1
Gökyüzü E-Dergi Aralık 2014 Gökyüzü E-Dergisi’nin tüm yayın hakları www.gokyuzudergisi.com web sitesine aittir. Bu e-dergi’den hiçbir içerik izin almaksızın kopyalanamaz ve kaynak gösterilmeden paylaşılamaz. Taıtım amaçlıdır, para ile satılmaz.
GENEL YAYIN YÖNETMENİ ÖMER FARUK YALÇIN GENEL YAYIN YÖNETMENİ YAR. DUYGU KURT YAZI İŞLERİ SORUMLUSU ALİ CAN SARIBOĞA EDİTÖRLER GÜLSÜM ÇAY İBRAHİM HALİL ÖZTÜRK MERYEM SUNNA YAZARLAR BÜŞRA ERDEM CEYLAN TURAN DİLARA YAVUZ EMRE KURT EMRE METİN HAKAN AKILLIOĞLU HAKAN BAYRAKDAR HAŞİM BERKİL HÜLYA TEFİL MUHAMMED SADIK OCAK ÖZGE GÖK ŞİFA TOK SÜMEYYE KARDAŞLAR KALİGRAFİ MÜNEVVER AKGÜN TASARIM VE DİZGİ ÖMER FARUK YALÇIN
2
İlk Sayıda Neler Var?
Psikoloji Nedir?
SAYFA6
12
4Bonzaiye
16 Bir Müzik 32 Dehası:
Hayır De!
DJ TİESTO
Giderek artan bonzai kullanımının önüne geçmek senin elinde! EFES’TEN ANAVARZA’YA BİSİKLET TURU
20 KELİMELER ALBAYIM BAZI ANLAMLARA GELMİYOR
28
BARFİ: AŞKIN DİLİ YOKTUR
26 NOBEL FİZİK ÖDÜLÜ JAPONLARIN
6Psikolojı Nedir?
22 TÜRK
Hayatımızda kazandığımız her şey, onu meydana getiren küçük parçacıklardan, nesnelerden oluşmuştur. Nasıl ki bir nesneyi sadece dış görünüşüne bakarak tanımlayamlayamıyoruz, insan ruhunu da sadece dışarıdan bakarak anlamlandıramayız.
8
Hindistan’ın Bağımsızlık Mücadelesi ve Gandhi
SİNEMASI
DAĞCILIK ÜZERİNE MUTEŞEM RÖPORTAJ
FİNALİNDE HERKESİN ALDIĞI KUPA DAĞIN ZİRVESİ
100 YAŞINDA! 32 MİLLİ
27 VUSLAT
MAKAMI
GURURUMUZ:
ATAK
29 MUHBİR YANILSAMASI
Giderek artan bonzai kullanımının önüne geçmek senin elinde!
gençliğin en mavi dergisi 3
Güncel
BONZAİYE DUR DE!
“
GİTTİKÇE YAYGINLAŞAN SENTETİK UYUŞTURUCU BONZAİ, GENÇ CANLAR ALMAYA DEVAM EDİYOR!
Sizlere bu sayımızda ülkemizde ve dünyada hızla yayılan bir uyuşturucu hakkında bilgiler vereceğim. Muhtemelen hepiniz duymuşsunuzdur ‘bonzai’yi. Son derece ölümcül etkisi olan bu maddenin uyuşturucu olarak ucuz bir şekilde elde edilebiliyor olması kullanımını ve bununla doğru orantılı olarak da ölümleri artırdı. 2009 yılında 200-300 lira arasında değişen fiyatı, şu sıralar 5 hatta 2 TL’ye kadar düşmüş durumda. Bu da yaygınlaşmasındaki en önemli etken. Bonzai eroinden, esrardan 100 kat daha zararlıdır. Ve bir defa dahi denenmiş olması bağımlısı olmak için yeterlidir.
Bonzai nedir?
Öncelikle, bonzai esrar ya da esrar türü değildir. Bonzai kimyasal bir uyuşturucudur, ve öldürür! Sentetiktir. Bir denemede dahi öldürme oranı %90’dır. Sokaklarda genel olarak “bonzai” olarak adlandırılan uyuşturucu gerçekte Sentetik Cannabinoid ismi altındaki birçok maddeden oluşmaktadır. Tamamen kimyasal olan bu maddeler bazı bitkilerin kurutulmuş yapraklarına emdirilerek yapılmaktadır. Ülkemizde kullanımın hızla artmakta olduğu bu uyarıcı madde üretiminde sıklıkla kullanılan ‘bonsai ağacının’ yaprakları sebebi ile bonzai adını almıştır. En önemli husus burada kurutulan madde olarak herhangi bir başka bitkinin yapraklarının da kullanılabiliyor olmasıdır. Bonzainin içindeki maddelerin tamamına yakınının ne olduğu henüz bilinemiyor. Ciddi bir şekilde terlemeyle birlikte bazı uyuşturucu maddelerde görülen ‘bad trip’, yani ölüm tribi insanları gerçekten de ölüme götürebilir. Bir anda gelişen korku, öldüğünü düşünme, halüsinasyonlar görme söz konusu olabilir; bu esnada kalp krizi görülme riski oldukça yüksektir. Ve bu kriz maddeyi kullanan kişileri ölüme götürebilmektedir.
Bonzai’nin zararları ;
1- Kan basıncında hızlı artış ve nabız yükselmesi 2- Şiddetli ağız kuruluğu 3- Göz kızarıklığı 4- Halüsinasyon hayal görme 5- Açlık hissi 6- Ortam seçememe, nerede olduğunu hatırlayamama
7- Geçici körlük 8- Geçici felç durumu
”
Bunların yanı sıra, kalp atışlarında şiddetli hızlanma, kalp krizi hissi, paranoya, aşırı terleme ve endişe/kaygı düzeyinde ciddi artışa neden oluyor. İlk 30 saniye süresinde esrara yakın etkiler görülür, ancak daha sonra zehirlenme, kalp atışı hızlanması, uyuşma ve felç riskini ortaya çıkarır. Tekrar tekrar belirtmek isterim ki; Bonzai kimyasaldır, esrarın etkilerine biraz benzeyen yapay bir uyuşturucudur! Kesinlikle esrar ile aynı değil; 100’lerce kat daha tehlikelidir! İşte bonzai kullanan kişilerin geldikleri durum;
Bonzai kullanmış ve o anları birebir yaşamış olan bir gencin anlattıkları şu şekilde; “Önce denge kaybı, sonra yavaşça bilinç yitimi ve geçici körlük olur. Sonra zaman ve mekan kaybı yaşarsınız, nerede olduğunuzu ne yaptığınızı unutursunuz. Normalde gayet net bildiğiniz bir şeyi hatırlamaya çalışırsınız ama hatırlamanız imkansızdır. Cümle bile kuramazsınız. Nefes almaya çalışırsınız sadece. Ölüme bu kadar yakın olamazsınız. Kalbiniz aşırı çarpar. Bilincinizi yitirirsiniz. Bir başkasına çok rahat zarar verebilirsiniz çünkü kendinizi rüyada sanırsınız; ya da kendinize çok ciddi zarar verebilir 9.kattan aşağı atlayabilirsiniz. Siz esrara benzediği için esrar kafasını yaşamayı beklerken 2 dünya arasında sıkışır kalırsınız. Bir an önce geçsin diye dua etmeye çalışırsınız. Sürekli ölüyormuşsunuz hissi olur ve bu çok ciddi bir his. Bunu tüm bilincinizle yaşarsınız. Hiç bir yerinizi hareket ettiremezsiniz. Bırak hareket etmeyi elinizi cebinize götürüp telefonu çıkarıp 112’yi bile arayamazsınız yardım çağırmak için. Eğer bu yazıyı okuyanlar arasında bunu denemeyi düşünenler varsa gidin kendinizi otobüsün altına atın daha iyi! Şaka yapmıyorum, düpe düz intihar bu madde, ötesi yok. Bonzai koması’na girmek istemiyorsanız denemeyin. Uyuşturucu komasının dönüşü yok. Az çok demeyin sakın kimse denemesin kimyasal bu! Bu yazıyı okuduktan sonra 1 kişinin bile kararı değişirse ne mutlu bana.” Bonzai kullanımının belirtileri; Bonzai kullananlarda, vücut sıcaklığı yükselir, ağrı duyusu azalır, hareketleri yavaşlar ve yüz ifadesi donuklaşır. Vücutlarını, kol ve bacaklarını farklı bir pozisyona sokarlar ve uzun süre öyle kalırlar. • Baş dönmesi • Halüsinasyon, hafıza kaybı, duygu ve düşünce bozuklukları, oryantasyon bozukluğu • Görme ve işitme ile ilgili, algıda bozukluklar • Geçici felç durumu, bilinç kaybı
4
daha bir çok bu tür maddelerden olabildiğince uzak duralım. Çevremizde kullanan yahut meyilli olan varsa uyaralım, bilinçlendirelim. Ülkemiz gençlerinin çok daha güzel işlerle uğraşması gerek. Çocukların her zaman yanında olalım. Küçüklerimize karşı kuralcı değil, onlarla arkadaş olalım.
}
• Ağrılı uyaranlara duyarsızlık, nöbetler ve koma • Çarpıntılar, ritim bozuklukları, kalp atışlarının artması, nabız yükselmesi, kan basıncında (tansiyonda) hızlı düşme, şok, kalp krizi • Nefes darlığı, öksürük, kas kasılması, göğüs ağrıları • Ağız kuruluğu, bulantı ve kusma, yutma güçlüğü, • Karın ağrıları ve kanamalar gibi mide bağırsak etkileri • Hareket bozuklukları, kaslarda ağrı, sertlik ve kramplar • Kan şekeri düşüklüğü • Açlık hissi, iştah bozuklukları, sıvı kaybı • Elektrolit bozuklukları, vücut ısısının yükselmesi, aşırı terleme gibi metabolik bozukluklar. Bonzaiden kurtulmak elbette mümkün. Öncelikle kişinin kendisinin istemesi çok önemlidir. İçmemek değil, içmek öldürür! Hastanelere başvurulduğunda bununla ilgili uzmanların bonzai kullanan kişilere tedavi uygulamasıyla bırakılabilir. Değerli okur, bonzaiden, uyuşturucudan, esrardan ve
}
BONZAİ KULLANMA
KULLANDIRMA! 5
Psikoloji
Psikoloji Nedir? Merhaba değerli Gökyüzü okuyucuları, bundan böyle Psikoloji kategorisinde bendeniz Şifa Tok sizlerle beraber olacağım inşaallah. Az ya da çok, eksik ya da tam bildiklerimi ve öğrendiklerimi sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Bu yazımda öncelikle sizlere psikolojinin ne olduğunu, ne olmadığını ve araştırma alanları hakkında bilgi vereceğim.
Ψ
Psikoloji; Yunanca kökenli bir kelime olup 'psyche' ve 'logos' kelimelerinden türemiştir. 'Psyche' Yunanca'da 'zihin', 'logos' ise 'bilim' demektir yani 'zihin bilimi'. Geçmişten bu yana 'ruh bilimi', 'zihin bilimi' olarak tanımlanan psikoloji, günümüzde daha çok 'insan davranışları bilimi' olarak tanımlanıyor çünkü ruh bilimi Yunan alfabesinde PSİ harfi denildiğinde insanların zihninde daha çok astroloji gibi algılanıyor ve psikolojinin asıl araştırma konusu sadece insan ruhu değil; insan davranışları, duyguları ve düşünceleridir. Bu kategorileri de her yaş grubuna göre farklı farklı inceler. Örneğin dört yaşındaki bir çocuğun davranışları (yürümesi,konuşması,yüz ifadeleri) ile 20 yaşındaki ya da 60 yaşındaki bir insanın davranışları ve hisleri aynı şeyi ifade etmez. Buradan da anlaşıldığı gibi psikoloji, içerisinde çok geniş alanlar barındıran bir bilimdir. Psikoloji alt dalından olan gelişim psikolojisi; doğum öncesinde başlayıp insanın ölene kadar çeşitli evrelerdeki temel ihtiyaçlarının neler olduğunu ve bu ihtiyaçlara insanların nasıl tepki verdiklerini inceler. Örneğin; bebeklik, çocukluk, ergenlik, yetişkinlik ve yaşlılık gibi süreçlerde insanın hangi tür davranışlar ve tepkiler sergilediklerini inceler. Gelişim psikolojisi doğum öncesinden başlar dedik mesela çocuk daha doğmadan annenin kişiliğine göre şekil almaya başlar. Çocuğun doğmadan önce gelişimini gelişim psikolojisi içerisinde incelemek mümkündür. Gelişim psikolojisi gibi deneysel psikoloji de çok kapsamlı bir alana sahiptir. Deneysel psikoloji sadece insan üzerinde değil aynı zamanda laboratuvar ortamında fare gibi çeşitli hayvanlar üzerinde de araştırmalar yapar ve çoğu kez fareler üzerinde yapılan araştırmalar daha net sonuçlar vermiştir. Başka bir alan olan trafik psikolojisinde de çok enteresan bilgiler vardır. Günlük hayatımızda da şahit olduğumuz gibi normalde sakin olan
insanların dahi trafikte agresifleşmesi ve saldırganlaşmasının sebepleri, trafikteki farklı tür araçların, insanların davranışlarını farklı şekilde etkilemesi gibi pek çok değişik bilgileri trafik psikolojisinde incelemek mümkündür. Psikoloji bunun gibi pek çok alt dala sahip bir bilim dalıdır ve her geçen gün araştırma alanı genişlemektedir. Psikolojide önemli olan iki şey vardır. Bunlardan ilki hayatımızda kazandığımız her şeyin, onu meydana getiren küçük parçacıklardan, nesnelerden oluşmasıdır. Nasıl ki bir nesneyi sadece dış görünüşüne bakarak tanımlayamadığımız gibi insan ruhunu da sadece dışarıdan bakarak anlamlandıramayız. Bir elma dışarıdan bakıldığında sadece bir elmadır ancak tadına baktığınızda onun tatlı, ekşi ya da mayhoş olduğunu anlarsınız. Tıpkı bunun gibi insan ruhunu da tanımlayabilmemiz için böylesi bir analize ihtiyacımız var.
Psikolojide bu yöntem 'iç gözlem' olarak ya da 'öznel yöntem' olarak bilinir. İkinci olarak ise iç gözlemi tamamlayacak bir dış gözleme ihtiyaç duyulur. Bu yöntem ise 'nesnel yöntem'dir. 6
Genel olarak insanların başkaları hakkındaki ilk düşünceleri, ön yargıları nesnel yönteme dayanarak oluşur. Fakat psikoloji bu iki yöntemi de özümseyerek davranış, duygu ve düşüncelerin analizini yapmaya çalışır. Bir maddeyi ya da nesneyi sadece parçalarına bakarak anlamlandıramadığımız gibi salt bütüne bakarak da anlamlandıramayız veya farklı anlamlar yükleyebiliriz. Örneğin yandaki resim aynı resim olmasına rağmen ya bir vazo yada iki tane yüz olarak görülebilir fakat bu ikisi asla aynı anda görülemez. Yada William James'in akıntı metaforundaki gibi; akıntının içindeki su taneciklerine odaklanırsanız, bütünün güzelliğini ve özelliğini farkedemezsiniz. Sağdaki resimde nesneler arasında ki boşluklar beynimiz tarafından gözardı edilir ve çizgileri tamamlarız ve üçgen daireler gibi bildiğimiz şekiller oluştururuz. Burada parçadan bütünü görebilme önemlidir. Tüm bunlardan da anlaşıldığı üzere Psikoloji, zihinsel ve davranışsal süreçlerin incelenmesidir. Psikolojinin temel merak konuları; insandaki işleyiş mekanizmasına sebep olan şeyin ne olduğu ve insanların dünyayı nasıl algıladıkları konusudur. Bu basit düşünceler duygu ve düşünce süreçleri, hatıralar, rüyalar,kişilik,hastalık ve tedavi gibi pek çok farklı ve kompleks konuları kapsamaktadır. Psikolojinin temelleri Antik Yunan Çağı'na dayansa da o zamandan itibaren hızlı bir şekilde genişleyerek tıp, sosyoloji, antropoloji, biyoloji, dil bilim, hatta spor, tarih, ve aşk gibi bilimsel çalışmalar ile birlikte bilim haline gelmiştir.
7
“Psi
kolojide önemli olan iki şey vardır. Bunlardan ilki hayatımızda kazandığımız her şeyin, onu meydana getiren küçük parçacıklardan, nesnelerden oluşmasıdır. Nasıl ki bir nesneyi sadece dış görünüşüne bakarak tanımlayamadığımız gibi insan ruhunu da sadece dışarıdan bakarak anlamlandıramayız.”
Tarih
Hindistan’ın Bağımsızlık Mücadelesi ve
Gandhi
HİNDİSTAN dünyanın en gelişmiş uygarlıklarından biridir. Bu bölgede büyük imparatorlukların, uygarlıkların kurulması ve yıkılması dünyanın bazı bölgelerinden daha önce gerçekleşmiştir. Yüzyıllar boyunca değişik ırk, kültür, dil ve dinlerin bir arada var olmaya çalıştığı Asya’nın İncisi olarak bilinen Hindistan birçok devlet için kârlı görünen bir toprak parçasıydı. Bu zengin topraklarda miladın ilk yıllarında başlayıp Hindistan bağımsızlığını kazanana kadar bir çok devlet hüküm sürmek istemiştir. Hindistan Üzerinde hüküm sürmek ve etki kurmak isteyen devletler kendi siyasi yapılarını da bu bölgeye adapte etmeye çalışmışlardır. Bu konuda en başarılı devletler ise Moğollar ve İngilizler olmuştur.
Ümit Burnu’nun Portekizli denizci Bartolomeu Dias tarafından keşfinden sonra artık dünyanın diğer devletleri tarafından da kolay ulaşılabilecek bir bölge olması Hindistan ve bölgede yaşayan halk için pek de olumlu sonuçlar doğurmayacaktı. Hindistan’daki ilk sömürge yönetimi İngiliz kraliyet ailesinin ticaret tekelini eline verdiği British East IndiaCompany tarafından kurulmuştu. Klasik İngiliz
sistemiyle hareket eden bu şirket Hindistan’ı da böl ve yönet politikasıyla üzerlerinde etki kurabildikleri prensliklere böldüler ve istedikleri gibi sorunsuz bir şekilde, uzun bir dönem idare ettiler. Miladın ilk yıllarında her ne kadar misyonerler tarafından Hindistan’a hristiyanlık yayılmaya çalışılsa da ingilizler döneminde bu çok aktif bir politika olarak kullanılmamıştır. İngilizler daha çok dillerini bölgeye empoze etmeye çalışmışlar ve başarılı da olmuşlardır. Bundan dolayı bugün Hindistan dünyada İngilizceyi ingilizlerden sonra en iyi şekilde kullanan ülkeler sıralamasında en üst basamaklarda yer almaktadır. 1600 yılında temelleri atılan bu sömürge yönetimi 1800’lü yıllara geldiğinde Hindistan’ın neredeyse tamamını İngilizlerin egemenliği altına almayı başardı. İngilizler Hindista’nın bir çok bölgesinde demir yolu ağını geliştirmiş bu sayede ingiltereden getirilen işlenmiş ürünlerin Hindistan’ın bir çok bölgesine yayılmasını sağlamışlardır. İngilizler için bölgede yaşayan halkın dini, kültürü, statüsü veya ırkı o kadar önemli değildi. Önemli olan
8
Hindistan’dan para kazanmaktı ve bunu en iyi şekilde de yapıyorlardı. İngilizler Hindistanı sadece sömürmemiş kendi köklü devlet ve siyasi yapılanmalarının bir benzerini Hindistan’da oluşturmuşlardır. 19. yüzyılın ortalarına gelindiğinde ise bağımsızlık mücadelesinin başlangıcı olan ilk tepkiler ortaya çıkmaya başladı. İlk başlarda pek umursanmayan bu bağımsızlık hareketi daha sonra İngilizlerin aldığı sert tedbirler sonucunda kontrol edildi. Bu bağımsızlık hareketi 20. yüzyılın başlarında MahatmaGandhi önderliğinde yeni bir ivme kazandı.
MAHATMA GANDHİ DÖNEMİ BAĞIMSIZLIK MÜCADELESİ İngiliz sömürge yönetimine karşı gelişen Hint bağımsızlık hareketinin önderi olan MahatmaGandhi modern Hindistanın kurucusu olarak da görülmektedir. Arabuluculuğu ve uzlaşmacı kişiliğiyle tanınan, sömürgeciliğe ve ırkçılığa karşı olan Gandhi, İngiliz yönetimine karşı siyasal hedeflerine ulaşmak için pasif bir direniş uygulamış ve sorunların barışçıl yöntemlerle giderilmesi gerektiğini savunmuştur. Gandhi’nin bağımsızlık mücadelesini başarıya taşımasındaki en önemli unsurlar içerisinde bağımsızlık hareketini sadece orta sınıfın desteklediği bir hareket görünümünden çıkartarak köylülere de mal etmesidir. Dindar bir ortamda yetişen Gandhi İngiltere’de hukuk öğrenimi gördükten sonra ülkesine dönüp kısa bir süre avukatlık yapmış; ardından bir başka İngiliz sömürgesi olan Güney Afrika’ya giderek buradaki Hint firmalarında çalışmıştır. Daha sonra ülkesine tekrar dönen Gandhi bir süre siyasal yaşamdan uzak dursa da İngiliz yöneticilerin uyguladığı sert ve baskıcı politikalar sonrasında 1919’dan itibaren Hindistanın bağımsızlığı için protesto eylemleri düzenlemeye başlamıştır. Hindistanın dört bir yanında başarılı bir örgütlenme yapısı oluşturan Gandhi, İngiliz mallarının boykot edilmesi de dahil bir çok yöntemle direnişin düzeyini arttırmıştır. Bagımsızlık mücadelesi süresince birçok engelle karşılaşan Gandhi 2 yıl hapis yattıktan sonra mücadelesinin dozunu arttırarak Hindistan’ın bağımsızlığı için savaş vermiş ve tarih haziran 1947’yi gösterdiğinde Hindistan bağımsız devletler arasındaki yerini almıştı. Gandhi; dil, din, ırk ayrımı yapmadan, yüzyıllar boyunca bir arada barış içinde yaşayan insanların oluşturduğu Hindistan’ın din esaslı bir ayrıma uğrayarak Pakistan ve Hindistan olarak ikiye bölünmesine karşı çıkmıştır. Bölünme sonrasında meydana gelen dinsel olayları yatıştırmaya çalıştığı dönemde kendi ülkesinin bir vatadaşı tarafından vurularak öldürülmüştür. Hindistan, bağımsızlığa kavuştuktan sonra diğer dünya ülkeleri gibi diktatörlüklere, askeri yönetimlere veya yabancı işgallerine sürüklenmemiş ve İngilizler döneminde oluşturulan kendine has bürokrasisiyle dünyanın en kalabalık demokrasisini hayata geçirmiştir. 9
Duygularınıza dikkat edin;davranışlarınıza dönüşür… Davranışlarınıza dikkat edin;alışkanlıklarınıza dönüşür… Alışkanlıklarınıza dikkat edin;değerlerinize dönüşür… Değerlerinize dikkat edin; karakterinize dönüşür… Karakterinize dikkat edin; kaderinize dönüşür…
Mohandas Karamçant (Mahatma) Gandhi
TÜRKİYE’NİN EN
10
N MAVİ DERGİSİ
11
Atlas
a y ’ a z r a av n A n e Efes’t
u ğ u l u c l o Y t e l Bisik Hakan Akılıoğlu !
Sayfası Serüvenin 3. n re ü S n ü G 20
Yazı Dizisi - 3
M
Y
-Ülkemizin en turistik yerlerinden birisi olan Bodrum, Datça ve Can Yücel'i ziyaretimizin ardından konaklamak için seçtiğimiz güzel bir kamp alanı Çubucak Kamp Alanı var.
B
erhaba Gökyüzü Dergisi'nin birbirinden renkli okuyucuları... İzmir’den Adana’ya uzanan maceralı yolculuğumuzun 3. bölümünde sizlerle yeniden beraberiz. Bu yazımızda neler var kısaca bahsedersek;
M
iletos Antik Şehri'ni ziyaret ettikten sonra Didim’e gelip kamp yeri aramaya başladık. Didim’de önce okul bahçesinde kalmayı planlarken orada kalmamıza izin verilmeyince, yol üzerinde rastladığımız cemevine gidip bahçelerinde gece konaklamak için izin istedik. Sağ olsunlar, gerekli izni alınca çadırımızı hemen bahçeye kurduk. Bahçeden gökyüzü, yıldızlar harika görünüyordu... Matımı alıp gökyüzüne bakarak uyumayı hayal ettim bir an. Yıldızları seyretmek ve hayallere dalmak tüm yorgunluğumuzu alıp götürüyordu. Sporcu disiplinini bozmayıp düzenli uyku için erken saatte uykuya geçiyoruz.
S
abah 6’da uyanıp Bodrum’a gitmek için yola koyulduk.Yolda başıma gelen ilginç şeylerden birisi ise bisikletle hareket halindeyken arının sokmasıydı. Hareket halindeyken üzerime gelip tişörtümün içine girmişti, tüm olanlar o anda oldu işte.
ola devam ederken karşımıza çıkan %10 eğimi bulan yokuşlar bizi canımızdan bezdirmeye yeter de artardı, ta ki o tabelayı görene kadar. Muhtemel ki bir bisikletli arkadaş, yokuşun verdiği o hazdan sonra tabeladaki işaretin yanına, bisiklet çizerek bizim tebessüm etmemizi sağlamıştı. odrum yollarını ele alacak olursak gördüğüm en iyi yollardan birisi buradadır. Bodrum’a girmeden yolda bir beyefendi ile karşılaşıp muhabbet etme şansımız oldu. Bizi çadır konaklaması için daha uygun bir alana, Bodrum’a 17 km uzaklıktaki Yalı Beldesi Sahili'ne yönlendirdi. Ege Bölgesi'nin matematik konumundan dolayı gün batımı burada akşam 9’u bulmaktaydı. Sahil bölgesinde kalmak demek, gece epey rüzgara maruz kalmaktı.
B
odrum'un, Türkiye’nin en turistik yerlerinden birisi olduğu aşikar. Her yerde yerli yabancı çok fazla sayıda turiste rastlıyoruz. Yerleşimi ve bulunduğu konumu açısından insanı burada kalmak için cezbediyordu. Bodrum’da Bitez Dondurmacısı'nın dondurmaları tavsiyemizdir. BODRUM SU ALTI ARKEOLOJI MÜZESI
B
odrum Kalesi , Bodrum’un simgesi haline gelmiş ve bugün Sualtı Arkeoloji Müzesi olarak kullanılmaktadır. Ayrıca, 33.5 dönüm genişliğindeki bir arazi üzerine kurulmuş olan kalede açık mekanlarda da eser sergilenmektedir. Müze, 1995 yılında Avrupa'da Yılın Müzesi Yarışması'nda "Özel Övgü" ödülünü 12
almıştır. Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi özellikleriyle alanında Türkiye’de tek, dünyada ise sayılı müzeler arasındadır. İç Kale içinde değişik ülke adları verilmiş kuleler dikkat çekmektedir. En yüksek kule deniz seviyesinden 47,50 m yükseklikte olan Fransız Kulesi'dir. Diğer kuleler İtalyan Kulesi, Alman Kulesi, Yılanlı Kule ve İngiliz Kulesi'dir.
B
odrum Kalesi'ni ve Sualtı Arkeoloji Müzesi'ni gezdikten sonra Datça feribot seferi saatine kadar Bodrum merkezde dolaştık. Ardından bisikletlerimizi feribota yerleştirdik. Bodrum-Datça feribot geçişi yolumuzu önemli ölçüde kısaltacaktı.
D
atça’ya girdikten sonra ilginç bir bisikletle karşılaştım. Sonradan o bisikleti kullanan kişinin bizi bilgilendirmesiyle öğrenmiş olduk. Türkiye’de sadece kendisi rekümbent bisiklet kullanıyormuş. Rekümbent bisiklet, sürücüsünün yatarak kullandığı eliptik bisiklet olarak bilinmektedir.
D
atça’yı da dolaşıp yolumuza devam ederken, tanıştığımız rekümbent bisikletli arkadaşta Aktur mevkiine kadar bize eşlik ediyor. Aktur plajını birlikte ziyaret ettikten sonra ekipten ayrılarak Datça’ya geri dönüyor.
B
iz ise doğa harikası Çubucak Kamp Alanı'na doğru ilerliyoruz. Burası denize sıfır noktada, oldukça yeşillik bir alanın içerisinde. Buraya gelen herkes memnun ayrılacaktır. Ertesi gün doğanın mükemmelliğini daha fazla görebilmek için biraz daha kalmaya karar veriyoruz. Akşamında ise sahilin hemen kenarındaki masalardan birine oturup dostlarla muhabbet ediyoruz. ''Deniz ve Mehtap'' şarkısı yazılmamış olsaydı sanırım burada biz yazardık. Ay ışığı denize öyle güzel vuruyordu ki sabaha kadar oturup mehtabı seyredesiniz gelir.
A
rkadaşın bizi yönlendirmesiyle Datça’da bisiklet dostu bir abimizin evinin bahçesinde çadır konaklaması yaptık. Datça’da dolaşmamız gereken yerlerin tarifini alıp, bisikletli seyahat üzerine sohbet imkanı bulduk. Erken kalkan yol alır sözüne mutabık kalarak kahvaltının hemen ardından öncelikle Can Yücel’in mezarını ziyaret ediyoruz. Mezarda yazılı olan söz dikkatimi çekiyor. Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi! '' Can Yücel
A
rdından Can Yücel’in yaşamında sürekli uğrak yerlerinden olan kahvehaneye oturup ondan geriye kalan eşyaları inceledik. Duvarlarda, onun resimleri ve yazıları mevcuttu. Ayrıca birçok ziyaretçi buraya gelmektedir. Can Yücel’in evini soruyoruz, orayı da gezip ziyaretimizi tamamlamak için... Ancak gittiğimiz dönemde, eşi Can Yücel'in evini ziyarete kapatmış. Nedeni ise yakın dönemde Can Yücel’in mezarının tahrip edilmesiymiş. Bir insanın mezarı neden tahrip edilir ki? Anlamış değilim,doğrusu. 13
G
ünün ilk ışıklarıyla kendimizi iskelenin yakınında, denizin soğuk sularına bıraktık. Buranın hemen ilerisinde Marmaris vardı. Bizim hedefimiz ise Akyaka’ya geçip geceyi orada geçirmek... Bu yüzden Marmaris’i es geçiyoruz. Belirli bir gün içinde Adana’ya geçeceğimiz için rotamızın çok dışına çıkmıyorduk.
Y
azıyı sonlandırırken Ege şivesiyle yaşadığım bir anıyı da paylaşmak isterim. Yol üzerinde bir camiye yüzümüzü yıkayıp sularımızı tazelemek için giriyoruz. Ardından orada bulunan yaşlı amcalarla selamlaşıp sohbete başlıyoruz. -Sen ne yapıyorsun ? -Öğrenciyim amca , Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliği'nde okuyorum.
-Şimdi sen ordan ne çikcen :) ( Önce bir afallıyorum ardından soruyu anlamak için amcaya 3 saniye kadar bakıyorum, sonradan anlıyorum.) -Öğretmen olarak çikcem :)
14
Deniz ve Mehtap
deniz ve mehtap sordular seni, neredesin? nasıl derim terketti bırakıp beni gitti anladılar ki aşkımız bitti.. alay ettiler benle hep sen oldun bunlara bak sebep mehtap dedi gördüm ah onu belinde erkek kolu deniz güldü halime bir avuç su verdi elime biterse gözyaşın al dedi doldur tekrar yerine... rüzgar ve martı sordular seni, neredesin? nasıl derim terketti bırakıp beni gitti anladılar ki aşkımız bitti alay ettiler benle hep sen oldun bunlara bak sebep martı dedi gördüm ah onu belinde erkek kolu rüzgar güldü halime dedi gidelim düş önüme gidemem dinle martıları bitmiyor alayları...
Çubucak Kamp Alanı
15
Müzik
DJ’lerin kralı
Dev konserlerin adamı, DJ’lerin padişahı Tijs Verwest, nam-ı diğer Tiesto’ya bu ay dergimizde yer verelim istedik! Yaşını hiç göstermeyen ünlülerden olan dinamik DJ Tiesto 1969 yılında Hollanda’da dünyaya geldi ve ocak 16’da tam 46 yaşında olacak! Tiesto DJ’lik hayatı boyunca bir çok takma isimle piyasaya çıktı fakat biz onu Tiesto oldu olalı bildik. Delerium, Silence Rmx ve Samuel Barber`ın Adagio for Strings parçasına kattığı kendi yorumuyla kulaklarımızda yer doldurmuş olan Tijs, 1980lerde başladığı DJ’lik hayatında Mix Mag gibi müzik otoriteleri tarafından yapılan oylamamalarla “The Greatest DJ Of All Times” (Tüm Zamanların En İyi DJ’i) ödülünün sahibi oldu. 1990 yıllarda oluşan müzik türlerinden Trance alanında ürünler vermeye devam eden Tiesto megastarımız Tarkan’ın da Pare Pare adlı parçasına Mix yaparak Türk müziğine de el atmıştı. Tiesto’nun dikkat çeken özelliklerinden bir diğerini de kendisine has logosu olarak gösterebiliriz. Konserlerdeki duruşunu temsilen tasarlanan logoda kuş figürü yer alıyor. Tiesto’nun birbirinden güzel müziklerine ve derleme duvar kağıtlarına işte tam web sitemiz üzerinden ulaşabilirsiniz!
16
ALBÜMLERİ:
2001 In My Memory 2002 In My Memory - Remixes 2003 Nyana 2004 Just Be 2004 Parade of the Athletes 2004 Parade of the Athletes: Unmixed 2006 Just Be: Remixed 2007 Elements of Life 2008 Elements of Life: Remixed 2009 Kaleidoscope 2010 Kaleidoscope: Remixed 2011 Kiss From The Past / as Allure 2014 A Town Called Paradise
BAZI MIX’LERİ
Forbidden Paradise 3: The Quest for Atlantis (1995) Forbidden Paradise 4: High as a Kite (1995) Forbidden Paradise 5: Arctic Expedition (1996) Lost Treasures: Isle of Ra (1996) Lost Treasures: Concerto for Sonic Circles (1996) Forbidden Paradise 6: Valley of Fire (1996) Magik One: First Flight (1997) Lost Treasures: Creatures of the Deep (1997) Forbidden Paradise 7: Deep Forest (1998) Space Age 1.0 (1998) Magik Two: Story of the Fall (1998) Magik Three: Far from Earth (1998) Global Clubbing: The Netherlands (1998) Space Age 2.0 (1999) Live at Innercity: Amsterdam RAI (1999) Magik Four: A New Adventure (1999) DJ’s For Warchild (1999) In Search of Sunrise (1999) 2000’li yıllar Magik Five: Heaven Beyond (2000) Magik Six: Live in Amsterdam (2000) Summerbreeze (2000) In Search of Sunrise 2 (2000) Revolution (2001) Puschkin Presents DJ Tiësto - Exclusive Black Hole Mix 2001 (2001) Magik Seven: Live in Los Angeles (2001) In Search of Sunrise 3: Panama (2002) Nyana (2003) World Leader (2003) Tiësto presents Magik Muzik (2004) Perfect Remixes Vol. 3 (2005) In Search of Sunrise 4: Latin America (2005) In Search of Sunrise 5: Los Angeles (2006) 17
BAZI SINGELLER’LARI
1994 “Spiritual Wipe Out” (Da Joker) 1994 “Arabsession” (DJ Limited) 1994 “In the Ghetto” (Da Joker) 1994 “Trip To Heaven” (T-Scanner) 1995 “The Kiss” (DJ Yves & DJ Maikel) 1995 “666” (Glycerine) 1995 “Porpoise” (West & Storm) 1997 “Blaze of Night” (Hammock Brothers) 1997 “Gimme Some Sugar / Bleckentrommel” (Tiësto, Montana & Storm) 1997 “Final Majority” (Main Men) 1998 “Our Love” (Roze) 1998 “Small Town Boy / Above The Clouds” (Andante) 1998 “Never Enough” (Clear View) 1998 “Subspace Interference” (Control Freaks) 2000 “Dreamtime” (Vimana) 2000 “Tenshi” (Gouryella) 2000 “Eternity” (“Alibi”) 2000 “Wonder? / Wonder Where You Are?” (Major League) 2000 “No More Tears” (Allure) 2000 “Wasteland” (Kamaya Painters) 2000 “We Ran at Dawn” (Allure) 2001 “Flight 643” 2002 “We Came” (Ferry Corsten ile) 2002 “643 (Love’s on Fire) (feat. Suzanne Palmer) 2002 “Obsession” (Junkie XL ile) 2002 “In My Memory” (feat. Mandalay) 2002 “Magik Journey” 2003 “Traffic” 2004 “Love Comes Again” (feat. BT) 2004 “Just Be” (feat. Kirsty Hawkshaw) 2004 “Dallas 4pm” 2005 “Adagio for Strings” 2005 “UR/A Tear in the Open” (feat. Matt Hales) 2005 “The Loves We Lost” (Allure) 2006 “Dance4life” (feat. Maxi Jazz) 2007 “In the Dark” (feat. Christian Burns) 2011 “Show Me The Way” (featuring JES) (as Allure) 2011 “On The Wire” (featuring “Christian Burns”) (as “Allure”) 2011 “Work Hard, Play Hard” (With “Kay”) 2011 “Maximal Crazy” 2011 “Tornado” (With “Steve Aoki”) 2011 “What We Can Do (A Deeper Love)”(featuring “Anastacia”) 2012 “Chasing Summers” 2012 “Miami” (Unreleased Track) 2012 “We Own The Night” (with “Wolfgang Gartner”) (featuring “Luciana”) 2013 “Take Me” ft. Kyler England 2013 “Red Lights”(featuring “Michel Zitron”)
GÖKYÜZÜ 18
Fotoğraf: Muhammed Sadık Ocak
Ü DERGİSİ 19
Edebiyat
Kelimeler Albayım, Bazı Anlamlara Gelmiyor Sümeyye Kardaşlar
Bazı kitaplar vardır, okudum deyip bir kenara koyamazsınız onları. Arada bir açıp okuma ihtiyacı hissedersiniz. Bitti diye üzülmezsiniz çünkü her okuduğunuzda farklı hisler uyandırır. Eğer bu yazıyı okuyorsanız eminim sizin hayatınızda da yer etmiş böyle kitaplar var. Benimkini herkes biliyor, hemen her yazımda bahsediyorum. Bu yazımda da bahsedeceğim müsaadenizle. :)
O
ğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ının gölgesinde kalmış ikinci romanı Tehlikeli Oyunlar hakkında konuşalım mı biraz? Bu iki kitabı karşılaştırmadan önce Tutunamayanlar’ı okumadıysanız -ki Tutunamayanları bitiremeyenler diye büyük bir kitle olduğunu biliyorum ve onlar aramızdalardergimizdeki “Tutunamayan bir adam: Oğuz Atay” başlıklı yazıma göz atabilirsiniz.
O
ğuz Atay hayat karşısında güçsüz, çaresiz, umutsuz ve benlik problemi yaşayan insanların peşine düşüyor romanlarında. Karakterlerine seçtiği isimlerde görebiliyoruz bunu. Öz benliğini arayan Turgut Özben ve kendisi olmaya çalışan ama bir türlü olamayan Hikmet Benol… “Ben”lik sorunu… Zaten başkalarını anlatarak aslında kendinizi anlatmaya çalışıyorsanız, siz de bir Oğuz Atay karakterisiniz demektir
20
O
ğuz Atay’ın söz konusu her iki kitabında da gizli bir ego ile karşı karşıyayız. Tutunamayanlar’da Tur-
gut’un hayali hizmetkarı Olric, Tehlikeli Oyunlar’da ‘komşu albay’ olarak çıkıyor karşımıza. Kitap boyunca acaba albay gerçek mi yoksa Hikmet’in kafasında yarattığı bir karakter mi diye düşünüp durdum. Sanırım gerçekten Hikmet’in böyle bir komşusu var, ancak kitaptaki diyaloglar, daha doğrusu monologlar gerçekten albayla gerçekleşmiyor. Hikmet karşısında albay varmış gibi kendi iç sesiyle konuşuyor aslında. Tutunamayanlar’dan en büyük farkı da bu bilinç akışı zaten. Okuyucu hangi diyalogların gerçek hangilerinin Hikmet’in şizofrenik iç sancıları olduğunu anlayamıyor. Karışık bir anlatım tarzı ama yine de bir bütünlük var kitapta.
S
elim Işık ve Hikmet Benol’un en büyük ortak özelliği düşünmekten yaşamaya fırsat bulamamış olmaları. İkisi de okudukları kitapları fazlasıyla ciddiye alıp kelimeler uğruna harcıyorlar hayatlarını. Hayal dünyasında yaşıyorlar adeta, gerçek hayata adapte olamıyorlar. Kabuklarının dışına çıkmaya korkuyorlar.
A
ralarındaki en belirgin fark ise Selim içine kapanık, sürekli kendini suçlayan ve pişmanlıklarının altında ezilen bir adam iken Hikmet, yaptığı hatalar için bile hep başkalarını suçlayan, mızmız, dırdırcı bir adam profili sergiliyor. Hikmet ne kadar zayıf bir karakter ise albay da bir o kadar güçlü bir tavırla hareket ediyor. Daha doğrusu Hikmet o şekilde hayal ediyor belki de. O kısımlar muallak.
O
ğuz Atay günlüğünde şu şekilde bahsetmiş Hikmet’ten: “Hikmet herkes namına herkesin yaşantısını öldüresiye sıkıcı buluyor. Onların yaşamadığı sıkıntıyı, sanki onlar adına Hikmet duyuyor. Bu nedenle bitiremiyor belki yaşantılarını; sonuna kadar yaşayamıyor. Belki de değil. Belki bir yaşantıyı sonuna kadar sürekli izlemenin bitirmenin, bir çeşit ölüm demek olduğunu hissediyor. Yarım yaşantılar sürdürerek, bütün ölümlerden kaçıyor.” (Günlük, Oğuz Atay, İletişim yayınları)
K
itapta bahsedilmesi gereken iki önemli karakter de Sevgi ve Bilge. Sevgi, Hikmet’in eski karısı. Ondan daha içe kapanık, suskun, çekingen ve sürekli üşüyen bir kadın. Bilge ise aksine neşeli, dışa dönük, hayata tutunmuş bir kız. Bunlar Hikmet’in hayatına girmiş iki önemli kadın ve zıtlıkları çağrıştırmaları açısından önem taşıyorlar. Çok göz önünde olmamakla birlikte Hikmet’in düşüncelerinde görüyoruz onları sadece. Anlayacağınız kitap tamamen Hikmet’in iç hesaplaşmalarından oluşuyor. Gelgitleri, hayatına girip çıkmış herkesle yaşadığı çekişmeler ve bütün bunları anlamlandırma çabası… Düşüncelerine yön veremiyor. Her şeyin bir oyun olduğuna inandırmak istiyor kendini.
B K
u arada kitabı okuyacak olanlara tavsiyem, biliyorum zaten okumayacaksınız ama yine de söyleyeyim, önsözü okumayın. Çünkü yazan kişi ne akla hikmetse kitabın sonunu yazmış önsöze. İnsan sinir olmadan edemiyor. itap hakkında söyleyeceklerim bu kadar sevgili okuyucu. Bazı anlamlara gelmeyen kelimelerin peşindeki Hikmet’i okuyacaksınız bu romanda. Anlatmak isteyen ama anlatamayan, anlaşılmak isteyen ama anlaşılamayan bir Hikmet göreceksiniz. Albay’ına seslenecek Hikmet. Diyecek ki:
“Fakat, Allah kahretsin, insan anlatmak istiyor albayım; böyle budalaca bir özleme kapılıyor. Bir yandan da hiç konuşmak istemiyor. Tıpkı oyunlardaki gibi çelişik duygular altında eziliyor. Fakat benim de sevmeye hakkım yok mu albayım? Yok. Peki albayım. Ben de susarım o zaman. Gecekondumda oturur, anlaşılmayı beklerim. Fakat albayım, adresimi bilmeden beni nasıl bulup anlayacaklar? Sorarım size: nasıl? Kim bilecek benim insanlardan kaçtığımı? Ben ölmek istiyorum sayın albayım, ölmek. Bir yanda da göz ucuyla ölümümün nasıl karşılanacağını seyretmek istiyorum. Tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan; bir yandan da kılına zarar gelmesin istiyor. Küçük oyunlar istemiyorum albayım.” 21
Sinema
TÜRK SİNEMASI’NDA
100. YIL Yazı Disizi - 2
Merhabalar Gökyüzü Ailesi! Türk Sineması'nın 100. yılına ithafen hazırlanan yazı dizimizin ikinci bölümündeyiz.Günümüzde hâlâ çay içerken, zaplarken, ailecek, tek başımıza binbir türlü hâl içinde izlediğimiz güzide sinemamızın güzide eserleri hakkında "Bunları Biliyor muydunuz?" mahiyetindeki bölüme geçelim. Ola ki ileride bir bilgi yarışmasına katıldığınızda işinize yarayacak bu bilgiler size ufak çaplı meblağlar olarak dönebilir. İşte o vakit ben muhtemelen yerimde olacağım, aklınızda bulunsun.
TÜRK SİNEMASI’NA DAİR
1 BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ
Türk Sineması’nın çekilen ilk filmi Fuat Uzkınay ‘ın "Ayastefanos'taki Rus Abidesinin Yıkılışı" filmidir. Film hakkındaki kopyalamalı yapıştırmalı kısaca şöyle bir bilgi var: Osmanlı ordusunda yedek subay olarak görev yapan Fuat Uzkınay tarafından Sigmund Weinberg yapımcılığında 14 Kasım 1914'te çekilmiştir. Film 150 metrelik bir belgeseldir. Filmin hiçbir kopyası günümüze ulaşmamıştır. Bir canlandırması bugün Londra Sinema Müzesi'nde sergilenmektedir.
?
2
1915’te Merkez Ordu Sinema Dairesi Enver Paşa’nın emri ile kuruldu.Yavaş yavaş film denemeleri yapılmaya başlanmış oldu.Ancak Birinci Dünya Savaşı nedeniyle oyuncular savaşa katılmak zorunda kalınca bu denemeler yarım kaldı. Türk sinemasında yarım kalmadan çekilen ilk öykülü film ise "Pençe ve Casus" oldu.Yönetmenliği ve senaristliği Sedat Semavi’ye aitti. 22
Türk sinema tarihinin ilk komedi filmi ise, 1917 yapımı "Bican Efendi Vekilharç" filmidir.Film öylesine beğenilir ki "Bican Efendi Mektep Hocası" ve "Bican Efendi'nin Rüyası" filmleriyle birlikte ilk komedi serisi ortaya çıkar. Ve gün gelir Muhsin Ertuğrul yurt dışından edindiği sinema deneyimlerini uygulamak için Kemal Film yapımevini kurar. İlk kez Türk kadınının rol aldığı, Halide Edip Adıvar’ın aynı adlı kitabından uyarlanan ‘Ateşten Gömlek’ filmini beyazperdeye yansıtır. Türk sinema tarihinin ilk korku filmi, 1949 yılı yapımı ise ‘Çığlık’. Sanırım günümüz korku filmi afişlerinin ilhamı bu filmden gelmekte.
3
1919 yılında Mürebbiye isimli film Fransız kadınlarını kötü gösterdiği gerekçesiyle sansürlenir.
4
5
Muhsin Ertuğrul'un 1934'te ikinci kez perdeye uyarladığı "Leblebici Horhor Ağa" Venedik 2. Uluslararası Film Şenliği'nde "onur diploması" almasıyla Türk sineması ilk uluslararası ödülüne kavuşur.1953 yılında ‘Halıcı Kız’ filmi ile de ilk uzun metrajlı renkli Türk filmini çeker.
7
8
23
•1950li yıllarla birlikte Türk Sineması’nın ağırlığı yavaş yavaş oturmaya başlamıştı bile.Çok geçmeden 1960lar ile birlikte en parlak çağına girmeye başlayacaktı. •1963 yılıyla birlikte renkli filmler revaçta olmaya başladı.Dönem aktörleri arasında Ayhan Işık,Zeki Müren,Belgin Doruk,Fikret Hakan gibi ünlü isimler vardı. •Bu dönem ile ulusal bir kimlik de kazanan Türk Sineması yükselişine devam eder. Öyle ki 1966 yılında 241 film üreterek dünya uzun metraj film üretimi sıralamasında 4'üncü olur. •Fatma Girik ,Cüneyt Arkın, Hülya Koçyiğit,Yılmaz Güney, Türkan Şoray, Kartal Tibet gibi aktörleri kazanan Türk Sineması Memduh Ün, Metin Erksan, Atıf Yılmaz, Ertem Eğilmez, Halit Refiğ gibi yönetmenlere de sahip olur.
6
9 Türk sineması uluslararası ilk büyük zaferine, 1964'te Berlin Film Şenliği'nde "Altın Ayı"yı kazanan Metin Erksan'ın "Susuz Yaz" filmiyle ulaşır.Aynı yıl Altın Portakal Film Festivali’nin ilki düzenlenir.
•Türk Sineması öyle hızlı büyüyordu ki 1965 yılıyla birlikte bir filmin 5-6 gün civarında tamamlandığı oluyordu. •Daha sonra da 1970lerin dini,arabesk,fantastik,avantür ve erotik filmler dönemi başladı. •Atıf Yılmaz'ın "Selvi Boylum Al Yazmalım", "Kibar Feyzo", Lütfi Akad'ın "Gelin", "Düğün" ve "Diyet" üçlemesi, Metin Erksan'ın "Sensiz Yaşayamam", Erden Kıral'ın "Kanal", Ali Özgentürk'ün "Hazal", Yılmaz Güney'in "Umut", "Arkadaş" filmleri dönemin dikkat çeken yapımları arasında yer aldı.
12
10
•Ve gelen 1980 darbesi ile Yeşilçam en büyük darbesini aldı.Yeni bir dönem başladı. •80'lerin başlarında 70 civarında film üretilirken 1984'ten itibaren yıllık 100 filmin üzerine çıkıldı ve sanat filmlerine ağırlık verildi. •Türk sineması Cannes Film Festivali'nin büyük ödülü "Altın Palmiye"ye, ilk kez Şerif Gören ve Yılmaz Güney'in "Yol" filmiyle 1982'de sahip oldu.
•1990 yılı itibariyle Türk Sineması sessizliğe gömüldü.Yıllık film üretim sayısı ona kadar düştü. •1996 yılında Yavuz Turgut yönetmenliğinde çekilen Eşkıya filmi gereken heyecanı sağladı.
11
2003’te Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes Film Festivali'nde "Jüri Büyük Ödülü"nü kazanmasıyla her şey iyiden iyiye değişmeye başladı.
13
Sinan Çetin'in "Berlin in Berlin", Ömer Vargı'nın "Her Şey Çok Güzel Olacak", Mustafa Altıoklar'ın "Ağır Roman", Derviş Zam'in "Tabutta Rövaşata", Reha Erdem'in "Kaç Para Kaç", Tomris Giritlioğlu'nun "Salkım Hanımın Taneleri" dönemin dikkat çeken yapımları arasında yer aldı.
Günümüze kadar ise en yüksek gişesine 6 milyon 670 bin kişinin izlediği Düğün Dernek filmi ulaştı.
14 24
R
Gaziantep Üniversitesi öğrencilerine müjde!
Fakültenizdeki, bölümünüzdeki duyuruları takip etmek hiç bu kadar kolay olmamıştı! Hiçbir duyurudan habersiz kalmamak için GAUN Duyurular uygulaması yayında!
Uygulamayı akıllı telefonunuza Google Play zerinden yada yandaki kodu okutarak indirebilirsiniz!
25
Tekno-Bilim
Bu İcat Japonlar’a
NOBEL FİZİK ÖDÜLÜNÜ GETİRDİ!
H
er yıl sahiplerini arayan Nobel Fizik Ödülü bu yıl sahibini Japonlar’da buldu. Japon bilim adamları Isamu Akasaki (1), Hiroshi Amano (2) ve Shuji Nakamura (3) tarafından geliştirilen “Işık Yayan Diyot” yani bildiğimiz ismiyLe “LED” bu yıl ki Nobel Fizik Ödülü’ne layık görüldü. Işık Yayan Diyot’un bu ödüle layık görülme-
sindeki sebep ise enerji tasarrufunda diğer aydınlatma cihazlarına göre en az 10 kat daha fazla tasarruflu olması.
N
ormal ampulün ömrü 1000 saat, floresan lambaların ömrü 10.000 saatken ödül alan Işık Yayan Diyot yani “LED’in” ömrü 100.000 saattir.
26
Edebiyat
VUSLAT MAKAMI Erzurum, her yanı sen kokan şehir, dedim ve duraksadım Bir şeyler oluyordu içimde; Şöyle boğazımdan girdikten sonra kalbimi çatlatırcasına sarsan bir şeyler. Sanki mahşer günü gelmiş, sûra üflüyordu kalbim Ne garipti; o sûra her üflediğinde adı “sen” olan bir ruh çıkıyordu, Yoktu başka hiçbir ruha kalbimin sûru’nda yer. Bir terazi kuruluyordu önce, sevgiler tartılıyordu Hangisine koysam seni, olduğu yerde tükeniyordu… Teraziler harap, melekler hayrette ve cennet bizi bekliyordu. Dönüp gülümsüyordun, Sen her gülümsediğinde yüreğimden iliklerime Kevserler akıyordu; Kana kana içmek istediğim Kevserler. Kalbimin eriyişinden gözlerim nemlenirken, Elimi kalbime götürmekten ödüm kopuyordu, Çıkmak istemiyordum içimin cennetinden, Çünkü her çıkışta sen içerde ben “senin” kapının arâfında kalıyordum, Garip bakışlar üzerime odaklanıyordu zamanla, İçimin mahşeri dışıma başka yansıyordu, Dizlerimin bağı çözülüyor, olduğum yere yığılıyordum. Bütün seslere kapalıydı kulağım, Gözümü açmak için bir fısıltını bekliyordum, yoktu… Melekler dayanamıyordu halime, Kokundan bir parça getirip ruhuma sürüyorlardı, Açıyordum gözlerimi; hiçbir bakış sen olmuyordu, Doğruluyordum, sen tozlanma diye üzerimi silkiyordum sonra… İçimin mahşeri, “senin” arâfın ve çaresiz yürüyordum… 27
Sinema
BARFİ:Aşkın Dili Yoktur ‘’BU DÜNYA'YA İSTEDİĞİMİZ GİBİ GELMEDİK, İSTEDİĞİMİZ GİBİ GİDEMEYİZ.’’
N
e güzel, ne derin, ne anlamlı bir söz öyle değil mi? Düşündükçe anlamlanıyor. Hiçbirimiz dünyaya gelirken kendi isteklerimiz doğrultusunda gelmedik. Özellikle dış görünüşümüz açısından... Eşit özelliklerle gelmediğimiz şu dünyaya sağlıkla gelmişsek şükretmek, engellerle gelmişsek sabretmek değil midir bize düşen? Mutluluk, yaşamak isteyen için asla ulaşılmaz bir şey olmamıştır. Hiçbir engel buna mani değildir. O, sadece istemek ve bardağın dolu tarafını görebilmekle alakalıdır.
N
e zaman bu düşüncelere kapılsam aklıma uzun zaman önce izlediğim bir yapım olan Barfi gelir. Barfi, 2012 yapımı bir romantik komedi-dram filmi. Başrollerini Ranbir Kapoor, Priyanka Chopra ve Ileana D’Cruz’un paylaştığı eseri Anurag Basu yönetiyor.
B
arfi, sağır ve dilsiz, babası ile yaşayan, zeki mi zeki bir gençtir. Biraz da yaramaz olan Barfi’nin isminin doğrusu aslında Murphy’dir. Sağır ve dilsiz olmasından dolayı kendi ismini en yakın bu tonda telaffuz edebildiğinden ismi Barfi kalmıştır bu gencin. Engelleri ile barışık olmasının da verdiği büyük etkiyle her zaman mutlu olmayı başarabilen baş karakterimiz kasabanın en haylazı olarak da tanınıyor. Hele bir polis memuru var ki tüm meslek hayatı Barfi’mizle geçmiş desek çok da abartmış olmayız. Mutlulukla arasındaki bağa hayran bırakan dostumuzun özel hayatına gelecek olursak, aynı zamanda romantik bir de aşık olduğunu göreceğiz.
S
hruti, güzeller güzeli bir kız ve Barfi de onun tatlı aşığı olmuştur şirin bir karşılaşmadan sonra. Ne yazık ki Shruti sözlüdür ve bu aşk Barfi’nin ilk acısı olarak anı defterinde kalır. Hayattaki tek varlığı olan babasının hastalanması ise ikinci ve belkide en büyük acıdır Barfi için. Tedavi için çok para gerekir ama Barfi’nin ne parası ne de yardım edecek bir yakını vardır. En son yıllar önce gördüğü Jhilmil, dedesinin yanına, kasabaya döner. Jhilmil de zihinsel engelli bir kızdır. Ailesinin zengin olmasından güç alarak Jhilmil’i kaçırmaya kalkar Barfi. Başta bu düşüncelerle başlayan ilişki zamanla arkadaşlığa, dostluğa ve son olarak da aşka dönüşür.
Yöneten
Anurag Basu
Yapımcı
Ronnie Screwvala Siddharth Roy Kapur Anurag Basu
Senaryo
Anurag Basu
Hikaye
Anurag Basu Tani Basu
Oyuncular
Ranbir Kapoor Priyanka Chopra Ileana D’Cruz Saurabh Shukla Ashish Vidyarthi Roopa Ganguly
Anlatım
Ileana D’Cruz
Müzik
Pritam
Yayın tarihleri
14 Eylül 2012
Dil
Hintçe
D
uygusallığı da aşkı da komediye çevirebilen bu tatlı ikilinin maceraları izlenmeye fazlasıyla değer doğrusu!
28
Edebiyat Merhaba gökyüzü! Merhaba hayat! Merhaba genç kadın, anne ve küçük kız ve muhterem teyze! Merhaba bayım, sayın beyefendi ve delikanlı! Merhaba dünya ve evren ve güneş ve ay ve yıldız ve diğerleri… Şu hayat telaşı içinde bir nefes soluk alalım sizinle ve elbette mümkünse! Merhabamızı ve hatrımızı koyalım şöyle bir köşeye, belki bir an olsun aynı şiir eşlik eder sizinle ömürlerimize... Hayat! Sen bir gönül kumbarası. Kıymetli bir sevgili. Mirasyedi bir hatıra defteri. Kırgın bir kadın yüreği. Toy bir adamın büyümüş sözleri. Şehrimin hep ağlayan, ağıtlara sarılı annesi. Uzaklarımdaki, Çehresi solgun, gölgesi düşmüş bir baba silueti. Ve bir yelkovan akrep meselesi. Değilsen, başka nesin ki ? Bu kadirşinas bir ömür tarifi. Tek gözü kapalı saydığım, onca manzara resmi. Azalıyor açtıkça gözümü, Tebessüm başına düşen ünlem tarifesi. Yollar yürünesi. Gözler göresi. Ve sen hayat! Eli ateşe uzanıp, İçi yanmak derdine düşmeyen bir çocuğun merakı kadar bilinesi! O vakit çıkarıp lügatinden bildiklerimi, Bilmediğim kelamınla anlat kendini. Anlat! Zahirin dışındaki hikayeni. Ancak böyle hissederim seni, Kelimelerinle ört üşüyen tenimi. Ve yalnız masal gibi, Bir çocuk rüyası gibi, Dünyaya sığmayan Anka Kuşu, Kaf Dağı'nın ardı gibi. Yazdıklarınla bir dimağı, Silip baştan yazmayacak gibi. Hayat! Gaybın; bir sessizlik cıvıltısı. Bir mezar taşı telaşı. Buğulanmış bir pencerede, Sıcak bir nefes kırıntısı. İç sızlatan, İçi içine sığmayan, Düzeni bozuk bir dolap gıcırtısı. Açık kalan bir kördüğüm kapısı. Dört mevsimin arafı, Ve bir dönence fıtratı. Anladım! Aslında tüm tanımın, Bir muhbir yanılsaması!
MUHBİR YANILSAMASI
29
“Uğur” dilenirdim bakışlarından.. Yıldızlara seni sorardım her gece.. Doğan her güneşle, pencerelerde olurdu gözlerim.. Dikenli tellerin ardında hapsolup kalışımdı, bir peygamber devesi misali gizlenişim.. Laleler açan bahçelerimde, ırmaklar çağlayan gözlerim var şimdi.. Yokluğun, önüme dikilen dağlar kadar yüce.. Hasretin, ırmaklar çağlayan gözlerim şimdi..
30
31
Fotoğraf: Muhammed Sadık Ocak
Spor/Röportaj
Dağcılık Üzerine Röportaj:
“Finalinde herkesin aldığı kupa dağın zirvesi”
M
erhaba kıymetli Gökyüzü okuyucuları. Geçtiğimiz bir haftada dağcılık sporunu konu edinmiştim hatırlarsanız. Edindiğim bu konu sayesinde dağcılıkla uğraştığını öğrendiğim bir dostumuzla görüştüm bu hafta sizin için. Çok faydalı olduğunu düşündüğüm ve oldukça keyifli bir röportaj yaptık. Dostumuzun ismi Burak BUCAK. Büşra Erdem: Merhaba Burak, bize biraz kendinden bahseder misin? Burak Bucak: Merhabalar, 1992 Kadirli doğumluyum. 3 kardeşiz. Babam öğretmen. İlkokul ve ortaokulu Adana’nın Kozan ilçesinde Şabanata İlköğretim Okulu’nda, liseyi Kozan Anadolu Öğretmen Lisesi’nde okudum. Şuanda Afyon Kocatepe Üniversitesi Otomotiv Mühendisliği son sınıf öğrencisiyim. B.E : Dağcılık sporuna nasıl başladın? B.B :Biz her yaz ailecek Tapan Akoluk yaylasına giderdik. Orada geçirdiğimiz yazlarda her yer dağ filan öyle doğa sevgisi oluştu. Üniversiteyi kazandığımı öğrenen kuzenim kulüplere katılmamı söyledi. Aklımdaki tek kulüp dağcılıktı. Başka kulüp yoktu açıkçası. Okulun ilk haftası kantinin önünde çadırlar kurulduğunu gördüm. Kulübe başvuru alıyorlardı. Hemen Kocatepe Dağcılık Kulübüne(KODAK) kaydoldum. Dağcılık maceram böyle başladı. Şu anda dağcılık ve doğa koruma topluluğuyuz ve hala aktif halde çalışmalarımıza devam ediyoruz. B.E: Sence dağcılık nasıl bir spor?
B.B: Öncelikle dağcılığın en sevdiğim yönü bir kazanan ve kaybedeninin olmaması. Finalinde herkesin aldığı kupa dağın zirvesi oluyor. Diğer sporlarda herkes birbiriyle yarışıyor ama bu sporda herkes sadece kendiyle yarışıyor. Herkes kendini ödüllendiriyor. Aynı zamanda dağcılık disiplin isteyen bir spor. Bir ekip çalışması olduğu için disiplin olması şart. Her tırmanışta muhakkak bir lider seçilir ve herkes o liderin direktiflerine uymak zorundadır. Güvenlik için bu şarttır. Bu hiyerarşik durum kimilerine zor geldiği için daha başında bırakanlar oluyor mesela. Sene başında 50 kişiyle başlıyoruz eğitimlere, sene sonunda 5-6 kişiyle tamamlıyoruz. B.E: İlk deneyiminden bahseder misin? B.B: Kulüpte ilk olarak hiking, trekking ve kaya faaliyetleriyle başladık. İlk deneyimim Afyon’un Erkmen kasabasında yaptığımız hiking oldu. Ama bu teknik bir 32
B.E: Peki dağcılıkta senin stilin hangisi? B.B: Kendim için tam olarak şu tarz diyemem ama alpinist olabilir belki. Soğuk şeyleri seviyorum sıcaktan hoşlanmıyorum. B.E: Tırmanış antrenmanlarınızı nasıl yapıyorsunuz?
tırmanış değildi. İlk teknik tırmanışım ise Afyon Sultandağı. Beni gerçekten heyecanlandıran bir tırmanıştı bu. B.E: Tırmanışlarında hiç aklından hiç çıkamayan bir olay var mı? B.B: Aklımdan çıkmayan bir olay değil de, Erciyes tırmanışım biraz talihsizdi çünkü gerçekten çok zorlandım. Çıkarken başım dönmeye başladı. Biraz teknik ekipmanın yetersizliğinden biraz da yüksek irtifayla alakalı.
Zaten zirve yapamadan dönmek zorunda kaldık. Ama yine de şimdiye kadarki tırmanışlarım içinde en zor olan fakat çok sevdiğim bir tırmanıştı Erciyes. B.E: Faaliyetlerinizde ne tarz kıyafetler giyiyorsunuz? B.B: Lahana stili olarak adlandırılıyor. Kat kat ve ince ince giyiniyoruz ve terledikçe kıyafetlerimizi çıkarıyoruz. Böylelikle vücut ısımızı dengede tutuyoruz. Ama dağcılık kıyafetleri ve ekipmanları oldukça pahalı. O yüzden sürekli indirimleri falan takip ediyoruz. :) 33
B.B: Afyon’da Kalecik Sivrisine çıkış-inişler yapıyoruz. Maddi yetersizliklerden dolayı sık sık zirve tırmanışları yapamıyoruz ama doğa yürüyüşleri yapıyoruz. Şimdiye kadar yaptığımız en önemli faaliyetler; Uludağ’da zirve yaptık. Erciyes’e çıktık. Eskişehir Karakaya şenliğine katıldık. Afyon içerisinde dağcılık adına yapılabilecek hemen hemen bütün faaliyetleri yaptık zaten. B.E: Kaya şenliğinde neler yaptınız? B.B: Kulüple beraber Eskişehir’e gittik. Bizi üniversitede karşıladılar. Oradan Karakaya’ya gidip çadırlarımızı kurduk. Guide denilen kitapçıkta o bölgedeki daha önce bolt yerleştirilen bölgeler var. Açılan kayaları gösteriyor. O kitapçıktan yola çıkarak rotaların derecelendirilmelerine göre ekipçe rota seçip oralara yürüyüşler yaptık.
B.E: Üniversitenizin kulübünüze bakış açısı nedir? Size yeterince destek veriyorlar mı? B.B: Bazı üniversiteler kulüplerine çok destek veriyorlar. Fakat bizim kulübümüz adına çok destek aldığımızı söyleyemeyeceğim. Afyon çevresinde kulübümüzce gidilmemiş yerlere gitmeye çalışıyoruz. Şehir dışına düzenlediğimiz faaliyetlerde kendi imkanlarımızı kullanıyoruz. Dedim ya bayağı masraflı bir spor. :)
B.E: Tırmanışlarında çok korktuğun bir an oldu mu? B.B: Öyle bir an olmadı Allah’a şükür çünkü zaten ekiple çıkıyoruz. Ekibimiz çok iyi ve birbirimize güvenimiz tam. Tedbirlerimizi alıyoruz. Kendimizi ve ekibimizi tehlikeye atmıyoruz. O yüzden hiçbirimiz korkmuyoruz. Olmayacak gibiyse zorlamıyoruz. Ekipmanımızın yetmediği yerde geri dönüyoruz. Bizim için önemli olan geri dönebilmek. B.E: Hiç kaza geçirdin mi? B.B: Ben geçirmedim kulüpten de geçiren yok Allah’a şükür. B.E: En zevk aldığın tırmanış hangisiyidi? B.B: İlk teknik tırmanışım olan Sultandağı. Daha sonra tekrar gittim oraya. B.E: Hiç zirve yapmadığınız oldu mu? B.B: Maddi imkansızlıklardan dolayı pek tırmanamıyoruz ama Erciyes’ten geri dönmüştük. Çok zorlanacak olursak ve tehlikeli bir durum olursa dönüyoruz. Onun dışında geri döndüğümüz bir yer olmadı. Geçenlerde bir arkadaşım İzmir Bozdağ’a çıkmıştı. Hava sisli olduğu için geri dönmüş. Biz Sultandağı’na çıkarken de geri dönen arkadaşlarımız oldu. Önceliğimiz sağlık ve güvenlik. B.E: Dağcılığın sana neler kattığını düşünüyorsun?
B.B: Çok geri kalmış sayılmaz ama çok da ileri değil. Gelişiyor. 90’lara göre daha iyi. Mesela ünlü dağcı Tunç Fındık 14*8000 tırmanış yapmaya çalışıyor ve dünyada bunu yapan kişi sayısı sadece 14. Başarabilirse milli gururumuz olacak. B.E: Ülkemizde yüksek irtifa tırmanışı yapan kişi sayısı sizce yeterli mi? B.B: Böyle bir nitelendirme yapamam ama oldukça yaygın olduğunu söyleyebilirim. B.E: Dağcılık ve doğa sporu yapmak isteyenlere tavsiyelerin nelerdir? B.B: Öncelikle eğitimsiz hiçbir şey yapmasınlar. Yanlarında tecrübeli biri olmadan faaliyetlere katılmasınlar derim. Ben katıldığım her faaliyetten ufak da olsa bir tecrübe edindim. Dağcılıkta her zaman üsttekiler alttakilere eğitim verir. Bir hiyerarşik düzen vardır kulüplerde. Ama bunun olması lazım tecrübe edinebilmek için. B.E: Bizimle bu röportajı yapmayı kabul ettiğin için ve düşüncelerini paylaştığın için dergimiz adına çok teşekkür ederiz. Dağcılık hayatında başarılar dileriz. :) Ben teşekkür ederim. :) Kocatepe Dağcılık Kulübü internet sitesi: http://www. kodak-tr.com
B.B: Aslında ben sadece dağcı değilim. Bir yandan dağcılık bir yandan kulüpçülük yapıyorum. Sürekli dağa tırmanmıyoruz. Kulübe gelenlere eğitimler de veriyoruz. Afyon’un çeşitli yerlerinde hiking faaliyetlerimiz oluyor. Eğitim kamplarımız oluyor. Örneğin Afyon’a kar yağmayınca kulüp Isparta Davraz’a kampa gitti. Geride kalanlarla birinin ilgilenmesi gerekiyordu ve ben de Frig Vadisi’ne doğa yürüyüşü düzenledim. Kulüp olunca bunlarla da birilerinin ilgilenmesi gerekiyor mesela. Böylece ekip ruhuna sahip oluyoruz, yerine göre fedakarlıklar yapmamız gerekiyor. Dağcılıkla uğraştığımı duyanlar yorulup yorulmadığımı soruyorlar ama aslında asıl dinlendiğim nadir zamanlar faaliyete çıktığımız zamanlar oluyor. B.E: Dağcılıkta bundan sonraki hedefin nedir? B.B: Aslında bir hedefim yok. Profesyonel olabilir miyim bilmiyorum. Aynı zamanda halen öğrenci olduğum için pek vaktim olmuyor. Profesyonel olabilmek için dağcılık federasyonunun sekiz aşamadan oluşan bir eğitimi var. Ben birincisine katıldım. Ama sınavlarımdan dolayı devamını getirmedim. Eğitim yaklaşık 1.5 yıl sürüyor. Hedefimde öncelikle eğitimleri tamamlamak var. B.E: Sence Türk dağcılığı dünya çapında nerede? 34
35
Tekno-Bilim
MİLLİ GURURUMUZ : ATAK T-129 T
A
E
T
-129 ATAK Taarruz ve Taklik Keşif Helikopteri Türk mühendisleri tarafından tasarlanmış olup milli imkanlarla üretilerek Türk Silahlı Kuvvetleri envanterine katılmıştır. Sahip olduğu manevra kabiliyeti ve gelişmiş silah sistemiyle dünyadaki en gözde taarruz helikopterleri arasında yer almaktadır. n son teknoloji kullanılarak üretilen ATAK T-129, 90 dereceye yakın açılarla yükselebilme, burun ve kuyruk sabit
TAK helikopterimiz, Avrupa'da bir ilki ve dünyada da ikincisi düzenlenen uçuş gösterisinde adı gibi atak hareketler sergileyerek katılımcılara heyecanlı anlar yaşatarak ilgileri üzerine toplamayı başardı. asarımı Türk mühendisleri tarafından yapılan ATAK T-129 helikopteri dünyanın en etkin taarruz helikopteri olma unvanına sahiptir.
H
elikopterin ve silah sistemlerinin yönetiminin Türk mühendislerine ait olması bu proje için büyük bir önem arz etmektedir.
Ö
nemli hususlardan birisi de pilotun giydiği kasktır. Bu kaskın üretimi ASELSAN tarafından sağlanmaktadır ve Aselsan bu kaska "AVCI KASI" adını vermiştir. ATAK, avcı kaskı ile anında hedefe kilitlenebiliyor. Kokpitte olan her şey bu kaskta mevcuttur.
A
vcı sistemi, pilotun baktığı yöne doğru helikopterin burun topunun dönmesidir. Bu özellik ise pilotun düşmandan önce ateş edebilmesine olanak sağlamaktadır.
kalacak şekilde kendi etrafında dönebilme gibi kendi sınıfındaki imkansızları başarmıştır.
T
ürkiye’nin İtalyan Augusto ile ortak ürettiği ilk milli helikopter Atak T-129'un üretiminin sadece Türkiye'de yapılması şartıyla üçüncü ülkelere satışı durumunda, projedeki gerekçelerin aynen korunacak olması esas alınmıştır.
"Taarruz ve Taklik Keşif Helikopteri (ATAK)" projesi milli imkanlarla geliştirilmiş olup Türk Silahlı Kuvvetlerinin ihtiyaçlarını karşılamayı amaç edinmiştir. Ve bu proje ile Türkiye'de helikopter sanayinin altyapısının oluşmasında önemli bir yere sahiptir.
H
avada üç saat kalabilen Atak helikopterleri Türk Silahlı Kuvvetleri için Türkiye’nin coğrafi ve iklim koşullarına göre tasarlanmaktadır.
Ü
lkemizin çeşitli bölgelerinde operasyonlara katılmış, tecrübeli, alanında uzman olan pilotlarımızın yaptıkları deneme uçuşları sonucunda milli helikopterimize tam not vererek onların da onayını almıştır. TAK' ın silahları arasında bulunan lazer güdümlü Cirit füzesi ve uzun menzili Mızrak tanksavar füzesi ile dikkat çekip bir çok ülkenin talep etmesinde büyük etken oluşturmaktadır.
A S
ilah ve güç kontrol sistemi tamamen milli imkanlarla üretildiğinden dolayı dikkat çekerek insanların hafızalarında yer almaktadır. 36
Biliyor musunuz?
570 000 adet kıraathane bulunuyorken GÖKYÜZÜ Türkiyede Sadece 1118 adet kütüphane bulunmaktadır! DERGİSİ 131 kişiye 1 kıraathane düşerken, 67000 kişi 1 kütüphaneyle yetinmek zorundadır! KİTAP Bu gidişe bir dur deme vakti gelmedi mi? ETKİNLİKLERİ Gelecek senin ellerinde! DESTEĞİNİ BEKLİYOR! Türkiye’nin en genç dergisi Gökyüzü, gönüllü ekibi ile başlattığı kitap etkinlikleri kapsamında kitaba ihtiyacı olan okullara kapı kapı dolaşıp kitap topluyor.
Hemen www.gokyuzudergisi.com internet sitemiz üzerinden bilgi alabilir, iletisim@gokyuzudergisi.com adresinden iletişim kurabilir yada yandaki kodu kod okuyabilen bir cihaz ile okutarak anında etkinlik sayfamıza ulaşabilirsin!
37
Gökyüzü Dergisi’ne Reklam Vermek İster Misin?
Türkiye’nin en genç dergisi Gökyüzü, hedefi genç nesil olan markaların en doğru adresi! Eğer sende accccaaayip uygun fiyatlara bu gökyüzünde kendini göstermek istersen hemen bizimle iletişime geç fırsatları kaçırma! 05515543662 | gokyuzudergisi.com/iletisim | iletisim@gokyuzudergisi.com 38