Sergâh Dergi 2017 Temmuz Sayısı

Page 1


SERGÂH DERGİ

SAYFA 2

İÇİNDEKİLER

İçindekiler 04 MUHABBET HÂSIL OLSUN 07 YİRMİ ÜÇ 08 DİREKLERDEN DİLEKLERE…

04

06

09

10 Fatih DUMAN ile “İkra” Kitabı Üzerine Muhabbet 15 FASL-I MUHABBET 17 HÜZÜNLÜ ANLARIN KUŞLARI 18 KİTAP VE AŞK 19 ÇOCUKLARLA MUHABBETİN 8 TEMEL KURALI 21 RECEP KARA İLE MUHABBETE DAİR

10

15

24 AŞKHANE 25 İLAHÎ MUHABBETTEN İNSANî MUHABBETE 28 GÖNÜL İKLİMİNİ KURAKLIK VURDU MUHABBET BAĞININ GÜLLERİ SOLDU

25

28

Sergâh Dergi editor@sergahdergi.com www.sergahdergi.com


SAYFA 3

Künye Genel Yayın Yönetmeni Gökhan ÖZSOY

Yazı İşleri Sorumlusu Tolga TURAL

Editörler Feyza ÖZ Tahir Ceyhun YILDIZ Ayşegül CANDAN

Grafik Tasarım Adem ÜNAL

Kapak Tasarım Muhammet BAĞ

Bizi Takip Edin facebook.com/sergahdergi twitter.com/sergahdergi instagram.com/sergahdergi

SERGÂH DERGİ

BAŞLARKEN

Biz Kimiz? Biz Ahir zamanın parmaklıkları ardında ötelerde kurduğumuz hayallerin peşine düşen fikri genç olan fertleriz. Bizler sıratı müstakim üzere gidenlerin ardına düşenleriz. Hak diyerek fikir beyan edenlerin fikirleriyiz. Biz İslam’ın nesilden nesle ulaşan mesajını taşıyan kullarız. Biz küfrün sultanı olmaktansa İslam’ın köleleri olmayı tercih edenleriz. Doğru bildiğimiz şeyin haklılığını savunanlarız biz. Biz İslam’ın gericilik değil tüm zamanların medeniyetinin temelini oluşturduğunu ispat etmeye çalışanlarız. Biz Müslüman mahallesinin çocuklarıyız. Biz, edebiyatı da, tarihi de eylemlerimizi de etkinliklerimizi de müziklerimizi de inancımız üzere ifa edenleriz. Sergâh’ta buluşup Hakkı haykıranlarız biz.


SAYFA 4

SERGÂH DERGİ

DENEME

MUHABBET HÂSIL OLSUN YASEMİN ÜNLÜ

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla! Ey benim laftan anlamaz, bıkmadan, usanmadan hoyratlaşan nefsim! Sen değil misin, biçare gönlümüzü dara düşürüp aciz bırakan bizleri! Ey benim halden anlamaz, nihayetsiz, mecalsiz nefsim! Sen değil misin, mağrur bedene mihman olacakken gitgide kalbe çöreklenen! "Ahdimdir ki seni yenmek boynumun borcu! Ahdimdir ki seni ezip geçeceğim!" demeye başladığımız an işte her şeyin tepetaklak olup yeniden şekilleneceği vakit gelmiş demektir. O vakit, işin sırrı olan Besmele-i Şerif'in hakkını vererek her işimizde Rahman'ın memnuniyeti gayesi ile nüfûz ederek çabalarsak niyet hayır, akıbet hayır olur. Cihan-ı cüdâda, lisan-ı hal, tüm kâinat "Bismillah" derken, cümle âlem Rahman'a secde ederken doğruluk dairesinden sapmamayı cümlemize muhafaza eylesin Mevlam! Kalbin ihyası, itaat ve teslimiyetle olur. Sen ihlas peşinde koşarsan, yolun da, yönün de doğru olur. "Göklerde ve yerde bulunanlar da, onların gölgeleri de, sabah akşam, ister istemez sadece Allah'a secde ederler." er-Ra'd/15


SAYFA 5

SERGÂH DERGİ

DENEME

Cemâdât, nebâtat, hayvanat ve insanlar kendine münhasır bir şekilde derin bir muhabbetle Allah'ı zikrederken, sen daha neyi beklersin? Kendini arayan kendini, kendinde bulur. Değil mi ki; kendini bulan, esasen Hakk'ı bulur? Hikmetin gayesini ve yaradılış sebebimizi daim taze tutarak hayata sarılmalı ve bu dünyada da faydalı birer birey olarak yaşamaya gayret etmeliyiz. Yeryüzünün tabanından, gökyüzünün tavanına kadar içimiz, dışımız aslolan aşk ile hemhal olmadıktan sonra hangi işimizde başarı vukû bulur ki?

İbret nazarında seyr eylemezsek kâinatı ve unutursak tefekkürü, nasıl teşekkür edeceğiz ki Rabbimize? Göğün sinesinden seyr eylemezsek âşikâre gerçeği ve unutursak tevekkülü nasıl teberrür* eder ki gönlümüz O'na? Ah benim zavallı biçare gönlüm; sen değil misin beni halden hale koyan? Uslan artık da dön, bir bak haline, ne haldesin gör de anla hatanı! Sorgulamak lazım kendimizi çokça ve küsmeden! Çünkü küskünlükler hâsıl olursa kendimize, kendimize gelmek hayli zor olur maazallah. "Görmez misin ki, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah'a secde ediyor." el- Hacc/18 Gafletle nâçâr olmak, azabâ düçâr olmak demektir. Eğer ki kendin ile; eğer ki Allah ile muhabbet etmez isen, çaresiz bir kişi gibi kendine küser isen vay ki haline, halin nice olur! Muhabbet hâsıl olmayan bir kalpte, bir tomurcuk sevginin zor barınacağı gibi, bir ömür ivgi gibi oyar durursun benliğini... Ki ağaç bile oyulunca ivgiyle, şekilden şekle girer, suret bulur ustasının elinde! Sen ki en büyük sanatıyken sanatçının, neden gönlünü uzak eylersin muhabbet denen ummandan? Müteberrir* bir muhabbetle giyinmezsen ihlâs hırkasını, müteberrid* bir bakış açısı ile kopar gidersin özünden. Kul Rabbini unutmaz, duasına muhabbetle devam ederse, virdi odur ki baktığı her şeyde nurunu görür, duyduğu her şeyde zikrini duyar.


SAYFA 6

SERGÂH DERGİ

DENEME

Ukbâda vuslat istiyorsak, dünya yaşantımıza dikkat ederek o müjdeye vâsıl olma ihtimalini terk etmemek olmalı gayemiz. Temiz bir vicdan ile yaşadığımızı zannedip, muhabbetle haşrolmadıkça Rahman'la, safâya kavuşmak hayal olur. Ve bu gafletten ancak ölüm uyandırır ki bizi; iş işten çoktan geçmiş olur. "Allah'ı unutan, bu yüzden Allah'ın da kendilerini onlara unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir." el- Haşr/19 Muhabbetin sırrı sende gizli; ki sen en büyük sır değil misin? Öyleyse muhabbetten kastı bir düşün! Ve harekete geç! Vakit, Hakk ile muhabbet, sevgi ile yeniden yeşerme vaktidir. Rabbinle muhabbete hazırlan, çünkü O, senden samimiyet bekliyor! teberrür: Allah’ın rızasına çalışma müteberrir: Allah’ın rızasına çalışan, itaât eden müteberrid: Soğuyan (uzaklaşan)


SAYFA 7

SERGÂH DERGİ

YİRMİ ÜÇ GÜLDEN AKAN

Tek kelime bir kapakta; üç sayfalık kitap oluyor Tek kelime bir tanışma; koca bir aşk oluyor Hiçbir şeye benzemeyen bir tohum; nasıl ekşi limonlar? İki bin beş yüz gram; nasıl yetmiş dört kilo bir adam? Nasıl başlanır bir şiire? Nasıl denir ilk merhaba? Nasıl büyür bir çocuk? Bana soruyorlar tümünü, bana…

Kitaplara son sayfasını okuyarak başlayan bana, Daima güneşin batışına yetişebilen, Yemeğin sonuna… Ağaçların meyvesine, Denizin siyahına yetişen bana… Anlamıyor musunuz hala? Nasıl oluyorsa oluyorBen paylaşmadıklarıma bölünürüm, Savaşmadıklarıma barışır; Yok olurum doğmadıklarıma… Neye nasıl başlarsanız başlayın siz, 23 yaşım hala yaşamaya yeteneksiz.

ŞIIR


SAYFA 8

SERGÂH DERGİ

DENEME

DİREKLERDEN DİLEKLERE… GÖKHAN ÖZSOY Hiçbir yapı direksiz olmaz. Sağlam olmasını istediğimiz şeylerin de sağlam direkleri olmalıdır. Biri yıkılsa diğeri, diğeri yıkılsa bir başkası düşmeye izin vermemelidir. İşte bu direkler ne kadar sağlam olursa dengen o kadar iyi olacak, yerle yeksan olman da o kadar zor olacaktır. Kâinatın dengesinden etkilenmiş olacaklar; eski Türkler ve bazı milletler kâinatı bir ev veya bir çadır gibi düşünmüşler, yer ve göğün bir direk tarafından tutulduğuna inanmışlardır. Herkesin gözü önünde olan denge o kadar mükemmel ki her şey birbirini tamamlıyor, birinin eksikliğini diğeri kapatıyor. Kâinatın bir değil birden fazla direği vardır. Tıpkı hayatlarımızda da olması gerektiği gibi. Ne diyor “Bozkırın Tezenesi”: Muhabbettir yerin göğün direği Aşkı olmayanın yanmaz yüreği Muhabbetinen yakın eden ırağı Hak muhabbettendir, muhabbet Hak’tan. Ona göre muhabbet hayatın direği. Bazılarımız da hayata aynen öyle tutunmuyor mu? Dostları, sevdikleri bir yana dünya bir yana, değil mi? Muhabbeti daha da şahsileştirirsek, ve hayatımızdaki direkleri sevilenlerle soyutlaştırırsak her sevdiğimiz bir direktir aslında. Küçükken annedir tek tutunur dalımız. O ağlatsa da anne diye ağlayıp yine ağlatan olmasına rağmen anneye gitmedik mi hepimiz? Ve yavaş yavaş çember genişledi. Yanlış insanlar da olmakla birlikte ağacımızın dalları, hayatımızın direkleri olan insanlar girdi çembere. Sevdan acıtsa dostuna, dostun acıtsa sevdana… Sahi herkes birilerine mi tutundu? Kimsesi olmayanlar yok mu? Yahut, bana O yeter diyenler? Evet, herkes birilerine tutundu; ama O’nsuz hep noksan… O’nu tanıyanlar ve tutunabilenlerin de kimseye ihtiyacı kalmadı. Hayatımızın en önemli direğini tam ortaya dikmezsek bu çember yarılır, bu ev yıkılır, bu ağaç kurur. Yunus’a kulak verelim: Hak ere benim dedi varlığın erde kodu Erenlerin himmeti yerden göğe direkdir.


SAYFA 9

SERGÂH DERGİ

DENEME

(Cenâb-ı Hak erene, “O benim, ben de oyum!” dedi ve onu, “Ruhumdan üfledim.” (Hicr/29) sırrına mazhar kılarak kullarına erenin vücudundan göründü. Erenlerin himmeti/manevi gücü, yerden göğe uzanan direk gibi/ âşıka en büyük destek/dir.) O’na yaklaşıp, O’nu sevmenin yolu davete icabettir. O en büyük sevgili, günde beş kere randevu vermedi mi bizlere? Hz. Peygamber bir hadisinde “Namaz dinin direğidir.” buyuruyor. Yani bu direk yıkılırsa bir ev misali dinin de yıkılacağını söylüyor. En önemli olan, olması gereken direği, dayanağı yıkarsak -tabii önce yapmak gerek, yapmak için de önemini anlamakelimizde kalanlar neye yarar? Hayatta neyi nereye koyacağını bilmezsen hayat seni istediği yere koyar. Sevdadan dosta dosttan sevdaya gideceğiz elbet. Lakin nereye gidersek gidelim aşkla gideceğiz. Bunu bir meleke haline getirip dünya esrikliğinden kurtulacağız ki, temel direğimiz diğer direklerimizi beslesin, delaletten kurtarsın. Hülasa kimi çemberimize alacağımızı, neyi benimseyeceğimizi, nasıl benimseyeceğimizi bize göstersin. Direklerimizle sağlam dilekler dilememizi sağlayacak olan baş aktör O’dur ve hep O olacaktır. O’nunla tutunacak dallarımızı seçersek, bindiğimiz dalları kimse kesemeyecek ve kimse evimizi yıkamayacaktır. Dileklerimizde, tutunduğumuz dal olan bireylerden hep iyi bahsetmeyi nasip eylesin Rabbim. Önce O’nu sevip daha sonra O’nunla tüm dünyayı kucaklayarak, kâinatın sevgiyle ayakta durduğunu kavrayarak yaşamak dileğiyle. Kul Himmetin de dediği gibi: Muhabbettir yerin göğün direği Muhabbet edenin yanar çırâğı Âşıka beytullah gönül durağı Hak nazar ettiği yerdir muhabbet. Vesselam…


SAYFA 10

SERGÂH DERGİ

RÖPORTAJ

Fatih DUMAN ile “İkra” Kitabı Üzerine Muhabbet GÖKHAN ÖZSOY

-Selamunaleyküm ağabey. Öncelikle bunun bir röportajdan ziyade gençliğe yol gösterici ve faydalı bir muhabbet olmasını diliyorum. “İkra” yeni çıkmasına rağmen 4.baskısını yaptı. Rabbim kaleminize kuvvet versin, kâriniz bol olsun. Başlangıcı genel bir soruyla yapalım inşallah: Yazar olmaya nasıl karar verdiniz ve nasıl bir yol izlediniz? +Ve Aleykümselam. Aslında bu karar verilerek yapılacak bir şey değildi. En azından benim için öyle olduğunu söyleyebilirim. Ben yazmanın bir lütuf olduğunu düşünüyorum. Yani Allah’ın insana verdiği bir kıymet. Bazıları bunu fark eder bazıları hiç bulamayabilirler. Ben sadece buldum onu. Ve yazdığım zaman konuştuğumdan çok daha fazla ve çok daha anlamlı şeyler anlayabildiğimi fark ettim. Ve bir yol izlemedim aslında. İçimden nasıl geliyorsa onu yaptım. Tabii ki bunun belli şartları vardı ve genelde zordu bunlar. Tek bir sırrı varsa söyleyin deseniz, söyleyeceğim tek şey vazgeçmemek olurdu. Zira yazmak rahmet olduğu kadar zahmettir de.

-Bu vakitte en güzel desteğin köstek olmamak olduğundan ve dava yolunda ihanetlerin olacağından söz ediyorsunuz. Bu bir nevi “Biz kendi kendimize yeteriz, işin ucundan tutmayacaksan ayak altında dolaşma!” demek mi oluyor? +Evet, tam da bu demek oluyor. Daha evvel “Abiler! İnsaf edin” diye bir yazı yazmıştım ve tam da bununla ilgiliydi. Birilerinden bir şeyler beklemenin beyhude bir iş olduğunu açıkçası biraz da canım yanarak da olsa öğrendim ben de. Özellikle yazmak ya da yazarak bir şeyler başarmak meselesi tam olarak kişinin kendisiyle alakalı. Duvarları kendi aşmalı ve yalnız yürümeli zira bütün yollar yalnız yürünmek içindir. Ama bunu savunmuyorum ben. Ecdat ehl-i hünerin kadrini bilmek de hünerdir diyor. En azından kıymet bilinsin istiyorum ben ve mümkün olduğunca yalnız yürümek zorunda bırakılanların yanında yürümeye çalışıyorum. Ve esasında ben de yalnız yürümek zorunda kalıyorum. Ve çok da takılmıyorum yalnız bırakılmış olmaya ya da ayağıma dolaşanlara. Mesele yolda olmaktır deyip yürüyorum.


SAYFA 11

SERGÂH DERGİ

RÖPORTAJ

-İstanbul’u sevdiğinizi yazılarınızdan biliyoruz. Bu kitabınızda yine ona dönmenin güzelliğinden bahsetmekle beraber bu durumu abartmış olduğunuza ve İstanbul’da kaybedilen çok şeyin olduğuna değiniyorsunuz. Ve şehirlerin ruhundan bahsediyorsunuz. İstanbul’un ruhu size neleri çağrıştırıyor ve sizce insanlar onun ruhuna layık olabiliyor mu? +Şehirlerin ruhları var evet. Bence her şehir insanlarını kendine benzetiyor. Ama zamanla o ruhu bozabiliyor hatta yok edebiliyor da o şehrin içinde yaşayanlar. Şehir denince aklıma gelen ilk yer İstanbul'dur benim. Onun için İstanbul'dan bu kadar fazla bahsediyorum. Ve İstanbul'un ruhunun çok yıpratılmış hatta yozlaştırılmış olmasına rağmen var olduğu kanaatindeyim. Ve İstanbul demek benim için Ayasofya demektir. İşte ne zaman Ayasofya yeniden ezan sesleriyle hürriyetine kavuşur bence tam da o zaman istanbul’a ruhu yeniden üflenir. En azından ben böyle inanıyorum. -Az önce bahsettiğiniz “Abiler! İnsaf Edin!” başlıklı yazınızda gençlere destek olunmamasına değiniyorsunuz. Bu yazı bizim de derdimizi ortaya koyuyor. Bunun için dergi adına teşekkür ederiz. Bu durumda olup da fırsat bulamayan gençlere tavsiyeleriniz neler? +Ben genç kardeşlerime en fazla hayal etmelerini ve hayallerinden vazgeçmemelerini tavsiye ediyorum.

Zira ben biliyorum ki biz hayal etmeyi bıraktığımız günden beri başkalarının hayallerini yaşamaya mecbur kalıyoruz. Bence gençlerin elinden alınan en büyük şey hayalleri. Yapamazsın, beceremezsin diyerek gençlerin ellerinden o kadar fazla şeyi aldılar ki. Hem de bunu gençlik diye bir davamız var diyenler yaptı. Ya da tam tersi olması için hiçbir şey yapmadılar. Sadece sloganlar atıp hamasi cümleler kurdular. Şimdi ise olan tam da şu ki gençler hayallerini ve hayal etmeyi hatırlıyorlar. Ve vazgeçmemeliler. Hem hayallerinden hem de dertlerinden. -Anlatmak diye bir derdimizin olmamasından yakınıyorsunuz. Hepimizin bildiği üzere günümüz toplumunda inanılmaz derecede boş uğraşlara meyil var. Derdi olan insanın dakikaları çok değerli olur, dert insanı yerinde durdurmaz, diye düşünüyorum. Dertsizliğin oluşturduğu bu boşluğa kapılmak istemeyenler nasıl bir yol izlemeli?


SAYFA 12

SERGÂH DERGİ

RÖPORTAJ

+Aslında yukarıda buna da cevap vermiş oldum. Hayali olmayan bir insanın olduğunu zannetmiyorum ben. Ve hayalini dert etmeyenin de samimi olmadığı kanaatindeyim. -Ve Ayasofya… O kutlu komutanın -atamız Fatih Sultan Mehmed’in- Ayasofya’ya girişini, orda namaz kılışını, secde edişini hayal etmek bile insanı heyecanlandırıyor. Tüyleri diken diken ediyor. Bir yandan da bu duygulardan hiç nasibini almamış, Ayasofya’yı anlamamış onca insan… Bunlar da az öncekinin tam zıddı istikamette tüyleri diken diken ediyor. Ayasofya’daki manayı anlamayıştaki sebep nedir? Bu noktada bize düşen görevler nelerdir? +Çünkü unutturuldu. Gönül dünyamızı talan ettiler. Öyle bir hastalık saldılar ki değil Ayasofya'yı kendi ismimizi bile unuttuk. Nereden geldiğimizi, nereli olduğumuzu, atamızı, dedemizi, davamızı derdimizi unuttuk. Aklımıza Ayasofya gelmedi bile. Gelemedi. Aradan çıkıp da halen dahi o hastalığın pençesine düşmeyenler de elbette oldu ve onlar hep bu davanın derdiyle yandılar. Ama bunu sonrakilere anlatmak o kadar da kolay değildi ve olmadı da zaten. Şimdiye kadar anlaşılmamış olması aslında çok tuhaf değil bu bağlamda. Hatta normal bile. Ama şimdiden sonra anlatmıyor olmamız hiç normal değil. Anlatmak zorundayız. Ecdadın alnını secdeye koyup da Allah'a yakardığı yere çamurlu ayakkabılarımızla girerek onların ruhaniyetine ihanet etmeye artık devam edemeyiz ve etmemeliyiz de.

-İlk ve en büyük hatanın kardeşlik denen sırrı unutmak olduğunu vurguluyorsunuz. Biz geçen sayımızda “kardeşlik” konusunu ele aldık. Ve kardeşlik vurgusu yapan sayfalara ilettik. Kardeşliğe değinmişken kardeş olmak isteyenlere de ulaşalım istedik. Ve gördük ki tek bir dönüş bile yok. Büyük hayal kırıklığına uğradık. Dönüş alamamak değildi bizi hayal kırıklığına uğratan, kardeşlik için uğraşan insanların kardeşliğe duyarsız kalmalarıydı. Kanserle uğraşan bir grup bu konuda bir çalışma görse önemsemez mi? Kardeşliğin kaybı da önemsenecek derece büyük bir manevi hastalık değil mi? Bu noktadan yola çıkarak hem içerde hem dışarda savaşmamız gerektiği sonucuna varabilir miyiz? +Yaşamak savaşmak değil mi zaten? Bence öyle. Yani bu savaş ya da bu mücadele yeni başlamış değil. Çok eski ve çok eskiden beri var. Bazıları bu


SAYFA 13

SERGÂH DERGİ

dünyada öldürmek için vardır ve bazıları da yaşatmak için. Şükür, biz yaşatmak için yaşayanlardanız. En azından ecdadımız ve kültürümüz bize böyle söylüyor. Hem bu dediğim şahsi bir mesele de değil. Devlet mantığı da budur. Ve bu mantık için bu dava için de her vakit mücadele gerekmiş ve birileri çıkıp da o mücadelede sancağı en önde elinde tutmuşlardır. Şimdi de olan ve olması gereken bu. Gayret olmazsa nimet olmaz zira. -“Biz büyüdükçe hayallerimiz büyümüyor.” Bu cümle beni çok etkiledi. Sistemin içinde erimek deyimi geldi aklıma. Bunun sebebi kökümüzü maziye bağlayamamamız olabilir mi? Atalarımızın yaşayışını, hayallerini bilmek bu durumu değiştiremez mi? +Muhakkak etkiler ama değiştiremez. Bence biz kendi farkımıza varmak zorundayız. Müslüman olmanın güçlü olmak anlamına da geldiğini yeniden fark etmeye mecburuz. Elbette ecdadı anlamak bunun için önemli. Ama yetmez ve yetmiyor. Daha fazlası lazım bize. Derdi kendinden büyük adamlar lazım. Öyleleri de var. Ama kıymetlerini de bilmek lazım. Ve bence en önemlisi yeniden hissedebilmek gerek. Bilmek, tek başına hiçbir şeydir. Hissedilmeyen şeyin var olduğundan bile emin değilim ben. Bir şeyi yeniden bulacaksak. Ecdadı yeniden tanıyacak, maziye yeniden bakacaksak bulacağımız ve kuracağımız tek şey bence gönül medeniyetidir.

RÖPORTAJ

-İmam hatipler de yaralarımızdan biri. Bu konuya ruh kaybı denilebilir mi? Biz ruhu yitirdik mi? +Ruh kaybolmaz. Belki fark etmeyiz ama kaybetmeyİz de. Yani şunu iyi biliyorum. Bizim içimizde bir yerlerde halen dahi o ruh var. Bedir’de var olan ruh bu, Malazgirt’de var olan ruh, Viyana'da, Çanakkale'de var olan ruh. Aynısı. Ve on beş temmuzda da aynı ruh vardı. Biz kayboldu zannetmiştik. Artık olmaz, bu gençlerin içinden çıkmaz diyenler olmuştu. Ama öyle olmadı. Yani içimizde var o ruh, o dert, o dava… sadece yeniden uyandırmak zorundayız. -İkra’daki yazılarınızın genelinde güncel meseleler üzerinden “Susma, kendini bil, beklendiğini bil, gayret et, vatanına hizmet et!” mesajları veriyorsunuz. Zamanımız toplumunda geçmişe rağbetin arttığını ve bu doğrultuda muhafazakâr kesimin de eskisine nazaran daha bilinçli olduğunu söyleyebilir miyiz? Söyleyebilirsek bu gidiş iyi mi yoksa hızı artırmak mı lazım? +Hızı değil de kaliteyi arttırmak gerekir. Evet eskiye, maziye, tarihe bir ilgi var. Hatta çokça ilgi var ama bunun faydalı mı olduğunu ya da ne kadar faydalı olduğunu bence belki on yıl sonra anlayacağız. Kuru bir gürültü mü yoksa gerçekten anlamlı bir söz mü olduğunu göreceğiz. Eğer yeniden bir Fuzuli, bir Sinan, bir Itri yetiştiremeyeceksek bu kadar çok gürültü yapmanın da bir manası yok açıkçası.


SAYFA 14

SERGÂH DERGİ

Bu muhabbet için Sergâh Dergi adına teşekkürlerimi sunarım efendim. Allah razı olsun. Başka kitaplarla ve muhabbetlerle buluşmak ümidiyle… Muhabbetimizi kitabınızda geçen ve alakamı çeken şu şükür satırlarıyla sonlandıralım inşallah: Bunca ahvalin içinde sinemize imanı koyan, bir vatan, bir toprak ve bir bayrak altında onuruyla, şerefiyle ve namusuyla yaşamayı, diklenmeden dik durmayı, Hakk’ın yanında olmayı, zalimin karşısına çıkıp hesap sormayı ve mazlumun elinden tutmayı, gözümüzde halen dahi var olan merhamet yaşı ile mazlum bir çocuğa ağlamayı, yeniden ensar olmayı, hainlere karşı bir, beraber ve kardeş olmayı, vatan diye bir sevdayı gönülde taşımayı, şerefiyle yalnız ve kimsesiz bırakılıp bazen ama kimsesiz bırakılmışlara da kimse olmayı nasip eden Allah’a şükürler olsun.

RÖPORTAJ


SAYFA 15

SERGÂH DERGİ

DENEME

FASL-I MUHABBET HATİCE KÜBRA İPEK “Fasıl”ın kelime manası; bölmek ve ayırmak demektir. Arapça kökenli bu kelime, milyonlarca kez makalelerde kullanılmıştır. Kimi fasl-ı bahar, kimi fasl- ı gül, kimi faslı hazan, kimi fasl-ı aşk demiştir. Velhasıl muhabbettir aslında fasıldan dem vurduran… Muhabbet, sevmekten doğmuştur. Yarenlik demektir. “Muhabbet, rızaya (Allah’tan gelen her şeyi beğenmeye), rıza da muhabbete dâhildir. Rızasız muhabbet, muhabbetsiz rıza olmaz. Çünkü insan, ancak sevdiğine razı olur ve razı olduğunu sever.”(Amr bin Osman Mekki rha) Muhabbet rıza ile öyle güzel bir sevda içerisindedir ki; bir elin beş parmağı, bir gövdenin başı, bir ağacın kökleri gibidirler. Birini diğerinden ayırmak sonsuz bir acı salar cihana sanki. Muhabbet faslı başlayınca mucizeler, kerametler, hatıralar, hikâyeler, kıssalar da başlar. Anlatacak milyonlarca fasıl çıkar böylece. Fakat faslın özü muhabbetle yoğurulunca ortaya Hz. Ebu Bekir (r.a.) gibi sıddıklar çıkar. Asırlar sonrasında dahi dostluktan, sevdadan, hasretten ya da teslimiyetten bahsedildiğinde tüm muhabbetler onun hatıralarıyla bağlanır birbirine… Bu hatıra için gelin birlikte o zamana bir seyahat gerçekleştirelim… Şimdi zaman, Recep ayının 27. gecesi. Semadan yeryüzüne tatlı bir sevda esintisi var. Gündüz sahraları özenle tane tane kavuran güneş, yerini tatlı meltemlere bırakmış… Gökyüzü, yıldızlarla o kadar dolu ki bir festival alanının ışıklandırmasını andırıyor sanki. Ayın parlaklığı yansırken arza, bu gece bir başka gece olacak diye belli ediyor kendini. Her bir canlı sonsuz sevgiliye yaklaşabilmek için uğraşıyor adeta. Öyle ki izin verse Rabb, ay ve yıldızlar bir çırpıda inecekler yeryüzüne… Kâbe’nin kara gözleri fısıldarken duaları, amcasının kızı Ümmü Hani binti Ebu Talib’in evinde meleklerin kanatlarının üzerinde uyumakta olan biri var. Dua melekleri kıpır kıpır, hafazalar her daim hazır. Uyku melekleri seyran ederken güzeller güzelini cennet bineklerinden Burak gönderiliyor. Ve işte mukaddes yolculuk başladı. Hz. Musa’nın makamı bu gece bir başka ihtişamlı gözüküyor. Tüm peygamberler duada… Hz. Musa’nın makamını ziyaretten sonra peygamberlerle hasret gideriyor son


SAYFA 16

SERGÂH DERGİ

DENEME

peygamber. Beraber miracı kutluyorlar. Sonra Rabblerini anmak için 2 rekât namaz kılıyorlar. Hasretlerin sultanı hutbe okuyor nurani minberde. Asırlardır onu bekleyen nebiler ve resuller dinliyorlar hep birlikte. Hutbeden sonra yolculuk devam ediyor kat kat artarak. Kubbetu’s-Sahra’daki muallâk taşı basamak, semanın katları basamak, miraca yükseliş başlıyor adım adım artarak… Âlemlerin Resulü her bir kata Allah’ın selamıyla uğruyor. Ta ki Sidretü’l-Münteha’ya kadar Cebrail (a.s.) yarenlik ediyor. Yol bitiyor. Cebrail (a.s.) yol sonunda veda ediyor yarenine. Bir adım daha atsa yanacak, biliyor. Ve kalan yollar Cemalullah’a doğru ilerliyor ve sevgilinin sevgiliyle buluşması başlıyor. Gökyüzündekiler ve arzdakiler buluşmayı düşünmenin dahi sarhoşluğunu yaşıyor. Türlü hediyelerle geri dönüyor, canı cananı nur. Ve gün doğmuş. Kureyş’in kasveti Mekke sokaklarına gölgeler düşürmüş. Bir davudi ses yayılıyor sabaha… Miracı anlatıyor tüm ince detaylarıyla... Kiminin hayretten dili tutuluyor. Kiminin sergüzeştliği yüzüne vuruyor. Kimi asırlar sonrasının verdiği vakarla lal olmuş onu dinliyor. Kureyş sapkınları yalanlıyor sahabenin cananını: “Hiç öyle şey olur mu? Bir gecede mümkün mü? Sen aklını yitirmişsin! Şayet söylediklerinde doğru isen anlat bakalım Mescid-i Aksa’yı!” diyorlar. Efendimiz (s.a.v)’in gözünün önüne getiriliyor Mescid-i Aksa ve tüm detaylarıyla suallerin her birine noksansız cevap veriyor. O anlatıyor Kureyş azıyor. Kureyş soruyor o yılmadan cevaplıyor. Ne o anlatmaktan usanıyor, ne de Kureyş inkârlarına doyuyor. Ve en sonunda deliriyorlar öfkelerinden ve haykırıyorlar bilinçsizce: “Muhammed’e büyü yapılmış.” Evet, ruhunun özünde aşkının büyüsü var. Öyle ki girdiği her gönle tılsım etkisi yapan bir sevdanın büyüsü… Kureyş topuklarını vura vura Hz. Ebu Bekir (r.a.)’in yanında alıyor soluğunu. Olanları bir bir anlatıyorlar: “Bak Muhammedine; delirmiş de neler uyduruyor!” diyorlar. Hz. Ebu Bekir (r.a.) gözünde iki damla yaş, yüzünde Muhammedî vakarla: “Bu söylediklerinizi bizzat kendisinden mi işittiniz?” diye soruyor. “Evet” diyorlar. Ve o tebessüm ederek: “O söylüyorsa doğrudur. Bizimkisi ise, zandan başka bir şey değildir.” Diyor ve Muhammedî nurla dolu yüreğe ‘sıdk’ ismi ekleniyor… Kabiliyetten yarar yok ama kabûliyetin de onunkisine benzemeyeninden fayda yok. İslam fıtratının ayaklı nüksü, dili dilber, gönlü rehber Hz. Ebu Bekir (r.a.) ile her zaman yola çıkılmalı; ki fasl-ı muhabbetle çıkılan yolda 2 kişinin 3.sünün Allah-u Teâlâ olduğu unutulmamalı.


SAYFA 17

SERGÂH DERGİ

HÜZÜNLÜ ANLARIN KUŞLARI MÜNTEHA BARAN Kırık bir merdivenle dayandım Yeryüzünün soğuk heybetine. Bu kuşluk vaktinin hengâmesinde… Dilimde eski zamanların tanışıklığı. Gerçek, Azalmaz bir kederle. Sırtımı yasladığım duvardan buruk bir inilti. 'Çoğalın ey hüzünlü anların kuşları' Biriktirdiklerim kayıp, akıyor yeryüzünün utangaç şakağına Durmadan sayıkladıklarım büyüyor önümde. Hüzünlü anların kuşları duruyor içimizde. Yılgınlığımızın durulmaz gücü ve kaybedilmişliğiyle…

ŞIIR


SAYFA 18

SERGÂH DERGİ

DENEME

KİTAP VE AŞK AHMED EL UFÛKÎ Bismillahilhakimilkerim ve sallallahu ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve barik ve sellem! Es-selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berakatühü, rahşanlar! Bu yazımızda kitap ve aşk arasındaki alakayı ele almaya çalıştık. Sürç-i lisan eylediysek affola! Kitap yoksa her yer ışıktan bîhaber. Kitap yoksa ne canlı sultan olur ne sultan âşık. Aşkın ilmi aramakla bulunmaz belki ama aramadan da ulaşılmaz. Ne der Bayezid-i Bistami Hazretleri? Der ki:"Aramakla bulunmaz ama bulanlar arayanlardır." Ne de güzel söylemiş değil mi? Aşkın ilmi Hak katındandır. Ona ulaşmak için sabır ve rahmet şarttır. Hangi kitapta ararsan onu bulursun bilinmez ama bütün kitapların anası ümmü'l-kitabdan olan Kur'an'da ve sünnette ararsan bulacağından eminim. Şu acizden size bir tavsiye olsa gerek. Aşkı ararsanız eğer Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in hayatına baksanız ve tatbik etseniz yeter. Ee, ne buyruluyor? O, üsve-i hasenedir. Bırakın şu modayı, kotayı yahut notayı da Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e tabi olun ve O'na itaat edin. Çünkü asıl kurtuluş O'na tâbi olmakla, O'na itaat etmekle ve O'nun hayatını hayatımıza tatbik etmekle mümkün olabilir. Ne buyruluyor? Buyruluyor ki:"Her kim Rasul'e itaat eder, Allah'a itaat etmiştir." Bu da demek oluyor ki asıl kurtuluş Rasulullah'a ittiba' etmekten geçiyor. Şimdi günümüzde bazı çevreler Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i Allahu Teala'dan ayırma çabası içerisinde bulunuyor. Nedir? Kur'an müslümanlığıymış. Ne sünnet Kur'an'dan kopabilir ne Kur'an sünnet-i Rasulullah'dan ayrıdır. Bu iki kaynak da İslam'ın özünü oluşturur ve oluşturmaya devam edecektir, ne kadar taarruz olursa olsun. Bir gün Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in zevce-i mübareklerinden birine "O'nun ahlakı nasıldı?" diye bir sual yöneltiyorlar. Zevce-i mübarekleri ise "O'nun ahlakı Kur'an'dı." diyor. İşte hakikat budur, rahşanlar! Bu sırat-ı müstakim yoluna daha ne taarruzlar olacak kıyamete değin. Lâkin hiçbiri başarıya ulaşamayacaktır. Kur'an ve sünnet Allahu Teala'nın muhafazası altındadır. Bu kafirler, münafıklar başaramayacaklarını bildikleri halde bu yola devam ediyorlar ki en azından akidesi bozuk bir toplum oluşturmaktır amaçları. Başarabilecekleri tek şey de akidesi bozuk bir toplum oluşturmaktır zaten. Ve'l-hasıl konumuza dönecek olur isek aşk Hak’tan gelir. Evvelde vuslat bulursun sonra fena olursun ahirde beka bulursun. Ne olursan ol yahut ne bulursan bul bil ki ayağın kaygan bir zemindedir. Bu zemin ne kadar düz, kısa ve yek olsa da bir engeli daha vardır ki o da vesvese-i şeyatindir. Kışta karlı ve buzlu bir yolda nasıl temkinli adımlarla yürürsen o kadar az zarar görürsün ve dikkatli olmak gerekir ki yanlış bir seçimde bu karlı ve buzlu yolda kurtlar seni parçalayabilir. Hem çok dikkatli hem çok sabırlı hem çok temkinli olmak mü'minin takvasındandır. Şu soğuk günde, kaygan zeminde ve tehlikeli yolda vuslat bulanlara, fena olanlara ve beka bulanlara selam olsun. Fi emanillahi teala!


SAYFA 19

SERGÂH DERGİ

DENEME

ÇOCUKLARLA MUHABBETİN 8 TEMEL KURALI KÜBRA ÇETİN

Muhabbet ‘‘hub’’ kökünden türemiş dostluk, sevgi anlamlarına gelen Arapça bir sözcük. Muhabbet etmek de bu bağlamda bir arada oturup dostça söyleşmek anlamına geliyor. Muhabbet etmek sadece yetişkin insanlara özgü bir şey değildir aslında. Uzmanlar, bebeklerin anne karnında da sesleri duyabildiğini ve bizimle iletişim halinde olduğunu söylüyor. 17 haftalık olan fetüs, titreşimlerle ana rahmine iletilen sesin yine rahimde bulunan sıvıda yaptıkları titreşimleri hissediyor ve duyuyor. Yani iletişim, dış dünyayla muhabbet, henüz anne karnındayken başlayan muhteşem bir yetidir. Peki, anne babalar geleceğimiz, yarınlarımız için çok önemli olan çocuklarla nasıl muhabbet etmeliler? Bir çocukla iletişimde bulunmanın temel özellikleri nelerdir? 1) Henüz doğmamış bir bebekle bile sizi anlayacakmış gibi konuşabilirsiniz. Anne karnında iken yapılan her şey bebeğin yaşamını, kişiliğini etkiler. 2) Doğduktan sonra bebeğiniz ilk üç ay içerisinde sizi görmeye başlar. Bebeğinizle göz teması kurun ve ona gülümseyin. 3) Çocuğunuz konuşuyorken onu dinleyin. Ona önem verdiğinizden ve anlattıklarını dinleyeceğinizden emin olmalı. 4) Konuşmaya başlarken tepeden bakmayın, göz teması kurun. Bu kendisini önemli hissetmesi ve eşit koşullarda iletişim için gereklidir.


SAYFA 20

SERGÂH DERGİ

DENEME

5) Sizinle konuşuyorken ona geri bildirim verin. Dinlediğinizi, anladığınızı hissettirecek ‘‘Anlıyorum, hı hı, evet’’ veya baş sallama şeklinde onay ifadesinde bulunun. 6) Öfkeli, sinirli, huysuz bir halde iken ona bu duygusunu’’ Şu anda öfkelisin.’’ şeklinde yansıtarak tanımlamasını kolaylaştırın. Çünkü yapılan araştırmalara göre duygulara isim vererek tanımlamanın rahatlatıcı bir etkisi vardır. Duygularını tanımlayabilen bir çocuk bunu ifade edebileceğinden olumsuz etkilerden daha kolay kurtulur. 7) Çocuğunuz ısrarla bir davranışta bulunuyor ve siz bu durumun ona faydalı olmadığını düşünüyorsanız bunu, çocuğunuza yaptığı davranışın olası sonuçlarını açıklayarak söyleyin. ‘‘Dur yapma, böyle olmaz. Benim dediğim olacak, çünkü ben senin annenim, babanım.’’ şeklinde bir ifadeyle çocuğunuzu engellemeniz, onda öfke patlamalarına sebep olacaktır. 8) Son olarak muhabbette olmazsa olmazımız ‘‘sevgi’’ ve ‘‘sabır’’. Sevildiğini bilen, kendisine ilgi gösterilen ve anlayışla karşılanarak büyüyen çocuk kendini daha iyi ifade eder. Zaten muhabbetin özü de biraz sevmek biraz da sabretmek değil midir?


SAYFA 21

SERGÂH DERGİ

RÖPORTAJ

RECEP KARA İLE MUHABBETE DAİR FATMA NUR AKGÜL

Seyr FM & Aby Medya'da Genel Yayın Yönetmeni olan Recep KARA, Giresun doğumlu ve İstanbul’da yaşıyor. Aynı zamanda yeni çıkan “Biri Bizi Özetliyor & Alayınızı Selamlıyorum “ kitabının yazarı. -Selamın Aleyküm Recep Abi, evvela bize değerli vaktinizi ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Sizi Seyr FM’deki programlarınız ile tanıdık ve hala takip etmeye çalışıyoruz. Bu ay dergimizde ‘Muhabbet’ konusunu işliyoruz. Sizinle de programlarınızın özü olduğunu düşündüğüm muhabbetten konuşmak istedim. İsterseniz öncelikle radyoculuk hayatınıza başlama sürecini kısaca öğrenerek muhabbetimize başlayalım. +Âleyküm selâm değerli kardeşim, asıl ben kıymet verip yer ayırdığınız için teşekkür ederim. Öncelikle belirteyim ki Yedi Renk radyo programının sizin zihin ve maneviyat dünyanızda muhabbet olarak algılanmış olması beni cidden sevindirdi. Benim gelecek planlarım arasında hiç radyo ve televizyon programcılığı yoktu. Edebiyat öğretmeni olmayı çok istiyordum; ancak gördüğüm bir rüya ile bir anda bu alanda eğitim almaya ve bu mesleği yapmaya karar verdim. Sonrasında ise tabir-i caiz ise gizli bir el adeta önümü açtı onlarca tevafuk ile bu işi yapmaya başladık ve devam ediyoruz elhamdülillah…


SAYFA 22

SERGÂH DERGİ

RÖPORTAJ

-Muhabbetin sizin hayatınızda mesleğiniz dışındaki yerini nasıl özetlersiniz? +“Muhabbet insan ruhunun atomudur.” düşüncesindeyim. Bunu ortadan kaldırmak insanda ve toplumda ciddi bir yıkıma sebep olur. Bu nedenle muhabbetin sırrına ermiş büyüklerden o sırrı keşfetme/alma derdindeyim. -Mesleğiniz gereği birçok insanla ve dolayısıyla değişik fıtratlarla iletişim halindesiniz. Herkese aynı muhabbeti gösterebilmek zor fakat çok da güzel olsa gerek. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? +Dediğiniz gibi cidden zor, zira insanlar anlaşılmak istiyor ama anlamak istemiyor. Durum bu olunca da aradaki saygı ve sevgi bağını kaybetmeden muhabbeti sağlamak zor oluyor. Hatta başarabilmek bir sanata dönüşüyor. Umarım o muhabbeti gösterebiliyorumdur. -Bu zamanda insanların birbiriyle hakiki muhabbet edememesinin sebebi “herkesin öncelikle kendi nefsine olan muhabbetidir” diyebilir miyiz? +Dünyadaki bütün anarşinin, kargaşanın hâsılı tüm problemlerin sebebi nefsimizi ıslah edememiş oluşumuz. -İman hakikatleri dersini aldığım eserlerde şöyle geçer ‘’İnsan, mahiyet-i câmiiyeti itibarıyla, mevcudatın hemen ekserîsiyle alâkadardır. Hem insanın mahiyet-i câmiasında hadsiz bir istidad-ı muhabbet derc edilmiştir’’ Burayı nasıl anlayabiliriz sizce Recep Abi? +Şöyle anlıyorum ben: Allah insanı sonsuz rahmetini ve zenginliğini keşfetmesi için yarattı. İnsanın içine de sonsuzu bulma ona ulaşma iştiyakı vermiş. Mahlûkatı da sonsuzluğu bulmada araç olarak kullansın diye insanın hizmetine sunmuştur. Nasıl araç olacak derseniz? İnsan uçan kuştan mikroskopla incelediği böceğe kadar kâinat eczanesinde her ne varsa ona bakıp incelerse hiç şüphesiz yüce yaratıcının sanatına ve büyüklüğüne şahit olacaktır. Bu bakışın, büyük âlim ve evliya Yahyalılı Hacı Hasan Efendi (ks) zikir olduğuna işaret eder. İslam topraklarından sayısız bilim adamının çıkması mikrobun dahi bulunması bu zikrin sonucudur.


SAYFA 23

SERGÂH DERGİ

RÖPORTAJ

-Biraz da kitabınızdan bahsedelim isterseniz. Türkiye’de böyle bir tarz ile ilk defa karşılaşıyoruz. Kitabı hemen edindik ve çok beğendik. Her kesime hitap eder bir üslubu var. Emeğinize sağlık. Allah hayırlı ve mübarek eylesin. Devamı da nasip olur inşallah. Siz neler söylemek istersiniz? +Âmin. Teşekkür ederim. Türkiye ümmetin kalesidir. Bu kalenin en ciddi silahı ise medya… Halkımız bu gücün ne kadar farkında? Nasıl okuyorlar medyayı? Panzehir sandıkları birçok radyo, Tv ve dergi ciddi zehir. İyi ve kötünün iç içe girdiği bu çağda nasıl ayırt edeceğiz biz bu iki zıt kutbu birbirinden? İşte bunların üzerinde durmaya çalıştım. Ayrıca kitap ortadan başlıyor ve ortada son buluyor bunu da okuyan ve okuyacak olan kardeşlere hatırlatırım -Son olarak okurlarınıza, izleyicilerinize ve dinleyicilerinize söylemek istedikleriniz nelerdir? +O sır ki keşfedildiğinde dünyayı da ahireti de cennet yapar. Arayın bulun… Muhabbetimiz daim olsun. Yer ayırdığınız için teşekkür ederim. Bu kısa muhabbeti için Recep Abimize tekrar teşekkür ediyoruz. Kitabını ve programlarını tavsiye ediyor başarılarının devamını diliyoruz. Vesselam…


SERGÂH DERGİ

SAYFA 24

ELEŞTIRI

AŞKHANE Kitap adı: Aşkhane Yazarı: Cemal Ulu Yayınevi: Ahir Zaman Yayınları Baskı tarihi: 2016 Sayfa sayısı: 126

BÜŞRA AY

Aylardır okumak istediğim kitap olan Aşkhane’yi nihayet bitirdim. Denemeden çok roman okumayı sevmeme rağmen bir deneme kitabı olan Aşkhane elimde uzun süre kalmadı. Kitabı beğendiğimi ifade etmeliyim. Yazarın kalemi kuvvetli, aynı tarzda başka kitaplar yazabileceği ve bunda başarılı olabileceği düşüncesindeyim. Kitapta okumaktan mutluluk duyacağınız bölümler çok fazla. Aşk, hem soyut hem de somut biçimde anlatılmış. Kitabın muhabbet ve dertleşme amacıyla yazılmış olduğunu okurken samimiyetle hissediyorsunuz. Sade, duru ve akıcı bir anlatımla aşka, muhabbete, selama, dostluğa dair cümleler satırlara işlenmiş. Aşkhane, okuduğum deneme kitapları arasında başarılı bulduklarım arasında yer alacak. Yalnız, kitapta ayırt edemediğim şey manevi aşkın mı yoksa beşeri aşkın mı anlatıldığı oldu. Zira bazı kısımlar manevi bir aşkı sembolize ederken bazı kısımlarda beşeri aşka dair sözler okudum. Ancak bu durum bende kafa karışıklığına sebep olması dışında ayrıca bir rahatsızlık üretmedi. Zira yazarın anlatım tarzını beğendim. Ne anlatsa okunacak özellikte. Aslında kitabını okumadan önce yazardan beklentim daha fazlaydı. Anlatımı ve üslubu güzel olmasına rağmen kitapta eksik bulduğum ancak tanımlayamadığım bir şey vardı. Belki de sayfa sayısının az olması beni bu açıdan rahatsız etmiş olabilir. Yazarın kitabı tam olarak doldurmasını bekledim. Adını tanımlayamadığım bu eksikliği yazarın kalemi sayesinde bir diğer kitabında tamamlanmış göreceğim düşüncesindeyim. Yazar da kitabı da kendini geliştirebilir nitelikte. Bir sonraki kitabın daha güzel olacağını tahmin ediyorum.


SERGÂH DERGİ

SAYFA 25

DENEME

İLAHÎ MUHABBETTEN İNSANî MUHABBETE ARİF OLGUN YEŞİLYURT

-İman başlı başına muhabbettir. ‘’ Varlık rahmettir, yokluk ise zahmettir. ’’ derler büyükler. Rahmet ile hakikat arasında bağ kurarlar ve hakikat ile muhabbeti rahmetin kaynağı olarak görürler. Âlemin var olmasını yaradanın yaratılanlara tesiri sayarlar. Yaratılanın muhabbetle yaradana ulaşabileceğini ifade ederler. Seven/muhib ile sevilen/mahbub arasındaki her şey muhabbet kabzasının ve kudretinin altında döner. Erenler, Cenabı Hak ile kulları arasındaki muhabbet bağlamında Hz. Peygamberi örnek verirler. Onlara göre, Hz. Peygambere tahsis edilmiş kemallerden en yücesi, her çeşit perdeyi yırtan, kâmil dostluk mertebesidir. Allah’ın varlık tecellisi muhabbetin kaynağıdır. İnsanın kâinattaki mertebesi ise, hakikate ulaşma yolunda hareket noktasıdır. İnsanın hakikati bulmak için gösterdiği erdem muhabbettir. Âlemin var olmasında muhabbetin oynadığı rol ile insan-ı kâmil olma yolunda gösterdiği çaba tek kelimeyle izah edilebilir ki o da ‘’muhabbettir’’. Erenler, ‘’ Allah’ın muhabbetine nail olan topluluk’’ ifadesini, insanların nefis ve kalplerini mütevazı hale getirerek, kendilerini gaybların gaybına erişmekten alıkoyan her türlü alakadan kurtaran ihlaslı kullar olarak tarif ederler. Başka bir deyişle, ‘’Sevgiyi ancak onun için sıkıntı çekenler/ Aşkı da zihnen onunla meşgul olan bilir.’’ Muhabbet, muhibbin tüm benliğini kaplıyorsa onun adı ‘’ Aşk’tır’’. Sufiler, aşkı derinden sevmek olarak görürüler ve aşkı muhabbet anlamında kullanmakta beis görmezler. Aşk, hali ve vicdanidir, fikri bir meseleden ötedir. Bir şeye muhatap olmak ‘aklın’’ bir şeye ‘’ muhabbet ‘’ etmek kalbin eylemidir. Akılda ilim, kalpte feyz vardır. Nasıl ki kalp aklı, akıl da kalbi beslese, muhatap olmaktan muhabbet etmeyi, keza muhabbet etmekte de muhatap olmayı besler. Erenlerin dediği gibi ‘’ Akıl, aşkın şehrinde çamura batmış merkep gibi aciz kaldı.’’


SAYFA 27

SERGÂH DERGİ

DENEME

Hilkatin sırrını arayanlar sonsuzluk içinde yalnız kalmayı göze alabilenlerdir. Bu sırra ulaşmak bir anda ortaya çıkan bir hadise değildir. İnsan da su gibi önce ısınır sonra kaynamaya başlar, kaynadıkça aşkın şiddetiyle irfaniyete ulaşır. Aslında bu hayal âlemidir. Bu hayal âleminden kurtulursa aslına kavuşur. “ Bana bir karış yaklaşan kimseye ben bir arşın yaklaşırım, bana bir arşın yaklaşan kimseye, ben bir kulaç yaklaşırım, bana yürüyerek gelene ben koşarak gelirim.” diyor Cenab-ı Allah. Yaradan kendisini seveni bin kat daha fazla seviyor. Bu sevgiye mazhar olanları hangi hazineler bekliyor, insanoğlu tahayyül bile edemez. Âlemde yaratılmış tüm varlıklar rabıta halindedir. Her şeyi birbirine bağlayan ve rapteden muhabbet-i aşk ’tır. Muhabbet her şeyin özüdür, gerisi o özün kabuğudur. Çünkü tasavvuf anlayışında muhabbet kavramı sıcaklığı ifade eder. Sıcaklık ise gönülleri birbirine yaklaştırır. Muhabbetin insan gönlüne verdiği sıcaklık ne kadar fazla olursa, Allah’a da o kadar fazla yaklaşılır. Aşk ve muhabbet, insan üstüne bina edilmiştir. Muhabbet-i aşk bizi güzel olana götürür. Erenler der ki: ‘’Her güzelin güzelliği o’nun cemalindendir.’’ Çevresine ve herkese muhabbet nazarıyla bakanlar karşılığında sevgi görürler ve makamı maşuk mertebesine ulaşırlar. Eğer insanoğlu herkese karşı muhabbet gösterirse bu taklit bile olsa, bu davranış çevresince hoş karşılanır. Mecaz hakikate giden köprü misali aslını bulacaktır. Günahlar kalbi katılaştırarak idrak ve anlayışı yok eder. İsyan derecesinde ibadet ve itaatten uzaklaştırır. Hakkın vehim ve hayaliyle yaşanmayan bir hayat bizi isyan ve günaha sürükler. Cenab-ı Hakk’a her şeyden daha çok muhabbet duyduğumuz zaman gerçek imanın lezzetini alırız ve ruh hayatımıza katacağı lezzet her türlü izahın ötesindedir. “O akıl sahipleri öyle kimselerdir ki ayakta, otururken ve yanları üzere oldukları halde Allah u Teâlâ’yı zikrederler ve göklerle yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler.” “Deki göklerde ve yerde neler olduğuna bakın.” Görüldüğü üzere bu âyeti kerimelerde göklerde ve yerlerde bulunanlara bakılıp üzerlerinde tefekkür edilmesi istenmiştir. Bu bakıştan maksat, varlıkların Allah’ın varlığına ve birliğine ve kudretine delalet yönlerini düşünmek üzere bakmaktır. Tefekkür erbabı muhabbet-i aşkı kendilerine şiar edinenlerdir. Muhabbet-i aşk’ın temelindeki tahalluk ve tahakkuk, insan-ı kamil olma yolundaki tefekkür erbabının rabıtasıdır. Dolayısıyla kalbe asıl sevmesi gerekeni sevdirmek, doğru adresi bulmak inanan bir insan için önemli bir vazife olacaktır. Muhabbetle kalın,


SAYFA 27

SERGÂH DERGİ

DENEME

“Kaçır beni ahenk, al beni birlik; Artık barınamam gölge varlıkta. Ver cüceye, onun olsun şairlik, Şimdi gözüm, büyük sanatkârlıkta.” sanatkâr; “Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök! Heybem hayat dolu, deste ve yumak. Sen, bütün dalların birleştiği kök; Biricik meselem, Sonsuza varmak...” “sonsuzu” arayan mütecessis; “Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte! Ölsek de sevinin, eve dönsek de! Sanma bu tekerlek kalır tümsekte! Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir! Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!” diyen aksiyon adamı; “Rahminde cemiyetin, ben doğum sancısıyım! Mukaddes emanetin dönmez dâvâcısıyım” diyen ve beyni zonk zonk sızlayan bir muzdarip; “Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes Ey kahpe rüzgar, artık ne yandan esersen es!” diyerek üstü kapatılan, kapatılmaya çalışılan mukaddes emaneti tekrar dimağlara sunan bir saki…. Evet, o, hatip, nasir, şair, mütefekkir, aksiyoner, halaskâr… Bütün bu mefhumlar tek bir paydada birleşince ortaya tek bir kelime çıkıyor: Üstat. • Ferde düşen, Anadolu’nun her yerine karış karış bu emanetin ne kadar büyük bir emanet olduğunu bildiren muzdaribe, emanette emin olduğunu göstermek ve emaneti emin bir şekilde muhafaza ve tatbik etmektir.


SAYFA 28

SERGÂH DERGİ

DENEME

GÖNÜL İKLİMİNİ KURAKLIK VURDU MUHABBET BAĞININ GÜLLERİ SOLDU NURİYE EYCAN İnsan olmak, gönülde bir bahçe oluşturmaktır. Her insanın sol tarafında taşıdığı, sonsuz zenginliklerle dolu küçücük görünen ama uçsuz bucaksız topraklar misali çeşitli nimetlere sahip olduğu bir bahçesi vardır. Kimi orada güller sümbüller yetiştirir, kimi zehirli sarmaşıklarla doldurur, ayrık otları bitirir. Görünürde vücudumuza kan pompalayıp can taşıyan et parçası gibi görünen, sadece diğer organlarımıza can suyu taşıdığını düşündüğümüz, kalp veya yürek diye adlandırdığımız, hayat kaynağımız olan bir organımız olarak görürüz, avuç içi kadar olan kalbimiz… Aslında nice savaşlar, barışlar, aşklar ve sevdalar her biri bu küçücük et parçasının hissettikleri ile başlar. İnsanoğlu, tam da sol tarafında bulunan, en değerli hazinesi olan, tüm vücuduna can veren, nefes katan yerde hisseder birçok duyguyu, insan olabilme sıfatını kazanır o hislerle. Şefkat, merhamet sevgi, muhabbet gibi sözcükleri anlamsızca kullanan, sadece şiirlere, şarkılara, romanlara ve kitaplara sığdırmaya çalışan insanların çoğaldığı günümüzde, her nedense bu insana has güzellikler, yaşamımıza anlam katan, madde âleminden mana âlemine götüren merhamet, sevgi, aşk gibi kelimeler, günlük yaşantımızda siretimizde görünmez oldu. Günümüz insanının diline doladığı bu kelimeler keşke hayatımızın tam içinde, merkezinde olsaydı. Gözler madde gözü ile bakmadan, mana gözü ile görseydi çevresindekileri. Sevgi, şefkat ve acıma hissine sahip bir kalbe sahip olabilmek için tefekkürle bakabilseydi. Çünkü tefekkür öyle bir nimettir ki kalplerin yumuşamasına, şükretmeye, elindeki ile yetinmeyi öğrenmeye, insanı insan yapan birçok ahlaki değeri kazanmaya vesile olur. Bu değerlerin kazanılmasında, kalplerin katı veya yumuşak olmasında, kişilerin Allah inancı ve hak üzerine yaşama düsturu da en önemli etkendir. Çünkü inanan kişi onun gösterdiği yoldan gitmeyi, onun rızasını kazanmayı her şeyden önce tutar. Bu inançla ve yaratıcıya duyulan muhabbetle birlikte, İnsanı insan yapan hasletler çıkar ortaya. Allah’a inanmak; O’nun her şeyin yaratıcısı ve sahibi olduğuna sorgusuz sualsiz inanabilmek, O’ndan gelen her emri kalpte hissetmek, dille tasdik etmek... Bu, kul olabilmenin en güzel hali olsa gerek. Hani yüreğinde bir huzur hisseder ya insan, bu öyle bir huzurdur ki tam bir teslimiyet ve imanın zirve hali olsa gerek. Nasıl bir duygudur o? Hiç şüphe taşımadan yürekte, hiç acabalar eklemeden kelimelere, sadece inanmak, O’nun muhabbetini kalbine koyabilmek, yarattığı her şeyi O’nun rızası için sevmek güzel bir yolculuk olsa gerek. Yüce Allah ayeti kerimede şöyle tarif eder o muttaki kullarını: “Allah’a iman edip ona sımsıkı sarılanları ise (Allah), kendisinden bir rahmet ve lûtfa kavuşturacak ve onları kendisine varan doğru bir yola iletecektir.”(1)


SAYFA 29

SERGÂH DERGİ

DENEME

Duyulan sevgi ve muhabbet Yaradan’ın rızası için olursa değerlidir. O’nun için sevmeyi bilenler, çeşit çeşit engellerle dolu çetrefilli ve yorucu olan hayat yolculuğunda iyiye ve güzele ulaşabilmek için, öncelikle kalplerinde sevgi ve muhabbet bahçelerini yeşertirler. O’nun yarattığı her şeyi O’nun rızası için sevmek İşte hayal ettiğimiz, bizimde olsun diye çaba sarf ettiğimiz o bahçelerde, kalplere önce Kuran ayetleri işlenir nakış nakış. Ayetlerin vahyedildiği, bize yol gösterici tebliğ edici olarak gönderilenin (sav) sevgisi ile nefes alır ruhlar. Resulullah olur dikenli yollarımızın rehberi, Kur’an olur kalp pusulamız. O iki cihan serverine (sav) âşık, ona muhabbetli yürekler, onu severken hiçbir kalıba ve şekle koymadan sever, şeklini şemalini tarif edemezler ve edeptendir ki etmezler. Çünkü O (sav) yaşadığı her anla, ümmetine bıraktığı güzel ahlak vasıfları ile tarif edilebilendir. “Yaratılanı severim yaratandan ötürü.” diyen Yunus misali, O’nun rızası için sevmeyi öğrenebilirsek eğer, kalplerimizin şefkat, merhamet, acıma gibi insani duygularla dolmasına vesile olur, beraberinde hayatlarımıza sevgi, muhabbet ve aşk getirir. İnsan olabilmenin en güzel vasıflarından olan bu duyguları taşımayan kalpler, katılaşmış, acıma ve merhamet hislerini kaybetmiş bireylerin çoğaldığı, topluluklara dönüşürler. Maalesef ki bu yozlaşma ve kaybolmuşluğu, insanlıktan hızla uzaklaşarak, adeta cahiliye devri gibi fütursuzca yaşanan zamanları, bizim toplumumuzda ve tüm insanlık coğrafyasında görmekteyiz. İnsanlığın bu kayboluşu ile birlikte kalpler köreldi, nefisler bencilleşti, diller lal oldu çığlıklara. Gökyüzü dayanamaz oldu feryatlara, yeryüzü sarsılır oldu kan ve barut kokusu ile. Allah’ın yarattığı her şey ama her şey, insandan başka, canlı cansız tüm varlıklar duydu da bu feryatları, insanoğlu ,evet yeryüzünün halifesi olarak yaratılan insan, duymadı can kardeşinin, kan bağının feryadını, adeta kulakları patlatan çığlıklarını. Görmedi, toprağı sulayan, kana dönmüş gözyaşlarını. Sanki bir kasırga geldi de tüm insanlığın gönül iklimine, insana ait olan iyi güzel hangi hasletler varsa yuttu. Kalan kırıntıları ise savurdu her bir yere. Kasırganın ardından kalan merhamet, sevgi, fedakârlık gibi küçük parçalar, güzel hasletler yeşermek istedikçe kalbin bir köşesinde vurdumduymazlık, merhametsizlik hastalığı hâsıl oldu. İnsanlığın gönül toprağına adeta kuraklık oldu. Bu kuraklıktan insanoğlunun kalbinin en merhametli köşesi bile ki bu annelik duygusudur, maalesef ki nasibini alır oldu. Kayboldu insanı insan yapan duygular, sineleri sevgi ve şefkatle dolu anneleri yuttu bataklıklar. Adeta karanlıklarda çırpınan muhabbet dolu ocakların ışığı söndükçe, bir garip bülbül feryat edercesine dertlenir oldu, seher vaktinde bir gül bahçesinde. Ey Rabbimiz! Bizleri yaratırken bedenimize koyduğun, nurunun yansıması ile aydınlanan, kardan daha ak, pak olan, gönül defterlerimize kara lekeler düştü. Sustukça dillerimiz muhabbet bağımız kurudu, kalbimizdeki lekeler büyüdü. Acıları gördükçe susan dilimiz lal oldu, içimize buhranlar çöktü, gözyaşlarımız kurudu akmaz oldu. Ey Allah’ım gönül defterimizi kara lekelerden temizle, doğruyu gördüğü halde, sustukça lal olan dillerimize şifa ver. Bencillik ve merhametsizlikten kuruyan gözyaşlarımızı ve muhabbet bağımızı, tefekkür ırmağından içirdiğin aşkla sula. Ya Rabbim! Ruhumuzda açılan yaraları, tefekkür ve tevekkül merhemiyle şifaya kavuştur. 1-Nisâ suresi, 175.ayet


SERGÂH DERGİ

TAVSİYE KİTAP


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.