SERGAH DERGI
SAYFA 2
İÇİNDEKİLER
İçindekiler 03 BAŞLARKEN 04 BİR GENÇLİK DÜŞÜNÜYORUM! 05 KALDIR BAŞINI TELEFONDAN!
05
10
15
08 ÂGÂH OLUNUZ 10 PASLANMADIKÇA YÜREKLER GELECEĞİN MİHENK TAŞI OLUR GENÇLER 13 KAYBOLAN DEĞERLER VE GENÇLİK 15 SIVICI İSLAM 18 GENÇLİK DÖNEMİ
18
21
19 UYANIN! 21ŞEBAB U KIYEM 22 ACI 23 HÂLET-İ SAHVE 25 "KALEMKÂR" ELEŞTİRİSİ
23
25
27 HALEP ECDADIMIN MİRASI 28 HALEP 29 İMTİHAN HALEPİN Mİ
Sergah Dergi info@sergahdergi.com
www.sergahdergi.com
SAYFA 3
Künye Genel Yayın Yönetmeni Gökhan ÖZSOY
Yazı İşleri Sorumlusu Tolga TURAL
Editörler Feyza ÖZ Necati Hakan ÖZDEMİR Ayşegül CANDAN
Grafik Tasarım Adem ÜNAL
SERGAH DERGI
BAŞLARKEN
BAŞLARKEN... Öncelikle biz Kimiz? Biz ahir zamanın parmaklıkları ardında ötelerde kurduğumuz hayallerin peşine düşen fikri genç olan fertleriz. Bizler sıratı müstakim üzere gidenlerin ardına düşenleriz. Hak diyerek fikir beyan edenlerin fikirleriyiz.Biz İslam’ın nesilden nesile ulaşan mesajını taşıyan kullarız. Biz küfrün sultanı olmaktansa İslam’ın köleleri olmayı tercih edenleriz. Doğru bildiğimiz şeyin haklılığını savunanlarız biz. Biz İslam’ın gericilik değil tüm zamanların medeniyetinin temelini oluşturduğunu ispat etmeye çalışanlarız. Biz Müslüman mahallesinin çocuklarıyız. Biz, edebiyatı da tarihi de eylemlerimizi de etkinliklerimizi de müziklerimizi de inancımız üzere ifa edenleriz. Sergâh’ta buluşup Hakkı haykıranlarız biz.
Kapak Tasarım Muhammet BAĞ
Bizi Takip Edin facebook.com/sergahdergi twitter.com/sergahdergi instagram.com/sergahdergi
Bismillah diyerek dosya konulu sayılarımıza başlıyoruz. Bu sayıdaki konumuzu derdimize istinaden “Kaybolan Değerler ve Gençlik” olarak belirledik. Ruhu genç, fikri genç olmaya and içerek çıktığımız bu yolda gayemiz, gayesi olan ve yılmak bilmeyen bir gençliğe kapı açmak… Bu fikirle dertlenen her dert sahibini yola yoldaş olmaya davet ediyoruz. Yollarda olmak dileğiyle… Yolun sahibine şükür ile…
SAYFA 4
SERGAH DERGI
DENEME
BİR GENÇLİK DÜŞÜNÜYORUM! GÖKHAN ÖZSOY Surda açılan o mukaddes deliği coşkulu bir ilim ve irfan nehri yaparak rüzgâra, "ne yandan esersen es" diyebilmenin hazzını yaşayan bir gençlik düşünüyorum! Konu ben olunca her şeye eyvallah, konu İslam olunca orada dur; kendinde kaybolursun maazallah, diyen ve şerha şerha bu bilinci kavramış bir gençlik düşünüyorum! İslami ve fenni ilimlere vakıf, ilimleri içtikçe içesi gelen ve saçtıkça kurak toprakları yeşerten bir gençlik düşünüyorum! En basit şaibeden dahi Allah korkusuyla kaçan, kaçarken de sadece Allah’a sığınan ve kaçanların da Allah’ın bir halifesi olarak yoldaşı olan bir gençlik düşünüyorum! Gönlündeki kara lekelerin rotasını nefsine çevirmiş, terbiyeyi Kur’an’dan ve sünnetten bekleyen ve tek düşmanı olarak nefsini gören bir gençlik düşünüyorum! Bir gençlik bir gençlik bir gençlik…” diye kendisine seslenenleri ve daha önceki çağlara doğru uzanarak bu yolda olan herkesi birinci derecede ailesi olarak gören, onların eserleri karşısında bile saygısından taviz vermeyen bir gençlik düşünüyorum!
“
Davasının karşıtı olanları kendilerinden daha iyi bilen ve düşmanını en iyi kendisi tanıyan, bu doğrultuda sırtını yere getirmek isteyenlerin sırtını yerden kaldırmayacak bir gençlik düşünüyorum! Zamanın kıymetini bilen, zamanı saatlerle değil, dakikalar hatta saniyelerle takip eden, her anını karınca azmi ile değerlendiren, boş vakti boş geçirmemeyi düstur edinmiş bir gençlik düşünüyorum! Yanlışa düştüğü anda toparlanmasını bilen, içinde olduğu yanlışları görebilen ve yanlışını avantaja çevirmede mahir olan bir gençlik düşünüyorum! Bir yanlışta bin tövbeye ihtiyaç duyan, yanlışını kalbine mıhlayıp tekrarına düşmemeyi bilen, bildikçe de yanlıştan aldığı dersi kendine umut kapısı yapan bir gençlik düşünüyorum! Ben” illetinden kurtulmayı çocuk oyuncağı sayarak lâkin yine bunu kibrinden uzak tutup gardını hiçbir zaman elinden bırakmayan ve bıraktırmayan bir gençlik düşünüyorum!
“
SAYFA 5
SERGAH DERGİ
DENEME
Bilincinde olduğu her şeyi anlatmayı ve öğretmeyi Rabbine borç bilip bunu, anlatmanın en güzel yolu olan hâl diliyle gösteren ve her hâline de silinmeyecek tarzda kazıyan bir gençlik düşünüyorum! Dostuna, düşmanına davası dışında hiçbir şeye ve hiçbir şahsa körü körüne bağlı olmayan, yanlışa davası içinden de olsa yanlış, doğruya davası dışından da olsa doğru diyecek kadar objektif bir gençlik düşünüyorum! Fayda mefhumunu yalnız Allah’tan bilen ve faydayı yalnız Allah’tan bekleyen bir gençlik düşünüyorum! Özgürlük lâflarına değil, özgürlüğün kendisine esir olan ve hiçbir özgürlüğü Allah’tan başkasında aramayan bir gençlik düşünüyorum! “İzm”lere daima meydan okuyan ve meydanları katiyen “İzm”lere bırakmayan, iğneye iplik geçirircesine titiz bir şekilde “İzm”lerin tezlerini tek tek çürüten, tutunacakları dalları tel tel incelterek o telleri kendi kendilerine kesmeye mecbur eden bir gençlik düşünüyorum!
KALDIR BAŞINI TELEFONDAN! ÜMMİYE YILMAZ ERÇEVİK Eskiden mini mini çocuklarken annemin en fazla bize sorduğu soru “Dersinizi yaptınız mı?” olurdu. Şimdi ise zaman değişti. Çocuklara sürekli kaldır başını telefondan demek zorunda kalıyoruz. Ailecek yapılan sohbetler çok eskilerde kaldı. Yemek bitince herkes kendi köşesine çekiliyor. Evin büyük çocuklarının başında küçükler telefonu elde etme çabasındalar. Onların derdi sadece oyun... Komşu oturmaları, sabah kahveleri özellikle akşamları toplanılan sohbet ortamları kalmadı. Çocukların sokak oyunlarının tükenmesi ise telefonun onların hayatında yer kazanmasına olanak sağladı. Durumu iyi olan her aile çocuğuna arkadaş olacak tablet ya da telefonu özenle seçebiliyor. Onları da kendi ellerimizle bencilleştiriyoruz. Birbirleriyle oyun oynamaya ihtiyaç bile duymuyorlar.
SAYFA 6
SERGAH DERGİ
DENEME
Sosyal medya sayesinde birbirimizi çok çabuk silip, birbirimizle çok çabuk tanışabilen bireyler olduk. Seçiciliğimiz kalmadı. Herkese farklı bir cesaret geldi. Evimizin kapılarını yabancı insanlara sonuna kadar açtık. Hırsızlar resimlerdeki bilezik sayısına göre evlere giriyorlar. Kendimize ait olmayan görüşlere tahammül sınırımız kalmadı. Övünmeyi seviyoruz. Bu ortamı doğru kullanmayanlar mahremlerini topluma açtılar. Eşlerin yanak yanağa fotoğraflarıyla süslenen profillerin geçmişte kol kola yürümeye utanan çiftlerle alakası kalmadı. Erkekler de modernleşti. Bikinili fotoğraflardan kimsenin rahatsızlık duyduğu yok. Zor anımız da kaçımızın gerçek dostu kaldı? Kaçımız yüz yüze saatlerce bir dostuyla dertleşebildi? Bazılarımız sosyalleştiğimizi düşünüyorken acaba gittikçe yalnızlaşıyor olabilir miyiz? Materyal açısından daha zengin olurken manevi değerler konusunda ise daha da fakirleştiğimizi söylemek mümkün…
Bundan yirmi sene önceye kadar her çeşitte çanta yok, her renkte kalem yok, her kalitede defter yoktu. Şimdi apple teknolojisinde tabletler, cep telefonları, bellekler ve bilgisayarlara sahip yeni bir nesil var. Kimimize göre zaman geçtikçe her şey bozuldu. Kimimize göre çağ atladık, gelişiyoruz. Oysa her devir kendi oluşumlarıyla insanoğluna hizmet eder. Ve İnsanoğlu her devirde bambaşka bir hayat sürer. Ben milenyum çocuklarının yani 2000 senesinden sonra doğanların birer mucize olduklarını düşünüyorum. Onlar bizi geleceğe taşıyacak akıllı beyinler. Elimiz ayağımız diyebiliriz onlar için. Farklı birer özellikle dünyaya geldiler. Bu ülkenin umut tohumları…
SAYFA 7
SERGAH DERGİ
DENEME
Yalnız eski kuşakların bu kadar kötü şekilde teknolojiyi kullanmalarından ise rahatsızım. Şöyle bir çevrenize bakarsanız sanal âlemde; herkes kahraman herkes iyilik abidesi ama ya gerçekler! Çocuklarınıza iyi insan olmayı öğretin. Doğru ve yanlışı ayırabilmelerini sağlayın. Bir de şu telefonları çocuklarımıza ölçülü ve düzgün kullanmayı öğretelim. İşte o zaman hayat mükemmel olacaktır. Zeki pırıl pırıl bir nesile sahibiz çok şükür. Geçmişin eksikliklerinden uzak geleceğin sıkıntılarıyla boğuşacak olan sizlersiniz. Bizden çok çalışan bizden çok mücadele edenlersiniz…. Unutmadan kaldır başını telefondan çocuğum!
SAYFA 8
SERGAH DERGİ
DENEME
ÂGÂH OLUNUZ FATMANUR AKGÜL
Bundan seneler öncesine gidelim biraz.Ben yaşamadım pek ama hani telefonun bile nadir kişilerde olduğu zamanları düşünelim.Ya da durun o kadar uzağa gerek bile yok.İnternet ve akıllı telefondan önceki zamanlar da yeter.Acaba vakit nasıl geçiyordu? Neler yapıyorduk boş zamanlarımızda? Sosyal medyalardan önce de bu kadar çok paylaşımcı mıydık? Her gün kontol etmemiz gereken hesaplarımız için gösterdiğimiz özeni eskiden neye gösteriyorduk? ...vs. Böyle soruları çok sorar oldum kendime.Çünkü birşeyleri çok hızlı yaşıyoruz ve durup düşünmezsek elimizden gidenleri fark edemeyeceğimizi hissettim.Günümün bir çok kısmını beraber geçirdiğim telefonum bana herkesten yakınmış gibi gelmeye başladı artık.
Çok özlediğim birinin yanındayken bile elimde o,aklımda paylaşımlarım ve beğeniler...İtiraf ediyorum hal böyle ama dikkat ettim ki bu tek benim sorunum değil. Teknoloji böyle olalım diye gelmedi ama biz yanlış anladık belli ki.Yavaş yavaş girdi hayatımıza ve bir çok değerin yerine oturdu bana kalırsa. Karşılıklı sohbet etmenin keyfini aldı yerine yazışmak gibi soğuk ama imgelerle ısıtabildiğimizi sandığımız bir aldanmayı verdi. Sorulduğunda cümleleri zor toparlayan bizler,klavye başında yazar,şair olduk çıktık.Aldanmamız çok normal.Çünkü her şey o kadar masumane başlıyor ki fark edilmiyor.Bu durumu en iyi anlayanlar muhterem ihtiyar ve ihtiyareler diye düşünüyorum.Fakat bu demek değil ki biz anlayamayacağız.Asıl bizim anlamamız lazım ne de olsa tehlikede olan bizleriz. Hiç kaybolmayacak değerlerimiz vardır toplum olarak. .Hızla gelişen bir teknolojimiz ve imkanlarımız da var aynı zamanda.Sanki bu ikisi zamanla yarışıyor da biz de arkalarından koşuyormuşuz gibi.Geri kalmamak için koşmak lazım elbette ama neyin peşinden koştuğumuz da çok önemli. Değerlerimizi bırakıp tamamen medeniyetin peşinden koşarsak en zayıf noktalarımızda ihtiyaç duyduğumuz esaslarımıza dayanamayız ve tehlike burada başlar.
SAYFA 9
SERGAH DERGİ
DENEME
Medeniyet bizi en zayıf noktamızdayken bulduğunda kendine mecbur hissettirmek için her türlü rahatı önümüze sürer ve sürüyor da zaten.Biz insanlarında zayıf noktaları yeterince çok.Gelin buna nefsin istekleri diyelim.Vicdanın kabul edemeyeceği ama nefsin arzuladıkları diyelim.Vicdana kalsa o kadar hızlı ve medeniyet peşinde koşmaz değerlerini bırakıp.Çünkü o ait olduğu yeri ve sınırı bilir ona göre hareket eder.Fakat nefis öyle değil.Her zaman daha fazlasını ,daha iyisini,daha rahat olanını ister.Biz de seçimlerimizi nefse göre yapınca bir bakmışız vicdan geri de kalmış da nefis bambaşka yollara sapmış.O zaman diyemeyiz ki ''Bazı değerlerimizi artık kaybettik''.Tam tersine biz kendimizi kaybettik.Niye diye sormadan nefsin her istediğini verdik ve artık o bizi yönetir oldu.Bıraktık medeniyetin peşinden koşmayı da nefsin peşinden koştuk. Bilhassa bütün zevklerin kaynağı olan gençlik zamanında yaptık bu hataları ve yapıyoruz.Bakın bu bir uyku halidir aslında.Gençlik de bu uykunun en derin kuyularında bulunmak oluyor.Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri de eserlerinde 'Gençlik sarhoşluğu gaflet uykusunu iyice kalınlaştırıyor.Adeta dünyayı daimi,kendini ölmeyecekmiş gibi dünyaya yapışmış bir vaziyet veriyor.'' manasında bir gerçeği açıklıyor. Hadislerden de öğrendiğimizle biliyoruz ki ibadette,hayırlı işlerde en makbul olanı gençlik zamanındayken yapılanlardır.Hatta öyle müjdeler var ki gençliğini bu dünyada nefsi uğruna harcamadan geçiren bir müslüman ebedi hayatta ebedi bir gençlik kazanıyor.Bu kimsenin hayır diyemeyeceği bir nimet değil mi? Tam tersine gençliğinde günahlardan,boş eğlencelerden,yanlış arkadaşlıklardan geçmiş bir insan hem daha hayattayken sıkıntılarını yaşlandıkça çekiyor hem de ebedi alemde yaptıklarının cezasını çekiyor.O zamanki pişmanlık ne yazık ki faydasız kalacak ve gaflet uykusunda geçirdiği o gençliğini kaybetmenin üzüntüsüyle kendi içini kendi yakacak. Yine Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri bizi bu konuda çok ciddi uyarıyor.''Ey bu vatan gençleri ! Frenkleri taklide çalışmayınız.Agah olunuz ki, siz ahlaksızcasına ittiba ettikçe,hamiyet davasında yalancılık ediyorsunuz! Çünkü şu surette ittibaınız, milliyetinize karşı bir hafife alma ve alay etmedir!.. '' Buradaki hamiyet; ahlak,din, namus ve vatan gibi üstün değerlerimizi koruma ve bunların zarar görmesinden öfke duymak,savunmak için harekete geçmek, utanç verici işlerden uzak durmaktır. Netice olarak değerlerimiz hiç kaybolmuyor.Sadece biz zamana ayak uydurmak adına onlardan kendimizi kandırarak uzak tutuyoruz.Oysa zamanın değiştiremediği bir çok gerçek var.Yakın zamanda şöyle birşey okudum "Dünyayı iyi bilen aldanmaz,ahireti iyi bilen de aldatmaz." Medeniyet için çalışanlar yalnızca dünyayı bildikleri için her türlü aldatıcı oyunla kandırabilir nefsimizi.Biz de ahireti bildiğimiz nisbette aldanmayız ve aldanmayız İnşaallah. Allah bizi kendimizi kaybettiğimiz gaflet kuyularından çıkarsın ve uyandırsın.Henüz gençliği tükenmeyenlerden isek bu uyanıklığı daim etsin ve daim edecek işlerde koştursun.Gençliğimiz bizden uzaklaştıysa da en hayırlı ihtiyar vasfını nasip eylesin.Bu milletin ve ümmetin nice Âgâhlara çok ihtiyacı var! Vesselam...
SAYFA 10
SERGAH DERGİ
DENEME
PASLANMADIKÇA YÜREKLER GELECEĞİN MİHENK TAŞI OLUR GENÇLER NURİYE EYCAN Bizler, geçmişimizden bugünümüze kadar yaşadığımız zaman diliminde İslam ahlakı ve kültürü ile yetiştirilmiş ve yetiştirmiş bir nesiliz ya da bunu böyle görmek ve kabul etmek isteyen bir nesil. İslam dini, Kur’an ahlakı insanı ruhen, bedenen güzelleştiren, kötülüklerden uzak tutan bir eğitim sistemidir. Yüce Allah’ın, insanlığın en kara noktasında, cahiliyenin en şiddetli yaşandığı dönemde, son Nebisini (sav) göndermiş ve tüm insanlığı islam’a ve İslam ahlakına davet etmiştir. Yüce Allah (cc) biz insanları, “Gerçekte sen büyük bir ahlâk üzeresin.”(1) diyerek övdüğü Resulü (sav) ile İslam’a Kur’an ahlakı ile insan olmaya davet ederken, maalesef ki toplumun, günümüz insanının ve tüm dünyanın gidişatı hiç de iç açıcı görünmemektedir.
Yuva, hane, aile ocağı da diyerek adlandırdığımız dört duvarla çevrili olan yerlerdir evlerimiz. Büyük veya küçük, hacmi ne her ne olursa olsun, insanoğlunun kendini güvende ve huzurlu hissettiği, yaşamını geçirdiği yerdir hanesi. Hele ki anne, baba ve çocukların oluşturduğu, aile sıcaklığının hissedilebildiği, acının tatlının birlikte paylaşılabildiği bir yuva ise. Ulu ve sağlam köklere sahip bir çınarı benzeyen aileyi, sıcacık yuvaları, nerden ve nasıl dağıtacağını, hangi tuzakları kuracağını keşfetti şeytan ve onun insanoğlu görünümündeki yardımcıları. Yüce Allah Kur’an da şöyle buyurmaktadır. “Kendi yapmakta olduklarını, şeytan onlara süsleyip çekici kıldı. Böylece onları doğru yoldan alıkoydu.”(2)
Adeta cahiliye döneminin yeniden hortladığı bir dönemden geçmekteyiz. . Şeytan süsleyerek hazırladığı tuzakları ile inananları kendi cehennemine doğru hızla çekmektedir. Bu tuzaklar aile kurumundan başlayarak tüm toplumu zehirli sarmaşık gibi sarmaya başlamıştır.
Ne yazık ki şeytanın süsleyip sunduğu, nefse çekici gelen bir yaşam tarzını benimsemeye başladı inananlar. Batılı yaşam tarzına özendiren televizyon dizileri sinema ve buna benzer araçlarla gençleri zehirleyerek, toplumun ahlaki değerlerini hiçe saydı.
SAYFA 11
SERGAH DERGİ
DENEME
Ekranların yanı sıra sosyal medyanın bilinçsiz bir şekilde kullanılması, yenilenden içilene, ne giydiğinden, nereye gittiğine kadar özel hayatın mahremiyetine önem vermeksizin hayâsızca paylaşımların yapılması, gençleri, aileleri ve toplumu hızla uçuruma sürüklemektedir. Gençliğin büyük bir bölümü batılılaşma, medeniyet kisvesi ile süslenmiş, özgür, kendine özgüvenli yetiştirilmek adına büyük bir kültür yozlaşması ile karşı karşıyadır. Adeta, çocuklar ve gençler, sadece bilgi yüklemesi yapılmaya çalışılan hissiz, duygusuz robotlara dönüştürülmek istenmektedir. Birçok ailenin onlardan istediği tek şey, başarılı, etiket sahibi, çok para kazanan insanlar olsunlar da ne olursa olsun. “Av değil avcı olsunlar” diyerek, yetiştirilen bir nesil. Ama bilmezler ve ya bilmek istemezler ki böyle bir nesil, duygusuz, acıma hissini kaybetmiş an gelip kendini yetiştirip büyüten, anasını babasını huzurevi altında kurulan dört duvar arasına bırakıp gidecek kadar hissizleştirilmiş bireylerin çoğaldığı bir topluma dönüşür. Sonrasında ise kendi elleri ile büyütüp yetiştirdikleri evlatlarından şikayet etmeye başlayan analar, babalar. Neden, niçin böyle oldu bu gençlik, bizim zamanımızda böyle değildi, bu nasıl gençlik, yazık başıboş vurdumduymaz ahlak yoksunu gençler, neden bu kadar çoğaldı, şikâyetleri. Bu zamanın büyükleri şikayet edip sızlanmak yerine kendilerini sorgulamaları gerekmektedir. Şunu iyi bilmelidirler ki toplumun kültürel yapısının bozulması, kendine has değerlerini, inancını kaybetmesinin ve mutsuz bireylerden oluşan bir neslin yetişmesinin nedeni yine kendileridir. Her çocuk bir ailede yetişir, çocuk ailesinin aynasıdır. O nedenledir ki bu çağın gençlerinden şikâyet etmek, sorunları onlarda aramak yerine, aileler öz eleştiri yaparak eksiklerinin farkına varmalı, medenilik ve medeniyet diye diye kaybettiğimiz değerlerimizi yeniden kazanmalıyız. Çocukların yetiştirilmesinde, maddeden önce manaya, mahremiyet eğitimine dikkat etmeliyiz. Onları Kur’an ahlakı ile büyütüp, ruhlarını yeniden haya ve edeple yoğurup şekillendirebilmeliyiz. Şurası bir gerçektir ki, edep ve hayâsını yitirmiş toplumlarda her türlü kötülük ve cahiliye adetleri meydana gelmeye başlar.
SAYFA 12
SERGAH DERGİ
DENEME
Haya ve edep bir toplumun mihenk taşı gibidir. O ki insanoğlunun vücudunda bulunan her hücrenin kul olduğunu, Rabbinin karşısında olduğunu unutmaması, ruh hamurunu onunla yoğurup hayatını onunla şekillendirebilme sevdasıdır. Edep, hayatını Allah (c.c) ve Resulünün (s.a.v) muhabbeti ve aşkı ile yolunu çizen, Kur’âni bir hayat yaşamaya çalışan, edepsizlerin, edepsizliklerin karşısında dimdik durabilen, mümin ve mümine gençlerin cihadıdır. Hadîs-i kudsîye göre: “Allah Teâlâ, Âdem (as) yarattığı vakit Cebrâil (as)ona üç hediye getirdi. İlim, hayâ, akıl. Ona dedi ki: Ya Âdem! Bunlardan dilediğini seç. Âdem (as) aklı tercih etti. Cibrîl (as) hayâ ve ilme, makamlarına dönmelerini emretti. Hayâ ve ilim dediler ki: “Biz, âlem-i ervâhta (ruhlar âleminde) hep beraber idik. Birbirimizden asla ayrılmayız. Ruhlar cesetlere girdikten sonra da aynı şekildedir. Ve akıl nerede olursa, biz ona tâbî oluruz.” Cibrîl (as) da öyle ise yerlerinize yerleşin diye emretti. “Akıl dimağda, ilim kalpte, hayâ da gözde yerleşti.” Bu hadîs-i kudsîde anlatıldığı gibi hayânın makamı gözdür. Bu yüzden hem gözümüzü korumak önemlidir hem de göze hitâp eden şeyleri kontrol altında tutmak. Yoksa bizler iffetimizi kaybettikçe buhranlarımız artar, çocuklarımız ve gençlerimiz yanlış yollara saparlar. Gençlerimizin kıymetini bilelim, tekrar özümüze dönelim. İyiliklerimizi Allah rızası için yapmayı, bu yolda mücadele ederek çocuklarımızı geleceğin, Hasan el - Bennaları, Seyyid Kutupları, Şeyh Ahmet Yasinleri olarak yetiştirmeyi hedefleyelim. Öyle çocuklar ve gençler yetiştirelim ki çevremizi saran masum ve dost görünümlü düşmanları tanıyıp anlayabilecek ve onlardan gelecek kötülüğü, hakka olan teslimiyeti sayesinde, bertaraf edebilecek kadar imana sahip, feraset sahibi, iman, irfan, fazilet ve bilgi ile donanmış; karakterli, ahlaklı, vatanına, milletine ve dinine sahip çıkabilen, dahası bunları yüceltmek için hiçbir fedakârlıktan kaçmayacak olan bir nesil. Hani Mehmet Akif de şöyle övüyor dizelerinde, O nesli, Asım’ın neslini: “Asım’ın nesli… Diyordum ya… Nesilmiş gerçek. / İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.” Analar, babalar! Kaybedecek zamanımız yok, hanelerimizde, yuvalarımızda, yeniden ilim meclisleri kurmalı, fazilet sahibi annelerin elinde, Asım’ın neslini yetiştirerek, o kutlu nesille, gün geçtikçe çirkefleşen bu dünyanın düzenini, yeniden hak, adalet ve İslam üzerine inşa etmeliyiz. Bu ahir zaman ümmeti büyük bir sınavla karşı karşıya bulunmaktadır. Bu sınavı geçebilmek için kalplerimizi, imanlarımızı yeniden dirilterek mücadelemizi sürdürmeli, şeytanın yolumuza kurduğu, çeşit çeşit tuzakları her ne olursa olsun Allahın rızasını düşünerek, tam bir teslimiyet ve imanla bozabilmeli; Rahmanın has kullarının yolundan gidebilmeliyiz. Yüce Allah ayeti kerimede şöyle tarif eder has kullarını: “Rahman’ın has kulları o kimselerdir ki onlar yerde tevazu ile yürürler. Cahiller kendilerine laf atarsa ‘selametle!’ derler.”(3) Ey Rabbimiz! Yüreklerimize güzel ahlak hırkasını giydir. Hayâ ve iffet perdesi ile ruhumuzu sar, gözlerimizi süsle. Allah’ım cümlemizi takva üzerine yaşayan Salih evlatlar yetiştiren kullarının zümresine dâhil eyle. Nuriye Eycan 1-Kalem,4 2-Ankebut-38 3-Furkan, 63
SAYFA 13
SERGAH DERGİ
DENEME
KAYBOLAN DEĞERLER VE GENÇLİK SALİH DOĞAN
Bir şeyi kaybetmek için öncelikle sahip olmamız gerektiğini bilmeyenimiz yoktur. Var olan, eldekiler ise ne kadar yeterlidir muamma. Konumuzun “Kaybolan Değerler Ve Gençlik” olduğunu öğrendiğim andan itibaren anlamsız duygular içerisindeyim. Bulunduğum her platformda, yakaladığım her fırsatta dile getirdiğim bir söylemim var. “Derdimde, Davamda, Duamda Gençlik” Eğer sağlam temeller üzerine, kendini, tarihini ve varoluş sebebini bilen nesiller inşa edebilirsek hem bu dünyamız hem de ahretimiz kurtulmuş olacaktır. Gençlik denildiği anda aklıma Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in bin bir çilelerle kurmuş olduğu Büyük Doğu Yayınları’nın duvarlarında asılı bir kâğıt parçası ve üzerinde yazılı olan bir not geliyor. Aynen şöyle yazıyor ÜSTADIN ÖZLEDİĞİ GENCİN VASIFLARI 1-AŞK 2-SIR İDRAKİ 3-NEFS VE KÂİNAT MUHASEBESİ 4-EŞYA VE HADİSELERE HÂKİMİYET VE GÖZÜKARALIK 5-EN DERİN MERHAMET İÇİNDE EN KESKİN ŞİDDET 6-FEDAKÂRLIK 7-SAMİMİYET 8-ZARAFET, ZEVK VE ESTETİK Bu maddeler üzerinden gidecek olursak, günümüz gençliğinin aşkı da, sevdası da sizce nedir? Nelere aşkla ve şevkle bağlanmıştır? Yönü ve istikameti acaba doğru mudur? Peki, günümüzde sır denen kavram kimler ve neler için geçerlidir? Hani kusurları örtmede gece gibi olacaktık? Hiç mi Mevlana’ya kulak vermedik? Hadi kâinat muhasebesini geçtim, ne aklımız aldı ne de fikrimiz, bari nefsimizin bir muhasebesini yapmış olsaydık çok mu? Merhamet yerine ve menfaate göre kullanılır oldu. Fedakârlık ise karşılıklı. Samimiyet mevzuuna girmek istemiyorum, zira başlı başına bir sorunumuz. Zarafet her ne kadar bize göre olmasa da zevkimize düşkünüz vesselam. Bu sorumsuzluğun bizlere nelere mal olduğunu bilseniz inanın düşünmekten başınızı kaldıramazsınız. Kayıp, size ait olan bir şeyi istemsizce yitirmeniz anlamına gelmektedir. Bu pencereden bakacak olursak biz üstüne basa basa, bile bile yırttık attık elimizde ne varsa. Tüm değerlerimizi çiğnedik fütursuzca. Bir harf öğrettiği için kırk yıl köle olmayı göze alanlardan bu güne gelmek için büyük çaba sarf ettik. Vefayı, samimiyeti, hasreti her ne varsa kendi ellerimizde saçtık bitirdik ve yok ettik.
SAYFA 14
SERGAH DERGİ
DENEME
Şimdi soruyorum size komşuluk diye bir kavramımız kaldı mı? Perdesi, penceresi açılmadı diye kaygılandığımız, hasta olunca bir tas çorba kaynattığımız, iyi ve kötü günde omuz omuza olduğumuz komşuluklar nerede? Eğer kaldıysa Anadolu’nun bir köşesinde ne ala. Sırf aynı kaptan yemek yedi diye, aynı odayı paylaşıp aynı havayı teneffüs etti diye yıllar boyu dedelerimizin babalarımızın asker arkadaşlarını misafir etmedik mi? Yoldan geçeni, tanrı misafiri diyerek soframıza buyur etmedik mi? Şimdi evlerde çelik kapı ve o kapılar adeta duvar. Arkasında ne dostluk ne samimiyet var. Etrafı dikenli tellerle çevrili modern hapishanelere bizler site diyoruz. Ve bu siteler içerisinde kaybolan değerlere bir yenisini daha ekliyoruz. Soğuk kış günlerinde sobanın etrafında toplanan ve yanan kandil eşliğinde edilen muhabbetleri hatırladınız mı? Oradaki samimiyet, oradaki muhabbet kaldı mı? Hadi kandil yakmak günümüzde fanteziye kaçabilir, sobanın yerine kaloriferde kabulümdür. Ama edilecek muhabbet kalmadı. Şimdilerde aynı evde, aynı oda içerisinde bir aile düşünün, ellerde telefon, kulaklık takılı herkes kendi aleminde. Dolayısıyla muhabbetimizde sizlere ömür. Dedik ya kaybedecek bir şeyimiz kalmadı, yırttık attık birer ikişer. Omuz omuza yürünen günler geride kaldı. Vefa günümüz borsasının değer kaybedeni. Artık sırtından vurmalar moda. İnsanlığımızı, vicdanımızı ve merhametimizi de kaybettik. Sözde komşumuz aç iken biz tok yatmayacaktık. Ama devir “ben” devri oldu çıktı. Birey kendini dört duvar arasına kapattı. Önceleri radyo vardı, her ne kadar görüntü olmasa da sesiyle saat başlarında ajansları dinlemek için bizi başına topladı. Bir devir onunla büyüdü. Ardından televizyon girdi hayatımıza. İşte tehlikenin ilk büyük adımı burada atıldı. Belirli günlerde ve saatlerde dış dünyayla bağımız kesilmeye başladı. Ve ardından internet ve sonrasında telefon tablet. Sonunda dört duvar arasında, el kadar bir ekrana hapsoldu insan. Sosyallik önceleri bire bir sağlanırdı. Şimdilerde sosyal mecralarda ve sanal ortamlarda. Tüm bu değerlendirmeler ışığında nasıl bir gençlik hayal ediyorsunuz? Temelinde değerlerinden yoksun yetişen bireyin, hem kendisine hem de çevresine bir faydası olabilir mi? Geri dönüşü günden güne zorlaşan bu kronik sorunumuza acaba ne zaman dur diyebileceğiz? Belki de dini bayramlarımızda kıyı kesimlerde tatil planı yapmak yerine, çocuklarımıza aile büyüklerini ziyaret etmeleri gerektiğini anlatarak başlayabiliriz. Sağlıcakla kalın
SERGAH DERGİ
SAYFA 15
SIVICI İSLAM SALİH DOĞAN
Sıvılar akışkandır Belli bir şekilleri yoktur Bulundukları kabın şeklini alırlar! Bulundukları kaba göre şekil alırlar! Bulunduklara yere göre davranırlar! İki kelimeye dikkat etmenizi istesem… Ya da müsaadenizle örnekle açıklasam… ***
DENEME
SAYFA 16
SERGAH DERGİ
DENEME
Kardeşim bu devirde böyle şeyler söyleyip gericilik yapmayın” -Bu devirde artık türban bir füruat ya tamam bayan illa ki kapanacaksa kapansın tamam ama(?) kapanacaksa da “modern” kapansın. Ne o öyle “rahibe” gibi. Hayır, bir şey değil, millet İslam’ı sonra böyle bir şey sanıp korkacak. Hem aslında yaşlandığında kapanması daha makul de dedim ya illa da ısrar ediyorsa “modernlik” hususundan taviz vermesin bir zahmet. -Evladım, genç yaşta bu ne ibadet sevdası sen mi kaldırıyorsun cami imamını ne o öyle her vakitte camiye mi gidilir. Yaşlanınca gidersin zaten, hem öyle hacca, umreye de gençken gitmene ne gerek var döndüğünde hayatını yaşayamazsın maazallah. -Kızım sen de kocanın sözünü aman ha sakın dinleme, git gece deme gündüz deme evlat deme ev deme ekmeğinin peşinde ol. Sonra kocan boşarsa dımdızlak kalırsın ortada. Rızkı kocan veriyor ya zaten kapının önüne korsa çocuklarla aç perişan olursun demedi deme. “
Oğlum sen de çık gez hem sen erkek adamsın, ne yaparsan elinin kiri der geçilir, hem namus kadına zamparalık ve dayak adama yakışır, unutma karın sana muhtaç bu yüzden karşı gelemez bir iki surat yapar ama iki güzel sözle kandırırsın nasılsa, hem zaten erkek dediğin öyle karı gibi oturur mu evinde ilahi sen de… ***
Artık bu çağda İslam Modern bir boyutta yaşanıyor. Peki, bir sorum olacak. Kuran-ı Kerim evrene inen son kitap değil miydi? Yani cahilliğimi mazur görün efendim, benim haberim olmadan bir peygamber daha indirildi ona kutsal bir kitap mı bahşedildi de benim haberim yok. Eğer öyle değilse, nedir bu her kalıba uyma sevdası. Hadi sıvıların bir şekli yok. Hadi onların akılları yok her şekle giriyorlar da bizim aklımız yok mu? ***
Her geçen gün özellikle biz gençleri, kendi kurallarına göre İslam’ı yaşatmak için belirli kalıplara sokmaya çalışıyorlar. Ah keşke bununla yetinseler, kalıba sokmakla kalırlar mı? Onunla kalsalar bir derece, ellerine düştün bir kere. …
Sonrasında da ellerinde koca matkaplarla o kalıplara sürekli delikler açıyorlar, şimdi gel güzel kardeşim elinde ki sıvıyı o kalıba boşalt. Çok güzel, bir bak bakalım ağzına kadar dolu olan kalıpta bir süre sonra bir damla sıvı kalıyor mu?
SAYFA 17
SERGAH DERGİ
DENEME
Neden? Kalıp delik. Hele durun korkmayın ya yeni kalıp onların ellerinde hazır bile. Ama geçmiş olsun seninle işleri bitti sıra diğerlerinde. İşte kardeşim yapmak istedikleri tam olarak bu. Onların gözünde o sıvı Müslüman Genç, kalıp onların bize hediyesi ama o hediyeyi kabul edebilmemiz için önce iman zırhımızı deliyor, delik deşik ediyorlar. Sonra bizler öyle ortalarda ne yapacağım diye dolanırken bizleri onların istedikleri gibi kalıplara cuk diye yerleştiriveriyorlar. Ve bunu da İslam adı ile yapıyorlar. ***
Dikkatimi çeken, sizlerin de dikkatini çektiğini düşündüğüm bir husus var son zamanlarda cereyan eden. Her geçen gün İslamcılık adı altında çeşitli safsatalar üretiliyor. Romantik İslamcılık, İslamcı Feminizm, Modern İslamcılık, Aydın İslamcılar vs. adlarıyla yayılan Kuran ve Sünnet Işığından bizleri uzaklaştırarak karanlığa sevk eden yeni akımlar sunuluyor. Ve bu akımlar ile bize şu dayatılmaya çalışılıyor ”İslam kolay bir dindir”. Bir de hepsi aynı hadisle devam ettiriyor bu oyunu. “Kolaylaştırınız zorlaştırmayınız, müjdeleyiniz nefret ettirmeyiniz” (Buhari sahih) Ve yeri gelmişken şunu unutmamız gerekmekte, karşımızda öyle bir kitle var ki kendi yalancılıklarına Efendimizi (s.a.v) şahit tutacak kadar alçalabiliyorlar. Yani bizlere yapacaklarını sizler düşünün) Sonuç olarak da bizler, Müslüman Gençlik olarak ne yapacağımızı nasıl davranacağımızı şaşırıyoruz. Kuran-ı Kerimi okumadan Romantik İslam romanlarında ki aşklarla kandırılıyor, Efendimizi tanıyıp, hadislerle aydınlanmadan Aydın(?) İslamcıları şakşaklıyor, evvelinde büyük mücadeleler ile kazandığımız türban özgürlüğümüzü İslamcı Feminizm ile harcıyoruz. Düşmanımız eskiden bizimle açıktan dövüşüyordu dostlar lakin artık hiç kimse İslam’a karşıyım demiyor. Ben de inanıyorum ama… İle başlayan cümlelerle bizlere yaklaşıp önce İman zırhımıza kapanmayacak delikler açıyor ardından da bizi kendi kalıplarında sıvı bir dekoratif olarak kullanıyorlar. Gelin biz sıvılaşmak yerine katılaşalım, hacmimiz de kütlemiz de şeklimiz de belli olsun. Boş verin isteyen bizlere gerici desin, bağnaz desin, İslam’ı kötü gösteriyorsun, insanları korkutuyorsun desin. Kulun lafı yüzünden, Yaratıcımıza karşı veremeyeceğimiz hesaplar altına girmekten iyidir… Rabim cümlemizi Modern İslamcılık yaygarasından korusun. Kuran-ı Kerim ve Hadislerin doğrultusundan ayırıp şaşırtmasın. (
Selam ve Dua ile
SAYFA 18
SERGAH DERGİ
DENEME
GENÇLİK DÖNEMİ ENES ÖZDEMİR
İnsan hayatının en heyecanlı ve yoğun duygulara sahne olduğu zamandır gençlik dönemi. Gençlik damarının, akıldan çok duyguları dinlediğini; his ve hevesin ise kör olduğunu ve bir gram hazır lezzetin, ilerideki tonlarca yüksek lezzete tercih edildiğini zaman bize gösterir. Bu çağda kişiye hisleri hâkim olduğundan, çoğu zaman düşünmeden verir kararlarını. Böylelikle kolayca yanlış yapabilir, hataya düşebilir. Genç bireyler yaşadıkları fiziksel ve psikolojik değişikliklerin etkisiyle, iç âlemlerine daha fazla yönelirler. Hayatı anlamlı kılacak sorularına, cevap aramaya başlarlar içten içe. Bu noktada kulluğa yönelmek, genci yanlış yapmaktan korur ve kişiliğini geliştirir. Yapılan ibadetler, işlediği amellerin bilincine vakıf olmaya çalışan bir genç için Allahın “her şeyin sahibi” olduğunu, ondan başka gerçek dost ve yardımcı olamayacağını idrak etmesine katkıda bulunur. Allah Teâlâ ibadet eden genç ile meleklerine övünür. Efendimiz (sav), Allah Teâlâ’nın ibadet eden genç ile meleklerine övünüp “Bakınız benim kuluma, kendi şehvet ve nefsani heveslerini benim için terk etmiştir.” ifade eder. Rabbimizin meleklerine karşı övdüğü genç, yeni bir hayat coşkusu elde eder. Uçsuz bucaksız gibi görünen bu evren, onu tedirgin edemez! Gelecek endişesi gönlünü daraltamaz. Geçmiş günlerin kötü anıları onu üzemez. Kendisini Rabbine yakın hissettiği gibi sosyal çevresiyle de iyi ilişkiler kurar.
SAYFA 19
SERGAH DERGİ
DENEME
İman ve ibadetten yoksun yetişen gençlerin ise manevi buhran içine düşerek, ruhlarındaki boşluk hissini, yanlış alanlarda doldurmaya çalışmaları çoğu zaman onları daha büyük bir çıkmazın içine sürükler. Zira Allah Teâlâ (Rad, 28) suresinde “Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” buyurmaktadır. Kısaca iman ve ibadete aykırı olan her şey insanın fıtratına da aykırıdır. Huzur getirmez, getiremez. Gençlikte yapılan ibadetler hak katında daha sevimlidir. Bilinçli bir genç, kanının en deli aktığı ve dünya lezzetlerinin kendisini cezbetmeye çalıştığı bir dönemde, ahiret yolcusu olduğunu unutmaz. Hayatının baharında, kulluğunun farkına varır. Dünya misafirhanesini, ebedi saadete ulaşmak için bir vesile olarak değerlendirir. Böylece İmam Rabbani hazretlerinin haber verdiği şu müjdeye mazhar olur: “Gençlikte, şehvetin, asabiyetin kapladığı anlarda, İslamiyet’in bir emrini yerine getirmek, ihtiyarlıkta yapılan aynı ibadetten çok üstün ve kıymetli olur. Böyle bir çağda yapılan az bir amele, pek çok sevap verilir.” O halde insan nereye geldiğinden ziyade niye geldiğini, ne yaptığından ziyade artık ne yapması gerektiğini iyi bir düşünmeli, ölçmeli ve tartmalı. Hayatına anlam katacak sorularının cevabını bulmalı. Bu dünyaya başıboş gönderilmediğinin farkına varmalı ve hep bir arayış içerisinde olmalı. Daralıp bunaldığı zamanlarda ibadetlerine sarılmalı ve yalnızca Allah’tan medet ummalı. Meşguliyet gelmeden boş zamanın, ihtiyarlığa ermeden gençliğin kıymetini bilmeli ve ona göre yaşamalı. En ufak hazır bir lezzeti ukba nimetlerine değişmemeli. Bu dünyada attığı her tohumun, ahirette ona hava, su, elektrik olarak geri döneceğini bilmeli.
UYANIN! FİRDEVS AKINCI Bu ay demişiz ki kaybolan değerlerimizden bahsedelim. Ben de demek isterdim ki: "Evet şu değerimiz kayboluyor dikkat edelim ." ama bir değil iki değil kardeşlerim bütün değerlerimiz yerle bir olmaya başladı. Umursamayıp küçük gördüğümüz ne varsa bizi yıkmaya oradan başladılar. Önceden nasibimiz Hüdâ'dan gelir diye rızık kaygımız yoktu. Şimdi herkesi bir gelecek kaygısıdır sarmış, almış başını gidiyor. İçimiz sıkılınca whatsapp gruplarında internet köşelerinde çare aramazdık. O bize şöyle demişti çünkü: İnşirah Suresi:َ ك َ ْل َح ْر َش ْن َم َل بسم الله الرحمن الرحيم)'( أ َا ْن َع َف َر َ)'( و َك ْر َه َظ َض ْق َن ِي أ ّذ َ)'( ال َ َك ْر ِز َو ْك َن َا ع ْن َع َض َو َ)'( و َك ْر َد ص ًا ْر ُس ِي ْر ُس ْع َ ال َع ّم ِن َ ًا)'( إ ْر ُس ِي ْر ُس ْع َ ال َع ّم ِن َ َإ َ)'( ف َك ْر ِك َذ َك )'(ل َب ْ ْغ َار َف ّك َب ِ َى ر ِل َإ ْ)'( و َب ْص َان َف ْت َغ َر َا ف ِذ َإ ف
SAYFA 20
SERGAH DERGİ
DENEME
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla. Senin için bağrını açmadık mı? İndirmedik mi senden o yükünü? O sırtında gıcırdamakta olan (ve bu şekilde sana eziyet veren) yükünü? Senin şanını yüceltmedik mi? Demek ki, zorlukla beraber bir kolaylık var. Evet o zorlukla beraber bir kolaylık var! O halde boş kaldığında yine kalk yorul! Ve ancak Rabbinden ümit et, hep O'na doğrul! Bizde ellerimizi duaya açar Rabbimize tevekkül ederdik. Ona yalvarır ona yakarırdık. Makam mevkisinden ötürü kimsenin kapısına paspas olmazdık. Ki O bizi eşref-i mahlukat eylemişti. Verirse yüceliğinden vermezse hikmetinden derdik. Öyle istediğimiz olmadığı için hoplayıp zıplamaz ona buna saldırmazdık. Sabrederdik, bilirdik ‘Allah sabredenlerle beraberdir.’ derdik. O lütuf sahibidir. Ölümden korkmazdık uzun yaşamak için değil hayırlı bir ömür geçirmek için çareler arardık. ‘O’ndan geldik O’na döneceğiz.’ der salih amel işler, hayırlı işler yapardık. Her günden ayrı ayrı tırsmaz her zorlukta tir tir titremezdik. Çünkü ebabil kuşlarını bilirdik biz. Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle. 1- Görmedin mi Rabbin ne yaptı fil sahiplerine! 2- Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı? 3- Üzerlerine sürü sürü kuşlar saldı. 4- Onlara balçıktan pişirilmiş sert taşlar atıyorlardı. 5- Derken onları, yenilmiş ekin yaprağı gibi kılıverdi. Bize Rabbimiz bu kadar açık konuşmuşken müdürümüzden değil Allah'tan korkardık. Amirimizin gözüne girmeyi değil Allah'ın rızasını gözetirdik. Ne oluyor kardeşim ne bu korku ne bu telaş, bu gönlünde ki gam keder de neyin nesidir? Bizim Rabbimiz var. Çevir yüzünü dünyadan rahmete. Duymadın mı ki derdi dünya olanın dünya kadar derdi olurmuş. Sil göz yaşlarını, ferahlat gönlünü bilmez misin ‘La tehzen innellahe meane ( üzülme Allah bizimle beraberdir)’ Doğru kayboluyoruz, kendimizi kaybediyoruz. Çünkü bizden imanımızı almaya, inancımızı zayıflatmaya çalışıyorlar. Gencimize secdeden uzaklaşsın diye kibir, kimseyle anlaşamasın diye riyakarlık aşılıyorlar. Diğergamlığı hor görüp vefayı çalıyorlar. Ey iman edenler! Uyanın!
SERGAH DERGİ
SAYFA 21
ŞEBAB U KIYEM AHMET EL UFUKİ
Kayboldu kıymet insanların gönüllerinde. 1400 sene evvel böyle miydi kıymet dilde? Değişti insanlar, değişti dünya nefisle. Şeytan aldı, iktidarı mükemmel bir şekilde. Edeb akardı, kalbden lisana her şeyiyle. Efendi, “Seviyorum.” diyemezdi kerimeye. Kerime, seçemezdi zevcini edepsizce. Şebab hazineydi edeb-i Kur’an u Sünnetle. Dildeydi Kur’an-ı Kerim daim bir şekilde. Ahvalinde sabitti nasın Sünnet-i Seniyye. Her mekân, her hane sürurluydu usulünce. Herkesin yek derdi vuslattı Allah u Rasule. Dönüştü koca devlet-i ali devletçiğe. Başladı bin bir müşkil şu devletçiğin zihninde. Moda diye ekildi hayâsızlık millete. Şebban ulvi bir kurban oldu modernistliğe. Nerede, edeb-i Rasulullah şimdilerde? Nerede, enbiyaların varisi günümüzde? Şebban koşar oldu kâfirlerin edebiyle. Veledan yaşar oldu oyunlarının peşinde.
ŞİİR
SAYFA 22
SERGAH DERGİ
ŞİİR
ACI
MEHMET MEMDOĞLU
Mektup yazmışsın, teknolojiye inat. İyi de etmişsin hani. Okurken her satırını, maziye gidiverdik en sonunda… “Sevdaya düştüm, Aşk ‘acı’sı çekiyorum demiş” ve ‘acı’yı anlatın?” diye de not düşmüşsün. Acı kederdir, yalnızlıktır. Özcesi dostum! Acı, acıyan yanına acıyarak bakmaktır. Her ruhun vardır bir acısı. Acı geçmişin izi, geleceğin sözüdür. Aşk acısı çekiyorum” deyip, Acı, dilsiz bir yakarış, anlatılamayan duadır. “Aşk”a iftira etme. Ah be Dostum!... Hâlbuki acı vermez, kavuşmadır, vuslattır aşk. Acı var, acı var, acı yan var? Eğer acı verseydi aşk! Dil acısı mı, dost acısı mı? O’nun beytinde dillenir miydi? Evlat acısı mı, kardeş acısı mı? İstenir miydi? Eş acısı mı, hayat acısı mı? Aşk, aşk! Anne acısı mı, baba acısı mı? Hâlâ da Yoksa yürek acısı mı? “Acı’yı tarif etmiyorsun?” diyerek, sitem etmişsin. Acı bilir acının halinden, Et be dostum, et! Acıyı çeken bilir, acı (sızı) sından. İstesek de ‘acı’na merhem olamayız ki? Soruna gelince. Acı mı? Bilmiyorum? Yaşasaydık acısız anı, dile getirirdik acıyı. “Nasıl mı?” dediğini duyar gibiyim. Ah be can dostum! Acısız yaşamadık ki hiçbir anı. İşte öyle. Selam ve dua ile… Memdoğlu
SAYFA 23
SERGAH DERGİ
HİKAYE
HÂLET-İ SAHVE EDA NUR YIĞIT
Rahman ve Rahim lan Allah’ın adıyla… Evveli اtir, اhürmeti için, Dilin döndüğünce, nefesin yettiğince, yüreğin ağırlığı kaldırabildiğince, Bismillah… Penceremin önündeki koltukta oturuyorum. Saat gece yarası 12’yi gösteriyor. Dışarıda yağmur ve öyle hoş bir toprak kokusu var ki, taşlaşmış yürekleri büyüleyebilir sanki. Toprak; Doğru, adını anmışken selamlayayım seni. Nasılsın diye sormuyorum, sen ki; Hayatı sona ermiş en sevdiklerimi alır çekersin içine. Sen ki herkesi ayırırsın benden lakin anlam veremediğim bir özlem var içimde sana. Neden kokuna böylesine müptelaydım, neden ciğerlerime kadar işlemek için seni, boynum koparcasına pencereden dışarı bakıyor, yüzüme damlayan yağmur damlalarında kokunu arıyordum? Nefsimin düşmanı olan senin ismini, duymak bile istemiyordum oysa. Nefsimin düşman olduğu seni , görmek istemiyordum. insan özünden kopabilir mi? Bende öyle bir garip aciz idim, yaratılış maddesi olan topraktan kopamayan… Biraz üşümüş olmalıyım ki, hemen penceremi kapadım ve derinine daldım gönül deryamın. Hemen sonra koltuğun kenarında öylece bana bakan bir çanta olduğunu farkettim. Bunun içinde çeyizim için hevesle aldığım birkaç parça tabak-çanak duruyordu. O tabaklar bana sanki hal diliyle: ‘’Ey gafil! Sen ki aldandın, dünyanın rengine kandın, toprağını unuttun da, çeyiz telaşına daldın!’’ Diyorlardı. Birden irkildim. Aklıma Hz. Fatıma Validemiz geldi, haya ve iffet timsali, asıl çeyizin ilim, irfan, ihlas ve hikmet olduğunu bilen ve bununla amel eden Hz. Fatıma.. Çeyizinde sadece 1 yastık, 1 divan, 3 minder, 1 seccade, yalnızca birer adet su tulumu, testisi ve su bardağı, 1 elek, 1 battaniye, 1 havlu, 1 kadife yorgan ve yere serilecek 1 sofra bulunuyordu.
SAYFA 24
SERGAH DERGİ
HİKAYE
İsraftan öylesine kaçınmıştı Mü’minlerin şerefli annesi. Fatıma validemizin bu çeyiz eşyası, Hz. Ali’nin evine indirilip içeri alınırken, durumu seyreden Allah Rasulu bu çeyizi onların çok göreceklerini , fazla bulacaklarını düşünmüş ve ellerini kaldırıp, pırıl pırıl gözyaşı döküp şöyle dua etmişti: ‘’Ya Rab! Senin sevmediğin israftan çekinen bu insanlara bu eşyayı hayırlı eyle!’’ Yüzümde, yaşıtlarımı saran çeyiz telaşesinin beni de çepeçevre kuşatmış olmasının hüznü vardı şimdi. Fatıma validemden utanıyor, sanki karşımda mahzun gözlerle bana bakacakmış hissi ile yüzümü yerden kaldıramıyordum. Yanaklarım al al olmuş, ellerimin içi terlemeye başlamış, dudaklarımı geveliyordum. Bir çocuk edasıyla düşünmeye devam ediyordum… Fatıma validemin çeyizinde her şey 1 en fazla 3 tane idi. Oysaki çevremdeki kalıplaşmış fikriyat bunu reddediyordu. En fazlası, en pahalısı ve en kalitelisi olmalıydı. Böylece erler ve aileleri de onca külfet altına sokuluyor, israf denizinde boğulmamak mümkün olmuyor ve en önemlisi her geçen gün, insanların üzerindeki duruluğu, saflığı, masumiyeti ve en önemlisi tutumu kemiriyordu. Oysa Alemlerin Rabb’i olan Allah: ‘’Yiyin, için fakat israf etmeyin.’’(Araf/31) Buyurmuyor muydu? Nasıl da unutulmuştu.. Unutulan hakiki çeyiz iffetti, hakiki çeyiz hayaydı, hakiki çeyiz okumaktı. Vahyedilen ilk ayette ne buyuruyordu Alemlerin sahibi: ‘’Oku! Yaratan Rabb’inin adıyla oku!’’ (Alak/1) Rabb’im okumamı, okudukça bir olana yaklaşmamı,yaklaştıkça yanmamı, yandıkça pişmemi ve ateşle sema etmemi istiyordu. Sahi, en son ne zaman elime Hakk’a yaklaştıran bir kitap almıştım? En son ne zaman elimdeki telefonu yalnızca 1 saatliğine sehpaya kiralayıp, beni herkesten çok seven, beni benden iyi bilen Sevgilimin bana yazdığı satırları içtenlikle okumuştum? Sevgililer sevgilisi Rabb’imden bahsederken nasıl gözlerim doluyor yine. ‘’Sevgilim, aşkım, bir tanem’’ kelimeleri inci niteliğinde olup, saflığı ve duruluğuyla süslüyor Mevla’m ile muhabbetimi. Kelimelerin en güzeli, en elmasları, en çok yakışanları yalnızca O’na ait… Aşk’ın mücevher, aşkın servet, aşkın har hali… Ahval-i sevgim bu denli şiddetli iken, en son ne zaman açıp okumuştum Kur’an-ı Kerim’i? Hatırlamıyorum… Yine ve tekrar lain iblise yenilmenin utancı çehremi kaplıyor. Bunca muhabbete rağmen nasıl?! Nasıl oluyordu da, bu derece sevdiğimi söylerken Rabb’imi, O’nun bana yazdığı aşk sahifeleri olan Kur’anı Kerim’i okumuyordum? İnsan hiç sevdiğinden gelen mektubu açmaz, okumaz mıydı? Beynimi saran düşüncelerle birlikte kendimle yoğun bir şekilde çatıştığım anda, telefonuma gelen bildirim sesiyle, yalnızca 1 saatliğine sehpaya kiralayacağımı söylediğim telefonuma gitti elim istemsizce. Durdum, parmaklarım uyuştu. Hareketsiz kaldım birkaç saniye ve nefesimi tuttum sonra. Bu defa kıpkırmızı olmuştum. Telefonum dile gelmişti sanki, sanki bana: ‘’Ey dünya içinde kendini kaybetmiş olan biçare! Sen ki, seni herkesten çok seven, herkes terketse de seni asla terketmeyecek olan Rabb’inin mesajlarını okumuyorsun, baki olanı değil, fani olanı tercih ediyorsun. Etme!’’ diye sitem ediyordu. Aklımı dağıtmak, beynimi bu fırtanadan uzak tutmak ve vicdanımı ringin tam ortasında nakavt etmek istiyordum. Bunun için gardımı almış ve başka şeyler düşünmek için ilk hamlemi yapmıştım.
SAYFA 25
SERGAH DERGİ
HİKAYE
Medrese’de kaldığım o nadide yılları düşündüm, nefsimin sesini kıstığım, kolunu bacağını kırdığım o eşsiz seneleri. Arkadaşlarımla olan dini hasbihallere özlem duydum sonra. Ve şimdi… O da ne?! 5 senelik ilm-i tahsilimin içinden yalnızca biri aklıma mıhlanmış gibiydi sanki şu dakikalarda. Yalnızca biri vardı beni hüznün en dibine iten, yalnızca biri beni ‘’Ahir zaman’’ da olduğumuza can-ı gönülden inandırıyordu. Medrese okuduğum ilk senemde, dinlediğim vaazların etkisi, hayreti ve muhabbetiyle pencerenin önüne oturmuş, zikreden ağaçları, bulutların semasını, sonunda toprak olan toprak sahiplerin telaşını izliyordum. Derken sokağın tam da ortasında 15-16 yaşlarında bir delikanlı ve bir genç kız gördüm. Zamanı ahirdeki elim diziler, filmler ve manevi değerleri çer çöp gibi havaya savuranlar hasebiyle, tabiri caizse yaprak sarması gibi olan bu iki genci görmek pek de hayrete düşürmemişti beni. Ahval-i rezaletin karşısında idim şimdi. İşte tam da o an, içimden: ‘’Bre gafiller, bari sokağın ortasında değil de, ücra bir köşede sarmalansanız da, bizlerinde uyuyan midesini uyanıdırmasanız!’’ Deyip onlara sitem etmek için elim pencereye gittiğinde durdum. Birden beynimde şimşekler çaktı, gözlerim açıldı, dudaklarım kurudu ve ben öylece sağa sola koşmaya başladım. Söyleyebildiğim ve ağzımdan çıkan tek bir kelime: ‘’Nasıl, nasıl olur!’’ oldu. Neden mi? İşte Efendiler Efendisi Hz. Muhammed (s.a.v) ‘in: ‘’Öyle bir zaman gelecek ki gündüzün ortasında, sokakta açıktan kadınlarla cinsi münasebette bulunurlar da hiç kimse bunu garipsemez ve bu durumu değiştirmeye gayret etmez. Bunlara: “Keşke biraz yolun kenarına çekilseydiniz ya!” diyen kimse, o devrin en muhafazakâr, en itibarlı adamıdır. Bu adamın o cemiyetteki konumu, (Ey Ashabım!) sizdeki Ebubekir ve Ömer’in (r.a) konumu gibidir.” Ben ki aciz, ben günaha saplanmış ve beş para etmez bu devrin iyisi diye anıldığım için tekrar ve tekrar utanca boğuldum. İnanamadım, bu fasık (günahkar) halimle iyilerden sayılıyorsam, nasıl zehirli bir zamandaydık böyle… Kendime geldiğimde, düşünce deryasında yüzdüğümü görüyordum. Evet, şimdi tam olarak bir uyanış başlıyordu!. Artık okuyacak, okutacak ve anlatacaktım. Artık hakiki çeyizimihazırlayacaktım. Fatıma validem gibi, çeyizimi altınlarla süsleyecek ilmi ve imanı en büyük servetim kılacaktım. Topraktan yaratıldığımı hiçbir zaman unutmayacak ve toprağı; Peygamberlere, ulemalara, şehit ve şühedalara ev sahipliği yaptığı için saygıyla anacak, özlemle yad edecektim. Ahir zaman olması, vaziyetin vahimliği gerekliliğince emr-i bil ma’ruf yapacak, Rabb’imin: ‘’İçinizde, hayra çağıran, marufu (iyiyi) emreden ve münkeri (kötüyü) nehyeden (sakındıran) bir topluluk bulunsun. İşte bunlar, kurtuluşa erenlerdir. (Al-i İmran/104) Ayetine mazhar olabilmek için elimden geleni yapacak, nefsimle ve şeytanla cihad edecektim. Kaybolmaya yüz tutmuş değerleri koca bir deryada, bir damla; Koca balinaların içinde minik bir hamsi olarak yapacaktım bunu üstelik. Olsundu, denizde bir damla, deryada bir hamsi olmak da bir marifetti cana, candan içeri… Kolları sıvadım, ve toprağın kokusunu ince ince içime çekmeye devam ediyordum ki, divitimin mürekkebi parmaklarımı ıslattığını, ateşinin tenimi yaktığını hissettim… Sonrası بdir… بhürmeti için, Bismillah…
SAYFA 26
SERGAH DERGİ
KİTAP
"KALEMKÂR" ELEŞTİRİSİ BÜŞRA AY Okumuş olduğum ve biraz tereddütten sonra tekrardan okumaya karar verebileceğim kitap; Kalemkâr. Benim için son derece derin bir kitap oldu, tamamen duygularla yazılmış, nesnellikten ve somutluktan uzak bir kitap. Adeta okuyucuya rüya görüyormuş hissi veriyor. İki kişinin aşkını anlatıyor ancak nasıl? Diğerlerinin aşkından farklı, kitaplarla aracı kılınan, renklerin içinde cümbüş olduğu bir aşk… Kitap, genel itibariyle kitap sevgisinin tanıştırdığı iki okurun aşk hikayesini anlatıyor diyebiliriz.
Kitap ismi: Kalemkâr Yazarı: Selahattin Nehir Yayınevi: Editura Yayıncılık
Ancak roman olduğu halde kitapta olaylar düz bir şekilde ilerlemiyor. Deneme olmadığı halde deneme tarzı yazılmış bir roman okumuş oluyorsunuz Kalemkâr’ı okuyunca. Kitapta biri adamın, diğeri kadının ağzından yazılmış olmak üzere iki bölüm var. Özellikle adamın ağzından anlatılan ilk bölümde onun iç sesine yer verilmiş. Kadınsa olayları daha somut bir şekilde anlatıyor. Kitap birbirini tamamlayan iki bölüme sahip. Benim çok ilgimi çekti ve özellikle sonlara yaklaştıkça elimden bırakamama sebep olan bir kitap oldu. Kapağından içeriğine kadar birçok detayını beğendim. Ayrıca yazarın hikayesini de kitabı aldıktan sonra öğrendim. Yazar, kızının adı olan “Nehir”i kendine soyadı yapmış. Bu, dikkatimi çeken bir diğer etken oldu. Aslına bakacak olursak kitabı alırken tam olarak bir roman okuyacağımı, kitabı net olaylara şahitlik ederek bitireceğimi düşünmüştüm ancak deneme olmayan roman özelliği beni çok etkiledi. Deneme olsa okumak istemeyeceğim kitap, romana dönüştürülerek iyi bir hale getirilmiş. Kitapta beni en çok rahatsız eden şey kadınla adam arasındaki mahremiyetin açığa vurulmuş olmasıydı. Yazarın üç cümleyle edebi de olsa anlatabileceği mahrem bir olayı üç sayfaya yayması ne yazık ki onaylamadığım bir durum oldu. Bu durum müstehcenliği doğurduğu için ne kadar farklı amaçları doğurmak için yazılmış olmasa da beni rahatsız etti. Özellikle kitaptaki erkek karakterin anlatımında karşılaştığımız mahrem kelimeler ve anlatımlar canımı sıktı. Biraz daha üstü kapalı olsaydı eminim ki benim için çok daha değerli olurdu. Yayınevinin ilk okuduğum kitabının Kalemkâr olması çok güzel oldu. Kitabı daha önce görmüş olmamla birlikte 35. Tüyap İstanbul Kitap Fuarı’nın Altın Kitaplar standında afişini görünce dikkatimi çekti. Kitabın adını da oldukça dikkat çekici buldum. Kitapta çok farklı kavramlar var, arka kapakta da yazdığı üzere öpücük renkli atkı var. İlk duyduğumda anlamlandıramadığım bu tabir kitabı okumamla birlikte netlik kazandı. Kitabı bitirdikten sonra bunun sadece bir kurgu olmadığı düşüncesine kapıldım. Yazar, kendini ya da yaşadıklarını yazmış gibi hissettim. Belki de kitabı bu kadar içselleştirmesinden kaynaklıdır, kim bilir?
SERGAH DERGİ
SAYFA 27
GÜNDEM
HALEP ECDADIMIN MİRASIDIR ARİF OLGUN YEŞİLYURT Sen yandın, biz de yandık. Hani Aşık Garip diyor ya: İşte geldim gidiyorum/ Şen olasın Halep şehri Çok ekmeğin tuzun yedim/ Helal eyle Halep şehri Şimdi hicrana ninni söylüyor Halep'te kadınlar. Karanlıkları yarıp gelen çığlıkları duyan var mı? Hiç susmuyor sesler, titreyen sesler ölüme meydan okuyor. Gökler Halep'te katran karası, hilalden yaşlar dökülüyor. Müslümanların kanı, su misali akıtılırken nerdesin ey ümmet ? Ah Halep, sen nazlı bir gülüydün ecdadımın. Sana kıyan eller Bağdat'a, Şam'a, Musul'a da kıymadılar mı?Hep hicran, hep matem... Seni duymayan kulaklar sağır, seni görmeyen gözler kör olmalı. Öldürülen masum bebelerin, edepli kadınların, kızların ve yiğit kahramanların vebalini nasıl taşırız artık? Barbarlar, vahşi kan içiciler, medeniyetime, türbelerime, camilerime saldırıyor. Yok edilmek istenen medeniyetimdir. Ah Halep, sadece bir şehir değildin sen, vatandın. Nerdesin ? Ey ümmet bir vatan yok ediliyor.
Temelleri çürümüş, içinden şer akan ideolojik rejimler, firavunlar, karunlar, tağutlar.. Sizi feryat eden masum çocukların çığlıkları yıkacak. Yerin yedi kat altına gömüleceksiniz. Hak ve hakikat elbet tecelli edecektir. İşte o zaman korkun ey zalimler! Közün üstündeki külü savuran rüzgar gibi darmadağın olacaksınız. Ey insanlık! Şimdi dinle Halep'ten dalga dalga yayılan feryadı. Görmese de gözlerin, sessiz kalsa da dillerin, nefessizse de dudakların, karanlığa karışsa da acılar unutma ve umursa.Çünkü zalimin zulmü karşısında sessiz kalan dilsiz şeytandır. Kucağındaki yavrusuyla ölüme yürüyen annelerin cesaretini unutma. Hani Aşık Galip diyor ya: Sana derler Arabistan Dört tarafın bağ'u bostan Haber geldi nazlı dosttan Durmak olmaz Halep şehri.
SAYFA 28
SERGAH DERGİ
GÜNDEM
HALEP HAKAN ÖZDEMIR
Halep.. Gözyaşı, gönülaşı Halep.. Tam 5 yıldır yanıp kül olan Halep.. "Halep oradaysa arşın burada" diyen Aşık Ömer karşısında ''Halep burdaysa insanlık nerede?'' diye soran Halep.. Dünya'nın gül suyu yerine kanla bulanışına karşın başını kuma gömdüğü Halep.. "İşte geldim gidiyorum şen olasın Halep şehri" beytini yazan Aşık Emrah'a ''Ah, be ah! giden gelmiyor..'' diye feryat eden Halep.. Geri kalanlardan bilye oynayan Huzeyfe'nin kalbinin gülleyle dağlandığı, annesi Hatice'nin mahrem kapısının kırıldığı Halep.. Kerem'in Aslı'nın ateşine yanıp kül olduğu eşkler ve ışklar şehri Halep.. Dizi olsa konuştuğumuz fakat şehitlerin düşen bedenlerinin pek dramatik gelmediği ve bunun için sustuğumuz Halep.. Futbol olsa bağırıp çağırdığımız ama küfürle hakkın savaşında herhalde pek tezahürata layık görmediğimiz Halep..
Magazin programlarını cayır cayır izlediğimiz ''Kim ne yapmış?'' sorusuna muhattap olarak bile görmediğimiz Halep.. Hiçbir kıymeti harbiyesi yokken şu dünyada bırakacağımız makam mevki için atamaları gündemlere taşıdığımız ama dünyası başına yıkılan bir şehre aldırmadığımız Halep.. Hepsi neyse de.. Halepli bir müslümanın çıkıp ''Biz iyiyiz, üzülmeyin. Taktir Allah'ındır. Ben sizin üzülmenize üzülüyorum'' sözlerini söylerken sesinin titreyişi.. Kolu kanadı kan içindeki bir amcanın ''Dünya bizi unuttu! Müslümanlar nerede? '' feryadı.. Babasını ölü olarak sedyede gören kızın, gözyaşları içinde gırtlağındaki hırıltıdan anlayamadığımız ama bu zamana kadar duyduğumuz en acı manalar taşıyan nefesi.. Acınacak halde değiller.. Acınacak halde olan bizleriz.. Ne mutlu ki onlar çekecekleri çileyi bu dünyada çekiyorlar.. Bizler bu kadar imkanın içinde hala şımarık çocuklar gibi şikayet ediyor, ahirette çekeceğimiz çileyi kat-be-kat arttırıyoruz.. Birde bilyesini artık oynayamayan Huzeyfe ve hanesi başına yıkılan Hatice ananın Allah huzurunda yüzüne bakmak var.. Yüzümüz kaldıysa eğer..
SAYFA 29
SERGAH DERGİ
GÜNDEM
İMTİHAN HALEP'İN Mİ? GÖKHAN ÖZSOY
Sözleri tükettiniz zalimler! Yaptığınız vahşeti de hissettiklerimizi de anlatabileceğimiz kelime bulunmuyor. Ancak yürek yangını… Gözyaşı… Koskocaman bir buğz rüzgârı… Asla umutsuz değiliz. Olmayacağız da. Kelimeleri tükenen Müslüman’ın yardımına Allah koşar. Kimi zaman ebabillerle kimi zaman bir çığlık olup… Belki içlerinden çıkacak mücahitlerle belki görünmez bir el olup belki de Türkiye ile… Türkiye kim? Türkiye benim, sensin, biziz. Sanılmasın ki bu yalnızca Halep’in imtihanıdır. Bu imtihan hepimizin… Kaçmak yerine imtihana sahip çıkmak, imtihanla yüzleşmek üzerimize düşen vazifedir. Felluce, Filistin, Bağdat… Tek tek Müslümanları kuşatan bu soysuzluk çeteleri herkesi çiğneyip de sana mı değmeyecek? Kendini kandırmaktan bıkmadın mı? Aç gözünü ve irkil! Sihirli bir değnek ile kışlar bahara dönmeyecek elbette. Düşman uzun vadeli planlarla sinsice ilerliyor. Bir o kadar da kahpece… Hal böyleyken günü kurtarma politikaları sonuçsuz kalmıştır ve kalacaktır. Sen güçlü olursan yalnız sana değil sevdiklerine de değemezler. Kendin için olamıyorsan sevdiklerin için güçlü ol. Her ferdiyle güçlü bir ülke olduğumuz anda karanlıklar çıkacaktır aydınlığa. Soru soracak, acaba diyecek, tökezleyecek, takılacak vaktimiz yok!
SAYFA 30
SERGAH DERGİ
GÜNDEM
Acılara birlikte ağlayacağız, yardıma birlikte koşacağız. Kardeşinin derdiyle dertlenen Müslüman’ın dertsiz vakti olur mu hiç? Dertler örümcek ağı gibi hayatları lif lif örmüşken hem de. Derdi olmayan insan aksiyon insanı olamaz. Ne diyordu güzel insanlar dostlarına: “Ey dost, Allah derdini artırsın!” Demek ki dertle sızlanmak var, dertle yücelmek var. Dert var, dert var. Bugüne bulacağımız çarelerin yanında geleceğe çareler üretmek durumundayız. Bu bir zaruriyet. Çocuklarımız, torunlarımız kötü bir dünyaya doğmasın. Zulümlere, işkencelere, ezilmeye alıştırılmak isteniyoruz. Uzağa gitmeye lüzum yok. Şehit haberlerine verilen tepkilerden anlaşılmıyor mu? İnadına diz çökmeyeceğiz, inadına öleceğiz, inadına kuvvetleneceğiz. Bu, ümmetin davası… Hak dava ancak hak edilene verilir. Haklılığımızı kimimiz ölerek, kimimiz yazarak, kimimiz haykırarak, kimimiz susarak göstereceğiz! Asla yatarak değil ve asla susmamız da onlar gibi olmayacak. Biz Ammar bin Yasir gibi susacağız! Hayat basit şeylerle uğraşıp basit uğraşlar uğrunda ölünecek kadar değersiz değil! Ne mutlu uğraşı insan olana! Ne mutlu kardeşinin derdiyle dertlenene! Ne mutlu zalime zulmünü haykırabilene! Ne mutlu hak davayı kendi benliğinin önüne koyabilene! Şikâyet edin yavrucaklar!.. Bu zamanda kılı kıpırdamadan duranı da şikâyet edin. Ölümlere olağanlık etiketini yapıştıranları da şikâyet edin. Buz gibi sessizliğiyle kenara çekilenleri de şikâyet edin. Ayağa kalkacak olanı kendi umutsuzluğuna çekenleri de şikâyet edin. Atalet zincirini boynundan çıkarmayıp size vesile olanları da şikâyet edin. Edin yavrucaklar edin. Gittiğiniz yerde Âdil-i Mutlak vardır. Her sesi de sessizliği de duyan vardır. Eğer biz de taş koyuyorsak huzura, bizi de şikâyet edin. Siz etmeyeceksiniz de kim edecek? Şimdi bakıyorum da çehrelere… Şikâyet edecek olan o masum çocukların yerinde mi olmak yoksa şikâyet edilenlerden mi olmak?.. Hangisini isterler?..