SERGÂH DERGİ
SAYFA 2
İÇİNDEKİLER
İçindekiler 03 BAŞLARKEN 04 KARDEŞLERİM TOPARLANIN
06 BİZDE KARDEŞLİK VARDIR
04
06
09
09 KİMSESİZ ÖLÜM 13 ÖLMEZ AĞACI 14 HANİ BİZ KARDEŞTİK! 15 GÖNÜLDEN GÖNÜLE HİSSEDİP DUYABİLDİĞİNDİR KARDEŞİN 18 İNSAN ZAYIFTIR...
13
18
19 KARDEŞ GİBİ YAR OLMAK 21ÖYLE BIR KARDEŞLIK KI BÂTINDAN BATINA, BATINDAN BÂTINA. 23 HAVADA UHUVVET KOKUSU VAR :)
19
26
26 "BİR AVUÇ BEKLEMEK " ELEŞTİRİSİ 27 RÖPORTAJ
Sergâh Dergi editor@sergahdergi.com www.sergahdergi.com
SAYFA 3
Künye
SERGÂH DERGİ
BAŞLARKEN
Başlarken... Konu… Kardeşlik... İnsanlığa ulvi bir şekilde ders vermek isteyen kardeşler, sizedir çağrımız! Gelin “Kardeşlik Ordusu”nda birleşelim!
Genel Yayın Yönetmeni Gökhan ÖZSOY
Tüm putları terk edip bizi terk etmeyecek olanı arayan ve ona bağlanma ile yoğrulan bir gençlik, elindeki mumla kendini arayan nesli aydınlatacak. İşte o gençlik artık ölü toprağını savurmak zorunda.
Editörler Feyza ÖZ Tahir Ceyhun YILDIZ Ayşegül CANDAN
Üzerinden ölü toprağını atan ve aksiyondaki heybetini tüm dünyaya duyuran bu ümmet korkacağı şeyi de korkmayacağı şeyi de çok iyi bilmelidir. İstikbalinin sönmesine zemin hazırlayacak yılanların başını görür görmez ezmeli, hırçın mücahitleri de baş ezmek için yetiştirmelidir. Öyle bir ezmek ki ilimde, fikirde, irfanda… Çağa göre yetişen lakin mazisinden tek katre dahi kopmayan, kopartmak isteyenin yolunu bir el şaklatmasıyla kesebilecek kudrete sahip ordularla ezmek… Kardeşler ordusu… Ümidini hiçbir zaman temenni derecesine düşürmeyen bu ordular şeytandan bile ders alabilmelidir. Şeytan, “Secde et.” emrini “Toprağa secde et.” olarak anladı. Halbuki emredilen ilme secde etmesiydi. Âdem’in ilmi vardı.
Grafik Tasarım Adem ÜNAL
İşte ilmin üstünlüğü! Kardeşler ordusu ilimsiz olamaz, olmamalı. Duygusuz olamaz, olmamalı. Kardeş olabilmenin sorumlulukları vardır. Sorumsuz kardeş bizim ordumuzda yer alamaz. Ancak yarınını düşünüp sonraki öğününde ne yiyeceğini düşünenlerin ya da güneşin altında pinekleyen hayvancıkların ordusunda olabilir.
Yazı İşleri Sorumlusu Tolga TURAL
Kapak Tasarım Muhammet BAĞ
Bizi Takip Edin facebook.com/sergahdergi twitter.com/sergahdergi instagram.com/sergahdergi
Fransız pozitivist Ernest Renan’ın Sorbonne Üniversitesi’nde verdiği “İslam ve Bilim” başlıklı konferansından bir cümle: “Hiçbir zaman bir camiye güçlü bir coşku hissetmeksizin, hatta itiraf edeyim, Müslüman olmadığıma hayıflanmaksızın girmiş değilim.” Mimarimizle bile hayran bıraktığımız Batı’nın İslam çizgileriyle bezenmiş kardeşlik ordusunu gördüğünü hayal edin. Her birinde Allah’ı anımsadıkları yüreklerle dolu bir ordu… Bakışlarıyla dahi hayran bırakan, etkileyen; ilmiyle başları eğdiren; ilimde ve mevkide yükseldikçe yaratanın kudreti karşısında eğilip büzülen bir ordu… Gerisi fetih! Gönül fethi, ilim fethi… Kendini arayan ümmetin kardeşliği buluşuyla ve üzerine giyişiyle açılan kapıları görmeyi veyahut bu kapıların açılmasına vesile olmayı, üzerinde ağır bir yük olan bu gençliğin yükünü tökezlemeden taşımasını ve gayelerin anahtarı olmasını Rabbim nasip eylesin.
SAYFA 4
SERGÂH DERGİ
DENEME
KARDEŞLERİM, TOPARLANIN… GÖKHAN ÖZSOY Kardeşlik… Öyle bir kardeşlik ki yürüyüşü ölümü korkutanların kardeşliği… İşte kardeşim, kardeşlerim Esma, Mursi, Arakanlılar… Tüm Orta Doğu, Türkistan… Dünyanın bir ucunda yüzünü hiç görmediğim, sesini hiç duymadığım lakin bağlarımızın semada birleştiği, tanıştığı kardeşler… Hepsi benim kardeşim. Hepimiz felekleri yakan ahımızda tek sesiz, çığlığız. Sessiz ama dolu dolu bir çığlık… Hepsi ortada, hepimiz ortadayız. Ortak noktamız, bir yanıyla eti kemiğinden ayırırcasına acı olan diğer yanıyla dualarımızın en güzel şahidi yalnızlığımız değil mi? Kardeşsek yalnızız. Onlardan değilsek ellerine, dillerine doladıkları sahte varlıklardan mahrumuz. Ne güzel mahrumluk… Ne güzel yalnızlık… Yalnızlık ki görünüşte ve maddede! Allah’ın kanunundan yana olduğumuz için tüm sahte kanunların bize cephe alışındaki yalnızlık, kendi varlığından utanıyor da cephe alanların yüzleri bile ağarmıyor! Ölümü bile öldüren Rabbimin yalnızlığı öldürmesi ne kolaydır. Lakin o yalnızlık bizdeki süs, mühür… Ya onların mutluluğu nedir? Allah’ın yanında olanların asla yalnız olmayacaklarını bilemeyecek, idrak edemeyecek kadar körlere Allah’ın kudretiyle tattırılan sahte dünya esrikliği… Biz yalnızsak mutlular(!). İçini boşalttıkları dünyanın geçici mutluğunda boğuluyorlar. Onlar ne bilirler zindanların bizim gözümüzde, gönlümüzde medrese-i Yusuf olduğunu? Efendimiz, “Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi…” buyuruyor. Dikkat edelim! Dünyadan değil, dünyanızdan… Sizin dünyanızdan… Yabancısı olduğum, aramda hep mesafeler bulduğum bir dünyadan…
SAYFA 5
SERGÂH DERGİ
Bu dünyanın bizdeki yeri O’ndan bir şeyler görme, görebilme ve O’nun için bir şeyler yapabilme arzusunda gizli. Biz böyle bir dünyayı seviyoruz. Bizi bu dünyadan iten şey O’nu bu dünyadan –haşa- koparmaya çalışan şeylerin ta kendisi… Toplumlar bazen, bazen insanlar, izmler… O’na karşı olan her şey! Kardeşi kardeşten koparan dünya… Oğlunu kurşunlardan korumaya çalışırken kıvranan, köşeye sıkışmış, her hareketinden çaresizlik sızan ve yüreklere damlayan o adamı hepimiz izledik neredeyse. Ar damarımızın sızlamasını engelleyen, yüreğimizin göğüs kafesimize batışına barikat çeken dünya… İki gün sonra kardeş kardeşi unutur mu? O adamın sızısını iliklerinde hissedemeyen kardeş, kardeş midir? O adam mı esir yoksa acımayan yüreği olan, hatırında kardeşini, ümmetini tutamayan mı? Düşünün tüm esirlerimizi ve tüm esirleri. Allah’a bağlananları düşünün. Onlar, bağlılıkları sayesinde özgürler. Hiçbiri tutsak değil. Hz. Yusuf tutsak değildi!!!
Her anı bağlılıktan kopuk geçenler?.. İşte onlar öyle bir tutsak ki kilitleri boyunlarına asılmış ve sırtlarına sarkıtılmış. Üzerlerine de deli gömlekleri giydirilmiş. Bedenlerine çarpıp duran kilidi hissederler amma ulaşamazlar. Kendi kendilerinde kilitlidirler. Onları gördükçe çekiyorum kendimi bir kenara. Kaçıyorum. Kaçıyorum ki bu pervasızlıktan, şahsiyetsizlikten kaçanları bulayım. Onlarla hâldaş olayım. Yanıma düşenler ve yanına düştüklerim anlasınlar beni, bizi… Yüreği yananları ateşinden tanıyayım istiyorum. Yüreği yanan bedeninin yanmasından korkar mı? Yüreği yananın derileri yanmış çok mu? Yüreğinde yanık kokusu almadığımla olamam, olmamalıyım! Yürekler yakmak için, yüreklerin ışığını saçmak için… Ve biliyorum, yüreği yananlar var! İşte onların hareket vakti geldi. Hissedişteki kaçışımızın kat be kat fazlasını aksiyonda yapmak boynumuzun borcu. Suya atılmış dalga misali yayıla yayıla kardeşliği sarma vaktidir. Büyüye büyüye… Bırakılan miraslardan güç ala ala, bırakılacak miraslar yapa yapa… Hohlanılan ateşimizi harlaya harlaya… Bunu başarabilmenin tek yolu mukaddes davaya bağlanmak ve davada erimek, erimek… Eriyebilmek ümidiyle…
SAYFA 6
SERGÂH DERGİ
DENEME
BİZDE KARDEŞLİK VARDIR FATMA NUR AKGÜL
B
izim en önemsediğimiz emanetimiz sol yanımızdır ve her şeyin aksine o, incelikten değil kabalıktan kopar. Bu yüzden oradan herkesi geçiremeyiz. Özenle seçeriz hatta. Belli kriterlerimiz vardır kendimizin belirlediği. Kendimiz… Gidip de bir yerden almadığımız, nasıl çalıştığını bile tam bilmediğimiz, birazdan duracak olsa haberimizin bile olmadığı ama soran olunca benim dediğimiz her cihazımız gibi kalbe de rahatlıkla ‘’kalbim ‘’ diyebiliyoruz!
Sonuna koyduğumuz iyelik ekinden olsa gerek onun niteliklerini de tek tek biz belirliyoruz. Buna uymayan karşı bir kalbe karşı da dolayısıyla muhatap bile olmuyoruz. Bu belki de ‘kalben buğz etmek’ olan en düşük bir mertebe. Bir de bunun yanında karakter, huy, hareket, sıfat vs. ekleyince karşıdaki insanı tamamen yabancılaştırıp gözden çıkarıyoruz. Hakikat dersi almaya çalıştığım eserlerde bir misal var. ‘ Nasıl ki sen bir gemide veya bir hanede bulunsan; seninle beraber dokuz masum ile bir cani var. O gemiyi gark ve o haneyi ihrak etmeye çalışan bir adamın ne derece zulmettiğini bilirsin. Ve zalimliğini, semavata işittirecek derecede bağıracaksın. Hatta bir tek masum, dokuz cani olsa, yine o gemi hiçbir kanun-u adaletle batırılmaz.’’ Bunu ilk okuduğumda aklıma bir cani bile olsa batırmayı tercih etmek gelmişti, belki sizin de gelmiştir. Sonuçta cani ve çok zarar verebilir, dedim. Dolayısıyla dokuz cani bir masum olunca kesin batırırdım. Devamını okuduğumda bu düşüncemden utandığımı itiraf etmeliyim.
SAYFA 7
SERGÂH DERGİ
Buradaki hane veya gemi bir müminin vücudu oluyor. Ondaki masum sıfatların en başında İman ve İslamiyet sonra komşuluk gibi sıfatlar geliyor. Diğer sıfatlar ise sırf benim hoşuma gitmediği için ‘cani’ diye isimlendirilen; huyları, davranışları ve hareketleri… Yani sırf ben beğenmedim diye o müminin manevi vücud gemisini tahrik etmem veya buna arzu etmem gaddarca bir zulüm değil de nedir? Evet o masum sıfatların hakkı için bu gemi batırılmaz ve bu hane gark edilmez. O sıfatlar ki iman ve İslamiyet. Bunu fark etmem zor olmadı. Fakat uygulama kısmı hala daha zor oluyor. Biz Hucurat suresinden de biliyoruz ki ‘ Müminler, ancak kardeştir.’ O zaman bizim öncelikle iman ve İslamiyet hakikatlerini bir çekirdek gibi çoraklaşan gönüllerimize ekmemiz gerekiyor. O topraktan daha sonra öyle güzel ve cennete uzanacak dallar çıkacak ki bize daha bu dünyadayken bir cennet olarak yetecek inşaAllah… İslam cemiyetinin şu zamanda sığınabileceği en metin kale, “İslam Kardeşliği”dir. Bunu halletsek yani kendi içimizdeki kavgalara bir son versek vallahi kazanan İslam olacak. En basitinden aramızdaki ortak noktaları düşünelim. Nasıl ki sosyal medyada ortak arkadaş var diye tanımadığımız insanları hayatımızı sergilediğimiz sanal dünyamızın duvarlarına kabul ediyoruz. Acaba neden Halık’ımız bir, Malikimiz bir, Razıkımız bir, kıblemiz bir, dinimiz bir daha bine kadar bir, bir… iken aramıza kalın kalın duvarlar örüyoruz. Üstad Necip Fazıl da bunu düşünmüş olacak ki; “O yüz, her hattı tevhîd kaleminden bir satır, O yüz ki, göz değince Allah(c.c)’ı hatırlatır. ‘Tevhid kaleminden bir satır’ derken bir Mümine ancak bir Mümin böyle latif bir tabir kullanabilir. Hakikat derslerinin en başında denir ki ‘ İman tevhidi, tevhidi teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül dünya ve ahiret saadetini iktiza eder yani gerektirir.’ İmanın yeri de kalp olduğuna göre bize verilen bu kalbi iman ile ayakta tutabildiğimiz sürece diğer kalpler ile de birlik içinde olabileceğiz. İşte kardeşlik de bu noktada hakiki anlamda başlayabilecek. Adeta senkronize olmuş gibi aynı şeye gülecek aynı şeye ağlayabileceğiz. Değerli bir abimiz seslendirdiği eserde diyor ya; İsimlerimiz ayrı rengimiz başka başka Gözlerimiz başka başka gözyaşlarımız aynı Biz kardeşiz acın acım olsun Biz kardeşiz neşen neşem olsun Biz kardeşiz gözyaşın gözyaşım olsun
SERGÂH DERGİ
SAYFA 9
İslam Kardeşliği elbette bu kadar kısa bir mesele olmadı ve olamaz da. Müslümanlar hayatta oldukça her zaman çok mühim bir mesele olarak da kalacaktır. Bizim öncelikle böyle bir kaleye sığınmaya ihtiyaç hissetmemiz gerekiyor. Dünyalık muhabbetler, menfaat odaklı arkadaşlıklar, samimiyetsiz gruplar ve bol takipçili hesaplarla bu ihtiyaç pek hissedilmez. Ancak kendimizi kandırmak olur. Bizler bu oyunlara aldanmayalım. Hakikisinin var olduğunu bildiğimiz bir beraberlik, elmas kadar kıymetli iken neden şişelerle kendimizi oyalayalım ki? Nesebi olsun veya olmasın her kim ki Müslümandır o noktada kardeşimdir, deyip zalimlerin istediği bölünmelere bu şekilde karşılık verebiliriz. Muhtaç olduğumuz kuvvet Kuran-ı Kerim’deki iman hakikatlerinde mevcuttur. Vesselam…
KİMSESİZ ÖLÜM YASEMİN ÜNLÜ
Faili meçhul cinayetlere kurban giderken insanlığın umudu, yarınlara tereddütle adım atıyor insanlar. "Bizim zamanımızda" diye başlayan cümleler git gide çoğaldıkça, bozulan devri bozan maalesef yine insanlar! . “Allah'ın lâneti, zalimlerin üzerine olsun“ (A’raf:44) ***
A
vaz avaz bağırıyordu kimsesiz bir ölüm.
Öksüz bir cehennemdi yaşadığı hayat. Kirpiklerinde mahşerin ahı, yavaş yavaş tükeniyordu mecalsiz canı. Delilsiz bir cinayetin kurbanı olacaktı az sonra. Onu vuranlar gecenin zifirinde bir bilinmeze uzaklaşırken, ölüm tutanağında, faili meçhul bir sokak cinayeti yazacaktı. Nefesi kesilmek üzereydi, kısık bir sesle dilinden tek bir sözcük döküldü can havliyle. “Anne!” Oysa hiç tanımıyordu annesini. Kimdi? Nasıl biriydi? Saçları, gözleri ne renkti? Adı neydi? Künyesine kazınan kara lekenin burukluğuyla, şehrin ara sokaklarında karnını doyuracağı bir lokma ekmeğin derdindeydi çocuk!.. Çarşafın üzerine düşen günah damlalarının bir tohumuydu. Bedelli bir aşk sofrasının en masum insanıydı.
SAYFA 8
SERGÂH DERGİ
‘’Birbirine karşı muhabbet ve merhamette, müminler, bir vücut gibidir. “Vücudun bir yeri rahatsız olunca, bütün vücut, rahatsız, uykusuz kalıp, onun tedavisi ile meşgul olduğu gibi, Müslümanlar da birbirlerine yardıma koşmalıdır.’’ Hadisi ise bize bir olmanın en güzel örneğini veriyor. Nasıl ki bir insanın bir eli, bir elini kıskanmaz ve gözü, kulağına kıskançlık duymaz ve kalbi aklına rekabet etmez. Aynen öyle de biz müminler de farklılığımıza takılmadan vazifemize odaklanmalıyız. Herkes vazifesini tam yerine getirse o vücut için en selametlisi olur zaten. Ne yazık ki bizler ahir zamanda gizli şeker hastalığı kadar gündemde olmasa da gizli bir nefisperestlik hastalığına tutulmuşuz. Zaten doğduğumuzdan beri fanilik hastalığını yaşarken bir de bunun henüz erken yaşlardayken başlaması ve yaygınlaşması bizleri iyice harap etti. En çok ne seversin diye sorulduğunda bile sadece nefsinin dediğini duyacak kadar ağır hasta olan bizler, kardeşim diyebilmek için de bizimle aynı cevapları veren insan arar olduk. Maalesef ki bulmak o kadar kolay olmadı ve bu yüzden bizim sol yanımız hep boş kaldı. Daha doğrusu yanlış ilaca talip olmaktan dolayı tedavi yoluna bile giremeden zaten çoraklaşmış gönlümüzü çöl yapıp bıraktık. Oysaki “İslam Kardeşliği” öyle bir ilaç ki acılara bile şifa. Ne diyor Cahit Zarifoğlu; “Kardeşim dedim Acılarıma da kardeş olur musun?” Hastalığımızı fark ettiğimize göre bir yerden tedaviye başlamak gerekiyor. Her an Sahibini zikre muhtaç olan kalbimize iyi bakmamız birinci şartımız. Onu en iyi bilen ve bize emanet bırakan Allah’ın elinde olan kalplerimizi nefis uğruna birbirimizden esirgemememiz ise ikinci. Sonra daha evvel bahsettiğimiz o atılan hakikat çekirdeklerini İslamiyet suyu ile imanın ziyasıyla besleyip ve kulluk toprağı altında terbiye ederek aynı zamanda Kuran‘ın emirlerine uyarak hakiki vazifelerini yaptırıp rahatsızlığı gidermiş oluruz. Bunun neticesinde de Rabbimizin bize lütfettiği ’kâinat ağacının mübarek meyvesi olmak makamı’na yerleşmiş oluruz biiznillAllah…
SAYFA 10
SERGÂH DERGİ
DENEME
Lokmalarına gam, yüreğine sızı düşüyordu annesini her düşündüğünde. Ne bir evi oldu, ne bir tas sıcak çorba pişiren annesi. Haritasız, pusulasız bir hayattı onunki. Oradan oraya savruldu durdu on iki yıl boyunca. Ne bir çantası oldu ne de bir kalemi. Okumayı bile gizlice izlediği dersliğin penceresinde öğrenmişti. Herkesten bütün insanlardan kayıtsız köşe bucak kaçarak, korkarak yaşıyordu hayatı. Belki de bu denli korkması ve ürkekliği onu on bir yaşına kadar büyüten şeref yoksunu çocuk tüccarı dilenci yüzündendi. Geçmişin yaraları sarılmıyor ki geleceğe umutla bakabilsin. Sığındığı barakadaki çocuklar kadar mutsuz onlar kadar masumdu oysa. Kimsesiz acıların elem doğurduğu mağrur suretinden nasıl da okunuyordu kalbinin güzelliği. Ağır aksak tesellisiz bir yaşam mücadelesi veriyordu kendince. Hayatı anlamaya başladığı ve etrafındaki insanlardan farklı oluşunu keşfettiği zaman kabullenmişti hayatın onun üzerine oynadığı kirli oyunun büyüklüğünü. Çabucak pes edivermişti, insanlardan ve mücadeleden. Koyuvermişti kendini bu pervasız düzenin k/ayıp döngüsüne. Ne de olsa çocuktu. Ne elinden tutacak bir annesi ne de ona sahip çıkacak bir babası vardı. Öğrendiği tek şey para için yalvararak kendini acındırmak, akşam olunca da topladığı paraları pis dilenci reisine getirmekti. Etrafımızda görmediğimiz, ya da gördüğümüzde oralı bile olmadığımız ne kadar çok dilendirilen çocuk var. Bu aslında bir hikâye olarak devam edecek, küçücük bir hayatın nasıl talan olduğunu anlatarak insanlara ders verir nitelikte yazılacaktı. Lakin yüreğim bu hikâyeyi yazmaya el vermedi. Bu haliyle okuyup devamını ve öncesini sizin hayal gücünüze bırakıyorum. Ve biliyorum ki öncesini de, sonrasını da tahmin etmek zor olmayacak. Ve inanıyorum ki bir gün dünyanın bütün çocukları gülerken cennet bahçelerinde, onlara zulüm eden zalimler cehennem ateşinde yanacak. Peki soruyorum size: Hucurat suresinin 10. Ayeti Kerimesinde geçen “Bütün müminler kardeştir.” ahdini ne kadar geçirebildik hayatımıza? Dünyanın her köşesinde dili, dini, ırkı ne olursa olsun çocuk veya ihtiyar zulümler farklılaşarak devam ediyor. Bizler seyirci kalmaktan kahrolurken onlara yapacağımız en güzel iyilik dua halkası oluşturmak ve dua ipine sıkı sıkıya sarılmak. Ve tabii ki kardeşlik! Zulüm bir dinamit gibi patladıkça içi üzüntü dolu insanlar haline dönüşüyoruz. Gulyabani gibi kalplerimizi korkutan titreten bu kirlenmişlerin en kötüsü, zalimlerin kalpsiz vicdansızlıkları insanlıkta kapanmaz yaralar açıyor. Haddi aşanların hasmı Allah’tır. Bugün olmasa da yarın kendini bilmezlere haddini bildirir. Kur'ân’ın farklı yerlerde, değişik şekillerde ifade ettiği gibi: "Kâfirler bize değil, kendilerine zulmediyorlardı."1 "O münkirler zalimlerin ta kendileridir."2 "Allah, asla zalimleri sevmez."3 "Allah zalim bir toplumu hidayete erdirmez."4
SAYFA 11
SERGÂH DERGİ
"Allah onlara zulmetmedi, onlar kendi kendilerine zulmediyorlar."5 "O gün zalimlerin yâr ve yardımcısı yoktur."6 "Hak kendisine geldikten sonra Allah'ın demediğini O'na mal etmeye kalkan müfterîden veya kendisine gelen hakikati yalan sayandan daha zalim kim olabilir?"7 "Halkı zalim olan ülkeleri cezalandırdığında Rabbinin cezaya çarpması işte böyledir."8 "Zulmedenleri o korkunç sayha çarpıverince, bulundukları yerde dize geldiler."9 Böyle birçok ayet bulunmaktadır. Haksızlığın zalimin başına dolanacağı, helak olacağı aşikârdır. Hepimizin bildiği üzere; Afganistan, Pakistan, Bangladeş, Arakan-Myanmar, Mısır, Suriye, Filistin, Doğu Türkistan, Orta Afrika, Mali, Irak, Sudan, Somali, Halep, El Bab ve daha birçok yerde mazlumun kanı dökülmekte, savaş, açlık ve işkencelerle zulüm edilmekte. Bizler dua ile güçlü bir halka oluşturarak zulme karşı duralım ve kardeşlerimizin kurtuluşu için çabalayalım. Sorsalar bize “kaç kardeşsiniz” diye “milyonlarca hangi birini sayayım” cevabını hangimiz verebiliyoruz? Haksız yere öldüren de, zulüm eden de hesap günü geldiği zaman muhakkak acıların en beteriyle cezalandırılacaktır. Zalime yardım eden veya görüp de görmezden gelen de zalimdir. Nerede kaldı Rabbimizin bize emrettiği kardeşlik ahdi? “Allah'ın lâneti, zalimlerin üzerine olsun“ (A’raf:44) “Resulüm! Sakın Allah'ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak Allah onları cezalandırmayı, korkudan dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim:42) “De ki: Söyler misiniz; Size Allah'ın azabı ansızın veya açıkça gelirse, zalim toplumdan başkası mı helâk olur?”(En’am:47) “Eğer Allah insanları zulümleri yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı, orada hiçbir insan kalmazdı. Onları takdir edilen bir müddete kadar erteliyor. Ecelleri geldiği zaman onlar ne bir saat geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler.” (Nahl:6) “Kıyamet günü, yüzünü azabın şiddetinden korumaya çalışan kimse, kendini ondan emin kılan gibi midir? Zalimlere kazandığınızı tadın, denilir.”(Zümer:24) Allah Rasûlü, hayatı boyunca bir Müslüman’a sıkıntı vermeyi, eziyet etmeyi, zulmetmemeyi ve öldürmemeyi kesin olarak yasaklamıştır. Süheyl bin Amr, İslâm düşmanıydı. Hep İslâm aleyhine çalışırdı. Bedir savaşında esir düşünce, geçmişinden dolayı Hz. Ömer: -“Ya Rasûlüllah, bana müsaade et, Süheyl’in ön dişlerinden ikisini dökeyim de bir daha senin aleyhinde konuşmasın.” dedi. Hz. Peygamber razı olmadı ve şöyle buyurdu: -“Hayır, ona eziyet verme konusunda Allah'tan korkarım.” İslâm’da zarar vermemek, eziyet etmemek vaciptir. İnsanı öldürme konusunda Cenab-ı Allah şöyle buyurur:
SAYFA 12
SERGÂH DERGİ
“Haksız yere bir cana kıyan bütün insanları öldürmüş olur.”(Miada:10) Peygamberimiz de: “Zulümden kaçının. Zira zulüm, kıyamet günü karanlıklar olacaktır. Cimrilikten kaçının. Zira cimrilik sizden öncekileri helâk etmiş, onları birbirlerinin kanını dökmeye, haramları helâl addetmeye sevk etmiştir.”(K.Site:16-312) buyurarak zulümden kaçınmamızı istemiştir. Zalime destek olunmaz. Zulme sebep olan, arka çıkan, rıza gösteren, hatta ses çıkarmayan da zalimdir. Allah Rasûlü: “Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır.” demiştir. Bir başka hadislerinde de: “Bir kimse bir zulme yardım etse, bundan vazgeçinceye kadar Allah'ın gazabındadır.” buyurmuştur.(Ramuz:406/4) Kur'an'da da: “Zulmedenlere meyletmeyin, sonra size ateş dokunur. (Cehennemde yanarsınız)” uyarısında bulunulmuştur. Peygamberimizin bildirdiğine göre bir insan bir şeye sebep olursa, onu bizzat işlemiş gibi olur. Kötüyse ceza görür, o iş iyi ise mükafata nâil olur. Dünyada zalimlere çok yardımcı olabilir, ama ahirette zalimin asla yardımcısı olmayacaktır. Nasıl yardım: Hz. Peygamber: “Kardeşine zalim de olsa mazlum da olsa yardım et.” Biri: “Mazluma yardım edelim, ama zalime nasıl yardım edelim?” der. “Onu zulmünden alıkoyarak.”(K.Sitte:9/380) buyurur. “Ey yüce Rabbimiz, biz yalnız Sana güvenip Sana dayandık. Bütün ruh-u cânımızla Sana yöneldik ve sonunda Senin huzuruna varacağız. Ey ulu Rabbimiz, bizi kâfirlerin imtihanına (baskı, zulüm ve işkencelerine) mâruz bırakma, affet bizi; Şüphesiz Sen Azîz ve Hakîm’sin.” (Mümtehine Sûresi, 60/4-5) Yarına mutluluk ile başlayacağım sevinçler biriktiriyorum her gün demeyi çok isterdim size! Kâinatın her yerinde zulüm gören çocukları gördükçe zor... Çok zor be azizim! Faili meçhul cinayetlere kurban giderken insanlığın umudu, yarınlara tereddütle adım atıyor insanlar. "Bizim zamanımızda" diye başlayan cümleler git gide çoğaldıkça, bozulan devri bozan maalesef yine insanlar! 1. Bakara sûresi, 2/57 2. Bakara sûresi, 2/254. 3. Âl-i İmran sûresi, 3/57. 4. Bakara sûresi, 2/258. 5. Tevbe sûresi, 9/70. 6. Âl-i İmran sûresi, 3/192. 7. Ankebût sûresi, 29/68. 8. Hûd sûresi, 11/102. 9. Hûd sûresi, 11/67.
SERGÂH DERGİ
SAYFA 13
ÖLMEZ AĞACI MUNTENA BARAN Büyük bir akıbet ölüm sızısı kadar yakın duran .yaşlı yaralı ölmez ağacı. İçimizi un ufak eden Bir akıbet, Cumanın perdesinde ummanları sere serpe gösteren ölmezlere büyük bir çağrı. Eli sapanlı göğsünden inşirah fışkıran delikanlıların kana bulanmış kanla bulunmuş Zeytin kuşları. Her mevsiminde ağacın Her ağacında yaprağın Zeytin kanlarına bulanmış Ölmez öldürülmez ağacı. İşgal kurşunlarını göğüsleyen Şah damarından yakın Mahşerden de Büyük bir akıbet.
ŞİİR
SAYFA 14
SERGÂH DERGİ
HANİ BİZ KARDEŞTİK!.. MEHMET MEMDOĞLU
Hani, aynı kaptan yemek yemiş, aynı bardaktan su içmiş, Beraber üşümüş, beraber ıslanmıştık. Hani, birlikte gülmüş, birlikte ağlamış, Fırtınalı günleri el ele, sırt sırta vererek geçirmiştik? Hani, zor günlerde, lokmamızı paylaşmış, “Acımız bir, hüznümüz bir, Mutluluğumuz bir, sevincimiz bir” diye sözleşmiştik? Hani, kardeş kardeşe haset etmez, zulmetmez, Kardeşi hakkında kötü zan beslemez, Kardeşine sırtını dönmezdi? Hani, kardeş kardeşi arayıp sorar, İhtiyaç duyduğunda, kardeşinin yardımına koşardı? Hani, kardeş kardeşi çekiştirmez, sırrını saklar, Hatalarını bağışlar, kusurlarını görmez, Kardeşini hayırla yâd eder, onu sevdiğini belli ederdi? Kardeşlik Allah’ın (C.C) emri, Peygamberin (s.a.v) sünneti değil miydi? Hani biz kardeştik! Ne oldu kardeşliğimize, kardeşlik hukukumuza?
ŞİİR
SAYFA 15
SERGÂH DERGİ
DENEME
GÖNÜLDEN GÖNÜLE HİSSEDİP DUYABİLDİĞİNDİR KARDEŞİN NURİYE EYCAN Kardeş denildiğinde, genellikle biyolojik olarak aynı anneden ve babadan dünyaya gelen, aynı kan bağı ile birbirine bağlanan kişiler akla gelmektedir. İslam dininde kardeşliğin tanımı bambaşkadır. Sevgili Peygamberimiz Müslümanlar arasında bulunması gereken kardeşliği bize şöyle bildirmektedir. “Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (zalimlere de) teslim etmez. Kim kardeşinin bir ihtiyacını giderirse, Allah da onun ihtiyacını giderir. Kim Müslüman’ı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim bir Müslüman’ın kusurunu örterse, Allah da kıyamet günü onun kusurunu örter.”(1) İslam dini, kan bağı kadar müminlerin gönül birlikteliğine, inanç kardeşliğine önem vermiştir. İnananlar kardeştir, çünkü onları birleştiren bağ din ve iman bağıdır. İnananlar aynı kitaba ve aynı peygambere inanırlar. Zor zamanlarında birbirlerine kenetlenerek tüm güçlüklerle baş etmeyi bilirler, birlikte hüzünlenir birlikte sevinirler, birbirlerine asla hor bakmazlar. Maalesef ki günümüz dünyasında bu kardeşlik tanımı hızla kaybolmaktadır. Adeta Kendi öz değerlerimizden uzaklaşarak, yozlaşmaya başlayan yaşam şeklini benimseyen bir nesille karşı karşıya bulunmaktayız. Gün geçtikçe anne babaların, çocuklarını gelecek kaygısı taşıyarak, sadece madde odaklı yetiştirmelerinin sonucunda, bencilce yaşamayı benimsemiş bir nesil meydana gelmesine neden olmaktadır.
SAYFA 16
SERGÂH DERGİ
Bu durumsa, ailelerin küçülmesine, kardeşlerin birbirinden uzaklaşmasına, akrabalık bağlarının kopmasına sebep olmaktadır. Oysaki bizim dinimiz kardeşliğin önemle üzerinde durmuş bunu sadece aralarında akrabalık soy, sop bağı olanlar için değil, din kardeşliği için de vurgulamış ve önemsemiştir. Bu öyle bir kardeşliktir ki inanalar kardeştir, birbirinin acılarına, sevinçlerine ortak olmakla yükümlüdür. “Müminler birbirini sevmede, birbirine karşı sevgi ve merhamet göstermede tek bir beden gibidir. O bedenin bir organı acı çektiği zaman, bedenin diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateş çekerler.”(2)
Günümüz insanının kaybetmeye başladığı kardeşlik, fedakârlık ve dostluk gibi güzel vasıfları anlatan, sahabe döneminde yaşanan şu kıssa ne manidardır: Yermük Gazasında bulunmuş bir sahabe anlatıyor: Harp durmuş, yaralıların ihtiyaçları karşılanmaya başlanmıştı. Ben de su dolu kırbamı alıp amcamın oğlu Haris’e koştum. Onu yaralılar arasında bulup suyu uzattığım sırada, yan taraftan İkrime’nin feryadı duyuldu: “Su ne olur bir damla su! Haris bunu duyunca, kaş göz işaretiyle suyu ona götürmemi istedi. Ve kendisi dudaklarını kilitledi, asla içmedi. Koşarak oraya vardım, suyu İkrime’ye uzatırken bir ses daha geldi. Bu da ilyas'ın feryadıydı. Allah rızası için bir damla su, çok perişanım! diyordu. İkrime de Haris gibi dudaklarını kilitlemiş işaret ediyordu, suyu ona götür diye. Koştum, yaralılar arasında arayıp İlyas'ı buldum. Ne var ki İlyas'ın ruhu, şehitlerle beraber uçmuştu. Cansız cesedi, sıcak kumların üzerine uzanmış bulunuyordu. Dönüp İkrime’ye geldim. Baktım ki İkrime de onu takip etmiş, o da öbür şehitlerle birlikte. Bari dedim Haris e yetişeyim de ona olsun suyu içireyim. Ne çare ki, geldiğimde onun da cansız cesediyle karşılaştım. O da hareketsiz yatıyordu sıcak kumların üzerinde. Mübarek sahabe sözlerine şöyle devam ediyor, diyor ki: “Hayatımda çok fedakârlık gördüm. Ama hiçbiri bu derecede değildi. Kendilerinin su ihtiyacı kesindi. Ama kardeşlerini duyunca onlara göndermişler, ölümleri pahasına bu yardımı yapmışlardı.”
SAYFA 17
SERGÂH DERGİ
“Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.”(3) Yüce Allah’ın şefkati ve merhametinin büyüklüğünü hatırlayarak kul olduğumuzu ve yaratılmışların en güzeli Habibullah’ın (sav) ümmeti olduğumuzu hatırlayalım. Yeniden O’nun gibi yaşamaya başlayalım. Biliyoruz ki onun yolunu kaybedersek her şeyimizi kaybederiz. Çünkü insan olmamızın hasletleri önce kul olmaktan ve Allah Resûlünü (sav) rehber edinmekten geçiyor. Şefkat, merhamet, edep ve hayâ tüm güzellikler onunla geldi bize. Cenâb-ı Hak Hazreti Peygamberin (sav) şahsında bütün ümmete ifâde buyurduğu ayeti kerimede bu hakikati beyan eder: “(Ey Rasûlüm!) O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba ve katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu hâlde onları affet, bağışlanmaları için duâ et.”(4) Acaba hiç düşündük mü, bizler din kardeşlerimiz için ne kadarını yapabiliyor, onların hangi sıkıntılarına ortak olabiliyoruz. Dualarımızda ne kadar hatırlıyor, kalbimiz ne kadar acıyor, onların için gözyaşı dökebiliyor muyuz? Bu soruları kendimize sormaktan, iç dünyamıza dönerek yüreğimizi dinlemekten, vicdanlarımızın sesini duymaktan korkmayalım. Muhakkak kardeşlerimiz için dua edelim, melekler de “âmin”erle eşlik etsinler. “Hiçbir kul yoktur ki Müslüman kardeşinin gıyabında dua etsin de bir melek de onun için “Aynısı sana da olsun, sana da verilsin.” demesin.”(5) Ey Rabbimiz; Bütün günahlarımıza rağmen Sen rahmetinle sararken tüm benliğimizi biz öfkeyle, kinle yoğuruyoruz ruhumuzu. Acıların, gözyaşlarının, derinden gelen ahların üzerine tahtlar kurar olduk. Büyüklüğünün karşısındaki acziyetimizi unuttuk. Dostluğun, sadakatin, şefkatin, vefanın yerine düşmanlık, kin koyduk. Biz ne Ensar ne Muhacir olabildik, bir ümmetken parça parça olduk fırka fırka bölündük. Rabbimiz; toparla bizi, dağılmış parçalanmış yüreklerimizi. Hatırlat bize kulluk görevlerimizi. Resulünün (s.a.v) ümmeti olduğumuzu hatırlat. Ey Rabbimiz; öğret bize; aşkınla dağlanan yüreklerden arşa yükselen kabul ettiğin dualar gibi. Meleklerinin de âmin âmin dediği dualarını öğret… 1-Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58 2-ibn Hanbel, IV, 271; Buhari, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66. 3- Ali-imran Suresi, 92 4-Âl-i İmrân, 159 5-Müslim, Zikir/86
SAYFA 18
SERGÂH DERGİ
PSİKOLOJİ
İNSAN ZAYIFTIR... KÜBRA ÇETİN Allah sizden (yükünüzü) hafifletmek ister; çünkü insan zayıf yaratılmıştır. -Nisa 28 İnsan kelimesi kimilerine göre unutmak anlamında nisyan kökünden, kimilerine göre de bağlanma, bağlılık anlamında ünsiyet kökünden gelir. Hangi manayı ele alırsak alalım ucunda bir acziyet bizi karşılar. Hz. Âdem'den bu yana insanlık unutma belasına müptela olmuştur. Hatırlamayan unutur. Kendini, vazifesini, amacını tanımayan hatırlamaz. Unutmak, insanın en katı müşküllerindendir. Bağlanma ihtiyacı da vardır unutan insanın. Aslında vasfı kalmamaya bağlıdır. Hiçbir yer tutamaz onu. Ama o nereye bağlanacağını unutunca da bu dünyayla ünsiyet kurar. Dünya... İmtihanıdır insanın. Bu elips yörüngeli garip yer kendisiyle ünsiyet kursun ister ki böylelikle aslını unutsun... Ve bu dünya yüktür insana. Kaldırması için bir istinat(dayanma) noktası olmalı ki onu taşısın. İnsan psikolojisi zayıftır. Ruhu dağılmaya, dünyaya dalmaya ve böylelikle zayıf kalmaya müsaittir. Dünyada olan her şey insanı alâkadar eder. Nesneden ve onunla olan ünsiyetten kaynaklı hemen her olay, insanı müteessir etme potansiyeline sahiptir. Peki bu elim durumu insan, zayıf insan nasıl aşar, nasıl dayanır olanca ağırlığına dünyanın? Bu soruya psikolojide önemli olan bir kavramla cevap arayalım: "Farkındalık" İnsancıl psikolojinin kurucularından Carl Rogers, kişinin kendisini tanıyarak değişebileceğini, bu bağlamda farkındalığın yani bireyin kendiliğini bilmesinin, onun yaşamındaki değişimi başlatacağını savunur. ''Ben kimim? Nerden geldim? Nereye gideceğim? Hayattan beklentilerim nelerdir? Beni ben yapan özelliklerim, benliğim nelerden oluşur? Vazgeçemeyeceğim ve beni hayata bağlayan değerlerim, amaçlarım nelerdir?'' gibi soruları sorarak kendimize düşünmek için fırsat tanımalıyız. İnsanın zayıf olduğunu bilmesi, fıtraten bunu kabul edip güçsüzlüğünü, onu yaratana olan bağlılıkla bertaraf etmesi, hayatı daha yaşanılır kılar. Çünkü insan, doğadaki diğer canlılardan farklı olarak doğduğundan itibaren bir varlığa muhtaçtır. Hayvanlar doğar doğmaz ayağa kalkıp beslenme becerilerini kazanırken insan için bu tek başına kazanılabilecek bir yeti değildir.
SAYFA 19
SERGÂH DERGİ
Bu durum sadece fizyolojik ihtiyaçlarla da sınırlanamaz. İnsan yine diğer canlılardan farklı olarak duygu boyutu da olan bir varlıktır. Olan ve olması muhtemel olan her şey, bireyin duygularını etkiler, yaşam kalitesine yön verir. Velhasıl insanın zayıf ve narin yapısı, kırılmaya müsait hali, onu başta bahsettiğimiz istinat noktasına bağlanmaya muhtaç kılar. Öyleyse acizliğimizi, zayıflığımızı bilip kendimizin farkında olarak nefislerimizi Firavunlaştırmadan güçlü olan bir zatla kendimizi bulma yoluna çıkmalıyız... Zira kendini bilen (zayıflığını bilen) Rabbini bilir...
KARDEŞ GİBİ YAR OLMAK FIRAT AYHAN
İnsan gibi sevmek gerekir hayatı. Acımasız ve yapayalnız gönül, Hu ile coşmuşsa kardeşlik budur. Günümüz dönemlerine baktığımızda kardeşlik bir teori maskesi altına dönüştürülmüştür. Kerim kitabımızda Rabbimiz bize kardeşliğin önemini bildirmektedir: “Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup düzeltin ve Allah'tan korkup sakının umulur ki esirgenirsiniz.” (el-Hucurat 49/10) Bir duruştur kardeşlik, sevmektir, bedelsizdir, ağlamaktır, gülmektir. Ve öyle bir an gelir ki ölmektir. Sevgisiz olmaz bu işler can. Bak! İyi bak düşmanlarımıza! Bir kaşık suda bizleri nasıl boğmak istemektedirler. Kolay değil can. Kardeşlik basit bir iş değildir. Sen hiç kardeş için ağladın mı? Kardeş bir destanmış, bir bakış, bir yokluk imiş can. Kardeş olmak, can olmak, hayat olmak misali candan öte imiş. Hazreti Muhammed Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: "Mü’min kardeşinin aynasıdır. Mü’min mü’minin kardeşidir. Onun malını korur ve onu kollar." buyurmaktadır.(Buhari) Can kardeşim! Biz Müslümanız. Sevmek, adamlık meselesidir. Allah ve Rasulü neyi emretse biz, buna inanacağız. Bizler aciz kullarız. Biz, bize kötülük yapılsa bile, biz Müslüman bir şahsiyetle kötülüğe iyilik ile cevap veririz.
SAYFA 20
SERGÂH DERGİ
DENEME
Sen özgürsün kardeşim. Sen özgürsün kardeşim derken Mısır’daki özgür kardeşlerimiz geliyor aklıma. Günümüz dünyasında Filistinli, Suriyeli, Arakanlı kardeşlerimizi ne kadar düşünmekteyiz. Onların dertleriyle ne kadar dertlenmekteyiz, can kardeşim! Hoş gör ki hoş görülesin (İbn-i Hanbel), şiarıyla destan yazmış Müslümanlarız. Bizler birimizi Allah celle celaluhu için seveceğiz. Mü’minin bir başka mü’minin gıyabında dua etmesinin efdal olduğu bir dinden bahsediyorum. Evet, İslam kardeşlik dinidir. İslam, daimi olarak kardeş olduğumuzu telkin etmektedir. Biz 15 Temmuz’da düşmanlık ile değil kardeşlik ile darbeyi püskürttük. Allahu teala’nın yardımı ile 15 Temmuz’da nice can kardeşimizi şehit verdik. Biz o gecede kardeş dediklerimizin hain olduğunu anlamış olduk. Fakat bizim nice kardeş olarak görmediğimiz, yeri geldiğinde ötelediğimiz “garip” dediğimiz “İşe yaramaz.” dediğimiz kişiler o gece şehit oldular Allahu teala’nın yolunda. Şu an ülkemiz zor günlerden geçmektedir. Bizler bu durumda eskisinden daha fazlasıyla kardeşliğimizi güçlendirmeliyiz.
Kardeş demek, bayrak demek; kardeş demek, can demek; kardeş demek, vatan demek; kardeş demek, sevgi demek; kardeş demek, hayat demek; kardeş demek, abi demek; kardeş demek, baba demek; kardeş demek, birlik beraberlik demek; kardeş demek, adamlık demek; kardeş demek, saygı demek; kardeş demek, hoşgörü demektir. Ve’l-hasıl kardeş demek, İslam demektir.
SAYFA 21
SERGÂH DERGİ
DENEME
ÖYLE BİR KARDEŞLİK Kİ BÂTINDAN BATINA, BATINDAN BÂTINA. AHMED EL UFUKİ
Kardeş, karındaş kelimesinden gelmektedir. Aynı karından aynı batından olmak manasındadır. Lakin kardeşlik yek aynı batından olmak ile olunmaz. Batından kasıt madden karın manasına gelse de manen batın ya’ni kalbi nitelemektedir. Şu dünyada maddi kardeşlik dem sebili ile olur. Manevi kardeşlikler ise derundan deruna akseden bir sirayet iledir.
SAYFA 22
SERGÂH DERGİ
Nasıl ki dışarıda yürürken hiç tanımadığınız bir insana bir anda kalbiniz yakınlık, sıcaklık hisseder. Bu iş de keza böyledir. Zira إخوة المؤمنون ماّإنbuyrulduğu üzere her mü’min kardeşlik bağları ile bağlı ve muhabbetle çevrelidir. Mü’min kardeşler yalan söylemezler, aldatmazlar, bi’l-mukabele nasır, habib u mahbubdurlar. Lakin bu kardeşlik yeklik demektir. Kesretten müteşekkil vahdet ki halık-ı vahdetin dünyanın ıslahı çün halk ettiği. Mecid aşk u vecd ile Allah’da, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’de bir yeklik. Mü’minler meiyyet üzere kardeştirler. Bu rivayetten anlaşılmasın ki aldatanlarla da kardeşiz. Zira Rasulullah sallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Bizi aldatan bizden değildir.” buyurmaktadır. Rasulullah sallahu aleyhi ve sellem “Bizden değildir.” diyorsa hiçbir şekilde muazzam bir kesinlik üzere aldatanlar içremizden değildir. Bir mevzuya daha değinmek isterim ki daha önce de bahsettiğim gibi Mü’minler kesretten müteşekkil bir vahdettir. Biz hangi ırktan olursak olalım, hangi millette doğarsak doğalım yek ve tek bir vücud şeklindeyiz. Selahaddin Eyyübi rahimehullah’da bizim. Abdülhamid Han rahimehullah’da, Şeyh-i Ekber İbnü’l-Arabi rahimehullah hazretleri de bizim. Bir ümmet havuzunda yaşıyoruz. Kimse kimseden üstün değildir. İster siyahi olsun isterse beyaz, üstünlük ancak takva iledir. İdafeten bir mühim bahsimizde Suriyeli kardeşlerimizdir. Bir zamanlar Suriye’de insanların düştüğü o derunları donduran hataya düşüyoruz. Kendi ülkelerinde yaşayamayıp Allahu teala çün, evladlarını Allahu teala sebilinde muhafaza etmek ve yetiştirmek çün evlerini, mallarını bırakıp hicret ettiklerinde, sığındıklarında Suriyeli kardeşlerimiz nasır olmadı. Ensar gibi davranmadı. Zulmetti, kovdu ve onları zillete attı. Allahu teala’nın imtihanı ki Suriye herc ü merc olup yaşanılamaz bir ahvale geldi. Büyük bir imtihanı zayiatla geçirdi. Şimdi biz de aynı vaziyet u ahvaldeyiz. Suriyeli kardeşlerimiz Allah çün bize sığındılar. Hicret ettiler. Muhacir oldular. Bu vakte kadar “Osmanlı torunuyuz” diye gurur duyduk. Her mekanda bunu zikredip gösterdik. Osmanlılılar, atalarımız kendilerine sığınan bir kafir dahi olsa ensar olup onları muhafaza eylemiş ve her nev’i yardımda bulunmuşlardı. Sıra bizde. Şimdi bu güzel ümmet havuzunda “Ensar” olma vakti bizde. Osmanlı torunları olarak “Muhacirleri” muhafaza etme sırası bizde. Biz köklü bir milletiz. Her daim insanlara yardım etmiş ve şehirleri imar etmiş bulunuyoruz. Zamanlar değişti, mekanlar değişti, devletler değişti, isimler değişti. Ama kanımız aynı kan, derunumuz aynı derun, fikrimiz aynı fikir. Biz Rasulullah sallahu aleyhi ve sellem’in kardeşleriyiz. Biz Ashab’ın imrendiği kimseleriz. Biz Selahaddin Eyyubi ve Abdülhamid’iz. Biz Şeyh-i Ekber İbnü’l-Arabi’yiz. Yolumuz hikmetler yolu Allahu teala’ya ulaşan. Engelimiz çok olsa dahi düşmanlarımız güçlü olsa dahi bin bir kez yere kapaklansak da vazgeçmek yok. Yola devam. Şu bin bir hikmet üzere halk edilen kesretin kardeşlik üzere vahdet olan ümmet havuzunda biz hep birlikte kâfiri yarıp geçen bir Zülfikarıyız Allah u Rasul’ün.
SAYFA 23
SERGÂH DERGİ
DENEME
HAVADA UHUVVET KOKUSU VAR :) ENES ÖZDEMİR Bugün günlerden Sergâh, aylardan uhuvvet(Kardeşlik). Kalbinizden her daim eksik olmasın muhabbet. Çünkü muhabbet kalpten gitti mi, yerini adâvet(düşmanlık) alır. O zaman ne muhabbet ne uhuvvet kalır. Muhabbet kalbe girdi mi, adâvet rahmet olur. Içinde adâvet barındıran o kalp, acıma duygusuna kalbolur(dönüşür). Pekî kalp, incinmek gibi bir hususi meselede frenleri tutmuyorsa neden bir başka zîhayâtı kendisi için istemediği bir azâba eleme, lâyık görüyor. Empati yoksunu nefislerimizin pasları silinsin, bugün, bu ay değil, her daim yaşatalım uhuvveti, kuralım muhabbeti. Yüce kuran-ı kerime ayet olalım… Nefsimizi bir kenara bırakıp beş dakika fikrî bir îtikafa girip hakikatlere sadece gözümüzü değil gönlümüzü açalım… ve ibret alalım. Bakın Yüce Allah bize yolladığı o güzeller güzeli mektubunda biz sevgili kullarına ne diyor, ne öğüt veriyor: َ ﺍِﻧَّﻤَﺎ ﺍﻟْﻤُﻮْٔﻣِﻨُﻮﻥَ ﺍِﺧْﻮَﺓٌ ﻓَﺎَﺻْﻠِﺤُﻮﺍ ﺑَﻴْﻦَ ﺍَﺧَﻮَﻳْﻜُﻢْ ﻭَﺍﺗَّﻘُﻮﺍ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﻟَﻌَﻠَّﻜُﻢْ ﺗُﺮْﺣَﻤُﻮﻥ/ Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki esirgenesiniz(Hucurat 10). Görüyorsunuz, Allah bizlere mektubunda “Siz kardeşsiniz.” diyor. Bazen tahayyülüme ilişiyor: Bağırıp çağıran ve kavga eden birilerini gördüğümde "Durun! Siz kardeşsiniz!" diyesim geliyor. Peki uhuvvetin tesisinde ortak paydaların etkisi var mıdır? Mesela bir sınıfta, aynı sırada birlikte oturan kişiler aralarında muhabbet kurarlar, aynı köyde yaşayanlar birlikte oyun oynar, birlikte eğlenir, aynı iş yerinde çalışanlar birbirlerine muhabbet duyar, aynı dergiyi paylaşan, aynı fikri paylaşan, aynı duyguları paylaşan ve hâkezâ sayılabilir. Ortak noktalar insanları birbirine yaklaştırır ve Sürur-u Muhabbete bir teşvik mâhiyetindedir. O halde bizim de dil, ırk, renk ayrımı yapmaksızın, Rabıta-i vahdet yapmamız iktizâ ediyor.
SAYFA 24
SERGÂH DERGİ
Belki rengimiz farklı, belki dilimiz farklı, belki de farklı milletlerden geliyoruz. Ama Halıkımız(yaratanımız) bir, Rezzakımız(rızkımızı veren) bir, sânîmiz(sanatkârımız) bir, bir sürü bir, bir. Allah’ımız bir, kitabımız bir, peygamberimiz bir, dünyamız bir, ukbâmız bir, fikrimiz bir, zikrimiz bir, bir, bir, bir… Bunca bir var iken olur mu ayrılık!!! Yakışır mı adâvet!!! Ortak değerlere sahip olduğumuz insanlara bu bahane ile gönlümüzün kapılarını açmalıyız ki cennetin kapısı da bizlere açılsın. Genel kâidenin aksine bu sefer bahane aramalıyız çünkü çözüm onda saklı. Gaye uhuvvet-i İslam ise, netice rızayı ilâhidir. Allah’ın rızasıyla sulanan bir ağaç, Rüyetullâhı meyve verir. Konuya bir de şu açıdan bakalım: Nasıl ki okulda ders işleyen öğrencilerden birisi, işlediği cürümle hocasının nazar-ı hiddetini celbetse ve hoca da o serkeş öğrenci yüzünden tüm sınıfa ceza verse.
SAYFA 25
SERGÂH DERGİ
Veyahut bir fabrikada çalışan bir işçinin dikkatsizliği sebebiyle bir kusur zuhur etse ve bu yüzden o fabrika büyük bir hezîmete uğrasa fabrika sahibinin de bu durum karşısında bütün işçileri maaşlarını düşürerek cezalandırsa ne derece adaletsiz ve zulümkar bir davranış olduğunu anlarsın. Aynen öyle de bir Müslüman kardeşinin, %99'luk hasenesini görmezden gelip, %1'lik bir seyyie'sinden dolayı ona adâvet beslemek o derece zulümdür, adâletsizliktir. Hem hasenesinin %1'lik bir hissesi varsa bile yine zulümdür. Hem öyle ki sadece şahsına değil, Allahın sıfatlarına bir hakarettir. Çünkü beden-i fâniyede Allah’ın isimlerinin tecellisi vardır. Hem ayette geçtiğini nazara alırsan ayete hürmetsizliktir. Yani bir mü'min kardeşinin kalbini kırmak, hem kardeşine, hem nefsine, hem Allah’ın cüzî sıfatlarına zulmetmek, hakaret etmek gibi çok kötü bir hasleti içinde barındırır. Bir de küs olduğu kişiye beslediği adâveti eşe dosta, akrabaya aksettirmesi daha da çirkin bir haslettir. Muhabbet kana benzer. Kalp vücuda muhabbet duydukça, vücut kalple huzur duyar ve mutluluk hormonu salgılar. Muhabbet tükendiğinde ise anemi(kansızlık) meydana gelir, bu da tedavi olmadığı takdirde, vücudun çürüyüp ölmesine kadar gider, tüm organlar disfonksiyona uğrar(yani iş görmez hale gelir.) Nasıl ki kangrenin tedavisi hasta olan kolu kesmektir, onun gibi içimizde adâvet nâmına ne varsa haset, kibir, kıskançlık vs. kalpten söküp atmalıyız. Yoksa o vücudumuza yayılır ve başkalarına da sirâyet eder. Etrafa sürekli negatif bir enerji yayar, dururuz… Neyse işin ilmî boyutunu artık bırakalım, size kısa bir hikâye anlatmak istiyorum: Geçen haftalarda, oda arkadaşım Mamuka ile aramızda ufak bir tatsızlık meydana geldi. Onu çok incitmiş olacağım ki yüzü hiç gülmüyordu. İstemeyerek onu üzmüş bulundum. Daha sonra birbirimizi yanlış anladığımızı anladık. Ben ondan özür diledim ve barıştık. Sonra hafta sonu gelmişti. Onun gelmesini bekledim ama gelmedi. Sınıfça bir gezi programları varmış, o yüzden gelememiş. Ben de onun güler yüzünü çok özlemiş olacağım ki o yokken kendisini rüyamda gördüm. Yine eskisi gibi çok mutluyduk, gülüp eğleniyorduk. Pazar günü programı bitince geri geldi ve elhamdülillah artık mutluyuz. Ama ben onu kırdığım için hala çok üzgünüm ve beni takip eden bütün herkesin huzurunda ondan tekrar özür diliyorum. O benim hayatımda çok özel bir yere sahip. Onu çok seviyor ve ona çok değer veriyorum. Mamuka Nakaidze, lütfen bana hakkını helal et güzel kardeşim. Bir daha seni hiç üzmeyeceğim inşallah... Gıdkhov :) NOT: "Gıdkhov" gürcüce lütfen demektir.
SAYFA 26
SERGÂH DERGİ
ELEŞTİRİ
ELEŞTİRİ "BİR AVUÇ BEKLEMEK " BÜŞRA AY
E
Kitap ismi: Bir Avuç Beklemek Yazarı: Zeynep Kabar Yayınevi: Mavi Kitap
leştirisini yapacağım kitap olan Bir Avuç Beklemek, okuduktan sonra benim için çok şey ifade eden bir kitap oldu. Konusundan anlatımına, kitap içerisinde geçen şarkılardan karakterlere kadar pek çok şeyi beğendim. Konusundan bahsetmem gerekirse; Bir Avuç Beklemek annesine şiddet uygulayan, ailelerine huzur veremeyen bir babanın oğlunu konu ediniyor. Buğra isimli karakter yaşadığı pek çok sıkıntının içinden sıyrılmak isteyerek bir gün denk geldiği radyo programıyla hayatına renk katmak isteyip radyonun kapısını iş başvurusuyla çalıyor ve radyoda programcılığa başlıyor. Bununla birlikte hayatına sosyal medya üzerinden giren Menekşe ismindeki kız birçok gizemli haliyle Buğra’nın onunla arkadaşlık etmesine neden oluyor. Kitap bu konudan ibaret değil çünkü bu kitapta pek çok anlama, konuya ve değere değinilmiş. Kitabı hissederek okudum.
Bir Avuç Beklemek’in okuyucuyu kitabın içine baş karakter olarak dahil etmiş olması çok cezbedici. Yazar bunu yaparken herhangi bir teknik kullanmamış, sadece günümüzde varlığını sürdüren insanlara değinmiş. Özellikle kitaptaki başkarakterin dinlediği genellikle eski olan şarkılar bile okuyucunun zevkine hitap edecek nitelikte.
SAYFA 27
SERGÂH DERGİ
Daha öncesinde pek çok kez dinlediğim şarkı isimlerini kitapta görmek, büyük bir mutluluktu. Kitapta tek eksik bulduğum nokta kitabın asla bir sonunun olmaması ve okuyucunun istese de sonunu hayal edemeyeceği oldu. Kitapta serinin devamı geleceği yazmasına karşın kitabın basıldığı tarihten itibaren bir yıl geçmesi ve halen ikinci kitabın çıkmamış olması beni şaşırttı. Yazar, kitabı öyle bir bitirmiş ki gözünüz ikinci kitabı arıyor. Diğer türlü kitabın yarısı elinizde kalmış gibi hissediyorsunuz. Genelde bu tarz gündemde olmayan, okuyucu tarafından az tanınan kitaplar seri olmaz ancak yazarın kitabı seri olarak düşünmesi kitaba heyecan ve merak katmış. Yalnız, kitabın devamı gelmezse okuduğum pek çok şey havada kalacakmış hissine kapıldım. Çünkü duyguların ve olayların aşılandığı bu kitaba bir son gerek. Umuyorum ki ikinci kitabı en yakın zamanda çıkar. Aklıma takılan bir diğer konuysa kitabın son sayfalarda çok hızlı ilerlemesi oldu. Kitabın bitmesine sayfalar kala 5 sene sonrasının anlatılması kafamı karıştırmadı değil. Gizemli bir şekilde ortadan kaybolan Menekşe’nin 5 sene sonrasında Buğra’nın programına bağlandığı her ne kadar kitabın arka kapağında yazılmışsa da bana kitaptaki geçiş çok hızlı geldi. 5 seneyi zamana yayan birkaç satır ya da sayfa, kitabı çok daha iyi hale getirebilirdi. Kitabın içinde kitap okumayı seven insanların yaşıyor olması da kitabın yine beğendiğim taraflarından. Buğra, kitap okumayı çok seven bir genç olarak aynı özelliklerde olmamız sebebiyle beni de kitabın içinde hissettirdi. Kitapta kitap temasının işlenmesi çok güzel olmuş. 2. kitabının çıkmasını beklediğim, çıkmazsa anlamını kaybedecek olan bu kitabı çok beğendim.
RÖPORTAJ : FİRDEVS AKINCI Röportajı okumadan önce kısa bir bilgi vermem gerek. Öncelikle ben bu röportajı kendi kardeşlerimle yaptım. Şerife, Ümran, Firdevs(ben), Feyza, Nisa büyükten küçüğe sıramız bu şekilde. Orta elemen olarak röportajı ben yapıyorum. Bazı soruları dışarıdan biri gibi bazı soruları da kendim olarak sordum. Okurken kafa karışıklığı yaşamamanız için belirtmek istedim. Keyifli okumalar. *Kardeşlik senin için ne demek? Şerife: Güvenilir tek kişi. Ümran: Hayattaki her şey… Firdevs: Hayatta mutlaka yaşanılması gereken bir duygu… Feyza: Güç, dayanak. Nisa: İnsanlar için önemli olan tüm duyguların birleşimi demek.
SAYFA 28
SERGÂH DERGİ
RÖPORTAJ
*Kardeşinizle bir anınızı anlatabilir misiniz? Şerife: İlkokuldayken, Ümran’la -iki yaş aramız var- okula birlikte gidip gelirdik. Bizim evin biraz aşağısında on veya on beş basamak bir merdiven vardı. Ümran her defasında o merdivenin üçüncü basamağında takılır düşerdi. Bizim ailede de düşerseniz kimse kaldırmaz yanınıza oturur çatlayana kadar size güler. Her defasında o düşer ben gülerdim. O eve kadar ağlar, anneme düştüm beni hiç kaldırmadı, bana güldü diye şikayet ederdi. Her gün bakardım yine düşecek mi diye, her gün düşerdi, ben de her gün ona gülerdim. Ümran: Sessiz sinema oynamak, kendisini ailede “avatar” olarak tanırız.(İnanın bu anıyı anlatmak isterdik ama bazı şeyleri yaşamanız gerekir.) Firdevs: İnsanın kardeşi olunca yeğeni de oluyor. Biz bir araya geldiğimizde yeğenleri paylaşamazdık bir ben kucaklardım bir o, hem çocuklar perişan hem de biz. Ama çok keyifli bir atışma ortamı oluyor. Feyza: Bir gün hepimiz toplandık. Eniştemlerle babam dışarıya çıktı. Biz, annemle beş kardeş odada yalnız kaldık.(Ne yalnızlık ama oda minimum altı kişi.) Bizim sohbet aldı yürüdü. Biz ta on yıl on beş yıl geriye gittik mi, hepimiz duygulandık bir ağlamak bir ağlamak sormayın gitsin. Bizim gözler şişti, ortalıkta peçeteler fink atıyor. Babamla eniştelerim odaya bir girdiler, hepsi şok oldular. Ne oldu size niye ağlıyorsunuz falan demeye başladılar ama onların o şok hallerini görünce bizi aldı bir gülmek. Sonra hepimiz birden gülmeye başladık. Tuhaf ve güzel bir anıydı. *Kardeşlik kavramında nefret ettiğin bir nokta var mı? Şerife: Ayrı ayrı başka yerlerde olmak… Ümran: Yok Firdevs: Böyle bir şeyden nasıl nefret edilebilir, şükür ki bana nasip olmuş. Feyza: Küçüklerin daha çok sevilmesi! Nisa: Yok. *Kardeşlerinle geçirdiğin en mutlu gün? Şerife: Bayramlar ve bir araya gelinen günler. Ümran: Bir arada olduğumuz her gün. Bayram günleri. Firdevs: Birlikte olduğumuz her gün en mutlu günümüz ancak bir gün bütün aile bahçede saklambaç oynamıştık. Babam, ablam, ben aşağı yukarı hepimiz düşmüştük. Hepimiz akşam eve 10 yaşındaki çocuklar gibi çamur çaylak içinde girmiştik. Ben o günü çok sevmiştim. Feyza: Birlikte olduğumuz her gün bizim için güzel. Nisa: Beraber olduğumuz bütün günler benim için eğlenceli ve mutlu geçiyor.
SAYFA 29
SERGÂH DERGİ
*Bize dair hatırladığın ilk şey? Şerife: Mutluluk ve gülmek. Ümran: Mutluluk, gülücük, tebessüm, hep mutluluk Firdevs: Babam işe giderken bizi her gün salonun tavanına değdirirdi. Babam gitmeden yakalamak için koşa koşa yanına giderdik. Feyza: Hatırlamıyorum. Nisa: Hatırladığım ilk şey, benim altımı değiştirmek için kavga etmeniz. (Kız 13 yaşında beklentinizi yüksek tutmayın!) *Kardeşini bir şeye benzet! Şerife: Feyza sessiz çığlık, Ümran sabır taşı, Firdevs umut, Nisa kapalı kutu. Ümran: Firdevs evin sessiz köşesi televizyon gibi, Feyza buzdolabı, Nisa evin en küçüğü, Şerife süper kahraman… Firdevs: Feyza Hitler, Şerife Amazon, Ümran keşkül, Nisa mucit. Feyza: Şerife Doctor Who- Riwer, Ümran Sherlock Holmes-Molly, Firdevs FriendsRoss(gerçekten haklı bir benzetme olmuş :D), Nisa Cesur-Merida. Nisa: Şerife ablam Herkül, Ümran ablam Poliana, Feyza ablam Kim Patoski, (Bu bir çizgi film kahramanı, tam adı aklımda değil) Firdevs ablam Kusko (Bu da çizgi film kahramanı.) *Kardeşin en çok neyi sever? Şerife: Ümran mütevazılığı sever, Firdevs uykuyu, Feyza diktatörlüğü, Nisa espiri yapmayı. Ümran: Şerife ablam hareket etmeyi sever çünkü yerinde duramıyor; Firdevs çorba, kitap, okumak, yazmak; Feyza film izlemek, kitap okumak; Nisa düzenli tertipli şekilde yaşamak. Firdevs: Feyza emretmeyi sever, Şerife ablam kontrolün kendisin de olmasını sever, Ümran ablam bir arada olmayı sever, Nisa espiri yapmayı sever. Nisa: Şerife ablam çocuklarını, Ümran ablam da, Feyza ablam değişen şeyleri sever müzik vb, Firdevs ablam aile, mutluluk, yazmak… Aslında bakılınca kardeş olmaktan başka ortak noktamız yok gibi. Hayatta yolları birbiriyle kesişmiş şanslı insanlarız sadece. Allah bizi kardeş yarattığı için de bir aradayız. Ben çok memnunum Allah kardeş olan herkese birlik beraberlik ve bu duyguyu tam olarak yaşayabilme imkanı versin inşallah. Selam ve güzellikler ile..
SERGÂH DERGİ
TAVSİYELER...