Bir düş ise her şey, Yaşanmışlıklara aldanmışızdır. Unutur ya insan doğallığını, Gizler durur duygularını.
PARADOKS Mart 2013 Sayı:1
Uzunköprü Anadolu Lisesi Felsefe Kulübü
İçindekiler... Söze başlarken..........................................................1 Felsefe ne değildir?..................................................2 Matematik Köyü......................................................3 Bir garip filozof: Diogenes.....................................4 Gören gözlerimiz mi, yoksa beynimiz mi?..........5 Film önerileri............................................................6 Kitap önerileri..........................................................7 İş filozofu:Jim Rohn................................................8 Anı yaşamak..............................................................9 Sevgili Beste.......................................................10-11 Finlandiya Eğitim Sistemi................................12-13 Öğrencilerimizin gözüyle felsefe..........................14 Cesaretin fotoğrafı..................................................15 Etkinliklerimizden kareler................................16-17 Bunları biliyor musunuz?.......................................18 F.Nietzsche: Aşk, öfke ve felsefe..........................19 İlham veren hikayeler........................................20-21
İmtiyaz Sahibi: Kadri ADANIR (Uzunköprü Anadolu Lisesi Felsefe Kulübü Danışman Öğretmeni) İnceleme Kurulu: Kadri ADANIR(Felsefe Öğretmeni) Nesrin SAPMAZ(Tarih Öğrt.) -Zuhal KILIÇ (Edebiyat Öğretmeni) Seçici Kurul: Büşra SARGAN(11-E) - E.Seren GÜNDOĞDU(11-D) Meltem TÜRKGÜCÜ(11-E) -C.Erva AKINCI (11-C) B.Duygu BÜYÜKMEMO (12-E) Sorumlu Müdür Yardımcısı: Hakan KAŞKAVAL Derginin basımında büyük emeği geçen müdür yardımcısı Hakan KAŞKAVAL’a, derginin hazırlanma sürecinde bilgilerini bizimle paylaşan, okulumuzda da görev yapmış olan Tev Orhan Çetin Anadolu Öğretmen Lisesi müdür yardımcısı Uğur ATEŞLİ’ye çok teşekkür ederiz.
İlham Veren Hikayeler... Eski bir Zen hikayesi vardır: Birbirlerine rakip iki tapınak vardı. Her iki üstat -aslında üstat değil papaz olmalıymışlarbirbirlerine öylesine düşmanlık duyuyorlardı ki yandaşlarına asla diğer tapınağa bakmamalarını söylediler. Her bir papazın yanında kendisine hizmet edecek, getir götür işlerini yapacak bir çocuk vardı. İlk tapınağın papazı çocuk uşağına dedi ki, "Asla diğer çocukla konuşma. O insanlar tehlikeli." Ama çocuk ne de olsa çocuktur. Bir gün ikisi yolda karşılaştı ve birinci tapınaktan gelen çocuk diğerine sordu, "Nereye gidiyorsun?" , Diğeri, "Rüzgarın sürüklediği yere, " dedi. Böyle dediğine göre tapınakta büyük Zen söylemleri dinliyor olmalıydı. "Rüzgarın sürüklediği yere" büyük bir lakırdıydı, tam bir Tao cümlesi. Ama ilk çocuk çok utandı, alındı ve ona nasıl cevap vereceğini bilemedi. Sıkıntı, öfke kadar suçluluk da duyuyordu, çünkü "Üstadım bana bu insanlarla konuşma demişti. Bu insanlar gerçekten tehlikeli. Şimdi, bu ne biçim bir cevap böyle? Bu beni küçük düşürdü," diye düşünüyordu. Üstadına gidip olan biteni anlattı. "Onunla konuştuğum için özür dilerim. Siz haklıydınız, o insanlar tuhaf. Bu ne biçim bir cevap? Ona 'Nereye gidiyorsun' diye sordum -basit ve kibar bir soru- ve pazara gittiğini biliyordum, tıpkı benim de pazara gitmekte olduğum gibi. Ama o bana, 'Rüzgarın sürüklediği yere,' dedi." Üstad, "Seni uyardım, ama dinlemedin. Bak şimdi, yarın git aynı yerde dur. O geldiğinde 'Nereye gidiyorsun?' diye sor ve o da 'Rüzgarın sürüklediği yere,' diyecek. O zaman sen de olaya daha filozofça yaklaş. De ki, 'O zaman bacakların yok, demek? Çünkü ruhun bedeni yoktur ve rüzgar ruhu hiçbir yere götüremez!' Buna ne dersin?" dedi. Tam bir hazırlık çabası içindeki çocuk bütün gece bunu tekrarlayıp durdu. Ertesi sabah erkenden oraya gitti, aynı noktada durdu ve tam zamanında ikinci çocuk çıkageldi. Birinci çocuk çok mutluydu, şimdi ona g erçek felsefenin nasıl yapıldığını gösterecekti. Böylece "Nereye gidiyorsun?" diye sordu. Ve bekledi... Ama ikinci çocuk, Pazardan biraz zerzevat alacağım,," diye cevap verdi. Şimdi, o çocuk öğrendiği felsefeyi ne yapsın? Hayat böyledir işte. Ona hazırlanamazsın, onun için hazır olamazsın. Güzelliği, mucizesi de budur, seni hep hazırlıksız yakalar, hep sürpriz. Gözlerin varsa her anın bir sürpriz olduğunu ve önceden hazırlanmış hiçbir cevabın işe yaramayacağını görürsün. OSHO
21
21
İlham Veren Hikayeler Nebraska'da yaşlı bir adam yaşardı. Patates ekimi için bahçeyi sürmesi gerekiyordu. Fakat, bu çok zor bir işti. Tek oğlu olan David ona yardım edebilirdi ama o da hapisteydi. Yaşlı adam oğluna bir mektup yazdı ve durumunu izah etti: Sevgili David, Patates bahçemi belleyemeyeceğimden kendimi çok kötü hissediyorum. Bahçeyi kazmak için oldukça yaşlanmış sayılırım. Burada olsan bütün derdim bitecekti. Biliyorum ki, sen bahçeyi benim için hallederdin. Sevgiler Baban... Yaşlı adam, bir kaç gün sonra oğlundan bir mektup aldı. Babacığım, Allah aşkına bahçeyi kazma, ben oraya cesetleri gömmüştüm. Sevgiler David... Ertesi gün sabaha karşı 4'te, FBI ve yerel polis çıkageldi. Tüm sahayı kazdılar. Ama hiçbir cesede rastlamadılar. Yaşlı adamdan özür dileyerek gittiler. Aynı gün yaşlı adam oğlundan bir mektup daha aldı. Babacığım, Şimdi patatesleri ekebilirsin. Bu şartlarda yapabileceğimin en iyisini yaptım. Sevgiler David.
“Ya rüyalarınızı değiştirmeli ya da yeteneklerinizi artırmalısınız.” Jim ROHN
20
Uzunköprü Anadolu Lisesi Felsefe Kulübü olarak 2012-2013 Eğitim-Öğretim yılında felsefeyle hayata kıyıdan köşeden dokunabilmek ve bu hissi sizlerle paylaşmak için bir dergi çıkarmayı hedefledik. Zira, bir başkasıyla paylaştığınızda iki tarafın da kazançlı olacağı tek alışverişti bilgiyi paylaşmak. Bireyin kendisini daha iyi ifade edebilmesinin temel koşulu adım atmaktır. Kanımızca adım atmada temel sorun, insanların bir işe başlayıp başarısız olmaları değildir. Bernard Shaw'ın dediği gibi, “Eğer yürüdüğünüz yolda güçlük ve engel yoksa, bilin ki o yol sizi bir yere ulaştırmaz. Başlıca sorun, bir işe hiç başlamadan vazgeçmektir. Genellikle şu düşünceler kaplar zihinlerimizi: “Ben zaten yapamam, daha önce de denemiştim ama olmadı. Böyle bir şey yapsam ne olacak ki? Ne değişecek sanki hayatımda? Ben başaramam…” Zihinlerimizin engellerine takılır dururuz. Olumsuz düşünceler ışığında kendimizi eylemsellikten uzak tutar, garantici yaşama yolunu seçeriz. Bilmeliyiz ki, zihnimizde aynı anda iki zıt düşüncenin varlığı olası değildir. Ya olumsuz düşünceyle boğulmak ya da olumlu düşünceye yelken açmak. Başarılı insanların hayatlarına baktığınızda ilk göze çarpan özelliklerinden birisi mücadele ruhudur. Mazeretlerin arkasına sığınmadan, hedeflerini kendi yarattıkları engellere feda etmeden cesaretle harekete geçerler. İlginç bir yaşam hikayesi olan Hayrettin Karaca, 1993 yılında oğlunu kaybeder. İşleri kötü gider. Ancak Karaca, dimdik ayakta durur. Zihninde şunu yaşar: “Ülke her yıl Kıbrıs kadar toprak kaybediyor. Ben buna izin vermeyeceğim.” Bu amaç acılı bir babayı hayata sımsıkı bağladı.
Yaşamın temeli, onu nasıl algıladığınıza dayanır. Mistik Osho ne güzel de söylemiş: “Hayatın kendi başına bir anlamı yok. Hayat bir anlam yaratma fırsatıdır. Anlamın keşfedilmesi değil, yaratılması gerekir. Anlamı, ancak onu yaratırsan bulursun. Orada bir çalının arasında durmuyor. Yani sağına soluna bakınca, biraz arayınca bulamazsın. O,bulunacak bir kaya gibi durmuyor. O, yaratılacak bir şiir, söylenecek bir şarkı, edilecek bir danstır.” Bazen bir söz, bazen bir davranış, bazen de bir olaydır hayatları değiştiren. Önümüzde çok fazla seçenek yok. İster kendi yolunuzu kendiniz seçer ve o yolda kendiniz olarak yürürsünüz. İsterseniz de başkalarının size uygun gördükleri hayatı yaşar ve kendinizden uzaklaşırsınız.
Hayatınızdan memnun değilseniz, alışkanlıklarınızı değiştirmelisiniz. Bunu yapmanın yolu da hedefe uygun davranışları tekrar tekrar uygulamaktan geçer. Tekrarlar zihnin kodlarını oluşturur. Eskiler boşuna söylememiş: “Bir şeyi kırk defa söylersen olur(muş)...
“Sorgulanmamış hayat yaşamaya değmez.” Sokrates
1
Felsefe Ne Değildir? Genellikle insanlar bir şeyin tanımını “nedir” sorusuna cevap olarak yaparlar. Her yapılan tanım da aslında bazı şeyleri zorunlu olarak dışarıda bırakır. Örneğin, “İnsan düşünen canlıdır.” dediğinizde düşünme özelliği dışında kalan bütün özellikleri (mantıksız olması, planlı olması, yemek yemesi, koşması, balık tutması vs.) göz ardı etmiş oluruz. Bununla birlikte, kavramın tanımlamasını “ne olmadığı” üzerine kurmak belki de daha belirleyici olacaktır. Bu ilkeden yola çıkarak, felsefeyle ilgili aşağıda verilen değillemeleri belirlemek mümkündür. *Felsefe su, yemek gibi hayatın olmazsa olmazlarından değildir. *Felsefe, salt aykırı olmak adına sıradanlığa karşı koymak değildir. *Felsefe, süslü sözler kullanarak başkasını etkileme sanatı değildir. *Felsefe, az okuyup çok bilmek değildir. *Felsefe, filozofların sözlerini ezberlemek değildir. *Felsefe, zor günlerde sığınacağınız bir liman değildir. *Felsefe, okuduklarını tekrarlamak demek değildir. *Felsefe, hayatı hafife almak değildir. *Felsefe, felsefe sınavından 100 almak demek değildir. *Felsefe, gevezelik yapmak değildir. *Felsefe, soru sorarken cevap için acele etmek değildir. *Felsefe, “hayat felsefeniz nedir?” sorusuna verilen cevap değildir. *Felsefe, facebook ya da twitter üzerinden etkili sözler paylaşmak değildir. “Felsefe, bilinçli olarak karmaşık cümleler kurmak değildir. *Felsefe, her şeye karşı çıkmak değildir. “Felsefe mutlu bir yaşam sağlamak için , tutarlı eylemsel bir sistemdir.” Epikuros
2
F.Nietzsche : Aşk, Öfke ve Felsefe Düşünce tarihinde felsefe, Nietzsche ile birlikte tehlikeli bir boyut kazanır. “Felsefe, kendisinden önce de tehlikeli olmuştu, ama çok farklı nedenlerden dolayı. Nietzsche'den önceki dönemlerde felsefe ile uğraşmak yalnızca filozoflar için tehlikeliydi, oysa Nietzsche ile birlikte herkes için tehlikeli olmaya başladı.” derken Paul Strathern pek de haksız sayılmaz. Bir insan ya da bir görüş neden tehlikeli olur? Tehlikeyi yaratan şey muhtemelen Nietzsche'de varlık bulan “insanın kötü” olduğu düşüncesinden ve bir filozof olarak Nietzsche'nin ikna gücünün şiddetinden ileri gelmektedir. Hayatının daha gençlik yıllarında ilk fikri eserlerini vermeye başlayan filozof, özellikle Schopenhauer'ın etkisinde kalmıştır. Nietzsche'yi “üstün insan” ya da “güç istemi” fikrinden dolayı baskıcı yönetimleri ve özellikle Hitler faşizmini esinlendirdiği iddiası haklı bir tepki olmaktan ziyade temelsiz bir saldırıdır. “İnsan kötüdür” diye teselli etti beni bilgelerin en bilgesi. Ah, bugün de gerçekse eğer! Çünkü kötülük insanın en iyi gücüdür. İnsan daha iyi ve daha kötü olmalıdır, diye öğretiyorum ben. Kötülük üstinsanın iyiliği için gereklidir. İnsanoğlunun işlediği günahlardan dolayı acı çekmek ve günahları üstlenmek, belki o küçük insanların vaizi için iyiydi. Bense büyük günaha sevinir ve onu tesellim olarak görürüm.(Zerdüşt IV, Yüksek İnsana Dair,5) Nietzsche, babası öldükten sonra kadınların egemenliğinde olan bir ortamda büyür. Annesi, kız kardeşi, anneannesi ve akli yönden zayıf olan iki teyzesi. Bu nedenle Nietzsche, kadınlara yönelik düşüncelerinde Freud'a özgü bilinçaltı bir tepkiyle-çok da iyi niyetli değildir. Onun hayatını tek bir kadın
etkilemişti: Lou Salome. Ortak arkadaşları olan Paul Ree vasıtasıyla tanıştırılan Nietzsche ve Salome , kısa süre sonra iyi bir dost olurlar. Sık sık Ree ile birlikte bir araya gelip , felsefe sohbetleri yaparlar. Nietzsche, Salome'yi “düşün eşi” olarak görmektedir. Duygularını Salome'ye bir türlü açamaz. Platonik aşkın verdiği ızdırap dayanılmaz hale geldiğinde Nietzsche -Ree’nin de Salome’ye aşık olabileceği olasılığını düşünmeden-ortak arkadaşları Ree ile Salome’ye duygularını iletir, ancak olumsuz cevap alır. Böyle bir tepki beklemeyen Nietzsche, süreçten Ree'yi sorumlu tutsa da Salome kendisi için bir ihanetti artık. Ablasının da istemediği bu kadın, Nietzsche'nin felsefesinde önemli rol oynar. Yaşamış olduğu dönemin değerlerine olan öfkesinin temelinde bu izleri yakından görmek olasıdır. General kızı Salome sonrası yıkıntılar arasında duygularını dizelere şöyle döker: Öyle bir hayat yaşıyorum ki, Cenneti de gördüm, cehennemi de Öyle bir aşk yaşadım ki Tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de Bazıları seyrederken hayati en önden Kendime bir sahne buldum oynadım Öyle bir rol vermişler ki Okudum okudum anlamadım. Kendi kendime konuştum bazen evimde Hem kızdım hem güldüm halime Sonra dedim ki ' söz ver kendine ' Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin Uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin Öyle bir hayat yaşadım ki, son yolculukları erken tanıdım Öyle çok değerliymiş ki zaman Hep acele etmem bundandı. ...ANLADIM...
19
Bunları biliyor musunuz? Yaklaşık 1.400 gram ağırlığındaki insan beyninin % 90'ı sudur. Göz, bir anda beyne 1,5 milyon bilgi sinyali gönderir. Bütün hücreler gibi beyin hücreleri de atomlardan oluşmuştur. Bir hücrede 10 katrilyon atom vardır. Kereviz yerken harcanan kalori,kerevizin içindeki kaloriden daha fazladır. İnsan vücudundaki en güçlü kas dildir. · Beyne bir saniyede on yeni bilgi kaydedilse bile, 75 yıllık ortalama bir ömürde bir insanın hafızasının yarısından çok daha azı doldurulabilir. Bir arı ömrü boyunca ancak 5-6 damla bal yapar. Bir arı sabah ilk olarak hangi çiçeğe konarsa akşama kadar yalnızca o çiçekten beslenir. Hastalanmayan tek hayvan köpekbalıklarıdır. Bir inek, yaklaşık 200 bin bardak süt üretir. Çekirgenin kulağı dizindedir. Arılar Niçin Bal Ya p a r ? S o k u n c a Ölürler? Sadece insanlar yesinler diye değil. Bal arıları eşek arılarından farklı olarak kışı koloni halinde geçirirler. Koloni kış uykusuna yatmaz ama bir salkım gibi kümeleşir. Bu şekilde kış süresince sıcak ve aktif olarak kalabilirler. Bunun için de önceden, yaz aylarında yeterli miktarda bal depo etmeleri gerekir. Ortalama bir kovanın kışlık bal ihtiyacı 9-13 kilogram kadardır. Arıların Bal Petekleri Niçin Altıgendir? Arılar doğanın gerçekten usta mimarlarıdırlar. Kesiti düzgün altıgenler oluşturan prizma şeklindeki petek gözlerinin dipleri bir piramit oluşturarak sona ererler. Kovanlardaki şekliyle dik duran her petekte, petek gözleri yatayla
18
sabit bir açı yapacak şekilde inşa edilirler. Her bir gözün derinliği 3 santimetre, duvar kalınlığı ise milimetrenin yüzde beşi kadardır. Bu kadar ince duvar kalınlığına rağmen altıgen yapı nedeniyle büyük bir direnç kazanırlar ve arıların depoladıkları kilolarca balı rahatlıkla taşıyabilirler. Arıların petek gözlerini kusursuz bir şekilde altıgen yapmalarının başka sebepleri de vardır. Eğer beşgen, sekizgen veya daire şekillerini seçselerdi bitişik gözler arasında boşluklar kalacak, işçi arılar fazla mesai yaparak ve daha fazla balmumu harcayarak bu boşlukları doldur mak zorunda kalacaklardı. Gerçi üçgen veya kare yapsalardı bu boşluklar olmayacaktı ama altıgenin bir başka özelliği daha vardır. Alanları aynı olan üçgen, kare ve altıgen şekillerden toplam kenar uzunluğu en az olanı altıgendir. Yani aynı miktarda balmumu ile daha çok altıgen odacığın kenarı çevrilebilir. Ortalıkta Niçin Ölü Güvercin Görmüyoruz? Genellikle hayvanlar kendilerini ölüme yakın hissettiklerinde ölümü beklemek için bir yerlere gizlenirler. Bu, bir ağaç kovuğu, kayaların arası veya saklanabilecekleri herhangi bir yer olabilir. Buradaki içgüdü, hayvanın kendisini güçsüz hissetmesi nedeniyle bir düşmanla karşılaştığında karşı koyamamak ve kaçamamak korkusudur. Şehir hayatının bir parçası haline gelen serçe, güvercin, karga gibi kuşlar da etrafta çok miktarda bulunmasına rağmen bunların ölülerine aynı nedenle hiç rastlayamazsınız. Saklandıkları yerlerde öldükten sonra da vücutları bir şekilde ya bir başka hayvan ya da böcekler tarafından yenilerek yok edilir veya kendi kendilerine çür üyerek toprağa karışırlar.
Matematik Köyü Konu matematik olduğunda çoğumuz içimizden “keşke yapabilseydim” diye geçiririz. Aslında hayatın tam içinde olan matematik bilinen ya da bilinmeyen sebeplerle Marslılara ait bir etkinlik olup çıkmıştır ülkemizde. “Saat 2'de uyudum, sana kaç kere söyledim, bir gün 24 saattir” derken sıkıntı yok, ama konu, formüllere geldiğinde kıyamet kopuyor. Ü n l ü matematik profesörü Ali Nesin konuyla ilgili ş öy l e d e r : Çocuklarımı zın matematikten, araştırmaktan soru sormaktan, bilmediklerinden korkmamaları, korkularını yenebilmeleri için ne yapabiliriz? Çeşitli yollar, yöntemler önerilebilir. Matematikçilerin büyük çoğunluğu oyun sever, çünkü oyun oynayarak matematikçi olmuşlardır ve matematik de bir tür oyundur. Matematik, felsefe gibi, sanat gibi, her şeyden önce dalga geçmektir.” İşte biz de bu yazımızda Nesin'in bu korkuyu yenmek için faaliyete geçirdiği köyden bahsetmeye çalışacağız. Nesin Matematik Köyü (NMK), İzmir'in Selçuk ilçesine bağlı ve gerçekten şirin olan Şirince köyündedir, daha doğrusu Şirince'nin yerleşim merkezine 1 kilometre uzaklıktaki Kayser Dağı’nın yamaçlarındadır. Toplam arazi 22 dönüm dolayındadır ve doğanın tam ortasındadır. Köy her türlü şatafattan uzaktır. Sadeliği ve içtenliğiyle öğrencinin gelir gelmez Köy'ü benimsemesine yol açar. Doğaya saygı duyulmuştur. Hiçbir ağaç kesilmediği gibi kur ulduğundan bu yana Köy'e 3000 dolayında ağaç ve bitki dikilmiştir. Doğayı ve çevreyi kirletmeme ve bu düşünceyi gençlere aşılama Köy'ün vazgeçilmez ilkelerindendir. Köy, arazisiyle ve evleriyle tamamen Nesin
Vakfı'na aittir. Amaç, gençlere matematiği öğretmek, dolayısıyla sevdir mektir. Müfredata, üniversite giriş sınavlarına ya da herhangi bir eğitim sistemine bağlı değildir, sadece profesyonel matematikçilerin anladığı anlamda ve olabildiğince soyut matematiği gençlere öğretmeyi ve böylece gençleri matematiksel araştırmaya heveslendirmeyi amaçlar. Hedef kitle öncelikli olarak lise ve üniversite öğrencileridir. Ama bunun dışında ilköğretim öğrencileri ve araştırmacılar da Köy'den yararlanabilirler. Matematik köyünde herkes eşit biçimde yaşamaktadır. Köydeki işler herkesin bireysel kapasitesine göre dağıtılmakta ve bulaşık, temizlik, teknik işleri köy sakinleri tarafından imece bir biçimde yapılmaktadır. Bağışlara rağmen 2010 yazokulu 80.000 TL, 2011 yazokulu 40.000 TL zararla kapatılmıştır. Eğitmenler çok ender bir iki istisna dışında hep birinci sınıf akademisyenlerden oluşmuştur. Yurtdışından gelenler de olur. Yol parası dahil, hiçbir eğitmene herhangi bir ücret ödenmez. Akademisyenler Köy'de ders vermeyi bir tür toplumsal görev olarak addetmektedir. 2012 lisans ve lisansüstü yaz o k u l u n a d e r s ve r e c e k e ğ i t m e n l e r i n unvanlarına göre dağılımları şöyledir: 18 profesör, 12 doçent, 14 yardımcı doçent, 11 asistan (doktora ya da yüksek lisans öğrencisi), 2 uzman, liselilerle deneyimli 1 matematik öğrencisi ve deneyimli bir matematik öğretmeni. Matematiği elimizden geldiği kadar zorlaştırmak ve çocuklarımızın korkulu rüyası yapmak yerine, bu yaşamsal etkinliği, olması gereken yere, hayatın içindeki doğal yerine yerleştirmeliyiz. Kökten bir zihinsel değişim olmaksızın bunun gerçekleşmesi devenin iğne deliğinden geçirilmesinden daha zor bir olasılıktır.
3
Bir garip filozof: Diogenes M.Ö. 412 (ya da 404) yıllarıyla M.Ö. 323 yılları arasında yaşamış olan Diogenes, Sinop'ta doğmuş Korint'de ölmüştür. Babasıyla birlikte kalpazanlık ve para üzerinde usulsüz tahribatlar nedeniyle Atina'ya sürüldüğü bilinmektedir. Döneminin medeniyetini reddederek bir köpek gibi yaşamaya başladığından "kynikos" (köpeksi) adını almıştır. Davranışlarıyla, giyimiyle, dini anlayışıyla toplumsal dizgenin dışına çıkan Diogenes, belki de kalıpların dışına çıkarak öze ulaşmak istiyordu. Elinde fenerle gündüz dolaşır ve soranlara “insan arıyorum.” dermiş. Haklı olabilir. Kıyafetlerimiz bedenimizi örterken aynı zamanda kişiliğimizin de önüne geçer. Bir başbakanı dilenci kıyafetiyle düşünemezsiniz. Zamanın birinde bir kral, hidayete ermek amacıyla bir ermişe gider ve ondan yardım ister. Ermiş, krala döner ve der ki, “Kıyafetlerini çıkar, ayaklarının altında ez. Ayakkabılarını eline alıp başına vura vura çarşıda dolaş.” Yanındakiler ermişe dönmüş ve demişler ki,”O bir kral nasıl olur? Buna nasıl cüret edersin?” İnsanlarla, değerlerle, fikirlerle o kadar çok iç içe olduk ki benliği ya da özümüzü unutmuş kalabalıklaşmışız. Diyojen, Sokrates'ten ders alan Atisthenes'in doğaya uygun yaşam çağrısına uymuştur. Hayatını son derece fakir olarak geçiren Diyojen'in içinde yaşadığı bir fıçısı ve bir çanağı vardır. Rivayetlere göre bir gün bir çeşme başında avucu ile su içen bir çocuğu gördüğünde “Bu çocuk bana fazladan eşyam olduğunu öğretti” diyerek elindeki çanağı da atmıştır. “Kafayı yemiş işte ne olacak, insan bu şekilde yaşar mı?” dediğinizi duyar gibiyim. Dünyaya geldiğimizde neyimiz var? Ya da ölürken neyi yanımızda götürebiliyoruz? Mülkiyet, dünyaya ait bir alışkanlıktır. Aristotelesin öğrencisi olan Büyük İskender felsefeye meraklı filozoflara değer veren bir hükümdardır. Corinth'e gelen Büyük İskender, Diyojen'i ziyaret etmiş ve bir dileği olup olmadığını sormuştur. O ise bu soruya “Gölge etme başka ihsan istemem.” yanıtını vermiştir. Daha sonra ünlü imparator Büyük İskender olmasaydım 'Diyojen' olmak isterdim demiştir. Diyojen yoksulluk içinde yaşadığı, halka açık yerlerde yatıp kalktığı ve yiyeceğini dilenerek topladığı halde, herkesin aynı şekilde yaşaması gerektiğini savunmamıştır. Kişinin en kısıtlı yaşam koşullarında bile, mutlu ve bağımsız olabileceğini göstermeyi amaçlamıştır. İnsanın kendi kendine yeterli olabilmesi gerektiğini savunmuştur. Uygarlaşmanın getirdiği kurallara ve araçlara bağlı olan bir yaşamı reddetmiş, yaşamın doğal ve sade olması gerektiğine inanmıştır. Bizler marka peşinde koşarken, cep telefonu ve sanal alemin yarattığı kurgusal dünyanın içerisinde her zaman sitem ederken, sızlanırken fıçı içerisinde de yaşamanın mümkün olduğunu gösteren Diyojen' anlamak pek de mümkün olmasa gerek. Türkiye'de de Diyojen'in anısını yaşatmak için 2006 yılında Sinop'un girişine heykeli dikilmiştir. Elinde fener ve asasıyla köpeğiyle birlikte tasvir edilen yaklaşık altı metrelik mermer Diyojen heykeli, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü öğretim görevlisi Turan Baş önderliğinde 25 kişilik ekip tarafından altı ayda hazırlanmıştır.
4
Etkinliklerimizden Kareler
İzmir Gezisi
Pamukkale Gezisi 17
Etkinliklerimizden Kareler
Efes Gezisi
Gören gözlerimiz mi, yoksa beynimiz mi? Felsefi ve bilimsel düşüncenin hareket noktası aslında varlığın keşfidir; anlam yükünün çözümlenmesidir. Bu analizde olmazsa olmazlarımızdan biridir beynimiz. Serüven beynimizin sırlarına ulaşmayı hedefler aslında. Ortalama 1362 gram ağırlığa sahip ve ilginçtir(en azından bu aşamada ilginç geliyor) kafatasımızın içerisinde bir zerre ışık olmaksızın bizlere renkli ve parlak bir görsellik kazandırmaktadır. Bir manzara karşısında bizler, bilincimizin, zihnimizin ve beynimizin dışında bir objeyle, bir maddi g erçeklikle karşı karşıya olduğumuzu düşünür, hatta bundan şüphe bile etmeyiz. Yaşanan olayı “Karşımda bir yer var gözlerim onu görmekte ve beynimde anlaşılmaktadır.” şeklinde özetleriz. Ancak bugüne kadar yapılmış bilimsel çalışmalar bizi yanıltmaya devam ediyor. Gözlerimiz sadece kendisine ulaşan ışığı elektrik sinyallerine dönüştürür ve bunu hücreler yoluyla beynin görsel alanına ulaştırır. İşte görüntü tam da bu noktada gerçekleşir. Kısacası manzaranın resmi karşımızda değil, beynimizin içerisinde oluşur. Bu tespiti yapan felsefe ya da metafizik değil, bilimin ta kendisidir. Tam bu noktada Berkeley’in gerçekliği algıya dayandırması daha doğrusu gerçekliğin algı olduğunu söylemesi sanki teyid edilmiş durumdadır. Anlatmaya çalıştığımız şeyi, doğuştan gözleri olmayan ressam Eşref ARMAĞAN’nın durumu gözler önüne sermektedir.
Aşağıdaki resim, doğuştan görme engelli olan Eşref ARMAĞAN’a aittir. Yabancı bir üniversitenin uzman ekibi tarafından beyni incelenen Eşref ARMAĞAN’da şaşılacak bir detay göze çarptı. Beyninin görsel alanı d u r g u n o l m a s ı g e r e k i r ke n , n o r m a l insanlardaki gibi hareketlilik söz konusuydu. Yani gözleri olan bir insandan beynine giden elektrik sinyalleri bakımından fark yoktu. Sahip olamadığı g özlerinin g örevini dokunma duyusu yerine getirmiş ve ellerinin sinirler yoluyla beynin görsel alanına ulaştırdığı sinyaller aynı işi görmüştü. Düşünsenize, rüya görürken, yerimizden kalkmadan, bir yere dokunmadan ve gözlerimiz kapalıyken görür, işitir, üzülür, ağlarız. Hatta bir yerlerden düşeriz bazen, canımız yanar. Uyandığımızda da, “gerçek olmadığını söyler ve gerçek dünyaya döndüğümüzü düşünürüz. Acaba?
Gerçekliğinden bir an şüphe etmediğimiz bu dünya da beynimizin içinde gerçekleşen bir rüyadan ibaretse...
“Var olmak algılanmış olmaktır.” George Berkeley
16
Şirince Gezisi
5
Film Önerileri
Cesaretin Fotoğrafı
Amishlerin Merhameti Bir katilin, yaşamlarını kendi iradeleri ile şekillendiren Amishler'den beş çocuğu öldürmesiyle başlayan olayların merhamet ve bağışlanma tartışmalarının etik çerçevede çok iyi işlendiği biyografi ve dram filmi.
Ekim Düşü Coalwood adlı kasabada yaşayan Homer Hickam adlı gencin ilerde baba mesleği olan madenciliği yapmaktan başka seçeneği yok gibidir. Fakat 1957 Ekim'inde Sputnik adlı uydunun uzaya fırlatılmasıyla Homer roketlere ve bunların nasıl yapıldığına büyük ilgi duyar. Üç arkadaşı ile deneme yanılma yoluyla bazı denemeler yapmaya karar verir.Kasabada başta babası olmak üzere herkes bunun bir saçmalık olduğunu düşünmektedir. Sadece bir lise öğretmeni onların çabalarını ve emeklerine saygı gösterir ve Ulusal Bilim Yarışmasında büyük ödülü alabileceklerine onları inandırır.
Hachiko:Bir K ö p e ğ i n Hikayesi Bazen bir köpeğin insanlardan dahi daha sadakatli ve daha sadık sevgi dolu olabileceğini kim tahmin edebilir ki. Film yaşanmış gerçek olaylardan beyaz perdelere taşınmıştır. 2009 yılının yapımlarından olan “Hachiko : Bir Köpeğin Öyküsü” filmini izleyenlerin ortak kanısı filmin son derece duygusal olduğu...
Zoraki Kral En iyi film ve en iyi yönetmen dallarında olmak üzere dört ödül alan film, İngiliz Kraliyet ailesinden VI. George'un kekemeliğini yenmesi üzerine kurulu bir dönem filmi. Sağlam oyuncu kadrosunun sürüklediği filmin öyküsü, babası V. George'un ölümünün ardından, Frederick Arthur George'un ağabeyi Edward'ın Amerikalı Wallis Simpson ile evlenmek için tahtı Albert Frederick Arthur George'a devretmesiyle başlıyor. Fakat tahta oturan yeni kralın önemli bir engeli vardır. Halka hitabet etmekte sorunlar yaşayan kral, çocukluğundan beri başına dert olan kekemeliğini yenmek zorundadır.
“Hatalar kötü değil. Onları düzeltmemek bile kötü değil. Kötü olan, onları gizlemeye
1936 Almanyası'ndan siyah-beyaz bir fotoğraf. Fotoğrafta coşkulu bir kalabalık var. Hepsi de parmaklarını birleştirdikleri sağ ellerini ileriye doğru uzatmışlar ve Nazi selamı veriyorlar. Ve o insan selinin ortasında bir kişi, sadece bir kişi kollarını kavuşturarak oturuyor. Nazi selamı vermeyi reddeden o adamın adı August Landmesser. August Landmesser, o siyah-beyaz fotoğrafın çekildiği 1936 yılında 26 yaşındaydı. 1931′de Nazi Partisi'ne üye olmuştu. Ama 1935′te Hitler rejimine meydan okuyarak Yahudi kökenli 22 yaşındaki Irma Eckler ile evlenmişti. Meydan okumuştu; çünkü Nazi yasaları bir Alman'ın bir Yahudi ile evlenmesini kesinlikle yasaklamıştı. Evliliği duyulur duyulmaz Landmesser'i Nazi Partisi'nden ihraç ettiler. Aldırmadı; ikinci kez meydan okudu ve Irma ile evliliğinden iki kız sahibi oldu. 1935′te Ingrid geldi dünyaya,1937′de ise Irene. 1936′nın bir günü o siyah beyaz fotoğraf, Hamburg'da “Blohm&Voss” savaş gemisinin denize indirilmesi töreninde çekildi. İnsan selinin ayağa fırlayıp Nazi selamı verdikleri o an, tören yerine Adolf Hitler gelmişti. Ve o insan selinin ortasında August Landmesser kollarını kavuşturmuş şekilde duruyordu. Hitler'e ve Nazi rejimine “Hayır deme cesareti”ni gösteriyordu. August Landmesser ve eşi Irma Eckler, 1938′de tutuklandılar. “Alman ırkını kirletmek” suçundan mahkûm olup çalışma kamplarına gönderildiler. August Landmesser 1941′de salıverildi ama hemen cepheye sevk edildi. Sonra da bir daha ondan haber alan olmadı. Irma Eckler ise 1942′de çalışma kampında öldü. İki çocukları yurda verildiler ama hayatta kalmayı başardılar. Aradan yarım yüzyıl geçti, Irene bir Alman gazetesinin yayınladığı o siyah-beyaz fotoğrafta babasını tanıdı. Ve gurur duydu. August Landmesser; Nazi selamı yapan bir insan selinin ortasında kollarını kavuşturarak Hitler'e “Hayır" deme cesareti"ni gösteren bir adamdı.
çalışmaktır.”
6
15
Kitap Önerileri
Öğrencilerimizin Gözüyle Felsefe “Her ne kadar 'felsefe' Antik Yunan'da kısmi bir tanıma sokulduysa da, insanoğlu için evrildiği dönemlerden itibaren adı konmamış temel bir sorun ve arayış olmuştur. İnsan, ne, niçin ve neden sorularına cevaplar aramış ve düşünme yetisi ile yorumlamaya çalışmıştır. Din olgusu ile beraber, hiç kimsenin adım atmaya cesaret edemediği yerlerde, belki de ulaşılamaz ama içinde ışık barındıran keskin kayalıklar olmuştur felsefe...” Furkan Onur ÖZTAŞ (12-C)
“Felsefe, özgür olmaktır. Doğruluk yolunda ilerlemek, bilgelik yolunda savaşmaktır.”
“Felsefe, hayata farklı gözlerle bakıp başkalarının göremediklerini görmek ve düşünmektir.” Oğuzhan MANGA (12-C) “Felsefede öyle şeylerle karşılaşırsın ki, önce saçma gibi gelir ama içe döndüğünde bir o kadar da tutarlıdır.” Gizem TEK (11-C) “Felsefe, insanın içinde doyurulmayı bekleyen kemirgenler gibidir. Sorguladıkça kuşkular üreten, farklı bakış açılarını doğuran, hayatımızı sınırlayan çizgileri silebilmektir.” Zeynep KARAGÖZ (11-C)
E.Seren GÜNDOĞDU(11-D) “Felsefe, kalıpların dışına çıkmaktır.” “Felsefe, benim için bir akıl özgürlüğüdür. Düşüncelerimizi kimseden korkmadan, çekinmeden bir başkasına söylemektir.” Gökçen KAYTAN(11-D)
“Felsefe, farkındalıktır. İnsanları eleştiriye, sorgulamaya yöneltir. Yaşamı anlamlandırmaya çalışır. Kitap gibi, hayatın her satırını sorgulamak becerisine ulaşmaktır.” Gamze ALBAYRAK(11-C)
C.Erva AKINCI(11-C) “Felsefe, herkes için doğru olanı değil, her şeyin ilk nedenlerini bulma etkinliğidir.” Ş.Sıla GÖRMÜŞ(11-C) “Felsefe, dünyayı ve kendini fark edebilme isteğidir.” Hatice SERT (11-D) “Felsefe, soru sorma sanatıdır.” Hasan BALKAN(11-D)
“Felsefe, insanın kendisini bulmasıdır. Kendisine hiç sormadığı soruları sormasıdır belki. Felsefe, içimizdeki gizli kapıların açılmasıdır bir bakıma.” Gamze ARABACI(11-C)
14
“Felsefe; dipsiz ve karanlık bir kuyuda ışığı aramaktır.” Kamil AY (12-D)
Hayat Bulmacasının Beş Ana Parçası Jim Rohn, motivasyon ve kişisel gelişim alanında etkileyici sunum ve belirlemeleriyle bir felsefe ustası. Bu kitabında, yaşamı idare ve idame ettirmede bizlere yol gösterecek kritik noktalara dikkat çeken filozof, anlaşılır diliyle dikkat çekmektedir.
Yüreğinin Götürdüğü Yere Git Seksen yaşında bir büyükannenin uzaklardaki torununa yazdığı mektuplardan oluşur. Alabildiğine yalın, gündelik konuşma diliyle yazılmış bu sevgi dolu mektuplar, hem bir iç döküş, hem de bir bilgenin vasiyeti niteliğinde. Yaşlı büyükanne, bu mektuplarda, kendisinin ve kızının dokunaklı yaşamlarının gizli kalmış yönlerini açığa vururken kendi kendisiyle bir iç hesaplaşmayı da birlikte yürütüyor. Değişen gelenekler, altüst olmuş değerler karşısında hissettiklerini, torununa sevgiyle aktarmaya çalışan bu yaşlı kadın, gençliğinde yapmayı göze alamadığı şeyleri yapmasını torununa öğütlerken şöyle diyor: "Yapmaya değecek tek yolculuk, içimize yaptığımız yolculuktur; o özgün çağrıya kulak vermeli, yüreğimizin götürdüğü yere gitmeliyiz."
Sana Gül Bahçesi Vadetmedim Doğduğu dünyanın kurumlarıyla bağdaşmayı öğrenemeyen, iletişimsizliğin karanlığında yaşayan on altı yaşındaki genç bir kızın öyküsü...Deliliğin, resmi tanımıyla akıl hastalığının öyküsü:Deborah kimlik kavramını yitirip içine kapanmış, zengin düşlemi ve mizah duygusuyla yarattığı kendi düşsel dünyasına sığınmıştır. İki dünyanın çatışmaya başlaması, Deborah'ın akıl hastanesine “düşmesi”ne neden olur. Bundan sonra hastaneleri, doktorları vb. kurumlarıyla toplumun “kurtarma operasyonu” başlar...
Her Şey Seninle Başlar Çaresizlik öğrenilmiştir. Başarılı olmak da öğrenilebilir. Sende sandığından fazlası var!Gelebileceğin en iyi yerde değilsin. Yeni bir hayat için gereken, yeni bir akıldır. Doğru şeyi yapmak için yanlış zaman yoktur. Rüzgarı suçlamayı bırak, yelkenleri kullanmayı öğren!Seyirci koltuğundan sıkıldıysan, sahneye çık. Zirvede her zaman bir kişiye daha yer var. Her şey seninle başlar!Başkaları yapabildiyse, sen de yaparsın. Hayatta ya tozu dumana katarsın,Ya da tozu dumanı yutarsın. Seçim senin!
"Az bilmek için çok okumak gereklidir..” Montesquie
7
İş Filozofu: Jim ROHN
Okullarda müdür yok; başeğitimci var... Hayatını değiştiren dönüm noktası...
Ülkemizde adı fazla duyulmamış olan ünlü filozof Rohn, dünyada çok tanınan bir isim. Kendisiyle ilgili bu yazıyı Ufuk Tarhan’ın yazısını referans yaparak kaleme aldık. 5 Aralık 2012 tarihinde mücadelesini kaybettiği akciğer hastalığı bedeniyle zihni arasına ayrılık soktu. Kendi yaşamında önemli aktör olarak gördüğü Jim Rohn ile ilgili bakın Ufuk Tarhan neler söylüyor: “ Onu üç yıl önce Köln’de, 18.000 kişiye nefes sesinin bile duyulmadığı bir ortamda konferans verirken yakından görme şansına da sahip oldum. Sadece o konuşuyordu ve binlerce insan çıt çıkarmadan, neredeyse tek bir yürek gibi, aynı duygu boyutunda, söylediklerini adeta hücrelerine emmeye çalışarak dinliyordu. Dinliyorduk. Müthişti Amerikalı girişimci, yazar ve filozof Jim Rohn, dünyanın ‘’efsane’’ motivasyon konuşmacılarındandı. Her fırsatta ondan etkilendiğini belirten önemli isimlerden bazıları; Anthony Robbins, Brian Tracy, Zig Ziglar. Türkiye’de ne yazık ki pek fazla tanınmadı. Oysa, tüm dünyada 4 milyon kişiye, 6,000’den fazla konferans veren, 1985 te Ulusal Konuşmacı Ödülü alan Jim Rohn, neredeyse tüm dillere çevrilmiş, 17 kitabı, sayısız ses ve video yayını olan, müthiş etkileyici bir esin kaynağı, gerçek bir motivatördü.
8
“Amerika’nın ilk milyoner girişimcilerinden biri olarak tanınan John Earl Shoaff ’la tanışması olur. Dokuzuncu sınıfta okulu bırakan, 1930 depresyonu ve ikinci dünya savaşlarının bütün zorluklarını yaşayan, Nutri-Bio alanında kurduğu satış örgütü ile dört yılda milyoner olan Shoaff ’la tanışması, Jim Rohn için yeni hayatının başlangıcıdır. Shoaff, serveti, başarıları, karizması, girişimciliği ve felsefesi ile Jim Rohn’u müthiş etkiler. Rohn, Shoaff ’ın kurduğu ‘’doğrudan pazarlama’’ ağına katılır ve 31 yaşında milyoner olmaya söz verir. Olur da! Ne yazık ki Shoaff, Rohn’un bu hedefine ulaşmasından bir yıl önce ölür… Takip eden yıllarda Jim Rohn; kendi, yokluktan, zenginliğe geçiş hikayesini dinlemek isteyen insanlar ve buna bir talep olduğunu fark eder. İnsanlara, kurumlara iş ve kişisel gelişimlerinde yardımcı olmaya, seminerler vermeye, bu alanda danışmanlık yapmaya başlar. Bu işi 40 yıl yapar. Büyük bir tutku ve disiplinle…
Okul yöneticileri, eğitim-öğretimden hiç kopmuyorlar. Zamanlarının büyük bölümünü öğretmenler odasında geçiren ve öğretmen oldukları bilinciyle hareket eden yöneticiler, her öğrenciye ulaşabilmek ve onların yeteneklerini ortaya çıkarabilmek için yoğun çaba harcarlar.
Başarının baş aktörleri: Öğretmenler Eğitim sürecinin bir bilimsel yapı olarak görüldüğü Finlandiya’da, öğretmen olmak çok zor koşullara bağlıdır. Öğretmen adayları arasında büyük bir rekabet vardır. En iyi öğrenciler öğretmen olmak için çaba gösterirler. Öğretmenlerin maddi durumu çok iyi durumdadır. Okullarda tüm yetkiler ve kararlar öğretmenlerce alınır. Öğretmenlere eğitim öğretim konusunda tam bir güven söz konusudur. Beş yıl öğretmen olarak görev yapanlara master derecesi veriliyor. Mesleğe yönelik eğitici organizasyonlar çok güçlü durumda olup, usta öğretmenler yeni öğretmenlere bizzat yardımcı oluyor ve rehberlik ediyorlar.
Bir filozof denince akla özlü sözler gelir. İşte Rohn’dan esintiler: • Yeteri kadar nedeniniz varsa, her şeyi yapabilirsiniz. • Disiplin; hedef ve başarı arasındaki köprüdür. • Kolayını değil, daha iyisini dile. • Okyanustan su almaya giderken yanına kaşık değil, hiç değilse kova al bari. Çocuklar gülmesin. • Etkili iletişim; % 20 ne bildiğin, % 80 bildiğin için hissettiklerindir.
13
Finlandiya Eğitim Sistemi
Anı Yaşamak Hadi gelin sizinle bir yolculuğa çıkalım.Kapatalım gözlerimizi,sonsuzluk içinde akıp gidelim.Ne olmak istiyorsanız onu seçin;özgürsünüz ya kimse karışamaz size. Sizin hayal dünyanız bu istediğiniz gibi uçun. Bir şans verin kendinize . Siz siz olun takmayın kimseyi.
Toplumsal olay ve olguların analizinde karşılaştırmalı yöntem önemli ipuçları sağlar. Bu ilkeden hareketle dünyada eğitim sorununu çözen ülkelerin başında Finlandiya gelmektedir. Bu yazımızda, Finlandiya’ya başarı getiren eğitim sisteminin temel değerlerini ortaya koymaya çalışacağız. Başarısız öğrenci yoktur. Her öğrenci başarılı olur! Finlandiya’da başarılı ve başarısız öğrenciler arasındaki fark oldukça düşüktür. Bu nedenle başarısız öğrenci yoktur. Öğrenciler arasında rekabet yaratılmaz ve öğrenci durumu istatistikle ele alınmıyor. Öğrenme güçlüğü çeken öğrenciler için bütün öğretmenler harekete geçer. Eğitim sistemi içerisinde her öğrencinin eşsiz olduğu, kendisine has ihtiyaçlarının ve yeteneklerinin olduğu noktasından hareket edilir. Ders kitaplarına çok fazla başvurulmaz, ezber zihinlerden sökülüp atılmıştır. Öğrenciler, okuyor-yazıyor ve sorguluyorlar. Her öğrenciye bir yetişkin saygınlığıyla yaklaşılır. Kişiye özgü atölyeler ve yaşam tarzı Öğrenciler okul kıyafetlerini kendileri tasarlayabiliyor. Saç ve giyim tarzı öğrenciye bırakılıyor. Yaz tatilleri 10 hafta süren Finlandiya eğitim kurumlarında okulların tasarımı, renkli ve çok yönlü bir yapıya sahiptir. Farklı merdiven yapıları, kafeterya, oyun alanları, minderli oturma ve dinlenme odaları, rengarenk sınıflar, digital kütüphaneler gibi alanlar yer almaktadır. Küçük yaştaki çocuklardan kendi şiirlerini, hikayelerini veya romanlarını yayınlayanlar var. Beslenmeye büyük önem verilen okullarda öğrencilere, sıcak ve lezzetli yemekler sunulmaktadır.
12
Birkaç soru yaratın kendinize. Dün mü bugün mü yarın mı başlamalıyız hayata? Her sabah kalktığımızda ''Ne dersin hayat bugün tekrar mı başlıyoruz ? ''demekle yetinmeli miyiz? Ne bağlıyor bizi hayata? Sevdiklerimiz mi vazgeçmediklerimiz mi yoksa bizi biz yapan benliğimiz mi...Hayat bir balon benim gözümde. O balonun içinde binlerce sorular var,ancak bu soruları o balonu patlatarak çözebiliriz. Bu bir çareden çok bir yöntemdir aslında. Zaten insan da bir yöntemler bütünüdür. Bu balonu patlatmamız, gerekir, o zaman ancak özgür olur benliğimiz. Siz bunlara değersiniz. Sizi değerli hissettirecek güzel şeyler düşünün. Bırakın dünü,yarını,bugünü yaşayın. Anı yaratın, anı yaşayın. Unutmayın! ki ''Anı yaşamamak ölüme her adım yaklaşmaktır. İstediklerinizi, hayallerinizi, hedeflerinizi ekleyin hayat listenize. Söylerken o zorlandığınız özür dilerim,teşekkür ederim, lütfen gibi kelimelerin arkasına saklanmayın. Bir varmış bir yokmuş deriz ya hayatta. Var ya da yok ettirmek önemli değildir aslında. Bu süre zarfında yaptıklarımız daha önemlidir. Keşkeler kırıcılık,umutsuzluk,en önemlisi hiç başlamamazlık katar hayata .Duygular belliğimizden silinir;bırakın silinmeyi oraya girmeyi bile başaramaz. Hissedilmez kalpten, içten. Parlayan güneş olamazsınız yağmurdan sonra. Beddualarla dans eder,lanet okursunuz hayata. Ne kadar zor dimi böyle umutsuzca başlamak sizi yapan hayata? Bence de çok zordur. yabancı bir dünyada insanın kendi nefsini araması gibi bir şeydir. Yokuşa sürünmek bazen de sonudur her şeyin. Tek yapmamız gereken ise bir varmış bir yokmuş dedikleri gibi var ettirmek ve bütün yokluklara karşı iyikilerle bitirmektir hayatı. Siz, bunlara layıksınız.
Anı anlık yaşayın, Unutulmaz yapın, her geçen zamanı, O zaman sizin her anınız ''unutulmaz '' olacak Aynen siz,aynen hayat ve aynen ben gibi...
Ayşegül ARIKAN (12-B)
9
Sevgili Beste... Teyzesinin Bitanesi... En iyi arkadaşım, canım, canımdan öte BESTEM... Yüreğimi acıtan bir şey var bugün. Belki de bilinmeze doğru akan bir sızıdır benimkisi. Ama o da ne? Aynı zamanda, senin gülen yüzünde anlam kazanan, bir coşkudur alıp başını giden. Ne çok okuyacak kitap, ne de çok gidilecek yollar var bizim için. Sen, biliyorum yine vazgeçmeyeceksin okumaktan ve de yürümekten. Zaten, doğum ve ölüm, aslında yaşamın farklı evrelerinden sadece bir kısmı değil midir? Doğumdan önce de yaşıyorduk, ölümden sonra da yaşayacağız. Bu bir teselli değil, zira teselliye ihtiyacın da yok senin. Sevginin ulaşabildiği en güzel noktadır senin vardığın yer. Bu bir ayrılış değil. Zirvedesin sen, hiç olamayacağım kadar yüksektesin. Seni kime sorsak, aldığımız cevaplar yine sonsuzluğa uğurladı bizi. Hani, elimi uzatsam, sanki gelecekmişsin gibi. Bir el uzatsan, bizi de alsan sonsuzluğa. Bir istek miydi bu? Yoksa bir haykırış mı? Seni, sana anlatamam ki... Yüreğini, senden daha iyi kim bilebilir ki? Sevgini adım adım saysam, dünyanın etrafını kaç defa dolaşırım, bilmiyorum. Her ayrılık, bir birlikteliğin yeni adı değil mi sence? Ben hayatın akışına inanırım. Bu oluş, düz bir çizgi gibi değildir. Dolambaçlıdır, irili ufaklı rampaları, beklenmeyen(tabi bize göre) oluşumları vardır. Ben sana gelirim, sen yukarı çıkarsın. Ben seni görürüm, sen ötesini. Annenden dinledim, okul aşkını. Hafta sonları gelsin istemezmişsin. Öğrenmeye koşmak, yüreğine koşmak, en büyük isteğinmiş. Okulda yapılan deneme sınavı sonuçlarına göre, ikinci sıradaki yerini almıştın . Ne kadar çok sevindim, bir bilsen? Bilirsin gerçi, sen zaten mutluluksun, sevinçsin başarıyla taçlanan. Kafamı çevirdim, her tarafta sen varsın, her fotoğrafında hayata gülüşünü gördüm. Gülüşün, yaşananlara meydan okuyordu. O gün, adım atamadım, o gücü bulamadım kendimde. Sanki ayaklarım bedenimi taşımak istemiyormuş gibiydi. Ama yürüdüm yine de. Yürümeliydim. Okumaya, anlamaya, hissetmeye devam etmeliydim. Karanlığı, karanlıkla aydınlatamazdım. Bir mum yaktım. Sonra ikincisini. Birinci mumun ışığı nerede bitti, ikincinin aydınlığı nerede başladı göremedim. Ama zaten mesele ayrıştırmak değil ki. Bu bir ayrılık değil, mumlar ışıklarını paylaşırlar, hiç pazarlık konusu yapmadan. Tıpkı yaşam gibi. Bugün, nereye baktıysam oradaydın sen; herkes seni görmüştü. Her ses seni anlattı. Biliyorum her şeyi duyduğunu, biliyorum yine hayata bakıp gülümsediğini Sevgili Beste...sonra baktım, elinde kalemiyle Çağla’yı gördüm. Seninle ilgili duygularını satırlara dökerken izledim onu.
Gülmeyi, ağlamayı, el ele yürümeyi, sevmeyi ve sevilmeyi, bütün güzellikleri beraber öğrendik. Biz küçücüktük...Ben, anne ve babamın elinden tutarak adımlarımı atarken sen geldin dünyama. Senin ellerinden bir de ben tuttum. Birlikte yürüyelim, birlikte öğrenelim her şeyi, birlikte yapalım her şeyi diye.
Kavga da ettik seninle ama, birbirimize baktığımızda yüzümüzdeki sadece bir tebessüm, bir gülüş... Sımsıkı sarıldığımızda her üzüntü, sis olup uçardı aramızdan. Biz küçücüktük. Geleceğe dair hayaller kurduk. Ben okula başladım, sen ise okuldan gelişimi beklemeye başladın. Neler yaptığımı merak ederdin. Zamanı gelmişti ve beklemek zorunda değildin artık. Oyuncakları bırakıp, el ele tutuşarak aynı okulun kapısından girdik içeri. Ayrılan bir tek sınıflarımız oldu. Bizler değil... Biz küçücüktük... Bir bütün olduk, sonra her şey... Seni çok seviyoruz. Daima her şeyimiz olarak kalacaksın...
Çağla Topçuoğlu
Uzunköprü Anadolu Lisesi olarak seni sevgiyle anıyoruz...
Kadri ADANIR
10
11