Ăœcretsiz
Sayı 1, Aralık 2015 Editör: Serkan Cenker Yazarlar: Tuğçe Arslan, Gizem Tözüm, Burak Türkyener, Serkan Cenker Katkıda Bulunanlar: Zeki Haşhaş, İlker Savaşkurt, Hakan Özyılmaz, Kaan Çaydamlı Tasarım: Serkan Cenker Baskı: Çınar Mat. ve Yay. San. Tic. Ltd. Şti.
2
Selam! Büyük hayallerin bir gün gerçekleşmesi üzerine manifestomuz olan Gammag’le karşınızdayız. Bu yayın her zaman az duyulan sevdiklerimizi sizinle paylaşacak, onları onore edecek ve size kahvenizin yanında eşlik edecektir. Gammag sizlerden güç alarak, ülkemizde iyinin takip edildiği, duyurulduğu, izlendiği, ücretsiz bir kaynak olacaktır.
Sevgiyle.
Serkan Cenker
3
NoelL Oswald Yalnızlık ve Hüznün Görüntüsü Selam Noell, bize biraz kendinden söz eder misin? Sanatla uğraşmaya nasıl başladın? Fotoğraflara olan tutkunun kaynağı nedir? Merhaba, 25 yaşındayım, aynı zamanda gölgede kalmak Budapeşte - Macaristan’da için bir yol arıyordum. Bu kaygılarla yaşıyorum. Kendimi bildim bileli yaşadığım deneyimler yaptığım sanatçı olmakla ilgili bir arzum sanatın yönüne karar verdi. vardı. İnsanlara dokunmak ama
Yaratım süreçlerini anlatabilir misin? Genellikle fotoğraflarının yapısını neye göre inşa edersin? Fotoğrafı yaratma sürecim daha çok çalıştığım fotoğrafın ne olduğuna göre değişiyor. Çalışmalarımın bir çoğu onların fotoğraf olduğu ilüzyonunu yaratan birleşik yapılardan oluşuyor. Genellikle fotoğraflarım için bir ön çalışma yapmam; spontandırlar. Ama eğer kafamda spesifik bir fikir varsa fotoğrafı çekerken yardımcı olması için taslaklar çizerim, bu
konsepti mükemmelleştirmeme yardımcı oluyor. Çekim sonrası süreci ise bence yaratımın en keyifli kısmı. Fotoğraflarımı diğerlerinin parçalarını birleştirerek inşa ediyorum, tıpkı bir yapboz yapar gibi.
Kompozisyonlarındaki hüzün, yalnızlık duygusu kolayca okunabiliyor Bu fotoğraf serisinde vermek istediğin mesaj bu mu? Çalışmalarımda kesinlikle yoğun bir melankoli ve yalnızlık duygusu var ve bunlar benim bir yansımam. Başarmaya
4
çalıştığım şey içteki gürültü ve kaosa rağmen sakinlik hissini portrelemek.
AI RS TT
Geleneksel bir soru: Neden siyah- beyaz’ı seçtin? Ya da kare formatı? Minimalist teşebbüsleri meydan okuyucu buldum ve resimlerimi içerik, kompozisyon ve form olarak azalttım. Çalışmalarım izleyicilerle bir bağ kurmaya çalışırken onları kıyafetlerin, renklerin
ya da modelin etkisi altında bırakmak istemedim. Kare formatı hakkında ise iyi bir açıklamam yok. Bu sadece benim tercih ettiğim ve bana uyduğunu düşündüğüm bir şey.
Stilini nasıl tanımlarsın? Konseptleri kurarken insan vücudunu temel alsam da onu ana odağım yapmıyorum . Hala kişinin etrafında şekillenen bir görsel oluyor ama bütün parçaları eşit önemde oluyor. Portfolyomu sadece dış çizgileri çizilmiş bir boyama kitabı gibi
görüyorum. Onları kendi tercihlerinizle şekillendirmekte, kişiliğinizi yansıtan renklerle doldurmakta, ya da oldukları gibi bırakmakta özgürsünüz.
Teşekkürler Noell. ( Röportajı Yapan: Line. ) 5
Burning Man 2015 Nevada ÇÖLÜ/ABD
6
Güneş krallığının hiçbir kalıba sığamayacak efsanesini Nevada Black Rock Çölü’nün ortasında hektarlarca alanda kum fırtınaları arasında yaşamayı hayal edebilir miydiniz?
B
urning Man; pagan geleneklerinin günümüz modern sanat felsefesi ve tribal kültürünün harmanıyla dunyaya sunulmuş şeklidir. Bugünün derin sorularının cevapları kelimelerden daha çok notalara, çölde yüzen heykellere kum tanelerine gizlenmiştir Hiçbir kural ve kısıtlama konulmasına gerek duyulmayan festivalde tek amaç pozitif bir aradalıktır. Çölün ortasında Paul Oakenfold setlerine kendinizi kaptırıp bisikletinizin pedalını bir sonraki sanat şaheserine doğru sürerken, Attack on Titans’tan fırlamışcasına dev bir insan heykelinin altında soguk kahve standıyla karşılaşabilirsiniz. Mad Max
filminden uyarlanmış araçlarla safariye çıkmış melek kanatlı güzel kadınların tozu dumanı altında kalırken, ilerdeki şatoda biraz soluklanıp akşam gerçekleşecek olan Burning Man’ı yakma ritüeline enerji toplayabilirsiniz Burning Man’in bu seneki teması aynalar iken önümüzdeki yılınki merakla beklenmekte. ”Gerçekten kim olduğumuzu nasıl keşfederiz?” sorusu ise ayna temasıyla birlikte bütünleşip birçok kişinin cevabı oldu. 1986 yılından bu yana düzenlenen festival, bu sene de dünyanın tüm sanat fuarlarını gölgede bırakacak kadar görkemliydi. Yazan: Tuğçe Arslan
7
FLOATWING Deniz Üstünde Bir Yuva Kurma Şansı
D
enize açılıp Dünya’yı gezerken güzel bir hayat mı yaşamak istiyorsunuz?
Portekiz’deki Coimbra Üniversitesinden “Friday” adlı bir ekip tam da sizin için 3 oda ve iki banyolu yüzen bir ev yaptı. Tanıştıralım; yeni yuvanızın adı ‘Floatwing’. Yapısının yüksekliği 6 metre, köşeden köşeye uzunlukları 10 ile 18 metre. Bu boyutlar sayesinde tasarımcıları Floatwing’in sahiplerinin bütün eşyalarını toplayıp, dünyanın her tarafına götürme imkanı vermişler. Dış kısmına yerleştirilmiş iki küçük motor, evinizin 3 knot hızla seyahat yapmasını sağlıyor. Friday ekibi “Floatwing”i bir çok şekilde tanımlıyor: İki kişilik romantik bir kaçamak, bütün bir aile ya da arkadaş grubu için gölün orta yerinde bir ev, hareket eden bir parti evi... Seçenekler neredeyse sınırsız.
8
Chiuet Masa Minimal Fikrini Masaya Yatırmak
G
üney Koreli tasarımcı Seung Jun Jeong’un inanılmaz derecede ince çelik yapılar kullanarak yarattığı “Chiuet Masa” bazı açılardan baktığınızda neredeyse iki boyutlu bir görünüm veriyor. Bu minimal tasarımlı masanın ince yüzeyi; aynı kamera tripodlarına benzer bir şekilde üç ince çelik ayak tarafından taşınıyor.
9
GIVENCHY SS16
New York İlkbahar-Yaz 2016 Moda Haftası 10 Eylül 2015 tarihinde başladı. 11 Eylül 2015 tarihinde şüphesiz en büyük damgayı Givenchy vurdu.
10
P
aris’te düzenlenmesi planlanan defile, New York’a taşındı. Aynı zamanda New York’ta yeni açılacak Givenchy mağazasını da kutlayan marka; ilk kez sınırlı sayıda bilet satışa çıkararak halka açık bir şov gerçekleştirdi. Güneş batmadan hemen önce içeri alınan konukları, barış mesajları veren performans sanatçıları karşıladı. Markanın kreatif direktörü Riccardo Tisci, bu defile için önemli performans sanatçılarından
Marina Abramovic ile bir işbirliğine imza atarak Manhattan Pier 26’da 11 Eylül günü Givenchy ilkbahar-yaz 2016 defilesini gerçekleştirdi. Pier 26’nın seçilme sebebi “Freedom Tower” yani Özgürlük Kulesi ve Dünya Ticaret Merkezi’nin tam karşısında olmasıdır. 11 Eylül gününe denk gelen bu defile ile ilk kez moda dünyasında terör karşıtı bir mesaj verildi, 14. yılında 11 Eylül olaylarında hayatını kaybedenler anıldı.
6 farklı dinden müziklerin çalındığı defilede koleksiyon, güçlü kadın ve erkek parçalarından oluşuyor. Givenchy ve Riccardo Tisci ile özdeşleşen mücevher masklarsa defilenin olmazsa olmazıydı. Tisci’nin Givenchy için hazırladığı koleksiyon 89 parçadan ve yalnızca siyahbeyaz renklerden oluşmakta. Yazan: Gizem Tözüm 11
Ballad of Exiles “Belki de Paris dev bir hapisanedir�
12
Yılmaz Güney’in Paris’teki adımlarını arayan Yönetmen İlker Savaşkurt’un belgeseli “Ballad of Exiles” yakında vizyona giriyor. Türkiye’de politik sinemanın temellerini atan, senarist, yönetmen, yazar ve aktör kimliğiyle Türk sinemasında bir kilometre taşı olan Yılmaz Güney’in, yakın tarihi derinden etkileyen projeleri, sineması ve ağırlıklı olarak Fransa’da geçen son yılları ele alınıyor. Güney’in, Türkiye yakın tarihinin darbelerle geçen karanlık günlerinde, hem güçlü bir politik figür olarak hem de bir sinemacı olarak verdiği mücadele, tutuklu kaldığı cezaevinden, 1981 yılındaki firarı ile birlikte gittiği ve ölümüne dek uzanan Fransa yaşamı mercek altına alınıyor. Fransa serüveninin en önemli ayağı olan ‘’Duvar’’ filmi ve filmin çekim sürecini detaylarıyla aktaran belgesel, Güney’in yakın dostlarının, ailesinin ve çalışma arkadaşlarının anlattıklarıyla ve Güney’in hayatından canlandırma kesitlerle, bu büyük sanatçının dünyasına giriyor. Ömrünün on yılını cezaevlerinde geçirmiş olan Yılmaz Güney, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra, Türkiye’de birçok sanatçı, yazar, akademisyen ve düşünce insanı gibi baskıcı askeri rejimin etkilerine maruz kaldı. 1981 yılında Isparta Yarı Açık Cezaevi’nden kaçarak,
hayatının son yıllarını geçireceği Paris’e gitti. Sürecin devamında Güney’in, Fransa’da bir sinemacı olarak gördüğü değer, 1982 Cannes Film Festivali’nde, ‘’Yol’’ filmine Altın Palmiye’yi getirdi. Fransa yılları, Yılmaz Güney’in memleketinden ayrı geçirdiği sürgün hayatını temsil etse de, onun filmografisi açısından büyük bir öneme sahipti. Hem sinemasının en olgun yapımı ‘’Duvar’’ı burada çekti hem de Cannes Film Festivali’nde ödüller alan ve büyük ses getiren ‘’Sürü’’ ve ‘’Yol’’ filmleriyle dünya sinemasında adını duyurdu. Belgesel, Fransa ve Türkiye arasında Yılmaz Güney vasıtasıyla bir köprü inşa ederek Paris’te Güney’in izini sürerken, ”Duvar” filminin çekim sürecini, Güney’in siyasi mücadelesi ve sineması ekseninde etkilediği hayatları ve 12 Eylül sonrası ülkesini terk etmek zorunda kalan, dönemin şartlarında Fransa’ya göçmen olarak gelmiş, Yılmaz Güney’in çevresinde yer almış, dostları ve çalışma arkadaşlarının hikayelerine, bu serüven içinde yolları bir biçimde kesişmiş olan sürgün insanlarının yaşam öykülerine de ışık tutuyor.
13
Corfe Castle, Dorset
14
Inspiration of the Month
PHOOLAN DEVI Hindistan’ın Hırsızlar Kraliçesi
1. 2.
11 yaşında para karşılığı bir adama satıldı.
3.
18 yaşında çete lideri oldu, Robin Hoodvari bir şekilde zenginlerden alıp yoksullara dağıttı.
4.
20 yaşında tutuklandı, Hint yoksul alt tabakalarında efsane oldu, teslim olduktan sonra mahkemeye çıkarılmadan 11 yıl cezaya çaptırıldı, cezasını çetesinde yer alan erkeklerle birlikte aynı koğuşta kalarak tamamladı.
14 yaşında tacizci kocasını terk etti, kaçırıldı, koca bir köyün tecavüzüne uğradı.
5.
31 yaşında parlamentoya girdi ve yasa koyucu oldu.
6.
Evinin önünde öldürüldüğünde 38 yaşındaydı. öfkeli kitlelerin hükümeti onu korumamakla suçlayan sert protestolarıyla gömüldü.
“Doğduğumda bir köpekten daha değersizdim, şimdi bir kraliçeyim. Çoktan ölmüş olmalıydım, ama hala canlıyım. Tanıklığım, benimki gibi bir yaşamın bir daha asla yinelenmemesi için yeryüzündeki tüm yoksullara ve ezilmişlere uzanan bir el olsun… 15
Organıc mod Uzak Asya’nın Kökleri Evinizde
O
rganic Mod, 2015 yılında kurulmuş olsa da iş geçmişi 2000 yılına dayanan bir firma. Şirket sahipleri Endonezya başta olmak üzere Güney Yarım Küre’nin egzotik ormanlarını bizzat gezip mobilya ve dekorasyon sektöründe tercih edilen doğal ağaçlardan ve köklerden tamamen organik ve çok şık görsel efektlere sahip ürünler yapmakta. Uzak Doğu’nun mistik ve otantik yapısının el işçiliği ile üretilmiş mobilya
16
ve aksesuarları genelde doğal bir görünüme, adeta doğadan koparılmamış, hala yaşayan bir auraya sahip. Kapladığı mekanda sanki orman kenarında bir budist tapınağı ya da bir yağmur ormanının kenarında bitki çayınızı içerek dinlendiğiniz sıcak bir veranda hissiyatı veriyor. Ahşap ürünlerinde Ceviz, Sedir, Iroko, Teak ve Rose Wood ağaçlarından yararlanan marka; TV üniteleri, Yemek
ve Ofis masaları, Dresuarlar, Sehpa ve Doğal ahşaptan Aksesuarlar üretmekte. Bunların yanında KCS Mimarlık ile Otel, Restaurant ve dekorasyon işlerine imza atmaktalar. Ayrıca kişiye özel tasarım da yapmaktalar. Bizim çok beğendiğimiz marka ve ürünler hakkında daha detaylı bilgi için www.organicmod.com sitesine bakabilir ya da Showroomlarını gezebilirsiniz.
17
18
Muhammed Ali’nin Cleveland Williams’ı nakavtı, 1966
19
YEMEK VE. EROTIZM
20
.
..
.
Seks yenilebilir mi ?
A
tası yediği elma yüzünden cennetten atılıp dünyaya düşürülen Havva ve Adem olan insan, cinsel bir aktivite sonucu dünyaya gelir. Annesinin memesinden emdiği süt sayesinde hayata tutunur ve yediği yemekler sayesinde hayatta kalır. Bu döngü yine cinsel eylemler sayesinde sürdürülür. Yemek ve seks; insan varlığının değişmez yapı taşlarıdır. Casanova; aşk ve yemeğin birbirinden ayrılamaz bir bütün olduğunu söylemiştir. Hayatına aldığı kadınlara yemek hazırlarken afrodizyak etkisi en yüksek olan gıdaları kullanır. Favori yemekleri istiridye, truffle mantarı, dil balığı, sıcak çikolata ve aromatik peynirler olan ünü kıtalara yayılmış bu Venedikli çapkın, bir macerasını “Emilia’nın ağzındaki istiridyelerden biri, göğüslerinin arasına düştü. Emilia istiridyeyi almaya kalkınca, oyunun kurallarını hatırlatarak korsesinin bağlarını açıp istiridyeyi düştüğü yerden kendi dudaklarımla almam gerektiğine ikna ettim. Onu soymama itiraz etmedi, istiridyeyi öyle bir aldım ki, bu sırada istiridyemi bulup çiğneme ve yutma zevkleri dışında
başka zevkler aldığımı hissettirmedim.” sözleriyle aktarır. Amerikalı yemek yazarı Gale Greene “İyi yemek; iyi seks gibidir. Sahip oldukça daha fazlasını istersiniz” der. Mizah dergilerinin tematik karikatürlerinin vazgeçilmez klişesidir: Genelevler ile ilgili bir espri yapılacaksa ve ortam resmedilmek gerekiyorsa, baş aktörlerinden biri bunlar olur. Genelevlerin önünde “güç ve enerji verici” tatlılar… Antakya mutfağına ait Müşebbek tatlısı, bilumum umumhanelerin önünde elleri podyalarında seyyar satıcılar tarafından “kerhane tatlısı” namıyla satışa sunulur. Sınıfsal olarak biraz yukarı çıktığınızda Avrupa’da bazı seks kulüplerinde ve genelevlerde kumar çarkının döndüğü casino sisteminde olduğu gibi sınırsız yemek ve içki sunulduğunu görürüz. Eskiden Paris’in seçkin restaurantlarında “Chambres Séparées” olarak bilinen gizli odalar bulunurmuş. Bu odalarda alelade yemekler yenmez, sıradan ve romantik bir akşam yemeğinin çok ötesinde anlar yaşanırdı. Gurmelerin
fetiş objesi olarak anılan Foie Gras, Truffle mantarı gibi yemekler en ışıltılı sunumlarıyla servis edilir ve çiftlerin yaratıcılığına kalan fantazilerle midedeki yerlerini alırlardı. Buranın kritiğiyle ilgili elbette sadece ahşap masanın asaleti ve sadeliği, masa örtülerinin temizliği, koltukların rahatlığı başat ölçüt olamazdı. Kadife kaplı berjerler, ışıltılı ipek örtüler, oyma kalın kapılar eşliğinde yenirdi yemekler. Osmanlı mutfağında özel olarak hareme yemek pişiren Has Mutfak dışında Helvacıyan – Hassa olarak bilinen tatlı/şerbet mutfağının da varlığı bilinir. Bugün ürünlerini tanıtırken erotizmi kullanan fast food firmaları var. Muhtemeldir ki bilerek veya bilmeyerek beyinlere yerleştirdiği algı her iki konuda da “quickie” kavramı ile ilişkilendirilsin. Casanova’nın yaşadığı iklimde de romantizm, uzun süreli ilişkiler, görece bağlılıklar ve bizzat hayatın ta kendisi hafife alınan şeyler olmasına rağmen sanıyorum kimse ikisini mukayese edemez.
Yazan: Burak Türkyener
21
Whomadewho Yabancılaşmanın Şarkıları
İ
smiyle WhoMadeWho, cismiyle Kophenaglı deneysel pop üçlüsü; 2003 yılında Jazz gitaristi Jeppe Kjellberg, baterist Tomas Barfod ve grubun hem basçısı hem de vokalisti olan Tomas Høffding tarafından kuruldu. Grup; hissiyat olarak günümüz orta sınıfının sıkıntıları ve yabancılaşmaları üzerine depresif ve kaçış üzerine olan parçaları, eğlenceli, disko pop tarzı bir altyapıyla sizi dans ettirecek, bağıra bağıra söyletecek bir şekilde sunmakta. Kliplerinin hepsi yer yer birbirlerine göndermeleri olan, ortak konsepte sahip ve kesinlikle izlenmesi gereken çalışmalar olduğunun
da altını çizmeli. Özellikle Brighter albümünden Running Man ve The Sun parçalarına ortak çektikleri klip başlı başına bir sanat eseri. Grup ilk dönemlerinde Alman Disko tabanlı Gomma Records’tan içlerinde “Out the Door” ve “Space for Rent” de olan bir kaç single yayınladıktan sonra nihayet 2005’te ilk kendi ismini taşıyan albümüne kavuştu. Ardından 2009’da ikinci albümleri The Plot ve 2011’de üçüncü albümleri Knee Deep’i yayınladılar. Son albümleri Dreams 2014 yılında yayınlandı. Canlı performanslarında Daft Punk, Soulwax, Hot Chip, Justice and LCD
Soundsystem gibi bir çok tarz bükücü öncü oluşumla beraber çaldılar. Bunlardan Hot Chip beraber çıktıkları turneden sonra singlelarından “Tv Friend”i remixlemek için izin istedi, ayrıca Queens of the Stone Age’in vokalisti Josh Homme “Space for Rent”i coverladı. Günden güne artan popülaritesiyle WhoMadeWho 2007’den beri bir çok festivalde headliner olarak sahneye çıkmakta. Ülkemize en son 18 Ocak 2013’te gelen grubu bir sonraki ziyaretlerinden evvel tanıyıp konsere hazırlanmanızı şiddetle tavsiye ederiz. Yazan: Serkan Cenker
DINLEYIN Running Man Keep me in my Plane Deep Black Vanishing Train Every Minute Alone The Sun 22
Sanat癟覺: Dan Hillier
23
24
Dokuz yıl önce, savcı yardımcısı Piyotr Sergeyiç ve ben, istasyondan mektupları almak üzere hasat zamanı, akşam üzeri, atla yola çıktık. Hava harikuladeydi fakat geri dönerken korkunç bir gökgürültüsü ve bize doğru yaklaşan kızgın, simsiyah fırtına bulutları gördük. Bulutlar bize doğru, biz de onlara doğru yaklaşıyorduk. Bu manzaranın karşısındaysa evimiz ve beyaz gözüken kilise , gümüş gibi parlayan uzun kavaklar vardı. Yol arkadaşımın keyfi yerindeydi, saçmasapan şeyler söyleyip, gülüp duruyordu. Aniden karşımıza yosun tutmuş kulelerinde baykuşların öttüğü bir ortaçağ şatosu çıksa da, biz de yağmurdan kaçıp oraya sığınsak ve sonunda yıldırım çarparak ölürmüşüz. Sonra ilk yağmur dalgası çavdar ve meşe tarlalarını kapladı, rüzgar esiyordu, havada tozlar dönüp dönüp duruyordu. Sergeyiç güldü ve atını mahmuzladı. Harika, çok iyi..diye bağırdı. Onun neşesi bana da geçti gülmeye başladım, iliklerime kadar ıslanabilirdim ve yıldırım çarpabilirdi... İnsan kasırgada hızla at koşturur, kendisini kuş gibi hisseder, rüzgardan soluk soluğa kalınca heyecanlanıyor ve kalbi çarpıyor. Avluya yaklaştığımızda rüzgar dindi, yağmur damlaları çatılara ve çimenlere damlıyordu. Ahırın yanında kimse yoktu. Piyotr Sergeyiç, dizginleri aldı ve atları ahıra bıraktı, ben kapının yanında işi bitene kadar yağmuru seyrederek, onu bekledim, taze samanların hoş kokusu burada tarlalardakinden daha güçlü hissediliyordu, yağmur ve kara bulutlar yüzünden sanki akşam olmuş gibiydi. Gökyüzünü sanki ortadan ikiye bölermiş gibi patlayan bir gökgürültüsünden sonra, Pyotr, ‘ Amma patladı! Buna ne diyorsun? diye sordu. Kapının yanında yanımda duruyordu ve hızlı koşu yüzünden hala nefes nefese bana baktı, bana hayran olduğunu görebiliyordum. Bana “Natalya Vladimirovna, burada birkaç dakika daha kalıp, seni seyretmek için her şeyimi veririm, bugün çok güzelsin.” dedi. Gözleri hayran hayran ve sevgiyle bana bakıyordu, yüzü solgundu, sakallarında ve bıyığında yağmur damlaları parlıyordu...sanki onlar da bana sevgiyle bakıyorlardı.. - Seni seviyorum, seni seviyorum ve seni gördüğüm için çok mutluyum, biliyorum eşim olamazsın bir şey istemiyorum, sadece seni sevdiğimi biliyorum, bir şey söyleme sus..cevap verme bana farketme istersen, sadece benim için çok önemli olduğunu bil ve bırak seni seyredeyim. Heyecanı beni de etkilemişti, tutku dolu yüzü yüzüne baktım, yağmurun sesine karışan sesini dinledim, sanki büyülenmiş gibi kımıldamadan durdum. Sonsuza kadar onun ışıldayan yüzüne bakıp, dinlemeyi istiyordum... - Hiçbir şey söylemiyorsun, bu harika...sessiz kalmaya devam et. Mutluydum, neşeyle gülerek, yağmurun altında eve doğru koştum, o da gülüyordu ve sıçrayarak peşimden koşuyordu.. Çocuklar gibi, sırılsıklam, bağıra çağıra, heyecanla merdivenleri tırmandık, odaya daldık, babam ve ağabeyim beni bu kadar heyecanlı ve neşeli görmeye alışık değillerdi, şaşırarak halime baktılar ve onlar da gülmeye başladılar. Kara bulutlar dağılmış, gökgürültüsü azalmıştı, fakat Pyotr Sergeyiç’in sakalında hala yağmur damlaları parlıyordu, akşam yemeği saatine kadar bütün gün gülerek, ıslık çalarak, köpekle bağıra çağıra oynayarak ve onu odanın bir ucundan diğerine kovalayarak geçirdi az kalsın semaveri getiren uşağı düşürecekti. Bayağı bir yemek yedi, saçmasapan şeyler söyledi, bir insan kışın taze hıyar yerse, ağzı bahar gibi kokar dedi. Yatmaya gidince, bir mum yaktım, ve pencereyi ardına kadar açtım, tanımlayamadığım bir tutku ruhumu kaplamıştı, özgür ve sağlıklı olduğumu hatırladım, zengin ve asildim, zengin ve asil, seviliyordum, Tanrı’m ne güzel..sonra bahçeden gelen soğuk havayla sıçradım, Pyotr Sergeyiç’i sevip sevmediğimi düşündüm, ve herhangi bir karara varamadan uykuya daldım... Ertesi sabah, yatağımın üzerine gün ışığı ve ağaç gölgeleri yansıyordu, bir gün önce olanlar hafızamda çok tazeydi...hayat bana zengin, dolu dolu, cazip geliyordu, çabucak giyinip, bahçeye indim. Ya sonra ne oldu? Hiçbir şey...kışın şehirde otururken, Pyotr Sergeyiç arada sırada bize ziyarete geldi, köydeki ahbaplıklar sadece yazın, köydeyken güzeldi...kış gelip, şehre dönünce ahbaplık da eski cazibesini kaybetmişti...onlara çay koyarken, sanki başka birinin kılığındaydılar, sanki çaylarını daha uzun süre karıştırıyorlardı, şehirdeyken de Pyotr Sergeyiç bazen aşktan söz etti ama etkisi köydeki gibi değildi..şehirdeyken aramızdaki görünmez duvarın daha çok farkına varıyorduk, ben asil ve zengindim, o ise yoksuldu, asil bir beyefendi değildi, sadece rahibin oğluydu ve savcı yardımcısıydı, her ikimiz de...ben gençkızlığımdan beri o da bellirsiz bir sebepten- aramızda çok yüksek, çok kalın bir duvar olduğunu düşünüyorduk, şehirdeyken aristokrat yaşamı gülümseyerek eleştirirdi, salonda başka birileri varsa susardı, aşılamayacak duvar yoktur ama çağdaş yaşamın aşık kahramanları fazla korkak, tembel, ruhsuz ve aşırı hassaslar ve başarısız olacaklarını düşünüp, hemen pes etmeye hazırlar..özel hayatları onları hayal kırıklığına uğratınca, mücadele etmek yerine sadece eleştiriyorlar, dünyanın kabasaba bir yer olduğunu söylüyorlar ama kendi eleştirilerinin de yavaş yavaş kabalaştığını farketmiyorlar... Seviliyordum, mutluluk uzağımda değildi, neredeyse bana dokunmak üzereydi, kendimi anlamaya çalışmadan, hayattan ne beklediğimi sorgulamadan, sadece rahatıma bakıyordum zaman geçti, geçti. sevgileriyle insanlar yanımdan geçip gittiler, ışıltılı günler, sıcak geceler, şarkı söyleyen bülbüller, güzel kokulu saman kokuları, tüm bu tatlı, heyecanlı şeyler ve iz bırakmadan geçip gittiler, kayboldular, hepsi neredeler? Babam ölmüştü, yaşlanmıştım, hoşuma giden, bana umut veren her şey, gökgürültüsü, yağmur damlaları, mutluluk ve aşk hakkındaki sözler..hepsi gitmiş, mazi olmuştu...karşımda boş bir çöl görüyordum, kimse yoktu ve ufuk siyah ve ürkütücüydü... Kapı çaldı...gelen Pyotr Sergeyeviç...kışın, ağaçlara bakıp, onların yazın ne kadar yeşil olduklarını düşünüp fısıldarım.. - Ah, canlarım... Ve ilkbaharımı birlikte geçirdiğim kişileri görünce de, üzülürüm, içimi bir sıcaklık kaplar ve yine aynı şeyi fısıldarım.. Uzun yıllar önce babamın referansıyla, şehre tayin edilmişti, biraz yaşlanmış ve uzaklaşmış gözüküyordu, aşkını ilan etmeye epey oluyor ki son vermişti, saçmasapan konuşmalarını da bırakmıştı, resmi görevini sevmiyordu, yaşama sevgisini kaybetmişti, şöminenin karşısına oturup, sessizce alevlere bakıyordu şimdi.. Ne diyeceğimi bilemiyordum, Eee, bana ne söyleyeceksin? diye sordum. Hiçbir şey diye yantıladı. Ve tekrar sessizlik...alevlerin kızıllığı melankolik yüzüne yansıyordu... Geçmişi düşündüm, birden omuzlarım titremeye başladı, başım öne düştü ve acı acı ağlamaya başladım, hem kendim hem de bu adam için çok üzülüyordum, eskiyi ve hayatın şimdi bize vermediği şeyleri tutkuyla özlüyordum, ve artık zenginlik ve asalet umurumda değildi. Alnımı ellerimin arasına alıp, gözyaşlarına boğuldum Tanrı’m! Tanrı’m! hayatım boşa gitti!... Oturdu, sessizdi, ve bana ‘ağlama’ demedi, ağlamam gerektiğini, ağlama vaktimin geldiğini biliyordu. Gözlerinden benim için üzüldüğünü anladım, ben de onun için üzülüyordum, ve bu başarısız, korkak adamın ne benim için, ne kendisi için bir şey yapamamasından dolayı gücenmiştim.. Kapıya doğru gitti, sanırım paltosunu giyereken mahsus epey oyalandı, tek söz etmeden iki kez elimi öptü, ve yaşlı gözlerime uzun uzun baktı, tam o anda o yağmurlu günü, fırtınayı, kahkahalarımızı, o günkü halimi hatırladığını düşündüm, bana bir şey söylemek istiyordu ama söylerse mutlu olacaktı ama hiçbir şey söylemedi, sadece başını eğdi, ve elimi sıktı. Tanrı yardımcısı olsun! Gittikten sonra, çalışma odasına gittim ve şöminenin önündeki halının üzerine oturdum, kor parçaları küllenmişti ve sönmeye yüz tutmuştu, buz gibi yağmur pencereleri daha kızgın dövüyordu, ve bacadan rüzgar uğulduyordu.. Hizmetçi içeri girdi, uyuduğumu sanıp bana seslendi... Anton Pavloviç Çehov (29 Ocak 1860, Taganrog, Rusya - 15 Temmuz 1904, Badenweiler, Almanya), Rus tiyatro yazarı ve modern kısa öykülerin kurucularındandır. Rusya’nın güneyinde Azak Denizi kıyılarındaki Taganrog’da bakkal bir babanın oğlu olarak Dünya’ya geldi.Dört çocuklu bir ailenin ortanca çocuğudur. Babası, ticaretten çok dini konulara eğilimleri olan sert ve otoriter bir adamdı. Babasının baskısıyla kilise korosunda ilahi söyleyen Çehov, ticarette başarı sağlayamayan babasının yerine dükkân işleriyle de ilgilendiğinden lise eğitimi uzadıkça uzadı. Çehov, bir süre Yunan çocukların devam ettiği yerel bir okulda okudu. Daha sonra on yıl boyunca lisede Yunan ve Latin klasikleriyle temel bir eğitim gördü. Düş gücüne fazlasıyla olanak tanıyan bu eğitim Çehov’un yaşamı boyunca klasiklerden hoşnut olamamasına yol açacaktı. “Edebiyat Öğretmeni” adlı hikâyesi üniversite yıllarına aittir. 1876’da babasının iflas etmesi üzerine ailesi Moskova’ya göçtüğünde, kendisi bir ağabeyi ile birlikte Tagangrog’da kalarak liseye devam etti. Üç yıl boyunca, henüz çok genç olmasına karşın kendi hayatını kendi kazandı. Zor koşullar altında geçen çocukluk yılları, hikâyelerinde çocuklara geniş yer vermesine ve hep hüzünlü, incinmiş çocukları anlatmasına neden oldu. 1879’da liseyi bitirdi ve Moskova’ya giderek tıp fakültesine girdi; 1884’te doktor oldu. Tıp öğrenimi sırasında ailenin geçimine katkıda bulunmak için çeşitli dergilerde yazılar yazdı. Bu dönemde yazdığı yazılarını “Melbourne’ün Masalları” adlı kitapta toplayarak üniversiteyi bitirdiği yıl ilk kitabını yayınladı. Çehov, üniversiteyi bitirir bitirmez hekimliğe başladı. “Cerrahlık”, “Cansız Ceset”, “Kaçak” adlı hikâyelerini bu dönemde yazdı. Hekimlik çok vaktini aldığından yazmasına engel olmaya başlayınca hekimlikten vazgeçip yazarlığa yöneldi. Yazarlığına hekimliğinin izleri görülür. Pek çok kimse onun Çarlık Rusyasını anlatışını, bir doktorun hastalığı teşhis edişine benzetir. 1887’de “Alacakaranlıkta” adlı öykü kitabıyla Rus Akademisi tarafından verilen Puşkin ödülü’nü kazandı. Aynı yıl ilk büyük tiyatro oyunu “İvanov”, Moskova’daki Korsch Tiyatrosunda sergilendi. Ünlü öyküsü “6. Koğuş” 1892’da yayınlandı. Aynı yıl kolera salgını olan bölgelerde doktor olarak aktif rol oynadı. Merkez Rusya’da bir Melikhov adını verdiği bir malikane satın alarak taşındı ve yaşamında “Melihova dönemi” denilen yeni bir dönem başladı. Bu dönemde yaratıcılığının zirvesine ulaştı. Sürekli kendisini ziyaret gelen dostlarını malikanede ağırladı. 1894 yılının bir bölümünü yurtdışında geçirdi. Bu arada vereme yakalandı, tedavi için Kırım’a geçti. 1895’te “Martı” oyununun ilk versiyonunu yazdı. “Sahalin Adası”nı yayınladı. Tolstoy ile tanıştı. Oyunun St. Petersburg’daki ilk gösterimi başarısızlıkla sonuçlandı. 1897’de Köylüler adlı uzun öyküsünü yayınlattı. 1898’de Sanat tiyatrosunu Stanslavski ile birlikte kuran Nemiroviç-Dantçenko Martı’yı sahnelemek için Çehov’dan izin istedi, bu arada Çehov, ilerde evleneceği aktris Olga Knipper’le tMartı oyunu büyük başarı elde etti. Çehov’un babası öldü. 1899’da Vanya Dayı’nın ilk gösterimi yapıldı, Toplu Yapıtlarının ilk cildi yayımlandı. 1901’de Üç Kızkardeş sahnelendi; Çehov, Kafkasya seyahatinden sonra bir ev yaptırdığı Yalta’ya döndü ve Olga Knipper ile evlendi. 1904’te “Vişne Bahçesi” Moskova’da sahnelendi. Sağlığı bozulan Çehov, eşi ile birlikte Almanya’ya gitti ve Badenwiller’da öldü. Çehov’un bütün yapıtları ölümünden 40 yıl sonra 20 cilt halinde yayımlandı. Bu yayının 8. cildinde Çehov’un sayısı birkaç bine ulaşan mektupları yer alır. Çehov’un tiyatro sevgisi çocukluk yaşlarında izleyici olarak başladı. Vodvil olarak adlandırdığı birer perdelik oyunlarıyla, dörder perdelik oyunlarından ilk ikisi olan İvanov ve Orman Cini’ni 18871890 yıllarında yazdı. Vodvil leri taşra tiyatro sunda büyük başarı kazandı. Bir Moskova tiyatro sunda sahnelenen İvanov da çok büyük başarı sağladı. Orman Cini’nin aynı başarıyı sağlamaması üzerine Çehov oyun yazmaya uzun süre ara verdi. Martı’yla yeniden oyun yazmaya başlaması ikinci başarısızlığı beraberinde getirdi. Bunun üzerine Çehov tiyatroyla ilgisini kesmeye karar verdi. Bir mektubunda şöyle diyordu: “700 yıl yaşasam bir piyes yazmam. Nesine isterseniz bahse girerim.” Bunları yazarken tiyatro sevgisini hesaba katmamıştır. Bu sırada Vanya Dayı büyük övgülere layık görülüyordu. Martı’nın ikinci sahnelenişinde kazandığı büyük başarı da Üç Kız Kardeş ve Vişne Bahçesi’ni yazmasını sağladı.
Sanat癟覺: Andrea Minini 25
BOOKS U A Y Y
26
HEY!
NO MORE
SPREAD THE WORD TO THE
FOLKS
Willard ve Onun Bowling Kupaları Adam: Yetersiz olmaktan hoşlanıyordu. Tüm hayatı darmadağın ve acı dolu bir karmaşaydı. Kaput takmak her zaman onu utandırırdı ve takınca kendisini boktan bir aptal gibi hissederdi. Islak ve sıcak kaputun, uzaydan gelen pis bir şaka gibi, elinde durmasından nefret ederdi. Kadın: İçine giren kaputun verdiği duygudan nefret ediyordu. Bir yıl boyunca içinde hissettiği tek şey adam değil, kaputtu. doğru düzgün yapamıyordu. Onu ne kadar çok sevdiğini söylemek istedi, adam buna hazırdı, ama söyleyemedi. Her şeyin bir sonu olduğunu biliyordu. Hep böyle olurdu: Sevişmelerinin ardından kendilerini hep üzgün hissederlerdi, çoğu zaman da üzgündürler zaten. Otlarla kaplı boş bir alandan birbirine bakan perili evler gibi, bedenlerinin üstünden henüz geçmişti. Biz: Güneş batıyordu ve karanlıktan nefret ederdik. Aşağıdan geçen arabalar, çocukluğumuzdaki, o çok yalnız ve yağmurlu öğleden sonrayı hatırlattı.
27
Gammag’e reklam vermek ve Gammag’i ücretsiz olarak mekanınıza talep etmek için gammagmagazine@gmail.com adresinden bizimle iletişime geçin. İletişim: gammagmagazine@gmail.com www.gammag.co
28
Sosyal: facebook.com/gammagmagazine twitter.com/GammagMagazine Instagram: Gammag Magazine