IHLAMUR DERGİSİ

Page 1


IHLAMUR KÜLTÜR SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ İmtiyaz Sahibi Hakan SARI Genel Koordinatör Fatma HIDIROĞLU Yazı İşleri Müdürü Seval OĞUZ Yayın Yönetmeni Yasin ALTUNBAY Yayın Danışma Kurulu Harid FEDAİ Kubilay BELİĞ Hayrettin İVGİN Düzelti Yasin ALTUNBAY Tasarım Ahmet BÜYÜKASLAN Hakan SARI Kapak Yazısı Kaligraf-Çetin ÖZTÜRK Ocak 2010 Yönetim Yeri Bosna Hersek Mh. İlyas Sok. 1/15 Selçuklu/KONYA İletişim www.ihlamurdergisi.com ihlamurdergisi@hotmail.com Tel: 0090-505-933-9133 Mektup: PK.5 Kampüs PTT Şubesi Selçuklu/KONYA Abonelik Şartları Yurtiçi Bireysel (Yıllık) : 15 TL Yurtiçi Kurumsal (Yıllık) : 15 TL Yurdışı Bireysel (Yıllık) : 15 EUR Yurtdışı Kurumsal (Yıllık) : 30 EUR Abonelik için 5444590 numaralı posta çeki hesabına bedeli yatırıldıktan sonra adres bilgilerinin gönderilmesi yeterlidir.

AZERBAYCAN Elçin İSKENDERZADE KOSOVA Zeynel BEKSAÇ ALMANYA Şükran GÜNAY KKTC Atınç KESKİN KERKÜK Kasım KERKÜKLÜ D. TÜRKİSTAN Nurala GÖKTÜRK KIRIM Zakir KURTNEZİR FRANSA Şerife YAKUT AFGANİSTAN Ferhat DOSTUM MAKEDONYA Seyhan YAKUBİ POLONYA İbrahim UÇAR ANKARA Hayrettin İVGİN BURSA Hüsamettin OLGUN KONYA Melâhat ÜRKMEZ ESKİŞEHİR İbrahim SAĞIR KÜTAHYA İsa KAHRAMAN ISPARTA Fatma UÇARLAR TRABZON Ahmet KÜLEKÇİ EDİRNE Metin KOCA UŞAK Gamze ÇİFTÇİ KAYSERİ Hasan Basri DOĞAN NİĞDE Tuğba ERSÖZ BARTIN Berrak DENİZCİ YOZGAT Şerife KORKMAZ GİRESUN Elif BEKAROĞLU


Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

Bir tohum attık Konya'nın bozkırına. İnatla, inançla ve ısrarla… Filizlendik, ıhlamurların filizlendiği mevsimde. Toyduk, tomurcuktuk, tazeydik… Ve sonbaharda ıhlamurlarla birlikte çiçek açtık. İkinci ilk mevsimimizde... Anadolu dergilerinin makus kaderi: her sayıda bir sonraki sayının doğum sancısını yaşamak. Yaşadık... Ve nihayet, bir mevsim aradan sonra, harman mevsiminde üçüncü sayımızla karşınızdayız. Yeni bir heyecan, yeni bir kapak ve yeni bir merhabayla… Hakan SARI


Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

1 Ülkesine Sevdalı Olmak Hüsamettin OLGUN 3 İLKSÖZ

Ölçü, Dünya, Niyet, Akıl Mustafa CEYLAN

4

Şöyle Giriversen Kapımdan Fatma UÇARLAR

6

Susmalı Yusuf BAL

8

Rengi Misali

27 Seval OĞUZ Aşk Böyle(mi)dir Sevdam Şükran GÜNAY 10 28 Elvedasız Asuman BATTAL Aşk Ahmet KOÇAKOĞLU Mevlâna’da Sevgi ve Hoşgörü Melâhat ÜRKMEZ

11 29 Alışamadım Hasan KARAYEL 12 30 Seni Seviyorum Bedia Belkıs BALCILAR

Aşk Hakan SARI

16 31 Ne Güzel Halil GÜRKAN

Aşk-ı Bülbül Fatma HIDIROĞLU

17 32 San, Ki ve Mi Atiyye KÜÇÜK

Su Gibi Yasin ALTUNBAY

18 34 Hangi Aşk? Hanginiz Aşk? Raşit Ulaş ÇETİNKAYA NODİRA İBRAHİM 19 Şu Hayatın Neresindeyim 37 Sorma Adnan SAYIM IRMAK DERGİSİ 23 100.SAYISINDA Gülümsetelim 38 Sevgi(li)mizi Raziye Betül ERTUĞRUL Aşka Aşığım 39 Mehmet GÜL

40 Nerdesin Esra ETÇİ Sevdâ 42 Bahar-ı Nihat KAÇOĞLU

43 SONSÖZ


. ÜLKESİNE SEVDALI OLMAK Dr. Hüsamettin OLGUN husamettinolgun@yahoo.com Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

Bir sonraki hafta, bir sonraki yıl olacak… Yeni umutlardan, yeni gelişmelerden, yeni beklentilerden söz etmek teamül haline gelmiştir yıl sonlarında... Bu vesileyle kendi tarihimizin zaman tünelinde (ki, bu zaman olarak düşünüldüğünde aynı zamanda insanlık tarihine de bir yolculuk anlamına gelir) bir kez daha yolculuğa çıkmak gerek diye düşünüyorum. Ne idik, ne olduk. Neredeydik, nerelere geldik. Bu güzeller güzeli ülkeyi bize emanet edenler, bu ülke için neler yaptılar. Bizi yok etmeye kararlı emperyalist güçlere karşı nasıl bir duruş ortaya koydular... Üzerinde oldukça fazla durulması gerek!. Özellikle geçtiğimiz günlerde bir süre de olsa -magazin dünyamızın izin verdiği ölçüde- gündemimize düşen “Sarıkamış Destanı”, öylesine önemli mesajlar verdi ki! O günün şanlı ve yurtsever askerleri, vatan sevgisini iman kabul ettikleri için, gözünü kıpmadan üçmağ içre “beyaz ölüm”e gittiler… Zaman tünelinde geçmişe yolculuk, ataların yazdığı destanları hatırlamak; şehitlere ağıt yakmak, onları saygıyla alkışlamak, arkalarından “fatiha”lar okumakla sınırlı kalırsa elbette ki, geleceğimize ışık tutmaz. Onların görkemli ve vatan sevgisi” adına dünyaya örnek duruşları iyi algılanabilirse; bugünkü insanımızın şifresi okunabilir. Bu şifreyi oluşturan ana şablon; ülkeyi bize emanet edenlerin düşünce ve davranış kalıbıdır. Başka Türkiye yok! Ama bunu söylerken Türkiye üstünde oynanan oyunları iyi okumak lazım. Dışımızdakilerin dayatmalarını iyi niyet olarak yorumlamak; artık gaflet ve delaletten öte olsa gerek! Aslında onların anlamakta zorluk çektiği şey, bu coğrafyada yaşayan milletin; emperyalizmin zayıf düşürdüğü, yok ettiği milletlerden farklı oluşudur. Bu konuda gösterdikleri cüretin sebebi ise; duruş hatalarımızdır. Övünülecek tarihi olan milletlerin, yeni kuşaklarının övünme yöntemi; sık sık tarihten, atalarının zaferlerinden söz etmekle sınırlı kalamaz. Aldıkları kutsal emaneti hiç halel getirmeden kendilerinden sonrakilere ulaştırmakla, görevlerini layıkıyla yaptıklarından söz edebilirler. Aksi takdirde Sarıkamış'da açacak kardelenler ve Çanakkale'de açacak güllerin boynu bükük olacaktır... Evet bu ülke bizim. Ve bizim ülkemiz dünyanın en güzel ülkesi. Bizim ülkemiz, Allah'ın vatan verirken en cömert davrandığı coğrafyalardan biri. Ama nimetlerinden doyasıya yararlandığımız bu ülkede huzur içinde yaşamanın bir sorumluluğu da var. İşte bugün vatan borcu; bu sorumluluğun gereğini yerine getirmekten ibaret. Her birey mesleği, konumu, meşguliyeti ne olursa olsun; “önce ülkem, önce milletim” demek zorunda. Bu ihtiyari bir seçim de değil! Bir zorunluluk! Gelişmiş olmayı başaran tüm ülkeler, bu altın kuralla başarıya gitmişlerdir. Zaafiyet gösteren yöneticilerle yönetilen, bireyleri çıkarından başka bir şey düşünmeyen ülkeler ise; aymazlıklarının bedelini en ağır şekilde ödemişlerdir. Kendileri bedel ödemekle kalmamış, suçsuz gençlerinin, çocuklarının yarınını da mahvetmeyi başarmışlardır. Aslında alınacak örnek de az değil! Ülkesi yerle bir olduktan sonra, dünyanın en ileri ülkeleri arasına girmeyi başaran ülkeleri örnek almak yeter! Onurlu bir duruş ortaya koymak zor değil! Birey olarak, toplum olarak; daha fazla geç kalmadan; daha çok kurban vermeden kendimize gelmek için kendimize gelelim... Yarınımız için, onurlu ve güçlü sloganımız:”ülkesine sevdalı olmaktır!” Bu, bu ülkede yaşamanın en büyük ortak paydasıdır. Olmazsa olmazıdır. Her ülke için, geçerli altın kuraldır. Umutlu yarınlar!..

3

.


. ÖLÇÜ, DÜNYA, NİYET, AKIL Mustafa CEYLAN ceylanmustafa_09@hotmail.com Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

Varlığı, yokluğu kuşatan mizan Sar sarmala beni, koynunda taşı. Kafamda seherler yaksın ateşi Kuruver ölçünle bir kutlu düzen Ezelden ebede giden yolcular İçine beni de unutmadan yaz. Gün öğle vaktidir esmeden ayaz Bitmeli, gitmeli başımdaki kar. Kanayan yarama merhemini sür, Doğrulup yerimden şöyle kalkayım Parlasın aşk ile gecede ay'ım… Kemlik defterini ebediyen dür Sevgiye, barışa boy atsın çağım Boy atsın, yoksa ben, çıldıracağım… * Delirdim; bilirim gonca güllerin Koktuğu zamanlar kaybolmayacak. “Rüzgârın güvercin kanatlarından Söktüğü tüy bile kaybolmayacak.” Yağmur mevsiminde ipince camın Döktüğü gözyaşı kaybolmayacak. Terleyip bunalan koca devenin Çöktüğü kum bile kaybolmayacak. Her ezan sesinin mıknatıslanıp Çektiği tunç kalbim kaybolmayacak. Yorgun çiftçilerin taşlı tarlaya Ektiği sabırlar kaybolmayacak Gençlik ovasına öğretmenlerin Diktiği fidanlar kaybolmayacak. Şu halde: …..“Ne edersen onu bulursun ……..Hangi ölçüyle veznedersen ……….O ölçüyle veznedilirsin.” * “Dinimiz aşk dini, ……Ahlâkımız aşk ahlâkı ………Nizamımız aşk nizamı ey gönül” …………“Sevdiğiyle beraberdir her insan” Ya sen kiminle berabersin söyle de bileyim?

4

.


. ÖLÇÜ, DÜNYA, NİYET, AKIL

Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

Ey dipsiz derinlik, Yusuf kuyusu Ey her bir gözeden kaş göz eden su Boğazlarda perde perde olan su Bakraçlara çıkrık çıkrık dolan su Ter olup alnımdan yuvarlanan su Ateşten göllerde buharlanan su Dolap dolap dönüp şakırdayan su Tencerede, kazanda fokurdayan su Ey teselli çeşmem, ümid pınarım Yokluğun yanardağ, …………………..yanar yanarım. Eğil, eğil ey gümüşten ibrık …..İçinde feryad figan suyum ben …….Eğil de döküleyim yüzlere ayaklara ………Dayancım kalmadı bu ayrılıklara… Hangi avuçtan hangi yüze serpildim Baştan sona aşk, baştan sona gül oldum İyiliğe, güzelliğe sevinç nağmeleri yolladım, Acı çığlıklarımı nakışladım kötülüklere Yük olmamak için çırpındım yaprak gibi Dünya için ahireti, Ahiret için Dünyayı bırakıp da gitmedim… * Yalan Dünya derler bu hana Kökü kömeci yalan… Ömür dediğin nefes içinde nefes Bir de bakmışsın kesilmiş Var mıdır söyle Var mıdır kıyamete kalan? * Götürme ateşini ellerinle götürme Nefsanî duygulara, vur da kelepçeleri “Tüm işler ve ameller niyetlere göredir” Daha yola çıkmadan kaybolur niceleri. Kullan aklını kullan, iyiliğe ayna ol Ağart zindan karası bitmeyen geceleri. Destanını okusun yarınlarda doğanlar Sırala gonca gonca, sırala heceleri. Kaldır da ufuklardan şu dumanı, şu sisi Dev sanmasın hiç kimse, zavallı cüceleri Sana benzesin sana ardın sıra gelenler Gül kokan rüzgâr ile dolsun düşünceleri… * Salkımlandı tan yeri, tebessümlendi dağlar Sancılandı öteler, doğurmak üzre kısrak Kuledeki yelkovan gerçekle kamçılandı Çıkardık kabuğunu hadis hadis zamanın…

5

.


. ŞÖYLE, GİRİVERSEN KAPIMDAN Fatma UÇARLAR fatmaucarlar@hotmail.com Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

Biliyorum, şu an bana ulaşmak için yollardasın. Aklın sıra yola çıkacağını hissetmemem için az önce aradın ve her zamanki rutin konuşmaların gibi havadan sudan bahsettin. Ama biliyorum, sürpriz yapıp ansızın karşımda oluvereceksin. Yapmak istediğin sürprizi bozmamak için, ben de gelecek misin diye sormadım. Az önce seni aradım, telefonundan “aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor, sinyal sesinden sonra mesajınızı bırakınız” iletisini dinledim. Anlıyorum ki, yollardasın ve ararım düşüncesi ile yola çıktığını bilmemem için telefonunu kapattın. Ama gar müdürlüğünü aradım ve trenin kaçta hareket ettiğini ve sabah kaçta gelebileceğini öğrendim. İçimden senin sürprizine karşılık sürpriz yapmak ve seni istasyonda karşılamak geliyor ancak, seni hayal kırıklığına uğratmamak ve yapacağın sürprizin tadını kaçırmamak için karşılamaya gelmeyeceğim. Sabah eve mis gibi börek kokuları içinde girmeni istiyorum, o yüzden şimdi mutfağa geçiyorum. Biraz da portakal, limon ve greyfurt suyu karışımı hazırlar ve bal ile de karıştırırsam, varsa soğuk algınlığın bir anda iyileşirsin. Konuşurken hissettim, aslında boğazın ağrıyor. “Hasta mısın?” dedim, “hayır” dedin. Bir kere de şikâyetçi olsan yaşamından ne olur?. Ama şimdiye kadar hiç şikâyet etmedin ki. Hep “iyiyim” demeye alıştırmışsın dilini. Gerçi benim de istediğim de bu ya. Hep iyi ol. Sabah nasıl olacak bilmiyorum. Kim bilir kaç kez uyanacağım ve uyur uyanık arası sabahı edeceğim. Aslında sen zile basmadan kapıyı açabilirim ama dediğim gibi rolümü iyi oynamalıyım, uykulu uykulu sana kapıyı açmalıyım ki, haberim yok sanarak mutlu olasın. Yine de sabahın salaş haliyle karşına çıkmak istemem. Hiç olmazsa yüzüme krem sürüp gözüme de kalem çekeyim de beni hasta zannetme, yoksa üzülürsün biliyorum. Kahvaltıdan sonrası için program bile yaptım. Güzel bir kafe var çay boyunda, görünce seversin. Oraya kahve içmeye gider, sonra da ne zamandır izleyemediğim filmi izlemek için sinemaya gideriz. Son günlerin en sevilen filmlerinden. Yalnız izlemenin tadı olmayacağı için birlikte gideriz düşüncesiyle gitmemiştim. Biletlerim bile hazır biliyor musun? Nedense hep ertelemekle geçiyor hayatımız ve bir bakıyoruz ki günler, haftalar aylar hatta yıllar da bitivermiş. O yüzden karar verdim; bu yeni yıl ile birlikte hiçbir şeyi ertelemeyeceğim. Çünkü zaman çok çabuk akıyor. Ne güzel, gelmişken gitmezsin artık ve yeni yılı da birlikte kutlarız. Bence dışarıda bir programa gerek yok. Sen de zaten bu tür gecelerde dışarıda olmayı sevmezsin. Evde otururuz güzel bir masa hazırlarım sana. Biliyor musun yeni yıl hediyeni de dolabına sakladım. Bu da benim sana sürprizim olacak mutlaka beğeneceksin. Ben senden bir şey istemiyorum. Geleceksin ya en güzel hediye sensin benim için. Sabah için erken kalkmalıyım vakit de iyice ilerledi. Bu gece özlemin, yalnızlığın biteceği, vuslata köprü, güzel bir gece olacak. Sen de uykuya dalmışsındır ve bir an önce sabah olsun istiyorsundur. Sabah kavuşmak üzere, iyi geceler yakışıklım… Hadi artık, bu ayak sesi kapımda dursun, zilim basılsın, kapımı her zamanki gibi iki kez tıklat. Tren de geldi, trenin sesini duydum. Neden gelmedin? Taksi mi bulamadın? Anca mı geleceksin? Yoksa çiçek almak için mi oyalanıyorsun? Bilmiyor musun en güzel hediye de çiçek de sensin. Hadi gel! Zile de basma, çıkar anahtarını kendin aç evimizin kapısını.

6

.


. ŞÖYLE, GİRİVERSEN KAPIMDAN

Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

Şöyle giriversen kapımdan Şaşırıversem geldiğine Yüreğim çıkıverecek gibi olsa boğazımdan Elimden ayağımdan can kesilse Oturup kalsam, Dilim tutulsa, Konuşamasam, Şöyle giriversen diyorum kapımdan…* Anladım gelmeyeceksin. İstasyonla ev arası ne kadar ki? Herkes ulaştı sevdiğine, gelmiş olsaydın şimdiye kadar evde olurdun. Bu börekleri sensiz yiyebilir miyim sanıyorsun? Masayı senin için hazırlamıştım bir lokma bile alamadan nasıl kaldırırım? Ne olur geliverseydin. Sarılsaydım boynuna, mis gibi kokunu çekseydim içime… …Ben mi yanlış duyuyorum? Bu ayak sesleri senin, evet senin ayak seslerin, tamam anahtar kilitte dönüyor dayanamayacağım artık kapıyı açacağım. -Hoş geldin, oğulcuğum, hoş geldin…

7

.


. SUSMALI Yusuf BAL yusuf_y_b@hotmail.com Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

tarihin en karanlık çağından duyuluyor şarkısı insanların ne hint dilinden, nede başka milletin hiçbir tarihçi duymadı yazılmadı kitaplarda adı fakat vardı değil mi kemikleri yok olan insanların sesi nemruttan, firavundan önce yitik uygarlıkta heba edilen aşk göz yaşları vardı değil mi en erken sabahlarda yeni uyanan çocukların gözlerini kamaştırırdı ışık uyku uyanıklık arasında sana yakındı gölge saçlarına gözlerine ellerine daha yakın uzak düştük değil mi bu dili bir sen biliyorsun birde ben sen şarkıyı söylerken dinliyorum kapatıp gözlerimi kaç bin yıl önceydi görmekten korkardı gözlerine bakmaya utanan göz saçına dokunmaktan ellerim kaçardı 8

.


. SUSMALI

Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

lağvedilmiş orduların peşinde kaldı kayıp asker bulamadı ordugahta sancağı sustu değil mi aşk kaç damla eritir ki yol vermeyen kayayı nafile, kuyulardan geçti binlerce kervan ses vermedi utandı rüzgar utandı kuyuda bekleyen er kendi esaretinden sen kaldırdın siyah örtüleri saçından bıraktın saçlarını, dağlarda eserken rüzgar dalgalandı saçların denizde su dalgalandı kuyuda kan güneş doğdu yansıdı ilk ışıklar yüzünde tecrit edildi değil mi kovuldu şimdi yürekten öfke ordular kurulurken, ellerim tutardı kalkan pers topraklarında dövülen kılıç suyunda uyanırdı hiçbir tarihçi duymadı 9

.


. AŞK BÖYLE(Mİ)DİR Şükran GÜNAY sukrangunay2009@windowslive.com Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

Hiç iki aşığı gördün mü? Ben gördüm. Onlar geldi mi aklıma; dalar giderim deryalarıma… Söze gerek ne, sevince insan? Gözler konuşur, diller sus pus olur. Yürekten yüreğe akanlar anında okunur, aşıkların bakışlarında. Ruhlardır konuşan ta uzaklardan… Zamanda yok olur sevince insan. İkize benzerler; iç sızılarını da sevinçlerini de gönüllerinde duyarlar. Daralır göğüs kafesleri. Ta ki diğeri rahatlayıp oh! çekince nefeslenir bağır. Ya da kuş olup uçar ruhuyla; kol kanat olur sevdiğine; sımsıcak duygularıyla… Mekânda yok olur, sevince insan. Düşleri yarıştadır, canları hep başbaşa. Olmazlardan saraylar kurarlar, tahtlarına kurulurlar. Aldırmazlar kış olmuş, yaz olmuş; baharları yaşarlar dondukça yalnızlıklarında… Yürekte saf olur, sevince insan. Yâr kokar; dağ, bağ, bayır. Sevdiği olur bastığı toprak, içtiği su, yudumladığı su, çiğneyip yuttuğu lokma. Uçurumlarda tutunduğu daldır. Korkulu rüyalarında sığınağı. Anası, babası, bacısı, toprağı, vatanıdır; bel bağladığı… Aşk'a eser rüzgâr, sevince insan. Dillerinden diken yerine her renginden allı morlu, pembeli bayazlı güller açar. Gönüllerinde bayram sevinci eser; birbirlerinin varlığını hissedip yaşadıkça. Uzakları yakın eder gönül bağları… Kış'ta bahar olur, sevince insan. Biz der sevenler, mal mülk çıkar aradan. Saymazlar beşi onu. Bilirler sonunu gidişin. Kefenin cebinin delik oluşu sinmiştir düşüncelerine. Bir lokma bir hırkadır umdukları; paylaşmanın tadıdır ölümsüz sonsuz yolculuğa hazırlayan… Güven taht kurar, sevince insan. Biz der aşıklar. Ne esen rüzgâr ne de yağan kar üşütmez onları. Alemlerin Yaratanı sarar varlıklarını, yok olurlar Tek'te. Bilirler ki, asıl olan yalnızca O'dur. Öylece sarılırlar birbirlerine; turnalar,angutlar, kırlangıçlar, kumrular gibi… İki'den bir olur, sevince insan.

10

.


. AŞK Ahmet KOÇAKOĞLU a.kocakoglu@hotmail.com Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

Ötelerde yanan alevi Yüreğinde hissetmektir aşk Kanla yoğrulmuş taşa Baş koymaktır aşk… Ayakları çıplak, tırnakları kanlı Gölge arıyor soluklanacak Bir ağaç da demiyor: “Buyur dinlen biraz.” Dikenler daha bir diken Kızgın çöl daha bir sıcak Dudak suya hasret Gönüller aşka… Aşkın dili yoktur Ve hep gözleriyle yaşar âşık Aşkın kirpiği yoktur Uyursa sevdiğinin kanı akar… Kucağında masumiyet Dudağında kırık bir tebessüm Güvercin kanadında merhamet Şahin pençesinde intikam Eyvah! Omuzlarına ağır değil mi bu yük Yüzük çıktı parmaktan Çok kan akacak… Ötelerde yanan alevi Yüreğinde hissetmektir aşk Kanla yoğrulmuş taşa Baş koymaktır aşk…

11

.


. MEVLÂNA'DA SEVGİ VE HOŞGÖRÜ Melâhat ÜRKMEZ melahaturkmez@hotmail.com Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

Mevlâna, çağları aşan bir mutasavvıf ve düşünür olarak sevgi ve hoşgörüyü ilk ilke edinmiştir. İlkesi sadece düşüncesinde kalmamış, hayatının her safhasında pratiğe geçmiştir. Mevlâna'nın şahsiyetinde yer edinmiş olan sevgi, hoşgörü, olgunluk, tevazu, iyilik, cömertlik gibi vasıflar onu evrenselleştirmiştir. Mevlana, insanın kendisini tanıması üzerinde önemle dururken, toplumsal ilişkilerde insan sevgisine büyük önem vermiştir. Mevlâna'ya göre sevgi ve hoşgörü sadece insana has olan vasıflardandır. Eşrefi mahlukat emri onda hayat bulurken, insana, Allah'ın yarattığı en yüce varlık olarak bakmış, insanı sevmeyi dünyanın yaratılış sebebi saymış, ona insanca muamele etmeyi bir ibadet olarak görmüştür. Yunus Emre'nin, “Yaratılanı severiz/ Yaratandan ötürü” düşüncesinde olduğu gibi her insanı yaratandan ötürü sevmiştir. Allah, insanı yaratırken ona ruhundan üfürdüğü için Allah'tan bir eser taşımaktadır. Bu sebeple Mevlâna, “Yaratıktan şikâyet, Yaratan'dan şikâyettir” der. Sufizmin hareket tarzını oluşturan sınırsız sevgi Mevlâna'da zirveye ulaşırken, “Sevgi sözünü işittiğim zamandan beri canımı, gönlümü ve gözlerimi bu yolda yıprattım” sözleri sevgiye ne denli önem verdiğini gösterir. Âlemin yaratılmasındaki maksadın, “Levlâke levlak, lemmâ halaktü'l-eflâk(sen olmasaydın, sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım)” kutlu sözüne istinaden, dolayısıyla âlemin yaratılış sebebinin insan olduğu düşüncesiyle, yine âlemin yaratılış sebebinin sevgi ve aşk olduğu düşüncesiyle insanı ve sevgiyi dünyanın aslı olarak bilmiştir. Mevlâna'da hoşgörü ve sevgi, Kur'an'a ve Hz. Peygamber'e dayanmaktadır. Onun sevgi ve hoşgörü prensibindeki temel gerçek budur. “Mevlâna Celâleddin Rûmi, aşkın gücünü en yüksek güç olarak kabul eder. İnsanın, bu gücün yolunu kavramasını, o yolla sürekli daha iyiye, daha güzele doğru adım atmasını ve hakikate ulaşmasını ister. Neticede mesut olma, varoluş biçiminin verdiği sevinci keşfetmesini ister” “İnsan da sûreti, dış yüzü ve yaratılışı ile dünyanın fer'idir, yâni parça buçuğu. Eti ile kemiği ile diğer varlıklar gibidir. Fakat sıfat, meziyet bakımından onu dünyanın aslı olarak bil” der. Allah'ın yeryüzünde kendisine halife tayin ettiği insanı sevgi perspektifinden görmesi sebebiyle din, dil, ırk, renk, zengin, fakir, güzel, çirkin… ayrımı gözetmeden, her insana aynı gözle bakmıştır. Çoğu zaman sultanlar, vezirler kapısında kendisiyle görüşmek için beklerken onları kabul etmediği olmuş, diğer yandan zayıf, güçsüz, zavallılarla daha çok sohbet etmiştir. Bu davranışını tenkit ederek, müritlerini kınayanlara, “Benim müritlerim iyi insan olsalardı, ben onların müridi olurdum. Ahlaklarını değiştirip, iyi insan olmaları, iyi amel eden insanların aralarına girmeleri için müritliğe kabul ettim. Allah'ın rahmetine mazhar olanlar kurtulmuşlardır. Fakat lanetine uğramışlar, tedaviye muhtaç hastalardır. İşte biz bu lanetlikleri rahmetlik yapmak için dünyaya geldik” demiştir.

12

.


. MEVLÂNA'DA SEVGİ VE HOŞGÖRÜ

Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

Kendisi, insanlar arasında ayrım yapmadığı gibi yapanlara da tepki göstermiştir. Ahmet Eflaki, Muineddin Pervâne'nin Şeyh Sadreddin'in zâviyesinde tertiplediği büyük bir toplantıda gelişen bir olayı şöyle anlatır, “Mevlâna istiğrak âlemine daldığı sırada Mahfil Emiri Kemaleddin Pervane'nin yanına oturmuştu ve şu sözleri işitti, 'Mevlâna'nın müritleri acayip insanlardır. Çoğu aşağı tabakadan ve zanaat sahibi kimselerdir. Onun etrafında şehrin ileri gelenleri hemen hemen yok gibidir. Her nerede bir terzi, bir bakkal varsa onu müritliğe kabul ediyor' diyerek kötülemekle meşgul oluyordu. Mevlâna, 'Bizim Mansur, hallaç değil miydi? Şeyh Ebubekr-i Buhârî, dokumacı değil miydi? Şu öteki insan, camcı değil miydi? Onların sanatları kendi marifetlerine ne ziyan getirdi ki?' buyurdu.” Mevlâna'nın nazarında kim olursa olsun, her şeyden evvel insan vardır. Halk tabakasından olsun, yüksek tabakadan olsun, onun için hepsi eşittir. Bilakis halktan kişilere pek merhametli, gariplere karşı daima alçakgönüllüdür. Mevlâna psikolojisindeki gerçek, tamamiyle hasbi bir hakikat araştırması değil, inşirah ve huzuru kaybetmiş ruhlara huzur ve akabinde aşk vermektir. “Bir gün ılıcaya gider. Oğlu Emir Âlim Çelebi, daha önce davranarak hamama varır. Mevlâna'nın ve dostlarının daha rahat kalabilmeleri için havuzdaki bütün insanları çıkarır. Sonra havuza kırmızı ve beyaz elmalar doldurtur. Mevlâna içeriye girdiği vakit soyunma yerinde insanların acele ile elbiselerini giydiklerini, havuzun da elmalarla dolu olduğunu görür. Emir Âlim Çelebi'ye dönerek, “Ey Emir Âlim! Bu insanların canları elmadan daha mı az kıymetli ki, onları dışarı edip havuzu elmalarla doldurdun? Onlardan biri elmaların otuz mislidir. Yalnız elmalar değil, bütün dünya ve içindeki şeyler insanlar için değil midir? Eğer beni seviyorsan, söyle hepsi havuza girsinler. Fukarası, zengini, kuvvetlisi ve zayıfı dışarıda kalmasın ki, ben de onların davetsiz misafiri olarak havuza girebileyim, onların sayesinde biraz dinlenebileyim” der. Mevlâna sadece Müslümanlara değil, gayrimüslimlere de sevgi, merhamet, hoşgörü ve tevazu göstermiştir. Müritlerine de aynı tevazuyu tavsiye etmiştir. “Hz.Mevlâna'yı görmek için Konya'ya gelen büyük bir papaz maiyeti ile yolda giderken ona rast geliyor. Hürmet ederek huzurunda eğiliyor. Mevlâna'da aynı hürmetle mukabele ediyor. Papaz her başını kaldırdığı zaman, Mevlâna'yı aynı ihtiram vaziyetinde görüyor. Nihayet bu tevazu karşısında papaz hayran kalıp Müslüman oluyor. Mevlâna eve döndüğü vakit oğlu Sultan Veled'e şöyle diyor: 'Bir papaz, tevazu faziletini elimizden almak, o yolda bize galip gelmek istedi. Allah'a şükür biz onu mağlûp ettik. Çünkü tevazu ve hılim, Müslümanların şiarıdır' der.” Bir gün, bir sema meclisinde semâ ederken birdenbire semâ meclisine bir sarhoş girer. Sarhoş yalpalamakta etrafındakilere ve Mevlâna'ya çarpmaktadır. Orada bulunan dostlar bu durumdan rahatsız olarak sarhoşu incitirler ve semâ meclisinin dışına çıkarmaya çalışırlar. Bunu gören Mevlâna, etrafında bulunanları uyarır.

13

.


. MEVLÂNA'DA SEVGİ VE HOŞGÖRÜ

Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

“Şarâbı o içmiştir, sarhoşluğu siz ediyorsunuz” buyurur. Dostlar o sarhoşu tanıtmak için cevaben: “Tersâdır(Hıristiyandır).” Dediklerinde Mevlâna, tersânın diğer korkak ve korkan, mânâsını îmâ ederek; “O tersâ(korkak ve korkan) ise siz niçin değilsiniz?” der ve dostlar yaptıkları hatadan dolayı üzülürler.” Mevlâna, herkesi kendi haliyle olduğu gibi kabul edip, hoş görmeyi, kınamamayı, mevcut durumun Allah'ın bir takdiri olarak görülmesini tavsiye eder. Hayatında hiçbir zaman kin, nefret, kibir ve ötekileştirme olmamıştır. “Bu kulun ayrılığı, ayrılığa düşmesi, onun günahından, onun kötü kul oluşundan ise, kötüye karşı kötülük edersen, aranızda ne fark kalır” der. Fürûzanfer'in, Câmi'nin Nefahatü'l-Üns tercemesinden naklettiği bir olay, adeta Mevlâna'daki erişilmez olgunluk ve hoşgörünün varabileceği son nokta gibidir. “Konyalı Siraceddin, yanındaki birine, 'Mevlâna, 73 mezheple beraberim demiş' der. Siraceddin gâraz sahibidir. Mevlâna'yı incitmek, onu kıymetten düşürmek için yakınlarından ulu bir danişmendi, Mevlâna'ya kalabalığın önündesen böyle mi söyledin, diye sormak için gönderir ve ona tembih eder, 'Eğer ikrar ederse kendisine küfürler savur, onu incit' der. O adam gider. Mevlâna'ya, 'Acaba siz, ben 73 milletle beraberim diye söylediniz mi?' diye sorar. Cevaben Mevlâna, 'Evet demiştim' der. O adam ağzını açar, küfretmeye, terbiyeye yakışmaz sözlere başlar. Mevlâna gülerek, 'Senin söylediklerine rağmen seninle de beraberim' der.” Mevlâna'nın yaşadığı devirdeki sosyal konuma bakacak olursak, bir toplum mühendisi gibi çalışarak Anadolu'nun manevi mimarlığını üstlendiğini görürüz. Şöyle ki, daha önce Haçlı savaşlarıyla yakılıp yıkılmış, halkı kılıçtan geçirilmiş İslâm ülkeleri, Mevlâna zamanında da Doğu'dan gelen Moğol akınları ile yakılıp yıkılıyordu. Selçuklu hükümdarları iç çekişmeler, isyanlar ve prens kavgaları ile yıpranıyordu. Selçukluların en karışık ve en huzursuz dönemini yaşadığı, insanların hayattan bıktığı bu yıllarda Mevlâna engin hoşgörüsü, barış insanı oluşu sebebiyle, teselli kaynağı oluyor, halkı korku ve endişeden kurtarıyordu. Söylediklerini ve inandığını yaşayarak, etrafına aksettirerek ruhlara ilâhi bir neş'e, gönüllere tatlı bir huzur veren beyitler söylüyordu. Dikkat çekicidir ki, o yıllarda yaşanan bütün siyasi karışıklıklara, sosyal huzursuzluklara rağmen eserlerinde bunlardan hiç bahsetmez. Bahsetmemesi, memleketin durumundan etkilenmemesi anlamına gelmez. Son Mesnevihan Şefik Can, bu konuda şöyle der, “Hz.Mevlâna bir velî idi. Velîler memleketin işgalinden, felaketlere doğru gitmesinden üzülürler ama onlar İlâhi aşkla meşguldürler” der.

14

.


. MEVLÂNA'DA SEVGİ VE HOŞGÖRÜ

Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

Toplumların kendi peygamberlerini kabul edip diğer peygamberleri kabul etmemesi ya da yarıştırması da Mevlâna'ya göre son derece yanlıştır. Hatta müminler arasında bu ayrımcılığın çok sık rastlanan bir hastalık olduğunu, böylesi durumların imanı zedeleyeceğini, inancın esprisiyle asla bağdaşamayacağını vurgular. Peygamberlerin aynı İlâhî hakikatleri insanlara ulaştıran, aynı membadan beslenen, aynı ışıktan yanan kandiller olan; fedakar kılavuzlar, Hakk âşıkları, Hakk yolunun yolcuları olduğunu önemle ifade eder. “Görmüyor musun ki, Ka'be'ye giden ne çok yol vardır. Bazısının yolu Rum'dan, bazısının Şam'dan, bazısının Acem'den, bazısının Çin'den, bazısının da deniz yoluyla Hint ve Yemen'dendir. Bunun için yollara bakarsın, ayrılık büyük ve sınırsızdır. Fakat gaye, maksada bakacak olursan hepsi birleşmiş, hepsinin kalbi Ka'be hakkında anlaşmış ve orada bir olmuştur” der. Mevlâna'da, farklı mezhep ve dinden olanların birbirlerini anlama ve birbirlerine saygı duymaları konusunda yoğun bir düşünce atmosferi görülmektedir. Bununla birlikte insanların aklını kullanıp hak olanı bulmalarını tavsiye ederken, her şeye rağmen herkesi olduğu gibi kabul edip hoş görmeyi tavsiye eder. Günümüzde birbirlerini farklılaştıran, ötekileştiren modern seküler düşüncenin egemenliğine karşı durabilecek tek düşünce Mevlâna düşüncesidir. Dolayısıyla İslâm anlayışıdır. Zira Mevlâna hayatı boyunca İslâmi yaşantıdan bir nebze olsun sapmamış, “Yaşadığım müddetçe Kur'an'ın bendesiyim/ Hz.Muhammed'in(sav) yolunun toprağıyım ben/ Birisi benim sözümden, bundan başka bir söz naklederse/ Ondan da o sözden de bizarım” diyerek bunu dile getirmiştir. İnsanların birbirlerini ölesiye örselediği yaşadığımız çağda, yaşanan acı olaylar gösteriyor ki, dünya barış ve huzuru için, farklılıklar içinde birbirimizi olduğumuz gibi kabul ederek yaşayabilmemiz için, Mevlâna'nın sevgi ve hoşgörü eksenli düşüncelerine her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olunduğu aşikârdır. Bütün anlaşmazlıklar sevgi ve hoşgörü ile sonlandırılabilir. Mevlâna'nın yaşadığı çağda insanlar onun felsefesiyle nasıl kimlik bulmuşsa, günümüzde de dalga dalga yayılan Mevlâna sevgisi ile bu kimlik yeniden kazanılacaktır ümidindeyiz. Zira, “Dört ana varlıktan biri olan ateşin içinde nasıl mikrop yaşamazsa, insanların gönlündeki aşk ateşi içinde de kötü huylar yaşamaz. Nasıl ki ateş mikropları yakıp temizlerse, aşk ateşi de kötü huyları yakıp temizler. Yanana mâsiva, yakana aşk denir.”

15

.


. AŞK Hakan SARI hakansari38@hotmail.com Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

A

şk; varoldukça maruz kalacağımız, bin bir soru işaretinin meçhul anasıdır. Ardı sıra gitmek, 'o' olmayı seçmektir. Hesapsız/süresiz bir seviş, bekleyiştir. Sayısız soru işaretine gebe, akla galebe sultana biçilebilecek binlerce kaftandan ibaret söylemlerimizdir. Göreceye mahkûm beğenilerde ete kemiğe bürünürken hislerimiz; her yürekte ayrı ayrı taçlanan hep sevdiklerimizdir.

Şiirdir, bir başka sureti müphem vazgeçilmezin. Keskin virajlarla son bulur her bir satırı, atlamamak adına bir kelimenin gizemini dahi… Belki de süsleyip hazırlamaktır ucu bucağı olmayan yalın duyguları, namütenahi mısralara… Özgürdür; alabildiğine kanat çırpar, seyir eylediği her dimağın semalarında…

K

alptir; geriye kalan, avucumuza bırakılan, akıldan/fikirden, sonu gelmez düşüncelerden firar edip yoldaş olan… Anlaşılmayı beklemeyen, yalnızca ′varım′ diyen, ötesini beklemeyen…

16

.


. AŞK-I BÜLBÜL Fatma HIDIROĞLU fatmahidiroglu@gmail.com Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

“Ya sabır ver Yarab ya da kalbi taş eyle Ya kanat ver ya da beni kuş eyle Tez varayım yar bağında talan var”

Garip bülbül âşıktı beyaz güle Yüzün görmek için etrafında pervane Sabah akşam deli divane Kavuşamadı güle biçare Feryat ile uçtu sevdiğine Dikeni battı bülbülün kalbine Kanın akıttı yarenin eteğine Cananı uğruna gitti ölüme Beyaz gül büründü kırmızı renge

17

.


SU GİBİ Yasin ALTUNBAY yasin_altunbay@hotmail.com Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

Tarihin tozlu sayfalarından, hiç kirlenmeden; yerin metrelerce altından, hiç çürümeden karşımıza çıkar aşk. Yüzyıllardır tanımı yapılamamış ve bir kalıba sokulamamıştır. Hep bir şeylere benzetilmiş ama kendisine benzettiğimiz şeyler hep güçsüz ve çaresiz kalmıştır aşkın karşısında. Oysa aşk en çok suya benzer ve hiçbir nesne su kadar güçlü değildir aşk karşısında. Suya benzer aşk: Rengi, şekli, kokusu yoktur. Ona şekil veren içine girdiği kalptir. O kalp ne kadar temiz ve büyükse aşk da o kadar temiz ve büyük olur. Nasıl ki su en sert toprakları bile yumuşatmaya kâdir ise aşk da o derece yumuşatır en katı kalpleri bile… Su gibidir aşk: Rengini sevgilinin gözlerinden, kokusunu saçlarından ve saflığını yüzünden alır… Su gibidir aşk: Sıkıca tutmazsan kayıp gider avuçlarından. Ve bazen sıkıca tutmak bile yetmez uçar gider göz göre göre… Su gibidir aşk: Geçtiği yerlere hayat verir, tüm güzelliklerini cömertçe döker ortaya. Ama bir bakarsın kızgın bir sel olur; durulmaz önünde. Yıkar, dağıtır, yok eder her şeyi. Ve dindiremezsin asla bu öfkeyi… Su gibidir aşk: Bazen bir kaşıkta boğar insanı bazen bir damlaya muhtaç eder. Yokluğu da varlığı da ölüme sebeptir… Su gibidir aşk: Kimyasında yakıcıdır tüm elementleri ama yakmaktan çok söndürür dokunduğu kalpleri. Yakıcılığı tekilliğindedir. Ve için için yakar anlamazsın içinde büyüyen bu ateşi. Bedenimizin her bir hücresinin en ücra köşesini dolaşan kan su değil midir? Kalbimize sığdıramadığımız onca şeye rağmen kalbimize girebilen tek şey sudur. Toprağı çamur eden sudur. Çamur insan eden O' dur. İnsanı insan eden AŞK'tır. Aşk sudur, su aşktır…

18

.


NODİRA İBRAHİM www.nodira.org Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

1974 yılında Herzemde (Özbekistan) doğmuş. Özbekistan Fenler Akademisi Zooloji enstüsunde doçent olarak görev yaptı. Aral Gölü hidrobiyolojisiyle ilgili uluslararası projelere katıldı ve ABD, Belçika, Tayland, Çin, Türkiye’de stajlar yapmak beraberinde, sanatsal projelere de katılıyor. Dr. Nodira İbrahim’ın ilk kişisel sergileri 1998. ve 2001. yıllarda Özbekistan’da oldu. 1-5 aralık 2009 da Çında ilk defa kişisel sergisini açtı. Türkiye’deki kişisel sergilerinden biri 2-16 kasımda İstanbul Taksim Sanat Galerisinde gerçekleşti. Uluslar arası festivallere ve karma sergilere katılıyor. Rus ve Özbek dilindeki yazılarını içeren kitapları Taşkent’te yayınlanmıştır. Türkiye’de yazıları bir çok dergi ve sitelerde yayınlanıyor. ‘Gizli Adadan Öyküler adlı kitabı ilk Türk dilinde defa yayına hazırlanıyor.

19


NODİRA İBRAHİM Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

20

Sayı: 3

Kış 2010


NODİRA İBRAHİM Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

21

Sayı: 3

Kış 2010


NODİRA İBRAHİM Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

22

Sayı: 3

Kış 2010


IRMAK DERGİSİ 100.SAYISINDA Bir Grup Serdengeçtinin Edebiyat Serüveni Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Irmak 1.Sayı

Sayı: 3

Kış 2010

Keremali Dağı eteklerinde bir şiir yarışması değerlendirmesi sonrasında yorgunluk çayı içilirken, Fahri Tuna haziruna bir teklif getirir: “Var mısınız bir edebiyat dergisi çıkartmaya?” “Evet”ler çekilir hep beraber. Adını nehirden alan bir ilde, çıkabilecek olan bir dergini adı ne olabilir; elbette “Irmak”; öyle de olur. İsim babası Mustafa Emircan'dır; adını Yılmaz Güney, kulağına üç kez ezan okuyarak koyar. Fikir babası Fahri Tuna, fikir ortakları Yılmaz Güney, Osman Suroğlu, Mustafa Emircan, Mustafa Turan, Necati Cerrah'tır. Yedincileri genç Atakan Çelik olur: Yedi iklimden gelenlerden kurulu bir ilde, yedi iklimin kokusunu duymak/duyurmak iddiasındaki bir derginin kurucusunun da yedi kişi olması tesadüf olmamalıdır.

“Kuruluş” ve “Kurtuluş”un kıyılarında yeşeren Sakarya Nehri'nden ışıyan, ışıldayan, bir parıltı olma iddiasındaki Irmak; yüz sayı boyunca hep “olmak ya da olmamak; işte bütün mesele” mücadelesi vere gelir. 17 Ocak 2001'de okurlarına “merhaba” diyen derginin temel felsefesi “geçmişten geleceğe” bir anlayışla “sanat yapmak” ve “sanatı yansıtmak” olagelmiştir her sayıda.

Irmak ilk sayı toplantısı - 4 Ocak 2001

Yüz sayıda 575 ayrı imzaya zemin olan/oluşturan Irmak'ın yayın felsefesinde ünlü/ünsüz ayrımı hiç olmamış/olamamıştır; “kimin ne yazdığı”na değil, “neyin nasıl yazıldığı”na bakılmıştır hep. Aradığı kaliteyi bulamasa da zaman zaman, “kaliteyi ayağa düşürmemeyi” ilke edinmiştir. Dergide Yılmaz Güney “denge”yi, Osman Suroğlu “estetiği”, Fahri Tuna “sürekliliği”, Mustafa Emircan “huzur”u, Mustafa Turan “morali”, Atakan Çelik “sempati”yi, Yusuf Mısırlıoğlu “fıkrayı”, Hasan Sağlam “seyahati”, İffet Hacıeypoğlu “iddiayı”, Müjgan Zaman “iletişimi”, Rüstem Budak “güler yüzlü muhalefeti”, Mustafa Özgül “duruluğu”, Rasim Soylu “soylu espriyi”, Mustafa Erdoğan “şiire antipatiyi”, Fatih Gürsel “fotoğrafı”, Abdurrahman İskender “parasız baskıyı”, İsmail Tekdal “dağıtımı” temsil eder sayılar boyunca.

23


IRMAK DERGİSİ 100.SAYISINDA Bir Grup Serdengeçtinin Edebiyat Serüveni Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

Irmak 40.Sayı Irmak 100.Sayı

Irmak 75.Sayı

Irmak 25.Sayı

Derginin hisse senetleri de borsaya kote ettirilmiştir üstelik, “açık artırma” yoluyla alıcı bulmuştur; sadece borsanın adı biraz değişiktir: Gönül borsası. Senetlerin üzerinde “kim dergiye ne kadar sahip çıkarsa, o oranda hisse sahibidir” yazmaktadır zira. Irmak bir grup serdengeçtinin yüz sayıdır yazdığı mütevazı bir edebiyat destanıdır. Bütün dünyayı kasıp kavuran global kültüre karşı açılan yerel bir şemsiyedir Irmak Irmak bir çılgınlık serüvenidir aslında; lugattaki tam manasıyla çılgınlık; zira bir kuruş geliri olmayan bir derginin 32 sayfa 100 ay düzenli çıkabilmesinin nasıl bir izahı olabilir… Bunun bir tek açıklaması olabilir: Tarih boyunca sonucu, paranın değil samimiyetin belirlediğinin bir başka örneğidir aslında bu serüven. Kapanış sebebi ise paradan ziyade “misyonunu tamamlamış” olmaktır; yeni denizlere ve yeni limanlara yelken açmak bekli de.

24


Ağaç Seri Numarası:

0001

Sayın,

OKUR

Gittikçe ormansızlaşan ülkemizde orman alanlarının yeniden kazanılmasında, çevre ve çevre sağlığı bilincinin aşılanmasında ve erozyonla savaşımda IHLAMUR DERGİSİ tarafından başlatılan Ihlamur Dergisi Hatıra Ormanında dergimize abone olan her okurumuzun adına bir adet ıhlamur fidanı dikilmektedir. Abone olmak için abonelik ücretini yatırdıktan sonra adres bilgilerinizi bize iletmeniz yeterlidir. Saygılarımızla

Dergimize abone olan ve aboneliğini yenileyen okurlarımıza 1.Uluslararası Şairler Buluşması Antolojisi-Buluşma 2 hediye edilmektedir.


ABONE OLMAK İÇİN... Dergi aboneliği 4 dergi için olup, 1 yıllık dergi abonelik ücreti yurtiçi için 15 TL yurtdışı için 15 EUR (posta ücreti dahil)dir. Dergi aboneliği hediye etmek istediğiniz kişi/kişiler için abonelik bedelini yatırdıktan sonra hediye abone formunu doldurup bize ulaştırmanız yeterlidir. Abonelik bilgilerini P.K. 5 Kampüs / Konya adresimize posta yoluyla ya da ihlamurdergisi@hotmail.com adresine e-posta yoluyla gönderebilirsiniz.

ABONE FORMU Adı Soyadı : Mesleği : E-Posta : Telefon : Derginin Gönderileceği Adres: Ödeme Şekli:

o Posta Çeki

o Banka Havalesi

HEDİYE ABONE FORMU Adı Soyadı : Mesleği : E-Posta : Telefon : Derginin Gönderileceği Adres: Ödeme Şekli:

o Posta Çeki

o Banka Havalesi

HEDİYE ABONE FORMU Adı Soyadı : Mesleği : E-Posta : Telefon : Derginin Gönderileceği Adres: Ödeme Şekli:

o Posta Çeki

o Banka Havalesi


. RENGİ MİSALİ Seval OĞUZ oguz.seval@hotmail.com Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

Bir gül düşünüyorum da, kırmızı Bir gül Nasıl da asil, değerli Daima bir armağan, bir içtenlik oluyor Ummadık, umulmadık bir kişiyi sevindiriyor Kalplerde, akıllarda Daima bir sıcaklık bırakıyor Rengi misali Bir lale düşünüyorum da, siyah Bir lale Nasıl da asil, durgun; fakat düşünceli Daima beklentili Fakat sonu gelecekmiş Sanki o da bir gün birinin kalbinde Bir armağan olacakmış gibi Tıpkı ben; sen olan hep Hayali

27

.


. ELVEDASIZ SEVDAM Asuman BATTAL asumanbattal@hotmail.com Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

Gökyüzü yıldıza gebeyken, sararan ümitlerin solgun kızıllığına benzerdi anlamsızlığımı anlatan gözlerin. Gittin... Öyle yoklukla bırakmıştın ki beni, hiç bitmeyen zaman dilimine ''hoş geldin'' demek zorunda kalmıştım. Günler geçti aylar geçti, zaman hızla yok oldu bedenimde. Özlemler sancılarla eşlik etti hayallerime. Hasretin bulvarlar kurdu yüreğime. Nefes alışım buruk çay demi tadında oldu ciğerimde. Yollarda kayboldum, gözyaşlarım ıslak nöbette bekleyen sadık sevgilim haline geldiler. Sensizdim... Saatin tik taklarıyla adını sayıkladım. Biz yaptım her cümleyi. Sen ve ben, sen ve ben, sen ve ben. Geceleri bitmeyen güneşe küsmüş ezgilerle dile geldim. Kanattım her defasında yaramı unutup yok etmedim seni içimde. Unutmadım seni, hainlik saydım seni düşünmediğim günleri. Şehrin kırpışan ışıklarına inatla kırpışan yüreğimde ses buldum. Yağmur yağdı dün gece. Kaldırımlarda dolaşan meçhul gölgelerin arasında hissettim seni. Uzayıp kayboldun aralarında. Köpek uğultularının bedenimi titrettiğini hissettim. Kim vardı yanında kime dokunuyordun fark etmedim. Aynı bakışınla sanki beni izliyormuşsun gibi sardım düşümü. YOKTUN... Sana bu kadar sevda ile tutuşan yüreğimi hiçe sayman umurumda bile değildi. Canımın acısını kokunla kapatmak istercesine kokladım; kapağını açık bıraktığım parfümünü. Sevdiğin eşyaları sarıp sarmaladım uyudum. Resimleri duvarlarındaki yerlerinden indirmedim. Ve kapıyı hep açık bıraktım belki içeri sızan ışıkta canlanırsın diye. Değişimin içinde değişmedim hiç. Umutlarımı kulelerden oluşturdum ve her katında sana bir oda ayırdım. Kurduğumuz hayalleri tek tek yerleştirdim içerisine. Sıcacıktı hepsi tenin gibi. Mutluluktu adı mutluluğumuz gibi... Ben bir kere sevdim be adamım. Bizde sevdalar satılık arsalarda kurulmaz. Daimi bekleneni olursun fark etmeden. Bilirdin bunu sende aslında fark etmiştin yerini. Sende sevmiştin beni. Her gün yeni güneşine selam verirken sevda sözlerinle uyandırmıştın yüreğimi. Ne oldu? Ne değiştirmişti var olmanı. Kolay olmayacak gidişin. Yaktığım gemileri rüzgara çoktan terk etmiştim zaten. Hatta o rüzgarda çoktan savrulmuştum ben de. Yönüm yoktu, zamanım yoktu, umutlarım yoktu; bunlara sebep sen yoktun. Artık haritanın farklı yerlerinde bulunan, birbirine asla yol vermeyen koca kayalar haline geldik. Sana asla elveda demeyeceğim sevgili. Sen yoluna devam et. Ben olmam gereken yerde olacağım. Sana asla elveda demeyeceğim sevgili, sen hakkında hayırlısını bul bense senden bana kalanların kırıntılarıyla yaşamaya devam edeceğim. Sana elveda demeyeceğim sevgili, bizde elvedalar son vermez sevgiye...

28

.


. ALIŞAMADIM Hasan KARAYEL hasan_karayel@msn.com Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

Geçtiğin yollarda yeni çiftler gördüm. Başka kollarda teselli arar olmuş herkes! Derdimin pervasızlığına ne çare buldum, ne de el sürdüm. Yorgun ikindilerimin gözyaşı oldu çalkantılarım! Gün kararmış, başım serkeş Ne yana dönsem kokunu duyar olmuşum. Çölde filizlenmiş bir gül gibi ergeç; Sevgisizliğinle solmuşum. Yüzeysel nefesler, zaruri bir hayat yaşadığım. Divane bir hüzünle hala sürünürüm, sensizliği aşamadım. Şimdi daha da yalnızım, Acımı bir dostla bile paylaşamadım. Söylemek zor bilirim, Artık yoksun diye ama Alışamadım! Hala alışamadım!

29

.


. SENİ SEVİYORUM Bedia Belkıs BALCILAR balbedia@hotmail.com Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

Bu koşuşturmalar nereye? Nereye gidiyor ayaklarım? İstikametim dosdoğru. Fakat önüme çıkan yanılgıları, avuçlarıma taşıyan da ne? Aldanışlar ve çırpınışlar. Bazen baktığını görememek, körlüğün en acınası halidir ve düştüğünde, dizlerinden akan kan rengi siyahtır. Zifiri siyah! Aşkını gönlüme bırakıp gittiğinde, gözbebeğindeki siyah esir almıştı beni. Bu yüzdendir kendimi, deniz gözlerinin dalgalarında kaybetmem. Bu yüzdendir körlüğüm. Bu yüzdendir lâl oluşum. Yüreğimden akıp gidenler bir kalemin ucundan süzülüyor şimdi. Sayfalar dertlerimi bağrına çeken, sabır yarenliği sıfatında gönlüme bir bir düşmekte. Sensiz denizler geçiyorum. Mavi, titrek, alev geceler… Mum gemilerinde. Hani gelecektin? Ben kendimi unutmadan, seninle yürüyecektik sakince, hiç koşuşturmadan! Yağmur acelesiz, ipeksi ve usul usul düşerken, gök kubbeden yerküreye… Yemyeşil bir fonda yalnız ikimiz… İkimiz sarmaşık inadıyla yürüyecektik varacağımız son noktaya kadar. Söz vermiştik. Bu AŞK'ın mayası beklemelere SABIR, verilen sözlere YEMİN, vuslatımızdan EMİN diyerek yoğrulmuştu. Ve kor gibi yanan yüreğimizde pişmeye bırakmıştık bu sevdayı. Yüreğim, halen ılgıt ılgıt yanmakta ey sevgili! Bu yapayalnız koşuşturmacalar kanatsa da her düştüğümde ellerimi, dizlerimi… Sabır, yeminimize taşıyor gönlümü ve daha emin bir şekilde yürüyorum, sensizlikte seni bulmak ümitlerime. Bir parça gam, bir parça keder, hasretliği bahane edip sitem çadırları kurdular, geçtiğim güzergâhlara. Gözyaşlarımı katıp zehir yayıklarına, isyan ayranları ikram ettiler bana. Elimin tersiyle geri çevirip riyakâr tesellileri, attıkları gizli kahkahalarında bıraktım onları. Sıyrılıp sahte gölgeliklerinden, ben güneşi simgeleyen aydınlığına vardım. Gönlünü taşıyan kalbim, alev alev yanan AŞK ateşinin acısını göze almalıydı. Öyle ya sevdamı pişirmekteydim, buhârîden yayılanları sana göndermekteydim. Duyumsuyor musun? Sana, beni hatırlatıyor mu? Kapıları “kim o” demeden açabilecek miyim? Ah deli âşık! Vakti mi şimdi yine? Seni derin derin düşünmenin. Her defasında böyle olmuyor mu sanki? Hasretinden yanıp, kalbimden sızanlar tekrar yüreğimin orta yerinde, tozu dumana katmıyor mu sanki? Öyleyse gözyaşlarımla dindiremediğim yerlere, nisan yağmuru ol sevgilim! Geleceksin biliyorum! Yürürken sana doğru yollarda… Sabır toprağında, yemin damlalarıyla, emin çiçekleri büyütüyorum. Tüm mevsimlerde rengârenk açmaktalar. Ve seni… Seni çok seviyorum.

30

.


. NE GÜZEL Halil GÜRKAN halilgurkan@gmail.com Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

Söndürmekse gaye hasret közünü, Alevler içinde donmak ne güzel. Eritmek istersen hüznün buzunu, Üşüyen bedende yanmak ne güzel. Kaynarsa duygular hep için için, Tarifi yapılmaz içteki göçün, Sevda peteğine bal yapmak için, Sevgi çiçeğine konmak ne güzel. Umut olsa yüreklere ekilen, Nefret olsa tutam tutam sökülen, Yunus ile Mevlana'dan dökülen, Hoşgörü suyuyla yunmak ne güzel. “Aşk için ölünür” derler ya hani, Gerçek seven düstur edinir bunu, Armağan olarak tendeki canı, Ay yüzlü canana sunmak ne güzel. Söyleşirken sazlar zaman telinden, Dökülür nağmeler gönül dilinden, Sevgi iksirini dilber elinden, Yudum yudum içip, kanmak ne güzel, Hedef isen ayrılığın taşına, Mutlak gelir bir gün düşer başına, Aşk oduyla pişen hasret aşına, Yari düşünerek banmak ne güzel. Solunca yüzlerde sevda güneşi, Tutuşur ardından hicran ateşi, Önceden görülen o tatlı düşü, Yeniden yaşayıp, anmak ne güzel.

31

.


. SAN, Kİ ve Mİ Atiyye KÜÇÜK atiyekucuk@gmail.com Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

hey! faile fiili biçen kader! niçini tüketim sırf cehennem olmayım diye ısrarım da yanıldım belki ama olsun geride bi sevgili, bi de O'nu bıraktım … sevgilim, saralı kentlerdir boğazıma çalınan ruhuma iştiyak öpülmemiş gözlerin alışılmışın dışındadır yaşamak hangi sokağına ayak basarsan bas sonu hep yüksek duvarlara çıkar ve kirlenmişlikte hüznüm, şimdi kapalı gişe oynar sen bahar papatyalarında sayarken sevgi ve lim “seviyor, sevmiyor,seviyor, sevmiyor,sev!” ben sınıfta kalıyordum koridora aşiyan ah keşke bütün dünya duyabilse cüneydiyye'de büte kalmış aklımı yitirdiğimi lâ min şey miyimdir şimdi ben? bedrakâm ol seyr-ü müptelâm bana bunu gerek imdi tut ellerimden tut ki, siddharta'dan düş karanlığa yoksa dayanamaz küçük yüreğim bu büyük aydınlığa sonra ki,kopar içimde bir vâveylâ sen susarsın da tanem ben susamam… ….

32

.


. SAN, Kİ ve Mİ

Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

ah Rabbim! nasıl bir şükür gerek ki sana soluk alamıyorum hecelerinden nasıl büyük bir tezattır? yaşayamıyorum zihnimde kan açıkları attığım yorgun kulaçlardır sana dair sana dair her ne varsa saklıdır bu tozlu kentle birlikte hayır! bu hiç de iyi bir anı değil geçmişimde zaten geçmişimdir,hem çok geç devşirdiğim hiçbir cümleyi tam sunamadım sana her defasında öğeleri eksik kaldı tanrım lâ ve kin ortak oldular suçumu örttüler,yalnız. yalnız senin için nakaratı geçtim ezgide ve sızılarım,uykusuzluklarım ve kördüğümler biriktirdim sana sunulacak şimdi bu şiir bitmeden ölmem ölmem işte,çünkü değiştim ben…

33

.


. HANGİ AŞK? HANGİNİZ AŞK? Raşit Ulaş ÇETİNKAYA ulas.cetinkaya@hotmail.com Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

Yaşanmışlıkları yazmak kolaydı. Yaşamadan yazmak yaşayana hakaret, yazmak için yaşamaya çalışmak yahut yaşadığını sanarak yazmaya çalışmak “Aşk'a” ihanettir. Bunların hepsinden ziyade, O cesaretin en had safhası, iddiaların en büyüğü… Baş harfi büyük yazılmalı çünkü O özel bir isim, özel isimlerin arasındaki en özel isim… Böyle buyurdu büyükler hicabla: Siz Aşk sanıyorsunuz fani lezzetlerin dişleriniz arasında bıraktığı zahiri tadları… Siz Aşklaştık sanıyorsunuz, hedefsiz, sebepsiz, gelir geçer sevgilerle… Karıştırıyorsunuz gelir geçerleri, genel geçerlerle… Siz Meşk sanıyorsunuz, sahte gülücükleri, yalancı sevgi sözcüklerini… Siz Mâşuk sanıyorsunuz, üç günlük dünyanın, bir günlük ömründe yaşayanları… Siz anladık sanıyorsunuz Aşk'ı, yüz binler satan, dişler arasında zahiri, sathî ve fani lezzetler bırakan kitapları yazdığınızda… Mansur olmadan “En'el Hakk” denmez! Celâleddîn olmadan “Yandım denmez” denmez! Yunus olmadan, “Bana seni gerek seni” denmez!

34

.


. HANGİ AŞK? HANGİNİZ AŞK?

Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

Doğmadan nefes alınmaz, nefes almadan büyünmez, büyümeden emeklenmez, emeklemeden yürünmez, yürümeden koşulmaz, koşmadan uçulmaz, uçmadan uçulmaz, uçmadan uçulmaz… Hiçken hep olunmaz… Aşk romantik bir eylem değil, bir hâl, bir haz, bir cezbe... Gelecek, geçmiş ve geniş zamanların dışında mukîm olan, ve, sadece ve sadece sahibine ait olan bir duyu. Gerçek ve tek sahibine ait… Muhal, girift ve yakıcı… Öyle buyururlar yaşayanlar “-miş'li geçmiş zaman ekiyle: Aşk bekâ imiş, fena denizinde kaybolmuş, hammış, pişmiş, yanmış ve tad olmuş …

35

.


. HANGİ AŞK? HANGİNİZ AŞK?

Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

En'el Hakk'ın sırrı imiş Aşk, diri diri deriler yüzdüren, darağaçlarına götüren… Öz yurdunda uğruna savaş verdiklerinden taş yemek imiş, küfür yemek imiş küfürden, öldürülesiye dayak yemek imiş meydanlarda Aşk… O diyorsa doğrudur diyebilmek imiş Aşk… En büyük ateşlere atılmak, testerelerin en körüyle doğranmak, denizlerde boğulmak, zindanlarda yatmak, ağlamaktan ağma olmak imiş… Tuğyâna sabır imiş tufana kapılmadan… Âlem-i berzahta verilen sözün sıddıkı olmak, Lâ kılcının en keskinini, her daim kınından çıkmış bir ulviyette, en büyük düşmana karşı kullanmak için hazır kıta beklemek imiş… Böyle kelam etti kamiller: Siz onları görseydiniz onlara deli derdiniz... Onlar yaşarken ölmüş olanlardı, Siz, yaşayamayan ölüler… Hangi Aşk ?

36

.


. SORMA ŞU HAYATIN ŞİMDİ NERESİNDEYİM Adnan SAYIM adnansayim@hotmail.com Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

Kar yağdı yine bugün Bu şehre, karardım karlara bakarken Buz tuttu düşlerim Hep yanık bir ağıt kokusu Yakıyor genzimi böyle Kar yağarken geceleri Kardan adamlarım eriyor, damla damla Gün güneşine bakarken gözlerim Serin bir ayaz sarıyor bedenimi Bilsen şimdi hangi sobanın İçinde yanıyor yeniden küllerim Bir film, bir şarkı Unutturabilir mi her şeyi bana? Bir resim veya Edith Piaf Ninemin uzun kış geceleri Anlattığı bana hikayeler Bir daha bir daha geliyor hatırıma, Büyüdüm mü ben şimdi? Yaşım kaç? Hangi sokakta hangi hanenin Hangi odasında tüketiyorum nefesimi Haberin var mı her kar yağdığında İçlendiğimin içinde boğulduğumdan? Sorma ya da sorma “Yaşa ve arzu et sade Velinin teki böyle dememiş mi?” Sen yine öyle umarsız Yaşa yaşayabildiğin kadar Ama sorma, sorma ne haldeyim Sorma ne olur şu hayatın Şimdi neresindeyim!

37

.


. SEVGİ(Lİ)MİZİ GÜLÜMSETELİM Raziye Betül ERTUĞRUL rbe1988@hotmail.com Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

Aldığım bir mesajdaki tek bir cümleyi okurken farkına varmıştım, elimde olanları henüz keşfedemediğimi. Sahip olduklarımız arasında gerçekten de kıymetini, kullanmasını bilmediğimiz değerler vardı. Fakat içlerinden bir tanesini bulmam uzun sürmedi. Gül tadındaki bir sohbette buldum gül niyetine verilmiş candan gülücükleri. Düşmanlıklarımızı, öfkelerimizi dile getirsek bile üstünü örtmeye çalışırız. Sevgilerimizi, iyi dileklerimizi de kalıcı kılamadığımızı düşünerek onları hediye ile anıtlaştırmak, somutlaştırmak isteriz. Bunu yaparken de ağır masraflar altına girerek kocaman, süslü paketler haline getiriyoruz, sevgimizi. Böyle zorlamalar yerine duygularımızı bir gülle dile getirebiliriz. Bir gülü vermeye de imkanımız yoksa, bir gülüvermektir en güzeli, gülü/vermek. Sevdiğimizi sevgiyle,gülle kucaklayan, değer veren bir bakışla içten gülümsemektir en değerlisi. Cebimizin, dilimizin dolambaçlı yollarından çıkıp gönlümüzü hal diliyle dillendirivermektir, güllendirivermektir. Gülü/verin... Fakat neden, nasıl gülmek? İnsan olmanın, yaratılan olmanın, toplumda huzuru ve mutluluğu sağlamanın bedelinde, karşılık beklemeden gönlümüzün doğal ve ilahi güzelliklerinin yüzümüze yansıması için gülü/vermek. Elbette bu tebessümün değerini; aç gözlü olmayan, beklentisiz ve yetinmesini bilen dostlar anlar. Doymuş gönüller, küçücük bir ifadeyle mutlu olurken; doyumsuz gönüller, hep aç kalacaktır-hayatta do(yu)lan kısmı görmezlikten gelerek-. Bu zavallıların da güzel değerlerimizi istismar edip farklı algılayacaklarını düşünerek gülüvereceğimiz insanları seçmesini bilmeliyiz. Dostlarımıza vermeliyiz. Yüreğinde demetlenmiş güller besleyen, sımsıcak gülücükler verebilen bir dost olmak ve dostlar kazanmak ümidiyle...

38

.


. AŞKA AŞIĞIM Mehmet GÜL mehmetgul_nlp@hotmail.com Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

Gönlün feryadı dinmiş, dudaklar mesaiye hasret Heyecan kalmamış tükenmiş, kalpte bir atalet Ne gece, ne de içli bir müzik vermez ilham Dışarı taşmıyor kanı, kabuk bağlamış yaram Bir sevda yelidir, esip gitmiş gençliğimin üzerinden Don vurmuş kol kanadıma, eser yok çiçeklerimden Mazinin o soğuk koynunda anonim kalmış haykırışlarım Biraz gözyaşı biraz da hıçkırık, işte bütün yoğum varım Kalbimde'sen bir yerde ben bir yerde'nin acı hüznü Erişemeden yaza, kışta kaldı bu içli sevdanın güzü Son demimde anladım, meğer ben ne yanılmışım Öyle ki sembolmüş beden, ben asıl aşka âşıkmışım Yardan ayrıyız amma, ettik yine bir sürü kelam Olmasaydık aşka âşık, bu şiir yazılmazdı ves-selam

39

.


. NERDESİN Esra ETÇİ esra_etci@hotmail.com Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

Erkenden uyandım bu sabah olur ya seninle karşılaşırım diye ,sen severdin sabahın ilk ışıklarında kimseler uyanmadan uyanmayı…ama bulamadım seni yoktun…Nerdesin? Kır gezisinde bir Pazar pikniğinde gözüm arıyor seni sanki bir ağacın arkasından çıkıverip yanıma geleceksin..Yumuyorum gözlerimi hayal ediyorum gözlerimi açınca yanımda olacaksın ama maalesef…..yoksun… Yağmur yağarken pencereden bakıp şu meşhur arap kızı şarkısını söylemeyi çok severdik ya beraber ... yağmurlu bir hava var şimdi ama içimden gelmiyor bu sefer aynı şarkıyı söylemek sen yoksun yaa…biraz zaman geçince bir deli cesareti sarıveriyor içimi mırıldanıyorum yavaştan..öyle ya duyar da geliverirsin diye..şarkı bitiyor yağmur diniyor…sen yoksun..Nerdesin? Biliyor musun sokaktan kim geçiyor?Hasan amca hani şu kocaman pamuk helvaları o tatlı tekerlemelerle satan yaşlı ihtiyar …Bizde söylemeye çalışırdık tekerlemeleri de dilimiz dolanıverir beceremezdik ..Bak yine bir acı çöktü içime sağıma soluma baktım gözlerim seni aradı yine …hayalin bile yeterdi ama yoktu.. Ne o küstün mü bana ?kırdım mı seni?Günlerce gecelerce aradım ama yoksun..Nerde kaybettim bilsem bak bunu bile bilmiyorum yani ne desen haklısın..Bazen yoruluyorum ama vazgeçmiyorum seni aramaktan… Parkın içinden geçtim dün gece..Sen çok severdin ya orayı..Uçan balonunu elinden kaçırmış gökyüzünde kayboluşunu izlemiştin de ne çok ağlamıştın hatırladın mı?Yine aynı parkta bisiklete binerken düşmüştün dizlerin yaralanmıştı…Sahi yaraların kabuk bağladı mı? Bana ağlama sakın gözlerin mavi..renkli renkli boncuklar dökülmesin gözlerinden demiştin…aklıma geldikçe tatlı bir gülümseme belirir hala yüzümde… Kar yağdı bugün pamuk pamuk…Bak işte aklımdasın ,hemen buğulandı gözlerim..Hani annem kestane pişirmişti soğuk karlı beyaz bir gündü…Sonra çıkıp kardan adam yapmıştık burnuna havuç takmıştık….Öyle ya hava soğuk üşümesin diye atkımızı sarmıştık …Şimdi her kar tanesi seni gezdiriyor aklımın odalarında.. Kocaman bir dut ağacı vardı kapının önünde dalları gökyüne değer sanır hayaller kurardık.. Ne çok severdik dalından yemeyi küçücük boyumuzla duvara çıkar dut yemeye çalışırdık..Annem yine mi dut?Her yerin batacak diye söylenirdi…En güzel lekelermiş üzerimize keyifle bulaşan..kara dut lekesi.. [Annem kızardı yine batırmışsın üstünü diye..Ama anneee der bükerdim boynumu şimdi ne dut yiyebiliyorum duvar tepelerinden ne de dut ağacının elime bulaşan keyif karışmış lekesini taşıyorum…]

40

.


. NERDESİN

Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

Birlikte büyüyecektik ...Söz vermiştik…Yazık ki tutamadım sözümü üzgünüm..Bir telaşe seni kaybettim ihmal ettim ...Şimdi sen yoksun ..'Ben büyüdüm.!!!' bakma böyle dediğime bu da hani o küçük o pembe yalanlar var ya onlardan sadece bir tanesi işte… Akşam üstü sokakta sek sek oynardık kocaman kocaman çizerdik yolun ortasına ..Aman dikkat çizgilere basma yanarsın..Şimdi fakültenin koridorlarında çizgilere basmadan yürümeye çalışıyorum ama çok komik görmelisin..Sek sek oynayamıyorum yer bakıp iç geçiriyorum sadece..Ya sen özlemedin mi sek sek oynamayı? Sen duyarsın beni bilirim ..Seni her köşe başında ararım bilrsin..Sen severdin zaten saklambaç oynamayı….Elma dersem çık Armut dersem çıkma…Elmaaaaa……Bilirm yaramazdın sen şimdi elmayı armut armutu elma diye anlarsın… Misket oynayan çocukların arasında ararım seni haberin ola..Eğer ki hiç düşünmeden karışmışsam aralarına zaten seni buldum demektir…Bayramda çikolatayı gönlümce yiyebilmişsem sen beni buldum demektir…ekmeğin üzerine yoğurt sürmüş anne biraz daha şeker diye inat edersem sen geldin demektir…. Mahalledeki çocukları kızdırıp kaçarsam sen benimlesin demektir..Cesaret edemem ben balkondan atlamaya sen yokken..Bir deli cesareti gelirse içime ;sen sesimi duydun dayanamayıp geldin demektir….Sahi gelirmisin.????Bak yarın 23 Nisan bugünü kaçırmak istemezsin dimi?Sen benim diğer yarımsın sen olmadan sessiz mahsun keyifsiz sevimsizim ben, anla işte….Çocukluğum olmadan yarım kaldım….Nerdesin?...Elmaaaa..Bak son bir nefes bağırıyorum….Elmaaaa

41

.


. BAHAR-I SEVDÂ Nihat KAÇOĞLU n.kacoglu@hotmail.com Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

Getir bâdeleri gül yüzlü sâki, Dolsun gönlümüze bahar-ı sevdâ. Bu yalan dünyada kim kalmış bâki? Dolsun gönlümüze bahar-ı sevdâ. Gönle esrârengiz şeyler sunulsun; Kemanlar sunulsun, neyler sunulsun; Bâdeler sunulsun, meyler sunulsun; Dolsun gönlümüze bahar-ı sevdâ. Zevk-i dildâr ile hamûş olalım, Şarabın renginden bîhûş olalım, Varsın meyhânede berduş olalım, Dolsun gönlümüze bahar-ı sevdâ.

42

.


Kültür-Sanat ve Edebiyat Dergisi

Sayı: 3

Kış 2010

Aşkın mevsimi olmamıştır hiç; bazen baharda açar bazen kışta… Bu mevsimde de Ihlamur' da açsın istedik aşk tüm çiçeklerini ve aşk üzerine söylenecek her söz, Ihlamur koksun istedik… Aşkın gölgesinde çıkan bu sayımızda değerli yazarlarımız aşkın dokunduğu duyguları serdi önümüze: Kimi ülkesine sevdalandı, kimi Hak'da aradı aşkı. Kimi giden sevgilinin ardında sitem etti, kimi aşkı bulduğuna şükretti... Ne söylendiyse aşkla söylendi ya da aşkla susuldu. Ve bu sayımızda Ihlamur yine aşkla çiçeklendi… Yasin ALTUNBAY

43


Yaşamayanlar için, zor bilmeceydi aşk Soruyorum Leyla’ya: -”söylesin neydi aşk?” Sevdiğim an anladım; hem aşkı hem Leyla’yı; Cihanda tanıdığım en güzel şeydi aşk!.. Hüsamettin OLGUN


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.