01-03 HAZİRAN 2010
DİYARBAKIR’DA DOĞAL-HAYAT-ENERJİ-İKLİM-MADEN CİLT III
Editörler Prof.Dr.Kenan HASPOLAT (Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi) Prof.Dr.Kemal GÜVEN (Dicle Üniversitesi Fen Fakültesi) Yrd.Doç.Dr.Reyhan Gül GÜVEN (Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi)
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN Diyarbakır İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü Yayınları Cilt III
DİYARBAKIR VALİLİĞİ DİCLE ÜNİVERSİTESİ DİYARBAKIR’DA TARIM, DOĞA VE ÇEVRE SEMPOZYUMU 1-3 HAZİRAN 2010
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT, SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Editörler Prof.Dr.Kenan HASPOLAT (Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi) Prof.Dr.Kemal GÜVEN (Dicle Üniversitesi Fen Fakültesi) Yrd.Doç.Dr.Reyhan Gül GÜVEN (Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi)
ONURSAL BAŞKANLAR Mustafa TOPRAK - Diyarbakır Valisi Ayşegül Jale SARAÇ - Dicle Üniversitesi Rektörü DÜZENLEME VE YÜRÜTME KURULU Başkan: Prof.Dr. Kenan HASPOLAT Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Eşbaşkan: Prof.Dr. Kemal GÜVEN D.Ü. Çevre Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Sempozyum Sekreteryası: Öğr.Gör. Ali EM D.Ü. Mühendislik Fakültesi ÜYELER Mehmduh TURA - Vali Yardımcısı Suat SEYİDOĞLU - Vali Yardımcısı Şaban AKÇA - Vali Yardımcısı M.Ali KOÇKAYA - İl Tarım Müdürü Murat HASPOLATLI - İl Çevre ve Orman Müdürü Timur DAĞOĞLU - Diyarbakır Meteoroloji Bölge Müdürü Turgay ÖZGÜR - DSİ X. Bölge Müdürü Necati PİRİNÇÇİOĞLU - Yerel Gündem 21 Genel Sekreteri Galip ENSARİOĞLU - Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Elif TUZLUYALÇIN - ÇEVGÖN Başkanı Sevgi EKMEKÇİLER - DİHAYKO Başkanı Doç.Dr.Ali CEYLAN - D.Ü. Tıp Fakültesi Doç.Dr.İsmail GÜL - D.Ü.Ziraat Fakültesi Yrd.Doç.Dr.Ahmet YARDIMEDEN - D.Ü. Mühendislik Fakültesi Dekan Yrd. Yrd.Doç.Dr. Harun ALP - D.Ü.Veteriner Fakakültesi Dekan Yrd. Yrd.Doç.Dr.Orhan KAVAK - D.Ü. Mühendislik Fakültesi Yrd.Doç.Dr.Türkan KEJANLI - D.Ü. Mimarlık Fakültesi Yrd.Doç.Dr.Z.Fuat TOPRAK D.Ü. Mühendislik Fakültesi Yrd.Doç.Dr.Reyhan GÜLGÜVEN D.Ü.Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi BİLİMSEL KURUL Prof.Abdünnasır YILDIZ - D.Ü.Fen Fakültesi Prof.Dr.Ahmet KILIÇ - D.Ü.Fen Fakültesi Prof.Dr.Cengiz YALÇIN - D.Ü.Veteriner Fakültesi Dekanı Prof.Dr.Ferit Kemal SÖNMEZ - D.Ü.Ziraat Fakültesi Dekanı Prof.Dr.Kemal GÜVEN - DÜÇAM Müdürü Prof.Dr.Kenan HASPOLAT - D.Ü. Tıp Fakültesi Prof.Dr.M.Salih ÇELİK - D.Ü. Tıp Fakültesi-Türk Biyofizik Derneği Bşk. Prof.Dr.Mahmut AYDINOL - D.Ü.Fen Fakültesi Prof.Dr.Mehmet AKIN - D.Ü.Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof.Dr.Sait YÜCEL - D.Ü. Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Dekanı Prof.Dr.Selçuk ERTEKİN - D.Ü.Fen Fakültesi Doç.Dr.Sema BAŞBAĞ - D.Ü.Ziraat Fakültesi Prof.Dr.Tahsin KILIÇOĞLU - Batman Ün. Rektör Yrd. Prof.Dr.Yüksel COŞKUN - D.Ü.Fen Fakültesi Prof.Dr.Zülküf GÜNELİ - D.Ü. Mimarlık Fakültesi Dekanı * Alfabetik sıraya göre sıralanmıştır.
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
İçindekiler Bölüm Editörü : Prof.Dr.Ahmet KILIÇ
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT 14 - Diyarbakır’ın Bitkileri • Selçuk ERTEKİN 22 - Biodiversity Of The Diyarbakır Region, Turkey • Yüksel COŞKUN 36 - Diyarbakır Yöresinin Kuşları • Recep KARAKAŞ 46 - Leylek Popülasyonu 2005-2007 Yılları Sayısal Değişimleri • Ahmet KILIÇ 56 - Diyarbakır’da Güvercin Kültürü • Hüseyin TUĞCU 60 - Geleneksel Konut Mimarisinde Kuş Evleri • F.Evren DAŞDAĞ 66 - Diyarbakır’da Atçılık • Adil ALAN 76 - Diyarbakır’da Dağ Keçileri ve Melezleştirilmesi • Murat TOMAR 84 - Diyarbakır ve Doğa Sporları • Abdürrahim EKİN Bölüm Editörü : Sevgi EKMEKÇİLER
DİYARBAKIR’DA SOKAK HAYVANLARI•86 92 - Doğanın ve Hayvanların Korunması ve Diyarbakır’da Sokak Hayvanlarının Durumu • Sevgi EKMEKÇİLER
102 - Sokak Hayvanları Konusunda Belediyelerin Görevleri • Nedim YAŞLI 112 - Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Hayvan Bakım Evinin İşleyişi ve Verdiği Hizmetler • Yılmaz GÜMÜŞ
116 - Hayvan Hastalıkları • Hasan İÇEN 128 - Hayvanlardan İnsanlara Bulaşan Hastalıklar (Zoonozlar) • Mustafa Kemal ÇELEN 138 - Kur’ân’da Hayvanların Hakları ve Çevre • Nurettin TURGAY 146 - Hayvan Refahı ve Hayvanların Davranış Özellikleri • Doğan KURT Bölüm Editörü : Prof.Dr.Mehmet AKIN
DİYARBAKIR VE SU 156 - Semavi Dinlerde Dicle ve Fırat • Muharrem YILDIZ 178 - Diyarbakır’ın Tarihi Suları ve Çeşmeleri • Aysel YILMAZ 190 - Geleneksel Diyarbakır Evlerinde Avlu ve Su Öğesi • Mine BARAN 200 - Diyarbakır İlçeleri Su ve Çeşmeleri • Kenan HASPOLAT 224 - Haram Sudan Atladım; Diyarbakır’da Haram Su İle İlgili İnanışlar • Nuran ELMACI 232 - Güneydoğu Anadolu Bölgesinin Önemli Bazı Sıcak Su Kaplıcaları • Reyhan Gül GÜVEN Bölüm Editörü : Timur DAĞOĞLU
İKLİM 244 - Diyarbakır’da Meteorolojik Faaliyetler • Yusuf ALTUNÇ, M.Latif GÜLTEKİN
250 - Küresel İklim Senaryoları ve Diyarbakır’a Olası Etkileri • M.Latif GÜLTEKİN, Mahmut MÜSLÜM, Mustafa ALTINER
260 - Diyarbakır İçin Rüzgar Enerjisi Potansiyeli ve Faydalanma Yöntemleri • Mustafa ALTINER, Latif GÜLTEKİN, Mahmut MÜSLÜM 268 - Diyarbakır’ın Güneş Enerjisi ve Potansiyeli • Mahmut MÜSLÜM, Latif GÜLTEKİN, Mustafa ALTINER
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
278 - Diyarbakır İli Sıcaklık, Yağış ve Kuraklık Analizi • Nizamettin HAMİDİ 294 - Küresel İklim Değişikliğinin Diyarbakır Kent Merkezi Sıcaklıkları Üzerindeki Etkisi• Z.Fuat TOPRAK 308 - Diyarbakır Çevre ve Orman Müdürlüğü Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü (AGM) Şube Müdürlüğü Çalışmaları • Murat HASPOLATLI Bölüm Editörü : Yrd.Doç.Dr.Orhan KAVAK
YER ALTI ZENGİNLİK KAYNAKLARI 318 - Diyarbakır’da Tarihte Madenler • Kenan HASPOLAT 336 - Diyarbakır‘da Petrol ve Çevresel Etkileri • Orhan KAVAK, Kıvılcım ÖNEN
348 - Diyarbakır Yöresinde Madencilik ve Çevresel Etkileri • M.Şefik İMAMOĞLU, Kamuran MUŞ
356 - Madencilik İşletmelerinin Çevresel Etkisi ve Alınması Gereken Önlemler • Ali Bilgin, Veli KARA 368 - Diyarbakır ve Çevresinde Neolitik Dönemden (M.Ö.10.000) Günümüze Maden • Enver AKIN, Orhan KAVAK 374 - Yakındoğu ve Diyarbakır Çevresinde Meydana Gelen Tarihi Depremler ve Sosyo-Kültürel Etkileri • Enver AKIN, Orhan KAVAK Bölüm Editörü : Prof.Dr.Mahmut AYDINOL
ENERJİ KAYNAKLARI 384 - Biyogaz ve Biyodizelin Tanımı ve Özellikleri • Murat TOMAR 400 - Rüzgar Enerjisine Genel Bakış • Bilal GÜMÜŞ 408 - Diyarbakır’da Güneş ve Rüzgar Enerjisi Potansiyeli ve Kullanımı • Mahmut AYDINOL
418 - Fotovoltaik Pil Teknolojisine Genel Bakış • Yusuf Selim OCAK, Tahsin KILIÇOĞLU
Kitapta yer alan yazılar, yazı sahiplerinin sorumluluğundadır.
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN Kendini sürekli olarak yenileyen ve değiştiren, canlı ve cansız maddelerden oluşan varlıkların hepsini kapsayan doğa ile canlıların yaşamlarını sürdürebilmeleri, sağlıklı ve düzenli bir ortamda bulunabilmeleri için bir çerçeve olan çevre, en çok ihtiyaç duyduğumuz ama en çok yıprattığımız değerlerimizdir. Meselemiz, bu ortam içerisinde doğal bitki ve hayvan varlığı ile tabii zenginliklerin korunması, geliştirilmesi ve iyileştirilmesi, kentsel ve kırsal alanda arazinin ve doğal kaynakların korunarak en uygun şekilde kullanılması ile birlikte her türlü kirliliğin önlenmesidir. Gelecek nesillere iyi bir çevre bırakmak için doğanın korunması ile birlikte, tarihi boyunca doğası ve kültürü ile bölgede bir yıldız gibi parlayan Diyarbakır şehrini bu tahribattan korumak hedefimiz olmalıdır. Diyarbakır, tarih boyunca konumu itibariyle önemli bir ticari kavşak olmuş, bereketli toprakları sebebiyle bölgesinde bir cazibe merkezi olarak kabul edilmiş ve birçok uygarlığa beşiklik etmiştir. Diyarbakır bu özelliklerinden dolayı, bölgedeki kültürlerin gelişiminde etkin olduğu gibi kendisi de birçok kültürü içinde barındırmış ve korumuştur. Diyarbakır’ın, huzur, sessizlik ve dinlendirici bir atmosferin hakim olduğu taş evlerini, surlarını, çevresinde bin bir güzellik barındıran Dicle’yi, tarımsal potansiyelini, alabildiğine zengin biyolojik çeşitliliğini korumak, bu mirası zenginleştirerek nesillere aktarmak görevimizdir. Bu sempozyumun düzenlenmesinde başta Diyarbakır Valiliği ve Dicle Üniversitesi olmak üzere emeği geçen herkesi yürekten kutluyor, başarılar diliyorum. Mehmet Mehdi EKER Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı
İçinde yaşadığımız dünyada doğa, çevre ve tarım birbirinden ayrılmayan ve dolayısıyla etkileşim içinde olan üç ana ögedir. Binlerce yıl boyunca doğayla yapılan tarımsal faaliyetler çevreye zarar vermemiş ve çevre sorunlarına neden olmamıştır. Tarımın önemi insan hayatı için yadsınamaz bir gerçek iken, doğa ve çevre ile olan bağlantıları ve ortaya çıkardığı sonuçları son derece önemlidir.
İlimiz; tarih bilgileri ve arkeolojik bulgular incelendiğinde tarımın ilk olarak yapıldığı yerdir.Tarım potansiyeli incelendiğinde ve ülkemiz istatistiklerine bakıldığında ekiliş arazisi bakımından Diyarbakır üçüncü sırada yer almaktadır. Yine birçok bitki çeşidinin yetişebiliyor olması sebebiyle geniş bir ürün yelpazesine sahiptir. Özellikle dağlık ilçelerde ve küçük parçalı arazilerde kimyevi gübre ve tarımsal ilaçların kullanımının az olması da ilimizin organik tarım açısından hazır bir potansiyelinin olduğunun göstergesidir. Tarımda hedef, yüksek verim, birim alandan daha fazla ve kaliteli ürün elde etmek ve elde edilen bu ürünlerin sanayiye kazandırılarak ekonomik gelişmenin sağlanmasıdır. Ancak tarımsal faaliyetlerde yüksek hedeflere ulaşılmaya çalışılırken doğayı ve çevreyi korumak da esas olmak zorundadır. Doğa ve çevre dediğimizde içtiğimiz su, soluduğumuz hava ve canlı hayata dair her ayrıntı hayatımızın bir parçası demektir. Bu nedenle tarımı, doğayı ve çevreyi bir bütün olarak irdelemek; mevcut durumu tespit etmek ve insanlığa faydalı olabilecek en iyi şekilde geliştirmek gerekir. Bu sempozyumun amacı Diyarbakır’da tarım, doğa ve çevre ile ilgili mevcut durumu tespit etmek, geliştirme olanaklarını araştırmak ve öneriler sunmaktır. Bu çalışmada emeği geçen herkese başta Dicle Üniversitesi Rektörlüğü, Diyarbakır Tarım İl Müdürlüğü, Diyarbakır Çevre ve Orman İl Müdürlüğü’ne teşekkür eder; bu ve benzeri sempozyumların ilimizde tekrar düzenlenmesini ve sempozyum bildiriler kitabının faydalı olmasını temenni ederim. Mustafa TOPRAK Diyarbakır Valisi
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Diyarbakır’ımız; tarihi ve kültürel altyapısı, havası, suyu, insanı, gülü ve diğer yönleriyle yalnızca ülkemizde değil; dünyada da nadir görülebilecek özelliklere sahip, nadide bir şehir. Dünyanın ilk arkeolojik buğdayı, ilk nohudu ve ilk yabani üzümünün yetiştiği; Türkiye’nin toplam kırmızı mercimek üretiminin %75-80’inin karşılandığı, buğday, arpanın önemli oranda yetiştiği, Türkiye pamuğunun % 10’unun üretildiği, 1930’larda bir milyon koza üretimiyle Bursa’nın önünde olan, Anadolu’da avcılığın ilk yapıldığı, gül yetiştiriciliğinin 4600 yıl öncesine kadar uzandığı bir şehir. Hamamlarıyla, temizlik ve güzelliğe verdiği önem ile tarihe geçmiş bir şehir. 1853’te Diyarbakır’ı ziyaret eden Peterman’a göre, yabancılar kente girmeden önce kapıların hemen bitişiğindeki hamamlara sokulup, yıkandıktan sonra şehre girmelerine izin verilirdi. 1869 yılı Diyarbakır salnamelerinde; kimyevi usullerle balık avlayanların cezalandırıldığı, hayvan öldürmenin, cami, kilise ve evlerin civarına cenaze gömmenin yasaklandığı, nehir ve bataklıkların ıslahı gibi çevreyi korumaya yönelik pek çok tedbirin alındığı bir şehir.
Bugün çevrecilerin önerdikleri koruyucu tedbirlerin, 200 yıl öncesinde hayata geçirildiği, 27 medeniyete ev sahipliği yapmış bir tarih, kültür ve medeniyet şehri. Ancak maalesef bugün; geçmişi ile bağları kopmuş, gerçek değerlerinin üzeri örtülmüş, hak etmediği imajla sunulan bir şehir. Dicle Üniversitesi olarak biz, bir yandan şehrimizin var olan değerlerine sahip çıkma, Diyarbakır ve bölgemizin biriken sorunlarına çözüm bulma adına çaba gösterirken; diğer yandan Diyarbakır’ımızın kaybolmaya veya unutulmaya yüz tutmuş değerlerini gün yüzüne çıkarma, tarihte sahip olduğu gerçek değeri yeniden kazanmasına yardımcı olma gayreti içerisindeyiz. Diyarbakır İl Tarım Müdürlüğü ile ortaklaşa düzenlediğimiz ve ev sahipliğini yaptığımız “Tarım-Doğa ve Çevre Sempozyumu” 1 Haziran 2010 tarihinde, üniversitemiz kongre merkezi büyük salonunda gerçekleştirildi. Söz konusu sempozyumda Diyarbakır’ın çevre-doğa sorunları ve potansiyelleri ele alındı, tartışıldı, görüşüldü. Bu sempozyumun ve sempozyum kitabının düzenlenmesinde emeği geçen herkese çok teşekkürler. Artık Diyarbakır’ımız adına, kentimizin geleceği adına, düne göre çok daha ümitliyiz. Yapılan sempozyum konusuna, destekleyen kurum ve kuruluşların listesine baktığımızda şunu açıkça görüyoruz: Diyarbakır; Üniversitemiz ve Valiliğimiz başta olmak üzere tüm kurum-kuruluşları ve sivil toplum örgütleriyle (bu sempozyumda toplam 14 kuruluş) el ele vererek, işbirliği içerisinde; tarihine, kültürüne, maddi-manevi değerlerine ve geleceğine sahip çıkıyor. Aynı sorunlar ve aynı dertler etrafında işbirliği yapıyor. Dicle Üniversitesinin öncülüğünde yapılan bu çalışma ve işbirliği Diyarbakır’ın geleceği açısından ümit vaad ediyor. Bu gayret ve birliktelik sonucunda, hiç şüphesiz Diyarbakır’ımız o eski ihtişamlı günlerine yeniden kavuşacaktır. Gelin, bu hedefe hep birlikte yürüyelim… Saygılarımla.
Prof.Dr.Ayşegül Jale SARAÇ Dicle Üniversitesi Rektörü
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT
DİYARBAKIR’IN BİTKİLERİ
14
ÖZET Güneydoğu Anadolu Bölgesi bitki çeşitliliği açısından zengin bir yöredir. Bazı endemik ve nadir bitkilerin yetiştiği yörede, 2000–2010 yılları arasında yürütülen floristik çalışmalar sonucunda yaklaşık 800 kadar doğal bitki taksonunun yetiştiği belirlenmiştir. Bunlardan 50 tanesi endemiktir. Ajuga xyllorhiza, Astragalus diyarbakirensis, Isatis demiriziana, Rosularia blepharophylla, sadece Diyarbakır ilinde yetişen endemik bitkilerdir. Ajuga vestita, Cicer echinospermum, Crocus leichtlinii, Lathyrus trachycarpus, Medicago shepardii, Nepeta baytopii, Ophrys carduchorum, Paracaryum kurdistanicum, Scrophularia mesopotamica ve Symphytum aintabicum, Güneydoğu Anadolu Bölgesine özgü endemik türlerdir.
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
GİRİŞ Türkiye, coğrafi konumu, jeomorfolojik yapısı, değişik iklim tiplerinin etkisi ve çok çeşitli habitatların varlığından ötürü çok farklı vejetasyon tiplerine ve zengin bir floraya sahiptir (1). Güneydoğu Anadolu Bölgesi floristik açıdan en az bilinen yörelerimizden olup, bu konudaki bilgiler, son yıllarda yapılmış birkaç önemli çalışma dışında Türkiye Florası verileriyle sınırlıdır. (2-10). Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinin birleştiği, step ile dağlık alanların geçiş bölgesinde bulunan Diyarbakır, ilginç ve zengin bir floristik yapı sergilemektedir. Farklı coğrafik bölgelerin kesiştiği bir konumda olması, bununla ilişkili değişken coğrafik ve ekolojik etmenler ile habitat zenginliği bu çeşitliliğin nedenleri arasındadır. Biyolojik çeşitlilik açısından oldukça zengin olan Diyarbakır, floristik açıdan az bilinen yörelerimizden biridir (2). Son yıllarda yapılan çalışmalarda Diyarbakır il sınırları içerisinde yer alan dört Önemli Doğa Alanı (ÖDA) belirlenmiştir. Güneydoğu Toros Eşiği, Karacadağ, Devegeçidi Barajı ve Bismil Ovası. Ayrıca, Diyarbakır ve Şanlıurfa illeri arasında yer alan Karacadağ, Önemli Bitki Alanı (ÖBA) olarak tespit edilmiştir (11-15). İki binli yıllardan beri kişisel olarak sürdürülen floristik gezilerin yanı sıra, birçok proje çalışmasının da Diyarbakır florasının belirlenmesinde katkısı çok önemlidir. Sırasıyla Türkiye Çevre Vakfı ve Birleşmiş Milletler tarafından desteklenen“GAP yöresindeki Tıbbi ve Endemik Bitkiler”, Sürdürebilir Kırsal ve Kentsel Kalkınma Derneği ve Birleşmiş Milletler tarafından
15
Selçuk Ertekin Dicle Üniversitesi, Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü, Diyarbakır sertekin@dicle.edu.tr
desteklenen “Karacadağ Bitki Çeşitliliği” Dicle Üniversitesi tarafından desteklenen “Dicle Üniversitesi Kampus Florası” ve “Çermik (Diyarbakır) Florasının Monokotiledon Geofitleri”, Diyarbakır Valiliği Çevre Orman İl Müdürlüğü tarafından desteklenen “ Diyarbakır İli Önemli Flora ve Fauna Alanlarının Belirlenmesi ” proje çalışmalarını sayabiliriz (9, 10). Adı geçen kurumlara desteklerinden ötürü teşekkür ederim.
Anacardiaceae familyasından üç bitki türü yetişir. Önemli türleri menengiç (Pistacia khinjuk) ve sumak (Rhus coriaria) tır. Apiaceae familyasından yaklaşık 50 türü yetişmektedir. Önemli türlerinden, yabani havuç (Daucus guttatus), anason (Pimpinella), çakşır Ferula sayılabilir.
Diyarbakır Florası
Asteraceae familyası 80 taksona sahiptir. Civanperçemi (Achillea), papatya (Anthemis), peygamber çiçeği (Centaurea) önemli cinsleridir. Achillea aleppica subsp. zederbaueri, Achillea pseudoaleppica, Anthemis wiedemanniana, Centaurea consanguinea, Centaurea kurdica, Tanacetum densum endemik taksonlardır.
Diyarbakır da yürütülen 2000–2010 yılları arasında yürütülen floristik çalışmalar sonucunda 800 kadar doğal bitki taksonunun yetiştiği belirlenmiştir. Bunlardan beş tanesi eğrelti otu, bir tanesi açık tohumlu, yaklaşık 800 tanesi ise çiçekli bitkilerdendir (3, 4). Çiçekli bitkilerden dördü sadece Diyarbakır ilinde, 10 tanesi Güneydoğu Anadolu Bölgesinde, 35 tanesi ise diğer bölgelerde de yetişen endemik bitkilerdir (1, 3, 4). Eğreltiler (Pteridophyta) Diyarbakır ilinde Pteridophyta bölümüne ait 5 tane eğrelti otu türü yetişmektedir.
Tohumlu Bitkiler (Spermatophyta) Gymnospermae Açık Tohumlular Açık tohumlu bitkilerden tek bir ardıç (Juniperus) türü yetişmektedir.
Angiospermae Kapalı Tohumlular İlimizde çiçekli bitkilerden yaklaşık 800 bitki yetişmektedir. Burada tür sayısı yönünden ve ekonomik öneme sahip bazı familyalar sıralanmıştır.
Endemik türleri Bunium brachyactis, Laserpitium carduchorum, Trigonosciadium tuberosum’dur.
Boraginaceae familyası yaklaşık 30 bitkiye sahiptir. Onosma procerum Boiss, Paracaryum cristatum, Paracaryum kurdistanicum veSymphytum aintabicum endemik türlerdir. Brassicaceae familyası 33 taksonla temsil edilir. Tere (Lepidium sativum L. subsp. sativum) yörede doğal yetişen ve yenen bir bitkidir. Isatis demiriziana, Diyarbakır ilinde yetişen endemik bir türdür. Hesperis bottae ve Cochleria aucheri ise Diyarbakır’da yetişen endemik bitkilerdir. Campanulaceae familyasından yedi bitki türü yetişir. Çan çiçeği (Campanula) önemli cinsidir. Capparaceae familyası iki taksona sahiptir. Berikember (Capparis ovata) çiçek tomurcukları toplanan bir türdür. Caprifoliaceae familyası iki türle temsil edilir. Yabani hanımeli türleri (Lonicera) yöremizde yetişir. Caryophyllaceae
16
familyasının 25 taksonu yetişmektedir. Karanfil (Dianthus), nakıl (Silene) önemli cinsleridir. Convolvulaceae familyası yedi tarla sarmaşığı (Convolvulus) türü ile temsil edilir. Convolvulus galaticus endemik bir tarla sarmaşığı türüdür. Cuscutaceae familyası asalak iki küsküt otu (Cuscuta) türü ile temsil edilir (Resim 1). Crassulaceae familyası 5 türle temsil edilir. Rosularia blepharophylla sadece Diyarbakır çevresinde yetişen endemik bitkidir (Resim 2).
Resim 1. Phelypea Coccinea
Resim 2. Rosularia blepharophylla
Euphorbiaceae familyasının 15 taksonu bilinmektedir. Sütleğen (Euphorbia) önemli cinsidir. Fagaceae familyası iki taksona sahiptir. İki meşe türü (Ouercus branthii ve Q. infectoria), yöredeki meşe topluluklarını oluşturur. Hypericaceae familyası beş tür ile temsil edilir. Binbirdelik otu, kantaron, batof (Hypericum) yörede tıbbi olarak kullanılan bitkilerdir. Hypericum spectabile endemik bir kantaron türüdür. Iridaceae familyası 12 türe sahiptir. Crocus biflorus, Crocus leichtlinii endemik safran türleridir (Resim 3 ve 4).
Resim 3. Crocus biflorus
Resim 4. Crocus leichtlinii
Fabaceae familyası yaklaşık 130 taksonla temsil edilir. Astragalus diyarbakirensis, Astragalus gymnoalopecias, Cicer echinospermum, Lathyrus trachycarpus, Medicago shepardii, Onobrychis argyrea subsp. argyrea,
17
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Trifolium aintabense ve Trigonella kotschyi Diyarbakır çevresinde tespit edilen endemik bitkilerdir. Lamiaceae familyası 40 taksona sahiptir. Adaçayı (Salvia) ekonomik önemi olan bir cins olup yörede 12 taksonu yetişmektedir. Ajuga vestita Boiss., Ajuga xyllorhiza, Nepeta baytopii, Salvia ballsiana endemik türlerdir (Resim 5 ve 6).
Resim 7. Narcissus tazetta
Resim 8. Alcea fasciculiflora
Orchidaceae familyasının 20 türü Diyarbakır çevresinde yetişir. Ophrys carduchorum ve Ophrys cilicica bu çevrede yetişen endemik orkidelerdir. Papaveraceae familyasının 15 türü bulunur. Gelincik (Papaver) önemli cinsidir. Papaver clavatum endemik bir gelincik türüdür.
Resim 5. Ajuga xyllorhiza
Resim 6. Ajuga vestita
Liliaceae familyasının 30 türü yetişmektedir. Colchicum balansae endemik bir çiğdem türüdür. Ayrıca Allium variegatum, Scilla leepii endemik türlerdir. Nergis yörede doğal yetişen bir çiçektir (Resim 7).
Resim 9. Ophrys carduchorum
Malvaceae familyasından Alceae fasciculiflora Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yetişen endemik bir hatmi türüdür (Resim 8). Resim 10. Ophrys cilicica
18
Poaceae familyasının 35 türü yetişir. Yabani buğday (Triticum), arpa (Hordeum) önemli cinslerdir. Ranunculaceae familyası 25 türe sahiptir. Önemli cinsleri, düğünçiçeği (Ranunculus) ve kandamlası (Adonis) arasındadır. Rosaceae familyası 15 takson içerir. Yabani badem (Amygdalus) yabani kiraz, mahlep (Cerasus), yabani armut (Pyrus), alıç (Cratageus) yörede yetişen cinslerdir. Scrophulariaceae familyası yaklaşık 30 tür içerir. Scrophularia mesopotamica, Linaria genistifolia subsp. praealta ve Veronica balansae Stroh endemik bitkilerdir. Solanaceae familyasının altı türü bulunur. Lycium anatolicum endemiktir.
SONUÇ Diyarbakır çevresinde beş tanesi eğrelti otu, bir tanesi açık tohumlu olmak üzere 800 doğal bitki taksonu yetişmektedir. Bunlardan, Ajuga xyllorhiza, Astragalus diyarbakirensis, Isatis demiriziana, Rosularia blepharophylla, sadece Diyarbakır ilinde yetişen, Ajuga vestita Boiss., Cicer echinospermum Crocus leichtlinii, Lathyrus trachycarpus, Medicago shepardii, Nepeta baytopii, Ophrys carduchorum, Paracaryum kurdistanicum, Scrophularia mesopotamica, Symphytum aintabicum ise Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yetişen endemik bitkilerdir. Diğer endemik bitkilerle ile beraber Diyarbakır ilinde 50 endemik bitki yetişmektedir. İlimizde dört ÖDA ve bir ÖBA belirlenmiştir. Yörede yapılan floristik çalışmalar henüz devam etmektedir. Bu çalışmalar daha çok bitki çeşitliliği açısından zengin yörelerin belirlenmesi ve koruma altına alınmasını sağlanması amaçlamaktadır.
19
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
KAYNAKLAR 1. EKİM, T., KOYUNCU, M., DUMAN, H., AYTAÇ, Z., ADIGÜZEL, N., Türkiye Bitkileri Kırmızı Kitabı (Eğrelti ve Tohumlu Bitkiler). Türkiye Tabiatını Koruma Derneği ve Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Ankara. 246 s. 2000. 2. SAYA, Ö., ERTEKIN, A. S., GAP’ın Bölge Florasına Etkileri. GAP’ın Ekolojiye ve Tarıma Etkileri, Türkiye Çevre Vakfı, yayın no: 125, 39-55, 1998. 3. DAVIS P. H., Flora of Turkey and the East Aegean Islands, Vol. 1-9, Edinburgh, 1965-1985. 4. DAVIS P. H., MILL R., TAN, K., Flora of Turkey and the East Aegean Islands, 10, Edinburgh, 1988. 5. MALYER, H., Diyarbakır Bölgesinin Iridaceae Familyasına Ait Geofitleri Üzerinde Korolojik Bir Çalışma, Doğa Bilim Dergisi, Temel Bilimler, Seri A, 6, 1, 17-20, 1982. 6. KAYNAK , G., KETENOĞLU, O., New floristic records from the Urfa and Diyarbakır provinces, SE Turkey, Willdenowia, 16, 79-86, 1986. 7. ERTEKIN, A. S., SAYA, Ö., New floristic records for the various grid squares from the Fabaceae. Tr. J. of Botany, 21, 187-188, 1997. 8. ERTEKIN, A. S., New floristic records for the grid squares C7 and C8 in Turkey from the Fabaceae. Tr. J. of Botany, 23, 413-414, 1999. 9. SAYA, Ö., ERTEKIN, A. S., ÖZEN H.Ç., HOŞGÖREN, H., TOKER Z., GAP Yöresindeki Endemik ve Tıbbi Bitkiler, Türkiye Çevre Vakfı ve UNDP Global Environmental Facility. Türkiye Çevre Vakfı Yayınları no: 143, 207 s. 2001. Ankara. 10. ERTEKİN, A. S. , Karacadağ Bitki Çeşitliliği. Sürdürülebilir Kırsal ve Kentsel Kalkınma Derneği ve UNDP Global Environmental Facility. Diyarbakır, 2002 11. BİRİCİK, M., ERTEKİN, A. S. , KARAKAŞ, R., Devegeçidi Barajı, Türkiye’nin Önemli Doğa Alanları, 2, 464-465, Doğa Derneği, 1996. 12. BİRİCİK, M. , ERTEKİN, A. S. , KAYA , Ö.F. , KARAKAŞ, R. , 2006. Karacadağ, Türkiye’nin Önemli Doğa Alanları, 2, 462-463. Doğa Derneği, 1996. 13. ERTEKİN, A. S. , 2006. Güneydoğu Toros Eşiği, 284-287 (Cilt II). Türkiye’nin Önemli Doğa Alanları. Doğa Derneği, Ankara 14. ERTEKİN, A. S. , WELCH, G. , WELCH, H. , 2006. Mardin Eşiği, 470-473 (Cilt II). Türkiye’nin Önemli Doğa Alanları. Doğa Derneği, Ankara 15. KILINÇ, H. , ÖZEN, M. , 2006. Nemrut Dağı, 254-257 (Cilt II). Türkiye’nin Önemli Doğa Alanları. Doğa Derneği, Ankara 16. SÖZER A. N., Güneydoğu Anadolu’nun Doğal Çevre Şartlarına Coğrafi Bir Bakış. Ege Coğrafya Dergisi, 2, 18-31, 1984.
20
BIODIVERSITY OF THE DİYARBAKIR REGION, TURKEY
22
ÖZET Bu çalışma, Diyarbakır yöresinde gerçekleştirdiğimiz çalışmalar ve önceki yıllarda yapılmış olan bilimsel yayınlar temel alınarak bölgenin biyoçeşitliliği özetlenmiş ve sentezi yapılmıştır. Diyarbakır’da bilinen tür sayısının yaklaşık 20.000 olduğu düşünülmekte ancak tür sayısının 50.000 veya üzeri olduğu tahmin edilmektedir.
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Diyarbakır, Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Bölgesinde, Mezopotamya Ovasının kuzeyinde, Dicle nehrinin kıyısında yer almaktadır. Bölge biyoçeşitliliği, bölgenin coğrafik konumunun farklı zoocoğrafik bölgelerin (Oriyantal, Palearktik ve Sahra-Sina) kavşağında bulunmasından dolayı etkilenmektedir. Diyarbakır bölgesi bitki türleri bakımından zengindir; Türkiye’de dağılış gösteren türlerin %30-35’i bu bölgede bulunmaktadır. Bölge, biyoçeşitlilik için, özellikle içerdiği genetik çeşitlilik, tarımsal önemi olan bazı bitkiler ve bunların çoğunun evcilleştirildiği merkez olarak kabul edilmektedir. Bölgenin faunası hakkındaki bilgiler kısıtlıdır. Özellikle omurgasızlar hakkındaki bilgiler yetersizdir. Omurgasızların özellikle böceklerin dağılışı, bitki çeşitliliğinin zengin oluşundan kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte omurgasızların sayısı hakkındaki tahminler güvenilir olmamasına rağmen 30 000’den az değildir. Bölgede, 47 zooplankton, 34 rotifera, 44 liken ve 22 mollusca türü teşhis edilmiştir. Dicle nehri ve kollarında yaklaşık 40 kadar balık türü ve alttürü yaşamaktadır. 30 türden oluşan herpetofaunanın 5 ‘i amfibi, 25’ini de sürüngenler (reptiller) oluşturur. Reptillerden 11 tanesi kertenkeledir. Kuşlar en fazla bilinen grup olup bölgede 221 tür kaydedilmiştir. Karasal memeliler ise 33 türden oluşmaktadır. ABSTRACT This paper summarizes biodiversity based on records from the scientific literature and results of our own surveys carried out in the Diyarbakır province. This is an attempt to synthesis the biodiversity of the region. The number of known species in Diyarbakır is approximately 20,000 though the estimated number is far higher - from 50,000 or more.
23
Yüksel COŞKUN Dicle Üniversitesi, Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü, Diyarbakır, yukselc@dicle.edu.tr.
The Diyarbakır region is located on the right bank of the Tigris River (Dicle) in the southeast Anatolian region of Turkey, to the north of the Mesopotamian plain. The composition of the regional biodiversity is influenced by its geographical position on a crossroad of different zoogeographic realms (Oriental, Palaearctic, and Saharo-Sindian). The Diyarbakır region is rich in plant species; about 30–35% of Turkey’s plant species are distributed in this area. The region has been especially considered as a center for biodiversity, including genetic diversity, of some agriculturally important plants and as a possible place of domestication for some of them. Information on the fauna of the region is very limited, especially pertaining to invertebrates. The diversity of invertebrates (mainly insects) is very high due to the richness in plants. However, no reliable estimate is available for the number of invertebrates although it is assumed to be not less than 30,000 species. A total of 47 zooplanktonic, 34 rotifera, 44 lichenes, and 22 molluscs species have been identified. About 40 species and subspecies of fish are living in the Dicle (Tigris) River and its tributaries. Thirty species of herpetofauna — 5 amphibians and 25 reptiles — occur in the region. About nine of these are lizards. Birds are by far the most studied taxon and 221 bird species have been reported from the region. The terrestrial mammal fauna of the region consisted originally of 33 species in Diyarbakır.
Introduction Diversity of life can be measured in several ways; the number of species (species diversity), the number of groups (taxonomic diversity), the
number of distinct body plans (morphological diversity), the number of feeding strategies (trophic diversity), and the number of genotypes (genetic diversity). To fully characterize diversity at any location, the above-mentioned characteristics need to be examined, but this remains intractable (1). The biological diversity of a given region depends primarily on its geographic position, climate, and habitat heterogeneity. Many other environmental factors delineate the local distribution and abundance of the number of species. The knowledge of their local distribution provides basic data for regional conservation planning, mapping, and selection of biodiversity rich areas and their further designation and management as protected territories. Our present knowledge of the biodiversity of Diyarbakır is reviewed on the basis of the published records and original data collected in the province.
Biodiversity In Turkey: An Overview Turkey is a natural pathway for the distribution of species from east to west, because it is considered a bridge between Asia and Europe in the south. Turkey is also connected to Africa via the Arabian Peninsula, thus including many eremial faunal elements and providing a pathway for their distribution toward Caucasus and south-eastern Europe. In addition to geographic connection (also in its geological history), Turkey is diverse in its topography and climate. Due to all these factors, the Anatolian part of Turkey includes diverse faunal elements and exceptionally rich flora, see Table 1.
24
The biological status, various biotopes, and different ecosystems enable the superior biodiversity in Turkey. For instance, 75% of European plant species are found in Turkey (2). The number of different seeded plant species is over ten thousand, and one-third of these are endemic (3). It is estimated that the number of the animal species amounts to 70-80,000, including invertebrates. The number of seeded plants is more than 10,000 of which over 3,000 are endemic. This abundance of organisms is a result of the continental situation of Turkey. Globally threatened animals such as Monk Seal (Monachus monachus), Urial (Ovis orientalis), and Euphrates Soft-shell Turtle (Rafetus euphraticus) still survive in Turkey.
PLANT GROUPS
INVERTEBRATES
VERTEBRATES
Taxon Reptiles/Amphibian (Reptilia/Amphibia) Birds (Aves) Mammals (Mammalia) Freshwater Fish (Pisces) Marine Fish (Pisces) Mollusk (Mollusca) Butterfl ies (Lepidoptera) Locusts (Orthoptera) Dragonfl ies/Damselfl ies (Odonata) Beetles (Coleoptera) Half-winged (Heteroptera) Aphids (Homoptera) Algae Lichen (Lichenes) Moss (Bryophytes) Pteridophytes Ferns Gymnospermae (Gymnosperms) Monocotyledonous (Monocotyledons) Dicotyledonous (Dicotyledons )
Defined species
Endemic species/ Rare and subspecies, endangered variety species
Extinct species
141
16
10
-
460 161
37
17 23
7
236
70
-
4
480
-
-
-
522
203
unknown
unknown
4.500
89
89
unknown
600
270
-
-
114
-
-
-
~10.000
~ 3.000
-
-
~1400
~200
-
-
~1500
~200
-
-
2.150
----
unknown
unknown
1000
----
unknown
unknown
910
2
2
unknown
101
3
1
unknown
35
5
1
unknown
1.765
420
180
-
9.100
3500
1100
11
Table 1. Taxon numbers of species and subspecies of various animal and plant categories, endemism, number of rare and endangered species, and extinct species (3).
25
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Many species whose ranges are largely confined to the Mediterranean, Euro-Siberian, Alpine, Irano-Turanian and Saharo-Sindian biomes converge in Anatolia. Almost all the vertebrates of Turkey are recorded. However, the invertebrates still have to be investigated. In Table, the numbers of animal species are given along with their present status (3).
bank of the Tigris River (Dicle) to the north of the Mesopotamian plain, with a surface area about 15.355 km2, and is located in the middle of Southeastern Anatolia (Fig. 1). The steppe vegetation blooms briefly during the spring, but dries up at the beginning of summer with the end of the rains. A smattering of oak forests can be found in the arid mountains (4).
South-eastern Anatolia also called “Fertile Crescent” or “Upper Mesopotamia”, describes the region between the Euphrates and Tigris rivers and represents the northernmost part of the Arabian platform which is considered one of the centres of cultivation where mankind first started sedentary agriculture. Many local animal races were first bred here by past civilizations and spread to other regions of the world. The region is characterized by relatively gentle relief, with broad plateau surfaces descending to the south from about 800 meters at the mountain foot to 300 meters along the Syrian border. The area is characterized by extremely dry and high summer temperatures (above 30 ºC in July). Winters are cold, with January temperatures reaching almost freezing. Annual rain fall ranges from about 300-600 mm (4). The Euphrates and Tigris rivers form important riparian habitats in eastern and south-eastern Anatolia with extensive floodplains. Tamarix scrub, stands of Populus, sand-banks, and barren gravel islands are typical features. Several species of afro-tropical and oriental origin came to the Anatolian region following the course of these rivers (5).
Information on the fauna of the Diyarbakır region is very limited, especially concerning invertebrates. The diversity of invertebrates (mainly insects) is very high due to the richness of plants. However, no reliable estimate is available for the number of invertebrates although it is assumed to be not less than 30,000 species (Plate 1).
Biodiversity Of Diyarbakır The Diyarbakır province raises above the right
In the Devegeçidi Dam lake, 34 species of the phylum Rotifera were identified, three of which (Brachionus caudatus, Lecane (M.) scutata, and Testudinella truncata) were new records for Turkey (6). The zooplanktons of Göksu consist mainly of Cladocera, Copepoda, and Rotifera groups. A total of 47 species composed of 16 cladocerans, 3 copepods, and 28 rotifers were identified. All of these are recorded for the first time in Göksu Lake and one, the rotifer Monommata arndti, is new for Turkey’s inland waters’ record (7). According to Pavlicek et al. (8) 11 earthworm species are known to be present in the Diyarbakir province, representing the first records for all of Mesopotamia. The molluscs (Mollusca) are represented by 522 species (203 are endemic) in Turkey. Diyarbakır is not rich in land snail fauna due to its geographical features. With
26
the studies done on the distribution and systematics of land snails, 22 different species have been identified up to now (9). Assyriella species are interesting due to their endemism to Southeastern Anatolia, Syria, Iraq, and Iran. A total of 236 fish species and subspecies belonging to 26 families inhabit the inland waters of Turkey (10). According to current data, 40 species and subspecies of fish, belonging to 9 families, are living in the Dicle (Tigris) River and its tributaries. Twenty-one fish species out of the 40 species are endemics; their ranges are confined to the Euphrates and Tigris basins. The dominant species of the Tigris fish community are the species belonging to genus Capoeta, Barbus, Achantobrama, and Chalcalburnus; the secondary species are those belonging to the genus Garra, Mastacembellus, and Tor (11).
Figure1. Location of Diyarbakır.
In southeast Anatolia four kinds of herpetofaunal elements meet: Palearctic, Sahara-Arabian, Oriental, and Afrotropical (12). Thirty identified species belong to the herpetofauna of the Diyarbakır province: 5 amphibi; Salamandra s. semenovi, Bufo viridis, Hyla arborea, Hyla savignyi, and Rana ridibunda; 3 Testudinata; Mauremys caspica, Rafetus euphraticus, and Testudo graeca. The world population of the Euphrates’ softshell turtle, Rafetus euphraticus, one of the most endangered species in the region, is confined to the Euphrates and Tigris rivers. 11 Lacertilia; Blanus strauchi, Lacerta cappadocica, Lacerta trilineata, Ophisops elegans, Ablepharus kitaibellii, Mabuya aurata, Mabuya vittata, Eumecus schneideri, Cyrtopodion heterocercus, Laudakia stellio, and Trapelus ruderatus; 11 Ophidia; Typhlops vermicularis, Eryx jaculus, Coluber caspius, Coluber najadum,
27
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Coluber jugularis, Coluber schmidti, Eirenis decemlineatus, Eirenis lineomaculatis, Natrix natrix, Natrix tessellata, and Vipera lebetina. Coluber schmidti was observed but could not be collected (13 and Unpublished information of our survey observations). Coastal viper, Vipera (Montivipera) xanthina is endemic to Turkey, occurring in this region and in the adjacent part of the Mediterranean region. Ranges of many rare species are confined to Northern Mesopotamia and the Iğdır/Van area (5) (Plate 2). There are approximately 9,600 bird species that belong to 23 orders and 144 families in the world. Five hundred and fourteen bird species regularly occur in Europe (14). The number of bird species in Turkey is 456, and 304 of them breed in Turkey. One hundred and fifty-two of these are guest species that can be found in Turkey during summer or winter. Some of these species are Actitis hypoleucos, Alcedo atthis, Anas crecca, Apus affinis, Ceryle rudis, Charadrius dubius, Chilidonias leucopterus, Circus aeruginosus, Delichon urbica, Egretta garzetta, Francolinus francolinus, Larus genei, Milvus migrans, Phalacrocorax pygmeus, Platelea leucorodia, Scolopax rusticola, Sterna albifrons, and Tyto alba. Diyarbakır and its surroundings have special habitats for many bird species. A total of 221 bird species that belong to 17 orders and 51 families were reported from the region (15). Ninety-six of these species belong to passeres, while 125 are non-passeres. Among the species reported, 71 of them are native, 87 are summer visitors, 36 winter visitors, 26 transitory migrants, and one vagrant species for the region (15). Of the recorded species, 13 are globally threatened species.
Of the 161 mammal species recorded in Turkey, 37 sub-species and/or varieties are endemic. Twenty-three of these species are endangered and now under conservation. The terrestrial mammal fauna of the region consisted originally of 33 species belonging to 17 families. Most of the mammal species recorded from the area have been assigned to one of the following zoogeographical categories: Palaearctic, Saharo-Indian, and Oriental. Diyarbakır has several species of carnivores, wolf (Canis lupus), brown bear (Ursus arctos), and probably the striped hyena (Hyaena hyaena) (16); the other carnivores species found in the region are as follows: badger (Meles meles), jackal (Canis aureus), fox (Vulpes vulpes), Marbled Polecat (Vormela peregusna) (Plate 3). The Caspian tiger (Panthera tigris virgata) and the Anatolian leopard (Panthera pardus tulliana) are big cats that once had a wider distribution in the country (17). The Anatolian leopard is critically endangered and the Caspian tiger is extinct according to the World Conservation Union (18). There are rumors about the presence of the hyaena in Diyarbakır; Kumerloeve (19) writes of the striped hyena in Diyarbakır, but Kasparek et al. (20) noted that Diyarbakır marks the northernmost point in southeast Anatolia where there is no evidence of the species in that area today. The tiger Panthera tigris became extinct in the region in the late 1970’s (5). The large herbivore species is the goitered gazelle, Gazella subgutturosa, referred to as a restored species, and is bred in a desert wildlife reserve for the state production of animals in Ceylanpınar. Southeastern Anatolia has a unique floristic composition that places it in the Mesopotamia subregion of the Iran-Turan floristic zone. Of all
28
the vegetation in the region, 36% belongs to Iran-Turan and 32 % to the Eastern Mediterranean origin. It is estimated that 30-35% of all naturally growing plants in Turkey is observed in this region (21). The region is also important as the gene source of some wild wheat, barley, wild chickpea, lentil, and green pea. Five hundred and thirty-four plant species belonging to 264 genera from 66 families were identifed in the Karacadağ area. There are 18 rare plant and 32 endemic species growing in the Karacadağ area. Some of them are; Astragalus erythrotaenius, Phelypea coccinea, Tulipa alepensis, Fritillaria persica, Colchicum balansae, Lathyrus chrysanthus, and Iris gatesi (22). Lichens are a widespread group, with over 1,200 species recorded in Turkey (23). However, lichens have not been particularly well studied in Diyarbakır; but a work was conducted in the Diyarbakır province in which approximately 44 species were described (24).
Wheat Origins Near The Karacadağ Mountains, Turkey Dated archeological remains of einkorn wheat (T. monococcum- the earliest domesticated wheats) in settlement sites near Diyarbakır region confirm the domestication of einkorn near the Karacadag Mountain Range (25). Recent genetic and archeological discoveries indicate that both emmer wheat and durum (hard pasta wheat) also originated from this same Karacadağ region of southeastern Turkey. Remains of harvested emmer from several sites near the Karacadag Range have been dated to between 8,800 BCE and 8,400 BCE, that is, in the Neolithic period (26).
A Case Study: Speciation Mammals In The Region, Nannospalax Ehrenbergi Spalacidae, subterranean mammals, are highly specialized and adaptively convergent structurally, functionally, and behaviorally at all organizational levels to life underground (27). Spalacidae mole rats occur in southeastern Europe (Hungary, the former Yugoslavia, Romania, Bulgaria, and Greece); Asia Minor (Cilician Taurus, Turkey); Northern Africa, the Caucasus, and in the Middle East (28). Karyotype studies of Nannospalax ehrenbergi (Nehring 1898), from across their distribution, revealed obvious chromosome polymorphisms and several different karyotypes from this region and have already been described (29 and reference therein). Nannospalax ehrenbergi (Fig. 2) is a young species and represents a dynamic case of ecological
29
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
speciation in action (27). We identified five different chromosomal forms of Nannospalax ehrenberg in Turkey, which have diploid chromosome numbers (2n), and are as follows: 2n = 48 (Hatay-Yayladağı); 2n = 52a (Hatay-Arsuz); 2n = 52b (Diyarbakır); 2n = 56a (Tarsus); and 2n = 56b (Siirt-Kurtalan). Each chromosomal species and populations of mole rats select their climatic habitat in line with the climatic conditions of their geographic localities (29).
Diyarbakır Population Diploid chromosome number 2n= 52, NF=76, and NFa=72. Their karyotypes consist of 11 pairs of meta/submetacentrics, and 14 pairs of acrocentric autosomes (Fig. 2). The X chromosomes are small sized submetacentric; Y chromosomes are small acrocentrics (29).
its special geographical features, offer great opportunities for biogeographic research. The biodiversity of the Diyarbakır province has not yet been investigated in detail from a biological viewpoint. It is clear that our knowledge about the distribution and biology of several species are not sufficient for this region, and requires further intense field research. There is a need for a great deal of research to be done in order to reveal a more complete picture of biodiversity, and more detailed faunal and floral surveys are also required. I believe that the present study will make a significant conribution to the biodiversity of Diyarbakır, which is not sufficiently known yet. Unfortunately, there is still no comprehensive inventory of Diyarbakır biodiversity, particularly the invertebrate taxa.
Figure 2. Nannospalax ehrenbergi, their karyotype and distribution area in the region (29).
Conclusions Southeastern Anatolia, due to its geographical position, is a crossroad of different zoogeographic realms (Oriental, Palaearctic, and Saharo-Sindian) that influences the composition of the region’s biodiversity. The rich biodiversity of Diyarbakır, combined with
30
REFERENCES 1. SHEPHERD U.L. A comparison of species diversity and morphological diversity across the North American latitudinal gradient. Journal of Biogeography, 25, 19–29, 1998. 2. BAŞER K. H. C. Aromatic biodiversity among the flowering plant taxa of Turkey. Pure Appl. Chem., Vol. 74, No. 4, pp. 527–545, 2002. 3. NBSAP. The National Biological Diversity Strategy and Action Plan. Republic of Turkey, Ministry of Environment and Forestry, Ankara. (http://www.cevreorman.gov.tr/belgeler6/ NBSAP.pdf (September 2009), 2007. 4. GCC., A Guide to Southeastern Anatolia. Gaziantep Chamber of Commerce. http:// seanatolianheritage.org/eng/southeastanatoliaguide/ diyarbakir.pdf (Sept. 2009), 2009. 5. EEA, Biogeographical regions in Europe. The Anatolian region. European Environment Agency.(http://www.eea.europa.eu/publications/ report_2002_0524_154909/anatolian.pdf (April 2009), 2007. 6. BEKLEYEN, A. A Taxonomical Study on the Rotifera Fauna of Devegeçidi Dam Lake (Diyarbakır-Turkey). Turkish Journal Zoology, 25: 251-255, 2001. 7. BEKLEYEN, A. A Taxonomical Study on the Zooplankton of Göksu Dam Lake (Diyarbakır). Turkish Journal Zoology, 27: 95-100, 2003. 8. PAVLÍČEK T. CSUZDI, C. and COŞKUN Y. First earthworm records in Upper Mesopotamia, Turkey. Zoology in the Middle East, 48: 119-120, 2009. 9. ŞEŞEN R. Yukarı Dicle Havzasının Dicle Nehrinin Batısındaki Bölgede Saptanan Kara Salyangozlarının Dağılışı ve Sistematiği. II. Ulusal Malakoloji Kongresi, Adana, 2008. 10. KURU M. Recent Systematic Status of Inland Water Fishes of Turkey Gazi Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Dergisi, 24(3): 1–21. (in Turkish), 2004. 11. ÜNLÜ E. Tigris River. A review with regard to the Ilısu Hydroelectric Project. Ilısu Dam and HEPP Environmental Impact Assessment Report. 2006. 12. DISI A. M. and BÖHME, W. Zoogeography of the Amphibians and Reptiles of Syria, with additional new records. Herpetozoa. 9: 63-70, 1996. 13. AKELMA R. “Herpetofauna of the Diyarbakır Province”. Dicle University. Science Institute, Ms Thesis. (In Turkish), 120 pp. Diyarbakır, 2007. 14. TUCKER G. M. and HEATH M. F. Birds in Europe: their conservation
31
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
status. Cambridge, U.K.: BirdLife International (BirdLife Conservation Series no.3). 1994. 15. KARAKAŞ R. and KILIÇ A. The Birds of Dicle Dam (Diyarbakır). Turkish Journal Zoology. 28: 301308, 2004. 16. CAN Ö. E. and LİSE Y. Distribution of large mammals in Southeastern Anatolia: Recommendations & priority areas for their conservation (in GAP Biodiversity Research Project 2001-2003 Final Report), (DHKD), Istanbul, Turkey, 2004. 17. CAN Ö. E. Status, Conservation and Management of Large Carnivores in Turkey. Convention on the Conservation of European Wildlife and Natural Habitats. 24th meeting Strasbourg, 29 November-3 December 2004, WWF-Turkey, Ankara, 2004. 18. IUCN Red List of threatened species. www.redlist.org. (Downl. Oct.28, 2008), 2003. 19. KUMERLOEVE H. Zur verbreitung kleinasiatischer raub- und huftiere sowie einiger Großnager. Säugetierkdl, Mitt 15: 337-409. Germany, 1967. 20. KASPAREK, M. KASPAREK, A. GÖZCELİOĞLU, B. ÇOLAK, E. & YİĞİT, N. On the status and distribution of the Striped Hyaena, Hyaena hyaena, in Turkey. Zoology in the Middle East 33: 93–108, 2004. 21. SAYA Ö. ERTEKIN A. S. ÖZEN H. Ç. HOŞGÖREN H. & TOKER Z. GAP Yöresindeki Endemik ve Tıbbi Bitkiler. Türkiye Çevre Vakfı ve UNDP Global Environmental Facility. Ankara, 2001. 22. ERTEKİN A. S. Karacadağ Bitki Çeşitliliği. Sürdürülebilir Kırsal ve Kentsel Kalkınma Derneği ve UNDP Global Environmental Facility. Diyarbakır, 2002. 23. ORAN S. and ÖZTÜRK Ş. Lichen records from Southeast and East Anatolian region (Turkey). J. Biol. Environ. Sci., 1 (1), 15-22, 2007. 24. AGÜLOĞLU H. Taxonomic, Anatomic and Morphologic Characteristics of some Lichen species in Diyarbakır Province and close Neighbourhood. Dicle University Science Instutute. Ms Thesis (In Turkish), 1996. 25. HEUN M. SCHAFER-PREGL R. KLAWAN D. CASTAGNA R. ACCERBI M. BORGHI B. and SALAMINI F. Site of Einkorn Wheat Domestication Identified by DNA Fingerprinting. Science Vol. 278: 13121314, 1997. 26. BROWN T. A., JONES M. K., POWELL W. and ALLABY R. G. The complex origins of domesticated crops in the Fertile Crescent. Trends in Ecology and Evolution Vol.24 No.2, 103-109, 2008. 27. NEVO E. Mosaic Evolution of Subterranean Mammals. Regression, Progression and Global Convergence. Oxford University Press, Inc., New York, pp: 413, 1999. 28. WILSON, D. E. and REEDER, D. M., (eds.) Mammal Species of the World: A Taxonomic and Geographic Reference. 3rd Ed., the Johns Hopkins Univ. Press, 2005. 29. COŞKUN, Y. ULUTÜRK, S. and YÜRÜMEZ, G. Chromosomal diversity in mole-rats of the species Nannospalax ehrenbergi (Rodentia: Spalacidae) from South Anatolia, Turkey. Mammalian Biology – Zeitschrift für Säugetierkunde 71 (4): 244-250, 2006.
32
Plate1. Some Invertebrate of Diyarbakır Province Diyarbakır’ın Bazı Omurgasız Hayvan Örnekleri
33
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Plate 2. Some herpetofauna elements of Diyarbakır Province. 1. Trapelus ruderatus, 2. Salamandra salamandra semenovi, 3. Rana bedriaga, 4. Lacerta viridis, 5. Laudakia stellio, 6. Thyphlops vermicularis, 7. Testudo graeca, 8. Blanus strauchi, 9. Hyla savign Diyarbakır’ın Bazı Herpetofauna Örnekleri
34
Plate 3. Some mammal species of Diyarbakır Province.. 1. Rhinolophus ferrumequinum, 2. Nannospalax ehrenbergi, 3. Hemiechinus auritus, 4. Hystrix cristata, 5. Vormela peregusna, 6. Meriones tristrami, 7. Crocidura suaveolens Diyarbakır’ın Bazı Memeli Fuanası Örnekleri
35
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
DİYARBAKIR YÖRESİNİN KUŞLARI
36
ÖZET Ülkemizin, genel olarak kuş türleri bakımından zengin bir coğrafi bölge olduğu bilinmekle birlikte, gerek Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin gerekse Diyarbakır ve çevresinin bu zenginlik içindeki yeri yakın zamana kadar yeterince anlaşılamamış, ancak son yıllarda yapılan çalışmalarla yörenin kuş çeşitliliği hakkında detaylı veri elde edilebilmiştir. Bunun en önemli nedeni yörenin kuş varlığı üzerindeki sistematik araştırmaların yetersizliği olarak belirlenmiş. Söz konusu çalışmada, 1993-2010 yılları arasında Diyarbakır il sınırları içinde, standart ornitolojik donanım eşliğinde gerçekleştirilen arazi çalışmaları ve yayınlanmış eserler topluca değerlendirilerek yörede gözlenen kuş türlerinin listesi ve mevsimsel statüleri sunulmuştur. Yapılan değerlendirmeler sonucunda, ilimiz ve yakın çevresinde 17 takıma ve 55 familyaya ait 285 kuş türünün bulunduğu belirlenmiştir. Saptanan türlerden 21 tanesi küresel ölçekte nesli tehlike altında olup, bunlardan en az beş tanesi yörede üreyen türlerdir. Ekolojik değişimin yaşandığı bölgemizde, kuş türlerinde ilerde olabilecek değişimlerin saptanabilmesi için söz konusu çalışma temel teşkil edecektir.
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
GİRİŞ Yurdumuzun, üç ana kıtayı birleştiren önemli bir coğrafya üzerinde yer alması, farklı yeryüzü ve iklim koşullarına sahip olması büyük bir tür çeşitliliğini barındırmasına olanak sağlamıştır. Bu tür çeşitliliği, kuşlar açısından da hemen fark edilmektedir. Bu önem itibarıyla hem genel hem de lokal çalışmalar ile çeşitli tarihlerde ülkemiz kuşları farklı zamanlarda yerli ve yabancı araştırıcılar tarafından çalışılmıştır (1-25). Bu anlamda Güneydoğu Anadolu Bölgesi de sahip olduğu yarı kurak ve tatlı su ekosistemleri ile pek çok canlı türünü barındırmaktadır (26). Yakın zamanlara kadar gerek bölge gerekse Diyarbakır yöresinin kuşları hakkındaki bilgilerimiz sınırlı kalmış, ancak son yıllarda yapılan çalışmalar ışığında bölgenin pek çok kuş türüne ev sahipliği yaptığı belirlenmiştir (15,21-22,26-31). Bölgemizin sahip olduğu bu çeşitliliğin oluşmasında sahip olduğu habitat çeşitliliği etkili olmuştur. Bölgemizde büyük bir kalkınma projesi olarak gerçekleşmekte olan GAP (Güneydoğu Anadolu Projesi) ile birlikte genel olarak yörede fauna ve flora açısından bir değişim sürecinin yaşanması muhtemeldir. GAP ile birlikte
37
Recep KARAKAŞ Dicle Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü, Diyarbakır rkarakas@dicle.edu.tr
bölgede kurak olan pek çok alanın sularla tanışması, farklı habitatların oluşumu ve bunun canlı sistemleri üzerine olan etkileri geçmişte yapılan çalışmalarla kısmen de olsa ele alınmıştır (31). Ancak ekolojik değişimin yaşandığı bölgemizde, söz konusu çalışmaların sürekliliği gerekmektedir. Bu nedenle, ilerde olabilecek değişimlerin sonuçlarını karşılaştırabilmek için mevcut fauna ve flora hakkında detaylı bir envanterin gerekliliği kaçınılmazdır. Özellikle nesli dünya çapında tehlike altında olan türlerin bilinmesi ve bu türlere yönelik tehditlerin bertaraf edilmesi sahip olduğumuz biyolojik değerlerin korunması açısından kaçınılmazdır.
bu çalışmanın materyalini oluşturmuştur. Çalışmada kullanılan veriler il sınırları içerinde 1993-2010 yılları arasındaki düzensiz arazi kayıtları ve yöredeki lokalite çalışmalarının sonuçlarına dayanmaktadır (15,21-22,27-31).
Dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi ülkemizde de insanoğlunun çevre üzerindeki olumsuz etkileri sonucu doğadaki birçok canlı türü ve bunlara ait doğal yaşam alanları yitirilmektedir. Bu etkilenen canlı gruplarından biri de şüphesiz kuşlardır. Doğal güzelliklerinin yanı sıra kuşlar ekolojik denge açısından son derece önemli roller üstlenmişlerdir.
Çalışma Alanı
Bu çalışmada, Diyarbakır il sınırları içerisinde gerçekleştirilen lokalite çalışmaları ve düzensiz arazi kayıtları topluca değerlendirilerek yörenin kuş varlığı belirlenmeye çalışılarak söz konusu türlerin bölgesel statüleri verilmiştir. Ayıca, bölgemizde gözlenen nesli tehlike altın olan türler de belirlenerek, genel olarak kuşların korunması için önerilerde bulunulmuştur. Söz konusu çalışmanın bu yönüyle faydalı olacağı ve ilimiz kuşları hakkındaki bilgimizi arttıracağı düşünülmektedir.
Arazi gözlemleri dürbün (8×40) ve teleskop (20-60×80) kullanılarak standart ornitolojik donanım eşliğinde gerçekleştirilmiştir (33-34). Sistematik listenin oluşturulmasında Kasparek ve Bilgin (16) tarafından verilen liste esas alınmış, türlerin statülerinin düzenlenmesinde Kirwan ve ark. (19) tarafından sunulan listeden de yararlanılmıştır.
Diyarbakır ve çevresi karasal iklimin hüküm sürdüğü ve genel bitki örtüsünü step bitkilerinin oluşturduğu bir yapı göstermektedir. Bununla birlikte ilin farklı yerlerinde dağ, nehir, baraj gölü, ova, bozkır gibi farklı habitatlar da mevcuttur. Bu da pek çok kuş türü için gerek beslenme gerekse üreme açısından uygun habitatlar teşkil etmektedir. Bölgede son on yıllık verilere göre yıllık ortalama sıcaklık 15° C, ortalama maksimum sıcaklık 42° C, ortalama minimum sıcaklık -2,7° C olup maksimum ve minimum sıcaklıklar sırasıyla temmuz ve ocak aylarına aittir. Yağışların çoğu kış ve ilkbahar mevsimlerinde görülmektedir.
Bulgular Esas alınan süre zarfında Diyarbakır ili ve çevresinde 17 ordo ve 55 familya mensubu 285 kuş türü belirlenerek bunların mevsimsel statüleri tablo halinde verilmiştir (Tablo1).
Materyal ve Metot Diyarbakır ve çevresinde bulunan kuş türleri
38
Tablo 1: Diyarbakır il sınırları içinde 1993-2010 yılları arasında kaydedilen kuş türler. Türkiye statüleri (19) ve yöredeki statüler için verilen kısaltmalar: Y=Yerli; YM=Yaz misafiri; KM=Kış misafiri; G=Göç dönemlerinde yöreyi kullanan; R=Rastlantısal olan türleri belirtmektedir. Küçük harflerle belirtilenler düzenli ve yaygın olmayan statüler için verilmiştir. Global anlamda tehlike altında olan türler bold olarak verilmiştir. ORDO
FAMİLYA
Türkiye Statüsü
Yöresel Statüsü
Y, KM
Y
Podiceps cristatus – Bahri
Y, KM
KM
Podiceps auritus – Kulaklı Batağan
km
km
Podiceps nigricollis – Kraboyunlu Batağan
Y, KM
KM
Phalacrocorax carbo – Karabatak
Y, KM
KM
Phalacrocorax pygmeus – Küçük Karabatak
Y, km
km
Pelecanus onocrotalus – Ak Pelikan
ym, km, G
G
Pelecanus crispus – Tepeli Pelikan
Y, KM
KM
Botaurus stellaris – Balaban
Y, km
Y
Ixobrychus minutus – Küçük Balaban
YM, G
YM
Nycticorax nycticorax – Gece Balıkçılı
YM, G
YM
Ardeola ralloides – Alaca Balıkçıl
YM, G
YM
Bubulcus ibis – Sığır Balıkçılı
ym, km, G
G
Egretta garzetta – Küçük Ak Balıkçıl
YM, KM
YM
Egretta alba – Büyük Ak Balıkçıl
y, KM
KM
Ardea cinerea – Gri Balıkçıl
Y, KM
Y
Ardea purpurea – Erguvani balıkçıl
YM, G
YM
y, YM, G
YM
YM, G, km
G
Plegadis falcinellus – Çeltikçi
YM, G
G
Platalea leucorodia – Kaşıkçı
YM, km
km
TÜRLER Tachybaptus ruficollis – Küçük Batağan
PODICIPEDIFORMES
Podicipedidae
Phalacrocoracidae PELECANIFORMES Pelecanidae
Ardeidae
CICONIIFORMES
Ciconiidae
Thereskionithidae
Ciconia ciconia – Leylek Ciconia nigra – Kara Leylek
39
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Cygnus olor – Kuğu
y, KM
KM
Cygnus columbianus – Küçük Kuğu
km
km
Cygnus cygnus – Ötücü Kuğu
km
km
Anser albifrons – Sakarca
KM, G
KM
Anser anser – Boz Kaz
Y, KM
KM
Y
Y
Y, KM
KM
KM, ym
KM
Anas strepera – Boz Ördek
Y, KM
KM
Anas crecca – Çamurcun
y, KM
KM
Anas platyrhynchos – Yeşilbaş
Y, KM
Y
y, KM, G
KM
YM, G, km
G
Anas clypeata – Kaşıkgaga
y, KM, g
KM
Netta rufina – Macar Ördeği
Y, KM
KM
Aythya ferrina – Elmabaş Patka
Y, KM
KM
Aythya nyroca – Pasbaş Patka
YM, km, g
YM
Aythya fuligula – Tepeli Patka
y, KM
KM
Aythya marila – Karabaş Patka
km
km
Mergus albellus – Sütlabi
ym, km
km
Oxyura leucocephala – Dikkuyruk
Y, KM
G
Tadorna ferruginea – Angıt Tadorna tadorna – Suna Anas penelope – Fiyu
ANSERIFORMES
Anatidae
Anas acuta – Kılkuyruk Anas querquedula – Çıkrıkçın
40
Pernis apivorus – Arı Şahini
YM, G
G
Elanus caeruleus – Ak Çaylak
R
R
Milvus migrans – Kara Çaylak
YM, G, km
G
Milvus milvus – Kızıl Çaylak Neophron percnopterus – Küçük Akbaba Gyps fulvus – Kızıl Akbaba
ym, g
g
YM, g
YM
Y, ym
YM
Circaetus gallicus – Yılan Kartalı
YM, G
YM
Circus aeruginosus – Saz Delicesi
Y, G, km
Y
Circus cyaneus – Gökçe Delice
ym, KM
KM
YM, G
G
Y, g
g
Accipiter nisus – Atmaca
Y, G, KM
Y
Buteo buteo – Şahin
Y, G, KM
Y
Y
Y
ym, G
G
km, g
g
ym, G
G
y, km, g
g
Y
Y
YM, G
YM
Y
Y
Circus pygarcus – Çayır Delicesi Accipiter gentilis – Çakır Kuşu Accipitridae
Buteo rufinus – Kızıl Şahin Aquila pomarina – Küçük Orman Kartalı Aquila clanga – Büyük Orman Kartalı Aquila nipalensis – Bozkır Kartalı
FALCONIFORMES
Aquila heliaca – Şah Kartal Aquila chrysaetos – Kaya Kartalı Hieraaetus pennatus – Küçük Kartal Hieraaetus fasciaticus – Tavşancıl
Falconidae
GALLIFORMES
Phasianidae
Pandion haliaetus – Balık Kartalı Falco naumanni – Küçük Kerkenez Falco tinnunculus – Kerkenez
ym, G
G
YM, km
YM
Y, KM
Y
Falco vespertinus – Ala Doğan
ym, G
G
Falco columbarius – Boz Doğan
KM, g
KM
Falco subbuteo – Delice Doğan
YM, G
YM
Falco cherrug – Ulu Doğan
y, g
g
Falco peregrinus – Gök Doğan
Y, KM
Y
Y
Y
Y
Y
Y
Y
YM, G, km
G
Rallus aquaticus – Su Kılavuzu Porzana porzana – Benekli Sutavuğu Porzana parva – Bataklık Sutavuğu Crex crex – Bıldırcın Kılavuzu
Y, KM
KM
yg, G
G
yg, G
G
yg, g
g
Gallinula chloropus – Saztavuğu
Y, G, KM
Y
Alectoris chukar – Keklik Ammoperdix griseogularis – Kum Kekliği Perdix perdix – Çil Keklik Coturnix coturnix – Bıldırcın
Rallidae GRUIFORMES
Y, KM
Y
Gruidae
Fulica atra – Sakarmeke Grus grus – Turna
Y, YM, G
G
Otitidae
Otis tarda - Toy
Y, km
Y
41
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
SONUÇ Çalışma sonunda, Diyarbakır ili ve çevresinde 17 ordo ve 55 familyaya ait 285 kuş türü tanımlanmıştır. Saptanan türlerden 129’unun Passeriformes, 156’sının da Non-passeriformes grubuna dâhil olduğu belirlenmiştir. Çalışma alanında belirlenen 285 türün Türkiye statüleri ve bölgesel statüleri karşılaştırılarak bunlardan 71’inin yerli, 87’sinin yaz misafiri, 61’inin kış misafiri ve 61 türünde göç dönemlerinde yöremizde gözlenen türler oldukları, 5 türün ise rastlantısal gözlenen tür olduğu belirlenmiştir. Tüm Türkiye’de yeterli kaydı mevcut olan 469 kuş türü olduğu göz önüne alındığında ilimizin sahip olduğu bu çeşitliliğin önemi daha da iyi anlaşılmaktadır (25) Yörede belirlenen türlerin global alandaki tehlike durumlarına da bakılarak, belirlenen türlerden 21 tanesinin (Küçük Karabatak, Tepeli Pelikan, Pasbaş Patka, Dikkuyruk, Kızıl Çaylak, Küçük Akbaba, Büyük Orman Kartalı, Şah Kartal, Küçük Kerkenez, Ala Doğan, Ulu Doğan, Bıldırcın Kılavuzu, Toy, Karakanatlı Bataklık Kırlangıcı, Sürmeli Kızkuşu, Büyük Suçulluğu, Çamurçulluğu, Kervançulluğu, Gökkuzgun, Alaca Sinekkapan, Boz Kirazkuşu) global anlamda nesli tehlike altında olan türler oldukları belirlenmiştir (35). Dünya ölçeğinde tehlike altında olan bu türlerden en az 5 tanesi (Pasbaş Patka, Küçük Karabatak, Küçük Kerkenez, Toy ve Gökkuzgun) ilimizde üreyen türlerdir. Yapılan literatür incelemesi sonunda Güneydoğu Anadolu ile ilgili olarak kayıt belirtilen çalışmalar (6-8,14,20) değerlendirilmiş ve bunların arasında Diyarbakır için verilen kayıtlar belirlenerek göz önüne alınmıştır.
Kirwan ve Martins (14)’in Diyarbakır ili ve Devegeçidi Barajı için verdikleri türlerden Yaz ördeği (Marmaronetta angustirostris), Ada doğanı (Falco eleonorae), Sürmeli kumkuşu (Limicola falcinellus) ve Bıyıklı baştankaraya (Panurus biarmicus) çalışma periyodu boyunca rastlanmamıştır. Kirwan ve Martins (20) yeşil papağan (Psittacula krameri) için genel olarak üç lokaliteden bahsederek en doğudaki lokalite olarak Şanlıurfa’yı belirtmişlerdir. Çalışmamızda bu türün Diyarbakır’da da mevcut olduğu sonucu doğmuştur. Tüm Türkiye’de çeşitli araştırıcılara göre; 426, 450, 453 ve 469 kuş türü olduğu (9,16,19,25) göz önüne alındığında, yörenin kuşlar açısından önemi daha da iyi anlaşılmaktadır. Yörede bugüne kadar 29 yırtıcı kuş türünün olduğu belirlenmiş olması ve tüm Türkiye’de Falconiformes takımının 38 türle temsil ediliyor olması (16) yörenin yırtıcı kuşlar açısından ayrı bir önem taşıdığı sonucunu da göstermektedir. Yöremizin ve ilimizin kuşlar için hem geçiş dönemlerinde hem de diğer dönemlerde önemli bir beslenme ve konaklama alanı olduğu sonucuna varılmıştır. Modernleşen dünyada, günümüzde pek çok kuş türü popülâsyonundaki azalmaların doğal habitatların bozulması ve geleneksel tarım metotlarındaki değişimlerle ilişkili olduğu kabul edilmektedir (36). Dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi ülkemizde de çevre üzerindeki olumsuz etkiler sonucu doğadaki birçok canlı türü ve bunlara ait doğal yaşam alanları yitirilmektedir (37). Güneydoğu Anadolu
42
Bölgesi’nde de, özellikle son çeyrek asırda artan baraj sayılarıyla beraber, birçok doğal alan tarımsal kullanıma açılmış ve genel olarak çeşitli canlı grupları için önem arz eden doğal habitatların yapısı değişmiştir. Bu değişimlerden doğal olarak bölgenin diğer fauna öğeleri gibi kuş türlerin de etkileneceğini belirtmek mümkündür. Doğal güzelliklerinin yanı sıra kuşların insanlar ve ekolojik denge açısından önemli bir rolleri de zararlı böcek ve kemirgenleri kontrol altında tutmalarıdır. Nitekim bazı tarım zararlılarına karşı kuşlar biyolojik kontrol aracı olarak görülmektedir. Bunlara ilaveten, tohum, meyve ve çiçek özüyle beslenen kuşların, bitkilerin üremesi ve dağılımında, leşlerle beslenen kuşların organik madde döngüsünde önemli rolleri olduğu bilinmektedir. Kuşlar, diğer canlı gruplarına göre, zaman içerinde izlenmesinin kolay olması nedeniyle, herhangi bir alanın sahip olduğu ekolojik değerin, varsa o alandaki değişim ve bozulmaların göstergesi olarak kabul edilmektedir. Kuşların herhangi bir bölgedeki dağılım ya da sayılarının değişmesi bölgedeki çevresel değişimleri belirlemede ölçüt olarak kullanılabilmektedir.
Tüm bu özellikleriyle kuşları “biyoindikatör” olarak tanımlamak mümkündür. Yaşadıkları çevrenin göstergesi olarak kuşların, yalnızca belli bir alanda var olup olmadıklarına ilişkin bulgular bile, çoğu kez o alanın çevresel statüsü hakkında ipucu verebilmektedir. Belli türlerin belli alanlarda sayısal olarak zaman içerisinde izlenmesi ise gerek türlerin, özellikle de tehlike altındaki türlerin geleceği ve gerekse söz konusu alanların maruz kaldığı etkiler bakımından son derece önemlidir. Sahip olduğumuz pek çok doğal güzellik unsurlarımız gibi, ülkemizdeki kuşların da tam olarak belirlenmesi ve bunların insanlara tanıtılması birçok yönüyle faydalı olacaktır. Çalışmanın bu yönüyle emsal teşkil edeceği ve ilerde hazırlanacak ornitolojik haritalara katkı sağlayacağı beklenmektedir. Teşekkür: Kuş kayıtlarını kullanmama izin veren Prof.Dr. Ahmet Kılıç, Prof. Dr. Murat Biricik ve Engin Gem’e teşekkür ederim.
43
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
KAYNAKLAR 1. Ergene, S.,Türkiye Kuşları. İst. Üniv. Fen Fak. Monografileri, Sayı 4, İstanbul, 1945. 2. Kumerloeve, H., Zur Kenntnis der Avifauna Kleinasiens. Bonner. Zool. Beitr. 12, 1- 318, 1961. 3. Kumerloeve, H., Doğu ve Kuzeydoğu Küçük Asya’nın Kuşları. İstanbul Üniv. Fen Fak. Mecmuası. XXXII, 3-4, 79-213, 1967. 4. Vielliard, J., Türkiye’de Bir Ornitolojik Gezinin Neticeleri. İstanbul Üniv. Fen Fak. Mecmuası, Seri B, Cilt XXXIII, 3-4, 67-170, 1968. 5. Kumerloeve, H., Van Gölü-Hakkari Bölgesi (Doğu/Güneydoğu Küçük Asya) Kuşları. İstanbul Üniv. Fen Fak. Mecmuası. XXXIV, 3-4, 245-312, 1969. 6. Parr, D., Notes on a journey through Turkey, Spring 1981. Ornithological Society of The Middle East Bulletin (Autumn 1981) 7, 4-6, 1981. 7. Murphy, C., Recent Trips to Eastern Turkey 1983. OSME Bulletin 13, 8-2, 1984. 8. Beaman, M., Turkey Bird Report 1976 - 81, Sandgrouse 8, 1-41, 1986. 9. Kiziroğlu, İ., Türkiye Kuşları. OGM. Yay. Ankara, 1989. 10. Martins, R.P., Turkey Bird Report 1982-86, Sandgrouse, 11, 1-41, 1989. 11. Eames, J., Selected Bird Observations from Turkey: Spring and Summer 1987, OSME Bulletin 23, 6-13, 1990. 12. Kasparek, M., Die Vögel der Türkei. Heidelberg, Max Kasparek Verlag, 1992. 13. Ayvaz, Y., Elazığ Bölgesi Kuşları, Doğa-Tr. J. Zool. 17, 1-10, 1993. 14. Kirwan, G., Martins, R. P., Turkey Bird Report 1987-91. Sandgrouse, 16(2), 76-117, 1994. 15. Biricik, M., Birds of Kabaklı Reservoir, Diyarbakır, Doğa-Tr. J. Zool., 20, 155-160, 1996. 16. Kasparek, M., Bilgin, C. C., Kuşlar (Aves). In: Türkiye Omurgalılar Tür Listesi. Ed. A. Kence, C.C. Bilgin, Tübitak, Ankara, 1996. 17. Yarar, M., Magnin, G., Türkiye’nin Önemli Kuş Alanları, Doğal Hayatı Koruma Derneği, İstanbul, 1997. 18. Kılıç, A., Karapınar (Konya)Yöresinin Kuşları,Tr.J.Zool., 23, Ek Sayı 1, 91-97, 1999. 19. Kirwan, G., Martins, R. P., Eken, G., Davidson, P., A checklist of the birds of Turkey. Sandgrouse, Suppl. 1; 1-32, 1999. 20. Kirwan, G., Martins, R.P., Turkey Bird Report 1992-1996. Sandgrouse 22(1); 13-35, 2000. 21. Kılıç, A., Güneydoğu Anadolu Bölgesi Avifaunası Üzerine Bir Lokalite Çalışması (Poster). IV. Ulusal Ekoloji ve Çevre Kongresi, 5-8 Ekim, Bodrum, 2001. 22. Karakaş, R., Kılıç, A., Birds of Göksu Dam (Diyarbakır) and new records in south-east Turkey. Sandgrouse 24(1), 38-43, 2002. 23. Kirwan, G., Özen M., Kurt B., Martins R.P. Turkey Bird Report 1997–2001. Sandgrouse, 25(1), 8-31, 2003. 24. Kirwan G., Özen M., Demirci B. (comp.) Turkey Bird Report 2002–2006. Sandgrouse, 30, 166– 189, 2008. 25. Kirwan G.M., Boyla K., Castell P., Demirci B., Özen M., Welch H., Marlow T. The birds of Turkey.
44
Christopher Helm, London, 2008. 26. Welch H.J. (Ed) 2004. GAP Biodiversity Research Project 2001-2003 / Final Report. DHKD (Doğal Hayatı Koruma Derneği). Istanbul, Turkey. 27. Karakaş, R., Contribution to the knowledge of avifauna of Karacadağ, Southeastern Anatolia (Turkey), Acrocephalus, 25(122), 139–148, 2004. 28. Karakaş, R., Kılıç, A., The Birds of Dicle Dam (Diyarbakır),” Turkish Journal of Zoology, 28, 301-308, 2004. 29. Gem, E., Dicle Üniversitesi Kampüsünün Kuşları, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Dicle Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Biyoloji Anabilim Dalı, Diyarbakır, 2004. 30. Karakaş, R., Kılıç, A., The Birds of Kralkızı Dam (Diyarbakır), Southeast Turkey Sandgrouse, 27(2), 139-146, 2005. 31. Karakaş, R., Bird diversity in Bismil Plain IBA’s with new records for South-eastern Anatolia, Turkey, European Journal of Wildlife Research, DOI 10.1007/s10344-009-0336-6. 32. Ünlü, E., Özbay, C., Kılıç, A., Coşkun, Y., Şeşen, R.., GAP’ın Faunaya Etkileri. In: GAP’ın Ekolojiye ve Tarıma Etkileri. Türkiye Çevre Vakfı Yayını, Ankara, 1997. 33. Heinzel, H., Fitter, R., Parslow, J., Birds of Britain & Europe, with North Africa & the Middle East. Harper Collins Publishers, London, 1998. 34. Mullarney K, Svensson L, Grant P.J, Zetterström D., Collins bird guide. HarperCollins, London, 1999. 35. IUCN 2009. IUCN Red List of Threatened Species. Version 2009.2. <www.iucnredlist.org>. Downloaded on 04 February 2010. 36. Tucker G.M., Heath M.F. Birds in Europe: their conservation status. BirdLife Conservation Series, BirdLife International, Cambridge, UK, 1994. 37. Eken G, Bozdoğan M, İsfendiyaroğlu S, Kılıç DT, Lise Y., (eds) Türkiye’nin Önemli Doğa Alanları [Turkey’s Key Biodiversity Areas]. Doğa Derneği, Ankara, 2006.
45
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
LEYLEK POPÜLASYONU 2005-2007 YILLARI SAYISAL DEĞİŞİMLERİ
46
ÖZET Leylek (Ciconia ciconia) Anadolu’da kuluçkaya yatan bir türdür. Son yıllarda, kışın da yurdumuzda bulunmaktadır. Yuvalarını yerleşim bölgelerine de kurarlar. Uzun yıllar aynı yuvayı kullandıkları bilinmektedir. Dicle Nehri kıyısında 48-55 yuva yaklaşık 200 m aralıklarla sıralanmaktadır. Anadolu’daki en büyük leylek üreme popülasyonu Diyarbakır’da (Bismil) bulunmaktadır. Leylekler birbirlerinden eşit uzaklıktaki yüksek gerilim hatları üzerinde yuva kurmaktadır. Bu çalışma 2003 yıldan beri sürdürülmektedir. Leylek yuvaları düzenli olarak üreme döneminde her hafta, üreme öncesi ve üreme sonrası dönemde ise iki haftada bir izlenmiştir. Leylek popülasyonunun 2005-2007 yılları arasındaki sayısal değişimleri belirlenmiştir. Son üç yıl içinde toplam yavru yetiştirme sayısındaki azalma, 2007 yılında artışla sonlanmıştır. Kullanılan yuva sayısında artış tespit edilmemiştir. 2007 yılında başarılı kuluçka sayısında ve beş yavrulu yuva sayılarında bariz artış dikkat çekicidir. Yağışların özellikle kar yağışının yavru sayısına etkisi görülmektedir. 2007 üreme döneminde popülasyondaki yavruların yarısına yakını, beş yavrulu yuvalarda yetiştirilmiştir. 2007 yılında yuva başına ortalama 3.14 yavru düşmektedir. Bu çalışmaların sürdürülmesi, iklimsel ve çevresel koşulların leylek popülasyonu üzerine olan etkilerini ortaya çıkaracaktır. Elde edilecek sonuçlar, değişik türlerin popülasyon dinamiğinin anlaşılmasına katkıda bulunabilecektir.
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
The Numerical Changes Of The Stork Population Between The Years 2005-2007 Abstract The stork (Ciconia ciconia) is a species brooding in Anatolia. In recent years, it has been in our country in winter as well. They build their nests in settlements too. It is known that they use the same nest for long years. 48-55 nests are lined up nearly every 200 metres on the bank of the river Dicle. The biggest stork breeding population in Anatolia is in Bismil in Diyarbakır. They build their nests on high voltage lines with the equal distance with each other. This study has been lasting since 2003. The nests of the storks have been observed every week during the breeding season and every other two weeks before and after breeding season. The numerical changes of the stork population between the years 2005 and 2007 have been identified. The decline on the number of the total chick breeding in the last three years has ended with increase in the year 2007.
47
Ahmet KILIÇ Dicle Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü, Diyarbakır ahmetk@dicle.edu.tr
No increase has been identified in the number of the nests used. It is quite striking that there was a considerable increase in the number of nests with five chicks in 2007. The effect of precepitation and especially of snowfall over the number of chicks has been observed. In the season of breeding in 2007 almost half of the chicks in the population were grown in nests with five chicks. The average number for every nest is 3.14 in 2007. The maintenance of these studies will reveal the effects of the climatic and environmental conditions over the stork population. The consequences which will be obtained will be able to help the understandig of the population dynamic of the different species. GİRİŞ Bu çalışmada değişen ortam koşulları ve iklim koşullarının leyleklerde üreme başarısına nasıl bir etki yaptığı izlenmiştir. Özellikle iklimsel koşullardan yağış miktarıyla yavru sayısı arasında bir ilişki belirlenmiştir. 2007 yılında ortalama yavru yetiştirme sayısı artışının, kar yağışı ve genel yağışın bölgedeki artışıyla ilgili olduğu görülmektedir. Çalışmamızla leylek popülasyonları sayısal değişimlerinde bilinmeyen durumlar açığa çıkarılmıştır. Üremeleri tek olarak gerçekleştiği bilinen leylekler toplu olarak da ürerler. Toplu halde tespit edilen en yüksek sayı 30 yuvadır (Cramp 1998). Kuş türlerinin yaşam alanlarının değişmesi ve yok olması neticesinde sayılarında azalma olduğu belirlenmiştir. Olsson & Rogers (2009) sulak alanlar ve doğal çayırların azalması nedeniyle leyleklerde azalma görüldüğünü bildirmektedir. Chernetson ve ark. (2006) Polonya’da dişi leyleklerin doğdukları
yuvalarından daha uzakta yuva sahibi olduklarını ve güneydoğu istikametini daha fazla seçerek yuvalandıklarını bildirmektedirler. Uygun üreme alanlarında kuluçkaya oturan leylekler 1-5 yavru yetiştirmektedir. Denac (2006) araştırmasında 1999-2004 yıllarında yuvadan ayrılan yavru sayısı 1.6-2.5 arasında değiştiğini belirtmektedir. Ayrıca komşusu olmayan yuvalarda yavru yetiştirme başarısının yüksek olduğu tespit edilmiştir. Komşulu yuvalarda yetiştirilen yavru sayısı daha düşüktür. Komşulardan kaynaklanan yiyecek azlığı yavru sayısını etkilemektedir. Komşusu olmayan ve bir komşuya sahip olanlar çoğunlukla üç yavruya sahip olurken, iki ya da üç komşuya sahip olanlar tek yavru yetiştirmektedir. Türiçi avlanma rekabeti kuluçka başarısına etki yapmaktadır (Denac 2006).
Goutner and Tsachalidis (2007) Yunanistan’daki ortalama kuluçka sayısının Avrupa’daki ortalamadan yüksek olduğunu belirlemişler. Üç ve dört yavrulu yuvaların toplu olarak daha fazla bir arada bulundukları tespit edilmiş. Leylekler üreme dönemi sonunda kuzey yarıküreden göçle ekvatoral bölgeye geçmektedir. Uçma kabiliyeti yeterli olmayan bireyler ve bazı gençler göç etmeyebilir. Bu bireyler kışı, üredikleri alanda geçirir. Son yıllarda küresel ısınma neticesinde Avrupa’da ve Türkiye’de (Diyarbakır’da) leyleklere kışın da rastlanmaktadır. Archaux ve ark (2004) leyleklerin Fransa’da 1996-1997 yıllarında 8 bireyin, 2003-2004 yıllarında ise 172 leyleğin kışlamaya başladığını tespit etmişler. Bu leyleklerin Almanya, İsviçre ve Doğu Fransa’dan
48
gelen yavru leylekler olduğu bildirilmektedir. Buranın, leyleklerin yeni kışlama yeri olabileceği bildirilmektedir. Çöp alanlarında yiyecek bulma ve Afrika’da kışın uygun olmayan etkiler burayı tercih etme nedeni olabileceği ifade edilmektedir (Archaux ve ark. 2004). Küresel ısınma neticesinde iklimsel değişiklikler leyleklerde göç zamanı üzerinde etkili olabilmektedir. Ptaszyk ve arkadaşları (2003) Polonya’da leyleklerin kışlaklarından on gün daha erken geldiklerini belirlemişler. Tryjanowskı ve ark.(2005) Polonya’da 1968-2002 yılları arasında nisan ayındaki nehir su seviyesinin yüksekliği ile yuva başına yavru sayısı arasında negatif korelasyon belirlemişler. Su seviyesinin yüksek olduğu yerlerde (hayvancılığın-tarımın yapılmadığı yerler) yuva başına yavru sayısının düştüğü ortaya çıkarılmış. Eşeysel olgunluğa erişme yaşı, güney enlemlere doğru inildikçe erken olur. Tortosa ve ark.(2002) ilk üremenin 2.7 yaşında gerçekleştiğini belirlemişler. Batı Fransa’da 3.4, Almanya’nın güneydoğusunda 3.6 yaşında ilk üreme gerçekleşmiş. Doğu Prusya’da 4.5 yaşında ilk üreme tespit edilmiş.
Materyal ve Yöntem Diyarbakır-Bismil il yolu paralelinde ( İlk istasyon,Yuvacık 37o 48.457’K, 400 24.620’D, Son istasyon Köseli 370 50.275’ K, 400 36.431’ D)(Çevre ve Orm. Bak.2010) bulunan yüksek gerilim elektrik hatlarındaki leylek yuvaları araştırma materyalimizi teşkil etmiştir. Diyarbakır-Bismil il yolu (30.km den itibaren) paralelindeki (Yuvacık-Köseli Köyleri arasındaki) yüksek gerilim elektrik hatlarında (çelikten) 90 direk bulunmaktadır (Çelik direklerin yakınında bir sıra beton direklerden oluşan bir elektrik hattı daha bulunmaktadır. Beton direkler yuva yeri olarak çok az kullanılır.) Bu 90 direk 20 km mesafede yer almaktadır. Sayıları 48-55 arasında değişen leylek yuvaları yüksek gerilim hattı direklerinin üst kısmına kurulmuştur. Gerilim hatlarındaki yuvalar Dicle Nehri’ne 500-1000 m, karayoluna ise 10-600 m uzaklıkta bulunmaktadır. Şubat 2003 tarihinden itibaren yuvalar izlenmektedir. Yuvalar 15-300 m uzaktan gözlenmiştir. Yuvalar üreme döneminde haftada bir kez (Temmuz ve Ağustos aylarında haftada iki kez) izlenmiştir. Gözlemler teleskop (Nikon spotting scope 80 A ve Fieldscope ED 78 A ), fotoğraf makinası (Fuji Digital FinePix S-2 PRO) ve dürbün (TENTO 10x50) ile yapılmıştır. Konum
49
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
belirlemede GPS kullanılmıştır.
Bulgular Kışlaklarından Şubat ayı sonlarından itibaren dönen leylekler kuluçkaya nisan ortasında başlar (Kılıç ve Karakaş 2006). Leylekler 3-5 yumurta yapar. Yuva yapımı tamamlandıktan sonra yaklaşık bir ay devam eden kuluçkaya başlarlar. Yuva yapımını eşler birlikte gerçekleştirir. Taşınan yuva materyali oldukça çeşitlilik gösterir. Büyük dallar yuvanın asıl yapısını belirler. İnce ve yumuşak materyal ise yumurta ve yavruların daha iyi korunması içindir. Ot ve benzeri yuva materyali tarlalardan ve Dicle Nehri kenarından taşınmaktadır. Eşler birlikte kuluçkayı yürütür. Kuluçka esnasında da yuva materyali taşınmaktadır. Taşınan materyaller kuluçkadaki eşin saldırganlığını indirgemede de (“hediye” olarak) kullanılmaktadır. 2005 yılında 39 yuvada,2006 yılında 41 yuvada ve 2007 yılında 36 yuvada kuluçkaya başlandı (Şekil 1). Gözlem alanında sayıları yıllara göre 48-55 arasında değişen mevcut yuvalardan 2005 yılında 16 yuva, 2006 yılında 9 yuva ve 2007 yılında 12 yuva kullanılmamıştır (Şekil 1). Kullanılmama nedeni yuva parazitleri, uygun olmayan konum olabilir. Höfle ve ark. (2003) bağırsaklarındaki parazitlerin etkisiyle yavruların hastalanarak öldüklerini belirtmektedir. Başarılı kuluçka sayısı (yavru yetiştirilmiş yuvalar) 2007 yılında 34 yuva ile üç yıl içinde en yüksek sayıya ulaşmıştır (Şekil 2). Kuluçkada başarılı olamayan (yavru yetiştiremeyen) leyleklere ait değerler yine Şekil 2’de yer
almaktadır. Yavru yetiştirilen yuvaların yıllara göre dağılımı şu şekildedir; 2005 yılında 31 yuvada, 2006 yılında 25 yuvada, 2007 yılında 34 yuvada yavru yetiştirilmiştir (Şekil 2). Leylekler, mart ayı ortasından itibaren tek ya da eş halinde yuvada ayakta dururlar. Yuvada oturma – ön kuluçkalama davranışlarına mart ayı son haftasında rastlanır. Kuluçkaya ise nisan ortasından itibaren başlanır. Yavrular mayıs ortasında yumurtadan çıkar. Cramp’da (1998) çalışmasında yavruların mayıs ortalarında yumurtadan çıktıklarını belirtmektedir. 2005 yılında 84 yavru, 2006 yılında 70 yavru ve 2007 yılında ise 115 yavru yumurtadan çıkmıştır (Şekil 3). Yavru/lar yumurtadan çıktıktan sonra yoğun bir bakım ve koruma faaliyeti başlar. Eşler kuluçkada gösterdikleri hassasiyeti yavru yetiştirmede de gösterirler. Yavrular ilk haftalar soğuk, rüzgar, yağış ve güneşten korunur. Jovani ve ark. (2004) yavru ölümlerinin çoğunlukla yaşamın ilk 10-20 günleri arasında olduğunu tespit etmişler. Yavru tüylerinin gelişmemiş olması vücut ısısını korumayı güçleştirmektedir. Eşler yavru bakımını nöbetleşe yürütür. Nöbeti devreden eş hem kendi ihtiyaçlarını gidermek hem de yavrulara yiyecek getirmek üzere yakındaki Dicle Nehri kıyısına veya yiyecek getireceği alana gider. Üçüncü haftadan sonra yavrular daha uzun sürelerle yalnız bırakılmaya başlanır. Yavrular iki aylık bir bakımdan sonra yuvadan ayrılmaya başlar. 2005 yılında 64, 2006 yılında 63 ve 2007 yılında ise 106 yavru yuvadan ayrılabilmiştir (Şekil 3). Yavru kayıpları Şekil 3’de görüldüğü gibi 2005 yılında 20, 2006 yılında 7, 2007
50
yılında ise 9 yavrudur. Araştırma alanında tarımsal faaliyetler oldukça fazladır. Özellikle pamuk ekimi yoğun olarak yapılmaktadır. Bölgede bundan dolayı sunni gübre ve herbisit bol miktarda kullanılmaktadır. Leylekler yiyeceklerini çoğunlukla nehir yatağı ve civarından temin ettiler. Yiyecek kaynağına olan yakınlık 3-5 yavru yetiştirilmesini kolaylaştırmıştır (Tablo 1, Şekil 4).
Tartışma Cramp (1998) yavruların mayıs ortalarında yumurtadan çıktıklarını belirtmektedir. Bu durum tespit ettiğimiz sonuçlarla uyumludur. İç Anadolu’daki tespitlere göre (Stephen et al.1996) 4-5 yavrulu yuvalar daha azdır. Oysa çalışma alanımızda bu yuvalar bol olarak tespit edildi. Goutner and Tsachalidis (2007) araştırmalarında üç ve dört yavrulu yuvaların toplu olarak daha fazla bir arada bulunduklarını belirlemişler. Araştırma alanımızda mevcut bir köy (Yuvacık Köyü) civarındaki yuvalarda, 4-5 yavrulu yuvalar daha sık olarak görüldü. Gözlem alanımızdaki yuvalar bir sıra halinde dizilidir. Komşu yuvalarda 1-5 yavrulu yuvalara sık rastlanmaktadır. Komşu yuvalardaki yavru sayısının üreme başarısına etkisi tam olarak belirlenememiştir. Dicle Nehri’nde yiyeceğin rahat bulunması çok sayıda yavru yetiştirilmesinde etkili olmaktadır. Denac (2006) yiyeceğin az olduğu yerlerde komşu yuvaların artışının, yavru yetiştirme sayısını düşürdüğünü bildirmektedir. Cramp (1998) yavruların 58-64 günlerinde yuvadan ayrıldıklarını belirtmektedir. Gözlemlerimiz sırasında farklı yuvalarda yavruların 79 güne kadar yuvada kaldığı tespit edilmiştir. Yuvadan ayrılan yavrular tekrar tekrar yuvaya dönmektedirler. Gözlem alanında uygun, yüksek ve emniyetli yerlerin bulunmaması yavruların yuvadan erken ayrılmasına engel taşımaktadır. Anadolu’da muhtelif yerlerde üremelerini gerçekleştiren leyleklerin çoğunlukla tek yavru yetiştirdikleri bilinmektedir. Oysa çalışma alanımızda 2, 3, 4 ve 5 yavru yetiştiren yuvalar çoğunluktadır (Şekil 4). Nevoux ve ark. (2008) 1992-2004 yılları arasında ilkbahar yağışlarıyla kuluçka başarısı arasında ilişki tespit etmişler. Gözlem alanımızda 2006 yılı sonu 2007 yılı başında uzun bir aradan sonra yeterli kar yağışı gerçekleşti.
51
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
2007 yılında yavru sayısında artış bu yağışlarla ilgili olabilir. Beş yavrulu yuvalardaki sayısal artış da (Tablo 1) bundan kaynaklanabilir.
bol miktarda değişik türden av hayvanları bulunmakta, ayrıca çekirge türlerine yaz aylarında sık rastlanmaktadır.
Johst ve ark. (2001) leyleklerin tarım alanlarına yakın yerlerde yuva kurduklarını bildirmektedirler. Gözlem alanımızda leylek yuvaları yoğun tarım yapılan yerlerde bulunmaktadır. Alonso ve ark (1994) çalışmalarında alınan yiyecek ile yuva arasındaki ilişkiyi ortaya koymaya çalışmışlardır. Alınan yiyecek miktarı çalışma alanımızda etkisini göstermektedir. Dicle Nehri’nin yakınlığı daha fazla yavru yetiştirmede etkili olmaktadır (Tablo 1).
Meharg ve ark.( 1999) alınan besinlerdeki metaller ve organik maddelerin yavru vücudunda tespit edildiğini bildirmektedir. Benzer durumun araştırma alanındaki leylek yavrularında olması beklenir. Fakat bölgemizin fazla kirli olmadığı
Dziewiaty (2002) nehir taşkınlarının olduğu yıllarda yiyecek bolluğu dolayısıyla leyleklerde üreme başarısının arttığını tespit etmiş. Çalışma alanımızda üreme başarısının yüksekliği Dicle Nehri’ne olan yakınlıkla ilgilidir (Tablo 1). Tsachalidis ve Goutner (2002) göl, nehir, delta ve kurak alanları karşılaştırmalı olarak araştırmışlar. Ortamdaki farklı omurgasız hayvanların yiyecek olarak kullanıldığını bildirmektedirler. Leylek kusmuklarında orthoptera türleri, coleptera türleri, çeşitli böcekler, yumuşakçalar ve omurgalı hayvanlar bulunmuş. Antczak ve ark. ( 2002) üreme yapmayan leylek kusmuklarında yiyecek olarak en büyük sayıya çekirgelerin sahip olduğunu tespit etmişler. Hampl ve ark. (2005) kara leylek yavrularının balıkların yanı sıra kurbağa, yılan, memeli ve böcek türleriyle beslendiklerini belirlemişler. Bölgemizde leyleklerin avladıklarıyla ilgili çalışmamız bulunmamaktadır. Fakat Dicle nehri kıyısında
tespit edilmiştir (Gümgüm ve ark. 2001). Yavrular ilk aylarını bitirdikten sonra kanat çırpma alıştırmaları yapmaktadır, benzer durum Redondo ve ark. (1995) tarafından da belirtilmektedir. 2005 yılında yuva başına yavru sayısı 2.15 dir (Tablo 1). (Bu sayı Yuvacık Köyü yuvalarında yuva başına 3.26 dır). 2006 yılı ortalama yuvaya düşen yavru sayısı 1.70 dir. 2007 yılında yuva başına yavru sayısı 3.19 dır. Barbraud et all (1999) da çalışmalarında benzer sayıyı vermektedir. Sasvari ve ark. (1999) leyleklerin yüksek yoğunlukta daha iri yavru yetiştirdiklerini belirtmiştir. Gözlem alanımızda da yuvalar bir arada yoğun olarak bulunmaktadır. Aynı zamanda çok sayıda yavru da yetiştirebilmektedir. Tortosa ve ark. (2002) çalışmalarında kuluçkaların terk edildiğini belirtmektedir. Benzer duruma çalışmamızda rastlanmıştır.
52
KAYNAKLAR 1. Antczak,M., Konwerski,S., Grobelny, S.,Tryjanowski, P.(2002) The Food Composition of Immature and Non-breeding White Storks in Poland. Waterbirds 25(4): 424-428 2. Alonso, J.A., Alonso, L.M. Carrascal, R. (1994) Munozpulido Flock size and foraging decisions in central place foraging white storks, Ciconiaciconia. Behaviour; 129, 279-292. 3. Archaux, F., Balança,G., Henry,P.Y., Zapata,G. (2004) Wintering of White Storks in Mediterranean France.Waterbirds 27(4): 441-445. 4. Barbraud, C., Barbraud,J.C., Barbraud, M. (1999).Population dynamics of the White Stork Ciconia ciconia in western France. Ibis 141 (3),469479. 5. Chernetson, N., Chromik, W., Dolata, P.T., Profus, P., Tryjanowski, P. (2006) Sex-related natal dıspersal of whıte storks (cıconıa cıconıa) ın Poland: how far and where to? The Auk 123(4):1103–1109, 2006 6. Cramp, S.(1998) The complete birds of the western palearctic. Oxford CD-ROM, Oxford University Press. 7. Çevre ve Orman Bakanlığı (2010) http://mak.cevreorman.gov.tr/map/ harita.php 8. Denac,D.(2006) Intraspecific Exploitation Competition as Cause for Density Dependent Breeding Success in the White Stork.Waterbirds 29(3): 391-394. 9. Dziewiaty, K. (2002) Zur Bedeutung des Deichvor- und hinterlandes der Elbe als Nahrungshabitat für Weissstörche (Ciconia ciconia). Vogelwarte. 41, 4, 221-230. 10. Goutner, V., Tsachalidis,E.P. (2007) Brood Size of the White Stork in Greece. Waterbirds 30(1): 152-157. 11. Gümgüm, B., Ünlü, E., Akba, O., Yıldız, A., Namlı O. (2001) Copper and zinc Contamination of the Tigris River (Turkey) and ıts wetlands. Arch. Für Nat.- Lands. Vol.40, 233-239. 12. Hampl, R., Bures, S., Baláz, P., Bobek, M., Pojer, F. (2005) Food Provisioning and Nestling Diet of the Black Stork in the Czech Republic. Waterbirds 28(1): 35-40. 13. Höfle,U., Krone,O., Blanco, J.M., Pizarro M.(2003) Chaunocephalus ferox in Free-Living White Storks in Central Spain. Avıan Dıseases 47:506– 512. 14. Johst K, Brandl, R., Pfeifer, R.(2001) Foraging in a patchy and dynamic landscape: Human land use and the White Stork. Ecological
53
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Applications.11 (1): 60-69 15. Jovani, R., Tella, J. L. (2004) Age-related environmental sensitivity and weather mediated nestling mortality in white storks Ciconia ciconia. Ecography 27: 61-618. 16. Kılıç, A, Karakaş,R. (2006) Bismil’de (Diyarbakır) Üreyen Leylek (Ciconia ciconia) Populasyonunda 2003-2004 Üreme Döneminin Karşılaştırılması. VI.Ulusal Ekoloji ve Çevre Kongresi Diyarbakır, Yaşam ve Ortam,265-271,İzmir 2006. 17. Meharg A.A., Pain,D.J., Ellam,R.M, Baos,R., Olive, V., Joyson, A., Powell,N., Green, A.J., Hiraldo, F.(1999) Isotopic identification of the sources of lead contamination for white storks (Ciconia ciconia) in a marshland ecosystem (Donana SW Spain). Scıence of the total envıronment 300 (1-3) , 81-86. 18. Nevoux, M., Barbraud, J.C., Barbraud, C. (2008) Breeding experience and demographic response to environmental variability in the white stork. The Condor 110(1):55–62. 19. Olsson,O., Rogers, D.J. (2009) Predicting the distribution of a suitable habitat for the white stork in Southern Sweden: identifying priority areas for reintroduction and habitat restoration. Animal Conservation 12,62-70. 20. Ptaszyk, J., Kosicki, T.H., Sparks P., Tryjanowski,P.(2003) Changes in the timing and pattern of arrival of the White Stork (Ciconia ciconia) in western Poland.Journal Ornithology.144, 323-329. 21. Redondo,T., Tortosa,F.S., de Reyna, L.A.(1995) Nest switching and alloparental care in colonial white storks. Animal Behaviour.49 (4), 1097-1110. 22. Sasvari L, Hegyi,Z., Hahn, I.(1999)
Reproductive performance of white storks Ciconia ciconia breeding at low and high densities. Folıa Zoologıca. 48 (2): 113-122. 23. Stephen, J.P., Collin,P., Silk,S., Wilbraham,J., Williams,N.P., Yarar, M. A (1996) Baseline survey of White Storks Ciconia ciconia in central Turkey. Sandgrouse 18 (2), 46-51. 24. Tortosa, F.S., Caballero,J.M., Reyes-Lopez, J.(2002) Effect of rubbish dumps on breeding success in the White Stork in southern Spain. Waterbirds 25 (1), 39-43. 25. Tryjanowski,P., Jerzak , L., Radkıewıcz, J. (2005) Effect of Water Level and Livestock on the Productivity and Numbers of Breeding White Storks. Waterbirds 28(3): 378-382, 2005 26. Tsachalidis, E.P., Goutner, V. (2002)Diet of the White Stork in Greece in relation to habitat. Waterbirds. 25 (4), 417-423
54
Şekil 1.Yuva Sayısı
Şekil 2 Kuluçka Sayısı
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Şekil 3 Yavru Sayısı
Şekil 4: Yuva Sayısı (Yavru sayısına göre) Yıl
2005
2006
2007
Toplam Yuva
55
50
48
Başarılı Kuluçka
31
25
34
Başarısız Kuluçka
8
16
2
Kullanılmayan Yuva
16
9
12
Yavru Sayısı
84
70
115
Yavru Kayıbı
20
7
9
Uçan Yavru
64
63
106
Beş Yavrulu Yuva
-
4
11
Dört Yavrulu Yuva
10
4
7
Üç Yavrulu Yuva
7
3
4
İki Yavrulu Yuva
9
11
8
5
3
4
2.15
1.70
3.19
Bir Yavrulu Yuva Ortalam Yavru Sayısı(Uçan Başarılı+Başarısız) Kuluçka
Yavru
/
Tablo 1 Populasyon sayısal değişimleri
55
DİYARBAKIR’DA GÜVERCİN KÜLTÜRÜ
56
ÖZET Diyarbakır’da güvercin kültürünün tarihi ele alındı. Diyarbakır güvercin türleri üzerinde duruldu. Güvercin İnsanlara kardeşçe yaşama duygusunu,barışı,gönül sevincini götüren ve cennette mutluluğu,sevgiyi taşıyan kutsal bir kuş olarak bilinir ve sevilir. Diyarbakır ilimiz geçmişi tarih öncesi dönemlere kadar uzanan çok eski bir yerleşim birimidir. Bu topraklar üzerinde bir çok uygarlık gelip geçmiştir. Bölgedeki güvercin kültürü de en az bu uygarlıklar kadar eskidir. 1515 yılında Osmanlı Devleti topraklarına katılan Diyarbakır’ın bir güvercin başkenti olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz. Diyarbakır,da çok çeşitli güvercin ırkları yetiştirilmektedir. Osmanlılar da başlangıçtan beri savaşlarda haberleşme amaçlı posta güvercini kullanıldığı bir gerçektir. Hatta Diyarbakır’ın Osmanlı topraklarına katılması böyle bir güvercinin ulaştırdığı haber sonucu olmuştur. Şah İsmail ve onun denetimindeki Karahan komutasında bulunan İran orduları, Diyarbakır kalesini kuşatmıştır. Kale halkı kuşatmaya karşı direnmiş ancak açlık ve kıtlık sonucu teslim olma noktasına gelmiştir. Tam bu noktada halkın imdadına bir posta güvercini yetişmiş ve Osmanlı ordusunun Bıyıklı Mehmet Paşa komutasında büyük bir ordu ile İstanbul’dan yardıma geldiği haberini getirmiştir. Bunun üzerine halk direnişe devam etmiştir. Bu ordunun Diyarbakır’a ulaşması sonrası 10 Eylül 1515’de Diyarbakır, Osmanlı topraklarına katılmıştır.
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Bu tarihten sonra her 10 Eylül gününde Diyarbakır’da kurtuluş şenlikleri düzenlenmesi bir gelenek haline gelmiştir. Bu şenliklerin en önemli özelliklerinden biri de güvercin yarışmaları düzenlenmesi ve yarışı kazananlara altın olarak ödül verilmesidir. Bu gelenek, Diyarbakır’da 400 yıl yaşatıldıktan sonra ne yazık ki I. Dünya savaşının kıtlık dolu yıllarında ve onu izleyen Cumhuriyet döneminde unutularak terk edilmiştir. Bu geleneğin bölgede güvercin yetiştiriciliğini ciddi şekilde teşvik etmiş olması doğaldır. Bu gün bile Diyarbakır’ın güvercinleri ile ünlü bir kentimiz olmasında bu geleneğin etkisinin büyük olduğu düşüncesindeyim. Osmanlı sonrası Cumhuriyetin ilk yıllarında da ordu içinde posta güvercinlerinin önemli bir yer tuttuğunu görüyoruz. Atatürk bu yıllarda 1921 yılında kendisi için onarılan Semanoğlu Köşkünde oturuyordu. Bu yapı bugün yeniden düzenlenmiş Gazi Köşkü Mesire Alanı haline dönüştürülmüştür.
57
Hüseyin Tuğcu (Posta Güvercinler Dernek Bşk.) hasanhuseyin2121@ hotmail.com
Atatürk’ün bu köşkte yetiştirilmek üzere Selanikten (Dönek) ırkı güvercin getirttiği bilinmektedir. Bu bilgilerden Atatürk’ün de güvercinlere meraklı olduğu ve belkide doğum yeri olan Selanik’te de yetiştirildikleri için bu güvercinleri tercih ettiğini söyleyebiliriz. Diyarbakır’da hala güçlü bir güvercin kültürüne rastlanmaktadır. Bu kültürün oldukça eski dönemlere dayandığı bir gerçektir. Bölgede güvercin kutsal bir kuş olarak bilinmesinin yanı sıra, haberleşme amacı ile kullanılan güvercinlerin sağladığı yararlar kuşaktan kuşağa aktarılarak kültürün devamlılığı sağlanmıştır. Ayrıca ölen günahsız insanların ruhunun güvercin kılığında yer yüzünde dolaştığı yolunda bölgede bir inanış bulunmaktadır. Acaba güvercine olan bu tutku nereden kaynaklanmaktadır? Araştırmalarımız bizi şu sonuca götürdü. Güvercinin kutsal bir kuş olarak bilinmesi. Haberleşme aracı olarak kullanıldığı dönemlerde gördüğü hizmetlerin, kuşaktan kuşağa günümüze dek gelen efsanevi anlatımlarının güvercinlerin 3 büyük din açısından da büyük yeri vardır. Güvercin, insanlara kardeşçe yaşama duygusunu, barışı, gönül sevincini götüren ve cennette mutluluğu, sevgiyi taşıyan kutsal bir kuş olarak bilinir ve sevilir. Diyarbakır ilimiz geçmişi tarih öncesi dönemlere kadar uzanan çok eski bir yerleşim birimidir. Bu topraklar üzerinde bir çok uygarlık gelip geçmiştir. Bölgedeki güvercin kültürü de en az bu uygarlıklar kadar eskidir. 1515 yılında Osmanlı Devleti topraklarına katılan Diyarbakır’ın
bir güvercin başkenti olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz. Diyarbakır’da çok çeşitli güvercin ırkları yetiştirilmektedir. Osmanlılarda başlangıçtan beri savaşlarda haberleşme amaçlı posta güvercini kullanıldığı bir gerçektir. Hatta Diyarbakır’ın Osmanlı topraklarına katılması böyle bir güvercinin ulaştırdığı haber sonucu olmuştur. Şah İsmail ve onun denetimindeki Karahan komutasında bulunan İran orduları, Diyarbakır kalesini kuşatmıştır. Kale halkı kuşatmaya karşı direnmiş ancak açlık ve kıtlık sonucu teslim olma noktasına gelmiştir. Tam bu noktada halkın imdadına bir posta güvercini yetişmiş ve Osmanlı ordusunun Bıyıklı Mehmet Paşa komutasında büyük bir ordu ile İstanbul’dan yardıma geldiği haberini getirmiştir. Bunun üzerine halk direnişe devam etmiştir. Bu ordunun Diyarbakır’a ulaşması sonrası 10 Eylül 1515’de Diyarbakır Osmanlı topraklarına katılmıştır. Bu tarihten sonra her 10 Eylül gününde Diyarbakır’da kurtuluş şenlikleri düzenlenmesi bir gelenek haline gelmiştir. Bu şenliklerin en önemli özelliklerinden biri de güvercin yarışmaları düzenlenmesi ve yarışı kazananlara altın olarak ödül verilmesidir. Bu gelenek, Diyarbakır’da 400 yıl yaşatıldıktan sonra ne yazık ki I. Dünya savaşının kıtlık dolu yıllarında ve onu izleyen Cumhuriyet döneminde unutularak terk edilmiştir. Bu geleneğin bölgede güvercin yetiştiriciliğini ciddi şekilde teşvik etmiş olması doğaldır. Bu gün bile Diyarbakır’ın güvercinleri ile ünlü bir kentimiz olmasında bu geleneğin etkisinin büyük olduğu düşüncesindeyim. Diyarbakırda hala güçlü bir güvercin kültürüne rastlanmaktadır. Bu kültürün oldukça eski
58
dönemlere dayandığı bir gerçektir. Bölgede güvercin kutsal bir kuş olarak bilinmesinin yanı sıra,haberleşme amacı ile kullanılan güvercinlerin sağladığı yararlar kuşaktan kuşağa aktarılarak kültürün devamlılığı sağlanmıştır. Ayrıca ölen günahsız insanların ruhunun güvercin kılığında yer yüzünde dolaştığı yolunda bölgede bir inanış bulunmaktadır. Acaba güvercine olan bu tutku nereden kaynaklanmaktadır. Araştırmalarımız bizi şu sonuca götürdü. Güvercinin kutsal bir kuş olarak bilinmesi. Haberleşme aracı olarak kullanıldığı dönemlerde gördüğü hizmetlerin,kuşaktan kuşağa günümüze dek gelen efsanevi anlatımlarının Güvercinlerin 3 büyük din açısından da büyük yeri vardır. Hıristiyanların ve Müslümanların tarihinde ondan iyilikle söz edilir. Hz. Nuh’a tufandan sonra suların çekildiğini haber veren, Hz isa vaftiz edilirken meleklerin güvercin kılığında baş ucunda durması Hz. Muhammed’in s.a.v) düşmanlarını şaşırtan hep güvercindir. Araştımamızın başında Diyarbakır da bir çok güvercin ırkı yetiştirildiğini belirtmiştik. Burada sadece Diyarbakır güvercinleri adı ile bilinen yerel güvercin ırkı üzerinde duracağız. Bir birinden farklı özelliklere sahip Diyarbakır güvercinleri 4 ayrı ırk altında toplanmaktadır. Bu ırklar göğsüak, ketme, Kızılbaş ve içağlı olarak adlandırılmaktadır. Bu güvercinler, ülke genelinde de fazla tanınmadığı gibi dünya üzerinde de hiçbir yerde bulunmamaktadır.
59
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
GELENEKSEL KONUT MİMARİSİNDE KUŞ EVLERİ
60
ÖZET Kültürümüzde güvercin evlerinin yeri ve önemi büyüktür. Bu makalede Diyarbakır’daki Tilalo (Karaçalı) kasabasındaki güvercin evlerinin tarihi geçmişi, nasıl yapıldıkları ve günümüzdeki durumu incelenmektedir.
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
GİRİŞ İnsanoğlu yaratılışından beri yaşam alanları oluştururken ya da tasarlarken, çevre faktörleri ve diğer canlıların yaşam ve barınma ihtiyaçlarını mutlaka göz önünde bulundurmuştur. Environmental factors and other creatures’ requirements for living and housing were always taken into consideration by human beings since human beings create and designed living spaces. Bu canlılardan biri olan kuşlarla insanoğlu arasındaki dostluk ise insanlık tarihi kadar eskidir. The frienship between humanbeings and the birds, which is one of this vibrant is as old as human history. İnsanların kuşlara verdiği değer ve kuşlara yönelik insancıl yaklaşımlarının eşsiz örneklerinden biri olan ve geçmişte “serçe sarayları”, “güvercin evi” v.b olarak adlandırılan kuş evleri, Türk kültürünün ve mimarisinin en önemli görsel sanat öğelerinden biridir. Kuşların geçici ya da sürekli barınmalarını ya da konaklamalarını sağlayan kuş evlerini, Osmanlı ve Türk mimarisindeki yapıtların çoğunda görmek mümkündür. Kuş evlerinin boyutları, malzemeleri, işlevsellikleri, şekilleri zamana ve bulundukları yörelere göre değişim göstermektedir. Örneğin, Osmanlı Mimarisinin en güzel eserlerinin bulunduğu İstanbul’da, yapıların genellikle taş ya da benzeri malzemeden yapılmış olması, kuş evlerinin de bu malzemeye uygun olarak yapılmasına neden olmuştur. Buna karşın Diyarbakır’ın Tilalo köyünde bulunan kuş evleri ise yörenin özelliğine göre çamurdan, bir başka deyişle kerpiçten yapılmıştır. Bu bağlamda çamur, ev ve güvercin üçlüsünü bir arada bulunduran doğayla uyumlu yuva fikri ise incelenmeye değerdir. Bu nedenle makalenin amacı çamur ve güvercin arasındaki bu kutsal ilişkiyi bir arada barındıran Tilalo köyünde bulunan kuş evlerini incelemektir. Bu makalede Diyarbakır’ın Tilalo köyünde son örnekleri kalan kuş evlerinin yöresel kimliği, yapım malzemeleri ve diğer özellikleri ortaya konarak, evrensel kültüre katkı sağlanmaya çalışılmıştır. Ancak Diyarbakır’ın Tilalo köyündeki çamurdan yapılmış kuş evlerinden söz etmeden önce Tilalo
61
Dr. F. Evren DAŞDAĞ1 Öğr. Gör. Nursen Işık2 1TRT Diyarbakır Müdürlüğü, GAP Radyosu. evrendasdag@dicle.edu.tr 2Dicle Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Diyarbakır. nisik@dicle.edu.tr
kasabası hakkında kısa bir bilgi vermek yararlı olacaktır. Tilalo Kasabası “Til” Arapça’da tepe anlamına gelir. Tilalo, “Ali’nin tepesi” anlamında bu kasabaya isim olarak konmuştur. Diyarbakır’a yaklaşık 15 km. uzaklıkta yeşil bir tepenin eteklerine kurulmuş olan Tilalo 9015 metrekare yüzölçümü olan bir kasabadır. Burada 182 evde 1270 kişi yaşamaktadır. Geçmişte Tilalo’da yaşayan köylülerin geçim kaynaklarından biri olan ve Dünya’ca ünlü Diyarbakır karpuzlarının yetiştirilmesinde kullanılan güvercin evlerinde biriktirilen güvercin gübresi ve kuş evleri yöreyle özdeşleşmiştir. Eskiden kasabadaki hemen, hemen her hanenin bir güvercin evi varken, çeşitli nedenlerden ötürü kuş evlerinin sayısı ona düşmüştür.
malzemesi olarak kullanılmaktadır. Kerpiç, doğayla tümüyle uyumlu olan toprağın eve dönüşüm sürecinin ana yapı taşıdır. Kerpicin son derece ekonomik bir malzeme olması ve kaliteli türünün yörede bol miktarda bulunması da bu tür yapılara yönelimde önemli rol oynamıştır. Yörede yaşayanların ekonomik düzeyleri yükseldikçe, bu yapı türünün, yerini beton yapılara bırakması bu tezi doğrular niteliktedir. Öte yandan kerpiç yapıların en büyük özelliği de yapının nefes almasıdır. Örneğin bu tür yapıların odanın içindeki sigara dumanı gibi kötü havayı doğal yolla süzdüğü görülür. Ayrıca kerpiç yapıların bir başka özelliği de, içinin kışın sıcak, yazın serin olmasıdır. Burada sözü edilen etkenlerden ötürü yöredeki evler ve güvercin evleri kerpiçten yapılmıştır. Tilalo’nun, kıyılarında karpuz tarlaları bulunan Dicle nehrine yakın oluşu ise, güvercin evlerinin yöredeki yoğunluğunun bir başka nedeni olabilir.
Güvercinin Anlamı Hıristiyanlıkta, güvercin “insanlara kardeşçe yaşama duygusunu, barışı, gönül sevincini götüren ve cennette mutluluğu, sevgiyi taşıyan kutsal bir kuş olarak bilinir ve sevilir. Büyük sportif yarışmalarda havaya uçurulan güvercinler bu inanışın en güzel örneklerindendir.” (2)
Şekil 1. Diyarbakır Boranhanelerinin Bulunduğu Diyarbakır-Tilalo Mevkii (1)
Diyarbakır’da kuş evleri sadece kırsal bölgelerde görülür. Kırsal bölgelerde bulunan evler özellikle toprak, su ve samanın karıştırılması ile oluşan kerpiçten yapılmıştır. Köyde yaşayan insanların bu tür yapılara yönelmesi çamur ve insan arasındaki ilginç ilişkiye dayanır. Toprak ve suyun muhteşem dansından oluşan kerpiç, belirli bir süre güneşte kurutulmakta ve yapı
Müslümanlıkta ise, güvercin kutsal bir kuştur. Hazreti Muhammed’in arkadaşı Ebu Bekir ile beraber Mekke’den Medine’ye hicreti sırasında, onları öldürmek kastı ile peşlerine takılanlardan korunmak için Sevr dağındaki Hira mağarasına saklanmaları üzerine güvercinin orada kuluçkaya yatması ve düşmanların böylece yanılması güvercinin çok özel bir kuş olarak bilinmesini sağlamıştır. Bir başka inanışa göre,
62
güvercin Hazreti Muhammed’e duyduğu saygıdan ötürü Kabe’nin üzerine konmaz ve üzerinden uçmazmış. Tasavvufta güvercin “gönül ve sır ulağıdır. Makamdan makama sır, gönülden, gönüle haber taşır. Her dervişin ruhu uyku sırasında güvercin kılığına girer. Bütün manevi makamları, gök katlarını, cennet ülkelerini dolaşır. Ruhlara gerekli mana ışığını getirir”. (3)
Güvercin Evleri Geçmişte, güvercinler yöre insanının yaşamında önemli bir rol üstlenmiştir. Çünkü karpuz üretimi yörenin en önemli geçim kaynaklarından biriydi ve büyüklüğü ve lezzetiyle Dünya’ca ünlü olan bu karpuzların üretiminde güvercin gübresi kullanılmaktaydı. Yöre insanı, Diyarbakır karpuzunun büyüklüğünün ve lezzet kaynağının, üretim sırasında kullanılan ve yörede “koğa” olarak adlandırılan güvercin gübresinden kaynaklandığına inanmaktadır. Bu nedenle yöredeki köylerde hemen, hemen her evde güvercin beslenirdi. Güvercin evleri, güvercinlerin bu yaşam alanlarına ürkmeden gelebilmeleri için köylerin dışında tutulmuştur. Burada vurgulanan nedenlerden anlaşıldığı üzere, güvercin evleri yöre için bir bakıma ticarethaneydi. Diyarbakır’da güvercine “gögercin” ya da “kevok”, yaban güvercinine de “boran” adı verilmektedir. Bu isimlendirilme nedeni ile güvercinlerin barındıkları yapılara da “boranhane” denmektedir.
Resim 1. Güvercin evlerinin içinde çok sayıda bulunan ve güvercinlerin tünediği sepetlerden birinde bulunan güvercinler
Toprağın Temini Yabani güvercinlerin mekanları olan kuş evlerinin inşa edilmesi için sadece toprağa ve tahtaya gereksinim vardır. Bu toprak, Tilalo’dan temin edilir. Toprağın rengi açık kahverengi ve kil oranı yüksektir. Su katıldığı zaman açık kahve renkli bir çamur iken, güneşte kurudukça beyazlaşır ve çimento gibi sertleşir. Bu toprağın bir başka özelliği ise, su katılıp yoğruldukça, sakız gibi kıvamlı bir hal almasıdır.
63
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Toprak Tilalo tepesinden temin edilir. Özellikle tepenin arkasında akan suyun olduğu bölgeden, toprak kürekle kazılarak çıkarılır.
Çamurun Hazırlanışı Çamurun hazırlanışı birkaç günde gerçekleşir. İlk gün toprak elenmeden bir piramit şeklinde toplanır. Ortası açılarak bir havuz şekli verilir. İçine su doldurularak, çamur haline getirilir. On ton toprağa, beş yüz kg. saman katılır ve karıştırılır. Ardından bu karışıma su verilerek, kürekle toplanır. Daha sonra aile fertleri veya yövmiye ile çalışan işçiler çamuru ayakla çiğneyerek, kıvamlı bir hal almasını sağlarlar. Bu çamur bir gün bekletilir. Ertesi gün dört işçi “kalıp” denilen tahtadan çerçevelere çamurları bastırırlar. ( Bu işlem için bir, iki kalıp yeterlidir.) Tahta kalıpların içten içe büyüklüğü 40x40cm. ve 40x20cm. olan iki boyu vardır. Tahta çerçevenin kenar yüksekliği 10cm.’dir. Kalıplara bastırılan çamurlar iyi basılsın diye el ile vurulur, mala ile düzeltilir. Ardından hemen kalıptan çıkarılır. Bu yöntemle dört kişi bir günde 500 tane kalıp basıp, çıkarabilir. Kalıptan çıkan kerpiçler, tuğla gibi, kalın bir plaka görünümündedirler. Elde edilen kerpiç plakalar ön ve arka yüzleri çevrilerek, sonra birbirlerine yaslanacak şekilde yan yana dizilerek, güneş altında kurutulur. Kurutma işlemi yaklaşık bir hafta sürer. Bu sürenin sonunda her kerpiç plaka beyazlaşır, boz bir renk alır ve çimento gibi sertleşir.
Kuş Evinin Yapımı Güvercin evini yapmak için önce taşlardan temel yapılır. Ardından ustası, güneşte kurutulmuş toprak (kerpiç) kalıpları yan yana koyarak, duvarı
örmeye başlar. Her iki kerpiç kalıbın arası yine aynı çamurla sıvanır. Bu şekilde güvercin evinin katları sıra sıra yükselirken, her iki sıranın arası yine çamurla sıvanır. Kerpiç kalıplarla örülen duvarın boyu 1.5m.’ye ulaştığında “hatıl” denilen enli ağaç, kerpiç kalıpların üstüne, enlemesine koyulur. “Hatıl”a kadar olan her kat bir günde yapılır. Kuruması için bir gün beklenilir. Kerpiç kalıplarla örme işlemi bittikten sonra, samanla karıştırılan çamur ile güvercin evinin içi ve dışı mala ile sıvanarak, düzeltilir. Topraktan yapılan bu mekanların üstü ahşap tomruklarla döşenerek, üstüne teneke ya da saç konulur. Bu saca “sibirnek” adı verilir. Bu sacın üzerine de buğday sapı konularak, kül ve toprakla örtülür. Ayrı bir yerde killi toprak elenerek suyla karıştırılıp, yoğun bir çamur elde edilir. İçine saman konulur ve tokaçlanır (dövülür). Bu şekilde güvercin evinin damı oluşturulur. Ayrıca dama yörede “çirorek” adı verilen tenekeden yapılmış, yağmur sularını tahliye eden, su borusu konur. Öte yandan güvercin evlerinin kapıları ahşaptan yapılır. Kapıların boyutları (80 x 1.50cm.), açıldığında güvercinlerin kaçmaması için ufak tutulur. Konstrüksiyona gereksinim duyulmadan yapılan güvercin evi, bu şekilde birkaç gün içinde biter. Öte yandan güvercin evinin yapımı sırasında birleşme yerlerinde çatlamalar olursa, sertçe bir çamurla çatlak yeri doldurulur. Üzeri mala ile düzeltilir. Kuş evleri tek ya da üç bölüm halinde yapılır. Her bölümde sıra sıra, ufak, ancak güvercinlerin rahatlıkla girip çıkabilecekleri büyüklükte delikler (pencereler) bırakılır. Bunlara yörede“Pace” adı verilir. Pencereler yaklaşık olarak 25x40 cm arasındadır. Pencerelerin sayısının fazla olması güvercinlerin giriş çıkışlarının daha rahat
64
olmasını sağlar. Güvercin evlerinin uzun cephelerinde yaklaşık olarak 20 tane pencere yer alır.
Resim 2. Diyarbakır Tilalo Mevkiinde Boranhane Örneği
Resim 3. “Boranhane”de Pencere Örneği
Kuş evlerinin yapımına Mart sonunda başlanır, Eylül sonunda bitirilir. Kuş evlerine kış aylarında bakım yapmak gerekir. Çünkü çatıdaki toprak, donda kabarır, nem çeker. Bu yüzden çatının toprağını sıkıştırmak için, üzerine hafif bir saman atılır. Ot yeşermesin, nem olmasın diye tuz da serpilir. Ardından damın üzerinde sürekli duran 100 kilogramlık “log” denilen bazalt taş ile toprak çatı düzleştirilir.
Kuş Evlerinin İçi İç bölümlere “lüle” denilir. Lüleler belli aralıklarla üst üste yapılır. Her lülenin içinde güvercinlerin tünemesi için basamaklar yapılır. Örneğin üç bölümlü bir güvercin evinde üç lüle ve üç basamak vardır. Güvercin evlerinin bütün iç duvarlarına kazıklar çakılır. Bu kazıklara söğüt dalından özel olarak yaptırılmış kulplu sepetler asılır. (6). Tek bölümlü güvercin evinde yaklaşık 200 sepet, üç bölümlü de ise yaklaşık olarak 1500 sepet bulunur. Bu sepetler; ormandaki söğüt dallarının yeşil filizlerinin kopartılıp, fazla bekletilmeden, huni biçiminde örülmesiyle yapılır. “Boran” adı verilen yaban güvercinleri bu sepetlere yumurtalarını bırakarak, yavrularlar. Her sepete bir çift güvercin denk gelir.
65
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Güvercinler kendi yemlerini kendileri bulup getirdikleri için, güvercinlere yem verilmez. Güvercinlere yalnız kışın, ortalığın karlarla örtülü olduğu günlerde yem verilir. Yem olarak “pirinç zivanı” denilen “darijan” otunun ufak ve parlak olan tohumu ile ak ve kızıl darı karıştırılarak verilir. Güvercinlerin yemlerini rahat yiyebilmeleri için mekanın dar kesiti boyunca 1.5- 2m boyunda, 3-4 cm çapında tahtalar konulur. Buraya yemler dökülerek beslenmeleri sağlanır.
Resim 4. Güvercinlerin Yemlendikleri Tahtalar
Güvercin gübreleri yılda bir defa nisan ayında toplanır. Üç bölümlü bir güvercin evinden yılda 8 –10 ton gübre alınır. Dicle kıyılarının iriliği ile dünyaya ün salmış karpuzları tarlalarda, bu güvercin gübresiyle büyür, olgunlaşır (7). Ayrıca güvercinlerden elde edilen gübreleri, yöre halkı kendi kullanımları dışında da satarak geçimlerini sağlarlar. Bunun yanı sıra kışın kar yağdığında, güvercinlerin yatış saati olan 24.00’de “pace” denilen pencereler güvercin sepetleriyle kapatılır. Lüks ışığı getirilerek
güvercinlerin ışık etrafına toplanması sağlanır. Toplanan güvercinlerden yaşlı olanları toplanıp, kesilerek, “kevok kavurması” ya da “kevok dolması” yapılır.
SONUÇ Güneydoğu Anadolu’da baraj inşaatlarının yapılması ve tarlalara (özellikle karpuz, kavun) baraj sularının düzenli verilmemesi nedeniyle tarlaların yeterince sulanmadığı izlenmektedir. Bunun yanı sıra tarlalara suni gübre verilmesi nedeni ile güvercin gübresine artık ihtiyaç duyulmamaktadır. Teknolojinin hızla yaygınlaşması ve köyden kente göçün hızla artması nedeniyle kırsal bölgeler boşalmaya başlamıştır. Kırsal bölgelerde kalan bir kesim insan da eski yöntemleri kullanmak yerine, daha rahat, daha pratik yöntemlere yönelmektedir. Sözü edilen bu durumlar güvercin evlerinin yavaş yavaş yok olmasına neden olmaktadır. Yalnızca emek ve sevgiyle yapılmış güvercin evleri değil, birçok geleneğin de yok olması söz konusudur. Günümüzde Diyarbakır Tilalo kasabasında sadece birkaç tanesi kalan güvercin evleri ve bu geleneği inatla sürdürmeye çalışan birkaç ailenin de yaşam standartları ve çevresel faktörler düşünüldüğünde bunu fazla sürdüremeyecekleri çok açıktır. Kültürel miraslarımız arasında önemli yeri olan güvercin evlerini yaşatmak bizim kendi kültürümüzü ve geleneğimizi yaşatmakla aynı anlama gelmektedir. Sonuç olarak; geçmişle gelecek arasında köprü vazifesi yapan kültürel miraslarımızdan biri olan güvercin evleri başta olmak üzere bir çok kültürel mirasımıza sahip çıkarak, bunlara yeterli önemin verilmesi ve bunların yaşatılması
66
ile ilgili araştırmaların yaygınlaştırılması, geçmişte olduğu gibi gelecekte de bu mekanların işlevselliğinin arttırılması için yapılacak araştırmaların hızlandırılması, gelecek kuşaklara ulaştırılması açısından en büyük hedefimiz olmalıdır.
67
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
KAYNAKLAR 1. Diyarbakır Tilalo Mevkii Haritası, GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı, Diyarbakır 2. BOZYİĞİT ,A. E, “Halk şiirimizde güvercin”, TFA c.17, s.8033 3. Meydan Larousse c.5, s.464. 4. ARPACIOĞLU,V., “www.güvercinbirliği.com” ,Fotoğraf Arşivi, 2007 5. BEYSANOĞLU, Ş. “Diyarbakır Folklorunda Güvercinler”, 2007, Diyarbakır 6. BEYSANOĞLU, Ş.“Diyarbakır Folklorunda Güvercinler”, www.güvercinbirliği.com, 2007, Diyarbakır
68
DİYARBAKIR’DA ATÇILIK
70
Diyarbakır tarihinde, at sporları ile tanınmış bir ilimizdir. Tarihte at sahibi olmak bir övünç vesilesiydi. Meşhur gezgin Tavernier Diyarbakır’la ilgili hatıralarını anlatırken;”Paşanın birçok atlı süvarisi var ve yirmi bin atlıyı toparlayabilecek güçtedir.’demektedir. Tarihe bakıldığında da 26 Mayıs 1789 tarihinde Mısır için Diyarbakır’dan 2000 süvari istendiği görülmektedir.
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Diyarbakır’da at sporları Diyarbakır’ın eski yerlileri Asurlularla da ilişkilidir. Asur ordularının en kuvvetli bölümünü vahiy edilmiş kitaplarda sık sık duyduğumuz arabalar ve atlılar oluşturuyordu. Naharayna’nın Mezopotamya’nın atlarından ve arabalarından Mısır’ın 18. hanedanının en eski krallarına ait olan anıtların birinde bahsedilir. Diyarbakır’da At sporlarına alt yapı teşkil eden önemli bir oluşum Diyarbakır’ı başkent yapan devletlere örneğin Akkoyunlulara aittir. Akkoyunlu sarayında elçi olarak bulunan Venedik elçisi, Uzun Hasan’ın atlılarının 100.000 olduğunu hesap etmiştir. Bugün Diyarbakır’da Koşuyolu semti bulunmaktadır. Bu semtin adının geçmişte burada atların koşturulmasından dolayı geldiği herkes tarafından bilinmektedir. Geçmişin parlak izlerini sürdürmek için bir hipodrom yapılmıştır. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ile Türkiye Jokey Kulübü’nün işbirliğiyle Diyarbakır-Mardin Karayolu üzerinde 01.Ekim 2008 tarihinde yapımına başlanan Çınar ilçesi Beşpınar Köyü sınırları içindeki binbeşyüz (1500) dekar alana kurulan ve yaklaşık 15 milyon TL’ye mal olan Hipodromun pist sahası 1600 metredir. Padok sahasının etrafı tellerle çevrilmiştir. 1350 kişilik kapasiteli kapalı tribüne sahip olan Hipodromda. Atların ve seyislerin barınacağı (120 at ve 120 seyisin) odalarının olduğu binaların inşaatları 2009 yılında bitirilmiş olup hizmete açılmıştır. İdare binası kullanımı için 150 tonluk su deposu ve ahırların su ihtiyacı için de 300 tonluk su deposu yapılmıştır. 4500 metrekarelik bir alan üzerine araç otoparkı inşa edilmiş olan Diyarbakır Hipodromu geçmişteki, atçılık tarihimizi tekrar canlandıracaktır. Diyarbakır, Türkiye`de Arap atçılığının merkezlerinden bir tanesidir. 1928 yılında Mustafa Kemal ATATÜRK Dicle kenarında 1000 dönümlük arazi
71
Adil ALAN Tarım İl Müdürlüğü, Hayvan Sağlığı Şube Müdürü, Diyarbakır
aldırıp 32 atlık aygır deposu yapmıştır. Aygır deposu yaptırdıktan sonra 1930 yılında merhum İhsan AKGÜN, Nurettin ARAL ve Selahattin BATUR’u (İnal BATUR’un babası) Bağdat’a gönderip Irak ve İran’da o zamanki padişah yarışlarından külçe altın kazanan safkan arap atlarını Diyarbakır’daki aygır deposuna getirtti. Bu damızlık atlardan çok güzel safkan arap tayları elde edildi. Şuan Dicle Üniversitesi kampüsünde bu aygır deposu atıl vaziyette bulunmaktadır. Bakanlığımız ve Türkiye Jokey Kulübü bu atıl vaziyetteki aygır deposuyla ilgili Dicle Üniversitesiyle ortak bir çalışma yürütmektedir ve buranın tekrar restore edilmesi için bir ödenek ayırmıştır. Bununla birlikte At yarışları 1927 yılının sonbaharında arap atının ıslahı için devlet tarafından Diyarbakır’da yapılmaya başlandı. İstanbul, Ankara, İzmir, Adana ve Diyarbakır’da yarışlar 6 hafta yapılırdı. Diyarbakır’daki bu yarışlar sırasıyla; şuan adliye sarayının arkasında bulunan helikopter pistinde daha sonra o dönemde (boş arazi olan) ofisteki paşa konağının arkasındaki boş alana ve 1955 yılından itibarende da yarışlardan adını alan Koşuyolu semtinde yapılırdı. Bu yapılan yarışlarda ilk 3 dereceyi alan atlar Ankara’dan gelen uzman heyet tarafından genel bir kontrolden geçirildikten sonra damızlık olarak Karacabey, Çifteler, Karaköy, Sultansuyu ve Altındere haralarına gönderilirdi. Merhum Tahir POLAT’ın oğlu merhum Hıdır POLAT’a ait belgelerden ve çocuklarının(Kemal POLAT) ifadelerine göre 1959 yılında yapılan yarışlarda Amerika’dan gelen bir bayan jokeyinde(cilbet) katıldığı yarışta Tahir POLAT’ın bindiği at birinci gelmiştir ve birinci
gelen bu atı zengin olan Amerika’lı bayan satın alarak ülkesine götürmüştür(1929 doğumlu Diyarbakır’ın eski atçılarından ve halen bu mesleğini sürdüren Mehmet Şerif ALPAY ‘ın ifadesi) Şimdilerde Koşuyolu diye bilinen ve burada büyük bir park oluşturulan yerde her yıl ilkbahar ve sonbaharda at yarışları düzenlenir ve halk oraya akın ederdi. Tozun toprağın içinde olmasına rağmen kimse umursamaz, herkes yer kapmak için çok önceden koşu sahasını doldururdu. Atların koştuğu yerde tel örgü falanda bulunmazdı, isteyen dokunabiliyordu. Burasını tabir yerindeyse mahşeri bir insan kalabalığı doldururdu. Karacadağ mıntıkasından Sabri Kahya’nın kır atı kendi branşında daima birincilik alırmış. Mızmız Muhammed, Göçmen Bekir gibi jokeyler çeşitli mesafelerde birincilikleri olan, Diyarbakırlılar için tanınan simalardanmışlar. Hakem heyeti koşu pistinin içindeki binadan dürbünlerle yarışları takip ettikleri gibi heyetten bir kısmı da koşu meydanının içinden at yarışlarını izler, usulsüz hareketlerde bulunanları diskalifiye ederlermiş. At yarışlarına çok kişi katılırdı fakat birinciyi herkes bilirdi. O hiç değişmezdi. Tahar Ağa (Tahir POLAT) her yarışın galibiydi. Son zamanlarında yaşlanmış olmasına rağmen koşmaktan geri durmamış ve Diyarbakır’ın at yarışlarına katılmıştı. Zayıf, nahif vücuduyla atın üzerinde öylesine bir ustaca oturuşu vardı ki, bazen sanırdınız at koşuyor üzerinde Tahar Ağa yok. Kendisi bazen
72
zorlanırdı, fakat ne eder, ne yapar bu zorlandığı koşuyu bile kazanırdı. (Tahar Ağa 1960 yılının sonunda yapılan yarışta attan düşerek öldü.) Tahar Ağa ölünce at yarışları da öldü mü? Ölmedi.Diyarbekir’e yakın bir köye taşındı at yarışlarının yapıldığı yer.Fakat o günkü sevgi öldü,o günkü ruh öldü çünkü’’ Tahar Ağa’’da öldü.Öldüğünde şöyle bir söz duymuştum:’’Su testisi su yolunda kırıldı’’Rahmetle anıyoruz.(M.Mergen). Daha sonra Koşuyolundaki at yarışları 1973 yılına kadar devam etti.(1971 tarihinde yapılmadı) O dönemde hiçbir yerleşmenin olmadığı Koşuyolunda lise inşaatının başlaması üzerine buradaki at yarışları o dönemin mülki amirleri tarafından yaptırılmadı. Bundan dolayı 1974 ve 1975 yıllarında yarışlara ara verildi. 1976 yılında yarışlar ilimiz merkezinde bulunan Karabaş köyüne taşındı ve oradaki yarışlar 2006 yılına kadar devam etti. (1979–1980–1991–1992–1993–1994 tarihlerinde yapılmadı).Karabaş köyündeki yarışlar 2007 yılında Beş pınar köyünde temeli atılan hipodrom arazisinde yapıldı. 2008 yılında ise hipodromun, yapımı tamamlanan pistinde son mahalli yarış olarak düzenlendi. Beklenen gün geldi Diyarbakır’ımız Türkiye’nin 8. ve en büyük arazisine sahip Hipodromuna kavuştu(23 Eylül 2009). Bundan böyle mahalli at yarışları yerine ulusal at yarışları düzenlenecektir. Cumhuriyet tarihinden beri safkan arap atçılığının merkezi konumundaki ilimiz geçte olsa hak ettiği hipodromuna 23 Eylül 2009 tarihinde kavuşmuştur. 23 Eylül 2009 tarihinde resmi yarışlara başlanan Türkiye’nin 8.ci ve en büyük hipodromunda ilk sezonunda 10 yarış gününde toplam 75 koşu gerçekleştirilmiştir.2.5 ay süren ilk sezon boyunca hipodromun bulunduğu Çınar Belediyesi’ne yaklaşık bir milyon TL kaynak aktarımı Diyarbakır’a da dolaylı olarak iki milyon TL civarında ekonomik girdi sağlandı. 2.5 aylık süreç içerisinde misafirlerden ve personelden oluşan yaklaşık 1.500 kişiye otellerden hizmet verildi.Bu kişiler sosyal ihtiyaçlarını bu kentten karşıladılar.Atlarımızın ilaçları, yemleri, Veterinerlik hizmetlerinden oluşan çeşitli ihtiyaçları ve atların nakilleri Diyarbakır’a ekonomik açıdan büyük oranda katkı sağladı. 2009 yılında 10 yarış günü sonunda dağıtılan ikramiye miktarı iki milyon TL’dir. Bu ikramiyeyi ilimize gelen atçılar aldı. Önümüzdeki yıllarda bölge At Cenneti haline gelecektir.
73
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
1-Diyarbakır Hipodromunun Açılışı(23 Eylül 2009)
2-Koşu Bitimi
3-Hipodromda Yarış İzlemeye Gelen Diyarbakırlılar
4-Tahar Ağanın Torunları
74
DİYARBAKIR’DA DAĞ KEÇİLERİ VE MELEZLEŞTİRİLMESİ
76
GİRİŞ Evcil hayvan türleri arasında keçinin önemli bir yeri vardır ve ekonomik önemi fazla olan türlerden birisidir. Bunu keçinin ilk evcilleştirilen hayvan türlerinden birisi olmasına ve değişik çevre koşullarına, kısa sürede uyum göstermesine bağlayabiliriz. Özellikle Tropik ülkelerdeki halkın besin ihtiyaçlarının karşılanmasında keçinin ayrı bir yeri vardır. Hindistan, Meksika, Nijerya, Irak, Libya, Fas, Yunanistan ve Türkiye gibi ülkelerde rutubeti az, kurak ve yarı kurak alanlarda keçi yetiştiriciliği yaygın şekilde yapılmaktadır.
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
M.Ö. 9000-7000 yıllarında Orta Doğu’da evcileştirildiği düşünülmektedir. Halen dünyada yetiştirilmekte olan evcil keçi ırklarının 3 yabani keçiden köken aldığı kabul edilir. Bunlar; Capra prisca adamets (kılıç boynuzlu), Capra falconeri (burgu boynuzlu) ve Capra aegagrus (hilal boynuzlu) yabani keçi ırklarıdır. Keçi yetiştiriciliği özellikle kırsal kesimde yaşayanlar için hayvansal protein kaynağı açısından önemli bir yere sahiptir. Keçi ürünleri et, süt, deri ve kıl ya da tiftiktir. Türkiye et üretiminin %7.3, sütün ise %2.3 keçilerden sağlanmaktadır (FAO, 2002). Et üretimi keçi başına ortalama 16.3 kg ve süt üretimi 61 kg’dır. Keçilerde üretilen ürünlerin yaklaşık %60’ı öz tüketimde kullanılmaktadır. Türkiye genelinde küçükbaş hayvan varlığı içindeki payı %21.4’lik gibi oldukça önemli bir paya sahiptir. Keçi varlığı bölgelere göre dağılımında, Akdeniz Bölgesi %26.5, Güneydoğu Bölgesinde %25.6 ve Ege Bölgesinde %20.3’lük büyük bir yayılma olduğu dikkati çekmektedir. Her ne kadar keçiler daha çok dışarıda otlatılmaya elverişli iseler de dünyada entansif bakım ve beslemeye de oldukça iyi yanıt veren keçi ırkları da vardır. Gerek ılıman iklimli ülkelerdeki ve gerekse tropik bölgelerdeki süt tipi keçiler buna örnektir. Süt keçileri, her iklim koşullarında yetiştirilmesi, sıcağa ve soğuğa karşı toleranslı olması, uzun yürüyüş kabiliyeti ve kolayca pazar bulma ve alma kolaylıkları yanında, oransal süt veriminin (canlı ağırlığın 50 kg x 10-15 katı=500-700 kg/yıl) yüksekliği nedeni ile yalınız ovada değil dağlık yörelerde de tercih edilmektedir. Keçi yalnız kırsal kesimde dar gelirli ailelerin değil, aynı zamanda işçi, emekli, memur, bağ bahçe tarımı ile uğraşan tüm küçük çiftçiler tarafından da yetiştirilmektedir. Bunlar, ailelerinin günlük ihtiyacı olan, süt, yoğurt, yağ ve peynir gibi önemli hayvansal ürünleri, sığır ve koyundan daha çok süt
77
Murat TOMAR Ziraat Mühendisi murattomar@yahoo.com
keçisi ya da Kıl keçisinden sağlamaktadırlar. Keçi kırsal kesimde fakir ailenin geçim kaynağı ve sigortasıdır. Bu üretim dalında masraf yok denecek kadar azdır. Vücut yapısının küçük olması, değişik beslenme alışkanlıkları, selülozu iyi sindirebilme, yüksek süt ve döl verme yetenekleri ile elverişsiz şartlarda dahi başarılı şekilde yetiştiriciliğinin yapılabilmesi keçi yetiştiriciliğini cazip kılmaktadır.
Dağ Keçisi Dağ keçisi (Capra), 9 türü içine alan bir cinstir. Evcil keçi (Capra aegagrus hircus) diğer bir adıyla yaban keçisinin evcilleştirilmiş bir alt türüdür. Keçiler, geviş getiren hayvanlardır. Bu hayvanların midesi 4 bölümden oluşur. Keçinin erkeği teke, kısır erkeği erkeç, dişisi keçi, yavrusu ise oğlak, bazı yörelerde 1 yaşına kadar çepiç olarak çağırılır.
Mezolitik dönemde Diyarbakır’da keçi Çermik Sinek Kayaltı sığınağında M.Ö.13.000 yıllarına ait av resminde 14 dağ keçisi resmi bulunmaktadır.
Anadoluda resmi saptanan en eski av resmi (Prof.Dr.Oktay Belli’nin Arkeoloji Sanat Derg.120.sayı)
Neolitik dönemde Diyarbakır’da keçi Ergani yakınlarındaki Çayönü kazılarında gün ışığına çıkarılan çeşitli kalıntı ve buluntuların ortaya koyduğu,yalnız Anadolu’nun değil,bütün Güneydoğu Asya ve Avrupa’da İsa’dan 7 bin yıl önce ilk karma ekonomisi gerçekleşmiştir; koyun, keçi, köpek gibi hayvanlar evcilleştirilmiş, yerleşik bir düzen içinde özgün bir mimariye sahip insan toplulukları yaşamıştır. (Halet Çamlıbel, Güneydoğu Anadolu Tarih öncesi araştırmalarının Kültür Tarihi Bakımından Önemi’ Atatürk Konferansları.1970. TTK yayını.Ankara.1972.s.26) (Ufuk Esine’Tarih öncesi çağlarda Anadolu’da ilk Üretim Aşaması.’Toplum ve Bilim’.No.6-7(Yaz-güz 1978).s.22)
Halan Çemi kazılarında 14 karbon ile erken Neolitik kültür kalıntıları ortaya çıkarılmış,Doğu Anadolu’nun en eski kültürü bulunmuştur.Kazıda hayvan kalıntıları bulunmıuştur. Bunlar koyun,ke çi,geyik,sığır,kaplumbağa,kuş,balık gibi türlerdir. (Yrd.DoçDr. Remziye Okar, Sedat Kılıç: Batman ve Çevresi tarihi Gelenek ve Görenekleri.Diyarbakır.D.Ü.Eğitim Fak. Tarih Eğitim Bölümü.1998.s.42-44)
78
Selçuklu döneminde surlar ve Keçi Motifi Diyarbakır Surları ve Dağ Keçi Kabartması Mardin kapı ve Dağ Kapı’da Abbasilere ait kabul edilen boynuzlu hayvan (Keçi, öküz) figürleri bulunmaktadır. Selçuklu (Melikşah) Burcu’nda mücadele eden iki keçi kabartması, burcun kitabesinin birinci satırının altında orantılı yer almıştır. Nur Burcu’nun kitabesinin son satırının üstünde iki dağ keçisi kabartması, Melikşah Burcu’ndaki kabartmalardan daha ustalıklı işlenmiştir. (M.Ali Abakay. Diyarbakır Kalesi’nde Motiflerle Kabartmalar) (www.edebiyatdostlari.com/tarih/946-diyarbakir-kalesinde-motiflerle-kabartmalar.html)
Günümüzde Keçinin Durumu YILLAR
2001
2002
2003
2004
Koyun
836 456
689 610
725 626
717.156
Kıl Keçisi
247 804
249 663
303 934
250.708
Toplam
1 084 260
939 273
1 029 560
967.864
Diyarbakır’ın Küçükbaş Hayvan Varlığı (1000 Adet) (TİM)
Diyarbakır ilinde yetiştiriciliği yapılan yerli ırk koyunlar, akkaraman, morkaraman, ivesi, dir. Keçi ırkı olarak bölgemizde kıl keçisinin yetiştiriciliği yapılmaktadır.
Saanen Keçisi ve Tekesi Genel olarak keçiler küpeli, kısa ve beyaz tüylüdür. Meme iki but arasına iyi yerleşmiş olup koltuk tipi bezel memedir. Gelişme hızı, süt ve döl verimi yüksektir. Genellikle 2-5 başlık gruplar halinde aile işletmelerinde kullanılır. 1959’lı yılların başında Türkiye’ye de getirilmiş ve halen saf ve melez olarak yetiştirilmektedir(Verim Özellikleri Saanen ırkının en önemli özelliklerinden birisi olan farklı iklim koşullarına uyma yeteneği sayesinde, götürüldüğü yerlerde çok çabuk adapte olabilmektedir. Saanen keçileri yemleme ve mera koşullarına karşı çok duyarlıdır. Yüksek verim yeteneği ancak iyi bakım ve besleme koşullarında ortaya çıkar. Saanen keçilerinde yemden yararlanma yeteneği yüksektir ve erken çağda cinsi olgunluğa ulaşırlar ve hızlı ürerler. Bu da Saanen ırkının yetiştirme yönünden en önemli avantajıdır. Döl verimi yüksek olan ırk, genellikle ikiz yada üçüz doğum yaparlar. Canlı ağırlık erkeklerde 70 kg, dişilerde 50 kg’dır. Ortalama 2.5 yaşında süt verimi 750 kg ve laktasyon 79
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
süresi 280 gün’dür. Elit dürülerde laktasyon süt verimi bir ton ve laktasyon uzunluğu 300 gün olarak saptanmıştır. Sütte yağ oranı % 3.4-3.6 civarındadır.
Kilis Keçisi Her türlü iklim koşulların iyi uyabilen, ekstansif ve entansif koşullarda, küçük aile işletmeleri halinde veya sürüler halinde yetiştirilebilen, sağlam vücut yapılı, uzun yürüyüş yetenekli süt ve döl verimi yüksek bir keçi ırkıdır. Güney Doğu Anadolu Bölgesinde özellikle Hatay, Gaziantep ve Urfa dolaylarında yetiştirilen bu ırk Suriye’den getirilen Halep keçileri ile kıl keçileri arasında yapılan melezleme ile ortaya çıkmıştır. Sayıları 100 bin dolayında olan Kilis keçileri Türkiye yerli ırkları içerisinde süt verimi en yüksek olan ırktır. Kili keçilerinde vücut çok uzun ve genellikle siyah renkli kıllarla kaplıdır. Kulaklar çok uzun, geniş ve sarkıktır. Kilis keçileri genellikle boynuzludur. Ancak boynuzsuz hayvanlar erke ve dişide de bulunmaktadır. Meme iyi gelişmiş olup iki bacak arasında öne doğru uzanmaktadır. Verim özellileri ergin tekelerin canlı ağırlıkları 60-90 kg, dişilerin ise 45-65 kg ararsında geniş bir variyasyon göstermektedir. Laktasyon süt verimi 200-350 kg ve laktasyon süresi 250-300 gün’dür. Sütte yağ oranı %4.3-4.7 civarındadır. Kıl verimi 500-600 g’dır. 100 keçiden elde edilen oğlak sayısı 120-160 arasındadır.
Saanen Keçisi İle Melezleme Keçiler geviş getiren diğer hayvanlara kıyasla elverişsiz çevre şartlarına daha dayanıklıdır. Meralardan çok iyi yararlanabilirler. İyi bir süt keçisi yaklaşık 10 ay sağılabilir ve günde ortalama 2 kg süt verebilir. Bu açıdan süt
keçilerinin hiç yemlenmeden, sadece merada beslenmeleri düşünülemez. Çünkü istenilen süt ve döl veriminin elde edilmesi beslemeyle yakından ilişkilidir. Üreticilerin sahip oldukları, et ve süt verimleri düşük yerli ırk keçileri elden çıkararak, yerine yüksek verimli kültür ırkı hayvanları koymaları ekonomik olmayabilir. Bu nedenle süt keçiciliğinin geliştirilmesinin esası melezleme çalışmalarına dayanır. Ancak melezleme çalışmalarının başarılı olabilmesi için damızlıkların yüksek verimli hayvanlardan seçilmesine dikkat edilmelidir. Sonraki melezleme çalışmalarına elde edilen melez keçilerle devam edilebilir.Dünya‘da keçi yetiştiriciliğinde yerli ırkların ıslah edilmesi amacıyla en çok Saanen ırkı keçiler kullanılır. Bunun nedeni Saanen keçisinin farklı iklim ve çevre koşullarına kolayca uyabilmesidir Böylece bir çok ülkede yerli keçilerin ıslahında Saanen keçileri kullanılarak yüksek verimli yerli keçi tipleri elde edilmiştir. İyi bakım ve besleme koşullarında 2,5 yaşın üstündeki bir Saanen keçisi bir sağım döneminde 280-300 gün sağılabilmekte ve toplam 700-900 kg süt verebilmektedir. Saanen keçileri İsviçre kökenli süt ve döl verimi yüksek hayvanlardır. Saanen keçisinin vücudu beyaz veya parlak krem rengi kısa kıllarla kaplıdır. Deri rengi pembemsidir. Omuz, sağrı ve sırt çizgisi üstündeki kıllar daha uzundur. Tekelerin sakal ve yelesinde uzun kıllar oluşmuştur. Tekelerin canlı ağırlığı 75 kg‘a kadar çıkabilmektedir. Dişilerin vücudu süt tipine uygun zayıf ve ince bir yapıya sahiptir ve canlı ağırlıkları 50 kg civarındadır. Bacakları düzgün ve sağlam yapılı yol yürümeye elverişlidir. Meme yapısı çok iyi gelişmiş ve vücuda bağlantısı geniş koltuk meme tipindedir. Döl verimleri yüksektir. Çoğunlukla ikiz veya üçüz oğlak verir. Saf olarak
80
da yetiştirilen Saanen keçileri ülkemizde de yerli ırklarımızın ıslahında kullanılır. Özellikle Ege Bölgesinde kıl keçilerinin ıslahında Saanen keçisi tekeleri başarı ile kullanılmaktadır. Saanen keçisi ile kıl keçisi melezlerinin yerli ırklara göre süt verimi fazla, canlı ağırlıkları ve et kalitesi yüksektir. 300 başlık yerli kıl keçisi sürüsünden elde edilebilecek süt, 50-60 başlık melezlenmiş bir sürüden sağlanabilir. Melezlerde ikiz doğum oranı yerli ırklara göre daha yüksektir. Elde edilen bu melez keçiler, Saanen tekeleri ile tekrar çiftleştirilerek, daha ileri melezler elde etmek de mümkündür. Teke katım zamanı bölgelere göre değişir. Aşım mevsimi öncesi keçilerin ve tekelerin özel bir yemlemeye alınması faydalıdır. Böylece kısırlık riski azalırken, ikiz ve üçüz doğumların artması mümkün olabilir. Keçilerde teke katma işlemi “serbest katım” ve “elden katım” olarak iki şekilde yapılabilir. Serbest Katım Serbest katım yönteminde 30-35 keçiye ergin bir teke hesabı ile katım yapılır. Eğer teke genç ise, 15 keçiye bir teke hesap edilir. Elden katım yönteminde, kayıt tutma imkanı olduğundan hangi dişinin hangi tekeye verileceği bilinir. Böylece sürünün verimce iyileştirilmesinin devamı sağlanabilir. Keçilerin gebelik süresi 145-155 gündür. Gebeliğin son 4-6‘ıncı haftasında yavrunun gelişimi hızlı olduğu için anneye iyi bakım ve besleme uygulanmalıdır. Doğum yaklaştığında keçilerin ayrı bir bölmeye alınması tavsiye edilir. Bölme tabanına bol altlık serilir. Doğumdan sonraki 3-5 gün yavruya ağız sütü mutlaka verilmelidir. Oğlaklar ilk iki ay annelerini emer, fazla süt ise sağılır. Sağımda meme bakımına ve temizliğine gereken özen gösterilmelidir. Sağım sırasında temizlik kurallarına uyarak keçi sütünde istenmeyen kokuları azaltmak yetiştiricinin elindedir. Ülkemizde keçi sütleri inek ve koyun sütleri ile karıştırılar inek sütünden geri kalmaz. Keçilerin barınakları ise gereksinimlerini karşılayacak düzeydedir.
81
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
KAYNAKLAR 1. Kaymakçı ve Aşkın 1997, Özcan 1989, Şengonca , 1974). Haris and Frederick.1996, Kaymakçı ve Aşkın 1997, Özcan 1989, Şengonca, 1974. 2. TİM. 3. tr.wikipedia.org/ 4. Özcan 1989, Anonymous 2002. 5. Kaymakçı ve Aşkın, 19975164
82
DİYARBAKIR VE DOĞA SPORLARI
84
ÖZET Diyarbakır, Doğa Sporları yapmak isteyenler için şaşırtıcı ve etkileyici mekânlara sahiptir. Hafta içi yoğun ve yorucu bir tempoyla çalışanlar, fazla uzaklara gitmelerine gerek kalmadan, Krallar ve Peygamberler diyarı Eğil’e gidip tarih ve doğayı aynı anda yaşamak, Küçük Karadeniz Çüngüş’e gidip yemyeşil doğayı, Fırat’ı, Çağlayanları, Çermik Gelincik Dağına gidip Peri Bacalarını, Silvan Hasuni Mağaraları’na gidip devasa bir taş şehri, Ergani’ye gidip tarihi Çayönü ve Hilar Mağaraları’nı gezerek muhteşem doğal güzellikleri keşfedebilirler. İşte tüm bu mekânları gezip doğa yürüyüşü, tracking, doğa fotoğrafçılığı, yamaç paraşütü, kampçılık gibi doğa aktivitelerini yapmak istemezmisiniz? Bence hiç durmayın hemen yola koyulun.
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
GİRİŞ Diyarbakır’da Doğa Sporları 2004 yılında Karacadağ Spor Kulübünün öncülüğüyle başladı. Kulüp başkanı Remzi SAYILAN ve Dağcılık İl Temsilcisi Abdurrahim EKİN ‘in girişimiyle Türkiye Dağcılık Federasyonu tarafından tanınan ilimizdeki ilk resmi dağcılık kulübü oldu. Aynı yıl Dağcılık Federasyonunun düzenlediği eğitim kurslarına sporcu gönderen Karacadağ Spor Kulübü, ilk resmi faaliyetini 2004 Temmuz’unda 253 kişinin katılımı ile gerçekleşen 1.Geleneksel Recep Yazıcıoğlu Karacadağ Tırmanışı olmuştur. Katılım beklenenin üzerinde olunca, ileriki yıllar için önemli motivasyon kaynağı olmuştur.
2005 yılında Abdurrahim EKİN’in kuruculuğunu yaptığı, Diyarbakır Doğa Sporları Gençlik ve Spor Kulübü ile ildeki spor kulübü sayısı ikiye çıkmış ve faaliyetlere katılan sporcuların sayısı ise artmıştır. Profesyonel olarak ilk ciddi tırmanış, 28–30 Ağustos 2005 tarihleri arasında İl Temsilcisi Abdurrahim EKİN’in Türkiye’nin en yüksek ve Avrupa’nın ikinci yüksek doruğu olan Ağrı Dağı’na (5137 m) başarılı bir şekilde yapmış olduğu tırmanıştır. Daha sonraki yıllarda ise Kaçkar Dağı (3937 m), Erciyes Dağı (3916 m) , Palandöken (3271) , Artos Dağı (3550) gibi ülkemizde
85
Abdurrahim EKİN Doğa sporları Gençlik ve Spor Kulübü Başkanı Türkiye Dağcılık Federasyonu Spor Tırmanış Kurul Üyesi Diyarbakır rahimekin@yahoo.com didosk@mynet.com
yüksek irtifa dağcılığı için önemli merkezlere tırmanışlar gerçekleştirilmiştir.
2006 Ağrı (5137m) Zirve
2010 yılında gelindiğinde ise Doğa Sporları ile ilgilenen kulüp sayısı 4, lisanslı sporcu sayısı ise 410 olmuştur. Dağcılık branşı ile birlikte Kaya Tırmanışı, Rafting, Kayak ve Snowboard gibi doğa aktivitelerini de gerçekleştirmeye başlamıştır. Sadece yaz faaliyetleri değil, kış aylarında da çok sayıda faaliyet gerçekleştirilmiştir. Diyarbakır’a yakınlığı ile bilinen; Karacadağ (53 km), Hazarbaba (115 km), Bingöl (165 km), Bitlis Merkez (200 km), Tatvan Nemrut ( 220 km) ve Palandöken (310 km) kayak tesislerine faaliyetler düzenlenmiştir.
Doğa Sporları İçin Biçilmiş Kaftan (Eğil)
branşları yapabileceğiniz tek adres. Eğil Asur Kalesi, Kalecik Kalesi, Selman Cibeb (Cebeb) Kalesi, Asur Kral Mezarları, (suni) mağaralar, hamamlar, Taciyan Camisi, Nisanoğlu Türbesi, mağara, kilise, Şerbettin (Kalkan Köyü) Hanı, Kasım Bey Kümbeti ve Yeraltı Sarnıçları ile kültür turizmi içinde önemli mekânlardan biridir. Diyarbakır’da sıcaklıkların temmuz, ağustos aylarında 40–50 dereceye ulaştığında serinlemek ve doğa fotoğrafçılığı, doğa yürüyüşü, tracking, yamaç paraşütü, dalgıçlık ve durgunsu kano gibi aktivitelerle güzel vakit geçirmek isterseniz. Bence fazla düşünmeyin ilk adres Eğil.
Çüngüş, Küçük Karadeniz Çüngüş, Doğusunda Çermik, Kuzeyinde Elazığ’ın Sivrice ilçesi Batısında Malatya ili Pütürge ilçesi ile Fırat nehri ve Güneyinde Adıyaman iline bağlı Gerger ilçesi bulunmaktadır. Güneydoğu Toroslar üzerinde sırayla Abaza, Akdağ ve Savucak dağları ile çevrilidir. İşte Çüngüş’e küçük Karadeniz dememin nedeni de bu dağlardır.
Fotoğraf: Eyüp ARSLAN Resim 1
Diyarbakır’da Doğa Sporları denildiğinde akla gelen ilk adres Eğil. Neden mi? Dağcılık, Kano, Yamaç Paraşütü, Doğa Yürüyüşü, Kaya Tırmanışı, Dalgıçlık, Mağaracılık işte tüm bu
Oluşturdukları kanyonlar ve bu kanyonlara sızan yüzlerce su gözeleri, bunların oluşturdukları çaylar ve muhteşem bitki örtüsü ile bu unvanı fazlasıyla hak etmektedir. Ayrıca, doğa yürüyüşü için onlarca patika, Yamaç Paraşütü
86
yapmak isteyenler için uygun yükseltiler, dağ bisikleti ve doğa yürüyüşü için uygun parkurlar, fotoğraf çekmek isteyenler için mükemmel gürüntüler ve Fırat’ta Kano işte tüm bu aktivitelerini yaparken zevk alacağınızdan emin olduğum güzel bir mekân.
Alternatif Mekânlar
Resim 2
Çermik İlçenin hemen yanı başında yükselen Gelincik dağı, zirvesinde Kapadokya’daki peribacalarını (Resim 2) anımsatan yapıları, hemen altından akan sinek çayı ve Bintaş köyünde bulunan kayalıkları ile dağcılık ve kaya tırmanışı, doğa yürüyüşü yapmak isteyenler için mutlaka görülmesi gereken bir ilçedir. Ergani 9000 yıllık bir tarih, Hilar Şehri (Çayönü) Anadolu’nun en eski köyü, işte bu tarihi şehirde doğa yürüyüşü, kampçılık gibi doğa aktiviteleri yapabilirsiniz. Ayrıca burada bulunan kayalıkların yapısı ise özellikle kaya tırmanışı yapmak isteyenlere sayısızca tırmanış parkur yaratmaktadır. Zülküf Peygamber dağına(Makam dağı) tırmanış yapabilir, yamaç paraşütü ile ayaklarınızı yerden kesip nefis fotoğraflar çekebilirsiniz.
Resim 3
87
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Silvan Doğa aktivitelerini yapacağınız merkezlerin başında Hasuni mağaraları (resim3) gelmektedir. Anadolu’nun en eski mağara yerleşim merkezlerinden biri olan Hasuni, doğa yürüyüşü yapmak isteyenler için oldukça etkileyicidir. Ayrıca çanak şeklindeki yapısıyla yamaç paraşütü yapmak isteyenler için uygun bir mekândır. Silvan’a yaklaşık 15 km uzaklığındaki Malabadi baraj gölü ise durgunsu kano yapmak isteyenlere keyifli zamanlar yaşatacaktır.
gezip yerinde görmek ve spor yaymak için, hiç durmayın hemen yola koyulun.
Andok Dağı Diyarbakır’ın ve Muş ili sınırları içerisinde bulunan Andok 2840 m yüksekliği ile ilimizdeki en yüksek dağdır. Andok dağı (Resim 4) , oldukça etkileyici bir floraya sahip olmakla birlikte onlarca doğal su kaynağı bulunmaktadır
Resim 4
Böylesine etkileyici özellikleri olan Andok, yüksek irtifa dağcılığı için en önemli tırmanma parkurudur. Daha önceleri Türkiye Dağcılık Federasyonu faaliyet programında yer alan Andok, son yıllarda güvenlik nedeni ile tırmanışlara kapatılmış durumda. Yinede tırmanmak isteyenler için her yıl 15 Temmuz’da, zirvesinde bulunan Şeyh Muhammede Andok’un türbesine ziyaret gerçekleştiren binlerce kişiyle aynı anda çıkılabilir. İşte böylesine güzel ve tarih kokan bu mekânları
88
DİYARBAKIR’DA SOKAK HAYVANLARI
DOĞANIN VE HAYVANLARIN KORUNMASI VE DİYARBAKIR’DA SOKAK HAYVANLARININ DURUMU
92
ÖZET Doğa kendini devamlı yenileyen ve değiştiren, canlı ve cansız maddelerden oluşan tüm varlıkları kapsar. Doğa canlı ve cansız varlıkları ile bir bütündür. Hava, su, toprak, bitki, hayvan ve insan doğada hep birlikte bulunmaktadır. Her biri kendine özgü yaşam formuna sahip tüm ekosistemler önem taşır. Bu varlıklardan birisinin eksikliği doğanın düzeninin bozulmasına sebep olur. İnsan doğada yaşayan türlerden sadece birisidir. Ancak doğaya zarar veren tek türdür. İnsanın olmaması doğa için bir eksiklik teşkil etmemektedir. Milyonlarca yıl kendi düzeni içinde uyum içinde yaşayan Dünya, insanın gelişi ve doğaya egemen olma savaşı yüzünden, içinde yaşayan canlılar ile birlikte yok olma sürecine girmiştir. En basit yaşam formunun bile ekosistemde önemli bir rolü bulunmasına rağmen, insan acımasızca bu canlı türlerinin bazılarının yok olmasına sebep olmuştur ve olmaya devam etmektedir.
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Doğanın ve Hayvanların Korunması İnsan kendisini yaşadığı dünyanın bir parçası olarak değil, dünyanın ve hatta evrenin sınırsız tek hakimi olarak görmektedir. İnsan bu dünyanın efendisi değil, yalnızca yeryüzündeki diğer canlı türleriyle eşit yaşam hakkına sahip bir türdür. İnsan merkezli bakış açısı ve kör zihniyet, günümüzde ekosistem bütünlüğü ve biyolojik çeşitlilik açısından en ciddi tehlikedir. Sonucunu düşünmeden ormanları yaktık, kestik kendimize hep yer açtık. Sularımızı kirlettik. Denizlere pisliklerimizi, atıklarımızı döktük. Havayı her türlü şekilde kirlettik, ozon tabakasını deldik. Dünyanın ısınmasına, buzulların erimesine yol açtık. Canlıların yaşam alanlarını yok ettik. Tüm bu yaptıklarımızla aslında kendi sonumuzu getirdik. İçinde ölünceye kadar yaşamaya mecbur olduğumuz, her türlü nimetlerinden alabildiğine yararlandığımız, kendi refahımız için sorumsuzca sömürdüğümüz, hiç bitmeyecek sandığımız ama aslında sınırlı olan kaynaklarını tükettiğimiz, sömürüp, tüketmekle kalmayıp, bir de üstüne büyük bir hızla kirlettiğimiz Dünyanın geleceğinin ne olacağını ne yazık ki bir çoğumuz hiç düşünmemektedir. İnsan dahil tüm canlıları içinde barındıran doğa, çok büyük bir bozulma ve yok olma sürecindedir. Dünya bizim evimiz, gidecek başka bir yerimiz yok. Çocuklarımızın bizden sonra da bu dünyada yaşamaya devam edeceğini algılayamıyoruz veya bana ne diyerek umursamıyor ve hiçbir şekilde
93
Sevgi Ekmekçiler Diyarbakır Doğayı ve Hayvanları Koruma Derneği Başkanı ekmekciler.sevgi@gmail. com
yaptıklarımızdan pişmanlık duymuyoruz. Dünyada yaşayan insan dışındaki hiçbir canlı, kendi türünün yok oluşuna kendisi yol açmamaktadır. Dünyayı sürekli kendi menfaati için büyük bir hızla değiştiren ve bu değişim sürecinde doğayı tahrip eden insanoğlu, kendi türünün ve diğer canlı türlerinin geleceğini de tehlikeye atmaktadır. Aşırı ve bilinçsiz tüketim doğayı kirletmekte, birçok canlı türünün yok olmasına, yaşam zincirinin onarılmaz bir şekilde kopmasına, iklimlerin değişmesine sebep olmaktadır. Doğa o kadar büyük bir hızla yok edilmektedir ki, kendisini yenileme şansını bulamamaktadır. Küresel iklim değişikliği dünyamızın karşılaştığı en büyük sorun. Seller, orman yangınları, hastalıklar, kuraklık küresel iklim değişikliğinin sonuçlarından birkaçı. Dünyadaki en akıllı canlı olan insan, kendi türünün, öteki canlıların ve dünyanın geleceğini kurtarmak zorundadır. Bunun için radikal önlemler alınmalı, çevrenin ve doğal hayatın korunmasına ilişkin gerekli araştırma ve planlamalar yapılmalıdır. Atıklar azaltılmalıdır. Geri dönüştürme, yeniden kullanım, çevreye ve doğaya daha duyarlı ürünler üretilmelidir. Sera gazı salınımı azaltılmalıdır. Yenilenebilir enerji kullanılmalıdır. Tarım ve orman alanları yok edilmemelidir. Tarım alanlarına sanayi tesisleri kesinlikle kurulmamalı, çarpık kentleşme ve kıyı yağmalanmasının önüne geçilmelidir. Sanayi atıkları kontrol altında tutulmalı, arıtma
tesisleri şart koşulmalı ve denetlenmeli, atıklar için geri dönüşüm projeleri ve teknolojileri kullanılmalıdır. Ulusal enerji, tarım ve turizm stratejilerinde doğal değerler dikkate alınmalıdır. Girişimcilerin yatırımlarını doğaya zarar vermeyecek şekilde planlamaları da sağlanmalıdır. İnsan bu dünyanın efendisi değil, yeryüzündeki diğer canlı türleriyle eşit yaşama hakkına sahip bir türdür. Doğaya zarar verirken, içinde yaşayan hayvanlara da çok büyük zararlar veriyoruz. Onların yaşam haklarını ellerinden alıyoruz. Günümüzde hayvan hakları ihlalleri çok artmış, bunun yanında ahlaki ve vicdani açıdan hayvanların canlı olarak kabul edildiği, tüm hayvanların yaşam haklarının güvence altına alınması yönünde çabalar da artmaya başlamıştır. Bu amaçla 15 Ekim 1978 yılında Paris’te Unesco Evinde Hayvan hakları evrensel bildirgesi yayınlanmıştır. Bildirgede: Yaşamın tek olduğunu, yaşayan bütün canlıların ortak bir kökeni olduğunu ve türlerin evrimi yönünde farklılaştığını, yaşayan bütün canlıların doğal haklara sahip olduğunu ve sinir sistemi olan her hayvanın kendine özgü hakları bulunduğunu, bu doğal hakların küçümsenmesi ve hatta kolayca göz ardı edilmesinin doğa üzerinde ciddi zararlar doğuracağını ve insanoğlunun hayvanlara karşı suç işlemesine sebebiyet vereceğini, türlerin birlikte olmasının diğer hayvan türlerinin yaşama hakkının insanoğlu tarafından tanınmasını ifade edeceğini, insanoğlu tarafından hayvanlara saygı gösterilmesinin bir insanın bir diğerine gösterdiği
94
saygıdan ayrı tutulamayacağını dikkate alarak, ilan edilir ki; • Tüm hayvanlar eşit doğar ve eşit yaşama hakkına sahiptirler. • Tüm hayvanların saygı görme hakkı vardır. Bir tür hayvan olan insan, diğer hayvanları yok edemez. Hayvanları kendi çıkarı için karşılıksız kullanamaz. • Hiçbir hayvana kötü ve zalimce davranılamaz. Bir hayvanın öldürülmesi zorunlu ise bu, bir anda ve acı çektirilmeden yapılmalıdır. • Vahşi hayvanlar kendi doğal çevrelerinde yaşama ve çoğalma hakkına sahiptir. Eğitim amacıyla bile olsa vahşi hayvanlar özgürlüklerinden mahrum bırakılamaz. • Evcil hayvanlar, uyumlu bir biçimde ve özgürlük içinde yaşama hakkına sahiptir. İnsanların kendi çıkarları için evcil hayvanların yaşama koşullarında yapacakları her türlü değişiklik, haklara aykırıdır. • Evcil hayvanlar, doğal yaşama sürelerine uygun uzunlukta yaşama hakkına sahiptir. • Tüm çalışan hayvanlar (at, eşek…) iş süresinin sınırlandırılması, işin daha az yorucu olması, güçlerini artırıcı bir beslenme ve dinlenme hakkına sahiptir. • Hayvanlara fiziksel ya da psikolojik acı çektiren deney yapmak, hayvan haklarına aykırıdır. • Beslenmek için bakılan hayvanlar barındırılmalı, taşınmalı ve ölümleri de korkutmadan ve acı çektirmeden olmalıdır. • Hayvanlar, insanlar tarafından eğlence amaçlı kullanılamazlar. Hayvanların seyrettirilmesi ve hayvanlarla gösteri yapılması, hayvan onuruna aykırıdır. • Zorunlu olmaksızın bir hayvanın öldürülmesi, yaşama karşı işlenmiş bir suçtur. • Çok sayıda vahşi hayvanın öldürülmesine neden olan safariler ve av partileri, hayvanlara karşı yapılmış bir soykırımdır. Doğal çevrenin kirletilmesi, yıkılıp yok edilmesi de soykırıma eşdeğerde alçakça bir davranıştır. • Hayvanların ölüsüne de saygı göstermek gerekir. Hayvanların öldürüldüğü şiddet sahneleri, sinemalarda ve televizyonlarda yasaklanmalıdır. Ama hayvanlara yapılan saldırıları kınamak amacında olan filmlerde bu sınırlama yoktur. • Hayvanları koruma kuruluşları, devlet katında temsil edilmelidir. Hayvan hakları da insan hakları gibi yasayla korunmalıdır denilmektedir.
95
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Tüm dünyada hayvan hakları ihlalleri tüm hızıyla sürüyor. Gelişmiş dediğimiz ülkelerde bile bu ihlaller, hayvan hakları savunucularının büyük çabalarına rağmen engellenemiyor. Kanada’da foklara yapılanlar, Japonya’da balıkçıların balinaları ve yunusları türlü işkencelerle avlamaları, büyük uygarlık düzeyine eriştiğini düşündüğümüz Danimarka’da balinaların büyük törenlerle vahşice avlanmaları, Uzakdoğu ülkelerinde kürkleri için canlı canlı hayvanların yüzülmeleri, yemek için beslenen hayvanlara çektirilen eziyetler, İspanya’da boğa güreşleri adı altında boğalara yapılan işkenceler ve insanların bunu büyük bir zevkle seyretmeleri ve deneylerde milyonlarca hayvanın vahşi yöntemlerle öldürülmeleri en bilinen hayvan hakları ihlalleri. Türkiye’de de hayvan hakları ihlalleri ne yazık ki vardır ve verilen mücadeleler bu ihlalleri önlemede yeterli olmamaktadır. Son yıllarda Ülkemizde hayvan hakları konusunda bazı mesafeler alındı. Ancak alınan bu mesafelere rağmen, hayvanlara yapılan kötü muameleler devam etmektedir. Hayvanlara tecavüz, zehirlemeler, barınaklara tıkıp öldürülmelerini hızlandırmak, para için dövüştürmek, canlı oldukları, acı çektikleri düşünülmeden, buna hakkımız olup olmadığına bakmadan deneylerde kullanmak, kürkleri için zehirleyerek öldürmek, av adı altında zevk için hayvanları katletmek büyük bir hızla sürmektedir. Su içmek için nehre gelen yavru ayı ve yemek bulmak için çöplüğe gelen kurt’a yapılan eziyetler hepimizin hatırındadır. Komşusuna kızanlar hınçlarını onun hayvanından
alabilmektedirler. Çöp konteynırına atılarak preslenen köpekler artık kanıksadığımız olaylar oldu. Sokaklarda zehirlenerek veya vurularak öldürülen hayvanların kıvranarak acılar içinde ölmeleri ise sıradan olaylar oldu. Gün geçmiyor ki bu tür olayları duymayalım. Verilen mücadeleler ve Avrupa Birliğine giriş sürecinin getirdiği zorunlulukla 2004 yılında 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu kabul edildi(1). Hayvan Hakları savunucuları tarafından ilk başlarda büyük sevinçle karşılanan bu yasanın ihtiyaca cevap vermediği zamanla anlaşıldı. Türk Ceza Kanunu kapsamında olmayan bu yasa, hayvan hakları ihlallerinde caydırıcı olmamaktadır. Hayvan hakları ihlallerinde işlenen suçlar kabahatler kanunu çerçevesinde cezalandırılmaktadır. Sigara içenlere verilen cezayla, hayvana karşı işlenen suça verilen ceza aynıdır(2). Bu yasanın Türk Ceza Kanunu kapsamına alınması, hayvana kötü muamele edenlerin gelişmiş ülkelerde olduğu gibi il çevre müdürlükleri yerine mahkemeler tarafından cezalandırılması gerekmektedir. Hayvanları, hayvan hakları savunucuları kadar, aynı zamanda yasalar da korumalıdır. Bu konuda HAYTAP Hayvan Hakları Federasyonunun ve hayvan hakları savunucularının çabaları sürmektedir. Hayvana karsı islenen suçlar, insana karsı islenecek suçların ilk adımıdır ama asla son adımı değildir. Bu suçluları ilk adımlarında cezalandırmak, belki de isleyecekleri daha büyük suçlara engel olacaktır. Bugün hayvana yapılan yarın insanlara yapılacaktır. Araştırmalarda katillerin, tecavüzcülerin,
96
sapıkların geçmişlerinde hayvana işkence görülmektedir (3). Tolstoy’un deyimiyle “Hayvan öldürmeyle insan öldürmenin arası sadece bir adımdır.” Ülkemizde yoğun şiddet ve istismara maruz kalan hayvanlar arasında sahipsiz sokak hayvanları dediğimiz kedi ve köpekler başı çekiyor. Özellikle insana çok yakın bir canlı olan köpekler, insanları sevmelerinin ve güvenmelerinin cezasını çok ağır ödemektedirler. Köpekler yırtıcı memeliler grubunun bir üyesidir. Av köpekleri, çoban köpekleri, süs köpekleri gibi ırkların yanında sokak köpekleri denen bir tür de mevcuttur. Doğadan koparıldılar, insanla birlikte yaşamaya alıştırıldılar ve kasabalara, köylere, sonunda kentlere kadar getirildiler ve onların çoğunluğu bir sokak köpeği olarak yaşamda kalabilmek, soyunu devam ettirebilmek için bir yaşam savaşı sürdürmektedir (4). Sokaklarda yaşamanın tüm zorluklarına, öldürülme, zehirlemelere rağmen var olan soylarını sürdürme içgüdüsünden asla vazgeçmediler ve soylarını devam ettirdiler. Sokaklarda yaşamanın ne kadar zor hepimiz tahmin edebiliriz. Eğer bulunabiliyorsa çöplerde korkarak bir lokma yemek arayan, horlanan, tekmelenen, hep kaçıp saklanmak zorunda olanlardır sokak hayvanları. Okuduğumda çok beğendiğim bir sözü burada aktarmak istiyorum; Yanlış bilinenin aksine, “sokak hayvanları sorunu değil, sokak hayvanlarının sorunları vardır.” Sokaklarda kontrolsüz hayvanların gezmesini hiç kimse arzu etmemektedir. Bunun için hayvan nüfusunun kontrol altına alınması gerekmektedir. Popülasyon kontrol altına alınmadıkça ne hayvanların ne de insanların sorunu çözülemeyecektir. Yıllardır yapılan zehirleyerek, vurarak, şehirlerin dışına atılarak sokak hayvanı sayısının azaltılamadığı görülmüştür. 5199 sayılı Yasa Madde 6. da bu konu ile ilgili sahipsiz veya güçten düşmüş hayvanların en hızlı şekilde yerel yönetimlerce kurulan veya izin verilen hayvan bakımevlerine götürülmesi zorunludur. Bu hayvanların öncelikle söz konusu merkezlerde oluşturulacak müşahede yerlerinde tutulması sağlanır. Müşahede yerlerinde kısırlaştırılan, aşılanan ve rehabilite edilen hayvanların kaydedildikten sonra öncelikle alındıkları ortama bırakılmaları esastır denilmektedir (5).
97
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Zehirleyerek, vurarak yok etme hayvan sayısını azaltmamakta, tam tersine geride kalan hayvanlar daha fazla yemek bulabilmekte ve soylarını devam ettirme içgüdüsüyle daha fazla üremekte ve hayvan nüfusu artmaktadır. Kısırlaştırma sokaktaki hayvan nüfusunun azaltılmasında en etkili ve insani yöntemdir. Sokaklarda binlerce sahipsiz hayvan yaşamaya çalışmaktadır. Bunların hepsini alabilecek barınaklar kurmak ise imkansızdır. Barınaklar sokaklarda yaşayamayacak durumda olan hasta, yaralı, sakat, yavru ve terk edilmiş ev hayvanları için olmalıdır. Bu nedenle kısırlaştırılmış ve rehabilite edilmiş olarak alıştıkları yerde yaşamaları sağlandığı takdirde, üremeleri önlenecek ve zamanla sokaklarda kontrolsüz hayvan kalmayacaktır. Günümüzde sokaklar hayvanlar için çok tehlikeli hale geldi. Kısırlaştırıldıkları takdirde çiftleşmek için eş aramadıklarından daha rahat yiyecek bulma imkanı buluyorlar. Koku da bırakmadıkları için erkek köpekler tarafından aranıp bulunmuyor ve rahat bırakılıyorlar. Ayrıca kısırlaştırıldıkları için daha sakin oluyor ve saldırgan özellikleri de kayboluyor. Sahipsiz hayvanları kısırlaştırıp, aşılayarak toplumun sağlığını da korumuş oluyoruz. Hastalık taşımayan, saldırgan özellikleri kaybolmuş hayvanlar insanlar için bir tehlike arz etmiyor. Kulağında küpesi olan köpekler rehabilite edilmiş köpeklerdir ve biz sokağımızda, mahallemizde bu köpekleri gördüğümüzde Belediyeyi aramamalı ve elimizden geldiği kadar bu hayvanların yaşam mücadelelerine destek olmalıyız. Çünkü bu hayvanlar dışarıdan gelebilecek, kontrolsüz hayvanların bulundukları
bölgeye girmesine de mani olmaktadırlar. Kısırlaştır, aşılat, yaşat kampanyası düzenli ve sistemli bir şekilde uygulandığı takdirde, 5-10 yıl içinde sahipsiz sokak hayvanı sorunu çözülmüş olacaktır. Birçok kişi sokaklarda bu hayvanların dolaşmasını istememektedir. Ne yazık ki birçok belediye de bu hayvanları yok etme yolunu seçmektedir. Ancak öldürmeyle bu hayvanların yok edilemedikleri ortadadır. Köpeklerin % 80’ini öldürmek mümkün olsa bile, kalan hayvanlar kısa zamanda çoğalacak bu boşluğu dolduracaklardır. Çünkü bir dişi köpekten altı yıl içinde 67.000 köpeğin ürediği hesaplanmıştır. Bunun için de en iyi ve insani çözüm sahipsiz bu hayvanların kısırlaştırılıp aşılanarak, alındığı yere bırakılmasıdır. Avrupa ülkeleri sokak hayvanı sorununu bu şekilde çözmüşlerdir. Ev hayvanlarının da kısırlaştırılmaları çok önemlidir. Kısırlaştırılmayan ev hayvanlarından doğan yavrulara sahipleri iyi bir ev bulmak için uğraşıyorlar, ancak sahiplendirdikleri yavruların bazıları bir süre sonra sokaklara ve barınaklara bırakılıyor. Ya da elden ele, evden eve gezmek zorunda kalıyor. Kendinizin bakamayacağı hayvanınızı doğurtmayın. Ayrıca kısırlaştırılan hayvanın rahim ve meme kanserine yakalanma riski çok az olduğundan, hayvanınızın sağlığını da korumuş oluyorsunuz. Sevmek, sevmemek, beslemek, beslememek kişisel bir tercihtir. . Fakat yaşam hakkına saygı göstermek insanlık vazifemizdir. Ahlaki, vicdani,
98
kanuni çözüm ise Kısırlaştır-Aşılat-Yaşat ‘tır. Yurtdışından kaçak olarak getirilen hayvanların girişleri de önlenmelidir. Kaçak yollarla getirilen bu hayvanların büyük çoğunluğu hastalık taşımakta, petshoplarda aşıları ve tedavileri yapılmadan satılmaktadır. Bu durum halk sağlığını da tehdit etmektedir. Bu hayvanların bir kısmı satıldıktan bir süre sonra ölmektedir. Petshoplardan bebekken alınan bu hayvanların bir kısmı da bir süre sonra bıkılarak sokağa atılmaktadır. Son zamanlarda sokaklarda ve barınaklarda bu cins köpeklere sıkça rastlamaktayız. Kısırlaştırmanın yanında batılı ülkelerde olduğu gibi petshoplar ya çok iyi denetlenmeli ya da buralardan hayvan satışı yasaklanmalıdır. Hayvan sahiplenmek isteyenlerin illerindeki mevcut hayvan barınaklarından hayvan sahiplenmeleri yaygınlaştırılmalıdır. Hayvan popülasyonunun kontrol altına alınması, sahiplenilen hayvanın terk edilmemesi, kaybolan hayvanların kolay bulunabilmesi için, sahipli, sahipsiz tüm kedi ve köpeklere mikrochip takılması zorunlu olmalıdır.
Diyarbakır’da Sokak Hayvanları Derneğimizin yıllarca sürdürdüğü çalışmalar neticesinde Diyarbakır’da sokak hayvanlarına daha medeni ve insani yaklaşılması bir ölçüde başarılmış, bu konudaki çalışmalarımız ve çabalarımız devam etmektedir. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ile modern bir bakımevi yapılması ile ilgili görüşmelerimiz sonucunda Hayvan Bakımevi ve Rehabilitasyon Merkezi 2007 yılında hizmete girdi. Sokaktan alınan köpekler bakımevine getirilmekte, burada bir sağlık sorunları varsa tedavileri yapılmakta, daha sonra aşıları ve kısırlaştırılmaları yapılmakta, küpelenerek chip takılmakta, daha sonra da ya alındığı yere veya çoğunlukla, bakımevi ile derneğimizin yaptığı araştırma sonucunda uygun bulunan yerlere bu hayvanlar bırakılmaktadır. Sakat ve dışarıda yaşaması uygun görülmeyen köpekler bakımevinde bakılmaktadır. Son zamanlarda Diyarbakır’da yaşayanların gözledikleri gibi sokaklarda küpeli köpekler dolaşmaktadır. Diyarbakır sokak hayvanlarının zor durumda olduğu illerden birisidir. Nüfus yoğunluğu, trafik sıkışıklığı, çöp kutularının olmayışı, yemek bulmada sorun yaşamaları, çocuk sayısının çok olması ve bu çocukların doğa ve hayvanlar konusunda çok eğitimsiz olması ve hayvanlara yoğun
99
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
olarak şiddet uygulamaları, sokak hayvanlarının hayatını çok zorlaştırmaktadır. Çocukların yanında bazı yetişkinlerin de bu hayvanları sokaklarda veya evinin çevresinde görmek istememesi de hayvanların yaşamlarını tehdit eden unsurlardır. Hayvanlar yoğun olarak özellikle çocuklar tarafından şiddet ve işkencelere maruz kalmaktadırlar. Kedi ve köpeklerin kuyrukları, kulakları kesilmekte, gözleri oyulmakta, yüksek yerlerden atılmakta, yavrular annelerinin yanından alınmakta, sokaklarda ölümün kucağına atılmaktadırlar. Boyunlarına ip bağlanmış ve bu ip boynunu kesmiş ve acılar içindeki köpekler çok sık karşılaştığımız olaylar. Bakımevine bu köpekler devamlı gelmektedir. Ayakları sakatlanmış veya felç olmuş hayvanlara da çok sık rastlıyoruz. Vatandaşın işine yaramayan ve sokaklara atılan eşeklerin sokaklarda dolaştığını da görüyoruz. Bu hayvanların bazı kişiler tarafından toplanıp kesilerek insanlara yedirildiği malumunuzdur. Yollarda arabalar tarafından ezilmiş hayvan ölüleri kanıksanan olaylar. Ayrıca onca aç insan varken hayvan hakları önemli mi diyen insanların çokluğu da bizi üzen ve yoran bir durum. İnsanların aç olmasından hayvanlar sorumlu olmadığı gibi, insanların yemediği çöplere atılan yemekleri bu hayvanlar yiyerek hayatta kalmaya çabalamaktadırlar.
yerel televizyonlarda eğitici programlar yaparak, yerel gazetelerde eğitici yazılar yazarak halkımızı doğa ve hayvan hakları konusunda bilinçlendirmeye çaba sarf ediyoruz. Yalnız Diyarbakır merkezi değil, çevre il ve ilçelerde bulunan hayvan hakları ihlalleriyle de ilgilenmekteyiz. Ayrıca buralarda bulunan doğa ve hayvan korumacı kişilere her konuda yardım ve destek vermekteyiz. Tüm bunların yanında Diyarbakır halkının bir bölümünün hayvanlara davranışları ve bakış açıları bizi umutlandırmaktadır. Yıllar içinde ilimizde hayvanlara bakış açısının yavaş yavaş değiştiğini, insanların daha duyarlı davranmaya başladıklarını, hayvan sahiplenmelerin arttığını büyük memnuniyetle izliyoruz. Büyükşehir Belediyesine ve Çevre ve Orman İl Müdürlüğüne bizimle işbirliği yaptıkları için, 7.Kolordu Komutanlığına da yıllardır yemeklerini eski barınağa ve yeni yapılan bakımevine verdikleri için çok teşekkür ederiz. Hiçbir canlının eziyet görmediği, barış içinde yaşayabildiğimiz bir dünya dilerim.
Diyarbakır’da özellikle çocukların doğa ve hayvanlar konusunda eğitilmeleri gerektiğini düşündüğümüz için, kenar semtlerde bulunan okullar başta olmak üzere okullarda eğitim çalışmalarını sürdürmekteyiz. Bu çalışmaların bir süre sonra neticesini alacağımız inancındayız. Broşür dağıtarak, bilboardlara afişler asarak,
100
KAYNAKLAR 1. 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu 2. 5326 sayılı Kabahatler Kanunu 3. Prof.Dr.Sevil Atasoy,İlk Darbe, Elimize Bulaşan Kan,İstanbul Barosu Dergisi, Özel Sayı 8,Mayıs 2008. 4. Yaşamak İstiyorum, Bilim ve Teknik Dergisi 5. 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu Madde:6
101
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
SOKAK HAYVANLARI KONUSUNDA BELEDİYELERİN GÖREVLERİ
102
Hayvanların rahat yaşamlarını sağlamak ve hayvanlara iyi ve uygun muamale edilmesini temin etmek,hayvanların acı ızdırap ve eziyet çekmelerine karşı en iyi şekilde korunmalarını,her türlü mağduriyetlerinin önlenmesi amacıyla 2004 yılında çıkan Hayvanları Koruma Kanunu ve buna bağlı olarak 2006 yılında çıkan Hayvanların Korunmasına Dair Uygulama Yönetmeliği çerçevesinde belediyelerin görev yetki ve sorumlulukları aşağıdaki şekilde belirlenmiştir. • Sahipsiz veya güçten düşmüş hayvanların toplatılması, kısırlaştırılması, aşılanması, gerekli tıbbî bakımlarının yapılması ve işaretlenmesi, alındığı ortama geri bırakılması, sahiplendirilenlerinin kayıt altına alınmasıyla, • Geçici bakımevine gelen hayvanları öncelikle Sahipsiz Hayvan Kayıt Defterine kaydederek müşahede altına almakla, gerekli tedavilerin yapılmasını, kısırlaştırıp aşılanmasını ve işaretlenmesini müteakip alındığı ortama bırakmakla, geçici bakımevlerine gelen hayvanların sahiplenilmesi için yerel hayvan koruma görevlileri ve gönüllü kuruluşlar ile işbirliği yapmakla, • Geçici bakımevinde bulunan tüm hayvanların sahiplendirilmesi için belediye ilân panoları ile belediyenin internet ortamı ve diğer tüm yayın organlarında duyuru yapılmasıyla, • Bölge ve mahallerindeki, özellikle köpekler ve kediler olmak üzere, sahipsiz hayvanların bakımları, aşılarının yapılması, işaretlenmesi ve kayıtlarının tutulmasının sağlanması, kısırlaştırılması, alındığı ortama geri bırakılması ve sahiplendirilmelerinin yapılması için hayvan geçici bakımevlerine gönderilmesi gibi yapılan tüm faaliyetlerde yerel hayvan koruma görevlileri ve gönüllü kuruluşlar ile belediye veteriner hekimlerinin koordinasyonunun sağlanmasıyla, • Sahipsiz hayvanların beslenmesi amacıyla, bölgesinde bulunan lokanta, işyeri ve fabrikaların sahiplerinin uygun görmesi halinde işletmelerinde ve mutfaklarında oluşan hayvan beslemeye elverişli besin maddelerinin toplanmasıyla, • Geçici bakımevlerinde kaldıkları süre içerisinde; kanunî istisnalar ile bulaşıcı, tedavi edilemez veya tedavi sonrası iyileşme ihtimali olmayan bir hastalığa sahip olduğuna, alındığı ortama bırakıldığında insan ve çevre sağlığını önlenemez derecede tehdit edeceğine geçici bakımevi veteriner hekimince karar verilerek rapor tutulan hayvanların en az acı veren ve en hızlı şekilde ölümünü sağlayan yöntemlerle öldürülmesiyle,
103
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Vet.Hek.Nedim YAŞLI Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Sağlık Daire Başkanı
• Geçici bakımevlerinden kedi ve köpek almak isteyen kişi, kurum ve kuruluşlar için Sahipsiz Hayvan Edinme Formunu doldurmak, geçici bakımevi sorumlusu ya da sorumlu veteriner hekimin de onayı ile sorumlu veteriner hekimce düzenlenen sağlık karnesini vererek sahiplendirme yapılmasıyla, • Geçici bakımevlerinde oluşan atık ve artıkların çevre ve toplum sağlığına zarar vermesinin önlenmesiyle, • Geçici bakımevlerinde ticarî amaçla hayvan üretiminin engellenmesiyle, • Ev ve süs hayvanı ile kontrollü hayvan ve geçici bakımevlerinde ölen hayvanların, belirlenecek yerlerdeki derin çukurlara gömülerek üzeri sıkıştırılmış toprak ile kapatılması veya yakma ünitesinde yakılmasıyla ve 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanununa göre enfeksiyon geçirmiş ve zoonoz hastalıktan ölen hayvanların ise bünyesinde bulunan yakma fırınında yakılması veya usulüne uygun olarak kireç ile gömülmesiyle, • Ev ve süs hayvanları ve kontrollü hayvanların, Ek-1 deki Sahipli Hayvan Kayıt Defterine kayıtlarının yapılmasıyla, • Ev ve süs hayvanını bulunduran hayvan sahiplerinin, ölümü ya da hayvanına bakamayacak şekilde hastalanması durumunda; hayvan sahiplerinin yakınları tarafından gerekçelerinin belediyeye bildirilmesi halinde, belediye görevlilerince hayvanları geçici bakımevlerine göndermek ya da sahiplendirmekle, • Hayvan geçici bakımevinden ev ve süs hayvanı almak isteyen kişilere, Sahipsiz Hayvan Edinme Formu doldurtularak; hayvana ait bilgileri Sahipli Hayvan Kayıt
Defterine kaydetmekle, • Ev ve süs hayvanı satan işletme sahiplerine verilecek eğitimi organize etmekle, • Yerel hayvan koruma görevlilerine verilecek eğitimi organize etmekle, ilgili Yönetmeliğin 50 nci maddesi gereğince el konulan hayvanların sahiplendirmesini ya da kontrol altına alınmasını sağlamakla ilgili hususlarda gerekli tedbirleri alır.
Belediyelerin Kuracağı Geçici Bakımevlerinde Bulunması Gerekli Asgarî Birimler Geçici bakımevlerinde, aşağıda belirtilen yapılar hayvan sayısı ile orantılı olarak; birbiriyle doğrudan bağlantılı olmayacak birimler halinde yapılır. Birbirleriyle doğrudan bağlantılı olmayacak birimler şunlardır; 1. Her hayvan için etolojik ihtiyaçlarına göre yeterli büyüklükte kapalı ve açık bölmeler, 2. Karantina bölümü, 3. Hasta bakım bölümü, 4. Yavrulu anne bölümü, 5. Hayvan müşahede bölümü, 6. Hayvanların yiyeceklerinin hazırlandığı mutfak bölümü. Hayvanların bulunduğu birimden ayrı olacak birimler şunlardır; 1. Muayene odası, 2. Ameliyat odası, 3. İşçi odası, 4. Duş, depo, tuvalet, 5. Veteriner hekim odası, 6. İdare odası.
104
Belediyelerin kurduğu geçici bakımevlerinde aranacak şartlar • Geçici bakımevlerinin kurulması için yürürlükteki ilgili mevzuat hükümlerine göre izin alınması, • Hayvanların bilhassa operasyon öncesi ve sonrasında bakımlarının yapılacağı hayvan müşahede birimlerinin kolay temizlenebilir malzemeden yapılması, • Müşahede bölümlerinin bölgenin hakim rüzgarlarına zıt yönde yapılarak hastalık etkenlerinin rüzgarla bakımevlerine taşınmasının engellenmesi, • Geçici bakımevlerinde bulunan hayvanların bulunduğu birimlerin güneş alacak şekilde düzenlenmesi, • İdare odası, işçi odaları, duş ve tuvaletler, veteriner hekim odası, muayene odası ve ameliyat odasının personel sağlığı açısından hayvanların bulunduğu yerden uzakta ayrı bir bölüm halinde yapılması, • Hayvanların bulunduğu birimlerde temizlenebilir ve dezenfekte edilebilir malzemeden yapılmış yemliklerin ve sulukların seçilmesi ve her hayvan değişiminden önce mutlaka dezenfekte edilmesi, • Geçici bakımevlerinin yıkanması ve temizliği için yeterli miktarda su bulunması ve zeminin temiz tutulması, birimler içindeki altlıkların hergün temizlenmesi ve en az beş günde bir kez dezenfekte edilmesi, • Hayvanların bulunduğu birimlerdeki kapılar, dışarıdan ve içeriden açılıp kapanabilecek şekilde kilit sistemli yapılması, içeride hayvan sayısı ile orantılı olarak kolay yıkanabilen ve dezenfekte edilebilen öncelikle plâstik malzemeden, temin edilemiyorsa ahşap malzemeden veya diğer malzemelerden ve yekpare olarak yapılmış altlıkların bulunması, • Geçici bakımevlerinde kimyasal dezenfektan ve benzeri maddelerle yapılan temizliğin hayvanlara zarar vermeyecek ve kalıntı bırakmayacak şekilde yapılması, • Geçici bakımevlerinin patojen mikroorganizmalara karşı ayda en az bir kez dezenfekte edilmesi ve Ek-3 teki Dezenfeksiyon Belgesinin geçici bakımevi sorumlusu ya da sorumlu veteriner hekim tarafından imzalanarak iş yerine asılması, • Kafeslere konulan altlıkların her hayvan değişiminden önce dezenfekte edilmesi, • Geçici bakımevlerinin zemininde ve tabanında idrarın birikmesine meydan vermeyecek bir eğimin bulunması, • Karantina odasının her şüpheli hayvan için ayrı bölmeler şeklinde yapılması, zeminin temizlik ve dezenfeksiyona uygun malzemelerle
105
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
•
•
•
•
• •
•
•
kaplanması, kapısının kilitli ve üzerinde gözetleme bölümünün bulunması ve mekanik olarak havalandırılmasının sağlanması, Muayene ve ameliyat odalarının hayvanın muayene ve ameliyat yapılabilmesine olanak verecek şekilde düzenlenmesi, ayrıca gerekli alet ve ekipmanın bulundurulması, Büyük hayvanlara günde en az bir öğün, yavrulara ise günde en az iki öğün yiyecek verilmesi, yiyeceklerin günlük hazırlanması, günlük olarak tüketilmeyen yiyeceklerin uygun saklama koşullarında saklanması, yemek artıklarıyla hayvanların beslendiği geçici bakımevlerinde yiyeceklerin günlük olarak tüketilmesi ve gün boyunca yiyeceklerin hayvanların önünde bekletilmemesi, Geçici bakımevlerinin kapasitesi dikkate alınarak, öncelikle bakıma muhtaç olan hayvanların seçilmesi, Geçici bakımevlerinde çalışan tüm personelin hayvanlardan geçen hastalıklara karşı aşılanması, hayvan bakımı, eğitimi ve hastalıkları konusunda veteriner hekim tarafından bilgilendirilmesi, Bakıcı personelin özel giysi, plâstik eldiven ve çizme giymesi, Şehir şebekesine bağlı su veya bu amaca yönelik yeterli kapasitede su deposunun bulunması, Su, şebeke suyu dışında başka bir kaynaktan temin ediliyorsa, suyun dezenfeksiyonu için gerekli tedbirlerin alınması, suyun bakteriyolojik ve kimyasal analizlerinin yaptırılması, sonuçlarının saklanması ve analiz değerlerine göre suyun kullanılması, Geçici bakımevlerinde; karantina odası, hasta bakım odası, yavrulu anne odası, hayvan müşahede odası ile ameliyat odasında uygun
• •
•
• •
•
•
•
•
106
ısıtma ve aydınlatma sisteminin bulunması, Hayvanların sürekli sıcakta ve soğukta kalmalarını önleyici tedbirlerin alınması, Hayvanlar için kulübe sistemi benimsenmiş ise hayvan kulübelerinin metal olmayan öncelikle plastikten ya da tahtadan yapılmış olması, Tellerle bölünen açık alanlarda tel delik aralıklarının hayvanların yaralanmalarını önleyecek şekilde yapılması, Geçici bakımevlerinin peyzajının yapılarak ağaçlandırılmasının sağlanması, Geçici bakımevlerinde ölen hayvanların ölüm nedeni varsa ölmeden önce yapılan tahlil, uygulanan tedavi ve laboratuvar teşhisleri, yapılmışsa otopsi raporunun geçici bakımevi sorumlusu ya da sorumlu veteriner hekim tarafından Sahipsiz Hayvan Kayıt Defterine işlenerek geçici bakımevinde muhafaza edilmesi, Geçici bakımevlerinde 3285 sayılı Kanuna tâbi, ihbarı mecburî bir hastalık çıkması halinde, geçici bakımevi sorumlusu ya da sorumlu veteriner hekim tarafından durumun resmî makamlara haber verilerek yetkililerce alınacak yasal tedbirlerin uygulanması ve uygulattırılması, Geçici bakımevlerinde bulunan hayvanların talep ve sorumluluklarını üstlendiklerini taahhüt etmeleri halinde, isteklilere verilmesi ve bu işlemlerin kayıt altına alınması, İlgili Yönetmeliğe göre el konulan hayvanların belediyelere ait geçici bakımevlerinde gerekli kontrol ve müdahaleleri yapılarak sahiplendirilinceye kadar bakımının yapılması, Geçici bakımevlerinde ticarî amaçla hayvan
•
• •
•
• • •
•
üretiminin yapılmaması, Geçici bakımevlerini gezmeye gelen kişilerin kafeslerde bulunan hayvanlara doğrudan temasının ve ulaşmasının önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması, Geçici bakımevlerinde en az bir adet veteriner hekim ve her yüz hayvan için en az bir adet hayvan bakıcısının bulunması, Köpeklerin konulacağı birimlere veya kafeslerine birden fazla hayvanın konulmaması ancak mecburîyet varsa aynı mizaç ile fiziksel açıdan yapıları ve güçleri benzer hayvanların bir araya konulması ve hayvanların birbirlerine zarar vermesinin önüne geçilmesi, Geçici bakımevlerinde özel kişi, kurum ve kuruluşlara ait hayvanlara tedavi hizmetlerinin gelirinin geçici bakımevinde kullanılması kaydıyla ve makbuz karşılığında verilmesi, Geçici bakımevlerinde oluşacak tıbbî atıkların, 2872 sayılı Kanun ve yürürlükteki ilgili mevzuatlar hükümleri çerçevesince bertaraf edilmesi, Hayvanların geçici bakımevi dışına çıkmasını engelleyici tedbirlerin alınması, Temizlik sularının uzaklaştırılabilmesi için yeterli eğime sahip olan toplama kanal sisteminin kurulması ve foseptiğin belediye tarafından çekilmesinin sağlanması Geçici bakımevlerinde temizlik artıklarının ve dışkılarının çöp kutusu içinde bulunan, dayanıklı ve yırtık olmayan, ağzı bağlanabilen naylon torbalar içine konulması ve kontrollü bir atık ünitesinde yakılarak yok edilmesi veya 2872 sayılı Kanun ve yürürlükteki ilgili mevzuat çerçevesinde bertarafının sağlanması zorunludur.
Sokak Hayvanları Konusunda Belediyemizce Yapılan Çalışmalar Hayvanların rahat yaşamalarını ve hayvanlara iyi ve uygun muamele edilmesini temin etmek, hayvanların acı, ızdırap ve eziyet çekmelerine karşı, en iyi şekilde korunmalarını temin etmek, her türlü mağduriyetlerinin önlenmesi amacıyla Belediyemizce 2002 Yılından bu yana bir dizi çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmaların temel amacı yukarıda belirtilenlerin dışında sokakta yaşayan sahipsiz ve güçten düşmüş, Çevre ve halk sağlığı açısından tehlike arz eden köpeklerin sokaktan toplatılması, çevreye olabilecek olumsuz etkilerini gidermeye yönelik tedbirler için İlimizde bir Hayvan Bakım evi 2002 yılında ilk zamanlarda konununun önemine ve aciliyetine binaen İlimiz Şanlıurfa yolu 15. km Gözeli mevkiinde kurulmuştur. Fiziki
107
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
ve ulaşım imkanlarının yetersizliği, güçlüğü nedeniyle yapılan barınak her geçen gün artan ihtiyaca binaen yenilenmeye çalışılmış, eksiklikleri giderilerek hayvanların rahat yaşamalarına imkanlar tanınmıştır. Ancak tüm iyi niyetli yapılan düzenlemeler sonucu söz konusu alanın coğrafik ve fiziki koşullarındaki olumsuzluklar bizleri daha modern, ihtiyaca cevap nitelikte, Belediyemizin ve Kentimizin vizyonuna yakışır bir bakımevi ve Rehabilitasyon fikrini geliştirmiştir. O dönemlerdeki mevcut Bakımevi aynı zamanda mevzuatlarda belirtilen Bakımevinde bulunması gerekli asgari şartlar ve birimler açısından da yetersiz kalmasaydı. Bu nedenle Diyarbakır’da daha büyük kapasiteli, daha modern ve mevzuatlara uygun Hayvan bakımevi için DİHAYKO ile birlikte çalışmalar yürütüldü ve yeni yer arayışları başlatılmıştır. Bu amaçla Hazine arazileri için Milli Emlak Genel Müdürlüğü ile yapılan yazışmalar neticesinde uygun araziler araştırıldı ve 2 ayrı yerde arazi tahsis edildi. Ancak tahsis edilen yerler ile ilgili fiziki ve teknik zorluklar gözönüne alınarak yeni yer arayışı devam edildi. Belediyemize ait Ergani yolundaki arazi üzerinde yeni alanda barınak kurma girişimleri başlatıldı. 2006 Yılı sonlarına doğru yapılan ihale neticesinde İlimiz Ergani yolu 19. km’de Belediyemiz arazisi üzerinde 750 kapasiteli, betonarmeden uzak, tamamen doğal ortamı andıran her yaş ve şartlardaki hayvanlar için tasarlanmış, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinin en büyük Hayvan Bakımevi ve Rehabilitasyon Merkezi 2007 yılı sonunda hizmete açılmıştır. Mevcut Hayvan Bakımevi ve rehabilitasyon Merkezimiz 3 ayrı üniteden oluşmuştur. İdari bina, operayon ve postopentif ünitesi ve hayvanların doğal yaşam
alanı olmak üzere kurulan her üç ünite aynı zamanda Türkiye Genelinde de en iyi Hayvan Bakımevi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Söz konusu Barınağımızda her hayvan için etolojik ihtiyaçlarına göre yeterli büyüklükte açık ve kulübelerden müteşekkil kapalı bölmeler, karantina bölümü, hasta bakımı bölümü, yaralı anneler, annesiz yavrular küçük hayvanlar, büyük gezinti alanları yeni getirilen hayvanlar, hayvanların yiyeceklerinin hazırlandığı mutfak gibi bölümlerle tamamen mevzuatlara ve belirtilen kriterlere uygun durumdadır. Hayvan Bakımevinin açılışı ve işleyişi sırasında başta Diyarbakır hayvanları ve Doğayı Koruma ve Yaşatma Derneği olmak üzere Türkiye’deki birçok benzer dernek kişi, kuruluş ve kurumlardan DOHAYKO’dan Türkiye Büyük Millet Meclisi üzerinden sürekli olarak Belediyemize ve Belediye Başkanımız Sayın Osman BAYDEMİR’e teşekkür ve minnet telefonları, yazıları, e-mailleri ve makaleler atfedilmiştir. Bu haklı ve gurur verici çabalar her geçen gün daha da sinerjik bir etki ile güçlenerek büyümektedir. Bu amaçla 2 Veteriner Hekim, 2 Veteriner Sağlık Teknisyeni,3 araç ve 19 işgören olmak üzere toplam 23 personelle 24 saat esaslı çalışmalar devam etmektedir. Mevcut hayvan bakımevi ve rehabilitasyon merkezindeki ünitelerimiz aşağıdaki gibidir
108
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
109
110
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
111
DİYARBAKIR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ HAYVAN BAKIM EVİNİN İŞLEYİŞİ VE VERDİĞİ HİZMETLER
112
Hayvan Bakımevi ve Rehabilitasyon Merkezimiz 5199 sayılı hayvanları koruma kanunun 4/j ve 6. Maddesi ile 5216 sayılı Büyükşehir Belediyeleri yönetim kanunun 7. maddesinin m fıkrası gereğince Büyükşehir Belediyemizce yapılmış olup 2007 yılının Kasım ayından itibaren hizmet vermektedir.
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
İşleyiş 5199 sayılı Hayvanları koruma kanunu. 3285 sayılı Hayvan zabıtası kanunu. 5216 sayılı Büyükşehir Belediyeleri Yönetimi kanunu. 2872 sayılı Çevre kanunu ile ilgili bazı yönetmeliklere göre yapılmaktadır.
Amaç Kent merkezindeki sahipsiz veya güçten düşmüş hayvanları toplayıp kısırlaştırıp, aşılayıp ve rehabilite ederek halk sağlığını bu hayvanlardan kaynaklanabilecek olumsuzluklardan korumaktır.
Hizmetler İhbar Ve Toplama İster Büyükşehir belediyemize ister bakım evine telefonla yada doğrudan yapılan ihbarlar en az 3 kişilik bir ekiple değerlendirilir. Yapılan müdahale sonunda yakalanan sahipsiz hayvan bakımevinin özel aracıyla bakımevine getirilir.
İlk Muayene Sokak hayvanları müdahale ekiplerince getirilen hayvan bakım evine girer girmez ilk muayeneden geçirilir. İlk muayenede hayvanın genel durumu, fiziksel görünümü, dışarıdan gözlemle muayene edildikten sonra veteriner hekimlerce teknik muayeneden geçirilir. Tedaviye ihtiyacı olanlar tedaviye alınır. Sağlıklı olanlar ise bir kaç gün karantinada tutulur. Aşı ve Antiparaziter İlaçlama Karantinadaki süre boyunca gözlemlenen ve bu süre sonunda sağlıklı olduğuna karar verilen hayvanlar karantinadan çıkarılmadan önce kuduz aşısı ve antiparaziter ilaç yapılarak karantinadan çıkarılır. Karantinadayken herhangi bir hastalığından şüphe edilip teşhis edilen hayvanlara hastalığın risk durumuna göre tedavi ya da ötenazi uygulanır.
113
Yılmaz Gümüş Hayvan Bakımevi Müdürü ygumus_6308@hotmail. com
Ayrıştırma ve Dağıtım
talep edilmemektedir. Karantinadan çıkarılmasına karar verilen hayvanlar cinsiyet, yaş ve fiziksel durumlarına Periyodik Muayene ve Tedavi göre kendileri için ayrılan doğal yaşam Her gün Veteriner Hekim ve Veteriner Sağlık Teknikerlerin bakımevinin tüm bölmelerini ortamlarına bırakılırlar. sabah ve hayvanların günlük yiyecek ihtiyaçları karşılandıktan sonra dolaşarak , muayene Operasyonlar Bakımevine acil ve cerrahi müdahale ve tedavi ihtiyacı olduğuna karar verdikleri gerektiren(trafik kazası, çeşitli sebeplerle hayvanların muayene ve tedavileridir. yaralama vb) durumda getirilen hayvanlar zaman farkı gözetmeksizin veteriner hekim ve sağlık Salıverme teknikerlerince gerekli cerrahi müdahaleye tabi 5199 Sayılı kanunun 6. maddesindeki ‘’ tutulur. Acil durumlar dışında bakımevinde sahipsiz veya güçten düşmüş hayvanların en sürekli olarak belirli cinsel olgunluğa ulaşmış hızlı şekilde yerel yönetimlerce kurulan veya izin hem dişi hem erkek bütün hayvanlara uygulanan verilen hayvanların bakımevlerine götürülmesi kısırlaştırma ( ovario hysterectomie, kastrasyon) zorunludur. Bu hayvanların öncelikle söz operasyonları uygulanır. Operasyon sonrası konusu merkezlerde oluşturulacak müşahade hayvana kulak küpesi ve mikrocip takılarak yerlerinde kısırlaştırılan, aşılanan ve rehabilite hayvanın tanınması ve hayvana uygulanan edilen hayvanların kaydedildikten sonra öncelikle alındıkları ortama bırakılmaları işlemlerin daha sonradan bilinmesi sağlanır. esastır.’’ İbaresinde belirtildiği gibi, Bakım evlerine getirilen hayvanların gerekli aşı , Post Operatif Bakım Gerek kısırlaştırma gerekse çeşitli travmatik tedavi, kısırlaştırma işlemleri yapıldıktan sonra nedenlerle müdahale uygulanan hayvanın sahiplendirilemeyen hayvanların alındıkları cerrahi müdahalenin gerektirdiği süre ( 5-7 ortama salıverilme işlemidir. gün ) boyunca post operatif bakım ünitesinde tutulması ve operasyon tedavisinin yapılmasıdır.
sonrası
gerekli
Sahiplendirme Hayvan bakımevine getirilip bütün aşıları, kısırlaştırılması ve küpelenmesi yapılan hayvanların çeşitli nedenlerle yurttaşlar tarafından bakımevinin ziyaret edilmesi sonucu buradaki hayvanlar arasından görülüp beğenilen hayvanların gerekli belgeler doldurulduktan sahiplenilmeleridir. Bu işlem yapılırken yurttaşlarımızdan herhangi bir ücret
114
HAYVAN HASTALIKLARI
116
ÖZET İnsan sağlığının korunmasında, zoonoz hastalıklarla mücadelede veteriner halk sağlığı uygulamaları ve zoonoz hastalıkların önemi hakkında bilgi vermektir. Zoonoz hastalıkların teşhisinde ve önlenmesinde kılavuzların geliştirilmesi ve yürütülmesi için özellikle veteriner halk sağlığı önderliğine ihtiyaç vardır. Zoonozlarla mücadelede başarıya ulaşmak, ancak çok önemli bir halk sağlığı sloganı olan “Koruma Tedaviden Üstündür” felsefesiyle multidisipliner bir halk sağlığı hizmeti verilmesiyle mümkün olacaktır. Sorunlar ve çözüm yolları belli, hayvanımıza, gıdamıza ve sağlığımıza sahip çıkalım. Bizim için değil, kendiniz ve yeni nesiller için çok geç olmadan, iş işten geçmeden.
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
GİRİŞ Bir toplumun ekonomik, sosyal, kültürel yönden gelişmesi her şeyden önce yeterli ve dengeli beslenebilmesine bağlıdır. Yeterli ve dengeli beslenme de ise hayvansal kaynaklar çok önemli bir yer tutmaktadır. Hayvancılığın geliştirilmesi için bir yandan hayvan üretim tekniklerinin geliştirilmesi, diğer yandan da hayvanlarda ve insanlarda bireysel yada toplu ölümlere neden olan enfeksiyon hastalıkları ile mücadelesine bağlıdır. Günümüzde evde beslenen hayvanların sayılarının artması yanında sağlık kontrollerinin iyi yapılmaması halinde bu hayvanların insanlara zoonoz hastalıkları bulaştırma riskide artmaktadır. Evcil hayvanlar insana çok keyif verir hatta kişinin sağlığını bile düzeltir. Modern toplumlarda olduğu gibi ülkemizde de evcil havyan besleme alışkanlığı giderek yaygınlık kazanmakta. Pek çok insan evinde kedi, köpek, kuş gibi hayvanlarla beraber yaşamaktadır. Araştırmalar hayvan sevgisinin ve hayvanın da sahibini sevmesinin ruh sağlığını olumlu yönde etkilediğini göstermektedir. Bununla birlikte evcil hayvanlardan insanlara hastalık geçtiğini de unutmamak önemlidir. Bulaşıcı hastalıklar kişiden kişiye bulaşabilme, geniş kitlelere yayılma ve büyük toplulukları etkileme yeteneğine sahiptir. Bireysel sonuçları ağır olmakla birlikte, zoonoz hastalıkların büyük kitleleri de etkileme gücü olduğundan, toplumsal sonuçlar daha büyük olmaktadır. Zoonoz hastalıklar hayvanlardan insanlara, insanlardan hayvanlara geçen hastalıkların tümü olarak ifade edilebilir. Dünyada insan ve hayvanları ilgilendiren 200 den fazla zonooz hastalığın var olduğu bilinmektedir. Ülkemizde çoğu sığır, koyun, köpek, kedi ve kanatlı olmak üzere 40 civarında zoonoz hastalık mevcuttur. Zoonoz hastalıkların sayısının fazla olması insan sağlığı açısından oldukça düşündürmektedir. Zoonoz hastalıklar hasta hayvanların yanı sıra sağlam
117
Yrd.Doç.Dr.Hasan İÇEN Dicle Üniversitesi Veteriner Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı hasanicen@dicle.edu.tr
taşıyıcı hayvanlar vasıtasıyla da bulaşır. Son yıllarda bazı Avrupa Ülkelerinde görülen BSE (Deli Dana) ve Ülkemizde dâhil olmak üzere çok sayıda ülkede görülen Avian İnfluenza (Kuş Gribi), Kırım Kongo Kanamalı Ateşi, Kuduz, Domuz gribi, Şarbon gibi hastalıklar bu ülkelerin insanlarında yaratığı endişe, zoonoz hastalıklarla mücadelenin önemini açıkça ortaya koymaktadır. Ayrıca hayvanların ölümüne ve verim kayıplarına yol açarak ülke ekonomisine zarar vermektedirler. Sosyoekonomik şartların değişmesi ile birlikte evlerimizde barındırdığımız kedi ve köpek gibi petlerden kaynaklanan zoonoz hastalıklar yanında tavuk, kuş vb. kanatlı hayvanlar, evcil memeliler, maymun, fare vb. yabani memeliler ve tavşanlar gibi pek çok hayvan türüne ait zoonoz hastalık, insanlara bulaşarak ciddi sorunlara neden olabilir. Kedi ve köpeklerde dâhil olmak üzere tüm hayvan türlerinde görülebilen ve insanlara da bulaşabilen bu zoonozlar, bakteriyel, paraziter, viral ve mantar kaynaklı olabilmektedir. Ayrıca bulaşması sadece kene pire gibi arthropodlar aracılığı ile olabilen bazı zoonoz hastalıklar da mevcuttur. Bu etkenler kedi ve köpeklerde değişik şekillerde hastalığa neden olurlar ve farklı yollarla insanlara bulaşabilirler. Zoonozlar bu ciddi gelişimlerinin yanı sıra biyolojik terör açısından da çok önemli bir konuma sahiptirler. Bugün biyolojik terör amacıyla kullanılabilme olasılığı olan veya kullanılabilen hastalıklar listesi içinde çok sayıda zoonoz hastalık unsurlarının yer aldığı unutulmamalıdır. Dünyada halen biyolojik silah olarak kullanılabilecek etkenlerin % 80’ni zoonozlar oluşturmaktadır. Yine kürselleşen dünyada ülkemiz nükleer tehtidden ziyade
kimyasal ve biyolojik terör tehdidi altında olması nedeniyle zoonozlar bu yönden de önemini korumaktadır. Halk sağlığı açısından dikkat edilmesi gereken ve ülkemizde çok sık görünen önemli zoonoz hastalıkların bir diğer yayılma yolu da kurban bayramlarında kesilen kurbanlar ve bulaşık gıdalar oluşturmaktadır. Hayvansal ürünlerin gıda güvenliğinin sağlanmasında Veteriner Halk sağlığı açısından hayvan refahı uygulamaları da önemli bir yere sahiptir. Çünkü hayvanın her türlü hastalıklara karşı korunması sağlıklı olması hayvan refahının en önde gelen kurallarındandır. Dolayısıyla hayvansal ürünlerle insanlara geçebilecek zoonoz hastalıkların veya zoonotik patojenlerin bulaşmasının da önüne geçilmiş olur. Zoonoz hastalıklardan kendimizi ve hayvanlarımızı korumak için; 1. Evcil hayvanınızla oynamadan önce ve oynadıktan sonra ellerinizi sabunla ve suyla yıkayın ya da el jeliyle temizlemeliyiz. 2. Evcil hayvanınızın yüzünüzü yalamasına izin vermeyin. 3. Evcil hayvanınızın yemek ve su kâselerini ayrı kaplarda yıkayın. Eğer ayrı kabınız yoksa, kaseleri yıkadıktan sonra kapları dezenfekte edin. 4. Hayvanınızın üzerinde açık yara varsa, bunu tedavi ederken mutlaka eldiven takın. Eğer kendinizde bir yara ya da kesik varsa mutlaka bunu bantlayın, bandajlayın. 5. Evcil hayvanınızın genel sağlığına dikkat edin, rutin sağlık kontrollerine götürün, herhangi bir yarası olduğunda veterinere götürün. Rutin kontroller her 6 ayda bir yapılmalıdır. 6. Zoonoz hastalıkların yayılmasında kırsal kesimde ve kurban bayramların da yapılan
118
kontrolsüz kesimlerde elde edilen karaciğer, akciğer, dalak, böbrek ve kalp gibi kistli iç organların kedi ve köpeklere verilmesi önemli rol oynamaktadır. Hastalıklı ciğerler kesinlikle tüketilmemeli ortalığa açıkta bırakılmamalıdır. Bu amaçla atıklar mutlaka yakılmalıdır. 7. Sağlık eğitimi ve toplumun bilgilendirilmesi, bireylerin de katılımının sağlandığı çalışmalar düzenlenerek yapılmalıdır. Bu hastalıkların önlenmesi için, ana enfeksiyon kaynağı olan hayvanların ve gıda maddelerinin tespit edilmesi gerekir. Zoonozlar epidemiyolojik, klinik ve kontrol mekanizmaları açısından farklı özellikler barındırdıklarından oldukça geniş bir hastalık spektrumuna sahiptirler. Zoonoz hastalıkları oluşturan etkenler bakteriyel, viral, fungal, protozoal, paraziter ve diğer ajanlar olabilir. Bu etkenlerin başlıcaları; Bakteriyel olanlar; Antraks, Brucella, Listeriosis, Leptospirosis, Salmonellosis, Tetanus, Tuberculosis, Tularemia, Camphylobacteriosis, Lyme disease, Veba Viral Etkenler; Tick-borne encephalitis, Kuduz, Şap, Hanta virus, Kuş gribi, Domuz gribi, Sars, Kırım kongo kanamalı ateşi, Rotaviruslar, Rift Walley hastalığı, Çiçek, Prion zoonozlar; Hastalıkların etkeni Prion protein yapısında küçük enfeksiyöz ajanlardır. Prionlarla oluşan hayvan hastalıkları • • • • •
Scrapie (koyun ve keçi) Transmissible mink encephalopathy (mink ve vizon) Chronic wasting disease (geyik) Bovine spongioform encephalopathy (sığır) Feline spongioform encephalopathy (kedi)
Zoonotik mikotik etkenlerden trikofiti, Parazitik zoonozlar; Toksoplazma, leishmania, kriptospirodiozis, Giardia, Sarkokistler, Askarit, tenya, ekinikok kistleri, Dirofilaria, Fasiola, Şiştozoma, Uyuz Zoonozlarla mücadelede başarıya ulaşmak, ancak çok önemli bir halk sağlığı sloganı olan “KORUMA TEDAVİDEN ÜSTÜNDÜR” felsefesiyle multidisipliner bir halk sağlığı hizmeti verilmesiyle mümkün olacaktır. Sorunlar ve çözüm yolları belli, hayvanımıza, gıdamıza ve sağlığımıza sahip çıkalım. Bizim için değil, kendiniz ve yeni nesiller için çok geç olmadan, iş işten geçmeden.
119
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Tüberküloz Sığır ve keçilerde enfeksiyonlardan M. bovis sorumludur. Kesimde lezyonların %90’ının akciğerlerde lokalize oldukları görülüyor. Ayrıca tüm lenf yumrularında, tracheada, ve iç organlarda (milier evre) lezyonların varlığı görülmektedir. Canlı muayenede; sabahları ve soğuk havada yaş ve hafif öksürük ile birlikte zayıflık dikkati çekebilir. İnsana bulaşma; et ve süt ürünlerinin çiğ ya da az pişmiş yenmesi ile bulaşabilmektedir. Kesim sırasında hayvanda veya ette bu tarz lezyonlar görüldüğünde tüketici mutlaka uyarılmalıdır
Bruselloz Etkenleri Brucella abortus bovis, B. suis ve B. melitensis’’ tir. Hastalık düzensizlik gösteren ve nüksetme eğilimli bir ateş ile karakterizedir. Bunun yanı sıra terleme, ağrı, eklemlerin şişmesi, bazen cinsel organlarda hastalık tabloları ile seyredebilir. İnsanlara enfeksiyon hasta hayvanlar ve etleriyle temasta el ve konjuktiva (gözü çevreleyen doku) ile, hastalıklı süt ve süt ürünlerinin tüketimi ile bulaşabilir. Bakteriler etlerde haftalar hatta aylarca canlı kalırlar. Tuzlanmış ve salamura edilmiş etlerde 150 gün canlılıklarını koruyabilirler. Brusellozlu hayvanlar kesinlikle kesilmemeli ve bölge sorumlularına bildirilmelidir
Anthrax (Şarbon) Etkeni Bacillus anthracis’tir. Hasta hayvanlardan temas yolu ile bulaşır. Etlerini tüketen insanlarda ise hastalığın sindirim formu oluşur ve çoğu zaman ölümle sonuçlanır. Kesilen şarbonlu hayvanın kanı pıhtılaşmaz, dalak normalin 3-4 katı büyümüştür. Trachea (soluk borusu) ve bronşlar kanlı ve köpüklü bir sıvı ile doludur.
Kesim esnasında tipik belirtiler görüldüğünde kesimin hemen durdurularak Veteriner Hekime bildirilmesi ve antraks(şarbon) olduğu kesin ise uygun koşullarda imha edilmesi yoluna gidilmelidir.
Kırım Kongo Kanamalı Ateşi Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA), viral hemorajik ateşi sendromları arasında yer alan zoonoz özellikli bir enfeksiyondur. Zoonoz kaynaklı olmasından dolayı hayvanlarda insanlara göre daha sıklıkla görülmesine rağmen sporadik vakalar veya salgınlar halinde insanlarda da görülmektedir. Türkiye’de 2002 yılı bahar aylarından itibaren görülmeye başlanmıştır. İnsanlar virüsü genellikle enfekte hayvanlarla uğraştıkları sırada keneler (özellikle Hyalomma cinsi) tarafından ısırılmaları ile infekte olurlar. İnfekte hayvan ve insanlara ait kan, vücut sıvıları ve sekresyonları ile temas ile de infeksiyon bulaşabilir. Hastalık genellikle mevsimsel özellik göstermektedir. Ülkemizdeki ilk KKHA vakaları ise Tokat bölgesinde tanımlanmıştır. Kene tarafından ısırılma ile virüsün alınmasını takip eden kuluçka süresi genellikle 1-3 gündür; bu süre en fazla 9 gün olabilmektedir. Enfekte kan, ifrazat veya diğer dokulara doğrudan temas sonucu bulaşmalarda bu süre 5–6 gün; en fazla ise 13 gün olabilmektedir. Hastalık için tarım çalışanları ve hayvancılıkla uğraşanlar ile endemik bölgelerde görev yapan sağlık personeli için yüksek risk vardır.
Kuş Gribi (Avian influenza) Günümüzde pandemi yapabilme yeteneğinde olan önemli bir zoonoz hastalıktır. Hastalık kanatlıların solunum ve sindirim sistemlerine
120
ait belirtilerle birlikte bulaşma ve ölüm oranı çok yüksektir. Etken İnfluenzavirus A H5N1 virüsü olup , ilk kez 1961’de Güney Afrika’da balıkçıllardan izole edilmiş olmakla birlikte, ilk kez 1878’de İtalya’da tanımlanmıştır. Kuş gribi virüsünün doğal rezervuarı, yeşilbaş ördeklerdir ve infeksiyona en dayanıklı olan kuşlar da bunlardır. Virüsleri çok uzaklara taşıyabilmelerine ve dışkılarıyla çıkarmalarına karşılık, yalnızca hafif ve kısa süren bir hastalık geçirirler. Evcil ördeklerdeki infeksiyon ise tıpkı tavuklar, hindiler, kazlar ve benzeri kümes hayvanlarındaki gibi öldürücüdür. Virüs, infekte yabanıl kuşların dışkılarıyla kümes hayvanlarının arasına girebilir. Evcil kuşların serbestçe gezindikleri, yabanıl kuşlarla aynı kaynaktan su içtikleri ya da taşıyıcı durumdaki enfekte yabanıl kuşların dışkılarıyla kontamine olabilecek su kaynaklarını kullandıkları yerlerde, infeksiyonun yabanıl kuşlardan evcil kümes hayvanlarına bulaşma riski daha yüksektir. Canlı kuşların sıkışık ve sağlıklı olmayan koşullarda satıldığı pazarlar da bir başka yayılma kaynağı olabilir. Kuş gribinin, özellikle patojenitesi yüksek formla oluşan salgınların, gelişmekte olan ülkelerde kümes hayvanları endüstrisi ve çiftlik sahipleri üzerindeki etkileri son derece yıkıcı olabilir. Hastalık, ülkeden ülkeye canlı kümes hayvanlarının ticareti aracılığıyla yayılabilir. Kuş gribi virüsleri genellikle insanları doğrudan infekte etmez ve insanlar arasında dolaşmaz. İnsanda kuş gribi virüsleriyle oluştuğu bildirilmiş doğal infeksiyon sayısı çok azdır. İnsanlardaki olguların infekte kümes hayvanları veya kontamine yüzeylerle temas sonucunda geliştiği düşünülmektedir. Kuş gribi virüslerinin insanlar arasında tutunabilmesine karşı bir dereceye kadar etkili bir engelin bulunduğu açıktır. İnsandaki olgular, kümes hayvanları arasında patojenitesi yüksek kuş gribi salgınlarıyla eşzamanlı olarak görülmektedir. Çünkü kuşlardaki infeksiyonun yayılması, insanların direkt infeksiyonu için doğacak fırsatları artırır.
Domuz Gribi İnfluenza A virüsünün (A/ H1N1) neden olduğu ve daha önce insanlarda görülmezken virüsün geçirdiği değişimle artık insanlarda da görülebilen grip türüdür. İnsandan insana bulaşabilmektedir. Halen devam eden salgın insandan insana bulaşma şeklinde yayılmaktadır. Domuz Gribi de mevsimsel grip gibi bulaşmaktadır. Kişiden kişiye genellikle öksürme, aksırma esnasında ortama yayılan ve virüs içeren damlacıklarla bulaşır. Bu damlacıklar, direkt solunum yolu ile alınabileceği gibi ortamdaki kapı
121
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
kolu, masa, sandalye gibi cansız yüzeylerden eller vasıtasıyla da alınabilir. Tokalaşma ile de bulaşabilir. Virüs sağlam kişiye ağız, burun ve göz yolu ile bulaşabilmektedir. Kişi, hastalık başlangıcından 1 gün öncesi ve 7 gün sonrasına kadar bulaştırıcıdır.
yaralarının taze salya ile bulaşması sonucunda da enfeksiyon meydana gelir. Virüs sağlam deriden organizmaya giremez. Yarasaların yaşadığı mağaralarda bulunan hayvanlarda, kuduzun doğal olarak görülmesi enfeksiyonun inhalasyon yolu ile de olabileceğini ortaya koymaktadır.
Kuduz İleri derecede duyarlı olan hayvanlar; tilki, kurt, çakal, ender görülenler ise fare, sincap, kuş, sürüngenler, rezervuar olanlar ise yarasalardır. Alınan önlemler ve aşılamalarla kuduz olgularında düşüşler görülmesine rağmen, ülkemizde en fazla kuduz olgusu İstanbul ve İzmir de görülmüştür. Bulaşma, hayvan ısırıkları, yara ve mukozaların sekresyonla teması ile olur. Kuduz, merkezi sinir sisteminin akut seyirli, öldürücü viral bir enfeksiyonudur. Hastalığa, insanlarda dahil olmak üzere tüm sıcak kanlı hayvanlar yakalanabilirler. Köpek, kedi, sığır, koyun, keçi, at, gibi evcil hayvanların yanı sıra, tilki, kurt, çakal gibi vahşi hayvanlarda da sıkça görülür. Fare, sincap, gelincik, hamster gibi kemirgenlerde hastalığa yakalanabilirler. Kuduz, dünyada katı karantina tedbirlerinin uygulanabildiği ve köpeklerin girişinin engellendiği ada ülkeleri dışında bütün ülkelerde görülmektedir. Avustralya ve Yeni Zelanda’da hastalık hiç şekillenmemiştir. İngiltere, Havaî ve İskandinavya ise hastalık yönünden halen aridir. Hastalık Yugoslavya, Türkiye ve A.B.D.’nin çoğunluğunda enzootiktir. Virüs enfekte hayvanların salyaları ile saçılır. Köpeklerde ilk klinik belirtilerin görülmesinden 5 gün öncesine kadar salyada virüs bulunur. Hastalığın yayılması hemen hemen daima enfekte hayvan tarafından ısırılma ile olur. Deri
Evcil Hayvanlarda Kuduzun Önlenmesi Ülkemizde kuduzun kontrolü; 1- Sokak kedi ve köpeklerinin kontrolü, 2- Aşılama, 3- Karantina tedbirleri ve 4- Halkın bilgilendirilmesi ve eğitimi yöntemlerle yapılmaktadır. Türkiye, özellikle kentsel alanlarda sokak kedi ve köpeklerinin çoğalması ile karşı karşıyadır. Bu köpeklerin eliminasyonu yerel yönetimlerin görevlerindendir. Köpeklerin ortadan kaldırılması, Hayvanları Koruma Cemiyetleri ve benzeri kuruluşların tepkilerine neden olmaktadır. Bundan dolayı bu köpeklerin sahiplendirilmesine yönelik geçici bakım ünitelerinin kurulması gerekmektedir. Bazı belediyelerde bakım üniteleri kurulmuş ve bazı belediyelerde de kedi ve köpeklerin kısırlaştırılmasına yönelik programlarda devem etmektedir. Ancak, bu bakım ünitelerinde hayvanların uzun süre bakımı ve kısırlaştırılması çözüm olmamaktadır. İnsanların duygusallık adına tepkilerinin yanı sıra başıboş köpekler konusundaki duyarsızlığından dolayı kedi ve köpeklerin sayısı azaltılamamakta ve de kuduz önlenememektedir. Kuduz tespit edilmiş bir bölgede karantina tedbirleri alınmakta ve 6 ay süre ile kordon konulmuş bu bölgeden hayvan nakilleri yasaklanmaktadır. Halkın bilgilendirilmesi ve eğitimi en önemli kontrol tedbirlerindendir. Bu nedenle radyo, televizyon
122
ve diğer iletişim araçlarından yararlanılabilir.
Bse (Deli Dana) Etken, protein zincirinden oluşan ve oldukça küçük boyutlarda bir priondur. Yaşlı hayvanlarda görülme sıklığı, genç hayvanlara göre daha fazladır. Hastalık 2 yaşından büyük hayvanlarda görülebilir. Hastalığın kuluçka süresi 2-8 yıldır. Sığırların yemlerine et ve kemik unu ilavesi ile hastalığın bulaştığı bildirilmektedir. Hayvanlarda şiddetli davranış bozuklukları ve sinirsel belirtiler gözlenir. Teşhisi çok güçtür. Kesilen hayvanın beyinde süngerimsi görüntü şüphe uyandırır.
Cysticercus Bovis (Şerit) Tenia saginata’nın larva formudur. Sığırların dil, masseter (yanak kasları), özefagus (yemek borusu) diyafram, iskelet kasları ve kalp kası gibi dokulara yerleşir. Klinik tanı mümkün değildir. Tanı ancak et muayenesi ile yapılabilir. Enfekte kişilerde iştah bozukluğu, karında şişme ve ağrı, bulantı, kusma, kabızlık ve ishal gibi şikayetler görülebilir. İyi beslenen bir insanın bağırsağında 1 adet şeridin bulunması durumunda hiçbir klinik belirti görülmeyebilir. Bu da enfeksiyonun yayılmasında büyük önem taşır.
Fasciolasis (Kelebek) F. hepatica ve F. gigantica parazitlerinin oluşturdukları hastalıklardır. Karaciğer kesildiğinde kelebek ismi verilen parazitin olgun formları görülür. İnsanlara bulaşma sonucu karaciğer yetmezlikleri, nekroz ve siroza (karaciğer ve böbrek yetmezliğine) neden olabilir.
Kist Hidatik Halk sağlığı açısından kurbanda dikkat edilecek ve ülkemizde çok sık görünen önemli hastalık kist hastalığıdır. E. granulosus’un larva formunun insan vücudunda kist oluşturması sonucu oluşur. Patojenite (hastalık durumu) parazitin yerleşeceği dokuya göre değişkenlik gösterir. Kist yerleştiği dokuya göre fonksiyon bozukluğu yapar. Köpekgillerin ince bağırsaklarında yaşayan parazitin neden olduğu bir hastalıktır. Parazit yumurtalarının köpeğin dışkısıyla çıkarılması ve bu yumurtaları çeşitli yollarla alan insan, sığır, koyun v.b. hayvanların sıklıkla akciğerler arasındaki pleural boşlukta, karaciğerde su keselerinin oluşumuyla karakterizedir.
123
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
KAYNAKLAR 1. 2. 3. 4.
Tayar M. Gıda Güvenliği ve Veteriner Halk Sağlığı. www.mustafatayar.cjb.net Serpen A. Hayvan ve insanlara yönelik biyolojik terör. İzmir Veteriner Hekimleri Odası Aydın L. Kenelere dikkat- Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi Parazitoloji Anabilim Dalı Serpen A. Küreselleşen zoonozlar biyolojik felaket haline geldi. - İzmir Veteriner Hekimleri Odası 5. Kırım Kongo Kanamalı Ateşi. www.saglik.gov.tr 6. Cevizci S, Eringöz E. Kamu Sağlığına Yönelik Veteriner Halk Sağlığı Hizmetleri ve Bu Alandaki Fırsatların Değerlendirilmesi. F.Ü.Sağ. Bil. Vet. Derg.2009: 23 (1): 65 – 71 7. Cevizci S, Eringöz E. İnsan sağlığı ve ile veteriner hekimlik uygulamalarının ilişkisi: “VETERİNER HALK SAĞLIĞI”. İstanbul Üniv. Vet. Fak. Derg. 34 (2), 49-62, 2008 8. Temizyürek A. Veteriner Halk Sağlığı. İzmir Veteriner Hekimler Odası 9. Taş C. Zoonoz hastalıklar ve Halk sağlığı açısından önemi. Veteriner Hekim 2006 10. Çakır N. Zoonoz hastalıklar ve Halk sağlığı açısından önemi. 11. Zoonotic Diseases Tutorial . www.vin.com 12. Kasımoğlu A. Yeni Gıda Zoonozları. Kırıkkale üniversitesi veteriner fakültesi Besin hijyeni ve teknolojisi ABD 13. Korkmaz Y.L. Domuz gribi. 14. Apaydın G. Kurbanlık hayvanlar ve zoonoz hastalıklar. Gıda yüksek mühendisi www. eskisehirsaglik.gov.tr 15. Serpen A. Çevresel Faktörlerden Kaynaklanan Zoonoz Hastalıklar Ve Korunma Yolları. İzmir Veteriner Hekimler Odası 16. Uzun R, Safran A, Buzgan T. Zoonotik hastalıkların insanlardaki durumu. Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü.
124
HAYVANLARDAN İNSANLARA BULAŞAN HASTALIKLAR (ZOONOZLAR)
126
Zoonotik infeksiyonlar temelde hayvan hastalıklarıdır. Hayvanlarda hastalık belirtisi yapmalarının yanısıra, latent kalan ya da normal hayvan florasında bulunan mikroorganizmalar da insanlara bulaşabilir. Her ülkenin endemik zoonozları vardır. Yeni zoonozlar seyahat, hayvan hareketleri, ticaret ya da terörizm gibi çeşitli yollarla bir ülkeye girerek sporadik ya da epidemik hastalıklara yol açabilir. Çok geniş bir yelpaze gösteren zoonotik infeksiyonlarla baş edebilmek için hastalıkların bulaşma şekli iyi bilinmelidir. Bu yazıda genel olarak bulaşma yollarına göre başlıca zoonotik infeksiyonlar, kontrol önlemleri ve konu ile ilişkili sektörler ele alındıktan sonra, ülkemizdeki önemli endemik zoonozların durumu ve kontrolu için öneriler ve gelişebilecek yeni zoonotik infeksiyonlara yaklaşım irdelenecektir.
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Bu şekilde bulaşan hastalıkların bir kısmı hayvan ağız florasında bulunan bakterilere bağlı yumuşak doku infeksiyonları, osteomyelit ve genellikle immünsüpresif konakta sepsise yol açmaktadır. Daha çok sporadik olgulardır. İlk müdahale çok önemlidir. Bu bakımdan öncelikle birinci basmakta görev yapan hekimlerin bu konuda eğitimli olması sağlanmalıdır. Hayvan ısırması ile gelen hastada yara temizliği ve antibiyotik profilaksisi yapılmalıdır. Hayvan ısırması ile bulaşabilecek fare ısırması hastalığı, kedi tırmalaması hastalığı, tularemi gibi özel hastalıkların gelişebileceği bilinmeli, hastalar olası hastalıklar yönünden izlenmelidir. Hayvan kuduzunun endemik olduğu ve insan kuduzunun görüldüğü bir ülke olmamız nedeniyle her ısırma kuduz olasılığı yönünden değerlendirilerek uygun profilaksi yapılmalıdır. Hayvan ısırmasının yol açtığı hastalıklar konunun sosyal boyutu nedeniyle, Sağlık Bakanlığı hekim ve yardımcı sağlık personeli, veteriner ve hayvan sağlığı personeli, belediyeler, İç İşleri Bakanlığı, askeri kurumlar ve sivil toplum örgütleri gibi pek çok kurumu ve iş kolunu da ilgilendirmektedir. Temas yoluyla bulaşan hastalıklarda olduğu gibi daha çok hayvan teması olan iş kollarında çalışanlar risk altındadır. Hasta hayvanlardan sağlıklı hayvanlara bulaşma kontrol edilemezse sorunun boyutu ve hastalığın kontrol altına alınması zorlaşır.
Türkiye’de Endemik Olarak Görülen Zoonozların Kontrolü Zoonotik enfeksiyonlara yaklaşım başka enfeksiyonlardan farklı değildir. İlk basamak hastalıkların hayvan ve insanlarda tanı konulabilmesi, bir
127
Doç.Dr.Mustafa Kemal ÇELEN Dicle Üniversitesi Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji AD. Diyarbakır mkcelen@hotmail.com
başka deyişle hastalığın hekim ve veterinerler tarafından bilinmesine bağlıdır. İkinci basamak ise insan ve hayvanlarda hastalığın boyutlarının saptanması ya da epidemiyolojik bilgilerin toplanmasıdır.
mikroplu labaratuvar örneklerinin, kesik deri, mukoza veya göz çevresine ile bulaşabilir.
Bruselloz
Bakterinin kuluçka süresi ortalama 2-3 haftadır. Bu süre, alınan bakteri sayısı ve vücuda giriş yoluna göre değişebilir. Bakterinin oral yoldan alımında mide asidinin yetersizliği bakterinin geçişini kolaylaştırır. Girdiği yerde üreyen brusella bakterileri, lenf kanallarını izleyerek bölgesel lenf bezlerine gidip yerleşirler. Bölgesel lenf bezlerinden, kana karışarak bakteriyemi meydana getirirler ve organlara yayılırlar.
Bruselloz ya da bilinen adıyla brusella; brucella grubu bakterilerle oluşan, temelde koyun, keçi, sığır, domuz v.b evcil hayvanlarda hastalık yapan, bunlardan çeşitli yollarla insanlara geçen, kronik seyirli bir infeksiyon hastalığıdır. Hastalık ilk olarak Malta adasında tesbit edildiğinden ‘Malta Humması’ veya ‘Akdeniz Humması’ olarak isimlendirilmiştir. Ülkemizde bruselloz ilk kez 1915 yılında tespit edilmiştir. Ülkemizde bu hastalık; koyunlardan insanlara bulaşması nedeniyle “koyun hastalığı”, hastalığın hayvanlardan insanlara bulaşması nedeniyle de “mal hastalığı” gibi isimlerle de anılmaktadır. Mikroplu et, süt ve süt ürünlerinin sindirim yolu ile alınması, tüm dünyada en sık karşılaşılan bulaşma yoludur. Çiğ sütten yapılan peynir, krema ve yağ en önemli infeksiyon kaynaklarıdır. İnfeksiyonun yoğun olarak görüldüğü kırsal kesimlerde sütler kaynatılmamakta ve pastörize edilmemektedir.
Akut infeksiyon sırasında kan yolu ile ve hayvanın dışkıladığı sebzelerin yenmesiyle geçebilir.
Bruselloz birçok organ ve sistemi tutabildiğinden geniş bir klinik yelpazeye sahiptir. Hastalığın kuluçka süresi, bir haftadan birkaç aya kadar değişmekle birlikte, genelde 6–20 gün kadardır. Semptomların başlangıcı ani veya sinsi olabilir. Vakaların yaklaşık yarısı ani, kalan yarısı sinsi başlangıçlıdır. Titreme ile yükselen ateş, gece terlemesi, başağrısı, halsizlik, kilo kaybı ve eklem tutulumu olan kişilerde ilk akla gelmesi gereken hastalıklardandır.
Kuduz Sıcak yaz günlerinde hayvanlardan sağılan sütlere, hiçbir ısıtma muamelesi uygulanmadan peynir mayası ilave edilmekte veya merkezkaç esasına dayanan yağ makinelerı yoluyla krema yağlar elde edilmektedir. Bakteri tereyağında 4 ay canlı kalabilir. Soğuk ortamda 2 aydan fazla bekletilen teneke peynirde daha önce bulunsa dahi canlı kalamazlar. İnfekte hayvanın doku, kan ve lenfasının veya
Kuduz sinir sistemini etkileyen ve çoğunlukla kedi ve köpeklerde olan akut bulaşıcı bir hastalıktır. Virüs hasta olan hayvanın tükürüğünde bulunmaktadır ve başka bir hayvanı veya bir insanı ısırdığı takdirde hastalık, ısırdığı hayvan veya insana bulaşmaktadır. Ancak bazı nadir vakalarda kuduz, bir hayvan tarafından ısırıldıktan iki yıl kadar geç bir süre sonra meydana çıkmıştır. Ateş, sinirlilik, depresyon. Sinirlilik hali kontrolsüz heyecana dönüşür.
128
Tükürük akışı boldur ve boğaz eklemlerinde şiddetli sancılı spazmlar olagelmektedir. Ölüm üç ile beş gün arasında gelir. Boğaz eklemlerindeki spazmlardan su ve yutkunma korkusu gelmektedir. «Hidrofobi = Sudan korku» adı buradan gelmektedir. İki hafta kadar bir süre müşahede altında tutulmalıdır. Eğer bu süre içerisinde hayvan hastalanmaz veya ölmezse, hayvanın hasta olmadığına kanaat getirilir ve sahibine geri verilir. Eğer hayvan hastalanırsa öldürülmemeli fakat ölmesi beklenmelidir. Bu şekilde teşhis daha kolay elde edilmektedir. Hayvana otopsi yapılıp beyni muayene edilince bu hayvanda kuduz olup olmadığı kesin şekilde tespit edilmiş olur. Kuduza karşı ve önleyici gayet tesirli bir aşı vardır. Ancak bazı hallerde zehirleyici yan tesirler icra edebileceğinden çok dikkatli kullanılması gerekmektedir. İnsanı ısıran hayvanda kuduz olduğu bilinmekteyse veya ısıran hayvan kaçmış olup bulunma-maktaysa derhal kuduz aşısı yapılmalıdır. Eğer insanı ısıran köpeğin sağlıklı olduğu tahmin edilmekteyse ve onu müşahede etme imkânları varsa, o zaman bu hayvan on dört gün müşahede altında tutulmalıdır. Eğer bu süre içerisinde hayvanda herhangi bir hastalık arazı görülmezse ısırdığı kişiye aşı yapmak lüzumu kalmayacaktır. Köpek hastalanıp ölürse ışınlan insanın muafiyet metoduna derhal başlanmalıdır. Veterinerler, posta taşıyıcıları, çobanlar, arazide tatbikata çıkacak askerler ve izciler gibi yüksek risk grubuna giren kişilerin bağışıklık kazanmaları için son aylarda yapılan tecrübeler çok başarılı sonuçlar vermiştir. Bunlara bu bağışıklık temini için insan dokusu orjinli aşı yapılmaktadır.
Şarbon Çok sayıda mikroroganizma biyolojik silah amacıyla kullanılabilir. 1925 yılında Cenevre Protokolü ile biyolojik ve kimyasal silah kullanımı tüm dünyada yasaklanmışsa da, günümüzde en az 17 ülkenin elinde bu tür silahların olduğu ve zaman zaman kullanıldığı da bilinmektedir. Şarbon (antraks) sporları son günlerde başta Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nde olmak üzere çeşitli ülkelerde biyoterorizm amacıyla kullanılmaktadır. Bu yazıda güncel önemi nedeniyle şarbon ayrıntılı olarak incelenmiş, diğer potansiyel biyolojik ajanlara ise kısaca değinilmiştir. Şarbon, gram-pozitif, spor oluşturan bir bakteri olan Bacillus anthracis’in neden olduğu akut infeksiyonun adıdır. Hastalık doğal olarak ot yiyen hayvanlarda (koyun, keçi, sığır gibi) görülür. Hayvanlar şarbon sporlarının bulaştığı toprakta otlanırken hastalıkla temas ederler. İnsanda hastalık
129
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
sporlarla derinin teması veya solunum yoluyla sporların alınması sonucu oluşur. Kaynak çoğunlukla infekte hayvanlar veya hayvan ürünleridir. İnsanda vakaların %95’i deriden çizik ve yaralardan şarbon sporlarının girmesiyle oluşan deri şarbonu biçimindedir. Günümüzde ülkemizde yılda yaklaşık 100 civarında deri şarbonu olgusuna rastlanmaktadır. Temas sonrası profilaksi de tedavi amacıyla kullanılan antibiyotiklerle yapılır. Ancak bu durumda antibiyotiklerin ağız yoluyla alınması yeterlidir. Erişkinlerde siprofloksasin 2 X 500 mg, alternatif olarak amoksisilin 3 X 500 mg veya doksisiklin 2 X 100 mg kullanılabilir. Profilaksi süresi 2 aydır. Çocuklarda ve hamilelerde doksisiklin önerilmemektedir. İmmünsüpresif hastalarda uygulanacak tedavi biçimi diğer hastalarda olduğu gibidir.
• Hastalık bu şekliyle bir yıl kadar devam ettikten sonra iz bırakarak kaybolabilir. • Vücut direnci düşük kimselerde siyah kabarcık açılarak yara halini alır. • Yaranın kabuğu kaldırıldığında, altından “çivi belirtisi” dediğimiz birtakım çıkıntılar ortaya çıkar. Hastalık, bu çıkıntılarla birkaç yıl devam ettikten sonra iz bırakarak kaybolabilir. • Daha çok alın, burun, çene, ayak boyun ve kol gibi açık bölgelerde görülen hastalık iyileşse bile “tipik bir iz” bırakır. Bu ize bakarak bir kimsenin bir zamanlar şark çıbanına yakalandığı rahatlıkla söylenebilir. En önemli korunma tedbiri, tatarcık sinekleri ile mücadeledir. Her şeye rağmen, ilk belirtisinden hastalığa yakalandığını farkeden kimse derhal bir sağlık kuruluşuna başvurmalıdır.
Tedavide Şark Çıbanı Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde sık görülmesi sebebiyle bu ismi alan bir parazit hastalığıdır. Halk arasında Diyarbakır Çıbanı, Antep Çıbanı, Halep Çıbanı ve Bağdat Çıbanı gibi isimlerle de çağırılmaktadır. Tıpta “Leishmania tropica” adıyla bilinen bir parazitin marifetiyle ortaya çıkmaktadır. Parazit, doğrudan bulaşabildiği gibi, “tatarcık” sineği tarafından da insana taşınmaktadır. Belirtileri: • Vücuda girdikten iki hafta sonra veya bir sene içinde, girdiği yerde birkaç milimetre çapında pembe bir leke olarak ortaya çıkmaktadır. • Bu leke zamanla sertleşerek kabarcık halini alır. Rengi de koyulaşarak kararmaya başlar.
Yara içine emetin ve atebrin şırınga edilmesi iyi neticeler vermektedir. Ayrıca antimon bileşikleri, amfoterisin B ve neostibosan gibi ilâçların damar yahut kas yoluyla vücuda verilmesi tedaviyi hızlandırmaktadır. Yara yerine yerleşen bakterilerle mücadele etmek için antibiyotik ve sulfanomid kullanılır. Tedavi sırasında yara üzerindeki kabuklar temizlenmeli, pansuman edildikten sonra temiz gazlı bezle kapatılmalıdır.
Akut Hemorajik Ateşi Akut hemorajik ateş sendromu tanımı Kırım Kongo hemorajik ateşi, Rift Vadisi ateşi, sarı humma gibi farklı virüslar, bakteriler ve riketsiyalarla da oluşabilen ve epidemi yapma özelliğinde bir grup hastalık için kullanılır.
130
Vücutta birçok sistemi, özellikle de vasküler sistemi tutan ve kanamaların eşlik edebildiği, hafif infeksiyonlardan yaşamı tehdit eden ağır hastalıklara kadar farklı klinik tablolar oluşturabilirler. Başlangıç semptomları ateş, halsizlik, kas ağrıları, aşırı yorgunluktur. Ağır olgularda iç organlarda, deri altında, ağız, göz ve kulaklar gibi vücut girişlerinde kanamalar görülebilir. Şok, santral sinir sistemi fonksiyon bozukluğu, koma, delirium, nöbetler, karaciğer ve böbrek yetmezliğine yol açabilir. Zoonotik hastalıklar arasında yer alır; etkenin yaşamı hayvan veya insekt konakçılara bağlıdır. Konakçıya bağlı coğrafik dağılım gösterirler. İnsanlar enfekte konakçı ile temas sonucu hastalanırlar (kemiriciler, kene ve diğer artropodlar önem kazanır), bazıları insandan insana bulaşır. Vakalar genelde sporadiktir veya düzensiz epidemiler şeklinde görülebilir. Ülkemizde hastalığın epidemiyolojik durumunun değerlendirilmesi açısından bildirim sistemine alınmıştır. Ani başlangıçlı, üç haftadan kısa süreli ateş, kırgınlık, halsizlik, yaygın vücut ağrısı ve baş ağrısı yakınması olan, kırsal kesimde yaşayan, son bir ay içinde kırsal kesime seyahat veya kene ısırması öyküsü olan, laboratuvarda lökopeni ve trombositopenisi olan ve başka bir nedenle açıklanamayan ve ek olarak aşağıdaki destekleyici bulgulardan en az ikisi olan vaka olarak tanımlanmaktadır. • • • • • •
Hemorajik veya purpurik döküntü Epistaksis, Hematemez, Hemoptizi, Dışkıda kan Diğer hemorajik semptomlar
Kırım Kongo Hemorajik Ateş Kırım-Kongo Hemorajik Ateş (KKHA),keneler tarafından taşınan Nairovirüs isimli bir mikrobiyal etken tarafından neden olunan ateş, cilt içi ve diğer alanlarda kanama gibi bulgular ile seyreden hayvan kaynaklı bir infeksiyondur. Son yıllarda tedavide görülen gelişmelere rağmen, bu infeksiyonlarda ölüm oranları hala yüksektir. Keneler otlaklar, çalılıklar ve kırsal alanlarda yaşayan küçük oval şekillidir. 6-8 bacaklı, uçamayan, sıçrayamayan hayvanlardır. Hayvan ve insanların kanlarını emerek beslenirler ve bu sayede hastalıkları insanlara bulaştırabilirler.
131
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Ülkemiz kenelerin yaşamaları için coğrafi açıdan oldukça uygun bir yapıya sahiptir. Türlere göre değişmekle beraber kenelerin, küçük kemiricilerden, yaban hayvanlarından evcil memeli hayvanlara ve kuşlara (özellikle devekuşları) kadar geniş bir konakçı spektrumları mevcuttur. Kene tarafından ısırılma ile virüsün alınmasını takiben kuluçka süresi genellikle 1-3 gündür; bu süre en fazla 9 gün olabilmektedir. Enfekte kan, ifrazat veya diğer dokulara doğrudan temas sonucu bulaşmalarda bu süre 5-6 gün, en fazla ise 13 gün olabilmektedir. Kanda virüse karşı oluşan antikorların taranması tanı için en sık kullanılan yöntemdir. Bu göstergeler hastalığın başlangıcından sonra 6. günden itibaren belirlenebilir.
Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi Nasıl Kontrol Edilir ve Nasıl Korunulur? Hastalığın bulaşmasında keneler önemli bir yer tutmaktadır. Bu nedenle kene mücadelesi önemlidir fakat oldukça da zordur. 1. İnsanlar kenelerden uzak tutulabilir ise bulaş önlenebilir. Bu nedenle de mümkün olduğu kadar kenelerin bulunduğu alanlardan kaçınmak gerekir. 2. Kenelerin yoğun olabileceği çalı, çırpı ve gür ot bulunan alanlardan uzak durulmalıdır. 3. Bu alanlara av yada görev gereği gidenlerin lastik çizme giymeleri, pantolonlarının paçalarını çorap içine almaları, 4. Görevi nedeni ile risk grubunda yer alan kişilerin hayvan ve hasta insanların kan ve vücut sıvılarından korunmak için mutlaka eldiven, önlük, gözlük, maske v.b. giymeleri
gerekmektedir. 5. Gerek insanları gerekse hayvanları kenelerden korumak için haşere kovucu ilaçlar (repellent) olarak bilinen böcek kaçıranlar dikkatli bir şekilde kullanılabilir. 6. Haşere kovucular hayvanların baş veya bacaklarına da uygulanabilir; ayrıca bu maddelerin emdirildiği plâstik şeritler, hayvanların kulaklarına veya boynuzlarına takılabilir.
Kala-Azar Leishmaniasis, bir protozoon olan Leishmania cinslerinin sebep olduğu hastalıklar grubudur. İç organların tutulduğu forma da kala-azar denmektedir. Leishmania donovani, Leishmania infantum, Leishmania chagasi’ dir. Etken, köpek ve kemiricilerin paraziti olup insanlara vektör olan tatarcıklar aracılığı ile bulaşmaktadır. Hastalığın yayılmasında yüksekliğin, bitki örtüsünün, nem, sıcaklık gibi, faktörlerin etkili olduğu bilinmektedir. Nadir de olsa L.donovani’ nin kan transfüzyonuyla ve konjenital olarak da bulaştığı rapor edilmiştir. Rezervuar genel olarak köpekler, tilkiler ve çakallardır. İnsanların da bir rezervuar olabileceği düşünülmektedir. Epidemiler; Hindistan, Doğu Afrika ve Güney Sudan’dan bildirilmiştir. Hastalığın kuluçka süresinin uzunluğu nedeniyle turistler, askerler ve göçmenler etkeni alarak kendi ülkelerine taşıyabilirler. Türkiye’de tatarcıklar Ege ve Akdeniz bölgelerinde endemik, diğer bölgelerde ise sporadik seyretmektedir. Ege, Marmara ve Doğu Karadeniz bölgelerinde; Akdeniz Tipi kala-azar görülür. Etken L. infantum’ dur ve rezervuarı köpeklerdir. Bu nedenle epidemilere yol açmaz. Enfeksiyonun yayılması üç önemli faktöre bağlıdır;
132
1. Enfeksiyon için uygun rezervuar. 2. Uygun vektör. 3. Duyarlı popülasyon. Erkekler arasında hastalığa yakalanma oranının daha yüksek olduğu bildirilmiştir. İnkübasyon periyodu 10 gün -10 yıl arasında olmakla beraber ortalama 4-6 aydır. Klinik bulgular ani veya yavaş olarak ortaya çıkabilir. İlk belirti, tatarcığın sokma yerindeki krut bırakan nodüldür. Çoğu olguda başka belirti yoktur. Subakut ve kronik olgularda ateş, halsizlik, iştahsızlık, öksürük ve kilo kaybı vardır. Çocuklarda ise ek olarak gelişme geriliği ve organomegali görülür. Karaciğer ve lenf bezlerinde büyüme olur. Dalak çok büyük, yumuşak ve ağrısızdır. hastalarda, el, ayak, karın derisi ve yüz gri bir renk alır. Bu diskolorizasyon olayına Hintçe “KALA-AZAR” denilmiştir. Doğru teşhis konmayan ve tedavi altına alınamayan olgularda; persistant ve günde iki kez yükselen intermittant ateş, anemi, gece terlemesi ile uzun süreli bir kilo kaybı ve kaşeksi gelişir. Kemik iliği ve dalak tutulumuna bağlı olarak anemi, lökopeni ve trombositopeni, bunun sonucunda da sekonder infeksiyonlar ve birden çok yerde hemorajiler gelişir. Bütün hastalar yüksek proteinli, yüksek kalorili ve vitaminle destekli diyetle beslenmelidir. Tedavide en çok kullanılan ilaç antimon bileşikleridir. İlaç yeterli doz ve sürede verilmez ise hızla direnç gelişir. Kum sineklerine karşı sürekli mücadele etmek, hayvan rezervuarlarını ortadan kaldırmak ve enfekte insanları tedavi etmek, korunmada etkin yollardır. Pencere ve kapılara sineklerin girmesini engelleyecek tel kafesler yapılmalıdır. İnsandan insana bulaş olduğundan kişilerin bu konuda bilgilendirilmesi ve eğitilmesi gerekmektedir.
Leptospiroz Leptospiroz, leptospira serotiplerinin oluşturduğu yaygın vaskülit sonucu gelişen bifazik bir grup multiorgan hastalığıdır. Etken organizma olan Leptospira icterohemorrhagica hastalıklı farelerin idrarında çıkar. Leptospiroz esas olarak nemli, fare barınan yerlerde çalışanlarda, örneğin maden işçileri, lağım işçileri, kanal ve liman işçileri, çiftçiler ve balık temizleyicilerinde görülür. İnsanlara, enfekte hayvanların idrar ve dokularına temas suretiyle doğrudan veya kontamine su, toprak ve sebzelerden dolaylı olarak geçebilir. Etken , deri sıyrıklarından, konjuktiva,
133
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
burun ve ağız mukozasından girer. İnsandan insana bulaşma son derece azdır.
görerek konur.
Toksoplazmoz Patogenez Giriş yerinde belli bir patoloji saptanmaz. Leptospiralar kuluçka dönemini izleyerek üredikleri giriş yerinden kan yoluyla yayılırlar. Leptospirozda patolojik bulgular esas itibariyle kapiller endotelinin hasarı (vaskülit) sonucu oluşur. İskelet kaslarında fokal nekroz ve nekrobiyoz görülmesi tipiktir. Özellikle böbrek, KC, Ac ve sürrenal de kanamalar görülebilir. Etken özellikle, böbrekte yerleşir ve idrarla dışarı çıkar.
Klinik Özellikler Leptospiroz karekteristik olarak iki fazlı bir hastalıktır. Asemptomatik enfeksiyondan ikterle seyreden ciddi hepatorenal sendroma (Weil hst. ) kadar değişebilen klinik tablolarla seyredebilir. 1-2 haftalık Kuluçka Döneminden sonra hastalık ateş, baş ağrısı, sırt ve ekstremite ağrısı ile ani olarak başlar. (İkterli hemoraji) adı sarılık ve purpuraya işaret eder. İnfeksiyöz hepatitten ayırdetmede yardımcı özellikler aşırı halsizlik, ağır albüminüri, purpura tarzında döküntü ve bazen hemoptizi, hematemez, melena veya diş etlerinden kanamadır.
Pek çok kişi etraflarında bir kadının kediden bulaşan bir hastalık yüzünden düşük ya da ölü doğum yaptığı öykülerini duymuştur. Bu öyküler nedeni ile hamile kadınlar genelde kedi köpek gibi evcil hayvanlardan uzak durmaya çalışırlar. Hatta hamilelik öncesinde evlerinde bu tür evcil hayvan besleyenler ya bu dostlarını ebediyen terk ederler ya da bir tanıdıklarına vermeye çalışırlar. Hamilelikleri sırasında da kedi ya da köpek beslenen evlere pek uğramazlar. Kedilerden bulaştığı inancı yaygın olan bu hastalığın adı toksoplazmozis’dir. Gerçekçi olmak gerekirse insanlara bulaşan toksoplazma enfeksiyonlarında kediler en az suçlanması gereken faktördür.
Menenjit, pnömoni, nefrit, hepatit yapan diğer nedenlerden ve influenza, Kavvasaki sendromu, toxik şok sendromu ve lejyoner hastalığından ayırtedilmelidir.
Toksoplazmozis Toxoplasma gondii adı verilen parazitin neden olduğu bir enfeksiyondur. İlk kez 1908 yılında Afrikada gondi adı verilen bir tür kemirgende saptanmıştır. Tüm dünyada insanların da dahil olduğu pekçok tür omurgalı canlıda enfeksiyona neden olur. Buna karşılık sadece evcil kedilerin barsağında dişisi ve erkeği bir araya gelerek üreyebilir. Başka bir yerde üremesi mümkün değildir. Bu enfektif parazitler kedinin dışkısı ile dış dünyaya atılır ve buradan diğer canlılara sindirim sistemi yolu ile bulaşır. Bir başka değişle enfeskiyonun insan ya da diğer hayvanlara bulaşabilmesi için ağızlarından girmesi gerekir.
İlk birkaç gün içinde alınan kan örneğinin veya üçüncü haftada alınan idrar örneğinin karanlık saha mikroskopunda incelenmesiyle spiroketleri
Kediler de bu paraziti enfekte bir hayvanı (fare gibi) çiğ olarak yediklerinde alırlar. Bundan sonra yaklaşık 2 hafta süreyle parazit kedinin
Ayırıcı Tanı
134
barsağında çoğalır. Takip eden dönemde kedinin dışkısı ile dışarıya atılır. Atılan bu parazitlerin bulaşıcı olabilmesi için dış dünyada 24 saat geçirmeleri gerekir. Daha önce bulaşıcılıkları olmaz. Enfekte bir kedi yaklaşık 2-3 hafta süreyle dışkısı ile parazit atar. Bundan sonraki dönemde kedinin dışkısında parazit olmaz. Bir kere toksoplazma enfeksiyonu geçiren kedi bağışıklık kazanır ve daha sonra yeniden enfekte olmayacağı gibi bulaştırıcılık özelliği de taşımaz Benzer bir özellik insanlarda da vardır. Bir kere enfeksiyon geçiren bir kişi bağışıklık kazanır ve daha sonra yeniden hastalanmaz. Sokak kedileri genelde bu enfeksiyonu yaşamlarının çok erken döneminde geçirirler ve beğışıklık kazanırlar. Bu nedenle büyük sokak kedilerinden enfeksiyon bulaşması çok uzak bir olasılıktır. Benzer şekilde çiğ etle beslenmeyen sadece kuru mama yiyen ve sokağa çıkmayan ev kedilerinde ise hastalığın görülmesi olanaksızdır. Kedinin dışkısı ile toprağa atılan ve 24 saat içinde bulaşıcı özellik kazanan parazitler beslenme sırasında (örneğin otlaklarda) sığır, koyun, inek gibi hayvanların sindirim sitemine geçer. Daha sonra buradan kas dokusu içine geçerek hayvanı enfekte eder. Böyle bir hayvanın eti pişirilmeden ya da az pişirilerek bir insan tarafından yendiğinde direkt olarak o insanda da enfeksiyona neden olur. Bir başka bulaşma yolu da toksoplazma bulunan toprakla temas etmiş meyve ve sebzelerin uygun şekilde yıkanmadan yenmesidir. Tüm dünyada toksoplazmozisin görülme sıklığı konusunda net bir istatistik yoktur. Ancak insanların yaklaşık %25-50’sinin yaşamlarının herhangi bir döneminde parazitle temas ettikleri ve enfekte oldukları tahmin edilmektedir. Ilıman iklimlerde daha fazla görülür. Hastalığın en fazla görüldüğü Fransa’da insanların %65’inin bu enfeksiyonu geçirdiği tahmin edilmektedir. Toksoplazma enfeksiyonları erişkinlerde genelde pek belirti vermez. Çoğu zaman doktora gitme gereksinimi doğurmayan hafif bir soğuk algınlığı şeklinde atlatılır. Hafif kas ve eklem ağrıları, halsizlik, yorgunluk, lenf düğümlerinde şişlik gibi belirtiler görülebilir. Belirtiler birkaç hafta ile birkaç ay içinde kendiliğinden geriler. Çok nadiren göz enfeksiyonlarına neden olabilir.
135
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Bağışıklık sistemi baskılanmış lösemi, lenfoma, AIDS hastaları ile organ nakli yapılan hastalarda çok daha ağır seyredebilir ve hatta ölümlere neden olabilir. Toksoplazmozis kanda bu parazite karşı vücudun bağışıklık sisteminin ürettiği antikorların varlığının saptanması ile konur. Yapılan incelemede toksoplazmaya karşı IgG pozitifliği hastalığın daha önceden geçirildiği ve bağışıklık olduğu anlamına gelir. Böyle bir durumda yeniden toksoplazmaya yakalanmak mümkün değildir. kanda IgM varlığı ise aktif yeni bir enfeksiyon varlığını gösterebilir. Böyle bir durumda tekrarlanan incelemelerde IgM düzeylerinde artış görülmesi ile tanı konur ve tedavi edilir. Hem IgG hem de IgM negatifliğinde hastalık yok ve kişi daha önce bu hastalık ile hiç karşılaşmamış demektir ve toksoplazmaya yakalanmamak için önlemlerin alınması gerekmektedir. Hamilelikleri sırasında toksoplazma enfeksiyonuna yakalanan kadınların sadece %30-40’ı bu hastalığı bebeklerine geçirirler. Annedeki enfeksiyonun bebeği de etkileme riski gebelik yaşı ile direkt ilişkilidir. Bu risk gebeliğin son trimesterında daha yüksektir ve %70’le kadar ulaşabilirken bu oran ilk trimester enfeksiyonlarında %15’ler civarındadır. Ancak ilk trimesterda bebeğe enfeksiyon geçme olasılığı düşük olmasına rağmen bebekte yaratacağı zarar daha fazladır.
olmaktadır. Erken dönemde görülen toksoplazma düşük ya da ölü doğumlara neden olabilir. Toksoplazmanın diğer etkileri ise beyin hasarı, beyinde su toplanması (hidrosefali), görme ve işitme bozuklukları, gelişme geriliği, zeka geriliği ve epilepsi gibi sinir sistemi bozukluklarıdır. Hamilelikte toksoplazma enfeksiyonu saptanırsa ne yapılmalıdır? Hamilelik sırasında anne adayında toksoplazma enfeskiyonu saptanması bebekte mutlaka bir sorun olacağı anlamına gelmez. Böyle bir durumda detaylı ultrasonografi ile enfeksiyonun bebekte zarar oluşturup oluşturmadığı aranır. 20. gebelik haftasından sonra ise bebeğin göbek kordonundan kan alınarak (kordosentez) kesin tanı konulabilir. Burada bebek kanında IgM varlığı bebekte enfeksiyon olduğunun kesin belirtisidir. Hamile olmayan bir kadında toksoplazmanın tedavisi antibiyotik ile yapılır. Hamilelerde ise uygulanan antibiyotiğin bebekte oluşması muhtemel hasarı engelleyip engellemediği açık değildir.
Bir başka deyişle son 3 ayda bebeğe enfeksiyon geçmesi daha kolay ancak zarar yaratma olasılığı son derece düşükken, ilk 3 ayda çok zor geçen enfeksiyon daha ciddi sorunlara neden
136
KUR’ÂN’DA HAYVANLARIN HAKLARI VE ÇEVRE
138
ÖZET Günümüzde çevre, su ve hava gibi insan hayatında önemli bir yere sahip olan şeylerin kirliliği, ciddi bir problem haline gelmiş bulunmaktadır. Kur’ân, insanlara dünya ve ahiretin huzur ve saadetinin yolunu göstermek gayesi ile gönderilmiştir. Haliyle onda, genel olarak çevre ve özellikle hayvanlar hakkında önemli bilgiler yer almaktadır.
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Başta hayvanlar ve bitkiler gibi diğer çeşitli varlıklar, insanlar için vardır. İnsan onlarsız yaşayamaz. Çünkü onlar olmazsa, insan hayatı devam etmez. Dolayısıyla insan hayatının her alanında önemli bir yeri olan hayvanların korunması ve onların haklarına riayet edilmesi gerekir. Kutsal kitabımız olan Kur’ân’ın çeşitli ayetlerinde ve onun tefsir ve açıklaması durumunda olan hadislerde bu konuda çeşitli bilgiler verilmektedir. Kur’ân ve sünnette, hayvanların da birer ümmet oldukları anlatılmakta, onların tahrip edilmemelerinin, korunmalarının gerektiği vurgulanmaktadır. Hz. Muhammed (s.a.v.), Medine’de egemen olduğu zaman aldığı ilk kararlardan biri, şehir sınırları dâhilinde hiçbir hayvan ve bitkiye dokunulmamasının gerektiği şeklinde olmuştur. O, Mekke’yi fethettikten sonra orada da aynı kararı uygulamıştır. Bilahare fethedilen diğer yerler için de aynı kararı göndermiştir. Ayrıca dini kültürümüzde, hayvanlara iyilikte bulunan insanların, Allah tarafından bağışlandıkları haber verilmektedir. İnsan olarak bizim, yaşadığımız dünyada rahat ve huzurlu bir hayat sürdürebilmemiz için, genel olarak çevreye ve özel olarak da hayvanlara karşı duyarlı olmamız, bu husustaki görevlerimizi, Kur’ân ve sünnet ölçüleri dâhilinde yerine getirmemiz gerekmektedir.
GİRİŞ Hayvanlar, insanlığın başlangıcından bu yana, insan hayatının maddi ve manevi alanlarında önemli bir yer almaktadırlar. İnsanların, zaman zaman çocuklarına hayvan isimlerini vermeleri, bu konunun önem ve ehemmiyetini ortaya koymaktadır. Hayvanlar, insanlar için gıda, taşıma ve süs aracı olduğu gibi, dini hayatta da zekât ve kurban olarak da kullanılmaktadır. Ayrıca hayvanların ticaret ve ziraat alanında da önemli bir yeri vardır. Kur’ân’ın çeşitli ayetlerinde, hayvanların insan hayatındaki önemine işaret edilmektedir. Bu ayetlerden bazılarının meali şöyledir; “Kudretimizle kendileri için hayvanlar yarattığımızı görmezler mi? Onlara
139
Doç.Dr.Nurettin Turgay Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi DİYARBAKIR nurettin.turgay@hotmail. com
sahip olmaktadırlar. Onları kendilerinin buyruğuna verdik; bindikleri de, etini yedikleri de vardır. Onlarda daha nice faydalar, içecekler vardır; şükretmezler mi?” (Yasin 36/71-73.) Kur’ân’da, 32 hayvanın adı geçmektedir. Kur’ân’ın bazı surelerine hayvan adı verilmiştir. (Geniş bilgi için bkz. Nurettin Turgay, Kur’ân Açısından Hayvanlar ve Bitkiler, Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Diyarbakır 2007, s. 16 vd.) Örneğin Kur’ân’ın
on altıncı suresinin altmış sekizinci ayetinde bal arısı anlamında olan “Nahl” kelimesi geçmekte ve dolayısıyla bu sureye, “Nahl Suresi” adı verilmiş bulunmaktadır. Bu konu ile ilgili ayetlerin anlamı şöyledir: “Rabbin bal arısına vahiy etti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır.” (en-Nahl 16/68, 69) Bu ayetlerde, bal arısı, onun bal üretmesindeki mahareti ve ürettiği bal hakkında çeşitli mesajlar verilmekte ve insanlar bu konularda uyarılmaktadır. Hayvanlar, Kur’ân’daki kıssaların çoğunda yer almaktadır. Kur’ân kıssaları, Kur’ân’ın büyük bir bölümünü oluşturmaktadır. Bu kıssalarda, insanlara çeşitli mesajlar verilmekte ve onların çeşitli yönlerden eğitilmeleri istenmektedir. (Muhammed Reşit Rıza, tefsiru’l-Menâr, Daru’l-Kutubi’lİlmiyye, Beyrut 2005, I, 327 vd.; Seyyid Kutup, et-Tasvîru’lFennî fi’l-Kur’ân, Kahire 1992, s. 144; Menna’ el-Kattan, Mebâhis fî Ulumi’l-Kur’ân, Beyrut 1990, s. 310.)
Bununla beraber günümüzde çevre, su ve hava gibi insan hayatında önemli bir yere sahip olan şeylerin kirliliği, ciddi bir problem haline gelmiş bulunmaktadır. Kur’ân, insanlara dünya ve ahretin huzur ve saadetinin yolunu göstermek gayesi ile gönderilmiştir. Haliyle onda, genel olarak çevre ve özellikle hayvanlar hakkında önemli bilgiler yer almaktadır. Onun için bu çalışmamızda, Ku’ân’ın hayvanların haklarına verdiği önem ve genel olarak çevre hakkındaki uyarılarından bazıları üzerinde durmaya çalışacağız.
Hayvanların Hakları Kur’ân, insanları iman ve İslâm’ın ifade ettiği barış, güven, huzur ve saadete çağırmaktadır. İnsanların, bu güzellikleri yakalamaları için, Kur’ân’ın ilkelerine uymaları gerekmektedir. Kur’ân’ın ilk suresi, kıldığımız namazların her rekâtında okuduğumuz Fatiha Suresidir. Bu sure, Kur’ân’ın özeti durumundadır. Bu surenin başında, besmeleden sonra gelen ilk ayetin anlamı şöyledir: “Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (el-Fatiha ½.) Görüldüğü gibi Kur’ân’ın baş tarafında, Allah’ın, tüm âlemlerin Rabbi olduğu vurgulanmaktadır. O, yalnız Müslümanların değil, tüm insanların, yalnız insanların değil, hayvan, bitki, canlı, cansız, tüm varlıkların, hatta insan olarak bilemediğimiz tüm varlıkların Rabbidir ve hepsini idare eder, onlara şefkat ve merhametiyle muamelede bulunur. Kur’ân’da, hayvanların de bu varlıklar arasında önemli bir yerlerinin olduğu vurgulanmaktadır. Bu konuda bilgi veren bir ayetin meali şöyledir: “Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve kanatlarıyla uçan kuşlar da ancak sizin gibi birer ümmettir/
140
topluluklardır. Biz, kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” (el-En’âm 6/38.) Bu ayette, yeryüzünde yürüyen hayvanların ve havada uçan kuşların da birer ümmet oldukları haber verilmektedir. İnsanlar, yeryüzünde yaşayan canlı bir sınıf olduğu gibi, hayvanlar da diğer varlıklar arasında yaşayan canlı ve sosyal bir sınıftır. Hz. Muhammed (s.a.v.) de hayvan sınıflarının birer ümmet olduklarını haber vermiş ve bunlardan köpek (Ebû Dâvûd, Edâhî, 22; Tirmizî, Sayd, 16, 17; Nesâî, Sayd, 10; İbn Mâce, Sayd, 2; Dârımî, Sayd, 3; İbn Hanbel, IV,
ve karıncaların (Müslim, Selâm, 148.) birer ümmet olduklarını ismen zikretmiştir. Bu ayet ve hadislerde geçen ümmet kelimesi, her tür hayvanın birer canlı türü, cinsi ve topluluğu olduğunu bildirmektedir. (El58; V, 54, 56, 57.)
Hüseyn Muhammed er-Rağıb el-İsfahânî, el-Müfredât fî Ğaribi’l-Kur’ân, Daru Kahraman, İstanbul 1986, s. 27; Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Habib el-Maverdî, en-Nuketu ve’lUyûn, thk. es-Seyyid Abdülmaksud b. Abdurrahim, Muessesetü’l-Kutubi’s-Sakafiyye,
Buna göre insan olarak, hayvanlara gereken önemi vermek ve onlara zararlı değil, yararlı olmaya çalışmak gerekir. Kur’ân’a göre insanın, yalnız Allah’a ve insanlara karşı sorumluluğu yoktur. Onun, aynı zamanda çevreye, hayvanlara ve bitkilere karşı da sorumluluğu vardır. İnsan, kâinat düzeni içerisinde herhangi bir fesada sebep olmama gayret ve çabası içerisinde bulunmalıdır. Bu konuda bilgi veren bazı ayetlerin meali şöyledir:
Beyrut 1992, II, 111.)
“İnsanlardan öyleleri vardır ki, dünya hayatı hakkında söyledikleri senin hoşuna gider. Hatta böylesi kalbinde olana (samimi olduğuna) Allah’ı şahit tutar. Hâlbuki o, hasımların en yamanıdır. O, dönüp gitti mi (yahut bir iş başına geçti mi) yeryüzünde ortalığı fesada vermek, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez. Böylesine “Allah’tan kork!” denilince benlik ve gurur kendisini günaha sevk eder. (Ceza ve azap olarak) ona cehennem yeter. O ne kötü yerdir!” (el-Bakara 2/204-206.) Bu ayetlerde, kâinatın tüm dengelerinin korunmasının gereği anlatılmaktadır. Haliyle hayvanların da kâinat düzeni içerisinde önemli bir yeri vardır. Kur’ân’ın başka bir yerinde, Allah’ın koyduğu kâinat düzenini bozmaya çalışan, tabiatın güzelliğini altüst eden, bu yolda hayvanlara zararlı olan kişiler, yoldan çıkıp sapıtan kişiler olarak tanıtılmakta ve Allah’a ortak koşanlarla beraber anılmaktadırlar: “Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır. 141
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Onlar (müşrikler) O’nu bırakıp yalnızca bir takım dişilerden (dişi isimli tanrılardan) istiyorlar, ancak inatçı şeytandan dilekte bulunuyorlar. Allah onu (şeytanı) lânetlemiş; o da: “Yemin ederim ki, kullarından belli bir pay edineceğim” demiştir. “Onları mutlaka saptıracağım, muhakkak onları boş kuruntulara boğacağım, kesinlikle onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar (putlar için nişanlayacaklar), şüphesiz onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler” (dedi). Kim Allah’ı bırakır da şeytanı dost edinirse elbette apaçık bir ziyana düşmüştür. (Şeytan) onlara söz verir ve onları ümitlendirir; hâlbuki şeytanın onlara söz vermesi aldatmacadan başka bir şey değildir. İşte onların yeri cehennemdir; ondan kaçıp kurtulacak bir yer de bulamayacaklardır.” (En-Nisa 4/116-121.) Bu ayetlerde, yoldan çıkan, sapıtan insanların çeşitli özellikleri anlatılmaktadır. Hayvanlara eziyet etmek de, bu insanların özelliklerinden biridir. Hz. Muhammed (s.a.v.) de insanları, hayvanlara eziyette bulunmaktan nehiy etmiştir. (İbn Hanbel, II, 24.) İnsanlar, hayvanlara ve tüm varlıklara eziyetle değil, şefkat ve merhametle yaklaşmak gerekir. Yeryüzünde ve gökyüzünde bulunan tüm varlıklar, Allah’ındır; O’nun himayesi altındadır ve O, hepsine merhametiyle muamele eder. Bu husus, Kur’ân’da şu bilgilerle dile getirilmektedir:
Hz. Muhammed (s.a.v.) de Allah’ın rahmeti hakkında şu açıklamada bulunmuştur: “Allah, yaratmayı bitirince, “Rahmetim, gazabımı geçti!” diye yazı.” (Buharî, Tevhid, 15, 22, 28, 55; Müslim, Tevbe, 14, 15, 16; İbn Mace, Zühd, 35; İbn
Allah, cehennemi yedi kapılı yaratırken, (el-Hicr 15/44.) rahmetinin eseri olarak cenneti sekiz kapılı yaratmıştır. (Müslim,
Hanbel, II, 242, 258.)
İman, 46; İbn Mace, Taharet, 57, 60; Cenâiz, 57; Nesâî, Taharet, 108; Dârimî, Mukaddime, 19; İbn Hanbel, IV, 14.)
Allah’ın bu sonsuz rahmeti, insanlara, hayvanlara ve diğer tüm varlıklara yöneliktir. Tüm varlıklara bu derece merhametiyle muamele eden Allah, hayvanların, bitkilerin ve genel olarak çevrenin korunmasını emretmektedir. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in hadisleri, Kur’ân’ın tefsir ve açıklaması durumundadır. (Muhammed Huseyn ez-Zehebî, et-tefsîr ve’l-Mufessirûn, Daru’l-Erkâm,
Onun hadislerinde, çevrenin, özellikle hayvanların korunmasına ağırlık verilmektedir. Burada hayvanların hakları üzerinde durduğumuz için, konu ile ilgili bazı hadislere yer vermek istiyoruz:
Beyrut tsz. I, 28.)
“Kim haklı bir sebebe dayanmadan bir serçeyi, hatta ondan daha küçük bir canlıyı öldürürse, o canlı kıyamet gününde davasını Allah’a götürür ve “Ey Rabbim! Falan kimse beni, bir fayda olmaksızın öldürdü” der.” (Nesâî, sayd, 34; Dahaya, 42; İbn Hanbel, III, 166; es-San’ânî, el-Musannaf, IV, 450.)
“Göklerde ve yerde olanlar kimindir?” De ki: “Allah’ındır.” O, rahmeti kendi üzerine yazdı. Sizi kendisinde şüphe olmayan kıyamet gününde elbette toplayacaktır. Nefislerini hüsrana uğratanlar, işte onlar inanmayanlardır.” (el-En’âm
Bir rivayete göre Hz. Muhammed (s.a.v.), yüzüne damga vurulmuş bir eşeği görünce, “Allah bunu dağlayana lanet etsin!” diye buyurmuştur. (Müslim, Libas, 29.)
6/12.)
Rivayet edildiğine göre Hz. Muhammed (s.a.v.),
142
bir yuvadan aldığı yavruları torbasına doldurarak şehre getiren birine, onları derhal analarının yanına, aldığı yuvaya iade etmesi uyarısında bulunmuştur. (Ebû Dâvud, Cenâiz, 1.) Hz. Muhammed (s.a.v.), insanların hakkına riayet etmenin gerektiği üzerinde durduğu gibi, hayvanlarında da haklarına uymanın gerektiğini belirtmiştir. Onun direktifleri üzerine, yolculuk esnasında yapılan dinlenmelerde, önce çeşitli hizmetlerde kullanılan hayvanların ihtiyaç ve istirahatları temin edilmiştir. Enes b. Malik, bu konuda şu bilgileri vermiştir: Biz, bir konaklama yerine geldiğimizde, hayvanların yüklerini çözmeden, (onları istirahata terk etmeden,) namaza başlamazdık.” (Ebû Dâvud, Cihad, 48.) Hz. Muhammed (s.a.v.), bir kediyi bağlayarak aç ve susuz bırakıp ölüme terk eden bir kadının cehennemi hak ettiğini bildirmiş (Buharî, Bed’ü’l-Halk 16; Müslim, Birr, 135.) ve herhangi bir hayvanı bir yere hapsederek veya bağlayarak onu silahla vurmayı da yasaklamıştır. (Buharî, zebâih, 25; Müslim, sayd, 58.)
Böylece o, hayvanlara yapılan işkence ve eziyetin her çeşidini men etmiştir. Bir seferinde Hz. Muhammed (s.a.v.), susuzluktan ölmek üzere olan bir köpeği hayata döndüren bir günahkârın cenneti kazandığını haber vermiştir. Kendisini dinleyenler arasında bulunanlardan biri, “Hayvanlara yaptığımız iyiliklerden sevap mı alacağız?” diye sorunca, o, şu cevabı vermiştir: “Her yaş ciğeri olana (ruh taşıyan canlıya) yapılan iyilikte sevap vardır.” (Buhârî, Bed2ü’l-Halk, 17; Edeb, 27.)
Hz. Muhammed (s.a.v.), daha pek çok hadiste bu konuda bilgi vermiştir. Hayvanlara iyilikte bulunmanın önemini anlatan bir hadiste şöyle buyurmuştur: “Kötü hareketleri olan bir kadın, susuzluktan neredeyse ölecek olan bir köpeğin, bir kuyunun başında dolanıp durduğunu gördü. Ayakkabısını çıkarıp örtüsünü urgan yaparak ona bağladı. Onunla kuyudan su çıkarıp köpeği suladı. Allah, bu yüzden kendisini affetti.” (Müslim, Selam, 41.)
Hz. Muhammed (s.a.v.), başka bir hadiste bu hususta şöyle buyurmuştur: “Yolda yürümekte olan susamış bir adam, yol üstünde gördüğü bir kuyuya inip su içti. Adam çıktığında, susuzluktan soluyan bir köpek gördü. Kendi
143
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
kendine, “Bana ulaşan susuzluk, buna da ulaşmıştır” deyip kuyuya indi. Ayakkabısını çıkarıp su doldurdu. Ayakkabıyı ağzı ile tutarak yukarı çıktı ve onunla köpeği suladı. Allah, ona teşekkür edip onu bağışladı.” (Müslim, Selam, 41.) Kanuni Sultan Süleyman’ın, Şeyhu’l-İslâm Zembilli Ali Cemali Efendiye şöyle bir soru gönderdiği kaydedilir: Dırahtı (ağacı) sarınca karınca, Vebal var mıdır karıncayı kırınca? Zembilli, Kanuni’nin sorusuna aynı estetik boyutta cevap verir: Yarın Hakkın huzuruna varınca, Süleyman’dan hakkın alır karınca. (Ali Osman Ateş, İslâm ve Doğanın Korunması, DOHAYKO, Adana 2004, s. 6.)
Hz. Ali (ö. 40/661), “Bütün dünyayı bana verseler ve buna karşılık bir karıncacığın ağzındaki taneyi almamı isteseler, bu zulmü yapamam” demiştir. Hz. Ali’nin bu sözünden etkilenen Firdevsi, Farsça şu şiiri söylemiştir: “Meyzâr mûrî ke dâne-keş est Ke can dared o can şirin hoş est. (İsmet Sungurbey, Hayvan Hakları, İstanbul Üniversitesi Basımevi, İstanbul 1993, s. 195.)
Bu şiirin Türkçe anlamı şöyledir: Tane çeken bir karıncayı bile incitme. Çünkü onun da canı vardır ve tatlı can, hoştur! Hüseyin Hatemi de Hz. Ali (40/661)’nin “Karınlarınızı hayvanlar mezarlığı kılmayınız!” dediğini kaydetmiştir. (Sungurbey, Hayvan Hakları, s. 195.) Muhtemelen Hz. Ali (ö. 40/661) bu sözleri
ile, et yemede aşırıya gitmemenin gerektiğine işaret etmiştir. II – ÇEVRE Hiçbir kutsal kitap, Kur’ân kadar çevre, kâinat ve tabiattan bahsetmez. Kur’ân, insana kâinatın niçin ve nasıl yaratıldığı, ondaki çeşitli varlıkların yapısı hakkında genel bilgiler verdiği gibi, insanın onunla nasıl bir irtibat ve ilişki içerisinde olması gerektiği hakkında da rehberlik edip ona yol göstermektedir. “Allah bütün canlıları sudan yaratmıştır. Kimi karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayakla yürür, kimi dört ayakla yürür. Allah dilediğini yaratır. Şüphesiz ki Allah, her şeye kadirdir.” (en-Nur 24/45.) Bu ayette suyun, insan hayatındaki ve genel olarak tabiattaki yeri ve önemi hakkında bilgi verilmektedir. Ona göre bizim, suyu temiz tutmamız ve gereğinden fazla tüketmememiz gerekmektedir. “Yeri uzatıp yaydık, orada sabit dağlar yerleştirdik, yine orada miktarı ve ölçüsü belirli olan şeyler bitirdik. Orada hem sizin için hem de rızıkları size ait olmayanlar için (gerekli) geçim vasıtaları yarattık. Her şeyin hazineleri yalnız bizim yanımızdadır. Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz. Biz, rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik ve gökten bir su indirdik de onunla su ihtiyacınızı karşıladık. (Biz bunları yapmasaydık) siz onu (yeterli) suyu depolayamazdınız.” (el-Hicr 15/1922.)
Bu ayetlerde Allah, tabiata, çevreye, kâinatın yaratılışına dikkat çekmektedir ve özellikle her şeyin bir mizan ve ölçü ile yaratıldığına vurgulamaktadır. Adalet, denge ve ölçünün olmadı yerde, hiçbir şey olmaz. Kâinat düzeninin
144
her alanında durum böyledir. İnsan olarak, kainatın her alanında olduğu gibi çevre konusunda bu mizan ve ölçüye dikkat etmek ve ona göre hareket etmek gerekir. Hz. Muhammed (s.a.v.), Medine’de egemen olduğu zaman, Medine il çevresinin belli bir kesiminde her türlü avcılığı yasaklayarak, bu kesimin hayvan ve bitki varlığını kesin korumaya almış ve Mekke’yi fethettikten sonra, aynı uygulamayı orada da başlatmıştır. (Yakup b. İbrahim Ebû Yûsuf, Kitabu’l-Harac, Kahire 1976, s. 112, Ebu’l-kasım Süleyman b. Ahmed et-Taberânî,
Hz. Muhammed (s.a.v.)’in bu uygulaması, onun hayvan, bitki ve genel olarak çevreye ne kadar önem verdiğini ortaya koymaktadır. el-Mu’cemu’l-Kebir, nşr. Hamdi abdülmecid es-Selef3i, Bağdat 1979, XI, 335.)
SONUÇ Allah, insanı diğer varlıklar arasında şerefli bir derecede yaratmış, her şeyi, onun istifade etmesi için hizmetine vermiştir. Bununla beraber insanın, bu alanda şaşırmaması, yoldan çıkmaması ve doğruyu bulması için ona yol gösterici olarak Ku’ân’ı göndermiştir. Kur’ân’da, insana dünya ve ahretin huzur ve saadetinin yolu gösterilmektedir. Ona, her konuda önemli mesajlar verilmektedir. Genel olarak çevrenin ve özellikle de hayvanların, insanların hayatındaki yeri ve önemi çok büyüktür. Allah, bunları insanlar için yaratmıştır. Havlar, bitkiler ve çevre olmazsa, insan hayatı olmaz. Kur’ân’da ve onun tefsir ve açıklaması durumunda olan hadislerde, çevre ve özellikle hayvanların hakları konusunda ciddi bilgiler verilmektedir. Ona göre insanın, çevreyi temiz tutması, dengesini bozmaması, hayvanları da koruması ve onların haklarına gerektiği gibi uyması gerekmektedir. Çünkü hayvanlar da Allah’ın haber verdiği gibi birer ümmettirler.
145
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
HAYVAN REFAHI VE HAYVANLARIN DAVRANIŞ ÖZELLİKLERİ
146
ÖZET Evcilleştirme ve hayvanların insanlar için birer üretim aracı olarak kullanılmaya başlaması ile birlikte hayvan refahı (Çevresel, fiziksel ve psikolojik yönden uyum) ile ilgili temel kaygıların kökleri atılmış, bir başka deyişle hayvan refahı sorunu doğmuştur. Hayvanlarda refah hastalık, yaralanma ve anormal davranışlar yanında, stres ile ilişkili olabileceği bilinen fizyolojik değişimler ve verim parametrelerinde azalmaya yol açmaktadır. Yazılı tarihten çok daha önce hayvan davranışlarına ilgi vardı. Bulunan bazı mağara resimleri 30.000 yıldan daha eskidir. Primitif insanlarda kendileri için önemli olan hayvanlarla ilgili zengin bilgi birikimi vardı. Günümüzde refah/esenlik halini tanımlamaya yönelik gayretlerin kültürel, yasal, bilimsel, dini ve politik kaygılar temelinde farklılaşabildiği gözlenmektedir. Bilimsel dayanaklara sahip teknik tanımlamalar dışında hayvan refahı ile ilgili düşünce ve tanımlamalar önemli ölçüde vicdani endişelerden temelini alan bakış açılarından etkilenebilmektedir.
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Giriş Hayvan refahı hayvan ile ilgili tüm alanları ve kişileri ilgilendiren geçmişten günümüze tartışılan ve gelecekte de tartışılacak konulardandır. İnsanın yaşamını sürdürebilmesi en başta beslenme gereksinimini karşılamak ve diğer birçok alanda hayvanlarla yaşamı paylaşmak zorundadır. İnsanlar birbirlerine karşı olan şefkat ve sorumluluk duygularını hayvanları severek, onlara bakarak geliştirirler. Bir çocuk hayvanlara kötü muamele ederse, büyüdüğünde muhtemelen insanlara da kötü muamele edecektir. Fakat hayvanlara karşı nazik davranmayı öğrenmiş bir çocuk, bir yetişkin olduğunda insanlara karşı da nazik olacaktır. Bir kişinin insanlara karşı yükümlülüklerini yerine getirmesiyle çelişmediği sürece, hayvanları öldürmesi, onlara zarar vermesi ahlâkî açıdan yanlış sayılmaz.(1,2) Irkçılar kendi çıkarları ve başka bir ırkın üyelerinin çıkarları çatıştığında kendi ırklarına mensup olanların çıkarlarına daha fazla ağırlık vererek eşitlik ilkesini çiğnerler. Cinsiyet ayrımcıları kendi sekslerinden olanların çıkarlarını ön planda tutarak eşitlik ilkesini çiğnerler. Aynı şekilde, türcüler kendi türlerinin çıkarlarının diğer türlerin çıkarlarını ezmesine izin vermektedirler. Davranış tarzı her durumda aynıdır (3). Birçok doğu ülkesinin aksine ortaçağ Avrupa’sında hayvanların durumu içler acısı bir durumdaydı, hayvanlar zevk ve gösteriş için arenalarda öldürülüyor,
147
Doç.Dr.Doğan KURT Dicle Üniversitesi Veteriner Fakültesi Fizyoloji Ana Bilim Dalı, Diyarbakır dogankurt@gmail.com
kediler şeytan olarak nitelendirilip ateşe atılıyor, köpekler deri ve etleri için öldürülüyordu. Soylu sınıflar sürek avları düzenleyerek katliamlar yapıyordu. (5) Günümüzde Norveç’ te hala yunuslar vahşi bir şekilde katledilmektedir. Oysa “ yaratılanı sev yaratandan ötürü” düşüncesine sahip Anadolu’da Yunus Emre, Hacı Bektaşi Veli, Mevlana gibi düşünürlerin felsefesi halkta büyük ilgi görüyor yaşantılarında uygulanıyordu. Hayvanlar ve ağaçlar adına vakıflar kuruluyor, Bursa da leylek, Dolmabahçe de kuş ve Üsküdar da kedi hastaneleri kurulmuştu. Binaların dış cephelerinde kuş köşkleri yapılıyor. Meydanlar, cami ve mezarlıklarda hayvanlar için suluklar yapılıyordu.(2) Avrupa da ancak 1800’lü yılların ortasından itibaren doğa tarihi ve davranış çalışmalarında önemli ilerleme kaydedilmesi ile yeni düşünceler ortaya çıkmaya başladı.(6) Bu sayede hayvan hakları ve refahı ile ilgili olumlu gelişmeler oluşmaya başladı. Ancak 20. yy’ ın başlarında bile yanlış inanışlar mevcuttu.(7)
Etholoji Hayvan davranışlarının özellikle natüralistik yöntemler kullanarak yapay ortamlardan ve cerrahi müdahalelerden kaçınarak çalışılması sağlıklı sonuçlar alınması için bir gerekliliktir. Hayvanlarda insanlar gibi çeşitli duygulara sahiptir. İnsan dahil hemen her hayvan türünün doğuştan sahip olduğu içgüdüsel davranışlar yanında, doğumdan sonra öğrenme yoluyla da elde ettiği davranışlar vardır.(8) Etholoji tartışmaları; Atomistik, Vitalistik, Mekanistik, teorilerine bağlı olarak gelişmiştir. Bu durum çağdaş etholojinin gelişmesini
geciktirmiştir.(9) Hayvan refahını sağlamak amacıyla değişen yaşam şartlarının yol açtığı etkilerin belirlenmesi ve karşı önlemlerin alınması gerekmektedir. Şehir yaşamının getirdiği sorunlarla başa çıkmak için insana gerekli moral desteği sağlayabilmek amacıyla sağlıklı hayvanların yetiştirilmesi önem kazanmaktadır. Toplum olarak hayvanların genel durumunu iyileştirirken çiftçilere de hedeflerine ulaşmada yardımcı olunmalıdır. Nitekim maksimum süt ve yavru almak veya hızlı gelişim için evcil bir hayvanda sadece beslemeden daha fazlasına ihtiyaç duyulur.(10)
Davranış Bir hayvanın davranışı: çevresi ile arasındaki etkileşimin sonucudur, organizma yapısının özellikleri tarafından belirlenir, Merkezi sinir sistemi, duyu organları, endokrin bezleri, hareket aparatları davranışların şekillenmesinde uyumlu bir şekilde görev alırlar.(11) Fizyolojik bilgi mutlaka gereklidir. Klasik fizyolojide; hücre, organ, ve sistemlerin işlevleri. Davranış biliminde ise canlı ve onun çevreyle olan ilişkisinin gözlenmesi ön planda tutulur. Hayvan davranışlarının düzenlenmesinde hem sinirsel hem hormonal olaylar büyük bir öneme sahiptir. Davranışın oluşumunda; reseptörler, enformasyon taşıyıcıları (duysal sinirler), merkezi sinir sistemi, efektörler (bezler, kaslar) rol oynar. Duysal sinirler, bilgileri vücut yüzeyinden ve çevreden alır. Merkezi sinir sistemi bu bilgileri doğmasal ve kazanılmış programlara göre işler. Vejetatif sinir sistemi ve endokrin sistemin düzenleyici etkisiyle davranışı şekillendirilir.(12,13) Cortex cerebri; vücudun farklı bölgelerinden
148
gelen çeşitli uyarımları (ses, koku, görme, vücut duyuları) alan ve yönlendiren bölgelere sahiptir. Alınan sinir impulsları çözümlenir ve davranışların oluşması sağlanır. Sinirsel uyarıları birçok sistem aracılığıyla hipotalamusa iletmektedir. Hipotalamusun diğer bir etkisi ise vücudun başlıca endokrin bezi olan hipofiz bezi üzerinedir. Bu bezin ürettiği hormonlar, davranışlar dahil bütün vücut aktivitelerinin temel ayarlayıcısıdır. Besin ve su alımının düzenlenmesi limbik sistemle yakından ilişkisi olan hipotalamus tarafından düzenlenir.(14)
Davranışların şekillenmesinde duyuların rolü 1. Derideki Mekanoreseptörlerin Uyarımı : Besinin ve diğer nesnelerin yüzey niteliklerinin algılanması, Anne ve yavru hayvan arasında temas ve bakım, yalayarak temizleme sayesinde hayvanların karşılıklı vücut bakımında hoş hislerin yaratılması, erkek ve kızgınlıktaki dişilerin temasında seksüel uyarımın artması. 2. Koku Alma Bölgedeki koku işaretlemesiyle oriantasyon (idrar bırakma). Yavru hayvanların ve annelerin karşılıklı olarak birbirlerini tanımaları. Besin seçimi için informasyonlara aracılık etmesi Koku maddeleri sayesinde seksüel heyecanın yaratılması. 3. Optik İnformasyonlar : Çevrenin, sürü üyelerinin ve besinin tanınması. Erkeklerin ve kızgın dişilerin görülmesi ile seksüel heyecanın artması. 4. Akustik İnformasyonlar : Sesler sayesinde yavruların ve annenin birbirini tanıması. Seksüel taklit seslerinin artırılması. Çevredeki zararlı faktörlerin tanınması. 5. Tat Duyuları : Besin ve içme suyunun seçimi. Yalamayla yeni doğanların tanınması. tat özelliklerinin algılanması.(15).
Kazanılmış Davranışlar ve Öğrenme Çeşitleri Öğrenme : Deneyime dayanarak davranışı değiştirme yeteneğidir. Davranış : Kalıtsal davranış özellikleri + Öğrenme Öğrenme : Uyum veya Uyumsuzluk Erken dönem deneyimleri hayvan davranışını etkileyen faktörlerdendir. Çevresel faktörler ve güçler. Sosyal ve travmatik deneyimler Sütten kesilme sonrası çevresel deneyimler yetişkin hayvan davranışının şekillenmesine yardımcı olur. Araştırmacı aktiviteler tüm yaşam boyunca devam eder.(16)
149
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Dominans (Sosyal Hiyerarşi) Bir hayvanın seksüel ve beslenme olanaklarından aynı türden diğer bireylere oranla ayrıcalıklı olmasıdır. Hiyerarşik düzen agonistik davranışı azalttığı için evrimsel avantaj sağlar. Alt gruplar üstlerinden uzak durur.(17)
Dominans Sırası Yeterli beslenme varsa dominans sırası gözükmez. Dominans sırası;Yaş, ağırlık, cinsiyet, cins, gibi etkenler tarafından belirlenir. Tüm yetişkin erkekler tüm yetişkin dişilere göre dominanttırlar. Erkekler gençler üzerine baskındırlar. Dominans sırası tohumlama düzeyi üzerine ve böylece nüfus yoğunluğu üzerine etkilidir. Dişi sayısı az ise nüfus problemi oluşur.(14,17)
Liderlik Grubun diğer üyelerinin izleyeceği bir faaliyet başlatma yeteneğidir. Dominant hayvan her zaman lider olmaz. Lider, koyun sürülerinde en fazla yavru ve torunu olan en yaşlı dişidir, sığır ve at sürülerinde ise genellikle erkektir.(18)
Agonistik Davranış Aynı türden iki hayvan arasındaki anlaşmazlık, dövüşme ve kavgacı fiziksel temastır. Agonistik davranış kalıbında türlere göre değişiklikler görülür. Anatomik farklar; kafatası, boynuzlar, dişler. Çeviklik ve hareket kapasitesi iyi olan domuzlar ısırır, sığırlar toynakları ile yeri eşeler, koyunlar, keçiler tos vurur, atlar çifte atarlar. Erkekler, dişilere göre daha saldırgandırlar. Saldırganlık seksüel gelişme sırasında ve yavrulama mevsiminde artar. Yem yetersizliği saldırganlığı artırır. Adrenal korteks agonistik davranışlarla ilgilidir. Ön beyindeki sinirsel yapıların agonistik davranışlarla ilgisi vardır. (13,19,20),
150
KAYNAKLAR 1. Savaş, T., Yurtman, İ.Y., Tölü, C., Hayvan Hakları ve Hayvan Refahı: Felsefi Bakış-Nesnel arayışlar. Hayvansal Üretim. 50 (1): 54-61. 2009. 2. Dodurka T, geçmişten günümüze Avrupa ülkeleri ve Türkiye’de hayvan hakları www.abveteriner.org/dosyalar/AvrupaTurkiye.pdf 24.05.2010 3. Appleby M. and Sandoe P. Philosophical Debate on the Nature of Wellbeing: Implications for Animal Welfare. Animal Welfare, 11:283-294. 2002. 4. Broom, D.M.. The Scientific Assessment of Animal Welfare. Applied Animal Behaviour Science: 20, 5-19. 1988 5. Beilharz, R.G. Zeeb, K. Applied Ethology and Animal Welfare. Applied Animal Ethology: 7, 3-10. 1981. 6. Bartussek, H. An Historical Account of the Development of the Animal Needs Index ANI-35L as Part of the Attempt to Promote and Regulate Farm Animal Welfare in Austria: An Example of the Interaction Between Animal Welfare Science and Society. Acta Agriculturæ Scandinavica, Section A, Animal Science, Supplementum: 30, 34-41. 2001. 7. Broom, D.M.. Welfare Evaluation. Applied Animal Behaviour Science: 54, 21-23. 1997 8. Ascione F. and Lockwood R. Cruelty to Animals: Changing Psychological, Social and Legislative Perspectives. The State of Animals 2001: 39-53. 2001. 9. Fraser, D.. Science, Values and Animal Welfare: Exploring the ‘Inextricable Connection’. Animal Welfare: 4, 103-117. 1995 10. Broom, D.M. Measuring the Effects of Management Methods, Systems, High Production Efficiency and Biotechnology on Farm Animal Welfare. In: T.B. Mepham, G.A. Tucker & J. Wiseman (Eds.), Issues in Agricultural Bioethics. Nottingham University Press, Nottingham: 319-334. 1995. 11. Barnett, J.L. & Hemsworth, P.H. The Validity of Physiological and Behavioural Measures of Animal welfare. Applied Animal Behaviour Science: 25, 177-187. 1990. 12. Breazile, J.E.. Physiologic Basis and Consequences of Distress in Animals. JAVMA: 191, 1212-1215. 1987 13. Rushen, J. Problems Associated with the Interpretation of Physiological Data in the Assessment of Animal Welfare. Applied Animal Behaviour Science: 28, 381-386. 1991. 14. Smith R. and Dobson H.. Hormonal Interactions Within the Hypothalamus and Pituitary with Respect to Stress and Reproduction in Sheep.
151
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Domestic Animal Endocrinology 23: 75-85. 2002 15. Dawkins, M.S. From an Animalâ&#x20AC;&#x2122;s Point of View: Motivation, Fitness, and Animal Welfare. Behavioural and Brain Sciences: 13, 1-61. 1990. 16. Curtis, E.C. We Need Theoretical Frameworks to Potential Application of Bits and Pieces of Knowledge to Support Animal Well-being. Applied Animal Behaviour Science: 54, 25-28. 1997. 17. Ascione F. and Lockwood R. Cruelty to Animals: Changing Psychological, Social and Legislative Perspectives. The State of Animals 2001: 39-53. 2001. 18. Herzog H., Rowan A. and Kossow D.. Social Attitudes and Animals. The State of Animals 2001: 55-69. 2001 19. Hadidian J. and Smith S. Urban Wildlife. The State of Animals: 165-182. 2001. 20. Moberg, G.P. Suffering from Stress: An Approach for Evaluating the Welfare of an Animal. Acta AgriculturĂŚ Scandinavica, Section A, Animal Science: 27, 46-49. 1996.
152
DİYARBAKIR VE SU
SEMAVİ DİNLERDE DİCLE VE FIRAT
156
ÖZET Dicle-Fırat nehirlerinin çok eski çağlardan, Hz. Nuh’tan beri beşer tarihi için önemli bir konumu vardır. Bölge, Hz. Nuh Tufanından sonra insanlık tarihinin ilk yerleşim alanı olduğu için üç semavî din mensuplarının da sahip olduğu ortak değerler söz konusudur. Bereketli ve tatlı sularıyla tüm Mezopotamya ovalarını milletlerini sulamıştır bu iki nehir. Çevresinde bu gün tarih olmuş yüzlerce devlet kurulmuş ve çeşitli savaşlara şahit olunmuştur. Günümüzde de bu iki nehir ve kolları üzerinde kurulan barajlarla Hidroelektrik santralleriyle üçüncü bir Fırat olabilecek özelliğe sahip dev tünelleriyle; hem bölge, hem ülke hem de Ortadoğu’da toprakları bulunan diğer ülkelerin, öte yandan GAP’la ortaya çıkacak her alandaki potansiyeli kıskanan sömürgecilerin dikkatini çekmiştir. Bu ve benzeri sebeplerden dolayı dış güçler bölgemizi sürekli karıştırmışlardır ve karıştırmaya da hâlâ devam etmektedirler. Bu durum GAP ile daha da önem kazanmıştır. Ayrıca yer altı envanteri açısından da tam bir Altın Hilal ve Havza olan bölgemiz her açıdan stratejik bir öneme sahiptir.
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
GİRİŞ Dünya coğrafyasında, Din-Tarih-Siyaset ve Sosyo-Kültürel Tarih açısından bölgemize baktığımızda bölgemizin oldukça önemli bir konuma sahip olduğu görülecektir. Bu önemi dolayısı ile de tüm orta doğu ülkelerini doğrudan etkilemektedir. Bu yüzden hiçbir vakit Dünya kamuoyunun gündeminden düşmemekte, yerli ve yabancı basını, radyo-TV yayınlarını sürekli meşgul etmektedir. Şüphesiz ki bu durum GAP projesinden kaynaklanmaktadır. Bu projenin gerçekleşmesi ile ortaya çıkacak müthiş ekonomik potansiyel sadece güneydoğu insanının değil, bütün Anadolu insanının, yakın ve uzak tüm komşularımızın makûs talihini değiştirecektir. Yıllardır orta şarkta sömürülen Mezopotamya toprakları üzerinde kurulan, dayatmacı statükoyu çok ciddi şekilde rahatsız edecektir. Bu projenin tamamlanmasıyla bölgede ülkemizin tarihi müktesebatından kaynaklanan etkinliğine yeni bir güç ve
157
Yrd.Doç.Dr.Muharrem YILDIZ Dicle Üniversitesi-İlahiyat Fakültesi FDB Dinler Tarihi Öğretim Üyesi fmuharremyildiz@hotmail. com
enerji daha katacaktır. [(1) (Yıldız 1990)] Bu durumun farkında olan batılı dostlarımız – ne kadar dost oldukları tartışılır- bu gelişmenin önüne geçmek için; ülkemizin zaten sınırlı olan enerjisini tüketmek için matruşka gibi birbiri içine girmiş, tezgâhladıkları kirli oyun ve hilelerini, sürekli ülkemiz ve bölgemiz üzerinde denemiş durmuşlardır. Bir zamanların çekiç gücü, yerini olağanüstü hâllere bırakmış, aslında aynı bağlantıların farklı uzantıları olan “ASALA” gitmiş, yerine kurdurdukları, başka bir sözde dinci, Marksist vb. terör örgütlerinin vahşetiyle, kaybettiğimiz ve yüzbinlere ulaşan, Çanakkale’de Yemen’de Galiçya’da Trablusgarp’ta Filistinde, Kafkasya’da bu vatan için namus için Allah-Peygamber için omuz omuza mücadele ederek şehit düşmüş etle-kemik gibi birbirinin bütünü olan kardeşler, Mehmetçiklerin ve Memişlerin torunları birbirine kırdırılmıştır. “17 bin faili meçhul cinayetle ve 40 bine yakın insanın hayatına mal olan terörle, sayısız anaların ocağına ateş düşürülmüştür. Millete hizmet olarak dönecek, yatırımlara gidecek nakit 200 milyar dolarlık” ekonomik [(2) (Büyüktimur 2009:3)] değerin teröre ve silaha dökülmesi sağlanmıştır. Demokratik işleyiş çeşitli zamanlarda inkıtalara uğramıştır. Öte yandan dışarıda İran ile Irak, karşı karşıya getirilmiş ve 8 sene birbirine kırdırılmış ve en az 1 milyon insan ölmüş, sonunda da takatsiz kalan Irak; ta dünyanın öte tarafındaki tarihi kökleri olmayan ve toplama, insan azmanı zalim ve insafsızlarca işgal edilmiş asrın en modern silahları kullanılarak Müslüman halkın üzerine
bombalar yağdırılmak suretiyle milyonlarca insan evsiz-barksız, yurtsuz- yuvasız-sakat kalmış, geride dul ve yetimler bırakılmıştır ve biz bölgemizde tüm bu olanları eli kolu bağlı seyretmekten başka bir şey de yapamamışızdır. [(3) (Yıldız 1990)]
Bu tezgâhlar “yedi küpeli gelin”in kalbinin çarptığı ve nabzının attığı, Hz. Nuh (a.s) Hz. İbrahim (a.s)’in, Ebu Bekirlerin, Ömer’ul- Faruk’ların, Hz. Halid ve Süleymanların, Ebu Ubeydelerin, Alparslanların, Veysel Karanîlerin, Selahaddin Eyyubilerin, Nureddin Zengîlerin, Mevlana Halid-i Bağdadîlerin, adını sayamadığımız daha nice nice Seydaların Binlerce Âl-i Beyti bağrında saklayan, Yüce Allah’ın Yâd-ı Cemilinin, hiç susmadığı, Selçuklu’nun Osmanlı’nın vatan ettiği ve edindiği bu kutsal mekânlarda kurulmuş ve planlanmıştır. [(4) (Yıldız 1990)] Kısaca zikrettiğimiz bunca tezgâhların özeti GAP’tır.
ve
başkaca
Tarihi Mezapotomya’dır. Bize kullandırılmayan Bakir petrol sahalarımızdır, vatanımızdır.
Güney Doğu Anadolu Projesi (Gap) Nedir? Dicle ve Fırat ırmaklarının aşağı kesimleriyle bu iki nehir arasında kalan alanı kapsayan ve barajlar, hidroelektrik santralleri, sulama tesisleri, her çeşit altyapı, tarımsal tesisler, ulaştırma, eğitim, sağlık vb. alanlardaki hizmetleri içeren projeler demetinin genel adıdır. Temel hedefi, Güneydoğu Anadolu Bölgesi halkının gelir düzeyi ve hayat standardını
158
yükselterek, bu bölge ile diğer bölgeler arasındaki gelişmişlik farkını ortadan kaldırmak, kırsal alandaki verimliliği ve istihdam imkânlarını artırarak, sosyal istikrar, ekonomik büyüme gibi milli kalkınma hedeflerine katkıda bulunmaktır. G A P kapsamına giren yörelerin süratle kalkındırılması, yatırımların gerçekleştirilmesi için; plan, altyapı, ruhsat, konut, sanayi, maden, tarım, enerji, ulaştırma ve diğer hizmetleri yapmak veya yaptırmak, yöre halkının eğitim düzeyini yükseltmek için gerekli tedbirleri almak veya aldırmak, kurum ve kuruluşlar arasındaki koordinasyonu sağlamak temel amaçlı olan Güneydoğu Anadolu Projesi Bölge Kalkınma İdaresi Teşkilatı, 6 Kasım 1986 tarih ve 20334 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 388 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kurulmuştur. Proje alanı Fırat ve Dicle havzaları ile yukarı Mezopotamya ovalarında yer alan 9 ili kapsamaktadır (Adıyaman, Batman, Diyarbakır, Gaziantep, Kilis, Mardin, Siirt, Şanlıurfa, Şırnak). Su kaynakları programı 22 baraj, 19 hidroelektrik santrali ve 1.7 milyon hektar alanda sulama sistemleri yapımını öngörmektedir. Güneydoğu Anadolu Projesi gerçekleştiği ve tüm kompleksleriyle uygulamaya geçildiğinde bütün kesimler için itici bir güç oluşturacaktır. Yedisi Fırat havzasında, altısı Dicle havzasında olmak üzere toplam on üç projeden oluşmaktadır. Fırat havzası için hazırlanan projeler şunlardır:
Fırat-Dicle haritası (Vikipedi)
Aşağı Fırat Projesi 7 Ayrı Birimden Oluşmaktadır Atatürk barajı ve hidroelektrik santrali, GAP’ ın en önemli ve kilit tesisidir. Türkiye’nin en büyük barajıdır. Baraj 1990 sonunda tamamlanarak 1991 yılından itibaren su tutmaya başladı. Yılda 8,9 milyar kWh elektrik enerjisi üretecek olan 8 ünitelik türbin-jeneratör grubunun 2 ünitesi, Temmuz 1992
159
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
yılında barajın açılışıyla birlikte üretime geçti. Dev su ulaştırma tünelleri tamamlandığında 880 000 hektarlık alan sulanabilecektir. Şanlıurfa tünelleri Atatürk barajından alacağı suları sulama alanlarına aktaracak olan bu tünel sistemi, yan yana iki ana tünel ile bağlantı tünellerinden oluşmaktadır. Toplam uzunluğu 57,8 km olacak; 327 bin 725 ha’ı cazibeyle, 148 649 ha’ı da pompajla olmak üzere toplam 476 374 ha alanı sulayacaktır. Şanlıurfa tünelleri çalışmaya başladıktan sonra saniyede akıtacağı 328 m3 suyla Türkiye’nin Dicle ve Fırat’tan sonra üçüncü büyük ırmağı olacaktır. Fırat Havzası için hazırlanan bu projenin uygulamaya konmasıyla, Fırat Irmağı’ndan akan su, sırasıyla Keban, Karakaya ve Atatürk baraj ve hidroelektrik santrallerini çalıştıracak ve buradan Urfa tünelleri ile Şanlıurfa hidroelektrik santraline de enerji sağladıktan sonra sulama alanlarına akıtılacaktır. Bunların dışında GAP kapsamında; • • • • • • • • •
Siverek-Hilvan pompaj sulaması, Dicle Havzası projesi Kralkızı-Dicle projesi Batman projesi Batman-Silvan projesi Garzan projesi Ilısu projesi Cizre projesi Sınır Fırat projesi
milyon kWh).1997 yılında hizmete girmiştir. Tüm projeler tamamlandığında, yılda 50 milyar m³’den fazla su akıtılan Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde kurulan tesislerle, Türkiye toplam su potansiyelinin yüzde 28’i kontrol altına alınacak, dünyada içilebilir ve kullanılabilir su rezervine sahip, petrolden çok daha değerli çok önemli bir hazineye sahip ülke konumuna gelecektir. 1 lt suyun 3 doları bulduğu Ürdün, Suudi Arabistan Körfez ülkeleri ve İsrail gibi ülkelerde bu hazinenin ne kadar önemli bir hazine olduğu aşikârdır. Aslında bazı komplo teorisi üreten yazarların gelecekte çıkabilecek bir savaşın su üzerinden olabileceği öngörüleri yabana atılabilecek bir iddia değildir. Ayrıca sulama bakımından da 1.7 milyon hektarın üzerinde arazinin sulanması ve 7476 megavatın üzerinde bir kurulu kapasiteyle yılda 27 milyar kilovat saatlik elektrik üretilmesi sağlanacaktır. GAP’ın meydana getireceği yüksek tarım ve sanayi potansiyeli Bölge’de gelir düzeyini 5 kat arttıracak, 2005 yılında 9 milyonu bulan bölge nüfusunun yaklaşık 3.5 milyonuna iş imkânı hazırlanacaktır. Proje uygulamalarıyla kentsel altyapı geliştirilerek, bölgemizdeki şehirlerin nüfus emme kapasitesi yükseltilecektir. Ayrıca, bölge kaynakları harekete geçirilip, istikrarlı ve devamlı bir ekonomik büyüme gerçekleştirilerek ihracat arttırılacaktır.
gibi projeler yer almaktadır. Karakaya barajı ve HES, Atatürk barajından sonra Türkiye’nin üretim açısından en büyük barajıdır (7,354
Yılda 600 bin ton pamuk, 66 bin 458 ton antepfıstığı üretebilecek; meyve üretimi 660 bin ton, sebze üretimi 3 milyon 513 bin ton artacaktır. Bugün GAP alanlarındaki sebze
160
üretimi 14 milyon ton, meyve üretimi 1 milyon 400 bin tondur.[(5) (www. webhatti.com)]
GAP’ın Kısa Bir Tarihçesi Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Adıyaman, Batman, Diyarbakır, Gaziantep, Kilis, Mardin, Siirt, Şanlıurfa ve Şırnak İllerinin kapsadığı alan “GAP Bölgesi” olarak tanımlanmaktadır. Güneyde Suriye, Güneydoğuda ise Irak’la sınırı bulunan bu bölgenin yüzölçümü 75 358 km² olup ülkemizin toplam yüzölçümünün yüzde 9,7’sini oluşturmaktadır. Türkiye’de sulanabilir 8.5 milyon hektar arazinin yüzde 20’si, Aşağı Fırat ve Dicle Havzaları’ndaki geniş ovalardan oluşan GAP Bölgesi’nde yer almaktadır. Verimli Hilal veya kuzey Mezopotamya olarak adlandırılan bu bölge, insanlık tarihinde medeniyetin beşiği olarak bilinmektedir. GAP Bölgesi, tarih boyunca Anadolu ve Mezopotamya toprakları arasında geçişi sağlayan bir köprü görevi görmüştür. Güneydoğu Anadolu Bölgesi, Türkiye’nin diğer bölgelerine oranla daha az yağış almaktadır. Bu nedenle öncelikle bölgenin çok zengin su kaynaklarından olan Fırat ve Dicle Nehirleri sularının, sulama ve enerji üretimi amacıyla değerlendirilmesi ve bu arada düzensiz akışı olan bu iki nehrin sularının dizginlemesi düşünülmüştür.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi Sularını Akılcı Değerlendirme Kararı Suları rasyonel olarak değerlendirme kararı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ündür. Ülkenin maddî-manevî her alanda değişim ve gelişim çabası içinde bulunduğu yıllarda, özellikle elektrik enerjisi ihtiyacı en belirgin ve öncelikli ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştır. Böylece yurdun boşa akıp giden su servetinden elektrik enerjisi elde edilmesi için Atatürk’ün emri ile 1936 yılında Elektrik İşleri Etüd İdaresi kurulmuştur. İdare “Keban Projesi” ile yoğun etütlere başlamış, Fırat Nehri’nin her açıdan tetkiki ve sonuçlarının tespiti için rasat istasyonları kurulmuştur. Çalışmalar o günden bu güne son şeklini alana kadar devam etmiştir. Devletimiz, ülkenin sosyo-ekonomik gelişmesinde bölgeler arası eşitsizliklerin giderilmesine giderek artan bir önem vermektedir. Bu, yalnızca
161
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
âdil bir kalkınma özleminin yansıması olmayıp, aynı zamanda az gelişmiş bölgelerdeki kalkınma potansiyelinin ortaya çıkarılmasının, ekonomik büyüme, toplumsal istikrar ve ihracatın teşviki gibi ulusal hedeflerin gerçekleştirilmesine katkıda bulunacağı yolundaki çok isabetli bir teşhisten kaynaklanmaktadır. Kısacası GAP, yukarı Mezopotamya’ya medeniyeti yeniden getirmektedir. [(6)(www.webhatti.com)] Avrupalıların dediği gibi Artık Dicle ve Fırat boşa akmayacak ve ona Türk boş boş bakmayacaktır.
Kaynaklarda Dicle ve Fırat Nehri Dicle ve Fırat nehrine üç dinde de önem verilmiştir. Her iki nehri bünyesinde bulunduran Şattülarap’ta iki nehrin birleşmesi dışında Diyarbakır’dan başka bir il bilmiyoruz. İki nehir Diyarbakır sınırları içinde akar ve gider. (Resim: 1-2)
Resim: 1–2, Gazi köşkünden Dicleye bakış- Foto: M. Yıldız
“Diyarbakır” deyince akla Dicle nehri gelir. Dicle’nin Basra Körfezi’ne kadar ulaşan güzergâhının insanlara ve yerleşim birimlerine zarar vermeyecek şekilde kıvrımlarla akıp
gitmesinde bir peygamber elinin olduğu inancı bölgede yaygındır. Hatta bunun planının Danyal Peygamber tarafından çizildiği söylenir. Bu da Dicle ve Fırat nehirlerinin kutsal bir nehir sayılmasına sebep olmuştur. Kutsal kitaplarda ve Hz. Muhammed (a.s.) in hadislerinde sıkça adından söz edilmesi de ayrı bir kutsallık katmaktadır. Yüce Allah, Danyal peygambere vahyeder ki; “Elindeki asa ile suyun çıktığı mağaranın ağzından başlayarak bir çizgi çiz. Su arkandan gelecek. Ancak yetimlerin, dul kadınların, fakirlerin, vakıfların malına ve mülklerine dikkat et, su bunlara zarar vermesin.” (Resim–2) Bu emir üzerine Danyal Peygamber suyun akış yönünün aynı zamanda çorak ve verimsiz bir alandan geçmesini de sağlamıştır. [(7) (Melis 2003:5/57–58.)]
Dicle kıyılarında gezinirken, Hz. Ömer’in; “Eğer Dicle üzerindeki köprülerden birinde, bir keçinin ayağı incinirse Allah onu Ömer’den sorar.” sözlerinin kulağınızda çınladığını hissedeceksiniz. Diyarbakır, Dicle nehri kenarında kurulmuş olup -bu yıl (2010) 1371. yıldönümünü idrak ettiğimiz- M.639 yılında Hz. Ömer zamanında fetholunmuş ve 5 yıl onun idaresinde yönetilmiş Sahabe ve tabiinin vatan edindiği bir mübarek beldedir. Böyle mübarek bir beldeyi içinde taşıyan Ülkemiz ondan da mübarektir. Yüce Yaratan’dan niyazımız odur ki, ülkemizi milletimizi her türlü dâhili ve harici belalardan ve musibetlerden muhafaza etsin. Hz. Ali Efendimiz Dicle ile Fırat’ı övmüş ve tatlı sularının insan vücuduna oldukça faydalı olduğunu söylemiştir. [(8) (Korkusuz: 33)] İbni
162
Abbas’dan
(r.a.)
rivayet
olunmuştur.
Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “Allah (c.c) yeryüzüne beş nehir indirmiştir. Bunlar Seyhun, Balh nehri Ceyhun, Irak nehirleri Dicle ve Fırat ve Mısır nehri Nil’dir. Yüce Allah, bu nehirleri cennet kaynaklarından en alt kaynaktan Cebrail (a.s) vasıtasıyla yeryüzüne indirmiştir.” [(9)(Tezkiret’ülKurtubi: 524)]
Şeyh Abdurrahman El-Aktebî Miraciye’sinin bir manzumesinde Peygamber Efendimiz (S.A.S)’in hadislerine dayanarak; Seyhun, Ceyhun, Nil, Dicle ve Fırat nehirlerinin menba-ı cennetler olduğunu ifade etmektedir. [10(Ravdat’ünNaim)] Başka rivayetlerde Seyhun ve Ceyhun yerine “Seyhan ve Ceyhan” nehir adları geçmektedir. Aslında her üç nehir grubunun da aralarında çok verimli ovalar mevcuttur. Seyhun-Ceyhun arasında “Maveraünnehir”, Seyhan-Ceyhan arasında “Osmaniye – Çukurova- Tarsus” ovaları ve Dicle – Fırat arasında da “Mezopotamya” Ovaları bulunmaktadır. Nil’in kaynağı ise Afrika’nın balta girmemiş ormanlarının arasıdır. Tüm bu nehirlerin menbaları da gerçekten Cennetin güzelliklerini andırmaktadır. Diyarbakır halkı da tarih boyunca Dicle nehrinin kudsiyetine inanmış, onun “Allaha giden bir yol” olduğunu düşünmüş, on gözlü köprüden Dicleye Yaradan’a ulaşmak üzere dilekçeler göndermiştir. [(11)(Şükran 2002:16)]
(Resim–3) Eğil Barajı- Foto: M.Yıldız
(Resim–4)
Fırat Nehri
5000 yıl önce Sümer ve Akad metinlerinde Dicle ve Fırat arasına “Subartu” adı verilmişti. Anlamı “iki ırmak arası” idi ve buraya yerleşmiş halka da Subaru denirdi. Yukarı Dicle boylarının ilk medeni halkı Subaru’lardan sayılan halk Hurriler’dir. [(12) (Özgen 2004:)] Dicle ve Fırat nehirleri ve onlara bağlı kolları üzerinde binlerce yüzyıllık tarihe şahitlik eden ve hâlen dimdik ayakta duran ve günümüzde de hizmet veren birçok tarihi köprü mevcuttur. Bunlardan en önemlilerinden birkaçını zikredecek olursak; Dicle Nehri üzerindeki Köprü, kitabesinden 163
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
anlaşılacağı üzere Mervanoğlu devrinde Diyarbakır hükümdarı Nizamüddevle Nasr tarafından H. 457 (M. 1065) tarihinde yaptırılmış olan Ongözlü Köprü,(Resim–5) DiyarbakırBatman karayolu üzerinde, iki ilin sınırında, Batman Çayı üzerinde yer alan muhteşem bir Artuklu eseri olan ve kitabesinden, 1147–1148 tarihinde Artukluoğullarından Timurtaş Bin İlgazi tarafından yapıldığı anlaşılan ve -bana göre yerli Mostar Köprüsü - olan Malabadi Köprüsü’dür.(Resim–6) Bu köprü hakkında A. Gabriel şu bilgileri vermektedir:
(Resim-5) Ongözlü köprü kuzeyden bakış- foto: M.Yıldız
Nehrinin üzerindedir. On tane kemeri olduğu için de Ongözlü köprü denmektedir. Diyarbakır’ın geçmişinden geleceğine de ışık tutan bu köprü üzerinde toplanan ve oradan, kutsal sayılan ve halk tarafından “Allah ‘a giden yol” olduğuna inanılan Dicle nehrine, her yıl Kurban Bayramı akşamı Diyarbakır’lı kadın ve genç kızlar daha önceden hazırladıkları yazılı dilekçelerini dualar okuyarak atarlar. Böylece dileklerinin kabul olacağına inanırlar. [(13) www.yaziyaz.com/)] Bu inanış Ermenilerde de vardır. [(14) Diken 200:73]
(Resim–7)Ongözlü köprü güney cepheden- foto: M.Yıldız
“...Modern statik hesabının olmadığı bir devirde bu açıklıkta o zaman için böyle bir eser hayranlık ve takdiri muciptir. Ayasofya Cami’sinin kubbesi, köprünün altına rahatlıkla girebilmektedir. Balkanlar’da, Anadolu’da Orta Doğu’da bu açıklıkta, bu yaşta başka köprü yoktur.” (Vikipedi) (Resim–8)Dicle ilçesi girişte eski ve yeni köprü
(Resim-6) Malabadi Köprüsü-foto: M.Yıldız
On Gözlü Köprü Diyarbakır’ın eski Silvan yolu üzerinde, Kırklar Dağının eteğinde Dicle
164
(Resim–9)Ongözlü Köprü’den Dicle- foto: M.Yıldız “On gözlü köprüye bayram akşamı, Yazardık dilekçe, atardık gamı Sular götürürdü çile, encamı” (Mevlüt Mergen)
İnsanlar; barış içinde, anaların ağlamadığı mutlu ve huzur dolu güzel günler gördüğü sürece de, üzerine dileklerini yazdıkları kâğıtları her Kurban Bayramı’nın akşamlarında, Kırklar Dağı eteğindeki, On Gözlü Köprü’den ümit dolu bir yürekle Dicle’ye atmaya devam edeceklerdir. Çocuğu olmayan çiftler çocuk, onulmaz dermansız dertlere maruz kalan hastalar şifa, sevgililer aşkına kavuşmayı dileyecekler. Ak kâğıtlar, ak dilekler içten gelen samimi dualarla ay aydını gecelerde, Dicle’nin daima coşkun akan sularına hep karışacaktır. (Resim–7, 9) [(15)(www.anadoluguvercin.com)] Bu dilek yazma ritüeli ile ilgili bir hatırasını araştırmacı- yazar Ş. Diken’den şöyle anlatıyor: “Şimdi yaşamayan eski bir komşumuzun anlattıklarıdır. Artık yaşı epeyce geçkin bir Diyarbekir kadını, eve her gece alkollü ve geç gelen kocasını Allah’a şikâyet etmek için bir bayramın arefe akşamı, yanında değer verdiği Ermeni bir komşusu ile birlikte Dicle nehrine Ongözlü köprünün üzerine giderler. Müslüman olan ve kocası ayyaş kadının okuma yazması da olmadığından ricası üzerine Allah’a dilekçesini bir Ermeni komşusu yazar. Doğal olarak Ermeni komşu dilekçeyi en iyi bildiği kendi diliyle, Ermenice yazar. Müslüman komşu itiraz edecek olur. Ermeninin cevabı hazırdır. “Fark etmez komşum. Allah hepimizin Allahı’dır. Yalnız Müslümanların Allah’ı değildir. Bizim dilimizi de anlar. Önemli olan derdini anlatmak. Hangi dilde olursa olsun Allah için fark etmez.” der. Sonuç ne mi olmuş. Dilekçe kabul edilmiş ki her gün evine geç giden ayyaş koca, sanırsın ki evliya, evinin erkeği olmuş.” [(16) (Diken 2003: 73)]
Dicle ve Fıratın Kısa Bir Etimolojisi Mu’cem-ül Buldan’da Fırat adının Arapçada “tatlı su” anlamına geldiği yazılıdır. Zend dilinde “geniş” İbranicede “çiçek” ya da “yayılma” anlamına gelir. [(17)(Şemseddin Sami)] Batı dillerinde Fırat nehri, “Euphrates” olarak geçer. “Euphrates” adı Yunanca’dan gelen bir kelimedir. İsmin asıl kaynağı konusunda çeşitli görüşler bulunmaktadır: Eski Farsça’daki Ufratu ve Akad dilindeki Purattu ‘dur. Eski Farsça’daki sözcüğün Avesta Farsça’sında geçen “huperethua” (geçmesi kolay) olduğu tahmin edilmektedir. Arapça tasasızlık, rahatlık anlamında “ferahat”
165
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
kelimesinden gelmektedir. Kürtçe’deki “Fere”, “Ra” ve “Hat” kelimelerinden gelmektedir. İki tane “re” olduğu için teki telaffuz edilmez, dolayısıyla Ferehat “Geniş akan su” anlamına gelmektedir. Zamanla kısaltılmış şekli ile “Fırat” adını almıştır.
Sabiilkte Sümer ve Asurlularda Dicle ve Fırat Sümerlerde Dicle ve Fırat kutsaldı. Sümer baş tanrısı Enki ‘Dicle ve Fırat’ı ışıldayan sularla doldurur ve sonra ırmakları balıklarla doldurur. [(22) (Kramer 2002:125,127,366.)] Sümer tabletlerinde Yaratılış anlatılırken;
Fırat; Akadca’da “Pu-rat-tu”, Sümercede “Buranun” olarak geçmektedir. Kelimenin HintAvrupa kökenli olmadığı, Akadca ve Sümerceden kaynaklandığı, Eski Farsça ve Farsçadan diğer dillere geçtiği görüşü ağırlık kazanmaktadır. [(18) www.diyadinnet.com/]
Sabiliğe göre Dicle, Fırat, Ürdün ve benzeri nehirler hayat suyu olarak nitelenen kutsal sulardır. Bu nehirler, ilahi âlemle yeryüzü arasında bir köprü vazifesi görmektedir. (19) (Franzman 36/158; Gündüz 2004:616) Sümerce Dicle Tig-gal (Uluırmak) adını taşır. [(20)(Diken 2003:70)] Dicle’nin ilk adı “İdigna” yahut “Idignou” idi. Semitler “İdigla” ya çevirdiler. Zamanla sözcük “İdiklât” tan “tıklat” a döndü. İbranîce de “Hiddegel” oldu. Persler Dicle’ye “Ok” anlamına gelen “Tiygr” adını verdilerse de, Araplarda ırmağın ilk Semitçesi “Dicla” olarak yaşadı. Dicle için, A. Parrot; “Doğudan Asurya’ya akar” diye tercüme yapar. Louis Segond’un, İbranîce’den tercümesinde ise: “Doğudan Asurya’ya akar” denir.
(Resim–10) Hz. Elyesa Peygamberin kabri önünde dua eden insanlar
‘Gök ve yer çift olarak yaratıldığı zaman Ana tanrıça İnsana şekil verdiği zaman Yerler düzenlendiği, toprak yerleştiği zaman Gök ahenk içinde hareket ettiği zaman Nehirler ve kanallar, düz bir çizgi gibi aktığı zaman Dicle ve Fırat nehirleri kıyılarını doldurduğu zaman Başka bir tablette Gök yerden yarıldıktan sonra Yer gökten ayrıldıktan sonra İnsanın adı konduktan sonra denmektedir. Yine Sümer tabletlerinde Tanrı Enki:
Fırat adı, Akkadça “Ulu Irmak”, yahut “Yüksek Kıyılı Irmak” anlamına gelen: “Puranunu” iken, Kaldeenler “Purat”, sonra “Puratou” oldu. [(21) Kıvılcımlı, www.dikine.nt)]
166
‘Dicle’yi saçılan sularla doldurdu Dicle’ye neşe getirdi’
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN (Resim–11) Hz. Elyesa Peygamberin kabri: Foto: M.Yıldız
‘Dikildi Fırat’ın kıyısına Ağaç beslendi Fırat’ın sularıyla’ [(23) (Çığ, 2007: 53, 54, 73,105)]
Eğil ilçesi Peygamberler Diyarıdır ve aynı zamanda Asurluların ikametgâhıdır. Eğil, Dicle nehir yanında kurulmuş bir ilçedir ve peygamber mezarları da bunun yanındadır. (Resim–10-11) Muhatapları Asurlular da buradadır. Asur kabartmalarından Asurluların Dicle nehrini taşımacılıkta kullandığını öğreniyoruz. [(24) Layard 2000: 501] Kimi İsrail peygamberlerinin Diyarbakır ve çevresinde gelmesi bazılarının kabirlerinin bazılarının da makamlarının bulunması Yahudilerin Asurlular döneminde sürgün yıllarını bu coğrafyada geçirmiş olmalarından dolayıdır. Yoksa Yahudiler buraları hiçbir zaman yurtları olarak görmemişlerdir. Yahudilerde bulunan kutsal topraklara Kudüs’e (Arz-ı Mev’ud’a) dönme arzularını hiçbir zaman silememiştir. Nitekim sürgünden sonra tekrar Filistin’e dönmüşlerdir.
İlahi Dinlerde Dicle ve Fırat Nehirleri Tevrat’ta Dicle ve Fırat Fırat ve Dicle üç din açısından kutsaldır ve cennetten çıktığı ifade edilen nehirlerdendir. Musevîlerin kutsal kitabı Tevrat’ta bugün Türkiye sınırları içinde bulunan birçok yerin ismi geçmektedir. Bu yerlerin başında Dicle ve Fırat nehirleri gelmektedir. Tevrat’a göre, Tanrı Âdem’i yarattıktan sonra “doğuya doğru Aden’de” bahçe yaratmış ve Âdem’i buraya yerleştirmiştir. Buradan bir ırmak çıkmış ve daha sonra bu ırmak dört kola ayrılmıştır. Bu dört koldan ikisi Dicle ve Fırat’tır. Dicle ve Fırat nehirleri kaynaklarını Doğu Anadolu
167
bölgesinden alan iki akarsuyumuzdur. Bu iki nehrin bulunduğu bölge Musevîler açısından kutsaldır. [(25)(Yenipınar 2002, sayı 29.)] Bu kutsallığın sebebi kanaatimizce, Musevilerin ilk sürgün yıllarını Asurluların ülkesinde geçirmiş olmalarıdır. Hz. İbrahim, Hz. Lut, Hz. Yunus, Hz. Eyyub hep bu bölgeden neşet etmiş peygamberlerdir. Bu dönemde Allah onların içlerinden Ezra (Üzeyir) Danyal, Zülkifl ve Elyesa vb. gibi bir takım peygamberlerle, sürgün yıllarında Yahudileri teselli ve irşad etmişler, onları sürgünden kurtararak tekrar “Arz-ı Mev’ud” olan Filistin topraklarına yani Kudüs’e dönmüşlerdir. Bu bölgenin Yahudilerle doğrudan ilgisi olmamasına rağmen esaret yıllarını buralarda geçirdikleri için ilgi duymaları gayet normaldir. Tevratta Tekvin:2: 14 “Üçüncü ırmağın adı Dicle’dir, Asur’un doğu yönüne bakıyor ve dördüncü nehir ise Fırat’tır.” denmektedir. Dicle ve Fırat’ın çok önemli iki nehir olduğu da Peygamberimizin hadislerinde [(26)(Ayrıntı için bakınız)] geçmektedir. Dicle ve Fırat Nehirleri ve arasında kalan bölge Tevratta (Aden Bahçesi) olarak geçer. [(27) (Tekvin) 2: 13)] Tekvin 2: 8–14 şu şekilde devam eder ve Âdem’in yaşadığı ortamı ve yeri tarif eder. “Ve RAB Allah şarka (doğuya) doğru Aden’de (Aden: zevk) bir bahçe dikti ve yaptığı adamı oraya koydu. Ve RAB Allah görünüşü güzel ve yenilmesi iyi olan her ağacı ve bahçenin ortasında hayat ağacını ve iyilik ve kötülüğü bilme ağacını yerden bitirdi. Ve bahçeyi sulamak için Aden’den bir ırmak çıktı ve oradan bölündü ve dört kol oldu. Birinin adı
Pişon’dur; kendisinde altın olan bütün Havila diyarını kuşatır ve bu diyarın altını iyidir; orada ak günnük ve akik taşı vardır. Ve ikinci ırmağın adı Gihon’dur; bütün Kuş ilini kuşatan odur ve üçüncü ırmağın adı Dicle’dir; Aşur’un önünden akan odur ve dördüncü ırmak Fırat’tır ve RAB Allah adamı aldı, baksın ve onu korusun diye Aden bahçesine koydu. Bu bilgiler İslam kaynaklarında verilen bilgilerle çelişmektedir. Hz. Âdem ve Havva’nın buluştukları ilk yer Hicaz bölgesinde günümüzde hacıların Haccın bir rüknü olarak toplandıkları ve vakfe yaptıkları yer olan ARAFAT dağıdır. Nuh Tufanı öncesinde ilk insanlık ve çekirdek aile ve toplum buradan etrafa yayılmıştır. Bahse konu olan şeyleri Nuh Tufanından sonraki gelişmeler olarak anlamak lazımdır. Hıristiyan Kaynaklarında Dicle Ermeni Hıristiyanlarının anlayısına göre ‘Âdem ile Havva’nın cennetten kovulduktan sonra ilk defa ayak bastıkları topraklar Dicle kıyılarıdır. Çoluk çocuk elbirliğiyle bir şehir kurup Âdem’in dem’ini de ters çevirerek adını Amed koymuşlar. Bağlar semtinde, o zamanlar Âdem’in bağları varmış ve şarap yaparmış. [(28)(Margosyan 2003:106)]
Hz. Âdem ve Havva yeryüzüne inince Hz. Âdem, Havva’nın Dicle nehrinde 40 gün bir taş üzerinde oturmasını tavsiye etmiştir. Yasak ağaçtan meyve yemeleri dolayısıyla dudaklarının kirlendiği inancıyla Hz. Havva Dicle nehrine girmiştir. Hz. Mikail, bazı tohumlar getirerek, onları ekip biçmelerini sağlamıştır. [(29) (Sparks1984:148.152;Erdem 1993:107)]
168
Bu tohum ise orijinal olarak yetiştiği ilk yer Diyarbakır’ın yanındaki Karacadağ’dır. Jason Ryal Boston unıversity, Master of liberal arts. 2003. makalesinden alıntı şöyledir: “Origins of Agricultures.pages 11 wheat was cultivated in a 20 square kilometer area near the Karacadag Mountains which lies on the border Turkey and IraqThey estimate that this took place 8000 yeras ago or 6000 BC.” Bu buğday arkeolojik olarak ilk buğday olup Einkorn buğdayı ismini alır. Biyogenetik çalışmalarında bilim adamları bunu alarak bu tohumlar üzerinde genetik çalışmalar yapmaktadırlar. İncil’de kıyamet alametlerinin anlatıldığı bölümde kıyametin de Dicle Fırat arasındaki Bölgede yani Mezopotamyada kopacağı ifade edilmektedir. [(30) www.hristiyanforum.com] Bu
olaya yaklaşık bir İslami yorum şu şekildedir: “Fırat ile Dicle arasında Zevra denen bir şehir olacak. Orada büyük bir savaş olacak. Kadınlar esir edilecek, erkekler ise, koyun kesilir gibi boğazlanacak.”[(31) (El-Muttakî 5/38)]
Hadislerde Dicle ve Fırat Nehirleri İbn-i Abbas’dan: Peygamberimiz (s.a.s) mealen şöyle buyurmuşlar: “Yüce Allah yeryüzüne beş nehir indirmiştir. Bunlar Seyhun, Ceyhun, Dicle, Fırat ve Nil’dir. Allah (c.c) bu nehirleri Cennet kaynaklarından en alt kaynaktan Cebrail (a.s) vasıtasıyla yeryüzüne indirmiştir.” [(32)(Çiçek, Tezkiret’ül Kurtubi 2007:142,524)]
Resulullah buyurdu ki: (1) “Fırat Nehri’nin suyu çekilip (2) altından bir dağ meydana çıkmadıkça kıyamet kopmaz...” (Buhari-Müslim) (1) Fırat Nehri’nin suyunun çekilip... : Suyuti’nin kitabında bu hadis “suyun durdurulması” olarak geçmektedir. Gerçekten de Keban Barajı, Fırat Nehri’nin suyunu durdurarak kesmiştir. Dolayısı ile de Fırat nehrinin suyu barajlar dolayısı ile azalmıştır. (2) “Altın”dan bir dağ meydana çıkmadıkça...: Yapılan baraj sayesinde; elektriğin üretilmesi, toplanan suyun arazide kullanılarak toprağın veriminin artması ve ulaşım kolaylığının sağlanması gibi sebeplerle, buradaki topraklar “altın” gibi kıymetli hâle gelmiştir. Keban barajı ve Fırat Nehri üzerine sonradan kurulan diğer barajlar,
169
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
betondan dev birer dağı andırmaktadır. Bu barajlardan (hadis-i şerifteki benzetmeye göre dağdan) altın değerinde servet dökülmektedir. Dolayısıyla barajlar “altından bir dağ” özelliği kazanmaktadır. (En doğrusunu Allah bilir) [(33)( http://www.hazretiisagelecek.com)]
Resullulah (s.a.s) buyurdu ki: Fırat Nehrinin suyu çekilip altından bir dağ çıkmadıkça kıyamet kopmaz. Bu hazine üzerine kıtal vukua gelir, her yüzden 99’u ölür. Kıtale iştirak eden her kişi “yalnız ben kurtulacağım” diye ümitlenir. (BuhariMüslim) “Fırat nehrinin suyu çekilip altından bir dağ ortaya çıkmadıkça kıyamet kopmaz”, bu dağ Fırat nehrine inşa edilen 210 metre devasa büyüklükte bir inşaat olan baraj olabilir. Fırat nehrinin sularını durduran dağ odur.
edilerek işgal edildi. Sürekli olarak ülkemiz içinde faaliyet gösteren Marksist ve Din görünümlü terör örgütleri kurarak ve kurdurularak onlar “dahili ve harici bedhahlar tarafından” desteklendi durdu. Bir düşünürümüzün tespitleri içinde “eskiden sadece hariçten gelen tehdit ve tehlikelere mukavemet kolayken şimdi kurt gövdenin içine girdi. Mukavemet zorlaştı. Can damarını kemiren azılı düşmanını, kanını emen hasımlarını, dost zanneden” meselenin içyüzünü bilemeyen ve cahil bırakılmış insanlardan destek gördü. Toplumun basireti bağlandı, körleşti. Dicle Nehri Diyarbakır ilinin ortasından geçer. Fırat Nehri ise il sınırlarını oluşturarak, Çermik ve Çüngüş kazalarına katkıda bulunur. Diyarbakır nehirleri denince her ne hikmetse Fırat akla gelmiyor. (Resim–12) Resim- Yukarıda suyun durdurulduğu yer olarak Diyarbakır Çüngüş’teki Karakaya barajı akla getirilebilir. Bunun yanında Diyarbakır çevresinde de kıtal yani terör hadiseleri olmuştur. Yer yer de olmaktadır.
Fırat Nehri ve Dicle Nehri 12: Diyarbakır Çüngüş ilçesinde Fırat üzerinde Karakaya Barajı
Fırat nehrinin zenginliği yalnız bununla bitmiyor. Sular çekildiğinde gözle görülecek şekilde altın madenleri ortaya çıkabilir. Kıtal Vukuu’da buna işarettir, kıtal vukuu insanların ölümüne neden olan kavga demektir, Türkiye’nin verdiği terörizmimle mücadelede buna işaret olabilir. Allahu a’lem. Corc Bush, Fırat nehrini hayal ettiğini söylemişti.[(34)forum.turksestudent.nl)] Nitekim Irak, ABD tarafından Saddam bahane
Çağın müfessiri Fırat ve Dicle nehirleri hakkında özetle şöyle çağdaş bir yorum getirmektedir: Kongo havzasındaki Kamer Dağından çıkan Kutsal Nil Nehri Afrika’nın, Dicle’nin en mühim bir kolu Van Vilâyeti’nden Müküs Nahiyesi’nden, bir kayanın mağarasından çıkıyor. Fırat’ın da mühim bir şubesi, Diyadin taraflarında bir dağın eteğinden çıkıyor. Dicle ve Fırat nehirlerinin denizlere taşıdığı sulara bakınca insanda şu kanaat hâsıl olmaktadır. Böyle büyük ırmakların menbaları hakiki anlamda bu küçücük dağlar olamaz. Çünkü bu dağların hepsi konik bir havuz olsalar o büyük
170
nehirlerin, debisi yüksek bir surette su seviye ve dengesi bozulmadan sürekli olarak akmaya ancak birkaç ay dayanılabilirler. Büyük harcama ve masraflara karşı, en çok yağmur aldığı zamanlarda dahi toprağın ancak bir metre altına kadar nüfuz edebilen yağmurlar hiçbir zaman Dicle’nin, Fırat’ın, Nil’in –bazı rivayetlerde Seyhan ve Ceyhan- Seyhun ve Ceyhun’un taşıdığı suya yeterli kaynak ve varidat olamaz. Buradan da anlaşılıyor ki bu nehirlerin menbalarından kaynamaları; sıradan, doğal ve tesadüfî bir iş olması asla mümkün değildir. Bu olsa olsa, Cenab-ı Hakk onları, pek harika bir surette sırf gayb hazinesinden akıttırıyor olabilir. Yine devamla duygusal ve romantik bir ifade ile değerlendirmesini tamamlamaktadır: İşte, bu sırra işareten bu manayı ifade için hadiste rivayet ediliyor ki: “O üç nehrin her birine Cennetten birer katre, damla her vakit damlıyor ve ondan bereketlidirler.”[(35)el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd; el-Münâvî, Feyzu’l-kadîr)] Hem bir rivayette denilmiş ki: “Şu üç nehrin menbaları, Cennettendir.” [(36) Seyhan, Ceyhan, Fırat ve Nil nehirleri için bkz)]
Dicle ve Fıratın Suları Kuruyacaktır Atatürk barajına su tutulması ile Fırat’ın sularının kuruması veya azalması, bundan bin dört yüz küsür sene evvel Peygamber Efendimizin buyurduğu veciz bir o kadar da mucize sayılabilecek şu mübarek sözlerini hatıra getiriyor: “Fırat nehri kuruyacaktır. Yerinden altından bir dağ çıkacaktır. Herkesin gözü onda olacak ondan nasiplenmeye çalışacaktır. Aklı olan ona koşmasın” [(37)(Müslim, Kitab’ül-Fiten)] Yine Buhari’de Ebû Hureyre (r.a)’den rivayet edilen bir hadis-i şerifte de “Fırat (nehrinin suyu çekilerek) kıymetli altın hazinesini açıklaması zamanı yaklaşıyor. Her kim o zaman orada bulunursa, ondan bir şeyi alma(ya uğraşma)sın!” [(38)(Buhari Tecridi Sarih c. 12/ s.305)] Bu hadisler üzerinde bugüne kadar çeşitli yorumlar yapıldı. İsabet derecesini zaman gösterecek. Gaybı ancak Allah bilir. Biz burada meselenin mahiyetini açıklayabilmek için farklı bir yorum getirmeye çalışacağız. Şöyle ki: GAP projesi neticesi itibariyle, bugüne kadar türlü entrikalarla sömürmeye alışmış “zahirde dost, batında düşman” batılı dostlarımızın iştahını kabartmaktadır. O yüzden bu bölgenin istikrarını bozmak için terörist faaliyetleri el altından desteklemişler, kardeş kavgaları çıkarmışlar, ülke huzurunu bozmuşlardır. Enerjimizi terörle mücadeleye harcatmak suretiyle Ülkemiz ekonomisine önemli bir katkı sağlayacak olan GAP’tan istifadesini 171
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
engellemiş olacaklardı. Onların arzusu kendilerine daima muhtaç olan, sözde bir devletçik veya devletçikler kurdurarak ülkemizi bölmek suretiyle lokmayı küçültmeye çalışmaktadırlar. Her zaman için büyük lokma olan bir Türkiye’yi bölgemizde istememektedirler. Bunun yanında, Siyonizmin Diyarbakır’a kadar uzanan “arz-ı mev’ud” (vaat edilmiş kutsal topraklar) hülyasının Sam Amca tarafından uygulamaya konulması, Irak’ın işgal edilmesi bölünmeye çalışılması ve bunda kısmen de muvaffak olmaları, bunun yanında devreye giren silah tüccarları ürettikleri silahları satmak, Dünyanın en zengin petrol yataklarına sahip olan bölgemizin kontrollerini ve uyuşturucu ticaretinin güzergâhı olan yolları ellerinde tutabilmek için bölgeye koşanları içinden çıkılmaz bir kaosa sürükleyecektir ve bu savaşın da galibi olmayacaktır. Bütün bu kavgalar sadece Dicle ve Fırat’ın suları için değil mi?! Musul ve Kerkük petrolleri için değil mi? İşte bu bağlamda Nebiler Nebisi Resul-i Ekrem Efendimiz’in (s.a.s) o mucizevî altın tavsiyesi aklımıza gelmektedir: “Aklı Olan Oraya Koşmasın!”
Bütün bu yaşadıklarımızın dış ve içteki hainlerin bir tuzağı olduğu; her türlü kitle iletişim araçları ile halkımıza anlatılmalıdır. Ensar ile Muhacir arasındaki kardeşlik gibi bir kardeşlik seferberliği ilan edilmeli ki bu gailelerin hakkından üstesinden gelinebilmelidir. Samimane din unsurundan istifade edilmelidir. [(39) Yıldız 1990)] Halkı şefkatle kucaklarken, devlet halkının güvenini kazanmalı karşılıklı güven bunalımı ortadan kaldırılmalıdır. Kangren olmuş uzvun kesilmesi nasıl ki vücudun kurtarılması için lazımdır. Aynen öyle de anarşiste ve haine karşı da gereken ders verilmelidir. Halkın provake edilerek karıştırıldığı hadiselerin üzerine kırıcı değil – Arapların “el-Kuvvet’ün-Naîme” dedikleri “yumuşak bir kuvvetle” gidilmelidir. Topuzla değil Nurla gidilmeli. Hepimiz biliriz ki “nur okşar, topuz ise kaçırır.”
SONUÇ
Doğu ve Güneydoğu üzerinde bu güne kadar uygulanan yanlış politikalar bir daha yeniden gözden geçirilmeli ve hatalardan dönülmelidir. Özellikle hükümetin açılım politikası bölgemiz için önemli bir fırsattır. Bu fırsat kaçırılmamalı ve sabote edilmesine de fırsat verilmemelidir. Açılım politikasının tüm eksikliklerine rağmen yanında olmalıyız. Bu tarihi bir fırsattır.
Ülkemize, siyasetçilerimize, halkımıza ve komşularımıza düşen şey Siyonist oyunlara gelmeden, onların kurdukları tuzaklara takılmadan, her türlü yabancı telkinlere aldırmadan akl-ı selimle hareket etmektir. “Tasada kıvançta” asırlar boyu beraber olduğumuz iman kardeşlerimizin doğu ve güneydoğu insanımızın muhtaç olduğu sevgi ve şefkatle olaylara yaklaşılmalıdır.
Son zamanlarda devletin dış politikasının gerilimden ziyade komşularımızla sıfır problem, kalıcı işbirliği ticari ekonomik ve kültürel ilişkilerimiz içte de dışta da barışa endekslenmesi düşmanları korku ve telaşa sürüklemiş içte ve dışta provakatif faaliyetlerini yaz mevsimi ile birlikte arttırmaya başlamışlardır. Son birkaç hafta içinde yaşadıklarımız bunun bariz
172
örneklerinden sadece bazılarıdır. Ülke olarak bölgemizde güçlü ve her açıdan istikrarlı olmamız hain ve işbirlikçilere korku verirken dostlarımıza da güven verecektir. 1993–94 öğretim yılında bulunduğum Âzerbaycan’da, bir Azeri dostumun, özel bir Nevruz akşamında “Nevruz ve Semeni honçası” [(40) (Yıldız M.,Dünden Bugüne Kafkasya: 2006:303) ile süslediği masasında sohbet ederken söylediği şu sözlerini hiç unutamıyorum. Ki o tarihlerde ülkemizde devletin zirvesinde yaşanan bazı çelişkili politikalardan kısır çekişmelerden duyduğu rahatsızlık üzerine şöyle demişti: “Türkiye’de neler oluyor Osmanlı? Valla Türkiye ne kadar istikrarlı ve güçlü olursa “ahı biz burada (Âzerbaycan’da) özümüzü daha çok güvende hissedirik..” Aksini söylemeye gerek var mı bilmiyorum. Evet, bu cümlelerin arkasında BosnaHersek vardır, Kafkasya vardır, Azerbaycan vardır, Karabağ vardır, tüm Türkî Cumhuriyetler vardır. Kan ağlayan Afganistan vardır, Irak vardır, Suriye vardır, Ürdün Mısır vardır, Filistin vardır, Gazze vardır, Lübnan vardır, Libya Tunus Cezayir vardır. Hülasa tüm Kadim Osmanlı Coğrafyası var.. Bütün İslam âlemi vardır. Biz ülke olarak bölgemizde barış istiyoruz. Kavga istemiyoruz. Bu arada son zamanlarda hükümetin “komşularımızla sıfır problem” politikasını isabetli bir dış politika olduğunu düşünüyoruz. Özellikle Rusya ve İran ile yapılan anlaşmaları yerinde ve zamanında yapılmış anlaşmalar olarak görüyoruz. Atatürk’ün “Yurtta sulh cihanda sulh” parolası bu politika ile tam örtüşmektedir. Kâinatın Efendisi’nin; çağları aşan bu altın öğütlerini barış çağrıları mahiyetinde algılamalı ona göre de gereken tedbirleri alınmalı ve kardeş kanı dökülmesine asla fırsat verilmemelidir. Bunun için birlik ve beraberliğimizi pekiştirme bağlamında, her vatandaşımıza, tüm medya gruplarına, siyasetçilerimize, basına, eli kalem tutan tüm aydınlarımıza, sanatçılarımıza, bilim ve ilim adamlarına önemli görevler düşmektedir. Asya’da uyanan devin ileride yapacağı daha büyük ve mühim işleri vardır. Millet olarak Tarihi hasımlarımızla yaka paça olabilecek güce ulaştığımız zamana kadar aktif sabırla enerji biriktirmeye devam edelim. Aramızdaki “mozaik”e değil “Ebruya” sahip çıkalım. Zira mozaik dağılır parçalanır gider ama Ebru bir çözelti değil karışımdır. Onu ayrıştıramazsınız. Türkiye olarak biz asırların birikimiyle elde ettiğimiz İslam Medeniyetinin katkılarıyla
173
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
oluşturduğumuz kültürel kimlikle ve “Müminler sadece kardeştirler. O hâlde ihtilaf eden kardeşlerinizin arasını bulun! Allah’a karşı gelmekten sakının ki O’nun merhametine nail olasınız.” [(41) (Hucurat 49/10)] İlahi fermanının bilinciyle hareket ederek “Ebru’nun renkleri olan Kürt ve Türk, Alevi-Sünni, sağcı-solcu tüm bu ülkenin çocukları ve halkları olarak asırlardır süren iman kardeşliğimize zarar verici tutum ve davranışlardan uzak durmak suretiyle oyuna gelmeyelim. Oyunları bozalım. Unutmayalım ki başka Türkiye yok. O İslam’ın son karakoludur. Birbirimize sabredelim. Zira sabırla koruk helva olur. Ümitsizliğe düşmeyelim. “Şu istikbal inkılabatı içinde en yüksek ve gür seda milletimizin yani hepimizin sedası olacaktır.” Sözlerimi çağın mütefekkirinin şu güzel dizeleriyle bitirmek istiyorum: “Yakînim var ki İstikbal semavatı zemini Asya, bahem olur yed-i Beyzayı İslama.” Saygılarımla
Eğil Barajından çeşitli manzaralar
Kralkızı barajından sonra Dicle
FIRAT VE DİCLEDEN ÇEŞİTLİ MANZARALAR
Dicle ilçesi-Hani arasında Dicle nehri
Batman Çayında yeşil ördekler
174
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN Malabadi Köprüsü- Foto: M.Yıldız
Malabadi köprüsü kuzey ve cepheden görüntüsü-Foto: M.Yıldız
On gözlü köprüden Dicle Nehri- Foto: M.Yıldız
Gazi Köşkünden Dicle Nehri- Foto: M.Yıldıız
Ongözlü Köprüden değişik görüntüler- Foto: M.Yıldız
175
KAYNAKLAR 1. YILDIZ, Muharrem; Fırat ve Dicle Üzerine Mülahazalar, Yeni Nesil, 30 Mayıs 1990, İstanbul 1990. . 2. BÜYÜKTİMUR Ömer; Kalemin Dili, Kürt Kızına Atılan Laf, Diyarbakır Söz Gazetesi, 28 Ekim 2009 Çarşamba s.3, Diyarbakır 2009. 3. YILDIZ,M., a.g.mkl. İstanbul 1990. 4. YILDIZ, M. a.g.mkl. İstanbul 1990. 5. [http://www.webhatti.com] . http://www. webhatti.com/cografya/60894-guneydoguanadoluprojesi-gap.html 6. [http://www.webhatti.com]http://www. webhatti.com/cografya/60894-guneydoguanadolu-projesi-gap.html 7. T0SYALI, Melis; Anadolu’nun Dünyaya Armağanı Hasankeyf, DSİ vakfı Su Dünyası Dergisi Yıl: Aralık 2003 sayı: 5, s.57–58 DSİ Vakfı yayınları İstanbul 2003. 8. KORKUSUZ, M. Şefik; Seyahatnamelerde Diyarbekir, s. 33. 9. Tezkiret’ül-Kurtubi, s. 524. 10. Ravdat’ün-Naim. 11. ABAK, Şükran; Diyarbakır’da Ziyaret ve Ziyaret yerleri, D.Ü, İlahiyat Fak. Lisans tezi, Diyarbakır 2002 s.16. 12. Geniş bilgi için bak: ÖZGEN, Hasan; Çekül vakfı. Taşlar ve Düşler Diyarbakır. D. Büyükşehir Belediye Başkanlığı yay. Diyarbakır 2004. 13. http://www.yaziyaz.com/ 14. DİKEN, Şehmuz; Sırrını Surlarına Fısıldayan Şehir, İletişim yay. Diyarbakır 2003, s.73. 15. SkyLife - Kasım 2005 http://www. anadoluguvercin.com. 16. DİKEN, Şehmuz; Sırrını Surlarına Fısıldayan Şehir Diyarbakır, İletişim yay. 2003 s.73 17. ŞEMSEDDİN SAMİ; Kamus’ul-A’lâm, İstanbul
1306/1889. 18. www.diyadinnet.com/ 19. FRANZMAN,M; Living water mediating element in mandaean myth and Ritual. Numen.36.s:158; GÜNDÜZ, Şinasi; Urfa Uluslararası Türk Dünyası İnanç Merkezleri kongresi Bildirileri,Turksev yay. Ankara 2004, s.616. 20. DİKEN, Şehmuz; Sırrını Surlarına Fısıldayan Şehir. Diyarbakır İletişim yay.2003.s:70. 21. KIVILCIMLI, Hikmet; Cennet Nedir.www. dikine.nt. 22. KRAMER, Samuel Noah,Tarih Sümerde Başlar, Kabalcı yay.İstanbul 2002.s.125,127,366. 23. ÇIĞ, Muazzez İlmiye, Uygarlığın Kökeni Sümerliler-1. Kaynak yay.İst.2007. s.53,54,73,105. 24. LAYARD, Austen Nenry, Ninova ve Kalıntıları. Avesta yay.İstanbul 2000, s.501. 25. YENİPINAR, Uysal, İnanç Turizmi ve Anadolu, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi, M. E. B. Yayımlar Dairesi Başkanlığı, Ankara 2002, sayı 29. 26. Dicle ve Fırat hikayesi için Ayrıntılı kaynakça için bak: Tevrat, “Tekvin” bölümü, 2/13-14; tecrid-i sarih, diyanet tercümesi, no:1551; Buhari-Müslim, el-lü’lüü ve’l mercan, no: 103; buhari, bed’ü’l halk, 6; Menakıb-ı Ansar, 42; Eşribe, 12; Müslim, iman, no:164, cennet, no:2839 ve diğer hadis kaynakları 27. Tevrat: Yaratılış (Tekvin) 2:13. 28. MARGOSYAN, Mıgırdıç; Biletimiz İstanbul’a Kesildi. 5.Baskı Aras yay. İstanbul 2003 s.106. 29. SPARKS, H.F.D. The Apocrypial old t e s t a m e n t . O x fo rd . 1 9 8 4 . p p . 1 4 8 . 1 5 2 ; ERDEM, Mustafa; Hazreti Âdem, Diyanet yay. Ankara.1993.s.107.
176
30. www.hristiyanforum.com 31. El Muttaki. Kenzul Ummal, Kitab-ul Kıyame, Kısm-ul Ef’al, 5/38. 32. ÇİÇEK, Z.A; Tezkiret’ül Kurtubi Diyarbakır 2007:142,524.; Tezkiret’ül Kurtubi, s.524, Diyarbakır’ın Fethi,Tarihi ve Kültürü.Diyarbakır Söz yay.2007. s.142. 33. http://www.hazretiisagelecek.com/signs/signs005.html 34. http://forum.turksestudent.nl/index.php?showtopic=6157&mode=thr eaded 35. El-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd 1/55; el-Münâvî, Feyzu’l-kadîr 5/381.)] 36. Seyhan, Ceyhan, Fırat ve Nil nehirleri için bkz)] Ahmed İbni Hanbel, el-Müsned 2/260, 289, 440; el-Humeydî, el-Müsned 2/491. Dicle için bkz.: el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd 1/55; el-Aclûnî, Keşfü’l-hafâ 1/565 (İbni Hacer el-Mekkî’den naklen). 37. Müslim, Kitab’ül-Fiten. 38. Buhari Tecridi Sarih c. 12/ s.305. 39. YILDIZ, M., a.g.mkl. İstanbul 1990. 40. YILDIZ M.,Dünden Bugüne Kafkasya, Yitik hazine yayınları, ISBN:97500368-7-5 İstanbul 2006:303. 41. Kur’ân-ı Kerim, Hucurat 49/10.
177
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Diyarbakır’ın TARİHİ SULARI VE ÇEŞMELERİ
178
ÖZET Susuz hayat mümkün değildir. Su, canlıların hayatlarını sürdürebilmeleri için temel unsurlardan birisidir. “Anasır-ı erba” denilen dört unsurdan (hava, su, toprak ve ateş) birisi de sudur. Su, hayatın kendisidir. Gökyüzünü muhteşem bir tablo gibi yedi renge boyayan su, yağmur olup, bütün canlılara varlığıyla hayat sunar. Su; renksiz, kokusuz, elde bile tutulamayan şekilsiz bir maddedir ancak toprakta ve soluduğumuz havada mevcut olan su, yerini başka hiçbir doğal veya yapay maddenin dolduramayacağı bir kaynaktır.(1)
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Sesiyle huzur, gücüyle enerji veren su; içmek, yiyecek üretmek ve sağlıklı bir hayat için ilk insanlardan günümüze kadar gelen en temel ihtiyaçlardan biri olmuştur. Suyla buluşmuş toprak, insanoğluna bütün cömertliğini sunmuş, yaşamın ta kendisi olmuştur. Suyla sadece insan nesilleri değil, medeniyetler de gelişmiştir. Tarih kitaplarının yaprakları medeniyetlerin kurulması, gelişmesi ve hatta bazen de yok olmasında suyun çok önemli bir rol oynadığını ve medeniyetlerin hemen hemen hepsinin su kaynaklarının bulunduğu yerlerde kurulduğunu yazmaktadır. Suyun toplumumuzda ve kültürümüzde de çok büyük bir değeri vardır. Binlerce yıllık tarihiyle geçmişiyle anılan Diyarbakır şehri su ve su yapılarıyla da anılmaktadır Suya dair anlatacak çok hikâyesi olan şehirlerimizden biridir Diyarbakır. Bu açıdan; büyülü, şifa veren, surlu kentin sırlı suyunu anlatmak, bugün birçoğu yok olmuş, akmayan tarihi çeşmelerini anlatarak yeniden hayat bulmalarını sağlamak,gelecek nesillere aktarabilmektir.
Diyarbakır’da Su ve Tarihçesi Diyarbakır’ın tarihinde suyun kaynağı ve su yapılarıyla ilgili yapılan araştırmalar incelendiğinde; Diyarbakır sularının Sur İçi’ndeki kaynaklar ve şehre dışarıdan getirtilen kaynaklar olmak üzere ikiye ayrıldığını görmekteyiz. M.Akif Tütenk Kara Amid Dergisindeki makalesinde Sur içi’nde Ayn-ı Zülal (Anzele, Balıklı), Ali Dede ve Kal’a suyu olmak üzere üç kaynaktan bahsetmektedir. Dışarıdan getirtilen kaynakları ise üç ayrı kaynak olarak belirtilmekle beraber dört kaynağın adını vurgulamıştır.
179
Öğr.Gör.Aysel YILMAZ Yrd.Doç.Dr.Mine BARAN Dicle Üniversitesi Mimarlık Fakültesi ayilmaz@dicle.edu.tr mbaran@dicle.edu.tr
Bunlar; 1.) Ulucami’in Payas suyu; 2.) Kaynar’dan getirilen İbrahim Bey suyu; 3.) Yine Payas’tan getirilen Özdemiroğlu Osman Paşa suyu 4.) Kanunî Sultan Süleyman’ın emriyle 15381541 yılları arasında Diyarbakır valiliği yapan Bali Paşa’nın Gözeli köyünden getirttiği Hamravat suyudur. Ancak dışarıdan getirtilen bu kaynaklardan Ulu Cami suyu, seyahatnamede bir diğer adı olan Ali Pınar suyu olarak geçmektedir. Evliya Çelebi’de ve diğer kaynaklarda Karacadağ yakınlarındaki Gözeli köyünden getirtilen Hamravat suyu hakkında bilgi bulabilmekteyiz. Diyarbakır şehrini 1867 yılında ziyaret eden Garden’a göre Hamravat suyu batı yönünden ve çok uzak mesafelerden bir su yoluyla gelmekte idi. Bu yol biribirine iyice geçmiş ve çok muntazam yontulmuş taşlardan inşa edilmiştir. Şehre yaklaşınca üçbuçuk ila dört kadem genişliğinde bir kantara üzerinden geçer. Bu kantara siyah volkanik taşlarla yapılmış ve 27 müstakil ayak üzerine oturmuştur. Birçok yarı yuvarlak kemerler meydana getirir. Rum(Urfa kapı) ve Dağ kapı arasından şehre girer.Şehre 14 kilometre mesafede bulunan bu suyun getirilmesi için yapılan künkler bugün mühendislerin bile hayretle ifade ettikleri biçimde yapılmıştır. Son derece ince ve derin hesaplarla kaynağındaki. irtifa seviyesini geçtiğini,tümsek olan yerlerden su kaybı olmadan tünellerden geçirilerek evlerin en üst katlarına ulaşabilecek şekilde yapıldığı bilinmektedir. 1535 yılında şehre
gelen Kanuni kendi kesesinden 14 kilometre uzaktaki gözeden, çifte toprak künkler ve 27 gözlü su kemeri ile Hamravat suyunu 1543’te şehre getirtmiştir. Ondokuzuncu yüzyılda en az beş defa tamir gören Hamravat suyu Diyarbakır’ın birçok çarşı, hamam, cami, mescid, medrese, çeşme ve mahallelerdeki evlerine dağıtılmıştır. Birçok hamam ve çeşmenin yapılış tarihlerine bakıldığında hamravat suyunun şehre gelişinden sonra olduğu söylenebilir.
Mustafa Akif Tütenk’in belirttiğine göre ise birara başka kaynak suları Hamravat suyuna karışmış, ancak 1930 yılında Diyarbakır valisi Nizameddin Bey bu suyun demir borular içine alınmasını sağlamış ve böylece başka suların karışmasından kurtarmıştır. .(2) Ancak bu durum kantaraların yıkılıp yok olmasına neden olmuştur. Bu suyun Yeni kapı civarı dışında Diyarbakır’ın tüm semtlerine vardığı anlaşılmaktadır (Fotoğraf:1.2.3.4.) Evliya Çelebi bu su için der ki; Eski bilginler, hamravat suyu içine pamuk koyup ,sonra yine kurutup tartmışlar. Sonra İstanbul’da Eski Saray kapısı önündeki biricik çeşme suyundan ıslanıp kuruyan pamuk ile Diyarbekir Hamravat Suyu’ pamukları beraber tartılmıştır. Hamravat Suyu ile ıslatılan pamuk hafif gelmiştir. İşte bu su bu kadar hafif bir sudur. Eğer ağır olsaydı ,acı olup faydasız olurdu. Bu suyun safra ve balgam söktürücü olduğu tecrübe ile ortaya konmuştur demektedir.
180
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN Fotoğraf:1 Kantaralar (1929) (Dr. Necat Satıcı arşivi)
Yine Payas Köyünden Ulu cami’e getirilen Payas Suyu anlaşıldığı kadarıyla bu caminin ihtiyacını gideriyordu. Ancak Hamravat suyunun da bu caminin ihtiyacını giderdiğini de bazı kaynaklardan öğrenmekteyiz. Payas Suyu aynı zamanda Ulu cami ve Ali Pınarı adlarıyla da anılmaktadır. Kale içindeki suların her ne kadar tarihlerini belirlemek mümkün değil ise de anlaşıldığı kadarıyla İç-kale suyu çok eskilere dayanıp Diyarbakır’da hüküm süren Artuklular bu suyu içine alan büyük bir havuzu İçkale’de yaptırmışlardır. Bu su kale içindeki insanların , hayvanların , bahçe ve değirmenlerin ihtiyaçlarına cevap verdiğine göre son derece büyük bir kaynak olsa gerek. Evliya Çelebi İçkale’yi tasvir ederken bu suyuda şu cümleler ile tasvir eder: “Bu iç-kalenin değirmenlerini çeviren su Tanrının emriyle İçkale’de mevcut kayadan çıkar ve su değirmenlerini (asiyab) çevirir. Bıyıklı Mehmed Paşa’nın sarayından geçer, demir bir kafes pencereden kaleyi terk eder ve Fiskaya’dan aşağı döküldükten sonra taştan taşa kendini vurup (Cennetteki) selsebil gibi Dicle nehrine akar. İçkale’nin bu kaynak suyu (Cennetin) saf su tadını verir. Evliya Çelebi’nin verdiği bu tasvir Matrakçı’nın eserindeki Âmid şehri minyatürüne uyum sağlamaktadır( Resim1 )Bu minyatüre bakıldığında bir kaynak suyunun İçkale’yi terkedip Dışkale’den nehre aktığını görürüz.(2) (fotoğraf:1.2) Ancak Matrakçı’nın Dicle nehrini yanlış yönde çizdiğini göz önünde bulundurursak Fiskaya’nın nerede olduğunu kestirememesini de doğal karşılayabiliriz (Resim:1.) Diğer taraftan bu suyun bir kolunun da Kanunî Sultan Süleyman’ın emriyle Erba’ataş Havuzu yoluyla Tabanoğlu Mescidi’ne ve oradan da Nasuh Paşa, Bıyıklı Mehmet Paşa, Arap Şeyh camilerine ve Yenikapı Hamamı’na akıtıldığı söylenmektedir. (3)
181
Şehir içi su kaynaklarından biride Çiftkapı’daki Ayn-i Zülal (Anzele) suyudur. İçkale suyundan daha büyük ve bol olup birçok camiin ihtiyacını giderdikten sonra Sultan Suca Çeşmesi’ne kadar varmaktadır. Sultan Suca Çeşmesi’nin bu kaynaktan suyunu aldığı söylenmektedir. Fotoğraf:2Fiskayadan akan su (Bir Zamanlar Diyarbekir)
Fotoğraf:3.Fiskaya Şelalesi(1932)
Fotoğraf:4.Kantaralar(1929)
Resim:1.Matrakçı Nasuh’tan Sur İçi Minyatürü
Fotoğraf.5.Günümüz Fiskaya ğörüntüsü
Seyahatnamede Evliya Çelebi Anzele’nin öyküsünü ironik bir anlatımla şöyle anlatmıştır. Diyarbakır’ın 1950’lere kadar Sur içinde yaşadığı düşünülür ve Anzele’nin de Sur içindeki üç su kaynağından biri olduğu dikkate alınırsa Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nin Diyarbakır’la ilgili bölümündeki anlatımların önemi daha net anlaşılır olur. Çelebi’nin sözlerini günümüz Türkçesi’ne aktardığımızda ortaya şunlar çıkıyor: “Balıklı, şehirde önemli bir kaynaktır. Eski bir havuza akıp içinde binlerce çeşit balık bulunur. Ama kimsecikler de avlamaya cesaret edemezler. Bu balıkları avlamaya yeltenen birkaç kişi felç olup ağızları ve burunları eğilmiştir. (3) Anzele’nin bir de garip hikayesi vardır. Şöyle ki; Bağdat Fatihi Sultan Murad Han (1623-1640), Bağdat’ı fethedip (1638) bir dolu insanın başını ateşle traş ettiğinde bu balıklar kendiliğinden yaralanıp havuz kan deryasına dönmüştür. Hatta Bağdat fethinden sonra Murad Han Diyarbekir’e gelip Şeyh Aziz Mahmud Urmevi’yi şehit edince Balıklı havuzu kan ile dolmuştur. Bizzat Murad Han bu Balıklı’daki kanı görüp şeyhi katlettiğine pişman olunca, havuzun içinden dört adet iri balığı tutturup solungaçlarına altın ve gümüş küpeler geçirip azad ettirmiştir. İşte bu Balıklı, ab-ı hayat bir sudur. Bir dolu insan soyu bu suda yıkanıp humma ve cüzzam gibi hastalıklarından, kırk gün yıkanarak ölümden kurtulmuşlardır.
182
İşte bu suyun böyle bir su olduğu anlatılmıştır.(4) Bir zamanlar kadınların çamaşır yıkayıp ,çocukların yüzdüğü bu yerden eser yok. Birçok insanın us’unda hatıraların olduğu Anzele‘nin yeniden yaşatılacağı çalışmaları bilgisini Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinden aldık. Koruma amaçlı imar planlaması çalışmalarından birisi de; Diyarbakır Sur içindeki su kaynaklarının yeniden düzenlenerek işlev kazandırma çalışmasıdır. Şu anda itfaiye su dolum binası olarak kullanılan Anzele’nin suyunu açığa çıkararak etrafını yeşillendirmek amaçlanmaktadır. Böylece Anzele’nin gözyaşları dinmiş, çevresi sosyal yaşam alanlarına dönüştürülerek geçmişi geleceğe aktarmış olacağız. Bir zamanlar olduğu gibi. (fotoğraf.6) (şekil.1.2)
Fotoğraf.6.Anzelede çamaşır yıkayan kadınlar (Bir zamanlar Diyarbekir)
Şekil.2.Koruma amaçlı imar planı Anzele bölgesi (B.Şehir Belediyesi)
Şekil.1..Anzele havadan görüntü (Büyükşehir Belediye arşivi) (1939)
Fotoğraf.7.Erba’ataş Havuzu (Ş.Beysanoğlu 1990)
Tarihi Diyarbakır Çeşmeleri Bazen yol kenarlarına,bazen sokakların başköşesine, bazen de tek başına, insanların en çok uğradıkları yerlere yapılan çeşmeler. Bazen suyu çok, bazen suyu az, bazen de kurumuş çeşmeler. Sessizliğin ve yalnızlığın olduğu bir yerde sesi ile türkü söyleyen çeşmeler. Başında dertlerimizi, kederlerimizi, hüzünlerimizi, neşe ve sevinçlerimizi paylaştığımız çeşmeler. Küskünleri barıştıran, aşıkları buluşturan çeşmeler. Şarkılara, türkülere konu olmuş, herkesin dostu olan çeşmeler. Sahipsiz, isimsiz çeşmeler.
183
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Çevresine serinlik vererek sıcak yaz gününü unutturan çeşmeler. Çeşmeler “Türk Kültürü” içinde önemli bir yer tutar. Bizim kültürümüzde çeşmeler, insana ve diğer canlılara verilen değerin, önemin bir göstergesidir. “Selçuklu ve Osmanlı Kültürü” içinde, çeşmelerin çok büyük önemi vardır. Türkler çeşmeden içilen suyun en büyük hayır (sevap) olduğuna inanmışlardır. Şehirlerin önemli noktalarına, ”Sebil Çeşmeler” yapılmıştır. İnsanların bu çeşmelerden faydalanması sağlanmıştır. Diyarbakır Sur içinde Osmanlı döneminde yapılan bazı çeşmeler, mimari yapısıyla hala birer sanat eseri olarak hizmet vermektedir. ”Sebil” demek; bedava demektir. Herkesin ücretsiz olarak yararlanması için yapılan çeşmelere, su içilen yere de “sebil” denmektedir. Diyarbakır’da irili ufaklı çok sayıda çeşme bulunmaktadır. Bu çeşmelerin büyük çoğunluğu Osmanlı döneminde yapılmışlardır. Kanuni Sultan Süleyman’ın Hamravat Kemeri ile şehre su getirmesinden sonra şehirde çeşmeler çoğalmıştır. Evliya Çelebi de şehrin sularının Ayn-ı Ali Pınarı, İçkale kaynağı Suyu ve Ayn-ı Şakkil-Acuz sularının şehrin su gereksinimini karşıladığını belirtmiştir (3). Bu sulardan ötürü Diyarbakır da su sıkıntısı çekilmemiş, ayrıca evlerin içerisindeki avlularda havuzlar, selsebiller ve su depoları yapılmıştır. 1290 tarihli Diyarbekir Vilayeti Salnamesi şehirde 130 çeşmenin bulunduğunu yazmaktadır. Ancak
günümüze
bakıldığında
çoğunun olmadığını görmekteyiz. Yapılan tespit çalışmalarında tescilli ve de tescilsiz 34 tane çeşme tespit edilebilmiştir. 26 tanesinin aktif olmadığını, 4 tanesinin yarı aktif olduğunu, 4’ünün ise aktif olduğunu bu çalışmada tespit ettik. Diyarbakır çeşmeleri kendi başlarına bağımsız (meydan çeşmesi) olanlar ile herhangi bir yapının duvarına yapıştırılmış veya bir yapının cephesine yerleştirilmiş çeşmeler olarak iki ayrı gurupta toplanmışlardır. Yapı duvarına yerleştirilmiş olanlarda namazgah ve konut duvarı olarak ikiye ayrılmaktadır. Hemen hemen her çeşmenin bir de kitabesi vardır. Bu kitabede yaptıran kişi, yapıldığı yıl veya bir dua olabilmektedir.
Diyarbakır Sur İçinde Tespit Edilen Çeşmelerden Örnekler Diyarbakır sur içi bölgesinde tespiti yapılan çeşmelerin birçoğu suyu akmayan,yok olmaya mahkum durumdadır. Suyu İçtikten sonra Yarabbi Şükür deriz, yani suya şükür ederiz. Peki çeşmelere hak ettiği saygıyı gösteriyor muyuz? Elbette ki hayır. Sur içindeki çeşmelerin birçoğu tahrip olmuş, özğünlügünü yitirmiş durumdadır. Birçok çeşme suskun ve çaresiz. Sessizlik yerini gözyaşına bırakmış durumdadır adeta.
bunlardan
184
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN Hasırlı Mahallesi Bahçe 2. Sokak Arap Şeyh Cami (Aktif değil kitabesi var)
İç Kale Aslanlı Çeşme Meydan Çeşmesi (Aktif değil kitabesi yok) Tespiti yapılmış aktif olmayan çeşmelerden ikisi Tablo1.de gördüğümüz 2 no’ lu çeşmelerden Aslanlı Çeşme sur içindeki meydan çeşmelerinden en özellikli olanıydı bir zamanlar. Diyarbakır’da İçkale’de bulunan, halk arasında Aslanlı Çeşme olarak tanınan bu çeşmenin kitabesi olmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Çeşmenin musluk yerinde bir aslan başı vardır ve su aslanın ağzından akmaktadır. Çeşme kesme taştan yapılmıştır. Çeşmenin üst kısmında iki kısa beyaz sütun üzerine bir üçgen alınlık konulmuştur. Bunun da çeşmeye sonradan eklendiği sanılmaktadır. Bir zamanlar iki aslan başından su aktığı söyleniyor, ancak çeşmenin iki aslanlı görüntülerine rastlayamadık. Yıllarca tek aslan başından suyunu akıtarak etrafı serinletip, yaptırana da hayır duaları edilmiştir. Bugün ise diğer aslanda yerinde değildir, Sanırız ki güvenlik gerekçesiyle diğer aslan Diyarbakır müzesinde koruma altına alınmıştır.
Fotoğraf.8.Aslanlı Çeşme M.Baran(1990)
185
Fotoğraf.9. Erba’ataş Havuzu (2010)
Cami Kebir Mahallesi Pirinççiler Sokak Sahabe Sasa Çeşmesi (Yarı Aktif Yeni Kitabesi Var)
Tespiti yapılmış bir diğer çeşme ise Sahabe Sasa Çeşmesi. Yarı aktif konumda olan çeşme 1994’ te onarım geçirmiştir Kitabenin üzerindeki tarihin, onarım tarihi olduğu görülmektedir.
Tespiti yapılmış yarı aktif çeşmelerden Sahabe Sasa Çeşmesi Sahabe Sasa çeşmesine baktığımızda geniş bir kemerin altında iki küçük niş ve iki metal musluk bulunmaktadır. Muslukların altında ise suyun toplandığı yalak kısmı mevcuttur. Çeşmenin kemer kısmının başladığı iki uç noktada iki konsol süsleme bulunmaktadır. Kesme bazalt taştan yapılan çeşmede derzler çimento harcı ile doldurulmuştur.(Şekil.3)
Şekil.3.Sahabe Sasa Çeşmesi Rölövesi (A.Yılmaz, M.Akgül 2009)
Tespiti yapılmış bir başka çeşme ise, aktif durumda olan Sultan Suca Çeşmesidir.(Tablo.3)
186
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN Sultan Şuca Çeşmesi Hz. Ömer Cami Cami Duvar Bitişiği (Aktif Kitabesi Var)
Tespiti yapılmış aktif çeşmelerden Sultan Suca Çesmesi
Şekil.4.Sultan Suca Çesmesi Rölövesi(A.Yılmaz, M.Akgül 2009)
Çeşmenin kitabesine baktığımızda M 605 yılına tarihlenmektedir. Yan yana üç adet kitabesi vardır. Sol taraftaki kitabe kısmen yok olmuştur. Her kitabenin altında birer adet niş bulunmaktadır. Çeşme geniş bir kemerle sınırlandırılmıştır. Yapı malzemesi kesme bazalt taştan yapılmıştır. Su tek musluktan akmaktadır, Çeşmenin üzerindeki bitki örtüsü çeşmenin yapı malzemesine zarar vererek tuzlanmaya neden olmaktadır. Bu açıdan biran önce bitki örtüsünden temizlenmesi gerekmektedir. Bu çeşmenin suyunun sur içindeki su kaynaklarından olan Anzele’den aldığı söylenmektedir. (Şekil.4)
SONUÇ Diyarbakır‘daki tarihi çeşmelerin dili olsaydı eğer kocaman bir ah işitilirdi herhalde. Onların dili sesidir, yani suyun o huzur, serinlik veren sesi. Çeşmeler sadece su gereksinimini karşılamaya yönelik yapılar olmayıp, geleneksel mimaride kent içindeki mekân zenginliğine katkıda bulunan sosyal ve fiziksel boyutlu mimari öğelerdir. Yani insanlar su ihtiyaçlarını gidermek için mahalledeki çeşmenin başına geldiklerinde komşusuyla karşılaşmış, orada dertlerini, kederlerini, neşe ve sevinçlerini paylaşma imkanı bulmuşlardır. Çeşme başlarında ilk karşılaşmalar yaşanmış, ilk aşklar burada olmuştur. Yani sosyal yaşam için önemli alanlar olmuştur
187
çeşmeler. Bu Açıdan; Tarihî çevrelerdeki kamusal mekânlar da, tarihî doku ile birlikte ele alınmalıdır. Meydanlar, parklar, çocuk oyun alanları, yaya yolları, çeşmeler ve kentsel donatı elemanları kentlerin ayrılmaz parçalarıdır. Tarihî yapılar arasındaki açık ve yeşil alanlar; kentlerin dolu ve boşluk oranının sağlanması, kişilerin rekreasyonel etkinliklerde bulunması, yeşil dokusuyla mikro klima etkisi, kent siluetine katkısı, yapılar için fon oluşturması gibi birçok fonksiyona sahiptir. Bu tür mekânlar korunmalıdır. Diyarbakır’daki tarihi çeşmelerin de yeni düzenlemelerle işlevlendirilmesi, tarihî doku ile yarışmayacak, estetik ve fonksiyonel yönden uyum sağlayacak şekilde yeniden aktif hale gelecek nitelikte olmalıdır. Diyarbakır sur içi koruma amaçlı imar planlaması çalışmalarının yapıldığı bugünkü süreçte, tarihi Diyarbakır çeşmeleri ve sur içini besleyen kaynak alanlarının yeniden işlevlendirilmesi, burada yaşayan kullanıcıların ihtiyacı olan sosyal çevreleri tıpkı geçmişte olduğu gibi oluşturacak şekilde planlanması gerekir.
188
KAYNAKLAR 1. www.veyseleroglu.com.tr 2. İLHAN, M ,Diyarbakır Şehrinin Suları ve Çeşmeleri, Diyarbakır. Müze Şehir YKY kitabı s.247-248 3. ÇELEBİ,Evliya ,Seyahatnamesi , Tam Metin, Üçdal Neşriyat, Cilt 3-4, Diyarbakır 4. BEYSANOĞLU,Ş. Anıtları ve Kitabeleriyle Diyarbakır Tarihi, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Yayını, Cilt 1 , s. 132, Cilt 2, s. 487, 564, 566 5. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Arşivi 6. YILMAZ A., AKGÜL, M.Yapı Fiziği II Öğrenci Çalışması (Diyarbakır sur içinde iklimlendirme elemanı olarak tarihi çeşmeler)2009 7. Diyarbakır Sur İçi Belediyesi Arşivi
189
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
GELENEKSEL DİYARBAKIR EVLERİNDE AVLU VE SU ÖĞESİ
190
ÖZET Diyarbakır, Cumhuriyet dönemine kadar tam bir orta çağ şehri görünümünde olup, yönetsel ve kültürel bir merkez olarak önem kazanmıştı. 1950 den sonra gelişmeye başlayan şehir, o döneme kadar sur içine sıkışıp kalmıştı. Surların sınırlılığı, sıcak ve kurak iklimin de bir sonucu olarak evler, bir avlu etrafında dizilerek içe dönük bir yapılaşma oluşturmuştur. Dışarıya kapalı tutulan evlerde doğa, avlu ve su ögeleriyle içeride yaşatılmaya çalışılmıştır. Bildiri, bu tarihi evlerdeki önemli bir mekan olan avlu ve su ögelerini içermektedir.
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Avlu Bir kale gibi dış çevreye kapalı tutulan eski Diyarbakır evlerinin içi oldukça süslü ve gösterişlidir. Evlere “sokak arası” veya “kapı arası” denilen dar bir geçitten girilir. İç-Dış yaşamı birbirine bağlayan, bazı evlerde ahır bağlantısının da yapıldığı bu mekanlar, evin merkezi sayılan “Avlu”ya açılır. Diyarbakır sur içi geleneksel konutunda avlu, ilk en önemli mekanlardan biridir. Bu merkezi mekan, yazın günlük yaşamın (oturma, yatma, yemek yeme, yemek hazırlama, düğün, ölüm ve sünnet merasimleri vb.) büyük bölümünün geçirildiği bir alandır. Dişi bazalt taş ile (bazaltın gözenekli olanına verilen isim) döşeli avlular, odalar, eyvan, bazen ahır, mutfak, kiler ve hela ile çevrilidir. Evler genellikle iki katlı yapıldığından üst kat bağlantısını sağlayan merdivenler avluda yer alır. Bu alanın ortasında çiçeklik ve çeşitli meyve ağaçlarının yer aldığı (incir, dut, ayva vb.) küçük bir bahçe, havuz ve kuyu bulunur (Resim 1).
Resim 1. Diyarbakır Evinde “Avlu”
Ev içindeki yaşamın dışarıdan görülmemesi için avlu yüksek (4-4.5 m) duvarlarla çevrilmiştir. Diyarbakır sur içi evlerinde bir çok Türk evinde görülen harem ve selamlık bölümleri burada da bulunurdu. Her iki
191
Yrd.Doç.Dr.Mine BARAN Öğr.Gör.Aysel YILMAZ Dicle Üniversitesi Mimarlık Fakültesi mbaran@dicle.edu.tr ayilmaz@dicle.edu.tr
bölümün sokak kapıları ve avluları genelde ayrıydı. İslam’i inançların ortaya çıkardığı mahremiyet kavramı, bazı evlerde bu ayrımı ön plana çıkarır nitelikteydi. Evin erkeği gelen misafirleri selâmlıkta karşılar, harem avlusuna sokmazdı. Hanımlar selamlığı görmezlerdi. Misafirlere ikram edilecek şeyler, harem ve selâmlığı, birbirinden ayıran duvar üzerindeki “döner dolap” ile selamlık avlusuna ulaştırılırdı. Bu eleman her evde bulunmaz sadece büyük evlerde yapılırdı (1)(Şekil 1).
Resim 2. Süleyman Nazif Sk.No:32
U Tipi Plan Avlunun üç çevresi odalarla çevrili olan plan tipidir. Avlunun bir duvarı ise sokağa bakmaktadır (Resim 3).
Şekil 1. Ziya Gökalp Evi Harem ve Selamlık Bölümü
Diyarbakır evleri avlu ve mekanların konumuna göre genellenecek olursa 5 ana başlık altında toplanmaktadır (2)(Şekil 2).
Resim 3. Abdaldede Mah.Behrampaşa Sk.No:48
I Tipi Plan: Bu tip planda avlunun karşılıklı iki kenarına odalar dizilidir. Açıkta kalan diğer iki kenarlarda, bazen bahçe, bazen de giriş kapısı yer almaktadır (Resim 4).
Şekil 2. Avlulu Plan Tipleri
L Tipi Plan Avlunun komşu iki kenarı odalarla çevrilidir. Açıkta kalan duvarların önü bahçe olarak düzenlenmiştir (Resim 2).
192
Resim 4. Özdemir Mah. Kurşunlu Cami Sk. No:10
İç Avlulu Plan Tipi Avlunun dört kenarı, odalarla çevrilidir. Bütün mevsimler için bölümler, bu tip planlarda mevcuttur. Ortada havuz bulunmaktadır. Diyarbakır evlerinin çoğu, bu tipte planlanmış, ancak bir kısmı değişime uğramıştır (Resim 5).
Resim 5. Esma Ocak Evi
Dış Avlulu Plan Tipi Bu tür planlara çok ender olarak rastlanmaktadır. Daha çok ilk plan tipi deforme olmuş evlerin son hali, bu plan tipini oluşturmaktadır. Genelde köşklerin planlarında görülür (Resim 6).
Resim 6. Gazi Köşkü
Su Ögesi Sur içi geleneksel dokusunda su ögesi, sokak çeşmelerinden sonra evlerin vazgeçilmez bir unsuru olmuştur. Dışarıdan bir kaleyi andıran evlerin içi sağlık, temizlik, görsel zenginlik ve ruhsal rahatlama amacıyla havuz, serdap, tulumba, kuyu gibi farklı su ögeleriyle donatılmıştır. Kanuni döneminde Şehre getirilen kanalizasyon ve içme suyu tesisatının çok iyi olması, evlerde çok sayıda havuz yapılmasına olanak vermişti. Böylece insanlar düşledikleri dış dünyanın küçük bir örneğini evlerine yansıtmak istemişlerdir.
Havuzlar Diyarbakır evlerinde yaz aylarında yaşam avlu, eyvan ve havuz etrafında geçer. Diyarbakır’da havuz genelde avlu ve eyvanda bulunur. Eyvandakiler
193
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
boyut olarak daha küçüktür. Eski dönemlerden beri Diyarbakır’a l5 km. uzaklıkta bulunan Gözeli’den getirilen Hamravat suyu her eve dağıtılmıştır. Bu su Diyarbakır’a Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle getirilmiştir. Kanuni Sultan Süleyman 1549’da İran seferi nedeniyle Halep’ten dönerken yolda hastalanmış ve Diyarbakır’da kalmıştır. Karacadağ’da istirahat eden padişah sağılığına kavuşunca Hamravat suyunun şehre getirilmesini emretmiştir (3). O günden bugüne kadar şehir içerisinde bir su dağıtım şebekesi kurulmuştur. Böylece her eve ayrı bir havuz yapılabilmiştir. Diyarbakır evlerinde havuz, vazgeçilmez bir unsurdur. Diyarbakır evlerinde suyun kullanımında görsel konfor dışında iklimin önemli etkisi, vardır. Yazları sıcak ve kurak olan il de ev içerisinde yapılan havuzlar serin ortamlar oluşturmada iklimsel konfor sağlamaktadır. Havuzların yapımında kullanılan ana malzeme bazalt taştır. Bu taşlar, kolay işlenebilmesi yanında klima işlevi de görmektedir. Yaz aylarında havuzlardan taşlara dökülen sular içindeki gözeneklere dolarak buharlaşma yaratmakta daha sonrasında serinlik yaymaktadır. Havuzların kenarı, genellikle döşemeden az yüksek ve dış kenarı dışbükey, iç kenarı düşeydir. Bunu döşemeden, 3-4 cm kadar çukur, 12-16 cm eninde taşma kanalı çevreler ve bir yerden düşeye dönüşerek (rögar)kanala karışır. Diyarbakır evlerinde genel olarak 3 tür havuz bulunmaktadır. Dikdörtgen, eliptik ve 8 kenarlılar (4) (Resim7,8,9). Dairesel olanlar serdap dışında bulunmamaktır.
Dikdörtgen Planlı Havuz
Resim 7. Dikdörtgen Planlı Havuz
Eliptik Planlı Havuz
Resim 8. Eliptik Planlı Havuz
8 Kenar Planlı Havuz
194
Resim 9. 8 Kenar Planlı Havuz
Havuz kadar önemli onu tamamlayan bir detay da, boşalan su için düşünülen(görsel su oyunları) kanalcıklar ve kadehlerdir. Suyun basınçlı olduğu ev veya semtlerde ortada fıskiye de bulunabilir. Ancak en yaygın olanı iki kadehli havuzlardır. Kısa kenar ortalarına veya 4 kenar ortalarına yerleştirilirler. Bunlar, yarım daire yıldız ve katmer verilerek yontulur, çanağı çukur ve havuza doğru kanallı olurlar. Bunlardan su hafifçe taşar ve havuza dökülür. Böylece çok az ses yaparken kulağı yormadan görsel zenginlik sağlar ve serinlik verir (4)(Resim 10,11,12).
Resim 10. Su Kanalı
Resim 11.Fıskiye ve Su Kadehi
Resim 12. Su Kanalları
Serdap Diyarbakır evlerinin bir özelliği de serdap’lardır. Sıcak yaz günlerinde eyvan ve avlular yetersiz kalınca buna önlem olarak bir nevi sığınak olan serdaplar yapılmıştır. Bunlar evlerin yerleşme planı içerisinde bir tür bodrum odası olup avluya açılırlar ve kuzeye yöneliktirler. Diyarbakır C. 195
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
S. Tarancı evinde olduğu gibi bazı örneklerde iki basamakla içerisine girilen havuzlu, mekânlardır (Resim 13).
Resim 13.C.Sıtkı Tarancı Evi’nde Bulunan Serdap
Selsebil Zengin evlerinde bazen havuzların eyvanın içerisine kadar girdikleri görülmüştür. Bazı örneklerde buralara küçük selsebiller eklenmiştir. Bunun da nedeni selsebillerin eve serinlik sağlamasıdır. Duvar yüzeyinden bir su kanalı ile akıtılan su, önündeki havuza dökülür. Diyarbakır da selsebiller genellikle sur dışında yer alan köşklerde bulunur (Resim 14).
Resim 15. Diyarbakır Evinde Tulumba
Kuyu Geleneksel Diyarbakır evlerinde kuyu, tulumba gibi avluda bulunur. Kuyular genellikle temizlik amaçlı kullanılmıştır. Bazen de o dönemlerde buzdolabının olmamasından dolayı sıcak yaz günlerinde aşağıya sarkıtılan yiyeceklerin serin olması sağlanırdı. Yalıtımın çok iyi yapılmış olması kuyu ve tulumba kültürünün gelişmesine olanak sağlamıştır (Resim 16).
Resim 14. Gazi Köşkü’nde Yer Alan Selsebil
Tulumba Diyarbakır evlerinde hemen her evde bulunan tulumba avluda yer alır. Kol kuvvetiyle çekilen su, önündeki hazneye, fazlası da bahçeye dökülür (Resim 15). Resim 16. Kuyu
196
Eski Diyarbakır’da su şebekesi “pöhrenk” adı verilen kanallarla sur içine getirilerek evlere bağlanmıştır (5,6). Ancak suyun basınçlı olmamasından dolayı Diyarbakır’da bulunan eski evlerde su haznesi ender olarak kullanılmıştır. Geleneksel Diyarbakır Evleri, gerek mekan kurgusundaki işlevselliği gerekse detaylardaki incelikleri ile günümüzde örnek alınacak yapılarımızdır. Ancak günümüzde pek çoğu yıkılmış veya havuz, tulumba, selsebil vb. gibi donatılarından yoksun bırakılmıştır. Geçmiş kültürümüzden izler taşıyan bu yapı ve ögelerinin daha fazla yok olmadan gelecekte de yaşayabilmesi hepimizin sorumluluğudur.
197
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
KAYNAKÇA 1. BEYSANOĞLU Ş. Diyarbakır Evleri, Ankara, 1998. 2. AKBULUT İ. Diyarbakır, Diyarbakır.1998. 3. ERGİNBAŞ D. Diyarbakır Evleri, İ.T.Ü.Mimarlık Fak. Syf.10, 1953. 4. TUNCER O.C. Diyarbakır Evleri, D.Bakır B.Ş.B. Kültür ve Sanat Yay. Syf.25-28, 1999. 5. BEYSANOĞLU Ş. Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi. Ankara. 1987. 6. Diyarbakır, Müze Şehir, Yapı Kredi Yayınları, Syf.246-25,1 İstanbul, 1999.
198
DİYARBAKIR İLÇELERİ SU VE ÇEŞMELERİ
200
Diyarbakırda Akarsular İlin en önemli akarsuyu Dicle’dir. Elazığ ili sınırları içinden çıkan bu akarsu, hemen sonra Diyarbakır ilinin topraklarına girer. Eğil’in doğusunda Dipni Çayı’nı alır. Sonra güneye yönelir. Diyarbakır’a ulaşımından az önce Devegeçidi Suyu kendisine kavuşur. Diyarbakır kenti önünde geniş bir yatak içinde akar. En büyük kollarını Diyarbakır il sınırlarını terkettikten sonra alır. GAP kapsamındaki alt projelerden bazıları Dicle Havzası’ndadır. Dicle Diyarbakır ilindeki akarsuların tümüne yakınını toplar. Yalnızca ilin kuzeybatı köşesindeki küçük bir alanın suları Fırat ırmağına gider (Çermik ilçesinin suları). Diyarbakır ili sınırları içinde önemli göl yoktur.(1)
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Günümüzde Dicle
1909’da Dicle
Dicle Nehri Türkiye’de doğup birçok kolları olan ve Irak topraklarına geçip orada Fırat’la birleşerek Şattülarap’ta Basra körfezine dökülen nehir. Nehir ana kaynaklarını Doğu Anadolu dağlarından ve dipten sızma yoluyla Elazığ yakınlarındaki Hazar (Gölcük) gölünden alır. Türkiye’nin önemli akarsularındandır. Doğu Anadolu dağlarından çıkar, Basra Körfezi’ne dökülür. Toplam uzunluğu 1900 km’dir. Türkiye topraklarında kalan bölümün uzunluğu ise 523 km’dir. En önemli kolları Batman ile Garzan, Botan, Habur, Büyük Zap ve Küçük Zap’tır. Debisi ortalama 360 m3/sn dir. Eylül ayı ortalarında 55 m3/sn ile en küçük, şubat sonunda 2263 m3 /sn
201
Prof.Dr.Kenan Haspolat Dicle Üniversitesi khaspolat@hotmail.com
akımı ile büyük değişiklik gösterir. Akarsuda genellikle yaz sonu kuraklığı ve sonbahar başı yağış noksanlığı nedeniyle su azalır. Buna rağmen kış sonu yağışı ile ilkbahar başındaki karların erimesinden oluşan su ile kabarır.(1)
Şahaban bölgesinde Dicle nehri
Silvan Su ve Çeşmeleri Altıbulak (Kanıya Derge) Çeşmesi Altı bulak çeşmesi ilçenin güneyindeki surun alt kısmında bulunmaktadır. Çeşme 6 bulaktan oluşmaktadır. Adını da buradan almaktadır. Daha önceleri çeşmenin üzerinde iki kitabe varmış ancak altın arayıcıların hüsranına uğramış. Halk dilinde «Kaniya Derge» olarak geçmektedir. Tarihi hakkında her hangi bir esere rastyamadık. Ya Eyyübiler’-den ya da Artuklulardan kalma bir eser olduğu tartışmasızdır.
7 Kızlar Çeşmesi 7 Kızlar çeşmeleri İlçenin güneyindeki surların alt diplerinde, 50 metre aralıklarla uzaklıktadırlar. Batıdan doğuya doğru 1. çeşmenin adı Belkisa, 2. Fatma, 3. Ayşa, 4. Zübeyr, 5. Hamide, 6. Melika, 7. ise Geza olarak bilinmektedir.
Dicle nehri ve hevsel bahçesi(F. Türkoğlu)
İl Ve İlçelerde Çeşmeler 1873-1876 yılında Diyarbakır merkezde 130 çeşme, 28 değirmen, 5 su kuyusu vardı. Silvan’da19 çeşme, Ergani’de 18 çeşme, 2 değirmen, Çermik’te 83 çeşme, 2 su kuyusu, Hani’de 4 çeşme, 8 değirmen, Hazro’da 13 çeşme,1 su kuyusu,16 değirmen vardı. Eğil kasabasında 4 dink ve değirmen,2 hamam mevcuttu. 1877 yılında Vali Ahmed Tevfik paşa su kemerlerini onarttı.(2)
Bazı rivayetlere göre 7 kız kardeşin Eyyübilerden olduğunu, savaşlarda şehit düştükleri söylenmektedir. Şimdi bu çeşmeler ziyaretgah olarak bilinmekte olup özellikle suyu alerji, romatizma ve korkulara iyi gelmektedir. Yapılan deneyler sonucunda gerçekten bu suların şifalı olduğu anlaşılmıştır.
Ması Çeşmesi Altıbulak çeşmesinin 20 metre yukarısında bulunan Ması çeşmesi için İlçenin yaşlıları, burada bir kral kızının boğulduğunu ve o gün, bugün kralın kızı Ması’nın bu nedenle kullandığını söylüyorlar.
Büyük ve Küçük Çeşmeler Büyük ve ziyaretgah
202
küçük çeşmeler halk arasında olarak kullanılmaktadır. Bu
çeşmelerle ilgili olarak herhangi bir esere rastlanılmamıştır. Her iki çeşme şehrin su ihtiyacının tamamını karşılayabilmektedir. Arta kalan sular ise Belediye tarafından her yıl ihalesi yapılarak tarla tarımında kullanılmaktadır. Albat dağının eteklerinde bulunan çeşmenin şehirden uzaklık mesafesi 1,5 km. dir. Suyun soğuk oluşundan 42 derece sıcaklıkta bu suya girmek için cesaret ister. Kışın ise bu su sıcak olur. (3)
( Kaniya Derge - Altıbulak Çeşmesi- Silvan)
Silvan-Kaniya Navin Çeşmesi- Fot.Nejat Satıcı
Silvan ve çevresi, hem Batman çayı ve bu çaya Albat dağının güneyindeki gür fay-karst kaynaklarından başlayan akarsuların varlığından dolayı, hem de zengin yeraltı su varlığından dolayı hidrografik olarak elverişli bir konuma sahiptir. Bu durum tarih ve tarih öncesi kesintisiz yerleşmeye imkan tanıyan ve bu iklim şartlarında adeta hayat veren coğrafi bir faktördür.
Silvan’daki Akarsular İlçe sınırlarından geçen en büyük ve önemli akarsuyu Malabadi (Batman) Çayıdır. Bunun yanında Silvan Suyu (Çemi Hasanbeg), Başnik ve Aslo dereleri önemli akarsuların başında gelmektedir. Ayrıca Albat Dağı eteklerinden çıkan ve aynı zamanda Silvan şehrinin içme suyunu karşılayan Büyük Çeşme piknik ve yüzme amaçlı kullanılan su kaynaklarımızdan biridir.
203
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Malabadi (Batman) Çayı
Malabadi Köprüsü
Silvan ilçe sınırından geçen en önemli akarsu Malabadi Çayıdır. Diyarbakır Batman ilinin de sınırını belirler. Batman-Silvan Barajları Malabadi çayı üzerinde kurulmuştur. Akarsuya adını veren Ünlü Malabadi Köprüsü de aynı çayın üzerinde inşa edilmiştir.
Batman çayı üzerinde Silvan’a 14 km. uzaklıkltadır. 1147-48 yıllarında Mardin Artuklu hükümdarı Timurtaş tarafından yaptırılmıştır. Fransız araştırmacı Albert Gabriel köprü içine Ayasofya’nın kubbesi köprünün altına rahatlıkla girer. Modern statik hesabının olmadığı devirde bu açıklıkta o azaman için böyle bir eser hayranlık ve takdiri muciptir.
Dicle büyüklüğünde bir çaydır. Kulp ve Sasun bölgelerinden çıkan iki sudan doğar. Bunlardan Kulp Çayı, Gühermi dağından çıkar. Muş taraflarından gelen ikinci bir kolla Kendal-i heşin (Yeşil yar) mevkiinde birleşir. Kulp merkezinden geçerek Nafro mezrasının güneyinde, bu defa Melül dağından doğan Şakiran çayını alarak güneye doğru akışına devam eder. Kulp ile Lice arasındaki Sarım Çayı ile de Barın köyü güneyinde birleşir. Sonra Taloriden gelen Kerikan Çayını da alarak güney ve güney-batı istikametinde akar. Sasun dağlarından gelen ikinci kolla karışıp asıl Malabadi çayını teşkil eder. Bir hayli ilerledikten sonra Silvan’ın 20 km., kadar doğusunda bulunan ve kendisine adını veren tarihi Malabadi köprüsünden geçerek daha ötede Hasankeyf önlerinde Dicle Nehrine dökülür. Uzunluğu 100 km. kadardır. (D.tar.s.17)
Silvan Suyu Halk arasında Çemi Hasan Beg olarak ta adlandırılan Silvan Suyu, Silvan ve çevresinde doğan irili ufaklı bir çok kaynağın birleşmesiyle oluşan bir deredir. Asıl kaynağı Kaniya mazın denilen büyük çeşmedir.
Balkanlarda, Türkiye’de ve Orta Şark’ta böyle bir köprü yoktur” demiştir. Köprü üzerinde kitabesinin yanı sıra astrolojik betimlemelerden oluşan kabartmalar bulunmaktadır. 150 metre uzunluğunda ve biri çok büyük olmak üzere 5 gözlüdür.
Kemuk Köprüsü
Malabadi Köprüsünün kuzeyinde olan Kemuk Köprüsünün Malabadi Köprüsünden önce yapıldığı ve Mervaniler dönemine ait olduğu söylenmektedir. Yapının kesin tarihi hakkında gerekli araştırmalar yapılmamıştır. Tarihi köprü Batman Barajı altında kalmıştır.
Bunun yanında Kaniya Navin, Kolek, Ğanık, Hecicatık ve ziraat bahçelerinden çıkan birçok kaynakla beslenir, Malabadi Çayına dökülür (4)
204
Foto.Yaşar Parlak
Çınar Kışın kabarıp yazın kuruyan akarsulardan başka önemli akarsu olarak Göksu Çayı ile Dilaver Çayı vardır. Durgun su kaynakları olarak ise Beşpınar, Yukarı Ortaviran ve Künreş Göletleri ve Göksu Barajı vardır.(5)
Göksu Barajı (N. Satıcı)
Çınar Çeşmeleri
Çınar’da çarşı içinde çeşme
Çınar’da mezarlıkta çeşme
Kocaköy
Arkbaşı köyü-Pamukçay’ın kaynağı(Mahmudiye pınarı)
Ambar çayı (7)
205
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Ambar Çayı Köprüsü (Merkez) Diyarbakır Silvan yolunun 21.km.sinde bulunan Ambarçayı Köprüsü’nün dört satırlı 1223 tarihli, dokuz ve onuncu gözleri arasındaki kitabesinin bazı yerleri okunamamıştır. Bununla beraber köprünün Artukoğullarından Ebu’l-Feth Mevdud Bin Mahmud zamanında yapıldığı öğrenilmiştir. Mimarı Cafer Bin Mahmud el Halebi’nin öğrencilerinden Osman isimli birisidir. Ambar Çayı üzerinde bulunan bu köprü 20 göz olarak yapılmıştır. Günümüzde bu köprünün yalnızca ayakları kalmıştır. Köprünün taşları bölgeye yerleşenler tarafından sökülerek inşaatlarda kullanılmıştır. Bugün aynı yerde karayolları tarafından yapılmış bir köprü bulunmaktadır.(6)
Anbar Çayı Köprüsü Diyarbakır–Silvan yolu üzerindedir. Bugün tamamen yıkılmış olup, kalıntıların bir kısmı görülmektedir. Yıkımından önce üzerinde var olan kitabesinden Artukoğullarından Ebul Feth Evdud Bin Mahmud tarafından 1223–1232 yılları arasında yapıldığı öğrenilmiştir (İlter, 1978).
Anbarçayı’nın yıkım sonrası hali.
Ambar çayı
Kocaköy mevsimlik sularını Ambar Çayına boşaltan Navadar Deresinin yer aldığı vadidir. İlçe merkezini oluşturan ve zamanla genişleyip yayılan kasaba, batıdaki Ambar Çayına dökülen derelerden Navadar Deresi ve Derin Dere ile doğudaki Derun Çayına uzanan Alanpınarı (Kaniyaalan) deresinin havzalarının su ayırım çizgilerini de içine almaktadır.
Ana yapım malzemesi kalker olan köprünün hemen yanında betonarme bir köprü yapılmıştır (21).
(8)
Anbarçayı’nın yıkılmadan önceki hali
206
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN Kocaköy ulu camii avlusunda bir kaynak suyu
Çermik Suları Çermik Kaplıcaları Diyarbakır, Çermik ilçesinde bulunan Çermik Kaplıcası, ilçe merkezine 3 km. uzaklıkta, Diyarbakır-Çermik yolu üzerindedir. Çermik kaplıcasının ne zaman ortaya çıktığı bilinmemektedir. Bununla beraber kaplıcanın çok eskiden beri bilinmektedir. Bu konuda bir efsanesi bulunmaktadır. Bu efsaneye göre; Güney Doğu Anadolu’da hüküm süren Acem Kralı’nın Melike Belkıs adında güzel bir kızı varmış. Bu kız bir gün hastalanmış ve vücudunda birtakım yaralar çıkmıştır. Zamanın hekimleri, Melike Belkıs’ı tedavi etmek için çok çaba sarf etmişler, gerekli ilaçları kullanmışlar, fakat bir türlü hastalığına çare bulamamışlardır. Hastalık ilerlemiş Melike Belkıs’ın vücudunu kurtlar sarmış ve vücudundan pis kokular gelmeye başlamıştır. Bundan ötürü de Melike Belkıs saraya girememiştir. Bu durumdan son derece rahatsız olan kral kızını saraydan çıkarmış, yanına muhafızlar vererek ormana bırakmıştır. Melike Belkıs ormanda gezerken bugünkü kaplıcanın bulunduğu yere gelmiş ve buradaki sıcak suya rastlamıştır. Yorgunluğunu gidermek için ayaklarını sıcak suyun içine sokmuş, bir süre sonra suya değen yerleri iyileşmeye başlamıştır. Melike Belkıs bunun üzerine sıcak suda yıkanmış ve tekrar eski sağlığına kavuşmuştur. Melike Belkıs’ın muhafızları, bu haberi hemen saraya iletmişler, bu haber üzerine kral bugünkü “Büyük Paşa” denilen kaplıcanın üzerine bir hamam yaptırmıştır. Bu efsaneye göre kaplıcanın Arapların Çermik’i fethinden önce yapıldığı sanılmaktadır. Çermik sıcak su kaynağının ise, çok daha eskiden beri var
207
olduğu ve bir ara kuruduğu, Yukarı Dicle ve Fırat Bölgesinin en iyi yerli kaynağı olduğu Amildi Mar-Yeşuva’nın “Vakayinamesi”’nden öğrenilmektedir.
bulunmaktadır. Çermik’te kaplıcalarla her yıl Haziran ayında Melike Belkıs Şenlikleri adı ile festival düzenlenmektedir(9).
Çermik çeşmeleri İlçede bir çok tarihi çeşme vardır. Bu çeşmelerin çoğu Osmanlılar devrinden kalmadır. Çok sayıda çeşmenin bulunuşu, ilçenin su bakımından zengin olmasıyla alakalıdır. “Diyabekir Vilayet Salnameleri”’ne göre ilçede 83 tane çeşme bulunmasına rağmen, bugün bunların çoğu bakımsızlıktan ve eski eserlerin değerlerinin bilinmemesi yüzünden harap bir vaziyette bulunmaktadır.
Osmanlılar zamanından günümüze kadar gelebilen çeşmeler şunlardır Hanım Çeşmesi
(22)
Çermik Kaplıcaları iki bölümden meydana gelmiştir. Bugün Hamambaşı denilen yer arşiv kaynaklarında Kudret Hamamı olarak isimlendirilmektedir. Bu bölüm, Ortaçağ’dan beri kullanılmaktadır. Çermik ilçe merkezindeki Saray Hamamı denilen yer ise XVI.yüzyılda burada yaşayan Beyler tarafından yaptırılmıştır.
Saray Mahallesi’ndeki hamamın arka tarafında bulunan çok eski bir çeşmedir. Kemere değin yere gömülmüş olan çeşmenin kabartma ve küfiye benzeyen kitabesini mahallelilerden biri “pislik içinde bulunan bir yerde Lafza-i Celal’in bulunması günahtır” , düşüncesiyle bu kitabeyi çekiçle kırarak okunamaz bir hale getirmiştir. Bu yüzden çeşmenin ne zaman yapıldığı bilinememektedir.
Çermik kaplıcalarından, iltihaplı romatizmalar, çocuk felçleri, nevrit, polinevrit, kadın hastalıklarında, üst teneffüs yolları hastalıkları ve deri hastalıklarının tedavisinde faydalanılmaktadır. Burada yapılan incelemelere göre kaplıcanın suyu 48C0 sıcaklıkta olup, kükürt ve radyoaktif içermektedir. Bunun yanı sıra bileşiminde bromür iyonu ve iyodür
Kırzıoğlu’na göre, bu çeşme ve kuzey tarafındaki eski konaktan kalma izler bunun Osmanlı ve Akkoyunlu hakimiyetlerinden çok öncelerinden, en azından 12. yüzyıldan kalma olduğunu sezdiriyor. Bu çeşmenin başında kadınlar, cuma gecelerinde mum diker ve dilekte bulunurlar.
208
Bandeler Çeşmesi Çukur Mahallede, Bandeler Sokağında bulunmaktadır. XVIII. yüzyıldan kalma bir çeşmedir. Çeşmenin üzerindeki 27x48 cm. ölçülerindeki akmermerden nesihle kabartmalı olarak yazılan eski kitabelerden kalan son beyitte şunlar okunmaktadır: “Çeküp cana Lebib abı safa ile dedi tarih, içilmek Ab-ı Kevser’den nasib eyle ana Mevla. 1182 (1768)” Bu kitabenin üzerine konulan 35x48 cm ölçülerindeki tamir kitabesinde ise, şunlar okunmaktadır: “Bu hayrat-ı mücelle civar merhum Becan’dır. İcabet Hazreti Zat-i Cenabi Kibriya’nındır. Sene 1322 (1904) Bandizade.”
Ali Dede Çeşmesi Çermik’in Çukur Mahallesi’nde bulunmaktadır. Üzerinde herhangi bir kitabe veya yazı çoktur. Çok güzel dik kemerli ve 1.5 m kadar çukura gömülmüş olan aktaştan yapılmış eski bir çeşmedir. Güneye bakan kemerinin derinliği 265 cm’dir.
Süt Çeşmesi Çermik’in güneybatı tarafındadır. Üzerinde kitabe bulunmasına rağmen çeşmenin yapılış tarzından çok eski olduğu anlaşılmaktadır. Halk arasında yaygın olan inanışa göre bu çeşmeden su içen kadınların sütü çoğalır. Bu yüzden sütü gelmeyen veya az olan kadınların bu çeşmeye gelip suyundan içerler. Bu yüzden çeşmeye de süt çeşmesi denilmektedir.
Diğer Bazı Çeşmeler Şunlardır Kayme Çeşmesi Harefene Çeşmesi Hasan Hüseyin Çeşmesi Abdest Çeşmesi
Aşur Çeşmesi İmirza Çeşmesi (10)
Piri Çeşmesi Yel Çeşmesi Çelenkler Çeşmesi Çırrik Çeşmesi
Sinek çayı (11)
209
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Sinek (Siğnek) Köprüsü Çermik’te Fırat Nehri’ne dökülen Sinek Çayı üzerinde yer alan köprü belgelerde kalan, günümüze ulaşamamış bir yapıdır. Kaynaklardan edinilen bilgilere göre, ortadaki hafif sivri ana kemer ile bunun hemen yanındaki daha küçük gözden oluşmaktadır. Kitabesi bulunmayan yapıyı İlter (1978); yapım tekniği, tuğla ile taş malzemenin birlikte kullanılışı ve taş işçiliği bakımından Haburman Köprüsü’nün yapıldığı yıllara (1179) tarihlendirmektedir. Tunç (1978) ise, köprünün yapım dönemi için, Osmanlı devrindeki Beylikler zamanını belirtmektedir. Büyük bölümü yıkılan köprünün 1 km. kadar ilerisinde de aynı adla anılan daha küçük bir köprü yer almaktadır. Yakın zamanda gördüğü onarım ve üzerine atılan geniş beton döşeme ile günümüzde kullanılan köprü iki gözden oluşmaktadır. Yapım dönemi bilinmeyen köprü, yapım tekniği ile yıkılan Sinek Köprüsü’ne benzemektedir (21)
Sinek Köprüsü memba yüzünün yıkılmadan önceki rölöve çizimi (İlter, 1978).
Sinek Köprüsünün yıkılmadan önceki durum
Günümüzde kullanılan Sinek Köprüsü Güneydoğu’nun Saklı Güzelliklerinden Şeyhandede Şelalesi, turizme açılacağı günü bekliyor. Diyarbakır’ın Çermik ilçesindeki şelale, görenleri adeta büyülüyor. Yaklaşık 30 metreden akan şelale, bölge halkı tarafından bile yeterince bilinmiyor. Güneydoğu’nun saklı güzelliklerinden Şeyhandede Şelalesi, turizme açılacağı günü bekliyor. Diyarbakır’ın Çermik ilçesindeki şelale, görenleri adeta büyülüyor. Yaklaşık 30 metreden akan şelale, bölge halkı tarafından bile yeterince bilinmiyor. Şeyhandede Şelalesi’nin bu güne dek keşfedilmemiş ve gerekli ilgiyi görememiş olması Çermik’in yeni Kaymakamı Nesim Babahanoğlu’nu da şaşırttı. Babahanoğlu, Çermik ve yöresinde keşfedilmemiş güzelliklere azami değer verdiklerini ifade etti. Şelaleyi Dicle Üniversitesi’nden gelen misafirleri ile birlikte ziyaret eden Kaymakam Babahanoğlu, gördüğü manzaraya hayran kaldığını belirtti. Babahanoğlu, “Böyle bir güzelliğin halkın hizmetine sunulamamış olması büyük bir eksikliktir.’’ dedi. Şeyhandede köyüne yaklaşık 3 kilometre mesafede bulunan şelaleye, patika yoldan 45 dakika yürüdükten
210
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
sonra ulaşılabiliyor. (12) (19)
Şeyhandede şelalesi
1971 Haburman Köprüsü Adil Tekin
Günümüzde (21)
Çermik Akarsular ve Göletler a. Göz Suyu : İlçenin güneydoğu tarafındaki “Göz” adı verilen kaynaktan çıkmaktadır. Evsel bahçeleri sulamasında kullanılan Göz Suyu, Sinek Çayı’na dökülür. b. Sinek Çayı : İlçenin kuzeybatısında bulunan Gelincik Dağı eteğindeki Sinek köyünden adını almıştır. Çayın kaynağı bu köyün sınırları içerisinden doğar. Çermik Kalesinin bulunduğu tepenin batı eteklerinden geçerek, Cavsak suyunu alır. Karakaya Köyü altında Kızılçubuk Çayı ile birleşerek, Konaklı Köyü önünde Fırat nehrine karışır. c. Beylik Madrap Suyu : Malönü denilen yerden doğar. Suları daha çok çeltik sulamasında kullanılır. d. Medya Çayı : Bu çayın suları Yeniköy, Elmadere ve Sumaklı Köylerinin yakınlarından geçer. .Bu köylerin topraklarının sulamasında kullanılır. e. Sinan Suyu : İlçenin kuzeyindeki dağlardan doğar. Yaklaşık 15.000 dönüm alanı sular. f. Halilan Göleti: Çermik bölgesinde doğal göl bulunmamaktadır. 1984 yılında Halilan Göleti işletmeye açılmıştır. Çermik’in Yiğitler Köyü önünden geçen Çoruh Deresi üzerindedir. Göletin tam dolu olması halinde 7000 dekar alanı sulayabilmektedir. 9000 metre uzunluğunda sulama kanalı bulunmaktadır (10)
211
Ergani Ergani’nin kuzeyindeki sıradağlar, su kaynakları bakımından zengindir. Buz gibi su akan çesmelerin önündeki bahçeler, güzel mesire yerleridir. Hosot Ovası, yeraltı suları bakımından zengindir. Kazılan sondaj kuyularında bol su çıkmaktadır. Ergani çevresinde belli başlı dört akarsu vardır. a-Maden Suyu (Dicle Nehri): Dicle Nehrini meydana getiren başlangıç sulardan en büyüğüdür. Ilçeden 10 km mesafede Sakız Dağının kuzeyinde akar. Kelemdan Köyünden başlayarak Ergani toprağına girer 17 km attıktan sonra Dicle İlçesi sınırına geçer. Zülküf Dağını geçtikten sonra Singirik Çayı ile birleşir. Bu akarsu Ergani’nin kuzey sinirini çizer. Nehir yatağı, önünde yapılan Kral Kızı Barajı suları ile şişmiş baraj gölü olmuştur.
d- Seggür Çayı: Karacadağ’ın kuzey yamacından ve Çiyaye Res’de akan sulardan oluşur. Bazalt platodan kuzeydoğuya doğru akar. Diyarbakır topraklarında Yekav denilen yerde Boğaz Çayı ile birleşir. Bundan sonra Devegeçidi Suyu adını alır. Devegeçidi Barajı da bu iki çayın önünde kurulmuştur. Bu çayda yasayan balıkların rengi siyahtır. Kışın ve ilkbaharda suyu çoktur. Yaz mevsiminde suyu kurur. Yine de geniş yaylada beslenen hayvanların su ihtiyacını karşılar. Az bir masrafla bu çevrede çok amaçlı göletler yapılabilir. Köylülerin kendi çabalarıyla kazdığı iptidai kuyuların önünde sebze ekimi yapılmaktadır. Yakın zamana kadar çay kenarındaki gür sazlıklarla yaban domuzları yaşarlardı. (13)
b-Boğaz Çayı: Kaynağını Ergani’nin batısındaki Boğaz Köyünde çıkan sudan aldığı için bu adla anılır. Hosot ve Gevran ovalarını boydan boya geçerek hayat verir. Aldığı başka kaynaklarla büyür, Diyarbakir topraklarında Devegeçidi Suyu adını alır. Uzunluğu 65 km kadardır. Eskiden önünde onlarca su değirmeni dönerdi. Devegeçidi Barajının en büyük suyu, Boğar Çayıdır. İlkbaharda yol vermez, yazın da içinde su bulunmaz. c- Hersin Çayı: Kaynağını Ergani’nin kuzeyindeki Barbin ve Kiles Dağlarında akan sulardan alır. Bu suların birleştiği yerde Hersin adli tarihi bir köy olduğu için bu adı almıştır. Ergani’nin 8 km güneyinde Boğar Çayı ile birleşir. Eskiden birçok su değirmenini çalıştırırdı. Suyu yaz mevsiminin başında kurur.
212
Ergani Makam Dağı ve Su Sarnıcı
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN ergani kalemdan köprüsü -2004 (M.Üzülmez)
Hani Dicle Nehri Haini’ye 18 km uzaklıktadır. Ayrıca nehirde bolca alabalık yetiştirilmektedir.(1)
Koki Çayı Mesiresi İlçe merkezinden 8 km. mesafededir. Burada kaynayan suda bol miktarda alabalık bulunur. Saniyede 6 metreküp su akmaktadır.
Aynkebir Havuzu Aynkebir su havuzu Ulu Camii ile Hatuniye Medresesi arasında bulunan büyük bir havuzdur. Bu su, Hani Dağı’nın eteklerinde kaynar ve 9 kemerli bentlerden çıkarak bir havuz oluşturur. Havuza 7 gözden su akmaktadır. Akan su ile ilçenin tüm arazileri sulandırılmaktadır. Ayrıca su ile 8 adet su değirmeni çalıştırılmaktadır. (14
Hani su kaynakları
Hani-Ankaris suyu
213
Hani Ankabir suyu
Hazro Hazro ilçesinin en önemli akarsuyu olan Zuğur Çayı, Zergüş mevkiinde doğarak Bismil ilçesi yakınlarında Dicle nehrine karışmaktadır.(1) Bismil’de Dicle Köprüsü
Çüngüş Akarsuları Fırat Nehri, Çüngüş çayı ve Medye çayı’dır. Ayrıca 15 km uzaklıkta Karakaya Barajı da bulunmaktadır. Oyuklu köyü(Süni)-Hazro arası Hondof köyü
Bismil İlçemizden Dicle Nehiri geçmekte olup, bu nehire irili ufaklı birçok çay ve dere dökülmektedir. Bu çayların en önemlileri, Pamuk Çay, Göksu Çayı, Kurmuşlu Çayı, Kuru Çay, Ambar Çayı, Caferi Çayı ve Salat çayıdır. Göl yönünden oldukça şansız olan ilçemizin tek gölü mevcut olup, bu göl Çöltepe Köyü yakınlarında bulunmaktadır. Çöltepe ile Gültepe arasında bulunan bu gölün kaynağı hakkında hiçbir bilgiye rastlanmamıştır.
Köprü, Hindistan’a uzanan İpek Yolu üzerinde olması nedeniyle ulaşım konusunda çeşitli yapıların bulunduğu Çüngüş’te kalan tek köprüdür. 1603 yılında Kapı Kıran Mehmet Ali Paşa tarafından yaptırılmıştır. Artuklular zamanından Arnavutlardan kalan tek tarzındadır.
Çakıllı’nın güneyinde “ikiz göl” diye anılan iki göl daha mevcuttur. Derinliği yer yer 15 metreye yaklaşan gölden sulama amacı ile yararlanılmaktadır. (15)
214
kalan gözlü
köprü, köprüler
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN Çüngüş Köprüsü memba ve mansap yüzü (21)
Çüngüş ve Fırat Nehri Fotoğraf: Eyüp ARSLAN
Karakaya Barajı Diyarbakır ili Çüngüş ilçesi sınırları içinde, Fırat Nehri üzerinde, Güneydoğu Anadolu Projesi’nin bir parçası olarak elektrik enerjisi üretimi amacıyla 1976-1987 yılları arasında inşa edilmiştir. Diyarbakır’a 150 km uzaklıkta bulunan baraj adını yakınında bulunan Karakaya Köyünden almıştır. Beton kemer tipi olan barajın gövde hacmi 2.000.000 m3, su yatağından yüksekliği 158.00 m. beton gövde yüksekliği 173 m. Kret uzunluğu 462 m.dir. Normal su kotunda göl hacmi 9,58 milyar m3, normal su kotunda göl alanı 268.00 km2’dir. Baraj yılda 102 hm3 içme-kullanma suyu sağlamaktadır. 1800 MW kurulu gücünde olan Karakaya HES Hidroelektrik santrali yılda 7.354 GWh elektrik enerjisi üretimi sağlamaktadır. (DSİ)
Karakaya barajı F Türkoğlu
215
Dicle Kralkızı ve Barajı
ne kız ne de çoban bulunabilmiş.(16)
Diyarbakır’da Dicle’de “Kral kızı efsanesi”; Diyarbakır’ın Dicle kasabası yolu üzerinde, Maden suyunun aktığı derin bir vadinin doğu yamacında, çok yükseklere uzayan bir kaya parçası vardır. Bakıldığında, bu kayaya az aralıklarla ve bir hizada düzgünce oyulmuş iki pencere görülür. Cephe bir ev manzarası vermektedir. Bu pencerelere ne yukardan ne aşağıdan varabilmenin imkanı yoktur. Çok yüksektedir. Halk buraya kral kızının taşı demektedir. Burada define bulunduğu, leyleklerin bu pencereden girip içeriden halı ve kilim parçaları çıkardıkları söylenir.
Kral kızı amblemi
Efsaneye göre bu bölgenin kralının güzelliği dillere destan bir kızı varmış. Koyunlarını bu vadide otlatan bir çobana aşık olmuş. Çoban da kızı sevmiş. Birbirlerini saf ve temiz bir aşkla seviyorlarmış. Bunu duyan kral kızını bu sevdadan vazgeçirmek için bir çok çarelere baş vurmuş, çeşitli denemeler yapmış, fakat kızını bu sevdadan bir türlü vazgeçiremeyince, kızı buraya hapsetmiş. Ertesi günü seher zamanı nöbetçiler bir beyaz güvercinin gelerek pencerelerden birine konduğunu, içerden de bir başka güvercinin diğer pencereye uçtuğunu, sonra her iki güvercinin birlikte havalanarak kaybolduklarını görmüşler. Aramalara rağmen
Kralkızı barajı önünde Dicle nehri
Kralkızı Baraji(Dsi) YERİ
: Diyarbakır ili, Dicle ilçesi
AMACI
: Enerji
İŞLETMEYE AÇILDIĞI YIL
: 1998
TİPİ
: Kil çekirdekli kaya dolgu
TALVEGTEN YÜKSEKLİK
: 113 m.
TEMELDEN YÜKSEKLİK
: 126 m.
TOPLAM GÖVDE HACMİ
: 15171987 m3
DOLUSAVAK PROJE DEBİSİ
: 2318 m3/s
KURULU GÜCÜ
: 94 MW
TOPLAM ENERJİ
: 146 KWh/yıl
216
Kralkızı barajı
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN Dicle-Hani arasında Dicle Nehri
Dicle-Hani yolu üzerinde bir köprü (M.Üzülmez)
Baraj karşısındaki Eski ve yeni köprü
Dicle ilçesinde tarihi çeşme ve su kaynağı
217
Eğil
Dicle barajı Barajın Yeri
Diyarbakır
Akarsuyu
Maden Çayı + Dibni Çayı
Amacı
Sulama + Enerji + İçmesuyu
İnşaatın (başlama-bitiş)
....... - 2000
Eğil ilçesi Balım köyünden Dicleye bakış
Dicle Barajı HES
yılı Gövde dolgu tipi
Kil Çekirdekli Kaya Dolgu
Gövde hacmi
595 hm3
Yükseklik (talvegden)
75 m
Normal su kotunda göl hacmi Normal su kotunda göl alanı
Kalecik köyünden Dicle
595 hm3
24 km2
Sulama alanı
.................. ha
Güç
110 MW
Yıllık Üretim
298 GWh
Eğil ve Dicle
(DSİ)
Eğil’in kuzeyinde, Dicle ilçesi bulunmakta ve Dicle Nehri geçmektedir. Doğusunda Hani, batısında Ergani ve güneyinde ise Diyarbakır il merkezi bulunmaktadır. Maden ve Amini çayları, ilçe toprakları içinde birleşmekte ve Dicle Nehri’ni oluşturmaktadır.
218
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Dicle barajı
Karşısında da Kalecik Köyü Kalesi olup önünde suya gömülü cami avlusunda 40 şehit sahabe
Tarihte Eğil ve Dicle (Prof.Dr.Emrullah Güney)
Günümüzde Eğil ve Dicle Nehri
Kulp
Kulp çayı
İlçe sınırı içerisindeki akarsular çok geniş bir drenaj ağına sahiptirler. Dicle nehrini besleyen Batman Çayının kaynak noktasını oluşturan akarsular bu bölgeden kaynağını alır. Akarsular en yüksek debi seviyesine İlkbahar ve Kış aylarında karların erimesine bağlı olarak ulaşır ve yazın ise yağışın
219
azalmasına bağlı olarak debileri düşer. Akarsular en yüksek seviyelerine Ekim-Kasım aylarında ulaşırlar. Bölgenin tektonik açıdan hareketli bir yapı üzerinde bulunmasına bağlı olarak kaynak suları ve artezyenler fazladır. İlçede debisi yüksek olan akarsular Kulp Çayı ile Sarum Çayı’dır. Bunların dışında Çemigeldano ve Aygün çayları da debileri yüksek olup yazın kurumazlar. Büyük akarsulardan Kulp Çayı kaynağını Andok Dağı ve Şen Yaylasından alırken, Sarum Çayı kaynağını Bingöl Dağlarından ve Bingöl’ün Genç ilçesi sınırları içerisinden almaktadır. Genel olarak akarsular Dicle Nehri su toplama havzasına bağlı olup güneydoğu Torosların zirveleri su bölümü çizgilerini oluşturarak Murat Nehri su toplama havzasından ayrılır. Kaynaklar bakımından da çok büyük bir potansiyele sahip olan Kulp ilçesi bu potansiyelini henüz değerlendirememiştir. Son yıllarda inşaatı tamamlanan Silvan Barajı ile bu potansiyel değerlendirilmeye başlanmıştır.
güneyinde Kulp Çayına karışır. Kaynak noktasına doğru Çemigeldano ismini alan çay, aşağı kısımlarda Narlıca köyünden itibaren Şekran Çayı olarak adlandırılır. Özellikle Narlıca köyü yakınlarında vadi tabanı genişler ve buralarda tarım arazileri sıklaşır. Aşağı kısımlarda tekrar eğimin artmasıyla vadi daralarak kertik vadi şeklini alır.
Kulp Çayı Kulp’un en büyük akarsularından biridir. Vadisi oldukça derin kazılmış kertik vadi şeklinde gelişmiştir. Akarsu kaynağını KulpMuş sınırlarındaki Andok Dağından alır. Alaca ve Yaylak köylerinden çeşitli kollarla beslenir. Akarsu üzerinde Silvan Barajı yapılmıştır. Çayda lezzetli balıklar yetişir. Uzunova ve Özbek köylerinde inşa edilen iki gölet dışında tabii göl yoktur. Bu göletler tarımsal üretime çok önemli katkılar sunmaktadır. Ayrıca Özbek köyünde bulunan gölette sazan balıkçılığı da yapılmaktadır.(17)
Sarum Çayı Bingöl ilinin Genç ilçesinden kaynağını alan Sarum çayı, Diyarbakır sınırları içerisinde Kulp ile Lice ilçeleri arasında sınır oluşturarak akış göstermektedir. Kaynağını Bingöl dağlarından aldığı için debisi yüksektir. Lice ve Kulp ilçelerinden aldığı değişik kollarla akış gösterir. Çemigeldano Kaynağını tamamıyla Kulp ilçesi sınırları içerisindeki İslamköy ile Ağıllı köyüne bağlı Geli (vadi) mezrasından alır. Kulp’un 6 km kadar
220
Kulp çayı(20)
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN Kulp Taşköprü(Mirze Çelik)
Lice
Akarsular 523 kilometresi ülkemiz sınırlarında olmak üzere toplam 1.900 Km.lik uzunluğuyla Türkiye’nin en uzun 2. nehri (1. Fırat) olan Dicle Nehri’nin en önemli iki kaynağından biri Lice ilçemiz sınırları içindeki Bırkleyn Mağaralarından doğmaktadır. Bırkleyn suyu, Lice’nin yukarısında, LiceGenç yolu üzerinde bulunan Bırkleyn mağaralarında doğar. Bir süre güneybatı yönünde akar. Sonra batıya yönelir; kimi dere sularını alarak çoğalır. Piran yöresinde (Dicle ilçesinin eski adı) Dibni (Zebene) suyunu alır. Zoğrıkelkum Köyü’nün yukarısında güneye döner. Metinan ve Amini kaleleri önünden geçerek Delucan yöresinde, Gölcük civarında doğan diğer kolla birleşir. Dicle’nin yatağı Delucan’dan sonra güneye doğru düzleşir. Diyarbakır’dan varmadan önce Devegeçidi suyunu alır. Diyarbakır’ı geçtikten sonra sağ taraftan Havar, Yenice ve Karasu derelerini, soldan da Ambar, Kuru, Pamuk, Sinan ve Batman çaylarını alır. Daha sonra Göksu ve Aşağı Hanik çaylarını da alarak Cizre sınırına varır (18).
Diclenin çıkış kaynağı Bırkleyn
Lice-Çeper köyünde havuz
Heşşo Çayı Atak civarı (Yahya kamçı)
221
KAYNAKLAR 1. www.vikipedi.org 2. Diyarbakır İl Yıllığı-1967.s.XIX. 3. Yaşar Parlak.Silvan.Ank.1997.4-. www.yesilsilvandernegi.org/silvan www.yesilsilvandernegi. org/silvanNejat Satıcı 4. www.cinar.gov.tr 5. www.karasungurilkogretim.k12.tr/diyarbakir/tarihi-yerler/tarihi-koprulerimiz 6. www.panoramio.com/photo/4122786 7. www.dreamdiyarbakir.tr.gg/Kocak.oe.y.htm 8. wekfacermug 9. www.cermik.gov.tr 10. Ergun (ergun.2000@gmail.com) adına diyarbekir@yahoogroups.com 11. Cihan Haber Ajansı (17.06.2010) 12. okulweb.meb.gov.tr/21/08/142576/konumu.html 13. Mehmet Ali ABAKAY Borsa 21 Dergisi Sayı : 6 14. www.bismilhem.gov.tr/ 15. www.guvercinbirligi.com/ 16. www.kulpmerkezilkogretimokulu 17. www.licem.com 18. www.cermik.bel.tr/ 19. Çelik MM.Fotoğraflarla Kulp.İst.2009 20. Yrd.Doç.Dr. Neslihan DALKILIÇ, Yrd.Doç.Dr. F. Meral HALİFEOĞLU. Diyarbakır merkez ve ilçelerinde yer alan tarihi köprüler 1.Uluslararası Nebiler sahabiler Azizler Krallar kenti Diyarbakır sempozyumu.2009 21. www.cermik.bel.tr
222
HARAM SUDAN ATLADIM; DİYARBAKIR’DA HARAM SU İLE İLGİLİ İNANIŞLAR
224
“Haram”, İslam dini kökenli Arapça bir terimdir. Dini bakımdan kesinlikle yasak olan eylemleri anlatır. Diyarbakır‘da haram kelimesi dini anlamı yanında gündelik dilde, pis, kirli, uygunsuz anlamında kullanılmaktadır. Örneğin birisinin elbisesine kirli, çamurlu bir su sıçrarsa ‘üstüm haram oldu” der, veya yemekte, sofradakilerden birisi can sıkıcı bir konu anlatırsa “yemeği içimize haram ettin“ diye serzenişte bulunulur.
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Diyarbakır ‘da Anzelha suyu Çift Kapı semtinde itfaiyenin olduğu yerde yeryüzüne çıkar. Bu suyun kutsal olduğuna inanılmaktadır. Çünkü esas kaynağı Karacadağ olan Anzelha suyunun bir kısmının Urfa’ya, bir kısmının Diyarbakır ‘a aktığı söylenir. Diyarbakır’daki Anzelha suyunun kaynağında Urfa’da Anzelha gölündeki kutsal balıkların aynısının yaşadığı bilinir. Anzelha suyu tek kanalda ilerledikten sonra ikiye ayrılır.Biri mezbahaya, bir diğeri Tabakhaneye akar. Mezbahada etler temizlenir, Tabakhanede de deriler… Sonrasında bu kirli, atık sular kentin çeşitli yerlerinde açıktan akarlar. Urfa kapıya uğrar, Mardinkapı’dan geçerek Dicle’ye karışırlar. Bu sulara haram su denir. Haram suyun aktığı yörelerde yaşayan insanlarla yaptığımız görüşmeler, suyla ilgili çeşitli inanışların olduğunu göstermektedir. Bu bildiride; Gençlerin, yaşlıların, kadınların, erkeklerin haram su üzerindeki küçük köprülerden atlarken tuttukları dileklerle, isteklerinin yerine gelmesi için yaptıkları ritüeller anlatılacaktır. Bu istekler nazardan korunmadan, büyü bozmaya, kısmet açılmasından, eşiyle iyi geçinmeye kadar geniş bir yelpazeye yayılmaktadır. Haram sudan atladım Mantin çarşaf topladım Muradım olur diye Her derdine katlandım, Haram sudur dediler Yarimi götürdüler Yıkılsın urfakapı Beni yardan ettiler.
225
Prof.Dr. Nuran Elmacı1 Doç.Dr. Ahmet Taşgın2 1.Dicle Üniversitesi Sosyal Antropolog 2.Dicle Üniversitesi Din Sosyoloğu
Bu yazıda Diyarbakır türkülerine yansıyan Haram su ile ilgili büyüsel işlemlere yer verilecektir. Çok eski yıllardan beri insanlar çeşitli dilek ve istekleri için kutsal sayılan yatırlara ve türbelere gitmekte, adaklar adamaktadırlar. Çoğu zaman bu türbeler, dileklere göre ayrılmışlardır. Bazıları hastalıklara iyi gelir. Bazıları çocuksuzluğa, bazıları da yuva kurulmasına yardım ederler. Türbelerin bu fonksiyonuna karşılık Sular şifa vericidir. Ülkemizde şifalı sular oldukça çoktur. Kaplıca adı verilen bu sulara çeşitli hastalıklar, özellikle romatizmal rahatsızlıklar için gidilmektedir. Bazı sular ve pınarlar spesifik hastalıklara sıtma , diyabet , dalak büyümesi, boğmaca gibi hastalıklara iyi gelmektedir. Ayrıca büyüsel dünyada , suların aydınlığı berraklığı ifade etmesi açısından, istekler suya atılır, veya olması istenen niyetler suya okunur. Bu yazıda Diyarbakır türkülerine yansıyan Haram Su’yun kutsallığı ve haram su ile yapılan büyüsel işlemlere yer verilecektir. Haram su, kirli bir su olarak büyüsel işlemlerin uygulandığı ilginç bir örnektir. Haram, İslam dini kökenli Arapça bir terimdir. Dini bakımdan kesinlikle yasak olan eylemleri anlatır. Diyarbakır‘da haram kelimesi dini anlamı yanında gündelik dilde, pis, kirli, uygunsuz bozuk anlamında kullanılmaktadır. Örneğin birisinin elbisesine kirli, çamurlu bir su sıçrarsa
‘üstüm haram oldu” der, veya yemekte, sofradakilerden birisi can sıkıcı bir konu anlatırsa “yemeği bize haram ettin“ diye serzenişte bulunulur. Bebek emziren anneler, hamile olduklarını fark ederlerse emzirmeyi sütüm haram oldu, düşüncesiyle emzirmeyi durdururlar. Çünkü haram süt emen çocuklar ishal olurlar.
Haram Suyun Hikayesi Diyarbakır ‘da Anzelhe suyu Çift Kapı semtinde İtfaiyenin olduğu yerde yeryüzüne çıkar. Bu suyun kutsal olduğuna inanılmaktadır. Çünkü esas kaynağı Karacadağ olan Anzelha suyunun bir kısmının Urfa’ya bir kısmının Diyarbakır‘a aktığı söylenir. Diyarbakır’daki Anzelha suyunun kaynağında Urfa’da Anzelha gölündeki kutsal balıkların aynısının yaşadığı bilinir. Uzun süredir aynı mahallede yaşayanlar bu balıklı suları hatırlamakta, hatta sarılık hastalığından kurtulmak için gittiklerini belirtmektedirler. Anzelha suyu tek kanalda ilerledikten sonra ikiye ayrılır. Biri mezbahaya, bir diğeri Tabakhaneye akar. Mezbahada etler temizlenir, Tabakhanede deriler. Sonrasında bu kirli, atık sular kentin çeşitli yerlerinde açıktan akarlar. Urfa kapıya uğrar, Mardin kapıdan geçerek Dicle nehrine karışırlar. Bu sulara haram su denir. Haram su denmesinin nedeni, tabakhanede yıkanan deriler için köpek dışkısının kullanılmasıdır. Bu dışkının bileşimdeki maddelerin deriyi temizlediği denenerek bulunmuştur. Ayrıca dışkının çok taze olması gerekmektedir. Hatta bir iş için acele edenlere fazla telaş gösterenlere” Tabakhaneye b.. mu ulaştıracaksın” diye kızarlar. Ancak yöre halkı çoğunlukla şafi mezheplidir.
226
Şafii mezhebinde ise, köpek haramdır. Köpekle temas abdesti kaçırır. Bağlı olarak tabakhanede kullanılan bu su haram su olarak adlandırılmıştır. Bir isteği olanlar, veya kendilerine büyü yapıldığını düşünenler veya uzun süre talihsizlik yaşayanlar, kentin içerisinde açıktan akan suların üç yerinden- haram sudan- atlarlar. Esas kaynağa yakın olan Çiftkapıda, Urfakapı’da ve Mardinkapı’da. Haram sudan atlanılan iki yerde (Çiftkapı ve Urfakapı’da) ziyaretin olduğu söylenir. Bu ziyaretin adları bilinmemektedir. Urfa kapıdakiler suyun aktığı duvardan ışık geldiğini , bazılarının bu din şehidini rüyalarında gördüklerini belirtmektedirler. Haramsu’dan Çarşamba günü atlanır. Çünkü haram suyun tılsımı çarşambadır. Atlayacak kızlar, kadınlar erkekler, daha önce abdest alırlar, isteklerini olması için suların üstündeki taştan 7 defa atlarlar. Bazıları atlarlarken ellerine küçük 7 taş alır, ziyarete doğru atarlar. Bu yolla ziyaretin kapısını döver, geldiklerinden, istekleri olduğundan haberdar ederler.
Kimler Haram Sudan Atlar? • • • •
Kısmetlerinin açılması isteyen kızlar Kocalarının başka kadınlarla ilişkisi olduğunu düşünen kadınlar Evlerinde kaza yaralanma ,ölüm, gibi devamlı talihsizlik yaşayanlar , Üzerlerinde kötü güçlerin etkisi olduğunu , veya kendilerine büyü yaptıklarını, düşünenler. Burada dikkati çeken bir durum Haram suya hastalıklar için gidilmediğidir. Haram suya büyüyü bozmak amacıyla gidilmektedir Büyü bozulması, kötü etkilerin yok edilmesidir. Bu işlem yörede “cadıyı battal etme” terimiyle ifade edilir. (Cadı uğur, nazar, tılsım büyü ve büyücülükle ilgili terimlerdir.) Battal etmek; bozmak, kullanılamaz hale getirmektir bağlı olarak cadının etkisini yok etmek anlamında kullanılmaktadır. Kısmetlerinin açılmasını isteyenler, haram sudan atlarlar. Bazıları sudan kırk yudum içerler,
bu
Kocalarının başka kadınlarla olduğunu bilen kadınlar, eşlerinin çamaşırlarını haram su ile yıkarlar veya haram suyu gömleklerine, ceketlerine kullandıkları eşyalara serperler.
227
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Evlerinde talihsizlik yaşayanlar getirdikleri haram suyu eşiğe ve önüne dökerler.
şişelerle kapılarının
Bazıları yeni aldıkları arabayı kaza olmaması için haram su ile yıkarlar veya arabaya haram su dökerler.
Büyüsel İşlemler Büyü belli bir amaca ulaşmak için doğaüstü güçleri kullanmayı hedefleyen eylem ve işlemlerdir. Büyü; sevgi çocuk, ürün malmülk edinmek veya insanlara iyilik ve kötülük getirmek amacıyla yapılır. İyilik getirmesi için yapılanlara ak büyü, kötülük getirmesi için yapılanlara kara büyü denir. Ak büyünün amacı şifadır, destektir. Kara büyünün amacı kötülük, ve zarar vermektir. Büyü doğu kökenli bir kavram ve uygulama olarak düşünüldüğü halde, Yakındoğu ve Avrupa geleneklerinde de büyüye rastlanmaktadır. Çeşitli bilim adamları W. H Rivers ve Frazer ve Tylor büyüyü, aynı nedenler aynı sonucu vereceği görüşünün hakim olduğu ilk aşamalara ait yanlış bir dünya görüşü, olarak değerlendirilmektedir. Dr Rivers insanlık tarihi içerisinde büyüye dayalı dünya görüşünü üç aşama içerisinde (büyüsel, dinsel, bilimsel dünya görüşler) ilk başa koymaktadır. Malinovski ise, büyünün bilim ve teknoloji ile ilişkili olmadığını “Çabalarından istenen sonucu alacağı endişesi taşıyan insanların rahatlamasını sağladığı “ bir fonksiyonu olduğunu savunmaktadır. Bu yüzden büyünün fiziksel den öte, psikolojik hedefleri vardır. Büyü kendisinde kutsal ve gizil güç bulunan öğelere başvurarak yapılmakta, kutsal olana temas ve müdahaleyi içermektedir.
Haram sudan atlama ve haram uygulamalarındaki temel düşünce “benzerler biribirini etkiler “görüşünden hareketle; benzerin benzerle - pisliğin pislikle –kötü kötü ile yok edilmesi anlayışıdır. Bu anlayış günümüz atasözler arasında yer alan çivi, başka bir anlatımla kısmet açılmaması , kocanın başka kadınlara gitmesi ve benzeri pislikler; pis su olan (haram su) ile yok edilmeye çalışılmaktadır. Bu anlayış günümüz atasözleri arasında yer alan çivi ,çiviyi söker sözleri ile de açıklanabilir. Bununla birlikte haram suyun esas özelliği ,kaynağının anzelha suyu gibi kutsal bir su olmasındandır. Bu suyun sahip olduğu kutsallık ve kudret haram suyu diğer kent içinde akan pis sulardan farklılaştırmaktadır.
Suyun Kutsallığı Şamanizmden kalma bir etki olarak Türklerde su kültü vardır. Kült, kutsal sayılan varlıklar etrafında oluşan inanış ve tapınışlardır. Örn; Toprak ,ağaç ateş su kültleri günümüze kadar ulaşmıştır. Türklerde olduğu gibi islamda ve birçok dinlerde su kutsal sayılmaktadır. Anadolu da akarsulara , göllere pınarlara adaklar adanır. Suyun çıktığı gözlere mumlar yakılır, kurban adanır. Çoğu zaman suyun çıktığı yerlerdeki ağaçlar ve karalar , dağlar da kutsal sayılırlar. Anzelha suyunun kutsallığı Urfa’daki Halil İbrahim Peygamberin yakılması ile ilişkilendirilmektedir. Çünkü Zeliha Halil İbrahim’in kızıdır. Ateşe atılan babasının arkasından çok ağladığı için biriken gözyaşları ile Anzelha gölü oluşmuştur (Anzelha yöresel bir söyleyiş biçimi olup, Ayn göz , anzelha “zelihanın gözü anlamındadır.)
228
Başka bir efsanede Zeliha Nemrut” un evlatlığıdır. Hz. İbrahim’i çok sevmektedir. Hz İbrahim’in ateşe düştüğünü görünce Zeliha’da kendini ateşe atar. Zeliha’nın düştüğü yere Ayn -Zeliha Gölü adı verilir. Diyarbakır’da Anzelha ve Haram suya öylesine bir değer atfedilmiştir ki, bu yöre “Haram Su Yöresi” olarak isimlendirilmektedir. Bir kişi evinin yerini tarif ederken resmi kayıtlarda farklı isimdeki mahallede olmasına karşın, “Haram Su’da oturuyorum” der . Haram Su ve Anzelha’nın çıktığı bölgede kahvehaneler ve birçok bakkallar, marketler, ”Anzelha kahve”, “anzelha market” adını almışlardır. Ancak bugün Diyarbakır’da haram su açıktan akmamaktadır. Şehrin alt yapısına ilişkin yeni düzenlemeler, farklı meslek kollarının sanayiye taşınması, yerleşim yerlerinin şehrin yeni gelişen bölgelerine kayması Haram Suyun geleneksel ortamını değiştirmiştir. Haram Su olarak tanımlanan atık sular yer altında birçok kanallar ve borularla birleştirilmiş olarak Dicle Nehrine akıtılmaktadır. Bununla birlikte, insanlar, çoğunlukla kadınlar Çiftkapı , Urfakapı ve Mardinkapı’daki haram sulara isteklerinin gerçekleşmesi amacıyla halen gitmektedirler.
SONUÇ Müslüman toplumlarda halk dindarlığı yani popüler dindarlık içerisinde İslam öncesi inançların sürdürüldüğü bazı uygulamalar bulunmaktadır. Bu uygulamalar İslam terminolojisi üzerinden yeniden anlamlandırılmakta, ve gündelik hayata dahil edilmektedir. Haram su ile ilgili inanmalar bunun bir örneğidir. Son yıllarda kent yerleşiminin yeni gelişen bölgelere kayması, eski yerleşim bölgelerine kırdan göç edenlerin yerleşmesi sonucu haram su etrafında gecekondular oluşmuştur. Kırdan gelen bu insanlar, haram suya modern insanların geldiğini ifade etmekte, hatta onları hafife almaktadırlar.Bununla birlikte onlarda haram suyun kutsallığına inandıklarını ve gittiklerini söylemektedirler
Dipnotlar *Sarılık tan kurtulmak için anzelhanın balıklı sularına üç gün üstte gidilir suyu seyredilir. *Yedi rakamı sihri ve dini dünyada uğurlu bir rakam olarak kabul edilmektedir. * bir iş için acele edenlere , fazla telaş gösterenlere yörede “Tabakhaneye b… mu ulaştıracaksın” demektedir.
229
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
KAYNAKLAR 1. Olgun, H . “Su Kültürü” www.yağmurdergisi.com.tr .5.06.2007 2. Emiroğlu K,Suavi ,A . Antropoloji Sözlüğü “ Büyü ve Kült terimleri” 3. Tuncer,S.A.” Su.Temizlik, arınma ve marka”. selimtuncer.blogspot.com.5.6.2007 4. “Su Kültüne Bağlı Ziyaret Yerleri “ www.karacaahmet.com.5.6.2007
230
GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİNİN ÖNEMLİ BAZI SICAK SU KAPLICALARI
232
ÖZET Türkiye jeotermal kaynakları bakımından dünyanın sayılı ülkeleri arasında yer almaktadır Güneydoğu Anadolu Bölgesi önemli bir paya sahiptir. Güneydoğu Anadolu Bölgesi, ekonomik ve kültürel zenginliğe sahip, tarihsel önemi olan ve birçok medeniyete ev sahipliği yapmış bir coğrafyadır. Bölgede Diyarbakır (Çermik), Batman (Taşlıdere), Siirt (Billoris), Şırnak (Hısta ve Zümrütdağ), Şanlıurfa (Karaali), Mardin (Dargeçit-Germav), Adıyaman (Tilek) ve Gaziantep (Kartalköy) kaplıcaları bulunmaktadır. Son zamanlarda, ekstrem şartlarda yaşayan bakterilerin keşfi ve bunların biyoteknolojik açıdan önemli biyomateryalleri üzerinde çalışmalar yoğunluk kazanmıştır. Özellikle, termofilik mikroorganizmalardan elde edilen enzimler günümüzde gıda ve tekstil dahil birçok endüstriyel alanda kullanılmaktadır. Ülkemiz ve bölgemiz sıcak su kaynakları açısından oldukça zengindir. Bu kaynaklardan yararlanarak yeni bakteri türleri keşfetmek bakteri sistematiği açısından oldukça önemlidir. Sıcak su kaplıcalarından, elektrik enerji üretiminden turizme kadar, sera ısıtmasından endüstriyel maddelerin üretimine kadar birçok alanda yararlanılmaktadır. Bu bildiride, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yer alan Diyarbakır (Çermik), Batman (Taşlıdere) ve Şırnak (Hista) Jeotermal kaynakları incelenecektir. Jeotermal alanın kısa jeolojisi, bulunan tesisler, suyun kimyasal ve fiziksel özellikleri üzerinde durulacaktır.
GİRİŞ Jeotermal (jeo-yer, termal-ısı anlamına gelir) yerkabuğunun çeşitli derinliklerinde birikmiş ısının oluşturduğu, kimyasallar içeren sıcak su, buhar ve gazlardır. jeotermal enerji de bu jeotermal kaynaklardan ve bunların oluşturduğu enerjiden doğrudan veya dolaylı yollardan faydalanmayı kapsamaktadır. Jeotermal enerji yeni, yenilenebilir, sürdürülebilir, tükenmez, ucuz, güvenilir, çevre dostu, yerli ve yeşil bir enerji türüdür. Jeotermal kaynaklar ile; 1. Elektrik enerjisi üretimi, 2. Merkezi ısıtma, merkezi soğutma, sera ısıtması vb. ısıtma/soğutma uygulamaları,
233
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
3. Proses ısısı temini, kurutma işlemleri gibi endüstriyel amaçlı kullanımlar, 4. Karbondioksit, gübre, lityum, ağır su, hidrojen gibi kimyasal maddelerin ve minerallerin üretimi, 5. Termal turizm’de kaplıca amaçlı kullanım, 6. Düşük sıcaklıklarda (30 °C’ye kadar) kültür balıkçılığı, 7. Mineraller içeren içme suyu üretimi, (1).
Diyarbakır (Çermik) Kaplıcası Kaplıcanın Özellikleri Çermik, Diyarbakır iline bağlı bir ilçe olup, Diyarbakır’ın kuzeybatısında ve 84 km uzaklığındadır. Çermik kaplıca suyu DiyarbakırÇermik yolu üzerinde ve Çermik ilçesinin doğusunda, ilçe merkezine 3 km mesafede yer alan Hamambaşı mevkiindedir. Diyarbakır’da Çermik jeotermal alanında; 115.5 m bir kuyu faaliyettedir. Bölge’de birçok pansiyon, kaplıca derinlikte 51 °C,, debisi 21 (l/sn) olan pompaj sulamalı tesisleri ile Dicle Üniversitesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi sıcak sudan yararlanmaktadır.
ve serpintileme tadavisi, üst teneffüs yolları hastalıkları ve deri hastalıklarını şiddetle tedavi etmektedir. Yapılan incelemelere göre kaplıcanın suyu 48 derece sıcaklığında olup kükürtlü ve radyoaktiftir. Asıl özelliği ise bileşiminde bromür iyonu ve iyodür bulunmasıdır. Çermik’e Çermik özelliğini kazandıran ona ismini veren, yapılış tarihi ve sıcak suyun ne zaman ortaya çıktığı bilinmemektedir. Kaplıcanın suyunun çok eskiden beri mevcut olduğu ve kaplıcanın daha sonra inşa edildiği, ilçede halk arasında anlatılan efsaneden anlaşılmaktadır. Bu efsaneye göre: “Güney Doğu Anadolu’da hüküm süren Acem Kralı’nın Melike Belkıs adında güzel bir kızı varmış. Bu kız bir gün hastalanmış ve vücudunda birtakım yaralar çıkmıştır. Zamanın hekimleri, Melike Belkıs’ı tedavi etmek için çok çaba sarf etmişler, gerekli ilaçları kullanmışlar, fakat bir türlü hastalığının tedavisi mümkün olmamıştır.
Zamanla Melike Belkıs’ın vücuduna kurtlar düşmüş ve çok pis kokular gelmeye başlamıştır. Çalışma alanı 1/ 25000 ölçekli Elazığ - L42-c2 Öyle ki pis kokulardan Melike Belkıs’ın paftasında yaklaşık 15 km2’lik bir alanı bulunduğu saraya girilmez olmuş. Kral bu kapsamaktadır. durum üzerine kızını saraydan çıkarmış ve yanına muhafızlar vererek, ormana terk etmiştir. Melike Belkıs ormanda geze geze bugünkü kaplıcanın bulunduğu yere gelmiş ve sıcak suya rastlamıştır. Yorgunluğunu gidermek için ayaklarını sıcak suyun içine bırakmıştır. Bir müddet sonra vücuduna su değen yerleri İtalya kaplıcalarından sonra nitelik bakımından soyulmaya ve iyileşmeye başladığını görünce, dünyada ikinci olan “ Çermik Kaplıcası” iltihaplı bu sıcak suda bir müddet daha yıkanmış ve romatizmalar, çocuk felçleri, nevrit, polinevrit, tekrar eski sağlığına kavuşmuştur. kadın hastalıkları sendromlarında; koklama
234
Melike Belkıs’ın yanındaki muhafızlar, bu mutlu haberi hemen saraya iletmişler, bunun üzerine kral işin aslını öğrenmek için yanına ustalarını da alıp gelerek bugünkü “Büyük Paşa” denilen kısmın üzerini yaptırarak kaplıca (hamam) şekline getirmiştir. Bu efsaneye göre kaplıcanın Arapların Çermik’i fethinden önce inşa edildiği anlaşılmaktadır. Çermik sıcak su kaynağının ise, çok daha eskiden var olduğunu (498) ve bir ara kuruduğu, Yukarı Dicle ve Fırat Bölgesinin en iyi yerli kaynağı olan Amidli Mar-Yeşuva’nın “Vakayinamesi”’nden öğreniyoruz. Çermik’te bulunan kaplıcalar iki kısım olup, Hamambaşı ve mevkiinde bulunan ve arşiv kaynaklarında “Kudret Hamamı” diye zikredilen bölüm ortaçağdan kalmadır. İlçe merkezindeki “Saray Hamamı” denilen yer ise 16. yy. burada yaşayan “Beyler” tarafından yaptırılmıştır. O zaman ısıtma su ile işletilen bu bölüm, bir ara 3 km uzaklıktaki kaplıcalardan borular vasıtasıyla getirilen yer altı sıcak suyu ile çalıştırıldı. Ancak şu anda kaderine terk edilmiş vaziyette bulunmaktadır. Çermik’te kaplıcalarla ilgili olarak bir çok kez haziran ayında “Melike Belkıs” şenlikleri adı ile festival düzenlenmektedir. Adını kurucusunun isminden alan bu şenliklerin geleneksel hale getirilmesine, ilçe kültürüne ve turizmine faydalı olması için çalışılmaktadır.
Kaplıcanın Mevcut Durumu Kaplıcalar Belediye tarafından işletilmektedir. “Büyük Paşa” ve “Küçük Paşa” denilen tarihi hamamların yanında iki adet localı ve bir adet “Özel Aile Kabinleri” olmak üzere beş ayrı binada hizmet verilmektedir. Çevresinde birçok turistik amaçlı otel ve pansiyon bulunmaktadır. Yaklaşık 800 yatak kapasitesi ile yılda 250.00-300.00 ziyaretçiyi ağırlamaktadır. Büyük Paşa Hamamı’nda; 1, Küçük Paşa Hamamı’nda 1, erkeklere ait localarda 1, kadınlara ait localarda 1 olmak üzere toplam 4 adet havuzu bulunmaktadır. Havuzlar müşterek kullanılmaktadır. Ziyaretçilere gerekli olan hizmetler sunulmaktadır.
235
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Kaplıcanın Özellikleri Kaplıca suyunun grubu sodyumlu, bikarbonatlı klorlu sülfatlı, iyotlu, bromürlü, iyodürlü ve kükürtlüdür. 48 °C, olup radyoaktivitesi 10 Eman Ph değeri 7.6’dır. Banyolara çok elverişlidir. Ancak içmelere elverişli değildir.
bağlı olarak gelişen otel, pansiyon ve lokanta işletmeciliğidir. Çermik’teki birçok tarihi yapılar ziyaretçilerin ilgisini çekmektedir. Bunlardan Haburman Köprüsü, Çermik Kalesi, Ulucami, Çeteci Abdullah Paşa Medresesi, Eski Saray ve Hamamı sayılabilir.
Kaplıca Suyundan Şifa Bulan Hastalıklar
Konaklama
Çermik Kaplıcaları iltihaplı romatizmalar nevrit, polinevrit, çocuk felci kadın hastalıklarının kronik sendromları koklama ve serpintilerine ile de üst teneffüs yolları hastalıklarında çok iyi sonuçlar alındığı tıbbi araştırmalar neticesinde kanıtlanmıştır.
İlçenin 3 km uzaklığında bulunan kaplıcalar mevkiinde birçok otel ve pansiyon bulunmaktadır. Burada her bütçeye uygun barınma olanağı mümkündür (2).
Kaplıcadan Yararlanma Çermik Kaplıcası dört mevsim hizmete açıktır. Ancak tedavi amaçlı kullanımı genellikle Haziran, Eylül ayları arasında yoğunluk kazanmaktadır. Tavsiye edilen kullanım süresi 21 kür’dür. Kaplıca bölgesinde bulunan Dicle Üniversitesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı birimine sevkli gelen hastalara gerekli tıbbi müdahale de yapılmaktadır. Kalp yetmezliği olan hastaların doktor tavsiyesi olmadan kaplıcaya girmesi risklidir.
Genel Durum Termal Kaplıcaları ile ünlü Yeşil Çermik ilçemiz Diyarbakır’a 90 km mesafededir. Dört yanı yüksekliklerle çevrili olan ilçe toprakları Güney Torosların güney eteklerinden başlar ve güneye doğru alçalır. Heykel Dağı eteklerine kurulu ilçede karasal iklim hüküm sürer. Denizden yüksekliği 710 m, yüzölçümü 1032 km2’dir. Halkın geçimini çiftçilik, hayvancılık, bağcılık ve küçük el sanatları ile sağladığı ilçenin diğer bir ekonomik faaliyeti de Kaplıcalara
Batman (Taşlıdere ) Kaplıcası Taşlıdere sıcak su kaynağı, Su analiz raporuna göre su sıcaklığı 78 °C, pH ise 6.7 civarında olup, kalsiyumlu, sdyumlu, sülfatlı, klorürlu sıcak su sınıfına girdiği belirlenmiştir (3). Batman İli Kozluk-Taşlıdere jeotermal alanında bulunan Holi kaplıca kaynağının sıcaklığı 83°C, ve debisi 16 (l/sn) olup kaynaktan kaplıca amaçlı yararlanılmaktadır (4). Batman ili KozlukTaşlıdere jeotermal alanında bulunan Holi kaplıca kaynağının sıcaklığı 83°C ve debisi 16 (l/sn) olup kaynaktan kaplıca ve sera ısıtma amaçlı yararlanılmaktadır (4). Kaynak 2254,08 mg./lt. Toplam mineralizasyona sahip, sodyum, kalsiyum, klorür ve sülfat içeren miks formda olduğu, kaynak çıkış sıcaklığının 84,5 santigrat derece termomineralli su niteliğinde olduğu, romatizmal hastalıkların kronik dönemlerinde, eklemlerdeki aşırı kireçlenmelerde, kronik bel ağrılarında, dizde kireçlenmelerde, kas iltihabında, kaslarla kemiklerin birleştiği bölümde meydana gelen iltihaplarda, travma, bayanlarda omuz kuşağı ağrısında, yumuşak doku hastalıkları, cilt
236
hastalıkları, ortopedik operasyonlarda, kronik nörolojik rahatsızlıklarda, bebeklerin doğum sırasında meydana gelen hastalıklar, kasların istem dışı kasılması (tik), spor yaralanmalarında, tamamlayıcı tedavi unsuru olarak kullanıldığı, açık, kapalı termal havuzlar, konferans merkezine sahip tesisin odalarında da kaplıca suyundan yararlanmak mümkün (5).
Resim:Taşılıdere kaplıcası
Taşlıdere kaplıcasından alınan su örneklerinden izole edilen bakterilerin identifikasyonları ve biyoteknolojik açıdan incelemeleri “Sıcak Su Kaynaklarından Bakteri İzolasyonu, Tanımlanması ve Alicyclobacillus acidocaldarius subsp. rittmannii’nin b-Galaktozidaz Enziminin SaflaştırılmasıReyhan GÜL GÜVEN” adlı doktora tezine konu olmuştur.Ayrıca izole edilen ve tanımlaması yapılan bakteriyle ilgili çalışmalar araştırma makalesi olarak yayınlatılmıştır.( Reyhan Gul-Guven, Kemal Guven, Annarita Poli, Barbara Nicolaus. (2008).Anoxybacillus kamchatkensis subsp. asaccharedens subsp. nov., a thermophilic bacterium isolated from a hot spring in Batman .Journal of General and Applied Microbiology.54:327-334.). Şırnak İli Güçlükonak İlçesi Hista Jeotermal Kaynağı
Resim 11. Hısta Jeotermal kaynağının Çıkış Yeri ve Hamam (N.Özel, Kasım, 2000)
Hısta Kaplıcası, Düğünyurdu köyü içinde ve Şırnak ili, Güçlükonak ilçesine 10 km. uzaklıkta olup, ortalama 250 m batısındaki Dicle nehri kıyısında yer almaktadır. Kaplıca yolunun işlek olmaması ve inşasının yeterli 237
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
olmamasından dolayı kaplıcaya gereken ilgi gösterilmemektedir.
Kimyasal sınıflandırma Hısta Kaplıcasının Tahlil Raporu :
Kaplıcada erkeklere ve bayanlara ait olan iki adet hamam mevcuttur. Kaynak kaptajı iki hamam arasındadır. Kapitaj, Dicle Nehri seviyesinden 30–40 m yüksekte olup, 3x1.5 m boyutunda ve 50 cm. derinliğindedir. Bu kapitaja gelen üç kaynak birleşerek hamamlara doğru akıtılmaktadır (6). Şimdi ise kaynak, yeni yapılan havuza borularla gelmektedir. Dicle Nehrinin karşı kıyısı Mardin iline aittir. Bu kıyıda da Germiab kaplıcası bulunmaktadır.
Tedavi Edici Özellikler Kaplıca sularının tedavi edici nitelikleri konusunda daha ciddi bilimsel araştırmalara ihtiyaç bulunmaktadır. Kaplıcanın, fıtık, bel ağrıları, akrep sokmalarına karşı tedavi gücünün yüksek olduğu ilgili kişiler tarafından belirtilmiştir. Çeşitli üniversiteler ve bilim kurumları yapılacak çalışma ile termal suyun tedavi edici özellikleri daha detaylı tespit edilmelidir. Kaplıcanın tıbbi faydası yanında mitolojik insan olarak bilinen Hz. Süleyman tarafından saba melikesi Belkısana hediye edilen bir güzellik ılıcası olduğu ve havuzun dibinde Hz. Süleyman’ın ayak izinin bulunduğunun söylenmesinden dolayı iç ve dış turistlerin rağbet ettikleri bir turizm yeri haline gelmiştir.
Refik Saydam Merkez Hıfzısıhha Enstitüsünün kaplıcaya ait 19.9.1964 tarihinde 2523 sayılı tahlil raporu aşağıda belirtilmiştir. Suyun mevkii : Hısta Kaplıcası (Koçtepe Köyü) Görünür Berrak Tortu Az var Amonyak Var HS.(litrede) Kükürtlü hidrojen 782Mgr. Uzvi madde için sarf olunan oksijen 232 Mgr. Serbest karbondioksit gazı Yok Katyonlar Mgr. Sodyum iyonat 287244 Kalsiyum (Ca) 204000 Magrasyum (Mgr 6720 Demir Alüminyum (Fe, Al) 5528 İyon 28689 Anyonlar Mgr. Metesilkat iyonu (H2, Si, O3 ) 80600 Hidrokarbonat (HeO3H) 244000 Klor iyonu (Cl) 119000 Sülfat iyonu (SO4) 1024000 Nitrat --- Nitrit --- Kurul hülasa 1850
238
Milival 12489 10200 5600 400
Milival 400 3352 21337 ---------
Analiz tarihi : 31. Mayıs.1975 (Türkiye Maden Suları Raporundan alınmıştır)
İyonlar Amonyum NH4 Lityum Li Sodyum Na Potasyum K Kalsiyum Ca MagnezyumMg Demir Fe Alüminyum Al Çinko Zn Toplam
mg/l 12.2000 0.0116 33.8757 18.6624 243.000 72.3010 0.3250 0.2725 0.1300 480.778
milival /l 0.6777 0.0016 1.4735 0.4773 17.1500 5.9506 0.0116 0.0303 0.0039 25.7765
% milival 2.6292 0.0062 5.7164 1.8516 66.5347 23.0853 0.0450 0.1175 0.0151 100.0000
Klorür Cl 210.000 5.9238 İyodür İ 0.0400 0.0003 Bromür Br 0.0500 0.0006 Fluorür F 2.3000 0.1211 Sülfat SO4 800.000 16.6666 Nitrat NO3 0.4430 0.0071 Nitrit NO2 ---- ---- Hidrofosfat HPO4 0.2777 0.0057 Bikarbonat HCO3 225.7000 3.1000 Hidroarsenat HasO4 0.2128 0.0030 Toplam 1050.8017 26.8047
22.9401 0.0011 0.0023 0.4689 64.5421 0.0274 ---0.0220 12.0048 0.0116 100.0000
Metasilikat asidi H2SİO3 Metaborik asit HB2 Toplam sülfür SH2 Toplam Genel Toplam
37.1800 1.0125 273.5000 310.68 1361.4817
Gazlar Serbest karbondioksit 30.80 mg/ l Serbest kükürtlü hidrojen 210.0 mg/l Serbest oksijen --- mg/l
239
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Fiziko-kimyasal özellikler İletkenlik Sıcaklık PH 6.9
Ülkemizde termal kaynakların yoğun bulunan yerlerde sağlık ve termal turizme gereken önem verilmeli, jeotermal enerjinin kullanım alanları genişletilmelidir.
1.9 x 10-3 mho 63 C º
Radyoaktivite Toplam alfa aktivitesi Toplam bete aktivitesi Radon Rn222 Radyum Ra226 Uranyum228 Debi
491.08 ± 18.76 Pci/l 112.50 ± 5.77 Pci/l 1471 Pci/l 63.46 Pci/l 0.400 mikrogr/l 2.5 l/s
Kimyasal Sınıflandırma Termal kaynak suyu Sülfat (% 64.54 milival), Klorür (% 22.94 milival), Kalsiyum (% 66.53 milival), Magnezyum (% 23.08 milival) ve Hidrojen Sülfürlü (273.5 mg/l) içeren sular sınıfına girmektedir.
Son zamanlarda, ekstrem şartlarda yaşayan bakterilerin keşfi ve bunların biyoteknolojik açıdan önemli biyomateryalleri üzerinde çalışmalar yoğunluk kazanmıştır. Özellikle, termofilik mikroorganizmalardan elde edilen enzimler günümüzde gıda ve tekstil dahil birçok endüstriyel alanda kullanılmaktadır. Ülkemiz ve bölgemiz sıcak su kaynakları açısından oldukça zengindir. Bu kaynaklardan yararlanarak yeni bakteri türleri keşfetmek bakteri sistematiği açısından oldukça önemlidir.
Fiziksel sınıflandırma Hipertermal (63 ºC ), Hipotonik (32.77 milimol/l) termal sudur. PH’sı 6.9, toplam mineralizasyonu 1.36 mg/l’dir. (7).
SONUÇ Jeotermal enerji yeni, yenilenebilir, sürdürülebilir, tükenmeyen, ucuz, güvenilir, çevre dostu, yerli ve yeşil bir enerji türüdür. Dünyada jeotermal kaynaklar yeni uygulama alanları ile insanlığın hizmetine sunulmuş ve bu konuda büyük yatırımlar yapılmıştır. Özellikle çevre kirliliği yaratmayacak enerji kaynaklarına yönelim, bu kaynağın önemini daha da arttırmıştır.
240
KAYNAKLAR 1. tr.wikipedia.org/wiki/Jeotermal_enerji 2. www.kaplica.biz/diyarbakir. 3. Reyhan GÜL GÜVEN(2007).Sıcak Su Kaynaklarından Bakteri İzolasyonu, Tanımlanması ve Alicyclobacillus acidocaldarius subsp. rittmannii’nin Galaktozidaz Enziminin Saflaştırılması-Doktora Tezi-DİYARBAKIR. 4. Ömer Faruk ERTUĞRUL M. Bahattin KURT. Güneydolu Anadolu Bölgesinin Yenilebilir Enerji Kaynakları yönünden değerlendirilmesi. 5. www.batmanexpress.net 6. ÖZEL, N., BEKİŞOĞLU, Ş. ÇESAV (Çevre, Eğitim, Sağlık ve Sosyal Yardımlaşma Vakfı), Güneydoğu Anadolu Bölgesi Termal su Kaynaklarının Seracılık ve Termal Turizmde Değerlendirilmesi 2002, Şanlıurfa. 7. Nedret ÖZEL ().Gap’ta Yer Alan Jeotermal Kaynaklara Genel Bakış ve Güçlükonak(Şırnak) ilçesi Hista Kaplıcaları.
241
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
İKLİM
DİYARBAKIR’DA METEOROLOJİK FAALİYETLER
244
ÖZET Meteoroloji Dünya’nın çatısı (atmosfer) altında yaşayan her canlıyı, özellikle bilinç sahibi olan insanoğlunu etkileyen ve ilgilendiren meteorolojinin Diyarbakır’daki çalışmaları çok eskilere dayanmaktadır. 1929’lu yıllarda küçük bir klima istasyonu olarak hizmet veren Diyarbakır Meteoroloji Müdürlüğü, günümüzde en son teknolojiler ile donatılmış bilgisayar ve haberleşme ağıyla, meteorolojik uydular, otomatik istasyonlar ve sayısal tahmin modellerinin sağladığı ürün desteğiyle değil sadece Bölgemiz, Türkiye ve Dünya’nın her noktası için başta hava tahmini olmak üzere her türlü meteorolojik hizmeti verebilecek konuma gelmiştir. Diyarakır’da klimatolojik, sinoptik, radiyosonde, metar ve taf olmak üzere her türlü meteorolojik gözlem ve tahmin yapılmaktadır.
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
GİRİŞ İnsanların her türlü faaliyet ve aktivitelerini direkt ve indirekt olarak etkileyen meteorolojik olaylar, günümüzde önemini daha da artırarak günlük hayatımızın her aşamasında yer almaktadır. Meteoroloji, atmosferde meydana gelen hava olaylarının oluşumunu, gelişimini ve değişimini, nedenleri ile inceleyen ve bu hava olaylarının canlılar ve dünya açısından doğuracağı sonuçları araştıran bir bilim dalıdır. Meteorolojik olaylar, insanoğlunun yaşamını ilk çağlardan itibaren etkilemiş, insanlar durmadan günümüze kadar dünya atmosferinde olup biten olayların nedenlerini zamanın koşullarına göre inceleyip araştırmışlardır. Bu amaçla da çeşitli gözlem ve incelemeler yaparak hava olaylarını önceden tahmin edebilme yollarını bulmaya çalışmışlardır. Bunların olumlu etkilerinden faydalanma, olumsuz etkilerinden de kurtulma ve korunma yollarını aramışlardır. Dolayısıyla meteoroloji, tarihsel gelişim çizgisi içerisinde insanlar ve toplumlarla iç içe ola gelmiştir.
Hava Tahmini Belirli bir ülke, bölge veya merkezde, bir zaman dilimi içinde görülebilecek meteorolojik olayların gözlem ve analizlere dayanılarak önceden öngörülme çalışmaları hava tahmini olarak adlandırılır. Hava tahmini üç aşamalıdır; • Gözlemler • Analiz • Tahmin
245
Yusuf ALTUNÇ Dr. M.Latif GÜLTEKİN Diyarbakır Meteoroloji Bölge Müdürlüğü yaltunc@dmi.gov.tr lgultekin@dmi.gov.tr
Gözlemler Yer ve Gemi Gözlemleri Türkiye’de 400 Dünyada 10.000 den fazla yer gözlem istasyonunda, 900 şamandıra ve 7300 gemiden; bazılarında her yarım saatte, bazılarında her saat başında, bazılarında da 3 saatte bir, otomatik ölçüm sistemlerinde ise her dakika parametreler ölçülür ve kaydedilir. Bu parametreler: • Basınç rasatları • Sıcaklık Rasatları • Nem Rasatları • Bulutluluk Rasatları • Görüş uzaklığı Rasatları • Güneşlenme Rasatları • Radyasyon Rasatları • Buharlaşma Rasatları • Rüzgâr Rasatları • Yağış ve diğer hidrometeorlar • Kar Rasatları • Toprak sıcaklıkları • Meteorolojik olaylar • Fenolojik rasatlar Bu değerlerin çoğu son çalışmalarla ülkemizin tamamında 356 otomatik istasyon marifetiyle sensörler yardımıyla ölçülmektedir. Diyarbakır’da biri Meydan Meteoroloji Müdürlüğü diğeri Ünal Erkan Heliport sınırları dahilinde olmak üzere iki otomatik gözlem istasyonu mevcuttur. Yüksek Seviye Gözlemleri Atmosferin üst tabakaları için gözlem yapan istasyonlarda radyo vericili gözlem aleti, Hidrojen veya benzeri hafiflikte gazla doldurulmuş bir balona bağlanarak atmosfere bırakılır.
Bu balonlarla 30–40 km yüksekliğe kadar çıkabilen ölçüm cihazı; Belirli basınç seviyelerinin Yüksekliğini, Bu seviyelerdeki sıcaklık ve nemi, Rüzgar yön ve şiddetini; Ölçerek radyo sinyalleri ile yer istasyonuna gönderir. Bu işlem 00:00 ve 12:00 UTC’ de olmak üzere günde iki kez tekrarlanır. Türkiye’de, bir tanesi Diyarbakır’da olmak üzere 8 ve dünyada 1000 meteoroloji istasyonu tarafından yapılmaktadır.
Uydu ve Radar Görüntüleri Haritaların analizinden sonra uydu ve radar görüntüleri ile karşılaştırılır ve cephenin yeri, hareket yönü ve hareket hızı belirlenir. Radar görüntüleri ile bölgede kuvvetli hava olayları için çok kısa vadeli tahminler yapılır.
Analiz Yer Analiz Haritası Yerel basıncın deniz seviyesine indirgenmesi ve bu değerlerin haritalarda işlenip eş basınç çizgilerinin çizilmesiyle elde edilen haritadır. Değerleri hektopaskal olarak üzerine yazılır. Alçak yüksek basınç merkezlerini ile hava kütlelerini birbirinden ayıran çizgiler (cephe) çizilir.
500 mb Haritası: Eş yükselti eğrilerini gösteren kontur çizgileri ile haritalar çizilir. Alçak ve yüksek merkezler ile soğuk ve sıcak havanın yerleri belirlenir.
Sayısal Haritalar: Yer ve yukarı seviyedeki tüm meteorolojik parametreler, ölçülerek bilgisayara aktarılır. Süper bilgisayarlar vasıtasıyla atmosfer modelleri çalıştırılır ve on güne kadar kesintisiz tahminler yapılır. Hava ve benzer tahmin
246
yapanların en büyük destekçisi bilgisayarın ürettiği bu ürünlerdir.
Tahmin Toplanan tüm bilgiler, yapılan analizler deneyimli uzman kadrolar tarafından değerlendirilerek rapor haline getirilir. Bu raporlar kabaca şunlardır: • Günlük rapor • 5 Günlük rapor • 7 Günlük rapor • Mevsimlik Rapor • İhbar
Hizmetler ve Diğer Ürünler Web Sayfası www.dmi.gov.tr adresindeki sitemiz sürekli güncel bilgileri ile Türkiye’nin en çok tıklanan sitelerinden birisidir. Günlük ziyaretçi sayısı 3 milyonu aşmıştır.
İhbarlar Zarar yapma ihtimali olan her türlü tahmin anında web sitesinde yayınlanır ve tüm ilgili birimlere iletilir.
Meteorolojik Uyarılar ve Tahminler Cep’te Cep telefonlarından gerekli ayarlar yapıldıktan sonra tüm ihbar ve tahminler kısa mesaj olarak SMS olarak alınabilmektedir.
Karayolları Uyarı Sistemi Karayolu ile seyahat edeceğiniz iki nokta ve seyahat saatleri seçtikten sonra yol güzergahı boyunca ayrıntılı tahmin raporları veren uygulamadır. Adresi: http://www.dmi.gov.tr/tahmin/karayollari-tahmin-sistemi.aspx’dir.
Hava Kirliliği ve Enverziyon Riski Sıcaklık, normal atmosfer koşulları içerisinde yerden itibaren yükseldikçe her 100 m. 0.5 ile 1.0 °C arasında azalma eğilimi göstermektedir. Sıcaklığın yükseklikle azalacağı yerde artış göstermesi durumuna sıcaklık terselmesi (temperature of inversion) ya da sıcaklık enverziyonu denilmektedir. Bu enverziyon hem kirlilik hem de sis ve pus gibi görüş engelleyici hadiselere sebep olmaktadır. 48 saatlik periyot boyunca enverziyon riskleri Türkiye
247
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
haritasına işlenmiş olarak sürekli güncel tutulmaktadır. A d re s i : h t t p : / / w w w. d m i . g o v. t r / t a h m i n / enverziyon-risk-haritasi.aspx’dir.
Toz Taşınımı Tahmini Son yıllarda özellikle bölgemizde görülmeye başlayan kum ve toz hareketleri hem görüş engelleyici olmasından hem de sağlık riskleri taşımasından dolayı takibi gerekli olaylardır. 72 saatlik periyot boyunca tozlanma riskleri Türkiye haritasına işlenmiş olarak sürekli güncel tutulmaktadır. Adresi:http://www.dmi.gov.tr/tahmin/tozmodeli.aspx’dir.
A d r e s i : h t t p : / / w w w. r a d y o . d m i . g o v. t r / MeteorFmCanliYayin.aspx
Klimatolojik Verilere Online Ulaşım (TÜMAS) Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü merkez ve taşra birimlerince gözlem, ölçüm ve hesaplama sonucu elde edilen veriler, uzaktan algılama sistemlerinden alınan ham ve işlenmiş veriler, sayısal model girdi-çıktı verileri, anlaşmalar yoluyla uluslararası veya ulusal kaynaklardan elde edilen meteorolojik veriler, arşiv sistemimize kaydedilmekte olup üye olan kullanıcılarımıza istenilen formatta sunulmaktadır. Adresi: http://tumas.dmi.gov.tr
Orman Yangınları Risk haritaları Yaz günlerinde 72 saatlik periyot boyunca orman yangını riskleri Türkiye haritasına işlenmiş olarak sürekli güncel tutulmaktadır.
Meteoroloji Radyosu 1962 yılından 2004 yılına kadar kısa dalgadan yayın yapmakta olan Meteorolojinin Sesi Radyosu, 2004 tarihinde Ankara’da FM bandı 92.4 frekansından Meteor FM adıyla ve 1 Şubat 2008 tarihinden itibaren de tekrar “Meteorolojinin Sesi Radyosu” adıyla sesini duyurmaya başladı. Dünyadan ve Türkiye’den haberleriyle, bilimden sanata, çevre bilincinden kişisel gelişime kadar geniş bir yelpazede bilgi kanalı olmayı hedefleyen Meteorolojinin Sesi Radyosu ayrıca müziğin her türünden en güzel örnekleriyle de kulağınızda yer etmeye devam edecek. Diyarbakır’da FM 91.5 frekansından yayın yapan radyomuzu online olarak da dinleyebilirsiniz.
Google Earth Gösterimi Bu uygulama için Google Earth programının bilgisayarınızda yüklü olması gerekmektedir. Uydu görüntülerinin mahallelere kadar yakınlaştırılarak incelenmesine olanak sağlar. Adresi:http://www.dmi.gov.tr/sondurum/uydu. aspx
SONUÇ Bilim adamları hava olaylarında “kelebek etkisi” denilen bir olguyu ortaya koymuşlardır. Buna göre Florida kıyılarında bir kasırgayı, Pekin’de kanat çırpan bir kelebek tetikleyebilmektedir. Başka bir ifadeyle, başlangıç şartlarında meydana gelen küçücük bir hata ileride muazzam bir hataya neden olabilecektir. Günümüzde %90-93 olan hava tahmin tutarlılıkları, bilim ve teknolojideki gelişmelerle artarak %100’e yaklaşabilecek ama hiçbir zaman %100 tutarlılığa ulaşamayacak ve tahminden öteye geçemeyecektir. Meteoroloji Genel Müdürlüğü
248
ve çalışanları olarak hedefimiz bütün teknolojik imkanları kullanarak tahmin tutarlılıklarımızı artırmak ve %100’e yaklaşmaktır. Bu amaca yönelik olarak her türlü destek ve önerilerinizi bekleriz.
KAYNAKLAR 1. DMİ, 2010. www.dmi.gov.tr Meteoroljoi İşleri Genel Müdürlüğü Web Sitesi 2. DMİ, 2010. intranet.dmi.gov.tr Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü yerel İntranet Sitesi.
249
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
KÜRESEL İKLİM SENARYOLARI VE DİYARBAKIR’A OLASI ETKİLERİ
250
ÖZET Dünyamız ve atmosfer insanoğlunun yaşam şartlarına uygun olarak mükemmel bir dengede yaratılmıştır. Binlerce yıldır süregelen bu denge içerisinde bütün varlıklar görevlerini tam yaparken, tek istisna olan insanoğlu ise kendine verilen sınırlı iradeyi kötüye kullanarak üzerinde yaşadığı Dünya’yı bütün canlılarla birlikte büyük bir tehlikeyle karşı karşıya getirmiştir. Özellikle 1800’li yıllardan sonra sanayi devrimiyle birlikte insanoğlu atmosfere saldığı sera etkisi yapan gazlarla kirletmeye başlamıştır. Çılgınca tüketim ve israfın da artmasıyla küresel ısınma sorunu ortaya çıkmış ve son yıllarda hızla artarak bütün insanlığı tehdit edecek boyutlara ulaşmıştır. Adeta insanoğlu kendi eliyle sonunu (kıyametini) hazırlamıştır. Artık tehlike sinyalleri bütün dünyada çalıyor ve ucu bu felaketin en büyük müsebbibi olan sözde uygar özde vahşi batı toplumlarına da dokunmaya başladı. Bu aşama’dan sonra, dünya milletleri bu kötü gidişi durdurmak veya en azından yavaşlatmak için bir takım arayışlar içerisine girmeye başladı. Bu çalışmada küresel iklim senaryoları ve Diyarbakır’a olası etkileri ile bu sürece olumlu katkı sağlamak amacıyla, toplum ve birey olarak alınabilecek tedbirler üzerinde durulacaktır.
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
GİRİŞ İnsanlarımız kısa süreli (günlük, haftalık, aylık ve yıllık) hava değişimlerine bakarak yanlış olarak iklimin değiştiği kanısına varırlar. Bir yerde iklim değişiminden söz etmek için iklim verilerinin uzun yıllar ortalamasına bakmak gerekir. Hava; her gün yaşanılan ortamdır, her an değişebilir. İklim ise hava olaylarının uzun yıllar ortalamasıdır. Bir yerin en az 30 yıllık iklim verilerinin ortalaması o yerin iklim bilgisi olarak değerlendirilir (Şekil 4a-f). Dolayısıyla bir yerdeki iklim değişiminden bahsetmek için, o yerin iklim verilerinin uzun yıllar ortalamalarındaki sapmalara bakmak gerekir (Şekil 4a-f). Küresel iklim değişimine yol açan büyük ölçekli faktörleri şöyle sıralayabiliriz [3];
Astronomik Nedenler Dünyanın ekseni 23 derece sağa yatkın olup 11 bin yılda bu sola yatıyor. Bizim yaşantımız bu olay için çok kısa kaldığı için fark edemiyoruz. 11 bin yılda bu eksen değiştiği için yazlar ile kışlar yer değiştirir.
Okyanuslarda Mercanların Ölümü İnsanların okyanuslarda yol açtığı kirlilik yüzünden orman hükmünde olan
251
Dr.M.Latif GÜLTEKİN Mahmut MÜSLÜM Mustafa ALTINER Diyarbakır Meteoroloji Bölge Müdürlüğü lgultekin@dmi.gov.tr mmuslum@dmi.gov.tr maltuner@dmi.gov.tr
mercanlar ölüyor. Mercanlar planktonları üretir, balıklar da planktonlarla beslenir. Mercanların ölümüyle okyanuslar tarafından tutulan karbondioksit gazı atmosfere geri verilir. Bu da hem küresel ısınmaya, hem de ozon tabakasının tahribatına yol açar.
Buzulların Erimesi a
Küresel ısınma sonucu güney ve kuzey kutup bölgelerinde yer alan buzulların erimesi küresel iklim değişiminin önemli belirtilerindendir.
b
Güneşteki Durum Güneş’te oluşan patlamalar, aktiviteler, etkinlikler (Şekil 2c) Güneş’ten Dünyamıza gelen radyasyon şiddetini büyük oranda etkiler. Bu da Dünya’nın sıcaklığının artmasına veya azalmasına yol açar.
c Şekil 1. Küresel İklim Senaryolarına göre 2100’e Kadar; a) Sera Gazları; b) Sıcaklık ve Denizlerdeki Su Seviyesinde Beklenen Değişiklikler c) 1973–2006 Arası Aylık Ortalama CO2 değişimi
Volkanlar Volkanik patlamalar sonucu atmosfere savrulan yoğun kül ve duman tabakası Güneş radyasyonunun yeryüzüne ulaşmasını engellemektedir. Bu da sıcaklığın düşmesine ve asit yağmurlarına yol açtığından, Dünya iklimine etki eden önemli bir faktördür.
Kıtaların Yer Değiştirmesi Çok uzun zaman süreçlerinde kara ve deniz alanlarında meydana gelen yer değişimleri küresel iklime etkisi olan diğer bir faktördür.
Tablo 1. Küresel İklim Senaryolarına Sıcaklık ve Deniz Seviyesinde Beklenen Artış (2100’e kadar)
Küresel İklim Senaryoları Küresel iklim senaryolarına göre [2] dünyayı ciddi olarak tehdit eden iklim değişiminin etkilerini şu şekilde sıralayabiliriz [1], [3], [6]; • Doğal kaynaklar azalacak ve ekonomik bakımından bölgesel farklılıklar artacak. Taşkın riski ve toprak erozyonu, özellikle de sahil kesimlerinde, artacak (Deniz seviyesinin yükselmesi ve fırtınaların artmasından dolayı). • Dağlık alanlarda buzullar eriyecek, kar tabakası azalacak (Şekil 2a), kış turizmi gerileyecek. • Kötümser senaryolara göre 2080’li yıllarda bazı bölgelerde canlı türlerinde %60’a varan
252
•
• • • •
azalmalar olacak. İklim değişimi Güney Avrupa’da, yüksek sıcaklık ve kuraklık gibi kötü şartlar doğurabilir. Bu da, kullanılabilir su miktarı, hidroelektrik enerji potansiyeli, yaz turizmi ve genel olarak ürün hâsılatının azalmasına yol açabilir. İklim değişimi sonucu oluşacak sıcaklık dalgaları ve orman yangınları insan sağlığını ciddi olarak tehdit edebilir (Şekil 5a). 2100'e kadar sıcaklık 1,8 ile 4 derece artacak. Bu binlerce yıldır iklimde meydana gelen en dramatik değişiklik (Şekil 1b, Tablo 1). Uzun süreli ve yoğun sıcak hava dalgalarıyla daha sık karşılaşacağız Uygarlaşma ne kadar yavaşlarsa yavaşlasın ya da sera gazlarının salımı ne kadar azalırsa azalsın, küresel ısınma ve deniz seviyesinin yükselmesi asırlarca sürecek. Okyanuslardaki su seviyesi 18 ile 59 santimetre yükselecektir (Şekil 1a-b, Tablo 1).
a
b
c Şekil 2. a) IPCC değerlendirme Raporuna Göre Sıcaklık, Deniz Seviyesi ve Kar Tabakasında 1961-90 Yılları Arası Meydana Gelen Değişimler b) İklim Değişiminde İnsan Faktörü c) Güneş Lekeleri
· 253
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
• • • •
Daha şiddetli fırtınalar görülecek. Sıcaklık dalgaları daha sık yaşanacak. Kutup buzulları eriyecek. 2100 yılı yazında artık Antarktika olmayabilir. Bangladeş'ten Hollanda'ya pek çok kıyı ülkesi sular altında kalma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır. Deniz seviyesinin 1cm yükselmesi için Kuzey kutup buzulunun 1641 cm, toplam buzul alanının ise 148 cm kalınlığında erimesi gerekmektedir [5].
Küresel İklim Değişiminin Diyarbakır’a Olası Etkileri Küresel iklim senaryolarına göre Diyarbakır’ında içinde olduğu bölgelerde 2100 yılına kadar sıcaklıkta 2–3 °C artış beklendiğinden [2][3][4], küresel ısınmanın Diyarbakır’a etkilerini mercek altına aldık.
Veri Küresel iklim değişiminin Diyarbakır’a etkilerini ortaya koymak amacıyla Diyarbakır’a ait iklim verilerini inceledik. Diyarbakır’ın sıcaklık (ortalama, maksimum, minimum), basınç, nem, yağış, kar yağışlı gün sayısı verilerinin 1975–2010 yılları arasındaki saatlik, günlük, aylık ve yıllık değerleri Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün Türkiye Meteorolojik veri Arşiv Sistemi (TÜMAS)’nden temin edildi [7].
Küresel Isınmanın Diyarbakır’a Etkileri Dünyayı etkileyen belli başlı basınç sistemleri var (Şekil 3a). Bunlardan dört tanesi (geniş daire içine alınanlar) Türkiye’yi de etkilemektedir (Şekil 3a-b). Bunlar; İzlanda Alçak Basınç Merkezi (IABM), Sibirya Yüksek Basınç Merkezi (SYBM), Azor Yüksek Basınç Merkezi (AYBM) ve Basra Alçak Basınç Merkezi (BABM)’dir. Küresel
iklim senaryolarının Diyarbakır ve civarı için beklenen sıcaklık artışının ana kaynağı olarak BABM’in bölgemiz üzerinde etki alanını ve şiddetini artırması gösterilebilir. Ters muson oluğunun devamı niteliğinde olan BABM güneyli rüzgârların da etkisiyle kurak ve sıcak olan karasal tropikal havayı Diyarbakır üzerine taşıyarak sıcaklığı hızlı bir şekilde artırırken, nem oranının düşürmektedir. Ayrıca, gece (minimum) ve gündüz (maksimum) sıcaklıkları arasındaki farkın artması (çöl ikliminin karakteristik özelliği), basıncın düşmesi, kar yağışlı gün sayısının azalması ve yağış miktarlarının düşmesi bu basınç merkezinde beklenen sonuçlardır. Bu bilgiler ışığında Diyarbakır’ın uzun yıllar (1975–2010) trendine baktığımızda şu sonuçları net olarak görebiliriz (Şekil 4a-f); • Günlük basınçta azalma trendi (Şekil 4a), • Günlük bağıl nemde belirgin bir düşüş trendi (Şekil 4b), • Yıllık sıcaklık ortalamalarında belirgin artış (Şekil 4c), • Yıllık toplam yağış miktarlarında düşüş (Şekil 4d), • Yıllık maksimum ve minimum sıcaklık farkı ortalamalarında net artış trendi (Şekil 4e), • Yıllık kar yağışlı günlerin sayısı 1990’lı yıllardan sonra düşüş trendine (Şekil 4f) girmiştir. •
a b Şekil 3. a) Basınç Merkezlerinin dağılımı (A: Alçak Basınç Merkezi, Y: Yüksek Basınç Merkezi) b) Türkiye’yi Etkileyen Basınç Merkezleri
254
Bütün bu göstergeler, net olarak, BABM’nin Diyarbakır ve çevresinde etkisini artırdığına işaret etmektedir. Atmosferdeki sera gazı birikimlerinin artışına bağlı olarak (Şekil 1a, Şekil 1c) önümüzdeki on yıllarda gerçekleşebilecek bir iklim değişikliğinin, Diyarbakır ve çevresinde neden olabileceği çevresel ve sosyoekonomik etkiler şöyle sıralayabiliriz; • Kuvvetli Yağış ve Sel Olayları Artacak; Meteorolojik karakterli doğal afetlerin (Şekil 5b) (ani kuvvetli yağış, sel, dolu, fırtına, çığ, vb.) sayısı ve kuvvetinde önemli artışlar olacaktır. • Çöl iklimi hüküm sürecek; İklim kuşakları, Yerküre’nin jeolojik geçmişinde olduğu gibi, ekvatordan kutuplara doğru yüzlerce kilometre kayabilecek ve bunun sonucunda da Diyarbakır ve çevresi, bugün Orta Doğu’da ve Kuzey Afrika’da egemen olan daha sıcak ve kurak bir iklim kuşağının etkisinde kalabilecektir (Şekil 3a-b).
a
b
c
d
e f Şekil 4. Diyarbakır’ın Uzun Yıllar; a) Günlük Basınç b) Günlük Nem c) Yıllık Ortalama Sıcaklık d) Yıllık Toplam Yağış Miktarı e) Yıllık Ortalama Maksimum-Minimum Sıcaklık Farkı f) Yıllık Toplam Kar Yağışlı Gün Sayısı Değişimi
255
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
•
•
•
•
•
•
Toz ve Kum Fırtınalarının Sıklığı ve Etkisi Artacak; Önceki yıllarda bölgemizde daha ziyade yazın hüküm süren Basra Alçak Basınç Merkezi (Şekil 3a-b) şiddetini ve etki alanını genişleterek, ilkbahar, sonbahar ve hatta az da olsa kış aylarında etkileyerek ve beraberinde getirdiği toz ve kum partiküllerini Diyarbakır üzerine taşıyacaktır (Şekil 5c). Tarımsal üretim potansiyeli değişebilir: İklim kuşaklarındaki bu kaymaya uyum gösteremeyen fauna ve flora yok olacaktır. Tarımsal üretim potansiyeli değişebilir (bu değişiklik bölgesel ve mevsimsel farklılıklarla birlikte, türlere göre bir artış ya da azalış biçiminde olabilir). Doğal karasal ekosistemler ve tarımsal üretim sistemleri, zararlılardaki ve hastalıklardaki artışlardan zarar görebileceklerdir. Güneyden Kuzeye Göç Başlayacak: Bölgemizi etkileyecek çöl ikliminin yol açtığı yüksek sıcaklık ve olumsuz şartlardan dolayı Diyarbakır ve çevresinde kuzeye yoğun göç yaşanacak. Bu göçlerle, hassas dağ ve vadi-kanyon ekosistemleri üzerindeki insan baskısı artacaktır. Yer altı ve yer Üstü Su Kaynakları Azalacak, Su Kalitesi Düşecektir: Türkiye’nin kurak ve yarı kurak alanlarındaki, özellikle kentlerdeki su kaynakları sorunlarına yenileri eklenecek; tarımsal ve içme amaçlı su gereksinimi artacak ve kalitesi düşecektir. Çölleşme ve Erozyon Artacak: Kurak ve yarı kurak alanların genişlemesine ek olarak, yaz kuraklığının süresi ve şiddetindeki artışlar, çölleşme sürecini, tuzlanma ve erozyonu artıracak. İnsan Sağlığı Üzerindeki Risk Artacak:
•
Sıcaklığın artması (Şekil 4c) ile insan sağlığı ve biyolojik üretkenlik üzerindeki risk artacak. Isı stresinden kaynaklanan enfeksiyonlar, özellikle büyük kentlerdeki sağlık sorunlarını da beraberinde getirebilir (Şekil 5a). Soğutma ve Havalandırma Amaçlı Enerji İhtiyacı Artacak: Diyarbakır ve çevresinde kürese ısınmanın etkisiyle sıcaklıklarda beklenen 2–3 derecelik artışlar (Şekil 4c) [2], ısı adası etkisi ile de havalandırma ve soğutma amaçlı enerji tüketimini artıracaktır [1].
a
b
c Şekil 5. a) Hissedilen Sıcaklık ve İnsan Sağlığına Etkisi; b) Diyarbakır’da bir Taşkın Hadisesi c) Güneydoğuda Bir Toz Fırtınası
256
Yenilenebilir Eneri Potansiyelleri Değişebilir: İklim değişimi sonucu Diyarbakır’da rüzgar enerjisi potansiyeli düşmesi; güneş enerjisi potansiyelinin ise artması beklenmektedir [2]. Karlı Günlerde Azalma, Ani Kar Erimesi ve Çığlarda Artış Olabilir: Mevsimlik ve kalıcı kar-buz örtüsünün kapladığı alan ve karla örtülü devrenin uzunluğu azalabilir (Şekil 4f); ani kar erimeleri ve kar çığları artabilir.
Küresel İlkim Değişimine Karşı Alınası Gereken Acil Tedbirler Küresel iklim değişimi etkilerini azaltmak ve oluşa bilecek zararları minimize etmek için sürdürülebilir ve gerçekçi önlemlerin acilen alınması gerekir. Bu süreçte Devletin alması gereken acil tedbirler olduğu gibi birer olarak da üzerimize düşe görevler vardır. Toplum Olarak Alınması Gereken Tedbirler Diyarbakır ve çevresinde küresel iklim değişiminin olumsuz etkilerine karşı sürdürülebilir ve gerçekçi önlemlerin acilen alınması gerekir. İnsanlara otomobil kullanmayın, çevreyi daha az kirletin ve CO2 miktarını düşürmek için tüketimleriniz azaltın, enerji kaynaklarını temiz enerjiye dönüştürün daha az enerji kullanın, suyu az tüketin gibi öneriler elbette doğru önerilerdir fakat artan refah düzeyi ile insanların tüketim alışkanlıkların vazgeçmesi konusundaki güçlükler nedeniyle çok fazla uygulanabilir değildir. Bunun için vakit kaybetmeden aşağıdaki tedbirlerin uygulamaya geçirilmesi gerekir; • Orman alanları bakımında çok fakir olan Diyarbakır ve çevresinin, hiç boş alan kalmayacak şekilde, daima yeşil kalabilen ve hızlı yetişen, az su isteyen ve yangına dayanıklı ağaçlarla ağaçlandırılması gerekir. • Yer altı sularının kullanımı konusunda ciddi bir disiplin oluşturulması gerekir, • Mümkün olduğu kadar sulak alan oluşturularak Mikro Klima alanları artırılmalıdır. • Yeraltındaki büyük boşluklara tatlı su şarj edilerek buralar depo olarak kullanılabilir. • Enerji tüketimi azaltılmalı ve yenilenebilir enerji kaynaklarına ağırlık verilmelidir. • Çevrenin ve atmosferin korunmasına önem verilmeli ve gerekirse bu konuda kanuni zorlama yapılarak koruma hızlandırılmalı. • Uluslar arası süreçleri (BM İklim Değişikliği Konferansı, Kyoto Protokolü, vb.) devam ettirirken, diğer yandan yerel bazda ulusal çareler üretilmeli.
257
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
• Su konusundaki hesaplar doğru yapılmalıdır. Çünkü tatlı su kaynakları Hidrolojik çevrimin en son ürünü olan Yağmur ve Kar’a bağlıdır. Hidrolojik döngüdeki bozulma her şeyi altüst edebilir. • Tarım politikaları doğru yapılandırılıp mevsimsel iklim tahminlerine göre ekim, dikim yapılmalıdır. Düzenli gıda stokları tutulmalıdır. • Sınır aşan sularla ilgili olarak, ilgili ülkelerle su paylaşımı ve su kullanımı konusunda ortak politikalar oluşturup, uyuşmazlıklar giderilmeli, denizlere akan tatlı suyun su ihtiyacı olan bölgelere transferi sağlanmalıdır.
Birey Olarak Alabileceğimiz Tedbirler Küresel ısınmanın olumsuz etkilerine karşı birey olarak her birimizin alması gereken tedbirleri şu şekilde sıralayabiliriz; • Kürese ısınmanın olası etkileri hakkında bilgilenelim. • Ağaç dikelim. • Enerjiden tasarruf edelim. Energy Star etiketli yeni teknoloji TV ve VCR’lar enerji kayıplarını %75’e kadar azaltır. Enerji tasarruflu lambalar akkor lambalara göre % 80 kadar enerji tasarrufu sağlar. • Suyu tasarruflu kullanalım. Bulaşık makinesine bulaşıkları koymadan önce musluk altında tutarak yıkamayalım. • Elektrikli aletleri düğmesinden kapatalım. • Alışverişimizi bulunduğumuz çevrede yapalım. • Daha kısa mesafelere ve daha az sıklıkta seyahat edelim. • Güneş enerjisinin kullanımını
yaygınlaştıralım. • Yemek pişirmeyi öğrenelim ve mümkün mertebe evde yemeye dikkat edelim. • Az tüketip yeniden kullanalım, geri dönüştürelim. Plastik maddelerin kullanımını azaltıp mevcutları tekrar kullanalım. Kullanamadıklarımızı geri dönüşüm kutularına koyalım. • Karar vericilere iklim değişimi problemine karşı duyarlı olduğumuzu fark ettirelim.
SONUÇ Geçmiş 400.000 yılda CO2 miktarı en fazla 320 PPP olmuşken, günümüzde bu miktarı 385 pim’e kadar çıkmıştır [4]. Gelecekte CO2 emisyonundaki yükselişin artarak devam etmesi beklenmektedir. CO2 ile sıcaklık arasındaki paralellik (Şekil 1c) göz önüne alınarak, Diyarbakır’da içine alan Türkiye’nin Güneydoğusu ile Güney Avrupa bölgelerinde 2100 yılına kadar sıcaklığın 1,8 ile 4 °C artması beklenmektedir. Bu durum binlerce yıldır iklimde meydana gelen en dramatik değişikliktir. İnsanoğlunun atmosfere saldığı CO2 ve CFC gazları dolayısıyla küresel iklim değişiminin önüne geçmek mümkün olmayacaktır. Uygarlaşma ne kadar yavaşlarsa yavaşlasın ya da sera gazlarının salımı ne kadar azalırsa azalsın, küresel ısınma ve deniz seviyesinin yükselmesi asırlarca sürecek. Okyanuslardaki su seviyesi 18 ile 59 santimetre yükselecektir. Bu aşamadan sonra alacağımız tedbirler ancak iklim değişimi trendini yavaşlatıp, olası etkilerini minimize edebiliriz. Öyle görünüyor ki, insanlığın sonu insanoğlunun eliyle olacaktır.
258
KAYNAKLAR 1. GÜLTEKİN, M.L., Türkiye’de Derece-Günler Modellemesi ve Analizleri, İTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü, Meteoroloji Mühendisliği Bölümü, Doktora Tezi, 242s, 2001. 2. IPCC, Intergovernmental Panel on Climate Change, Summary for Policymakers, Working Group III of the IPCC, Bangkok, Thailand. 30 April - 4 May 2007, 23 pp, 2007. 3. KADIOĞLU, M., Küresel İklim Değişimi ve Türkiye, ISBN No: 9758621084, Güncel Yayıncılık, İstanbul, 382 s, 2008. 4. KADIOĞLU, M, ŞEN, Z. and GULTEKİN, M.L., Variations and Trends in Turkish Seasonal Heating and Cooling Degree-Days, Climate Chang, 49, 209-223, 2001. 5. KAYHAN, M., Küresel İklim Değişimi ve Türkiye, DMİ Genel Müdürlüğü, Ankara, 16 s. www.eyd.cevreorman.gov.tr/kureselisinma/ kureseliklimdegisimiveturkiye.pd, 2007. 6. TÜRKEŞ, M., SÜMER, U. M. ve ÇETİNER, G., 2000. Küresel iklim değişikliği ve olası etkileri, Çevre Bakanlığı, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Semineri, İstanbul Sanayi Odası, 13 Nisan 2000, 7-24, İstanbul. 7. TÜMAS, Türkiye Meteorolojik veri Arşiv Sistemi, Meteoroloji Genel Müdürlüğü, Ankara tumas.dmi.gov.tr/wps/portal, 2010.
259
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
DİYARBAKIR İÇİN RÜZGAR ENERJİSİ POTANSİYELİ VE FAYDALANMA YÖNTEMLERİ
260
ÖZET Nüfusun, kentleşmenin, sanayinin ve teknolojik araç çeşitliliğinin artmasıyla birlikte 1973 yılında dünyada petrol krizinin de çıkması, alternatif ve yenilenebilir enerji kaynaklarına ilginin artmasına sebep olmuştur. Bunların başında atmosferde serbest halde bulunan rüzgar tarafından elde edilen rüzgar enerjisi gelmektedir. Bu çalışmada Diyarbakır’ın rüzgâr enerjisi potansiyeli genel olarak değerlendirilerek ekonomik RES’ ne ihtiyacının olup olmadığı araştırılmıştır. 50 m seviyesi dikkate alınarak yapılan araştırma sonucunda, Diyarbakır’ın Türkiye’de kurulan veya kurulması planlanan ekonomik RES’ leri için gerekli olan ortalama rüzgar şiddeti ve ortalama güç potansiyeli değerlerinin altında değerler gösterdiği belirlenmiştir. Çalışmamız ön değerlendirme ve fikir verme amaçlı yapılmıştır.
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
GİRİŞ Mevcut enerji üretim ve tüketim sistemlerinin, doğanın dengesini bozarak, canlı sağlığını ve geleceğini tehdit edecek boyutlara getirdiği herkesçe bilinmektedir. Dünya enerji ihtiyacının önemli bir bölümünü karşılayan fosil yakıtların kısıtlı kullanım sürelerinin olması, enerjinin elde edilmesi sırasında çevreye yapılan tahribat ve gelecek nesillerin de enerji ihtiyacı dikkate alındığında, yenilenebilir enerji kaynaklarının ve bu kapsama giren rüzgar enerjisinin önemi daha iyi anlaşılmaktadır [1]. Yüksek özellikli rüzgâr türbinleri ile rüzgâr enerjisi elektrik enerjisine dönüştürülerek kullanıma sunulmaktadır. Ülkeler, rüzgâr gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelik üretim teknolojilerini güvenilir, ekonomik, kaliteli olacak şekilde ve bunların üretimi ile tüketimini özendirici politikaların oluşturulmasına ve strateji belgelerinin hazırlanmasına hız vermişlerdir. Özellikle Avrupa Birliği (AB) Ülkeleri bu konuda başı çekmektedir. Ülkemizde de 1995’li yıllardan sonra Rüzgâr Enerjisi Santrali (RES) projelerine ilgi başlamış olup, 2005 yılında Yenilenebilir Enerji Kanunu’nun (YEK) çıkması ile birlikte bu ilgi en üst seviyeye ulaşmıştır. Günümüzde istenen ilerleme henüz sağlanamamasına rağmen, yatırımcıların konuya ilgisi artarak süregelmiştir [2]. Farklı ısınmadan dolayı meydana gelen yoğunluk ve basınç farkı hava kütlesinin bir yerden diğer bir yere taşınmasına sebep olur ki bu işleme rüzgar, rüzgarın ise iş yapabilme yeteneğine de rüzgar enerjisi potansiyeli denir.
261
Mustafa ALTINER Latif GÜLTEKİN Mahmut MÜSLÜM Diyarbakır Meteoroloji Bölge Müdürlüğü maltuner@dmi.gov.tr lgultekin@dmi.gov.tr mmuslum@dmi.gov.tr
Rüzgar Enerjisinin Avantaj ve Dezavantajları Rüzgâr enerjisinden, mekanik ve elektrik enerjisi üretimi şeklinde yararlanılmaktadır. Elektirik enerjisinin elde edilmesi için RES’ ne ihtiyaç duyulmaktadır. Santrallerin kurulması çevre ve canlılar için avantaj ve dezavantaj oluşturmaktadır. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz;
Avantajları • Temiz bir enerji kaynağıdır, emisyonu yoktur. • Yerel bir enerji kaynağıdır, dışa bağımlı değildir. • Ucuz bir enerji kaynağıdır. • Atıl alanlar kullanılabilir.
Dezavantajları • Gürültü kirliliği yaratabilir. • Radyo ve Tv sinyallerini bozabilir. • Kuşların göç yollarında, kuşlara verebilir [3].
zarar
enerjisi açısından Bandırma, Antakya, Kumköy, Mardin, Sinop, Gökçeada, Çorlu ve Çanakkale zengin bölgeler olarak tespit edilmiştir. Ayrıca, Bandırma, Bozcaada, Çeşme, Gökçeada, Çanakkale, Karadeniz Ereğlisi, Florya ve Siverek gibi yöresel rüzgâr potansiyeli belirleme çalışmaları da yapılmıştır. Ülkemizde, Rüzgar Enerjisi yatırımı ilk olarak 1998 yılında Çeşme’de gerçekleştirilmiştir (8,7 MW). 2000 yılı içinde ise sadece 10,2 MW’lık bir yatırım Bozcaada’da yapılmıştır [5].
Veri Bu çalışmada DMİ Genel Müdürlüğü’nden temin edilen (1980- 2008) yılları arasındaki saatlik rüzgar verileri kullanılarak 50 m deki aylık ve yıllık ortalama rüzgar hız ve potansiyeli hesaplanmış ve RES için değerlendirmeler yapılmıştır.
Rüzgar Enerjisi Potansiyellerinin Belirlenmesi İçin Kulllanılan Yöntem
Yenilenebilir enerji kaynakları homojen yapıya sahip olmadıklarından tek başlarına enerji sorununa çözüm olmazlar. Amaç yerli kaynakları kullanarak enerji çeşitliliğini artırıp dışa bağımlılığı en aza indirmektir [4].
Türkiye, rüzgar enerjisi potansiyelinin değerlendirilmesi maksadıyla EİE ve devlet meteoroloji işleri (DMİ) işbirliği ile ortak proje olarak rüzgar atlası hazırlanmıştır. Bu atlas rüzgar enerji kaynağının değerlendirilmesinde ön referansı oluşturmaktadır.
Bu amaç doğrultusunda rüzgâr enerjisi için fizibilite çalışmaları yapılarak en uygun yerleri belirlemek gerekmektedir. Rüzgâr enerjisinden elektrik üretimi, seçilecek bölgenin meteorolojik özelliklerine ve kullanılacak türbinin tasarımına bağlıdır.
Rüzgar enerjisi potansiyellerinin belirlenmesi için WASP (Wind Atlas Analysis and Application Program) paket programı kullanılmıştır. Türkiye genelinde seçilmiş istasyonlar için yapılan analizler sonucu elde edilen değerler kullanılarak Türkiye Rüzgâr Atlası oluşturulmuştur [6].
EİE tarafından yapılan çalışmalarda, Rüzgâr
262
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Şekil 1. Türkiye Geneli İçin Rüzgar Atlası (DMİ’ ye göre) [7].
Türkiye’nin rüzgar atlasına bakıldığında Diyarbakır’ın 50m yüksekliğindeki ortalama rüzgar hızının 5.5 m/s’ nin ,ortalama rüzgar potansiyelinin de 200 w/m2 ‘nin altında olduğunu görmekteyiz (Şekil 1). Bu değerler bize ekonomik RES için yeterli olmadığı sonucunu vermektedir.
a
b
Şekil 2. a) Diyarbakırın 50m Yükseklikteki Ortalama Rüzgar Hız Dağılımını (EİE’ Ye Göre) b) Diyarbakır’da Ekonomik RES İçin Kapasite Faktörü Dağılımı (EİE’ Ye Göre) [8].
Diyarbakır için rüzgar hız dağılımına bakıldığında (Şekil 2a) ekonomik RES için gereken 7 m/s değerinin çok çok altında olduğu hesaplamalar sonucu ortaya çıkmaktadır (Tablo1). Ekonomik RES için kapasite faktörü %35 ve üzeri olması gerekmektedir (Şekil 2.b). Kapasite faktörü (%) skalasına bakıldığında (Şekil 2b) Diyarbakır için %35’ in altında olduğu bu yüzden ekonomik RES kurulmasının uygun olmayacağı görülmektedir.
263
50m ortalama AYLAR
rüzgar
rüzgar güç potansiyeli
hızı ( m/s) OCAK ŞUBAT MART NISAN MAYIS HAZIRAN TEMMUZ AĞUSTOS EYLÜL EKIM KASIM ARALIK
Şekil 3’te anlaşılacağı üzere ortalama rüzgar hızının en yüksek değerinin yaz aylarında olduğu görülmektedir.
50m ortalama
(w/m2) 51,8 66,9 82,6 71,4 68,7 116,7 102,7 79,3 67,0 45,0 37,8 38,8
2,76 3,28 3,46 3,29 3,41 4,54 4,47 3,97 3,45 2,76 2,47 2,45
Bununda sebebi güney ile kuzey arasındaki sıcaklık farkı ve basınç değişmesidir. Ortalama güç potansiyelinin en yüksek değeri de yaz aylarında olmuştur (Şekil 4). Sebebi ise güç potansiyelinin rüzgar hızı ile doğru orantılı olarak değişmesidir.
Tablo1. Diyarbakır İlinin Aylara Göre 29 Yıllık Ortalama Rüzgar Hız (m/s) Ve Ortalama Güç Potansiyeli (w/m2) (50m)
Tablo1’ de görüldüğü gibi en yüksek değerinin (4,54m/s) ile haziran, en düşük değerin ise (2,45m/s) ile kasım ayında olduğu hesaplanmıştır.
Şekil 5.) Yıllık Ortalama Güç Yoğunluğu (w/m2) Ve Ortalaması [50 m ]
Şekil 3.) Aylık Ortalama Rüzgar Hızı [m/s] [50 m]
Şekil 6.) Yıllık Ortalama Rüzgar Hızı(m/s) Ve Ortalaması [50 m]
50 m deki 29 yıllık ortalama güç yoğunluğu 69 (w/m2) (Şekil 5), ortalama rüzgar hızı değerimiz ise 3.36 m/s olarak hesaplanmıştır (Şekil 6). ,
Şekil 4) Aylık Ortalama Güç Yoğunluğu (w/m2) [50 m]
Bu değerler rüzgar atlasında (Şekil 1) gösterilen değerlerden düşük olduğundan rüzgar atlasını da desteklemektedir. Bu yüzden Diyarbakır için RES ekonomik değildir.
264
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Şekil.7) Diyarbakır İlimiz İçin Rüzgar Gülü
Diyarbakır ilinin (1980- 2008) arasındaki 29 yıllık saatlik rüzgar değerlerinden yararlanılarak yapılan çalışmada hakim rüzgar yönünün batı kuzeybatı olduğu (WNW) görülmektedir (Şekil 7). Bu yön değişiminin sebebi güneyli sistemlerin etkisini artırarak bölgemizi ve ilimizi etkilemesidir. 5. SONUÇ VE ÖNERİLER Verilerin analizleri sonucunda rüzgar potansiyelinden yeterli şekilde faydalanamayacağımız görülmektedir. Herhangi bir yerde RES’ nin ekonomik olabilmesi için yıllık ortalama rüzgar hızının en az 7 m/s olması gerekir. Diyarbakır da ise ortalama rüzgar hızı 3 m/s olduğundan rüzgar enerjisi üretimi açısından elverişsiz ve umut verici olmadığı görülmektedir. Bu yüzden gelecekteki enerji sıkıntılarını yaşamamak için başka yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelip gerekli çalışmalara hız verilmelidir. Sonuç itibariyle Diyarbakır rüzgâr enerjisi potansiyeli bakımından en zayıf yörelerimizden biri iken, öbür yandan güneş enerjisi bakımından Türkiye’nin en yüksek potansiyele sahip illerindendir. Dolayısıyla yapılacak yenilenebilir enerji yatırımlarının rüzgar’dan ziyade güneş enerjisine kaydırılmasının daha ekonomik ve daha verimli olacağı kanısındayız.
265
KAYNAKLAR: 1. Rüzgar Enerjisi Tahmin Sistemi, RETS 2. www.tureb.com.tr/index.php?option=com_docman&task=cat_view&gid=41&Itemid =61&limitstart=5, 2009 yılı sonu itibariyle dünya’da ve ülkemizde RES durumu. 3. Rüzgar Enerjisi Tahmin Sistemi, RETS DMİ, Ankara, 2010. (www.dmi.gov.tr/FILES/tahmin/ RETS-kitapcik.pdf) 4. www.dmi.gov.tr/FILES/haberler/2010/.../2_Mustafa_CALISKAN_RITM.pdf. 5. www.dmi.gov.tr/arastirma/yenilenebilir-enerji.aspx?s=ruzgaratlasi 6. www.dmi.gov.tr/arastirma/yenilenebilir-enerji.aspx?s=ruzgaratlasi 7. www.dmi.gov.tr/arastirma/yenilenebilir-enerji.aspx?s=ruzgaratlasi 8. www.eie.gov.tr/duyurular/YEK/YEKrepa/DIYARBAKIR-REPA.pdf
266
DİYARBAKIR’IN GÜNEŞ ENERJİSİ VE POTANSİYELİ
268
ÖZET Günümüzde nüfus artışı teknolojik gelişmeler, ekonomik büyüme, küreselleşme gibi faktörlerden dolayı her geçen gün enerji ihtiyacı artmaktadır. Enerji ihtiyacını karşılamak için özellikle gelişen ülkeler fosil kaynakları kullanmalarından dolayı meydana gelen çevresel ve iklimsel sorunların dünyamızı tehdid etmesi ile birlikte fosil kaynakların tükenmekte olması insanları temiz ve sınırsız enerji kaynaklarını kullanmaya yöneltmektedir. Ülkemizin güney kesimleri ve özellikle Diyarbakır yöresinin güneş enerjisi potansiyeli açısından elverişli olması dolayısı ile güneş enerjisi yatırımlarına ağırlık verilmelidir. Su ısıtmasında yaygın olarak kullanılan güneş enerjisinin elektrik üretiminde de kullanımı yaygınlaştırılmalıdır. Ancak yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımında ekonomik ve teknik bazı dezavantajların olması hala fosil kaynakların kullanılmasındaki en büyük etkendir. Bu çalışmada Diyarbakır ilinin güneş enerjisi potansiyeli ve buna bağlı olarak elde edilebilecek enerji hesaplamaları üzerinde durulmuştur.
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
GİRİŞ Güneş ışınımı enerjisi atmosferdeki ve yerde meydana gelen birçok olayda önemli rol oynamaktadır. Diğer enerji türlerinin meydana gelmesini sağlaması ile birlikte tükenmeyen ve bedava bir enerji kaynağı olmasıda güneşi dünyamızın en önemli enerji kaynağı haline getirmektedir. Fosil enerji kaynakları, rüzgar, jeotermal, deniz dalga ve biyokülte enerji kaynak çeşitleri de güneş enerjisinin değişik enerji biçimleridir. Günümüzde ise yaygın olarak kullanılan enerji kaynağı fosil enerji kaynaklarıdır. Fakat, fosil enerji kaynaklarının sınırlı olması ve atmosfere olan olumsuz etkileri gözönüne alındığında geleceğin en önemli enerji kaynağının Güneş olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Yatırımcıların, çevre bilincinin artması ile birlikte, fosil enerji kaynakları yerine alternatif enerji kaynaklarına yönelmelerini zorunlu hale getirmektedir. Güneş enerjisi çevreye etkisi, tükenmeyen ve temiz bir enerji kaynağı olması sebebiyle fosil enerji kaynağına alternatif olacak yeni bir enerji kaynağı olarak ortaya çıkmaktadır. Yeryüzüne gelen net güneş enerjisi şu anda insanların kullandıkları fosil enerji kaynakları ve nükleer enerjinin 10.000 katı kadardır [1]. Yeryüzüne her sene ulaşan güneş ışınımı enerjisi, yeryüzünde şimdiye kadar belirlenmiş olan fosil yakıt kaynaklarının yaklaşık 160 katı kadardır. Ayrıca yeryüzündeki fosil, nükleer ve hidroelektrik tesislerin bir
269
Dr.M.Latif GÜLTEKİN Mahmut MÜSLÜM Mustafa ALTINER Diyarbakır Meteoroloji Bölge Müdürlüğü lgultekin@dmi.gov.tr mmuslum@dmi.gov.tr maltuner@dmi.gov.tr
yılda üreteceği enerjinin 15.000 katından daha da fazladır [2]. Güneşten gelen ışınımı direk elektriğe dönüştürmeyi elverişli hale getiren fotovoltaik pillerin gelişmesiyle kullanımı günden güne yaygınlaşmaktadır. Geçmişte, fotovoltaik piller genelde; otoyolların aydınlatılması, su pompaları, sinyalizasyon, uzay uygulamalarında, baz istasyonlarında, park ve bahçe aydınlatılması gibi elektrik enerjisinin iletilemediği ya da iletilmesinde güçlük çekilen yerlerde diğer enerji kaynaklarından daha avantajlı olması sebebiyle olduğu için elektrik üretmede kullanılıyordu. Bunun nedeni fotovoltaik pillerden elektrik üretme maliyetlerinin diğer kaynaklara göre daha yüksek olması idi. Ancak teknolojinin gelişimi ile maliyetlerin her geçen gün düşmesi fotovoltaik pillerin kullanım alanını artırmış ve diğer kaynaklara göre daha cazip bir enerji kaynağı haline gelmiştir. Güneşten elektrik enerjisi üreten sistemlerin modüler yapı özelliği ile birkaç Watt’tan MegaWatt değerine kadar kolaylıkla tasarlanıp uygulanabilmektedir [3]. Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü (DMİ) ve Elektrik İşleri Etüt İdaresi (EİE)’nin yaptığı çalışmalar özellikle Diyarbakır ve civarının fotovoltaik piller ile elektrik üretmeye oldukça elverişli olduğunu göstermekdir [4].
Fotovoltaik Sistemler Fotovoltaik (PV) sistemler güneşten gelen ışını direkt elektrik enerjisine dönüştürebilen
yapılardır. Fotovoltaik pillerdeki teknolojik gelişim, çevreye olumsuz etkisinin olmaması ve sonsuz enerji kaynağından faydalanması fotovoltaik pillerin kullanımını cazip hale getirmiştir. Günümüzde farklı madde ve teknolojide birçok PV üretilmektedir. Günümüzde yaygın olarak tekli kristal slikon (Mono-Crystalline Silicon), Çoklu Kristal Silikon (Poly-Crystalline Silicon) ve İnce Film (Thin-Film) PV tipleri kullanılmaktadır [3]. Fotovoltaik Piller panele gelen güneş ışınımının bir kısmını elektrik enerjisine dönüştürebilmektedir. Birim alanda üretilen elektrik enerjisinin güneş ışınım enerjisine oranı panelin verimliliğini ortaya koyar. Günümüzde pv tipine bağlı olarak verimlilik oranları %5 ila %20 arasında değişmektedir. Fakat verimililikleri artırmak için kullanılan takip sistemleri ile elektrik üretim miktarları arttırabilmektedir. Şekil 1a’da optimum eğimde, yatayda sabit ve iki eksen takip pv sistemlerinin üretim miktarlarına bakıldığında iki eksen takip sisteminin üretim miktarının daha fazla olduğu görülmektedir [5]. Halihazırda pv panellerin elektrik üretimi maliyeti fosil enerji kaynaklarına göre daha fazla olması yatırımcının fosil kaynaklarına yönelmesindeki en büyük etkendir. Fakat pv panellerinin birim fiyatlarının düşüş trendinde olduğu Şekil 1b de görülmektedir [6].
270
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Şekil 1a Fotovoltaik üretim miktarları
Şekil 1b. PV Sistemlerinin Fiyat Trendi
Panel birim fiyatlarının düşüşüne bağlı olarak pv panellerinden elektrik üretimi artış senaryoları Şekil 2a da görülmektedir [7]. Geçtiğimiz son beş yılda dünya genelinde PV üretimi yıllık bazda %30 civarında bir büyüme oranına sahip olmuştur. Şekil 2b da görüldüğü gibi 2007 yılı dünya fotovoltaik pazarı 2826 MW’a ulaşmıştır [7].
Şekil 2a Fotovoltaik Güç üretimindeki değişim(MW)
Şekil 2b Fotovoltaik Pil Pazarı
Güneş Enerjisi Potansiyeli Ülkemiz, coğrafi konumu nedeniyle sahip olduğu güneş enerjisi potansiyeli açısından birçok ülkeye göre daha avantajlıdır. Şekil 3’te dünya yıllık ışınım şiddetini gösteren harita verilmiştir [8]. Ayrıca Devlet Meteoroloji İşleri (DMİ) Genel Müdürlüğünün veri arşivinde kayıtlı 1966-1982 yılları arası ölçülen güneşlenme süresi ve ışınımı şiddeti verilerinden yararlanarak EİE bir çalışma yapmıştır. Bu çalışmaya göre Türkiye’nin ortalama yıllık toplam güneşlenme süresi 2640 saat (günlük toplam 7,2 saat), ortalama toplam ışınım şiddeti 1311 kWh/m²-yıl (günlük toplam 3,6 kWh/m²) olarak tespit edilmiştir [7].
271
olmasından kaynaklandığı düşünülmektedir.
Şekil 3. Dünya Güneşlenme Haritası
Veri Bu çalışmada Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün Diyarbakır Meteoroloji Bölge Müdürlüğüne bağlı Diyarbakır Meydan Meteoroloji İstasyonunun 1980-2008 yıllarına ait saatlik güneşlenme şiddeti ile güneşlenme süresi ölçüm verisi kullanılmıştır.
Literatürde yapılan çalışmalarda genellikle güneş enerjisi potansiyeli aylık veya yıllık ortalama değerlere göre hesaplanırken, bu çalışmada saatlik veriler kullanılmıştır. Saatlik verilerden de günlük, aylık ve yıllık güneşlenme verileri elde edilerek güneş enerjisi potansiyeli hesaplamaları yapılmıştır. Diyarbakır iline ait 29 yıllık DMİ ölçüm verisinden elde edilen haziran ayına ait güneşlenme şiddetinin gün içerisindeki değişimi Şekil 5’te verilmiştir.
Diyarbakır Güneş Enerjisi Potansiyeli Diyarbakır ili coğrafi konumundan dolayı ülkemizde güneş enerjisi potansiyeli bakımından birçok ile göre avantajlı durumdadır. Yapılan bazı çalışmalara baktığımızda Diyarbakır ili güneşlenme şiddeti; EİE’ye göre yıllık 1582.6 (kWh/m^2-gün), PVGIS(Avrupa Güneş Atlası) na göre 1613.6 (kWh/m^2-gün), bu çalışmada hesapladığımız değer ise 1760.8 (kWh/m^2-gün) dir. Ölçüm verisinden elde edilen aylık ortalama güneşlenme şiddeti değerlerinin yapılan model çalışmaları değerlerinden yüksek olduğu Şekil 4a da görülmektedir. Diğer bir faktör olan güneşlenme süresine baktığımızda paralel bir durumun olduğu Şekil 4b de görülmektedir. EİE nin (GEPA) Diyarbakır güneşlenme süresi 2897,5 saattir [4] . Fakat yapılan çalışmada Diyarbakır için elde edilen güneşlenme süresi yıllık 3114,5 saat olduğu belirlenmiştir. Aradaki bu farkın ortaya çıkması EİE ve PVGIS çalışmalarının alansal model çalışmaları
272
Şekil 4a Diyarbakır Güneş Potansiyeli
Şekil 4b Diyarbakır Güneşlenme Süresi
Şekil 5. Diyarbakır Haziran Ayı Günlük Ortalama Güneşlenme Şiddeti
Tablo 1 de Diyarbakır iline ait DMİ saatlik güneşlenme şiddeti ölçümlerinden elde edilen günlük ortalamalar elde edilmiştir. Ayrıca değinmemiz gereken diğer bir konu ise güneşlenme şiddeti ile güneşlenme süresinin uzun yıllara göre nasıl bir trend içinde olduğudur. Normal şartlarda güneşlenme şiddeti artış gösterirken güneşlenme süresininde artış göstermesi beklenir. Yaptığımız çalışmada küresel iklim senaryolarının ortaya koyduğu gibi güneşlenme şiddetinin yıllara göre artış trendinde olduğu sonucuna vardık (Şekil 6a). Fakat Güneşlenme Süresinin düşüş trendinde olduğu Şekil 6b de görülmektedir.
Tablo 2. Diyarbakır ili Güneşlenme şiddeti
Şekil 6a. Güneşlenme Şiddeti Trend Analizi
Şekil 6b. Güneşlenme Süresi Trend Analizi
Tezat gibi gürünen bu durumu şu şekilde izah etmek mümkündür; DMİ’de güneşlenme süresi ölçümleri toplam (global) güneşlenme şiddetine göre değil direkt güneşlenme şiddetine göre yapılmaktadır. Bu durumda yeryüzüne gelen direkt güneş ışınımının düşüşte ve difüz (yayılı) ışınımın artışta olduğunu söylemek mümkündür. Difüz güneşlenme şiddetindeki bu artış; özellikle küresel ısınma ile birlikte bölgemizi daha çok etkilemeye başlayan güneyli (ekvatoral) sistemlerin neden olduğu toz taşınımına bağlanabilir. Toz taşınımı güneşten gelen 273
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
direkt ışınım miktarını düşürürken, direkt ışınıma bağlı olarak ölçümü yapılan güneşlenme süresinde de düşüşlere neden olmaktadır.
Diyarbakır İçin Pv Elektrik Üretimi Diyarbakır’ın güneş enerjisi potnsiyelinin yüksek olmasına ve topografik yapısı dolayısı ile fotovoltaik pillerden elektrik üretimine elverişli olduğunu söylemek mümkündür.
Şekil 7a Haziran Ayı Enerji Miktarı
Yapılan çalışmaya göre yıllık üretilebilecek enerji miktarı 246,4 kWh olarak hesaplanmıştır. Hesaplamada sistem kaybının olmadığı, verimliliğin 0,14, eğimin 0, bakının 0, ve 1 metrekarelik alan (yani 0,14 peak power) için hesaplama yapılmıştır. Güneşlenme şiddetinin maksimum olduğu Haziran ayı için günlük elde edilebilecek enerji miktarının saatlik dağılımı Şekil 7a da görülmektedir. Avrupa Güneş Atlası (PVGIS) Diyarbakır için aylık, günlük ve yıllık üretilebilecek enerji miktarını hesaplamıştır. Buna göre yıllık 197,9 kWh olarak hesaplamıştır [9]. Aynı koşullarda hesaplanan PVGIS aylık ortalama enerji üretim miktarı ile bu çalışmada ortaya konulan aylık ortalama enerji üretim miktarı Şekil 7b’de karşılaştırılmıştır. Hesapladığımız değerlerin daha yüksek olduğu gözlenmiştir.
Şekil 7b PV Enerji Üretim Miktarları
SONUÇLAR Diyarbakır iline ait yatay düzleme gelen günlük ve aylık ortalamaları ile yıllık toplam güneşlenme şiddeti ve güneşlenme süreleri DMİ nin 29 yıllık saatlik ölçümleri ile analiz edimiştir. Uzun yıllara ait trend analizi yapılmıştır. Elde edilen sonuçlar tablo ve şekiller ile verilmiştir. Ayrıca elde edilen sonuçlar literatürde yapılan çalışmalar ile karşılaştırılmış ve değerler arasında farkların olduğu tesbit edilmiştir. Elde edilen değerlerden fotovoltaik pil (silikon) ile basit enerji hesabı yapılmış ve sonuçlar ve karşılaştırılmalar şekiller ile verilmiştir. Bu çalışmanın Diyarbakır ili için güneş enerjisi potansiyeli hakkında fikir edinmek isteyen yatırımcılar için yararlı olacağı düşünülmektedir. Bu sonuçlar ışığında; • Çalışmaların daha hassas hale getirilebilmesi için güneş ölçümlerinin toplam, direkt ve difüz ışınım çeşitlerine göre ölçümler yapılmalıdır. • Yapılan model çalışmaları daha hassas hale
274
•
• • •
getirilmeli ve ülkemizin potansiyelini ortaya koyan model çalışmalarına daha ağırlık vermelidir. Fotovoltaik pil maliyetlerinin her geçen gün düşmesine bağlı olarak güneş enerjisinin her geçen gün önem arzetmesi, kışın bile rahatlıkla yeterli potansiyele sahip Diyarbakır için güneş enerjisi yatırımlarına yönelik planlamaları yapılmalıdır. Üniversitelerde ve özel sektörde yapılan güneş enerjisi AR-GE çalışmalarına destek verilmelidir. Devlet, güneş enerjisi potansiyeli yüksek olan Diyarbakır gibi illere yatırımların yapılabilmesi için teşvik tasarılarına hız vermelidir. Kamusal alanlar ve kamu daireleri tarafından işletilen yerlerin; parklar, caddeler ve turistik mekanların (diyarbakır surlarının güneş enerjisi ile) aydınlatılması, okullar ve kamu binalarında güneş enerjisi kullanımının yaygınlaştırılması için gerekli düzenlemeler yapılmalı ve projeler üretilmelidir.
275
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
KAYNAKLAR 1. www2.itu.edu.tr/~sahind/dosyalar/solarenergy.pdf 2. Zekai Ş. “Temiz Enerji ve Kaynakları” SU VAKFI YAYINLARI, s.60, 2002 3. ÖZDEMİR, Ş. “Fotovoltaik Sistemler İçin Mikrodenetleyicili Yüksek Güç Noktasını İzleyen Bir Konvertörün Gerçekleştirilmesi”, Gazi Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Ankara, Aralık 2007 4. repa.eie.gov.tr/MyCalculator/Default.aspx 5. engphys.mcmaster.ca/undergraduate/outlines/4x03/Lecture%204,%20Characteristics%20 of%20sunlight.pdf 6. www.solarbuzz.com/Moduleprices.htm 7. www.eie.gov.tr/turkce/YEK/gunes/gunespv.html 8. kl.zensci.dk/insolation 9. re.jrc.ec.europa.eu/pvgis/apps3/pvest.php
276
DİYARBAKIR İLİ SICAKLIK, YAĞIŞ VE KURAKLIK ANALİZİ
278
ÖZET Endüstriyel faaliyetler sonucu atmosferdeki karbondioksit ve diğer gazlardaki artış küresel ısınmaya neden olmaktadır. Bu ısınma iklim değişikliği, taşkın ve kuraklık gibi ekstrem olaylarda artışlara sebep olmaktadır. Son yıllarda iklimlerdeki değişiklikler sonucu bazı yörelerde sel felaketleri olurken, bazı yörelerde ise artan sıcaklık ve azalan yağışlarla birlikte kuraklık görülmektedir. Yapılan araştırmalar, kurak ve yarı kurak bölgelerde mevsim içinde ortaya çıkan ürün kayıplarının büyük bir kısmının yağışların azalması ile oluşan su yetersizliği ve kuraklık sonucunda oluştuğu konusunda birleşmektedir.
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Diyarbakır yağış-sıcaklık ve kuraklık analizi olarak yapılan çalışmada, Devlet Meteoroloji İşleri tarafından temin edilen uzun yıllar ve devam eden 1980– 1999 yılları arası 20 yıllık dönemler için ortalama sıcaklık ve ortalama aylık yağış değerleri kullanılmıştır. Çalışmanın birinci aşamasında, Diyarbakır’ın sıcaklık ve yağış değişimleri incelenmiştir. Yağışlarda önemli azalmalar tespit edilmiştir. İkinci aşamada ise Thornthwaite yöntemine göre kuraklık indisi, Geliştirilmiş Fournier yağış indisi ve Bagnouls-Gaussen kuraklık indisi ve yağışların neden olduğu aşındırıcı güç indisleri hesaplanmıştır. Thornthwaite kuraklık indeksi sınıflamasına göre Diyarbakır az nemli ve kuru karakterli, Bagnouls-Gaussen yöntemine göre çok kurak, Geliştirilmiş Fournier yağış indisine göre çok az yağışlı, aşındırıcı güç indisi değerine göre orta seviyede olduğu belirlenmiştir. Diyarbakır kurak dönemin Haziran-Eylül arası olmak üzere 4 ay olduğu, kritik az nemli ve kuraklık riski taşıdığı sonucuna varılmıştır.
GİRİŞ Dünya oluşumundan beri çeşitli iklim evrelerinden geçerek bugünkü halini almıştır. Yeryüzünde insanoğlu yaşamı için iklimin elverişli şartlarda olması ve su kaynaklarının yeterince bulunması gereklidir. İklim, değişken hava şartlarının bir ortalaması olup sıcaklık, yağış miktarı, rüzgar, hava basıncı ve nem oranı gibi elemanlarının ölçüm değerleri ile tanımlanır. İklim değişikliği yerkürenin değişik zamanlarında atmosfer kimyasının farklılaşması ile ortaya çıkagelmiştir. İklimin en önemli bileşenleri atmosferdeki kimyasal terkip ile bunun hareketini sağlayan güneş ışınımı enerjisi ve bu ışınımın yeryüzü ile olan etkileşimleridir. Fosil yakıt kullanımı ve sanayileşme süreçleri gibi insan etkinlikleri sebebiyle atmosferdeki sera
279
Nizamettin HAMİDİ Dicle Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü, Diyarbakır, nhamidi@dicle.edu.tr
gazları artmakta ve yer kürenin ışınım dengesi bozularak, iklimdeki sıcaklık artışı yönündeki değişiklikler meydana gelmektedir[1]. 20. yüzyıl boyunca yeryüzünün ortalama küresel yüzey sıcaklığı 0,6 (± 0,2) oC arttığı ve gelecek yüzyılda da bu sıcaklığın 1,4–5,8 oC arasında artabileceği öngörülmüştür. Ayrıca sıcak hava dalgalarının daha sık, uzun süreli ve şiddetli olabileceği belirtilmektedir [2,3]. Atmosferde meydana gelen değişiklikler buzulların erimesine, buna bağlı olarak deniz seviyesinin yükselmesine, yağış rejimindeki değişimlere ve dünyanın küresel olarak ısınmasına neden olmaktadır. Küresel ısınma iklim değişikliğinin yanı sıra taşkın ve kuraklık gibi ekstrem olaylarda artışlar yapabilmektedir [4]. Kuraklık yıllık ortalama toplam yağışların normal düzeyinin altına düşmesi ile hidrolojik dengesizliklere yol açan doğal bir olaydır. Artan sıcaklık ve azalan yağışlarla görülen kuraklık bütün afetler arasında en çok etkiye sahip doğal afetler arasında yerini almaktadır. Bazı bölgelerde sıcaklıklar ortalama değerlerin üzerine çıkarken ters orantılı olurcasına yağışlardaki azalma kuraklık derecesinde (süre, şiddet, sıklık) kendini göstermektedir [4]. Kuraklığın temeli su eksikliğidir. Yağış, akış gibi değişkenlerin kaydedilen normal seviyelerinin altına düşmesi sonucu oluşan toplam su eksikliği kuraklık olarak tanımlanır. Etki alanına göre çeşitli kuraklık tanımları yapılmıştır. McGuire ve Palmer [5] yıllık veya aylık yağışın normalin belirli bir yüzdesinden daha az olması halini kuraklık olarak tanımlamıştır. En yaygın kuraklık tanımı, Wilhite ve Glantz [6] tarafından meteorolojik, hidrolojik, klimatolojik,
atmosferik, tarımsal ve su yönetimi olarak altı kategoride gruplandırılarak yapılmıştır. Bir zaman periyodu boyunca oluşan su eksikliğine göre çeşitli yöntemler kullanılarak bir kısmı Türkiye geneli, bir kısmı ise havza ve coğrafi bölge kapsamında olmak üzere kuraklık indisleri geliştirilmiştir. De Martonne ve Thornthwaite formülleri kullanılarak Türkiye’nin kurak aylar sayısı incelenmiş ve kuraklık indisleri haritası hazırlanmıştır [7,8:9]. De Martonne yöntemi kullanılarak Diyarbakır ve çevresinde Haziran, Temmuz, Ağustos ve Eylül aylarının çok kurak geçtiği saptanmıştır [10]. Türkiye’nin büyük bölümünde kurak koşulların yılın önemli bir kısmını kapsadığı, kuraklığın şiddeti ve süresi bakımından kurak bölgelerin sırasıyla Güneydoğu Anadolu, Akdeniz ve Ege kıyı kesimleri, İç Anadolu, Trakya ve Doğu Anadolu olduğunu belirtmiştir [11,12]. Thornthwaite, De Martonne ve Erinç Kuraklık indislerini kullanarak Türkiye’deki yağış yetersizliğinin yol açtığı kuraklık sorunu ve etkilenen bölgeler belirlenmiştir [13]. Standartlaştırılmış yağış indeksi ile [14] ve Palmer kuraklık şiddeti indisi ile [15] Türkiye’nin bazı bölgelerinde geçmiş dönem kuraklıkları tespit edilmiştir. Doğu Karadeniz bölgesinde Thornthwaite yöntemine göre 22 istasyon incelenmiş, 11’nde (bunlar denize yakın) kurak dönemin olmadığı, diğer iç kısımlardaki (daha çok karasal iklim) 11 istasyonun kurak olduğu belirlenmiştir [16]. Yine aynı bölgede hesaplanan Fournier indeksi ile 1000 mm’nin üzerinde yağış alan yerlerde yağış erozyonu riskinin olduğu, iç kısımlarda ise bu riskin azaldığı belirtilmektedir [17].
280
Bitki örtüsünden yoksun Güneydoğu Anadolu Bölgesinde erozyon ve kuraklık zamanla gelişen önemli doğal afetler arasında yerini almaktadır. Diyarbakır, Güneydoğu Anadolu bölgesinin iklim özelliklerini taşır. Diyarbakır’da sıcaklık, yağış ve kuraklık ile ilgili çalışmalar da yapılmıştır. Türkiye’de kuraklık durumunu ortaya koymak, sıcaklık ve yağış miktarlarındaki değişimi belirlemek amacıyla yapılan çalışmada Diyarbakır için 1970 yılı öncesi ve 1970–1980 yılları arasında ortalama sıcaklıkta 0,6 oC ve yağışlarda 26 mm azalma gösterdiği belirlenmiştir. Kuraklık ise aynı dönemlerde Thornthwaite yöntemine göre Diyarbakır’ın 32–63 sınıf aralığında az nemli sınıfa girdiği belirtilmektedir [18]. Diyarbakır için Geliştirilmiş Fournier Yağış İndisi 94.68 (dağılımı 91–120) ile 3. sınıf olmak üzere orta; Bagnouls-Gaussen Kuraklık İndisi 212,8 (dağılımı>130) ile 4. sınıf olmak üzere çok kurak; Aşındırma İndisi 12 ile (dağılımı>8 ) 3. sınıf olmak üzere yüksek olduğu belirlenmiştir. [19]. Diyarbakır’ın 1960– 1990 yılları arasında 31 yıllık aylık yağış ve sıcaklık ortalamalarına göre Thornthwaite yönteminden faydalanılarak hazırlanan su bilançosu göre 677,3 mm ile Haziran- Kasım aylarında su eksiği, diğer aylarda 223.8 mm su fazlası olduğu tespit edilmiştir [20]. Diyarbakır kent merkezinde 1972–2005 yılları arasında en yüksek günlük maksimum sıcaklığın, 44,8 o C ile Ağustos ayında, en düşük değerinin ise -12,4 oC ile Aralık ayında ve aynı periyotta en yüksek günlük minimum sıcaklığın, 28,6 oC ile Temmuz ayında, en düşük değerinin ise -23 oC ile Aralık ayında gerçekleştiği görülmüştür[21]. Çalışmanın amacı, uzun yıllar ortalama yağış ve sıcaklık verilerini kullanarak, Diyarbakır’da farklı kuraklık büyüklükleri için analizler yaparak, kuraklık sorununu ortaya koymak, sıcaklık ve yağış miktarlarındaki değişikler ile birlikte risk durumunu belirlemektir.
Çalışma Alanı Diyarbakır ili, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin orta kısmında, Mezopotamya’nın kuzey batısındadır. Doğudan Batman, Muş; Güneyden Mardin; batıdan Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya; kuzeyden Elazığ ve Bingöl illeriyle çevrilmiştir. İl merkezi coğrafik konum olarak 37°55’ kuzey enlemi ve 40°15’ doğu boylamında yer almaktadır. Kent nüfusu 1997 yılında 641616, 2000 yılında 721463, 2008 yılında 851902 kişi olup, yüzölçümü 15355 km2’dir.
281
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
İl toprakları doğudan kuzey Dicle havzasının doğu kesimi, kuzeyden Güneydoğu Torosların dış sınırları batıdan 1954 m. yükseltisi ile Karacadağ volkanik kütlesi ve güneyden Mardin eşiği ile sınırlanmıştır. Denizden yüksekliği 650–670 m. olup, il merkezi çanak şeklinde düzlük alan oluşturmaktadır[22]. Diyarbakır bitki örtüsü steplerdir. Steplerin büyük kısmı doğal değil, antropojendir. Ormanların varlığı pek azdır. Bismil, Diyarbakır, Ergani ve Göksu-Çınar ovaları, oldukça tarıma elverişli kısmen sulak, kısmen kuru olan ilin en büyük ovalarıdır. Diyarbakır’ın en önemli akarsuları Dicle nehri ve kollarıdır. Kaynağını Güneydoğu Toroslardan alan Dicle nehri dağlık alanda dar ve derin vadilerden geçerek kuzeybatı-güneydoğu yönünde akar. Diyarbakır önlerine vardığı zaman oldukça geniş, ova görünümlü bir vadide akmağa başlar. Nehrin kolları, kuzeyde Ambar ve Pamuk Çayları, güneyde Ballıkaya, Olucak, Göksu, Savur Çayları, kuzeydoğuda Batman Çayı’dır[23]. Ayrıca il sınırlarında işletmede bulunan Kralkızı, Dicle, Göksu ve Devegeçidi yapay baraj gölleri ve göletler vardır. Türkiye’de Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü tarafından sürdürülmekte olan ölçümler bu çalışmada materyal olarak kullanılmıştır. Çalışmada sıcaklık- yağış ve kuraklık analizi ile ilgili veriler, 1928–1979 yılları arasında ölçülen uzun yıllar ortalamaları ve 1980–1999 yılları arasındaki 20 yıllık ortalamaları alınarak Devlet Meteoroloji Genel Müdürlüğü kayıtlarından sağlanmıştır [24,25]. Verilerle ile ilgili bilgiler Tablo 2 ve 3’te verilmiştir.
İklim Özellikleri Diyarbakır’da sert bir kara ve yarı kurak yayla iklimi egemendir. Yazları çok sıcak geçer, bazı yıllarda kış aylarında sert soğuk iklim şartları görülür. 1929–2005 yıllar arasındaki Diyarbakır meteoroloji istasyonunun gözlem kayıtlarına göre uzun yıllar sıcaklık ortalamaları en yüksek 22,5 ºC, en düşük 8,7 ºC ve ortalama 15,8 ºC’dir. En yüksek sıcaklık 46,2 ºC ile 21.07.1937 tarihinde, en düşük sıcaklık ise -24,2 ºC ile 11.01.1933 tarihinde kaydedilmiştir. Diyarbakır’da yağışlar, çoğunlukla kış ve ilkbahar aylarında görülür (26). Yağışlar güneyden kuzeye ve kuzey batıya doğru gittikçe artar. Ortalama yağışın 212,1 mm ile % 43,4’ü kış, 180,5 mm. ile % 37’si ilkbahar, 87,9 mm. ile % 18’i sonbahar, 7,9 mm. ile % 1,6’sı yaz mevsiminde düşmektedir. En çok ortalama aylık toplam yağış miktarı 73,6 mm ile ocak ayında, en az ortalama aylık toplam yağış miktarı 0,4 mm. ile Ağustos ayında düşmüştür. Ortalama yıllık toplam yağış miktarı 488,4 mm’dir. En çok yağış 703,5 mm. ile 1967 yılında, en az yağış ise 206,2 mm. ile 1932 yılında olmuştur. Yıllık ortalama yağışlı gün sayısı 88,4 gündür. Yağışlı günlerin en fazla olduğu ay 13,3 gün ile Ocak, en az ise 0,3 gün ile Ağustos ayıdır. Yıllık ortalama kar yağışlı gün sayısı 12,4 gündür. En yüksek kar kalınlığı 65 cm. olarak Ocak ayında tespit edilmiştir. Yıllık ortalama Orajlı yağışlar gün sayısı 20’dir. Yıllık ortalama kapalı gün sayısı 62,22, açık gün sayısı 146,4, bulutlu gün sayısı 156,7, sisli gün sayısı 13,7 ve dolulu gün sayısı 3,4 gündür. Yıllık ortalama aktüel basınç değeri 936,1 mb.’dır [26]. Ortalama nisbi nem % 54’ tür. Ortalama en
282
fazla nem, Ocak ve Aralık aylarında % 77; en az nem ise Temmuz ve Ağustos aylarında % 27 civarındadır. Bölgede yazlarının sıcak ve nemin az olmasından dolayı, sıcaklıklar Akdeniz Bölgesindeki gibi fazlaca bunaltıcı olmamaktadır. Yıllık toplam buharlaşma miktarı 1782,8 mm.’dir. Aylık ortalama buharlaşma miktarı 401,2 mm. ile Temmuz ayında gerçekleşmiştir. Ocak ve Şubat aylarında buharlaşma görülmemektedir. Uzun yıllar verilerine göre; ortalama rüzgar hızı 2,4 m/s’dir. Ortalama rüzgar Haziran ve Temmuz aylarında azami hızını bulur. En kuvvetli rüzgar şubat ayında 33,8 m/s olarak, saate ortalama 121,7 km. hızla güneyden (S) esiş göstermiştir. Yörede hakim rüzgar, kuzeybatı (NW-Karayel) yönlüdür [26].
Yöntem Bu çalışmada Diyarbakır sıcaklık ve yağış istasyonundaki verilerden yararlanılarak, önce Thornthwaite tarafından önerilen kuraklık indeksi eşitliği, daha sonra yağışların aşındırıcı güç indisinin hesaplanmasında geliştirilmiş Fournier yağış indisi ile Bagnouls-Gaussen kuraklık indisi yöntemleri birlikte kullanılmıştır. Bu yöntemler ile ilgili bilgiler aşağıda verilmiştir.
Thornthwaite Yöntemi Thornthwaite yöntemi yağışın kaybedilen sudan fazla olduğu zaman iklimin yağışlı, su yetersizliğinin ihtiyaca göre daha fazla olduğu yerlerde iklim kuraktır prensibine dayanır. Atmosferden gelen suyun bir kısmı topraktan veya su yüzeylerinden evaporasyonla ya da bitkilerin topraktan aldığı suyu transporasyonla, tekrar geri verilir. Suyun bir kısmı da ya toprak yüzeyinden akıp gider ya da toprağın içerisine süzülür [27:16]. Thornthwaite yöntemi ile bir bölgenin iklim tipi belirlenirken öncelikle meteorolojik elemanlardan ortalama aylık ve yıllık sıcaklık değerlerine ihtiyaç duyulur[28:16]. Ortalama sıcaklık ve ortalama yağış elemanları ve çeşitli amprik bağıntıların yardımıyla iklim tipini belirleyen indis değerleri hesaplanır. Böylece hesaplanan indis değerleri ile ilgili istasyonların iklimsel karakteristikleri belirlenir. Meteoroloji istasyonlarından elde edilen sıcaklık ve yağış verilerinden yararlanılarak hesapların yapılması için Thornthwaite tarafından önerilen kuraklık indeksi eşitliği aşağıda verilmiştir. (P-E)=
(P/(0,639 T+7,81)))10/9
(1)
283
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Burada; (P - E) Eşdeğer toprak rutubeti veya Thornthwaite kuraklılık indeksi, P (mm) ortalama aylık yağış miktarı ve T (°C) ortalama aylık sıcaklığı göstermektedir.
Geliştirilmiş Fournier Yağış İndisi Bu indisin hesaplanmasında kullanılan eşitlik aşağıda verilmiştir.
Yİ =
Pi2 /
(2)
Yağış İndisi (Yİ)” ve yağışların aylık toplam miktarları ile ortalama sıcaklıklarını sentezleyen Bagnouls-Gaussen Kuraklık indisi (Kİ)’den yararlanılarak hesaplanmaktadır [19,29]. Kurak, yarı kurak ve nemlilik durumunu belirlemek için Thornthwaite kuraklık indisi, Bagnouls-Gaussen kuraklık indisi, yağış durumunu belirlemek için Geliştirilmiş Fournier yağış indisi ve yağışların aşındırıcı güç indisi değerlerinin dağılım, sınıflaması ve tanımı Tablo 1’de verilmiştir. Thomthwatle Kuraklık İndisi
Burada; Pi (mm) i ayında toplam yağışı ve (mm) yıllık ortalama yağış miktarını göstermektedir.
Bagnouls-Gaussen Kuraklık İndisi Kuraklık indisi (Kİ) hesabı için kullanılan eşitlik aşağıda verilmiştir. Kİ =
(2ti -Pi)ki
(3)
Burada; ti (°C) i ayındaki aylık ortalama sıcaklığı, Pi (mm) i ayındaki aylık toplam yağış miktarını ve ki (2ti- P > 0) olduğu ayın değerlendirilmesini göstermektedir. Kuraklık İndisi (Kİ) değeri için (ki) değerleri yalnızca aylık ortalama sıcaklığın iki katının, aynı ayda kaydedilen yağış miktarından daha fazla olduğu aylar dikkate alınarak hesaplanmaktadır.
Yağışların Aşındırıcı Hesaplanması
Güç
İndisinin
Yağışların aşındırıcı gücü indisi (AGİ), özellikle yağışların şiddetine, miktarına ve dolayısı ile içerdikleri kinetik enerjiye bağlıdır. Yağışların aylık toplam miktarları ile yıllık ortalama miktarlarını tanımlayan “Geliştirilmiş Fournier
Dağılım
Tanımı
>128
Islak
64-127.
Nemli
32-63
Az Nemli
16-32
Kuru
Bagnouls-Gaussen Kuraklık İndisi
Dağılım Sınıfı 0
1
Nemli
1- 50
2
Yarı Nemli
51-130 3 >130
Fournier Yağış İndisi Dağılım Sınıfı
Tanımı
4
Kurak Çok Kurak
Aşındırma Güç İndisi
Tanımı
>60
1
Çok az
60- 90
2
Az
Dağılım Sınıfı
Tanımı
>4
1
Düşük
91-120 3
Orta
6- 8
2
Orta
121-160 4
Yüksek
>8
3
Yüksek
>160
5
Çok Yüksek
Tablo 1. Kuraklık-yağış ve aşındırıcı güç indisi dağılım, sınıflama ve tanımı
Bulgular Sıcaklık ve Yağış Analizi Diyarbakır düz ova ve çanak şeklinde olup, kuzeyindeki yüksek dağlar yöre iklimi üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Kış mevsiminde buralarda oluşan yüksek basınç alanı, yörede kış aylarının soğuk geçmesine neden olur. Çöl
284
ikliminin güney kısımlarda etkili olması, serin hava kitlelerinin kuzeyden güneye girmesine engel olması sonucu yaz ayları çok sıcak geçmekte ve çoğunlukla tipik bir kara iklimi hüküm sürmektedir. Diyarbakır meteoroloji istasyonuna ait uzun dönem 1928–1979 (52 yıllık) ve 1980–1999 (20 yıllık) yılları arasında aylık ortalama sıcaklık değerleri çalışmada değerlendirmek amacı ile Tablo 2’de ve her iki dönemin değişim grafiği Şekil 1’de verilmiştir. Buna göre uzun dönem sıcaklık ortalamaları en yüksek 31 ºC ile Temmuz ayında, en düşük 1.6 ºC ile Ocak ayında ve ortalama 15.9 ºC’dir. 20 yıllık dönemin ortalama sıcaklığı ise 0.4 ºC azalma ile 15.5 ºC olmuştur. Ocak ve Haziran ayında sıcaklıkta 0.1 ºC ile artma, Temmuz ayında değişim olmadığı ve diğer aylarda azalma olduğu görülmüştür.
Şekil 1. Diyarbakır uzun dönem ve 20 yıllık a) aylık ortalama sıcaklık ve b) aylık toplam yağış miktarının değişimi
Tablo 2. Diyarbakır aylık ortalama sıcaklık ve aylık toplam yağış miktarının değişimi
285
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Diyarbakır’da yağışlar, güneyden kuzeye ve kuzeybatıya doğru gittikçe artar. Kuzey ve batı kısımlarda mevcut dağlara çarpan ve yükselmeye başlayan hava kitleleri soğuyarak kısa zamanda doyma noktasına varmakta ve yağışlara neden olmaktadır. Diyarbakır genelinde en çok yağışın kış ve sonbahar mevsimlerine ait aylarda yağdığı görülmektedir. Uzun dönem 1929–1979 (51 yıllık) ortalama aylık toplam yağış miktarı ve değişimi Tablo 2’de ve Şekil 1’de 1979–1999 yılları arasında (20 yıllık) ortalama aylık toplam yağış miktarı Tablo 3’de verilmiştir. Uzun yıllar yağış verilerine bakıldığında ortalama aylık toplam yağış miktarı en çok 76.6 mm ile Ocak ayında, en az 0.5 mm. ile Ağustos ayında düşmüştür. 1980–1999 yılları arası 20 yıllık dönemde; en çok yağış 75.7 mm. ile Mart ayı ve 663.1 mm. ile 1996 yılı, en az yağış ise 0.4 mm. ile Temmuz ayı ve 260,2 mm. ile 1999 yılında gerçekleşmiştir. En çok aylık toplam yağış miktarı 210.3 mm. ile 1996 yılı Mart ayında yağmıştır. Aylık toplam yağışlarda Mart, Mayıs, Haziran, Ekim ve Kasım aylarında artma, Ağustos ve Eylül ayında aynı ve Ocak, Şubat, Nisan, Temmuz ve Aralık aylarında azalma yönünde bir değişim göstermiştir. 1979 öncesi uzun dönem yıllık toplam yağış miktarı ortalama 495.1 mm iken 1980–1999 yılları döneminde 15.9 mm. azalma ile 479.2 mm’ye düşmüştür. Ancak 1990–1999 yılları 10 yıllık döneme göre 28 mm’lik azalma görülmüştür. 10 yıllık dönemler halinde son yıllara doğru yağışlarda görülen azalmalardaki artış anlamlıdır. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yağışların 1961, 1970, 1973, 1984, 1989, 1999, 2000 ve 2008 yıllarında çok normallerin altında, 1963, 1968, 1976, 1988 ve 1996 yıllarında normallerin üstünde
olduğu belirtilmektedir[26]. Diyarbakır’da bu yıllarda benzer durum görülmektedir.
Tablo 3. Diyarbakır ortalama aylık toplam yağış miktarı (mm)
Kuraklık Analizi Diyarbakır’da sıcaklık ve yağış dağılımlarına göre kuraklık durumunu incelemek amacıyla 1980 öncesi 1980–1999 yılları arasında aylık
286
ortalama sıcaklık ve ortalama aylık toplam yağış verilerden yararlanılmıştır. Thornthwaite denklemi ile hesaplanan kuraklık indisi değerleri 1980 öncesi yıllık ortalama olarak Tablo 4’te, 1980-1999 yıllarındaki değerler Tablo 5’ te ve kuraklık indis değerlerinin yıllara göre değişimi Şekil 2’de verilmiştir. Ayrıca elde edilen sonuçlar referans değerlerle(Tablo 1) karşılaştırılmıştır. Tablo 1’ de verilen kuraklık sınıflamasına göre indis değerleri büyük ise ıslak, küçük ise çok kurak olarak yorumlanmaktadır. Diyarbakır Kuraklık İndisi(Kİ) değerleri her sene farklılık göstermiştir. 1980 öncesi ortalama kuraklık indis değeri 48.05 ve 1980–1999 yıllarında 48.86 olarak hesaplanmıştır. Bu indis değerlerine göre Diyarbakır az nemli karakterlidir. 1980–1999 döneminde Kİ değeri 21.41 ile 1999 yılı çok kurak, 69.96 ile1996 yılı nemli geçmiştir. Tablo 5 ve Şekil 2’de görüldüğü gibi 1984, 1989, 1999 yılları kuru (dağılımı 16–32 arası), 1987, 1996 yılları nemli (dağılımı 64–127 arası) ve diğer yıllar az nemli (dağılımı 32–63 arası) sınıfa dahildir. Dağılımı ıslak sınıfa ait yıllara rastlanmamıştır. Buna göre Diyarbakır kuraklık riski taşımaktadır. Ortalama yağış ve maksimum sıcaklığa göre inceleme yapılırsa Kİ değerlerinin daha küçük ve kuraklığa doğru gidiş olabileceği söylenebilir.
Tablo 4. Diyarbakır kuraklık-yağış ve aşındırıcı güç indisi değerleri (1980 öncesi)
Tablo 5. Thornthwaite yöntemine göre kuraklık indisi değerleri (1980–1999)
Şekil 2. Thornthwaite yöntemine göre Diyarbakır kuraklık indisi değişimi
287
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Uzun dönem 1980 öncesi Diyarbakır istasyonu için Geliştirilmiş Fournier yağış indisi, BagnoulsGaussen kuraklık indisi, Geliştirilmiş Fournier yağış indisi ve Bagnouls-Gaussen kuraklık indisinin birlikte kullanılması ile aşındırıcı güç indisi değerleri hesaplanmış ve elde edilen sonuçlar Tablo 1’ deki dağılıma göre tanımları yapılarak Tablo 4’te verilmiştir. BagnoulsGaussen kuraklık indisi 219.5, Fournier yağış indisi 31.25 ve aşındırıcı güç indisi 4 olarak hesaplanmıştır. Bu değerlere göre Diyarbakır çok kurak karakterli, çok az yağışlı ve yağışların aşındırma etkisi orta şiddette olduğu görülmektedir. Diyarbakır az dağlık ve ova görünümünde olmasına rağmen yağış indisi yönünden çok az yağışlı sınıfa girmesi ve yağışların aşındırma etkisinin orta seviyede olması dikkat çekicidir. Bu durum yörenin bitki örtüsünden yoksun olduğunu teyit etmektedir. Şekil 3’te görüldüğü gibi uzun dönem sıcaklık ve yağış verilerine göre Diyarbakır’ın kurak dönemleri Haziran-Eylül arası olmak üzere yaklaşık 4 ay olarak belirlenmiştir.
Kurak Dönem
Şekil 3. Diyarbakır’ın sıcaklık ve yağış dağılımına göre kurak dönemi
SONUÇ Diyarbakır meteoroloji istasyonuna ait uzun dönem ve devam eden 20 yıllık yıllara göre ortalama sıcaklık ve yağış miktarlarının değişimlerinin analizi yapılmıştır. Uzun dönem 1979 öncesi 52 yıllık ortalama sıcaklık 15,9 ºC iken bu değer devam eden 1980–1999 yılları 20 yıllık döneme göre 0,4 ºC azalma ile 15.5 ºC olmuştur. Ancak yapılan bir çalışmada geçmişi daha yakın uzun dönem maksimum sıcaklıkların ortalamasında artışlar olduğu belirlenmiştir [21]. Ortalamalar açısından soğuma, maksimumlar yönünden ısınma dikkat çekicidir. Yağış miktarlarının dağılımı incelendiğinde, normallerin altında yağışların yıl sayısı normallerin üstündeki yağışların yıl sayısından daha fazla ve yağışlarda sonraki dönemlerde azalmalarda artış tespit edilmiştir. 1979 öncesi uzun dönem 51 yıllık toplam yağış miktarı ortalama 495,1 mm iken, 1980–1999 yılları döneminde 15,9 mm. azalma ile 479,2 mm’ye düşmüştür. 10 yıllık (1990–1999 yıllarında) dönemde 28 mm’lik azalma olmuştur. 20 yıllık dönemde en çok toplam yağış 663,1 mm. ile 1996 yılında ve bu yağışın 210,3 mm’lik kısmı Mart ayında yağmıştır. En az toplam yağış ise 260,2 mm. ile 1999 yılında yağmıştır. Yaklaşık olarak ortalama yağışın % 44’ü kış, % 37’si ilkbahar, % 18’i sonbahar ve %1’i yaz mevsiminde düşmektedir. En çok yağışın Ocak ve Mart aylarında ve tüm yılların yaz aylarında sıfıra yakın yağış olduğu gözlenmiştir. Aylara göre yağış dağılımı homojenlik göstermediği için, kış ve bahar aylarında su fazlalığı görülmediği gibi yaz aylarında sulama ve diğer kullanımlar için şiddetli su ihtiyacı görülmektedir.
288
Diyarbakır’ın kuraklık durumunu belirlemek amacıyla 1980 öncesi uzun dönem ve 1980–1999 yılları 20 yıllık dönem için aylık ortalama sıcaklık ve ortalama aylık toplam yağış verileri kullanılarak yapılan bu çalışmanın ilk aşamasında Thornthwaite yöntemine göre değerlendirme yapılmıştır. Buna göre 1980 öncesi ortalama kuraklık indis değeri 48.05 ve 1980– 1999 yıllarında 48.86 olarak hesaplanmıştır. Bu indis değerlerine göre Diyarbakır genel olarak kuruya yakın az nemli karakterlidir. 1932, 1961, 1970, 1973, 1984, 1989 ve 1999 yılları kuru, 1974,1987 ve 1999 yılları nemli, diğer yıllar az nemli veya daha çok kuraklığa yakın az nemli geçmiştir. 1980–1999 döneminde 1999 yılında 21.41 ile çok kurak 1996 yılında 69.96 ile nemli karakterli olduğu tespit edilmiştir. Dağılımı ıslak sınıfa ait yıllara rastlanmamıştır. Yıllık ortalama yağışlar ile yaz aylarında düşen yağışlar arasındaki büyük farklar çok şiddetli yaz kuraklığını somut bir şekilde belirtmektedir. Diyarbakır’ın kurak dönemleri Mayıs ayının ortalarından başladığı ve Eylül ayının ortalarına kadar devam ettiği ve tam olarak kurak devre HaziranEylül arası olmak üzere 4 ay olarak belirlenmiştir (Şekil 3). Ortalama yağış ve maksimum sıcaklığa göre inceleme yapılırsa Kİ değerlerinin daha küçük ve kuraklığa doğru gidiş olabileceği söylenebilir. Bu nedenle Türkiye’de kuraklığın şiddeti ve süresi bakımından kuraklığın en fazla hissedildiği Güneydoğu Anadolu bölgesinde yer alan Diyarbakır ili kritik az nemli ve kuraklık riski taşımaktadır. Çalışmanın ikinci aşamasında 1980 öncesi uzun dönem için, Geliştirilmiş Fournier yağış indisi, Bagnouls-Gaussen kuraklık indisi, Geliştirilmiş Fournier yağış ve Bagnouls-Gaussen kuraklık indisinin birlikte kullanılması ile aşındırıcı güç indisi yöntemleri kullanılmıştır. Buna Bagnouls-Gaussen kuraklık indisi 219,5 değeri ile Diyarbakır çok kurak karakterli, Fournier yağış indisi 31,25 değeri ile çok az yağışlı ve aşındırıcı güç indisi 4 değeri ile yağışların aşındırma etkisi orta şiddette olduğu belirlenmiştir. Diyarbakır ova görünümünde, çok az yağışlı sınıfa girmesi ve yağışların aşındırma etkisinin düşük seviyede olmaması, bitki örtüsü ve ormanlık alanların yetersiz olmasından kaynaklanmaktadır. Kuraklık; ekonomi, çevre ve toplum üzerinde olumsuz etkilerinin yanı sıra tarımsal ürünlerin, gıda üretiminin, su kaynaklarının, otlak ve orman alanların azalmasına neden olur. Bu nedenle kuraklık durumu ile ilgili
289
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
bilgiler güvenilir ve zamanında elde edilerek, bunların olumsuz etkileri önceden tahmin edilmeli ve gerekli önlemlerin alınması gereklidir. Genel olarak kısa ve uzun vadeli planlamalar yapılmalıdır. Yağışın yetersiz veya hiç olmaması, buna karşın özellikle yaz aylarında sıcaklığın yüksek değerlere ulaşması bitki yetiştiriciliği açısından iyi verim alabilmek için, sulamanın zamanında ve uygun bir şekilde yapılması gerekmektedir. Özellikle üreticinin sulamayı tekniğine uygun biçimde yapması sağlanmalıdır. Salma sulama yöntemi terk edilip, daha az su gerektiren damla sulama uygulanmalıdır. Bu konuda basılı ve görsel medyada ilgili gerekli eğitici programlar hazırlanmalı, suyun ekonomik biçimde kullanılması sağlanmalıdır. Daha az su tüketen bitkilerin yetiştirilmesi, birim alana düşecek bitki sayısının arttırılması ve ormanlık alanların arttırılması ve korunması gerekir. İklim öngörüsü için modeller oluşturulmalı ve bölge bazında uygulanmalıdır. Kuraklığın gelecekteki etkilerini ortaya koymak amacıyla bilimsel ve teknik düzeylerdeki toplantılar daha fazla yapılmalı ve uluslararası işbirliği oluşturulmalıdır.
290
KAYNAKLAR 1. Şen,Z., “İklim Değişikliği Tatlı Su Kaynakları ve Türkiye”, Su Vakfı Yayınları,272 sayfa, İstanbul, 2009 a. 2. EPA., “National Emissions Inventory Data and Documentation”, U.S. Environmental Protection Agency, Washington DC, http://www.epa. gov/climatechange/science/pastcc.html, 2002. 3. IPCC, “Climate Change 2007: The Physical Science Basis: Summary for Policymakers -Contribution of Working Group I to the Fourth Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change (IPCC) “, IPCC Secretariat, WMO, Geneva, 2007. 4. Şen,Z., “Kuraklık Afet ve Modern Hesaplama Yöntemleri”, Su Vakfı Yayınları,248 sayfa, İstanbul, 2009 b. 5. Mcguire, J.K., and Palmer, W.C., “The 1957 Drought in the Eastern United States”, Monthly Weather Review, 85, 305-314. 1957. 6. Wılhıte, D.A., and Glantz, M.H.,. “Understanding the Drought Phenomenon, The Role of Definitions”, IWRA,Water International, 10(33),111-120.1985. 7. Erinç, S., “The Climates of Turkey according to Thornthwaite’s classifications “,Annals of the Association of American Geographers,39(1), 26-36.1949. 8. Erinç, S., “Yağış Müessiriyeti Üzerine Bir Deneme ve Yeni Bir İndis “, İstanbul Üniversitesi Coğrafya Enstitüsü Yayınları, Yayın No: 41, 62s., İstanbul, 1965. 9. Toğan, İ., “ Ege Bölgesi İç Kesiminde Bazı Önemli Merkezlerde Meydana Gelen Kuraklık Üzerine Bir İnceleme”, Yüksek Lisans Tezi,Tarımsal Yapılar ve Sulama Anabilim Dalı, İzmir,1996. 10. İnandık, H. , “Diyarbakır Yöresindeki Kuraklık İndisleri ve İklim Diyagramları”, İstanbul Üniversitesi Coğrafya Enstitüsü Dergisi, 2, 105–112,İstanbul, 1951. 11. Tümertekin, E., “Türkiye’de Kuraklık İndisleri”, Türk Coğrafya Kurumu 9. Coğrafya Meslek Haftası, Tebliğler ve Konferanslar, Sayı2, 107-118, 1955. 12. Tümertekin, E., “Türkiye’de Kuraklık Süresinin Coğrafi Dağılışı”, Türk Coğrafya Dergisi, 15, 145-150, 1956. 13. Koçman, A.,. “Türkiye’de Yağış Yetersizliğine Bağlı Kuraklık Sorunu”, Ege Coğrafya Dergisi, 7, 77–88, 1993. 14. Türkeş, M., “Spatial and Temporal Analysis of Annual Rainfall Variations in Turkey”, International Journal of Climatology, 16, 1057-1076, 1996.
291
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
15. Güner,Ü., Özen, B., Akyer, M.K., Öner, S.S., “Büyük Menderes Havzasında Kuraklık Çözümlemesi ve Bölgesel Taşkın Frekans Analizi”, II. Ulusal Hidroloji Kongresi, İstanbul Teknik Üniversitesi, 22-24 Haziran 1998, s. 114-121, İstanbul,1998. 16. Özer, F.,Malkoç, Y., Köse, E.,Dinçer, A.C.,Seyhan, K., Erüz, C. Ve Durukanoğlu, H.F.”Doğu Karadeniz Bölgesi’nde Kurak Döneme Sahip Yörelerin Belirlenmesi”, II. Ulusal Hidroloji Kongresi, İTÜ, 2224 Haziran 1998, s.209-216, İstanbul,1998a. 17. Özer, F.,Malkoç, Y., Köse, E., Erüz, C.,Dinçer, A.C.,Aslan, Z., ve Durukanoğlu, H.F.”Doğu Karadeniz Bölgesi’nde Kurak Döneme Sahip Yörelerin Belirlenmesi”, II. Ulusal Hidroloji Kongresi, İTÜ, 2224 Haziran 1998, s.217-223, İstanbul,1998b. 18. Kırımhan,S., “Türkiye’de Kuraklık Sorunu ve Son Yıllarda Sıcaklık ve Yağış Miktarlarındaki Değişmeler”, Atatürk Üniversitesi Çevre Sorunları Araştırma Merkezi Sempozyumu-7,13-17 Mayıs 1985, s. 411-435., Erzurum, 1985. 19. Doğan, O. ve Denli, Ö., “Türkiye’nin Yağış-Kuraklık-Erozyon İndisleri ve Kurak Dönemleri”, T.C. Başbakanlık Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Ankara Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü, Genel yayın No:215, Teknik Yayın No:60, Ankara,1999. 20. Yeşilnacar, M.İ., Gerger, R. ve Yazgan M.S,”Gap Kapsamındaki İllerin Su Bilançosu”, II. Ulusal Hidroloji Kongresi, İTÜ, 22-24 Haziran 1998, s.283-294, İstanbul,1998. 21. Toprak, Z.F., Öztürkmen, G., Yılmaz S., Dursun, F., Bayar G., EM, A., Hamidi, N., “Diyarbakır Kent Merkezi İçin Sıcaklık Verilerinin İstatistiksel Analizi”, İklim Değişikliği ve Çevre, 1 (2), 49-74, 2009 22. Diyarbakır Valiliği, “www.diyarbakir.gov.tr/cografya.asp”,2010. 23. DSİ., “Güneydoğu Anadolu Projesi”, DSİ Genel Müdürlüğü. Etüt ve Plan Dairesi Başkanlığı, Ankara, 1980. 24. DMİ., “Uzun Yıllar Ortalamasına Göre Aylık Yağış ve Sıcaklık Değerleri”, DMİ Genel Müdürlüğü Bilgi İşlem Merkezi, Ankara, 1991. 25. DMİ., “www.dmi.gov.tr/ /verideger/2009-iklim-verileri.pdf”,Diyarbakır,2009. 26. DMİ., www.dmi.gov.tr/FILES/verideger/2009-iklim-verileri.pdf,”1929-2005 Yıllar arası Diyarbakır Meteoroloji İstasyon Müdürlüğü Büyük Klima Rasat kayıtları”, 2010. 27. Eagleman, J.R., “Meteorology”, Second Edition, Wadsworth Publishing Company, Belmont, 1985. 28. Gray, D.M., “Handbook on the Principles of Hydrology”, Second Edition, Water Information Center Publication, New York, 1973. 29. Doğan, O. ve Küçükçakar, N., “Erozyon Haritalamasında Bazı Metodolojiler”, Köy Hizmetleri Ankara Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1994.
292
KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN DİYARBAKIR KENT MERKEZİ SICAKLIKLARI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
294
ÖZET Küresel iklim değişikliği bilim çevrelerince son zamanlarda sıkça tartışılmakta ve her yıl sayısız makale literatüre eklenmektedir. Küresel iklim değişikliği süreci hem zamana hem de konuma bağlı olarak farklılık gösterdiği için değişimin etkisinin olanaklar ölçüsünde mikro iklim bölgeleri bazında ve periyodik olarak tespit edilmesinde yarar olduğu düşünülmektedir. Diğer taraftan küresel iklim değişikliği tüm iklim değişkenlerindeki zamansal ve konumsal değişimleri kapsadığından sağlıklı bir tespit için her bir iklim değişkeninin ayrı ayrı çalışılmasında yarar vardır. Bu çalışmada, küresel iklim değişikliğinin Diyarbakır Kent Merkezi sıcaklıkları üzerindeki etkisi araştırılmıştır. Bu amaçla çalışmada, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü’nden temin edilen 1972–2005 yıllarına ait Diyarbakır kent merkezi günlük ortalama, maksimum ve minimum sıcaklık verilerinin her biri toplum (1972–2005), iki tanesi örnek (1972 – 1990 ve 1991 – 2005) olmak üzere üç gruba ayrılmıştır. Toplum ve örneklerin istatistik analizi ayrı ayrı yapılmış ve birbirleri ile karşılaştırılmıştır. Karşılaştırmada kriter olarak temel istatistik büyüklükler, zaman serisi grafiği, ortalama doğrusunun eğimi ve kontur harita yöntemi kullanılmıştır. Böylece Diyarbakır kent merkezi sıcaklıklarında 1972 yılından itibaren 2005 yılına kadar bir artışın olup olmadığı, son yıllarda değişimin artıp artmadığı araştırılmıştır. Sonuç olarak Diyarbakır Kent Merkezi sıcaklıklarında artış yönünde bir değişim olduğu ve bu değişimin son 20 yılda daha da belirginleştiği ve son 20 yılın zaman serisine ait ortalama doğrusunun eğiminin daha fazla olması nedeniyle bu değişim üzerinde GAP’ın da bir etkisinin olabileceği kanaatine varılmıştır.
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
The Impact of Global Climate Change on the Temperature of Diyarbakir City Center ABSTRACT Global climate change has recently been discussed among the scientists and many articles are every year added to the related literature. The impact of the global climate change varies from one region to another. Also the impacts are time-dependent. So, the impacts of climate change should be determined as far as possible in terms of both region and time. At the same time, the changes in the global climate include the changes in all the climate variables. In this case and for a healthy determination, it will be more expressive to separately study on climate variables. In
295
Z. Fuat TOPRAK Dicle Üniversitesi Mühendislik-Mimarlık Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü Diyarbakır toprakzf@dicle.edu.tr
this study, the impact of global climate change on the temperature of Diyarbakir City Center is discussed. In this respect, daily minimum, maximum, and mean temperature data measured by Regional Meteorological Service of Diyarbakir connected to the Turkish State Meteorological Service from 1972 to 2005 in Diyarbakir City Center have been divided into three groups (population-1972-2005- and two samples -1972-1990 and 1991-2005) and than the groups were statistically analyzed and compared. The comparison depends on basic statistical magnitudes, time serial graph, linear average line, and contour map. Thus, the impacts of global climate change on the temperature of Diyarbakır City Center were investigated. As results, it is possible to say there is bit of change in the temperature of city center from 1972 to 2005. Furthermore, due to the dramatic slope in average linear line of the time series of the temperature recorded from 1990 to 2005, it can be expressed that the GAP may effects on the city center temperature.
GİRİŞ Küresel ısınma bilim çevrelerince son zamanlarda sıkça tartışılmaktadır. 2007 yılı itibari ile, Proquest’te 3.524, Acm Digital Library’de 198.310, Applied Science&Technology’de 10.699, ASCE’de 38.299, Asme’de 122, Cambridge Journals’da 35.818, Science Direct’te 2.190, Science Online’da 14.941, Scitation’de 1.320.727, Springerlink’te 1.286, Web Of Science’ta 8.736 ve Inter Science’ta 113 olmak üzere sadece 12 indeks tarafından taranan dergilerde başlığında “küresel ısınma (globalwarming)” terimi yer alan toplam 1.634.765 konuya ilişkin makale
yayımlanmıştır [1]. 1995 – 2006 dönemine ait 12 yılın 11’inin, 1850’den bu yana tespit edilen 12 en sıcak yılın arasında olduğu belirtilmektedir [2]. Son 50 yıldaki doğrusal 10 yıllık ortalama sıcaklık artışlarının (0.13 °C) son yüz yılın iki katı olduğu, dünya’nın atmosfere yakın yüzeyinin ortalama sıcaklığının 20 yılda 0.6 (± 0.2) °C arttığı ve son 50 yılda sıcaklık artışının insan hayatı üzerinde fark edilebilir etkiler oluşturduğu dile getirilmektedir [2]. NASA’nın hesaplamalarına göre, güvenilir ölçümlerin yapılabildiği 1800’lerden beri 2005 yılı, 1998’i geçerek, en sıcak yıl olmuştur. Dünya Meteoroloji Organizasyonu ve BK İklim Araştırma Biriminin hesaplamalarına göre ise 2005 yılı, 1998 yılının ardından hala ikinci sırada yer almaktadır [3]. Şubat 2007 tarihli BM Raporu, Paris’te yapılan Hükümetler arası İklim Değişiklikleri Paneli’nde açıklanmıştır. Artan küresel ısınmaya yönelik yakın geleceğin objektifleri adeta birer felaket habercisi olarak değerlendirilmektedir [2]. Diğer taraftan, başta IPCC olmak üzere bilimsel toplantılarda konunun, neden-sonuç ilişkisi açısından çok yönlü olarak tartışılmasına (IPCCa,b) ve yapılan bunca akademik ve teknik çalışmaya ve toplumların her kesimi tarafından duyulan ilgiye rağmen hala küresel ısınmanın olup olmadığına dair şüphelerin tam olarak giderilemediği anlaşılmaktadır. Jamieson (1992), iklim değişimi olasılığının doğurduğu problemlerin tümüyle bilimsel olmadığını, nasıl yaşanması gerektiği ve insanların birbiri ile ve doğa ile ilişkilerinin nasıl olacağı yönünde yani etik ve politik olduğunu belirtmektedir [4]. Beckerman ve Malkın (1994) ise IPCC raporlarının yeterince sorgulanmadığı, raporların bir kısım entelektüelin düşüncelerini
296
temsil ettiğini, görsel basının, çevrecileri ve ülkeleri etkilediğini, gerçeğin abartıldığı boyutta olmadığını söylemektedir [5]. Karaca ve Şen (2007), meteorolojik gözlemlerin, sıcaklığın son yüzyılda 0,7–0,8 oC civarında arttığını gösterdiğini, fakat karbondioksitteki artış ile ortalama sıcaklıktaki artış arasındaki ilişkinin küresel iklim sisteminin oldukça karmaşık yapısı ve insanoğlunun bu sisteme diğer müdahaleleri yüzünden hala net bir şekilde ortaya konulamadığını belirtmektedir [6]. Karşıt görüşlere rağmen Toprak ve diğ. (2009), küresel ısınmanın olduğuna dair sayısız çalışmanın olduğunu ve nedeni ne olursa olsun dünyamızın ateşinin yükseldiğini, küresel ısınmaya ilişkin kurulan senaryoların bilim çevrelerinin konuya duyarlılığını haklı kıldığını belirtmektedir [3]. IPCC raporları, Karaca ve Şen (2007) ve Türkeş ve dig. (2006), küresel ısınmanın nedenleri arasında El Nino, iklimsel periyot, astronomik süreçler, volkanik patlamalar, sera gazları, doğal sera etkisi, insan kaynaklı sera etkisi gibi etmenler sıralanmaktadır [2, 6, 7]. Ayrıca Louis (2002) ve IRN (2002) küresel ısınmanın üzerinde baraj rezervuarlarının etkisinin de olduğunu belirtmektedirler [8, 9]. Fakat bu çalışmalarda verilen baraj rezervuarlarının küresel sıcaklık üzerinde etkisinin olduğu yönündeki iddialar, eksik olduğunu belirtmekte yarar vardır. Baraj göllerinin bu etkisinin, neden oldukları buharlaşma olduğu düşünülürse yapay sulamaların neden olduğu buharlaşmanın yanında çok düşük kaldığı söylenebilir. Toprak ve ark.’nın Diyarbakır kent merkezi sıcaklıkları üzerinde yaptıkları çalışmalarında, Diyarbakır kent merkezi günlük ortalama sıcaklıklarının 12 ayın yedisinde artış trendinde olduğunu belirtmektedir [2]. Toprak ve diğ. (2009) ve Öztürkmen ve diğ. (2007), küresel iklim değişimlerinin ülkemize yansımasının daha sağlıklı bir şekilde değerlendirilmesi, yorumlanması ve takip edilmesi için Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü veya üniversiteler tarafından mikro iklim bölgeleri ve olanaklar ölçüsünde tüm iklim değişkenleri için (sıcaklık, yağış, nem, kar v.b.) meteorolojik kimliklerin çıkarılmasını önermektedir [3, 10]. Bu çalışmada ise küresel iklim değişikliğinin Diyarbakır kent merkezi günlük maksimum, ortalama ve minimum sıcaklıkları üzerinde bir etkisinin olup olmadığı araştırılmıştır. Sonuçların, Toprak ve diğ. (2009) ile Öztürkmen ve diğ. (2007)’de sunulan sonuçlar ile uyumlu olduğu görülmüştür. Bu çalışmada ayrıca GAP’ın kent merkezi sıcaklıklarındaki değişim üzerinde bir etkisinin olup olmadığı da tartışılmıştır.
297
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Çalışma Alanı Mezopotamya’nın kuzeyinde yer alan ve Malatya, Elazığ, Bingöl, Muş, Mardin, Ş.Urfa, Batman ve Adıyaman illeriyle çevrelenmiş olan Diyarbakır, bölge illeri ile benzer coğrafi, fiziksel ve iklimsel özellikler göstermektedir. İklim/ sıcaklık özellikleri açısından bölgeyi temsil etmeye en yakın il olduğundan Diyarbakır kent merkezi çalışma alanı olarak seçilmiştir. Diyarbakır ilinde yüzey şekilleri oldukça sadedir. Ortası çukur; çevresi yüksekliklerle kuşatılmış bir havza durumundadır. Diyarbakır havzasının eksenini batı-doğu doğrultulu geniş Dicle Vadisi oluşturmaktadır. Kuzeyden Güneydoğu Toroslar yayı, güneybatısında ise Karacadağ ile çevrelenmiştir. İlin doğal bitki örtüsü bozkır olup ormanlık alanları çok azdır [3]. İlin en önemli akarsuları Dicle ve kollarıdır. İl, gerek sulama gerek enerji üretimi açısından GAP’ın kapsadığı iki nehir havzasından birinin merkezinde yer almaktadır. Yapay baraj gölleri dışında il sınırları içinde önemli göl yoktur. Kent merkezinin çöllerden ve denizlerden uzak, ormanlardan yoksun olması nedeniyle çöl, ılıman ve orman iklimine sahip değildir. GAP kapsamındaki baraj ve sulama alanlarının kent merkezinin meteorolojik/ sıcaklık kimliği üzerinde bir etkisini araştırmak açısından da çalışma alanı önem arz etmektedir. Yöntem Bu çalışmada, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü’nden temin edilen 1972–2005 yıllarına ait Diyarbakır kent merkezi günlük ortalama, maksimum ve minimum sıcaklık verileri kullanılmıştır. Verilerin istatistiksel analizi Toprak ve diğ (2009) ve Öztürkmen ve
diğ (2007)’de detaylı bir şekilde verildiğinden burada bu analize yer verilmemiştir [3, 10]. Veriler, maksimum, ortalama ve minimum günlük sıcaklıklara ait üç zaman serisinden meydana gelmektedir. Bu zaman serilerinin her biri üç gruba ayrılmıştır. Birinci grup 1972– 2005 yıllarını kapsayan ve toplum değerleri olarak kabul edilen zaman serisidir. İkinci grup, 1972–1990, üçüncü grup ise 1991–2005 dönemini kapsamaktadır. Son iki grup birer istatistik örnek olarak değerlendirilmiştir. Daha sonra temel istatistik büyüklükler, zaman serisi grafiği, ortalama doğrusunun eğimi ve kontur harita yöntemi esas alınarak gruplar birbiri ile karşılaştırılmıştır. Böylece Diyarbakır kent merkezi sıcaklıklarında 1972 yılından itibaren 2005 yılına kadar bir artışın olup olmadığı, son yıllarda değişimin artıp artmadığı araştırılmıştır. Her üç grubun zaman serisi grafikleri çıkarılmış ve grafikler birbiri ile karşılaştırılmıştır. Grafiğe ortalama doğrusu eklenerek çizilen yatay bir referans doğrusuna göre sapması tespit edilmiştir. Ortalama doğrusunun yatay doğru ile üst üste çakışması eğimin sıfır olduğu ve sıcaklıklarda bir artış veya azalmanın olmadığı anlamına gelmektedir. Ortalama doğrusunun yatay doğrudan negatif yönde bir eğimle tedrici olarak sapması sıcaklıkların azalma trendinde olduğunu göstermektedir. Ortalama doğrusu pozitif yönde bir eğimle yatay doğrudan tedrici olarak sapması ise sıcaklıkların gittikçe arttığı anlamına gelmektedir.
298
Diğer taraftan her üç grubun ortalama doğrularına ait denklemlerin eğimi karşılaştırılmıştır. Eğer sıcaklıklarda bir değişim yok ise her üç denklemin eğimi birbirine eşit olacaktır. Eğer sıcaklıklarda bir artış söz konusu ise pozitif yönde olmak üzere ikinci grubun eğimi en düşük, üçüncü grubun en yüksek ve birinci grubun eğimi ise diğer ikisinin arasında olması beklenir. Eğer sıcaklıklarda bir azalma söz konusu ise bu kez negatif yönde olmak üzere yine ikinci grubun eğimi en düşük, üçüncü grubun en yüksek ve birinci grubun ise ikisinin arasında bir eğime sahip olması beklenir. Böylece olası bir trendin son 16 yılda daha dramatik hale gelip gelmediği tespit edilebilecektir. Eğer son 16 yılda daha dramatik bir eğilim (trend) söz konusu ise iki sonuç çıkarmak mümkündür: 1) Küresel iklim değişikliği kent sıcaklıkları üzerinde gittikçe daha dramatik bir şekilde etki etmiştir, 2) GAP kapsamında yapılan barajların su tutmaya ve sulamaların başladığı yıllardan itibaren kent sıcaklıklarının değişiminde bir artış meydana gelmiştir. Üç değişkenli fakat iki boyutlu bir grafik olan kontur harita yöntemi karşılaştırmada güçlü kanaatleri verebilecek bir yöntem olduğu belirtilmektedir [3, 11–13]. Nasıl ki iki eş yükselti harita birbirine benzer ise “ait oldukları coğrafyanın yükseltileri de birbirine benzerdir” denebiliyor ise eş sıcaklık eğrileri birbirine benzer olan iki zaman serisinin de birbirine benzer olduğu söylenebilir. Her üç grubun eş sıcaklık eğrileri (kontur haritaları), yatay eksende yıllar, düşey eksende yıldaki gün sayısı olacak şekilde elde edilmiştir. Böylece sıcaklık serilerinin birbirine benzeyip benzemediği rahatlıkla görülebilecektir. Bilindiği üzere, yıllık zaman serisinde, Ocak ayından itibaren sıcaklıklar gittikçe artmakta, yaz aylarında pik yaptıktan sonra tekrar gittikçe düşmektedir. Bu durumda kontur haritaları düşey eksenin ortalarında en koyu başlangıç ve sonlarında ise en açık olacaktır. Diğer taraftan eğer gittikçe bir sıcaklık artışı söz konusu ise yatay eksen boyunca harita dolgusu gittikçe koyulaşacak, tersi durumda ise gittikçe açılacaktır. Böylece zamana (yıllara) bağlı olarak sıcaklıklarda bir eğilimin olup olmadığı tahmin edilebilmektedir. Her üç grup maksimum sıcaklık serilerine yukarıda açıklanan yöntemler uygulandıktan sonra sırasıyla ortalama ve minimum sıcaklık değerleri
299
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
için uygulamalar tekrarlanmıştır. Böylece maksimum sıcaklık değerlerinin analiz sonuçları ortalama ve minimum sıcaklık değerlerinin analiz sonuçları ile test edilmiştir.
SONUÇLAR Veriler, maksimum, ortalama ve minimum günlük sıcaklıklara ait üç zaman serisinden meydana gelmektedir. Bu zaman serilerinin her biri üç gruba ayrılmıştır. Birinci grup 1972– 2005 yıllarını kapsayan ve toplum değerleri olarak kabul edilen zaman serisidir. İkinci grup, 1972–1990, üçüncü grup ise 1991–2005 dönemini kapsamaktadır. Son iki grup birer istatistik örnek olarak değerlendirilmiştir. Daha sonra temel istatistik büyüklükler, zaman serisi grafiği, ortalama doğrusunun eğimi ve kontur harita yöntemi esas alınarak gruplar birbiri ile karşılaştırılmıştır. Tablo 1’de her üç grubun temel istatistik büyüklükleri verilmiştir. Tablodan, her üç grup için de ortalama, maksimum, minimum, standart sapma, çarpıklık ve değişim katsayıları ve iç bağımlılıklarının birbirine yakın olduğu görülmektedir. Bu durum grupların istatistiksel olarak aynı toplumdan geldiği yani istatistik açıdan aralarında anlamlı bir farklılığın olmadığı anlamına gelmektedir. Diğer taraftan çarpıklık katsayısı sıfıra çok yakın, standart sapma ve değişim katsayıları ise düşüktür. Bu durum verilerin normale çok yakın dağıldığı ve fazla saçılmadıklarını göstermektedir. Bununla birlikte üçüncü grubun az da olsa ortalamasının diğer iki gruptan yüksek olduğu görülmektedir. Bu durum, son 16 yılın daha sıcak geçtiğine işarettir. Maksimum sıcaklıkların Şekil 1’de verilen kontur
haritasına bakıldığında, haritanın ortalarında dolgu renginin koyulaştığı görülmektedir. Bu durum, grafiğin bu kısmı yaz aylarına denk geldiği için beklenen bir durumdur. Ancak ortanın sağ üst kısmındaki dolgunun sol alt kısmındakine göre daha koyu olduğu gözden kaçmamaktadır. Bu durum, maksimum sıcaklıkların yıllara göre artığını göstermesi açısından önem arz etmektedir. Şekil 2’de zaman serisi grafikleri verilmiştir. Ortalama doğrusu ile çizilen yatay referans doğrusu arasındaki makasın yatay eksen boyunca gittikçe açıldığı görülmektedir. Bu açılma, maksimum sıcaklıkların yıllara göre az da olsa arttığını göstermektedir. Bu artış 1991 – 2005 grubu verilerinde daha belirgin hale gelmektedir. Bu durum, artışın son 16 yılda daha dramatik olduğu şeklinde mütalaa edilmektedir. Aynı şekil üzerinde verilen ortalama doğrularına ait denklemlerin eğimleri karşılaştırıldığında 1991–2005 dönemine ait doğru eğiminin en büyük olduğu görülmektedir. Bu durum yukarıda yapılan mütalaayı desteklemektedir. Burada şüpheli bir durum olarak 1972–2005 dönemine ait doğru denkleminin eğiminin diğer ikisinin arasında bir yerde olması gerekirken en düşük olarak görülmektedir. Son 16 yılda daha dramatik bir eğilim (trend) söz konusu olduğundan şu iki sonucu çıkarmak mümkündür: 1) Küresel iklim değişikliği kent sıcaklıkları üzerinde gittikçe daha dramatik bir şekilde etki etmiştir, 2) GAP kapsamında barajların su tutmaya ve sulamaların başladığı yıllardan itibaren kent sıcaklıklarının değişiminde bir artış meydana gelmiştir.
300
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Tablo 2 ve Tablo 3 ile Şekil 3, 4, 5 ve 6’ya bakıldığında aynı mütalaaların hem ortalama hem de minimum sıcaklıklar için rahatlıkla yapılabileceği görülmektedir.
Şekil-1 Diyarbakır Kent Merkezi Günlük Maksimumum Sıcaklıkların Kontur Haritası
Şekil-2 Diyarbakır Kent Merkezi Günlük Maksimum Sıcaklıkların Zaman Serisi Grafiği
301
Tablo-2 Diyarbakır Kent Merkezi Günlük Ortalama Sıcaklıkların Temel İstatistik Büyüklükleri
Şekil-4 Diyarbakır Kent Merkezi Günlük Ortalama Sıcaklıkların Zaman Serisi Grafiği
Tablo-3 Diyarbakır Kent Merkezi Günlük Minimum Sıcaklıkların Temel İstatistikleri Şekil-3 Diyarbakır Kent Merkezi Günlük Ortalama Sıcaklıkların Kontur Haritası
Şekil-5 Diyarbakır Kent Merkezi Günlük Minimum Sıcaklıkların Kontur Haritası
302
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Şekil-6 Diyarbakır Kent Merkezi Günlük Ortalama Sıcaklıkların Zaman Serisi Grafiği
303
SONUÇ Diyarbakır kent merkezinin 1972–2005 yılları uzun dönem ve son 16 yıllık günlük maksimum, ortalama ve minimum sıcaklık verilerinin yapılan analizinden şu sonuçlar elde edilmiştir: • Diyarbakır kent merkezinin, ortalama günlük maksimum, ortalama ve minimum sıcaklık değerlerinin 1972 yılından itibaren 2005 yılına kadar yıllara göre artığı söylenebilir. • Sıcaklık artışlarının 1991 yılından itibaren daha fark edilir düzeyde olduğu görülmektedir. • 1991 yılından itibaren fark edilir düzeyde görülen artışın ya küresel iklim değişikliği kent sıcaklıkları üzerinde gittikçe daha dramatik bir şekilde etki ettiği ya da GAP kapsamında yapılan barajların su tutmaya ve sulamaların başladığı yıllardan itibaren kent sıcaklıklarının değişiminde bir artış meydana getirdiği şeklinde yorumlanabilir. • Bu çalışmadan elde edilen sonuçların Toprak ve diğ. (2009) ve Öztürkmen ve diğ. (2007) çalışmalarından elde edilen sonuçlar ile uyumlu olduğu görülmektedir.
304
KAYNAKLAR 1. www.dicle.edu.tr/birimler/kutup/veritabani_online.htm (Dicle Üniversitesi Sanal Kütüphanesi) 2. The Intergovernmental Panel on Climate Change (IPCC) established by WMO and UNEP Fourth Assessment Report “Climate Change 2007”, 02 February 2007, Paris. 3. Toprak, Z.F., Öztürkmen, G., Yılmaz S., Dursun, F., Bayar G., EM, A., Hamidi, N., (2009), Diyarbakır Kent Merkezi İçin Sıcaklık Verilerinin İstatistiksel Analizi, İklim Değişikliği ve Çevre, 1 (2), 49-74, 2009. 4. Jamieson D. (1992), ETHICS, PUBLIC-POLICY, AND GLOBAL WARMING, SCIENCE TECHNOLOGY & HUMAN VALUES 17 (2): 139-153 SPR 1992 5. Beckerman W, Malkın J (1994), How much does global warming matter? - concern for environmental problems as opposed to needs of developing countries PUBLIC INTEREST (114): 3-16 WIN 1994 6. Karaca, M., Şen, Ö. L. “Küresel Isınma: Gerçekler ve Belirsizlikler”, TÜBİTAK, http://www.tubitak.gov.tr/home.do;jsessionid=E5835E7270 0CD9FAD50E141C98C23CAC?sid=0&cid=773 7. Türkeş, M., Sümer, U. M., Çetiner G., “İklim Değişikliğinin Bilimsel Değerlendirilmesi”,http://www.meteor.gov.tr/2006/arastirma/ arastirma.aspx?subPg=101&Ext=htm 8. Vincent St. Louis (2002), Hydroelectric reservoirs as an anthropogenic source of greenhouse gases.” World Resource Review 14 (2002): 334– 353. 9. International Rivers Network (IRN) (2002), Flooding The Land, Warming The Earth, Greenhouse Gas Emissions From Dams, 1847 Berkeley Way, Berkeley CA 94703. 10. Öztürkmen, G., Yılmaz S., Dursun, F., Bayar G., EM, A., Hamidi, N., Toprak, Z.F., (2007), Diyarbakır Kent Merkezinin Sıcaklık Kimliğinin Saptanması IV-V-VI: 1972–2005 Yılları Uzun Dönem ve Son Beş Yıllık Aylık ve Mevsimlik Maksimum, Ortalama Ve Minimum Sıcaklık Verilerinin İstatistik Analizi, I. Türkiye İklim Değişikliği Kongresi – TİKDEK 2007, 11 13 Nisan 2007, İTÜ, İstanbul 11. Toprak Z.F. 2004. Akarsularda boyuna dispersiyon katsayısının bulanık mantık yöntemi ile belirlenmesi. Doktora Tezi, İTÜ, Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul. 12. Toprak Z.F., Savci M.E., and Avci C. 2004, Comparison of the dispersion model results using contour map method. Proceeding of 6th International Congress on Advances in Civil Engineering (ACE2004): 1407-1417,
305
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Bogazici University, Istanbul. 13. Toprak Z.F., Savc覺 M.E. 2004, Predicting dimensionless longitudinal dispersion coefficient in natural streams by fuzzy-logic approach. Proceeding of International Conference on Water Observation and Information System for Decision Support, 396, (ffp-80-049) 25-29 May 2004, Ohrid, Republic of Macedonia.
306
DİYARBAKIR ÇEVRE VE ORMAN MÜDÜRLÜĞÜ AĞAÇLANDIRMA VE EROZYON KONTROLÜ (AGM) ŞUBE MÜDÜRLÜĞÜ ÇALIŞMALARI
308
Ağaçlandırma Ve Erozyon Kontrolü (Agm) Şube Müdürlüğü Dünya nüfusunun hızla artması, küresel ekonominin dünya üzerinde genişlemesi sonucu tabii kaynaklar üzerindeki baskılar her gün biraz daha artmaktadır. İnsanların aşırı tüketim hırsı sonucu, çevre temel göstergeleri giderek daha da bozulmaktadır. Ormanlar azalmakta, su seviyeleri düşmekte, toprak erozyonla kaybolmakta, sulak alanlar ortadan kalkmakta, meralar bozulmakta, nehirler kurumakta, ortalama ısı yükselmekte, mercan adaları ölmekte, bitki ve hayvan türlerinin nesli tükenmektedir. Atmosferdeki sera gazlarını dengede tutabilmek için, önemli karasal karbon yutakları olan orman alanlarının arttırılması en büyük hedefimizdir. En kısa sürede orman varlığının artırılması, bozuk ormanların rehabilite edilmesi, erozyonla mücadele edilerek topraklarımızın göllere, barajlara ve denizlere taşınmasının önlenmesi gerekmektedir. Bu amaca kısa sürede ulaşmak için ülkemizin kaynaklarını seferber ederek çalışmalara hız verilmesi mecburiyeti bulunmaktadır.
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Türkiye; topoğrafik yapısı, iklimi, uygulanan yanlış tarım yöntemleri, aşırı mera ve orman tahribatı ve toprakların çoğunlukla erozyona duyarlı olması nedeni ile dünya yüzünde yüksek düzeyde erozyona maruz kalan ülkeler arasında yer almaktadır.
Ağaçlandırma Ağaçlandırmanın çok çeşitli tanımları vardır. En kısa ve basit tanımı; insanın ekim veya dikim yolu ile orman oluşturmasıdır. Orman denilince akla sadece ağaç ve ağaççık toplulukları gelmemelidir. Orman canlı ve büyük bir sistemdir. Bu sistem içerisindeki ağaçlar, hava, su, toprak ve diğer otsu ve odunsu bitkilerle, mikroorganizma ve hayvanlarıyla kendine özgü kapalı bir dünya, bir ekolojik sistem oluşturmaktadır. Orman ekosistemi ağaçlarla birlikte diğer bitkiler, hayvanlar, mikroorganizmalar gibi canlı varlıklarla toprak, hava, su ve sıcaklık gibi fiziksel çevre faktörlerinin oluşturdukları karşılıklı ilişkiler dokusunu simgeleyen bir doğa parçasıdır.
Türkiye’deki orman varlığı durumu Bilimsel verilere göre, önceleri 50 Milyon hektar olan ülkemiz ormanları günümüzde 21.188.746 hektara inmiştir. Amenajman planlarına göre
309
Murat HASPOLATLI İl Çevre ve Orman Müdürü
orman rejimi içindeki 21.188.746 hektar alanın % 49,8’ine tekabül eden 10.567.626 hektarı bozuk ve çok bozuk niteliktedir. 2007 yılında yapılan tespitlere göre bu alanların 4.250.000 hektarı ile Hazine arazilerinden tahminen 1.000.000 hektar olmak üzere toplam 5.250.000 hektar alan ekolojik, teknik ve sosyal olarak ağaçlandırma, erozyon kontrolü, rehabilitasyon ve mera ıslahı çalışması yapılabilecek potansiyel alandır. Türkiye’de 21.188.747,0 hektar orman alanı mevcuttur. Bu alanın yaklaşık yarısı (10.621.221,0 hektar) verimli, kalan yarısı ( 10.567.526,0 hektar) ise verimsiz ormanlardır. Ormanların %24’ü Karadeniz, %20’si Akdeniz, %18’i Ege, %15’i Marmara, %11’i İç Anadolu, %8’i Doğu Anadolu ve %4’ü Güney Doğu Anadolu’dadır. Ağaçlandırma çalışmaları ile hem ülkemizin odun hammaddesi açığını kapatmak, hem de bozulan ekosistemi yeniden kurarak sel, taşkın, heyelan vb tehlikelere karşı önlem almak, bunları yaparken istihdam açığını kapatmaya yönelik fonksiyon üstlenerek toplumumuzun refahını yükseltmek olanaklı olacaktır.
İlimizdeki Orman Varlığı Durumu
Normal Orman Bozuk Orman Toplam Orman Ormansız Alan Genel Alan
: : : : :
78.400,0 274.426,0 352.826,0 1.155.310,0 1.508.136,0
Diyarbakır’ın yüzölçümünün %23 ü ormanlık alan statüsünde olup bu alanların %5 ‘i normal orman, %18 i ise bozuk orman niteliğindedir
Ormanlardan elde edilen ürün ve hizmet çeşitleri Ormanlardan elde edilen ürün çeşitleri; odun, yaprak, çiçek, tohum, reçine, kabuk, kök, çalı, ot, av hayvanı, su, toprak, kil, taş, kömür ve madenler gibi çok sayıda ve değişik nitelikte hammaddelerdir. Bu maddeler, niteliklerine ve pazar isteklerine göre çok değişik kullanım yerleri bulabilmektedir. Bu ürünler içerisinde en bol elde edilen ve geniş bir pazarlama olanağı bulan ürün ise odundur. Ormanların ayrıca suyu düzenleme, toprağı koruma, iklimi etkileme, doğayı koruma ve güzelleştirme gibi önemli hizmetleri vardır.
Genel Durum Türkiye; Coğrafi konumu, topografik yapısı, iklimi, yanlış tarım uygulamaları, mera ve orman tahribatı ve toprakların erozyona duyarlı olması sebepleri ile dünya üzerinde erozyona maruz ülkeler arasında yer almaktadır. Türkiye; Küresel iklim değişikliğine bağlı olumsuzluklardan en fazla etkilenecek ülkeler arasında gösterilmektedir.
A. Normal
B. Bozuk
C. Ormansız
Küresel ısınma ve iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini önlemede ormanların korunması, 310
iyileştirilmesi ve artırılması büyük önem arz etmektedir. Türkiye; İklim, topoğrafya ve toprak özellikleri nedeniyle çok farklı ekosistemlere sahiptir; Ortalama Rakım : 1132 m Ortalama Yağış : 632 mm Ülkemizin % 29’u orta yüksek dağlık arazi, % 27’si yüksek dağlık araziden oluşmaktadır. Eğimin %15’den yukarı olduğu yerler % 62,5’dir.
Erozyonun Nedenleri Erozyon; toprağın yağmur suları ile veya rüzgarla aşınması veya taşınmasıdır. Daha açık bir ifadeyle yağmur tanelerinin çıplak toprağa çarptığında kopardığı parçaları beraberinde aşağılara taşıması veya şiddetli esen rüzgarlarla çıplak arazilerdeki ince toprak tanelerinin sürüklenmesi olayıdır.
Nedenleri • • • • • • • • •
Topografik yapı İklim (kuraklık, düzensiz ve ani şiddetli yağışlar) Toprak yapısı ve erozyona duyarlılığı Jeolojik oluşum Ormanların tahrip edilmesi Meraların tahribi Yanlış arazi kullanımı Yanlış tarımsal faaliyetler Dağınık yerleşim
Erozyonun Sonuçları • Binlerce yılda oluşan, topraklar denizlere, göllere ve barajlara taşınmaktadır. • Toprağın verimli olan üst tabakası ile birlikte bitkilerin beslenmesi için önem taşıyan mineraller kaybolmakta ve bitki-su dengesi bozulmaktadır. • Toprağın aşınması ve taşınmasıyla üzerindeki bitki örtüsü ya yozlaşmakta ya da tamamen ortadan kalmakta ve dolayısıyla çölleşme olmaktadır.
311
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Amaçlarımız • • • • • • • •
Bozuk orman alanlarını iyileştirmek, Erozyonu önleyerek ülke topraklarını korumak Sel, taşkın ve çığlara yönelik önlemler almak Şehirlerimizin etrafında yeşil kuşaklar oluşturmak Ağaç ve orman sevgisini toplumun tüm kesimlerine benimsetmek Özel ağaçlandırma ve fidancılığı desteklemek Ülkemizin orman ağacı fidanını karşılamak Gelecek nesillere yeşil ve yaşanabilir bir ülke bırakmak
Faaliyetlerimiz • • • • • • • • •
Tohum ve fidan üretimi Ağaçlandırma Rehabilitasyon Erozyon kontrolü Yeşil kuşak ağaçlandırması Mera ıslahı Özel ağaçlandırma ve özel fidanlıkların desteklenmesi Orman çoğaltım materyallerinin tescili, denetimi, sertifikasyonu Çölleşme ile mücadelenin koordinasyonu.
Çalışma Alanlarımız • Bozuk ve kapalı orman alanları • Orman içi açıklıklar • Hazineden tahsis edilen alanlar • Meradan tahsis edilen alanlar Hizmet Alanı ile İlgili Diyarbakır Genelini Kapsayan İstatistikî Bilgiler SAHASI Çüngüş Çaybaşı Erozyon Kontrolü Projesi Ergani Kortaş Erozyon Kontrolü Projesi Çüngüş Polatuşağı Erozyon Kontrolü Projesi Diyarbakır Kırklardağı Erozyon Kontrolü Projesi Ergani Makam dağı Erozyon Kontrolü Projesi Çermik Heykelönü Erozyon Kontrolü Projesi Hazro Mutluca Rehabilitasyon Projesi Hani Yayvan Rehabilitasyon Projesi
312
ALANI 1.318 ha 1.050 ha 450 ha 107 ha 72 ha 66 ha 368 ha 170 ha
DURUMU Tamamlandı Tamamlandı Tamamlandı Tamamlandı Tamamlandı Tamamlandı Tamamlandı Tamamlandı
Cumhuriyet Hatıra Ormanı Diyanet Hatıra Orman Milli Eğitim Hatıra Ormanı Maliye Ormanı İş Bankası Hatıra Ormanı Merkez Bankası Hatıra Ormanı Silvan Yeşil Kuşak Sürendal Erozyon Kontrolü
25 ha 7 ha 5 ha 7 ha 20 ha 20 ha 15 ha 401 ha
Tamamlandı Tamamlandı Tamamlandı Tamamlandı Tamamlandı Tamamlandı Tamamlandı Devam ediyor.
Özel Ağaçlandırmalar Merkez D.Ü Özel Ağaçlandırma Projesi Silvan İlçesi Mahmut DÜŞÜK Bismil Arap-Tahsin KOLUMAN Kulp Behçet TEKTEKİN Geçmişten Bugüne İstatistiki Veriler
136,8 ha 23 ha 77 ha 22 ha
Tamamlandı Tamamlandı Tamamlandı Devam ediyor
DİYARBAKIR İLİ YILLAR İTİBARİYLE AGM ÇALIŞMALARI PROJELER
2002 sonu
İtibariyle Ağaçlandır (Ha) 8.006 Erozon Kon (Ha) 3.255 Rehabilitas (Ha ) 0 Mera ıslahı (Ha) 165 Öz Ağ(Ha) 0 Yeşil Kuş 400 Etüd Pr(Ad) 6 80.220 Fid Ür.( 1000 Ad ) 0 Toh Ür.( Ton ) 17 TOPLAM(ha) 11.826
2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 TOPLAM 0 300 0 0 0 0 1
7 411 340 0 0 0 1
0 88 170 0 137 0 2
0 407 0 0 0 0 0
612
829
111 1.170 1.470 1.840 2.000 2.000
90.252
0 300
2.6 758
0 395
37.65 15.008
2.7 407
0 100 0 0 0 0 2
5.8 100
0 300 0 0 0 0 1
5.4 300
0 300 0 0 45 0
500
77
8.013 5.661 510 165 259 400
10
0,1 600
5 577
2011 Yılı Programımız 400 Ha Erozyon Kontrolü Tesis 1.620 Ha Erozyon Kontrolü Bakım 1.865.000 Ad Fidan Üretimi Milli Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Seferberliği Ülkemizin yukarıda anlatılan gerçeklerinden yola çıkılarak 1995 yılında kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişilikleri tarafından yapılacak ağaçlandırma ve erozyon kontrolü çalışmalarına ait esas ve usulleri düzenleyen 4122 sayılı Milli Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Seferberlik Kanunu yürürlüğe konulmuştur. Bu kanun kapsamında 313
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
kamu kurum ve kuruluşları, belediyeler, sivil toplum kuruluşları ve halkımızı içine alacak şekilde 01.11.2007 tarihinde Başbakanımız Sayın Recep Tayip ERDOĞAN tarafından 2007/28 sayılı genelge ile emirlenmiştir.
2008-2012 Yıllarını Kapsayan Ağaçlandırma Eylem Planındaki Yerimiz
314
YER ALTI ZENGİNLİK KAYNAKLARI
DİYARBAKIR’DA TARİHTE MADENLER
318
ÖZET Diyarbakır’da madenciliğin tarihi literatür eşliğinde ele alındı. Kısaca günümüzde maden envanterine değinildi. Bakır madenciliğinin tarihçesi Diyarbakır madencilik sektörü açısından yatırımcılar açısından önemli fırsatlar sunmaktadır. İlin zengin ve kaliteli mermer rezervi ticari açıdan son derece önemli fırsatlar sunmaktadır. Diyarbakır’da mermere ek olarak bakır, kurşun, çinko, demir fosfat, kömür ve krom yatakları da bulunmaktadır
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
İnsanlık tarihini yansıtması açısından Diyarbakır Ergani önemli ilkleri gösterir.İlk kez buğday ekilmesi önemli bir olaydır.Ancak medeniyetin başka ilklerini de burada görüyoruz. Kanallı yapılarda oturanlar bakırtaşlarından yapılmış boncukları daha fazla kullanmaya başlamışlar. Bakırtaşı toplamaya çıktıklarında rastladıkları bakır parçalarının ısıtıldığı zaman daha kolay biçimlendirildiğini keşfettikten sonra küpe, yüzük, bilezik ve hızma yerine kullanılan süs eşyaları yapılmaya başlanmıştır. M.Ö.8000 yıllarında Çayönünde bakır kullanması, zengin bakır yatağına sahip Ergani ovasında yaşayanlar için şaşırtıcı değil. Ancak, dünyada bilinen en eski maden işletmeciliğinin varlığını ortaya koyması açısından, Çayönü’nün önemi oldukça büyüktür. Bulunan bakır nesnelerin 14 C ölçümleriyle M.Ö.8200-7500 yıllarına denk geldiği saptanmıştır(1) Ergani bakır madeni dünyada bilinen en eski maden ocağıdır.Ve tüm tarihi çağlarda da önemini korumuştur. Çayönü’nde daha taş devrinde,dünyanın başka yerlerinden 2 bin yıl önce madenciliğe geçilmiştir. (Max Planck Institute. Cayönü and the beginnings of mettalurg) (24)
Prof.Dr.Izady ise bu hususta “İnsan ırkını taş devrinden sırasıyla bakır, bronz ve demir çağına taşıyan madencilik teknolojilerinin gelişimi Diyarbakır yakınlarındaki Çayönü bölgesinde gerçekleşti” der. Yazar, burada keşfedilen bakır aletler M.Ö.5000. yılın birinci yarısına tarihlenmektedir, ifadesini kullanır. Gerçekten de Çayönü’nü çevreleyen bölge,dünyanın yaşayan en eski endüstriyel yerleşim bölgesi olarak adlandırılabilir, çünkü neredeyse 7000 yıl önce başlayan bakır dökümlerden ve bakır alaşımlardan yapılma eşya
319
Prof.Dr.Kenan Haspolat Dicle Üniversitesi, khaspolat@hotmail.com
üreticiliği günümüzde de devam etmektedir(25) Burada bakır buluntuların bazısı işlenmiş, bazısı işlenmemiş olup toplam 4328 adettir. Doğal saf bakıra (nabit) ait işlenmiş materyallerin sayısı 113 süs-takı olarak yapılan malakit buluntuların sayısı 545 ve İşlenmemiş malakit buluntuların ise 3670 adet olduğu belirtilmektedir (26) M.Ö.2600’de Akad Kralı “Sargon özellikle Ergani’nin bakırıyla ilgilendiği için burayı ele geçirmiştir.”(2) İbnül Esir “Amid civarında Zülkarneyn ve Ergani kaleleri çevresinde 1122 tarihinde bakır madeni keşfolunduğunu nakletmektedir.”(3) 12. ve 13. yüzyılda başlıca 4 maden merkezi ön plandaydı. Horasan bölgesinde Herat ve Nişabur; Zengi döneminde Musul, Eyyubi döneminde Şam, Türkiye Selçukluları döneminde Konya, Artuklu döneminde Diyarbakır ve Mardin önemli yapım merkezleridir. Bu bölgelerde üretine kazıma desenli, gümüş,bakır ve altın kakmalı eserler İslam maden sanatının en güzel örnekleridir. Diyarbakır, Mardin, Erzurum, Trabzon ilk çağlardan beri kullanılan bakır,imalathane merkezleridir. İran, Suriye ve Anadolu’nun bakır ihtiyacını Ergani ve Habur madenleri karşılamaktaydı.(4) Maden (Ergani) zengin bakır yataklarına sahiptir. Artuklu hükümdarları Madende bulunan bakır yataklarının işletilmesini ve üretimin artırılmasını desteklemiştir. Emir Hüsamettin Timurtaş 1147 yılında bizzat Maden’e gidip inceleme yaparak bakır satın almıştır. Buradan aldığı bakırdan ilk Artuklu sikkelerini
kestirmiştir(5). 1840 yılında bir kalhane inşa edilmiştir. Bu madenler için Avrupa’dan mühendisler getirilerek, bunlara devletçe belirli bir maaş ödenmeye başlanmıştır(1843). Maden,tam olarak 1850 yılında devlet tarafından işletilmeye açılmış, bunun için bir mağara daha açılarak,kapasite artırılmıştır. Madende bulunan ham bakırlar, İstanbul’a gönderilirdi(1880). Serbest piyasaya ham bakırın satışı 1882 yılında başlatıldı, aynı yıl bakır madeninin yönetimi hakkında yeni kararlar çıkartıldı. Çıkartılan bakırın yurt dışına dış satışına karar verilerek Londra’ya ihraç edilmeye de başlandı (1892). 20 bin ton bakır İngiltere’ye gönderilmek üzere maden ocağından İskenderun’a kadar nakil için gerekli görüşmeler yapılmıştır. Madenin civar illere taşınmasında ulaşım zorluklarıyla karşılaşıldığından 1867 yılında Ergani’ye şose yol yapılmıştır. 1875 yılında madene iki izabe fırın inşa edilmiştir.(6) 1802 yılında Vital Cuinet’in seyahatnamesinde Ergani’de 3 bakır izalehanesi,maden mühendisi, 11 maden tüccarının olduğunu belirtmektedir. Vital Cuinet seyahatnamesinde şehirde 12 bakır avadanlığı üreten fabrika var demektedir.(6)(7) J.S.Buckingham 1827 yılına ait seyahatnamesinde Diyarbakır’dan şu şekilde bahseder ’Eve dönüşümüzde bakır cevherinin geniş kalıplara boşaltıldığı bir arıtma evinde durduk; şekil, ölçü ve ağırlık olarak Cornwall’daki stannarlylerden gönderilenlerle aynı ama maden artığından daha az saf bir şekilde
320
arıtılıyorlar.(7) Cumhuriyet döneminde1935 yılında Etibank kuruldı ve diğer müesseselerin hisseleri hükümet tarafından bu bankaya devredildi. Etibank’ça üretime 23 Mart 1939 tarihinde başlandı ve yıl içerisinde 4233 ton bakır elde edildi. 1944 yılında İş bankası hisseleri de satın alınarak maden 1945 yılında Etibank’a bağlı hale getirildi. 1987 yılı tahminlerin göre rezerv: Anayatakta çıkarılmaya hazır olan ve olmayan rezerv 5.916.146 tondur. Bu rezervin tenörü 1.23 olarak tahmin edilip bundan üretilecek bakır miktarı 72.540 tondur. Bunun yanında üretim yapılmayan Mihrap dağında toplam rezerv 339.394 ton olduğu tahmin edilmektedir. Etibank 1994 yılına kadar üretime devam etmiş ve daha sonra özel sektöre kiralamıştır. 1994 yılına kadar 8 yıllık üretimle 3.055.5551 ton tüvonan cevher üretilmiş ve bundan 18.984 ton blister (eritme sonucu elde edilen saf bakır) elde edilmiştir. Buna göre mevcut alandan 56.608 ton blister bakır elde edilebileceği anlaşılmaktadır(8) Diyarbakır madenciliğinin Osmanlı idaresinde teşvik gördüğünü belgelerden anlıyoruz. Tarihte madenciliğin teşviki ile ilgili belgeler. 25 Haziran 1879(9)
Diğer teşvik belgeleri
Keban ve Ergani Madenlerinin Daha Verimli İşletilmesi Kimden: Divan-ı Hümâyun
321
DİYARBAKIRDA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Ergani ve Keban’da çıkan maden (gümüş, bakırların verimli işletilmesi için Mart ayı başından itibaren gerekli olan işçi, usta tedarikine başlanması, ocaklar açıldığında yeni cevher çıkınca Gümüşhane ilçesi ve Kugâs (Trabzon ilçesine bağlı) bucağından 300 paraşut işçisi, 500 baltacı temin edilerek Ergani ve Keban’a yollanması, bu işçilerin ücretleri geçiktirilmeden ödenmesi. (BEO- Cevdet İktisad No 205)
Ergani Madeni İşçileri Kimden:Padişah’tan-Hatt-ı Hümâyûn Kime:Diyarbekir Valisi Vezir Ali Paşa’ya ve Eğil Hâkimi Hüseyin’e HÜKÜMKİ, Diyarbekir’de bazı kişiler Ergani madeninde çalışan işçiler arasına girerek, madende iş ve düzenin aksaması onların köylerine varıp gelirken bazı güçlükler çıkarıp onların cezalanmalarına neden oldukları, yetkililere böyle bozguncuları neden işlerine karıştırmamaları, işçilerin de bunlara kanmamaları, takdirde cezalanacakları bildirilmektedir. Zi-l-hicce sene 1155 (Ocak 1743 Belge: BOA – Cevdet Dahiliye, no 16193)
Ergani ve Keban yöresi halkının incitilmemesi. (Belge:BOA – Cevdet İktisat No 476 (10)
Osmanlı döneminde Ergani’de başlıca bakır maden kaynakları başta Cinderesi olmak üzere Altındüzü ve Arpa meydanı mevkileriydi. 1780 yılında üretilen bakır miktarı 6400 tondu. Ergani’de üretilen bakır Tokat, Samsun üzerinde İstanbul’da darphaneye gönderilirdi. Diyarbakır kalhanelerine seyrek olarak bakır madeni gitmesine izin verilirdi. Ergani’de bakır satışı yasaktı. Politika İstanbul ihtiyacına göre belirlenirdi.nakil hayvanları Çüngüş’ten sağlanırdı. 1808 yılında Ergani’den bakır taşınmasında aksama olunca İstanbul’da çok şiddetli bir bakır ihtiyacı doğmuştur. Ergani’den bakır Kiğı’da top dökümü için de gönderilirdi (11). Osmanlı zamanında bakırcılığa önem vermenin bir göstergesi olarak Ergani’de kalhane açılmış, Diyarbakır merkezde ise Fiskayada Sanayi mektebinde bakır ve demircilik eğitimi verilmiş,yıl sonu bu hususla ilgili sergiler açılmıştır (9).
Keban ve Ergani Madenleri Bölgesi Ahalesine Verilen Serbestlik(1) Fermânı Kime:Diyar-ı Bekir (Diyarbakır) Valisi’ne, Keban ve Ergani madenleri bölgesi ahalisine SERBESTİYET verildiği, bundan sonra buraya gelen ve buradan geçen devlet büyüklerinin bu madenler ahalisinden zere kadar, para, yiyecek, yem, konaklama gibi birşey isteyip onlara baskı yapıp incitmemeleri, Ferman’a uymayanlar azarlanıp cezalanacakları bildirilmektedir.(Belge:BOA – Cevdet İktisat, no 476)
Ferman Hü Tuğra Abdülhamid Bin Ahmet Han El- Muzaffer Daime Ferman’ın Özeti Kime: Ferman Diyar-ı Bekir (Diyarbakır) valisine yollandı.
Ergani’de inşasına lüzüm görülen kalhane 17 Eylül 1901Mekteb-i sanayide bakır ve demircilik ürün sergisi
322
Bakırcılık Türkiye’nin birçok yöresinde rastlanan bir el sanatı olmakla beraber en fazla bilinenleri Diyarbakır, Gaziantep, Kahramanmaraş ve Şanlıurfa’dır. Bakır madeninin yakınında olma ve el sanatları konusunda maharetli ustalara sahip olma bakımından Diyarbakır farklı bir yere sahiptir. Özellikle Akkoyunlulardan kalma şamdanlar, Artukoğullarından kalma nakış yazılarla bezenmiş siniler, sahanlar, kupa ve kadehler mineli bakırdan küçük vazolar, Osmanlıdan kalma ibrikler, taslar, güğümler, kandiller, cezveler en eski devirlerden kalma sanat eserleridir. Ergani’den elde edilen bakır hem askeri hem de sosyal alanlarda kullanılmak üzere Diyarbakır’da bulunan kalhanelerde işlenmekteydi. Bu atölyelerde üretilen mutfak kapları Suriye ve Irak bölgelerindeki kentlerde satışa sunulmaktaydı. Özellikle bakır sinilerde Diyarbakır’ın kendine has bir tarz oluşturduğunu görmekteyiz. Osmanlı imparatorluğu döneminde Doğu Anadolu bölgesinin en büyük atölyeleri Diyarbakır’da bulunmaktaydı. Hatta Diyarbakır bronz atölyelerinde dökülen toplar Mezopotamya’ya kadar gönderilmekteydi. (27)
Bronz Bakırdan ve kalaydan yapılan bir alaşım olan bronz bakırdan daha katı ve daha kullanışlıdır, daha düşük ısıda erir ve bu yüzden işlenmesi daha kolaydır. Çayönü’nde bronz aletler M.Ö.4000 yılında ortaya çıkmaktadır. Avrupa’da ortaya çıkmalarından tamı tamına 2000 yıl önce. (25) Anadolu’da Hititlerde ise M.Ö.3000’de bronz devreye giriyor. (30) Yani Anadolu’da Çayönünden 1000 yıl sonra üretim başlıyor.
Demir Artuklular döneminde Diyarbakır Hani demir yatakları ile ünlüydü. (5)
Altın üretimi Ergani’de önemli gümüş ve altın kaynakları da mevcuttu. 1742’de 915 ton gümüş üretimi vardı. 1739 yılında 1159.3 kg altın üretimi yapılmıştır. (11) 1831 yılında Osmanlı imparatorluğunda altın Diyarbakır paşalığındaki Ergani ve Guayban madenlerinden ve Trabzon yakınlarındaki Gümüşhaneden çıkarılırdı (12) Ergani’deki altın ve gümüş madeninin işletilmeye başlanması, ancak 17. yüzyılın sonlarına rastlamaktadır. (13)
323
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Günümüzde altın
Cas
Maden Tetkik Arama (MTA) 10. Bölge Müdürü Ekrem Tosun, “Kulp’ta altın yatakları tespiti yapılmıştır. Bu madenlerin tam manası ile işletilmesi halinde bölgeye ciddi anlamda katkı sunacaktır” dedi. (14)
Cas badana işinde kullanılır bir nevi beyaz topraktır. Yani alçıdır. Bu toprak Lice kazasında olup mütemadiyen Diyarbekir’e nakil olunmaktadır. Vilayetin sair mahallerinde dahi beyaz toprak var ise de badana işinde işbu cas gibi yararlı değildir.
Diğer madenler: 19. yüzyılda maden durumu için Diyarbakır salnamelerine bakacağız.
Diyarbakır Salnameleri c.3 Ma’âdin Ergani Madeni Maden-i mezkûr Hicretin beş yüz on ikinci senesinde keşf olunarak kibrit-i nühâsdan ibaret olan cevheri yüzde yirmiden otuza kadar nühâs ve yüzde otuz mikdarı kükürt ve yüzde kırk mikdarı demirden mürekkebdir.
Eğil Madeni Ergani sancağı dahilinde ve Eğil nahiyesinde Pürçeman nam karyede bir kurşun madeni olup şu kurşunun beher kıyyesinde bir buğday kadar sîm-i halis olduğundan gümüş için imalinden istifade olunamaz. Fakat kurşun için imali faydalıdır.
Kireç Kireç beyaz taşlar ateş kürelerinde yandırılarak husule getirilmektedir. Birçok köylerde bununla iştigâl olunur. Diyarbekir’in demirci esnafı dahi demir kürelerinde kireç ihrâk eylemektedir ki Diyarbekir ebniyesinin taştan olmasına ve su yollarında isti’mâli zarurî bulunmasına mebnî hesabsız kireç sarfiyatı vardır.
Lice Memlehası Mezkûr memleha Diyarbekir sancağı dahilinde kâin Lice kazasının kaymakam makarrı olan Lice kazasına iki ve Diyarbekir’e on sekiz saat mesafede Malik karyesinde ve sengistân bir mahaldedir. Beheri on iki zirâ’-ı a’şârî umkunda iki aded kuyu ve iki havuz ve altmış beş tâbe mevcuddur. Senevi doksan bin kıyye-i a’şârî tuz ihraç ve senesi içinde sarf olunur. (15) 1937 yılındaki bir kitapta Lice ilçesinde bir tuzla bulunmaktadır denmektedir (16).
Hazro Madeni Diyarbekir’in Silvan kazasında vaki Hendîf kaıyesi civarında kükürtlü bir demir madeni geçen sene keşf olunmuştur. Maden-i mezkûr zac yağı imali için kükürt madeni yerine isti’mâl olunur ve bir nevi kırmızı boya imaliyle cam ve bazı madeniyâtın tathîri için kullanılır. Bundan buraca istifade olunamayacağından imalinden sarf-ı nazar kılınmıştır.
Seyahatnamelerde Ulu Cami Ve Mermer Kullanımı Evliya Çelebi Seyahatnamesi Câminin dış avlusu beyaz ham mermer ile döşenmiştir. Voyage de Constantinople a Bassora en 1781, Par le Tigre et l’Euphrate et Retour a Constantinople en 1782, Par le Desert et Alexandrie; Par l’academicien Setsini Traduit
324
de l’Italien adlı yayının içinde; “Burada Türklerin birkaç tane camileri var. Özellikle Ulu Cami seyyahların dikkatini çekmektedir. Bu camide mermerden duvarların çevrelediği güzel bir avlu bulunmaktadır.”
Ulu cami’de tarihi mermerler
Niebuhr’dan ve Sestini’den yaklaşık olarak altmış yıl kadar sonra bölgeden ve yapıdan bu defa Horotia Soutghgate söz eder. Yazarın 1840 yılı baskılı Armenia, Kurdistan, Persia and Mesopotamia With an Introduction Upon the Condition of Mohammedanism and Christianity in Those Countries adlı kitabının 2. cildinde, “Mardin’den Diyarbekir’e Yolculuk” adlı bölüm içeriğinde,çok kısa bir şekilde de olsa Ulu Cami’den de söz edilir. Yazarın Ulu Cami hakkındaki . Bu avlunun yüksek duvarları boyunca bir çok çeşit güzel mermerden yapılmış sütun sıraları var XIX. yüzyıl bitmeden bölgeye gelerek anılarını aktaran Lord M. P. Warkworth’un 1898 yılı baskılı Notes from a Diary in Asiatic Turkey adlı seyahatnamesinde, diğer seyahatnamelere göre çok daha detaylı olarak Ulu Cami’den söz edilir. Solda cami var ve karşısında alçak basamaklar üzerinde üst yapılar mahvolan süslü sütunlardan bir çizgi var. Birbirlerine yüzü dönük olan diğer 2 tarafta, kemerlerin 2 sütunu tarafından delinen yüksek duvarlar, biri diğerinin üzerinde, çeşitli renkteki mermer ve porfirden ince kazıklar üzerine oturtulmuş. Arifi Paşa Seyahatnamesi’nde, Evliya Çelebiden sonra çok uzun bir süreç sonrasında ilk defa bir Müslüman yazarın Ulu Cami ile ilgili gözlemlerine tanık olmaktayız. Arifi Paşa’nın yolculuk günlüğü ve Diyarbakır yöneticilerinin isimleri dışında, yoğun bir şekilde kent ve kent çevresindeki yapılardan söz ettiğini gördüğümüz seyahatnamesinin “22 Perşembe” tarihli bölümünde “(…) Câmi’-i Kebîr şârik vasatındadır.. Havlusunun Şark ve Garb cihetlerinde müzeyyen mermer ka’ide ve amûdlar üzerine birer kâide var imişse de bozulmuştur.
325
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Diyarbakır İlinde Günümüzde Bilinen Maden Oluşumları
sahip olduğu tespit edildi. GAP kapsamında yeni yatırımcılara sunulması için Diyarbakır Valiliği tarafından hazırlanan maden envanterinde Diyarbakır merkez ve ilçelerde farklı madenlerden işlenmeyen milyonlarca ton yer altı kaynaklarının olduğu tespit edildi. 470 milyon ton ile Ergani ilçesinde kireç taşı potansiyelinin varlığı tahmin edilirken diğer madenlerin tahmini rezervi ise şöyle:
DİYARBAKIR İLİ MADEN ENVANTERİ İLÇESİ
ÇERMİK
ÇINAR
MADEN ADI
POTANSİYELİ
BAKIR
1000 TON
MERMER
3 MİLYON m3
KAPLICA
20 LT/SN
FOSFAT
20 MİLYON TON
KROM
100 TON
MERMER
3 MİLYON m3
KURŞUN-ÇİNKO
43 BİN TON
BARİT
3 BİN TON
KROM
140 BİN TON
KİREÇTAŞI
470 MİLYON TON
KİL
60 BİN TON
MERMER
3 MİLYON m3
KÖMÜR
2 MİLYON TON
MERMER
3 MİLYON m3
TUĞLA-KİREMİT
3 MİLYON TON
MERMER
3 MİLYON m3
DEMİR
260 BİN TON
MERMER
3 MİLYON m3
MERMER
3 MİLYON m3
Diyarbakır’da 21 milyon metreküp mermer, bin ton bakır, 20 milyon ton fosfat, 141 bin ton krom, 43 bin ton kurşun çinko, 3 bin ton barit, 60 bin ton kil, 2 milyon ton kömür, 3 milyon ton tuğla kiremit ve 260 bin ton demir rezervi olduğu tespit ediliyor. Ayrıca TPAO, PERENCO ve Alaaddin Mıdle East firmalarına ait Merkez, Dicle, Eğil, Hani ve Kocaköy ilçelerinde çok sayıda petrol kuyuları bulunuyor.(18) .
ÇÜNGÜŞ
DİCLE
ERGANİ
HAZRO HANİ
MERMER Mermer (-Ergani Salihli Mermer Oluşumu-) Rezerv : 3.240.000 m3
LİCE
Çermik-Petekkaya Mermer Oluşumları Hazro-Zogbirim Mermer Oluşumları Hani-Koki Mermer Oluşumları (17)
KULP SİLVAN
Dünyada Diyarbakır Mermeri
TPAO, PERENCO ve ALAADDİN EAST Firmalarına ait Merkez, Dicle, Eğil, Hani ve Kocaköy İlçelerinde çok sayıda Petrol Kuyusu bulunmaktadır.
Diyarbakır Maden Zengini Güneydoğu Anadolu Maden Tetkik Arama 10. Bölge Müdürlüğü tarafından maden ve enerji kaynaklarına yönelik yapılan araştırmada Diyarbakır’ın zengin yer altı kaynaklara
Asya ve Avrupa ülkeleri başta olmak üzere, Diyarbakır’dan yılda 50 milyon dolarlık blok mermer ihracatı gerçekleştiriliyor. 13.9 milyon tonla dünya mermer rezervinin yüzde 39’una sahip olan Türkiye’de, son yıllarda hızla artan doğal taş üretimi, Güneydoğu Anadolu’da büyük bir sanayi haline geldi. (31)
326
Diyarbakır Mermerciliği 2007 yılında Diyarbakır mermerciler derneği tarafından yapılan çalışmaya göre 34 firma,3500 çalışan,45 mermer ocağı,26 mermer işletme fabrikası vardır.900.000 ton blok mermer ve 4.500.000 metrekare işlenmiş mermer üretimi yapılmaktadır.Üretilen mermerler Çin,Japonya,Tayvan,Hindista n,ABD,Ortadoğu ve Avrupa ülkelerine satılmaktadır.Diyarbakır ve Elazığ Türkiye mermer üretimin %15’ini sağlamakta ve üretilen mermerlerin %70’i ihrac edilmektedir(32). Diyarbakır’da 4 mermer bölgesi vardır a. Hani-Dicle-Eğil b. Lice-Kulp-Silvan c. Ergani-Çermik-Çüngüş d. Hazro a ve b grubunda blok verimi %20,c ve d grubunda %70’lerdedir
Mermer Desenleri 1. 2. 3. 4.
Hani-Dicle-Eğil-Kocaköy bölgesinde 27 mermer deseni Lice-Kulp-Silvan bölgesinde 7 mermer deseni Ergani-Çermik-Çüngüş bölgesinde 19 mermer deseni Hazro bölgesinde 5 mermer deseni tespit edilmiştir (33)
Asya ve Avrupa ülkeleri başta olmak üzere, Diyarbakır’dan yılda 50 milyon dolarlık blok mermer ihracatı gerçekleştiriliyor. 13.9 milyon tonla dünya mermer rezervinin yüzde 39’una sahip olan Türkiye’de, son yıllarda hızla artan doğal taş üretimi, Güneydoğu Anadolu’da büyük bir sanayi haline geldi. Diyarbakır’da 1990’lı yıllarda başlayan mermercilik, 1995’e kadar şiddet olayları nedeniyle durdu. 1995’ten sonra da sancılı bir dönem geçiren sektör, 2000’li yıllarda şiddet olaylarının azalmasıyla büyük hamle yaptı. Asya, Avrupa ülkeleri başta olmak üzere, Amerika ve Kanada’ya yıllık 50 milyon dolarlık blok mermer ihracı gerçekleştiriliyor. 13.9 milyon tonla dünya mermer rezervinin yüzde 39’una sahip olan Türkiye’de, son yıllarda hızla artan doğal taş üretimi, Güneydoğu Anadolu’da büyük bir sanayi haline geldi.
327
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Türkiye mermer rezervinin yüzde bulunduğu Diyarbakır’da, mevcut 43 ocağında bin 650, 23 fabrikada bin istihdam edilirken küçük çapta 350 atölyesinde ise yüzlerce kişi çalışıyor.
20’sinin mermer 350 kişi mermer
Zengin mermer yatakları Diyarbakır Organize Sanayi İşadamları Derneği Başkanı Aziz Özkılıç, bölgenin çok zengin mermer yataklarına sahip olduğunu belirterek, “9 yıl önce sıfırdan başladığımız ihracat, 50 milyon dolara ulaştı. Hedefimiz dünyanın lokomotifi olmaktır” dedi. Özkılıç şunları söyledi: “Bölgemizde başta Diyarbakır olmak üzere, çok yüksek mermer yatakları bulunuyor. Ancak ulaşım sorunları halen giderilmediği için yeterli miktarda üretim yapılmamaktadır. Kentimiz Türkiye’nin mermer üretiminin yüzde 20’sini karşılıyor. Üretimin yüzde 43’ü blok olarak başta Uzakdoğu, Asya, Avrupa ve ABD gibi ülkelere gönderiliyor. Ancak savaş sonrası Irak’ın inşa edilme süresi devam ettiği için, Diyarbakır’da faaliyet gösteren 23 fabrikanın tamamı son dönemlerde artan talep üzerine Kuzey Irak’a ihracat yapıyor” dedi. Bölgenin kurtuluşunu madenlere bağlayan ve mevcut üretim yapan işletmelere destek verilmesi gerektiğine dikkat çeken Özkılıç, maden ocaklarının bir çoğunun güvenlik gerekçesiyle kapalı olduğunu söyledi. Bölgeye yönelik büyük ölçekli yatırımların önündeki en büyük engelin çatışma ortamı olduğunu belirten Aziz Özkılıç, “1980 yılından sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yapılan araştırmalar sonucu, zengin mermer yataklarının varlığı tespit edilmişti.
Yaşanan olaylar nedeniyle mermer üretimi gerçekleşmedi. Bölgede huzur ortamının sağlanmasıyla birlikte hızla mermer ocakları kurulmaya başlandı. Ancak yeterli değildir. Demokratik açılım bizlere huzur ve barış ortamının yanı sıra, köklü sosyal ve ekonomik gelişmelere olanaklı bir zemin oluşmasını sağlayacaktır. Büyük ölçekli yatırımlar sayesinde çıkarılan ama işlenmeyen mermerin işlenmesi istihdam yaratılması ve bölge ekonomisinin canlanması sağlanabilir” dedi. DTSO başkanı Ensarioğlu, mermerciliğin kent ve bölge için önemli bir sanayi kaynağı olduğunu, 2009 yılında yaptırdıkları çalışmaya göre kentteki 522 sanayi kuruluşundan 27’sinin mermer ve mermer ürünleri üreten, işleyen fabrikalar olduğunu bildirdi. İmalat sektöründeki toplam istidamın yüzde 30’unun mermerde olduğunu anlatan Ensarioğlu, ‘’Türkiye’deki ihracatın binde birine bile ulaşamadık. İhracatımızın yüzde 55’ini mermer sektörü oluşturuyor. Diyarbakır ve Elazığ Türkiye’deki toplam mermer üretiminin yüzde 15’ini gerçekleştiriyor. Ve ürettiği bu mermerin neredeyse yüzde 60-70’ini ihraç ediyor. Bunu da mamul, yarı mamul ve ham madde olarak ihraç ediyor. Ama önemli olan bunu işleyip ihraç etmektir. Bunda da farklılık yaratmak lazım’’ dedi(19).
Diyarbakır’da Petrolün Tarihi 2. Abdülhamid’in petrol haritası Güneydoğu’da petrol var mı, yok mu? Sultan II. Abdülhamid tarafından hazırlanan petrol haritasında bu soruya 100 yıl önce cevap verilmiş. İşte detaylar!...
328
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Petrol Tespit Edilmiş Alanlara Örnekler 1. 2. 3. 4. 5.
Diyarbakır Bismil Hazro Çayı Sinan Dicle (20)
Diyarbakırda petrol olduğu geçen asrın başında biliniyordu. 1904 yılında Hollandalılar Diyarbakır petrolünü işletmek istemiş,Sultan Abdülhamid’e başvurmuşlardır(21). Yavuz Sultan Selim döneminde çıkarılan Diyarbekir vilayetine ait kanunnamlerde neft yükünden ne kadar bac alınacağı ve Osmanlı akçesinin değerinin ne olacağı çok açık biçimde verilmektedir; ”katrandan ve ziftten her Amid batmanından bir karaca akçe bac alınur imiş ki, üç batman bir Osmanlı akçesi hesabıdır.” Zift ve katranın yaklaşık 5 kilosundan bir karaca alınırken, neft yükünden 150 karaca alınması, neftin, zift ve katrana göre o dönemde daha değerli olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Kanuni dönemi kanunnamelerinde örneğin 1526 Musul kanunnamesinde neftten hiç bahsedilmemesi ilginçtir. 1893 yılında Hollanda vatandaşı MG.Boissevains Diyarbakır’da petrol gazını üretmek istedi.Bu noktada bir şirket kurdu.Bu şirketin Osmanlı bankası tarafından tasdik edilmesi için devlet hazinesine teminat olarak birkaç milyon kuruş teminat yatırılacağını bildirdi.
329
Günümüzde Diyarbakır’da Petrol Türkiye’nin enerji tüketiminde petrolün payı yüzde 40. Bu ihtiyacın yüzde 90’ına yakın kısmı yurtdışından sağlanıyor. Petrol fiyatlarındaki artış enflasyon ve dış ödemeler dengesini doğrudan etkiliyor.Yılda 26,4 milyon ton ham petrol işleyen Türkiye, sınırları içerisinde 2,3 milyon ton civarında bir üretim gerçekleştiriyor. Petrolün variline gelen 1 dolarlık bir artış, Türkiye’nin yıllık ham petrol ithalatının maliyetinin 180 milyon dolar düzeyinde artırıyor. Petrol arama ve üretim sektöründe faaliyet gösteren Sayer Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Ecvet Sayer, yüzde 20’sinin arandığını, yüzde 80’inin ise bilinmezlerle dolu olduğunu, aranmayan kısımda da mevcut bir potansiyel olduğuna inandığını söyledi.Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin Arap plakasının devamı durumunda olduğuna işaret eden Sayer, bu bölgede çok önemli rezervlerin olduğunu düşündüğünü bildirdi. 26.03.2007 / aa TPAO Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’nden alınan bilgilere göre, Diyarbakır merkez ile ilçelerinde, TPAO’ya ait 13 petrol üretim sahası bulunuyor. Buna karşın çok büyük bir bölümü uluslararası petrol şirketlerine ait olan 24 özel üretim sahası var. TPAO bu üretim sahalarındaki 33 kuyudan petrol çıkarırken, yabancı petrol şirketleri ise tam 146 kuyuda üretim yapıyor
Petrol Kenti Diyarbakır • Ekim 1966 vali yaradanakul’un düzenlediği Karpuz festivalinde broşürlere Petrol şehri denmiştir. (29) • Türkiye ve bölge petrol envanteri anlaılırken hep TPAO verileri konuşulmakta Adıyaman
ve Batman ön planda gözükmektedir. Ancak Yabancı şirketlere çıkartılan petrol gündeme geldiğinde istatistikler tamamen değişmektedir. • Diyarbakır’da Fransız Perenco firması Kurkan (Ergani yolu üzeri), Şahaban (Ergani yolu üzeri), Beykan (Ergani yolu üzeri), Katin (Lice yolu üzeri) ve Kastel (eski Bismil yolu üzeri), Karaali (Silvan) ana petrol üretim istasyonlarıdır. Günlük 13.000 varil ham petrol üretimi yapılıyor (Bu Türkiye’nin ham petrol tüketiminin %10’unu teşkil ediyor). Bölgemizde yabancı şirketlerin verdiği randımanla TPAO’nun randımanı arasında önemli farklılıklar vardır. Yabancı şirketler 1 kuyu için günlük 10 bin dolar ödemekte,işçi ücretleri arasında iki kesim arasında belli bir fark olmadığı halde yabancı şirketler 350 kişi ile günlük 14.000 varil çıkarırken TPAO 5 bin kişiyle 48.000 varil çıkarmaktadır
Türkiye’de Bulunan En Kaliteli Petrol 24 Nisan 2008 Diyarbakır’ın Doruk Köyü yakınlarında ‘Arpatepe 1’ kuyusunda Türkiye’nin en kaliteli petrolü bulundu.Diyarbakır’ın Bismil İlçesi Doruk Köyü yakınlarında İngiliz ‘Aladdin Midle East’ firmasının 4 ay önce açtığı ‘Arpatepe 1’ kuyusunda 34 gravite petrol bulundu. Günlük üretim kapasitenin araştırıldığı sahanın umut verdiği belirtilirken, TPAO Batman Bölge Müdürü Erdal Coşkun, bulunan petrolün Türkiye’nin en kalitelisi olduğunu belirtti.(MİLLİYET) Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) Türkiye’nin önemli bir petrol rezervini
330
Diyarbakır’da buldu. TPAO yaptığı sondaj çalışmalarında, 26 gravite kalitesinde 16 milyon varil rezerv sahasına Diyarbakır’da ulaştı. Diyarbakır’ın Taştan Köyü’nün 10 haneli Güzel mezrasında 1800 metrede bulunan 26 gravitelik ve tahmini 16 milyon varil ham petrolün Türkiye’nin önemli rezervi olduğu belirlendi. Petrolün bulunduğu sahada incelemelerde bulunan TPAO Genel Müdürü Mehmet Uysal, Güney Kırtepe sahasında yaklaşık 16 milyon varillik rezerv bulduklarını ifade etti. Uysal, “Diyarbakır’da 16 milyon varil petrolün yarısı Perenco yarısı Türk Petrolleri’nin olacak. Türkiye’nin yıllık 200 milyon varil petrol tüketimini düşünürsek, 16 milyon varil rezerv az gelebilir ancak, bu rezervler Türkiye standartlarında çok önemlidir. TPAO olarak bu alanlarda elde ettiğimiz gelirlerle farklı alanlardaki yatırımlarımızı sürdüreceğiz.” diye konuştu. Diyarbakır’da sondaj çalışmalarında Türkiye’nin en önemli petrol kuyusunu keşfettiklerini ifade eden TPAO Genel Müdürü Mehmet Uysal, “Yaptığımız testlerde iyi sonuçlar aldık. Günlük 2 bin 500 varillik pompa az olduğu için daha büyük bir pompa yerleştirme gereği duyduk. Güney Kırtepe sahası son yıllarda Türkiye’de keşfedilen en önemli kuyusudur. Diyarbakır’daki sahalarda da benzer sonuçlar almamız, bizi son derece mutlu etti.” biçiminde konuştu. Güney Kırtepe kuyusunda Perenco şirketi ile ortak arama - üretim faaliyeti sürdürdüklerini anlatan Uysal, şu ana kadar 3 kuyu açtıklarını, 4 ve 5’inci kuyuların hazırlığını tamamlandıklarını kaydetti. Petrol sahasının giderek büyüyeceğini düşündüklerini anlatan Uysal, “Bu bölgede Türkiye’nin önemli yeni bir petrol üretim sahasından biri olacaktır.” dedi (22).
Perenco Diyarbakır Petrol Bölgesi
Diyarbakır petrol bölgesi (23) Günlük net üretim
Diyarbakır’da Fransız Perenco firması Kurkan (Ergani yolu üzeri), Şahaban (Ergani yolu üzeri), Beykan (Ergani yolu üzeri), Katin (Lice yolu üzeri) ve Kastel (eski Bismil yolu üzeri), Karaali (Silvan) ana petrol üretim
331
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
istasyonlarıdır. Günlük 13.000 varil ham petrol üretimi yapılıyor. (Bu Türkiyenin ham petrol tüketiminin %10’unun teşkil ediyor) Katin sahasının Barbeş lokasyonunda bir doğalgaz kuyusu var,110 petrol kuyusunun pompa enerjisi bu gaz kuyusunun elektriğe dönmesi ile sağlanıyor. Perenco’da dalgıç pompalar kullanılır. TPAO’nun Yeniköy Saricek bölgesinde ham petrol üretim istasyonları var. TPAO’da eski tür atbaşı pompalar kullanlır.
Diyarbakır’da Petrol Bulundu 23 Eylül 2010 2 bin 126 metreden alınan testlerin değerlendirilmesiyle çıkan petrolün 36 gravitede olduğu belirlendi.
Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) tarafından Diyarbakır’ın Ergani ilçesindeki Güney Sarık-2 sahasında açılan kuyudan 36 gravitede kaliteli petrol bulundu. Şahaban bölgesi
Kürkan bölgesi
Kocaköy-Katin rafinerisi
TPAO Batman Bölge Müdürlüğüne bağlı sondaj ekibinin Ergani ilçesi yakınlarındaki Güney Sarık-2 sahasında 2 ay önce açtığı kuyuda 700 metreden sonra petrol emarelerine rastlandı. Petrol emarelerinin bulunması üzerine verilen talimatlar doğrultusunda kule ekibi sondaj çalışmalarını hızlandırdı. Sondaj çalışmalarında 2 bin 126 metreden alınan testlerin değerlendirilmesiyle çıkan petrolün 36 gravitede olduğu belirlendi. Daha önce aynı bölgede Güney Sarık-1 kuyusunu açan TPAO’nun buradan sonuç alamamasından sonra Güney Sarık-2 kuyusunda yüksek graviteli petrol elde etmesi sevinçle karşılandı. Sondaj kulesinin sahadan ayrılmasından sonra üretim ekibinin sahayı devralarak üretime başlayacağı bildirildi.
332
TPAO yetkilileri, rezerv ve üretim konusunda bilgi vermenin henüz erken olduğunu belirterek, günlük üretim konusunda üretim ekibinin sonuç açıklayacağını söyledi. (AA) Doğalgaz Güneydoğu Anadolu’da Derin Barbeş, Çamurlu, G. Dinçer, G. Hazro, Katin başlıca üretim sahalarıdır. Katin sahasının Barbeş lokasyonunda bir doğalgaz kuyusu var, 110 petrol kuyusunun pompa enerjisi bu gaz kuyusunun elektriğe dönmesi ile sağlanıyor. Diyarbakırın Silvan İlçesi Özlüce Köyü’nde hem petrol hem doğalgaz bulundu. Özlüce köyünde yapılan sondaj çalışmaları sırasında bulunan ve doğalgaz işletilecek tesis olmadığı için yanan doğalgazın değerlendirilmesi için ise köylülerden talep geldi. Çevre köylüler, doğalgazın depolanıp köylerde bulunan okulların ısınma sistemlerinde kullanılmasını talep etti. Köylüleri ziyaret eden Silvan Kaymakamı Veysel Beyru, Doğalgazın boşuna yanmasını önleyerek, okullarımızın ısınma sistemiyle ilgili kullanılması için TPAO yetkilileriyle görüşüp gerekli çalışmalarımızı başlatacağız” dedi. (Tercüman.8.2.2008)
333
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
KAYNAKLAR 1. 2. 3. 4.
Üzülmez: M.Çayönü’nden Ergani’ye Uzun Bir Yürüyüş.Ladin matb.İst.2005.s.38,39 Sever. E.Asur tarihi.Kaynak yay.3.Baskı.İst.2008.s.42 Yılmazçelik. İ.XIX.Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır.TTK.Ankara.1995.s.6 Keskinbora K Artuklularda Bilim ve sağlık..Artuklular.Mardin valiliği kültür yay.Editör.Dr.İbrahim Özcoşar..Mardin.2008.c..1/506 5. Kaya. L.Anadolu maden sanatı içinde Arukluların yeriArtuklular.Mardin valiliği kültür yay.Editör. Dr.İbrahim Özcoşar..Mardin.2008.c..2./121 6. Üzülmez: M.Çayönü’nden Ergani’ye Uzun Bir Yürüyüş.Ladin matb.İst.2005.s.263,259 7. Korkusuz: Ş.Seyahatnamelerde Diyarbekir.Kent yay.İst.2003.s.62,98 8. Orak. Y Ergani Bkır işletmesi.D.Ü.Eğitim fak.Coğrafya Böl.Diyarbakır.1996.s.3,13 9. Ekici C.(ed).Uluslararası.Osmanlıdan Cumhuriyete Diyarbakır sempozyumu Osmanlı belgelerinde Diyarbakır..2006.Ankara s.29-30 10. www.karacaahmet.com/ 11. Tızlak F..Osmanlı döneminde Keban-Ergani Yöresinde Madencilik.(1775-1850)TTK.yay.Ank.199 7.s.21,131,127,129,161,162,163,167,169 12. Ellswort de Kay. J1831-1832 Türkiyesinden Görünümler.ODTÜ yay.2010.s.153 13. Acun F16. Yüzyılda Diyarbakır Şehrindeki Ekonomik Faaliyetler 1.Bütün Yönleriyle Diyarbakır sempozyumu.27-28 Ekim 2000.Ankara.s.201 14. Diyarbakır söz gazetesi.07.12.2007 15. Tellioğlu ö(ed):Diyarbakır salnameleri.Diyarbakır Büyükşehir Belediye yay. cilt:4/.İstanbul.Acar matb.1999 16. Eti. UDiyarbekir.Diyarbekir matb.1937.s.49 17. www.mta.gov.tr/v1.0/bolgeler/diyarbakir/index.php?id=dbi_maden_envanteri_maden&m=4 18. www.diyarinsesi.org.6-10-2008 19. www.diyarinsesi.org 20. Söylemez H - h.soylemez@aksiyon.com.tr - Sayı: 622 - 06.11.2006 21. Terzi A.Abdülhamid’in petrol mirası.Timaş yay.İst.2009.s224. 22. CİHAN- 27 Şubat 2009, 23. Perenco şirketihttp://www.perenco.com/operations/mediterranean-north-africa/turkey.html ve 24. Üzülmez. M. Makam Çiçeği ve Bülbül.İst.2010s.62 25. Izady MR.Kürtler.Doz yay.s.392,62 26. Özdoğan, M.-Özdogan, A Archaeological Evidence on the Early Metallurgy at Çayönü Tepesi 1999. der Anschnitt 9, s.13-22 27. Bağlı M. (ed) bakırcılıkDiyarbakır el sanatları.Diyarbakır.2007.s.62,66 28. Ediger VŞ.Osmanlı’da neft ve petrol .ODTU yay.Ank.2007.s.27,28,143,144 29. Kara-Amid dergisi.Haziran.1979.s.28
334
30. Koç İ(ed).Hititler.ODTÜ yay.2003.s.64 31. Güneydoğu Ekspres gazetesi 26 Eylül 2009 32. Tutal Z:Diyarbakır’da mermercilik ve tarihçesi.UDUSİS-Diyarbakır2010.s.155 33. Erkanol D,Akalın N,Aydındağ A,Ertuğrul SiBakır MF.Diyarbakır ili mermer potansiyeli.UDUSİS-Diyarbakır-2010.s.93-94
335
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
DİYARBAKIR‘DA PETROL VE ÇEVRESEL ETKİLERİ
336
ÖZET Petrol, enerji kaynağı olarak tarih boyunca taşıdığı değeri korumaya devam etmektedir. Çevre sorunlarının birçoğu petrolün üretimi, stoklanması ve taşınması sırasında gerçekleşmektedir. Petrol, başta enerji olmak üzere birçok kullanım alanıyla insanlığa faydası yanında, doğayla teması durumunda temizlenmesi yıllar alan kirliliklere neden olmaktadır.
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Petrol sızıntıları bu kirliliğe yol açan nedenlerden biridir. Doğal ve yapay petrol sızıntıları petrol kirliliğine neden olmakta ve çevrede geri dönüşümü zor olan hasarlara neden olmaktadır. Bu kapsamda Diyarbakır’daki petrol kaynakları ve bu kaynakların çevresel etkileri incelenmiştir. Aynı zamanda petrol üretimi yapan şirketler ve bu şirketlerin petrol üretimi esnasında oluşabilecek petrol kirlilikleri değerlendirilmiştir.
GİRİŞ Yunanca Petra “Rock” ve Latince Oleum “Oil” sözcüklerinden türemiştir. Kimyasal ve görünüm olarak çok değişik şekilleri vardır. İçerik olarak en fazla Karbon, Hidrojen ve az miktarda Oksijen, Nitrojen, Sülfür, Vanadyum ve Nikel mevcuttur. Rengi koyu sarı, yeşil, haki, kahverengi, koyu kahverengi ve siyah olabilir. Hafif petrollerin özgül ağırlığı suyun özgül ağırlığından küçük, ağır petrollerin özgül ağırlığı suyun özgül ağırlığından yüksektir. Petrol’ün kalitesi API denilen bir ölçme birimi ile belirlenir. Gravite büyüdükçe yoğunluk küçülmekte ve petrolün kalitesi yükselmektedir. Gravite küçüldükçe yoğunluk artmakta ve petrolün kalitesi düşmektedir. API gravitesi yükseldikçe petrol incelir (hafifleşir) ve kıymeti artar. En hafif olarak bilinen bir Rus petrolünün özgül ağırlığı 0.650 gr/cm3 ve en ağır olarak bilinen bir Meksika petrolünün özgül ağırlığı ise 1.080 gr/cm3’dir. API gravitelerine göre sınıflandırma şu şekilde yapılmaktadır [1–5]. Hafif Petrol = API>30 Orta Petrol=API=20–30 Ağır Petrol=API<20 Petrol yeraltında doğal hali ile sıvı halde bulunan ve atmosferik koşullara maruz kaldığında da sıvı halde bulunan hidrokarbon karışımına denir (Şekil–1 ).
337
Orhan KAVAK1 Kıvılcım ÖNEN2 1 Dicle Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Maden Mühendisliği Bölümü, Diyarbakır 2 Dicle Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Kimya Anabilim Dalı, Diyarbakır orkavak@dicle.edu.tr kivilcim_onen@hotmail.com
Türüm: Organik maddenin ısı ile petrole dönüşmesidir. Göç: Oluşan petrol’ün rezervuar kayaya doğru yol almasıdır Kapan: Petrol’ün rezervuar kayada uygun gözeneklilik ve geçirgenlik ortamında boşlukları dolduracak şekilde yerleşmesidir. Korunum: Rezervuar’a yerleşmiş petrol’ün buradan gidebilmek için başka bir yol bulamamasıdır [11–15].
Petrol’ün Ana Maddesi Nedir? • • Şekil–1. Hidrokarbonun Gaz, Sıvı ve Katı hali
Petrol’ün Oluşması İçin 5 Temel Olmazsa Olmaz Öğe Vardır • • • • •
Organik maddece zengin kaynak kaya olması Bu kaynak kayanın sıcaklık ve basınç ile yeterince ısıtılması Yeterli oranda gözeneklilik ve geçirgenliğe sahip bir rezervuar kaya olması Rezervuar kayayı örten geçirimsiz örtü kaya olması Kaynak kaya, rezervuar kaya ve de örtü kayanın yapısal veya stratigrafik olarak kapan oluşturması gereklidir [6–10].
•
• •
•
Petrol’ün Oluşması İçin Bu 5 Temel Öğenin Geçirmesi Gereken Süreçler Şunlardır:
338
Petrol karasal veya denizel bitkilerden ya da hayvanlardan oluşmaktadır. Yeryüzündeki toplam C miktarı 2,65*1020 gramdır. Bunun %82 si kayaçlar içerisinde %18 i ise organik karbon olarak kömür, petrol ve doğal gaz içerisindedir. Organik maddenin korunmasına en uygun ortamlar içerisinde hızlı çökelim olan ve anaerobik (oksijensiz) taban koşullarına sahip ortamlardır. Petrol genellikle çökel kayalar içerisinde bulunur. Petrolü içerisinde bulunduran çökel kayalar geçirimsiz kayalarla örtülmüş ya da çevrelenmişlerdir Petrol, jeolojik devirlerde oluşmuş bir fosil yakıttır. Milyonlarca yıl süren işlemler sonucunda oluşan petrol, bulunduğu yeri terk ederek göçer, ancak göçemeyeceği ortamlarda sıkışıp kalabilir. Buna petrolün kapaklanması denmektedir [16–20] (Şekil–2).
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Şekil–2. Petrol Sistemi Süreçleri
Petrol Sızıntısı Petrol sızıntısını iki gruba ayırmak mümkündür. Birincisi doğal petrol sızıntısı ikincisi ise yapay petrol sızıntısıdır.
Doğal Petrol Sızıntıları Doğal petrol sızıntısı, yeraltında var olan rezervuar veya kaynak kayalardan yüzdürme özelliği yoluyla petrolün aktığı göç yollarının bir ifadesidir [ 4 ]. Hidrokarbon sızıntıları başlıca tektonik ya da stratigrafik kökenli oluşumlar olarak değerlendirilir [11]. Doğal petrol sızıntısı denildiğinde, yerkabuğu üzerinde yalnızca gözle tanımlanabilen makro-sızıntılar veya çeşitli jeokimyasal anomali değerlendirme parametreleri ile izlenebilen mikro-sızıntılardan bahsedilmektedir. Abrams [1] ise sızıntıları aktif ve pasif olmak üzere ikiye ayırmıştır. Yeraltındaki hidrokarbon birikimlerinin büyük miktarda ve sürekli olarak yüzeydeki denizel sedimanlar üzerinde gözlendikleri sızıntılar aktif sızıntı (makro-sızıntı) olarak adlandırılmıştır. Sedimanların gözeneklerinde alışılmışın dışında görülebilecek ölçüde lekeler bırakan aktif sızıntılar düşük ve yüksek moleküler ağırlıktaki hidrokarbonları içerir. Yüzeyde sürekli akıntılar şeklinde gözlenmeyen önceki kalıntılar ise pasif sızıntılar (mikro-sızıntı) olarak tanımlanır. Pasif sızıntılar sadece düşük ağırlıklı hidrokarbon sızıntılarını içerir ( Şekil–4 ).
339
sızıntıları genellikle çeşitli mekanizmalarla tekrarlanan göçlere bağlı olarak oluşur [ 8 ] . Petrolün göçünü etkileyebilen jeolojik katmanların yüzeyde ve yeraltındaki konumu; erozyon etkisi, faylanma ve kıvrımlanmaya bağlı olarak gelişmektedir. Sızıntılar genellikle levha sınırlarında yaygın olarak görülür ayrıca uyumsuzluk, fay ve kıvrımlı bölgelerde de izlenebilir ( Şekil–5 ).
Şekil–3. Mikro-Sızıntı Modelini Gösterir Kesit ( www. gmtgeochem.com).
Şekil–4. Yüzeydeki Petrol Sızıntısını Etkileyen Aşınma Süreçleri ( ITOPF, 2002).
Doğal Petrol Şekilleri
Sızıntılarının
Şekil–5. Farklı Sızıntı Sistemlerinin Tektonik ve Stratigrafik Şematik Kesiti ( AAPG/ American Association of Petroleum Geologists ).
Oluşum
Sızıntıların oluşumları ile ilgili olarak literatür de farklı mekanizmalar belirtilmekle birlikte bunlar arasında en kabul gören oluşum modelleri aşağıda sıralanmıştır; • Olgunlaşmış ana kayadan doğrudan yüzeye doğru hareketlenme, • Tektonik faaliyetlere bağlı olarak normal faylar boyunca gelişen sızıntılar ( Örneğin; Gebel Zeit, Mısır) [ 1, 12–13, 21–22 ] • Bindirmeler boyunca gelişenler [ 10 ], • Çamur volkanları ve sokulumlarla ilgili olanlar ( Hazar Denizi, Bakü), • Bakteriyel olarak oluşan sığ gazların ortaya çıkışı, • Tuz domlarının yakınındaki sızıntılar (Gulf Sahili, ABD) [21–22] . Geniş yayılım alanları gösteren hidrokarbon
Yapay Petrol Sızıntıları Yapay petrol sızıntıları bilindiği gibi değişik şekillerde oluşmaktadır. Bunları sıraladığımız zaman petrol sondajı ( karada veya açık denizde) yapılma zamanında ve sonrasında çıkarılan petrolün ayrıştırması sonucunda gelişen sızıntılar • Petrol’ ün ( karada veya açık denizde ) boru hatları vasıtasıyla nakil işlemlerinde kullanılması durumunda oluşan sızıntılar • Petrol stoklanma sahalarında bekletilmesi sonucunda tanklarda oluşan sızıntılar • Deniz Tankerlerinin taşımacılığı sırasında çeşitli nedenlerden dolayı oluşanlar • Petrol kirliliğinin nedenleri araştırıldığında petrolün üretimi ve nakli sırasında meydana
340
gelen kazalardan kaynaklandığı görülmektedir. Denizde tanker taşımacılığı sırasında karada ise üretim kuyuları, pompa istasyonları ve boru hatlarında oluşan arıza ve hasarlar sonucunda etrafa yayılan petrol veya ürünleri kirliliğe yol açmaktadır ( Şekil–6 ). 1960 yıllarından bu yana büyük boyutlarda kirliliğe yol açan birçok petrol kazalarının meydana geldiği görülmektedir. Son yılların büyük kazalarına örnek olarak Meksika körfezi, Alaska, Antartika’da meydana gelen tanker kazaları gösterilebilir. Tarihteki 5.büyük petrol sızıntısına The Amoco Cadiz adlı süper tanker yol açmıştır. 16 Mart 1978’de geminin taşıdığı 1.619.048 varil petrol Brittany sahillerine akmış ve 76 sahil tümüyle petrole bulanmıştır. Exxon Valdez Şirketinin petrol tankeri ’den 24 Mart 1898 günü yaklaşık 1130 milyon galon (50.000-150.000m³) petrol denize boşalmıştır. Prestige petrol sızıntısı İspanya’nın kuzeybatısındaki Galiçya’da 13 Kasım 2002 tarihinde Yunan bandıralı Prestige gemisinden denize kimi kaynaklara göre 63,000 ton petrol akmıştır.
Şekil–6. Petrol Taşımacılığı Sırasında Dökülmüş Petrol Atıkların Çevreye Verdiği Zararlar
341
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Diyarbakır ‘da Petrol Ve Çevresel Etkileri Diyarbakır yer alan doğal petrol sahalarının ve üretim bilgileri aşağıda verilmiştir ( Tablo–1 ).
SAHASI
KAPAN
PETROL
YAPI
İL
SONDAJ
G.HAZRO
HAZRO
G.KAYAKÖY
DERDERE
DERDERE
DERDERE
KARTALTEPE
DERDERE
(DERDERE) KAYAYOLU (HAZRO-F4) SARICAK YENİKÖY (DERDERE) YENİKÖY (SABUNSUYU)
YAPISAL
G. ŞAHABAN
ANTİKLİNAL
DERDERE
KAYAYOLU
KUMTAŞI DOLOMİTİK KİREÇTAŞI DOLOMİT
SABUNSUYU KİREÇTAŞI
G.SARICAK
KASTEL
LİT.
YAŞ
DERİNLİĞİ m
G.KIRTEPE
DİYARBAKIR
FORMASYON
MARDİN
DOLOMİT KİREÇTAŞI DOLOMİTİK KİREÇTAŞI DOLOMİTİK KİREÇTAŞI DOLOMİT KİREÇTAŞI
KUYU
API
ADEDİ GRAV.
YER.
ÜRET.
TOP.
TOP.
PETROL
PETROL
PETROL
SU
MİKTARI
MİKTARI
ÜRETİMİ
ÜRETİMİ
,stb
,stb
,stb
,stb
48,726
171
KRETASE
3780
5
45
8,600,000
860,000
KRETASE
2620
12
30.4
7,884,000
3,469,000
KRETASE
1725
6
25.4 20,000,000 6,000,000
KRETASE
1600
25
KRETASE
1660
16
KRETASE
2000
9
KRETASE
2400
28
34.7 27,735,000 9,030,000 17,936,802 8,357,246
KRETASE
2750
1
22.4
1,300,000
195,000
144,825
107,984
31
3,299,950 37,541,933
275,744
109,712
41,895,400 8,380,000
6,467,504 17,985,929
33.2 11,840,000 5,209,600
4,875,781 56,887,842
32
7,550,000
2,642,500
2,204,728
4,364,704
DERDERE
KİREÇTAŞI
HAZRO-F4
KİREÇTAŞI DEVONİYEN
4332
1
37.5
865,000
130,000
6,791
19,324
DERDERE
KİREÇTAŞI
KRETASE
1600
9
31.5
6,610,000
3,210,000
3,207,761
6,892,702
KRETASE
1940
39
32
41,348,000 17,800,000 17,560,786 46,258,530
KRETASE
2100
39
32
9,218,000
DERDERE
SABUNSUYU
DOLOMİT KİREÇTAŞI DOLOMİT KİREÇTAŞI
Tablo 1 – Diyarbakır’da ki petrol sahası bilgileri (PİGEM)
342
1,482,000 17,560,786 46,258,530
Diyarbakır ve çevresinde yer alan doğal petrol sızıntıları aşağıdaki şekildedir ( Şekil–7 ).
Şekil-7. Diyarbakır Hazro’da yer alan İşkar ve Dadaş Doğal Petrol Sızıntıları
Sızıntıların Çevresel Etkileri Petrolün yapısındaki düşük kaynama noktasına sahip bileşiklerin ve aromatiklerin canlı organizmalar üzerinde zehirleyici etkisi, bazılarının ise kansorejen etki yaptıkları bilinmektedir. Bununla birlikte karadaki petrol kirlenmelerinde bitkiler üzerinde görülen etkinin niteliği ve boyutu farklıdır. Petrol tabakası bitkileri ince tabaka halinde kaplayarak oksijen difüzyonunu engellemekte ve bitki köklerine oksijen gitmesini engellemektedir. Bitki birkaç gün yeşil kaldıktan sonra sararmakta ve solunum yapamaz hale gelmektedir. Petrol sızıntıları bitkilere zarar vermenin yanı sıra, toprağın fiziksel özelliklerini değiştirmekte biyolojik aktiviteyi etkilemektedir. Aynı zamanda toprağın yapısına dökülen petrol miktarına ve petrol viskozitesine bağlı olarak toprakta sızma oluşmakta ve yeraltı su kaynaklarının kirlenmesine yol açmaktadır. İnsan yapımı kirlilikten farklı olarak, çoğu petrol ve gaz sızıntısı milyon yıldan fazla zamanda doğal jeolojik süreçlerle oluşurlar. Doğal olmalarına karşın, hava ve suyu kirletebilme özelliğine sahiplerdir. Petrol ve gaz sızıntılarının sonucu olarak potansiyel çevresel problemlerin bazı örnekleri bu fotoğrafta gösterilmektedir ( Şekil–8 ). Santa Barbara (Kaliforniya) yanındaki uçurumun tabanındaki bu doğal petrol sızıntısı, siyah asfaltın etkileyici gelişimiyle sahil kumunu kaplamıştır. Bu asfalt benzeri madde, uzaklarda diğer sahillere kıyı akıntılarıyla taşınan asfalt yığınlarını oluşturmak için dalgalar yoluyla aşınır ve yine dalgalar ile taşınır.
343
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
zorunluluğu getirilmiştir. Değişik zaman periyodlarında beykan sahasından 19,57*106 m3, kurkan sahasından 33,63*106 m3, şahaban sahasından ise 22,66*106 m3 petrollü su Midyat Akiferine enjekte edilmiştir. Bunun haricinde Diyarbakır ve çevresinde yer alan petrol boru hatları ile petrol tankaların evsafını yitirmelerinden dolayı toprak örtüsüne ve Yüzey sularına ciddi boyutta çevresel zarar vermiştir ( Şekil–8 ).
Sonuç Şekil–8. Santa Barbara (Kaliforniya) ve Santa Cruz Doğal Petrol Sızıntısı (www.geomaps. wr.usgs.gov).
Şekil–8. Yapay Petrol Sızıntısı ve Akarsu Kaynaklarına Karışmasını Önleyen Sistem
Petrol ile kirlenmiş toprakların arıtılması oldukça pahalı ve güç olup, uzun zaman gerektirmektedir. bu işlemde, petrolün içeriği ve kirlettiği hacim toprağın yapısı, mevsimsel özellikler göz önüne alınarak uygun arıtım yöntemleri denenmektedir. Örneğin toprakta petrolün dağılması yüzeyde kalıp yaklaşık 5 cm derinliğe kadar sızmış ise en pratik çözüm kirlenmiş toprağın yüzeyden toplanarak kaldırılmasıdır. Toplanan toprak yakma fırınında yakılarak petrolden arıtılır ve kontrollü olarak araziye gömülerek uzaklaştırılır. Toprağın daha derinlere sızması durumunda köpük flotasyonu, absorpsiyon yöntemi, biyolojik arıtım süper kritik gaz ekstraksiyonu kullanılır. Yapay petrol sızıntılarını önlemek için alınacak önlemler
Diyarbakır’da ki Petrol Kirliliği Diyarbakır’ın 30 km kuzey ve kuzeybatısında bulunan Beykan, Kurkan ve Şahaban sahalarında üretilen petrollü su 1bir dönem boyunca yeraltında bulunan akifer’ e enjekte edilmiştir. Bu enjeksiyon daha sonra durdurulmuş ve enjeksiyonun petrol elde edilen birime yapılması
•
•
344
Petrol nakil hatlarının periyodik bakımının yapılması ve sızdırmazlığının sağlanması ve oluşan sızıntıların birikmesini sağlayan sistemlerin yapılması ( Şekil–8 ). Petrol tanklarında yaşanan taşmalar sonucu yaşanan kirliliği önlemek için beton
havuzunda yer alan geri aktarım pompalarının bulunduğu işletmeler yapmak • Kuyu başlarında sızdırmazlık sağlamak • Taşımacılıkta kullanılan tankerlerin periyodik bakımının yapılarak nakil sırasında sızıntı oluşumunu engellemek • Beş yüz groston veya daha fazla petrol taşıyan gemiler ile petrol icra eden kıyı tesislerinin yetkili kurumlarca denetlenmesi Katkı Belirtme ve Teşekkür Bu verilerin büyük çoğunluğu TÜBİTAK-ÇAYDAĞ 107Y201 Nolu projeden ve projede bursiyer olan Merve FAKILI’nın hazırlamış olduğu seminer notlarından alınmıştır.
345
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Kaynaklar 1. Abrams, M.A., 1996, Distribution of subsurface hydrocarbon seepage in near surface marine sediments. In: Hydrocarbon migration and its near surface expressions (D. Schumacher and M.A. Abrams, eds.). Mem. Am. Ass. Petrol. Geol., 66, 1-14. 2. Abrams, M. A., 2005, Significance of hydrocarbon seepage relative to petroleum generation and entrapment, Marine and Petroleum Geology Vol. 22, pp. 457–477. 3. Almeida-Filho, R., de Miranda, F.P., Lorenzzetti, J.A., Pedroso, E.C., Beisl, C.H., Landau, L., Baptista, M.C., Camargo, E.G. 2004, Exploration assessment in a petroleum frontier area offshore the Amazon River mouth using RADARSAT-1 images, Geoscience and Remote Sensing Symposium, IGARSS ‘04. Proceedings. 2004 IEEE International Vol. 6, pp. 4135 – 4138. 4. Clarke, R. H., Cleverly, R. W. 1991, Petroleum seepage and postaccumulation migration. In: England WA, Fleet JA (Eds) Petroleum migration. Geological Society Publication, Geological Society Publication, pp. 265–271. 5. Clayton, C. J., M.D. Lines and S.J. Hay, 1991, Leakage and Seepage, An Explorers Guide. BP Internal Publication – (now available from Robertson Research International). 6. Clementz, D. M., G. J. Demaison and A. R. Daly, 1979, Well site geochemistry by programmed pyrolysis. Paper 3410, 11th Offshore Technology Conference, Houston, April 30-May 3. 7. Faber, E., and W. Stahl, 1984, Geochemical surface exploration for hydrocarbons in North Sea. AAPG Bulletin, 68, 363-386. 8. Hunt, J.M., 1996, Petroleum Geochemstry and Geology, W.H. Freeman and Company, New York, 743 p. 9. Landes, K. K., 1973, Mother Nature as an oil polluter. AAPG Bulletin, 57, 637-641. 10. Link, W. K, 1952, Signifiance of oil and gas seeps in world oil exploration. AAPG Bulletin, 36, 1505-1540. 11. MacDonald IR., 2002, Spatial and temporal patterns in seep communities. In: MacDonald IR (ed) Stability and change in Gulf of Mexico chemosynthetic communities. US Dept Interior, Minerals Management Service, New Orleans, Louisiana. OCS Study MMS 2002-036 vol II Tech Rep, pp 7.1–7.43. 12. Moore, J.C., 1999, Fluid seeps at continental margins. Margins Newsl., 4, 12-14. 13. Reitsema, R.H., Linberg, F.A., and Kaltenback, A.J., 1978, Light hydrocarbons in Gulf of Mexico water: sources and relation to structural highs.J.Geochem. Exp., 10, 139-151. 14. Rogers, K.M., A J. D. Collen, J. H. Johnston and Nils E. Elgar, 1999, Geochemical apprasial of oil seeps from the East Cost Basin, New Zeland, Organic Geochemistry, vol 30, 7, 593-605. 15. Rollet, N., Logan, G. A., Kennard, J. M., O’Brien, P. E., Jones, A. T., Sexton M., 2006, Characterisation and correlation of active hydrocarbon seepage using geophysical data sets: An example from the tropical,carbonate Yampi Shelf, Northwest Australia, Marine and Petroleum Geology, Vol. 23, pp. 145–164. 16. Sanchez, C., Permanyer, A., 2006, Origin and alteration of oils and oil seeps from the Sinu-San
346
Jacinto Basin, Colombia, in pres, vol 37, 12, 1831-1845. 17. Saunders, D.F., Burson, K.R. and Thompson,C.K.,1999,Model for hydrocarbon microseepage and related near-surface alternations. Bull.Am.Ass.Pet.Geol.,83,170-185. 18. Simoneit, B.R.T, Tarek A.T., Aboul-Kassim, Tircelin, J.J. 2000, Hydrothermal petroleum from lacustrine sedimentary organic matter in the East African Rift, Applied Geochemistry, 15, 355-368. 19. Stach, E., 1975, The microscopically recognizable constituents of coal. In: Stach E, Mackowsky MT, Teichmüller M, Taylor GH, Chandra D, and Teichmüller R (Eds), Stach’s textbook of coal petrology, Berlin: Gebr. Bornträger. pp 54–108. 20. The International Tanker Owners Pollution Federation Limited (ITOPF), 2002, Tecnical Information Paper: Fate of Marine Oil Spills, No. 2, 8 pages 21. Tedesco, S.A., 1995, Surface Geochemistry in petroleum exploration. Chapman&Hall, New York.
347
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
DİYARBAKIR YÖRESİNDE MADENCİLİK VE ÇEVRESEL ETKİLERİ
348
ÖZET Diyarbakır ve yakın yöresi çeşitli ortamlarda meydana gelen jeolojik birim çeşitliliğine bağlı olarak Kambriyen’den Kuvatemer’e kadar değişen geniş bir yaş aralığında oluşan, zengin bir maden çeşitliliği sunar. Bu jeolojik oluşuma bağlı olarak bölgenin güneyinde gübre hammaddesi olarak kullanılan sedimanter fosfatlar, güneyi ve orta kesimlerinde yer yer mermer olarak kullanılan karbonatlar, doğal gaz, petrol, kömür yatakları, alçı taşları, çimento hammaddesi olarak kullanılan kil ve marnlar, tuğla kiremit sanayiinde kullanılan killer ve inşaat sektöründe kullanılan kum ve çakıl seviyeleri, sedimanter olarak meydana gelen en önemli maden veya endüstriyel hammadde kaynağını oluşturmaktadırlar. Bölgenin kuzeyinde dalma batma zonu olarak oluşan kenet kuşağı boyunca da, jeolojik konum ve oluşumuna bağlı olarak, çoğu iki bindirme zonu arasında olmak üzere, ultra bazik birimler içinde krom, masif sülfid bakır-kurşun-çinko, manganez ve nikel oluşumları gibi metalik maden yatakları ve asbest gibi hammaddeler bulunmuştur. Metamorfik kökenli değişik fasiyesler içinde oluşan farklı birimler içeren Bitlis Masifi içinde ise, bir kuşak boyunca volkano sedimanter kökenli apatitli magnetitler, değişik demir yatakları gibi metalik maden yatakları ve pirofillit ve disten gibi metamorfizmaya bağlı endüstriyel hammaddeler ile hidrotermal kökenli barit, kurşun ve demirli zuhurlar oluşmuştur. Bölgenin orta ve güney kesimlerinde, Diyarbakır, Mazıdağı ve Derik yöresinde Karacadağ volkanizmasının değişik evrelerinde oluşan volkan konilerinde çimento fabrikalarında tras ve yol malzemesi olarak kullanılabilen volkanik cüruflar ve bu koniler etrafında geniş alanlar kaplayan, parke taşı, kaldırım taşı, mıcır gibi değişik alanlarda kullanılan bazaltik lavlar yer almaktadır. Bu zengin çeşitliliğe uygun olarak Diyarbakır yöresinde Maden ve Şirvan’da metalik maden olarak bakır, Mazıdağı’nda fosfat, Ergani, Mardin, Derik, Kurtalan ve Şanlıurfa’da çimento hammaddeleri, Batman yöresinde alçıtaşı ve Diyarbakır Lice, Hazro, Hani, Ergani, Çermik ve Çüngüş yörelerinde Mermer, Diyarbakır yöresinde tuğla kiremit işletmeleri mevcuttur (Şekil 1). Bu işletmelerden yalnız bakır fabrikalarında proses gereği zenginleştirmede flotasyon yöntemi uygulanmaktadır. Çimento ve alçı taşı fabrikalarında kırma öğütme ve fırınlama prosesleri uygulanmaktadır. Mermercilik faaliyetlerinde işe yaramayan blokların ocakta bırakılmaları ve bütün maden ve hammaddelere ait ocak işletmelerinde kaçınılmaz olan doğa tahribatı , fosfat, çimento ve alçı fabrikalarından havaya salınan partiküller
349
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Yrd.Doç. Dr. M. Şefik İMAMOĞLU 1 Arş.Gör. Kamuran MUŞ2 1 Dicle Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Maden Mühendisliği Bölümü Genel Jeoloji Anabilim Dalı DİYARBAKIR 2 Dicle Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Maden Mühendisliği Bölümü Cevher Hazırlama Anabilim Dalı - DİYARBAKIR imamoglu@dicle.edu.tr kamuran@dicle.edu.tr
ve baca gazları, bakır zenginleştirme tesislerinde flotaston sonrası atık havuzlarına gönderilen ancak yeterli önlem alınmadığı için yüzey sularına karışan bakır bileşikleri bölgede ciddi kirliliğe neden olmaktadır. Bu nedenle gerekli önlemler alınmalı ve ocak işletmeciliği sonrası mutlaka ocakların rekreasyonları yapılmalı ve doğaya kazandırılmalıdır.
Bölgenin maden potansiyeli ve gelişmekte öncelikli bölgeler arasında olduğu göz önüne alınırsa, madencilik faaliyetlerinin çevreye zarar vermeyecek şekilde sürdürülmesi gerekmektedir. Madenciliğin çalışma sahası doğadır. Birebir ilişkide olduğumuz bu sahaya zarar vermemiz ise kaçınılmazdır.
GİRİŞ Diyarbakır ve yakın yöresi mermer, jips, tuğla kiremit toprağı, marn, kalker ve tras gibi endüstriyel hammaddeler ve asfaltit, petrol ve kömür gibi enerji hammaddeleri açısından oldukça zengindir. Türkiye’nin gübre sektöründe çok önemli bir yere sahip olan en önemli fosfat yatakları da bu bölgede yer almaktadır. Ayrıca, Diyarbakır’da renk ve desen bakımından uluslar arası pazarda yoğun talep gören kireçtaşı kökenli önemli mermer alanları mevcuttur. Bölge metalik madenler açısından fakir olup, kuzeyde yitim ve bindirme zonunda masif sülfit ve metamorfizma sırasından oluşmuş veya yeniden yataklanmış metalik yataklar gözlenir. Şekil 1’de Diyarbakır ve yakın yöresinde yer alan maden yatakları görülmektedir.
Madencilik faaliyetleri; yerüstü madenciliği, yeraltı madenciliği ve cevher hazırlama süreçlerini kapsar. Bu süreçler içerisinde çevreye en az zarar veren faaliyetler yeraltı madencilik çalışmalarıdır. Çalışmalar yerin yüzlerce metre altında sürdürüldüğü için yerüstünde herhangi bir tahribata yol açmazlar. Yüzey madenciliği daha çok görsel kirlilik oluşturur. Cevher hazırlama süreçlerinde oluşan atıkların bertaraf edilmesi beraberinde birçok çevre sorunu getirir.
Bölgede Yapılan Madencilik Faaliyetleri ve Çevreye Olan Etkileri Bölgede ağırlıklı olarak yerüstü madencilik faaliyetleri yapılmaktadır. Özellikle çimento sanayisine hammadde üreten bir çok taş ocağı bulunmaktadır. Bölgenin mermer potansiyeli de dikkate alınırsa, görsel tahribata neden olan yüzey madencilik faaliyetleri göze çarpar.
Çimento Hammaddeleri Şekil 1. Diyarbakır ve yakın yöresinde yer alan maden yatakları (As-Asfaltit, Asb-Asbest, Ba-Barit, C-Kömür, Cr-Krom Cu-Pb-Zn-Bakır-Kurşun-Çinko, Ç-Çimento hammaddeleri, D-Disten, Fe-Demir, J-Jips, K-Kireç Ln-Linyit, Mn-Mangan, Mr-Mermer, P-Fosfat, Pr- Pirofillit, T-Tras malzemesi, TK-Tuğla kiremit killeri,Tr-Traverten )
Çimento hammaddeleri denilince akla kireçtaşı, kil ve marn gelmektedir. Şekil 2’de çimento hammaddesi üretim sahası ve oluşturduğu görsel tahribat görülmektedir. Bu madenler yüzey madenciliği ile çıkarılır. Yüzey madenciliği yeryüzünün genel yapısını bozar, yer altı ve
350
yerüstü sularını kirletir, gürültü ve toz oluşturur. En önemli tahribat ise görseldir. Görsel tahribatın nedenlerini şu şekilde sıralayabiliriz; dekapaj yığını, stok alanı, yollar, rampalar, basamaklar, iş makineleri ve şantiyedir. Döküm sahasının yeri iyi belirlenerek, bozulan arazilerin yeniden düzenlenme ve iyileştirme çalışmaları işletmeye başlamadan önce planlanıp üretimle paralel olarak sürdürülerek görsel tahribatın önüne geçilebilir.
Şekil 2. Çimento Hammaddesi Üretim Sahası
Bölgede beş tane önemli çimento fabrikası bulunur. Bunlar; Mardin, Siirt, Ergani, Şanlıurfa ve Derik’tedir. Diyarbakır Ergani’deki çimento fabrikası önemli çevre sorunları oluşturmaktadır. Genel anlamda çimento fabrikaları partiküler hava kirleticiler arasında başta gelir. Diyarbakır- Ergani’deki çimento fabrikası bölgenin önemli çimento fabrikaları arasındadır. Çimento fabrikalarından çevreye yayılan kirleticiler, fırınlarda meydana gelen (SO2, CO ve NOx) gazları, kireçtaşı ve çimento tozudur. Ergani çimentonun çevreye verdiği zararların nedenleri şunlardır; Fabrikanın ilçe merkezinin hemen yakınında bulunması, rüzgarın yönünün fabrika bacalarından çıkan tozları ilçe merkezine ulaştıracak yönde esmesi, hammaddenin taşınması, öğütme ve karışım hazırlama işlemleri sonucunda toz oluşması ve fırında gerekli ısı için yakılan yakıttan kaynaklanan gazların ve tozların çevreye salınmasıdır. Bunların sonucunda baca tozlarının yayılması çıplak gözle bile görülebilmektedir. Toprağın yapısı bozulurken, tarım alanları olumsuz yönde etkilenmekte, bağ ve bahçelerden yeterli verim alınamamaktadır.
351
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Fosfat Madenciliği Güneydoğu Anadolu bölgesi Türkiye’nin en önemli fosfat bölgesi konumundadır. Mardin-Mazıdağı fosfatları 1993 yılına kadar işletilmekteydi. Zenginleştirilmesi gereken atıklar büyük stoklar oluşturduğundan üretim durdurulmuştur. Üretim; dekapaj, açık işletme ve cevher hazırlama süreçlerini kapsamaktaydı. Şekil 3’de Mazıdağı Fosfat Zenginleştirme Tesisi ve stok sahası görülmektedir.
Şekil 4. Mermer Üretim Faaliyetleri
Şekil 5. Oluşan Mermer Atıkları
Şekil 3. Mazıdağı Fosfat Zenginleştirme Tesisi
Mazıdağı fosfatlarının bir diğer önemli sorunu konsantrenin pazarlanamamasıydı. Konsantre uzak mesafelere taşındığından maliyet artmaktaydı. Bunun yerine yanı başına fosforik asit ve gübre tesisinin kurulması Mazıdağı fosfatlarını ekonomik hale getirecektir.
Diyarbakır Mermercilik Sektörü Ülkemizde mermer ocaklarında yaklaşık olarak %15–25 oranında net blok üretimi, %75-85 oranında ise atık oluşmaktadır. Bunun en önemli nedeni; jeolojik yapıdır. Bir diğer nedeni ise yanlış işletmecilik ve uygun makinelerin seçilememesidir. Oluşan atıkların çok az bir kısmı mıcır üretiminde kullanılarak değerlendirilmektedir. Şekil 4’de Diyarbakır’da mermercilik faaliyetleri ve şekil 5’de mermercilik faaliyetleri sonucunda oluşan atıklardan görüntüler verilmektedir.
Oluşan artıklar mıcır üretimi dışında satılabilir blok niteliği taşımayanlar renk ve homojenliğine göre ayrı ayrı istiflenerek talebe göre yeniden değerlendirilebilir. Terk edilen sahalara üretimi yapılan yerlerde oluşan artıklar doldurulabilir.
Bölgede Metal Madenciliği Diyarbakır ve yakın yöresinde zengin krom yatakları dikkat çekmektedir. ElazığGuleman yöresinde halen işletilmekte olan bir krom madeni bulunmaktadır. Tüm metal madenciliğine olduğu gibi kromda da cevher artıklarının depolanması beraberinde çevre sorunlarını getirir. Oluşan artıklar için atık barajları inşa edilmektedir. Atık barajları inşa edilirken barajın tabanı geçirimsiz hale getirilir. Böylece yüzey ve yer altı sularının kirlenmesi önlenmiş olur. Bölgede iki tane bakır madeni bulunmaktadır. Bunlardan biri 2006 yılında üretime geçen Siirt-Madenköy Bakır madeni ve üretimi sona
352
ermiş olan Elazığ-Maden’dir. Elazığ-Maden’deki bakır madeni atıklarının gereğince depolanamaması nedeniyle yüzey sularının kirlendiği yöre insanları tarafından söylenmektedir.
Tras Malzemeler Herhangi bir iyileştirme çalışması yapılmadan terkedilmiş tras sahaları görüntü kirliliği oluşturmaktadır.
SONUÇ Diyarbakır ve yakın yöresi endüstriyel hammaddeler açısından oldukça zengindir. Bölgede endüstriyel hammaddelerin çıkarılması sırasında uygulanan yüzey madenciliği önemli ölçüde görüntü kirliliğine neden olmaktadır. Ergani ilçesinde bulunan çimento fabrikası çevreye ve insan sağlığına zarar vermektedir. Mardin-Mazıdağı fosfatlarının oluşturdukları büyük stoklar değerlendirilmelidir. Mermercilik sektöründe %75-85 oranında atık oluşmaktadır. Bu atıkların değerlendirilmesi gerekmektedir. Metal madenciliğinde oluşan atıklar çevreye zarar vermeyecek şekilde geçirimsizliği sağlanmış atık barajlarında depolanmalıdır.
353
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
KAYNAKLAR 1. AYHAN M., KARAKUŞ A., AYHAN F.D., ABAKAY H., ‘Diyarbakır Mermer Sektöründe Oluşan Atıklar ve Özellikleri’ Mermer Artıklarının Değerlendirilmesi ve Çevresel Etkilerinin Azaltılması Sempozyumu, Diyarbakır, 2009. 2. AYDIN M.E., ‘Etibank Guleman Kef Konsantratör Tesisi Kromit Atıklarının Değerlendirilmesi’ Yüksek Lisans Tezi, Dicle Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Diyarbakır, 2001. 3. İMAMOĞLU M.Ş., MUŞ K., ‘Diyarbakır ve Yakın Yöresinin Maden Potansiyeli Açısından Değerlendirilmesi’ U.D.U.S.İ.S, Diyarbakır, 2010. 4. URL-1 maden.org.tr.
354
MADENCİLİK İŞLETMELERİNİN ÇEVRESEL ETKİSİ VE ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLER
356
ÖZET Günlük yaşamımızda kullandığımız metalik, malzemeler, endüstriyel hammaddeler ve her türlü yenilenebilen ve yenilenemeyen enerji kaynaklarının üretimi, madencilik faaliyetleri sonucunda üretilmektedir. Bunun yanında, kaçınılmaz olarak, madencilik işletmelerinin çevreye, her açıdan olumsuz etkileri bulunmaktadır. Maden ocaklarından yeraltı ve yerüstü madenciliği sırasında, çıkarılan madenler, yeryüzünün jeomorfolojik görünümünü kötüleştirmekte, bitki örtüsünü tahrip etmekte, atmosferi ve yer altı sularını kirleterek yaşamı zorlaştırmaktadır. Bu zararların en aza indirilebilmesi için bir takım tedbirlerin alınması gerekmektedir. Bu çalışmada madencilik faaliyetlerine ülkemizden örnekler verilerek, alınması gereken önlemler üzerinde durulacaktır. Özellikle mermer ve taş işletmelerinde blok verimi oldukça düşük olup, blok verimini artırarak, çevre kirlenmesinin önüne geçmek olasıdır. Diğer madencilik çalışmalarında da benzer önlemler alınarak çevrenin iyileştirilmesine önemli ölçüde katkılar sağlanabilecektir.
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Environmental Impact Of Mining Activities And Some Measures To Be Taken Abstract We use in our daily life, metallic, materials, industrial raw materials and all kinds of renewable and nonrenewable sources of energy production, is produced as a result of mining activities.. As well as the inevitable, mining activities in all aspects of the environment has adverse effects. Underground and surface mining of minerals of the earth removed during mining geomorphological appearance worsens, destroying vegetation, pollute the atmosphere and underground water as their life difficult. To minimize this loss of a number of measures should be taken. In this study our country by giving examples of mining activities, will focus on measures to be taken. Especially in marble and stone quarrying block efficieny is very low, by increasing the block efficiency is likely to prevent environmental pollution. Similar measures in other mining activities as a significant contribution to improving the environment will be provided.
GİRİŞ Günlük yaşamımızda kullandığımız metalik, malzemeler, endüstriyel hammaddeler ve her türlü yenilenebilen ve yenilenemeyen enerji
357
Ali Bilgin1 Veli Kara2 1 Batman Üniversitesi, Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi, Jeoloji Mühendisliği Bölümü, Batman. 2 Süleyman Demirel Üniversitesi, Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi, Jeofizik Mühendisliği Bölümü, Isparta. ali.bilgin@batman.edu.tr velikara@mmf.sdu.edu.tr
kaynaklarının üretimi, madencilik faaliyetleri sonucunda üretilmektedir. Madencilikte maden işletmesi, açık ocak veya yeraltı işletmesi şeklinde yapılmaktadır. Çıkarılan madenlerde, ekonomik değer taşıyan minerallere eşlik eden fakat ekonomik değer taşımayan mineraller de bulunmaktadır. Ekonomik değer taşıyan minerallerin ekonomik değer taşımayan minerallerden ayrılması, şartlar elveriyorsa madenin çıkarıldığı yerde, aksi takdirde cevher zenginleştirme tesislerinde gerçekleştirilmektedir. İşte bu malzemeler toplandığı alanlarda büyük yığınlar oluşturarak görünüm kirliliğine neden olmaktadır. Bunun yanında, kaçınılmaz olarak, maden işletmelerinin çevreye, her açıdan olumsuz etkileri bulunmaktadır. Maden ocaklarından yeraltı ve yerüstü madenciliği sırasında, çıkarılan madenler, yeryüzünün jeomorfolojik görünümünü kötüleştirmekte, bitki örtüsünü tahrip etmekte, atmosferi ve yer altı sularını kirleterek yaşamı zorlaştırmaktadır. Bu zararların en aza indirilebilmesi için bir takım önlemlerin alınması gerekmektedir. Bu çalışmada madencilik faaliyetlerine ülkemizden örnekler verilerek, alınması gereken başlıca önlemler üzerinde ayrıntılı olarak durulacaktır. Özellikle ülkemizdeki pek çok işletmelerde mermer ve taş işletmelerinde blok verimi oldukça düşük olup, blok verimini artırarak, çevre kirlenmesinin önüne geçmek olasıdır. Diğer madencilik çalışmalarında da maden işletmesinin ve bunlara bağlı zenginleştirme tesislerinde, benzer önlemler alınarak çevrenin iyileştirilmesine önemli boyutta katkılar sağlanabilecektir.
Mermercilik, taş ocağı ve diğer her türlü madencilik faaliyetleri sırasında, maden işletme yöntemine bağlı olarak, gerek açık işletme ve gerekse yeraltı işletmelerinde önemli düzeylerde kazılar yapılmaktadır. Bu kazılar sırasında, arazinin doğal konumu bozulmakta, araziye bırakılan artık malzemelerle, maden alanında görünüm kirliliği ortaya çıkmaktadır. Böylece, madencilik faaliyeti sonucu kazı alanlarında büyük çukurluklar ve araziye bırakılmış büyük yığınlar şeklinde artık malzemeler dikkati çekmektedir. Maden sahasına bırakılan bu artık malzemelerin geçici veya sürekli olarak toplandığı alanı, arazinin yeniden kazanımı, maden işletmesi sırasında açılan çukurları yeniden doldurmak, yamaç duraylılığını sağlamak, tesviye etmek, tesviye alanlarına peyderpey organik madde bakımından zengin toprak sermek, buraları yeniden ağaçlandırmak ve bu tahrip edilmiş olan alanları yeniden kazanmak gibi tüm işlemlere iyileştirme faaliyetleri adı verilmektedir. Yeni kazanılan alanlarda, jeomorfolojik konuma bağlı olarak, kütle hareketleri, heyelan gibi ortaya çıkabilecek olan jeolojik tehlikelere karşı da bir takım yeni önlemlerin alınması gerekmektedir. Ayrıca madencilik faaliyetleri sonucu oluşan yeni yapı deprem risklerine karşı da güvenli olmalıdır. Arazi kullanımı dikkate alınarak madencilik sonrası oluşturulacak olan saha için jeoteknik haritalar hazırlanarak, arazi kullanım amacına bağlı olarak, yeniden düzenlenmelidir. Yeraltı madenciliği yapılan bir alanda maden sahasında, çökmeler olabileceği için herhangi bir konut yapımına kesinlikle izin verilmemelidir. Kömür işletmeleri ve diğer madencilik
358
faaliyetlerinde açık işletmelerde üstte organik maddece zengin bir toprak katmanı varsa bu topraklar, belirli yerlerde depolanarak, tekrar yeniden kullanım için mutlaka saklanmalıdır. Maden sahalarının genel özellikleri; maden sahası, hareketli elemanlar, her türlü yapılar, atık türleri, arazinin morfolojik konumu, madencilik faaliyeti sonucu ortaya çıkan değişimler ve iyileştirme çalışmaları olmak üzere özetlenmiştir (Çizelge-1).
1-Maden ocak cinsi ve özellikleri
Açık işletme Yeraltı işletmesi Ekskavatörler
2-Hareketli elemanlar
Kepçeler Damperli kamyonlar Bant konveyorlar İdare binaları Sosyal tesisler
3-Her türlü yapılar
Araç garajı Araç bakım ve onarım binası Yollar ve köprüler Dekapaj malzemesi
4-Atık türleri
Gang mineralleri Düz arazi
5-Arazinin Jeomorfolojik konumu
Engebeli arazi Dağlık arazi Arazide morfolojik bir değişim yok
6-Madencilik faaliyeti sonucu arazi yapısında ortaya çıkan değişimler
Arazide derin çukurluklar mevcut Arazide çökmeler var Patlatmalar sonucu arazide kırık ve çatlaklar ortaya çıkmış Çukurların doldurulması Galerilerin doldurulması
7-Maden sahasını iyileştirme çalışmaları
Mermer artıklarının yapay mermer üretiminde kullanılması. Çevrenin yeşertilmesi Jeofizik çalışmalar
Çizelge-1. Maden sahalarının genel özellikleri
359
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Madenler yenilenemeyen hammadde ve enerji kaynakları olduklarından yerine yenileri konulamamakta ve kapladığı alanlarda geçici olarak, bir zaman dilimi içinde işletilmekte ve sonra terk edilmektedir. Dolayısıyla bu yerler yeni değerlendirmelerle kullanılabilir ve yararlanabilir konuma getirilecek mutlaka yeni düzenlemelere tabi tutulmalıdır.
Madenciliğin Çevreye Olan Görsel Etkileri Maden ocağı açılmadan önce, maden sahasının kendine özgü doğal jeomorfolojik görünümü mevcuttur. Maden ocağı açıldıktan sonra hafriyat ve diğer kazıları da içine alan tüm madencilik faaliyetleriyle çevrenin doğal görünümü bozularak, estetik açıdan hoş olmayan bir topoğrafik görünüm ortaya çıkar. Ülkemizde Burdur Isparta ve diğer alanlarda uygulanan açık işletme yöntemleri, yapısal özellikler ve diğer faktörlere dayalı olarak mermer üretiminde blok verimi oldukça düşüktür (Bilgin ve Özkahraman, 2009). Dolayısıyla önemli düzeyde dekapaj malzemeleri ve artık mermerler arazide yığınlar oluşturarak görsel açıdan, topografya üzerinde görünüm kirliliğine neden olmaktadır (Şekil-1).
Şekil-1. Bucak traverten ocağında mermer pasalarının oluşturduğu yığınlar.
Madencilik türü, yeraltı işletmeciliği şeklindeyse, açılan galerilerden alınan cevherlerin yerleri tam doldurulmadığı için arazide zaman içinde çökmeler kaçınılmazdır. Çökmeler ortaya çıkınca yeryüzündeki bina ve yollarda tahrip olmaktadır.
Arsenik Cevherleşmeleri Isparta Burdur Karayolu üzerinde Gölbaşı Köyü’nün 4 km güneyinde Gölbaşı As cevherleşmesi, yer almaktadır (Şekil-2). Arsenik cevherleşmesi dar bir alanda kendisini göstermekte olup, kuzey güney yönünde dike yakın damarlar şeklinde dikkati çekmektedir. Damarların kalınlığı 60 cm ile 100 cm arasında değişmektedir. Arsenik içeren damarlar fliş fasiyesindeki (kumtaşı-şeyl) litolojiler içinde dere içinde mostralar vermektedir. Arsenik içeren realgar minerallerine damarlarda yer yer kalsit ve barit gang mineralleri şeklinde eşlik etmektedir (Şekil-3). Bunlar içerisindeki As miktarı, % 1.30 ile % 25.00 arasında değişmekte olup, hesaplamalarda ortalama As değerinin % 11 dolayında olduğu anlaşılmıştır (Kuşcu, 1995). Gölbaşı Köyü arsenik zuhurlarının çevresel etkisi nedir? Bu zuhurlardan kaynaklanan As, yeraltı sularına nasıl geçer diye sorgulanırsa, yağışlarla yağmur suları yüzeydeki kayaçların çatlaklarından aşağıya doğru süzülürken, arsenik bulunduran realgar minerali ile etkileşerek, realgar minerallerinde yer alan As elementini katyon halinde bünyesine alır. İşte bu cevher mostralarını yıkayan yağmur suları, yeraltı su tablasını da As ile kirleterek, bu sulardan içme suyu olarak yararlanan tüm canlılarda telafisi mümkün olmayan hastalıklara neden olmaktadır. Bu hastalık ellerde, dudaklar civarında iyileşmeyen yaralar şeklinde
360
görülmektedir. İçme suyunda eser miktarda yer alan As, bu suyu içen hayvan ve insanların sinir yüzeylerinde iltihaplanmalara, siroza, anemiye, ülsere, akciğerlerde iltihaba, mesane kanserine, kromozom bozukluğuna ve cilt kanserlerine neden olmaktadır (Aswathanarayana, 1995). Dünya sağlık teşkilatının ve EPA’nın verilerine göre içme suyundaki As nispeti hiçbir zaman 100 ppb’yi geçmemelidir (WHO). Bu nedenle Gölbaşı Köyü içme sularını besleyen yeraltı sularında As’in olumsuz bir etkisinin olup olmadığı araştırılmalıdır (Bilgin ve diğ.,2005).
Şekil-2. Isparta Burdur karayolunda Gölbaşı mevkisi yakınındaki arsenik zuhurlarında realgar minerali.
Şekil-3 Gölbaşı arsenik zuhurlarını gösteren jeolojik harita.
Atmosferik Etkiler Bütün madencilik faaliyetlerinde mutlaka hava kirliliği söz konusudur. Özellikle açık işletme yöntemiyle çalıştırılan maden ocaklarında en dikkati çeken sorun, toz problemidir. Madenin üzerindeki örtü katmanı alındığında, bitki örtüsü de tahrip olmaktadır. Bitki örtüsü ortadan kalkınca ayrışmış küçük kayaç parçacıkları rüzgarla birlikte hareket ederek, maden civarında yaşamlarını sürdüren tüm canlıları olumsuz olarak etkilemektedir. İşletilen madenin türüne göre, maden içerisindeki, sağlığa zararlı olan As, S, Hg, Cd, Pb gibi zararlı maddelerde rüzgarla taşınarak, solunan havayla birlikte akciğerlerimize ulaşarak sağlığımızı bozarak, telafisi mümkün olmayan hastalıklara yol açabilmektedir. 361
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Çoğu kentlerimiz, jeomorfolojik konumu itibariyle, korunmaya elverişli olduğu için karstik bir polye içinde kurulmuştur. Karstik kireçtaşlarının çözülmesi sonucu söz konusu polye ortaya çıkmıştır. Toroslar’da Isparta ve diğer kentlerin civarında çok sayıda benzer polyeler dikkati çekmektedir (Dayan ve diğ., 1999). Bu tür polyelerde oturanlar kış aylarında hava sirkülasyonun yeterli olmadığı dönemlerde ısınmada kullanılan kömürlerden kaynaklanan SO2 ve diğer madde parçacıkları atmosferde hava kirliliğine yol açmaktadır. Bu kirlilikte sağlık açısından yaşamımızı olumsuz olarak etkilemekte olup pek çok hastalıklara neden olmaktadır. Farklı gazların karışımından ibaret ve yedi ayrı katmandan oluşan atmosferin en alt bölümünde canlılar yaşamlarını sürdürmektedir. Atmosferde kirliliğe neden olan başlıca gazlar; H2O, CH4, NO3, NO2, NH3, SO2, ve H2S bileşenlerdir. Bazen de aerosol adı verilen ağır metaller ve cıva gibi buharlaşabilen ağır metaller atmosfer de yer alır. Aeroseller mikroskobik boyutta olup, endüstriyel alanlardan kaynaklanan farklı kimyasal bileşimlerdeki bileşenlerdir. Bunların boyutları 0.001-100 μm arasında değişir. Kentlerde araba eksozlarından aerosoller ortaya çıkar. 1000 arabanın bir saatte atmosfere bıraktığı aerosel miktarı 0.49 gr/l dir (Aswathanaranaya,1995). Fosil yakıtlardan kömürler, yakıldıklarında atmosfere SO2 ve CO2 verilmektedir. Bu durum küresel ısınmayla sera etkisi de yapmaktadır. Aerosollerde serinletici etki yapmaktadır. CO2 yağmur suları ile birleşerek asit yağmurlarına neden olur. Bu asit yağmurları canlılar, yer
üstü ve yeraltı sularına da olumsuz etkide bulunur. Özellikle binalarda kullanılan yapı malzemeleri bu yağmurlardan etkilenmekte ve ayrışmaktadır. Isparta’da kaynaklanmış tüf (köfke) ve traki andezitlerden yapılmış tarihi binalarda ve ören yerlerdeki yapılarda bu etki, açık bir şekilde görülmektedir. Ülkelerin çoğunda sağlık açısından teneffüs edilecek havanın kalitesi ile alakalı ölçüler belirlenmiştir. Buna göre SO2 miktarı 80 μgr/ m3, NO2 miktarı 100 μgr/m3, CO miktarı 10 mg/m3, tozlar 75 μgr/m3 ve CH4 miktarı da 160 μgr/m3 rakamların altında olmalıdır (Aswathanaranaya,1995).
Yukarıdaki veriler değerlendirildiğinde kışın pek çok kentimizde ısıtmada kullanılan yakıtlardaki SO2 değerinin normal değerlerin (80 μgr/m3) üzerinde olduğu görülmektedir (Şekil-4). Bu nedenle şehrin ısıtılmasında hava kirliliğine yol açmayacak çevre dostu enerji kaynaklarından yararlanılması uygun olacaktır (Dayan ve Özkahraman,1997).
Şekil-4. Isparta’da kış aylarına ait 13 yıllık SO2 ve partikül miktarı (mg/m3)olarak verilen hava kirliliği (Çevre İl Müdürlüğü’nden alınmıştır).
Sülfidli Madenlerle Yer Üstü Ve Yeraltı Sularının Kirlenmesi Asidik tür madenlerin drenajı sonucu maden sahası ve civarındaki yer üstü ve yeraltı
362
sularında önemli boyutta kirlenmeler ortaya çıkmaktadır. Bu sular, akarsulara boşalım yapıyorsa akarsularda da kirlenmeler olmaktadır. Terk edilmiş madenlerde de benzer sorunlarla karşılaşılmaktadır. Isparta Keçiborlu ve Kıbrıs Toreodos Masifindeki bakır madeni bunlara güzel birer örnektir. Özellikle madenlerin nakliyesi sırasında da çevredeki sular yoğun bir şekilde kirletilmektedir. Bileşiminde kükürt bulunduran mineraller, havanın oksijenini alarak, sulara karışır, bu karışım sonucu suların asitlik derecesini artırmaktadır. 2FeS2 + 7O2 + 2H2O ―‣ 2Fe+2 + 4SO4-2 + 4H+ (1) FeS2 + 14Fe+3 + 8H2O ―‣ 15Fe+2 + 2SO4-2 16H+ (2) Bu tür maden işletmelerindeki sular, Fe ve Cu içeren minerallerden kalkopirit ve piriti yıkayıp, oksitlenerek, demir sülfat ve sülfürik asit içeren sulara dönüşür (1, 2). Pekiyi bu şekilde yeraltı ve yerüstü sularının asitliği artınca ne olur? Bu asitli sularda yaşayan tüm canlılar, hemen yaşamlarını yitirirler. Bu tür asidik bileşimli sular metalden yapılmış tüm alet ve cihazların da korozyona uğramasına neden olur. Bu tür bakır üretilen maden işletmelerine, ülkemizdeki Ergani, Murgul ve diğer Doğu Karadeniz bölgesindeki bakır madenleri, çevresel kirlenmelerin sıkça görüldüğü yöreler arasındadır. Jeotermal alanlarda, kömür ve uranyum madenlerinde de benzer çevre kirlenmeleri söz konusudur. Aşağıdaki çizelgede maden çeşidi, oluşabilecek olan mineralize sular, bu suların pH’ı ve kimyasal kirlenmeler hakkında genel bilgiler sunulmuştur (Çizelge-2). Maden Çeşidi Açık işletme sülfidli
Atık Sular Yağmur sularıyla
cevher
yıkanma Altın üretiminde
Altın Madeni
kullanılan siyanür
Suyun Özelliği Düşük pH≤5
Yüksek pH≥10
gibi kimyasallar Uranyum madeni Petrol ve doğal gaz Kömür madeni
Kimyasal Kirlenme Cu arsenik ve antimuan Arsenik, siyanür ve cıva
Düşük pH ve
As, Cd, Cr, Co, F, Pb,
Tuz ve
yüksek SO4 Yüksek NaCl,
Hg, Mo, Ni Bor, hidrokarbon
hidrokarbonlar Zengin SO4
CH4. Düşük pH≤5
fluorid, uranyum Cu, Fe, Ni ve Cd
Asitle yıkama
Çizelge-2. Maden alanlarında muhtemel kirlenmeler
363
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Kanserojen Mineraller Asbest ve diğer kanserojen minerallerde sağlık açısından önem taşımaktadır. Asbest madeninde çalışan işçilerde gerek maden işçiliği ve gerekse bu madenin taşınması sırasında akciğerlerinin asbestten etkilenmesi sonucu, akciğer kanseri görülmektedir. Maden sahalarında açık işletme ve yeraltı işletmeleri sırasında ortaya çıkan tozlardan lifimsi yapıdaki minerallerden kaynaklananlar kanserojen nitelikteki minerallerdir. Türkiye’de kanser açısından risk taşıyan alanlar harita’da verilmiştir (Şekil-5)
bir gazdır. Organik maddelerin (bitkiler) fizikokimyasal etkilerle milyonlarca yıllık bozuşma sürecinde oluşan kömür yatakları, doğal olarak bünyelerinde bol miktarda metan gazı bulundururlar. Yine çöp toplama sahalarında nerdeyse bir kenti ısıtacak kadar metan gazı üretirler. Metan gazı kömürden sızan bir gazdır. Bu gaz, hava ve oksijenle karışarak her an patlamaya hazır durumdadır. Metan gazının havayla birleşmesiyle, grizu adı verilen oldukça yanıcı ve patlayıcı yeni bir gaz karışımı ortaya çıkar. Yeraltında metan gazının (CH4) ocak havasındaki derişimi %2-4 oranındaysa yanıcı, % 4,5-14,5 oranında patlayıcı, % 15’den sonra ise boğucu bir özellik taşıdığı bilinmektedir. Kömür madeni ocağında, metan gazının % 4,5% 14,5 arasında olması durumunda küçük bir kıvılcım grizu patlamasına neden olabilmektedir.
Şekil-5. Türkiye’de asbest ve kanserojen minerallerden erityonitten etkilenen alanlar (Barış, 2003 ve Atabey, 2005’den değiştirilerek)
Lifimsi minerallerden amfibol ve serpantin grubu minerallerden bazıları, zeolit minerallerinden de erityonit ve morderit kansorejen mineraller arasında sayılmaktadır (Kadir, 2009)
Kömür Madenlerinde Grizu Patlamaları Kömür madenlerinde dikkati çeken en önemli tehlikelerden birisi de grizu patlamasıdır. Grizu metan gazının hava ile olan karışımı olarak bilinmektedir. Metan gazı (CH4), organik maddelerin bozunması sonucu ortaya çıkan
Grizu patlamasının önlenebilmesi için kömür ocağının havalandırılmasının çok iyi olması gerekmektedir. Emniyet açısından ocaklarda sistematik olarak gaz ölçümleri yapılmalıdır. Tedbir olarak ocakların aydınlatma için akülü lambalar kullanılmalıdır.
Maden Alanının Doldurularak Yeniden Kazanımı Maden alanlarındaki artık maddeler maden sahasındaki galerilere ve diğer çukur bölümlere doldurularak, bu artıkların çevreyi görünüm kirliliği yapmasının önüne geçmek mümkündür (Şekil- 6).
364
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN Şekil-6. Stevensan’da doldurularak kazanılmış bir maden alanı (Wikipedia, the free encyclopedia)
Maden alanlarının özellikle yeraltı işletmeciliği yapılarak çalıştırılmış bulunan madenlerde daha sonra çökmeler sonucu ortaya çıkabilecek olan tehlikelerde bertaraf edilmektedir. Bu tür yeniden kazanılan alanlara rekreasyon sahaları adı verilmektedir.
Şekil-7 Amerika’da Alaska Altın madeni rekreasyon alanı (Vasia Alaska, Wikipedia, the free encyclopedia)
SONUÇ Mermer ve taş işletmelerinin artıklarının kimyasal açıdan herhangi bir çevresel etkisi yoktur. Bunlar Burdur ve Isparta yöresinde yığınlar oluşturarak sadece görsel açıdan çevresel kirlenmeye neden olmaktadır. Maden sahalarında en önemli sorun, madenin kazılması, taşınması ve öğütülmesi sırasında ortaya çıkan tozlar, diğer bir anlatımla katı atıklardır. Bu malzemelerden mermer artıkları günümüz teknolojisinde yapay mermer, mıcır, derz ve sönmüş kireç üretiminde değerlendirilir. Sülfitli mineraller ayrışarak sülfatlı bileşiklere dönüşerek, yağmur sularının kayaçların süreksizlik düzlemleri boyunca yeraltına sızmasıyla yer altı sularını rahatça kirletebilmekte ve canlıların yaşamlarını tehdit etmektedir. Maden alanlarında, hazırlanan jeoteknik haritalarla, arazinin jeomorfolojik konumu, yamaç eğimleri, asidik suların etkilediği tarım toprakları ve diğer 365
ortaya çıkabilecek olan kitle hareketlerinin yerleri ayrıntılı olarak işaretlenmelidir. Asidik alanlara kireçtaşları serilerek toprağın asitliği önemli düzeyde azaltılabilir. Özellikle ülkemizdeki pek çok işletmelerde mermer ve taş işletmelerinde blok verimi oldukça düşük olup, blok verimini artırarak, çevre kirlenmesinin önüne geçmek olasıdır. Diğer madencilik çalışmalarında da maden işletmesinin ve bunlara bağlı zenginleştirme tesislerinde, benzer önlemler alınarak çevrenin iyileştirilmesine önemli boyutta katkılar sağlanabilecektir.
366
KAYNAKLAR 1. Aswathanarayana, U., 1995, Geoenvironment, A.A. Balkema, pp.233235, Rotterdam 2. Atabey, E., 2005, Tıbbi jeoloji, TMMO Jeoloji Mühendisleri Odası, Yayını, 195 p., Ankara 3. Barış, Y.I., 2003,”Anne bana kerpeteni getir” Anadolu’nun bitmeyen akciğer kanseri, Bilimsel Tıp Yay., 224 p. 4. Bilgin, A., Ismailov, T., Caran, Ş., 2006, Isparta Yöresi kaynak sularında flüor, iyot, arsenik düzeyleriyle insan kökenli (antropojenik) kirlenme ve sağlığa etkileri, 1. Tıbbi Jeoloji Semp. TMMOB Jeol. Müh. Odası Yay. No. 95, pp.228-229, Ankara. 5. Bilgin, A., Özkahraman, T., 2009, Marble potential of Isparta and some related problems, International Symposium on Engineering and Architectural Sciences, Balkan Caucasus and Turkic Republics. I, 22-24 October, pp.231-237, Isparta, Turkey 6. Dayan, E., Özkahraman, T.,1997, Isparta’da yakıt olarak kullanılan linyitlerin hava kirliliğine etkisi ve alınması gereken önlemler. TMMOB, Isparta’da Hava Kirliliği ve Doğalgaz 97, pp.152-158, Isparta. 7. Dayan, E., Bilgin, A., Hancer, M.,1999, Die Karsterscheinungen an den östlichen Hangen des Davras Dağı (Westlicher Taurus): Karren Dolines, Uvalas, Z.Geomorph. 43/3, pp.321-340. 8. Kadir, S., 2009, I Tıbbi Jeoloji Çalıştayı, 30 Ekim-1 Kasım 2009, Ürgüp. 9. Kuşcu, M., 1995, Gölbaşı (Isparta) epitermal arsenik mineralizasyonunun jeolojik özellikleri, Türkiye Jeoloji Bült, c.38, s. 2, pp43-52, Ankara. 10. Şentürk, A., Gündüz, L., Tosun, Y.İ., Sarıışık, A., 1996. Mermer Teknolojisi Kitabı, S.D.Ü.Mühendislik-Mimarlık Fakültesi Maden Mühendisliği Bölümü, 242 p., Isparta. 11. Yücetürk, G., 2010, Göller Bölgesindeki Kayaçların Minerolojik ve Petrografik Özelliklerinin Yapay Mermer Kalitesine Etkileri, S.D.Ü. Fen Bilimleri Enst. Doktora Tezi, Isparta.
367
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
DİYARBAKIR VE ÇEVRESİNDE NEOLİTİK DÖNEMDEN (M.Ö.10.000) GÜNÜMÜZE MADEN
368
ÖZET Dünya’da yerleşik hayata adımların atıldığı bu bölgede insanların önceleri sileksit (Çakmak Taşı) ve Opsidiyen gibi doğal taşlardan faydalanarak, bunlardan çeşitli aletler yaptıkları bilinmektedir. Yerleşik hayata geçme ile birlikte bölge insanının bakır (malakit) , çinko, arsenik, altın, gümüş, kurşun ve demir gibi madenleri keşfettikleri görülmektedir. Günümüzden binlerce yıl önce keşfettikleri bazı maden (mineral-kayaç-kıymetli taşlar v.b) ocaklarını işleterek, buradan çıkardıkları madenleri ham veya işlenmiş olarak Yakındoğu’nun diğer bölgelerine pazarlayan bölge insanının bu yolla büyük ekonomik kazanç, prestij ve güç elde ettiği anlaşılmaktadır.
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Bu çalışmada Diyarbakır ve çevresinde neolitik dönemden günümüze kadar önemini devam ettiren madenler üzerinde durulmuştur.
GİRİŞ İnsanoğlu için mihenk taşı olarak adlandırılan bazı kavramlar vardır. Örneğin bunlardan bir tanesi kesin olarak ne zaman kullanıldığı bilinmeyen ateştir. Bir diğeri ise hayvanların evcilleştirilmesi aşamasıdır. Üçüncüsü belki de en önemlisi ise insanların yerleşik hayata geçmesini, uygarlaşma sürecini başlatan tarımı öğrenmesidir. Ancak insanların ilerlemesi ve günümüz sürecine varmasına yani teknoloji çağına erişmesine ve bu yolda ilerlemesini sağlayan “madeni”de kullanmış olması en az onlar kadar önemlidir. Çünkü bilim adamları insanların geçirmiş olduğu evreleri, insanların kullanmış olduğu alet ve edevatların ve yapım malzemelerine göre değerlendirme yaparak isimlendirme yoluna gitmiştir. Biz bunlara Tarihi Devirler diyoruz. İlk devir Neolitik yani yeni taş devri; ilk olarak taştan aletlerin yapıldığı devirdir. İkincisi, Kalkolitik yani Khalkos: bakır ve Litos: taş’ın bir arada kullanıldığı devir. Üçüncüsü ise Tunç Devri ya da Bronz Devri olarak adlandırılan devirdir ki bu da bakıra arsenik veya kalayın karıştırılarak sertleştirilmesinin sağlanmasıyla oluşan yeni alaşımdan ismini almıştır.
Enver AKIN1 Orhan KAVAK2 Dicle Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Diyarbakır 2 Dicle Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Maden Mühendisliği Bölümü Diyarbakır envrakn@mynet.com orkavak@dicle.edu.tr 1
Maden olarak bildiğimiz şey esas olarak kayaçlar içerisinde saklı olan bu cevher ile insanların ilk görsel tanışıklığı çok daha erkene dayanabileceğini söylemek mümkünse de son yıllardaki arkeolojik veriler, madenlerden faydalanmanın Neolitik Çağ ile başladığını ortaya koymuştur. Özellikle ilk denemelerin maden pasları olarak bilinen doğal akıntılar veya kayaçlardan elde edilen çeşitli renk tonlarındaki boyalar ile çeşitli bezemelerin yapıldığını
369
göstermekteyiz. Çatalhöyük’te tapınak duvarına işlenen kadın betiminde kullanılan boyanın metal oksit olması bunun en güzel örneklerinden biridir (Resim 1). Neolitik çağda Proteknoloji olarak bilinen metal oksit kullanımı ile sınırlı kalınırken, Kalkolitik Çağ’da ise isminden de anlaşılacağı üzere taş malzemelerin yanında bakırdan bazı malzemelerin de kullanılmaya başlandığı dönemdir. Daha önceleri taştan ve pişmiş topraktan yapılan kapların kırılması veya parçalanması durumundan sonra bir daha aynı amaç için kullanılması mümkün olamazken, madenlerden yapılan kapların kırılıp dökülse bile geri dönüşümünün olduğu ve eritilme yolu ile bir daha kullanılma şansının olması, dönem insanı için çok önemli bir avantaj sağlamış olmalıdır.
Resim 1 Çatalhöyük tapınak duvarında kadın betimi
Madenden yapılan kapların eritildikten sonra hazırlanan kalıba aktarılarak şekillendirilmesi işçilik ve emek açısından insanoğluna büyük bir olanak sağladığı gibi, aynı hacimli kapların değiştirilmeksizin seri olarak üretilmesi yani
fabrikasyon sisteminin oturmasını aslında ilk endüstri devrimi olarak nitelendirmek mümkündür. Hiçbir zaman için eşit hacim taş-pişmiş toprak ve ahşaptan kap yapılma şansı olmazken Kalkolitik Çağ’da madenden kalıp yöntemi ile standart kapların üretilmesi aynı zamanda toplumda norm olarak adlandırabileceğimiz matematiksel kuralların da yerleşmesine neden olmuştur. Artık mal üretiminin bir ölçüsü olmuş, serbest ticaretteki trampa sistemi ölçüye dayandırılmış, bir işçinin emek karşılığı kap ölçekleri ile daha doğru ve adil bir hale getirilmiştir. Bu basit ama çok önemli dönüşümün matematiksel kural ve kavramların çok daha fazla gelişmesine ve yerleşmesine ön ayak olduğu anlaşılmaktadır. Öyle ki sonraki süreçte arazi ölçümleri ve hangi araziye ne kadar suyun ayrılması gerektiği de ilerletilen matematiksel kurallara bağlanabilmiştir. Doğrudan madenden faydalanmanın en güzel örneği ise M.Ö.7250-6750. yılları arasında Diyarbakır-Ergani yakınındaki Çayönü yerleşmesinde ele geçen bakırdan yapılmış örneklerdir (Özdoğan ve diğ., 1994). Doğal bakır olarak bilinen malakit’ten yapılan bir boncuğun yeryüzüne doğal yollarla ulaşan bakır rezervinden alınarak soğuk dövme yolu ile şekillendirildiği anlaşılmaktadır (Özdoğan ve diğ., 1994). Önceleri doğadan alınan doğal bakırın dövülme yöntemleri ile çok sınırlı oranda metalden alet yapılabilmişken, sonraları ısıtarak eritilme yönteminin ilerlemesi ile artık maden ocaklarının işletilmeye başlandığına tanık oluyoruz (Savaş 2006). Pişmiş topraktan, taş, ahşap ve kemikten yapılmış geri dönüşümü olmayan aletler yerine eritilerek kalıplama yöntemi ile yapılan geri dönüşümlü madeni
370
alet ve edevatların kullanılmaya başlanması en başta tarım alanında çeşitli kolaylıklar sağladığı gibi üretimin de katlanarak artmasına da neden olmuştur. Tüm bunların yanında sürekli gelişen ve değişik ihtiyaçlar hisseden toplumda doğası gereği daha yumuşak olan bakır madeninin her alanda kullanılabilmesi sıkıntı yaşattığı düşünülmüş olmalı ki insanlar buna beli oranda arsenik katarak bakırı sertleştirmeyi yani tunç haline getirmeye başladıklarına tanık oluyoruz. M.Ö. 4.binlerin son çeyreği ile başlatılan bu süreç yeni bir çağ olarak Tunç veya Bronz Çağ’ı (M.Ö.3200-1200) olarak ta adlandırılan yeni bir dönemin başlamasını da beraberinde getirmiştir. Anadolu’da Tunç Çağ’ının erken dönemlerinde bakıra karışım olarak keskin ve kötü bir kokusu olan zehir oranı yüksek arsenik kullanılmışken, M.Ö. 2. binin başlarından itibaren arsenik yerine kokusuz ve zehirsiz kalayın kullanılmaya başlandığına tanık oluyoruz. O dönemde Anadolu’da arseniğin kullanılmış olmasının nedeni olasılıkla Anadolu’daki bolluğu şeklinde açıklanabilirken, kalayın azlığı onun Mezopotamya tüccarları tarafından coğrafyaya pazarlandığını göstermektedir. M.Ö. 2. binin son çeyreğinde ise yeni bir dönemin Demir Çağ’ının Anadolu’da gelişmeye başlandığına tanık oluyoruz. Aslında Hitit kaynaklarında çok daha önceleri demirin kullanıldığına (Yalçın 1999) tanık olunurken ( Hitit kaynaklarında amutum şeklinde geçmektedir) bunun sınırlı kullanılmış olmasından dolayı M.Ö. 1200’ler de Anadolu’ya göç eden Deniz Kavimleri yolu ile yerleştirildiği düşünüldüğünden bu sürece Demir Çağı adı verilmiştir. Tarihsel süreçte Anadolu’daki en önemli bölgelerden bir tanesi Güneydoğu Anadolu olarak görülmektedir. Dicle ve Fırat ırmakları arasında kalan ve Mezopotamya olarak adlandırılan bu bölgede yer alan ve sulanabilen toprakların Anadolu’daki en erken yerleşmelerin bu coğrafyada gelişmesindeki ana etkenlerden biridir. Geniş tarım alanları ve su kaynakları yanında zengin maden kaynaklar ile de dikkat çeken bölgenin sürekli olarak insan topluluklarını cezb ettiği anlaşılmaktadır. Diyarbakır ve çevresinde özellikle Ergani-Maden civarındaki bakır yataklarının Neolitik Dönem’den itibaren aralıksız olarak günümüze kadar kullanıldığı anlaşılmaktadır ki bazı araştırmacıların bu günkü Diyarbakır isminin de bakır madeni ile ilişkili olabileceği tezini savunmalarına neden olmuştur. Çayönü yerleşmesinde kullanılan ilk bakır işlemesi ile başlayan sürecin arkeolojik veriler ve yazılı kayıtlar ışığında sürekliliğini devam ettirdiği gözlemleniyor. Sümer yerleşme yerlerinin bu bölgede yoğunlaşması aynı zamanda bakır madenlerini de kontrol etme çabası olarak yorumlanabilir.
371
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Çünkü bugünkü Irak topraklarında kalan aşağı Mezopotamya’nın madenler konusunda zengin olmadığı bilinmektedir. Hitit kaynaklarında I. Hattuşili’nin bu bölgeye yaptığı seferlerden sonra bölgeden götürülen zengin ganimetlerden dolayı başkent Hattuşa’nın hazinesinde çeşitli madenlerin başının ve sonunun olmadığından söz edilmektedir (Savaş, 2006). Diyarbakır bölgesi ile ilgili bazı yazılı kaynaklarda M.Ö. 14. yüzyılda Tuşhan’da (Bugünkü Bismil ilçesine bağlı Üçtepe veya Tepe beldesindeki Ziyaret Tepe) krallık yapan Tişşatal’ın kendi kentlerinde üretilen bakır kazanları komşu ve dost ülke krallarına hediye ettiğinden söz edilmektedir ( Loon, 1977). Ayrıca bölgede üretilen bakır kazanların Doğu Akdeniz’deki Tyr, Sidon (Sayda) ve Al Mina limanları yolu ile Yunanistan, Adalar ve Güney İtalya liman kentlerine ihraç edilmesinden söz edilir (Loon, 1977). Yine madencilik konusunda son derece ilerlemiş olan Urartu Krallığının maden yatakları üzerinde strateji geliştirdiği anlaşılmaktadır ki, Siirt Madenköy olarak bilinen yerde bulunan maden ocaklarını uzun süre kendileri tarafından işletildiği, arkeolojik verilerce de doğrulanabilmektedir (Belli, 2000).
Resim 2 Van Pürneşeden üfleme boruları
SONUÇ Güneydoğu Anadolu Bölgesi, özellikle Diyarbakır ve çevresinde, arkeolojik kazıların ve yazılı kayıtların yetersizliğinden, maden üretimi işlenmesi ve pazarlanması konusunda elimizde yeterli veri bulunmasa da bölgede özellikle Diyarbakır, Mardin ve Midyat çevresinde köklü altın ve gümüş işlemeciliğinin varlığını günümüzde de devam ettirmesi, bölge insanının tarihin derinliklerinden bu yana maden işletmeciliği konusunda uzman olduğunu göstermektedir.
Burada yapılan incelemelerde çok sayıda ateş ocakları, maden cürufları ve üfleme boruları ele geçmiştir (Resim 2). Tarihte Anadolu’ya özellikle Urartu üzerine düzenli seferler yapmaları ile tanınan Asur İmparatorluğu’nun temel hedeflerinden biri Urartu’nun ve bölgenin zengin madeni ganimetlerini elde etmek ve maden ocaklarını kontrol etme çabası gerçeği bu tezi doğrular niteliktedir.
372
KAYNAKLAR 1. Belli, O., 2000. ‘Eskiçağ Dünyası’nın En Büyük Madenci Krallığı: Urartular’, Türkiye Arkeolojisi ve İstanbul Üniversitesi 2. Loon, M. N. v., 1977. The Place of Urartu in the First Millenium B.C. Trade 3. Savaş, S.Ö., 2006. Çivi Yazılı Belgeler Işığında Anadolu’da ( İ.Ö. 2. Bin Yilında) Madencilik ve Maden Kullanımı 4. Özdoğan, M., Özdoğan, A., Bar-Yosef, D., Van Zeist, W., 1994. Çayönü Kazısı ve Güneydoğu Anadolu Karma Projesi 30 Yıllık Genel Değerlendirme, KST 15/1, 5. Yalçın, Ü., 1999. Early iron metallurgy in Anatolıa, AnSt 49 (Anatolian Iron Ages 4)
373
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
YAKINDOĞU VE DİYARBAKIR ÇEVRESİNDE MEYDANA GELEN TARİHİ DEPREMLER VE SOSYO-KÜLTÜREL ETKİLERİ
374
ÖZET Dünyadaki en erken kültürlerin Yakındoğu’da geliştiği bilinmektedir. Bu coğrafya da Deprem Bölgesi üzerinde yer almaktadır. Anadolu, Eğe Adaları, Yunanistan ve İran coğrafyalarında gelişen kültürlerin bu depremlerden büyük zarar gördükleri ve hatta bazılarının bu yıkımlar nedeniyle ortadan kalktığını görmekteyiz. Bu coğrafyadaki depremlerin yarattığı olumsuz etkileri antik kaynaklar ve arkeolojik kazılardan da öğrenebilmekteyiz.
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Bu çalışmada özellikle Anadolu Topraklarında yer alan Kuzey Anadolu Fayı, Doğu Anadolu Fayı, Ege Horst-Grabenleri gibi aktif tektonizma sonucu oluşan Yakındoğu ve çevresinde oluşan tarihi depremler irdelenmeye çalışılacaktır.
GİRİŞ Depremler, yeraltında biriken potansiyel enerjinin, aniden boşalması olarak tanımlanan jeolojik bir olaydır. Yeryüzü tabakalarının birbiri üzerine belirli noktalarda kuvvet uygulaması sonucunda biriken bu potansiyel enerji, fiziki kurallara uygun olarak paralel şekilde yayılır. Bu durum sonucunda meydana gelen sarsıntılar, ses-ışık-ısı-gürültü şeklindeki enerjiler olarak yaşanır ve bu kırılma noktalarında yeryüzü çatlakları oluşur. Yeryüzündeki arazı parçalarının birbirini sıkıştırması ile oluşan basınç sonucundaki kırılmalar, yanardağlardaki volkanik patlamalar ve tsunamiler yeryüzündeki insan için hep felaket ve yıkım olarak görülmüştür. Dünyanın oluşumu ile birlikte var olduğu bilinen bu jeolojik olayların en eski insanlar tarafından nasıl algılandığı bilinmemektedir. Ancak Neolitik çağla birlikte yerleşik hayata geçen insanların bu tip doğa olaylarını betimlemeye başlaması ile birlikte kendisinin de onu açıklaması ile ilgili bir ön görüsünün olabileceğini düşünmek mümkündür. Çatalhöyük’te tapınak duvarına işlenen ve üzerinde bazı noktaların işaret edildiği görülen harita şeklindeki duvar resminin hemen yakınındaki eski bir volkanik dağ olan Hasan Dağı ile ilişkili olabileceği (Karagöz, 2005) düşünülmektedir (Resim 1). Bu resmin, tapınak duvarında işlenmesi yanardağ patlamaları ve benzer diğer felaketlerin nedenlerini din ve inanç ile açıklanması şeklinde yorumlanabilmektedir. Gerçektende yazının kullanılmaya başlanması ile birlikte Anadolu, Mezopotamya ve diğer Yakındoğu bölgelerinde ele geçen birçok yazılı belgede, deprem felaketleri, tanrılara karşı yapılan saygısızlıklarla ilişkilendirilerek tanrıların insanlara karşı bir gazabı olarak nitelendirildiklerini görmekteyiz.
375
Enver Akın1 Orhan KAVAK2 Dicle Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Diyarbakır 2 Dicle Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Maden Mühendisliği Bölümü Diyarbakır envrakn@mynet.com orkavak@dicle.edu.tr 1
Resim 1 Çatalhöyük Hasandağı Haritası
Günümüzde deprem olarak nitelendirilen jeolojik olayların oluşumunu, deprem dalgalarının yayılma biçimlerini, ölçüm aletlerini inceleyen ve değerlendiren bilimsel incelemelere sismoloji denilmektedir. Dilimize girmiş olan bu kelimenin kökeni Grekçe’dir ve seio (sallamak, sarsmak) ile seismos (sarsıntı, şok) kelimelerinden türetilmiştir. Bu kelimenin de deniz tanrısı Poseidon ile ilişkili olması, Greklerin’de depremleri dinsel yolla açıklamaya çalıştığının bir göstergesi olmalıdır (Grimall, 1997). Enosigaios kelimesi Poseidon için denizleri titreten anlamına gelmektedir. Böyle denmesinin nedeni olasılıkla adalar, yarımadalar ve deniz çevresinde yaşayan Greklerin çevrelerinde yaşanan depremlerde sarsıntılardan sonra deniz sularının yükselmesi sonucu oluşan tsunami ile ilişkili olmalıdır. Sismoloji kelimesinin depremle ilişkili olarak kullanılması M.Ö. 6. yüzyılda bilimin temellerinin atıldığı İonya Bölgesinde başlamaktadır. Daha sonra 19. yüzyıl fiziki coğrafyacıları ve araştırmacıları da bilimsel yer hareketleri ile ilgili çalışmalarında aynı sözcüğü kullanmışlardır. Büyük ve küçük çok sayıdaki adalardan oluşan Ege Adaları aktif bir fay hattı üzerinde yer almaktadırlar. Çok eski tarihlerden bu yana bu adalar üzerinde meydana gelen depremlerde
çok önemli tahribatların yaşandığı bilinmektedir. M.Ö. 3. binin başları ile birlikte Saray Çağı olarak adlandırılan yüksek bir uygarlık ile karşımıza çıkan Girit’in Minos Uygarlığı, başta Mısır ve Suriye limanları ile yaptığı ticaret sayesinde dönemin en önemli uygarlıklarından biri haline gelmişti (Resim 2). Ancak büyük bir talihsizlik olmalı ki M.Ö. 16. yüzyılda meydana şiddetli bir deprem ile merkezi otoritesini önemli ölçüde kaybettiği, daha sonra da Thera’da meydana gelen volkan patlaması ile gücünün tamamını kaybederek köklü Minos Uygarlığının tarihten silindiğine tanık oluyoruz. Meydana gelen bu ağır tahribat sonrasında savunmasız hale gelen Girit’e daha önceleri göçmen tüccar olarak buraya yerleşen Akha’lar (Myken) tarafından iskân edilmeye başladığına tanık oluyoruz. Görüldüğü gibi depremler sadece tahribat ile ölçülemez, aynı zamanda beraberlerinde sosyo kültürel ve ekonomik bir dönüşümü de getirebilmektedir. Adalar ve yarımadalar üzerinde kurulu Grek kültüründe de depremlere dinsel anlamda çözüm getirilmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır. Çünkü seiso ve seismos kelimelerinin de Enosgaios’tan yani tanrı Poseidon için denizleri titreten anlamındaki kelimelerden türetilmiş olmalıdır. Poseidon aslında deniz tanrısı iken depremle ilgili boyutu nedeni ile karalarda da deprem felaketlerinin yaşanması, onu denizden uzak kalan kara yerleşme yerlerinde de önemli kılmıştır. Bu öneminden dolayı olmalıdır ki hem deniz kenarındaki yerleşme yerlerinde hem de iç bölgelerdeki yerleşme yerlerinde yaşanan şiddetli depremler tanrıya karşı bir duyarsızlık ve saygısızlık şeklinde yorumlanmıştır. Depremlerden sonra tanrı için yeni tapınaklar
376
yapılmış, kurbanlar kesilmiş ve hatta depremlerden korusun diye bir çok kentte üzerinde Poseidon’un yer aldığı sikkelerde (para) basılmıştır (Güney, 2007).
Resim 2 Girit Knossos sarayı içerisinden bir görüntü
Arkeolojik veriler ve yazılı kayıtlar tarihin derinliklerinden itibaren bazı şiddetli depremlerin yaşanmış olduğunu göstermektedir. Bunlardan en önemlisi daha sonraki Yakındoğu mitoslarını temelden etkileyecek olan “Tufan Efsanesi”dir. İnsanların çoğalması, uygarlaşması, sanatı ve mimariyi geliştirmesi, madeni kullanması sonucu, kısacası uygarlaşması tanrılar tarafından kalabalık ve rahatsız edici saygısızlık şeklinde algılandığından, onların neslini yok etme yoluna gittikleri düşünülmektedir. Tanrılar birliğinden çıkan karar suların yükseltilerek insanların yok edilmesi şeklinde olmuştur. Ancak insanlara çok yakın duran Eridu kentinin baş tanrısı, Mezopotamya kültürlerinin su ve akıl tanrısı Ea, diğer adı ile Enki, bu karara karşı çıktıysa da başaramamış. Bunun üzerine insan soyunu kurtarma adına sevdiği sofusu Utnapiştim’e ulaşarak bir gemi yapmasını ailesi ile birlikte, ihtiyacı olan gerekli araçgereç ve yiyeceklerin yanı sıra her hayvan türünden de birer çifti yanına almasını gizlice söylemiştir. Bunlardan çıkan sonuca göre, Mezopotamya’da da deprem ve benzeri gibi doğal olayların gerekçesi din ve tanrılarla açıklanmaya çalışılmıştır. Gerçektende, son arkeolojik verilere göre M.Ö. 4. bin öncesinde Mezopotamya’nın Basra Körfezi kıyılarında olasılıkla büyük bir depremin sonucu suların yükselmesi ile bir tsunami’nin oluşmasından dolayı birçok kentin sular altında kaldığı anlaşılmaktadır. Uruk’ta yapılan kazılarda yerleşmesinin altında kalınlığı 2-3m. yi bulan kalın bir kum tabakasına rastlanılmıştır. Bu kum tabakasının kaldırılmasından sonra altında daha erken bir yerleşmenin ortaya çıkmış olması böyle bir felaketin yaşanmasını doğrulaya bildiği gibi Tufan Efsanesi’nin de bu olayla ilişkili olabileceğini düşündürmektedir. 377
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Son derece aktif fay hatlarının bulunduğu Anadolu’da dünyada günümüze kadar yaşanmış olan depremler açısından Çin’den sonra ikinci sırada yer almaktadır. Neolitik Çağ’da Çatalhöyük’te tapınak duvarına işlenen ve yakınındaki bir volkanik dağ olan Hasan Dağı ile ilişkilendirilen betimleme Anadolu’da ki en eski betimdir. Kalkolitik Çağ’da benzer betimlemelerin ele geçmemiş olması Anadolu’da bu dönemde depremin yaşanmadığı anlamına gelmemelidir. Çünkü kazıları yapılan birçok Kalkolitik yerleşme yerlerinde ortaya çıkan bazı kırılma izleri ve yangın katman izleri mevcuttur. Düşündürücü olan bu belirgin izlerin bulunduğu alanlarda herhangi bir savaş aletinin ele geçmemiş olması ve iskanların kültür düzeyinin en yüksek seviyede iken kesilmesi nedensel olarak deprem gibi doğal felaketlerle ilişkili olabileceği yanlış olmayacaktır. M.Ö. 3. bin sonlarında Anadolu’ya gelerek Hatti topraklarına yerleşen Hititlerin, Orta Anadolu’da yaşanan bir depremden sonra zayıflayan Hatti otoritesinin ardından bölgeye egemen olmaya başladıklarını düşünmek olasıdır. Doğu Anadolu’da aktif fay hatları üzerinde kurulan Urartu devleti’nin mimari bilinci hareketli coğrafyasına göre şekillendirdiği anlaşılmaktadır. Kale ve sur duvarlarında kyklopik denen devasa taşların kullanılması, depremlere karşı bir önlem gibi görülmektedir. Ancak yinede sürekli yaşanan depremlerden fazlası ile etkilenmiş olmalı ki M.Ö. 7. yüzyılda merkezi otoritesinin zayıflaması sonucu dışarıdan gelen saldırılara karşı direnç gösteremeyip ortadan kalktığı anlaşılmaktadır. Anadolu’da depremlerin şiddetinin en bariz şekilde anlaşılabilen dönemi M.Ö. 1. bin ve sonrasıdır. Yazılı kayıtların bolluğu ve arkeolojik veriler, meydana gelmiş
olan bazı depremler hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olmamızı sağlamaktadır. M.Ö. 4.yüzyıl ve sonrasında Anadolu coğrafyasında kayıtlı olarak bilinen yüzden fazla deprem yaşanmıştır. Bu kayıt altındaki depremlerin çoğu o dönemin en önemli metropol diyebileceğimiz Bergama, Efes, Milet, Kyzikos Antakya ve Konstantinopolis ve çevrelerinde yaşanırken, kayıt altına alındıkları için bilinmektedir. Örneğin depremlerin oluştuğu kentlerdeki yıkılan devlet binaları, surlar ve halka yapılan yardımlar ve vergi muafiyetleri ile ilgili günümüze ulaşan çok sayıda yazılı belge mevcuttur. Fakat daha küçük yerleşme yerlerinde kayıt altına alınmayan yaşanmış olan yüzlerce ciddi depremlerinde de Anadolu’da yaşanmış olabileceğini söylemek yanlış olmayacaktır. Önemli bir bölümü hareketli fay hatları üzerinde olan Anadolu’da Bizans Dönemi’nde de özellikle İstanbul ve Marmara Bölgesinde çok önemli depremlerin yaşandığı bilinmektedir. Aynı durum Selçuklu ve Osmanlı Dönemleri için de geçerlidir. Doğu Anadolu’da ilk çağda olduğu gibi orta çağda da kayıtlı verilerin azlığı nedeni ile en az diğer bölgeler kadar ciddi depremlerin yaşandığını tahmin etmemizle birlikte tarihleri ve tahribat boyutları açısından çok fazla bilgiye sahip değiliz. Son yıllarda Diyarbakır ve çevresinde gerçekleştirilen arkeolojik kazılardan biri olan Salat Tepe çalışmalarından Tunç Çağı’nda ciddi bir depremlerin yaşandığı anlaşılmaktadır. Bu depremlerin izlerini Üçtepe, Gricano, Kavuşan Höyük, Ziyaret Tepe, Kenan Tepe ve Hırbe Merdan (Esentürk ve diğ., 2007) gibi yerleşim yerlerinde ortaya çıkarılan kesitlerden takip edebilmekteyiz (Resim 3).
378
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN Resim 3 Salattepe kazından depremden etkilenen mimari yapı
Deprem Fay hatları içerisinde yer alan Diyarbakır merkezinde de ciddi tahribatları gösteren kayıtlar mevcuttur ( Resim 4 ) bu kayıtlara göre M.S. 1114-1115 yılında Diyarbakırda meydana gelen deprem sonucu ile kentteki Ulu Cami’nin tahrip olduğu ve bir yangının yaşandığını öğrenmekteyiz ( Mateos, 1962).
Resim 4 Diyarbakır ilinin Deprem riski haritası
Anadolu’nun bu talihsiz deprem kaderi ile ilgili en acı örnek tıpkı 24 Ağustos 1999’da Marmara depreminde görüldüğü gibi aynı coğrafyada hatta aynı bölgede Roma Dönemi’nde yaşanan bir depremde küçücük çocuğunu kaybeden bir babanın oğluna yaptırdığı mezar stelinden okunabilmektedir (Karagöz, 2005).
SONUÇ Tarihteki depremler incelendiğinde eski insanların sosyo-kültürel, ekonomik ve dinsel yapılanmalarının izlerinin görülebileceği anlaşılmaktadır. Günümüzde bile incelendiğinde bu izlerin yaşamlarında sürdürüldüğünü anlamak mümkündür. Gelecekte meydana gelebilecek depremleri tahmin etmenin en önemli yollarından bir tanesi de geçmişte ne olduğunu iyi bilmektir. Eski çalışmalarda, bir bölgede meydana gelen depremlerin tahmininde, sadece aletsel olarak kayıt edilebilen son yüzyıl depremleri kullanılırken artık günümüzde tarihsel dönem kayıtlarının da önemli olduğu anlaşılmıştır. Arkeolojik kanıt bir deprem için kesin bilgi vermemekle
379
birlikte arkeojeoloji, arkeosismoloji, arkeojeofizik vb. gibi disiplinler arası çalışmalar ile kısmen de olsa kesinlik kazanmaktadır. Bizim yapmış olduğumuz çalışma bu anlamda önem kazanmaktadır.
KAYNAKLAR 1. Esentürk, Y., Ökse, A.T., Görmüş, A., 2007. İnternational Earthouake Symposıum, s. 758-762, Kocaeli 2. Grimal, P., 1997. Mitoloji Sözlüğü, Yunan ve Roma 3. Güney, H., 2007. Antik Çağda Deprem ve Tanrı Poseıdon, İnternational Earthouake Symposıum, s. 767-768, Kocaeli 4. Karagöz, Ş., 2005. Eskiçağ’da Depremler 5. Urfalı Mateos, 1962. Vakayiname, Çev: H. D. Andreasyon
380
ENERJİ KAYNAKLARI
BİYOGAZ VE BİYODİZELİN TANIMI VE ÖZELLİKLERİ
384
ÖZET İçinde yaşadığımız dönem klasik bir deyimle, konvansiyonel olarak bilinen kullanımdaki enerji kaynaklarının riskinin arttığı bir sürecin başlangıcıdır. Bu risk birçok faktörü içerir. Birincisi, klasik enerji kaynaklarının birçoğu hesaplanan yaklaşık bir süre sonunda tükenecektir. İkincisi, bu tür kaynaklar çevre için büyük ve geri dönüşümü olmayan tehlikeler yaymaktadır. Üçüncüsü, klasik enerji kaynaklarının artan ihtiyacı ve gelişen teknolojiyi beslemekte yetersiz kalmasıdır. Dördüncüsü ve en önemlisi, gelişmiş ülkeler enerji çeşitliliğini artırmakta, yaymakta ve belli enerji kaynağı türlerine büyük oranlarda bağımlı olmamaya çalışmaktadır, yani “Yumurtalarının hepsini aynı sepete koyma” felsefesine uygun düşünülmektedir. Türkiye gibi geçmişte petrol, günümüzde petrol+doğalgaz ve gelecekte doğalgaz bağımlısı olacak bir ülkenin bugünü ve geleceği açısından bu felsefenin önemi daha da artmaktadır. Çağımızda yeni veya yenilenebilir enerji kaynaklarının çeşitliliği artmakta, bir kısmı ekonomik alternatiflik açısından değer kazanmakta, bir kısmı üzerinde ekonomik analizler yapılmakta ve her gün başka enerji kaynakları ortaya çıkmaktadır. Bu kaynakların neredeyse tamamının ortak yönü çevreye kısa ve uzun vadede olumsuz etki oluşturmamasıdır. Biyogaz ve biodizel yakıtlar bu kapsamda en yeniler arasındadır.
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Enerji rezervlerinin tükenmeye yüz tuttuğu ve en pahalı üretim girdilerinden birinin enerji olduğu bu günün şartlarında, yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarının araştırılması söz konusu olmuştur. Bu enerji kaynakları, enerji sıkıntısının aşılmasında bilinen enerji kaynaklarına alternatif olarak görülmektedir. Bu alternatif enerji kaynaklarından biri də biyogaz enerjisidir. Bu enerji kaynağı, organik atıkların kıymetlendirilmesinde oldukça büyük bir öneme sahiptir. Hayvansal ve bitkisel atıklar, çoğunlukla ya doğrudan yakılmakta, yada tarım topraklarına gübre olarak verilmektedir. Ancak, atıkların yakılarak ısı üretiminde kullanılması daha yaygın olarak görülmektedir. Bu şekilde istenen özellikte ısı üretilemediği gibi, ısı üretiminden sonra atıkların gübre gibi kullanılması da mümkün olmamaktadır. Biyogaz teknolojisi ise organik menşeli atıklardan hem enerji eldesine hem de atıkların toprağa kazandırılmasına imkan vermektedir. Hayvan gübresinin yakılmasının önlenerek tarım topraklarına kazandırılması, kırsal kesime bu enerjinin yerine ikame edeceği bir enerjinin verilmesi ile mümkündür. Bu ikame enerji, yine hayvan gübresinden elde edilebilecek
385
Murat TOMAR Diyarbakır murattomar@yahoo.com
olan biyogazdır.Biyogaz, çok yönlü bir enerji kaynağı olarak doğrudan ısıtma ve aydınlatma amacıyla kullanıldığı gibi, biyogazın elektrik enerjisine ve mekanik enerjiye çevrilmesi de mümkün olmaktadır.
BİYOGAZ Biyogaz, hayvansal ve bitkisel atıkların oksijensiz ortamda ayrışması sonucu ortaya çıkan bir gaz karışımıdır. Bileşiminde % 60-70 metan (CH4), % 30-40 karbondioksit (CO2), % 0-2 hidrojen sülfür (H2S) ile çok az miktarda azot (N2) ve hidrojen (H2) bulunmaktadır.
Ülkemizde hayvansal ve bitkisel atıklar, çoğunlukla ya doğrudan doğruya yakılmakta veya tarım topraklarına gübre olarak verilmektedir. Ancak atıkların yakılarak ısı üretiminde kullanılması daha yaygın olarak görülmektedir. Bu şekilde istenilen özellikte ısı üretilemediği gibi, ısı üretiminden sonra atıkların gübre olarak kullanılması da mümkün olmamaktadır. Biyogaz teknolojisi ise organik kökenli atıklardan hem enerji eldesine hem de atıkların toprağa kazandırılmasına imkan vermektedir. 1 m3 biyogazın etkili ısısı;
Biyogaz Üretiminde Kullanılabilecek Bazı Atıklar
0.62 l gazyağının
Hayvansal Atıklar : Sığır, at, koyun, tavuk gibi hayvanların gübreleri, insan dışkısı, mezbaha atıkları ve hayvansal ürünlerin işlenmesi sırasında ortaya çıkan atıklar Bitkisel Atıklar : İnce kıyılmış sap, saman, mısır artıkları, şeker pancarı yaprakları gibi bitkilerin işlenmeyen kısımları ile bitkisel ürünlerin işlenmesi sırasında ortaya çıkan atıklar. Biyogaz üretiminde hayvansal ve bitkisel atıklar tek başına kullanılabileceği gibi belli esaslar doğrultusunda karıştırılarak da kullanılabilir.
3.47 kg odunun
= 0.66 l motorin
1.46 kg odun kömürünün
0.43 kg bütan gazının 12.30 kg tezeğin 4.70 Kwh elektriğin
1 m3 biyogaz
= 0.75 l benzin = 0.25 m3 propan = 0.2 m3 bütan = 0.85 kg kömür
1.18 m havagazı’nın 3
sağladığı etkili ısıya eşdeğerdir.
·
Biyogaz temiz ve ısı değeri yüksek bir enerji kaynağıdır.
·
Biyogaz üretiminden sonra atıklar yok olmamakta üstelik
çok daha değerli bir gübre haline dönüşmektedir.
Biyogaz temiz ve mavi bir alevle yanar. Biyogaz, kullanılmadığı zaman çürük yumurta kokusundadır ancak yanarken bu koku kaybolur. Bu özellik, biyogazı ileten borularda kaçak olup olmadığını anlamada kolaylık sağlar.
·
Biyogaz üretimi sonucu hayvan gübresinde bulunabilecek
yabancı ot tohumları çimlenme özelliğini kaybetmektedir.
·
Biyogaz özellikle kırsal kesimde çevre sağlığını olumlu
etkilemektedir. Çünkü; biyogaz üretimi sonucunda hayvan
Biyogaz çok düşük sıcaklıklarda (-164 °C) sıvılaştırılabilmektedir.Bu işlem çok pahalıdır bu nedenle gaz tüplerine depolanması ekonomik değildir. Genellikle gaz halinde kullanılmaktadır.
386
gübresinin kokusu hissedilmeyecek ölçüde yok olmaktadır. Ayrıca gübrelerden kaynaklanan insan sağlığını tehdit eden hastalık etmenleri büyük oranda etkinliğini kaybetmektedir.
Biyogazın Kullanım Alanları Biyogaz, çok yönlü bir enerji kaynağı olarak doğrudan ısıtma ve aydınlatma amacıyla kullanıldığı gibi, elektrik enerjisine ve mekanik enerjiye çevrilmesi de mümkün olmaktadır.
Biyogazın Isıtmada Kullanımı Biyogazın yanma özelliği bileşiminde bulunan metan (CH4) gazından ileri gelmektedir. Biyogaz, hava ile yaklaşık 1/7 oranında karıştığı zaman tam yanma gerçekleşmektedir. Isıtma amacıyla gaz yakıtlarla çalışan fırın ve ocaklardan yararlanılabileceği gibi termosifon ve şofbenlerde biyogazla çalıştırılarak kullanılabilir. Biyogaz sıvılaştırılmış petrol gazı ile çalışan sobaların meme çaplarında basınç ayarlaması yapılarak kolaylıkla kullanılabilmektedir. Biyogaz sobalarda kullanıldığında bünyesinde bulunan hidrojen sülfür (H2S) gazının yanmadan ortama yayılmasını önlemek üzere bir baca sistemi gerekli olmaktadır. Bu nedenle daha sağlıklı bir ısınma için kalorifer sistemleri tercih edilmektedir.
Biyogazın Aydınlatmada Kullanımı Biyogaz hem doğrudan yanma ile hem de elektrik enerjisine çevrilerek de aydınlatmada kullanılabilmektedir. Biyogazın doğrudan aydınlatmada kullanımında sıvılaştırılmış petrol gazları ile çalışan lambalardan yararlanılmaktadır. Bu sistemde aydınlatma alevini artırmak üzere amyant gömlek ve cam fanus kullanılmaktadır. Cam fanus ışığı sabitleştirdiği gibi çıkan ısıyı geri vererek alevin daha fazla olmasını sağlamaktadır.
Biyogazın Motorlarda Kullanımı Biyogaz benzinle çalışan motorlarda hiçbir katkı maddesine gerek kalmadan doğrudan kullanılabildiği gibi saflaştırılarakta kullanılabilmektedir.Dizel motorlarda kullanılması durumunda belirli oranda (% 18-20) motorin ile karıştırılması gerekmektedir.
Biyogaz Üretimi Iki Ayrı Yöntemle Gerçekleşmektedir Kesik Besleme Yöntemi Tesis hayvansal ve/veya bitkisel atıklarla doldurulmakta ve alıkoymabekleme süresi kadar beklenmektedir.Bu süre sonunda tesis tamamen boşaltılmakta ve işlem sürekli tekrarlanarak gaz üretimi sağlanmaktadır.
387
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Sürekli Besleme Yöntemi Tesis hayvansal ve/veya bitkisel atıklarla doldurulmakta ve alıkoyma süresi kadar beklenmektedir.Daha sonra biyogaz üretim tankının (fermantör) sıcaklığına bağlı olarak günlük beslemelere geçilmekte ve sürekli gaz üretimi sağlanmaktadır. Birçok ülkede biyogaz tesisleri planlanan amaca göre farklı teknolojiler kullanılarak inşa edilmektedir. Biyogaz tesisleri, aile tipi (6-12 m3 kapasiteli) çiftlik tipi (50-100-150 m3 kapasiteli), köy tipi (100-200 m3 kapasiteli) tesisler olarak ele alınabileceği gibi başta Almanya olmak üzere Amerika, Danimarka, İsviçre gibi pek çok ülkede 1000-10.000 m3 kapasiteli biyogaz tesisleri işletilmektedir. Aile tipi 6-12 m3 kapasiteli sabit kubbeli biyogaz tesisleri Çin’de çok yaygın bir biçimde kullanılmakta ve bu tip tesislerde oluşan biyogaz tesis içinde (kubbe bölümünde) toplanmakta ayrı bir gaz depolama tankı kullanılmamaktadır. Ancak bu durum biyogazın kullanımı sırasında gaz basıncının düşmesine neden olmakta dolayısıyla gaz basıncı sabit kalmamaktadır. Yeterli gaz basıncını sağlamak üzere Çin tipi tesisler genellikle kullanım yerlerine yakın kurulmaktadır. Büyük kapasiteli tesislerde ise oluşan biyogaz, tesisten ayrı veya tesis içinde sabit olmayan bir yerde toplanmakta (gaz depolama tankı) ve gaz basıncının sabit kalması sağlanabilmektedir. Bu tip biyogaz tesislerine en çok Hindistan’da rastlanmaktadır. Aile tipi biyogaz tesisleri dışındaki diğer
tesislerin çoğunda biyogazın oluştuğu ortamın (fermantör) ısıtılması optimum biyogaz üretimi için gerekli olmaktadır. Biyogaz üretiminde ortam sıcaklığı çok önemlidir. Genel bir kural olarak bu sıcaklığın 30-35 °C olması istenir. Isıtmalı olmayan tesislerde özellikle kış aylarında sıcaklığın bu derecelere ulaşması mümkün değildir. Sıcaklığın 10 °C’nin altına düşmesi biyogaz üretimini durdurabilmektedir. Biyogaz tesislerinde ısı kontrolünün sağlanması amacıyla güneş enerjisinden yararlanılabileceği gibi en pratik ve en yaygın kullanılan sistem,tesis içine yerleştirilen serpantinlerden yararlanmaktadır ( sıcak su boruları).Bu sistemde su, tesis tarafından sağlanan biyogazla ısıtılarak sirkülasyon pompası ile tesis içine yerleştirilen serpantinler içinde dolaştırılarak ısıtma sağlanmaktadır.
Biyogaz Tesislerinin Kapasitelendirilmesi Biyogaz tesisleri projelendirilirken öncelikle kapasitenin tesbiti gerekmektedir. Bunun için tesiste, sadece hayvan gübresi kullanılacaksa; günlük ortaya çıkan gübre miktarı, hayvanların beslenme şekilleri ve gübrelerin katı madde miktarları bilinmelidir.
Günlük ortaya çıkan gübre miktarı Hayvanların gübre verimleri cinslerine göre değişik miktarlarda olabilmektedir. Gübre miktarının hesabında; büyükbaş hayvanlar için 10-20 kg/gün (yaş) gübre verimi kabul edilebileceği gibi canlı ağırlığın % 5-6’sı da günlük gübre miktarına esas alınabilir. Aynı
388
şekilde koyun ve keçi için 2 kg (yaş)/gün veya canlı ağırlığın % 4-5’i günlük gübre üretimi olarak kabul edilebilmektedir. Tavuk için günlük gübre üretimi ise 0.08-0.1 kg (yaş)/gün veya canlı ağırlığın % 3-4’üdür.
Hayvanların Beslenme Şekilleri Hayvanların mera da veya ahırda beslenmeleri günlük gübre üretimini etkiler. Gübrelerin Katı Madde Oranları Optimum biyogaz oluşumu için tesis içi gübre-su karışımının katı madde oranının % 7-9 olması gerekmektedir. Katı madde oranları; sığır gübresinin % 15-20, tavuk gübresinin % 30, koyun gübresinin ise % 40 civarındadır. Bilinmesi gereken diğer bir konu ise hayvan gübrelerinin değişik sıcaklıklarda optimum alıkoyma-bekleme süreleri ve biyogaz üretim miktarlarıdır. 20 büyükbaş hayvanı olan bir çiftçi ailesi için gerekli olan biyogaz tesisinin kapasite hesabı aşağıda verilmiştir. Kabuller: Fermantör sıcaklığı : Üretilen gübre miktarı : Gübrenin katı madde oranı : Alıkoyma-bekleme süresi : Gübrenin yoğunluğu : Günlük gübre üretimi :
30°C 10 kg (yaş)/gün/hayvan % 20 30 gün 975 kg/m3 20x10 = 200 kg (ağırlık olarak) 200/975 = 0.205 m3 (hacim olarak)
Tesise günlük beslemede verilecek su miktarı : Tesisin hacmi :
200 kg (% 10 katı maddenin sağlanması için gerekli su miktarı) 200 x 2 x 30 /1000 = 12 m3
12 m3 kapasiteli bir biyogaz tesisinden yukarıda belirtilen koşullarda günlük elde edilebilecek biyogaz miktarı 6-7 m3 civarındadır.
Bu hesabı tavuk gübresi için yaptığımız takdirde, yine tesisi 30 °C’de çalıştırdığımızı kabul edersek, 12 m3 kapasiteli bir tesis için gerekli olan tavuk sayısı yaklaşık 2000’dir ve bu tesisten günde 14-15 m3 biyogaz elde 389
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
edilebilir.
Biyogaz tesislerinin tasarımında ele alınması gereken diğer konular ise;
Aşağıda tavuk ve büyükbaş hayvan işletmelerinin hayvan sayılarına bağlı olarak kurabilecekleri biyogaz tesislerinin; büyüklüğü, günlük biyogaz üretimleri ve bu gazın etkili eşdeğer ısı karşılığı LPG miktarları verilmiştir.
İşletmelerin Uygun Tesis
Günlük
Üretilebilecek
Eşdeğer
Hayvan
Büyüklüğü
Beslemeler İçin
Biyogaz
LPG
Sayısı
(m3)
Gereken Gübre
Miktarı
Miktarı
(kg(yaş)/gün)
(m3/gün)
(kg)
15
200
17
7
30
400
34
14
60
800
68
28
120
1600
136
56
300
4000
340
140
5 m3
75
2,5
1
10
150
5
2
50
750
25
10
100
1500
50
20
2.500 adet tavuk 5.000 adet tavuk 10.000 adet tavuk 20.000 adet tavuk 50.000 adet tavuk 5 adet büyükbaş 10 adet büyükbaş 50 adet büyükbaş 100 adet büyükbaş
• • • • • • •
Tesisin kurulacağı yerin seçimi Tesis inşaatı, tesisin yalıtımı Tesisin ısıtılması, tesisin işletme koşulları Biyogazın depolanması ve dağıtımı Biyogazın taşınması, Biyogaz kullanım araçlarının belirlenmesi, Tesisten çıkan biyogübrenin depolanması, tarlaya taşınması ve dağıtımı gibi esaslarının önceden ortaya konmasıdır.
Biyogaz tesislerinde çıkan gübre (fermente gübre) sıvı formdadır. Fermente gübre tarlaya sıvı formda uygulanabilir.Granül haline getirilebilir, beton veya toprak havuzlarda doğal kurumaya bırakılabilir.
Kabuller: Fermantör sıcaklığı: 30 °C, gübrelerin katı madde oranı: büyükbaş hayvan için 15 kg (yaş)/gün, tavuk için 0.08 kg (yaş)/gün, alıkoyma-bekleme süresi: büyükbaş hayvan için 30 gün, tavuk için 24 gün.
Ülkemizde biyogaz üretimi ile ilgili araştırma çalışmaları en yoğun biçimde 1980-86 yılları arasında Merkez TOPRAKSU Araştırma Enstitüsünde (Köy Hizmetleri Ankara Araştırma Enstitüsü) yürütülmüş ve biyogaz üretimi ile ilgili birçok temel bulgular elde edilmiştir. Aynı zamanda, yapılan araştırma, uygulama, eğitim ve yayım çalışmaları başarılı sonuçlar vermiş, kamuoyunun ilgisi çekilmiş ve önemli düzeyde bilgi birikimi sağlanmıştır. Söz konusu Enstitü’de kurulan biyogaz laboratuvarında yürütülen araştırmalar ve elde edilen sonuçlar aşağıda özetlenmiştir. -YIL 19821- “Sığır-Koyun-Tavuk Gübreleri ve Bunların Karışımlarından Elde Edilebilecek Biyogaz Verimleri”. Araştırma fermantör sıcaklığı 30 °C’de sabit tutulan 1 m3 kapasiteli prototip
390
biyogaz tesislerinde yürütülmüştür. En yüksek biyogaz verimi tavuk gübresinden elde edilmiştir (1215.6 l./m3). Tavuk gübresinin karışıma girdiği konularda biyogaz üretimi artmıştır. 2- “Ankara Koşullarında 12 m3 Kapasiteli TOPRAKSU Tip A Biyogaz Tesisinde Sığır Gübresinin Biyogaz Verimi”. Araştırma sabit kubbeli (Çin Tipi) biyogaz tesisinde yürütülmüş, fermantör sıcaklığına müdahale edilmemiştir. Fermantör sıcaklığı 9 °C’de biyogaz verimi 1.4 m3/gün, 20 °C’de 5.9 m3/gün olmuştur. 3- “Ankara Koşullarında 28 m3 Kapasiteli Biyogaz Tesisinin Gaz Verimi”. Bu araştırma, çiftlik tipi ısıtmalı ve gaz depolama tankı tesisten ayrı olan bir biyogaz tesisinde, karıştırma sistemlerinin karşılaştırılması amacıyla yürütülmüştür. Tesis sıcaklığı 20 °C ile 30 °C arasında tutulmuş, mekanik karıştırmalı uygulamadan 9.97-25.05 m3/gün, babılgan (kabarcık tüfeği) ile karıştırmalı uygulamadan ise 7.64-14.56 m3/gün biyogaz elde edilmiştir. 4- “Değişik Sıcaklıklarda Sığır ve Tavuk Gübrelerinden Elde Edilen Biyogaz Miktarları” Sığır ve tavuk gübresinden 9-18-27 ve 36 °C’de elde edilebilecek biyogaz miktarları araştırılmış ve sonuçlar aşağıda verilmiştir. Fermantör Sıcaklığı (°C)
Sığır Gübresi (l./m3)
Tavuk Gübresi (l./m3)
9
101,4
253,3
18
339,7
448,0
27
509,8
1008,9
36
686,0
1266,2
Sığır ve Tavuk Gübrelerinin Değişik Sıcaklıklarda Biyogaz Verimleri
5- “Değişik Besleme Aralıklarında Sığır ve Tavuk Gübrelerinden Elde Edilen Biyogaz Miktarları” Fermantör sıcaklıkları 30 °C’de sabit tutularak hergün, üç günde bir, beş günde bir ve yedi günde bir besleme yapılmıştır. Sığır gübresinden en yüksek biyogaz verimi, beş günde bir beslenen konudan sağlanırken (785.7 l./m3) tavuk gübresinden en yüksek biyogaz verimi hergün beslenen konudan elde edilmiştir (1099.7 l./m3). 6- “12 m3 Kapasiteli Biyogaz Tesisinde Tavuk Gübresinin Gaz Verimi” Doğal koşullarda yürütülen araştırmada fermantör sıcaklığı 5-19 °C
391
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
arasında gerçekleşmiştir. Tesisten 10 °C’de 2.4 m3/gün, 15 °C’de 4.8 m3/gün ve 19 °C’de 6.9 m3/gün biyogaz elde edilmiştir. Biyogaz üretim teknolojisinin ülkemizde başarılı olabilmesi için daha pek konuda araştırma yapılması gerekmektedir. Bugüne kadar yapılan araştırmalar belirli bir bilgi birikimi sağlamıştır. Ancak bu yeterli değildir. Yapılması gereken araştırmalarda öncelik verilecek konular aşağıdaki gibi sıralanabilir; • Biyogaz tesislerinin inşaat tiplerinin bölge koşullarına göre geliştirilmesi, • Ucuz ve yöresel izolasyon materyallerinin saptanması, • Biyogaz kullanım araçlarının geliştirilmesi, • Bitkisel atıklardan da biyogaz elde edilmesi olanaklarının saptanması, • Biyogaz tesislerinden çıkan gübrenin bitkisel üretime ve toprak özelliklerine etkilerinin araştırılması, • Biyogaz tesislerinden çıkan gübrenin araziye taşınımını ve dağıtımını sağlayıcı mekanizasyonun geliştirilmesi, • Biyogazın çevre sağlığına olan katkılarının saptanması. • Biyogaz üretim teknolojisinin kırsal kesimde yaratacağı sosyo-ekonomik etkilerinin araştırılması.
A – Akış şeması
B – Veriler KABULLER Fermantör sıcaklığı
36°C
Üretilen gübre miktarı
15 kg (yaş) / gün / hayvan
Gübrenin
katı
madde
oranı Alıkoyma-bekletilme süresi
20% 20 gün
Gübrenin yoğunluğu
975 kg/m3
Günlük gübre üretimi
15 x 300 = 4500 kg ağırlığında 4500/975 = 4,6 m3 hacminde 4500 kg (10% katı maddenin sağlanması için gerekli su miktarı)
Tesise günlük beslemede İlk etapta 90000 kg gübre için verilecek su miktarı
90000 kg su konmalı, daha sonra her gün 4500 kg gübre için 4500 kg su ilave edilmelidir.
Tesisin hacmi
4,5 x 2 x 20 (gün) = 184 m3
Biodizel İşletmenin
Uygun
Günlük
hayvan
tesis
beslemeler için
sayısı
300 adet
büyüklüğü gereken gübre
Üretilebilecek Eşdeğer biyogaz
LPG
miktarı (m3/
miktarı
(m3)
(kg (yaş) / gün)
gün)
(kg)
184 m3
4500
150
60
büyük baş
Dizel motorlarda yakıt olarak kullanılan ve yenilenebilir biyolojik maddelerden türetilen yakıtlar biodizel olarak adlandırılır [1]. Hayvansal yağlar ile soya fasulyesi, mısır ve ayçiçeği gibi bitkisel ürünlerin yağlarından biodizel yakıt üretiminde faydalanılır. Biodizel saf olarak kullanılabileceği gibi petrolden elde edilen dizel yakıtla karıştırılarak da kullanılabilir. Sebze yağlarının yakıt olarak kullanılabileceğini ilk olarak 1900 lü yılların başında Rudolph DIESEL
392
yer fıstığı yağıyla dizel motoru çalıştırarak göstermiştir. Fakat petrol hazır bir sektör olduğu için yaygınlaşması ancak bazı özel olaylar sonucu ve kısıtlı olmuştur. İkinci dünya savaşı, 1970‘lerdeki petrol darboğazı ve yeni dönemde çevre bilincinin artması yeni enerji kaynaklarına ilgiyi artırmıştır [2]. Biodizel ismi ilk olarak 1992 yılında Amerika Ulusal SoyDiesel Geliştirme Kuruluşu tarafından telaffuz edildi. Kimyasal olarak yenilenebilir yağ kaynağından türetilen uzun zincirli yağlı asitlerin mono alkol esterleri olarak tanımlanır. Yani biyolojik kaynaklardan elde edilen ester tabanlı bir tür oksijenli yakıttır ve sıkıştırmalı (dizel) motorlarda kullanılabilir [3]. Mazotla belli oranlarda karıştırılarak kullanılabilir. Bu oran; ekonomi, gaz emisyonu, yama özelliği gibi birçok faktöre bağlıdır ve genelde %20 lik karışım kullanılır. Bakterilerle ayrışabilen, zehirsiz, sülfürsüz ve hoş kokuludur. Bitkisel yağların metil veya etil esteridir. Bu konuda araştırma ve üretim yapan ülkelerin favori ürünü soya fasulyesidir. Elde edilen bitkisel veya biyolojik yağlar alkolle (genelde metanol) karıştırılır ve sodyum hidroksitle tepkime hızlandırılır. Kimyasal reaksiyon sonunda bir ester ve gliserin oluşur. Ester yakıt olurken gliserinde değerli bir ürün olarak birçok sektörde kullanılır [4]. Biodizel verim olarak mazota yakın ve motor performansı olarak eşdeğerdir. Diğer yakıt türlerine göre üstünlükleri [5]; • Bir ülkenin dışa bağımlı olmadan üretebileceği bir yakıttır, • Tarımsal sanayinin güçlenmesini sağlar ve kırsal alandan göçü azaltır, • Tarımsal ürünlerden ve atıklardan üretilebilir, • Üretimi kolaydır ve nitrojen tutma özelliği fertilize ihtiyacını azaltır, • Zehirli atık içermez, • Şeker gibi doğada hızlı ve güvenli çözünür, mazotla karıştırılıp kullanıldığında karışımın çözülümünü hızlandırır, • Egzoz duman gazlarını azaltır, • Saf veya karışımlı kullanıldığında kokusu mazotunkinden daha iyidir, • Duman soluma durumunda mide bulantısını azaltır. Gelişmiş ülkelerde bu konuda yapılan Pazar Araştırması, Ürün Geliştirme, Bilinçlendirme ve Fiyat İyileştirme gibi araştırma faaliyetleri sonucunda üretimde büyük aşamalar kaydedilmiştir. Tüketimi ise sürekli verim ve etkileri konusunda izlenmektedir. İlk yaygın kullanım alanı eski model belediye otobüsleri olmuş (1993); fiyat konusunda mazottan pahalı olması sebebiyle %20 karışımı kullanılmıştır. Su araçlarında kullanımının çok daha
393
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
fazla çevresel fayda oluşturduğu 180 Beygir Gücündeki bir test teknesinde kullanımıyla gösterilmiştir (1994). Kaptan Bryan Peteson saf biodizel yakıtla 40.000 mil ve 40 ülkeyi kapsayan iki buçuk yıllık test gezisi yapmıştır. Diğer bir faydalı kullanım alanı ise yer altı maden sektörüdür.
için gerekli süre 30 gün civarında iken biodizel katkılı yakıtta bu süre iç kat kısalmaktadır. En yaygın araştırma yapılan yerler; bazı Avrupa ülkeleri, Amerika, Yeni Zelanda ve Kanada’dır. En çok kullanılan deneme alanları ise; kamyon, araba, lokomotif, otobüs traktör ve deniz araçlarıdır.
Çift zamanlı, dört zamanlı, mekanik kontrollü, elektronik kontrollü, direk enjeksiyonlu ve endirek enjeksiyonlu motorlarda yapılan deneylerde saf biodizelin kullanılmasıyla motorun daha yeni ve temiz kaldığı gözenmiştir. Karbon atımı azalmış ve çözülmüş organik saçılma artmıştır. Bu araştırmalar bir ürün standardı oluşturma çabasıdır, bu konuda Amerika ve Avrupa’da çalışmalar vardır ve ulaşılmak istenen nokta bir dünya standardı oluşturmaktır.
Karşılaşılan en önemli dezavantaj ise maliyet fiyatı konusunda olmaktadır. Şu anda 26$ olan petrole karşı biodizelin fiyatı 40-50$ civarında olmaktadır. Eğer devletlerin çevreci bakış açısı gelişirse sübvansiyon uygulamak faydalı olacaktır. Yoğunluğunun fazla olması da soğuk iklimli yerlerde saf kullanımı bir sorun oluşturmaktadır [9].
Üretim Yakıt olarak kullanılacak yağlardaki ilk işlem yoğunluğunu azaltmaktır. Yağları alkolle esterleme işlemi alkolün katalizör etkisinden de faydalanmak amacıyla tercih edilmektedir. Bu işlemlerin sonucunda her 100 birim biodizel yakıt elde edilirken 11 birim gliserin ortaya çıkmaktadır. Atık gibi görünen gliserin birçok sanayi alanında kullanılmaktadır. Diğer bir yakıt üretim yöntemi ise Kolza (Brassica Napus: Avrupa kökenli sarı çiçekli yağlı bir yem bitkisi) tohumlarının soğuk preslenmesidir. Bu yöntemde gliserin yan ürünü ortaya çıkmaz. İşlenmemiş yağı yakıt olarak kullanan araçlar da yapılmaktadır. Fakat motor teknolojileri yeni ve seri üretimde olmadığı için şimdilik pahalıdır. Kanada’nın Su ile Kimyasal İşlem ismini verdiği farklı bir yöntemi de vardır [6-8]. Mazot egzoz atığının zehirli etkisinin yok olması
Avrupa’da 1995-1996 yıllarında yağlı tohum fiyatlarının yarı yarıya artması ile üretim alanı 0.9 milyon hektara ulaşmıştır. Sadece soya fasulyesi için planlanan hammadde amaçlı ekimin 1 milyon tona ulaşması beklenmektedir. Ayrıca petrol ürünü yakıtlara uygulanan yüksek vergilerin %90’ının biodizel yakıtlara uygulanmaması 1994 Şubatında Avrupa Parlamentosu’ nda kabul edilmiştir. Bunlar biodizelin mazota alternatif olabilme şansını artırmıştır. Batı Avrupa’da 1995 yılında esterleme işlemi ile elde edilen biodizel yakıt 1.1 milyon ton olmuştur. Yan ürün olarak elde edilen gliserin ise 80.000 tondur. Bu yüzden Almanya gibi bazı ülkeler gliserin oluşturmamak için esterleme ile biodizel elde etme yöntemine sınırlama getirmiştir. Gliserin açığa çıkarmayan bir yöntem yakma işlemidir. Fakat bu yöntem atıkları, çevresel etkisi ve ek maliyeti yüzünden tercih edilmemektedir.
394
Bu yüzden Almanya soğuk presleme yöntemine odaklanmaya başlamıştır. 1995 yılının başlarında Japonya’da üç yıllık çalışma sonucu 0.2 milyon tonluk yıllık yağlı tohum ekim seviyesine ulaşılmıştır. Amerika’da ise 2000 li yıllarda alternatif yakıt katkı miktarının %10 seviyesine ve 2010 lu yıllarda ise %30 düzeyine çıkarılması amaçlanmıştır. Bu amaçla resmi araçlarda %10 katkılı dizel yakıt kullanımı başlamıştır. Karşılaşılan en büyük sorun büyük petrol şirketlerinin aleyhte kampanyalarıdır. 1990 yılında Kanada CANOLA (Canada ve Oil isimlerinin birleşmesinden adlandırılmış ve Kanada’nın genetik ıslah ile 1956 yılında geliştirdiği bir üründür) ekimine başladı fakat pahalılığı sorun olamaya başlayınca 1994 yılında Brassica Juncia çeşitlerine yönelmekle maliyeti düşürmeye çalışmıştır. Kanada CANOLA üretiminin en önemli müşterisi Japonya’dır. Kanada petrol rafine tekniğine benzer bir yöntem ile biodizel üretimi yapmaktadır. Bu yöntemle CETANE (dizel yakıt güçlendiricisi), NAFTA (benzin katkısı) gibi yan ürünler elde edilmektedir. CETANE katkılı dizel yakıt yeşil dizel olarak bilinir. Emisyon ve performans testlerinin olumlu çıkması yüzünden bu isim verilmiştir. Tüm üretimine rağmen Kanada’da biodizel yakıt olarak ticari bir sektör henüz yoktur [10-12]. Yüksek üretim maliyeti yüzünden saf veya katkı olarak biodizelin kullanımı çok ilgi çekmemiştir. Atık yağlarının geri dönüşümlü olması maliyeti az miktarda düşürmektedir. Bu ise kısa vadede mazota rakip olma şansını ortadan kaldırmaktadır. Avrupa, yaygın üretimi sübvansiyon ve petrol ürünlerinden alınan yüksek vergilerle teşvik etmektedir. Bazı büyük şehirlerdeki hava kirliliği de biodizel katkılı kullanımını zorunlu hale getirmiştir [13]. Fiyatında bir ucuzlama olmaz ise, madenlerde, hava kirliliği olan alanlarda, ırmak kenarı yerleşimin yoğun olduğu yerlerde her şeye rağmen tercih edileceği düşünülmektedir. Ayrıca vergilerdeki bir miktar azaltma katkılı dizelin fiyatını düşürecektir. Süper CETANE katkılı dizel ise zaten fiyat açısından cazip bir katkıdır [14]. Kullanımını teşvik amacıyla 2002 temmuz ve ağustos aylarında Amerikanın Kentucky ve Ohio bölgelerinde 280 otobüs 50.000 galonluk %20 katkılı biodizel yakıtla 4.000.000 km yol kat etmiştir. Minnesota eyaletinde 2001 yılında katkılı biodizel yakıta %2 ve 2002 yılında %5 lik
395
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
vergi indirimi yapılmıştır. Ayrıca mazotun toksik etkisini %90 azalttığı önemli bir propaganda malzemesi yapılmıştır. Amerika’daki en önemli reklam avantajları olarak global ısınma, enerji güvenliği, çevresel ve tarımsal faydaları, petroldeki sülfür seviyesinin düşürülmesindeki politik baskılar sık sık vurgulanmaktadır. 2001 yılında yeni enerji kaynaklarına aktarılan devlet desteği 2000 bütçesine göre 240.000.000$ daha fazla olmuştur. Ağırlığını ağaç ve etanolun oluşturduğu biokütle Amerika enerji kullanımının %3 ünü karşılamıştır. Gelecekte biokütle kullanımının yıllık 348 milyon varile yani üç katına çıkması planlanmaktadır. Böylece 70 milyon arabadan yayılan 100 milyon ton egzoz gaz atığından kurtulmak planlanmaktadır [15-17]. Çiftliklerde ölen hayvanların bedenlerinden biodizel elde etme çalışmaları İskoçya’ da devam etmektedir. Dünyadaki en büyük biodizel üretim tesisi California’ daki Bakersfield tesisinde 1999 üretimi 500.000 galon ve 2002 üretimi 15 milyon galon iken 2003 üretiminin 35 milyon galona çıkması planlanmaktadır [18]. İki yıl önce Almanya’da bir çiftlikte bir araba ve traktörün CANOLA yağından elde edilen yakıtla çalıştırıldığını duyan Joshua and Kaia Tickell çifti 1997 yılında University of South Florida’s New College in Sarasota (USA) da bir araştırma çalışması başlattılar. Tadilat yaptıkları güneş enerjisi destekli biodizel ile çalışan Veggie Van isimli panelvan ile 10.000 millik bir seyahate çıktılar. Bu seyahatin tamamında lokantalardan topladıkları atık yağlarla kendi ürettikleri yakıtı kullandılar [19].
Polonya’da 1991 yılından beri Aviation Enstitüsü, Varşova’da kolza tohumlarından metil ester ile biodizel elde etmek için çalışma ve testler devam etmektedir. Ve 7 ayrı benzin istasyonunda %5 lik karışımlı yakıt satılmaktadır [20].
Teknik Esterleme yeni bir işlem değildir. 1853 yılının başında E.Duffy ve J.Patrick tanımlanmıştır. Esterlenmiş bitkisel yağ ilk olarak II.Dünya Savaşı’nda Güney Afrika’da iş makinalarında kullanılmıştır. Yoğunluğu mazotun iki katı ve moleküler ağırlığı ise 1/3 dür. Dizel motorların çoğu yağlamalı ve yüksek sülfür içeren yakıt sistemi üzerine tasarlanmıştır. Bu motorlarda biodizel yakıtın kullanımı sülfür emisyonunu azaltırken yağlı içeriği ile motorun yağlanmasına da yardımcı olmaktadır. Egzozdan atılan yanmış yağ ise tekrar esterleme ile yakıta dönüştürülebilmektedir. Kimyasal olarak esterlemenin tanımı ise; ortamdan trigliserin molekülü veya yağlı asit almak, serbest asitleri nötrleştirmek, gliseirni çıkarmak ve bir alkol esteri oluşturmaktır. Yukarıdaki söylenenleri gerçekleştirmek için, metanol (odun alkolü) sodyum hidroksitle karıştırılır ve sodyum metoksit elde edilir. Bu tehlikeli sıvı bitkisel yağla karıştırılıp dinlenmeye bırakılınca, gliserin dibe çöker ve metil ester (biodizel) üstte kalır. Gliserin başta sabun olmak üzere 1500 çeşitten fazla üründe kullanılmaktadır [19]. 17 Kasım 1997 tarihinde yakıt tankında soya fasulyesinden elde edilen biodizel bulunan küçük bir uçak Minesota (USA) göklerinde gösteri uçuşu yaptı (Pilotun ismi James Tasma). Daha sonraki model uçaklar üzerinde yapılan uzun süreli testlerde, yakıt verimi ve yakıt
396
temizliğinin yanında yakıt borularında tıkanma/korozyon problemlerinde de azalma gözlenmiştir. Günümüzde Amerika’da üretilen biodizel yakıtın %90 lık kısmı soya fasulyesi esaslıdır. Smithfield isimli bir şirket çöp atıklarından biogaz üretimi yapmaktadır. Bu gaz daha sonra biometanol haline dönüştürülüp nakledilmekte ve kullanım yerlerinin yakınlarında biodizel haline getirilmektedir [18].
SONUÇ Biyomotorin Türkiye’de mevcut olanaklarla uygulamaya alınabilecek en önemli alternatif yakıt seçeneklerinden biridir. Ülkemizde kara taşımacılığının önemli bölümünde ve deniz taşımacılığında Diesel motorlu taşıtlar kullanılmaktadır. Ayrıca endüstride jeneratörler için önemli miktarda motorin kullanılmaktadır. Petrol tüketimimizin ancak % 15’i yerli üretimle sağlanabilmektedir. Petrol ürünleri tüketimi içinde ise, en büyük pay % 34 değeri ile motorine aittir. Biyomotorin kullanımı ile petrol tüketiminde ve egzoz gazı kirliliğinde azalma gerçekleşecektir. Biyomotorin üretmek ve kullanmak için Türkiye yeterli ve uygun alt yapıya sahiptir. Türkiye’de kolza (kanola), ayçiçeği, soya, aspir gibi yağlı tohum bitkilerinin enerji amaçlı tarımı mümkündür. Hükümetimizin aldığı son tasarruf önlemleri kapsamında tarımda sadece kanola ve soya ekimine destek verilme kararı alınmıştır. Bu durum, çiftçiye bir yön vermektedir. Kanola ve soya ekimi ek bir bedelle desteklenmektedir. GAP Bölgesi’nde 2010 yılı itibariyle 1.8 Milyon hektar alanda sulu tarım olanağı vardır; bölgede pamuk yanısıra dönüşümlü olarak kanola ve/ veya soya ekimi olumlu olacaktır. Çok genel bir hesaplama ile, GAP Bölgesi’nde kanola üretiminin 4 Milyon ton/yıl, sulu tarım kanola ortalama veriminin 400 kg/da, elde edilecek yağ miktarının yaklaşık 1.6 Milyon ton/ yıl ve biyomotorin üretiminin ise 1.5 milyon ton/yıl olacağı söylenebilir. Enerji amaçlı tarımın, Türkiye tarım politikası içinde yer alması, çiftçinin yönlendirilmesi yararlı olacaktır. Türkiye biyomotorin üretimini gerçekleştirebilecek teknolojiye sahiptir. Ayrıca yakıtın kullanımına kolaylıkla uyum sağlayabilir. Çeşitli kapasitelerde biyomotorin üretim tesisleri öncelikle kırsal kesimde konuçlandırılarak,
397
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
tarım makinelerinin, kamyonların yakıtı kullanımı özendirilebilir. Ayrıca egzoz kirliliğinin yoğun olduğu büyük şehirlerde toplu taşımacılıkta biyomotorin kullanımı yararlı olacaktır. İlk aşamada motorine, % 5-50 değişen oranlarında biyomotorin katılarak kullanmak yakıta kademeli geçişi sağlayacaktır. Biyomotorinin ilgili bakanlıklarca ve devlet kurumlarınca tanımlanması, mevzuatının oluşturulması, yatırım teşvikleri ve vergi indirimleri ile desteklenmesi gereklidir. Konunun başarılı uygulamasının olduğu ülkelerde, devlet-petrol firmaları-biyomotorin üreticileri ve tüketicileri koordinasyonu düzgün ilerlemektedir. Biyomotorin çevre dostu-yenilenebilir enerji alternatifi olarak devletimizce desteklenmelidir. Biyomotorinin alternatif motorin olarak tescil edilmesi ve yakıt için en kısa sürede TSE standartlarının oluşturulması ve yürürlüğe girmesi şarttır. Taşıt üreticileri de biyomotorin kullanımını garanti kapsamına almalıdırlar. Yukarıda anlatılanların dışında biodizel sektörünün diğer bir avantajı ise, soya fasulyesi bitkisinin toprağı temizleme ve havadaki karbondioksiti emmesidir. Bu özelliği ve yakıt olarak kullanılması ile küresel ısınma açısından da yararlı bir yakıttır. Biodizelin; temiz, zehirsiz, bakterilerle ayrışabilir, sülfürsüz ve kansere neden olmamasının yanı sıra aşağıdaki özelliklere de sahiptir.
• Yenilenebilir bir enerji kaynağı olması, • Atıklarının gübre ve yem olması ve doğaya zarar vermemesi, • Hidrokarbon ve karbonmonoksit yayılışını azaltması, • Parçacık ve duman yayılışını azaltması, • Yüksek miktarda CETANE içermesi, • Kalitesi çeşitli Uluslararası standartlarca kabul edilmiş olmasıdır.
• Tarım sektöründe canlanma, • İç göç azalması, • Fabrika ve istihdam oluşturma, • Petrol ambargo ve kriz risklerini azaltma, • CO2 miktarını %78 oranında düşürmesi, • Dış bağımlılığı azaltması,
398
KAYNAKLAR 1. Joshua Tickell, From the Fryer to the Fuel Tank, Tickell Enerji Consulting, Ashland Ohio, 2000 2. Georges Vermeersch, “Development of a Biodiesel Activity”, International Congress and Expo Lipids, Fats, and Oils, sayfa 3, Würzburg, Almanya, 8-10 Ekim 2000 3. J. Connemann ve J Fischer, “Biodiesel World 2000”, International Congress and Expo Lipids, Fats, and Oils, sayfa 4, Würzburg, Almanya, 8-10 Ekim 2000 4. www.baat.com/ 5. www.aromaland.com/ 6. www.canola.com/ 7. www.veggievan.com/ 8. www.selectoil.com/ 9. www.northidahofarmers.org/ 10. www.northerncanola.com/ 11. www.agric.gov.ab.ca/ 12. www.rapeseed.net/ 13. www.biodiesel.org/ 14. www.hyperfuels.com/ 15. www.biodizel.de/ 16. www.maubiodiesel.org/ 17. www.projectbiodiesel.org/ 18. www.biomass.org/ 19. www.greenfuels.org/ 20. www.canola-council.org 21. (21)icerik.asp?efl=biyogaz/biyogaz.htm&curdir=\sanal_kutuphane\ biyogaz&fl=hinttipi1.jpg 22. Alişiroğlu Fırat (Ankara 2006) 23. (Karaosmanoğlu 2001)
399
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
RÜZGAR ENERJİSİNE GENEL BAKIŞ
400
ÖZET Günümüzde giderek artan enerji ihtiyacı, fosil enerji kaynaklarının yarattığı çevresel etkiler ve bu yakıtların tükenecek olması, yeni enerji kaynaklarının arayışını zorunlu kılmıştır. Yeni enerji kaynaklarından çevreye zarar vermeyen ve yenilenebilir nitelikte olan kaynaklar yenilenebilir enerji kaynakları olarak tanımlanmaktadır. Bu kaynakların en önemlileri arasında güneş ve rüzgar enerjileri sayılabilir. Bu çalışmada dünyada ve Türkiye’de rüzgar enerjisinin potansiyeli, kullanımı konusunda genel bilgiler verilecektir. Bunun yanında ülkemizde rüzgar enerjisinin kullanımında görülen sıkıntılar da belirtilecektir.
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
GİRİŞ Günümüze kadar enerji kullanımı hakkındaki tüm kararlar maliyet ve mevcudiyet üzerine dayandırılırken, günümüzde fosil yakıtlardan kaynaklanan karbon emisyonları küresel iklim değişimine neden olmaya başlayınca, çevresel endişeler giderek önem kazanmaya başlamıştır. Bu durum tüm dünyada yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının ciddi olarak düşünülmesine neden olmaktadır. Ancak yenilenebilir enerji kaynaklarının kurulum maliyetlerinin nispeten yüksek olması ve kaynakların enerji sağlama olanaklarının stabil olmaması bu kaynaklara geçiş konusunda özellikle endüstri çevreleri tarafından direnmelere neden olmaktadır. Her ne kadar rüzgar enerjisi dünyadaki en hızlı büyüyen enerji kaynağı olarak karşımıza çıksa da, toplam enerji üretimi içerisindeki payı diğer kaynaklara göre oldukça azdır [1]. Rüzgar enerjisi aslında yeni değildir. 2000 yıl önce su ve rüzgar değirmenleri dünyanın ilk endüstrilerine güç sağlamıştır. Günümüzde, yeni teknoloji ve yeni malzemelerle, rüzgar türbinleri yardımıyla elde edilen elektrik enerjisi ihtiyaçlarımızı karşılayabilmektedir. Temiz enerji sınıfında değerlendirebileceğimiz bu enerji türünün kanıtlanmış bir başarısı vardır ve kullanımı hızla artmaktadır. Dünyada giderek artan bir hızda artan rüzgar santralleri ile elektrik üretilmektedir. Bunların birçoğu, rüzgar çiftlikleri denen, belli bir kapasitede elektrik üreten rüzgar türbin grupları olarak çalışmaktadır [1]. Avrupa Ülkelerinde Rüzgar Enerjisinin Kullanımı Avrupa Birliği Ülkeleri, rüzgar enerjisi başta olmak üzere yenilenebilir
401
Yrd.Doç.Dr.Bilal Gümüş Dicle Üniversitesi Mühendislik Fakültesi, Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölümü, Diyarbakır bilgumus@dicle.edu.tr
enerji kaynaklarının kullanım oranlarının arttırılmasına yönelik hedefler ortaya koymuş ve bu hedeflere ulaşmaya odaklanmıştır. Avrupa’daki ve diğer bölgelerdeki ülkeler bu hedefleri tutturabilmek için çeşitli piyasa destek yöntemlerini benimsemişlerdir. Bu ülkeler, üretilen birim enerji başına prim ödenmesi, özel tarifeler uygulanması, yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanan elektrik santrallerine vergi teşviki ve sübvansiyonu, enerji üreticilerinin enerji arzlarının gittikçe artan bir yüzdesini yenilenebilir kaynaklardan elde etmeye zorunlu olması gibi bir takım yöntemlerden faydalanmışlardır.[2] 2009 yılı içerisinde de Avrupa’da rüzgar enerjisi kullanımı artarak devam etmiştir. Bu alanda Almanya liderliğini korumuştur ve İspanya onu takip etmektedir. İtalya ve Fransa’da rüzgar enerjisinin kullanımı ise gittikçe artmaktadır.
Şekil 1. Avrupa ülkelerinde 2009 yılı sonu itibari ile rüzgar enerjisi kurulu güçleri [2]
AB’ye yeni üye olan ülkeler rüzgar enerjisi kullanımında henüz istenilen seviyede değildir. Ayrıca deniz üstü (offshore) rüzgar enerji santral (RES) kurulu gücü de 2061 MW olup Avrupa’daki toplam rüzgar enerjisi kurulu güç olan 76,152 MW içerisinde %2.7 orana sahiptir. Deniz üstü RES projelerinin önümüzdeki yıllarda artacağı tahmin edilmektedir. Şekil 1’de Avrupa ülkelerinde rüzgar enerjisi kurulu güçleri gösterilmiştir, Tablo 1 de ise AB Ülkelerindeki 2009 sonu itibarı ile olan kurulu güçler görülmektedir. AB Ülkelerinde 2008 yılı sonunda 65,741 MW olan kurulu güce, 2009 yılında 10,526 MW kurulu güç eklenerek toplam kurulu güç 76,152 MW olmuş ve sektör %16 yıllık büyüme gerçekleştirmiştir [2-3].
Tablo 1. 2009 yılı sonu itibari ile Avrupa’nın kurulu rüzgar gücü.
Dünya’da Rüzgar Enerjisinin Kullanımı ve Gelişimi Avrupa’da olduğu gibi, bütün dünyada rüzgar enerjisi en hızlı yayılan enerji kaynaklarından biridir. Dünyada rüzgar enerjisi kurulu
402
güçlerinde 1996-2009 yılları arasında görülen yıllık kümülatif artış Sekil 2’de gösterilmiştir. Bu şekil incelendiğinde özellikle 2005 yılından sonra ciddi bir artış gözlendiği görülmektedir. Bu artışta sadece Avrupa ülkeleri değil, Amerika, Çin ve Hindistan’ın kurulu güçlerinde görülen artışlar da etkili olmuştur (Şekil 3) [2].
Şekil 2. Dünyada 1996-2009 yılları arasında rüzgar enerjisi kurulu gücünde görülen kümülatif artış
Şekil 3. 2003-2009 yılları arasında rüzgar enerjisinde kıtalara göre yıllık artış
Dünyadaki en büyük on pazarın rüzgar enerjisi kurulu güçleri ve pazar payları Tablo 2’de verilmiştir. Bu tablodan dünyadaki kurulu gücün önemli büyük kısmının en büyük pazara sahip ülkeler tarafından sahip olunduğu görülmektedir. Bu durum üretimde büyük paya sahip ülkelerin yeni enerji kaynaklarına daha fazla yatırım yaptıklarının da bir göstergesidir. 2009 yılı sonu itibarı ile dünyada toplam 157,899 MW toplam kurulu güç bulunmakta ve Avrupa 76,152 MW ile rüzgar enerjisinde liderliğini korumaktadır. Toplam dünya kurulu rüzgar gücünün %48’ine sahip Avrupa, 2009 yılında %16 büyüyerek toplam kurulu elektrik kapasitesinin %6’sını rüzgar enerjisinden karşılar hale gelmiştir. Çin pazarı da 1 Ocak 2006’da 403
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
çıkan Yenilenebilir Enerji Kanunu ile büyümeye başlayarak 2009 yılında 13,000 MW eklemiş ve %110’luk bir büyüme gerçekleştirmiştir. Avustralya, 2009 yılı sonunda 1712 MW kurulu rüzgar gücüne ulaşmıştır. Eyalet merkezli teşvik sistemi ile bu büyüme trendini devam ettirmek istemektedir. 2009 yılında 406 MW yeni kapasite eklenmiştir. Genç bir pazar olan Afrika ve Ortadoğu’da ise, Mısır (430 MW), Fas (253 MW) ve İran (91 MW) dikkati çekmektedir. %36’ya yakın bir büyüme gerçekleştirmişlerdir. Dünyadaki 10 büyük pazarın ve diğer ülkelerin 2009 yılında eklediği kapasite ve bu kapasitenin yüzde olarak karşılık gelen değeri de Tablo 6 ile görülmektedir. Görüldüğü gibi Çin 2009 yılında %34.7’lik artışla dünyada ilk sırayı almaktadır. 2010 yılındaki gelişmelere bakılırsa bu durum devam edecek gibi gözükmektedir.
Türkiye’nin teknik rüzgar enerjisi potansiyeli 83.000 MW dır. Bu değer, Türkiye’nin biran önce kullanması gereken önemli bir rüzgar enerjisi potansiyeli olduğunu göstermektedir [2-4,5]. Ülkemizde rüzgar enerjisinden elektrik elde etme amacına yönelik çalışmalar 1990’lı yılların hemen basında başlanmışsa da, daha çok teorik çalışmalar seviyesinde kalmıştır. Bununla beraber, esas gelişme 1996 yılından itibaren başlamıştır. Birçok özel sektör firması konu ile ilgili yatırımlara başlamıştır ve hemen hemen ülkemizin tamamında ölçümler yapılmıştır. İlk rüzgar elektrik santralı, 1997 yılında devreye girmiştir. Ülkemizde 4628 Sayılı Kanun ile beraber serbest elektrik piyasası modeline geçilmiştir. Bu kapsamda Tablo 3’den görüleceği üzere RES başvuruları alınmıştır. Bu başvurulardan da görüleceği üzere ülkemizde gerekli düzen sağlanmadan alınan bu başvurular kapasitenin üzerindedir. Yapılan yanlış uygulamalar bazı bölgelerde birden fazla lisans alınmasına ve lisans ticaretinin oluşmasına neden olmuştur.
Tablo 2. Dünya pazarındaki en büyük paya sahip on ülkenin rüzgar enerjisi kurulu güçleri
Türkiye’de Rüzgar Enerjisinin Durumu ve Gelişimi Türkiye’deki rüzgar enerjisi kaynakları teorik olarak Türkiye’nin elektriğinin tamamını karşılayabilecek yeterliliktedir. Fakat rüzgar enerjisinin sisteme girişinin tutarlı bir biçiminde gerçekleşmesini kolaylaştırmak üzere gerekli altyapı tasarlanmalıdır.
Sonradan alınan tedbirler ile bu durum nispeten düzeltilmiştir. İşletmede olan santraller ise Tablo 4’de gösterilmiştir [2,6].
404
Tablo 3. Türkiye’de yapılan RES başvuruları
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Tablo 4. Türkiye’de 14.02.2010 tarihi ile işletmede olan rüzgar santralleri
Şu anda RES projelerinin büyük çoğunluğu EPDK’da inceleme ve değerlendirme aşamasındadır. Bu kapsamda 1 Kasım 2007 başvurularından önceki projeler ile ilgili olarak TEİAŞ, toplam 4916 MW uygun bağlantı görüsü vermiş olup, bunun 3284 MW’ı lisanslanmıştır. Türkiye’de kurulu rüzgar enerji güçlerinin gelişimi Şekil 4’de gösterilmiştir. Şekil incelendiğinde önemli güç artışının son iki yılda olduğu görülmektedir [2].
Şekil 4. Türkiye’de rüzgar enerjisinin gelişimi.
405
SONUÇ Türkiye 2020 yılında kurmayı hedeflediği toplam elektrik enerjisi üretim kapasitesinin %18 ‘i kadarını rüzgar güç santral kapasitesini mevcut altyapıda radikal değişiklikler yapmadan tesis edebilecektir. Bu hedefe ulaşılabilmesi için: • Türkiye’de rüzgar gücü tesisi için uzun vadeli hedefler konmalıdır. • Halen yenilenebilir enerji kaynakları ve enerjinin etkin kullanımını cezalandıran kömür, akaryakıt ve doğal gaza sağlanan teşvikler ve sübvansiyonlar kaldırılmalıdır. • Enerji sektörüne ilişkin kararlar alınırken fosil ve nükleer güç santrallarının neden olduğu toplumsal maliyetler ekonomik fizibilite çalışmalarında hesaba katılmalıdır. Rüzgar enerjisi elektrik enerjisi üretmek amacıyla kullanılması ülkelere göre farklılık göstermektedir. Bunun nedeni mevcut potansiyelin farklı olmasının yanı sıra uygulanan politikalardan kaynaklanmaktadır.
yerine teknik açıdan daha gelişmiş türbinler seçilmelidir. Son yıllarda artan rüzgar enerjisi santrallerinin elektrik enerjisi üretim teknikleri, kullanılan kaynağın her zaman bulunup bulunmaması, bağlantı noktalarının güçlü şebekeye genelde uzak olması, konvansiyonel enerji kaynakları ile elektrik üretim tekniklerinden farklı olmalarından dolayı bu santrallerin elektrik şebekesine bağlantısının yapılmasından önce, bölge şebeke altyapısının incelenmesi, gerekli güçlendirme işlemlerinin yapılması gereklidir. Böylelikle iletim hatlarında tıkanıklıkların oluşması engellenmeli ve sistem çökmesi gibi durumlar dikkate alınarak iletim hatları boyutlandırılmalıdır. Aksi durumda ülkemizin elektrik şebekesine yapılacak olan bağlantıların şebekenin dinamiği, enerji kalitesi ve kararlılığı üzerinde olumsuz sonuçlar doğurması kaçınılmazdır.
Ülkemizde, 2005 yılında kabul edilmiş olan yenilenebilir enerji kanununun amaçlarından bir tanesi de yenilenebilir enerji kullanımının artırılması için ihtiyaç duyulan imalat sektörünün geliştirilmesidir. Bunun yapılabilmesi için rüzgar türbinleri konusunda yapılan çalışmalar desteklenmelidir. Enerji kaynaklarının fiyatlarının artma eğiliminde olması ve bunun gelecek de devam edeceği yönündeki beklentilerden dolayı ülkemizde kurulacak olan tesisler için türbin tipleri seçilirken eski ve küçük güçlü türbinler
406
KAYNAKLAR 1. Uyar Tanay Sıdkı, Elektrik Mühendisleri Odası Rüzgar Enerjisi Raporu, EMO Enerji Çalışma Grubu Raporları, 2007 2. Durak Murat, 2009 Yılı Sonu itibariyle Türkiye’de Rüzgar Enerji Santral Projelerinin Son Durumu, Türeb Mayıs 2010, 3. IEA (International Energy Agency), Key World Energy Statistics, OECD/ IEA, Paris, 2008 4. Akdağ, S. A., Güler Ö, Dünyada Uygulanan Destek Modellerine Bağlı Olarak Rüzgar Enerjisi ile Sektörünün Gelişimi ve Ülkemizdeki Mevcut Durumun Değerlendirilmesi,Türkiye 6. Enerji Sempozyumu, 22-24 Ekim 2007,Ankara 5. EIE, Elektrik İşleri Etüt İdaresi, www.eie.gov.tr 6. Gümüş Bilal, GAP Bölgesinde Enerji Politikaları, V. GAP ve Sanayi Kongresi, 2007 Diyarbakır
407
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
DİYARBAKIR’DA GÜNEŞ VE RÜZGAR ENERJİSİ POTANSİYELİ VE KULLANIMI
408
ÖZET Kısaca Türkiyedeki güneş ve rüzgar enerjisi potansiyeline ve bu alandaki çalışmalarına değinildikten sonra, Güneydoğu Anadolu Bölgesinin güneş ve rüzgar enerjisi potansiyeli üzerinde durulmuştur. Bu bölgede ve Diyarbakır’da güneş ve rüzgar enerjisi uygulamalarının zaman içerisinde nasıl geliştiği ve bazı uygulamaları üzerinde durulmuştur. Yenilenebilir enerjiler yasasının rüzgar enerjisiyle ilgili maddelerinin güneş enerjisiyle ilgili faaliyetleri kapsayacak şekilde genişletilerek özellikle bu bölgedeki güneş enerjisi faaliyet ve yatırımları için öncelikli olarak uygulanmasının uygun olacağı vurgulanmıştır.
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
The Potential Of Solar And Wind Energy And Their Useage At Diyarbakir And South East Of Anatolia Abstract The potential of solar and wind energy of Turkey shortly are explained. Detail of solar and wind energy potential of South East Anatolia region is explained. By the time in this region and at Diyarbakir, the useage of solar and of wind energy how developed and some of their applications are explained. It emphasised that related sections of renewable energies law, must extend to cover solar energy projects and specially to the solar energy projects and investments which have been planned for South East Anatolia region.
GİRİŞ Neredeyse tükenme noktasına gelen fosil yakıtlar günümüzde artan enerji ihtiyacını karşılamakta yetersiz kalmaktadırlar. Türkiye‘de bu ihtiyacı karşılamak için başvurulan nükleer enerji santralleri ise hem pahalı hem de çevreye fosil yakıtlar gibi birçok yönden zarar verecektir. Yapılan birçok araştırmada görülmüştür ki Türkiye yenilenebilir enerji kaynakları açısından çok zengin bir ülkedir. İhtiyacı olan enerjiyi fazlasıyla yenilenebilir kaynakları kullanarak karşılayabilme kapasitesine sahiptir. Türkiye’nin güneş enerjisi potansiyeli tüm Avrupa ülkelerinin potansiyelinin toplamına eşdeğer olup (Gürsoy 2004), EİEİ tarafından yapılan çalışmaya göre ortalama yıllık toplam güneşlenme süresi 2640 saat, ortalama toplam ışınım şiddeti 1311 kWsaat/m2yıl olduğu saptanmıştır (Türkiyede Güneş enerjisi, Türkiye’nin tüm yüzeyine yaklaşık ortalama 1.25.1011 (Ton
409
Mahmut AYDINOL Dicle Üniversitesi Fen Fakültesi, Fizik Bölümü, Diyarbakır aydinolm@dicle.edu.tr
Eşdeğer Taşkömürü = TET) = 7.106 kilokalori güneş enerjisi düşmektedir. Bu enerjinin 0,001 nin doğal amaçların dışında kullanılması halinde ekolojik dengenin yani doğa dengesinin bozulmayacağı varsayılır. Küresel iklim değişikliğinin de etkisiyle, yağışlı gün sayısının azalmasının ileriki yıllarda Türkiye’nin güneş enerjisi potansiyelini arttırıcı bir rol oynaması da kaçınılmazdır. Fakat, bu güneş enerjisi potansiyeli artışının Güneydoğu Anadolu Bölgesinde(GDADB) ve Diyarbakır’da ne kadar olacağı şimdiden araştırılmalıdır(TMMOB, 2007)(2). Türkiye’de ekonomik olarak potansiyeli en yüksek yenilenebilir enerji kaynaklarından biri de rüzgar enerjisidir. Avrupa ölçeğinde yapılan araştırmalara göre, 19 Avrupa ülkesi içinde rüzgar potansiyeli en iyi olan ülkelerden birisi Türkiyedir. Türkiye için tahmin edilen rüzgar enerjisi gizil gücü 83-88 GWsaat(gigawattsaat) dır. Küresel ısınma ve iklim değişikliğinin, kara ve denizlerdeki sıcaklık farklarını arttırarak ülkemizin rüzgar enerjisi potansiyelini olumlu yönde etkileyeceği beklenmektedir. Bu değişiklikle ilgili araştırmalara da şimdiden başlanmalıdır(2). Ayrıca, güneş ve rüzgar enerjisinden elektrik üretimi politikaları ve yasaları çıkarılırken bu tip değişimlerde göz önünde tutulmalıdır. Doğal olarak gece-gündüz sıcaklık farkınında daha da büyümesi GDADB daki rüzgar potansiyelini de etkileyecektir.(Eriş, 2003; Gürsoy 2004)(4, 3).
Türkiyede Güneş Enerjisiyle İlgili Çalışmaların Gelişimi İlk bilimsel çalışmalar 1960’lı yıllarda üniversitelerde(İTÜ, ODTÜ, İÜ, AÜ) başlamıştır. Bu dönemde su ısıtma sistemleri de yapılmıştır. 1973 de ilgili bakanlık bünyesinde oluşturulan Güneş Enerjisi Koordinasyon Kurulu 1975 yılına kadar çalışmıştır. Sonra, İlgili bakanlık 1975 de Maden Tetkik Arama Enstitüsünü güneş enerjisi çalışmaları için görevlendirmiştir. Yine 1975 de Marmaris Güneş ve Rüzgar Enerjisi Araştırma Merkezi kurulmuştur. Fakat bu merkez 1980 de kapatılarak görev 1981 da Elektrik İşleri Etüt İdaresine verilmiştir. Çukurova Üniversitesinde 1976 yılında Güneş Havuzu, Hacettepe Ünivesitesinde Güneş Evi yapılıp güneş ışınlarının yutulması ve depolanması konularında çalışmalara başlanılmıştır. 1986 yılında düzlem kolektörler ile silindiroparaboloid aynalar kullanılarak Dicle Üniversitesi Fen Fakültesinde damıtık su elde etme sistemi projesine başlanılmıştır. Düzlem kolektörlü su ısıtıcıları üretimine standardizasyon getirilmiş ve 1994 de yapılan bir araştırma sonucu Türkiye genelinde 1,5.106 m2 güneş kolektörünün kullanıldığı tespit edilmiştir. 2000 li yıllara gelindiğinde bazı Üniversitelerimizde(örneğin Ege de) Güneş Enerjisi Araştırma Enstitüsü gibi merkezlerin kurulduğunu ve yenilenebilir enerjiler konusundaki tez çalışmalarını içeren projeleri görüyoruz. GDADB de Diyarbakır Güneş Evi(Yeşil Ev) 2003-2008 yılları arasında tasarlanıp işletmeye alınmıştır. Fotovoltaik panellerden elde edilen elektrik enerjisiyle çalışan bir arabada yeşil evin yapımında ve işletilmesinde görevli G. Aydeniz tarafından yapılmıştır(5). Bu
410
iki yapıt Şekil.1 ve 2 de görülmektedir. Birçok üniversitelerimizde olduğu gibi, Atatürk Üniversitesi, Mühendislik Fakültesinin de ilgili bölümüne bağlı bir güneş enerjisi ünitesi vardır. Beş yıllık kalkınma planı ihtisas komisyonu raporuna göre 2010 yılında güneşten 61 GWsaat lık enerji üretimi hedefi öngörülmüştür. Ama bu hedefe yaklaşılamamıştır.
Güneydoğu Anadolu Bölgesinde(Gdadb) ve Diyarbakır’da Güneş Enerjisi GDADB de ve Diyarbakır’da metrekareye düşen güneş enerjisi Türkiye ortalamasının çok üzerinde olup 1821 kWsaat/m2.yıl dır. Diyarbakır ilinin güneş verileri bölgedeki Mardin ve Şanlı Urfa illerine ait verilerden biraz daha yüksektir. Diyarbakır ili için son 10 yılın güneş radyasyonu verileri Meteoroloji işleri Genel Müdürlüğünce hazırlanmıştır (MİGM, 2009)(5). Diyarbakırda da, her yerde olduğu gibi kapalı mekanlarında doğal güneş ışığıyla aydınlatılmasına dikkat edildiği tarihi han, hamam cami medrese ve surlardaki burçların yapısından anlaşılmaktadır. Güneş ışınları uzun yıllar olduğu gibi hala doğal kurutma amaçlı(çamaşır, salça, sebze, meyve, sucuk, pastırma, v.s.) kullanılmaktadır. Diyarbakır’da soğutma amaçlı, Karaçadağ’ın püskürdüğü volkanik delikli taşları su ile ıslatarak ve sonra, sıcakta suyun buharlaşmasıyla evlerin serinlemesi sağlanmaktadır. Bugüne kadar pasif sistemler ile güneş enerjisinden faydalanılan Diyarbakır’da son zamanlarda aktif sistemlerde kullanılarak güneş enerjisinden faydalanılmaktadır. Bunlar, 1980 li yıllarda, konutların ve iş yerlerinin sıcak su ihtiyacını gidermek, kurutma üniteleri gibi sistemlerdi daha sonraları paraboloid aynalarla düzlem güneş kolektörleri birleştirilerek daha yüksek sıcaklıktaki su gereksinimleri karşılanmaya başlanmıştır. Kamu kurumlarına ait lojmanlar ile pek çok bina ve işyerlerinin çatısında geleneksel veya dörtmevsim(dona karşı selektif camlı ve antifrizli, vakumlu) çalışabilen düzlem güneş kolektörlü sıcak su sistemleri artarak kullanılmaktadır. Dicle Üniversitesi Fen Fakültesinde, düzlem kolektör ve Paraboloid yoğunlaştırıcılar içeren bir su damıtma sistemi 1986-1989 yılları arasında kurulup denenmiş ve verimlilik hesapları yayınlanmıştır(2003)(6). Bu
411
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
sistem Şekil.3 deki fotoğrafta görülmektedir.
da sergilenmektedir. Atık su arıtma sistemi de güneşten elde edilen enerji ile çalışmaktadır. Diyarbakır’da 4628 sayılı Teşvik yasası çıktıktan sonra, NetEnerji.com, SunMex.com firmalar ısıl amaçlı güneş kolektörleri, ev apartman ısıtma sistemleri ve güneş enerjisiyle elektrik üretim işiyle ilgilenen(fotovoltaik panel ve aksesuarları dahil) pazarlama şirketleri ortaya çıkmıştır.
Şekil.1 Diyarbakır Güneş evi(yeşil ev)(5).
Fotovoltaik güneş panelleri kullanılarak elektrik üretiminin yaygınlaşmasında Büyükşehir Belediyesinin öncü rolü ve katkıları büyüktür. Hala bu yöntemle ekonomik boyutlarda güneş enerjisinden elektrik üretmende bazı sınırlamalar vardır. Bunlardan birisi güneş panellerinin pahalı olması, diğer bir konu da verimliliklerinin %5-20 aralığında olmalarıdır. Üretilen elektriğin maliyeti hidroelektrik santrallerinden üretilen elektriğin maliyetine göre çok fazladır. Güneş olmadığı zaman, örneğin bulutlu ve gece olduğunda fotovoltaik yöntemle elektrik üretilmez.
Şekil.2. Güneş enerjisiyle çalışan araba(5).
Şekil.3 Güneş enerjisiyle distile su eldesi(6).
Diyarbakır Belediyesi ile birlikte 20 kadar sponsor firma ve bilim adamlarının katkılarıyla her türlü elektrik ihtiyacını ve iklimlendirmesini güneş enerjisinden(fotovoltaik ve düzlem ısı kolektörleri ile) karşılayan bir yeşil ev projesi gerçekleştirilmiştir(5). Bu ev yenilenebilir enerji konusunda eğitim amaçlı da kullanılmaktadır. Örneğin, bu ev içerisinde fotovoltaik panellerden üretilen elektrik enerjisi akülerde depolanmaktadır. Yine fotovoltaik panellerden elde edilen enerjileri kullanan şelale uygulaması vardır. Güneş fırını ve Güneş oçağı uygulamaları
Prof H.Güler’in ülkemiz için, “Türkiye, enerji üretilen ülkeler ile yoğun enerji tüketen ülkeler arasında enerji köprüsü görevi görebilecek bir ülke” konumunda olduğunu belirtmişti(6.03.2010 hürriyet gazetesi sa.5).
Türkiye’nin en sıcak bölgesi GDADB ve Diyarbakır içinde aynı tespit geçerlidir. Türkiye’nin ve Diyarbakır’ın stratejik konumu ve zengin güneş enerjisi potansiyelini iyi değerlendirmek gerekir. Bu yolla enerjide dışa bağımlılıktan kurtulup büyük kazanımlarda elde edebiliriz. Yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik üretimini teşvik yasasının güneş enerjisinden elektrik üretimini teşviki ve desteklemeyi içermemesi büyük
412
bir eksikliktir. Bu nedenle bir çok yatırımcı bu teşvik yasası kapsamının genişletilerek güneş enerjisinden de elektrik enerjisi üretimini teşvik ve destekleyecek şekilde genişletilmesi bu konuda yatırım yapacak vatandaşa fırsat eşitliği sağlaması açısından anayasal bir zorunluluktur. Ayrıca, yasanın kapsamının genişletilmesi, Hükümetçe, 2007 de imzalanan Kyoto protokolünün içeriğine de uygundur. Diyarbakır ve çevresi, büyük bir güneş enerjisi potansiyeline sahiptir. Diyarbakır’daki evlerin sadece %40’ı üzerine fotovoltaik paneller yerleştirilerek elde edilecek elektrik ile tüm Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki yerleşim yerlerinin enerji ihtiyacı karşılanabilir. Buna ek olarak güneş bacaları ve kuleleri yöntemiyle üretilen kontrollü ve yapay rüzgarlarla elde edilecek rüzgar enerjisini de hesaba katarsak, ulusal elektrik şebekesine ve çevre ülkelere de enerji aktarımı ve satışı gerçekleştirilebilir. Dışa bağımlı ve dövizle aldığımız doğalgaz şebekesinin Diyarbakır’a döşenmekte olduğu şu günlerde bu konuya kasıtlı değindiğimiz düşünülmesin. 1969’dan bu yana dünyadaki enerji kaynaklarının ve güneş enerjisinden faydalanma yöntemlerinin çeşitlendirilmesi gerekliliğine inanıyoruz: Isınma ve sıcak su ihtiyacı için kullanılan düzlem kolektörlerle bu ısı kullanılabilir hale getirilebilir. Bu kolektörlerin yıllık dönüştürüm verim oranları yapım teknolojisine göre %30-%60 arasında olabilmektedir. Bu varsayımlara göre Türkiye de güneşten bir yılda 36 Milyon TET değerinde düşük sıcaklıkta ısı enerjisi üretmek mümkün olabilir. Türkiye’de güneş enerjisi ile ilgili ölçümlerin alınması Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü(DMIGM) tarafından yapılmaktadır(1). Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki 9 ilde, 10m2 lik toplayıcı alana sahip değişik fotovoltaik paneller yardımıyla üretilebilecek enerji miktarları kWh/m2 .yıl olarak Tablo.1 de verilmiştir(1,2).
413
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Batman Diyarbakır Mardin Siirt Şırnak Adıyaman Gaziantep Kilis Şanlıurfa G.D.Anadolu Böl.Ort. Türkiye ortalaması
Kristal silikon Mono kris. Poli kris. İnce Cu film Cd-Te 2700 2300 1400 1200 2500 2200 1300 1100 2600 2300 1400 1200 2700 2400 1400 1200 2700 2400 1400 1200 2700 2400 1400 1200 2600 2300 1400 1200 2600 2300 1300 1200 2600 2300 1400 1200 2500 2200 1300 1100 2500 2200 1300 1100
amorf silikon 1050 1000 1500 1050 1050 1050 1000 1000 1000 1000 1000
Tablo.1 GDADB deki 9 ilde, 10m2 lik toplayıcı alana sahip değişik fotovoltaik paneller yardımıyla üretilebilecek enerji miktarları kWh/m2 yıl olarak Tablo.1 de verilmiştir(1,2). Birim alan başına, yıllık güneş enerjisi potansiyeli açısından Türkiyenin en iyi bölgesi Güneydoğu Anadolu Bölgesidir. Diyarbakır için, yatay düzleme gelen(yatay d. g) , atmosfer öncesi(atm. önc.) son beş yılın aylara göre aylık ortalama radyasyon değerleri, uzun yıllar ortalama güneşlenme süreleri(G.s.) saat-dakika cinsinden, rüzgar hızı(v) m/sn cinsinden, 100cm de ölçülen toprak sıcaklıkları(t.s) oC cinsinden Tablo. 2 de verilmiştir(DDMİ).
Ay
Ocak
Şubat
Mart
Nisan
Mayıs
Haziran Temmuz Ağustos
Eylül
Ekim
Kasım
Aralık
Yıllık
Yat. Dg.r.
6676
9344
13947
16955
20869
23897
23448
21052
17392
12104
8096
6076
15023
Atm. Önr.
16563 21713 28265
34922
39523
41328
40327
36622
30618
23613
17752
15135 28865
G. Süresi
3,46
4,56
5,39
7,14
9,45
12,28
12,43
12,53
10,23
7,46
5,32
3,57
8
Toprak S.
11,1
9,6
10,6
13,7
17,9
21,8
25,5
27,6
26,8
23,6
19,0
14,1
18,4
v(m/sn)
2,0
2,3
2,7
2,3
2,2
3,0
3,3
3,0
2,5
2,0
1,6
1,6
2,4
Tablo.2 Diyarbakır için bazı güneş enerjisi değerleri(ayrıntılar metin içindedir)(1). Daha fazla bilgi ve veriler (1, 7) nolu referans da bulunabilir.
414
Güneydoğu Anadolu Bölgesinde ve Diyarbakır’da Rüzgar Enerjisi Bu bölgede ve Diyarbakır çevresinde yıllık ortalama rüzgar hızı 5 m/sn kadardır. Belli ve mevsimsel belirli bir hakim rüzgar yönü de yoktur. Bu nedenle güneş enerjisinden önce rüzgar üretir, sonrada rüzgar türbinleri kullanarak istediğimiz kadar elektrik enerjisi üretebiliriz: Güneydoğu Anadolu Bölgesinin ekonomik boyutlarda elektrik üretimi açısından rüzgar enerjisi potansiyeli yetersiz kabul edilmektedir. Bir rüzgar santralinin ekonomiksel olması için gerekli koşulların başında: Kurulacağı yerde, yerden 50 m yükseklikteki rüzgar hızı 7 m/sn veya daha büyük, 50 m yükseklikteki kapasite faktörü %35 veya daha büyük olmalıdır. Kurulacak rüzgar santrallerinin ulusal trafo merkezlerine veya ulusal gride yakın yerlerde olması tercih edilir. Türkiye’nin Rüzgar Eenerjisi Potansiyeli Atlası(REPA) EİEİ tarafından hazırlanmıştır(8). Güneş bacası ile sıcak soğuk farkı yaratıp rüzgar elde edilebilir. İstenirse baca uçları arasındaki sıcaklık farkı arttırılır, ısınan hava yükselir. Baca bir rüzgar tüneli gibi çalışır. Mekanik enerjinin oluşması sağlanır. Mekanik enerjiyi elektrik enerjisine dönüştüren sistemler sayesinde elektrik enerjisi elde edilir(9). Kullanılmayan arazilerde ve kırsal kesimlerde baca yöntemiyle istenilen miktarda rüzgar ve elektrik üretilebilir. Küresel ısınma ve iklim değişikliğinin, kara ve denizlerdeki sıcaklık farklarını arttırarak ülkemizin rüzgar enerjisi potansiyelini olumlu yönde etkileyeceği beklenmektedir. Bu değişiklikle ilgili araştırmalara da şimdiden başlanmalıdır. Ayrıca, güneş ve rüzgar enerjisinden elektrik üretimi politikaları planlanırken ve yasaları çıkarılırken bu tip değişimlerde göz önünde tutulmalıdır. Doğal olarak gece-gündüz sıcaklık farkının da daha da büyümesi Güneydoğu Anadolu’ daki rüzgar potansiyelini de etkileyecektir.(Eriş, 2003; Gürsoy 2004)(1, 4, 3, 12).
Sonuç Yıllık güneş enerjisi potansiyeli açısından Türkiyenin en iyi bölgesi Güneydoğu Anadolu Bölgesidir. Bu bölgede, zirai amaçlı pompaların çalıştırılmasında, kritik kurumların elektrik ihtiyaçlarının karşılanmasında(sinyal aktarım, sismik kayıt ve gözetleme yerleri vs.), trafik ışıkları ve bahçe, iç veya dış vitrin ve bina aydınlatılmasında fotovoltaik sistemlerle elde edilen elektrik enerjisi şehir merkezlerinde ve kırsal kesimlerde kullanılmaya başlanmıştır. Bu kullanım özel teşvik yasalarıyla daha da desteklenmelidir.
415
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Bölgedeki termal kaplıca sularıyla güneş enerjisi ve güneş bacası sistemleri birlikte uygulanarak daha ekonomik elektrik enerjisi üretim tesisleri kurulabilir(Pamukova/Aydın daki gibi). Hatta güneş enerjisiyle üretilen kızgın buharlar Raman petrol kuyularına basılarak petrolün çıkarılmasına katkı sağlanabilir. Bölge, rüzgar enerjisi potansiyeli açısından değerlendirildiğinde ise Türkiye ortalamasının altında bir ekonomiksel üretim kapasitesine sahip olduğu görülmektedir. Fakat mevcut güneş enerjisi potansiyelini ek teknolojiler kullanmak suretiyle örneğin, güneş bacası yardımıyla sabit hızlı etkin rüzgarlar oluşturarak ekonomik boyutlarda rüzgardan elektrik enerji üretimi Güneydoğu Anadolu Bölgesinde de mümkün gözükmektedir(9, 12). Bu değerlendirme küresel ısınma ve iklim değişiklikleri sürecinde de önemini koruyacaktır. Amerika’nın en önemli eğitim kurumlarından biri olan M.I.T. profesörlerinden Daniel N. nin önerdiği gibi “Daha harcamadan ve ailenin büyüklüğüyle orantılı adil bir vergilendirmeyle elektrik bedellerinin tahsiliyle kaçak elektrik kullanımı kavramının ortadan kaldırılabileceği görüşü”(11). Türkiye genelinde yeni dağıtım şirketlerince uygulanırsa, bölgede elektriğimiz çok ucuzlar ve yenilenebilir enerji üretiminin önü açılarak havası ve çevresi daha temiz bir ülkede yaşamımızı sürdürebiliriz.
416
Kaynaklar 1. Elektrik İşleri Etüt İdaresi web sitesi:http:// www.eie.gov.tr 2. Örçen, İlke ve Uğurlu Örgen, “Küresel Isınmanın Türkiye’nin Enerji Kaynaklarına Olası Etkisi” Küresel Enerji Politikaları i ver Türkiye Gerçeği, TMMOB, Türkiye VI. Enerji Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 565-573, Ankara, 2007 3. Gürsoy, Umur, Enerjide Toplumsal Maliyet ve Temiz ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları, Türk Tabipler Birliği Yayınları, Ankara, 2004. 4. Eriş A., “Enerji Politikaları ile Yerli, Yeni ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları” . TMMO Türkiye VI. Enerji Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Ankara, 2003. 5. diyarbakirgunesevi.com 6. Aydınol M., A. Kaplan, Güneş Enerjisinden Faydalanarak Damıtık Su Eldesi, Güneş Enerjisi Sistemleri Sempozyumu ve Sergisi, Mersin, 2021/6/2003, 117-128, TMMOB, Mersin. 7. MIGM web sitesi: www.migm.gov.tr 8. Rüzgar Enerjisi Potansiyeli Atlası(REPA), Türkiye Rüzgar santraları, Elektrik İşleri Etüt İdaresi web sitesi:http:// www.eie.gov.tr 9. www.epdk.org.tr/lisans/elektrik/yek/rüzgarprojeleriningelisimi.doc 10. Electricity Production by Solar Chimney Project in Laboratory Conditions(Model Study) Proje no:2009- FF-12, DÜBAP, Dicle Üniversitesi. 11. Daniel N., Personalized Energy, http://MITworld.mit.edu/video/728, 15, September 2009. 12. Karadağ Ç. Gülsaç, I. I., Ersöz A., Çalışkan M. Yenilenebilir Enerji Kaynakları, Bilim ve Teknik, Tübitak, Mayıs, 2009, 24-27.
417
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
FOTOVOLTAİK PİL TEKNOLOJİSİNE GENEL BAKIŞ
418
ÖZET Günümüz dünyasında yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımına olan ilgi artmaktadır. Mevcut yenilenebilir enerji kaynaklarının başında güneş enerjisi gelmektedir. Güneş enerjisinden en iyi faydalanabilme yollarından biri fotovoltaik pillerin kullanımıdır.
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
Bu çalışmada, önce yarı iletkenler hakkında bilgi verilecek ve fotovoltaik pillerin çalışma prensiplerinden bahsedilecektir. Ardından, günümüzde kullanılan ve bilim adamlarının üzerinde çalıştıkları fotovoltaik piller hakkında bilgi verilecektir. Daha sonra fotovoltaik pillerin verimini etkileyen faktörlerden bahsedilerek, fotovoltaik teknolojilerin piyasada tahmini bulunabilirlik süreleri ile ilgili öngörülerden bahsedilecektir.
GİRİŞ Fotovoltaik piller güneş enerjisini doğrudan elektrik enerjisine çeviren aygıtlardır. Güneş pillerinin çalışma prensibi temelde fotovoltaik olay olarak bilinen bir kuantum mekaniksel işleme dayanır. Fotovoltaik kelimesinin kökeni Latince “Işık” anlamına gelen “Photo” kelimesi ve ilk pili icat eden İtalyan Fizikçi Alessandro Volta’nın isminin birleştirilmesi ile elde edilmiştir [1]. Fosil tabanı yakıtlar gibi geleneksel elektrik elde etme yöntemleri küresel ısınmaya sebep olan ve çevreyi kirleten bileşiklerin üretilmesine neden olurlar. Güneş pilinin tek kaynağı güneş ışınlarıdır. Güneş ışığı temiz ve etkin olarak sınırsız olduğu için güneş pilleri geleneksel enerji kaynaklarının en önemli alternatifi olarak kabul edilebilir. Güneş pilleri şehir şebekesinden bağımsız olarak her yerde yıllarca güvenilir bir şekilde kullanılabileceği için kırsal bölgelerde de rahatlıkla kullanılabilir.
Fotovoltaik Pillerin Çalışma Prensibi Güneş pilleri silisyum vb yarı iletkenlerden yapılır. Yarı iletkenler bilgisayarlardaki mikroişlemciler gibi bir çok elektriksel aygıtta kullanılmaktadır. Yarı iletkenler farklı özelliklerdeki maddelerle katkılandırılarak, n-tipi (negatif) ve p-tipi (pozitif) yarı iletkenler haline getirilirler. Şekil 1’de katkısız, n-tipi ve p-tipi Si yarı iletkenleri gösterilmektedir.
419
Yusuf Selim OCAK1 Tahsin KILIÇOĞLU2 1 Dicle Üniversitesi, Z.G. Eğitim Fakültesi, Fen Bilgisi Öğretmenliği, Diyarbakır 2 Batman Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Fizik Bölümü, Batman yusufselim@gmail.com, kilicoglutahsin@gmail.com
Fotovoltaik Pillerin Kullanımı
Şekil 1. Katkısız, fosfor (n-tipi) ve bor (p-tipi) ile katkılandırılmış Silisyumlar.
Güneş pilleri p-tipi ve n-tipi yarı iletkenlerin bir araya getirilmesi ile elde edilen p-n eklemlerdir. Güneş pillerinde oluşan akımı toplayabilmek için pilin arkaya yüzeyi tamamen ve ön yüzeyi kısmen metal kontakla kaplanır. Fotonların p-n eklem tarafından emilmesi ile, fotonların enerjisi yarı iletkenlerdeki bazı elektronlara aktarılır ve bu elektronlar p-n eklem boyunca hareket edebilir. Her negatif yüklü elektron için, deşik adı verilen pozitif yüklü parçacıklar oluşur. Her hangi bir yarı iletkende bu elektronlar ve deşikler kısa bir süre içerisinde tekrar birleşir ve enerjileri ısıya dönüşür. Güneş pillerinde ise, p-n eklem sınırında oluşan elektron ve deşikler elektrik alan etkisi ile zıt yönlere akarlar. Bu yük ayrışımı aygıtta potansiyel fark oluşumuna sebep olur. Pil bir devreye bağlandığında, elektronlar akmaya başlar ve elektron akışı elektrik akımına sebep olur. Şekil 2’de bir p-n eklemin ışığa maruz kaldığında devreye elektrik akımı verişini göstermektedir.
Fotovoltaik piller başlangıçta yüksek üretim maliyetleri ve düşük verimden dolayı kısıtlı kullanım alanlarına sahipti. Günümüzde fotovoltaik pillerin hem üretim maliyeti oldukça düşmüş hem de pillerden elde edilen verim oldukça artmıştır. Bundan dolayı fotovoltaik pillerin kullanım alanları çoğalmıştır. Hatta bir çok devlet için en önemli enerji kaynakları arasına girmiştir. Şekil 3’de fotovoltaik modüllerin üretim maliyeti ve üretilen enerjinin market kapasitesinin yıllara göre değişimi gösterilmektedir Fotovoltaik piller özellikle uzay uygulamalarında kullanılmaktadır. Uzaya gönderilen uyduların enerji kaynağı güneştir ve bu enerji kaynağından uydular üzerinde mevcut bulunan güneş panelleri ile yararlanırlar. Dolayısıyla uyduların ömrü üzerlerinde mevcut bulunan güneş panellerinin ömrü ile eşdeğerdir. Uydularda silisyum tabanlı güneş panelleri kullanıldığından 25 yıl ömre sahiptirler. Bunun haricinde telekomünikasyon, ulaşım sektörü, tarımsal sulama ve aydınlatma gibi bir çok alanda fotovoltaik piller kullanılmaktadır.
Şekil 3. 1993-2008 yılları arasında, dünyada fotovoltaik modül maliyeti ve enerji üretiminin yıllara göre değişimi [2] Şekil 2. Bir p-n eklemin ışığa maruz kaldığında devreye elektrik akımı verişi
420
Fotovoltaik Pil Çeşitleri Tek Kristal ve Polikristal Tabanlı Piller Günümüzde kullanılan fotovoltaik pillerin çoğu kristal silisyum tabanlıdır. Bu tür panellerin marketteki payı %78-80 civarındadır [3]. Bu tür piller bilinen en klasik yapılardır. Kristal silisyumun iki türü endüstride kullanılmaktadır. Bunlardan birincisi tek kristal yapılardır ki, yaklaşık 350 nm kalınlığındaki ve 150 mm çapındaki aşırı saf silisyum yongalardan elde edilirler. İkinci tür ise çoklu kristal silisyumlardır. Bunlar tırtıklı bir şekilde bloklara ayrılmış ve ardından yonga haline getirilmiş silisyumlardan elde edilir. Her iki tür yapıda da bor katkılı (p-tipi) yarı iletken yüzeyin üzerine fosforun (n-tipi katkı maddesi) difüzyonu ile elde edilir. Pilin ön yüzüne maksimum miktarda ışık gelecek şekilde ve arka kısmına ise tamamen metal kontak atılır ve böylece pil elde edilir. Piller farklı kombinasyonlarda seri ve paralel bağlanarak istenilen akım ve gerilime sahip paneller oluşturulabilir. Şekil 4’te tek ve çoklu kristal Silisyumdan elde edilmiş güneş panelleri gösterilmektedir.
Şekil 4. Tek kristal ve çoklu kristal Silisyumdan elde edilmiş paneller
İnce Film Piller Kristal piller haricinde piyasada en çok kullanılan ise, ince film güneş pilleridir. Bu tür panellerin market payı %18-20 civarındadır [3]. İnce film olarak en çok kullanılan malzemeler, amorf silisyum, bakır indiyum (ve germanyum) selen (CIS veya CIGS) ve kadmiyum tellür (CdTe) gibi polikristal malzemelerdir. CIS piller genelde Tablo 1’de verilen elementlerin farklı kombinasyonları ile elde edilirler. Bu tür yapılar elde edilirken önce cam ve çelik gibi bir altlık üzerine ince bir tabaka molibden filmi oluşturulur. Bu film üzerine istenilen kombinasyonlarda CIS filmi oluşturulur. Yüksek sıcaklıkta tavlanan yapı üzerine CdS ve iletken oksit tabaka atılır ve pilden akım alabilmek için metal kontaklar atılır. Bu şekilde oluşturulmuş bir pil yapısı Şekil 5’te
421
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
gösterilmiştir. Cu Ag Au
Al Ga In
S Se Te
Tablo 1. CIS pillerde en çok kullanılan elementler Şekil 6a. Plastik güneş pilinin şeması
Şekil 5. Örnek bir CIS yapısı
Organik Tabanlı Piller Kristal ve ince film piller haricinde daha ucuz ve daha uzun ömürlü fotovoltaik yapılar oluşturabilmek için bilim adamları pek çok çalışmalar yapmaktadır. Bu çalışmaların başında polimer tabanlı plastik güneş pilleri ve boyar madde ile duyarlılaştırılmış güneş pilleri, DSC (Dye-sensitized solar cell), gelmektedir. Plastik güneş pilleri olarak nitelendirilen yapı iletken oksit, genelde ITO (indiyum kalay oksit), kaplı bir yüzey üzerine PEDOT:PSS (Poli (3, 4 - etilendioksitiyofen) poli (sitirensülfonat)) gibi iletken bir polimerin ince filminin oluşturulması ve bu yapı üzerine organik aktif tabaka oluşturulması ile elde edilir [4]. Bu yapı üzerine metal buharlaştırılmadan önce ince bir LiF ara tabaka oluşturulur. Plastik bir güneş pilinin yapısı Şekil 6a’da gösterilmektedir. Bu tür yapılarda ışık iletken oksit kaplı yüzeyden alınır ve pilden böylece faydalanılır.
İkinci organik tabanlı pil çeşidi aynı zamanda organik-inorganik hibrit güneş pili olan DSC yapılardır. Bu yapılarda yine iletken bir oksit üzerine TiO2 gibi bir yarı iletken oksit tabaka oluşturulur. Bu tabaka önce yüksek sıcaklıkta tavlanır ve ardından uzun bir süre organik bir boyar içerisine daldırılarak organik-inorganik bir yapı oluşturulur. Arka kontak ile bu yapı arasına I çözeltisi ilave edilerek bu yapıdan daha etkin akım alınması sağlanır [5]. Anlatılan yapı Şekil 6b’da gösterilmektedir.
Şekil 6b. Organik-inorganik güneş pilinin şeması
Diğer Yaklaşımlar Birçok araştırıcı farklı yöntemler kullanarak daha az alanda daha fazla elektrik elde etmek için uğraşmaktadır. Bunlara örnek olarak, nano çubuklu (nanorod) yapılar ve çok katmanlı (tandem cell) yapılar gösterilebilir. Nano çubuklu pillerdeki temel yaklaşım, nano boyutlarda çubuklar oluşturulur ve bu çubukların arası istenilen organik veya inorganik madde ile
422
doldurularak, her iki yarı iletkenin daha küçük bir alanda daha fazla etkileşmesi ve bu etkileşen bölgelere güneş ışığı düştüğünde daha fazla taşıyıcı oluşturulması hedeflenmektedir. Fotovoltaik yapıların verimini etkileyen en önemli durumlardan biri gönderilen ışık ile yarı iletkenlerin bant aralıklarının uyumudur. Bant aralığının üzerindeki foton enerjisi ısıya dönüşür ve bant aralığının altındaki foton enerjisi soğurulamaz. Çok katmanlı piller, bant aralıkları farklı birkaç pilin art arda aynı düzlemde oluşturulması ile elde edilir. Bu yöntem hem çok zor hem de diğer yöntemlere göre daha pahalı olmasına rağmen, daha az alanda daha fazla enerji elde edilmesinden dolayı, özellikle uzay uygulamaları için çok uygun gözükmektedir. Şekil 7’ bu yöntemle elde edilen bir çok katmalı fotovoltaik pili göstermektedir.
Şekil 7. Örnek bir çok katmanlı bir fotovoltaik pil [6]
Fotovoltaik Pillerin Verimini Etkileyen Faktörler Fotovoltaik piller için en önemli parametrelerden biri olan verimi etkileyen faktörler aşağıda sırasıyla verilmiştir. • Ön yüzdeki yansıma, gölgeleme vb etkiler • Band Aralığı etkisi • Band aralığının üzerindeki foton enerjisi ısıya dönüşür • Band aralığının altındaki foton enerjisi soğurulamaz.. • Seri direnç etkisi • Metal ile kristal gibi bazı etkileşimler • Paralel Direnç • Kristaldeki katkılar ve safsızlıklar
Fotovoltaik Pillerin Geleceği Fotovoltaik piller üzerine yapılan çalışmaları iki başlıkta toplamak mümkündür. Bunlardan biri fotovoltaik özelliklere sahip yeni bileşik veya alaşımların elde edilmesi, diğeri bu malzemeleri en uygun kompozisyonlarda
423
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
kullanmaktır. Bilindiği gibi fotovoltaik piller üzerine yapılan çalışmalar silisyum tabanlı kristal piller ile başlamıştır. Bu piller halen günümüz piyasasının %78-80’ini kapsamaktadır. Daha sonra geliştirilen ince film pillerde piyasada önemli yer edinmiştir. Fakat kısa ömürlü olmaları gibi bazı dezavantajlarından dolayı piyasaya henüz girememiş bir çok farklı fotovoltaik pil üzerine bilim adamları tarafından çok yoğun çalışmalar yapılmaktadır. Tablo 2 farklı niteliklerdeki fotovoltaik pillerin öngörülen piyasada bulunma sürelerini göstermektedir. Tablodan da çok net şekilde görülebileceği gibi önümüzdeki yüzyılda özellikle organik, hibrit yapılar ve biyolojik tabanlı pillerin markette önemli yer tutacağı öngörülmektedir [7]. Fotovoltaik Teknoloji Kristal Silisyum Amorf Silisyum Silisyum ince film CdTe CIS DSC (Boyar madde) DSC-hibrit Organik-hibrit Biyolojik
Fotovoltaik Nesil 1 2 2 2 2 3 3+ 3+ 4
Tahmini markette kullanılabilirliği 1970-2020 1983-2025 2001-2050 1995-2010 2000-2050 2003-2055 2015-2100 2015-2100 2030-2100+
Tablo 2. Fotovoltaik teknolojilerin piyasada tahmini bulunabilirlik süreleri
424
KAYNAKLAR 1. www.explainthatstuff.com/solarcells.html 2. www.gtmresearch.com/ 3. www.solarbuzz.com 4. Shaheen, S.E., Brabec, C.J., Sariciftci, N.S., Padinger, F., Fromherz, T. Hummelen J.C., 2.5% efficient organic plastic solar cells, Appl. Phys. Lett. 78, 841-843, 2001 5. O’Regan, B., Grätzel, M., A low-cost, high-efficiency solar cell based on dye-sensitized colloidal TiO2 films, Nature 353, 737 – 740, 1991 6. www.spectrolab.com/DataSheets/TNJCell/utj3.pdf 7. Tulloch, S. Solar Cells for Tomorrow, First International Conference on Energy Efficiency and Conversation, Hong Kong, 32-33, 2003.
425
DİYARBAKIR’DA DOĞAL HAYAT SU, İKLİM, ENERJİ VE MADEN
426