Ăœcretsiz
MAGAZINE SAYI 2, ŞUBAT
Editör: Serkan Cenker Yazarlar: Tuğçe Arslan, Gizem Tözüm, Burak Türkyener, Hüma Ünsal, Serkan Cenker, Caner Tepikoğlu Reklam Müdürü: Şahin Kavi Tasarım: Serkan Cenker İletişim: info@gammag.co www.gammag.co Sosyal: facebook.com/gammagmagazine Instagram: Gammag Magazine
Gammag’e reklam vermek ve Gammag’i ücretsiz olarak mekanınıza talep etmek için info@gammag.co adresinden bizimle iletişime geçebilirsiniz.
SELAM! Gammag; İstanbul’da iki yüzden fazla noktaya ulaşarak hızlı bir başlangıç yaptı. Aldığımız güzel tepkiler bizi çok mutlu etti. Bu sayıdan itibaren size ulaşabileceğimiz noktalar hakkında büyük süprizlerimiz olacak. İçeriğimiz ve yaptıklarımıza aşığız, sizin de seveceğinizi tahmin ediyoruz. Umarım okuduğunuz süre içinde sizinle keyifli bir paylaşım içinde oluruz. Sevgiyle.
Serkan Cenker
1
Edward Honaker Depresif Otoportreler Kumpanyası
2
1 yaşındaki fotoğrafçı Edward Honaker’a iki yıl önce depresyon teşhisi konuldu. Burada gördüğünüz fotoğraflar onun bu süreç içindeki duygularını ve hislerini anlatmakta. Süreci Edward’ın ağzından dinleyelim: “Tek bildiğim; iyi olduğum şeylerde gittikçe kötüye gidecektim ve bunun sebebinden bile emin değildim. Aklın; seni sen yapan şey ve düzgün çalışmamaya başladığında bu korkutucu oluyor. Depresyon sürecinin içinde herhangi bir duygu hissetmen gerçekten çok zor ama bence iyi bir sanat eseri gerçekten de insanlara bunu sağlayabilir, harekete geçmelerini sağlayabilir. .”
2
Geleneksel bir soru: Neden siyah- beyaz’ı seçtin? Ya da kare formatı? Minimalist teşebbüsleri meydan okuyucu buldum ve resimlerimi içerik, kompozisyon ve form olarak azalttım. Çalışmalarm izleyicilerle bir bağ kurarken onların kıyafetler, renkler ya da modelin etkisinde
AI RS TT
olmarını istemedim. Kare formatı hakkında ise iyi bir açıklamam yok. Bu sadece benim tercih ettiğim ve bana uyduğunu düşündüğüm bir şey.
Stilini nasıl tanımlarsın? Konseptleri kurarken insan vücudunu temel alsam da onu ana odağım yapmıyorum . Hala kişinin etrafında şekillenen bir görsel oluyor ama bütün parçaları eşit önemde oluyor. Portfolyomu sadece dış çizgileri çizilmiş bir boyama kitabı gibi
görüyorum. Onları kendi tercihlerinizle şekillendirmekte , kişiliğinizi yansıtan renklerle doldurmakta, ya da oldukları gibi bırakmakta özgürsünüz.
Teşekkürler Noell. ( Röportajı Yapan: Line. ) 3
4
www.edwardhonaker.com
EDWARD HONAKER
5
PRIMEVAL SYMBIOSIS Ağaçlardan İlham Alan Evler
D
animarkalı mimar Konrad Wojcik, şehirden uzak bir hayat hayallerimizi en baştan dizayn ediyor. Düşlerinizdeki köy evini ya da balıkçı kasabasındaki beyaz tek katlı evi unutun, şimdi “Primeval Symbiosis” var. Henüz daha bir öğrenciyken tasarlamaya başladığı bu proje; tek bir direk üstüne oturan, iki kişinin yaşayabileceği, etrafı güneş panelleriyle kaplı, şeklen fena halde ağaca benzeyen bir yapı modeli. Ayrıca ısı pompaları yardımıyla topraktan enerji elde edebiliyor ve biyolojik atıklarınızın doğaya karışmasına yardımcı oluyor. Konrad’ın amacı sizi doğanın bir parçası yapmak ve bu sırada çevreye zararınızı sıfıra indirmek.
6
MEKANLARINIZA; DOĞANIN SADELİĞİ VE ŞIKLIĞINI GETİRİYORUZ. Nato Yolu Cd. Nebioğlu Sok. No:1 Y. Dudullu - Ümraniye/ İSTANBUL www.organicmod.com +90 216 466 77 15-16
7
12 METRE YÜKSEKTE Yangın Kulesine Yuva Kurmak
D
obney Tompkins ve Alan Colley, yuva sıcaklığını bizden biraz daha yükseklerde bulmuş; etrafı ağaçlarla kaplı 12 metrelik bir kulede. İkili Oregon’da satın aldığı yangın kulesinden, 388 metrekarelik, 360 derece manzaralı evlerinde uyanırlarken kahvelerini demledikleri ocağa kadar evin bütün enerjisini güneş panellerinden sağlıyorlar. Siz de böyle “ağaçsız bir ağaç evi”nde yaşamak istemez miydiniz?
8
Inspiration of the Month
WASHOE İnsanlara Fısıldayan Maymun
1. 2. 3.
1
980 yılında ABD’nin Nevada eyaletinde yürütülen bir araştırma çerçevesinde eğitilerek Amerikan İşaret Dili’ni öğrenerek insanlarla iletişim kurabilen ilk şempanze olan Washoe, 250 kelimelik bir dil haznesine sahipti. Öğrendiği işaret dilini kendisinden daha genç olan 31 yaşındaki Tatu, 29 yaşındaki Loulis ve 31 yaşındaki Dar adlı şempanzelere de öğreten Washoe; insanın kendini diğer canlılardan ayrıştırdığı tek “düşünen hayvan” olduğu düşüncesinin yanlışlığının bir kanıtıydı.
konulması ya da pek çok şempanzenin ölümüne neden olan bilimsel deneylerde kullanılma riskine karşı Gardner çifti, Oklohama Üniversitesi’nde ders verdikleri yıllarda öğrencileri olan Roger ve Debbie Fouts’a teslim ederler Washoe’yu. On beş şempanzelik bir gruba katılan Washoe, yeni arkadaşlarının işaret dilini bilmediklerini gördüğünde onlara şöyle seslenir: “Pis maymun!..” Washoe’ya pis sözcüğü ‘kirli’ anlamında öğretilmişti. Oysa Washoe bu sözcüğü hakaret anlamında kullanıyordu.
İlk öğrendiği kelime ise ‘more’, yani ‘daha fazla’dır. Sözcük dağarcığı genişleyen Washoe, adını bilmediği eşyalara ad koymaya başlar. Örneğin buzdolabını bilmemektedir, ama dağarcığındaki sözcüklerle onu şöyle tanımlar: “Aç-ye-iç...’’
Bakıcısı Kat bir süre kişisel sıkıntıları sebebiyle işe gidemez ve Washoe’den ayrı kalır, döndüğünde yokluğuna çok üzülmüş olan maymuna gerçeği söylemeye karar verir; “Çocuğum öldü” der. Washoe; bir süre ona bakar, başını yere eğer, sonra elini nazikçe Kat’in gözüne götürür. Parmaklarıyla gözlerinden yanaklarına kadar göz yaşının yolunu takip eder ve işaret diliyle “ağla” der. Kat, şahit olduğu durum karşısında
1970 yılında, araştırmacı Gardner çiftine verilen maddi destek bittiğinde Washoe 130 sözcük bilmektedir. Hayvanat bahçesine
şok olmuştur, çünkü şempanzeler gözyaşı dökmezler ama Washoe bu yabancısı olduğu kavramı ona müthiş bir gramerle anlatmıştır. Washoe de iki çocuğunu kaybetmiştir. Kendisine getirilen 10 aylık bir şempanzeyi önce reddeder, aradan birkaç gün geçtikten sonra “Benim bebeğim” diyerek sarılır. Washoe’nun bebeği, annesi bilimsel deneylerde ölen bir şempanzedir. Bu şaşırtıcı gelişmeler ve Washoe’nun diğer şempanzelere öğrendiklerini anlatma çabası, insanlara özgü sanılan zekânın maymunlarda da var olduğu gerçeğini gözler önüne serer. Bilim otoriteleri Washoe’nun gerçek zekâ sahibi olduğunu kabul etmek istemezler. Çünkü; kanunlara göre zeki, düşünebilen canlılar üzerinde deney yapılamaz. Bilim deneylerinde kullanılan canlılar arasında maymunlar geniş bir yer tutmaktadır. Bu ‘doğal kaynağı’ kaybetmek istemeyenler, Washoe’nun zekasını görmezlikten gelir. 9
You’re the wave, I am the naked Island
1
991 yılında dünyaca ünlü Fransız ansiklopedisi Larousse; “Je T’Aime Moi Non Plus” şarkısının besteleyicisi Serge Gainsbourg’a yer verdi. Şarkıları ve Jane Birkin ile aşkı tartışmasız döneme damgayı vurmuş sanatçının Je T’Aime şarkısı; 1969’da single olarak yayınlandığında birçok ülkede tepkiyle karşılanmış, şarkı içerisindeki erotik yaklaşımlar, din adamları tarafından aforozlara, dönemin aykırı gençliği arasında da planlanmamış gebeliklere sebep olmuştu. Tüm bunlara rağmen bu single, 6 milyon adetlik gözardı edilemeyecek satış rakamına ulaşmıştı.
60’lı yılların sonlarında Serge Gainsbourgh Jane Birkin’le birlikte “You are the wave, I’m the naked island” sözleriyle kitlelerin kulaklarına aşkın, saflığın ve özgürlüğün kodlarını fısıldadılar. Birçok ülkede liberalizmin ve cinsel devrimin rüzgarları bohem hayatlara ışık tutmaya başlamış, böyle bir zamanda Vatikan’ın tahammülünü zorlayan şarkı; İtalya, İspanya, İsveç’de yasaklanmıs, İngiltere’de dinlenmesi uygun görülmemişti. Jane Birkin’le yaşadığı aşk; Çirkin Kral Serge Gainsbourg’a göre hayranı olduğu Salvador Dali’ye rakip bir ilham kaynağı haline gelmişti. Jane Birkin
ile düet yaptıkları “ Je Taime Moi Non Plus” şarkısı; Salvador Dali’nin “Picasso İspanyol, ben de öyle, Picasso bir dahi, ben de öyle, Picasso bir komünist, ‘ben değilim’(moi non plus)” sözlerinden ortaya çıkmış, Jane Birkin ile vücut bulmuştu. Hayatının büyük manşetlerini toplayarak devrimleri ve hayranlıklarını şarkı sözlerine yansıtan Serge; “Je Taime ,Moi Non Plus” (Seni Seviyorum, Ben Değilim) sözleriyle bile, aşk şarkısı olmayı reddetmiş bir aşk şarkısıyla kitleleri peşinden sürüklemişti.
Yazan: Tuğçe Arslan
10
Je T’ Aime
Moi Non Plus
Listen
11
12
13
PANTONE 2016 RENKLERI
D
ünya renk otoritesi Pantone, 2016 yılının rengini, pardon, renklerini seçti. Moda, tasarım, ev dekorasyon, mimari ve gıda sektörünü derinden etkileyen bu enstitü, ilk kez 2 rengi birden seçerek; Rose Quartz ve Serenity’i belirledi. Altında yatan gerçek ise sadece estetik bir algı değil. “Dünyanın birçok yerinde cinsel kimliklerin sınırları bulanıklaşıyor” diyen prestijli renk otoritesi, açıklamalarına
14
şöyle devam ediyor; “Renklere bu yaklaşımın, cinsiyet eşitliği ve akışkanlığıyla aynı döneme denk gelmesi bir tesadüf olamaz. Tüketiciler artık çok daha rahat bir sekilde renkleri bir ifade biçimi olarak kullanmaya başladı, bu esnada yargılanmak veya bir kalıba sokulmak onları korkutmuyor.” . “Rose Quartz”; duyguların dinginliği ve şefkatini, “Serenity” ise; üzerimizdeki mavi gökyüzünün, türbülanslı zamanlarda dahi verdiği rahatlık ve sakinleştiriciliği sembolize etmekteler.
Kampanya için Instagram hesabını aktif bir şekilde kullanan Pantone, #ColorofTheYear hashtagiyle de ortaya çıkan işleri sergiliyor. Bakalım bu iki rengin yansımaları önümüzdeki yıl nasıl karşımıza çıkacak. Yazan: Gizem Tözüm
Pantone; Bu Sene İlk Kez 2 Rengi Birden Seçerek; Rose Quartz ve Serenity’i Yılın Rengi Olarak Belirledi.
15
WORK TABLE
İsveç Minimalizmi; Yaşam Alanınızda
İsveç merkezli dizayn stüdyosu Bord Bord; gittikçe genişleyen mobilya koleksiyonuna muhteşem masalar ekliyor. 2014’ten beri beklenen ve tasarımına Camilla Ödmo’nun liderlik yaptığı seri artık üretime geçmiş durumda. Bord Bord’un İsveç’te ürettiği bu ürünler çelik teller ve toz vernik kullanımıyla oluşturulmuş. Çalışmalar daha çok dergilikler ve çalışma masalarından oluşmakta.
16
RÜY TAN DÖN
YALARINIZ ÇOKN GERÇEĞE NÜŞTÜ
Sanatçı: Mikko Lagerstedt
17
Japonya, 1866 Tam İzolasyon Döneminde Bir Fotoğrafçı
K
imsenin gidemediği, kimsenin hakkında hiçbir şey bilmediği bir diyara gitmek. Sanayii devrimi ile hızla modernleşen batıdan yola çıkıp, yıllardır sıkı bir izolasyonla dünya ile iletişimini kesen Japonya’ya girmeyi başaran belki de ilk batılı insan olan Felice Beato; tarihin sayfalarında kaybolacak önemli bir devri kayıtlara geçirdi. Japonya; 1603’te başlayan Edo
18
dönemi ile birlikte dünyaya tam anlamıyla kapılarını kapattı. Ekonomik, kültürel, turistik ya da insani, herhangi bir şekilde dış dünya ile bütün ilişkisini kesti. Bütün limanlarını yabancı gemilere kapattı, onlara “kara gemiler” adını verdi. Kendi içinde iç barışı sağladığı bu dönemde bugün bildiğimiz Japon Kültürü’nün temelleri atıldı. Bunun dışında sıkı bir kast sistemine geçildi, toplum sınıflara ayrıldı.
Bu sırada sanayii çağının başlamasıyla hızla modern hayata geçiş yapan batıdan, Japonya’ya girmeyi başaran Felice Beato, Edo’da rengarenk kimonolar giyen kadınların, çocukların oyuncaklarının, sepet satıcılarının, samuray gruplarının fotoğraflarını çekti ve onları kendi elleriyle renklendirdi. Karşınızda Japonya’nın saklı yıllarının çok nadir fotoğrafları. Yazan: Serkan Cenker
EDO DÖNEMİ 1600 yılında Sekigahara Savaşı olarak bilinen savaşta, Tokugawa Ieyasu‘nun rakiplerini yenerek 1603 yılında Shogun (Orduların komutanı) olması ile başladı ve yaklaşık 250 yıl boyunca da Tokugawa ailesinden Shogunlar Japonya’da hüküm sürdü. O zamana kadar Kyoto’da olan yönetim gelişen Edo’ya (Tokyo’nun eski adı) taşındı. Bu dönemde Japonya dış dünyadan izole oldu, ticaret ve seyahat de dahil olmak üzere dış dünya ile ilişkiler kesildi. Halk resmi olarak sınıflara ayırılmıştı. Samuraylar üst sınıfı oluşturmaktaydı. Onları sırasıyla çiftçiler, zanaatkar, tüccarlar ve en alt kademede ise olarak toplum dışılar (etik olmayan işlerde çalışanlar) takip ediyordu. Kıyafet, saç stili, taşıdıkları aksesuarlara kadar birbirinden ayrılan sınıflar arasında en güçlü, en etkili ve en boş zamanı olanlar da Samuraylardı. Bu dönem Japonya’da “Uzun Barış Dönemi”ni başlattı. Bu dönemde Samuray’lar başta olmak üzere savaştan uzak olan üst sınıf sanat ve felsefe üzerine yoğunlaştı. Japon geleneksel sanatlarının ekseriyeti Edo dönemiyle beraber ortaya çıktı. 19
TAPAS
Ç
ok keyif aldığım ve iştahımı açan bu filmin tanıtımını ilk sıraya almak istedim. Yemek temalı ya da içinde belirleyici tonda yemek konusu geçen filmlerde başlıca aradığım özellik filmin beni iştahlandırması ve meraklandırmasıdır. Bu yüzden film üzerine yazılarım film ekibi, yönetmen ve Google’dan kolaylıkla bulunabilecek tali bilgiler yerine filmde geçen yemeklerden ilginç bulduklarımın tariflerini uygulamalarıyla birlikte paylaşacağım. Elbette dipnotlar ve ilginizi çekecek bazı bilgilerle birlikte. Yazının içeriğinde spoiler içerebilecek kısımlar olabileceği uyarısını da buraya not düşmüş olalım. Filmin ismini aldığı “Tapas” kelimesinin kökeni etimolojik olarak pek belirli değil. Bilinen anlamıyla Tapas, restaurantlarda servis edilen kapaksız içki şişe veya bardaklarının ağzına kapatılan üzerinde genellikle Chorizo denen İspanyol sucuğunun olduğu ekmeklere denir. Daha sonraları bunların çeşidi artmış ve şişe ağzı
20
haricinde ayrı tabaklarla masalara servis edilmeye başlanmıştır. Yani tapas, bir İspanyol meze kültürü olarak ortaya çıkmamıştır. Tıpkı İzmir’de “Fincanda Pişen Türk Kahvesi” gibi. Kahvenin fincanda pişirilmesinin kökeni cezaevlerine dayanır. Uzun uzadıya cezve ile uğraşmak istemeyen mahkumlar direkt olarak fincana kahveyi koyarak ateşin üzerinde pişirmiş, kahvenin lezzeti tatmin edici olunca da yaygınlaşmıştır. Keyifçilikten çok bir zaruriyet durumu. Tapası bulan İspanyol da rekabet ortamında öne çıkmak için mi yoksa içkilerinin içine sinek kaçmasın diye mi yaptı bilinmez ama ne gerekçeyle olursa olsun dünya mutfağına böyle bir kültür armağan edilmiştir. Barcelona’nın banliyö mahallelerinden birinde geçen filmde 3-4 farklı hikaye var. Filmin ana kahramanı Lolo adlı mekanın sahibi Manolo. Mekanın mutfağında çalışan karısı Rosalia’yı eskilerden tanıdığı bir fahişeyle aldatıyor. Zaten film bu sahneyle açılıyor. Manolo, monoton
hayatını ufak seks kaçamaklarıyla ve dükkanında çalışmaya başlayan Çinli aşçı Mao ile renklendirmeye çalışıyor. Süpermarkette çalışan ergenlik döneminde bir gencin, orta yaşı gerilerde bırakmış ve meze dükkanına benzer bir mekanın sahibi dul bir kadınla ilişkisi, iki sevimli ihtiyarın yalnızlıklarıyla kuvvetlenen tutkulu aşkları ve korkuları da filmin diğer hikayeleri. Benim filmden “Lezzet” almamın asıl sebebi ise yeterince lokal bir aromaya sahip olmasıdır. Sahneler; tipik bir İspanyol mahallesinde yerel hızlı yemekler, diyaloglar, sokaklar, davranışlar ve hatta gün yüzü görmemiş küfürler eşliğinde geçit yapıyor. Mahalle esnafı, gençlerin beklentileri, yaşlıların kaygıları, kadınsı güdülerini dizginlemeyen ama muhtemelen muhafazakar olan mahallesine karşı da güç duruma düşmek istemeyen kadın davranışı, alışveriş şekilleri, sabah ve akşam ne yedikleri gibi şeyler de damağınızda nefis bir tat bırakıyor.
Bar Lolo, dört yol ağzı bir yere bakan köşenin başında geniş cepheli bir dükkan. Adamımız Manolo’ya da zaten LOLO diyorlar, bu kelimenin özel bir anlamı var mı bilmiyorum ama kuvvetle muhtemel kendisi mekanının ismiyle müsemma patronlardan. Aslında Manolo şanslı bir adam. Karısıyla birlikte idare edebildiği iyi kazanan bir dükkana sahip, müşterilerini eleme şansı var ve Ağustos’ta dükkanını kapatıp gidebiliyor. Görülen ilk yemek icraatı, meze-nohut dükkanı olan kadının nohut haşlamak üzere koca kazanlarını ayrı ayrı bir çok musluğu açarak doldurmasıydı. Sonrasında Manolo, mutfaktaki karısına buyurgan bir şekilde omlet siparişi veriyor. “Sarmısaklı, balıklı ve patatesli Tortillas.” Aslında İspanyol omleti olarak bilinen Tortillas, zaten patatesle yapıldığından ona “Tortilla de Patatas” derler. Ama burada Manolo hem patatesli hem de tortillas dediğine göre mısır unu ve soğan ana maddeleri olan, opsiyonel olarak patates, mantar, peynir ve deniz ürünü gibi gıdalar eklenen türünden bahsediyor. Tapas‘ta yapılan yemekler; gördüğüm kadarı ile deniz ürünü içeren omletler, tost ve sandviç gibi görece kolay hazırlanan yemeklerdi. İsminin aksine pek de tapas içeriği yoktu. Zaten mekanın geçtiği Lolo bir bar olduğuna göre pek de spesiyal beklememek gerek. Yanda benim yaptığım Tortilla/Frittatta tarzı bir omlet var. Kısa bir şekilde malzemelerini ve hazırlanışını anlatayım. Yazan: Burak Türkyener
Tortilla de Patatas Üç yumurta İki çorba kaşığı mısır unu Bir çorba kaşığı buğday unu Bir orta boy patates Bir baş soğan 2 dilim dil peyniri (opsiyonel) Roka Çekme karabiber, tuz Ön hazırlık olarak bir kapta unları tuz ve çekme karabiber ekleyerek paçal edin ve yumurtaları da ekleyip cıvık bir hamur elde edin. Patatesi rendenin en geniş delikli yüzeyiyle rendeleyin. Soğanları piyaz (yarım halka) doğrayıp zeytinyağında kavurun. Kızgın tavaya önce rende patatesi atıp kavurun. Yanmamasına dikkat edin, yumuşaması ve diriliğini kaybetmesi yeterli olacaktır. Tercihen patatesleri kavuruken tat vermesi ve yumuşamasına yardımcı olması amacıyla bir çay bardağı süt ekleyebilirsiniz. Tabii o sütün tamamen emilmesi ve buharlaşması gerekiyor. Sonra yumurtalı karışımı bunun üzerine ekleyip yüzeyin her tarafına yayın. İki tarafını da ayrı ayrı pişirin ve çevirirken deforme olmasına izin vermeyin. Piştikten sonra üzerine çeşitli garniler ekleyebilirsiniz. Ben dil peynirini şerit halinde kesip ekledim. Roka ve çekme karabiber ile tatlandırdım. Yemeğin omurgasına sadık kaldıktan sonra detayları sizin yaratıcılığınıza kalıyor, biraz da damak zevkinize.
21
SPACE ODDIT
22
TY
Kaynak: Hubble 23
David Bowie g繹zalt覺nda, 21 Mart 1976
24
Watch Astronot Chris Hadfield’dan Space Oddity coverını izlemek için QR code’u kullanabilirsiniz Ground Control to Major Tom Ground Control to Major Tom Take your protein pills and put your helmet on Ground Control to Major Tom (Ten, Nine, Eight, Seven, Six) Commencing countdown, engines on (Five, Four, Three) Check ignition and may God’s love be with you (Two, One, Liftoff) This is Ground Control to Major Tom You’ve really made the grade And the papers want to know whose shirts you wear Now it’s time to leave the capsule if you dare “This is Major Tom to Ground Control I’m stepping through the door And I’m floating in the most peculiar way And the stars look very different today For here am I sitting in my tin can Far above the world Planet Earth is blue And there’s nothing I can do Though I’m past one hundred thousand miles I’m feeling very still And I think my spaceship knows which way to go Tell my wife I love her very much, she knows Ground Control to Major Tom Your circuit’s dead, there’s something wrong Can you hear me, Major Tom? Can you hear me, Major Tom? Can you hear me, Major Tom? Can you hear And I’m floating around my tin can Far above the Moon Planet Earth is blue And there’s nothing I can do.”
25
MArk lanegan Grunge’ın Elli Yaş Hali
26
Listen
K
urt Cobain ve Layne Staley’in kadim dostu, Ron Perlman’ın dublörü olabilecek kadar benzeri. Yaptıkları değerli olsa da garip bir şekilde hala gölgelerdeki insan. Mark Lanegan; müziğin az bilinen mühim şahsiyetlerinden. Mark Lanegan Seattle Grunge’ının bir evladı olmasına rağmen sesinde bira değil viski kokusu aldığınız, sizi hayata karşı sinirlendirmekten çok hüzünlendiren bir tona sahip. Tom Waits’in sesindeki pasını aldığınızı hayal edin. Bukowski gibi yalnızlığın hüznünden ve sokaklardan bahseden bir usluba sahip şarkıcı genel olarak dinleyicilerini depresyondan depresyona sürüklemekte. Kışın iyiden iyiye kendini hissettirdiği bugünlerde evde içtiğiniz kahve ya da viskinin, kış karanlığındaki iş çıkışlarınızın yoldaşı olmaya aday.
DINLEYIN
Kendisi Screaming Trees’in kurucusu ve Queen of the Stone Age’in back vokali olarak tanınsa da solo çalışmalarının kesinlikle atlanmaması gerek.
Come Undone (with Isobel Campbell) Deep Black Vanishing Train Man In The Long Black Coat I’m Not the Loving Kind Come On Over (Turn Me On)
music
27
HAYALLERİNİZİ DİZGİNLEMEYİN RÜYALARINIZ ÇOKTAN GERÇEĞE DÖNÜŞTÜ
28
29
2003 Harley-Davidson Sportster 1200 Custom
Malo / Bueno
“David Borras ve El Solitario; herkesin aynı kıyafetleri giyip, aynı dövmeleri yaptırdığı, aynı şirin custom motorlara bindiği bu yaşadığımız dönemdeki gerçek aykırılar. Daha önce kimse bunun gibi birşey yapmadı. Nokta. Ve bu konuda ne düşündüğünüz de hiç umurlarında değil.” Bu cümleler; motosiklet tarihçisi Paul d’Orleans’ın El Solitario’yu kendi kelimeleriyle anlatışı. Karşımızda bir 2003 Harley Davidson Sportster 1200 var. Gece gibi siyah, 30
sert hatlı ve gürültülü. Adı “Malo/ Bueno” yani “Kötü/ İyi”. Yaratıcıları bu ismi verirken uzaktan bakıldığındaki hırçın görünümü ve kullanana karşı yumuşak huyluluğunu refere etmişler.
Sportster müthiş bir işçilikle boyanmış ve bütün metal işleri tamamen çekiçle şekillendirilmiş, adeta bir ortaçağ silahı gibi. Hava filtresine kadar herşey siyah. Koltuk ve elcikler inanılmaz bir deri işçiliğine sahip. Bu motoru bir şövalyenin zırhlara bürünmüş atından
ayıracak gerçekten çok az nokta var. Bütün bu işçiliğe rağmen “Molo/ Bueno” bir sergi motoru değil. Üretildiği andan itibaren uzun bir yolculuğa hazır. David “Çünkü böyle olmalı” diyor”Biz vitrin motorları üretmiyoruz. Sayısız saatlerimizi harcadığımız bu alet bir süs değil. Bu tam da bir motosikletin varoluş amacı; özgürleşmek için var ve bizim üretimdeki amacımız bu.
31
İnsanlar Peder Samaan’a ruhani alanda ve ilahiyat konusunda kendi rehberleri gözüyle bakıyorlardı; çünkü Peder Samaan, affı mümkün günahlar konusunda da, büyük günahlar konusunda da derin bilgilere sahip bir otorite, başlı başına bir kaynak olmanın yanında, bir de Cennet, Cehennem ve Araf’ın sırları hakkında konuşmaya bir başladı mı su gibi akıp duran bir allameydi. Peder Samaan’ın Kuzey Lübnan’da görevi bir köyden ötekine yol teperek, vaaz verip, insanlara günahın yol açtığı ruhani çöküntüler için şifa götürmek ve onları Şeytan’ın korkunç tuzaklarından kurtarmaktı. Muhterem Peder, Şeytan’la bitmeyen bir savaş içindeydi, kısacası. Fellahlar bu kilise adamına büyük değer verir, abartılı bir saygı gösterirlerdi. Onun öğüt ve dualarını altın ve gümüş para karşılığı almak konusunda her zaman biraz sıkıntı çekseler de, her hasat mevsiminde ona ürünlerinin en iyilerini armağan etmekten geri durmazlardı. Güz vakti bir akşam, Peder Samaan uzakça bir köye doğru, dağ bayır aşarak yürürken, yolun kenarında, bir çukurdan gelen ıstıraplı bir feryat ve ardından inlemeler işitti. Durup sesin geldiği yana baktı ve orada çukurda iç çamaşırlarıyla yatan bir adam gördü. Adamın, derince yaralarından çıkan kan, başına ve göğsüne sızıyordu. Acı içinde inliyor, binlerini yardıma çağırıyordu, “Kurtarın beni, acıyın, yardım edin bana, ölüyorum.” Peder Samaan şaşkınlıkla baktı acı çeken adama ve kendi kendine, “Bir hırsız olmalı bu,” dedi. “Muhtemelen gelip geçeni soyuyordu ama son seferinde başarısız oldu demek ki. Ve soymak istediği yolcu yaraladı onu. Ölürse, onun canını almakla suçlanabilirim; neme lazım, burada durmamalıyım.”Papaz durumu böyle değerlendirerek, yoluna devam etmek istedi. Fakat ölmek üzere olan adam seslenerek durdurdu onu, “Bırakma beni, ne olur! Ölüyorum!” Bunun üzerine Peder durumu tekrar değerlendirdi ve içinde ona yardım etme yönünde bir istek duymadığı için gizli bir utançla yüzü sarardı. Dudakları titremeye başladı, fakat yine kendi kendine, “Issız yerlerde serseri serseri dolaşan şu kaçık insanlardan biri olmalı, bu. Yaralarının görünüşü korku veriyor bana. Ben, bu halimle, ne yapabilirim ki onun için? Esasen, ruhani bir hekimin böyle bedeni yaraları olan biri için yapabileceği pek bir şey yoktur.” Peder Samaan yine yola koyulup birkaç adım attı ama yaralı adam onun arkasından, soluğunu zorlukla toplayarak, kayaların bile içini eritecek bir sesle yalvardı, “Yaklaş bana, ne olur!” dedi, “Biz çok eski dostuz seninle. Sen, iyi çoban, Peder Samaan’sın. Ben de ne bir hırsızım, ne de bir kaçık. Yanıma gel ve beni bu ıssız yerde ölüme terk etme. Yaklaş, sana kim olduğumu söyleyeceğim.”Peder Samaan yaralı adama yaklaştı, diz çöktü ve dikkatle adamın yüzüne baktı. Adamın yüzünde gördüğü birbiriyle çatışan çizgiler, tanıdığı birini hatırlatmıyordu ona. Bu yüzde zeka yanında kurnazlık, güzellik yanında çirkinlik, gaddarlık yanında yumuşaklık okunuyordu. Ayakları üzerinde sertçe doğrulurken, “Peki, kimsin sen?” diye sordu ona.Ölmek üzere olan adam, baygın bir sesle, “Benden korkma, Peder,” dedi, ‘‘çünkü, dediğim gibi, biz çok eski ve sıkı iki dostuz seninle. Kalkmama yardım et ve beni yakındaki dereye götür; orada mendilinle ya da fanilanla yaralarımı temizle.” Peder üsteledi, “Söyle bana, kimsin sen? Tanıyamadım seni. Daha önce görüp görmediğimi de hatırlamıyorum.”Yaralı adam can çekişir gibi ıstıraplı bir sesle, “Kim olduğumu biliyorsun benim!” diye cevap verdi, “Bin defa gördün beni ve her gün konuşuyorsun benimle. Ben senin için kendi hayatından daha değerliyim.”Peder azarlayarak onu, “Yalancı sahtekarın tekisin sen!” dedi, “ölmek üzere olan bir adam gerçeği söylemelidir. Hayatım boyunca bir tek kere bile görmüş değilim, senin o günahkar yüzünü. Şimdi söyle bana, kimsin sen? Yoksa fena olacak, kalan canından da olacaksın.”Bunun üzerine, yaralı adam papaza doğru yavaşça, ama iyice yaklaşarak, onun gözlerinin içine baktı; dudaklarında garip, gizemli, biraz da alaycı bir tebessüm, sakin, kendinden emin, derinden gelen bir sesle, “Şeytanım ben.” dedi.Bu meşum, uğursuz sözcüğü işitince, Peder Samaan, vadinin her köşesinde yankılanan korkunç birçığlık attı. Sonra karşısındaki figüre iyice bakınca, o zaman fark etti ki, garip, ürkütücü, grotesk çarpıklığıyla, ölmek üzere olan bu adamın görünüşü, köy kilisesinin duvarına asılı Şeytan tasviriyle tıpa tıp örtüşüyor. Peder rkildi ve nefretle haykırarak, “Tanrı bana senin bu cehennemlik yüzünü gösterdi ve böylece edebileceğim kadar nefret etmemi sağladı senden; lanet olsun sana sonsuza kadar! Yoldan çıkan kuzu çoban tarafından telef edilmelidir ki, öteki kuzuları da yoldan saptırmasın!”Şeytan, “Acele etme, Peder,” diye karşılık verdi, “acele etme ve akıp giden zamanı bu boş lakırdılarla boşa harcama. Yaklaş ve Hayat, bedenimi terk etmeden önce yaralarımı kapat.” Rahip, sert ve kesin konuştu, “Her gün Tanrı’yı yüceltmek, O’na yakarmak için göğe çevrilen bu eller, cehennem ateşinden yaratılmış bir bedene asla dokunmayacak. Çağların laneti, insanlığın çağlar boyu biriken hıncı ve nefreti altında ezilerek geberip gitmelisin sen. Çünkü insanlığın düşmanısın sen. Çünkü tüm erdemleri yok etmek, kendi ağzınla ikrar ettiğin tek amaç, senin için.” Şeytan sıkıntı ve ıstırap içinde kımıldadı, dirseğine dayanıp hafifçe doğrularak, “Ne söylediğini bilmiyor, şu an kendine karşı işlediğin suçu anlamıyorsun,” dedi. “Şimdi iyi dinle beni, başıma gelenleri anlatayım sana. Bugün bu ıssız vadide yürüyordum. Buraya vardığımda, bana saldırmak için göklerden bir grup melek indi ve amansızca saldırdı bana. İçlerinde, elinde iki yanı da kıldan keskin, ağır, ışıl ışıl bir kılıç taşıyan biri olmasaydı, hepsini saf dışı bırakabilirdim. Bu ışıl ışıl kılıca güç yetiremedim.” Şeytan bir an sustu ve elini yumruk yaparak böğründeki derin yaraya bastırdı. Sonra devam etti, “Mikail oldu ğunu düşündüğüm bu silahşor melek tam bir gladyatör ustalığı sergiliyordu. Uygun bir yere kendimi bırakıp ölü numarası yapmasaydım, hunharca parçalayıp işimi bitirecekti.”Gözlerini göğe kaldıran Peder, muzaffer bir sesle, “Tanrım,” diye yakardı, “İnsanlığı bu anetli düşmanından kurtaran Mikail’in adı kutlu olsun, yücelsin göklerde!”Şeytan buna karşı çıktı, “Benim İnsanlık için beslediğim küçümseme hissi, senin kendine karşı duyduğun nefretten daha büyük değil. Hiç de seni kurtarmak için gelmiş olmayan Mikail’i kutluyorsun. Ama ben yenik düştüm diye, daha önce de, şimdi de senin huzur ve mutluluğunun kaynağı olduğum halde, beni lanetliyorsun. Beni kutlamıyor, hamiyetinin dışında tutuyorsun, ama benim gölgemde yaşıyor, benim gölgemde yükseliyorsun. Benim varlığımı kendi mesleğin, kariyerin için bir bahane, bir dayanak ve silah olarak benimsedin ve ismimi, bir rahip olarak yapıp ettiklerin için bir doğrulama, kesinleme olarak kullandın başından beri. Benim geçmişim, şimdimi ve geleceğimi de zorunlu kılmıyor mu senin için? Amaçladığın miktarda servet birikimine ulaştığını mı düşünüyorsun? Sana inananlardan, seni izleyenlerden, benim hükümranlığımı tehdit olarak gösterip daha fazla altın ve gümüş çıkarmanın artık imkansız olduğunu mu düşünüyorsun yoksa?“Ben ölüp gidersem eğer, senin de açlıktan öleceğini anlayamıyor musun? Bugün öldüğümü kabul edersen, yarın ne yapacaksın, peki? Benim ismim unutulup giderse, hangi mesleği, hangi sanatı izleyeceksin? Onlarca yıldır bu köylerde dolaşıyor ve insanları benim elime düşmemeleri konusunda uyarıyorsun. Bir araya getirebildikleri üç beş dinarla ve emeklerinin ürünüyle senin öğütlerini, önerilerini satın alıyor yoksul insanlar. Lanetli düşmanlarının artık var olmadığını öğrenirlerse, yarın ne satın alacaklar senden? Ben ölürsem, senin işin de ölüp gider benimle birlikte. Çünkü o zaman insanlar, kendilerini günaha sürükleyen ayartıcı dürtülerden kurtulmuş olurlar. Bir kilise adamı olarak, kilisenin, kendi varlığını, düşmanının, yani şeytanın varlığına borçlu olduğunu görmüyor musun? Bu çok eski çelişki değil mi, gizli bir el gibi, inananların cebinden altın ve gümüşü alıp, bir daha çıkmamak üzere vaizlerin ve misyonerlerin çıkınlarına aktaran? Öyleyse, sana prestijini, kiliseni, evini ve geçim kaynağını kesinlikle kaybettireceğini bile bile, benim burada ölüp gitmeme nasıl izin verirsin?”Şeytan bir anlığına sustu; küçülmüşlük, aşağılanmışlık hissi, yerini cüretkar bir özgüvene bırakmıştı. “Peder,” diye devam etti, “gururlu, fakat cahil bir adamsın. Sana biraz inancın tarihinden söz edeceğim ve sen orada bizim, ikimizin varlığını birleştiren ve senin bilincini benim var oluşumun bir uzantısı olarak yaratan gerçeği göreceksin.“Zamanın başlangıcında, hayatın ilk anlarında, insanoğlu güneşin karşısında dikildi, kollarını uzatıp şunları söylemek için ilk defa bağırdı, ‘Göğün ötesinde büyük, sevgi dolu ve cömert bir Tanrı var.’ Sonra insanoğlu yarım daire çizip arkasını ışığa döndü ve yerde kendi gölgesini görür görmez, ‘Yerin derinliklerinde, kötülükten hoşlanan kapkaranlık bir ifrit var,’ diye bağırdı. Ve çağlar birbiri peşinden akıp geçerken, insanoğlu, birini kendisini arındırıp yücelttiği için kutsallaştırdığı, diğerini onu korkutup ürküttüğü için lanetlediği iki güç arasında var oldu hep. Fakat kutsallaştırmanın ve lanetlemenin anlamını hiçbir zaman tam olarak kavrayamadı. Çiçek açıp geliştiği yaz mevsimiyle, üşüyüp titrediği kış mevsimi arasında kalan bir ağaç gibi iki uç arasında kaldı hep.“İnsanoğlu, bilgi ve anlayış olarak gelişip de, uygarlığın şafağına eriştiğinde, bir beşeri birlik, bütünlük biçimi olarak aile doğdu. Sonra kabileler oluştu ve emek, yetenek ve eğilimler işbirliği için örgünleştirilmeye başladı. Kabilenin bir kolu toprağı işlemeyi, diğeri barınak yapmayı, bir başkası giyim kuşam üretmeyi, bir başkası avcılığı vb üstlendi. Derken kehanet mesleği yüzünü gösterdi yeryüzünde. Kendisine gerçek bir ihtiyaç ve zorunluluk duyulmadan, insanoğlunun icat ettiği ve benimsediği ilk meslek budur.”Şeytan yine bir an sözlerine ara verdi ve şen kahkahası boş vadide yankılandı ama kahkahası aynı zamanda ona yaralarını hatırlattı ve acıyla inleyerek elini hemen böğrüne götürdü yine. Kendini biraz toparladı ve sözüne devam etti, “Kehanet ortaya çıktı ve hızlı bir biçimde yayıldı yeryüzünde.“Teşekkül eden ilk kabilede, kendisine La Wiss denen bir adam vardı. Bu ismin kaynağı hakkında bir bilgim yok benim. Zeki bir yaratıktı, fakat aşırı derecede tembel biriydi. Toprağı işleme işinden de, barınak inşa etme işinden de, sürü otarmak gibi bedensel emek ve çaba gerektiren işlerden de nefret ediyordu. Ama yiyecek, o çağlarda sıkı bir çalışma ortaya konmadan elde edilemediği için, sonradan La Wiss adını alacak kişi geceler boyu aç yatmak zorunda kalıyordu.“Bir yaz akşamı, kabilenin üyeleri kabile reisinin kulübesi önünde toplanmış, o günkü işler hakkında konuşarak yatma vaktini belderken, bir adam ansızın ayakları üzerinde doğrulup eliyle gökteki ayı işaret ederek bağırdı ve ‘Gece Tanrısı’na balan!’ dedi, ‘yüzü nasıl da karanlık ve güzelliği nasıl yitip gitmiş; gök kubbede asılı duran siyah bir taşa dönüşmüş!’ Başlarını kaldırıp göğe bakan kabile üyelerinden çoğu, sanki karanlığın eli uzanmış da onların yüreğini avuçlamış gibi, korku içinde bağırıp titremeye başladılar. Çünkü Gece Tanrısı yavaş yavaş siyah bir topa dönüşürken, yeryüzünün parlak yüzünü de değiştiriyor, dağları ve vadileri onlarının gözleri önünde siyah bir örtünün altında görünmez hale getiriyordu“İşte bu anda, bir ay tutulmasını daha önce gözlemlemiş ve bunun oluş sebebini kaba hatlarıyla anlamış olan La Wiss, bu fırsatı olabildiğince iyi değerlendirmek için öne çıktı. Kalabalığın ortasında dikilerek elini göğe doğru kaldırdı ve güçlü bir sesle onlara seslendi, ‘Diz çökün ve yakarın; Karanlığın Kötü Tanrısı, Işık Saçan Gece Tanrısı’yla girdiği boğuşmada yenik düşsün. Eğer Kötü Tanrı onu yenerse, hepimiz mahvoluruz. Fakat Gece Tanrısı tepelerse ötekini, o zaman kurtuluruz. Yakarın ve tapının şimdi. Toprakla sıvayın yüzlerinizi. Gözlerinizi kapayın ve başınızı göğe kaldırmayın; çünkü bu iki Tanrı’nın kavgasına tanık olan kişi aklını ve gözlerini kaybedecek, hayatı boyunca kör ve deli olarak kalacak. Başlarınızı yere eğin ve bütün kalbinizle Gece Tanrısı’nın, bizim de ebedi düşmanımız olan Kötülük Tanrısı’na üstün gelmesini dileyin!’“La Wiss, konuşmasını, kendi uydurduğu, daha önce kimsenin duymadığı birtakım gizemli, şifreli sözcüklerle de süsleyerek böylece sürdürdü. Kurnazca hazırlanmış aldatmacalardan sonra güya ay eski parlaklığına kavuştu. Bunun üzerine La Wiss sesini daha öncekinden daha da yükselterek, buyurgan bir vurguyla, “Şimdi ayağa kalkın ve kötücül düşmanına karşı zafer kazanan Gece Tanrısı’na bakın! Yıldızlar arasındaki yolculuğuna artık güvenle devam ediyor. Şu bilinsin ki, o, sizin yakarmalarınızın yardımıyla Karanlığın Şeytanı’na üstün geldi. Bundan çok hoşnut olduğu için de, bakın eskisinden daha çok parıldıyor şimdi.’“İnsanlar başlarını yukarı kaldırıp baktılar ki, ayın yüzü gerçekten apaydınlık. Korkulan yatıştı, kafalarındaki karışıklığın yerini neşe aldı. O zaman dans etmeye, şarkı söylemeye, kalın çubuklarla metal levhalara vurarak ritmik sesler çıkarmaya başladılar ve vadileri çıkardıkları gürültü patırtıyla, çığlık ve şarkılarla doldurdular.“O gece kabile reisi La Wiss’i yanına çağırdı ve ona, ‘Bugün sen daha önce kimsenin yapmadığı bir şey yaptın, içimizden kimsenin bilmediği, anlamadığı gizli bilgilere sahip olduğunu gösterdin. Halkımın arzusuna uyarak, bundan böyle kabilemizde benden sonra en yüksek konumu elinde tutan kişi olacaksın. Ben kabilenin en güçlü adamıyım, sen de en bilge ve bilen adamısın. Sen halkımızla Tanrılar arasında aracısın ve Tanrıların istek ve eylemlerini açıklayacak, bize onların sevgi ve kayrasını kazanmamız için neler yapmamız gerektiğini öğreteceksin.’“Ve La Wiss kurnazca güven vererek ona, ‘İnsan Tanrı’nın bana gökçe rüyalarımda bildirdiği her şeyi uyandığımda size aktaracağım. Onunla sizin aranızda aksamayan bir haberleşme sağlayacağım. Bu konuda bana güvenebilirsiniz.’ dedi. Kabile reisi La Wiss’a güvendi ve ona iki at, yedi inek, yetmiş koyun ve bir o kadar da kuzu bağışladı. Ve, ‘Kabile üyeleri senin için büyük, sağlam bir yapı inşa edecekler. Biz de sana her hasat mevsiminde yeterli bimiktar ürün vereceğiz ki, onurlu ve saygın bir Üstad olarak yaşayabilesin,’ diye söz verdi ona.“La Wiss ayağa kalktı ve ayrılmak için izin istedi, fakat kabile reisi onu durdurdu ve ‘Senin bu İnsan Tanrı dediğin de kimdir, nedir?’ diye sorarak ekledi, ‘Bu cüretkar Tanrı kimdir ki, yüce Gece Tanrısı’yla güreşmeye cesaret ediyor? Daha önce hiç düşünmemiştik böyle bir Tanrı’nın varlığını.’ La Wiss alnını sildi ve ‘Benim değerli efendim,’ diye cevap verdi, ‘çok eski zamanlarda, insanın yaratılışından önce bütün Tanrılar, yıldızlı göklerin ötesindeki yukarı dünyada hep bir arada barış içinde yaşıyorlardı. Tanrıların Tanrısı hepsinin babasıydı ve ötekilerin bilmediği şeyleri biliyor, onların yapamadığı şeyleri yapabiliyordu. Evrensel yasaların ötesinde var olan, kendine sakladığı gizli gökçe sırları vardı. On ikinci çağın yedinci döneminde, Büyük Tanrı’dan nefret eden Bahtaar’ın ruhu başkaldırdı ve babasının karşısına dikilerek, ‘Evrenin sırlarını ve yasalarını bizden gizleyerek, bütün yaratıklar üzerindeki büyük hükmetme gücünü niçin, sadece kendi elinde tutuyorsun?’ diye sordu ona. ‘Biz senin çocukların değil miyiz? Sana inanıyor ve büyük kavrayış ve sürekli var olma gücünü seninle paylaşıyor değil miyiz?’“Tanrılar Tanrısı bu küstahlık karşısında öfkelendi ve ‘En büyük gücü, en büyük hükmetme yetkesini ve en temel sırları her zaman kendime ayıracağım,’ dedi,çünkü ben Başlangıç ve Son’um.’“Bahtaar, ‘Bilgini, sırlarını ve gücünü benimle paylaşmadığın sürece ben de, benim çocuklarım da, çocuklarımın çocukları da sana karşı hep başkaldırı durumundalacağız!’ dedi. Bunun üzerine, Tanrılar Tanrısı, göklerin üstündeki tahtından ayağa kalktı, bir eline kılıcını aldı, öteki eliyle güneşi kalkan gibi kavradı ve evrenin her köşesinde yankılanan bir sesle, ‘İn aşağı bakalım,diye gürledi, ‘isyankar kötü ruh seni, karanlık ve sefaletin hüküm sürdüğü o en aşağı ve tatsız dünyaya defol git! Orada sürgünde olacaksın; güneş kül olup tükeninceye, yıldızlar parça parça olup dağılıncaya kadar oradaalacaksın!’ İşte o saat, Bahtaar yukarı dünyadan, kötü ruhların yaşadığı aşağı dünyaya indi. Ve orada, bundan böyle babasını ve kardeşlerini seven, onlartapınan her ruhu tuzağa düşürerek, babasıyla ve kardeşleriyle hep savaş halinde olacağı konusunda Hayat’ın sırları üzerine yemin etti.’“Kabile reisi bunları dinlerken, alnı kırıştı, yüzü asıldı. ‘Demek, Kötücül Tanrı’nın adı Bahtaar, öyle mi?’ diye sordu. La Wiss, ‘O yukarı dünyadayken adı Bahtaar’dı; amaaşağı dünyaya inince birbirini izleyen çağlarda, sırayla, Baalboul,Satanail, Balial, Zamiel, Alınman, Mara, Abdon, Devil ve sonunda Satan adını aldı. En ünlü olanı da bu, Satan adıdır.’“Kabile reisi, rüzgarda kuru dalların hışırdamasını andıran titrek bir sesle ‘Satan’ ismini birkaç defa tekrarladı; sonra, ‘Peki, bu Satan, Tanrılardan nefret ettiği kadar, neden, insandan da nefret ediyor?’ diye sordu.“La Wiss, bunu hemen şöyle cevapladı, ‘İnsandan nefret ediyor, çünkü insan, bu Satan’ın kardeşlerinin ve kuzenlerinin soyundan geliyor.’ Şef, hemen atıldı, ‘O zaman, demek ki, Satan insanın kuzeni!’ Biraz şaşkınlık ve bıkkınlık karışımı bir sesle, ‘Evet, Reis,’ diye karşılık verdi, La Wiss, ‘fakat o aynı zamanda, onların, günlerini sefaletle, gecelerini de korkulu rüyalarla dolduran en büyük düşmanları. Fırtınayı onların derme çatma kulübelerine yönlendiren, ekinlerine kuraklık ve kıran düşüren, kendilerine ve hayvanlarına hastalık bulaştıran hep o. Kötü ve güçlü bir Tanrı’dır o; biz mutluysak, o yas tutar; bir kederliysek, o, bundan sevinç ve neşe duyar. Onun kötülüklerinden sakınmak için, onu çok iyi tanımalı ve onun karakteri hakkında yeterince bilgilenmeliyiz ki, onun tuzaklarına düşmeyel.’“Reis başını kalın asasına yasladı ve fısıltıyla, ‘Evlerimizin üzerine fırtınaları salan, bize ve sürülerimize salgın hastalıkları musallat eden bu yabancı gücün sırlarını senden öğrenmiş oldum, böylece,’ dedi. ‘Benim onun hakkında senden öğrendiğim her şeyi kabile üyeleri de öğrenecek ve La Wiss, onları, güçlü düşmanları hakkında bilgilendirerek kötülükten uzak durmalarını sağladığı için yüceltilecek, onurlandırılacak ve saygıyla anılacak.’“La Wiss, sergilediği zeka ve beceriden ötürü mutlu, yarattığı fantezi ve benlik doyumuyla sarhoş bir halde Kabile Reisi’nin yanından ayrıldı, kendi kovuğuna gitti. İlk zamanlar, kabilede La Wiss dışında, Kabile Reisi de dahil, herkes geceleri yataklarında korkunç hayaletlerle, hortlaklarla dolup taşan ve onları çığlıklarla uykularından dışarı atan karmakarışık rüyalar gördüler.”Şeytan konuşmasına burada kısa bir ara verince, Peder Samaan şaşkınlık ve ürküntü içinde ona baktı ve gözlerinde bir ara Ölüm’ün meşum bakışı belirir gibi oldu. Sonra Şeytan, bıraktığı yerden sözlerine devam etti, “İşte böylece göklerin saltanatı yeryüzüne indi ve benim varlığım da onun tezahürüne yol açan başlıca amil olmuş oldu. Bir meslek olarak benim gaddarca ve dizginsiz ayartıcılığımı benimseyen ilk kişi La Wiss’ti. La Wiss öldükten sonra, bu iş onun çocuklarının eliyle sürdürüldü, yaygınlaştı ve giderek dört başı mamur ruhani bir meslek halini alıncaya kadar gelişti. Derken, bilgiyle incelmiş, gelişmiş zihinlerce de, ruhen soylu ve seçkin olanlarca da, kalben arı, duru insanlarca da, hayalhanesi geniş olanlarca da izlenir, benimsenir oldu.“Babil’de, bana karşı kavga veren rahibin önünde, insanlar, tapınma sırasında dini teraneleriyle yedi defa eğilirlerdi.Ninova’da, benim en girift sırlarımı bildiğini iddia eden kişiye, Tanrı’yla insanlar arasındaki altın halka olarak bakarlardı. Tibet’te, benimle güreşen kişiyi, Güneş’in ve Ay’ın Çocuğu olarak çağırırlardı. Biblos’ta, Efes’te ve Antioch’ta çocuklarının hayatını adarlardı benim düşmanlarıma. Kudüs’te ve Roma’da, benden nefret ettiğini ve bütün güçleriyle bana karşı savaştıklarını iddia eden kimselerin ellerine bırakırlardı insanlar, hayatlarını.“Güneşin altındaki her şehirde, her ülkede dinsel eğitimin odağında benim adım bulunur. İnsanların benimle ilgili takıntıları olmasaydı yahut rahipler bu takıntıyı yerleştirmek istemeseydi insanların içine, ne tapınaklar inşa edilirdi, ne kuleler, ne de saraylar yükseltilirdi. İnsanda kararlılık ve azim yaratan cesaretim ben. Düşüncede özgünlüğün peşine düşen cesaretin kaynağıyım ben. İnsanın elini olduğundan daha uzun, daha kavrayıcı, daha güçlü ve kıvrak kılmak için o ele monte edilen büyük elim ben. İnsanlardan birinde bitince ondan sonrakinde, babada bitince oğulda devam eden Şeytan’ım ben. İnsanların, kendilerini
32
e
a e t ü
e u
i
.
m u k a
, ü
u m , n p p
i
ı i e z n
ü
n
l
ı
ı n a
Fear of Terrorism Sanatçı: Keith Fenley
e ü a
a
a u
i n
33
34
YING VE YANG’DEN ANIMUS VE ANIMA’LARA
Y
ing ve Yang; Uzakdoğu felsefesinde evrendeki diyalektik kutupluluğu gösteren karşıt çifttir. Ying, koyu renkle sembolize edilerek; kadın, ölüm, ay, gece, hava, su gibi kavramları temsil ederken; Yang beyazdır ve erkeği, ateşi, suyu, yenilenmeyi, yaşamı ve aydınlığı temsil eder. Ying ve Yang bir araya gelerek Tao’yu yani yolu meydana getirirler. Evrendeki her şey bu iki enerjinin bir araya gelmesinden meydana gelmiştir. Ying ve Yang’ın içerisinde de aynı zamanda küçük karşıt renkli daireler mevcuttur. Bunun anlamı her kutbun zıt olanı potansiyel olarak içinde barındırmasıdır. Başka bir deyişle; her dişi enerjinin içerisinde bir eril enerji, her eril enerjinin içerisinde de bir dişi enerjisi vardır. Diğer bir tarafta, binlerce yıl öncesine dayanan bu “Ying Yang Felsefesi” modern psikolojinin kurucularından olan Carl Gustov
Jung’un Analitik Teorisi’nde de karşımıza çıkmaktadır. Jung’a göre tarihin başından itibaren insanların ortak bir bilinçdışı vardır ve bu bilinçdışı da nesilden nesle aktarılmıştır. İnsanın doğuştan, hiçbir deneyim kazanmadan atalarından miras aldığı ruhsal kalıtımla edindiği modellere de “Arketip” adını vermiştir. Bu arketiplerin Ying ve Yang ile birleşenleri Anima ve Animus’tur. Başka bir deyişle; kadında erkek benliği olan Animus var iken erkekte kadın benliği olan Anima vardır. Lao Tzu bunu; “ Tek başına Yang doğamaz ve tek başına bir Yang büyüyemez” diye açıklamıştır. Kadındaki animusda erkekteki animada bir ahenk içerisinde olmalıdır. Zıtlıkların birliğinden çok birlikteliği ahengi oluşturan en önemli etkendir. Animus ve Anima dengede olduğunda değişim ortaya çıkar ve enerjileri birbirini tamamlar. Bu denge aslında en ilkel yaradılış düzeni içerisinde tasarlanmıştır.
Günümüze baktığımızda, sanayi devrimiyle birlikte kadınların daha fazla iş gücünün içerisinde olması, modern toplumlarda kadın ve erkeğin ruhani olarak daha çok birbirine benzemeye başlamalarına sebebiyet vermiştir. Her geçen gün dişinin içerisindeki animus arttıkça, erilin içerisindeki animada aynı oranda artmaya başlamış ve bireylerin içsel dengeleri dengesizleşmeye doğru gitmiştir. İçsel dengede olmak sağlıklı bir ruhun en önemli besin kaynağıdır. Her iki enerjinin de, arketipin de aşırı uçlarda olması bütünlüğe zarar verir ve dengede olmalıdır. Yapılması gereken iki enerjinin de dengeye getirilmesidir. Biri diğerinden daha üstün ya da daha iyi değildir. Ying ve Yang’in birbirini tamamladığı gibi Animus dişi benliği animada eril benliği tamamlar. Gerçek olan dengedir. Dengede olabilmek içinde önce bilmek, sonra fark edip bunu farkındalığa dönüştürmek gerekmektedir. Yazan: Hüma Ünsal
35
36
Día de los Muertos Kağıttan Ölüler Yaratımı Sofya’lı sanat öğrencisi Tsvetislava Koleva’nın , Meksika’nın meşhur tatili “Ölüler Günü”nden ilham alarak yarattığı “Día de los Muertos” koleksiyonu günümüzde gittikçe daha da meşhur hale gelen “Paper art”ın çok iyi bir örneği. Materyal olarak sadece kağıdı kullanan ve tasarım süresince birçok farklı tarz ve kombinasyonları koleksiyonuna uygulayan sanatçının eserleriyle sizi başbaşa bırakıyoruz. Diğer işlerini de incelemek isterseniz: behance.net/ TsvetislavaKoleva sayfasına bir gözatın deriz.
37
38
39
Passıon planner Her Gün Bir Şeyler Başaracak Kadar Değerlidir
B
eni tanıyanlar defterlere olan ilgimi bilir. Bir kitabı sormaya girdiğim mağazadan o kitapla birlikte üç dört defterle çıkarım. İçi, dışı, malzemesi, kağıdın kalitesi, kapağında ne yazdığı gibi şeylerden biri bana göz kırpar ve ben de onları sıra sıra kahve içmeye götürüp yapacaklarımdan, yaptıklarımdan, hayallerimden, fikirlerimden, planlarımdan filan bahsederim. Çok iyi sır tutarlar, sağlam hatırlatıcıdırlar... Bir gün “kickstarter.com”da kim neler yapmış diye bakınırken bu kadar değişik şeyin arasında ilginç defterlerin de olabileceği aklıma geldi. Arama kısmına “notebook” yazdıktan sonra uzunca bir süre düşündüm, banka hesabımı kontrol ettim; zira işler çığırından çıkabilirdi. Beni çekerek mağazadan dışarıya çıkaracak ya da “bunları da sonraki gelişimizde alırsın” diyecek bir arkadaşım yoktu yanımda. Almayıp da sadece bakacağıma dair kendime söz vererek “Enter”a bastım ve bol bol yeni sekme açtıktan sonra defterleri incelemeye başladım. Sekmeleri yavaş yavaş kapatırken (zor beğenirim) onu gördüm: Passion Planner. Görmemek imkansızdı! 10 bin dolarlık yatırım desteğine 4 saatte ulaşmış ve desteklenme süresinin sonuna kadar
40
658.438 dolar yatırım desteği alan bir girişimden söz ediyorum burada. Adından da anlaşılacağı gibi Passion Planner; tutkularınızı, isteklerinizi, amaçlarınızı gerçekleştirmek üzere yazabileceğiniz bir plan defteri/ ajanda. Sizi öyle güzel motive ediyor, öyle güzel yönlendiriyor ki bir şeyler yapmasanız bile yapmak isteyebilirsiniz. Aslında tercihimi bembeyaz sayfalardan yana yaparım, kimsenin neyi, nereye, ne kadar büyüklükte, hangi açıyla yazıp çizeceğime karışmasını istemem; ama Passion Planner öyle bir yapıya sahipti ki bana ne yapacağımı söyleyen alanlarla (bir alan hariç) dolu olmasına rağmen bana çok fena göz kırptı. Passion Planner’ı nasıl kullanacağınızı anlamak için biraz İngilizce bilmek gerekiyor fakat endişelenmeyin mantığını kavradıktan sonra her şey daha da kolaylaşacaktır. İşleri daha da kolaylaştırmak için size bana sadece göz kırpmayıp beni parmağıyla çağıran bu defterin nasıl çalıştığını anlatayım. Haftalık çizelgenizin sağ ve sol sayfada otuz iki dişini birden göstererek güldüğünü ve gözlerini
kapatarak “Bunları kendin için yapman gerekiyor dostum.” dercesine başını aşağı yukarı salladığını düşünün. Defterin genelini oluşturan haftalık çizelgelerin bulunduğu sayfalarda o hafta yoğunlaşmanız gereken şey(ler)i size hatırlatan “THIS WEEK’S FOCUS” kutucuğu, o hafta olan iyi şeyleri yazabileceğiniz “GOOD THINGS THAT HAPPENED” kutucuğu, size ilham verecek sözlerin söylendiği ve bir görevin verildiği alanla birlikte kişisel yapılacaklar listeniz “PERSONAL TO-DO LIST” ve iş listenizin “WORK TO-DO LIST” olduğu kutucuklar da var. Sağ sayfada ise “SPACE OF INFINITE POSSIBILITY” diye bir alan var, orası tamamen size ait. Oraya ne isterseniz yazıp çizebilirsiniz. Passion Planner’ı daha fazla incelemek, satın almak, ücretsiz olarak kullanmak ve CEO’su Angelia Trinidad’ın başarı hikayesini okumak için www.passionplanner. com sitesini ziyaret edebilirsiniz. Son olarak: İyi yaptığınız şeyleri onlar mükemmel olana kadar yapmaya devam edin.
Yazan: Caner Tepikoğlu
41
www.645dukkan.com 42
Tüm İnsanlık TEK KAREDE
M
ichael Collins adlı astronot bu fotoğrafı 1969’da çekti. Fotoğrafta; öndeki mekikte rotalarını hesaplayan Neil Armstrong ve Buzz Aldrin da dahil olmak üzere yaşamış ve yaşayan bütün insanlık var, kadrajda olmayan tek kişi Michael Collins. O tarihte henüz doğmamış bile olsanız, bilin ki sizi oluşturan bütün partiküller bu fotoğrafın içinde.
43
BANKSY İSTANBUL’DA Ama Banksy’nin Haberi Yok
Sokak sanatının kutsal kasesi Banksy İstanbul’da. Yıllardır İngiltere’den Filistin’e kadar uzanan geniş bir coğrafyada habersizce boyadığı eserleriyle aktivizmin ve sanatın gündemini belirleyen Banksy yakın zamanlarda İngiltere’de “Dismaland” adlı Disneyland distopyası yaratmış, Westonsuper-Mare adlı taşra bölgesine sanatseverlerin akın etmesini sağlamıştı. Daha bunun şokunu üstümüzden atmadan Karaköy’de bir Banksy sergisinin haberinin aldık. Mutluluk 44
çığırışlarımız devam ederken bu işte bir terslik olduğunu fark etmiştik. Zira halihazırda 8 sponsorun desteklediği sergi 35 lira gibi hatrısayılır bir bilet fiyatını da önümüze koyuyordu. Biraz altını deşince anlaşıldı ki sergiden Banksy’nin haberi bile yoktu. Banksy’nin yıllarca eserlerinin fotoğrafçılığını ve dolaylı olarak menajerliğini yapmış olan ve on yıla yakındır Banksy’le yollarını ayırmış olan Lazarides serginin asıl sahibi. Sanatatak sitesinden Ayşegül Sönmez’in röportajında da bu konu soruluyor ve
Lazarides’in cevabı son derece net: “Evet, tam 10 yıldır görüşmüyoruz. Bu sergiden haberi yok. İzin vermiş falan da değil. Ama ondan izin almak zorunda değilim. Bu sergiyi bir retrospektif olarak düşünebiliriz.” Banksy’nin haberi olsun ya da olmasın, 21. yy.’ın en büyük sanatçılarından biri olan Banksy’nin işlerine ekran dışından bir göz atmak isterseniz yolunuz 29 Şubat’a kadar Global Karaköy’e düşsün deriz.
45
46
47
BOOKS U A Y Y
48
HEY!
NO MORE
SPREAD THE WORD TO THE
FOLKS
GAMMAG’İ BULABİLECEĞİNİZ MEKANLAR Brew Lab Kronotrop Otto Makas Rafineri Smyrna Rose Marine Geyik Coffee Roastery 21 Coffee Journey Coffee Villa Zurich Hotel Gedikli Teşvikiye Altı Üstü Kahve Blue Line Union 22 Pare Nişantaşı Coffee Bain New Yorker Pizza Kruvasan Nişantaşı 400C Pizza Cafe Cakehouse Burger Joint Baracca Coffee Coffee Talks NOH- Nod Ones Head Cup of Love 7GR Mambocino Beşiktaş Latife Barkod Corvus Cup Third Wave Coffee 40 Akaretler Garda Moc Nayn Cafe MU Choice Patisserie by Ivan Benazio Karabatak Cafe 44A Sanat Galerisi Nişantaşı IMA İstanbul Moda Akademisi Nişantaşı Nişantaşı Starbucks Filia Cafe Ramada Hotel İzmir Tospağa Cafe Sanat Cafe Bronte Cafe Sen Nazım Hikmet Kültür Merkezi Hayalperest Trafo Pub Coffee o’Clock Palanji Coffee Cafe Paradise Mozaik Cafe& Restaurant Handmade Burger Company My Chef Coffee INN Vagon Cuba Coffee Social Club İki Kedi Cafe Mary Jane Mançiz Pook Coffee Shop Moda Sahnesi Fazıl Bey’in Türk Kahvesi Kozlovna COUPE Lunch Pub Pita Mantı Pasha Hotel Restaurant Cook & Book Rumeli Çikolatacısı Çekirdek Coffee & Cakes Pikap Coffee Kumquat Cafe Pappa Cafe KEV Cafe Stuff Coffee Yöresel Lezzetler Vegan Restorant Tribu Caffe Artigiano Eywa Coffee & Cake Naan Bake Shop Cherrybean Coffees Page Coffee & Gallery Moda Çikolata Dükkanı Kassab Steak House Moda Kahveci Selim Türk Kahvesi Yer Coffee Muaf Dodo Cafe Pedro Coffee Beppe Pizzeria Myhoş Cafe Moda The Mug Coffee Mambocino Coffee Moda Cape Coffee Sugarpine Pancake Vodina Coffee Cooklife Aziz Coffee Naftalin Cafe Coffee Department
49
Gammag’e reklam vermek ve Gammag’i ücretsiz olarak mekanınıza talep etmek için info@gammag.co adresinden bizimle iletişime geçebilirsiniz. İletişim: info@gammag.co www.gammag.co Sosyal: facebook.com/gammagmagazine Instagram: Gammag Magazine