Kudüs sayısı-Eylül

Page 1


SERGÂH DERGİ

SAYFA 2

İÇİNDEKİLER

İçindekiler 04 KUDÜS KÜÇÜK BİR İNSAN 07 KUDÜS, ANA KUDÜS 12 SUSKUNLUĞUN BEDELİ

07

20

21

16 KUDÜS İÇİN KIYAM VAKTİ 18 BİTMEYEN DAVA 19 KÜÇÜK GÖK 20 MADEM ONLAR GELDİ 27 KUDÜS

28 ELEŞTİRİ: DAVA

23

27

Sergâh Dergi editor@sergahdergi.com www.sergahdergi.com


SAYFA 3

Künye Kurucu Üyeler Melih VARLI İbrahim BEDİOĞLU

Genel Yayın Yönetmeni Gökhan ÖZSOY

Yazı İşleri Sorumlusu Yasemin ÜNLÜ

Editöryal Yönetmen Tahir Ceyhun YILDIZ

Editörler Feyza ÖZ Ayşegül CANDAN

Grafik Tasarım Adem ÜNAL Çizimler ve Kaligrafi Aziz ÇULHACIOĞLU Sümeyye BAKIRTAŞ Tuğçe CEBECİK

Kapak Tasarım Muhammet BAĞ

Bizi Takip Edin facebook.com/sergahdergi twitter.com/sergahdergi instagram.com/sergahdergi

SERGÂH DERGİ

BAŞLARKEN

Biz Kimiz? Biz Ahir zamanın parmaklıkları ardında ötelerde kurduğumuz hayallerin peşine düşen fikri genç olan fertleriz. Bizler sıratı müstakim üzere gidenlerin ardına düşenleriz. Hak diyerek fikir beyan edenlerin fikirleriyiz. Biz İslam’ın nesilden nesle ulaşan mesajını taşıyan kullarız. Biz küfrün sultanı olmaktansa İslam’ın köleleri olmayı tercih edenleriz. Doğru bildiğimiz şeyin haklılığını savunanlarız biz. Biz İslam’ın gericilik değil tüm zamanların medeniyetinin temelini oluşturduğunu ispat etmeye çalışanlarız. Biz Müslüman mahallesinin çocuklarıyız. Biz, edebiyatı da, tarihi de eylemlerimizi de etkinliklerimizi de müziklerimizi de inancımız üzere ifa edenleriz. Sergâh’ta buluşup Hakkı haykıranlarız biz.


SERGÂH DERGİ

SAYFA 4

DENEME

KUDÜS: BİR KÜÇÜK İNSAN B

TUBA AYDAN

itmeyecek. Depremler bitmeyecek,

Asla ümitsizlik yok, müjde var çünkü.

tufanlar geçmeyecek, dökülen kan

Peygamberim haber veriyor. O gün gelecek

dinmeyecek. Nabız kadar sürekli, nabız

ve halifesi İslam’ın, Kudüs’ten yönetecek

kadar insan, insan var oldukça olan ve

Müslüman topraklarını. O gün geldiğinde

Peygamber sözüyle sabit; hep dolacak olan

biz burada olur muyuz bilmem, ama zaten

cihat sahası Kudüs… Kafirin elindeki toprak

mesele biz değil, mesele bu göz değil, ha 50

genzinden geçinceye, müminin

ha 500 yıl… O gün gelecek. Ve biz o yolun

kafasındaki jeton düşünceye kadar, hakkın

yolcusu, o ufkun sancılısıysak, ha burada

ve batılın zafer sırası beklediği en hareketli

zafer ha mezarda... Dert değil. Rabbim de

meydan olarak kalacak. Yola çıkarken

sevdayı, derdi, sancıyı soracak elbet, yolcuya

gemiye azık niyetine bu gerçeği de

gayret gerek. Gayretten öte sual yok,

bindirelim.

elhamdülillah!

Kıyamete kadar dedik. İnsanlık ömrü

Aksâ’m, ilk kıblem… Elimde neyim var? Bir

kadar… Detaylı düşününce bir küçük insan

ben’im, bir eşim, iki oğlum, bir evim. Bir de

kadar… Bedeni küçük, emredeni bölük

içimde katran karası derdim. Derdimi lütuf

pörçük; bir ordu gibi hep savaşta; bir

verdin, silkeledin iyi ki, kendime geldim. Ne

nefisten, bir şeytandan, bir nefisten, bir

verdinse o, ne verdinse Sen’in. Bitmeyecek

şeytandan…

bu davanın, kabuklanmayan yaramın

“İllallah!” derken alır nefesi Allah(c.c)’ının

üstüne perçin perçin, toplanıp hepsi gelsin.

yanında.

Yahudisi, Hıristiyanı koymasın elinden

Son deme kadar cihat… Ve insanın küçük

geleni ardına, ne gam! Gelsin! Koskoca(!)

imtihanının, bir toprak parçasında vücut

Ebrehe’yi el kadar kuşlarla, dalga geçer gibi

bulduğu, etrafı mübarek kılınan Aksâ,

rezilce gömmedi mi Zül Celali vel İkram?

müminlerin büyük imtihanıdır. Küçük

Öyleyse ne gam! Bizimle beraber Rabbim.

resmin büyük versiyonu Kudüs, hayat gibidir işte. Hayat sona erene dek böyle, huzur ancak vuslatta.


SAYFA 5

SERGÂH DERGİ

DENEME

Hiçbir şey yapamazsam, Yahudinin malını almam. Gücüm, kuvvetim yoksa; duam var duam! Ben nefsimi yuğdukça,evimi Aksâ bildikçe, Rabbimin gönlüne girdikçe, bir Kudüs daha kazanacak İslam ordusu, az mı? Hiçbir şey veremezsem, böler ekmeğimin yarısını, gönderirim. Belki varır, belki varmaz; ama niyetler Yaradan’ın katında ıssız kalır mı? Kalmaz! Niyetimle dirileceksem, eşimi Kudüs bellerim. Belki sıcak savaşa değil de fitneye donanımlıdır filtrem, kim bilir? Kurşun karşıdan gelmez; yüz bin kez delen kurşunlarıyla her gün şeytanıma hedefim. Kudüs diyorum kardeşim! Hala fark etmez misin? İnsan diyorum, imtihan diyorum, (c.c) bitti demeyince bitmez diyorum. Peki, özetliyorum: Kudüs’üm müjdelemiş Yar(sav) Bak, dört duvar burda siper İki Salâhuddinim var Uzat, ellerinden öper.


SAYFA 6

SERGÂH DERGİ

DENEME

SELAHADDİN’E ANNE OLMAK KÜBRA ÇETİN İkinci Mehmed’in annesi Hatice Alime Hüma Hatun, Fatih yetiştireceğine inanmasaydı bugün Fatih Sultan Mehmed de onun fethettiği İstanbul da olmazdı. İnanmak, bir duanın olacağına, bir hayalin gerçekleşeceğine inanarak yaşamak demek çünkü. Her baktığın yerde mazlum bir coğrafyanın fetih rüyalarını görmek ve o fethin müjdesinin muhatabı olarak kendini düşünerek ‘‘Acaba o ben miyim, acaba ben bunun için ne yapabilirim?’’ demek. Bunun için belki bir çocuk yetiştirmek, önce her daim bir öğrenci sonra öğretmen olmak, belki bir kitap okumak veya bir yazı yazmak, belki on yılların hasretini dumanında tüttüren bir çayın sıcaklığında ümmetin boynu bükük Aksa’sına, Kubbetüs Sahra’sına bakarak dualar etmek. Âminler demek başka hayır dualarına. Belki anne olmak, belki başka annelerin evlatları için dualar etmek… Enaniyet hissi ile değil de yeter ki özgür kılsın Allah Kudüs’ü, ben olmasam da olur deyip yollarda aşkla yürümek… Evet efendim güzel bir şey olmalı, güzel hayallerin peşinde koşmalıyız. Bunun için de en Güzel’e(c.c) inanmak, güzel görmek ve güzel düşünmek lazım. Belki de Selahaddin’e anne olmak lazım. 17 yaşındaki Filistinli Ömer’in de dediği gibi: ‘’Selahaddin’i bekleme sen Selahaddin ol!’’ İşte tam da bu bilinç etrafında soluk almak lazım. O halde kardeşim gel, Selahaddin ol, olmuyor mu? O zaman gel, Selahaddin’e anne ol. O da mı olmaz? O halde: ‘‘Gel Anne ol Çünkü anne Bir çocuktan bir Kudüs yapar.’’ (N.Pakdil)


SAYFA 7

SERGÂH DERGİ

ŞIIR

ANA KUDÜS GİZEM YURDAKUL

KUDÜS EDA NUR KALKAN

Yusuf'un zindanlarında Aşk’a yeminli Kuşun kanadında Özgürlüğü ile uçacak Terk edilmemiş Ama ulaşılamayan İlk kıble İlk tutsaklık Tarih boyunca paylaşılmamış Paylaşılmama uğrunda Nice canlar verilmiş Kudüs Peygamber emaneti İlk Miraç yeri Sevgili ile buluşma Şimdi sessiz salalar okunuyor Her gün Hem de kaç kez… Aksa’nın her gün bir kırmızıya alışıyor gözleri Gökler ağlar, yürekler dayanmaz oldu Ağlama Ey Aksa Bu nur da İslam davası uğrunda Dua silahımızla yanındayız

Acı kahve Kudüs'ten gelir. Kokusu... Kokusu tüm ümmeti sarar, yayılır. Müslüman, Bu kokuyla ağlaşır. En içten dualarını söyler. Yüreği üşür. Kanatları titrer. Parmak uçları buz kesilir. Alnı... Alnı soğudu mu anlar vaktin geldiğini. Seccade, sobası müslümanın. Tesbihi, parmak uçlarını ısıtan bir eldiven. Namaz... Ve namaz, her şeyi, yüreğinin güneşi, huzuru, hissedişi sonsuzu en güzele, yüreğiyle baş eğmesi. Ve dua... Perdeler, gökler yaran bir ok misali… Kim bilir kimin gönlüne bir ferahlık katacak konunca yaraya Bir sargı... Teslimiyetin en derinlerinde boğulmadan yüzmek... Aşkın doruğundaki, nefesin gerçekliğini tattıran... Ah, ana Kudüs... Yine hangi gözyaşlarına gebesin kim bilir... Yine mi kıracaklar peygamber kokusu duymuş yüreğini...


SAYFA 8

SERGÂH DERGİ

RÖPORTAJ

“KUDÜS BİZİM NAMUSUMUZDUR” GÖKHAN ÖZSOY - MUSTAFA BOZAN

Kudüs deyince edebiyatın içinden yükselen seslerin en derini Nuri Pakdil’den gelir. Kudüs’le özdeşleşmiş kıymetli yazar bu sayımızda dergimize misafir oldu. Bizi evinde ağırlayarak ve güler yüzünü esirgemeyerek destek olduğu için kendisine minnettarız. İlerleyen yaşına rağmen hâlâ heyecanını kaybetmemiş. Öyle ki, “Üstadım nasılsınız?” sorumuza “Demir gibiyim Elhamdülillah.” deyişi bizi çok mutlu etti ve heyecanlandırdı.

Genç ruhuyla aktardığı enerjinin yürüdüğümüz yoldaki her tökezlemede bize güç vereceğini, yılgınlık hissiyatına kapılırmış gibi olduğumuzda da kendimize gelmemiz için bir mihenk taşı olacağını bilmesini isteriz. Hâl hatırlar sorulup biraz tanıştıktan sonra Sayın Pakdil’le muhabbetimize başlıyoruz:


SAYFA 9

SERGÂH DERGİ

Bize biraz kendinizden söz eder misiniz? Kahramanmaraş’ta, 1934 yılında doğdum. Rahmetli Annem Vecihe Hanım, ilkbahar aylarının birinde, çok güzel, güneşli bir günde dünyaya geldiğimi söylemişti. Ben de, güzel İstanbul’umuzun Müslüman olduğu günü (29 Mayıs) doğum günüm sayıyorum. Alimler yetiştirmiş, köklü bir ailenin çocuğuyum. Babamın babası, Maraş Cami-i Kebir Nebeviye Medresesi müderrislerinden, Nakibuleşraf, El Hac, El Hafız, Esseyid Muhammed Emin Efendi’dir. Çocukluğum Maraş’ta, Yörükselim Mahallesi, Çaldıran Sokakta, iki katlı, kiremit çatılı bir evde geçti. Okul hayatınızdan ve çocukluğunuzda okuduğunuz kitaplardan bahsedebilir misiniz? O tarihlerde okunacak kitap bulmak oldukça zordu. Elimize geçen bütün kitapları okurduk. Kitapçı Mehmet Abi denen birisi vardı, ondan ödünç kitap alır, okuyup bitirince geri götürür, kitabın bizden kaldığı gün sayısınca bir ücret öderdik. O tarihlerde polisiye romanlar olurdu, onları okur geri götürürdük. Sonra şehir kitaplığından kitaplar alır, kitaplıkta okurduk. Bizim lisenin de zengin kütüphanesi vardı. O kütüphaneden de çok yararlandığımı hatırlıyorum. Nuri Pakdil bir “tavır adamı” olarak biliniyor. Siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz? Her şeyden önce ben bir yazarım. Benim yazarlığım kimliğimi, kişiliğimi tayin eder. “Tavır adamı” olarak anılmamın nedeni,

RÖPORTAJ

insanların hayatımla yazdıklarımın özdeşliğini vurgulama isteği olabilir. Bu özdeşliği değerli bulduklarını vurgulama isteği olabilir. Büyük Doğu dergisini ortaokul birinci sınıfta okumaya başladığınızı söylersiniz. Necip Fazıl sizi bir genç olarak nasıl etkiledi? Evet, Büyük Doğu’yu okumaya başladığımda orta birdeydim. Teyzemin, o yıl lise sona gitmekte olan oğlu vermişti okumam için. Üstad Necip Fazıl’ın kitaplarının ve Büyük Doğu dergisinin ideolojik bağlamda ufkumun açılmasına ve yazarlık oluşumuma büyük etkisi olmuştur. Necip Fazıl Kısakürek, bir şair, bir piyes yazarı, bir üslupçu yazar olmasıyla birlikte çok duyarlı bir tarih bilincine sahiptir. Tarih bilinci içinde düşünmeye onunla ulaştık. Getirdiği eleştirel ölçülerle yabancılaşmaya yiğitçe karşı koymuş, uygarlığımızı savunmuştur. 1923 yabancılaştırma girişimlerine “Büyük Doğu” dergisi ile direnerek; hem Batıcılıkla hesaplaşmış, hem de üst üste ortaya koyduğu eserleriyle kendi uygarlığımıza dönmemiz gereğini vurgulamıştır. Necip Fazıl Kısakürek, toplum sorunlarına daha çok mistik bir yaklaşımla çözüm aramaktaydı. Onun kişiliğinde, eylemci yazarın sürekli atılımlarını görürüz. Yedi Güzel Adam’ın ağabeyi olarak bu arkadaşlarınızı bize anlatabilir misiniz? “Yedi Güzel Adam” adı, Cahit’in şiirinden esinlenerek, adeta bizim bir simgemiz


SAYFA 10

SERGÂH DERGİ

oldu. Yedi Güzel Adam olarak anılan bizler, olağanüstü bir arkadaş topluluğuyduk. Kuşkusuz Edebiyat dergisini çıkaran ve sürdüren arkadaşlarımız, yedi kişiden ibaret değildi. Edebiyat’ta, daha onlarca kişinin emeği, alın teri ve fikri vardı. Yedi Güzel Adam’ın arkadaşlığı Maraş lisesindeki öğrencilik yıllarında başlamış, Ankara’da ve İstanbul’da gitgide artarak, yoğunluk kazanmıştır. Şunu vurgulamak isterim: İdeolojimiz ortaktı. Hepimiz sapına kadar İslam devrimcileriydik. Biz her zaman yazmayı ve düşünceyi önceledik. Zamanla farklı kulvarlarda ilerleyenlerimiz oldu ama herkes yapmak istediğini en iyi yapanlardandı. Öykü yazan iyi öykücü, şiir yazan iyi şair, deneme yazan iyi denemeci oldu. Son olarak, şunu söylemek istiyorum: Ülküsel konumunu algılayan her insan, güzel insandır. Güzel insanlar da ülkülerini ülkelerinde yaşatmak için yaşarlar. Devrimci olmak neyi gerektirir? Devrimci olmak, kendinizi çok iyi yetiştirmenizi gerektirir. Devrimcinin mutlaka iyi derecede bir yabancı dil bilmesi şarttır. Evlerimizde bir kitaplık oluşturmamız şarttır. Öğrenciysek ders kitapları dışında her gün kitap okumak şarttır. Kitap okumayan insan devrimci olamaz. Devrimci insan cömert olur. Cimrilikle devrimcilik bağdaşmaz. Konformizm de insanda özsaygıyı yok ettiğinden devrimciliğin karşıtıdır. Çünkü devrim, yeryüzüne yalın bir bakış demektir.

RÖPORTAJ

Filistin davasının Türkiye’ye maledilmesine yoğun emeği geçen bir yazarsınız. Bu çabanın ana tetikleyicisi neydi? Filistin davasına inanmış ve bu davanın başarıya ulaşması için karınca kararınca çaba sarf etmiş bir yazarım. Bu çabanın ana tetikleyicisi elbette Filistin topraklarının bir parçası olan Kudüs’tür. Öte yandan benim Kudüs sevgim çocukluğumda sevgili annem Vehice Hanım’ın bana yoğun bir şekilde Kudüs sevgisi aşılaması ile başlamıştır. Elbette, babam Emin Efendi Hoca da bana mütemadiyen Kudüs sevgisi aşılamıştır. “Kudüs bizim namusumuzdur”, dediniz bir söyleşide. Kudüs’e olan muhteşem sevginizin nedeni nedir? Benim dünyamda, İstanbul’un özel bir yeri, Kudüs’ün daha özel bir yeri vardır. Mekke, Medine, Kudüs ve İstanbul sevilmeden hayatın, yani varoluşumuzun hikmeti kavranılamaz. Bizim için özel bir konumu vardır Kudüs’ün. Ezeli ve Ebedi Ulu Önderimiz, Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed’in Mirac’a yükselirken en son ayak bastığı yer Kudüs’tür. Bizim eylemimizin evrenselliği oradan başlamaktadır. Kudüs’ü bunun için çok düşünmeli, çok sevmeliyiz. “Kalbimin yarısı Mekke’dir, yarısı Medine’dir, üzerinde bir tül gibi Kudüs vardır.”


SAYFA 11

SERGÂH DERGİ

RÖPORTAJ

İslam’ın neferleri olarak bizim Kudüs’e borcumuz nedir? Ortadoğu ülkelerindeki inanç birliğini parçalatmak için Batılılarca (Rusya da bunun içindedir) kurdurulan İsrail devleti, şimdi, işgal ettiği Filistin topraklarında, Batı emperyalizminin, zulmün somut simgesi olarak duruyor. Yahudi, kendi adına doğrudan, Avrupa/Amerika emperyalizmi adına vekâleten cürüm işliyor. Vicdan aklığını koruyabilen her insanın, sadece Filistin’de değil bütün İslam coğrafyasında Batılı emperyalistler ve yerli işbirlikçileri tarafından ortaklaşa işlenen cürümlere karşı, en azından bir tavır alması, bunları içinden yargılayarak mahkum etmesi, çağdaş insan olmanın gereğidir. Şimdi tutsak ElEksa, bütün Müslümanların inançlarını yıkmayı amaçlayan bir inanç cinayetinin suçsuz kurbanı olarak, Müslümanların kalplerinde, sayfaları yırtılmış bir kitap gibi duruyor. Tutsak Kudüs’e borcumuz, Kudüs’ü savunmaktır, özgürlüğüne kavuşturmaktır. Kudüs’e ilk kez Mart 2015’te gittiniz. Kudüs izlenimlerinizi lûtfeder misiniz? Mart 2015’te Kudüs’teydim. İlk izlenimim: Kudüs’ü görmek, elbette, olağanüstü heyecan vericiydi. Kudüs öyle sanıldığı gibi çöl de değil, ağaçlık bir bölgedir. Kudüs Müftüsü ile tanıştık. Filistin’in El-Halil, Nablus ve Ramallah şehirlerini ziyaret ettik. Nablus kentinde Nuri Pakdil Kız Okulu’nun açılış törenine katıldık. Ramallah şehrinde Filistin direnişinin, Filistin davasının sembol ismi Yaser Arafat’ın mezarını ziyaret ettik. Çok mütevazı bir mezardı. Sadece iki Filistinli asker nöbet tutuyordu. Fatiha’mızı okuduk. Zeytin Dağı’na da gittik. Ve hemen Falih Rıfkı Atay’ın Zeytin Dağı’nı anlatan metinleri aklımıza geldi. Tabii oraları İsrailliler baştan başa istila etmiş durumda. Her yer İsraillilerin evleri ile dolu. Filistin’de İsrail’in uyguladığı terör çok somut. Bütün caddeler İsrail askerleri ile dolu. Kudüs’e İsrail askerlerinin denetimindeki bir yoldan giriliyor. Birlikte gittiğimiz arkadaşlara epeyce zorluk çıkardılar. Filistin’de tıpkı İkinci Dünya Savaş’ında olduğu gibi, Berlin duvarıvari tel örgülerle çevrili bir durum var. İsrailliler, Filistinlilerin El-Aksa camisine gelip Cuma namazı kılmalarını engelliyor. Tabii, Filistin ziyareti sırasında hep söyleyip durdum. “Tüm Filistin toprakları yüce Osmanlı İmparatorluğunun bir parçasıydı.


SAYFA 12

SERGÂH DERGİ

HİKAYE

SUSKUNLUĞUN BEDELİ HATİCE KÜBRA İPEK

K

udüs’te puslu bir yaz günü... Sanki hüznün ilelebet olanını beklemiş gibi gökyüzü… Yer bağrındakilerden firak umuduyla yanarken; semanın her katresi yerle hemhal olmanın muştusunda… Derin bir sessizlik içerisinde beklenenler ve beklenmeyeler pusu kurarken cana sevdalılar ve özlenenler tek yürekte yan yana... Onca hatıranın, hatırı sayılır gamın, serencam ve nigarın en seçkini nihayetinde vuslat vaktini bekliyor şehadet kokan mısralarda. Kudüs bağrı yanıkların şehridir oysa... Aldanma kara bulutlara, aldanma yaza. Yağacak gibi duran yağmura, açacak gibi duran şu akşam sefasına. Şehadet sevdaya duçar olanların muhabbet çiçeğidir yuvasız camlar da ki saksılarda. Kudüs canperverdir hakiki sevdayı bilene. Ölmeden evvel ölene nihavent renginde görünür. Geçmişten geleceğe hep aynı dert ile örtülüdür. Her bir nefes onda muharebe, onda sevda, onda nihai mücadele aslında. Kudüs yaza hazırdır bu yüzden her deminde . Sıcak bağrı zaten yanık onca zamandır. Parmakları havada onlarcasının “La galibe illallah” nidaları ile yankılanıyor onlarcasında. Yer gök; “ la galibe illallah” nidalarıyla dolup taşıyor. Sanki yeryüzü gökyüzü el ele arasındakiler meleklerin kanatlarında kıyamda bekliyor. Şehadet kıyam demek her yeni güne doğana. Ölmeyeceksin tek

vasiyet canı canana teslim olmuşa. Onca zamandır aşiyan yüreklerin şehadet parmakları gösteriyor şehitlerini. -İllallah! Diye haykırıyor sevinçle 3 yaşında ki Aişe görmeyenlerin yerine de görerek. Gülümsüyor babası. Kızı erkeği kalmayan bir muştu içlerinde tüm taşıdıkları. Başardı bir baba olarak. Öyle hissediyor kızının gözlerinde ki küçücük sevdaya bakarak. Vatan, can, toprak ve iman ile perçemlenmiş canlarda her bir lahza da gümbür gümbür bir nesil yetişiyor bağrında ekin bitmeyen topraklarda. İnanıyorlar kazanacaklarına. Yokuşlardan düze çıkacaklarına ve emniyet içerisinde yaşayacaklarına. Sapan taşlarının yanında füze başka âlemlerden farkları var her demde. Aişe’nin hemen arkasında ki sıradan bağırıyor Muhammed tüm gücüyle ve sedasıyla -İllallah... -La ilâhe illallah Diyerek. Büyükler huzur buluyor cıvıl cıvıl seslerle. Kol kola duranların; duruşlarında ki heybetten anlaşılıyor mesele. Kafirin ve zalimin önünde bir bent halini alıyor bedenler. En önde yiğitler arkasında onlara özenen tüyü bitmemiş gençler ve küçükler. Sesleri ve sevinçleri bölüyor kurşunlar. Kıyamet koparken ayırıyor canı canandan. Muhammed biliyor olacakları. Duymuş ve öğrenmiş yaşayan onlarcasından. Babasına bakıyor hüzünle. Başı dimdik, gözlerinde telaştan sanki bir nebze eser yok. Simsiyah sakalları ile gencecik bir mücahit duruyor


SAYFA 13

SERGÂH DERGİ

başında Muhammed gurur duyuyor böylesine korkusuz bir yiğidin evladı olmaktan -Kurşunlar! Diyor. -Evet! Diyor babası gülümseyerek evladını rahatlatmak adına. -Farklı mıdır? Diyor Muhammed merakla. Anlamıyor babası. Kaşları çatık bir şekilde eğilip Muhammed’in gül yüzüne -Nasıl yani? Diye soruyor. Uzaklara bakıyor Muhammed. Uzaklarda Âişe ağlıyor -Urudi ebi!! Urudi Ebi!! Diyerek babasını isteyen çocuğa dahi acımıyor kurşunlar. Bir anda her yer kızıla boyanıyor. Alışık onca zamandır şehit kanlarıyla sulanmaya. Bu yüzden bağrında yetişenler bereketli birer sevda. Küçücük bedenler hızla gelen kurşunlar ile paramparça düşüyorlar. Muhammed, Aişe ’ ye bakıyor. - Annesi yoktu zaten. Diyor içinden. Öldürmüşlerdi daha öncesinden. Çok özlemişti garip annesini. Belki cennette kavuşmuştur şimdi. Sonra babasına bakıyor. Bir tek evladı var. Annesi yüksek ateşli ne olduğunu bilmedikleri bir hastalığın pençesinde kıvrana kıvrana vefat edeli çok oldu. Ne yaptılarsa iyileştiremediler gencecik şehidi. Tıbbi malzeme yok. Yiyecek yok. Doktor yok. Sanki tüm dünyanın gözlerini bürünmüş kalın kara perdeler. Herkes onların derdine gözlerini yummuş görmemek için. Ondan diyor ya babası -Ben vatanımı bırakıp gitmem hiç bir yere. Bu toprak benim. Asla terk etmem canımı veririm seve seve. Hak benim mücadele. Şehadet var neticesinde... Zaten... İnsan nasıl gider ki en sevdiğinden?

HİKAYE

Nasıl vazgeçer tek sevgilisinden? Annesi gitti gideli içine düşen kor sönmez Muhammed’in. Gün geçtikçe özlemler büyür kendi gibi içinde. Korkuyordu diyemem de kimseye onsuzlukta geceleri. Başını yaslayarak uyuduğu sıcaklığını arıyordur için için. Kokusu burnunun dibinde sanki hala ama alamıyor. -Neden benim annem? Diyemiyor. Diyecek olsa aynı soruyu soracak onlarcasından tanıyor. Gülümseyerek bakıyor babasına. -Küçüklere küçük kurşun, büyüklere büyük kurşun atıyorlardır değil mi baba? Babasının gözleri nemli... Gülümseyerek bakıyor Muhammed. Sonrasında kurşun sesleri. Son kez kalkıyor parmağı -La galibe İllallah Diyor son gayreti. Uzun zaman sonra ilk defa duyuyor anneciğinin kokusunu. Adı Muhammed yazılıyor şehadete... Kara gözlerinde ki hüzün kuyularında gurbet! Adı Muhammed... Avuç içi kadar ellerinde hasret, düşleri ayrılıklara, yüreği mateme, sevdası memleketine, oyunları bir kurşun gibi göğsünde safiyetle şehadet... Adı Muhammed... Nefesi kor gibi, gözlerinin çevresi uykusuzluk emareleri, kulaklarından ruhuna doyasıya bir nefaset.. Oyun oynamayı öğrenemeden büyüdü sanki. Babası bakıyor gül yüzüne Muhammed'in -Muhammedim. Diyor. İçin için kabaran bir sevgiyle. -Muhammedim. Yaralı Ceylan’ım. Can ortağım. Sevdam. Evlat kokulum. Ömrüme gül kokanım... Muhammed’im. Hadi kalk! Baba gel gidelim de. Görecek günler var daha bu ayrılık neden de? Hadi kalk! Kapıda annen bekliyor. Yolumuzu gözlüyor oyunu oynayalım seninle yine. Unut anneciğinin vefat ettiğini. Mutluluk oyunu oynayalım seninle yine. Hadi kalk! Bırakma beni böyle... Ümmetin suskunluğunun bedelini ödeme sen de!


SERGÂH DERGİ

SAYFA 14

DENEME

EY BENİM BÖLÜK PÖRÇÜK KULLUĞUM! AKSA; RABB'İNDEN SANA EMANET DEĞİL MİYDİ? EMİNE AYDIN İnsan başını iki elinin arasına alıp ne zaman

babama. 'Dua kızım' diyor. 'Sadece bu kadar mı?'

düşünür? Sahip olduğu bir şeyi yitirdiğinde

diyorum. 'Elimizden ne gelir ki başka?' diyor.

mi, yoksa ulaşmak istediği şeylere bir türlü

Evet, öğrenmiştim duanın her kapıyı açacağını.

ulaşmayı beceremediğinde mi?

Ama yetmezdi. Farklı yollar denenmeliydi. Tek

Bana da düşündürüyor on iki yaşındaki bir

ağız yetmezdi. Aynı tonlarla birden çok ağız,

çocuk. Öğretmen öğrenci ilişkisinden öte

birden çok Müslüman ülke seslenmeliydi. Böyle

ayrı bir bağ kurduğum, gönlünün

duyulurdu ses. Böyle korkutulurdu katran

zenginliğine hayran olduğum öğrencim

dönesine dönen kalpler.

Şevval'e soruyorum. "Mescid-i Aksa hakkında

Ben on iki yaşında bir çocuk olarak ne

bir yazı yazmak istesen duygularını nasıl

yapabilirim diyorum sonra kendi kendime.

anlatırsın?" diye. Bana biraz zaman verin

Okulda öğrendiklerim geliyor aklıma. Hani şu

öğretmenim dedikten sonra yazdığı yazı

İbrahim'in ateşine su taşıyan karınca.

kendimden utanmama sebep oluyor. En çok

Söndüremem belki ama safım belli olsun, diyen

da kulluğumdan utanıyorum.

karınca... Karıncayım ben de Allah'ım. İmdada

"Mescidi-i Aksa: Hani şu İsrail'in

yetişemem. Küçüğüm. Tüm masumluğum ile

Müslümanlara kapattığı ve yasakladığı...

dua etsem sana, biliyorum ki kabul edeceksin.

Hani oranın sadece onlara ait olduğunu,

Müslümanların zihnine, fikrine diriliş nasip et. En

bundan sonra da sadece kendilerine ait

çok da kalplerimize diriliş nasip et. Et ki farkına

olacağı düşüncesini barındıran, insanlıktan

varsınlar artık. Şevval Polatoğlu. Amin. Bu da

nasibini almayan, gönül gözü mühürlenmiş

sana sunduğum imzam olsun Allah'ım. Olsun ki

İsrail...

mahşer gününde sana sunacağım bir damlam

Ah! Mescid-i Aksa bizim ilk kıblemiz.

olsun."

Alemlere rahmet olanın Miraç'a yükseldiği,

Okudukça acıyor her bir yanım. Akletmenin,

tüm peygamberlere imamlık yapıp, onların

farkına varamamanın acısı çörekleniyor bir bir

varisi olduğuna şahitlik eden kutsal mekan.

yüreğime. Ne ara bu kadar duyarsız olduk,

Bize Rabb'imizin emaneti, gözü yaşlı kutlu

bilmiyorum. Bir çocuğun duyduğu acıyı

mekan... Uzanmıyor hiçbir el. Sessiz kalıyor

yüreklerimizde duyamayışım...

cümle alem. 'Ne yapılabilir?' diye soruyorum

Duyamayışımız...


SAYFA 15

SERGÂH DERGİ

DENEME

Elden ne gelir ki cümlesinin altına sığınmak çözmüyor bu işi. Ne derler; bir çivi ne işe yarar ki deme. Bir çivi bir nalı, bir nal bir atı, bir at bir komutanı, bir komutan bir orduyu, bir ordu bir ülkeyi ve dahi bir ülke bir dünyayı kurtarır. Yazıyı okurken içimin yangınını bir ses daha da körüklüyor. Mescid-i Aksa savunmasında yer alan bir Müslüman: "Yüz defa dedik ki; Kudüs ve Kudüs halkı yalnız bırakıldı. Sonra soruyorsunuz, Filistinliler nerede? Aksa'nın gençleri burada. Siz neredesiniz? Artık hareket edin. Elimizde bir şey yok, ne yapabiliriz? Kudüs'ü yaktılar, yıktılar. Buradaki dükkanları bile kapatıyorlar. Kimse kalmadı, ne yapabiliriz? Aksa'nın kapılarında oturup ağlıyoruz. Başka ne yapabiliriz? Allah bize yeter, O ne güzel vekildir." O güzel vekildi doğru. Kullarının da hangi safta yer aldığını görmek istiyordu. Dilden çıkana değil, gönülden süzülene bakıyordu. Şimdi sormalı? Dilimiz kahrolsun İsrail derken, gönül testimizden ne süzülüyor? Cidden samimi miyiz dediklerimizde? Ne yüzle varacağız ve nasıl şefaati talep edeceğiz Kutlu Nebi'den? Ben şahsım adına utanç ipini çoktan geçirdim boğazıma...


SAYFA 16

SERGÂH DERGİ

DENEME

KUDÜS İÇİN KIYAM VAKTİ AHMET EL UFUKİ

K

erim Allah-u Teâlâ, hani Haçlı ordularından felaha erdirmişti Selahaddin Eyyübi vesilesiyle ilk kıblei şerifimiz, yüce Mi’rac hadisesinin vuku’ mekânı olan mukaddes Kudüs’ümüzü... Hani biz Fetoistlerin ayaklanmasını susturmuştuk… Hani biz Rum ordularını kaç kez hezimete uğratmıştık ya! Hani çocuğumuzun eline diken batsa hastaneye götürüyoruz ya! Hani muhacir kardeşlerimize kapı, kucak, gönül açıp dertlerine derman olduğumuzu düşündük ya! ‘Biz Osmanlı evlatlarıyız’ diye gurur duyduk ya hep yahut ‘Atatürk’ün varisleriyiz’ diyoruz ya her vakit veyahut biz ‘Rasulullah’ın askerleriyiz, Allah’ın zü’l-fikarlarıyız’ diyoruz ya kalbimizi ortaya koyup inanarak! Nerede şimdi sözler? Biz laf Müslümanları mıyız, kardeşim? Biz ashabın özlemle baktığı Rasululah’ın “Kardeşlerim” dediği Müslümanlar değil miyiz? Biz “Rasulullah’a canımız feda ola!” diyenler değil miyiz? Hangimiz anlayabiliriz şimdi savaştaki çaresizliği? Hangimiz çıkıp da vahşette fedakârlık yapabiliriz? Şimdi herkesin elinden düşürmediği akıllı telefonlar ne için yarıyor? Gündemi takip edip, Suriye için nasıl ayağa kalktıysak, şimdi Kudüs için ayağa kalkama vaktidir. Çağlardan en

kötü çağdayız. Ne yerimizden kalkıp savaşa gidebiliyoruz; ne devlet olarak sesimizi yükseltebiliyoruz... Halk olarak yürüyoruz meydanlarda Kudüs için. Mü’min olarak konuşuyoruz. televizonlarda; salonlarda Kudüs için... Müslüman olarak yazıyoruz internette, dergilerde, kitaplarda Kudüs için... En halimiz bugünkü halimizdir bizim. Suriye yok oldu yürüdük, konuştuk ve yazdık. Ama sonucunda yine oturup izleyen biziz. Ne savaşa engel olabildik, ne muhacir kardeşlerimize hakkıyla sahip çıkabildik. Arakan, Myanmar, Pakistan ve Kudüs’te vahşet hala devam ediyor. Yine elimizde konuşmak var, yine yürümek ve yine yazmak var. Elimizden gelen bundan gayrı yok mu bir şey? Ne vakit gönüllerimiz haykırışa geçecek? Gözler baksa ne fayda, gönle işlemedikçe şuur… Hayat devam ediyor; vahşet de, zulüm de devam ediyor. Ne azalıyor; daim artıyor… İki, üç film veya dizi izleyip gaza gelmekle olmuyor Müslümanlık, dervişlik yahut insanlık... ‘Diriliş Ertuğrul’ izleyip o akşam cihat ilan edip, sabaha vazgeçmek yalnızca kişiliği bozar. Yunus Emre’yi izleyip akşam hikmet ehli olup, sabaha


SAYFA 17

SERGÂH DERGİ

DENEME

gerisin geriye dönmek sadece şahsiyetinize zarar verir. Eskiden biz ‘Allah için ölmek’ denildiğinde kalbimizi ortaya koyup sefere çıkmaya can atan gençler, yaşlılar değil miydik? Şimdi ne oldu bize ki içimiz kararmasın diye haber dahi izlemiyoruz? Şimdi hayattan bezmiş, hiçbir şey umursamayan, kötü haber duyunca kanalı değiştiren, kulağına kulaklığı takıp oyuna dalarak alm-i Rahman’dan kopan insanlar olduk. Bırakın şu elinizdekileri ve gerçekleri gözlerinizle görün! Çıkarın kulaklıklarınızı da zulmün haykırışlarına kulak verin! Rahat bırakın gönüllerinizi de ferasete erin! Nedir kendinize zulmetmenizle dünyadan el etek çekerek mazlum kardeşlerinize zulmetmeniz? Haydi kalkın ayağa! Karanlıktaki bir mum, hiçbir şeyi değiştirmez ama yanyana, göğüs göğüse, gönül gönüle bin mum gökleri aydınlatır. Eğer birlikte tek bir ses olursak şeytan dahi karşı koyamaz bize... Amacımız ve hedefimiz cennette Rasulullah’ın meclisinde mütebessim olmak bizim. Biz, bir olup inanırsak Allah-u Teâlâ elbet bizi muzaffer kılacaktır. Nefisler nefeslere hükmettiği zaman, vücud şeytanın esiri olur. O zaman tembellik, öfke ve yalancılık gibi kötü hasletlerin yuvası haline gelir beşer… Artık nefeslerin nefislere hükmetme vakti gelmedi mi yahut nefislerin nefeslere hükmettiği yetmedi mi? Girdiğin yol Allah’ın yolu ise korkma, çekinme, darılma, üzülme, isyan etme; Allah bizimle beraberdir! Sakın ola tedbiri elden bırakma! Savaşa devam et, gücünün yettiğince! İster elinle olsun, ister kavlinle olsun, isterse kalbinle... Ne yılmak var bize, ne üşenmek ne de darılmak. Biz zü’lfikarlarıyız Allah ve Rasulü’nün. Biz asakir-i mansure-i Muhammediyyesiyiz âlem-i İslam’ın. Kıblemizdir Kudüs evvelden ve Mi’rac’ın köprüsüdür o. Ulu bir şehirdir ki İslam’ın kalbi, İsra’nın gözbebeği orası. Duha vakti gibi gönülleri aydınlatan güneşin ışığıdır o. Ülfetli Sultan’ın emaneti, mukaddes rahmet iklimi orası. Sultanlar Şah’ı, gönüller Padişah’ı Rasul’ün mescididir o. Engin bir maneviyat ummanı ve derunlar havuzu orası…


SERGÂH DERGİ

SAYFA 18

DENEME

BİTMEYEN DAVA FATMA NUR AKGÜL Siz bu satırları okurken savaş hâlâ devam ediyor olacak. Son haberlere baktığımızda hep acı bir haber göreceğiz. Bu savaş bitmedi, bitmiyor ve bitmeyecek. İnsanın nasıl ki nefsiyle hesabı bitmez, Müslümanlığı bir insan olarak düşünürsek Kudüs de onun nefsiyle olan hesaplarından biri olarak kalacak. Bunu fark etmek ise ne yazık ki kolay değil. Oysa Müslümanlara bırakılmış bu emaneti hep beraber muhafaza edebilmeliydik. Hz. Davud’dan Hz. Süleyman’a, Hz. Ömer ‘den ta Selahaddin-i Eyyubi’ye… Sonrasında da Yavuz Sultan Selim’in omuzlarına bırakılmış bir emanet söz konusu. Osmanlı himayesine girmesiyle dört yüz yıllık bir refah dönemi yaşayan Kudüs halkını, 2.Abdülhamid‘in sahiplenmesi; bizlere onların ehemmiyetini bir kez daha göstermiştir. Ulu Hakanımızın resmi belgelerle kanıtlanan bir mektubunda tahtan indirilme sebebinin, ‘Siyonistlere karşı Kudüs’ü satmayışının’ olduğu yazmaktadır. Ecdadımız bu kadar sorumlu hissederken, biz torunlarına da ahir zamanın ahirinde unutulmaya yüz tutmuş olan bu davamızın farkına varıp, gayri Müslümlerin korktuğu Osmanlı ruhunu diriltmek düşer! Kudüs, Müslümanlar’ın bilmediği ya da unuttuğu ama birtakım insanların hiç boş bırakmadığı bir şehirdir. Hani demiş ya şair: “Gökte yapılıp, yere indirilen şehir.” Düşman bizi bizden çok bilmeye hep devam ediyor. Biliyorlar ki biz Kudüs’ü kurtarırsak aslında dünyayı kurtaracağız. Nuri Pakdil Üstâd’ın da dediği gibi: “Kudüs’ü savunmak, gerçek bağımsızlığı savunmaktır.” "Oraya -Mescid-i Aksa- gidin ve içinde namaz kılın’’… "Eğer oraya gidemez ve içinde namaz kılamazsanız, kandillerinde yakılmak üzere oraya zeytinyağı gönderin." (Ebu Davud, Kitâbu's-Salât, 14) gibi hadis-i şeriflerde

Efendimiz bu beldeye sahip çıkmamız gerektiğini ifade etmiştir. Bediüzzaman Said Nursi de eserlerinde şunları yazmıştır: “Hazret-i Muhammed (a.s.m) öyle bir zâttır ki; azamet-i maneviyesinden dolayı sath-ı arz, o zâtın Mescid-i Aksa'sıdır. Mekke-i Mükerreme onun mihrabı, Medine-i Münvvere onun minber-i fazl-ı kemalidir.“ İsra Suresi’nde ise Mescidi Aksa'dan; " (…) Çevresini mübarek kıldığımız (…)" şeklinde söz ediliyor. Mescid-i Aksa'nın çevresi ise başta Kudüs, sonra diğer Filistin topraklarıdır. Değeri bu kadar yüksek ve ortada olan bu hakikati artık göz ardı edemeyiz diye düşünüyorum. Çünkü inanıyoruz ki merhum Abdurrahim Karakoç’un da dediği gibi: “Gergin uykulardan, kör gecelerden Bir sabah gelecek kardan aydınlık. Sonra düğüm, düğüm bilmecelerden Bir sabah gelecek kardan aydınlık” Bu ümmet, ömründe büyük bir yer verip ‘Kudüs Şairi’ diye anılan Nuri Pakdillere, Selahaddin-i Eyyubilere ve onları doğuracak annelere, samimi yapılan dualara hasrettir. Özellikle gençlerin aktif olduğu kuruluş, vakıf ve derneklerle aynı dava uğrunda hareket etmeye, ihlaslı amellerle Müslümanlık şahs-ı manevisini güçlendirmeye ve bu güçle de emanetinde emin olmaya muhtaçtır. Allah bize Kudüs’e sahip çıkacak şuur nasip etsin. Duama şunları da eklemeden edemedim: “Affet beni Mescid-i Aksa, seni düşümde göremedim asla Derdim değildin bunca zaman boyunca Seni tanıyamadan yaşadım Müslümanca, geç de olsa buradayım Artık ben de varım bu davada, misalim benzer karıncaya Bu ümmette nice uyunacak varsa da, en samimisi hatrına Onları da, beni de bağışla ve gösterelim biz de ahde vefa!” Vesselam.


ŞIIR

SERGÂH DERGİ

SAYFA 19

KÜÇÜK GÖK MÜNTEHA BARAN

Kalkalım göğün bin kat aşağısından. Dinlediğimiz tüm sözcüklerin kalbinden tutarak. Ağrılı bir günden bahsetmeden evvel, Bugün, Dehşetli bir ay yüzü göründü Gayya kuyusunun kıyısından. Uyuşuk bir dille. Titreyişini gördüm kalbinin Uzak rastlantılı sesini duydum Küçük göğünde gizlenmiş Küçük kızın beyaz avuçlarında. Uykusunu düşündüm Cahide’nin. Namluya uzanmış saçlarının aydınlığında. Kalktım ağrılı günün yamacından. Soframda dehşetli bir ay yüzü. Göğümde şimşek. Uykumda Uykumda Acının ceset bulmuş haliyle Cahide.

BİR ŞEHİR YANAR KALBİMDE BERRE BEK İçimde yanan bir şiirdir Kudüs Eşiginde ölmeye talip olduğum Susmaya meyilli kalbimin avaz avaz haykırışı Ciğerimin yanık kokusudur Mescid-i Aksa

Susamış yüreğime ummandır Çökmüşken diz üstü şahlanıp ayaklanmamdır Duadır Kudüs Avuç içlerimdeki kanayan yaramdır Yorgun gönlümün amansız yarasıdır Mahzundur Kudüs Mahzundur Mescid-i Aksa Kırıktır, En çok da bize kırgındır Amansızca yakarışlarımıza Duasızca çırpınmalarımıza Silahlar yüreğine doğrultulmuş Kudüslü çocuğa sormak lazım Canını acıtan kurşunlar mı, diye Sormak lazım gözü yaşlı anaya Ağlaması, bitmeyen bu zülme mi diye Zalim zalimliğini yaparken Merhamet beklemek niye Peki sen bu zulmün hangi köşesinde Masumum ben sakın deme Derdin olmadıysa namlunun önündeki çocuk Avuçlarındaki barut kokusudur Artık nefes alma, ölmeyi bekle!


SERGÂH DERGİ

SAYFA 20

ŞIIR

MADEM ONLAR GELDİ… DEMEK Kİ YAKINDA BİZ DE GELECEĞİZ. NECATİ HAKAN ÖZDEMİR İlk kıble edildin diye gözyaşları sana doğru akmadı mı ? Selahattin gezmişti oysa sokaklarında. Gülmeliydin. Üzerinde paslı bir gürz gibi haç taşıyanlar geldiğinde inci mercan gibi içine kapandın. Selalar okuttu Ömer, taze çiğdemler gibi tomurcuklar serpti bağrına. Sevinmeliydin. Kuşattılar seni. Hem de Alem-i İslam’ı kundaklar gibi kuşattılar. Kulağı köleden küpeli bir Yavuz’un söndürmedi mi seni? Şükretmeliydin. Bir günde üç yüz peygamberinin gerdanına bıçağı dayadılar. Resulullah yüz yirmi beş bini ile taziyene geldi. İyileşmeliydin. Sağında ve solunda bukleleri olan birkaç kendini bilmez kurulu düzenini bozdu. Halilullah olan İbrahim sofra kurdu toprağına, bereketlendirdi. Sabretmeliydin. Şimdi bugün yine olanlar oldu, tekrarlandı işte bütün dertler. Sıkıntılarının arkasından gelen o kutlu sevinçlerini Görmeliydin. Biz seni bırakmadık, sadece oyalanıyoruz, kahretsin! Kutlu ziyaretgahın hatırına bizi Affetmeliydin.


SAYFA 21

SERGÂH DERGİ

DENEME

KELEBEKLERİN KANAT ÇIRPTIĞI MEKÂN: KUDÜS FATİH ÖZKAN Çünkü ben karanlıklardan nefret ediyorum. Karanlığa lanet etmeyenlerden de nefret ediyorum’ Kudüs yaralı bir güvercin gibi sekmekte rüyalarımızda. Zihnimiz hep bembeyaz kanatlarına takılıp uzaklara dalmakta. Şair ince bir tüle benzetiyor ya Kudüs’ü çok da iyi ediyor. Bu tül öyle bir tül ki bir yandan çaresizliğimizi örtüyor diğer yandan da Kudüs’ü bir gelin gibi yüreğimize oturtuyor. Rüzgârın her esişinde Kudüs’ten bir ah kalkıp kulaklarımıza ulaşıyor. Baktığımız her manzara sanki Zeytin Dağı’nın bir yansıması. O yansıma ki içinde özgürlük ve aşk dolu en meşhur porte dünyamızda. Kudüs her yağmur damlası ile konmakta yanaklarımıza; ‘Neredesin artık ey sevgili, gel!’ demekte içten içe… İsrail Devleti'nin kurucusu David Ben Gurion 1948 yılında şöyle diyor. "Filistin'in bugünkü haritası, İngiliz manda yönetimi tarafından çizilmiştir. Yahudi halkının, gençlerimizin ve yetişkinlerimizin yerine getirmesi gereken bir başka haritası vardır. Bu harita Nil'den Fırat'a kadardır." Nil’den Fırat’a onlarca devletin bağımsızlığını elinden almak ve hepsini kendi Siyonist düzenlerine bağlamak istiyorlar. Ve İsrailliler bunu yaparken de hiçbir şeyden korkmuyorlar. Çünkü tahrif edilmiş Tevrat'ta yer alan şu ifadeler bunun apaçık delilidir. "Ve Rabb’in sana teslim edeceği bütün kavimleri bitireceksin; gözün onlara acımayacak." İster öldür ister köle olarak al. Önemli değil. Önemli olan Siyonist hedeflere ulaşmak. Hepsini yok da edebilirsin. Kadın, çocuk, yaşlı fark etmez. Acımayacaksın zaten. Neden, kendi devletini kurmak için. Uydurdukları dine göre uydurulmuş bir devlet. ‘İki bin yıl önce, nefislerine esir olarak ve şeytana uyarak önce Cenabı Hakk'ın Musa Aleyhisselâma gönderdiği hak kitap Tevrat'ı sonra, yine Cenabı Hakk'ın İsa Aleyhisselâma gönderdiği hak kitap İncil'i arzularına uygun şekilde değiştirenler o günden beri kendi üstün ırk fikirlerini gerçekleştirebilmek için büyük bir gelişme gösterdiler. Hadisi şerifte, "el-Küfru milletun vahide" (Küfür tek millettir) buyurulmaktadır. Her ne kadar haritaya baktığımızda çeşit çeşit, renk renk birçok soylar, soplar, ülkeler görsek de bunun manası küfür tek bir merkezden idare edilir, demektir. Bu merkez Siyonizmdir. İsterseniz Tevrat'a, isterseniz Kabbala'ya bakın Siyonizmin amentüsünün şunlar olduğunu görürsünüz: Bunların birincisi Benî İsrail üstün ırktır. İkincisi Benî İsrail


SAYFA 22

SERGÂH DERGİ

DENEME

dünyanın efendisi, diğerleri kölesi olacaktır. Diğer ırklar maymun olarak yaratılmış, sonradan insana dönmüştür. Çünkü diğer insanlar, Benî İsrail'e hizmetkâr olsun diye yaratılmıştır. Bunun için birinci adım olarak “Sürgündeki Yahudiler” Filistin'de toplanacaktır. İkinci adımda, Fırat'la Nil arasındaki vaat edilmiş topraklarda Büyük İsrail kurulacaktır. İsrail Devleti'nin emniyetini sağlamak için Fas'tan Endonezya'ya kadar 28 ülkenin yönetimi elde tutulacak, bölünüp parçalanacaktır. Mescid-i Aksâ'nın yerine Süleyman Mabedi yeniden inşa edilecek ve bütün bunlar gerçekleştiği zaman İsrail oğullarının dünyaya ebediyen hakim olacak. Bunlar İsrail'in dinidir. Lakin geçenlerde internette dolaşırken Rus bir papazın videosuna denk geldim. Papaz videoda Müslüman Tacik ve Özbeklerin Rusya’nın, Müslümanların da Avrupa’nın gerçeği ve geleceği olduğunu söylüyordu. Bunları söylerken ilerleyen zamanlarda İngiltere’de en çok kullanılan isim Muhammed olacakmış. Ayrıca başka araştırmalardan verdiği diğer örneklerinde ise Brüksel nüfusunun % 49’u Müslümanmış ve ilerleyen dönemlerde Berlin’in de %70’i Müslüman %30’u yaşlı Almanlardan oluşacakmış. Aslında tüm bunlar gösteriyor ki İslam’ın yayılması gerçekleşiyor. Zaten oynanan tüm bu oyunların savaşların ve hesap kavgalarının sebeplerinden biri de İslam’ın Avrupa ve dünyanın geleceği olmasından duyulan kaygıdır. Dünya emperyalistleri kurdukları düzeni İslam’ın hâkim olmasının yıkacağını bildikleri için büyük bir entrika içindeler. Ama unuttukları bir şey var. Muhammed’i peygamber kılan Allah ne kadar tuzak kurulursa kurulsun İslam’ın da dünyaya hâkim olmasını sağlayacaktır. Çabalarımız küçük bile kalsa biz de bunun için çabalamalıyız. Bundan yıllar önce Avustralya'nın güneyinde çok büyük bir kasırga kuzeye doğru ilerliyordu. Kasırga her türlü enerjiyle dolmuş, geliyor. Herkes büyük bir felaket beklerken bir de bakıldı ki kasırga Avustralya'yı geçtikten sonra son anda yönünü değiştirerek okyanusa yöneldi. Kasırga bütün enerjisini okyanusa boşalttı ve insanlık büyük bir felaketten kurtuldu. Bu muazzam güç, bu devasa kasırga nasıl oldu da son anda yön değiştirdi? Avustralya'nın kuzeyinden gelip Asya'yı kasıp kavurması gerekirken, ne oldu da okyanusa yöneldi? Sonunda ittifakla tespit edilen husus şu oldu: Tam o tarih, Avustralya'da milyonlarca kelebek göç için kanatlarını çırpmaya başlar. İşte kelebeklerin kanat çırpışları havada birleşerek ortaya muazzam bir enerji çıkarır. Ve bu enerji o kasırganın yön değiştirmesini sağlar. Bugün Kudüs de kundaktan çıkan çocuklar ve elden ayaktan kesilmiş yaşlılar bile bir taş olup yağıyorlar zalimin üstüne. Onlar kelebek değil de nedir? Binlerce silah, tank, devlet ve ordular bir şey yapmazlarken onlar kanat çırparak mücadele ediyorlar. İnanıyorlar çünkü bu kanat çırpışların bir gün büyük bir etki oluşturup özgürlüklerini getireceklerine. Çünkü o mekân İbrahim’den bağımsız değildir. Ve kelebekler de karıncadan ayrı değildir.

Velhasıl; Dava ve kader birdir. Gelecek ve müjde de birdir.


SAYFA 23

SERGÂH DERGİ

DENEME

KUDÜS BİZDE NE KADAR VAR, BİZ KUDÜS'TE NE KADAR VARIZ? M. AKİF FIRAT

Müslümanların yaratılış özelliklerinden birisi, heybetli ve yiğit duruşlarıdır. Müslüman eğer heybetini koruyabiliyor ; yiğitçe ayakta durabiliyor ve bu duruşuyla ufukta dalgalanabiliyorsa bu; "İslam şeriatının ve bir Müslümanın olması gereken temel hükümlerden birisidir." sözünü kanıtlamış olmuştur. Bununla birlikte bir Müslümanın yer yüzündeki duruşu şekline başkaca bir delil getirme lüzumu yoktur. Bu duruşunu sergilediğin müddetçe bir tek Müslümanlar değil zulme uğramış olan ve adalete muhtaç bir vaziyet içerisinde olan diğer dinlere mensup tüm mazlumlar için de söylemiş olduğun her bir sözün kaidesi vardır. Söylemiş olduğun her bir hitabın kabul göreceğinden emin olur ve rahat bir içtenlikle söylersin. Bu duruşundan bir nebze olsun eksilmediğin müddetçe, seninle birlikte hareket edecek olan bir ümmetin heybet ve azameti, söylemek istediğin her bir sözden önce, insanların fikirlerinde ve kalplerinde yer etmiş olacaktır. Fakat ne yazık ki günümüz Müslüman coğrafyasında, dinimizde haram olunduğu kesin hükmü verilen bir şeyi kati delillerle açıklasan ve hatta bu haram hüküm bahsi için indirilmiş olan ayetleri tek tek okuyup söylesen, tüm insanlık ve bilakis Müslüman coğrafyası

üzerinde hiçbir etki ve tesiri olamayacağını göreceksin. Bunun yerine "Einstein bu konuda şöyle bir açıklama yapmıştır." ya da "filanca Amerikalı profesör yapmış olduğu araştırmalar neticesinde içkinin insan vücuduna şu ve şu zararlarını tespit ettiğine nazaran içki gerçekten haramdır." desen belki de çok daha fazla etki meydana getirmiş olursun. Dinimiz İslam da birlik beraberlik ve kuvvet ayrılmaz ve ayakta durdukça hiçbir kuvvetin bu etki karşısında duramayacağı öyle önemli asıllardır ki bunları kaybettiğimiz taktirde, elimizdeki diğer tüm değerli esasları da bir bir kaybetmiş oluruz. Birlik beraberlik ruhu ve İslami kuvvet şuurumuzu ayakta tutmayı başardığımız müddetçe, diğer esasların zayi olması, çare bulunabilecek ve telafisi mümkün olabilecektir. Dikkat edelim ki gayrimüslimler birliklerini, güç ve kuvvetlerini ayakta tutabildikleri için, gelenekleri, adetleri, fikirleri ve hatta hiçbir gerçekle bağdaşmayan İnançları dahi dünya üzerindeki çoğunluk tarafından benimsenip kabul edilmektedir. Müslüman coğrafyası ise sürekli zaafiyet gösterdiği ve ayrılıklara düştüğünden İslam hükümleri sürekli bir saldırı altında ve Müslüman milletler hep zulüm


SAYFA 24

SERGÂH DERGİ

altındadır. Ayrılıkçılığın ve çeşitli fırkalara ayrılmanın bedelinin neler olduğunu tarihimiz açıkça gözler önüne sermektedir. Ne yazık ki tüm bu idrake açık elim olaylara rağmen, Bazı Müslüman ileri gelen liderleri, kurtuluşumuzun tek çaresi ve bu hastalığın tek reçetesi olan birlik ve beraberlik ruhumuzun son çırpınışlarını da yok etmeye çalışmaları hayret vericidir. Bilinmelidir ki tüm İslam âlemini üniversite, medrese veya laboratuvarlarla donatarak, her bir beldeye bir ulema yerleştirsek ve hatta hiçbir milletin vakıf olamayacağı icatlar ve yeniliklerle donatılmış olsak, gece gündüz rükû ve secde edenlerden olsak, şayet İslam coğrafyası olarak birlik ve beraberlik şuurunu ayakta tutmadığımız müddetçe, yapılan hiçbir yenilik ve icraatın faidesini göremeyiz. Velhasıl anlatmak istemiş olduğumuz mevzuun ana hatlarını naçizane açıklamış olduğumuzun kanaatini düşünerekten, değinmek isteriz ki son yıllarda kaide alınamayacak bir sapkın millet tarafından, En kutsal mabetlerimizden birisi olan Mescid-i Aksa'ya yapılan saldırılar gözler önündedir. Biz Müslümanlar olarak buna gerekli tepkiyi vererek bu saldırıları bertaraf edebiliyor muyuz? Yoksa o bölgede bulunan Müslüman kardeşlerimizi adeta kaderleriyle başbaşa mı bırakıyoruz? Dünyanın teknolojide ileri gelen bazı ülkeleri özellikle bilinçli ve kurgulu bir şekilde, ve aleni bir şekilde, özellikle Müslüman coğrafyasına ve ülkemize karşı bir çok terör örgütlerini

DENEME

finanse etmekte. Açıktan silah desteği sağlanmaktadır. Terör örgütlerinin Müslümanlara ve özellikle ülkemize doğru tuttukları silahların, Amerika, Rusya, İngiltere vs. ülkelerin elinden sağlandığı ve hatta öldürülen bazı terör örgütü mensubunun birçok kez yabancı uyruklu çıktığı bilinmektedir. Buna nazaran bizler neden aleni bir şekilde Filistin'de mücadele eden din kardeşlerimize silah ve mühimmat desteği yapamıyoruz. Veya bir Norveçlinin PKK saflarında ne işi var derken Kudüs'te siyonistlere karşı mücadele eden bir birey olamıyoruz. Neden gayrimüslim milletlere karşı göstere göstere sen falanca terör örgütünü açıkça finanse ediyorsan ben de Kudüs'teki kardeşlerime her türlü savaşması için gerekli teçhizatı finanse ediyorum diyerek yapamıyoruz. Efendimiz (s.a.v)'in "İmkanı olan Mescid-i Aksa'yı ziyaret etsin, olmayan yardımda bulunsun." hadisine hangimiz riayet ediyoruz? Kudüs'ü ziyaret için hangimizin imkanı yok? Orada kardeşlerimiz ile mücadele için hangimizin yüreği yok? Ve hala son teknoloji silahlara karşı taşla mı mücadele edeceğiz? Yoksa sosyal medyada sadece kınama paylaşımları yaparak mı kalacağız? Bizler gerçekten dünyaya adalet ile hükmeden bir neslin torunları mıyız? Yoksa bizim Ümmet anlayışımız sadece coğrafi sınırlarımız içerisindeki Müslüman kardeşlerimiz için mi geçerli? Peki birlik ve beraberlik günümüz bugün değil de hangi gün?


SERGÂH DERGİ

SAYFA 25

DENEME

ÖNÜMÜZDE DURAN SINAV KAĞIDIMIZ : KUDÜS TAHİR CEYHUN YILDIZ 4 yıl evvel bir yazı yazmış idim. Yazının başlığı “Bu Coğrafyada Hiç Normal Şeyler Olmadı ki!” idi… 4 yıl sonra yine aynı noktadayız… Hem de katlanarak aynı noktadayız. Dualarımız evvelen Çeçenistan, Bosna, Filistin için idi. Sonra bu duâlara Mısır, Arakan, Suriye eklendi. Bosna kurtuldu. Onca şehid verildi, onca acı çekildi; bir soykırıma mârûz kaldı lâkin elhamdülillah bağımsız… Lâkin değişmeyen tek yer; kanayan yaramız, imtihânımız, gözümüzden akan kanlı yaş; başımızın dinmeyen ağrısı… Yüreğimizin sızısı Kudüs… Mescid-i Aksa, Gazze, Filistin… Bu yazıyı yazma ve dergimizde gündem etme sebebimiz birkaç hafta evvel Müslümanların Mescid-i Aksâ’ya girmesini engellemek amacı ile ebedî mel’ûn İsrâil Yahûdîlerince konulan dedektörler… Gazzeli Müslümanlar yıllardır ilk defâ cumâ namazını Mescid-i Aksâ’da kılamadı. Ve bu uğurda 5 şehid verdi, onlarca da yaralısı var… Mescid-i Aksa’da kılınmayan namaz, burada bizim de namazımızı hür bir şekilde kılamamamız demektir. Çünkü ilk kıblemiz Mescid-i Aksâ idi; ilk yönelişimiz Mescid-i Aksâ’ya idi. Peygamber Efendimiz’in yaşadığı Mİ’râc’ın durağı Mescid-i Aksa idi… Mescid-i Aksâ Filistin’dedir ve Filistin, merhûm şâir Abdurrahman Câhid Zarifoğlu’nun deyişi ile: “Filistin, bir sınav kağıdı her mü’min kulun önünde” Mescid-i Aksâ nazlı bir güldür, gönül coğrafyamızda… Kanadı kırık bir kuşun

mahzûniyetidir. Dünya kadar yaşlı lâkin ümmetin nâzar-ı îtibârında yeni doğmuş bir bebeğin mâsûmiyetinde ve mazlûmiyetindedir. Mazlûmdur Mescid-i Aksâ… Tıpkı Şark’ın sevgili sultanı Selâhaddin’in varıp da, Mescid-i Aksâ’yı Haçlılar’ın elinden kurtarana değin mazlûm ve mahzûn olduğu gibi… Evet; yeni Selâhaddin’lerini beklemektedir Mescid-i Aksâ… Selâhaddin bir semboldür sadece… Tahir olur, Ahmet olur, İsmet olur… Gâh Mescid-i Aksâ’nın önünde bedenini siper etsin, gâh “ben Mescid-i Aksâ’nın muhafızıyım” desin; hepsi birer Selâhaddin’dir! Mescid-i Aksâ bir sınav kağıdıdır önümüzde… Düşünün; en ufak bir sınava bile haftalar evvelinde çalışan insanlar var. İşte bu Mescid-i Aksâ öyle bir sınav kağıdıdır ki; cümle sınavlardan mühim, cümle sınavlardan mûteber… Silahı ise irâde, cehd, gayret, harekettir. Tek bir nefes, tek bir sestir belki de lâzım olan! O hâlde hep beraber zulme “lâ” diyelim; ayaklarımız yere aynı anda, aynı adımlarla bassın! Bu bile yeter ebedî mel’ûnu korkutmaya… Çünkü onlar korkaktırlar, bizim birlikteliğimiz onların en büyük korkularıdır. Yürümeliyiz… Gitmeliyiz… Koşmalıyız… Ben ümmetin sessizliğinden, suskunluğundan şikâyet etmeyeceğim. Çünkü zaten onu herkes yapıyor. Yazacak bir şey bulamayan ümmetin sessizliğini yazıyor. Söyleyecek bir şey bulamayan ümmetin sessizliğini söylüyor.


SAYFA 27

SERGÂH DERGİ

Klavyesinin başında “Ümmetin sessizliğini sana şikâyet ediyorum” diyor. Az sonra oynadığı oyuna, kaldığı yerden devam ediyor. Sonra ben onlara şunu soruyorum: “Peki; sence n’apmalıyız? Sesimizi, soluğumuzu nasıl duyuralım? Seninle ben gidelim mi, yürüyelim mi Kudüs’e? Öyle ya; iki kişi, iki kişidir. Hadi!” Cevap yok! Hep derim: Birini harekete geçirmek için evvelen senin kalkman gerek, değil mi? Hakikaten şu düşüncedeyim; işimizi, gücümüzü, malımızı, arabamızı, evimizi, hanımlarımızı, çocuklarımızı bırakıp yürümeliyiz Kudüs’e… 15 Temmuz ruhunun bu ruh olduğunu düşünüyorum. Pijamamız ile yatağımızdan kalkıp gitmeliyiz. Tankın paletleri altına taş koyduk; tecrübeliyiz. Hepimiz birer taş almalı, İsrâil’in tanklarının altına koymalıyız. Safiye Bayat olmalıyız hepimiz! Hanım başı ile tam techizâtlı askerlerin önüne dikilen gâzi ablamız gibi… İsrâil’in ödlek askerlerinin önüne dikilmeliyiz hepimiz meselâ… Sessiz değiliz, sesliyiz lâkin sesten öteye gitmiyoruz. Yürümeliyiz, koşmalıyız… “Elde bayrak, dilde tekbir” koşmalıyız. Allahû Ekber sadâları ile yeri-göğü inleterek yürümeliyiz. Biz bir yürüsek; İsrâilliler’in uykuları kaçar… Mazlûma doğrulttuğu silahlarını tutan elleri titremeye başlar! Klavyeden “yürüyelim” demiyorum; sâhiden yürüyelim diyorum. Bir Mavi Marmara değil; bin Mavi Marmara gider ise; hangimizi öldürecekler? Bir Furkan Doğan değil; bin Furkan Doğan olup da gidelim… Elin kafirleri; önümüze sünnet-i seniyye münkirlerini attılar, işlerine bakıyorlar. Lâkin olan bize oluyor. Mescid-i Aksâ’nın kapatılmasına basın açıklamaları ile ne kadar engel olunabilir ki? Hiç unutmam; Eskişehir’de Rahman

DENEME

Nizâmî’nin idamına tepki amaçlı bir basın açıklaması yapılacak idi. STK’ların birleştiği bir platform var. Bir de bir siyasi parti var. Konuşma yapılacak metin üzerinde anlaşamamışlar ve aynı meydanda, bir grup ayrı köşede, bir grup ayrı köşede yapmış idi açıklamalarını. Bir grup konuşur iken diğeri slogan atıyor idi; bir grup slogan atar iken diğeri konuşuyor idi. Ertesi günün gazete başlıkları şöyle idi: “Aynı konuda basın açıklaması yapan gruplar, birlik olamadı!” Bu hâlde bir yere varamayız. Bu ayrılıkla bin bir tane basın açıklaması yapsak; yine de hiçbir işe yaramaz! Bir taş atmalıyız! Bir taş daha atmalıyız! Bir yumruk yükseltmeliyiz! Lâkin bunu birimiz ayrı köşede, birimiz ayrı köşede değil; birlikte yapmalıyız. Hepimiz… Mescid-i Aksâ sızısını yüreğinde hissedenler olarak hepimiz… Var mısınız?


SAYFA 27

SERGÂH DERGİ

DENEME

KUDÜS FIRAT AYHAN

Kudüs bizim kanayan yaramızdır. Dostlar bu nasıl acı, nasıl hüzündür. Biz Müslüman olarak neler yapıyoruz? Hani Müslümanlar?! Nerede, gören var mı? Yazık bizlere kardeşim, mübarek ayetlerde Rabbimiz bize buyuruyor; “Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz o, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” ﴾İsrâ Sûresi/1﴿ Kardeşim, maalesef slogan Müslüman kitlesi oluşturuldu. Cihat unutturuldu. Biz Kudüs’üz can dostum. Ah Kudüs sana sahip çıkamadık. Çıkamıyoruz… Kudüs ağlamaklı ve İslam ümmetinden yardım istiyor. Bizler kendi derdimize sarılıyoruz. Lakin unutuyoruz ki; Kudüs’ün tarihi, dinlerin ve insanlığın tarihi kadar eskidir. Kudüs’ü bağrına basan Filistin toprakları Hz. İbrahim’den Hz. Musa’ya, Hz. İshak’tan Hz. İsa’ya pek çok peygambere ev sahipliği yapmıştır. Dolayısıyla Kudüs imanın, azmin, ibadetin ve Allah aşkının odağı olmuş, belki de dünyada hiçbir şehir insanlık için Kudüs kadar ehemmiyet arz etmemiştir.(alıntı) Hadisi şerifte ise Peygamber efendimiz (sav) Numan ibni Beşir radıyallahu anhüma' dan rivayet edildiğine göre, Rasülullah salallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Mü'minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar." Hani biz bir vücudun azaları gibiydik, hani bir uzvumuza zarar gelseydi bütün vücudumuz ateşli hastalığa tutulurdu. Kardeşim, yukarıda da belirttiğim gibi biz slogan Müslüman’ı olmuşuz! Şair ne güzel demiş: “Ağlar Yakub Yusuf’um diye diye.” Bize emanet edilmiş kutsal mekânımız Mescid-i Aksaya ağlıyor muyuz?

Akşam olduğunda hiçbir şey olmamış gibi yemek yiyor ve uyumuyor muyuz can dost?!. Gönül yorgunluğu ve hüzünlü olan Kudüs biz seni sessiz bir yağmur yağışına bıraktık. Sen bizim ilk göz ağrımızsın, sen bizim, ilk kıblemizsin. Biz seni nasıl Siyonizm denilen kâfirler topluluğuna bırakıyoruz… ‘’ Âlemlere rahmet olarak gönderilen’’ Efendimiz (sav) gece yolcuğu yaparak mübarek mekânda tüm peygamber efendilerimize namaz kıldırdığı yer olan Kudüs’ten bahsediyorum. Biz nasıl şuursuz olduk neden kalbimiz rahat takılıyoruz? Size bir şey daha söyleyeyim, biz buğz etmeyi bile unutmuşuz. Televizyonda Kudüs ile ilgili haber çıktığında yine aynı deyip kapatan bir kitle haline dönüştüğümüzü gönül çağlarımıza bir daha hatırlatalım. Kudüs yaralısın biliyorum. Uçmaz bir kuş misali kırık kanatların Dizleri olmayan bir ceylan gibisin Üzülen bir dağ yürekli Kudüs Selam olsun sana dua eden gönlü esir olmayan yüreklere… Ah Kudüs geleceğim bahçeden tekbir Allah-u Ekber diyerek gezeceğim Hasretli bir bahar gibiyim bugün. Ya Rabbim nasip eyle de Kudüs’e gideyim. Kaynaklar: İsrâ Süresi (1) Buharî, Edeb 27; Müslim, Birr 66


SAYFA 28

SERGÂH DERGİ

DENEME

KİTAP ELEŞTİRİSİ: AŞKA DEVA BÜŞRA AY Kitap adı: Aşka Deva Yazarı: Tolga Akpınar Yayınevi: Destek Yayınları Baskı tarihi: Mart 2016 Sayfa sayısı: 175 aklaşık bir senedir okuyup okumamak Y

engelleyen şey; maalesef kitabın arka kapak konusunda kararsız kalmış olduğum kitap yazısının yetersizliği ve belirsizliği oldu. Arka olan ‘Aşka Deva’yı nihayet aldım ve kısa sürede kapakta kitabın son sayfalarından yapılan bitirdim. “İyi ki okumuşum.” dediğim alıntı, kitabın yalnızca aşk konusundan ibaret kitaplardan biri olan Aşka Deva, önce konusu olduğu zannını üretiyor. Bu nedenle kitabı sonrasında da anlatımıyla beni etkisi altına etkileyen en büyük olumsuzluğun bu aldı. Kitapta dışarıdan görünenin aksine bir olduğunu düşünüyorum. Zira arka kapak aile dramı konu edilmekte… Kitapta 18’ine kitabı tam olarak açıklayamadığı için kitaba basmış Deva adındaki gencin yıllarca başlamadan önce konuya dair kafamdaki evliliklerini oğulları için sürdürme çabası soru işareti yok olmamıştı. içinde bulunan anne ve babasının arasında büyümekten yorulmuş hikâyesi anlatılıyor. Son olarak kapaktan bahsetmek istiyorum: Yorucu ve huzursuz bir aile hikâyesi söz Kitabın arka kapağı dahi düz değil ve ön ve konusuyken Deva, çareyi alkol ve arka kapak birbiriyle uyumlu. Ancak kitabı antidepresanda buluyor. Hikâye Deva’nın araştırdığım dönemde kitabın konusunu üniversiteye başlamasıyla devam ediyor. anlamak adına kapağını da inceleme fırsatı Kitapta aşktan çok farklı konular ağırlıkta. bulmuştum. Kitabı okuduktan sonra anlamış Kitabın adına ve kapağına aldanıp kitabı aşk oldum ki; kapakta kitabın içeriğiyle bağlantı kitabı sanmamanızı öneririm. Zira hayatın pek kurulmamış. Kapaktaki kadının veya kitap çok yerinde yaşanılan his ve konulara yer okuma fiilinin kitaba yerleşmemiş olduğunu verilmiş. Kitabın konusu, ilerleyişi çok hoşuma gördüm. Ancak kapağın tasarımını başlı gitti. Ayrıca kitabın sayfasının dokusu da kalın başına çok beğendim. Buna bağlı olarak ve kullanıma uygundu. Aşka Deva, özellikle kitabın kapağında sembolik bir benzetme kitap okumaktan hoşlanmadığı hâlde; kullanıldığı fikrine kapıldım. Aşka Deva, okumaya başlamak isteyenlere tavsiye hüzünlü bir gençlik romanı okumak edilebilecek nitelikte... Zira bölümleri en fazla isteyenleri etkileyecektir. 3-4 sayfa olduğundan nerede olursanız olun, okuduğunuz yeri yarım bırakmadan kolayca bölümü bitirebilirsiniz. Kitabın adına bağlı olarak içinde aşk da var ancak yaşanılan bu aşk, kitabın konusu olacak kadar büyük nitelikte değil. Kitabı uzun süre elime almamı


SAYFA 29

SERGÂH DERGİ

ELEŞTİRİ

MESCİD-İ AKSÂ HAKKINDA BAZI ÂYET VE HADİSLER SEMİH ÖZDEMİR

“Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Hz. Muhammed’i) Mescid-i Harâm’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O gerçekten işiten ve göredir.” Ebu Zerr (r.a) rivayet etmektedir: “Dedim ki: ‘Ya Resûlullah! Dünyada ilk hangi ev bina edildi?’ O da ‘Mescid-i Harâm.’ dedi.‘Sonra hangisi’ diye sorduğumda ‘Sonra Mescid-i Aksâ’ buyurdu.‘Aralarında ne kadar var?’ diye sorduğumda ise ‘Kırk sene. Ayrıca yeryüzü senin için mescittir. Her nerede namaz kılman gerekiyorsa kıl. Zira orası mescit (hükmündedir).’” Ümmü Seleme (r.a), Resul-i Ekrem’in (s.a.v) şöyle demesini işittiğini rivayet etmektedir: “’Kim umre veya hac için Mescid-i Aksâ’dan başlayarak yüksek sesle telbiye getirirse, geçmiş günahları affolunur.’ Bunun üzerine Ümmü Hakîm (r.a) umre için yüksek sesle telbiye getirmek üzere bineğine binip Mescid-i Aksâ’ya kadar gitmiştir.” Ebu Davud (rh.a) da der ki: “Allah (c.c) Vekî’e rahmet eylesin; Mekke’ye gitmek üzere Beytü’l Makdis’ten ihrama girmiştir.” Ebu Zerr (r.a) rivayet etmektedir: “Resûl-i Ekrem’e sordum: ‘Senin bu mescidindeki namaz mı daha efdal yoksa Beyt’ül Makdis’teki (Mescid-i Aksâ’daki) namaz mı?’ O (s.a.v) da şöyle cevap verdi: ‘Benim mescidimde kılınan bir namaz Beyt’ül Makdis’te kılınan dört namaza tekabül eder.’” Peygamber Efendimiz’in azatlısı Meymûne (r.a) şöyle rivayet eder: “Resûl-i Ekrem’e ‘Ya Resûlullah! Bizi Beyt’ül Makdis hakkında bilgilendir.’ dediğimde o (s.a.v) da şöyle demiştir: ‘(Orası) Mahşer ve manşerdir (Toplanıp yayıldığı yerdir). Oraya varıp namaz kılın! Zira orada kılınan bir namaz diğer yerlerde kılınan bin namaza denktir.’ Ben de ‘Peki, eğer oraya gitmeye gücüm yetmiyorsa? diye sorduğumda şöyle cevap vermiştir: ‘O zaman (Beytü’l Makdis’in) kandillerini yakmak için zeytinyağı yollarsın. Kim böyle yaparsa oraya gitmiş gibi olur.’” Ebu Hureyre (r.a) Resûl-i Ekrem’in (s.a.v) şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Şu üç mescitten başkasına yolculuk edilmez: Mescid-i Harâm, Mescid-i Resûl (Mescid-i Nebevî) ve Mescid-i Aksâ.” Hz. Aişe (r.a) anlatıyor: “Resûl-i Ekrem (s.a.v) (miraca çıkmak üzere) gece Mescid-i Aksâ’ya götürüldüğünde insanlar bunun hakkında konuşup duruyorlardı. Hatta kimileri dinden dahi döndü. Kimileri de inanıp tasdik etti. Bu haberi Hz. Ebu Bekir’e götürüp ona ‘Arkadaşından haberin var mı? Gece Beytü’l Makdis’e götürüldüğünü zannediyor.’ dediler. Hz. Ebu Bekir (r.a) ‘Gerçekten böyle bir şey söyledi mi?’ diye sorduğunda onlar ‘evet’ dediler. Bunun üzerine şöyle buyurdu: ‘Eğer böyle bir şey dediyse doğru söylemiştir.’ Onlar: ‘Gece Beytü’l Makdis’e gidip de sabahlamadan geri geldiğine gerçekten inanıyor musun?’ diye sorduklarında Hz. Ebu Bekir (r.a) şöyle der: ‘Evet, ondan da uzak şeylere de inanıyorum. Gece gündüz semâdan haber aldığına inanıyorum ya.’ İşte bu sebeple kendisine Ebu Bekir Sıddîk denilmiştir.” İsrâ (17/1) Sahih-i Müslim, No:520 Müsned-i Ahmed b. Hanbel, No:26558 Sünen-i Ebi Davud, No: 1741 Şerhu Müşkili’l Âsâr, İmam Tahavi, No:608 Sünen-i İbn Mace, No:1407 Sahih-i Buhâri, No:1189; Sahih-i Müslim, No:1397


SERGÂH DERGİ

TAVSİYE KİTAP


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.