlamalar-Üçüncü Maddenin Açılımı Diyarbakır Kalesi, tarih içinde en az 40–50 kez kuşatılmıştır. Yaptığımız araştırmada bu kuşatmaların bazen bir yılı aşkın sürdüğü, kale alınamadığı için kuşatmaların kaldırıldığına dair kaynak eserlerde bilgilere varılmıştır. Kuşatmalarda genellikle muhasara altındakileri psikolojik açıdan baskı altında tutmak, sindirmek için geceleri kuşatma boyunca ateş yakarak asker çokluğunu gösterme taktiği yaygın savaş hilelerinden biridir. Arapların savaş taktiklerinde geceleri ateş yakma yer almaktadır. Meryem’in gizli geçitten Ermen-Dağ Kapısı’na çıkarak Bilad-ı Rum’a gittiğini belirten Vâkidî’nin açıklamalarından Meryem’in askerlerinin komuta ve özel muhafızlar dışında surlarda bulunduğunu gösterir. Çayda Çıra’nın taktik olarak yakılan ateşlerden alındığı ve Doğu Roma’ya karşı elde edilen bu zaferin kutlamalarının folklorda yer bulduğunu belirtiyoruz. Evliya Çelebî’nin anlattığı Çayda Çıra Şenliği, bilindiği kadarıyla en son Atatürk’ün misafir kaldığı Sem’an Köşkü’nde Bahçeci Şahin’e verilen talimatla Atatürk için düzenlenmiştir. Kalenin alınmasıyla bağlantısını tespit ettiğimiz Çayda Çıra, tümüyle bu tarihi olayın canlandırılmasıdır. Bunun gibi canlandırılan, şehrin alınışını figürize eden diğer bir olay da Selahaddin-i Eyyûbî’nin şehri fethidir. Bu folklorik motifi kabul edip kökenine inmeyerek araştırma kitaplarına alan Diyarbakırlı hemşehrîlerimizle ve Çayda Çıra’nın kendi şehirlerinden doğan, geleneğinde var olduğunu belirten, bu alanda eserlerinde Çayda Çıra’yı ele alarak şehir sembolü haline getirip festivale taşıyan Elazığlı yazarlarla 2000 yılında yaptığımız konuyu akademik alanda tartışıp, 60 yıldır süren Çayda Çıra tartışmasına bir son verme isteğimizle bu bölümü noktalıyoruz. Umulur ki bir gün iki şehrin ortak bilinen paylaşılan değerleri konusunda araştırmacılar yan yana gelerek, içinden çıkılamaz bir hal alan kimi

411

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


kördüğüm haline getirilmiş ayrıntıları açığa kavuşturup, Harput ve Diyarbakır arasındaki bu anlaşmazlığa son verir, Çayda Çıra, musıkî eserleri ve de diğer hususlarda.

412


KAYNAKLAR Çayda Çıra Konulu Çalışmalarımızın Yayınlananları; 1. Çayda Çıra’nın Hikayesi, “Diyarbakır Folklorundan Kesitler Celal Güzelses-Diyarbakır Halk Musıkisi Üzerine İnceleme” adlı 1995’te yayınlanan kitabımızın s 24 vd.. 2. 5 Mayıs 2000’de İl Halk Kütüphanesi’nde verdiğimiz “Diyarbakır Folklorunda Bayram-Kutlama Şenlik ve Hıdırellez Motifi” adlı konferans metni. 3. Aynı konferans adını taşıyan makalemiz, Diyarbakır Kültür Sanat Bülteni-İl kültür Müdürlüğü Yayın Organı Mayıs-Haziran 2000 s 1-2 4. Çayda Çıra’nın Hikayesi-1, Diyarbakır Kültür Sanat Bülteni TemmuzAğustos 2000 s1-2 5. Çırayı İlk Kim Yaktı?–Aydın Öztürk’ün çalışmalarımızı konu alan makalesi Diyarbakır Gün 30-Mart-2004 s 7 6. Çayda Çıra’nın Öyküsü –Hakim Turay’ın Röportajı-Güneydoğu Ekspres 8-Nisan-2004 s 4 ) Vâkidi, Kitabü’l-Fütühu’ş-Şam , Mısır 1302,c.2 s138154 (Şevket Beysanoğlu’ndan alınan tercüme.) Çayda Çıra’nın Hikayesi1’de şenliğe ve şenlikte yapılan uğraşılara dair açıklamalara bakınız. 7. Abdüssettar Hayati Avşar, Urfa Kapı’nın kapalı iki kapısının Selahaddin-i Eyyûbi’nin şehre orta kapıdan girdiği için, yılda bir düzenlenen kutlamalarda açılıp, tekrar kapatıldığını, 16-Ocak-1993 Tarihinde yaptığımız görüşmede Çayda Çıra’yla ilgili verdiği bilgilerde belirtmiş, Çayda Çıra’nın 1940’lı yıllardan beri iki şehir arasında paylaşılmadığını vurgulamıştı. Bakınız: Diyarbakır Folklorundan Kesitler Celal Güzelses...s 159-163

Çayda Çıra için Başvurulacak Kaynaklar: 1. Cumhuriyetin On Beşinci Yılında Diyarbakır 1938. 2. Barış İsmet “Elazığ ve Folkloruna Kısa Bir Bakış “Türk Folklor Araştırmaları Nisan.1970 3. Elazığ İl Yıllığı 1997 4. Evliya Çelebi Seyahatnamesi Diyarbakır Bölümü 5. Sunguroğlu-İshak “Çayda Çıra Oyunu ve Orijini “T.F.A. Haziran 1962/ Harput ve Elazığ’da Kadın Oyunları T.F.A Ağustos 1970 6. Mercan Mehmet Diyarbakır Türküsü GGC Yayını 2001

413

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


DİCLE KENARINDAKİ BAĞ VE BOSTANLAR

414


ÖZET Bu çalışmada Diyarbakır karpuz ve kavunlarının emsalsiz yönleri ve sırları ele alındı. Borahaneler, hülleler, Kavs köşkü ve eğlenceleri incelendi. Dicle kenarı şenliklerine değinildi. Kumda karpuz: Kuyu kazarak her bir kuyuya üç veya beş çekirdek tohum olarak bırakılır. Diyarbakır’lılar kuyuya ‘Boran gübresi’ni bırakırlar. Bu karpuzların irice ve tatlı olması için yapılır. İlde büyük Kadıköy, Sımaki köyü, Patrik köyü, Angevir köyü, Kıtıbil köyü, Sadi köyü, Kabi köyü, Hacıis köyü, Çarıklı köyü, Mederis köyü, Şükürlü köyü, Zorova köyü, Arzuoğlu köyü, Karh köyü, Hüceti köyü, Ulan köyü, Köseli köyü, Bismil’e kadar Dicle kenarında kavun ve karpuz ekilir.

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Bu köylerin halkı ev olarak Borahane yaparlar. Her bir borahanede üçyüzbeşyüz boran beslerler. Güvercinlere ise ‘boran’ dierler. Karpuz isimleri:Ferik Paşa karpuzu 80 kg ağırlığında olur. İki tanesi bir deveye yük olur. Bir de Sürmeli karpuzu vardır, kalın kabukludur, lifli ve çizgilidir. Et rengi kırmızı, tatlı ve lezzetlidir. Çekirdeği iri ve siyahtır. Karpuzlar yaklaşık 80 kg. olduğundan dükkanlara satışa getirdiklerinde karpuzu kılıç ile keserek karpuzu alan kişilere beş veya on beş kilo parça halinde satılır. Çok büyük olduğundan tane halinde alınamaz. Dicle kenarında Hülle ve Kulübe yapılır. Erkeklere ve bayanlara ayrı olacak şekilde yapılır. Misafirliğe gelen erkekler erkek kulübesine, bayanlar da bayan kulübesine geçer. Bu şekilde birbirlerini görmezler. Her hüllenin önünde şadırvan yapılır. Hüllelerin etrafına Reyhan ekerler ayrıca gül ve çiçek çeşitlerini ekerlerdi. Reyhan kokuları Dicle kenarını misk amber gibi kokutur şehir halkı bostan sezonu bittikten sonra reyhanları kopartıp eve getirirlerdi. Evde ocakta yakarlardı. Yaktıkları için reyhan kokusu bütün şehri sarardı. Karpuzun içini oyarak, kül doldurarak ve külün üstüne gazyağı doldurarak yakılır ve çayda çıra diye tahtalara bağlayarak iple karşıdan karşıya bağlarlardı. Kavs bağı bölgede tanınmış olan bağlardan biridir. Bu bölgedeki üzümler çok ünlüdür.

415

Ali Haydar Canlı Diyarbakır’ın eski yerlisi Esnaf Melik Ahmet caddesi


Bağdat fatihi Gazi Sultan Murat,Bağdat fethinden sonra bu bağa gelmiştir. Adaletle ilgili işlerini yaptıktan sonra burada eğlenmiştir.Bu bağ (Kavs bağı) Şat nehri tarafından Cennet bahçesini hatırlatan bir cennettir ki dil omu anlatmada yetersiz kalıp susar. Her gece Şat kıyısı kandil,fener ve mumlarla donatılır. Her kulübede çalgıcılar, taklitçiler, hanendeler, meddahlar, çengiler, tanburi, santuri, rebabi, musikari, ney ve dehenk çalanlar bulunurdu. Bu geceleri aydınlık gün gibi yaparlardı. Müslümanlar, Ermeniler, Süryaniler, Yahudiler bunların hepsi bir arada bağ ve bostanlarda yaşıyorlardı. Bostanlarda yetişen sulu kavun başka bir bölgede bulunmaz. Çünkü özelliği çok farklıdır.Yalnız, bohtan kavunu bu kavuna benzeyebilir.Fakat Diyarbekir kavunu iri,çok sulu ve yemesi hoştur. Misk ve saf ambere benzeyen bir tür güzel kokusu vardır ki, bir kere yiyen kişinin genzinden bir haftaya kadar kavun’un kokusu gitmezmiş. Hatta Kuzey Irak alimleri ve Soran’ın bilge kişilerinin ‘Hz. Ebubekir kavun gibi kokardı’ sözüne karşılık, Diyarbakır alimleri ‘Bizim Şat kavun kokusu gibi kokar demişler. O kadar güçlü bir tür kokusu vardır ki, yiyenin yahut koklayanın genzine amber kokusu dolar. Kırk ve ellişer kg. ağırlığında olup renkleri yeşildir.

416



KIRKLARDAĞI

418


ÖZET Diyarbakır’ın yanıbaşında olan Kırklardağı bir mesire mekanıdır. Aynı zamanda Müslümanlar ve Hristiyanlar için de kutsa yönü vardır. Bu noktada bu dağla ilgili değişik efsaneler kulaktan kulağa geçerek günümüze gelmiştir. Kendileriyle ilgili türkülerin derlendiği bu dağla ilgili bilgiler verilecektir.

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA

Diyarbakır şehrini cepheden soluna alan Gazi Köşkü ve Erdebil Köşkünün karşısında, cennet bahçeleri olarak anılan HEVSEL Bahçeleri üstünde, cennete dökülen dört nehirden biri olarak söylenen, ünlü DİCLE nehrinin kıvrılarak kenarından geçtiği Kırklar dağı tarihin yükünü sırtında taşıyan tarihi On gözlü köprünün hemen tepesinde düz bir tepsi görünümündedir. birçok hikâye ve efsanelere konu olmuş MÜSLÜMANLAR ve HIRISTIYANLAR için kutsal bir yer. MS. Ocak 503 yılında İran kralı Kubad Diyarbakır’ ı alamamış 50.000 ölü bırakmıştı. Bunun üzerine Amid’liler zaferlerinden çok emindi, nöbetçiler çok şarap içmiş diğer nöbetçiler evlerine gitmişti. Kubatın askerleri merdiven dayayarak içeri girmiş, 80000 kişi öldürmüş diğerlerini esir almış ve kiliseleri soymuşlardı. Kiliseler ateş tapınağı yapılmıştı. Ancak bu 80000 kişi bir yana başka bir olay bir yana. Bu olaylardan sadece Dicle nehri doğusundaki 40 şehit kilisesi kurtulmuştu. Erzurum Ermeniler Valisi ve Ermeni Piskoposu Surp Enun bu kiliseyi Kubbad’tan satın almış. Kilise binasını kurtarmıştı. Bu kilise M.S. 484 de Diyarbakır Metropoliti Mar Yuhanna Suar tarafından yapılır.M.S. 512 yılında birinci Anastatias o zaman ki kent halkının Kırklar dağı üstünde bulunan kırlar kilisesine kolaylaştırmak amacı ile on gözlü köprünün inşasını başlatır. Bir zamanlar ünlü mesire yerlerinin bulunduğu Müslümanlar ve Hıristiyanlar için kutsal kabul edilen Kırklar dağı şiirlere, şarkılara konu olmuş. Efsaneler ve hikâyelerin yazıldığı Kavs Köşkünün güllerle süslü bahçelerinde akan buz gibi suların içildiği, mayaların söylendiği Müslümanlar için kırklar meclisinin, Kavs Köşkünde toplanıp şehrin sorunlarını konuştukları, önemli Hıristiyanlar için kırk şehir kilisesi olduğu yazılı kaynaklardan bilinmektedir. Diyarbakır’da ayrıca Kırklar Dağı efsanesi, Kırklar Meclisi ve kırk şehit gibi olaylarda anlatılır. Tasavvufi gelenekte kırk sayısının bir özelliği vardır. Bu

419

Kenan Aksu İşadamı Galeri-Diyarbakır. Kenanaksu21@hotmail.com


da Hz. Musa’nın Tur Dağında Allah ile olan kırk günlük münacatıyla temelini bulur. Kırklarla ilgili bazı atasözleri ve değişler:

Kırk dükkân süprüntüsü Hz. Peygamberimize Kırk Yaşında Peygamberlik Gelmesi Bazı deyişlerde ise kırkına gelmek, kırkını aşmak, kırkına varmak, kırklanmak, tasın su ile kırk kere Besmele okunup dökülmesi kırklanma geleneği kırk hamamı diye kırkından sonra azanı teneşir paklar kırk gün günahkâr, bir gün tövbekâr kırk derviş bir sofrada yemek yer, iki padişah bir ülkeye sığmaz. Gibi atasözlerinde ki kırkların kullanımının önemi görülmektedir. Kırklar meydanı (Hacı Bektaşi’deki merkezi tekkede iki parmaklık içinde bulunan yere denir), kırklar şerbeti (Bektaşilikte nasip gecesi içilen şerbete denir.) Yeryüzünde her zaman (Abdallardan) kırk kişi bulunur. Her biri İbrahim( A.S). bereketlidir. Bunların bereketi ile yağmur yağar. Biri ölünce Allahu Teala onun yerine başkasını getirir. Kırklar dağının kırklar içerisindeki önemi göz önündedir.

Metropoliti Yuhanna Suar- Yuhanna El-Efesi tarafından yaptırıldığı bilinmektedir. Mardin Metropoliti Hana Dolapönü’nün aktarımına göre Yunani 1525 ,Miladi 1214’de başka bazı kiliselerle birlikte kırklar tepesindeki kırk şehit Kilisesinin tahrip edildiği ifade edilmektedir.

Suzan Suzi Efsanesi Geçmiş zamanlarda çocuğu olamayan bir Süryani aileye mensup bir kadın kırklar ziyaretine gelip adak adamış. Dileğin ardından bir kız çocuğu dünyaya getirmiş ve adını Suzan koymuş (Suzi). Her yıl doğum gününde annesi Suziyi süsler giydirir ve kırklar dağına götürür ve kurban kesermiş. Suzan el bebek gül bebek büyütülüp güzel bir genç kız olmuş. Gün gelmiş Müslüman komşularının oğlu Adil’e âşık olmuş. Yine bir doğum yıl dönümünde annesi Suzi’yi hizmetçilerle beraber kırklar dağına kurban kesmek üzere göndermiş. Hizmetçiler kurbanı keserken Suzi arkalarından habersizce gelen Adil’le buluşmuş. İşte bu hileli buluşma yüzünden kırklar Suzi’yi affetmemiş. Buluşmadan dönen Suzi’yi On Gözlü Köprüden geçerken suya düşüp boğulmuş. Suzi’nin ölümünden sonra Adil de akılın kaçırmış. Üzerlerine ‘’Suzan Suzi’’ türküsü yazılmıştır.

Diyarbakır yakınlarında bulunan ve Kırklar dağı olarak bilenen mevkii de bir kilise mevcuttur. Çok zengin olan bu kilisenin altın ve gümüş kapları ile ziynet eşyaları talan edilmiştir. Diyarbakır Süryani topluluğunun başına gelen en büyük bela bu olaydır. Bu kilisede 1746 yılında 20’den fazla ruhani görev yapmaktaydı. Diyarbakır’ın güney batısında Dicle kenarında kırklar yükselir. Bu dağın arkasında da kırklar ziyareti bulunur. 484 yılında Diyarbakır

420

Kırklar dağının düzü Karanlık sardı bizi Kör olasan zalim Suzan Ziyaret çarptı bizi Köprü altı kapkara Ana gel beni ara Saçlarıma kumlar doldu Tarağ getir de tara


Gazi Köşkü serindir Dicle suyu serindir Ağlama sen garip anam Kadir mevlam kerimdir Köprünün orta gözü Sular apardı bizi Ben öleydim Suzan Suzi Dicle ayırdı bizi

Gümüş Sakallı Paşa Efsanesi Eskiden Diyarbakır’da yaşayan Hıristiyanların, et yemelerinin yasak olduğu, bahar ayı başındaki Paskalya Günleri’nde, Müslümanlar da Kırklar Dağı’na pikniğe giderler, yer içer eğlenirlermiş. Adına “Cigaret” (Ciğer-et) dedikleri ızgaralarla kendilerine ziyafet çekerlermiş. Bu gelenek böyle sürüp giderken, Diyarbakır’a bir paşa gelmiş. Bu gümüş renkli sakallı, ince düşünceli, nazik bir paşaymış. Hıristiyan komşuların et yemedikleri özel bir günde, böyle pikniğe çıkıp et pişirmenin ve kokusunu da çevreye yaymanın doğru olmadığını belirterek bu “Cigaret” geleneğini yasaklamış ve zamanı geldiğinde de şehrin bütün kapılarını kapattırarak, kimsenin dışarıya, kırlara çıkmasına izin vermemiş. Bir araya toplanıp buna bir çare düşünen Diyarbakırlılar, altı - yedi tane tabutu omuzlayarak, Mardin Kapı’ya gelmişler ve nöbetçiye “Cenazelerimiz var, mezarlığa götüreceğiz, kapıyı aç” demişler. Kapı açılınca da doğruca Kırklar Dağı’na gidip tabutları açarak, içlerindeki piknik malzemelerini çıkarıp, yine her yıl yaptıkları gibi yiyip - içmeye, gülüp - eğlenmeye başlamışlar. Bir yandan da hep bir ağızdan, şu türküyü söylüyorlarmış. Ey paşa, paşa Sakalı gümüş paşa Şeftali çiçek açtı Yasağı kaldır paşa... Kırklar Meclisi Efsanesi ve Diyarbakır Bir zamanlar Diyarbakır’ın Fatih paşa Mahallesinde küçük bir evde yaşlı, dul ve yalnız bir adam yaşarmış. Yaşlı adam yalnızlığını evinde baktığı çiçeklere ve kimi zamanda Diyarbakır surlarına konan güvercinlere, serçelere anlatır ama en çok da surlarla paylaşırmış. Yaşlı adamın bu hali günden güne halkın

421

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


arasında o kadar yayılmış ki artık ona “sırrını surlara anlatan adam” demeye başlamışlar. Yine bir gün sabah erkenden cebine kuş yemlerini doldurup bu eski kentin kadim surlarına doğru yola çıkmış yaşlı adam. Kalenin yıkık duvarları arasından yürürken birkaç yaramaz çocuğun sur dibine sıkıştırıp kuyruğuna da teneke bağladığı zayıf, kara bir kedinin acı, acı inlemelerini duymuş. Yaşlı adam hemen sesin geldiği yöne gitmiş, çocukları uyarıp kediyi onların elinden kurtarmış. Korkudan tir, tir titreyen zavallı kediyi sevgiyle kucaklamış. Tekrar sokaklara bırakmaya gönlü razı olmayınca da evine götürüp kediye bakmaya başlamış. Kısa sürede kedi ile aralarında kimsenin anlayamadığı çok güzel ve ilginç bir bağ oluşmuş. Yaşlı adam artık surlara her çıktığında kedisini de kendisiyle beraber götürüyormuş. Akşama kadar kedisiyle birlikte geziyor sonra da eve dönüyormuş Günler böylece geçip gitmiş. Kara kış yüzünü göstermeye başlamış. Evlerde sobalar yanıyor, insanlar da sıcak mekânlardan dışarı çıkmıyormuş. Yaşlı adam da kapı ve pencerelerini sıkı sıkıya kapatıp sobayı da devamlı yanık tutuyormuş ki kedisi üşümesin. Gürül, gürül yanan sobasının başına oturup kedisini kucağına alıyormuş ve bir an önce bu soğuk kış günlerinin geçip gitmesini düşlüyormuş. Böylece yeniden çok sevdiği surlara çıkabilecek, o büyük mavi göğün kanatlı güzelliklerini doyasıya seyredebilecekmiş. Kenti kar altında bırakan soğuk bir kış sabahı uyandığında gözleri uzun zamandır yalnızlığının yoldaşı kedisini aramış. Kedisini her zamanki yerinde görünce yüzüne geniş bir gülümseme yayılmış. Yatağından kalkıp kedisini kucağına almış ve sevgiyle okşamış. Elini kedinin parlak siyah

tüyleri üzerinde gezdirirken şaşkınlık içinde küçük kedinin tüylerinin soğuk olduğunu fark etmiş. Merakla evin içine göz gezdirmiş. “Acaba bir yerden soğuk hava mı” giriyor diye düşünmüş ve bütün evi kontrol etmiş. Kapıları, pencere kenarların yoklamış ama soğuk havanın nereden geldiğini bulamamış. Ertesi sabah kedisinin tüylerini okşayınca yine soğuk olduğunu hissetmiş. Bu durum birkaç gün böyle devam edince yaşlı adam iyice meraklanmış. Bir gece sabaha kadar uyumadan bekleyerek neler olduğunu öğrenmek istemiş. Gece evin tüm ışıkları kapattıktan sonra mutfağa gidip parmağının ucunu bıçakla kesmiş. Yarasını üzerine de tuz basmış. Böylece duyduğu acıdan sabaha kadar uyumayacağını düşünmüş. Yatağına uzanmış ve merakla beklemeye başlamış. Yaşlı adamın yatağına uzanmasından epey bir vakit geçtikten sonra kedi usulca oturduğu yerden kalkmış ve yaşlı adamın başucuna gelmiş. Karanlıkta alev topu gibi parlayan gözlerle adamın uyuyup uymadığını kontrol ediyormuş sanki. Sonra yavaşça ağzını açmış ve dilinin altına sakladığı küçük mavi bir boncuğu çıkarıp yaşlı adamın kulağına yerleştirmiş. Sonrada yine sessizce kapıyı aralayıp dışarı çıkmış. Kedinin dışarı çıkmasıyla yaşlı adam da yatağında fırlayıp karanlıkta kediyi takip etmeye başlamış. Kara kedi Diyarbakır’ın kadim surlarının en büyük kapılarından birisi olan Mardin Kapı’dan çıkarak Hatun Kastal bahçelerine girmiş. Kastal bahçelerinden çıktıktan sonra Kutsal Dicle Nehrini geçip Kırklar Dağı’nın eteğindeki bahçesinde, şadırvanların, envai çeşit çiçeğin bulunduğu muhteşem Kavs

422


Köşkünün avlusuna girmiş kara kedi. Tabii ki yaşlı adam da onun ardında girmiş ve kendine iyice gizlenecek bir yer bulduktan sonra kediyi izlemeye devam etmiş. Çok geçmeden kedi hafifçe silkelenmiş ve birden insan şekline girivermiş. Yaşlı adam olduğu yerde heyecandan kaskatı kesilmiş. Derken siyah kedisinin girdiği kapıdan daha başka birçok kedi girmeye başlamış büyük avluya. Giren her kedi silkelenip insan şekline dönüşüyormuş. Sayıları tam kırkı bulunca konuşmaya başlamışlar. Kendi aralarında bu büyük ve kutsal şehrin ve insanların sorunlarını tartışıyorlarmış. Yoksullarını dertlerine derman arıyorlarmış. Yaşlı adam saklandığı yerde nefesini tutmuş bütün bu olup biteni büyük bir korku ve heyecanla izliyormuş. Toplantıyı uzun süre izledikten sonra yine hiç ses çıkarmadan olduğu yerden çıkmış ve sessizce köşkten uzaklaşıp evine dönmüş yaşlı adam. Yatağına uzanıp boncuğu yeniden kulağına yerleştirmiş ve uykuya dalmış. Sabah olup gözlerini açtığında kedisini her zamanki yerinde oturur vaziyette görmüş. Sevinç ve hayranlıkla yatağından kalkıp kedisini kucağına alıp yine her günkü gibi sevmeye başlamış: “Benim iyi yürekli, canım kedim. Seni şimdi her zamankinden çok seviyorum. Dün gece kalkıp seni takip ettim. Artık sırrını biliyorum. Şimdiye kadar neden benden sakladın ki?” demiş kedisine. Ancak kedi hiç ses çıkarmamış. Yaşlı adam da kalkıp kendisi ve kedisi için yiyecek bir şeyler hazırlamaya gitmiş. Döndüğünde kedisinin yerinde olmadığını görünce çok üzülmüş. Meğer kedi, sırrının açığa çıktığını öğrenince fırsatını bulup sırra kadem basmış. Yaşlı adam hemen dışarı çıkıp şehrin her tarafında kedisini aramaya başlamış. Yaşlı adam her gün surlara çıkıp derdini, sırrını ve kedisine olanı, özlemini çok medeniyetler görmüş o yaşlı kale duvarlarına anlatıyormuş Derler ki o zamanlarda kırk kediden oluşan “Kırklar Meclisi” bu yaşlı şehrin sorunlarını çözmede, insanlarına sahip çıkıp şehir halkını mutlu etmede insan yöneticilerden çok daha başarılıymış. Kedilerin bu sırrı çözülünce yaşlı şehrin sorunları da, dertleri de artmaya başlamış. Bu yüzdendir ki bu şehirde kediler el üstünde tutulup çok sevilirmiş...

Kırklar Ziyareti Efsanesi Bu ziyaret Diyarbakır’ın güneybatısındaki kırlar dağındadır. Kırk evliya, kırklar dağındaki bir mağaraya girmişler ve bir daha hiç görünmemişler. Aslında insanlar arasında yaşıyorlarmış ama görünmüyorlarmış. Bu kırk

423

DİYARBAKIR’DA ÇEVRE VE DOĞA


evliya her Perşembe akşamı toplanıp birer beyaz güvercin olurlar ve mağaranın tepesindeki bir delikten içeri girerlermiş. Mağaranın içerisindeki kaynayan suların arkasındaki sularda geniş bölmede ateş yakarlarmış. Bu ateşi çevreden görenler olmuş. Sabaha kadar ibadet ettikten sonra Cuma namazını kılarlar ve yine dağılıp giderlermiş. Bu ziyarete gelen hastalar mağaradaki sudan içer duvardan da toprak koparıp yerler. Ayrıcı doğum zorluğu çeken kadınlar bu mağaranın suyundan içerler ve üstlerine dökerlermiş. Çocuğu olamayanlar da burada dilek diler ve adak adarlar.

424


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.