Muhammed ikbal esrar ve rumuz

Page 1



ESRAR VE RUMUZ 5'vVFı

MUHAMMED İKBAL


s l ^

F

Î

www.sufi.com.tr sufi@sufi.com.tr

K İ T A P •

ISBN: 975-9161-02-8 1. BASKI: SÜFİ

EYLÜL 2005

KİTAP YAYIN NO: 03 MUHAMMED İKBAL KİTAPLIĞI: I EDİTÖR: EMİNE ALTAY

• YAYIN GÖRSEL KONSEPT: grataNONgrata KAPAK BASKI:ELMABAŞIM İÇ BASKI/CİLT: SİSTEM MATBAACILIK

• SUFİ KİTAP ALAYKÖŞKÜ CAD. NO: I I 34410 CAGALOGLU-İSTANBUL TEL: 0212 513 8415 FAKS: 0212 512 40 00


S

l ^

F

ı

K İ T A P •

ES RAR VE RUM UZ MUHAAAMEO İKBAL h a zırla y a n : Ali N ihat T arlan



Ö N SÖZ

Pakistan’ın büyük millî şairi İkbal’i T ürk m ünevver m uhitine tanıtm ak, hayatım ın sayılı m azhariyetlerinden biridir. Bu büyük m ütefekkirin evvelce Şarktan Habernâı altında T ürkçe’ye tercüm e ettiğim Peyam-ı Meşnk’ı hakiki T ürk m ütefekkir ve münevverleri arasında büyük bir alâka uyandırm ıştır. Filhakika Peyam-t Meşnk düşünen bir dim ağa h e r okuyuşta ayrı bir cihan açacak kadar de­ rin bir eserdir. Peyam-t Meşnk, şark ve garbın eski ve yeni fikir diyarlarını adım adım ve m üstesna bir nüfuz ile dolaştıktan sonra Konya’da Mevlân a ’nın yeşil kubbesi üzerine yuva kuran bir devlet kuşunun içten gelen terennüm leridir. M evlâna’nın en büyük m üridi, şüphesiz ki İkbal’dir. Ç ünkü on u ancak bu derece derin kültüre sahip bir dimağ, bu derece ateşin ve heyecanlı bir ru h hakkıyla idrak edebilir. Şarktan Haberin T u r Lâlesi faslında bir tek mısra; “Varlık bezmi on u n nazının şehididir” m ısraı ile asırlardan beri cilüerle tasavvufî eserlere mevzu teşkil eden hilkat sırrının en veciz ifadesi­ ni veren İkbal, beşeriyetin m üstesna m efahirinden biridir. Esrar ve Rumuz İkbal’in Fars dili ile kalem e aldığı ilk eseridir. M üslümanlığın h e r türlü hurafe ve taassuptan azâde, ilim ve te­ fekkürle aydınlanm ış bir ruhtaki akislerini gözlerimizin önüne se­ ren bu şaheser, insan benliğinde ne muazzam kudretlerin gizli ol­ duğunu, benlikten geçen bir ru h u n m ensup olduğu cemiyet için


ne derece değerli bir varlık olacağını bize anlatır. Bu eser, Müslü­ m anlığın ruhundaki büyük faziletlerin bir destanıdır; yurttaşları­ nı esaretten kurtarm ak, onları harekete geçirm ek için büyük bir fikir liderinin açtığı bayraktır. Bütün insani meziyetleri sinesinde toplayan m ukaddes dinim izin ve onun üzerinde kurulan ve bir te­ fekkür dini olan tasavvufun hakikî çehresini bu eserde heyecanla tem aşa edebiliriz. T ürk kahram anlığının samimi hayranlarından biri olan İkbal, T ürk ve Pakistan dostluğunun da belli başlı m üm essillerindendir. Bu büyük millî şairin 19’uncu ölüm yıldönüm ü münasebetiyle İkbal Akademisi tarafından Karaçi’de tertip edilen büyük anm a törenine riyaset etm ek üzere Pakistan’a gittiğim zaman oranın de­ ğerli ilim ve edebiyat m ensupları ile görüşm ek fırsatına nail ol­ dum . O günlerde bir sohbet esnasında çok değerli şair Hafız ba­ n a aynen şöyle demişti: “Yazdığım Şehname-i İslâm ’da on iki bin beyit T ürk m illetinin imanlı kahram anlığına aittir. Ben Türklerin felâkeüi günlerinde şehir şehir, köy köy dolaşarak bu Şehnameyi okum uşum dur.” İtalyanlar T rablusgarb’a hücum ettikleri zaman H int Müslü­ m anları büyük bir m iting tertip ederek bu tecavüzü tel’in etm işler ve bize yardım için ianeler toplam ışlardır. İkbal bu m itingde Ur­ du dili ile yazdığı şu şiiri okum uştu: “D ünyanın insanı m ustarip eden hallerinden çok sıkılmış, baş­ ka bir âlem e göçm üştüm . Melekler, beni Hazret-i M uham m ed’in huzu ru n a götürdüler. Peygamberimiz sordu: ‘Bana o âlem den bir hediye getirdin mi?’ Yâ Resulâllah, dedim, dünyada huzur ve rahat kalmadı. Arzu etti­ ğimiz hayat, ele geçmiyor. Varlık bahçelerinde binlerce lâle ve gül var. Fakat hiçbirinde vefa kokusu yok. Buna rağmen huzurunuza he­ diye olarak bir şişe getiriyorum. Bu şişenin içinde o derece değerli bir şey vardır ki, bunu cennette dahi bulmak imkânsızdır. Bu şişede üm­ metinizin şerefi vardır. Bu şişede Trablus şehitlerinin kanı vardır.” Bu şiirin belâgatı karşısında on binlerce M üslüman cuş u huruşa gelmiş, birçokları sırtlarındaki tek gömleği dahi iane olarak vermişlerdir.


Pakistan, felâketlerim izi ve saadetlerim izi içten paylaşan bir İs­ lâm devletidir. Asırlar boyunca m aruz kaldığı felâketlere ve çöküntülere rağ­ m en millî istiklâl ve izzetinefsini m ucizeler yaratarak koruyan M üslüm an bir m illetin, T ürk m illetinin h er şeyden evvel İslâmi­ yet’e son derece bağlı fakat m aalesef uzun zaman ecnebî boyun­ d u ru ğ u altında inlem iş bulunan bir cam iada nasıl hayranlık ve sevgi uyandıracağı kolaylıkla takdir edilebilir. Esrar ve Rumuz iki m esneviden müteşekkildir: Esrar-ı H odî (benliğin sırları), Rumuz-ı B îhodî (benlikten geçm enin remizle­ ri) . İkisi bir arada olarak Esrar ve Rumuz adı altında neşredilm iştir. M ütercim in b ü tü n kusurlarına rağm en, İkbal’in gerçek değe­ ri haiz bu eserinin M üslüman T ürk m uhitinde derin akisler uyan­ dıracağına ve iki m illetin arasındaki ru h î rabıtayı bir kat daha kuv­ vetlendireceğine em inim . H akikatin tâ kendisi olan İslâmiyet, ha­ kikat kadar ezelî ve ebedîdir. A. N. T.



İKBAL ( 1873 - 1939 )

H A Y A T11

M uham m ed İkbal-i Lahorî, 22 Şubat 1873’te Pencap eyaletine tâbi Siyalkût şehrinde dünyaya gelmiştir. D edeleri Keşmir brehm en lerin d en idiler. Ailenin P encab’a hangi tarihlerde h icret etti­ ği m alûm değildir. Fakat bu hicretten evvel şeref-i İslâm ile m üşer­ re f oldukları biliniyor. Ve yine bazı karinelerden, İkbal’in ecda­ d ın d a İslâm mutasavvıflarının eserlerine karşı eski bir âşinalık ve sevgi m evcut olduğu anlaşılm aktadır. Bu sevgi İkbal’in üzerinde çok m üessir olm uştur. O, Avrupa ilim ve felsefesi ile yakından temas ettikten sonra dahi Mevlâna ve Câmi gibi büyük mutasavvıfların yolunu tercih et­ miştir. Siyalkût’ta ilk tahsilini yapan İkbal; Pencap eyaletinin merkezi olan L ahora gelerek yüksek tahsilini burada ikmal etmiştir. O za­ m an genç İkbal, şiir ve edebiyat meclislerine iştirak ediyor ve m u­ hitindeki şairleri edebî zevkine ve fikrî orijinalitesine hayran bıra­ kıyordu. Farsça şiirler yazmaya belki bu zam anlar başlamıştı. İk­ bal, U rdu dilinde birçok kitaplar ve gazeller vücuda getirmiştir. 1

Pakistan bilginleri arasında, Ikbal'in hayatı ve felsefesi üzerinde değerli tetebbûlarda bulunmuş ve bu hususta mühim eserler neşretmiş olan Hâce Abdülhamid-i Irfanî'nin Rumî-i asır, (Asrın Mevlânası) adlı eserinin mukaddimesinden telhisen nakledilmiştir.


B unlarda İran tefekkür tarzına ve Fars edebiyatına telm ihlere ve Farsça m uhaverelere oldukça geniş bir yer verilmiştir. Şem sü’Iulem â Seyyid M îr H üseyin’den Farsça, Arapça, ilm-i ahlak, ilm-i kelâm ve tasavvuf okum uştur. O rdu dili ile yazdığı şiirlerini Melikü’ş-şuara Dağ-ı Dehlevî’ye götürür, tashih ettirirdi. Az zaman sonra Dağ-ı Dehlevî o n u n yüksek zevkini ve üslûbunu o derece be­ ğenm iş ki, artık senin şiirlerin ıslâha m uhtaç değildir, diyerek şâkirdinin bu husustaki olgunluğunu kabul etmiştir. Bu sırada Ur­ du dilinde yazdığı gazeller, m ana ve fikirlerin teselsülü bakım ın­ dan Dağ-ı Dehlevî ve diğer H in t şairlerinden ziyade İran şairlerin­ d en M ağribî2 ve Figanî3’ye benzer. L âhor Fakültesi’nde felsefe tahsilini ikmal edip bir m ü dd et orada hocalık d a ettikten sonra tetkikatını derinleştirm ek üzere A vrupa’ya gitmiştir. Üç sene Avrupa m ütefekkirlerinin sohbet ve tedrisatından istifade eden İkbal, İran’d a Metafizik adlı ilk eserini vücuda getirmiş ve doktora tezi olarak M ünih Üniversitesi’ne tak­ dim etmiştir. İngilizce kalem e alınan bu eser bilâhare A lm anca ve U rduca’ya çevrilip neşredilm iştir. Avrupa’ya azim etinden evvel İkbal, bütün H indistan’da tanın­ mış ve sevilmişti. Eserleri edebî ve siyasî m ahfillerde okunurdu. Bilhassa vatanperverane şiirleri H in t istiklâlcileri arasında sür’atle yayılmıştı. İkbal, vatandaşlarını müstem lekecilik siyasetine karşı is­ yana teşvik ediyordu. Yüzlerce milyon insanın ümitsiz bir esaret al­ tında yaşamaları on u çok m üteessir ediyordu. A vrupa’dan avde­ tinden sonra H indistan istiklâli için daha şiddetli bir m ücadeleye girişti. Bu vadide heyecanlı m anzum eler yazıyordu. U rdu dili ile yazdığı bu şiirin şu tercüm esi, bu çeşit şiirleri hakkında bir fikir verebilir: “Benim destanım ın işitilmeye ihtiyacı yoktur. Benim konuşmam, sükût­ tur. Dilim, dilsizliktir. Papağanlar, kumrular, bülbüller, gül bahçelerin­ deki kuşlar el ele verip benim feryat üslûbum u çaldılar. Ey Hindistan, sana baktıkça gözyaşları döküyorum. Zira senin masalın, masalların en ibret vericisidir. Bir an hali ve istikbali düşün, destanlar içinde senin 2 3

İran mutasavvıf şairlerindendir. Vefatı: 1407. Iran şairlerindendir. Gazelleri ile meşhurdur. Vefatı: 1519.


derdine deva olacak neler vardır? Ey Hintliler, eğer kendinize gelmez­ seniz, mahvolur gidersiniz. Dasitanınız da dasitanlar arasından silinip gider.”

Bu vadideki şiirleri ile H indiler arasındaki ihtilâfı ortadan kal­ dırıp m üstem lekeciler karşısında m ütteh it bir cephe kurm ak isti­ yordu. Ve İkbal, bu arzusunda da muvaffak oldu. Ç ünkü şiirleri H in d u ve M üslüman kalplerinde büyük heyecanlar uyandırm ıştı. Avrupa’daki tetkikatı esnasında İkbal, yeni fikir ve nazariyelerle karşılaşmış, İslâm felsefesinin Avrupa’nın ilerlemesi karşısında­ ki d u ru m u n u incelemiş, aklî şuur ile vicdanî şuur arasında bir im­ tizaç ve ah enk tesis etmişti. Avrupa’dan dönd ük ten sonra avukatlık m esleğine girdi. Dev­ let hizm etine girm edi. Yabancı bir devletin hizm etinde bulunduk­ ça kâfi derecede şiddetle m ücadele edemeyecekti. İkbal, anlam ış­ tı ki, yalnız hâkim yabancı devleüerin siyasetlerini tenkit, esaret al­ tınd a yaşayan bir m illet için kâfi değildir. Ve istiklâlsizliği duymak ve anlam ak, istiklâle kavuşmak yolunda ibtidaî bir m erhaledir. F erüerin, kendilerini yetiştirmeleri lâzım dır. B unu tem in için Esrar-ı Hodî ve Rumuz-ı Bîhodî mesnevilerini yazmaya başladı. Bu m esnevilerde, kudredi ve salim bir ru h yaratm ak gayesini güdü­ yordu. M eşhur m üsteşrik Profesör Nicholson M evlâna’nın Mesne­ vimi gibi İkbal’in Esrar ve R u m u zu n u da İngilizce’ye tercüm e et­ miştir. İlim dünyasının bu esere verdiği değer ve eserin kazandığı şöhret İkbal’i Farsça eserler vücuda getirm eye teşvik etti. Peyam-ı Meşnk, Zebur-ı Acem, Cavid-nâme, Müsafir, Pes çi bayed kerd ey Akvamı Şark, Armağan-ı Hicaz adlı eserler bu gayret ve heyecanın m ahsu­ lüdür. O n u n Farsça eserleri, heyet-i umumiyesi itibariyle U rduca eserlerinden fazladır. H in t M üslüman Cemiyeti’nin 1930 yılındaki içtimai İkbal’in ri­ yasetinde in ’ikad etti. O celsede İkbal, Pakistan haritasını ortaya at­ tı. Ve bu fikrini şöyle m üdafaa etti: “H int M üslümanları için, Müs­ lüm anların ekseriyeti haiz oldukları eyaleüeri içine alan ayrı bir devlet kurm aktan başka çâre yoktur. Bu suretle M üslümanların di­ ni, kültürü ve istiklâli tem in edilmiş olur. Eğer H indistan’daki Kast


M U H A M M E D İK BA L

sistemi ortadan kalkmış olsaydı Hindu-M üslüm an ittihadı kâbil olurdu. Fakat H indular bu hususta çok m utaassıptırlar. H indular da m illeüerini istiklâle kavuşturmak ve m em lekeüerinin idaresini ellerine almak isterler. Fakat sınıf taassubunu istiklâlden fazla sevi­ yorlar. Ve H int istiklâli u ğ runda bu ufak taassuplarını dahi feda edemiyorlar. Biz samimî bir istiklâl âşığı isek bu vahim eleri bir ta­ rafa bırakıp acı da olsa hakikati kabul etm ek mecburiyetindeyiz. Anlamalıyız ki, H indistan’da H int milleti yoktur. Milliyetperverlik­ ten bahsedenler, bu m em leketin hakikî vaziyetini bilm eyenlerdir.” Ikbal’in bu arzusu, bugün Pakistan devletinin tulûu ile tahak­ kuk sahasına çıkmıştır. Büyük vatanperver, Pakistan haritasını or­ taya attığı zaman büyük bir m uhalefetle karşılaştı. O nunla istihza dahi ettiler. Fakat İkbal, sarsılmadı, sebat etti. M erhum M uhamm ed Ali C innah dahi bu haritaya amelî bir değer vermiyor ve Müs­ lüm anların hususî şerait altında bir ekalliyet olarak yaşayabilece­ ğine ve H indistan’ın ikiye taksim inin lüzumsuz olduğuna inanı­ yordu. Bilâhare H induların M üslümanlar aleyhine olan gayrederi Kaaid-i Âzami İkbal’in fikrini kabule m ecbur etti. İkbal’in yaşadı­ ğı ve m edfun bu lunduğu Lâhorda 1947 senesinde toplanan Müs­ lüm an Cemiyeti Pakistan Devleti İslâmiyesinin teşekkülünü karar altına aldı. Fakat ne yazık ki İkbal bu m esut günü görem edi. Ç ün­ kü o, 1934 senesinde boğaz kanserine yakalanmış, d ö rt sene bu hastalıkla m ücadele etmişti. 1938 senesi m art sonlarında hastalık veham et kesbetti. Tedavisine çok ihtim am ettiler. Fakat o, artık va­ ziyeti anlamıştı. Vefatından birkaç gün evvel M ünih’te talebeliği zam anındaki samimî arkadaşlarından bir Alman profesörünün es­ ki m ektep arkadaşını ziyaret için L âhora gelmesi, o n u n zayıf b ü n ­ yesine yeni ve taze bir ru h aşılar gibi oldu. Saatlerce konuştular. Avrupa’daki gençlik hatıralarını ihya ettiler. Nisanın 21’inci gece­ si sıhhî d urum u çok ağırlaştı. Vefatından takriben yarım saat ev­ vel şu rubaîyi okudu: Geçip giden nağm eler geri gelir mi, gelmez mi? Hicaz sem tinden tatlı bir rüzgâr eser mi, esmez mi? Bu fakirin devri sona erdi Bir daha bu âleme sırra vakıf insan gelir mi, gelmez mi?


Ve sonra yatağının etrafına toplanan dostlarına ve sevdiklerine şöyle dedi: “Ölüm, bir Müslüman için korkulacak bir şey değildir. Ölüm, bu cihan işlerinin bir tekâm ülüdür. Ve taze bir hayatın kapılarını açar. İnanmış bir Müslüman, ölüm ü tebessümle karşılamahdır.”

O nun son sözleri bu olmuştur. H int Müslümanları bu büyük in­ sanın ölüm ü karşısında sonsuz teessür duymuşlardır. Bütün Müslü­ m anların arzusu üzerine onun sevgili n a ’şı Lahorda Mescid-i Şah î’nin minaresinin gölgesinin düştüğü yere defnedilmiştir. Kendisi de böyle istemişti: Ya Rabbî, yıldızıma uyanık göz ihsan et; Bana bir m inarenin gölgesinde bir mezar nasib eyle.

İkbal, çok sade ve mütevazı bir hayat sürerdi. Pakistan seyaha­ tim de o n u n evini ziyaret ettim . Bir m im ar olan büyük biraderi, kardeşinin evi için çizdiği plânda, odasının yanına bir de salon koymuş. İkbal, b u n a ne lüzum var, ufak bir oda bana kâfidir, de­ mişse de fikrini kabul ettirem em iş. Kendi odası, bugün tam am en eski vaziyetinde m uhafaza ediliyor. Bütün eşyası, üzeri halı örtülü yüksekçe bir somya, ufak, camlı bir kitap dolabı, ufak yuvarlak bir masa, tahta bir koltuk, bir şöm ine, şöm inenin yanında da yüksek bir nargile. O, bu basit hücrede yaşamıştı. H erkes teklifsizce ken­ disiyle gidip görüşebilirdi. G örüşünün yüksekliği, kalbinin temiz­ liği, insanlara karşı duyduğu büyük sevgi onun hatırasını gönül­ lerde ebedîleştirm iştir.



İKBAL

M A N E V Î H Ü V İY E T İ

İkbal birçok hususiyet ve kudreti nefsinde toplayan bir insan­ dır. Bu m üstesna yaradılışlı bünyeyi tahlile tâbi tutarsak o n u naza­ rî olarak şu cephelerden m ütalâa etm em iz icap eder: 1- M üspet ilim, 2- Sosyoloji, 3- Vatanperverlik, 4- Şiir ve edebiyat, 5- Tasavvuf. B ütün b un ların birbirine tesir ve aks-i tesirinden vücuda gelen terkip, hepsine hâkim olan cephenin hüviyetini taşır. Bu hüviyet, o bünyenin zirvesidir. Diğerleri ikinci derecede kalır. M üsbet ilim: M üsbet ilim bakım ından İkbal, devrinde h erh an ­ gi Avrupai, münevver bir ilim adam ı seviyesinde m alûm atı haiz bir insandı. İslâmî ilim lerde derin bir vukufu haizdi. O na Allâme M uham m ed İkbal derlerdi. Şu fark ile ki o, Avrupai manasıyla m üsbet ilmin insanı hakikî insaniyet m ertebesine ulaştıram ayacağına kâni idi. Gözü yalnız m üsbet ilm in m utalarına dikip o n u n haricinde, d ah a doğrusu ile­ risinde, insan ru h u n u n geniş bilgi ve idrâk kâinatını inkâr etm ek, İkbal’in n azarında çok sakat bir görüştü. Bu sebepten, bilhassa


M U H A M M E D İK BA L

Peyam-ı Meşnk (Şarktan H aber) adlı eserinin birkaç yerinde, gar­ bı, m üsbet ilim çerçevesi içine sıkışıp ru h u ihm al etm ekle suçlan­ dırır. B ununla beraber o, Garp m edeniyetinin am elî hayattaki fevaidini re d ve inkâr etmez. Bilâkis cemiyeti bu vadide kuvvetli bir sa’ye teşvik eder. Sosyoloji: ikbal’in ru h î tem ayülü ve bilhassa vatanperverlik duygusu, on u m üspet ilmin d ah a ziyade sentetik kısmı olan sosyo­ lojiye ve bu ilim şubesinin mevzuları içinde de d ah a ziyade felsefî olan dinî tetkikata sevk etmiştir. Devrindeki Avrupa ilm inin im kânları nispetinde bu mevzuları incelemiş ve neticelerini de en büyük rabıta ile bağlı olduğu İslâ­ miyet üzerine tevcih etmiştir. Bu vadideki m ühim eserlerinden bi­ ri, tercüm esini takdim ettiğimiz Esrar ve R um uzdur. M ünih Üniversitesi’nde doktora tezi olarak tevdi ettiği İran’da Metafizik adlı kitabı d a oldukça ehem m iyeti haizdir. Esrar ve Rumuz, bir cepheden felsefî ve tasavvufî, diğer cephe­ den İçtimaîdir. Eserin ru h u n a hâkim olan tasavvuftur. Mistik fel­ sefe esasları ile m ütenakız gibi g örünen bu eser, hakikatte daha derin den incelenirse zahirî tenakuzun ortadan kalktığı görülür. O, m adalyanın diğer tarafını ele almıştır. İkbal, tasavvuf felsefesin­ den süzerek getirdiği fikir ve talimleri ile son asrın hakikî m ürşidi addedilse lâyıktır. O, m uhitine daim a heyecan ve kudret aşılamış, fakat bun u ya­ parken ru h an î vazifesini bir an göz ö n ü n d en ayırmamıştır. Haki­ kî İslâmiyet üzerinde kurduğu tasavvuf binası, bü tü n ahlâkî ve İç­ timaî um deleri ile bütün beşeriyeti kucaklayacak bir vüs’at ve resanettedir. İdeali ittihad-ı İslâm ’dır. Vatanperverlik: V atanperver İkbal’e gelince... U zun bir esa­ re t devrinin ezginlikleri ve bezginlikleri ile kıvranan bir m uhitte yetişm esinin; serazad, h ü r, kudretli ve ihtiraslı bir ru h a sahip ol­ m asının izlerini b ü tü n fikrî m ahsullerinde olduğu gibi mesaîsi­ nin bu cephesinde de görm ek kâbildir. G arp m üstem lekeciliği­ nin bir cep h ed en temsil etm ek istediği H in t m uh itind e, şarkın edebiyat, felsefe ve tasavvuf vadisindeki ü stü n lü ğ ü n ü dâvâ et­ m ek, bu siyasete karşı bir nevi isyan bayrağını açm ak dem ekti. O


âlem in, İslâmiyet içinde yoğrulm uş olan şahsiyetini ve ru h î varlı­ ğını korum ak lâzımdır. İkbal, bir taraftan İslâmiyet’e istinat etti. Ç ünkü bu muazzam din, hakikatte sonsuz bir k u dret kaynağı idi. İkinci derecede de ta­ savvufu ve İran edebiyatını, bilhassa M evlâna’yı ele aldı. Mevlân a ’da heyecanın son haddine erişen İslâmî tasavvuf, o n u n heye­ canlı ru h u n d a en büyük m uhatabını buldu. İkbal’in asıl göz dik­ tiği cevher, gönül cevheri en m üstesna revnakı ile tasavvufun için­ de idi. Bu cevheri kudret-i külliyeye rapdetm ekle m eydana gelen İlâhî kudret, h e r engeli devirmeye kâfi idi. İhtirası kadar d erin im anı, şiirlerine ve fikirlerine öyle bir tesir ve nüfuz veriyordu ki, Mevlâna C âm î’nin Hazret-i Mevlâna hak­ kında söylediğini İkbal için de tekrar edebiliriz: “Peygam ber değildir, fakat kitabı vardır.” Bu müessir şiirleri ile H in t M üslüm anlarını hakikî insanlığa sevk etmiş, esaretten kur­ tarmış, sa’y ve im an esaslarına bağlı büyük bir İslâm devletinin ku­ rulm asında kuvvetli bir âmil olm uştu. O, istinat edeceği m efahiri İslâm dünyasında bulm uştu. Bu itibarla İkbal için milliyet bahis mevzuu değildi. Bütün İslâm âlem ini, H int M üslüm anlarının m u­ kadderatı ile alâkadar etm ek istiyordu. Pakistan’ın Kaaid-i Azami M uham m ed Ali C innah şöyle diyor: İkbal, sade bir m ütefekkir değil, bir fikir lideri idi. Benim ar­ kadaşım dı. H in t M üslüman Cemiyeti teşekkülünün geçirdiği en karanlık günlerde o, m etin bir kaya gibi daim a dim dik d u rd u ve asla sarsılmadı. İşte İkbal, böyle bir vatanperverdi. İslâm ittihadı hususundaki rehberleri N adir Şah, Seyyid Cemaleddin-i Afganî ve Sait Halim Paşa’dır. Şiir ve edebiyat: İkbal, eserlerinin belki en güzellerini Farsça yazmıştır. Bir kere dahi İran ’ı ziyaret etm em iş olan bu şair, İran ’ın büyük şair ve m ütefekkirlerini gözden geçirmiş; bilhassa eserini Farsça yazmış olan Mevlâna, onun ru h î ve fikrî m ihrabı olm uştur. Eserlerinde birçok İran şairlerinin üslûp izlerini bulm ak kâbilse de edebî üslûp bakım ından onu hiçbir nüfuzun esareti altında görm ek m üm kün değildir. Bu bahiste İra n ’ın m uasır edebiyatçı­ larından birkaçının fikirlerini zikretmek faideden halî değildir.


İkbal’in tecrüm e-i halini eserinden telhisen naklettiğimiz Hâce Abdülham îd-i İrfanı, Rumî-i Asr (Asrın Mevlâna’sı) adlı eserini Pakistan millî şairini İran edebiyat âlem ine tanıtm ak için yazmış­ tır. İran edebiyatçılarının İkbâl hakkındaki nokta-i nazarlarını Pa­ kistan m uhitine bildirm ek için de İkbal İraniyyun ki Nazar Min (İranîler nazarında İkbal) adlı eserini vücuda getirm iştir. Biz, İkbal’in İran edipleri nazarındaki mevkiini belirtm ek için, 1957 yı­ lında İkbal Akademisi tarafından Karaçi’de basılmış olan bu eser­ den istifade edeceğiz. Son asrın en kuvvedi edip ve şairi olan M eliku’ş-şuara B ahar’ın İkbal hakkındaki fikri şudur: “Pakistan’ı h e r düşündüğüm zaman gayriihtiyarî Allâme Dok­ tor M uham m ed İkbal hatırım a gelir. Ben İkbal’i son dokuz yüz se­ ne zarfında İslâm âlem inde yetişen gâziler, âlim ler ve ediplerin bir hulâsası ve num ûnesi olarak gördüm . O n u n hakkında yazdı­ ğım bir m anzum ede İslâm büyüklerini ve sanatkârlarını zikrettik­ ten sonra İkbal hakkında şöyle dedim : Bu asır, İkbal asrıdır. O, binlere üstün gelen tektir. Sanki o, şiirin ayakta du ran bir heyke­ lidir ki, hepsinden üstündür. O nun ö nünde şairler bozguna uğra­ mış bir ordu; o, yüz süvarinin işini başaran bir m übarizdir. İran için Firdevsî ne ise, Pakistan için de İkbal o d u r.” İkbal’in üslûbundaki hususiyet, bir zam anlar İran üdebası ara­ sında m ünakaşa mevzuu olm uştur. Kullandığı bazı kelim eler, ga­ rip görülm üş ve cüm lelerinde sentaks bakım ından bazı inhiraflar m üşahede edilmiştir. Bunun sebebi de kendisinin Farsça’yı H in­ distan’da öğrenm esi, H in t üslûbu ile şiir yazan İranlı ve Hintli şa­ irlerin divanları ile fazla meşgul olması ve bilhassa İra n ’daki ede­ bî tehavvüllere bîgâne kalmasıdır. Bütün bunlar, geniş sahalara yayılan bir dilin birçok sebepler taht-ı tesirinde m aruz kalacağı ta­ biî değişikliklerdir. Bu mevzuu ele alan İran üdebasından Muhit-i Tabatabaî, İkbal’in eserlerinde görülen garip tabirler, ibham lar, lafzî ve manevî ta’kidler hakkında şu mütalaayı ileri sürüyor: “İranlı m ünekkidin nazarında m uakkad görülen bu eser, aynı asırda Seyhun kenarından G enk sahiline kadar İra n ’ın şarkında­ ki Türkistan, Afganistan ve H indistan üdebası tarafından güzel bir


eser olarak hararetle karşılanıyor ve bu m em leketler dam aklarına bal ve şekerden daha lezzedi geliyor. C ihanın bu kısm ında Farsça yazanlar, bu dili Bîdil, Saib, Kelîm, Talip ve U rfî’nin divanların­ dan öğrenip H in t üslûbuna önderlik eden Safevî devri şairlerini, Sadî, Hafız ve Irakî üslûbu ile eserler vücuda getiren diğer şairler ayarında görenlerdir. İran üdebasm ın İkbal’in eserlerinde tesa­ d ü f ettikleri za’f-ı te’lif, m azm undaki ibham ve üslûp yeniliği bir kusur olarak kabul edilm em elidir. O, Saib, Bîdil, Feyzî, Kudsî, Şevket, G anî ve Galip gibi şairlerin riayet ettikleri eski belâgat ka­ idesine tamamiyle riayet etm iştir.” İra n ’ın ileri gelen edebiyat âlim lerinden Said Nefısî’nin İkbal hakkındaki kanaati: “Şüphesiz İkbal, İran ’a, H indistan’da yetişip Fars dili ile şiir ya­ zan diğer şairlerden d aha fazla bağlıdır ve İra n ’dan ilham almış­ tır. İkbal’in şiiri hakkında beyan-ı m ütalâa eden m uasırlarım ızdan bir kısım, o, H in t üslubunun ve edebî tabiriyle empresyonizmin son büyük şairidir, dem işlerdir. Eğer o n u n şiirlerini büyük İran şairlerinin şiirleri ile mukayese edersek bu m ütalâanın yanlış ol­ duğ u nu ve İkbal’in şiirinin, em presyonizm üslûbunu ihtiyar eden m eselâ Urfî, Feyzî, Zuhuri, Nazirî, Bîdil, Saib, Kelim, Galip gibi şa­ irlere tam am en benzem ediğini görürüz. O n u n şiiri daha ziyade sembolist dem em iz lâzım gelen ve büyük mümessilleri Senaî, Attar, Mevlâna C elâleddin, Irakî, Evhadî olan bir edebî m ektebe m ensup şairlerin şiirlerine benzer. Şüphe yoktur ki İkbal’in Farsça şiir söylemesi asıl çocukluk ve gençlik zam anlarında Mevlâna Celâleddin-i R um î’nin Mesnevisi ile meşgul olup ondan ilham alm asından ileri gelir. İlk Farsça ese­ ri Mesnevi yi taklit ederek yazdığı Esrar-ı Hodî ve Rumuz-ı Bîhodî ad­ lı iki mesnevidir. Bu cihanı aydınlatan güneş, Büyük Pakistan şairi İkbal, Fars di­ linin H indistan ve Pakistan’daki dokuz yüz senelik edebî a n ’anelerine varis olm uştur. O ndan evvel bu dil ile şiirler yazan yüzlerce edip ve şair bu büyük yarım adada bir hayli eser bırakmışlardır. B unların isimleri İran edebiyatında hususî bir mevki işgal eder. Lâkin M uham m ed İkbal, o insanlardandır ki, eskilerin defterini


dürm üş ve H indistan’da yavaş yavaş eskiyen ve yıpranan H int üslû­ bu Fars şiirini d ah a parlak ve daha güzel olan ve Senaî, Feridüddin-i Attar, Fahreddin-i İrakî, Celâleddin-i Belhî (Mevlâna) ve Mahmud-ı Şebüsterî gibi İra n ’ın büyük mutasavvıf meşayıhı tara­ fından ihtiyar edilen sembolizm yoluna çevirmiştir. Bu tarzın arzettiği müşkilât, şairleri asırlarca bu yoldan uzaklaştırmış ve kor­ kutm uştu. Kimse A ttar’ın Hadikatü’l-Hakika ve diğer mesnevileri ile Mevlâna’nın Mesnevi si ve M ahmud-ı Şebüsterî’nin Gülşen-i Râz’ı ile boy ölçüşmeye cesaret edemem işti. Pakistan’ın şiir vadi­ sinde bu büyük sahipzuhuru bu kahram anlığı göstermiş ve hak­ kından da gelmiştir. Eserleri bu davanın en kat’î delili olarak göz­ lerimizin önündedir. O, Farsça şiirlerinde evvelce isimlerini zikret­ tiğimiz bu büyük mutasavvıf meşayıhın alışılmış ve beğenilm iş yo­ lunda yürüm üştür. Tasavvufun son m erhalesine varmış ve onu ta­ m am en şark ve garbın yeni bilgi, felsefe ve hikm eti ile mezcetmiş ve on dokuzuncu ile yirminci asra kendi rengini vermiştir. Bu, Se­ naî ve Mevlâna’yı olduğu kadar Hegel, Kant, Şopenhaver, Niçe, Buda ve Konfüçyüs’ü tanıyan bir ru h u n tasavvufudur. Eskiler Mevlâna’nın Mesnevi sine, Pehlevî dilinde yazılmış K ur’an, diyorlardı. İkbal ’in eserlerini de asr-ı hazır mesnevisi olarak tanım ak m ecbu­ riyetindeyiz. Netice olarak diyebiliriz ki İkbal, yalnız Pakistan’ın ve bizim asrımızın büyüklerinden değil belki adları edebiyat tarihine geçen ve bihakkın edebiyat m üceddidi sayılan insanlardandır. Pakistanlı dostlarım , İkbal hakkındaki fikrimi soruyorlar. Ne olacak? Firdevsî ve Hafız hakkındaki fikirlerim ne ise, İkbal hak­ kında da aynı kanaate sahibim. M evlâna’nın Konya’da terennüm ettiği şiirlerdeki esas fikir, yedi yüz sene sonra Siyalkut’ta dünyaya gelen M uham m ed İkbal’in varlığının arışı ve ırgacı olm uştur.” İkbal’in bir lider, bir m ürşid olması hususunda da Said Nefi­ si’nin fikri şudur: “Büyük şair o d u r ki, zamanın m uktezalarını değiştirir; felek çarhını kendi istediği gibi çevirir; dünya hadiselerini altüst eder ve ci­ h an tarihinde bir hadise vücuda getirir. Kemal-i cesaretle söyleye­ bilirim ki, dünya tarihinde bu çapta birkaç kişi vardır. Yunan-ı Ka­ dim de Eflâtun, İslâm âlem inde İbni Sina, ondan sonra Mevlâna ve


bu işi başaran son şahıs da İkbal’dir. İkbal, bu âsüm anî vazifesini idrak etmişti. Biz M üslüm anlar Hazret-i M uham m ed’den sonra Peygamberlik m ertebesini kimseye tevcih etmeyiz. Fakat İkbal’deki keram et ve irşad m akam ını görm em ek ve duym am ak kâbil de­ ğildir. İkbal’in İslâm âlem indeki ru h an î m akamı budur. Felsefe ve şi­ irdeki derecesi de b u nd an aşağı değildir. İran ve Pakistan’da yeti­ şen şairler arasında İkbal, büyük ve m üm taz bir mevki sahibidir. Öyle ki o na hakim lerin bülbülü veya bülbüllerin hakîm i unvanını verebiliriz. Büyük şairlerin birçoğu manayı lafza feda etm işler ve bir musiki değeri taşıyan güzel kelim eler kullanmaya çalışmışlar­ dır. Eğer bu güzel lafızlar arasından hakim ane bir m ana çıkabilir­ se ne alâ. İşte Sadi ve Hâfız’ın yolu budur. Ve şairlerin çoğu bu yolda onları takip etm işlerdir. Lâkin İkbal, h er yerde büyük, güzel ve ince m anaları göz ö n ü n d e tutm uştur. O n u n fikri, öyle bir fel­ sefe um m anında, göklerin öyle en yüksek yerinde dolaşm ıştır ki, bütü n gayretini, him m etini âsüm anî m analara tevcih etmiştir. Fars şiirinde bu hususiyet, Senaî, Attar, Mevlâna, Irakî ve onların yollarında yürüyen şairlerde m evcuttur. İkbal, bu vadide kemal sa­ hibi ve d aha doğrusunu isterseniz bu m ana yaratan m ürşidlerin sonuncusudur. Mesneviyi taklit eden büyük küçük yüzlerce şair arasında hiç­ birisi İkbal derecesinde o n a yaklaşamamıştır. Farsça şiirinde ba­ zen o derece M evlâna’ya yaklaşır ki, buna bir nevi mucize dem ek m üm kündür. Bir m aksada girişi, o n u bir hikâye ile izah edişi ve b und an yüksek hakikatler çıkarışı, tam am en M evlâna’ya benzer. İkbal ’in bu tasavvuf fikrinden çıkardığı neticeler çok yüksektir. O, esir m illetlerin istiklâllerine sahip olm alarını ve bilhassa evvelce efendi ve beşeriyete reh b er olacak bir mevkiye yükselmiş olup da sonradan o eski şevket ve azam etini kaybetmiş m illetlerin tekrar eski m evkilerine avdet etm elerini ister. Bu itibarla İkbal yalnız Pa­ kistan ve İran değil, bü tün M üslüman m illeüere ve bunların üs­ tü nde b ü tü n şark m illetlerine H ak tarafından gönderilm iş bir m ürşiddir. O n u n bu çok m ühim tarafı, bilhassa Peyam-ı Maşrık (Şarktan H aber) adlı eserinin h e r yerinde görülebilir. Bazen bu


peygam berane m aksadını ve bu hakim ane im anını o kadar güzel, fasih ve şairane bir şekilde eda ed er ki o, biz cihan M üslümanları için bir vasiyetname h ü k m ü n ü alır.” İran edebiyat âlim lerinin o n u n şiiri hakkındaki düşünceleri, esas itibariyle böyledir. Yani İkbal’i büyük İran şairleri ile aynı ayar­ da görüyorlar. Biz şahsen üstad Nefisî’nin Sa’di ve Hafız hakkındaki düşüncelerine iştirak edemiyoruz. Bir de M evlâna’nın ve bu yolda eserler vücuda getiren ıneşayıhın tasavvufî eserlerine sem­ bolik dam gasını vurm ak kanaatimizce isabetli bir teşhis değildir. Ç ünkü kısaca sembolizm, düşünce \ ' duyguların ifade şeklindeki hususiyetidir. Ve bu duygu ve düşüncelerin nüanslarını ve bazen birbirine olan girift nüfuzları neticesinde aldıkları ele avuca sığ­ maz incelikleri, o düşünce ve duyguların hakikî m ahiyetlerinden tam am en ayrı bir sem bol ile ifade etm ektir. O derece ayrı ki, b u n ­ ları herkes ayrı ayrı tefsire tâbi tutarak duyar; ve duyar, vuzuh ile anlayamaz. H albuki Mevlâna ve diğer büyük İran mutasavvıfları, d ö rt başı m am ur ve muayyen bir hakikatin, insanın tefekkür ve ta­ hassüs âlem indeki akislerini gayet vazıh ve sarih olarak ifade et­ mişlerdir. İfade incedir ve sislidir, şaşırtıcıdır, idraki güçtür. Fakat çok ince bir tefekkürün ve görüşün sürüklediği tahassüs ve tahay­ yülden ayrı değildir. Nasıl ki, H in t uslûbu şairlerine de empresyo­ nist dem ek câ-yi nazardır. O nlara, İran klâsik edebiyatının daha ince ve seyyal duyguya giden, daha derin ve girift hayale sapan bir nevi rom antikleri dem ek daha doğru olur, kanaatindeyiz. Bir de İkbal’in üslûbundaki ikiliği nazar-ı itibara almamız lâzım dır. Umumiyetle didaktik diyebileceğimiz şiirlerinde İkbal, gayet va­ zıh ve m etindir. Fikrin d ö rt tarafını bir m antık çerçevesi içine alır. Aynı zam anda im anlı ve heyecanlı ru h u n u n fırtınalarını şiire ak­ settirir. Tasavvufî şiirlerinde aynı heyecana görüş derinliği refa­ kat eder. İkbal’in bütü n hususiyeti bu derinliktedir. Bu görüş, m addeyi delip içine nüfuz eden bir görüştür. Sistem Mevlâna ile m üşterektir. Lâkin İkbal, bu sistemi yedi asrın edebî tekâm ülü ve İlmî terakkisi ile zenginleştirm iştir. O n u n bazen bir beytinde d e­ rin bir m ana cihanının vuzuh ile görüldüğünü teslim etm ek m ec­ buriyetinde kalırsınız. İkbal, H in t şairlerinin inceliğini ve onların


kullandıkları bazı kelime ve hayalleri şiirine almıştır. Lâkin bunla­ rı çok defa hakikî, klâsik m ektebin muayyen nispetleri dahilinde şiir çerçevesine alarak söyleyecek yerde, hayalin ve m übalâğanın d ah a derinlerine inm ek yolunu ihtiyar eden H int şairleri gibi kul­ lanm am ıştır. T efekkürünün tabiî yolunu, heyecanının ham leleri ile kat’ ederek tasavvufî görüşün m ahiyetinde mevcut olan derin­ liklere ve inceliklere nüfuz etmiştir. Esasen İkbal gibi tefekkürü taşacak derecede dolu, sinirleri parçalanacak derecede heyecanlı bir varlığın muhayyile oyunları ile kaybedecek zamanı yoktur. Söyleyecek çok sözü vardır. Tasavvuf: İkbal’in ru h î ve fikrî bünyesine damgasını vuran en hâkim vasıf, tasavvuftur. O n u n bu vasfı üzerinde m ütalâa beyan etm ek için bu felsefî ve ru h î sistemin tekâm ül m erhalelerinden uzun uzun bahsetm ek icap eder. Biz burada o nun bu geniş zemin üzerinde çok yüksek irtifa gösteren birkaç zirvesine kısaca temas edeceğiz. İkbal, bazen bir bakışta iki cihanı gören bir varlıktır. Yalnız ka­ pıdan geçmekle evin içinden bahsedebilen insandır. Bu cesurane dâvâsını hakkıyla ispat etmiştir. O n a nazaran, yüzlerce sene süren uzun aşk yolunu bazen bir ah ile aşıp geçm ek kâbildir. O nun bü­ tün felsefî sistemini içine alan bu âhı tahlil etm ek lâzım dır. O za­ m an d erin bir aşkın bu tek heceli m ahsulü içinde bir tefekkür kâ­ inatın ın gizlendiğini görürüz. O, bu yolun hüviyet ve heyecanını kaybettiği, belki dalâletlere düştüğü, yalnız m adde ve aklın baş d ö n d ü rd ü ğ ü bir sü r’atle gem i azıya alıp gittiği bir devirde yetiş­ mişti. Beşeriyeti bu hüsran yolundan çevirm ek için im anının bü­ tün kudreti, aşkının bü tün heyecanı ile feryat etti. U çurum a gi­ d en insanlığı gönül den en âlem e çağırdı. O, bu âlem de insanlı­ ğın hakikî m anasını görüyordu. N azarında gönül, prensiplerini insanın iç ve küllî varlığından alan gerçek bilginin akıl ile muva­ zeneli bir im tizacından vücuda gelen bir âlem di. Aklı elinden tu­ tup, m add en in artık kaybolduğu m ü cerret hakikatler, m ücerret kanu n dünyasına g ötüren asıl bu gönüldü. Gönül âlem inde duy­ gu en keskin bir seziş, bir alev haline gelirdi. Hakikat, bu imtizaç­ ta idi. Lâkin İkbal, bun a da kanaat etm iyordu. O tam am en aşk


haline gelm ek istiyordu. Mayasında akıl izi bulunuşundan m usta­ ripti. M addenin d ö rt köşesinden, topı ktan kurtulm ak, bir alev haline gelm ek istiyordu. O zaman hayat m uam m asının kilidini açabilecekti. Topraktan geç, kendini topraktan yapılmış bir kalıp zannetme. Eğer sineni yararsan oradan mehtap zuhur eder. Eğer Hak hareminin kapısını sana kapadılarsa, eşiğin taşına başını mır; göreceksin ki la 7 madeni zuhur edecektir. O zaman bu kâinatın kabuğunu delip tâ kalbine varacaktı. Bu kabuğu delem eden o n a bakanlar, gözlerine zulm edenlerdir. Frenk âlemi de bu uyanık gönülden m ahrum olarak kâinata bakı­ yor. Gönül dirilerin m ezhebi; dağınık, insicamsız bir rüya değildir. O nlar bu topraktan yeni bir cihan vücuda getirirler, diyen İkbal, yarattığı yeni âleme kim senin nüfuz edem ediğinden şikâyetçidir. A. N. T.

* Dün, Şeyh, elinde bir m um , şehri dolaşıyor ve diyordu: “Ar­ tık hayvanattan canım sıkıldı; insan istiyorum. * Bu tem bel, lâpacı yoldaşlardan bıktım , usandım . Allah arslanı, efsane kahram anı Rüstem istiyorum.” * Dedim ki: “Biz aramışız am a bulunm uyor.” Dedi: “Ben de bulunm ayanı istiyorum.” (Hazret-i Mevlâna)


ESRAR-I H O D Î “B E N L İĞ İN SIR LA RI”



Benim ormanımın yaşında, kurusunda kusur yoktur. Minber olmayan her ağaç dalını darağaa yaparım. N a z îrî N iş a b u rî

• Dünyayı aydınlatan güneş, gecenin yolunu kesince, ağlayı­ şım, gülün yanağına su serpti. • Gözyaşım, nergisin gözünden uykuyu yıkadı. Feryad ü figa­ nım dan çem en uyanıp yerden bitmeye başladı. • Bahçıvan, sözüm deki kudreti denedi. Bir m ısra ekti, bir kılıç biçti. • Ç em ene gözyaşımdan başka bir tohum ekm edi. Efgammın arışını bağın ırgacı ile eğirdi. • Ben bir zerreyim, lâkin güneş benim m alim dir. Yakamda yüz­ lerce seher vardır. • Benim toprağım C em ’in kadehinden daha parlaktır. Âlem­ de yalnız m evcut olanları değil, henüz vücuda gelmeyen şeyleri dahi görür. • Fikrim, henüz yokluktan varlık âlem ine sıçramamış olan ahu­ yu, avlayıp atının terkisine asmıştır. • Ç em en, d ah a yerden yükselip yetişm eden benim gülşenimi süsler. D alında hen üz gizli (belirm emiş) gül, benim eteğim dedir. • Musikişinaslar meclisini birbirine kattım. Âlemin dam arının teline m ızrabım ı vurdum . • Yaradılışımın u d u o kadar işitilmemiş nağm eler ibda’ ediyor ki, yanım da arkadaşım dahi o n u anlayamıyor.


M U H A M M E D İK BA L

• C ihana yeni doğm uş bir güneşim. Feleğin usûl ve adabını görmemişim. • H enüz benim ışığım dan yıldızlar ürkm em iştir. H enüz civam harekete geçmemiştir. • Benim ışıklarım henüz denize aksedip raksa başlamamıştır. Dağ benim kınam ın reng inden nasip almamıştır. • Hal ve m azinin gözü henüz beni görmeye alışmamıştır. Gö­ rü n ü rü m korkusuyla vücutları tir tir titretirim . • Şarktan benim sabahım doğdu ve geceyi mahvetti. Alemin gülü üzerine yeni bir şebnem kondu. • Şimdi sabah erken kalkanları bekliyorum. Benim ateşimin Zerdüştîleri ne güzeldir! • Bir nağmeyim. Mızrapla alâkam yok. Ben yarının şairinin te­ rennüm üyüm . • Benim asrım, sırları bilen bir asır değildir. Benim Yusuf um , bu pazar için değildir. • Eski dostlardan üm idim yok. Benim T u r’um, Kelîm (Musa) geliyor, diye yanıyor. • Dostların denizi çiğ danesi gibi; coşmuyor. Halbuki benim çiğ danem , deniz gibi tufanı sırtında taşıyor. • Benim nağm em , başka bir cihanın nağm esidir. Bu çanın baş­ ka bir kervanı vardır. • Birçok şair vardır ki öldükten sonra doğdu. Kendi gözünü yum duktan sonra bizim gözüm üzü açtı. • Nazlı nazlı yokluktan varlığa çıktı ve gül gibi kendi m ezarı­ nın toprağı üzerinde yetişti. • Bu sahradan kervanlar geçm edi değil; fakat hepsi de deve adım ı gibi sessiz, gürültüsüz. • Ben âşıkım; feryat benim im am ım dır. Mahşer, benim kopar­ dığım kıyam etlerden bir tanesidir. • Nağmem, telin ölçüsünü aşmıştır. U dum un kırılm asından korkm am . • Katre benim selime yabancı kalsın; daha iyidir. Deniz, o n u n hengâm esinden deli divane olm alıdır.


• Benim um m am m fezalara sığmaz. Benim tufanım ı denizler takip etm elidir. • Yetişip serpilip bir gülistan olmayan gonca, benim baharım a lâyık değildir. • C anım dan gizlenen (uykuya dalan) şimşekler vardır. Benim cevlângâhım dağlar ve sahralardır. • Eğer ova isen denizim le pençeleş; eğer Tur-ı Sîna isen benim şimşeğime kafa tut. • Bana âb-ı hayatın beratını vermişler; onu hayatım ın sırrına m ahrem etmişler. • Zerre, teren n ü m ü n ü n ateşi ile dirildi. Kanat açıp ateş böce­ ği oldu. • Benim söylediğim sırrı kimse söylemedi. Benim fikrim gibi kimse m ana incisini delm edi. • Ebedî hayatın sırrını istiyorsan gel; hem yeri, hem de göğü isüyorsan gel. • Dünya ihtiyarı, bana bu sırları söyledi. Dostlardan sır gizlene­ mez. • Saki, kalk, kadehe şarap koy. G ünlerin gönlüm de çizdiği ıstı­ rap izlerini mahvet. • O mâyi halindeki alevin aslı zemzemdir. O nu içen dilenci da­ hi olsa hizm etkârı Cem şid’dir. • O, tefekkürü daha idrâkli hale getirir; uyanık gözü daha faz­ la uyandırır. • Bir sam ana dağ değeri kazandırır; tilkiye arslan kudreti verir. • Toprağı Süreyya’nın (Ülker yıldızının) en yüksek yerine eriş­ tirir. Katreye deniz vüs’ati verir. • Sükûta m ahşer hengâm esi verir. Kekliğin ayağını şahin kanı ile kıpkırm ızı yapar. • Kalk, kadehim e saf şarap dök. Tefekkür gecem e m ehtap n u r­ ları saç. • T â ki, bu avareyi m enzile doğru yürüteyim. Bakışa derm an­ sızlık zevkini vereyim. • Yeni bir arayış yolunda hızla yürüyeyim. Yeni bir arzu ile meş­ h u r olayım.


M U H A M M E D İK BA L

• Zevk sahiplerinin göz bebeği olayım. Ses gibi âlem in kulağın­ da çınlayayım. • Söz (şiir)ün değerini yükselteyim. Gözyaşımı feryadım a sığ­ dırayım. • Pir-i R ûm ’u n (Hazret-i Mevlâna) feyzi ile ilim sırlarının m eç­ hul defterini okuyayım. • O n u n canı alevler saçar. Ben o n u n yanında kıvılcım gibi bir lâhza yanıp sönen bir parıltıyım. • Yanan bir m um , pervanem e hücum etti. Kadehim e şarap, baskın verdi. • Pir-i Rumî toprağı iksir yaptı. Benim tozum dan ve tecelliler gösterdi. • Çöl toprağından bir zerre, güneş ışığını zaptetm ek için yola çıktı. • Bir dalgayım ki, parlak bir inci vücuda getirm ek için o n u n denizinde yerleşiyorum. • O nun şarabından sarhoş olan ben, onun nefesleriyle yaşıyorum. • Gece, gönlüm feryat ediyor; sessizlik ‘yâ Rab, yâ Rab’larım la çınlıyordu. • Dünya gam ından şikâyetler ediyor; kadehim boş olduğu için inleyip duruyordum . • Gözlerim (bakışım) o derece yoruldu ki, kanatları kırılan bir kuş gibi yerlere serildi; uyuyup kalmışım. • Yaradılışı H ak ile yoğrulan Pir (M evlâna), bana göründü. O Pir ki Fars dili ile Kur’an yazmıştı. • “Ey âşıkların divanesi,” dedi, “saf aşk şarabından bir yudum iç. • Bağırlarda kıyametler kopar. Başa şişe, göze neşter vur. • G ülüşünden yüzlerce feryat fışkırsın. Ciğerin kanlı gözyaşı ile dolsun. • Ne zam ana kadar gonca gibi susacaksın. Kokunu gül gibi ucuz dağıt. • Üzerklik gibi kıvrım ında hengâm eler gizlidir, (bunu izhar için) ateş yanına yerleş. • Çan gibi bedeninin h er cüz’ü n d e şimdi ses vermeyen, susan fakat mevcut olan nâle ve feryadı izhar et.


• Sen ateşsindir; âlem meclisini aydınlat; başkalarını da kendi ateşinle yak. • Şarap satan ihtiyarın sırlarını ifşa et. Şarap dalgası olup câmdan elbise ile örtün. • Tefekkür aynasına taş ol, pazar başında şişe kır. (Mevlâna gibi) • Ney gibi neyistandan hab er ver. Kays’a (M ecnun’a) Hay kavm inden haber ver. • Yeni bir feryat icad et; meclisi hây u hûy ile şenlendir. • Kalk, h er diriye yeni bir can ver. Kendi zuhurunla diriyi da­ h a ziyade canlandır. • Kalk, başka bir yola ayak bas. Eski sevdanın coşkunluğunu terk et. • Söz (şiir) lezzetine aşina ol. Ey kervanın çanı, uyan.” • Bu ses, canım a bir ateş düşürdü. Ney gibi içime binbir feryat doldu. • Nağme gibi telim den koptum ; kulak için süslü bir cen n et vü­ cuda getirdim . • (Benlik sırrı) nın üzerinden perdeyi çekip aldım . Benlik m u­ cizesinin sırrını m eydana koydum. • Varlığımın nakşı, hen üz tam am olmamıştı. Kimsenin beğen­ meyeceği, adam a benzem ez, bir işe yaramaz bir varlıktım. • Aşk beni yonttu, adam oldum . Âlemin keyfiyet ve kemmiyetini idrâk ettim. • D ünyanın sinirlerinin oynayışını, kım ıldanışını gördüm . Ayın dam arında nasıl kan dolaşıyor, gördüm . • G ecelerde insan için gözyaşı döktüm . Ve neticede hayat sır­ larının perdesini yırttım. • M üm kinatın (bütün âlem deki m ahlûkat) hareket ve faaliye­ ti içinden hayat düzeninin sırlarını çekip çıkardım. • Bu geceyi ay gibi aydınlatan ben, millet-i beyzanın (Müslü­ m anların) ayağının tozuyum. • Bir m illet ki, bağda, bahçede o n u n avazesi vardır. O nun taze nağm eleri, gönüllere ateş vurur. • O millet, zerre olduğu halde güneşi utandırdı. G üneşten anbar yapıp yüz dane Rum î ve A ttar’ı harm an etti.


• Ben hararetli bir ahım . Göklere yükselirim. H e r ne kadar du­ m ansam da aslım ateştir. • Kalemim yüksek tefekkürüm ün him m eti ile bu dokuz p erd e­ nin sırrını dünyaya açtı. • Ebedî hayatın sırrını istiyorsan gel; hem yeri, hem de göğü istiyorsan gel. • Ta ki katre derya kadar değerli olsun. T a ki zerre genişleyip sahra olsun. • Bu m esneviden maksat, şairlik taslamak değildir. Putperest­ lik, p u t yapıcılık değildir. • Ben Hintliyim, Farsça’ya yabancıyım. Yeni bir ayım, kadehim boştur. • Bende ifade ve üslûp güzelliği arama; H ânsar ve Isfahan (bu şehirlerde yetişen şairler gibi yazmayı) ben d en bekleme. • H er ne kadar H intçe, tatlılıkta şeker gibidir. Fakat fasih Iran dili ile şiir d ah a tatlıdır. • Benim fikrimi o n u n cilvesi büyüledi. Bu sihirle kalemim T u r dağındaki ağacın dalı haline geldi. • Farsça benim yüksek tefekkürümün mahiyetine daha uygundur. • Ebedî hayatın sırrını istiyorsan gel; hem yeri, hem de göğü istiyorsan gel. • Ey akıllı insan, şişeye kusur bulma, içindeki şarabın zevkine gönül bağla. Âlem nizamının asimin benlik olduğunu ve taayyünlerin hayatının teselsülü, münhasıren benliğin kudretinin üzerinde vücut buldu­ ğunu beyan eder. • Varlığın şekli, benliğin eserlerindendir. H er gördüğün şey, benliğin sırlarındandır. • Benlik, kendi kendini uyandırınca bu vehim ve zan âlem ini zuhura getirdi. • O nun zatında yüzlerce cihan gizlidir. O ndan gayrisi, o n u n is­ patından m eydana gelmiştir. • C ihana o, düşm anlık tohum u saçmış, kendisini kendinden başkası (gayr) zannetm iştir.


• M ücadelenin lezzetini tatsın diye kendi kendinden bir gayr vücuda getiriyor. • O n u kendi bazusunun kuvveti ile öldürüyor; kolunun kuvve­ tini denem ek, anlam ak istiyor. • O n u n kendini aldatm aları, hayatın ta kendisidir. Gül gibi kandan abdest alm ak hayatın ta kendisidir. • Bir gül için yüz gülistanın kanını döker. Bir nağm e uğruna yüzlerce feryad eder. • Bir felek için yüz hilâl, bir söz elde etm ek için yüzlerce lâf ya­ ratm ıştır. • Bu israf ve bu taş yürekliliğin m azereti, manevî güzelliği ya­ ratm ak ve tam am lam aktır. • Şiirinin güzelliği, F erhad’ın derdinin m azeretidir. Göbek miski yüz H u ten ah usunun m azeretidir. • O nun fırçası bir dane, yarın sabah elde etm ek için yüzlerce bugün resmetti. • O n u n alevleri, bir d ane M uham m ed çerağını uyandırm ak için yüz d ane İbrahim yaktı. • T ahakkuku istenen işler için âmil, m a’mul, sebepler ve illet­ ler vücuda getirilmiştir. • Kalkar, karıştırır, uçar, parlar, ürker, yanar, aydınlatır, öldü­ rür, ölür, tekrar doğar, yetişir. • O günlerin genişliğinde cevelân ed er durur; gök, o nun yo­ lundaki tozun bir dalgasıdır. • U fukların yakasında o n u n bezediği gül vardır. Gece, onun uykusundan; gündüz, uyanıklığından m eydana gelmiştir. • Alevini kıvılcımlara taksim etti. Cüz’e tapmayı akla öğretti. • Kendini parçalayıp eczayı yarattı. Biraz hararet bastı, sıkıldı, sahrayı yarattı. • Bu açılıp serpilm eden usandı, derlenip toplandı, dağlar vü­ cuda geldi. • Kendini gösterm ek benliğin huyudur. H e r zerrede uyuyan, gizlenen benlik kudretidir. • O susanın, işten tab u tûyanı kesilenin kuvvetidir. İş gayesi için iş sebeplerine bağlanm ıştır.


• M ademki âlem in hayatı, benlik kudretindedir; o halde o ne kadar m etin ve m uhkem olursa hayat d a o derece m etin olur. • Katre, benlik sözünü ezber ederse değersiz varlığını inci ha­ line getirir. • Şarabın benliği zayıf olduğu için bir şekle ve kalıba malik de­ ğildir. Bir şekle girm ek için kadehin m innetini yüklenir. • Şarab kadehi, h er ne kadar bir şekli haiz ise de dönm esini bi­ ze borçludur. • Dağ, benlikten geçti mi sahra olur. Denizin coşkunluğundan şikâyet eder. • Denizin kucağında dalga, dalga oldukça denizin om uzuna biner. • N ur, bir halka haline gelince göz oldu. Göz, tecellileri göre­ bilmek için harekete geçti. • Ç em en, kendisinde yetişme kudreti bulunca, him m et ve gay­ reti ile gülistanın göğsünü yarıp yükseldi. • Mum, zerreleri bir araya getirip kendisini vücuda getirdi ve kendi (donmasıyla) bir şekil aldı. • İşi gücü kendini eritm ek olduğu için birbirinden ayrıldı. Ni­ hayet gözyaşı gibi kendi gözünden dam ladı, aktı. • Eğer yüzün, yaradılışta daha pişkin ve sert olsaydı, yaralanmazdı. • Böyle olm adığı için başkasının ismini sermaye yapıyor ve sır­ tı başkasının ism inin yükü ile yaralanıyor. • Arz, m etin bir varlığa sahip olduğu için ay m ütem adiyen onu n etrafında dönüyor. • Güneşin varlığı, arzdan daha m uhkem olduğu için arz, bu şarktan g örünen göz (güneş) tarafından büyülenmiştir. • Çınar, insanı hayrete düşüren bir şan u azam ete malik oldu­ ğu için, dağlar ondan satvet ve azam et alırlar. • O nun elbisesinin arış ve ırgacı ateştir. Aslı ise yerden yükse­ len bir tohum dur. • Benlik, hayat kudretini bir araya topladı mı hayat ırm ağın­ dan muazzam bir deniz vücuda getirir.


Benliğin hayatı, arzular yaratmak ve doğurmaktan gelir. • Hayatın bekası, bir m aksat ve dâvanın varlığına bağlıdır. O nun kervanının çanı, m aksat ve dâvadır. • Hayat, arayıp taram a içinde gizlenmiştir (örtünm üştür); on u n aslı arzu içine gizlenmiştir. • Kalbinde arzuyu yaşat. T a ki, bir avuç toprak olan bu varlığın bir m ezar haline gelmesin. • Arzu, renk ve koku cihanının canıdır, h er şeyin yaradılışında arzu mevcuttur. • Göğüslerde gönüllerin raksı, arzudandır. Göğüsler o nun ay­ dınlığı ile aynalar gibi pırıl pırıldır. • O, toprağı kanatlandırıp uçurur; bu kudreti ona verir. İdrak M usa’sının H ızır’ı olur. • Gönül, arzunun harareti ile hayat kazanır. O, yaşamaya baş­ layınca H aktan gayrı ne varsa ölür. • Gönül, arzu yaratm aktan âciz kalınca, kanadı kırılmış de­ m ektir; artık uçamaz. • Arzu, maksatları avlayan kem enttir. Bütün hareketlerim izin defterinin şirazesini o bağlar. • A rzunun yokluğu, diriyi öldürür. Yanışın eksilmesi alevi sön­ dürür. • Uyanık gözüm üzün aslı nedir? Bizdeki dîdar lezzeti onu vü­ cuda getirm iştir. • Çok güzel ve cilveli yürüdüğü için keklik ayağa sahip oldu. Bülbül nağm e peşinde koştuğu için gagaya m alik oldu. • Ney, kamışlıktan çıktıktan sonra bir değer kazandı; m âm ur oldu. Ve o zaman nağm e, onun zindanından çıkıp kurtuldu. • N adir şeyleri ele geçirmeye çalışan ve bu uğurda felekleri aşan akıl, nedir? Hiç biliyor m usun bu mucize nedir? • Hayatın sermayesi arzudur. Akıl ise ondan doğm uştur. • İnsanların düzeni, usûl ve âdetler nedir; bilgilerin m ütem a­ diyen değişip tazelenm elerinin sırrı nedir? • B unlar kendi kudreti ile kırılıp, parçalanıp gönülden zuhur eden arzudan başka bir şey değildir. • El, diş, dimağ, göz, kulak, fikir, hayal, şuur, hafıza, akıl;


İp S K *

36

m u h am m ed

İk b a l

• B unlar m uharebe m eydanında atını kaybeden hayatın, ken­ dini korum ak için vücuda getirdiği âletlerdir. • İlim ve fen d en m aksut bir şeyi bilmek, anlam ak değildir. Çe­ m enden m aksut gonca ve gül değildir. • İlim, hayatı korum ak için elde edilen bir servettir. İlim, benli­ ği tesis etm ek ve kuvvetlendirmek için kullanılan âlederden biridir. • İlim ve fen, hayatın hizm etkârlarıdır. İlim ve fen, hayat evin­ de doğup m eydana gelmişlerdir. • Ey hayatın sırrına yabancı olan insan, kalk, bir maksat şara­ bından sarhoş olarak kalk. • Seherler gibi parlayan bir m aksat ve arzu ile yerinden sıçra; o m aksat masivayı yakan bir ateş olsun. • G öklerden d ah a yüksek, gönül alan, insanı teshir eden, gü­ zel olan bir m aksat olsun. • Eski bâtılı söküp atan; içinde fitneler, şürişler gizlenen, baş­ tan aşağı kıyamet olan bir m aksat olsun. • Biz, m aksatlar yarattığımız için yaşıyoruz. Biz, arzunun ışığı ile aydınlanıyoruz, parlıyoruz. Benlik aşk ve muhabbede kuvvetlenir. • Adı benlik olan bir n u r noktası, bizim bir avuç topraktan baş­ ka bir şey olmayan varlığımızın altında hayat kıvılcımıdır. • O n u daha bâkî, daha diri, daha yakıcı ve daha parlak hale ge­ tiren m uhabbettir. • O n u n cevheri m uhabbede alev alır. Kalbinde gizli olan im­ kânlar, alev alev yükselir. • O n u n yaradılışı, ateşini aşktan alır. Dünyayı aydınlatmayı aşktan öğrenir. • Aşk, kılıç ve hançerden korkmaz. Zira aşkın aslı (bu âlemi vü­ cuda getiren anâsırdan) sudan, rüzgârdan ve topraktan değildir. • C ihanda aşkın hem barışı, hem savaşı vardır. Aşkın cevherli kılıcı âb-ı hayattır. • Aşk bir baktı mı kayalar parçalanır. Hak aşkı sonunda baştan aşağı Hak olur. • Sevmeyi, âşık olmayı öğren. Bir sevgili ara. N uh gözü, (daim a ağlayan, inleyen) Eyyup sabrı iste.


• Bir avuç topraktan kimya vücuda getir. Bir kâmil m ürşidin eşiğini öp! • Mevlâna gibi m um unu uyandır; Tebriz ateşi içinde R um ’u yak. • G önlünde gizli bir sevgili vardır. İstiyorsan gel, onu sana gös­ tereyim. • O n u n âşıkları güzellerden daha güzel, daha hoş, daha câzip ve d ah a sevgilidir. • Gönül, o n u n aşkı ile d ah a kudredi olur. Toprak, Süreyya yıl­ dızı ile om uz öpüşür. • Necid toprağı, (M ecnun) o n u n feyzi ile canlanıp dağlar, te­ p eler aştı. Vecde gelip feleklerin fevkine yükseldi. • M üslüm anın kalbinde M ustafa’nın m akam ı vardır. Siz, onun adı ile şeref kazanırsınız. • T u r (Hazret-i Musa’nın Allah ile kelimeleştiği dağ) onun evi­ nin tozundan bir dalgadır. Kâbe’deki Beytülharem onun kâşane­ sidir. • Ebediyet, o n u n vakiderm in bir ânından daha azdır. Ebedi­ yet, o n u n zatından im tidat kazanır. • Kisra’nın tacı, bir hasır üzerinde rahat bir uykuya dalan on u n üm m etinin ayağı altındadır. • H ira (dağ) halvetgâhına çekildi. O rada millet, din ve hükü­ m et yarattı. • Bir millet, H usrev’in tahtı üzerine yükselsin, orada rah at bir uykuya varsın diye gecelerce gözlerine uyku girm edi. • Savaş vaktinde kılıcı, dem irleri eritir; nam aza durunca gözle­ rind en yaşlar dökülürdü. • O n u n kılıcı daim a m uzaffer duası içinde idi. O n u n kılıcı sul­ tanların neslini kesmişti. • C ihanda yeni bir usûl, âyin vaz’ etti. Eski kavimlerin kanun­ larını ortadan kaldırdı. • Din anahtarı ile dünya kapısını açtı. Dünya anası, ona ben­ zer bir evlât doğurm adı. • O n u n nazarında alçak ve yüksek bir idi. Kölesi ile aynı sofra­ da yemek yedi.


• Bir h arp te civanmertliği ile m eşhur olan Hatem-i T aî’nin kı­ zı, o felekler üzerine tahtını kuran Peygam berin esiri olm uştu. • Ayağında zincir, örtüsüz, utancından boynunu bükm üş du­ ruyordu. • Peygamber, bu kızcağızı örtüsüz görünce o n u kendi ridasıyla örttü. • Biz, o Tay kabilesi kadınından d ah a çıplağız. Dünya m illetle­ ri karşısında çıplak ve örtüsüz. • M ahşer g ü n ü n de bizim şeref ve itibarım ız odur. C ihanda da bizim çıplaklığımızı ö rten odur. • O n u n lütfü da, kahrı da baştan aşağı rahm ettir. Lûtfu dostla­ ra, kahrı düşm anlara rahm ettir. • D üşm anlara rahm et kapısını açan o, Mekke halkına “Size ta’zir ve serzeniş yoktur” dedi.4 • Biz ki vatan ile mukayyet değiliz. Bakış gibi iki gözün n u ru ­ yuz; fakat biriz. • Hicazlı, Çinli, Iranlıyız. Fakat aynı neş’eli sabahın çiğ danesiyiz. • Mekke sâkîsinin (Hazret-i Peygamber) gözünden sarhoşuz. C ihanda şarap ve şişe gibiyiz. • O, nesepten, aileden gelen imtiyazları tam am en yakıp m ah­ vetmiştir. O n u n ateşi bu çerçöpü kül etmiştir. • Sadberk (yüz yapraklı) gülü gibi tek kokum uz vardır. Bu ni­ zamın canı odur; o ise birdir. • O n u n kalbindeki gizli sır biz idik. Pervasızca yüksek sesle ba­ ğırdı. Ve biz zuhur ettik. O sır faş oldu. • O n u n aşkının buhranı benim susmuş neyim dedir. Kucağım­ da yüzlerce nağm e çırpmıyor. • O n u n sevgisinden ben nasıl bahsedeyim? Ben, onun ayrılığı ile ağlayan bir kuru çöpten başka biri değilim. (Ney) • M üslüm anın varlığı, onun tecelli ettiği yerdir. Yolundaki bir toz, T u r dağları kadar azametli ve m übarektir. • Benim vücudum u, kendi aynası olarak yarattı. Benim saba­ hım , o n u n göğsündeki güneştendir. 4

Yûsuf suresi, 12/92.


• O n u n aşkı ile çırpındıkça rahatlıyorum . Benim gecem, m ah­ şer sabahından d aha hararetlidir. • O, b ahar bulutudur, ben o n u n bahçesiyim. Benim asmam on u n yağm uru ile ıslanmıştır. • M uhabbet tarlasında gözüm ü ektim . Tem aşa m ahsulü kaldır­ dım. • M edine toprağı, dünya ve ukbadan daha güzeldir. O ne bah­ tiyar şehirdir ki sevgili oradadır. • M olla C am î’nin kudreti karşısında m ahvolmuş bir adamım . O n u n nazım ve nesri, benim ham lığım ın ilâcı olm uştur. • O, baştan başa m analarla dolu şiirler söylemiştir. Hazret-i Peygam berin m edhinde ne inciler delmiştir: • İki dünya nüshasının ön sözü odur. Bütün âlem köledir, efendi odur. • Aşk şarabından nasıl h âled er hasıl olur. Aşkın isim lerinden biri de taklittir. • Bistam ’ın kâmil insanı (Bayezid-i Bistamî), taklitte tek insan idi. Hazret-i Peygamberin ne şekilde kavun yediğini bilmediği için öm rü n d e kavun yememişti. • Aşık mısın? Sevgiliyi taklit ederek aşkını kuvvedendir. Ta ki, senin kem endin Allah’ı avlasın. • Bir m ü d d et gönül H irâ’sında otur. Kendini terk edip H ak di­ yarına göç et. • H ak ile kuvvet kazandıktan sonra kendine dön, hevesin Lât ve Uzza (putlar) ’sının kafasını kır. • Aşk sultanından asker tedarik edip aşk F aran’ının5 üzerine yürü. • T a ki, Kabe’nin H üdası (Allah) seni taltif etsin. Seni arz üze­ rinde kendi halifesi yapsın.6

5 6

Mekke'de bir dağın ismi. Bakara suresi, 2/30.


Benlik, başkasından bir şey istemekle, diğere muhtaç olmakla zayıflar. • Ey arslanlardan haraç olan, ihtiyaçtan dolayı tilki mizaçlı ol­ muşsun. • Senin yaraların fakirliktendir. Derdinin aslı, yalnız bu hastalıktır. • O ihtiyaç, yüksek fikirden yüksekliği izale eder. Değerli hayal m um un u söndürür. • Varlık kü p ü n den gül renkli şarabı al; paranı günlerin kese­ sinden al. • Ö m er gibi deveden kendin in. Sakın başkasına m innettar ol­ ma, sakın7. • Ne zam ana kadar rü tbe ve m ansıp dileneceksin; çocuklar gi­ bi sopadan ata bineceksin? • Yükseklere gözünü diken bir yaradılışı, başkasının lûtf u ih­ sanı alçaltır. • İflâs, dilencilikten d aha hakirdir. Bir dilenci bir fakirden da­ h a fakir ve d ah a müflistir. • Birisine ihtiyaç arz edip bir şey istem ekten benliğin cüz’leri dağılır. Benlik Tur-ı Sina’sının ağacında tecelli n u ru görünm ez. • Kendi b ir avuç toprağını dağıtıp saçma. Ay gibi rızkını kendi vücudundan yontup çıkar. • Dara düşersin, bedb aht olursun, belâ selinin yolu üzerinde ev bark yapmış vaziyette bulunursun. (Bütün bunlara rağm en), • Rızkını başkasının nim etinden aram a, Maşrık çeşmesinden (güneşten) su dalgası aram a. • T a ki, m ahşer g ünü Peygamberin nazarında m ahcup mevkie düşmeyesin. • Aya, güneş sofrasından rızık erişir. Güneşin bu ihsanından dolayı ayın gönlünde yara (dağ) vardır. • H aktan him m et iste, felekle m ücadele et. İslâmiyet’in şerefi­ ni ayaklar altına alma. 7

Bir gün Hazret-i Ömer deveye binmiş giderken kamçısını yere düşürmüş. Bizzat de­ veden inip kamçısını almış, bu iş için başkasına minnettar olmamıştır.


• Putların süp rü ntü sü n ü Kabe’den çıkarıp atan (Hazret-i Mu­ ham m ed) “Kazanan insan, Allah’ın sevgilisidir” dedi. • Yazık, başkasının sofrasından rızık alıp onun m innetini yük­ lenene, başkasının ihsanı karşısında boyun bükene. • O, kendini başkasının lütfunun şimşeği ile yakmıştır. Şeref ve haysiyet sermayesini bir silik paraya satmıştır. • Ne bahtiyardır o susamış ki, yakan güneş altında H ızır’dan bir kadeh su dahi istemez. • O, dilencilik hicabı ile ter dökm edi; insan şeklini m uhafaza etti. Bir avuç çam ura dönm edi. • O değerli genç, dünyada sanuber ağacı gibi başı yukarda, şanlı ve şerefli yürüyüp gezer. • Yok zam anında d aha ziyade iradesine sahip olur. Bahtı uyu­ yunca o, daha uyanık olur. • Dilencilikle deryalar kadar m ala sahip olsan, o mal bir ateş selidir. Eğer kendin kazanırsan bir çiğ danesi, güzeldir. • Su üzerindeki hava kabarcıkları gibi m erüiği elden bırakma; o, deniz içinde dahi kadehini baş aşağı tutar. Benlik, aşk ve muhabbet ile kuvvetlenince, âlem nizamının aşikâr ve gizli kuvvetlerini teshir eder. • Benlik, m u h abbeüe kuvvet kazanınca, onun kudreti âlemi em ri altına alır. • Yıldızlardan nakışlar yapan felek ihtiyarı, goncaları o nun da­ lından kırıp topladı. • O n u n pençesi, H ak pençesi olur. Ay, onun bir parm ağının işareti ile ikiye bölünür. • C ihanda düşm anlık hâdiselerinde o hakem olur. Dara ve Cemşid, o n u n ferm anına boyun eğerler. • Sana Bû Ali’n in 8 hikâyesini anlatayım. O nun adı Hindis­ tan ’da m eşh u rd u r (Hint-siyahlığında o n u n adı parlak ve açıktır). 8

Bû Ali, Kalender mahlâslı bir şairdir. Bu beyit onundur:

Merhaba ey bülbül-i bag-ı kühen Ez gül-i ra'na bigû ba ma suhan "Merhaba ey eski bağın bülbülü, bize güzel gülden bahset." Bu zat Delhi'ye 70 kilometre mesafede Kemal şehrinde medfundur. Ve evliyaullahtandır.


M U H A M M E D İK BA L

• Eski gülistanın o güzel nağm eli şairi, bize güzel gülden bah­ setti. • Aslı ateş olan bu ce n n et diyarı, o n u n eteğinin havasından (yelpazelem esinden) cen n et gibi serin ve rahattır. • O nun m üridi, pazara gitti. Gitti am a Bû Ali’nin verdiği m u­ h ab b et şarabı ile dopdolu olarak gitti. • O şehrin hâkim i ata binm iş geliyordu. Yanında kölesi ve değ­ nekçisi vardı. • Ö nden giden bağırdı: “Ey akılsız, hâkim in ö n ü n d en giden hizm etkârların yolunu kesm e.” • Başını ö n ü n e eğmiş, fikirlerinin denizine dalıp çıkan derviş, gene yürüyordu. • Kibir kadehinden sarhoş olan değnekçi, değneğini dervişin başında kırdı. • Fakir, hâkim in yolundan çekilip gitti. Fakat kalbi incinmişti; m ustarip, kırgın ve şaşkındı. • Bû Ali’nin h u zu run d a feryada başladı. Gözyaşlarını göz zin­ d anın d an azad etti. • Şeyh, dağ üzerine yağan şimşekler gibi ateş püskürm eye baş­ ladı. • Can dam arından da başka bir ateş izhar ederek kâtibine em ­ retti: • “Kalemi eline al ve bir ferm an yaz. Bir fakirden bir sultana yaz: • Senin hâkim in, benim kölem in başına vurm uştur. Yani ken­ di canının kum aşını ateşe yakmıştır. • Bu tıyneti bozuk hâkim i azlet; yoksa senin m ülkünü başka bi­ rine veririm .” • H ak kudretine sahip olan bu kulun m ektubu, şahı tir tir tit­ retti. • Vücudu hastalıklarla sarsıldı, akşam güneşi gibi sarardı. • Hâkimi zincire vurdu. K alenderden bu kusurun affını diledi. • Renkli şiirler yazan tatlı dilli Husrev (Husrev-i Dehlevî) ki nağm elerini bü tü n kâinatın kalbinden devşiriyordu. • Ve yaradılışı ay ışığı gibi nu ran î idi, şahın kararırtı Kalende­ re bildirmeye m em u r edildi.


• Kalenderin h u zu ru n da çengini çalmaya başlayınca bir nağ­ m e ile o n u n can şişesini eritti. • O n u n dağlar gibi azametli olan manevî şevketi, bir söz nağ­ mesiyle (bir şiirle) eridi, gitti. • Dervişlerin kalbine neşter vurma; kendini yanar ateşe atma. Benliğini nefyetmenin, insanlar içinde mağlûp kavimlerin icadı ol­ duğunu ve bu gizli yolla galip kavimlerin ahlâkını zaafa düşürdük­ lerini tasvir eden bir hikâye • Bunu duydun m u ki, eski zam anlarda bir m erada otlayan ko­ yunlar, • O kadar beslenm işler ki çoğalmışlar ve düşm an korkusundan kurtulm uşlar. • Kuzu talihsiz yaratılmış bir m ahlûktur. Nihayet bir belâ oku­ n a uğrayıp kalpleri yaralandı. • Arslanlar, orm andan fırlayıp keçilerin odağına baskın verdiler. • K endine çekmek ve istilâ etm ek kuvvetin vasfıdır. Fetih, kuv­ vetin bilinen sırrıdır. • Erkek arslan, padişahlık davulunu çaldı. Kuzuyu hürriyetten m ahrum etti. • Arslanlar avdan başka ne yaparlar? O nlar da böyle yaptılar ve o çayır kuzuların kanı ile kıpkırm ızı oldu. • Akıllı, anlayışlı, ihtiyar, yağm ur görm üş ku rt gibi tecrübeli bir koyun, • Kavminin bu kaderinden m ustarip, arslanların zulüm lerin­ d en kalbi yaralı, • Kaderin bu cilvesinden şikâyeüer etti; ve bir tedbire tevessül ederek kendi işini sağlama bağladı. • Zayıf insan kendini m uhafaza için, aklını kullanarak hileleri: başvurur. • B ir k ö le , k e n d in e g e le b ile c e k b ir z a ra rı d e f için d a h a m ü e s­ sir ve k esk in te d b ir le r b u lu r.

• İntikam çılgınlığı kıvamına geldiği zaman, kök- aklı fitnelet düşünür.


• Kendi kendine dedi ki: “H alledeceğim iz mesele m üşküldür. Bizim gam larım ızın denizi sahilsizdir. • Kuzu, kuvvet kullanarak arslandan kurtulam az. Biz güm üş kolluyuz, o ise (arslan) çelik pençeli. • Ne derece m ükem m el va’z ü nasihat edersen et, koyunun ku rt huyuna m azhar olması m üm kün değildir. • Fakat erkek arslanı kuzu yapmak, onu kendi kudretini bil­ m ez ve düşünm ez bir hale getirm ek m üm kündür.” • Kendine ilham geldiğini söyleyerek kan içen arslanlann vâizi oldu. • Bağırdı: “Ey çok yalancı ve şım arık kavim! Ey uğursuz ve uğursuzluğu devamlı olan günden bihaber kavim!9 • B ende ru h an î kuvvet sermayesi vardır. Arslanlara T anrı tara­ fından gönderilm iş peygamberim . • Ben nursuz göze n u r olarak gönderildim . Şeriat sahibiyim ve b u n u telkine m em ur olarak geldim. • Kötü işlerden tövbe et. Ey ziyanı düşünen, faydayı düşün. • H er kim sert olur ve kuvvetine güvenip her şeyde ona müracaat ederse, o şakîdir. Benlik ortadan kalkarsa hayat daha kuvvetli olur. • İyilerin ruhu, sam anla beslenir. Et yemeyi terk eden, Allah indinde m akbuldür. • Dişinin keskinliği seni rüsva eder. İdrâk gözünü kör eder. • C en net yalnız zayıflara m ahsustur. Kuvvet, insanı hüsrana duçar eden sebeplerden biridir. • K udret ve azam et peşinde koşmak şerdir. Fakirlik, beylikten d ah a iyidir. • Daneye yıldırım pusu kurmaz. Eğer dane harm an olursa akıl­ lılık etm em iş olur. (O nu yıldırım m ahveder) • Âkil isen zerre ol, sahra olma. Zerre olursan bir güneşin n u ­ ru n d a n istifade edersin. • Ey koyun boğazlamakla öğünen, kendini boğazla ki bir kıy­ m et kazanasın. • Cebir, kahır, intikam, iktidar; hayatı bekadan m ahrum eder. 9

Yarın bilirler kimin çok yalancı ve şımarık olduğunu. (Kamer suresi, 54/26). "Çünkü biz haklarında uğursuz ve uğursuzluğu sürekli bir günde onların üstüne çok gürültülü bir fırtına göndeririz." (Kamer suresi, 54/19).


• Sebze, ayak altında çiğnendiği için çok çok yetişir. Ve bu be­ reket yağm uru ile gözünden ölüm uykusunu yıkar. • Eğer akıllı isen k en d inden geç. Eğer kendinden geçmezsen delisin. • G özünü kapa; kulağını kapa; ağzını kapa ki, tefekkürün fe­ leklere yükselsin. • Bu cihan odağı hiçtir, hiç. Ey cahil, bu m evhum şeyin üzeri­ ne düşm e.” • Arslan sürüsü, çok çalışmaktan yorgun düşmüş, rahatına düş­ kün bir hale gelmişti. • Bu uyutucu nasihati beğendiler ve olgun olm adıkları için ko­ yunun büyüsüne kapıldılar. • Koyunları avlayıp yiyen arslan, koyunluk dinini kabul etti. • O t kaplanların işine geldi. Nihayet arslanlık cevheri, adi bir taş parçası derekesine düştü. • O t yiye yiye dişleri kesmez oldu. Kıvılcımlar saçan gözlerdeki heybet zail oldu. • Göğüslerinde yavaş yavaş yürek denen şey kalmadı. Aynanın cevheri aynadan sıyrılıp gitti. • O deli gibi çalışma, koşuşm adan eser kalmadı. G önüllerinde bir iş yapm ak ihtirası söndü. • Kudret, azim ve istiklâl gitti. İtibar, izzet ve ikbal gitti. • Dem ir pençelerde kuvvet kalmadı. G önülleri öldü ve vücut­ ları o ölüyü m uhafaza eden m ezara döndü. • Vücut kuvveti eksildi; can korkusu arttı. Can korkusu; gayret ve him m et sermayesini sildi süpürdü. • Bu gayretsizlikten yüzlerce m araz zuhura geldi. Bu çöküntü­ ye tehzip adını verdiler. İslâm kavimlerinin tasavvuf ve edebiyatı üzerinde fikirlerinin bü­ yük tesiri olan Yunanlı Eflâtun, koyunluk mesleğine salik olmuş­ tur. Onun tahayyüllerinden sakınmak vaciptir. • Eski rahip, hakîm Eflâtun, eski koyunlar güruhundandır. • O n u n atı felsefe karanlığı içinde kaybolmuş, varlık dağında tırnağını atm ıştır, (aciz kalmıştır.)


• Hissedilmeyen şeyin o kadar büyüsüne kapıldı ki, eline, gö­ züne, kulağına zerre kadar kıymet vermedi. • Dedi ki: “Hayatın sırrı, ölm ektir. M um un yüzlerce cilve gös­ termesi donm uş olm asındandır.” • O, bizim hayallerimiz üzerinde hüküm ferm adır. O nun kade­ hi, insanı uyutur ve dünyayı insanın elinden kapar. • O, irtsan kılığına girmiş bir koyundur. Sofinin canında hük­ m ün ü kuvvetle yürütür. • Aklını feleğin fevkine çıkardı. Sebepler âlemine masal adını verdi. • O n u n işi hayatın cüz’lerini birbirinden ayırmak, hayatın gü­ zel selvisinin dalını kesmektir. • Eflatun’u n fikri, ziyana faide, dedi. O nun felsefesi, vara yok dedi. • Yaradılışı uyudu ve bir rüya yarattı. Aklının gözü bir serap ya­ rattı. • İş ve çalışma zevkinden o derece m ahrum idi ki, canı yokluk içinde eli ayağı tutm az bir hale gelmişti. • Varın h arek et ve faaliyetini inkâr etti. G örünm eyen a’yanı ya­ rattı. (A’yan-ı sabite). • Yaşayan can için bu im kân âlemi (yaratılan, mevcut ve m ah­ sus olan âlem) güzeldir. G önlü ölmüş olanlar da a ’yan âlem inden zevk alır. • O n u n ceylanı, salınıp dolaşm aktan m ahrum dur. Kekliğine yürüyüş lezzeti haram dır. • O n un çiğ danesi, buhar olup uçm ak kudredne malik değil­ dir. K uşunun göğsünde nefes ve terennüm (yahut kan) yoktur. • O n un tohum unda, yeşerip yerden tekrar yükselmek zevki yoktur. Pervanesi kım ıldam ak nedir, bilmez. • Bizim rahibim iz, bu hayat m ücadelesine girişemediği için on­ dan kaçm aktan başka çare görm edi. • Sönmüş bir şulenin yanışına gönül bağladı. Bir afyonkeş dünyası tahayyül etti. • Yerden, feleğe kanat açtı. Lâkin tekrar yuvasına dönm edi.


• O n u n hayali felek küpünde kaybolmuştur. Ben bilm em tor­ tu m udur, yoksa küpün dibi midir? (Küpün tuğlası mı?) • O tun verdiği sarhoşluk m illetleri zehirledi. Uyudular ve çalış­ m a zevkinden m ahrum oldular. Şiirin hakikati ve İslâm edebiyatının ıslâhı • Arzu yarasından insanların kanı kaynar. Bu topraktan olan insan, arzu m eş’alesiyle ateş haline gelir. • Arzu hayat kadehine şarap doldurdu. Bu sebeple hayat, ye­ rin d en fırlayıp sü r’atle yol almaya başladı. • Hayat, bir şeyi feth ü zaptetm enin ifadesidir. Arzu, bu fethin büyüsünden başka bir şey değildir. • Hayat, arzu tuzağı ile avını ele geçirir. Aşktan H ü sn ’e gelen haber, arzudur. • G önlüm üzde h er an bir arzunun vücuda gelmesi nedendir? Bu, hayat nağm esini vücuda getirm ek için m ızrabın, sazın üst ve alt tellerini ihtizaza getirm esidir. • Güzel, zarif ve alımlı olan h er şey istek çölünde bize kılavuz olur. • O gönlüne kuvvede nakşolur ve orada arzular yaratır. • Güzellik, arzu b ah arının hallâkıdır. H üsnün o tecellisi, arzu­ n u n Rabbidir. • Şairin sinesi, güzelliğin tecelli ettiği yerdir. O nun Sina’sın­ dan hüsün nurları doğar. • Güzel, o n u n bakışından d ah a da güzelleşir. Yaradılış, onun büyüsünden d aha güzel o lur ve daha sevilir. • Bülbül, o n u n nefesinden nağm e öğrenm iştir. O nun gamze­ si, gülün yanağını aydınlatmıştır. • Pervanelerin kalbinde onun yanışı vardır. Aşk masalları on u n yüzünden renkli olm uştur. • O n u n suyunda deniz, çam urunda kara gizlidir. G önlünde yüzlerce ter ü taze cihan vardır. • D im ağında henüz açılmamış lâleler, işitilmemiş nağm eler ve feryatlar vardır. • O n u n fikri ay ve yıldızlarla arkadaştır. O, çirkin nedir, tanı­ maz; güzeli yaratır.


• O, H ızır’dır; zulum âtında âb-ı hayat vardır. Kâinatın hayatı onu n gözyaşından feyz alır ve artar. • Biz, ağır yürüyoruz; olgun değiliz, basitiz. Konak yerine var­ m adan yorulduk, kaldık. • O n u n bülbülü, teren n üm e başladı. Bizi bir hile ile aldattı. • Maksadı da bizi hayat cennetine çekip götürm ekti. Ta ki ha­ yat kokusu, tam bir halka şeklini alsın. • Kervanlar, o n u n çanına ayak uyduruyor, o n u n nayının arka­ sından yol alıyor. • O nun rüzgârı bizim bahçelerim izde esip de lâle ve gülün içi­ ne gizlense • Hayat; ona aldanıp kuvvet kazanır, m uhasebe-i nefis ed er ve sabırsızlanır. • Âlemi sofrasına davet eder; ateşini rüzgâr gibi bedava dağıtır. • Vay o kavme ki, ecelden berat alır; şâiri hayat zevkinden yüz çevirir. • Aynası, çirkini güzel gösterir. O nun tatlısından ciğere yüzler­ ce neşter saplanır. • O nun busesi gülleri soldurur. Bülbülün gönlündeki uçm a zevkini m ahveder. • Sinirlerinin gevşekliği onun afyonundandır. Hayat kadar kıy­ metli bir şeyi o na feda etmişsindir. • Servden, serazad güzellik zevkini kapar. Cesur şahin, onun verdiği ye’s ve m ahrum iyetin tesiriyle sülün haline gelir. • Balık, fakat göğsünden başına kadar insandır. Denizde yaşa­ yan deniz kızları gibidir. • Terennüm ü ile kaptanı büyüler, gemisini denizin dibine batırır. • O nun nağm eleri kalbinden sebat hassasını çalar; onu n büyü­ süyle ölüm ü hayat bilirsin. • Varlık arzusunu canından çeker alır, senin m adeninden la’li ünnabîyi alır, götürür. • Faideyi ziyan şeklinde sana gösterir. H er beğenilen şeyi mezm um hale getirir. • Seni tefekkür denizine atar; iş yapamayan, am elim ande bir insan haline getirir.


• Hastamız o n u n sözünden d ah a fazla hasta olur. Meclis, onun kadehinin devrinden daha yorgun, bezgin hale gelir. • O n u n nisanında parlak ırm aklar yoktur. O nun bostanı bir renk ve koku serabıdır. • O nun güzelliğinde hakikat ve sadakatten eser yoktur; sahte­ dir. D enizinde ancak lekeli, ayıplı inci vardır. • Uykuyu, uyanıklıktan d ah a güzel sayar. Bizim ateşimiz onun nefeslerinden söndü. • B ülbülünün teren n ü m ü n d en kalp zehirlenir. O nun gül oca­ ğının altında uyumuş bir yılan vardır. • O n u n küp ü n den, şişesinden ve kadehinden el-hazer; O nun ayna renkli şarabından el-hazer. • Ey o n u n şarabını içip yerinden kım ıldanam ayan insan! Se­ nin sabahın, o n u n şişesinin tan yerinden doğar. • Ey gönlü o n u n nağm eleri ile coşmak kabiliyetini kaybeden insan! Kulak yolundan öldürücü bir zehir içmişsin. • Ey ölçüsü in hitat delili olan insan! Sazının teli, artık teren­ nüm edemez. • T em bellikten o derece zaafa düştün ki, âlem de M üslümanlı­ ğın yüz karası oldun. • G ülün içindeki ince elyaf ile (gülün, dam arı ile) seni bağla­ mak, hafif bir rüzgârla seni yaralamak kâbildir. • Senin feryadından aşk, rezil ve rüsva oldu. Senin Bihzadının (ressam) elinde çehresi çirkin bir hale geldi. • Sen o nu o kadar incittin ki yanağı sapsarı oldu. Senin soğuk­ luğun o n u n ateşini yakmaz hale getirdi. • Senin canındaki yaralar onun canını yaraladı. Senin zaafla­ rın onu bîtab etti. • O n u n kadehinde çocukça bir ağlama, evinin eşyası ancak ah u ıstırabı. • M eyhanelerden şarap dilene dilene sarhoş oluyor, köşklerin penceresine baka baka oradan biraz zevk çalıyor. • Bir hasta, bir uyuşuk, bir bîçare. Bekçinin tekmesi altında bir ölü. • Gam ve k ederden ney gibi zayıflamış; felekten yüzlerce şikâ­ yet dudaklarında toplanm ış.


M U H A M M E D İKBAL

• Aynasının cevheri, şikâyet ve kin; zaaf, kudretsizlik eski arkadaşı, • Bahtsız, em ir kulu, soysuz, liyâkatsiz, ümitsiz, nâm urad. • O n un feryadı senin canını m ahveder, kom şusunun uykuları­ nı kaçırıp onları hayatın bu nim etinden m ahrum eder.

Yazık o aşka ki ateşi sönm üştür. Kâbe’de doğup puthanede ölm üştür.

• Ey kesesinde şiir parası olan insan, onu hayat ayarı üzerinden sikkele. • Bak, parlak tefekkür işe yol gösterir. Şimşek çakar, arkasın­ dan gök gürler. • Edebiyatta sana iyi ve hayırlı tefekkür lâzım dır. Arap edebi­ yatına dönm en gerekir. • G önlünü Arap Selm asına (Arap edebiyatında sevgili ismi) ver. T a ki, sana Kürt akşam ından Hicaz sabahı doğsun10 • Acem çem enzarından gül toplamışsın. H in t ve İra n ’ın ilk ba­ h arın ı görm üşsün. • Biraz da çölün hararetini ye, yıllanmış hurm a şarabı iç. • Biraz başını o nu n sıcak göğsüne yasla. Biraz o n u n sıcak esen fırtınasına göğüs ver. • Bir zaman ipekler üstünde yuvarlanmışsın. Biraz da sert şey­ lere alış. • Asırlarca lâleleri çiğneyip gezmişsin; yüzünü gül gibi çiğ danesi ile yıkamışsın. • Biraz da yakıcı kum üzerine bir seril; Zemzem çeşmesine dal, çık. • Bülbül gibi d aha ne kadar zaman feryaddan hoşlanacaksın. Ç em enliklerde yaşayacaksın. • Ey sen ki, h üm a senin tuzağına tutulduğu için değer kazan­ m ıştır. Bir de yüksek dağlar üstüne yuva yap. • Bir yuva ki, şimşekler ve gök gürültüleriyle dolsun. Gözü yıl­ maz şahinlerin yuvalarından daha yüksek bir yuva. • Ta ki hayat savaşma kâdir bir hale gelesin. Cismin ve canın hayat ateşi ile yansın. 10 "Emseytü kürdiyyen..." (Şeyh Hüsamülhak Ziya'üddin).


Benliğin terbiyesi için üç m erhale vardır: Birinci m erhale itaat; ikinci m erhale nefsin zaptı; üçüncü m erhale Allah’a naip olmak.

• H izm et etm ek, m ihnet çekmek; devenin şiârıdır. Sabretmek, serâzad olm ak devenin işidir. • Adımları yolu yumuşak yumuşak okşar. O, kervan için bir sahra kayığıdır. • H er çalılıkta o nun ayağının izi vardır. Az yer, az uyur, cefa­ keştir. • Yolcuların yükü altında sarhoş, raks ede ede konak yerine doğru yol alır. • Yürüyüşünün verdiği zevk ile sarhoştur. Seferde üstündekilerden d aha sabırlıdır. • Sen de H akk’ın sana emrettiği farizelerden yüksünme, böyle yaparsan “Hüsn-ül-meab...” ayetinin nim etlerinden faydalanırsın.11 • Ey gafil insan itaate çalış; ihtiyar, cebirden vücuda gelir. • İnsan vasfını hâiz olmayan, eğer em re itaat ederse insan olur. Ateş dahi olsa haddini tecavüz edip isyan etti mi, çerçöp m enzile­ sine düşer. • Ayı, Süreyya yıldızını ele geçirm ek isteyen insan; kendisini birtakım usûl ve nizam zincirine bağlam alıdır. • Bir zindanda m ahpus kalmak, rüzgârı güzel kokulu gül hali­ ne getirir. Kokuyu göbek miski yapan, kayd içinde kalmasıdır. • Yıldız, bir usûl ve nizam ın ö n ü n d e başını eğerek menziline doğru yol alır. • Yeşillik, neşv ü nem a dinini kabul ederek yerden biter. O nu terk ettiği için ayak altında ezilir. • Lâlenin k anunu m ütem adiyen yanmaktır. B unun için dam a­ rındaki kan sıçrar durur. • Katreler birleşme, visal kanununa uyarak derya; zerreler yine aynı kanuna uyarak sahra olur. • H er şeyin iç yüzü bir usûl ve nizam ile kuvvet kazanmıştır. Sen, niçin bu varlıktan gafilsin. 11 Al-i Imran, 3/14. Bu âyetteki nimetler şunlardır: İnsanın dünya hayatı metaınd.ın isle­ dikleri: Kadınlar, evlâtlar, kantarlarla altın, gümüş, hünerli değerli atlar, devo, ökü/, koyun, mahsul...


• Gel, ey eski kanunun hürriyet verdiği insan, bu güm üş zincir­ le ayağını süsle. • Usûl ve nizam ın sertliğinden şikâyet etm e; M ustafa’nın koy­ duğu şeriat h u d u d u n d an dışarı çıkma. ikinci m erhale: N efsin zaptı

• Senin nefsin deve gibidir; benliğini düşünür; benliğine ta­ par; benliğinin üzerine binm iştir, başına buyruktur. • Erkek ol, o n u n dizginini eline al; ta ki çakıl taşı dahi olsan in­ ci haline gelesin. • Kendi nefsine hükm ünü geçiremeyen insan, başkalarına kul olur. • Sevgi ile korkuyu birbirine karıştırıp o ham urdan seni mey­ dana getirdiler. • Dünya korkusu, ah iret korkusu, can korkusu; yerden, gökten gelen elem lerin korkusu. • Mal sevgisi, devlet sevgisi, vatan sevgisi; nefsini, akrabayı, ka­ dını sevmek. • Su ve çam urun imtizacı dem ek olan varlık, daim a nefsine düşkündür. M addesini beslemek, o n u rah at ettirm ek peşindedir. Böyle olduğu için kötü şeylere, H ak tarafından nehy olunan işle­ re temayül ed er ve bun lar onu helâk ederler.12 • Lâkin, “Lâ ilâhe illallah” asası elinde bulundukça, bütün kor­ ku tılsım larını bozar, parçalarsın. • Kimin teninde H ak can gibi hâkim olursa o n u n boynu bâtıl ö n ü n d e eğilmez. • O n u n kalbine korku yol bulup giremez. O nun kalbini Hak­ tan gayrı olan şeyler korkutamaz. • Lâ (H aktan başka h er şeyden alâkasını kesmek) ikliminde ru h u m am u r olan insan; kadın, evlât kaydından azad olarak yaşar. • H aktan gayrı h er şeyden rabıtasını keser. H ak u ğ runda oğlu­ nu n boğazına satırı vurur. (Hazret-i İbrahim kıssasına telmih) • O nun hücum u nazarında can, rüzgârdan d ah a ucuz olan bir askerin hü cu m u n a benzer. 12 Bkz. Nahl, 16/90.


• Lâ ilâhe... Bir sadeftir ki o n u n içindeki inci, nam azdır. Na­ maz, M üslüman kalbine küçük bir hac gibidir. • Kelime-i tevhid, M üslüm anın elinde kötü şeyleri öldüren bir h an çer gibidir. • O ruç açlığa ve susuzluğa gece baskını yapar. Tenperverlik Hayberini fetheder. • Hac, m üm inlerin fıtratını nurlandırır. O na göç etmeyi öğre­ tir. O nlarda vatan m efhum unu yakar. (O rada M üslüm anlar bir­ birlerini bir vatan evlâdı addederler.) • O öyle bir ibadettir ki, toplanmayı temin eder. Dinî rabıtalarla birbirine bağlanan insanlar kitabının yapraklarını birbirine şirazeler. • Zekât; devlet, zenginlik sevgisini m ahveder, insanlara müsa­ vatı sevdirir. • Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim ’inde “Başkalarını iaşe ve infak etmezseniz hayra nail olam azsınız”13 buyuruyor. Zekât bu İlâhî em re imtisal edenlerin ru h u n u ve im anını takviye eder. İnsanda altını artırır; altınla m e’lu f olm ak zevkini azaltır. • Bütün bunlar, seni kuvvetlendirecek sebeplerdir. Eğer Müs­ lüm anlığın olgun ve sağlam ise. • Kavi olan H akk’a bağlanarak kuvvedi ol ki, toprak devesinin üstüne çıkıp oturasın. Ü çüncü m erhale: Allah’a naip olmak

• Eğer deve gütmeyi biliyorsan cihana hâkim olabilirsin. Süleym anlık tacını başına giyebilirsin. • Cihan var oldukça cihanı süsleyen insan sen olursun. “Lâ yeblâ”14 m ülküne tacdâr olursun. Hiçbir şey seni m utazarrır edemez. • C ihanda H akk’a naip olm ak güzel bir şeydir. Anâsıra hükm ü­ nü geçirm ek güzel bir şeydir. • H akk’a naip olan insan, âlem in canı gibidir. O nun varlığı, İsm-i A’zamın gölgesidir. 13 Âl-i Imran, 3/92. 14 "Şeytan ona vesvese verip dedi ki: Ey Adem, sana bir şecere delâlet edeyim ki, ond.ııı yersen ebedî cennette kalırsın ve zeval ermez devlete nail olursun." (Tâlıâ, 20/12(1)


• Cüz’ ve küllün, h er şeyin gizlice ifade ettikleri şeyleri anlar; cihanda H akk’ın emriyle kâim olur. • Geniş âlem e çadırını kurdu m u bu köhne arz yaygısını birbi­ rine katar. • O n u n fıtratı m am urdur ve m am ur oldukça da yeni bir âlem vücuda getirir. • O n u n hayalinin tarlasında bu cüz’ ve kül âlem i gibi yüz ci­ han, çiçekler gibi yetişir ve açar. • H er ham ın yaradılışını o, olg’ .. ve pişkin hale getirir. Kâbe h arem inden putları çıkarıp atar. • Gönül teli, o n u n m ızrabından nağm eler yaratır. O nun uyku­ su d a uyanıklığı da Hak uğrundadır. • İhtiyarlığa gençliğin şevk ve ahengini öğretir, h e r şeye genç­ lik rengi verir. • O, insan nev’ine hem ebedî saadet m üjdesini verir, hem de onları H akk’m azabı ile tehdit eder. O, hem asker, hem kum an­ dan, hem em irdir. • H ak o n a “Allem e’l-esmaî”15 bahşettiğini h aber vermiştir. O “S übhane’llezi esra...”16 sırrına m azhar olm uştur. • O nun Yed-i Beyzasmı (Musa’nın mucizesi) asası çok kuvvet­ lendirm iştir. O n u n bilgisi tam bir kudret ile ikizdir. • O kahram an şehsuvar eline dizgini aldı mı, zaman küheylanı daha süratle seğirtir. • O nun heybeti Nil’i kurutur.17 Mısır’dan İsrail’i çıkarıp götürür. • O, bir kalk dedi mi m ezardan ölüler dirilip kalkar ve çem en üzerinde fıstık ağaçları gibi yükselir.18 • O nun zatı, âlem in zatının iradesinin tem erküz ettiği yerdir. O nun azameti âlem e necat verir. • O nun sayesinde zerre, güneşi anlar ve sever. O n u n mayası, tıyneti varlığın değerini yükseltir. 15 Bakara, 2/31. 16 "Her ayıptan münezzeh olan Allâhü Azîmüşşan kulu Muhammed (sav)'i gecenin az vaktinde Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksa'ya götürdü...'' (Isra, 17/1) 17 Hazret-i Musa'nın mucizesi. 18 Hazret-i Isa'nın mucizesi.


• O n u n ibadeti bir mucizedir; hayat verir. O, ibadetin değeri­ ni yeniler. • O n u n ayak izlerinde ne tecelliler m üşahade edilir. O nun Sinasında aşk cezbesiyle avare dolaşan yüzlerce Musa vardır. • Hayatı başka türlü anlar, başka türlü tefsir eder. Bu rüyayı ye­ ni bir şekilde tabir eder. • O n u n gizli varlığı, hayatın sırrıdır. O, hayat sazının işitilme­ miş, duyulm am ış bir nağm esidir. • O n u n zatının iki beytini vezne getirebilm ek için, yaradılışın ince nükteler yaratabilen şair ru h u ne kanlar yutar. • Bizim bir avuç toprağım ız, elene elene feleğin en yüksek noktasına yükselir ve o büyük kahram an bu tozdan vücuda gelir. • Bizim bu günüm üzün külü içinde uyuyan o kıvılcım, yarını­ mızın âlem leri yakan bir alevi olur. • Bizim goncam ızın eteğinde bir gülistan vardır. Gözümüz ya­ rının sabahı ile aydınlanm ıştır. • Ey zam anın alaca atına binip cevelân eden şehsuvar, gel. Ey im kân âlem inin göz nuru, gel. • Şu yaradılış hengâm esine revnak ver; göz bebeklerinde bir m am ure halinde tecelli et. • Şu birbirine düşmüş m illetlerin feryatlarını sustur. Öyle bir nağm e vücuda getir ki, o nağm e kulaklara cen n et zevkini versin. • Kalk, insanlar arasında kardeşlik kanununu tanzim et; insan­ lara tekrar sevgi şarabından kadehler sun. • Âleme tekrar sulh günlerini getir; çarpışanlara sulh haberini ulaştır. • İnsan nev’i bir tarladır ki, o tarlanın m ahsulü sensin. Hayat kervanının konduğu yer, sensin. • S onbaharın zulmü, ağaçlardan yaprakları döktü. Bir bahar olup bahçelerim ize gel. • Bizim m ahcup alınlarım ızdan, sabilerin, gençlerin, ihtiyarla­ rın secdelerini topla. • Biz, senin varlığınla şeref kazanırız. Ve ondan sonra bu cihan ıstıraplarının ateşine katlanır ve ona alışırız.


Ali M urtaza’nın isim lerinin sırlan

• İlk M üslüman erlerin şahı (şeh-i m erdan) Ali. Aşkın im an sermayesi Ali. • O n u n h an ed an ın a karşı duyduğum m uhabbetle yaşıyorum. Bu sevgi iledir ki, cihanda inci gibi parıl parıl parlıyorum. • Bir nergisim ki o n u n temaşası ile kendim den geçip gitmişim. O nun hıyabanında koku gibi avare dolaşıyorum. • Benim toprağım dan zemzem fışkırırsa ondandır. Eğer be­ nim asm am dan şarap dökülürse ondandır. • Ben bir toprağım ; fakat o n u n sevgisi (güneşi) ile ayna haline gelmişim. O kadar şeffafım ki, göğsüm ün içindeki sesi, teren n ü ­ m ü görm ek kabildir. • Peygamber, o nun yüzünden uğur buldu. H ak milleti, onun azameti ile n u r ve revnak kazandı. • O nun em ri, din-i m übin kudretini haizdir. Kâinat onun ha­ n ed an ın d an usûl ve ayin aldı. • Hak elçisi o na Bû T ürab adını verdi. Allah K ur’a n ’da ona Yedullâlı (Hakk’ın eli) unvanını verdi. • Ali’ye verilen isimlerin sırrını ancak hayatın içindeki hakikat­ lere eren insan anlayabilir. • T en adı verilen bu karanlık toprak ki, akıl o n u n zulm ünden feryad edip duruyor. • O karanlık toprak ki, feleklere yükselmeye nam zed olan te­ fekkürü, yerlerde sürünm eye m ecbur ediyor; gözleri kör, kulakla­ rı sağır ediyor. • O karanlık toprak ki, elinde heves adında iki yüzlü bir kılıç, Hak yoluna gidenlerin yollarını kesip onları hezim ete uğratıyor. • İşte o A llah’ın Arslanı bu toprağı fethetti. Bu karanlık çam u­ ru iksir haline getirdi. • M urtaza ki, hak o n u n kılıcı sayesinde parıl parıl parlar; ten iklimini fethettiği için Bû T ürab adını almıştır. • H içbir şeyden yılnıayıp döne döne hücum eden bir bahadır, Kerrar olduğu için m em leket fethetm iştir. O n u n cevherinin yüz suyu nefsine hakimiyetidir.


• C ihan ufuklarında Bû T ürab olan kimse, güneşi garptan şar­ ka d ö n dü rü r; m ahrekini değiştirir. • Bu ten bineğine sıkı eyer vurup oturan insan, devlet yüzüğü­ nü n üzerine yüzük taşı gibi kurulur. • Bu âlem de Hayberleri fethedecek bir azamet, onun ayağının altına serilmiştir. Öteki âlem de onun eli kevser dağıtır. • Kendini bildiği için bu âlem de Allah’ın eli olmak kudretini kazanmış ve bu kudretle padişahlar padişahı olm uştur. • O n u n zatı, ilim ler şehrinin kapısıdır.19 Hicaz, Çin, Rum onu n em ri altındadır. • Kendi toprağında hüküm ran olmalısın ki, asum andan par­ lak, saf şarap içesin. • T oprak olm ak pervanelik m ezhebidir. Toprağa baba ol ki er­ keklik budur. • Ey gül gibi nazik bedenli, taş ol ki çem enin duvarını bina edesin. • Kendi çam urunla insanlığı im ar et. İnsanlık için de bir âlem bina et. • Eğer beceriksiz olup ne bir duvar, ne bir kapı vücuda getir­ mezsen bir başkası gelir; senin toprağından kerpiç yapar. • Ey bu uygunsuz feleğin çerinden m ustarip olan insan, senin kadehin taşın zulm ünden feryat içindedir. • Ne zam ana kadar bu feryat, bu m atem sürüp gidecek. Ne za­ m ana kadar m atem le göğsünü yumruklayıp duracaksın. • Hayatın sırrı, iş ve faaliyetin altında gizlenmiştir. Hayatın ka­ n u n u yaratm a lezzetidir. • Kalk, yeni bir âlem in hallâkı ol, alevi bağrına basıp İbrahim Halilullah gibi şö h ret kazan. • K endine uymayan bir cihan ile uyuşup ona kâni olm ak harp m eydanında mağlubiyeti kabul etm ek dem ektir. • İşinin ehli, nefsine hâkim bir insana hayat ram olur. • Eğer cihan, o n u n arzusuna göre hareket etmiyorsa göklerle h arp etmeye kalkışır. 19 “Ben ilim şehriyim; Ali onun kapısıdır." (Hadîs-i Şerif)


• M evcudatın tem elini darm adağın eder, âlemi vücuda getiren zerrelere yeni bir terkip verir. • Devranın dönüşünü birbirine katar; çivit renkli feleği birbi­ rine katar. • Ve bu kuvveti sayesinde, kendine uygun bir cihan.m eydana getirir. • Alemde erkekler gibi yaşamak m üm kün değilse, erler gibi can vermek, asıl hayata kavuşmaktır. • Kalb-i selim sahibi, kuvvedni büyük işlerde dener. • Güçlüklerle pençeleşm ek aşkı güzel bir şeydir. Halilullah gi­ bi alevden gül toplam ak güzel bir şeydir. • İş adam larının nelere kadir olduğu, müşkül işlerle pençeleşildiği zam an anlaşılır. • H im m et ve gayretleri aşağılık olan insanların silâhı, sadece kindir. Hayatın tek âyini budur. • Hayat, vücuda getirm ek kuvvetidir. Hayatın aslı, h er şeyi isti­ la etm ek zevkinden gelir. • Yersiz af, hayat k an u n u n u n soğuduğuna delâlet eder. Haya­ tın vezinli beytinde bir sektedir. • Alçaklığın çukuruna batıp kalmış olan insan, acze kanaat adı­ nı vermiştir. • Aciz, hayatın yolunu kesen eşkıyadır. Aczin karnı korku ve ya­ lana gebedir. • O nu n içinde mekârim-i ahlâk nam ına bir şey yoktur. O nun sütü ancak kötülükleri besleyip semirtir. • Ey akl-ı selim sahibi, aklını başına topla; bu düşm an pusular­ da gizlenmiştir. • Akıllı isen o n u n hilesine aldanm a. O, bukalem un gibidir; h er zaman başka bir renge girer. • Bakanlar, onun şeklini tanım adılar; onu türlü perdeler altın­ da gördüler. • Bazen m erham et ve yumuşaklık, bazen inkisar kisvesine bü­ rünür. • Bazen m ecburiyet, bazen m azeret altına gizlenir.


• H uzur ve rah at çehresi takınır; kuvvet sahibinin gönlünü el­ de eder. • Doğruluk, kuvvetlilikle ikizdir. Eğer kendini biliyorsan Câmı Cem dedikleri işte budur. • Hayat, bir tohum ekm ektir. M ahsulü kuvvettir. Hak ve bâtıl arasındaki ince farkı kuvvet m efhum u ile izah edebilirsin. • Davacı eğer kuvvetli ise davasının delile ihtiyacı yoktur. • Bâtıl, kuvvetli oldu m u hak m ertebesine yükselir. Hak, bâtıl mevkiine düştüğü için bâtıl kendisini hak addeder. • O, bir kere “O l” dedi mi zehir, kevser olur. Hayra “şer” dedi mi artık o, şerdir. • Allah sana irfan em anetini tevdi etmiştir. Bu m ertebenin kendine göre adab u erkânı vardır. B undan gafil olma; kendini h e r iki âlem in fevkinde telâkki et. Ç ünkü hakikî m erteben budur. • Hayatın inceliklerini öğren. A llah’tan gayrı h er şey karşısın­ da zalim ve cahil ol. • Ey âkil insan; gözünü, kulağını, ağzını aç. Hak yolunu eğer görm ezsen vebali benim boynum a olsun; benim ham akatim e gül. Hazret-i Seyyid Ali H ucvirî (ra )20 huzuruna gelip düşm anların zulm ünden şikâyet ve feryat eden Mervli gencin hikâyesi

• Ü m m etlerin efendisi Seyyid Hucvir ki, mezarı (Pir-i Sencer) Sencerli m ürşidin (Hâce M üinüddin-i Ç eştî)21 ziyaretgâhı idi. • Kolayca dağlar aşıp H in t toprağına secde tohum unu ekmiştir. • Cemali ile yeni bir Hazret-i Ö m er devri vücuda getirmiş, on u n sözü ile hakkın şöhreti yükselmiştir. • K ur’a n ’ın ulviyetini o daim a korum uş, onun bir bakışı ile bâ­ tılın evi yıkılmıştır. • Pencap toprağı o n un nefesi ile dirilmiş; bizim sabahımızı onu n güneşi aydınlatmıştır. 20 Gazne'de doğmuş ve Lahor'da H.465-M.1072'de vefat etmiştir. Tasavvufa dair Keşfülmahcup adlı çok mühim bir eseri vardır. 21 Hâce Müinüddin-i Çeştî, evliyaullahtan olup Hindistan'da Raçpotana eyaletinde Ecmir şehrinde medfundur. Merkadi ziyaretgâhtır. Hindistan'da İslâmiyet'i yayanlar ara­ sında en meşhur olanıdır.


M U H A M M E D İKBAL

• O, aşkın âşıkı ve iklim iklim uçan habercisidir. O nun alnına bakan aşkın sırlarım çözer. • O nun kem alini gösteren bir hikâye anlatayım. Bu hikâye, bir goncadır ki içinde bir gülistan gizlidir. • Merv şehrinden L ahora servi boylu bir genç geldi. • R uhundaki karanlığı giderecek bir güneş elde etm ek için bu büyük Seyyidin h u zu ru n a gitti. • Dedi ki: “Etrafım düşm anlarla sarılmış; taşlar arasında kalmış bir şişe gibiyim. • Ey m ekânı felekler kadar yüksek olan şah; düşm anlar arasın­ da nasıl yaşamak kâbildir, bana öğret.” • Zatında cemal ile celâli mezcetmiş olan âlim m ürşit şöyle ce­ vap verdi: • “Ey hayatın sırrına ermem iş, hayatın sonundan ve başlangı­ cından gafil olan insan! • Ağyar düşüncesinden elini, eteğini çek; uyanık olanın ru ­ h u n d a uyuyan kuvvet ol. • Taş, kendini şişe sandı mı, şişe olur ve kırılmayı âdet edinir. • Yolcu, kendini âciz sandı mı canının parasını eşkıyaya vermiş dem ektir. • Nice bir kendini su ve çam ur sayacaksın? Ç am urundan T u r’da Hazret-i M usa’ya gözüken alevi yarat. • Sevgililerden niye yüz çeviriyorsun; yani düşm anlardan niye şikâyet ediyorsun? • Doğru söylüyorum; düşm an da senin yârindir. O n u n varlığı, senin değerini artırıyor. • Benliğin m akam larını idrâk eden insan, düşm anın kuvvetli olmasını Allah’ın kendisine bir lütuf ve inayeti addeder. • Bulut insan ekinine düşm andır, insandaki gizli kudret ve im­ kânları o, uykudan uyandırır. • H im m et kuvvedi olursa yoldaki taş, su olur. Sel coşup akm a­ ya başladı mı iniş, yokuş tanımaz. • İnsanın yolunda ona engel olan taş, azim ve irade kılıcının bileği taşıdır. Yol katetm ek azim kılıcını im tihana çekmektir.


• Hayvan gibi yiyip yan gelm enin ne faydası var? Eğer benliğin kuvvetli değilse dünyaya niçin geldin? • Kendini benliğinle kuvvetlendirirsen, cihanı birbirine katarsın. • Eğer fânî olm ak istiyorsan benliğinden kurtul; eğer beka isti­ yorsan kendini benliğinle m am ur bir hale getir. • Ö lm ek nedir? Benliğinden gafil olm aktır. C anın tenden ay­ rılm asını sen ne sanıyorsun? İşte budur. • Yusuf gibi benliğinde makam tut; esirlikten padişahlığa yüksel. • B enliğinden ilham alarak düşün; iş, hareket adam ı ol; Hak adam ı ol; H akk’ın esrarını taşı.” • Hikâye yolu ile sırlar şerh ediyorum . Nefesimle goncalar açı­ yorum . • Dilberlerin sırrını başkalarının ağzından duymak daha gü­ zeldir. (Mevlâna) Susuzluktan bitkin hâle gelen kuşun hikâyesi • Bir kuş susuzluktan bitkin bir hale gelmişti. V ücudunda ne­ fes artık bir dum an dalgası gibi belli belirsizdi. • Bir gül bahçesinde elmas kırıntısı gördü. Susuzluk, o n u kuşa bir su olarak gösterdi. • Güneş gibi parlayan bu elmas kırıntısına aldanıp, cahil kuş, taşı su sandı. • Cevherden su elde edem edi. Gagasını vurdu fakat dam ağı ıs­ lanm adı. • Elmas dedi ki: “Ey hevesine esir olan, beni kessin heves gaga­ sı ile gagalayıp duran, • Ben, su katresi değilim; su dağıtan değilim. Ben, burada baş­ kaları için durm uyorum . • Beni incitiyorsun; sen delisin. Kendini gösteren hayata ya­ bancısın. • Benim suyum, kuşların gagalarını parçalar; insanın canının cevherini parçalar. • Kuş, elm asta gönlünün dilediğini bulm adı. Parlak cim.ıs kı rıntısm dan yüz çevirdi. • Gönlü hasretle yandı; boğazında terennüm leıy.ıi şekline K"‘l'


• Bir gül dalının ü stünde bir çiğ damlası, bülbülün gözyaşı gi­ bi parlıyordu. • Parıltısını güneşe borçlu idi. Güneşten korkup tir tir titriyordu. • Felekte doğm uş ürkek bir yıldız ki, sanki bir an görünm e zev­ kini tatm ak için orada duruyor. • Gonca ve gül yüzlerce defa onu aldatmış; hayattan bir nasip almamış. • Sevgilisine g önlünü kaptırm ış bir âşığın kirpiklerini bir an süsleyip hem en düşmeye hazır gözyaşı gibi bir çiğ danesi. • Susuzluktan ölm ek üzere bulunan kuş, hem en gül dalm a uç­ tu ve çiğ dam lasını içti. • Ey sen ki, düşm andan canını kurtarm ak istiyorsun; sana so­ ruyorum , bir çiğ damlası mısın, yoksa elmas cevheri misin? • Susuzluk ateşi ile yanıp eriyen kuş, bir başkasının hayatını alıp on u sermaye yaptı. • Çiğ damlası çetin yapılı ve cevher yaradılışlı değildi. Elmas parçası hakikaten vardı. Halbuki o, yoktu. • Bir an benliğini korum aktan fâriğ olma; elmas parçası ol; çiğ danesi olma. • Dağlar gibi olgun ve pişkin yaradılışlı ol; denizler yüklü yüz­ lerce bulutu om zunda taşı. • Benliğin kendini anlamaya seni m ecbur etsin. Cıva olma; zer­ relerini birbirine berkiştir, sertleş; güm üş ol. • Benlik telinden bir nağm e vücuda getir. Benliğin sırlarını âşikâr et. Elmas ve köm ür hikâyesi

• Yine hakikatten bir kapı açayım; sana başka bir söz söyleye­ yim: • M adende köm ür, elmasa dedi: “Ey zeval bulm am ak tecellisi­ ne m azhar olan! • Biz arkadaşız; nem iz varsa aynıdır. C ihanda varlığımızın aslı birdir. • Ben, değersizliğim den m adenim de ölüp gidiyorum. Sen pa­ dişahlar tacının üstüne çıkıp oturuyorsun.


• Benim toprak kadar bile kıymetim yok; çünkü mayam kötü. Sen, güzelliğinle aynaların kalbini hasetten parçalıyorsun. • Benim karanlığım , buhurdanları aydınlatıyor. O halde be­ nim m ahiyetim in, cevherim in kemali küldür. • Herkes beni tekme altında ezer, varlığımın m etaını ateşe verir. • B ende varlık nam ına ne var ki? Benim bu halim e ağlamalı. Bilir misin benim varlığımın olup olacağı nedir? • Boşlukta dalga dalga süzülen kıvılcımlı bir dum an. • Senin yüzün de, huyun d a yıldızlar gibi. H er yanından ayrı bir güzellik fışkırıyor. • Bazen bir kayserin göz n u ru olursun; bazen bir hançer kab­ zasını süslersin?” • Elmas, “Ey ince düşünen ve ince gören arkadaş!” dedi. “Kara toprak, pişip olgunlaşınca yüzükleri süsleyen m ücevher olur. • O kara toprak, etrafı ile m ücadele ede ede pişer ve taş kesilir. • Benim vücudum , bu pişkinlik neticesinde parıl parıl hale geldi. Sinem de ne tecelliler zuhur etti. • Sen, ham kaldığın için böyle h o r hakir oldun. V ücudun yu­ m uşak olduğu için yandın. • Korkma, gam çekme, vesveseli olma. Taş gibi pişkin ol, elmas ol. • Ölesiye çalışan, güçlüklere saldıran insan, iki âlemi aydınlatır. • Kabe’nin yanı başında g örünen Hacer-i Esved’in aslı bir avuç topraktır. • Halbuki o n u n m ertebesi T u r’dan daha yüksek olm uştur. Si­ yah ve kırmızı derili insanlar, gelip onu öpüyorlar. • Hayatın şerefi, sert ve mukavim olm aktadır. Acz, değersizlik, pişkin ve olgun olm am aktan ileri gelir. Millî hayatın devamı, millî rivayet ve an’aneleri sıkı bir surette mu­ hafaza ile kâbildir. Şeyh ile B rehm en’in ve Himalaya ile Kenkâvm konuşm aları b u n u temsil eder.

• B enars’ta m uhterem bir B rehm en vardı. Bu B rehm en m üte­ m adiyen varlık ve yokluk m efhum ları denizine dalmış derin derin düşünürdü. • Çok hakîm bir insandı. Hakkı arayanları severdi.


M U H A M M E D İKBAL

• Kavrayışlı zihni çok ince m eseleler üzerinde düşünürdü. Ak­

lı Süreyya yıldızı ile om uz öpüşecek derecede yüksekti. • Anka gibi yuvasını yüksek bir yere kurm uştu. Ay ve güneş onun tefekkür alevi içine düşm üş çörek otu daneleri idi. • Bir m ü d d et o n u n şişesi kan içine göm ülü kaldı. H ikm et saki­ si kadehine şarap dökm edi. • İlim bahçelerinde tuzak kurdu. Tuzağının gözüne m ânâ ku­ şunu görm ek nasip olm adı. • T efekkürünün tırnağı kan içinde kaldı. Lâkin varlık ve yok­ luk d ü ğüm ünü bir türlü çözemedi. • M ahrum iyet içinde ah edip duruyordu. Yüzü, kalbinin en de­ rin hayretler içinde kaldığını açıkça gösteriyordu. • Bir gün kemal sahibi bir şeyhe gitti. O şeyh, göğsü içinde bir gönül taşıyordu. • O âkil şeyhin sözlerini sükût içinde dinledi. • Şeyh şöyle söze başladı. “Ey yüksek çarhı tavaf eden, biraz da toprağa dön, ona vefa ve m uhabbetle yaklaş. • Sahra ve çöllerde insanlardan uzak dolaştıkça, pervasız tefek­ kürün felekleri aşıp geçti. • Ey feleklerde dolaşan adam , biraz da yere in; on u n la meşgul ol; yıldız incileri peşinde koşma. • Sana, putlardan yüz çevir, dem iyorum ; zünnara lâyık bir kâ­ fir ol. • Ey eski dinlerin em anetini om zunda taşıyan insan, babaları­ nın yolunu hakir görm e. • Eğer m illetlerin hayatı, bir cemiyetin m ahsulü ise, küfür da­ hi bir cemiyet vücuda getirebilecek m ahiyettedir. • Sen ki, tamam kâfir dahi değilsin, bu sebepten gönül harim ini tavaf etmeye lâyık olamazsın. • Biz, im an ve teslimin geniş yolundan uzak düşm üşüz. Sen Azer’den, ben ise İbrah im ’d en uzağız. • Bizim M ecnunum uz (Kays’ımız), Leylâ’yı taşıyan m ahm ile idi; aşkın cü n u n u n d a kem ale erişmedi. • Vücutta benlik m um u söndükten sonra gökleri aşıp giden hayalden ne fâide var?”


• Genk ırmağı bir gün Himalâya dağının eteğine yapıştı, şöyle dedi: • “Ey yaradılış sabahından beri om zunda buz taşıyan, ey vücu­ d u n u zünnar (kem er) gibi ırm aklar kuşatan! • Allah seni göklere sırdaş yaptı. Lâkin ayağını nazlı nazlı salın­ m aktan m ahrum bıraktı. • Ayağında yürüm ek kudreti olm adıktan sonra bu hiçbir şeyin yerinden kımıldatamayacağı kuvvetli duruş ve bu vakar ve bu yük­ seklikten ne çıkar? • Hayat, m ütem adiyen yürüm ektir. Dalganın bütün varlığı, se­ ğirtip koşuşm asından ileri gelir.” • Dağ, denizden bu azarı işitince hiddetinden bir ateş denizi gibi köpürdü: • “Ey, geniş sathında ayna gibi beni aksettiren deniz!” dedi, “Benim göğsüm de senin gibi yüzlerce deniz vardır. • Bu nazlı nazlı salınıp gitme, fanilik sebebidir. K endinden ge­ çip giden h e r şey, fena bulmaya lâyıktır. • Sen benlik m akam ından h ab erd ar değilsin; ziyanına sebep olan şeyle övünüyorsun. Sen bir ahm aksın. • Ey d ö n en feleğin rah m inden doğan (H indular Genkâ ırm a­ ğının m enbaının gökte olduğuna inanırlar), düşkün bir kıyı sen­ d en daha üstündür. • Sen varlığını denize nezretm işsin. Canını yol kesen eşkıyanın ö n ü n e atmışsın. • Gülistandaki gül gibi benliğini koru; koku dağıtm ak için gül toplayanın peşinden koşma. • Hayat, kendi yerinde benliğine sahip olarak kalmaktır. Ben­ lik bahçesinden gül derm ektir. • Asırlar geçti, ben böyle çam ura saplanmış duruyorum . Sen zannediyorsun ki konak yerinden uzağım. • Varlığım yerinde kaldı ve feleğe kadar yükseldi. Eteğimin al­ tında Süreyya yıldızı dinlendi. • Senin varlığın, deniz içinde kaybolup gitti. Halbuki benim zirvem, yıldızların secde ettikleri yerdir.


• Benim gözüm, feleğin sırlarını görüyor. Kulağım, m eleklerin kanat seslerini duyuyor. • Daima yana yana çalıştım. L a’l, elmas ve cevher biriktirdim . • içim de taş, taşın içinde ateş vardır. Benim ateşim e su yaklaşamaz.22 • Katre misin, yere düşme; dalgalan, çırpın, denizle savaş. • İnci olup parlam ak, bir inci olm ak dile; bir güzelin kulağına küpe ol. • Yahut benliğini artır, b u h ar ol yüksel, yıldırım lar savuran, deryalar yağdıran b ulut ol. • Deniz, senden tufan dilensin. Senin döktüğünü d ar eteğine sığdıram asın, şikâyeüer etsin. • Kendini bir dalgadan hakir addetsin de senin ayağına düş­ sün.” M üslümanın hayatından m aksat i’la-yı kelim etullahtır. Gayesi, yal­ nız m em leketler fethetm ek olan cihad, İslâm dininde haram dır.

• Kalbi, Allah’ın rengi ile boya; aşkın şan ve şerefini yükselt. • M üslüm anın tabiatı sevgi yüzünden yüksek ve galiptir. Müs­ lüm an, eğer âşık değilse kâfirdir. • O n u n görmesi, görm em esi, yemesi, içmesi, uyuması H ak yo­ lundadır. • Allah’ın rızası, o n u n rızası içinde erimiş, kaybolm uştur. İn­ sanlar bu söze ne zaman im an edecekler. • O, “Lâ ilâhe illallâh” (kelime-i şehadet) m eydanına çadır kurm uştur. Ve o n u inkâr edenlere karşı peygam berlerin H ak ta­ rafından gönderildiğine şehadet edecek âdil bir m illet olarak ya­ ratılm ıştır.23 • O n u n haline de, insanlara ve cinlere peygam ber olarak gön­ derilm iş olan Hazret-i M uham m ed şahittir. O, şahitlerin en sadıkıdır. 22 Bu beyit Mevlâna'dan biraz değiştirilerek alınmıştır. 23 "Ey Müslümanlar! Sizin kıblenizi kıblelerin efdali kıldığım gibi sizi ümmet-i vasat ya­ ni âdil ve müntehap ümmet kıldım ki, peygamberliği inkâr edenlere enbiyanın Hak ta­ rafından gönderildiğine dair şehadet edesiniz..." (Bakara, 2/143)


• Sözü (ka’l) bırak, hal kapısını çal; dinî ibadetlerin karanlığı­ na Hak n u ru n u tevcih et. • Padişahlık kaftanı içinde derviş olarak yaşa; gözün daim a uyanık olsun; daim a H akk’ı düşünerek yaşa. • H er yaptığın işte m aksadın H akk’a yaklaşmak olsun. Ta ki Al­ lah ’ın azameti sende gözüksün. • H aktan gayrı bir m aksat u ğ runda olursa sulh, şerdir. Eğer maksat Allah olursa savaş hayırlıdır. • Bizim kılıcımızdan hak yükselmezse o savaşın hiçbir değeri olmaz. • H er gizli şeyi canındaki n u r ile apaşikâr hale getiren Hazret-i Şeyh Miyanmir-i Velî, • O Miyanmir-i Velî ki, Hazret-i M uham m ed’in yolunda iman ile yürüm üş, aşk ve m u habbet terennüm eden bir ney olm uştur. • O Miyanmir-i Velî ki, türbesi bizim şehrim izin toprağının im anıdır. Bizim için doğru yolu aydınlatan bi*' m eş’aledir. • O Velî ki, gökler o nun kapısında hizm etkâr ve m ürid olmuş­ tur. H indistan şahı onu n m üridleri arasındadır. • İşte bu H indistan şahı, kalbine ihtiras tohum unu ekmiş, onu filizlendiriyordu. M em leketler zaptetm ek istiyordu. • G önlünde bu ateş, alev alev yanıyor; kılıcını çekmiş, daha zaptedilecek m em leket var m ı,24 diye h er yana saldırıyordu. • D ekende m üthiş savaş oluyor, asker çarpışıp duruyordu. • Şah, bu m ertebesi feleklere ulaşan Şeyhin huzuruna gitti: Maksadı o n u n duasını almaktı. • Müslüman, dünyadan kaçar, Hak tarafına koşar, tedbirini dua ile kuvvedendirmek ister. • Şeyh, şahın sözlerine cevap vermedi, sustu. Dervişler, sükût içinde m erakla bekliyorlardı. • Bu arada bir m ürid dile geldi. Elinde güm üş bir p ara vardı. • “Benim bu hakir nezrim i kabul et, ey H aktan gafil yaşayanla­ rın elinden tutan şeyhim” dedi. 24 "Biz cehenneme 'doldun mu?' diye sorarız. O da cevap verir: Ben genişim, daha var mı?" (Kâf, 50/30)


M U H A M M E D İKBAL

• “Bu parayı eteğim e düğümleyinceye kadar m ih n et içinde kan tere battım .” • Şeyh, “Bu para, padişahlık h il’ati içinde bir dilenci ru h u n a sahip olan sultanım ızın hakkıdır” dedi. • “O, güneşe, aya, yıldızlara hükm ettiği halde insanların en müflisidir. • G özünü yabancıların sofrasına dikmiş, açlığın ateşi ile d ü n ­ yayı ateşe vermiştir. • Kıtlık, taun o n u n kılıcının ardından seğirtip geliyor. O nun im arı ile cihan harabe haline gelmiştir. • Halk, o nu n fakirliği yüzünden feryad ediyor; zayıfları fakirli­ ğinden dolayı zulüm altında eziyor. • O n un azameti, kahrı bütün cihan halkına düşm andır. İnsan nev’i, bir kervan, o ise yol kesen eşkıyadır. • Kendi kendini aldatıyor; olgun bir fikirle düşünm üyor. Yağ­ m anın adını m em leket zaptetm ek koymuş. • H üküm et askerini, sürü sürü düşm anları, o n u n açlığının kı­ lıcı ikiye bölm üş.” • Bir dilencinin açlık ateşi ancak onun kendi canını yakar. Bir sultan aç olursa m ülk ve m illet m ahvolur. • H aktan gayrı bir gaye u ğruna kılıcını sıyıran kimsenin kılıcı, kendi göğsüne göm ülür. Baba-yi Sahraî namıyla m aruf Mir Necat-ı N akşıbend’in H int M üslümanları için yazdığı nasihat

• Ey balçık üzerinde gül gibi gurur ile kurulan insan, sen de benliğin rahm inden doğm uşsun. • Benlikten geçme, bekaya nail olursun. Bir katre ol, denizi içen bir katre ol. • Sen ki benlik n u ru ile parlıyorsun, bu benliği kuvvetlendirir­ sen ebediyete erersin. • Kâr ancak bu ticarettedir; zenginlik bu m eta’ı korum akla olur. • Varsın; yok olm aktan korkuyorsun. Hey kurban olduğum , ne yanlış anlamışsın.


• Hayatın iç yüzünü, m ahiyetini bildiğim için sana onun sırrı­ nı söyleyeyim. • İnci gibi evvelâ kendi içinde çalkanmak, sonra gizlendiği yer­ den m eydana çıkmak. • Kül altında kıvılcım yığmak, sonra alev olup bakan gözleri yakmak. • Niye kırk yıl çile çekeceksin? Bırak şunu; çarh-ı felek fışengi gibi kendi kendini tavaf et. • Hayat başkasını tavaf etm ekten kurtulm ak, kendini Kâbe ola­ rak tanım aktır. • Kanat çal; arzın cazibesinden kurtul; kuş gibi düşm ek nedir, bilme. • Ey âkil insan, eğer kuş değilsen m ağara kapısına yuva yapma. • Ey ilim elde etmeye çalışan insan, sana Pir-i R um ’dan bir ha­ b er getireyim: • “İlmi eğer tenine kullanırsan yılan olur; gönlüne kullanırsan sana yâr o lur.” • H alep ’te ilim tedris eden Rum M ollasının hikâyesini biliyor musun? • Ayağına, h er şeyi akıl ile izah zinciri vurulm uş, gemisi akıl ka­ ranlıklarının tufanı içinde bocalıyor. • Aşk Sinasma yabancı bir Musa; aşktan, aşk sevdasından biha­ ber... • Reybiyyûn, Işrakıyyûn felsefelerinden bahsetti; yüzlerce par­ lak hikm et incisi deldi. • Meşşaiyyûn felsefesinin düğüm lerini çözdü. Fikrinin aydınlı­ ğı h er gizli şeyi aydınlattı. • D ört yanı kitaplarla dolu idi. Dudağı kitapların sırlarını şerh etm ekle meşgul. • Şems-i Tebrizî; Şeyh Kemaleddin-i C üneydî’nin irşadı ile Molla Celâl’in (Hazret-i Mevlâna) m ektebini buldu. • “Bu m ünakaşa, bu dedikodu nedir; bu kıyas, evhim, istidlâl nedir?” dedi. • Mevlâna, “Ey cahil, sus, âkil insanların sözlerini alaya alm a” dedi.


• “Haydi, m ektebim den çık, git. Bunlar dedikodu; bunlarla se­ nin alışverişin yok. • Bizim sözlerimizi sen anlayamazsın. Bu sözler idrâk fanusu­ nu aydınlatır.” • Mevlâna’nın sözü, Şems’in ateşini körükledi; canından bir ateş fışkırdı. • Bakışının yıldırım ı yere düştü. Toprak, onun nefesi ile ateş aldı. • G önül ateşi, idrâk harm anını yakü. O felsefecinin kitaplarını kül etti. • Aşkın mucizesine henüz yabancı olan, aşk sazının nağm ele­ rini idrâk edem eyen Mevlâna, • “Bu ateşi nasıl vücuda getirdin; hükem anın kitaplarını yak­ tın?” dedi. • Şeyh, şöyle cevap verdi: “Ey belinde zünnar taşıyan Müslü­ m an, bu zevk ve hal işidir, bunlarla da senin alışverişin yok. • Bizim halimizi, senin tefekkürün anlayamaz. Bizim alevimiz kırmızı kim yadır.” • Felsefe karından m alzeme yığdın. Fikrinin bulutundan dolu yağıyor. • Ç erçöpünden bir ateş yak da, toprağından bir alev fışkırsın. • M üslüm anın ilmi, gönlündeki aşk ateşi ile kem al haline ge­ lir. İslâm ’ın m anası ufûl edip giden şeyleri terk etm ektir. • İbrahim Âfıl kaydından kurtulduktan sonra alevler içinde huzur ve rahata erişti. • Hak ilmini bir tarafa attın. Bir lokm a ekm ek için din parası­ nı harcadın. • Harıl harıl sürm e arıyorsun; gözünün ne kadar kara oldu­ ğundan haberin yok. • Ab-ı hayatı hançerin keskin ağzında ara; ejderha ağzından Kevser iste. • Hacer-i Esved’i pu thane kapısında ara; kudurm uş köpekten göbek miski iste. • Bugünkü ilim den aşk yanışını bekleme. Bu kâfirin kadehin­ de hakkın keyfini bulamazsın.


• Uzun m ü d d et uğraştım , koştum. Yeni ilmin sırrına erdim . • Bahçıvanlar beni im tihan ettiler; bu gülistanın iç yüzünü öğ­ rendim . • Bir gülistan ki bir ibret lâlezarı. Kâğıttan yapılmış çiçekler gi­ bi bir koku serabı. • Bu gülistanın bağlarından kurtulduktan sonradır ki yuvamı T uba ağacının dalm a kurdum . • Bugünkü ilim, hakikat ile aram ızda en büyük perdedir. Puta tapar, p u t satar, p u t yapar. • Ayağı ancak zahirî görünüşler zindanına bağlı. Duygu hu d u t­ larının dışına çıkamamış. • Hayat sıratında yürüyemez olmuş; hançeri kendi boğazına dayamış. • Lâle gibi soğuk bir ateşi var. Çiğ danesi gibi soğuk bir alevi var. • Yaradılışı aşk yanışından azade olduğu için hakikati aram ak yolunda eli boş, m ahrum kalmış. • Aşk, akıl illetlerinin Eflâtunudur. Akıl kara sevdası onun neş­ teri ile şifaya kavuşur. • B ütün âlem aşka secde eder. Akıl S um enatm ın M ahm udu aşktır. • O n u n şişesinde bu yıllanmış şarap yoktur. O n u n gecelerine ‘Yâ Rab, yâ Rab” feryadları nasip olmamıştır. • Kendi şim şadının kıym etini bilm edin; başka bir servi yük­ selttin. • Ney gibi kendini kendinden boşalttın, başkalarının nağm ele­ rine âlet oluyorsun. • Ey başkasının sofrasından kırıntı dilenen, sende olan malı başka dükkânda arıyorsun. • M üslüm anın bezmi başkalarının m um undan yandı. O nun mescidini kilise kıvılcımı yaktı. • Ahu, Kâbe harim inden kaçarsa avcının oku böğrüne sapla­ nır. • Gül yaprağı, kokusu gibi dağıldı, perişan oldu. Ey kendinden kaçan, kendine gel.


• Ey K ur’a n ’ın hikm eti kendisine em anet edilen insan, kaybet­ tiğin birliğini tekrar ele geçir. • Biz ki m illet kalesinin kapıcısıyız. Millî şiirim izi terk ettiği­ miz için kâfiriz. • Eski sâkînin kadehi kırıldı. Hicazlı rindlerin meclisi dağıldı. • Kâbe, bizim putlarım ızla süslü; küfür, bizim M üslümanlığı­ mıza kahkahalarla gülüyor. • Şeyh putların aşkı uğrunda İslâm ’ı feda etti. Z ünnardan teş­ bihine ip yaptı. • Pirlere, saçları ağardığı için pir dendi. Köy çocuklarının mas­ karası oldular. • G önülleri (Lâ ilâhe) yazısına yabancı; orası heves putlarıyla dolu bir p u th an e haline gelmiş. • H er saçını uzatan bir mutasavvıf hırkası giymiş. Ah, bu din sa­ tan tüccarlardan illâllah. • Gece gündüz m üridleri ile seferde dolaşır. Milletin ihtiyaçla­ rınd an bihaber. • Gözler, nergis gibi nursuz; göğüslerinde gönül zenginliği hak getire. • Vaizler de, sofiler de mevkiye, rütbeye tapıyorlar. İslâmiyet’in şan ve şerefi ayaklara düştü. • Vaizimiz gözünü puthaneye dikti. Din-i m übin m üftüsü fetva sattı. • Ey dostlar, b u ndan sonra ne yapalım, tedbirim iz nedir? Piri­ miz, meyhaneye doğru yol almış, gidiyor.25 Vakit kılıçtır .26

• O n u n fikri felekten yıldızlar toplam ış da, vakte keskin kılıç adını vermiş. • Bu kılıcın sırrı hakkında ben ne söyleyeyim! O kılıcın suyu, sermayesini hayattan alıyor. 25 Hafız'ın bir beytinden: Rûy sûy-i hâne-i hamar dared pir-i ma/Çişt yaran-ı tarikat ba'dezîn tedbir-i ma. 26 İmam Şerifnin sözüdür.


• O kılıcın sahibi havf ve recanın fevkindedir. Eli, M usa’nın yed-i beyzasından daha beyazdır, d ah a kudredidir. • O, bir vurdu m u taş erir. Deniz, suyu çekilip kara olur. • M u sa ’n ın e lin d e b u k ılıç v a rd ı. O n u n b a ş a rd ığ ı işi h iç b ir te d ­ b ir b a şa ra m a z .

• Kızıldeniz’in göğsünü yardı. Denizi kara gibi kuruttu. • H ayber’i feth eden H ayder’in pençesinde bu kılıcın kuvveti vardı. • Bu feleğin dönüşü görülm eye değer. Gecenin gündüz, gün­ düzün gece olması anlaşılması lâzım gelen bir şeydir. • Ey dü n geceye, yarına esir olup kalan! G önlünde başka bir âlem var; o n u gör. • Ç am uruna zulm et tohum u ektin. Vakti bir yazı zannettin. • G ene gece ve gündüzün kadehi ile fikrin, zam anın uzunlu­ ğunu ölçtü. • Bu ipi om zuna zünnar gibi bağladın. P udar gibi bâtıl satıcısı oldun. • Sen kimya idin, bir avuç çam ur oldun. H akk’ın sırrını sen do­ ğurd un , fakat bâtıl oldun. • M üslüman mısın? Bu zünnardan kurtul. Bir m um olup h ü r insanlar m illeti olan M üslüm anlığın meclisini aydınlat. • Sen ki zam anın aslı nedir, bilmiyorsun; ebedî hayattan ha­ b erd ar değilsin. • D aha ne kadar gece ve gündüze esir olup kalacaksın? “Lî maallahi vaktün”27 hadisini hatırla ve vaktin remzi nedir, anla. • Şu, bu, vaktin yürüyüşü ile m eydana gelir. Hayat vaktin sırla­ rın d an b ir sırdır. • Vaktin aslı, güneşin deveranından m eydana gelen bir şey de­ ğildir. Vakit ebedidir; güneş ebedi değildir. • Vakit; zevktir, gam dır, hem m uharrem dir, hem bayramdıı. Vakit ay ve güneşin n u ru n u n sırrıdır. • Vakti m ekân gibi yaymışsın; d ü n gece ile yarını biı l>iı iııılrıı ayıran şeydir, demişsin. 27 "Benim Allah ile bir vaktim vardır kî..."


M U H A M M E D İK.BAL

• Ey koku gibi kendi bahçesinden kaçan insan, kendi elinle kendine bir zindan yapmışsın. • Evveli ve âhiri olmayan bizim vaktimiz kalbimizin hıyabanında yetişmiştir. • Diri, aslını bilirse daha diri olur. O nun varlığı seherden d a­ ha parlaktır. • Hayat, zam andan, zaman ise hayattandır. Peygamber, zama­ na sövmeyiniz, diye em retm iştir. • Sana inci gibi parlak bir nükte söyleyeyim de kölenin h ü r in­ sandan ne farkı vardır, anlayasm. • Köle, gece ile gündüz arasında bir saçma, bir hezeyan olup erir, gider. H ü r insanın gönlünde zaman bir saçma, bir hezeyan­ dan başka bir şey değildir. • Köle, g ü n lerden kendine bir kefen dokur; gece ile gündüzü kendi üzerine örer. • H ü r insan, kendini çam urdan çekip çıkarır. Kendisini gece ile gündüzün üzerine örer. • Köle, sabah ve akşamın tuzağına düşm üş bir kuştur. Uçmak lezzeti ona haram olm uştur. • H ü r ve canlı bir göğüs günlerin kuşuna kafes olur. • Köle, zaten elde edilmiş şeyleri elde etmeye çabalar. Yaradı­ lışı öyledir. O n u n ru h u n a alelâde şeyler ilham olunur. • Tem belliğinden daim a olduğu yerde kalır; sabah ve akşam aynı feryadları tekrarlar. • H ü r insanın işi h er an yeni bir şey yaratm aktır. H ü r insanın teli, daim a yeni yeni nağm eler ibda eder. • Yaradılışı tekrar zahm etine katlanamaz. O n u n yürüdüğü cadde, pergâr halkası değildir. • Köle için günler bir zincirden başka bir şey değildir. Duda­ ğında daim a kader kelimesi d önüp dolaşır. • H ü r insanın him m eti, kaza-yı İlâhîye işaret verir. H adiseler onu n eli ile vücuda gelir. • Mazi ve istikbal, onun dağarcığındadır. O nun sür’atinin için­ de gecikm eler dinlenir.


• Ses halinde bu söz tertem iz zuhur etti. Lâkin bu söz idrâke sığmaz. • Söyledim, lâkin sözüm m anadan utanıyor. Mana, benim söz­ le ne alâkam var, diye şikâyet ediyor. • Diri m ana, söze girm ek istedi mi öldü gitti. Senin nefeslerin­ den on un ateşi söndü. • Gayb ve h u zu ru n ince m anası gönüldedir. G ünlerin, anların geçişinin remzi gönüldedir. • Vakit sazının nağmesi, sükûttur. Vaktin sırrına erm ek için gönüle dalm ak lâzımdır. • Ne güzel günlerdi o günler ki, vakit kılıcı bizim kudretli eli­ mize yar olm uştu. • G önül tarlalarına din tohum u ekmiş, H akk’ın didarından perdeyi kaldırmıştı. • Tırnağım ız, dünya düğüm ünü çözmüştü. Bizim secdemiz­ d en toprağın bahtı açılmıştı. • H ak k ü p ü n d en gül renkli şarap içmiş, eski m eyhanelere ge­ ce baskını vermiştik. • Ey şişesinde yıllanmış şarap olan insan, şarabın o kadar ate­ şin ki şişeyi eritiyor. • Sen şimdi gurur, kibir ve benlikle bizim fakrımızı ayıplıyorsun. • Bizim kadehim iz de bir zam anlar meclisler süslemişti. Bizim göğsüm üzde de gönül vardı. • T ürlü cilvelerle süslü olan bu yeni asır, bizim ayağımızın to­ zundan m eydana gelmiştir. • H ak tarlası, bizim kanım ızla sulandı. C ihanın H akk’a tapan­ ları bize m innettardırlar. • Âlem bizim ile tekbire sahip oldu. Bizim çam urum uzdan Kâbeler bina edildi. • Hak, İkra, (Oku) sözünü bize talim etti.28 Halkın rızkını bi­ zim elimizle taksim etti. • H er ne kadar şimdi elim izden taç ve yüzüğü kaçırdık; am a biz fakirleri de hakir görm e. 28 "Cemi' eşyayı yaratan Rabbinin ismi ile başlayıp (KuKan oku)." (İkra, 96/1)


• Senin nazarında biz ziyandayız. Eskiye inanıyoruz, hakiriz. • Lâkin bizim itibarım ız (Lâ ilâhe) kelime-i tevhitten gelir. Biz h er iki âlem i de koruyoruz. • Biz, bugün ve yarın derdinden kurtulm uşuz. G önlüm üzde yalnız H ak sevgisi vardır. • Biz, H akk’ın gönlünde gizli sırrız. Musa ve H a ru n ’a biz vari­ siz. • H âlâ güneş ve ay, ışığını bizden alıyor. H âlâ bizim bulutu­ m uzda yıldırım lar vardır. • Bizim zatımız H akk’ın zatının aynasıdır. M üslüman varlığı, H akk’ın âyetlerinden bir âyettir. D ua

• Ey âlem in vücudunda can gibi olan, sen bizim cammızsın; bizden kaçıyorsun. • Hayat hu d u d u n dak i nağm e, senin feyzindendir. Senin yo­ lundaki ölüm ü, hayat kıskanır. • Gene bu nâşâd gönlü huzura eriştir; gene sinelere gir ve o n ­ ları bir m am ure haline getir. • Gene bizden ar ve nam usu iste, al. Ham âşıkları daha olgun hale getir. • Biz kaderden şikâyet edip duruyoruz. Senin değerin çok yük­ sek; biz ise fakiriz. • Bu fakirlerden güzel yüzünü gizleme; Selman ve Bilâl’in29 aş­ kım ucuzca bize sat. • Bize uykusuz göz, bitkin bir gönül ver. Gene bize cıva yaradı­ lışı ver. • Açık ayederinden gene bir ayet göster. Düşm anların boyun­ ları h u zu ’ ve h u şu ’ içinde bükülsün.30 • Bu sam an çö pünü bir yanar dağ haline getir. Bizim ateşimiz­ le H aktan gayrı olan şeyleri yak, mahvet. 29 Selman-ı Farisî ve Bilâl-i Habeşî. 30 "Eğer murad etsek gökten onların üzerine nişane-i kıyametten bir alâmet inzal ederiz de ona boyunları bükülekalır." (Şuarâ, 26/4)


• Bu kavim, birlik ipini elden kaçıralıdan beri binbir müşküle

düştük. • Biz yıldızlar gibi perişan, dağınık bir haldeyiz. Aynı yolda ar­ kadaş olduğum uz halde birbirim izin yabancısıyız. • Bu yapraklan tekrar bir şirazele; tekrar m uhabbet âyinini ta­ zele. • Bizi gene o hizm ete m em ur et. Kendi işini âşıklarına tevdi et. • Yola düşenlere selâm et m enzilini ihsan et, İbrahim ’in im anı­ nın kuvvetini ihsan et. • Aşkı (Lâ) ile meşgul olm anın faziletinden haberdar et, (İllâllah) kelim esinin inceliklerine onu aşina et. • Mum gibi başkaları için yanan ben, m um gibi kendi meclisi­ m e sadece ağlam ak öğretiyorum. • Ya Rab, o gönüller aydınlatan gözyaşını, o mustarip, gayriihtiyarî dökülen ve insanda huzur ve rahatı yakıp kül eden gözyaşını, • Bağa ekiyorum, ateş bitiyor. O gözyaşı öyle ateşindir ki, lâle­ nin elbisesindeki ateşi yıkayıp mahvediyor. • G önlüm dü n gecede, gözüm yarında. Birçok insanlar içinde­ yim, fakat yalnızım. • “Herkes, kendi zannınca bana yar oldu. Lâkin benim içim de­ ki sırları arayıp soruşturm adı.”31 • Ya Rabbî, cihanda benim nedim im , nerededir? Ben Sina’da hakkın n u ru n u n tecelli ettiği ağacım. Benim Musa’m nerede? • Ben zalimim; kendim e çok zulüm ler etmişim. Koltuğum un altında bir alev beslemişim. • Öyle bir alev ki aklın nesi var nesi yoksa yağma ediyor. Aklın eteğini tutuşturan bir alev. • Akla divanelik öğreten, ilmin varlık nam ına nesi varsa yakıp kül eden bir alev. • Güneş, on u n la yandığı için feleğe yükselmiş; etrafında daim a yıldırım lar tavaf ediyor. • O gizli ateşin bana em anet edilmesi için çiğ danesi gibi ağla­ yan bir göz oldum . 31 Beyit Mesnevî'dendir.


M U H A M M E D İKBAI.

• M uma açıkça yanm asını öğrettim . Kendim, cihanın gözlerin­ den gizli yandım. • Nihayet h er tüyüm den alevler fışkırdı; tefekkürüm ün dam a­ rınd an ateş dam ladı. • Benim bülbülüm , kıvılcımlarla gıdalanıp ateşten nağm eler yarattı. • Yaşadığım asrın göğsünde gönül denen şey yoktur. M ecnun, m ahm il boştur, diye tepinip duruyor. • Bir m um için tek başına çırpınm ak kolay değildir. Yazık ki, bu işin ehli bir pervaneye m alik değilim. • Ne zam ana kadar bir d ert ortağı bekleyeceğim, ne zamana kadar bir sırdaş arayıp duracağım ? • Ey yüzü, ayı ve yıldızları aydınlatan, bu ateşi canım dan çek al. • G öğsüm den bu em aneti geri al. Aynamdaki cevher, bir diken gibi beni muazzep ediyor; onu çek çıkar. • Yahut bana olgun bir yâr-ı kadîm , âlem i yakan aşkı aksettire­ cek bir ayna ihsan et. • Denizde dalga yanında dalga vardır. Dalganın huyu budur. Ç ırpınırken daim a yanında bir arkadaşı bulunur. • Göklerde yıldız, yıldıza arkadaştır. Parlayan ayın başı, gece­ nin dizi üzerindedir. • Uzun geceden sonra gündüz gelir. B ugünü yarın takip eder. • Bir ırm ağın varlığı, ötekinde kaybolur. Bir rüzgâr dalgası bir kokuda kaybolur. • H er virane köşesinde bir raks vardır. Divane, divane ile raks eder. • H er ne kadar sen, zatın itibariyle teksin, âlemi kendin için ya­ ratıp süslemişsin. • Ben, bir kır lâlesine benzerim . Bir meclis içinde yalnızım, tek başımayım. • Senin lûtfundan bir yar, bir can yoldaşı istiyorum. Benim ya­ radılışım ın inceliklerine aşina olacak bir yar istiyorum. • Bir yar, divane, fakat akıllı bir yar; şunu b u n u düşünm eyen (masivaya yabancı olan) bir yar.


• T a ki kokum u o n u n canına tevdi edeyim: O nun gönlünde kendi yüzüm ü tem aşa edeyim. • O n u n vücudunu kendi bir avuç toprağım dan vücuda getire­ yim. O n u n için hem put, hem Azer32 olayım.

Çalış, kendini kendinden geçmekte bul H aydi çabuk ol, doğrusunu Allah bilir M evlâna

32 Hazret-i İbrahim'in babası; put yapardı.



RUM UZ'I BÎH O D Î "BENLİKTEN G E Ç M E N İN REMİZLERİ”



ISLÂM MİLLETİ H U Z U R U N A HEDİYE

“Eğer aşktan bahsediyorsam bunu inkâr mümkün değildir. Bu zevk bende yok ama bir başkasında bulunabilir, diye düşünmeli. ” U rfi

• Ey sen ki, Allah seni kavimlerin sonu olarak yarattı. H er baş­ ladığını sende sona erdirdi. • Ey sen ki, senin kudsiyete erm iş fertlerin (evliyan), peygam­ berler m ertebesindedir. Senin aşkınla bağrı parça parça olanlar; gönülleri dokuyanlar, vücuda getirenlerdir. • Ey Hıristiyan evlâdının hüsnüne m eclûp olan, ey Kâbe yolun­ dan uzak düşen! • Ey sen ki, felek senin diyarından bir avuç tozdur. “Ey sen ki, âlem, senin yüzünü temaşa ile m eşguldür.” • Dalga gibi koşuyorsun; sanki tabanın alev almış. “Sen kimi te­ maşaya koşuyorsun?” • Bir pervaneden yanm anın inceliğini, derin m anasını öğren. Ateş içinde bir saray bina et. • C anına aşkı yerleştir. Mustafa ile olan ahdini tazele. • Senin yüzündeki örtü kalkınca gönlüm Hıristiyanların zahirî güzelliğinden zevk almaz oldu. • Şair, ağyarın cilvesini terennüm e başladı. Saç ve yanak masa­ lını söyledi. • Sâkînin kapısında alın çürüttü, secdeler etti. M uğbeççelerin hikâyesini anlattı.


M U H A M M E D İKBAL

• Lâkin ben senin kılıca benzeyen kaşının şehidiyim. Ben, se­ nin diyarında yerleşen bir toprağım . • Ben kim senin m eddahı değilim. Böyle şeylere tenezzül et­ m em . H er divan h uzuru nda baş eğmem. • Ben şiirden ayna vücuda getirecek bir kudrette yaratıldım. B unun için beni İskender’e m uhtaç etm ediler.33 • Boynumun lütu f ve ihsan yüküne taham m ülü yoktur. Gülis­ tanda benim eteğim gonca oluverir. (Gülistanda gönce topla­ mam) • C ihanda ben h an çer gibi cefakeşim. Suyumu ağır kayalardan çıkarırım. I • H er ne kadar denizsem de dalgalarım bitkin değildir. Avu­ cum da girdap kâsesi yoktur. • Renk perdesiyim. Koku değilim ki h er rüzgâr dalgası beni avlayıversin. • Varlığın kıvılcımları içinde ben korum . Benim külüm , bana h il’at giydirir. • Senin kapına yalvararak geliyorum, yanıp eriyerek geliyo­ rum . Bu niyazı ve ıstırabı sana hediye olarak getirdim . • Mavi gökten denizler yağar. Bunlar, benim yanan gönlüm e h er an yağar. • Bu denizleri bir ırm aktan daha ince bir hale getirip, senin gülistanına döküyorum . • Zira sen bizim sevgilimizin sevgilisisin; kucağım ızda gönül gi­ bi azizsin. • Aşk, göğüslere feryad ü figan işleyince o nun ateşi benim gön­ lüm den bir ayna döktü. • Sinemi gül gibi yarıyorum; bu aynayı gözünün önüne koyu­ yorum. • Ta ki bir kere kendi yüzüne bakasın da kendin kendi saçları­ nın esiri olasın.

33 Meşhur İskender'in üç aylık yoldan gelen gemileri gösteren aynası. Bu mefhum bi­ lâhare tasavvufta müminin kâinatı aksettiren temiz gönlü manasına kullanılmıştır.


• Sana geçen yılın hikâyesini anlatayım, sinendeki yaraları ta­ zeleyeyim. • Kendini bilmeyen, yani ne cevherlere malik olduğunun far­ kında olmayan bir kavm için Cenab-ı H ak’tan kudretli bir hayat tem enni ettim. • Gece yarılarının sessizliği içinde feryad ettim. H erkes uyuyor­ du, b en ağlıyordum. • C anım da sabır ve sükûn kalmamıştı, daim a şu virdi okuyor­ dum : “Ya Hayy, ya Kayyûm.” • G önlüm deki arzuyu kan haline getirip gözlerim den akıttım. • D aha ne kadar lâle gibi yanacak ve seherden çiğ danesi dile­ necektim. • Mum gibi gözyaşımı akıtıyor; m um gibi uzun geceler ile p en ­ çeleşiyordum. • Mum gibi tecellimi artırdım , am a kendim i eksilttim. Meclisi başkaları için süsleyip aydınlattım. • Fırsat bulup içimin yanışını bir an dindirem edim . Haftam, cum a gü nü karşısında m ahcup değildir. • Ç ürüm üş bedenim de canım , tozlu bir ah gibi... • Ezel sabahında Hak beni yarattığı zaman udum un telinde feryad çırpındı. • Aşk sırlarını ifşa eden bir feryad. Bu feryad, aşk sözüne çeki­ len hasretin diyeti idi. • Bu feryad, çerçöpe ateş fıtratı, toprağa pervane pervasızlığı, cesareti bahşeder. • Lâle gibi aşk için bir dağ kâfidir. Yakasında bir feryad gülü kâfidir. • İşte ben bu gülü senin sarığına takıyorum. Derin uykunun üzerine bir m ahşer boşaltıyorum. • T a ki toprağından bir lâlezar yetişsin; nefesin bahar rüzgârı gibi essin.



(Bism iIIâhirrahm anirrahîm )

BENLtKTEN G E Ç M E N İN REMİZLERİ

ESAS DÜŞÜNCE: FERT İLE MİLLETİN RABITASI

• Cemiyete bağlanm ak, fert için bir rahm ettir. O n u n cevheri m illet ile kem alini bulur. • K udretin yettiği kadar cemiyete bağlan, h ü r insanların toplu­ luğuna revnak ver. • Beşerin en hayırlısı olan Hazret-i M uham m ed’in şu sözünü ru h u n a yerleştir: “Şeytan, cemiyetten uzak kaçandır.” • Fert ve m illet birbirinin aynasıdır. Fert inci, cemiyet onun di­ zildiği ip. Fert, yıldız; cemiyet o nun içine katıldığı sam an yoludur. • Fert, m illet yüzünden ihtiram görür. Millet, fertler ile niza­ m ını bulur. • Cemiyet içinde kendini yok eden fert, deryalar kadar geniş­ lem ek isteyen bir damlaya benzer. • Bu fert, eski a n ’anelerle köklü olarak yetişmiştir. Mazi ve is­ tikbalin aynasıdır. • O nun zatı mazi ve istikbalin kavuşmasıdır. O nun zam anının ebediyet gibi sonu yoktur. • G önlünde yetişme, büyüm e zevki m illetten gelir. Omııı ijiııi m illet m urakabe eder. • Bedeni de m illettendir, canı da. Aşikâr, gizli ııcsi v.ıiftii ıııil lettendir.


• Milletin dilinde o konuşur; atalarının yolunda yürür. • Cemiyet içinde yuvarlana yuvarlana daha olgun hale gelir. O hale gelir ki hakikatte fert bir m illet olur. • Ferdin birliği çokluk ile kâim dir. O nun birliğinde, çokluk birliktir. • Bir lâfız beytin içinden dışarı çıktı mı içinde gizlenen m ana incisi parçalanır, yok olur. • Fidanından kopup düşen yeşil bir yaprak, bahardan bir şey üm it edemez. • Millet zem zem inden su içmeyen insanın u d u n d a nağm e alevleri d on up kalmıştır. • Fert, tek başına hakikî gayeleri bilemez. O n u n kuvveti dağı­ lır; avare ve şuursuz olur. • O kuvveti zapt u rabt altına alan m illettir. O n u bahar rüzgâ­ rı gibi tatlı ve güzel bir hale getirir. • O n u şimşad ağacı gibi toprağa yerleştirir, h ü r hale getirm ek için elini ayağını bağlar. • Milli a n ’ane ve âyin halkası içine girince, ürkek huylu ahusu, misk kokulu olur. • Sen, benlik ile benlikten geçm enin arasındaki farkı kavraya­ m adın da, hakikatten uzaklaşıp kendini zan ve şüphe içine attın. • Senin toprağında bir n u r cevheri vardır ki o n u n bir şuaı şen­ deki idrak tecellisidir. • Senin zevkin, huzurun o n u n huzurundan; ıstırabın, onun ıs­ tırabından gelir. O, h er an değiştiği için sen dirisin. • O birdir; ikiliğe taham m ülü yoktur. O n u n kudreti ile ben be­ nim , sen de sensin. • O cevher; kendine sahiptir, kendine tasarruf eder; kendi kendini vücuda getirir ve şekillendirir. M uhtaç olduğu halde m üs­ tağnidir. • Yandığı zaman ondan yükselen ateş, o kıvılcım; alevleri esir eder. • Yaradılışı hem hü r, hem esirdir. O n u n bir cüz’ü n d e küllü esir edecek ku d ret vardır. • Daima m ücadeleci gördüğüm için o n a hem benlik, hem ha­ yat adını verdim.


• O, kendi yalnızlığından dışarı çıkıp harice ayak attığı zaman,

• G önlünde O yaşamaya başlar. Ben erir Sen olur. • Cebir, o n u n iradesini elinden alır; ona sevgi verir. • Naz, istiğna, m ahiyetini m uhafaza ettikçe ondan pek az niyaz ve ihtiyaç zuhur eder. Nazları bir araya getirince niyaz m eydana çıkar. • O zaman benlik, cemiyet içinde kendini m ahveder. Ve bu su­ retle bir gül yaprağı iken bir çem en, bir gülistan haline gelir. • “Bu ince sözler çelik gibi keskindir. Anlamıyorsan huzuru­ m uzdan çekil, git” (Mevlâna) Millet, fertlerin bir araya gelm esinden m eydana gelir. O n u terbiye eden, yetiştiren peygam berlerdir.

• insanlar, niçin birbirlerine bağlanırlar, b unun asıl sebebi m eçhuldür. • Biz cemiyet içinde ferdi görüyor, onu bir bahçeden gül ko­ p arır gibi ele alıyoruz. • O, tek başına yaşayacak bir yaradılışta değildir. O, cemiyet içinde varlığını korur. • Hayatın geniş yolunda, yaşama savaşının ateşi onu yakar. • insanlar, beraber yaşamak isterler. Bir ipe dizilmiş inci gibidirler. • Hayat m ücadelesinde birbirlerine yardım ederler. Dokuma­ cılar gibi birbirlerine bağlı ve m uhtaçtırlar. • Yıldızlar, cazibe kanunu sayesinde bir arada yaşıyorlar. Bir yıldızı diğer bir yıldız destekler ve kuvvedendirir. • Bir kervan tasavvur ediniz: Çadırlarını dağ, tepe, ova ve bah­ çelere kurm uş. • Hayatı, mesaîsi gevşek ve cansız; henüz tefekkür goncası açıl­ mamış. • O n u n şimşek ahenkli sazı henüz çalınmamış. Nağmesi, hâlâ p erd ed e gizli. • Sazı, perdeyi bulm ak için akort edilm em iş (kulağı bükülm e­ miş) , arzu mızrabı tellerini harekete getirmemiş. • O n u n yeni teşekkül eden cemiyeti henüz fakir... Şarabını bir pam uk parçasına içirm ek kâbil.


• T oprağında hen ü z çem en bitiyor. Asm anın dam arındaki kan, hen ü z soğuk. • Kafasında, düşüncesinde devler, periler kaynaşıyor; kendi vahim esinin yarattığı şeylerden kendisi ürküyor. • O n u n ham varlığının m eydanı henüz dar; tefekkürü, altında barındığı dam ın kenarını aşmıyor. • T ıynetinin bü tü n sermayesi can kaygısı; kalbi fırtınadan dahi tir tir titriyor. • Zahm etli işlerden kaçıyor; tabiatin eteğine henüz pençesini uzatıp o nu kendisine ram etmeyi düşünm üyor. • Yerden kendi kendine yetişen, gökten yere inen şeylerle ikti­ fa ediyor. • Bu hal, bir gönül sahibi zuhur edinceye kadar devam ediyor. O gönül sahibi bir sözden bir kitap vücuda getirecektir. • O gönül sahibi öyle bir saz çalıyor ki, bir avaze ile nağm eleri toprağa taze bir hayat veriyor. İnsanın din ve dünyasını m am ur ediyor. • Değersiz bir zerre onunla aydınlanıyor; h er mal, onun saye­ sinde yeni bir değer kazanıyor. • Bir nefesle iki yüz bed ene hayat aşılıyor; bir kadehle bir m ec­ lisi renklendiriyor. • O n u n bakışı öldürüyor; fakat dudağı can veriyor. Ve artık iki­ lik m ahvolup yerine birlik kâim oluyor. • O nu n, ucu feleklere yükselen ipi; hayat parçalarını bir araya getirip dokuyor. • Bakışa yeni bir kıymet ölçüsü veriyor. Çölde, evde bir gülis­ tan yaratıyor. • O n u n harareti ile bir millet, ateşe düşm üş çörek otu gibi ya­ nıyor; canlı canlı sıçrıyor; kıyam eder koparıyor. • O n un , gönlüne attığı bir kıvılcım ile halkın toprak varlığı alev alıyor. • Ayağının izi, toprağı g örür göz haline getiriyor. Bir zerreyi, T u r dağına bakabilecek hale getiriyor. • Çıplak aklı süslüyor; bu fakire sermaye veriyor.


• Eteği ile o n u n ateşini alevlendiriyor, onu potada yakıp için­ de altına karışmış ne kadar cü ru f varsa temizliyor. • Kölenin ayağındaki bağı çözüyor; köleleri efendilerin elin­ d en kurtarıyor. • Ona, sen başkasının kölesi değilsin. Sen şu dilsiz putlardan d ah a hakir bir varlık değilsin, diyor. • Bu surede onları bir dava etrafında birleştiriyor. Ayaklarına âyin ve usûl halkasını geçiriyor. • O nlara birliğin inceliklerini öğretiyor, onlara dua ve niyazın usûl ve adabını öğretiyor.



İSLÂMİYET'İN MİLLÎ VE TEMEL RÜKÜNLERİ

BİRİNCİ RÜKÜN

Tevhid • Akıl; keyfiyet ve kemmiyet âlem lerinde döndü, dolaştı; gaye­ sine ancak tevhid ile vasıl oldu. • Yoksa bu biçare, n ered e bir konak bulacaktı? İdrak gemisi­ nin sahili nerededir? • Ehl-i hak tevhidin inceliğini ezber bilir. Bu; “Ete’r-rahm âni” ayetinde gizlenm iştir.34 • Bu tevhidin, sende gizlenen sırları sana gösterebilm esi için dinî am ellerle o n u işlemek lâzımdır. • Din, tevhiddendir. Hikm et, âyin, güç, kuvvet, m etanet ve se­ bat h ep tevhiddendir. • O n u n tecellisi, âlem leri hayrete düşürür. Âşıkların dinî am el­ lerine o kuvvet verir. • Alçakta olan o n u n sayesinde yükselir. İksir gibi toprağı de­ ğerlendirir. • O n u n kudreti, kulu seçkin hale getirir. Kulun hilkatini tama­ m en değiştirir. 34 "Asüman ve zeminde olanların hepsi kıyamette Allâhü Tealâ'ya ancak huzu' ve huşû ile ubudiyetini mu'terif olarak gelir." (Meryem, 19/93)


• O n u H ak yolunda daha sür’adi yürütür. D am arındaki kanı­ nı şimşekten d aha cevval ve hareketli hale getirir. • Korku, şüphe tam am en ölür; dinî am eller hayat bulur. • O n da kulluk m akam ı kuvvetlenince elindeki dilenci kâsesi Cam-ı Cem olur. • M üslüm anın ten ve canı Lâ ilâhe illallahtır. Bu kelime-i tevhid bizim sazımızın perdesini değiştirir. • Lâ ilâhe illallah bizim sırlarım ızın sermayesidir. D üşünceleri­ mizin nizam ve şirazesini o n un ipliği tem in eder. • O söz, dudaktan kalbe indi mi hayatın kuvvetini artırır. • O n u bir taşın üzerine yazsalar o taş gönül oluverir. Gönül, eğer on u anarken yanmazsa bir çam ur parçası derekesine düşer. • G önlüm üzü o n u n aşkı ile aydınlatınca bütün mükevvenat harm anını bir ah ile yakarız. • O nun hareketi ile göğüsler içindeki gönüller erir, su olur. Bu aynaları o n u n harareti eritmiştir. • O n u n alevi lâlede olduğu gibi bizim dam arlarım ızdan akar. O n u n yüreğimizdeki dağından başka malımız, m ülküm üz yoktur. • Siyah, tevhide erince kırmızı olur. Faruk ile Ebuzer’in akra­ bası olur. • Akrabalık ve yabancılığın yeri gönüldür. Aşk, aynı kadehten içilirse sarhoş eder. • G önüller bir renkte olursa o cemiyete m illet denir. Bu Tur-ı Sina Bir’in tecellisi ile aydınlanır. • Bir kavmin düşünceleri bir, gönüllerindeki dava bir olmalıdır. • O n u n tıynetinde cezbe aynı olmalı; güzel veya çirkin telâkki­ si, ölçüsü aynı olmalı. • T efekkürünün sazında H ak yanışı olmazsa böyle bir tefekkür ölçüsünü elde etm ek m üm kün değildir. • Biz M üslümanız ve Halilullah evlâdıyız. Eğer delil istiyorsan işte; “Babanız İbrahim aleyhisselâm m illetine verdiği gibi dininize vüs’at verdi” âyet-i kerim esi.35 35 "Babanız İbrahim aleyhisselâm milletine verdiği gibi dininize vüs'at verdi." (Hac, 22/78)


• Ü m m etlerin kaderi, vatan m efhum una bağlıdır, üm m et bi­ nasının tem eli ırk üzerine kurulm uştur, derler. • Millet m efhum unun aslını vatanda görm ek ne demektir? Rüzgâra, suya, çam ura tapm ak neden? • Irk ile iftihar, cehalettir. Irkın hükm ü, ten üzerine caridir. T en de fânidir. • Bizim m illetimizin tem eli başkadır. Bu temel, bizim gönülle­ rim izde gizlidir. • Biz hazır olduğum uz halde gaibe gönül bağlamışız. O halde şunun-bunun kaydından kurtulm uşuz. • Bu kavmin birbirine bağlılığı, yıldızların bağlılığı gibidir. Bu bağ, bakış gibidir ki biz on u göremeyiz. • Biz aynı sadağın parlak tem renli okları gibiyiz. G örünüşü­ m üz bir, görüşüm üz bir, düşünüşüm üz birdir. • Davamız bir, m anam ız birdir. Hayalimizin şekli ve ölçüsü da­ hi birdir. • Biz, o n u n nim etleri sayesinde kardeş olduk. Sözümüz bir, di­ leğimiz bir, canım ız bir oldu. Yeis, hüzün, korku bütün kötülüklerin anasıdır. Hayatı m ahveder. Tevhid bu kötü hastalıkları izale eder.

• Bizi öldürm ek isteyen ölüm ün elinde bir silâh vardır. O da biz­ de arzuları mahvetmektir. Hayat, Cenab-ı H akk’ın rahm etinden ümidinizi kesmeyiniz, m ealinde olan âyet ile tahkim edilmiştir.36 • Üm it, birbirini takip eden arzuların m ahsulü olunca, üm it­ sizliğin hayat için bir zehir olduğunu kabul etm ek zarurîdir. • Ümitsizlik, seni m ezar gibi sıkar. Elvent dağı dahi olsan seni tem elinden yıkar. • Acz, o nu n ihsanının kölesidir. Hayattan nasip alam amak onu daim a takip eden bir felâkettir. • Yeis, hayatı uyutur. Bu, bizi vücuda getiren unsurların gev­ şekliğine delâlet eder. 36 Zümer, 39/53.


• O n u n sürmesi can gözünü kör eder. Aydınlık g ünü uzun, ka­ ranlık bir gece haline getirir. • O n u n nefesi, hayat kuvvetlerini öldürür. Hayat pınarlarını kurutur. • Yeis, gam ile berab er aynı çadırın köşesinde uykuya varmış­ tır. Gam, can dam arı için neşter gibidir. • Ey gam zindanında esir olan, Peygambere nazil olan şu âyeti ha­ tırla ve ona göre hareket et. Kederlenme, Allah bizimle beraberdir.37 • Sıddık (Ebu Bekir) Peygam berden bu dersi aldığı ve bu âye­ tin em ri dahilinde h arek et ettiği için Sıddîk m ertebesine yükseldi ve tahkik kadehinden sarhoş oldu. • Müslim, H akk’ın em rine razı olduğu için yıldız gibi onun du­ dağından tebessüm eksik olmaz. • Eğer H akk’ı tanıyorsan gam dan kurtul. Şu az, bu çok endişe­ sinden kurtul. • İm an kuvveti, senin hayatını artırır. Daima “Lâ havfün aley­ him ” âyet-i kerim esini oku.38 • Musa, Firavun’u n h u zuruna çıktığı zaman o n u n kalbine kuv­ vet ve cesaret veren “Lâ tehaf" âyeti olm uştu.39 • H aktan gayrı bir şeyden korkmak, bir düşm andır ki insanda hayat ve faaliyet kudretine saldırır. Hayat kervanının yolunu kesip onu yağma eden bir eşkıyadır. • Kavi bir irade, o n u n yüzünden tereddüde ve gevşekliğe dü­ şer. Yüksek him m et sahibi, onun yüzünden h er işinde uzun uzun d üşünen m ütereddit, kararsız bir şahsiyet haline gelir. • O senin tıynetine bir kere tohum unu ekti mi, hayat artık boy atıp kendini gösteremez. • O n u n yaradılışı kuvvetsizdir; m ücadele edem ez, h er şeye bo­ yun eğer. G önlü ve eli korkudan tir tir titrer. • Ayaktan yürüm e kudretini çalar; dim ağdan tefekkür hasîsesini alır. 37 "Mahzun olma Allah bizimledir." (Tevbe, 9/40) Mekke'den Medine'ye hicret esnasın­ da Hazret-i Ebu Bekir ile bir mağarada gizlenen Hazret-i Peygamber, Ebu Bekir'e böy­ le söylemişti. 38 "Benim hidayetime tâbi olanlar için korku yoktur, istediklerim elimden gitti diye mah­ zun olmazlar." (Bakara, 2/38) 39 "Dedik: Korkma, sen galipsin." (Tâhâ, 2/68)


• D üşm anın seni korkak gördü m ü, bir bahçeden gül toplar gi­ bi kolaylıkla seni ele geçirir. • Düşm an kılıcı başına daha kuvvetle iner. O nun bir bakışı sa­ na h an çer gibi korkunç görünür. • Korku, bizim ayağımızı nasıl bağlar? Halbuki bizim denizi­ mizde yüzlerce sel vardır. • Telleri korku yüzünden gevşemiş; onun için çaldığın çenkten senin istediğin ahenk çıkmıyor. • O nun bir kulağını bük (mandallarım sıkıştır, akort e t), bak na­ sıl nağm eler yükselir. O nun feryadı feleklerde kıyametler koparır. • Korku, ölüm m em leketinden gelen bir casustur. Ö lüm ün (m erg)40 başındaki (Mim) harfi gibi içi kapkaranlıktır. • O nun gözü hayat düzenini birbirine katar. Ölüm kulağı se­ nin hayat haberlerini çalar. • Eğer dikkat edersen kalbinde gizlenen h er şerrin korkudan tevellüt ettiğini görürsün. • Reca, hilekârlık, yalan, hepsi korkudan kuvvet alan kötülük­ lerdir. • O n u n göm leği yalan ve riya perdesindendir. Fitnenin ana kucağı o n u n eteğidir. • H im m et, gayret ile kendini kuvvetlendirmeyen insan, kendi­ ne uymayan şeye dahi razı olur. • Mustafa kelim esindeki gizli manayı anlayan insan, korkunun altında şirkin gizlendiğini görür. Ok ve kılıcın m uhaveresi • H akk’ın işine akıl ermez; ok, harbin hararetli bir anında ge­ zin d u dağından kılıca şöyle dedi: “Ey sen ki, senin Kaf dağında periler, cevherdir. Hazret-i Ali’nin Zülfikar’ı senin seleflerinden biridir. • Hazret-i H alid’in bazusunun kudretini görm üşsün. Şam’ın başına şafak saçmışsın. 40 Ölümün Farsçası.


• Senin sermayen A llah’ın kahır ateşidir. Firdevs cenneti, se­ nin gölgendedir.41 • Havada olayım, sadakta olayım; nerede olursam olayım ben, baştan ayağa kadar bir ateşim. • Yaydan fırlayıp göğüslere yöneldiğim zaman göğüslerin içindekini iyi görürüm . • Eğer orada kalb-i selim yoksa; yeis ve korku düşüncelerinden vazgeçmiş değilse, • O n u parça parça eder, kan dalgasına boğarım . • O nda bir m üm in kalbinin temizliği varsa; dışı içinin n u ru ile aydınlanmışsa, • O n u n harareti ile benim canım erir; ve ucum daki tem ren bir çiğ danesi gibi yere dam lar. Arslan ile Şehinşah Alemgirin hikâyesi • Eşiği, yükseklikte feleklerle boy ölçüşen ve G ürgân h aneda­ nının medar-ı iftiharı olan Şah Âlemgir... • O Şah-ı Âlemgir ki, M üslümanlar, onun idaresi altında şeref­ li bir mevkiye yükselmişlerdir. O, Hazret-i M uham m ed’in şeriatine büyük bir h ü rm et göstermiştir. • Küfr ile din arasındaki m ücadelede o bizim sadağımızın son oku idi. • “Ekber”in besleyip yetiştirdiği dinsizlik tohum u, onun to ru ­ nu Dara G ükûhun yaradılışında sürüp boy atmıştı. Bir fesat kopa­ cak diye huzursuzluk içinde idi. • Bu esnada Cenab-ı H ak H indistan’da Âlem gir’i seçip vücuda getirdi. O, kılıca hâkim idi. Fakat ru h en derviş idi. Dünyaya zerre kadar itibar etmezdi. • Allah onu dini ihyaya, im anı yenilemeye m em ur etti. • Kılıcının şimşeği dinsizlik harm anını yakıp kül etti. Meclisi­ mizde din m eş’alesini aydınlattı. • Zevki ve idraki kör olanlar destanlar yazdılar. Lâkin o nun an­ layışının genişliğini idrak edem ediler. 41 Hadis-i şerif: "Cennet kılıçların gölgeleri altındadır."


• O, tevhid m um unun pervanesi idi. O, bu puthanede İbrahim Peygamber gibi idi. • Şehinşahlar sınıfında tek insandı. R uhundaki fakr türbesin­ den anlaşılır. • Bir gün o taç ve tahtı varlığı ile süsleyen; o asker, ordu sahi­ bi Şehinşah olduğu halde fakr m azhariyetine eren Alemgir, • Sadık bir hizm etkârı ile orm ana gezmeye çıktı. • Seher rüzgârının tatlı esintileri ile sarhoş olm uştu. Ağaçlar üzerinde kuşlar H akk’ı teşbih ediyorlardı. • R uhun ve dinin inceliklerine vakıf olan Şehinşah, namaza d u ru p ken d in d en geçti ve mecazı aşıp hakikat sahrasına çadırını kurdu. • Çöl tarafından vahşi bir arslan gözüktü. Kükrem esinden fe­ lek tir tir titriyordu. • İnsan kokusu, ona buralarda bir insanın varlığım haber ver­ mişti. Pençesini Âlem gir’in kem erine attı. • Şah d ö n ü p bakm adan hançerini çekti ve bu kükremiş arslam n karnını deşti. • Zerre kadar korkm adı, endişeye kapılm adı. O rm andaki arslanı hah üzerine nakşedilen arslan haline getirdi. • Ve gene hiçbir telâş gösterm eden sabırsızlıkla H akk’a yönel­ di. Huzur-ı kalp içindeki bu nam az onun m iracı idi. • Böyle büyük bir cesaretle kendini gösterdiği halde benliğini derhal ezip H akk’a teveccüh edebilen bir gönlün vatanı ancak m üm inin kalbidir. • H akk’ın kolu Hak hu zurunda ‘yok’um der; kendini yok eder. Bâtıl karşısında ise bütün varlığı ile ‘evet’ der ve kaya gibi durur. • Ey cahil, sen de bir gönül ele geçirmeye bak. Sevgiliye bir m ahfil hazırla. • İcabında kendini feda et. İcabında onu elinde tut. “Niyaz” tu­ zağını kurup “Naz”ı yakala. • T efekkürünü aşk ile tutuştur. H akk’ın tilkisi ol ve arslanlık şi­ arın olsun. • Yalnız Hak korkusu im anın unvanıdır. H aktan gayrı olan var­ lıktan korkm ak gizli bir şirkten başka bir şey değildir.


M U H A M M E D ItCBAL

İKİNCİ RÜKÜN

Peygamberlik

• Ufûl eden, zeval bulan şeyleri terk eden İbrahim ’in ayak izi peygam berlerin kılavuzudur.42 • Lâ-yezal T an rının bir âyeti olan İbrahim , gönlünde bir millet vücuda getirm ek arzusunu taşıyordu.43 • ‘T a h h irâ beytî...” haberini işitince uykusuz gözlerinden yaş­ lar boşandı.44 • Bir viraneyi bizim için m am ure haline koydu. Tavaf edenler için bir ev bina etti.45 • “T üb aleyna...” fidanı gonca bağlayınca bizim baharım ızın şekli taayyün etti.46 • H ak Tealâ bizim kalıbımızı yarattı. Tenim ize peygam berleri vesatatı ile can üfledi. • Biz bu âlem de sessiz h a rf idik. Peygam berler sayesinde vezin­ li bir m ısra haline geldik. • C ihanda bizim varlığımız peygam berler sayesindedir. Dini­ miz, âyinimiz onlar tarafından vaz’ edilmiştir. • Peygam berler sayesinde yüzbinlercemiz bir tek vücud halin­ deyiz. Bu vücudun cüz’leri, birbirinden ayrılmaz. • Dilediğini doğru yola sevk etm ek şanından olan Cenab-ı Hak etrafım ızı peygam berlerden bir halka ile çevirmiştir. • Millet halkası daim a m uhitini genişletiyordu. Fakat merkezi Mekke vadisi idi. • Biz, ona m ensup olm ak haysiyetiyle bir m illet vücuda getir­ mişizdir. Dünya halkına rahm et haberiyiz. 42 "Ben ufûl edenleri sevmem." (En'am, 6/76) 43 "Ey Rabbimiz, bizi senin için teslim ve ihlasta sabit kıl. Ve zürriyetimizden bir cema­ ati dahi senin için münkaad ve mutî kıl." (Bakara, 2/128) 44 "Biz Kabe'yi nas yani hacılar için sevap yeri ve emin bir makam kıldık. Ey müminler, siz makamı Ibrâhîm'i namazgah ittihaz edin. Ve benim beytim Kabe'yi; tavaf edenler, orada ikamet edenler, itikâf edenler, rükû ve secde edenler için temizleyin." (Bakara, 2/125) 45 "Ya Rabbî, zürriyetimden bir kısmını senin Beyt-i Muharrem'in yanında ekin bitmez bir vadide iskân ettim." (İbrahim, 14/37) 46 "Bize ibadet yerlerimizi göster ve kusurumuzu affeyle. Muhakkak sen tövbeleri kabul edici ve müminlere merhamet edicisin." (Bakara, 2/128)


• Biz o n u n denizinin ortasından zuhur ediyoruz. Fakat dalga gibi dağılıp kaybolmuyoruz. • O nun üm m eti H arem (Kâbe) duvarının muhafazası altında, yatağında kükreyen arslan gibi naralar atar. (Kaside-i B ürde’de bir beyte telm ihtir) • Sözüm ün m anasının hakikatine vasıl olur ve ona Sıddîk’in gözü ile bakarsan, • Nebî, kalp ve yürek kuvveti olur ve Allah’tan daha çok sevilir. • O n u n kitabı m üm inin kalbine kuvvettir. O n u n hikm eti, mil­ letin şahdam arıdır. • O nun eteğini elden bırakm ak ölm ektir. Gül gibi sonbahar rüzgârı ile solmaktır. • Millet o n u n nefesi ile hayat bulm uştur. Bu seher onu n güne­ şi sayesinde vücuda gelmiştir. • Fert, Hak sayesinde, m illet de fert sayesinde diridir. O nun güneşinin ışığı ile parlar. • Kâhin, papa, sultan, em îr... Bir av için yüz avcı... • T ahta otu ran hüküm dar, m abedin başına geçen din adamı, o nu n harap tarlasından baç alıyordu. • Kilisede cen n et satan papas, bu âciz av için bir tuzak omuzla­ mış, harıl harıl ticaretinde... • B rehm en o n u n bahçesinden gül deriyor, ateşgede rahibinin oğlu on un harm anını ateşe veriyordu. • R uhen kölelikten de d ah a aşağı bir menzileye düşm üştü. Ne­ yindeki nağm eler kanlı bir yüreğin iniltisi halinde idi. • Tâ ki em in bir varlık, m eydana çıkıp haklılara hakkını verdi. Köleleri padişahlık m esnedine yükseltti. • Cansız külden alevler fışkırttı. Dağda külünk çalan F erhad’ı Husrev-i Perviz payesine eriştirdi. • Çalışan ve iş yapanların itibarını yükseltti. Sadece iş buyurup zengin olanlardan bu servet imtiyazını aldı. • O nun kuvveti h e r eski kalıp ve heyulâyı parçaladı. İnsanı ye­ ni bir kale içine, yeni bir nizam altına aldı. • İnsanın vücuduna yeni bir can nefhetti. Köleyi efendilerin­ den satın aldı ve azad etti.


• O n u n doğuşu, eski dünyanın ölüm ü oldu. A teşgedenin, kili­ senin, p u th an en in ölüm ü oldu. • O n u n temiz kalbinden hürriyet doğdu. Bu taüı şarap, onun asm asından damladı. • Bu yüzlerce m eş’aleyi insanlara hediye eden yeni devir, gözü­ nü o n u n kucağında açmıştır. • Varlık sahifesine yeni bir yazı yazdı. Dünyayı fetheden bir m illet yarattı. • H aktan gayrı olan h er şeye bigâne bir üm m et, M ustafa’nın m eş’alesi etrafında pervane gibi dönen bir üm m et yarattı. • Göğsü H ak ateşi ile yanan bir üm m et, zerresi güneşin harim ini aydınlatan bir üm m et yarattı. • Kâinat, o n u n mahiyeti ile renklendi. Çin puthaneleri Kâbe haline geldi. • Ü m m etin ecdadı peygamberlerdi. İçinde günahtan en fazla sakınanı, H ak indinde en kerim insandı. • Biz peygamberimiz sayesinde ses ve nağmesi bir, nefesi bir, davası bir, bir cemiyet haline geldik. • Davası bir insanların çokluğu birlik vücuda getirir. Bir birlik olgun hale gelince m illet m eydana gelir. • H er kesreti yaşatan vahdet bağıdır. M üslüm anın birliği yara­ dılış dini olan M üslüm anlıktandır. • Yaradılış dinini Peygam berden öğrendik ve H ak yolunda bir m eş’ale yaktık. • Bu inci, onun sonsuz denizindendir. Bizim tek can halinde bulunm am ız, onun ihsanıdır. • Bu birliği elden bırakmazsak ebediyyen yaşarız. • Sonra Cenab-ı Hak, şeriati bizde ikmal etti. Peygamberimiz­ le de peygamberliğe son verdi. • Zaman meclisini artık biz aydınlatıyoruz. O peygam berlerin sonu, biz de m illetlerin sonu ve en mütekâmiliyiz. • Şakilik hizm etini bize bıraktı. Son kadehini bize sundu.


• “B enden sonra peygam ber yoktur (H adis)” sözü A llah’ın bir ihsanıdır. Bu söz M ustafa’n ın dininin şeref perdesidir. • Millete kuvvet sermayesi ondandır. Milletin vahdetini koru­ m ak sırrı ondandır. • Cenab-ı Hak, h er dava ve hükm ü neshetti. İslâmiyet’i ebedi­ yete kadar bâki kıldı. • M üslüm anın gönlünde A llah’tan başka hiçbir şeye m uhab­ bet beslenm ez ve cihana karşı, b en d en sonra ve benden m ütekâ­ mil bir m illet olmaz, diye haykırır. M uham m cd’in peygam berliğinden maksat, insanlar arasında hür­ riyet, eşitlik ve kardeşliğin kurulm asıdır

• İnsan, âlem de insana tapıyordu. Haysiyetsiz, fakir ve köle idi. • Kisraların, Kayserlerin satvet ve azam eti o nun yolunu kesiyor; ellerini, ayaklarını, boynunu zincirlere vuruyordu. • Bu üm m etin gönlünde, bütün m üm inler kardeştir, im anı vardı. Hürriyet, bu üm m etin yaradılışının sermayesi olm uştu. • İmtiyazlara taham m ül edem ezdi. Tıynetinde müsavi fikir ve duygusu yerleşmişti. • O üm m etin evlâtları serviler gibi azad (hür) idi. O n u n Hak ile ahidleşm esi “Kâlu bela”da başlar.47 • H akk’a secde o nun yüzünde güller açmış; ay ve yıldızlar, on u n ayağını öpm üştür. İslâm kardeşliği hakkında Ebû U beyd ile Cabun’un hikâyesi

• Yezdicürd’ü n kum andanlarından biri harp esnasında bir M üslüm an tarafından esir edilmişti. • Bu kum andan çok tecrübeli ve hilekâr bir m ecusî idi. • R ütbe ve mevkiini kendini esir ed en d en gizledi. Adını da söy­ lem edi. • M üslüm ana, “Bana canım ı bağışlamanı ve M üslüm anlar gibi am an verm eni istiyorum ” dedi. 47 "Ben sizin Rabbiniz değil miyim? 'Evet' dediler." (A'raf, 7/172)


M U H A M M E D İK.BAL

• M üslüman, kılıcını kınına koydu ve “Senin kanını dökm ek artık bana haram olm uştur” dedi. • İran bayrağı, Direfş-i Gâviyanî parçalandıktan ve Sasani h a­ n ed an ın ın ateşi sönüp toprak olduktan sonra. • Bu esirin, İran askerlerinin kum andanı Cabun olduğu anlaşıldı. • O n u n hileye tevessül ettiğini ortaya atarak başkum andandan öldürülm esini istediler. • M üslüman ordu sun u n kum andanı Ebû Ubeyd, ki harpte yal­ nız o n u n kudreti ve azmi bir orduya m uadildi, • Dedi ki: “Ey dostlarım , biz M üslümanız. Bir çengin telleriyiz; ahengim iz birdir. • Bilâl ve K anber’in hançeresinden dahi yükselmiş olsa o, Hayd e r’in narası ve Ebu Z er’in terennüm üdür. • Bizim h er birimiz, m illet mesuliyetlerini yüklenmiş insanla­ rız. Bir ferdin sulh veya kini, bir milletin sulh veya kinidir. • Millet, fert hayatının tem eli olduğuna göre bir ferdin taah­ h ü d ü bir m illetin taah h üdü dem ektir. • H er ne kadar C abun bizim düşm anım ızdır, lâkin bir Müslü­ m an ona am an vermiştir. • Ey hayırlı insanlar topluluğu! M üslüman kılıçlarına onun ka­ nını dökm ek h aram dır.” Sultan M urad ile m im arı arasında geçen şu hâdise İslâm ru h u n d ak i m üsavat d uygusunu g ö sterir.

• H ocend diyarında bir m im ar vardı. Sanatında yüksek bir şöh­ rete erişmişti. • F erhad’ın oğlu denecek derecede sanatkâr olan bu m im ar Sultan M urad’ın emriyle bir m escit inşa etti. • O n u n yaptığı bu binayı Şah beğenm edi. Gazaba geldi. • G özünden ateşler saçılıyordu. Ceza olarak bu biçare mima­ rın elini kestirdi. • Zavallı, kolundan ırm ak gibi kan aka aka bîtab, inleyerek kad ı’nın hu zu ru n a geldi. • Eliyle kayaları delen bu sanatkâr, Sultanın zulm ünü Kadıya anlattı. Ve:


e sra r, ve ru m u z

'j t S İ t e s g '

105

• “Ey sözü H akk’m sözü ve işi M uham m ed’in şeriatini m uhafa­ za vazifesi olan kadı” dedi. • “Ben, padişahların satvetine boyun eğen insan değilim. Be­ nim davamı K ur’an hükm üne göre hail ü faslet.” • Adil kadı, Sultanın bu hareketinden çok müteessir, Padişahı h u zu ru n a çağırdı. • K ur’a n ’ın heybetinden rengi uçan H üküm dar, kadı’nm h u ­ zurun a m ücrim vaziyetinde girdi. • U tancından yere bakıyor; yüzü hicabından lâleler açmış gibi kıpkırmızı. • Bir tarafta “hakkım ı isterim ” diye feryad eden bir davacı, bir tarafta azametli bir hüküm dar... • Padişah, “Yaptığımdan çok m ahcubum ; cürm üm ü itiraf edi­ yorum ” dedi. • Kadı “Ve leküm fi’l-kısâsî... (Ey idrak sahibi insanlar, kısasta sizin için hayat ve beka v ard ır.)”48 âyetini okudu. Hayat, bu ka­ n unla pâyidâr olur. • M üslüman bir kul, kadir ve haysiyet itibariyle h ü r insanlar­ dan d ah a aşağı değildir. Padişahın kanı, m im arın kanından daha renkli ve d aha güzel değildir. • M urad, bu m uhkem ve kat’î ayeti işitince kolunu sıvayıp eli­ ni yeninden çıkardı. • Padişahın bu hareketi karşısında davacı heyecanlandı ve “Innallâhe ye’m ürüküm bi’l-adli...”49 ayetini okudu, ve: • “O nu Allah’a ve Resülü M ustafa’ya bağışladım ” dedi. • Peygamber şeriatinin k u d ret ve azam etine bak ki, bir karın­ ca bir Süleyman’a karşı m uzaffer oldu. • K ur’an h u zu run d a kul ve efendisi müsavidir. H asır ile ipekli sedir arasında fark yoktur.

48 Bakara, 2/179. 49 "Cenab-ı Allah size adalet ve İhsan emreder." (Nahl, 16/90)


İslâm hürriyeti ve K erbelâ hâdisesinin esrarı hakkında

• Tek var olan H akk’a inanıp ona bağlanan insan, boynunu h er m abudun esaretinden kurtarm ıştır. • M ümin aşktan, aşk ise m üm inden zuhur eder. Bizim im kân­ sız gördüğüm üz şeyleri aşk m üm kün hale kor. • Akıl, belâgetle konuşan bir hatiptir. Aşk, ondan daha beliğ, d aha temiz, daha çâlâk, daha pervasızdır. • Akıl, sebepler ve illetler içerisinde sıkışıp kalmıştır. Aşk, amel m eydanında çevgân oynatır. • Aşk, avını bazusunun kuvveti ile elde eder. Akıl hilekârdır; tuzak kurar. • Aklın sermayesi korku ve şüphedir. Aşktan azim ve yakin as­ la ayrılmaz. • O, viran etm ek için bina eder. Bu, im ar etm ek için viran eder. • Akıl, cihanda rüzgâr kadar ucuzdur. Aşk, kolay kolay ele geç­ mez; çok pahalıdır. • Akıl, nasıl ve ne kadar “keyfiyet ve kem m iyet” temeli üzerin­ de kuvvet kazanır. Aşk, bu keyfiyet ve kem m iyet libasından soyun­ m uştur. • Akıl, önce kendin, der. Aşk, zahm eti kendine ver, der. • Akıl, bir şey kazanmak için başkasını tanır ve sever. Aşk, ken­ dinden verir ve kendi ile hesap görür. • Akıl, sevin ve m esut ol, der. Aşk, kul ol ve bu yol ile h ü r ol, der. • Aşk, ancak hürriyede huzura kavuşur. Devesini güden deve­ ci, hürriyettir. • Duydun m u, savaş esnasında aşk, heves peşinde koşan akla ne iş yaptı? • O âşıkların imamı, Hazret-i Fâtım a’nın oğlu, Peygamberin bahçesinin o h ü r (azad) servisi, • Allah Allah; baba, b ism illah’ın b a ’sı “Ene n o k tatü n tahte ’I-ba”50 H azret-i Ali; oğlu ise büyük k u rb a n ın m anası.51 50 "Ben ba'nın altındaki noktayım." (Hazreti Ali) 51

"Biz ona, Hazret-i İbrahim'e, oğlunun yerine kurban etmesi için büyük bir koç İh­ san ettik." (Saffat, 37/107)


• O m illetlerin hayırlısı şehzade için, peygam berlerin sonu olan Hazret-i M uham m ed’in om uzu ne güzel deve idi. “N i’m e ’lcemeli cem elüküm â...”52 • Gayret ve izzet sahibi; aşkın yüzü, onun kanı ile boyanıp şe­ re f kazandı. Bu m ısraın, aşk m ısraının güzelliği onun gibi bir in­ ce manayı ihtiva ettiğindendir. • Zuhal yıldızı gibi feleklerin en yükseğinde bulunan o, K ur’an-ı Kerim ’de “Kul hüvallah” sözü gibidir. • Musa ile Firavun, Hüseyin ile Yezîd, hayattan doğan iki kuv­ vettir. • Hak, Hüseyin’in kudreti ile hayat kazanır. Bâtıl hasret yarası içinde ölüp mahvolur. • H ilâfet m akam ı K ur’an yolundan inhiraf edince hürriyetin dam ağına zehir döküldü. • Ü m m etlerin hayırlısı içinden zuhur eden o büyük tecelli, ayağı kıble bulutu gibi yağm ur dolu olduğu halde kalktı. • Kerbelâ toprağına yağdı ve geçti gitti. Viranelere lâle ekti ve gitti. • Kıyamete kadar zulüm ve istibdadın kökünü kuruttu. O nun kanının dalgasından çem enler yetişti. • H ak u ğ ru n d a kan ve toprak içinde yuvarlandı. Sonra da “lâ ilâhe illallâh”m âbidesi oldu.53 • Eğer davası saltanat olsaydı bu şekilde ve bu vasıtalarla sefe­ re çıkmazdı. • D üşm anları çöldeki kum kadar sayısız, dostları Allah ile aynı sayıda. • O, İbrahim ve İsmail’in sırrı idi. Yani o m uhtasar hikâyenin mufassalı idi. • Azmi dağlar kadar m etin, sebadı, çetin ve muzafferdi. • Kılıcı, ancak dinin büyüklüğü u ğ ru n d a çekilmişti. Maksadı şeriat-i Muhammediyeyi m uhafazadan başka bir şey değildi. • M üslüman, masivamn kölesi değildir. Firavunluk önünde baş eğmez. 52 "Deveniz ne güzel devedir." Hadis-i şerif. 53 Hakka ki bina-yı lâilah est Hüseyin (Hâce Muinüddin-i Çeştî.)


• O n u n kanı bu sırları tefsir etti. Uyuyan milleti uyandırdı. • Lâ kılıcını çekti ve bu kılıçla bâtıl olanların dam arlarından kanlar akıttı. • Ve bu kanla sahraya illallâh yazısını yazdı. Bizim kurtuluş ya­ zımızı yazdı. • K ur’a n ’ın sakladığı manayı biz H üseyin’den öğrendik. O nun ateşinden alevler kazandık. • Şam ile B ağdad’ın ku dret ve azameti silinip mahvoldu. Gırn ata’nın da şan ve şevket devirleri unu tu lu p gitti. • Fakat bizim ruhum uzdaki tel hâlâ Hüseyin darbesi ile ihtizaz etm ekte; hâlâ im an, o n un tekbiri sayesinde ter ü taze bulunm ak­ tadır. • Ey b ahar rüzgârı, ey uzak düşenlerden sevgililere haber ulaş­ tıran! Bizim gözyaşlarımızı o n u n m ukaddes toprağına ulaştır. İslâm m illeti tevhid ve peygam berlik üzerine kurulduğu için m ek ân b ak ım ın d an o n a so n yoktur.

• Bizim cevherimiz m ekândan m ünezzehtir. O n u n sert şarabı bir kadehe bağlı değildir. • Hintli, Çinli bizim kadehim izin çam urudur. Rum ve Şam di­ yarı sakinleri ise uzviyetimizin ham urudur. • Kalbimiz, ne Hint, ne Rum ve ne Şamlıdır. O nun vatanı İs­ lâm vatanıdır. • Temiz yaradılışlı olan Ka’b,54 Peygamberimizin huzuruna Bânet Suâd kasidesini hediye olarak takdim ettiği zaman. • O kasidede Hazret-i Peygamberi en parlak belâgat incileri dökerek m edhetm iş ve Peygamberimizi kınından sıyrılmış bir H int kılıcı olarak tavsif etmişti. • Makamı yüksek çarhın fevkinde olan Peygamberimiz, bir ik­ lime nispet edilmeyi beğenm em iş ve, 54 Hazret-i Peygambere evvelce çok eza ve cefa eden Ka’b (ra) Mekke fethinden sonra Taife kaçmış, orada Bânet Suâd kasidesini yazıp Hazret-i Peygamberin huzurunda okumuş ve eski günahlarını affettirmek istemişti. Hazret-i Peygamber, bu kasideye ca­ ize olarak kendi hırkasını çıkarıp Ka'b'a vermiştir. Bu kasidede Kâ'b, Peygamberimizi Hint kılıçlarından bir kılıç olarak tasvir etmiş, fakat Hazret-i Muhammed bunu, Al­ lah'ın kılıçlarından bir kılıç, diyerek tashih buyurmuştu.


• Ka’b ’a, Allah’ın kılıçlarından bir kılıç, de, H akk’a tapıyorsan H akk’ın yolundan gayrı bir yolda yürüm e, diye ihtar buyurm uştur. • Gene o cüz ile küllün sırrına varan, ayağının tozu peygam­ berler gözüne sürm e olan Resul-i Ekrem, • Ü m m etine şunu demişti: “Sizin dünyanızdan namazı, güzel kokuyu ve kadını severim.” • Eğer sözlerin m anasına nüfuz edecek bir zevk ve idrakin var­ sa, “sizin dünyanız” sözündeki gizli nükteyi anlarsın. • O, varlığın yatak odasını bir m um gibi aydınlatan Peygambe­ rimiz, dünyada idi, fakat dünyadan değildi. • O n u n zuhur ve tecellisi kudsîlerin göğüslerini aşk ve heye­ canla yaktığı zaman d aha Âdem, su ve çam ur halinde idi.55 • Ben, neresi o nun vatanıdır bilmiyorum, ancak şunu biliyo­ rum ki o, bizi tanıyor ve seviyor. • Bu unsurlar âlem ini bizim cihanım ız olarak kabul etti. Ken­ disini de bizim bir misafirimiz saydı. • Zira biz, göğsüm üzdeki canı kaybetmişiz; kendim izi bu fânî âlem de yok etmişiz. • M üslüman isen gönlünü bir iklime bağlama. Bu keyfiyet ve kem m iyet âlem inde kaybolup gitme. • M üslüman, m em leket m efhum una sığmaz. O n u n gönlünde Şam ve Rûm manasız sözlerdir. • Öyle bir gönüle sahip ol ki, o gönlün sonsuz genişliğinde bu su ve çam ur sarayı silinip gitsin. • Efendimiz, kavmiyet m eselesindeki düğüm ü çözerek yurdun­ dan hicret etti. • O n u n hikm eti, bir kelime tem eli üzerine dünyayı dolaşan bir m illet bina etti. • O din sultanının lütuf ve ihsanları sayesinde bütün yeryüzü bizim mescidimiz oldu. • Cenab-ı Hak tarafından K ur’ân-ı Kerim ’de m edh ü sitayiş olunan ve hayatının h er türlü tehlikeden m ahfuz bulunduğu vaad buyrulan Peygamberimiz,56 55 "Adem su ve çamur arasında iken ben nebiydim" (Hadis-i şerif) 56 "Allahü Tealâ seni nasın şerrinden hıfzeder." (Maide, 5/67)


M U H A M M E D İKBAL

• O heybeti karşısında düşm anların acze düştüğü ve yaradılı­ şındaki azam et karşısında tir tir titrediği Hazret-i M uham m ed, • Niçin cedlerinin yurdunu bırakıp kaçtı? D üşm anlardan mı kaçtı zannediyorsun? • O hicret hikâyesini anlatanlar, hakikati bizden gizlemişler­ dir. O nlar, hicretin m anasının usûl ve a n ’anesidir. Bu, Müslümanın bekası sebeplerinden biridir. • B unun m anası suyun kıt bulunduğu yerlerden kaçmaktır. Denizi ele geçirm ek için çiğ danesini terk etm ek dem ektir. • M aksadın gülistandır; gülü terk et. Bu ziyan, senin m enfaati­ nin zinetidir. • Güneşin şerefi, başını alıp gitm esindedir. Ufuklar onun aya­ ğı altındadır. • Irm ak gibi yağm urdan sermaye isteme. C ihanda sonsuz ol, bir son isteme. • Bu acı yüzlü deniz, bir çöldü. Sahil istediği için utancından eridi ve su oldu. • Sende h er şeyi ele geçirm ek azmi bulunm alıdır. Ta ki h e r şe­ yi tasarrufun altına alasın. • Denizde balık gibi yaşa; yani m akam kaydından kurtul. • C ihet kaydından kurtulan h er insan, felek gibi altı cihette de d ö rt başı m am ur yaşar. • Gül kokusu, gülü terk ettiği için, d ö n ü p dolaşıyor ve bahçe­ nin geniş sahasına yayılıyor. • Ey çem enin bir yerine kakılıp kalan, bülbül gibi bir gül ile zevk u sefa ettin. • Lâkin bahar rüzgârı gibi bir yerde durm az, h e r tarafa başvu­ rursan gülistanı kucaklarsın. • Bu yeni asrın sana telkin ve kabul ettirm ek istediği aldatıcı prensiplere karşı uyanık bulun. Ey yolcu, aklını başına al; yoksa sonra eşkıya yolunu vurur. Millet vücuda gelmesi için vatan m efhum u bir tem el değildir.

• Milliyet m efhum unu vatan üzerine bina edenler, insanların arasındaki dosüuğa ve kardeşliğe son vermişlerdir.


m • Vatanı meclislerin m um u haline getirince, insan nev’i kabi­ lelere bölünm üş olur. • O nlar ceh ennem de cen n et aradılar. Ve kavimlerine cehen­ nem i helâl ettiler.57 • Bu fikir ağacı, âlem den cenneti kaldırm ış ve harp d enen acı meyveyi vermiştir. • C ihanda insanlık, bir masal haline geldi. İnsan, insanın ya­ bancısı oldu. • Vücuttan ru h gidip yalnız cismaniyet kaldı. İnsanlık ortadan kalktı, kavimler ortada kaldı. • Siyaset bir m ezhep haline geldi. Ve bu ağaç garp bahçesinde yetişti. • İsa dini hikâyesi söndü, gitti. Kilise m um unda ışık kalmadı. • Papa, âciz bir vaziyete düştü. Bütün nüfuzu kırıldı. • İsa m illeti kiliseye tekm e attı. Salip âyini kalp paraya döndü. • D ehrî olmak, yani m adde felsefesine bağlanm ak, din elbise­ sini parçalayınca Şeytan H azret-inden bir elçi geldi. • O bâtıla tapan, o sürmesiyle insan gözlerini kör eden Floransalı Makyevel, • Padişahlara yol gösteren bir kitap yazdı. Tıynetimize harp to­ h u m u n u ekti. • O n u n kalemi, insanları karanlıklara götürdü. Hak onun kılı­ cı ile parça parça oldu. • Mesleği Azer gibi p u t yontm aktı. T efekkürü yeni bir nakış vü­ cuda getirdi. • O nun dini, m em leketi m abud haline getirdi. O n u n fikri, kö­ tüyü beğenilecek, öğülecek bir şekle soktu. • Bu m ab u d u n ö n ü n d e h er secde edip onun ayağını öptükçe, hakikat parasını m enfaat ayarına vurm akta idi. • O nu n öğrettiğine göre bâtıl gelişiyor ve şeref kazanıyordu. H ilekârlık bir fen haline geliyordu. • N eticede m uhakkak m ağlûp olacak olan bir tedbir ve siyaset 57 "Görmez misin şunları ki, Allah'ın nimetini küfre tebdil ettiler. Ve kendilerinin li'lu.ı ve kavmini dar-ı helâke soktular. Ol dar-ı helâk cehennemidir ki, ona vasıl oldular. ( ) ne kötü yerdir!" (İbrahim, 14/28)


usûlü vaz’ etti. G ünlerin, hayatın geniş caddesine bu kerpiç parça­ sını döktü. • Alemin gözünü boyayıp, dünyayı iğfal edip yalan ve tezvire m aslahat adını verdi. M uham m ed m illeti zam an itibariyle de sonsuzdur. Zira bu şerefli m illete kıyam ete kadar devam vâdedilm iştir.

• B aharda bülbülün coşkunluğunu ve gonca ile gülün kopar­ dıkları kıyameti görm üşsündür. • Goncalar, gelinler gibi süslenmiş; yeryüzünde bir yıldızlar m em leketi vücuda gelmiştir. • Yeşillikler, seher vaktinin gözyaşları ile yıkanmış, derenin nağmeleriyle uykuya dalm ıştır. • Dallarda tom urcuklar belirir, tatlı esen rüzgâr, onu kucaklar. • Bakarsın bir goncanın gönlü, çiçek toplayanın zulm ü ile kan ağlıyor; o gonca, koku gibi bahçeden çıkıp uzaklaşır. • Kumru yuva yapınca, bülbül uçup gider. Çiğ danesi gelince koku çem enden kaçar. • Solup giden yüzlerce lâlenin bu m ahvoluşu, bahar faslının güzelliğine ve parlaklığına hiçbir halel vermez. • Ne kadar ziyan olursa olsun onun bereketli hâzinesi daim a aynıdır. Açılmış güllerin meclisi aynıdır. • Gül faslının bekası nesterenden, serviden ve beyaz gülden daha fazladır. • Cevher vücuda getirm ek m adeni, cevher işlemek işi, bir cev­ herin kırılmasıyla eksilmez. • Şark tarafından sabah, garp tarafından akşam gitti. Günlerin kü p ü n d en yüzlerce gün kadehi harcandı. • Şaraplar içtiler; şarap bâkîdir. Dün, geceler kan içinde m ah­ voldu. Yarın bâkîdir. • B unun gibi fertlerin göçüp gitm esinden de üm m etlerin be­ kası ve devamı kuvvet kazanır. • Dost, seferdedir. Lâkin arkadaşlık bâkîdir. Fert, yolcudur; m illet bâkîdir. Daima ayakta kalır.


• Zira m illetin zatı başka olduğu için sıfatları d a başkadır. O nun ölmesi ve yaşaması, başka kanunlara tâbidir. • Fert, bir avuç çam urdan vücuda gelir. Millet ise bir gönül sa­ hibinin g önlünden doğar. • Ferdin öm rü, nihayet altmış yetmiş senedir. M illeüer için bir asır, bir nefes alıp vermek kadar kısa bir zamandır. • Fert, can ile tenin irtibatı ile hayat kazanır. Millet, eski a n ’ane ve usûlü m uhafaza ederse yaşar. • Ferdin ölüm ü, hayat ırm ağının kurum asındandır. Millet, ha­ yat gayesini terk ederse ölür. • H er ne kadar m illet de fert gibi ölür, fert gibi ecelin em rine tâbidir.38 • Lâkin M üslüman milleti, Allah’ın âyetlerinden bir âyettir. O nun aslı “Kâlu belâ” hengâmesiyle başlar. • Bu kavmin ecelden pervası yoktur. O nun devamı te’yid edil­ miştir.59 • Zikreden durursa, bâkî kalırsa zikir de devam eder. Zikrin devamı zikredenin devamını tem in eder. • Cenab-ı H ak “En yütfiu”60 buyurduğu için bu m um a sönm ek yoktur. • H akk’a tapm ak hususunda kem al gösteren bir millet, h er gö­ nül sahibinin sevgilisi olan bir m illettir. • Hak, bu asîl kılıcı, Halilullahın arzularının kınından çekip çı­ kardı. • Ta ki sadakat m efhum u, onun nefesi ile yaşasın. O nun birbiri ardınca çakan şimşekleriyle H ak’tan gayrı h er şey'yamp kül olsun. • Biz ki H akk’ın birliğini ispat için bir hüccetiz, K ur’an ve hik­ m etin inceliklerini koruyoruz. • Felek bizimle m ücadele arzusuna düştü. K oltuğunda bir ta­ tar fitnesi vardı. 58 "Her ümmet için bir ecel vardır. Ecel gelince ne bir an geri bırakılırlar ne öne alınır­ lar." (Araf, 7/34) 59 "Biz Kur'an'ı inzal ettik. Onu tebdil ve tağyirden yine biz koruruz." (Hicr, 15/9) 60 "Onlar Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Allah o nuru tamamlar. Her ne kadar kâfirler onu istemeseler de." (Tevbe, 9/32)


• O fitnenin ayaklarındaki bağları çözdü. Bizim başımıza sal­ dırdı. • Bir fitne ki m ahşerleri ayağı altında ezip geçiyor. Bakışının bir kılıcı ile m ahşerleri mahv u perişan ediyor. • Bir fitne ki kucağında yüzlerce ihtilâl... Dün gecesi, asla bu­ gün sabahını doğurm az. • M üslümanlığın satvet ve azam eti kan ve toprak içinde çırpın­ dı. Bağdad, Rom a’nın görm ediği felâketi gördü. • Sen, yanlış işler yapan felekten; fikri eski fakat usûl ve âyini yeni olan ondan sor, • Ki, bu Tatarlar ateşi kime gülzar olm uştur. O n u n alevlerini kim sarığına çiçek diye takmıştır? • Bizde İbrahim yaradılışı bulunduğu ve H akk’a mensubiyeti­ miz, İbrahim m ensubiyeti gibi olduğu için, • Biz ateşin dibinden gül çıkarırız. H er N em rud’u n ateşini gü­ le kalbederiz. • Dünya felâketlerinin alevleri, bizim bahçem ize geldi mi ba­ h ar kesilir. • Rom a revnakını kaybetti, o cihangirlik kalmadı. • Sasanilerin şişesi kana gark oldu. Yunan m eyhanesinin şöh­ reti mahvoldu. • Mısır da bu felâketlerden m asun kalmadı. Kemiği ehram la­ rın dibinde çürüdü. • Lâkin cihanda ezan sesi vardı. Ve hâlâ da vardır. İslâm mille­ ti vardı ve hâlâ da vardır. • Aşk, âlem hayatının usûl ve kanunudur; âlem de anasırın im­ tizacıdır. • Aşk ise, bizim yüreklerimizin yanışı ile yaşıyor. “Lâ ilahe illallâh ” kıvılcımı ile parlıyor. • H er ne kadar gonca gibi kalbimiz kırıktır; lâkin biz ölürsek gülistan da ölür.


Milletin nizam ı b ir usûl ve kanunun varlığı ile teessüs eder. M uham m ed m illetinin kanunu Kur’an’dır.

• Bir millet, kanun ve nizam ını kaybetti mi, onun cüz’leri toz gibi dağılır gider. • M üslümanlığın varlığı, kanun ve nizam dan gelir. Hazret-i M uham m ed dininin iç yüzü budur. • Bir kanun ve nizam dahilinde teşekkül etti mi gül yaprağı vü­ cuda gelir. Gül bir usûl ve nizam dahilinde bir araya getirilip bağ­ landı mı gül dem eti olur. • Nağme, sesin usûl altına alınm asından m eydana gelir. Bu usûl ortadan kalktı mı nağm e olmaz, bir gürültü olur. • Boğazımızda nefes, bir hava dalgasıdır. Ney içine girip usûlü dairesinde üflenirse bir terennüm olur. • Senin kanun ve nizam ın nedir, biliyorsun. Felek kubbesinin altında ayakta du rm anın sırrı nedir, biliyorsun. • O, ru h u daim a yaşayan Kur’an-ı H akîm ’dir. O ndaki hikm e­ tin evveli olm adığı için zevali olmaz. • Hayatı vücuda getiren sırların kitabıdır o; h e r fâni onunla bâkî olur. • O nun getirdiği ahkâm da şüphe caiz değildir. O, değiştirile­ mez. O n u n âyeti tevil edilem ez. Tevil edilen ahkâm, esassız ve ku­ surludur. Böyle ahkâm kendi varlığından hicap duyar. Kur’ân-ı Kerim böyle bir hicabdan m ünezzehtir.61 • O n u n kudreti, ham bir sevdayı daha olgun, pişkin hale geti­ rir. O n d an aldığı kudreü e cam, taş ile m ücadele eder. • Esiri ortadan kaldırıp yerine h ü r insanı kor. İnsanları böyle bağlara düşürenleri felâketler içinde feryad ettirir. • İnsan nev’ine o son haberdir. O nu getiren ise Allah’ın âlem ­ lere rahm eti olan Hazret-i M uham m ed’dir. • Değersiz, o n u n la değer kazanır. Köleyi H akk’a secde ettire­ rek yüksek bir insan yapar. • Yol kesenler, o n u okuyup öğrenince yol gösterici oldular. Bir kitaptan çıkan ahkâm ile kütüphanelere sahip oldular. 61

"Bu, Hak kelâm olduğunda şüphe caiz olmayan bir kitaptır." (Bakara, 2/2) "Kelâmullah için tebdil yoktur." (Yunus, 10/64)


• Çöl vahşileri bir m eş’alenin aydınlığı ile dim ağlarında ilmin yüzlerce tecellisini gördüler. • Dağların taham m ül edem ediği o yükü, kahır ve azameti, fe­ leğin ö dü nü patlatan o em anet yükünü,62 • Bak, işte o dileklerim izin sermayesini çocuklarım ızın göğüs­ leri taşıyor. • Susuz çöllerde bağrı yanmış, yakıcı güneş altında gözleri kı­ zarmış olan. • O devesi ahu gibi uçup süzülen, devesinin nefesinden ateş sa­ çılan insan, • Bir h u rm a ağacı altına döşeğini serip uyurken sabahleyin bir göç davulunun sesi ile uyanıyor. • Ev bark n ed ir bilmeyip çöllerde dolaşan, boşu boşuna dola­ şıp H ızır’ı bulam ayan bu insanın, • Kalbi Kur’an harareti ile dalgalanmaya başlayınca onun ta­ katsiz dalgası inci gibi olgunlaşıp değerlendi. • O, Kur’a n ’ın aşikâr ayederinden ders okudu. O zaman Hakk’ın huzu ru n d an efendi gitti, oraya bir Hak kulu geldi. • Artık o n u n sazı cihangirlikten dem vurmaya başladı. Cemşid’in saltanatı, ayağının altına hah gibi serildi. • O n u n ayaklarının tozu ile şehirler vücuda getirdiler. O nun bir gülünden yüzlerce bahçe tanzim ettiler. • Ey im anındaki hü rriyet ve safveti kaybedip o n u birtakım b id ’atlere esir ed en , küfür şivelerinin zin d an ın d a kapanıp ka­ lan! • H areketlerinde kitapların ahkâm ından ayrılıp Allah’ın nehyettiği şeyler peşinde yürüyen63 • Eğer M üslüm an olarak yaşamak istiyorsan, bu ancak K ur’a n ’ın ahkâm ına tebaiyet etm ekle m üm kündür. • Yün hırka giymiş sarhoş derviş, şiir söyleyenin nağm elerinin şarabından sarhoş derviş, 62 "Biz emaneti arza ve dağlara arzettik..." (Ahzab, 33/72) 63 "O milletler din işlerin de ihtilâfa düştüler." (Mü'minun, 23/53) "Teblig-i risalet ve davetten sonra onlardan yüz çevir ki, İsrafil onları bir inkâr ve nef­ ret olunur şeye davet eder." (Kamer, 54/6)


• G önlünde Irakî’n in 64 söylediği şiirin ateşi yanan dervişin meclisi, Kur’an ahkâm ına taban tabana zıttır. • O, başına şeyhlik fahrini taç, altına hasırı taht yapmış ve fakrı manevî adı altında tekke ve dergâhları haraca kesmiştir. • Yahut masal söyleyen vaiz, değersiz m anaları büyük sözlerle söylemiştir. Meselâ hadis ulem ası H atib ve Deylemî’yi dilinden düşürm ez. Hadisin zaif, şaz ve m ürsel kısım larından uzun uzun bahseder. • Sen, bunları bırak; H akk’ın kitabını oku. O nun senin üzerin­ de hakkı vardır. H er istediğin m uradı onda bul. in h itat zam anlarında taklit, içtihattan evlâdır.

• Bu asrın başı altında fitneler vardır. O nun pervasız tabiatı âfetler yaratabilir. • O, eski m illeüerin bezmini tarüm ar etmiş, hayat dalını kurut­ m uştur. • O n u n gösterdiği tecelliler, bizi kendim ize yabancı hale getir­ miş, sazımızı nağm e ve terennüm e bîgane kılmıştır. • G önlüm üzdeki eski ateşi söndürm üş, gönüllerdeki “La ilahe illallah” n u ru n u ve ateşini izale etmiştir. • Hayatı ayakta tutan bu unsurlar ortadan kalkınca m illet an­ cak taklit ve varlığını devam ettirir. • Ecdadının yolunda yürü ki cemiyet budur. B urada taklit mil­ let m efhum unu m uhafaza için ihtiyar edilir. • Ey sonbaharda meyve ve yapraktan m ahrum kalan insan, b u nd a artık b ahar açmaz diye ağaçtan yüz çevirme. • Denizi kaybedince, suyu kıt ırm ağını hiç olmazsa koru. Ziya­ nın neresinden dönülse kârdır. • Belki dağlardan inen sellerden faydalanırsın; kucağında tek­ rar bir tufan yetiştirirsin. • Eğer tenin d e basiretli bir can taşıyorsan, Benî İsrail’in m ace­ rasından ib ret al. 64 Mutasavvıf şairlerden Fahrüddin-i Irakî.


• O n u n hayattan neler çektiğine, neler görüp geçirdiğine bak. O n u n zayıf canının ne derece mukavim olduğunu gör. • D am arlarında kan ağır ağır seyreder. Yüzlerce yerden suratı­ na taşlar yağar. • Feleğin pençesi o n u n üzüm ünü iyice sıktı. Fakat içindeki Musa ve H a ru n ’un yadigârını m ahvedem edi. • O n u n ateşli terennüm ündeki yanış m ahvoldu. Fakat göğsün­ de hâlâ nefes var. • O n u n cemiyeti dağılınca ölüp giden ecdadının izinden ayrıl­ madı. • Ey eski bezmi dağılıp perişan olan, senin göğsünde hayat m um u sönmüş. • G önlüne tevhidin m anasını yaz; taklit ile bu derd in e bir çare ara. • Alçalma ve gerilm e zam anlarında içtihat, kavmi ortadan kal­ dırır. • G örüşü kuvvetsiz âlim lerin içtihadına uymamalı; eskilerin yolundan ayrılm am alıdır. Bu gidiş d ah a em niyetli ve tehlikesiz­ dir. • B abalarının aklı, heva ve heves u ğ runda çürüm üş bir idrak değildir. Tem iz insanların işine garez bulaşmaz. • O nların düşüncesi, meseleleri inceden inceye işlemiştir. O n­ lar dindarlık ve günahlardan sakınm a hususunda Hazret-i Pey­ gam bere d aha yakındırlar. • C afer’in zevki, Râzî’nin derin incelemesi bugün artık yoktur. B unlar Arap m illetinin şerefi idiler. • Din yolu bize bugün daralm ıştır. H er alçak, din sırrına vâkı­ fım, diye ortaya çıkıyor. • Ey dinin sırlarına yabancı olan, eğer aklın varsa şaşmaz bir âyin ve m ezhep vardır. O na sıkı sıkı yapış. • Ben hayat d oktorundan işittim ki ihtilâfa düşersen, bu ihtilâf makası hayatı kesiverir, mahveder. • M üslüman, bir m ezhep etrafında toplanırsa yaşar. Milletin bedeni K ur’an ile yaşar.


• Biz hepim iz toprağız; h er şeye vakıf olan bir gönül, odur. O na yapış ki Allah’ın ipi od ur.65 • İnci gibi o n u n ipine dizil. Yoksa toz gibi dağılırsın. Milli ahlâkın olgunluğu, hak dinine tâbi olmakla elde edilir.

• Şeriatte başka m ana arama; incinin içinde ışıktan başka bir şey yoktur. • Bu inciyi bizzat Cenab-ı Hak imal etmiştir. O n u n dışı da içi de incidir. • Hakikat ilmi şeriatten başka bir şey değildir. Sünnetin aslı m uh abbetten başka bir şey değildir. • Fert, şeriat m erdiveni ile yakîn derecesine yükselir. Yakîn m a­ kam ları o n u n sayesinde d aha olgun bir hale gelir. • Millet, hak dini ile bir nizam a sahip olur. Ve bu kuvvetli ni­ zam o n u n devam ını tem in eder. • Kudret, şeriat ilm inin içinden zuhur eder. O hem asâ, hem de M usa’nın m ucize gösteren “yed-i beyza”sıdır. • Sana söylüyorum; şeriat, İslâm ’ın sırrıdır. O nun başı da şeriattir, sonu da şeriattir. • Ey dindeki hikm ete vakıf olan insan, Peygam berin açık ve vâzıh şeriatindeki bir inceliği sana söyleyeyim. • Bir m üstehabı eda hususunda, bir kimse sebepsiz yere bir M üslüm ana m üşkilât çıkarırsa, • O m üstehabı eda etmeyi M üslüm ana farz kılmışlardır. Ç ün­ kü görüşleri şudur: M üslümanlıkta hayat, kudretin ta kendisidir. • H arp zam anında düşm an askeri, sulh olacağını zannederek tehlikeli olm ak vaziyetinden çıkarsa, • İşleri gevşek tutup hayatın kolay tarafına yönelir ve kendi ka­ lelerini yıkarsa, • H arp zam anındaki eski vaziyetine avdet etm edikçe ona h ü ­ cum etm ek haram dır. • Cenab-ı H akk’ın bu em rindeki sır nedir, biliyor m usun? 65 "Hepiniz Allah'ın ipine (Kur'an'a) sımsıkı yapışın, parçalanıp ayrılmayın." (Al-i Imran, 3/103)


M U H A M M E D İKBAL

T ehlikeler içinde yaşamak, asıl yaşamaktı1'. İşte bu em irdeki sır budur. • Şeriat ister ki harbe girince taşın ciğerini delip alev gibi ora­ dan fışkırasın ve düşm ana hücum edesin. • Bazunun kuvvetini denem ek için karşına Elvent dağını koyar; • Ve “Bu Elvent dağını sürm e haline getir, hançerinin h arare­ ti ile bu nu e rit” der. • Kudretsiz, zaif bir kuzu bir arslan pençesi ile savaşamaz. • Şahin, serçe ile arkadaş oldu mu, avından daha zebun bir ha­ le düşer. • Güzeli ve çirkini birbirinden gayet iyi ayıran şeriat vâzı’ı, sa­ n a bu k u d ret m uskasını yazıp vermiştir. • İş ve hareket ile sinirlerini dem ir haline getirirsen cihanda sana güzel bir mevki bahşeder. • Zaif ve hasta isen seni kuvvetli ve m etin bir hale getirir. Seni dağ gibi kuvvetli ve olgun yapar. • M ustafa’nın dini hayat dinidir. O nun şeriati hayat dininin tefsiridir. • Sen zemin isen seni asum an yapar. Seni H akk’ın istediği ha­ le getirir. • O n u n cilası, taşı ayna yapar. Dem irin gönlündeki pası kopa­ rıp alır. • M ustafa’nın dininin şiarı elden gitti mi, o m illetin elinden de beka rem iz ve işareti çıkar, gider. • O yüksek ve m etin servi ağacı, yani çöllerde deve ile dolaşan M üslüman. • Mekke vadisinde kaldığı m üddetçe, çöl harareti ile terbiye edildi. • Fakat Acem rüzgârı esince öyle zayıfladı ki bir kamış haline geldi. • O, arslanı bir koyun gibi öldüren insan, bir karınca ayağı al­ tında azap çeker oldu. • Tekbirinin debdebesiyle taşı eriten o insan, bir bülbül sesin­ den derm ansız hale geldi. • Azmi karşısında dikilen dağa bir saman çöpü kadar kıymet


vermeyen o insan, elini ayağını bağlayıp kendini tevekküle teslim etti. • Bir vuruşta düşm an boynunu koparan o insan, kendi sinesi­ ne öyle darbeler vurdu ki kalbi yaralandı. • Bir adım ı kıyametler koparan o insan, uzlet köşesinde kendi­ ni topal hale getirdi. • Cihanı ferm anına râm eden, kapısında İskender ve D ara’yı fakir ve âciz m enzilesine düşüren insan, • Bu gayretini kanaatle uyuşuk bir hale getirince keşkül bir di­ lenci olup çıktı. • M ertebesi felekler kadar yüksek olan Şeyh Seyyid A hm ed Rifaî, ki güneş o n u n kalbinden n u r alırdı, • O Seyyid A hm ed Rifaî ki, kudsî m ezarının üstünde yetişen gül “Lâ ilâhe illallâh” diye diye topraktan yükselirdi. • Bir müridine, “Ey canım!” dedi. “Acemin hayalatından hazer et. • Ç ünkü o, fikir bakım ından çok yüksek, feleklerin fevkine yükselecek bir derecededir. Lâkin Hazret-i M uham m ed’in dini­ nin h ud utların d an dışarı çıkm ıştır.” • Ey kardeşim, bu nasihati ehem m iyetle dinle, o m illet efendi­ sinin nasihatine değer ver. • Kalbini bu doğru sözle kuvvetlendir, M üslümanlığın menşeine doğru git ki sana M üslüman densin. Millî ahlâkın güzelliği, M uham m ed’in em rettiği ahlâk ve adaba riayetle olur.

• Bir dilenci, kapım ıza m usallat olmuş, m ütem adiyen çalıp du­ ruyordu. • Fena halde kızdım. Ve bir değneği kafasında kırdım . Dilen­ diklerinin hepsi koynundan yere döküldü. • Gençlik zam anında akıl; bu doğrudur, bu yanlıştır diye dü­ şünmüyor. • Babam, m izacımın bu haşin tezahüründen m üteessir oldu. Yüzündeki lâleler soldu. • G öğsünden dudağına derin, yanık bir ah yükseldi. Gönlü burkuldu.


M U H A M M E D İKBAL

• G özünde bir yıldız dolaştı ve aktı. Kirpiklerinin ucunda bir ıslaklık parladı ve yere damladı. • Sonbaharın sabah rüzgârından yuvasında titreyen bir kuş gibi. • Bu gafil canım , tenim in içinde sarsıldı. Sabır Leylâsı m ah­ fem den çıkıp gitti. • Dedi ki: “Yarın peygam berlerin en hayırlısı olan Hazret-i Muh am m ed ’in üm m eti, h e r şeyin Rabbi ve Efendisi olan A llah’ın h u ­ zurunda toplanacak; • O rada o n u n seçkin üm m etinin gazileri, onun vâzıh hikm eti­ nin hafızları, • Milletin göklerinde yıldızlar gibi n u r saçan ve bu dinin hüc­ ceti olan şehitler, • G önlü yaralı zahitler ve âşıklar, m ahcup âlim ler ve asiler ora­ da haşrolacak. • Bu cemiyet içinde beni Sırattan geçirecek bir şeye malik ol­ m adığım için, orayı geçm ek benim için çok güç; eğer Hazret-i Peygam ber bana şöyle sorarsa ben ne cevap veririm: • Allah sana yetiştiresin diye M üslüman bir genç em anet etti. Halbuki o genç benim m ektebim de okunan hakikatlerden nasibi­ ni almamış. Sen bu kadar kolay bir işi dahi becerem edin. Yani o çam ur anbarını insan yapam adın.” • Kerim bir insan olan babam , kusurlarım ı böyle yumuşak söz­ lerle yüzüme vururken ben utancım dan yerin dibine giriyor; bir taraftan da o n u n affını um uyordum . • Babam devam ediyordu: “Evlâdım, biraz düşün; insanların en hayırlısı olan Hazret-i M uham m ed’in üm m eti bir yerde toplan­ mış. O nların arasında • Bir de beni düşün. Şu ak sakalımla korku ve üm it içinde tir tir titriyorum. • Babana bu hiç yakışık almayan cefayı reva görm e. Efendisi­ nin huzuru nd a kulu utanacak bir mevkie düşürm e. • Sen, M ustafa’nın dalında bir goncasın. Mustafa baharının rüzgârıyla açıl ve gül ol. • O n u n baharından renk ve koku almalıdır. O n u n ahlâkından bir hisse almalıdır.


• Bir katresinde denizlerin gizlendiği o büyük insan, Rûm m ürşidi (Hazret-i Mevlâna) ne güzel buyurm uştur: • ‘H ayatının gidişi Hazret-i M uham m ed’in vaz’ ettiği nizam da­ hilinde olsun. Kendi h ü n e r ve m arifetine ve arzuna itim at edip on u n yolundan ayrılma.” • M üslüm anın fıtratı baştan ayağa şefkattir. Dünyada onun elinden ve dilinden iyilik etm ek ve acım aktan başka bir şey gelm e­ m elidir. • Parm ağının ucu ile ayı ikiye ayıran Hazret-i M uham m ed, dünyaya rah m et olarak gönderilm iştir. Ve Cenab-ı Hak, o n u n ah­ lâkını azîm sıfatı ile vasıflandırmıştır. • Eğer o nu n m akam ından uzakta kalırsan sana bizim cemiye­ timiz içinde yer yoktur. • Sen ki bizim bahçem izde yetişmiş bir kuşsun; bizim gibi öter, bizim gibi konuşursun. • Eğer bir nağm en varsa yalnız başına terennüm etm e. Bizim bahçem izin dalından başka bir yerde ötme. • Hayat sermayesine m alik olan h er şey, kendine uymayan u n ­ surlar arasına düştü m ü ölür... • Bülbülsün, bahçelerde uç; bülbüllerle birlikte terennüm et. • Kartalsın, denizin dibinde yaşama; sahralarda öm ür sür. • Yıldız mısın? Kendi feleğinde parılda; o n u n haricine çıkma. • Nisan yağm urundan bir dam la alır, onu bahçede beslersen, • Baharın feyzi ile açılan gonca, onu şebnem gibi bağrına basar. • Büyüsü ile ağaçlarda tom urcuklar belirten seher; ışıklarıyla, • O n u n cevherinden ru tu b et u nsurunu çeker. O nu terkip eden unsurlardan uçup gitm e zevkini alırsan • Senin incin bir su dalgasından ve bu çalışma neticesinde el­ de edeceğin şey de bir seraptan başka bir şey olmaz. • O nu denize at ki inci olsun. Yıldızlar gibi titrek titrek parıl­ dasın. • D enizden uzak kalan nisan yağm uru damlası; çiğ danesi gibi bir çöpün üzerinde m ahvolur gider. • M üslüm anın temiz ham uru, parıltısını Hazret-i M uham ­ m e d ’in denizinden alan bir incidir.


• Nisan damlası isen o n u n kucağına atıl. O n u n denizinden in­ ci olarak çık. • Alemde güneşten daha parlak ol; ebedî bir n u ra sahip ol.” Milli66 hayat, gözle görülür bir m erkez ister. İslâm milletinin m er­ kezi Beytülharem (Kâbe)’dir.

• Hayat işinden bir düğüm çözeyim. Seni hayat sırlarından ha­ berd ar edeyim: • Hayatın işi gücü hayal gibi kendinden kaçmak, cihetten, m e­ kândan el etek çekmektir. • Böyle olduğu halde nasıl bu geç veya çabuk m efhum larının bulunduğu âlem e geliyor, onun vaktinin içinden yarın veya dün nasıl doğuyor? • Eğer gören bir göze m aliksen kendine bak. Ey habersiz, se­ nin benliğin dahi m ütem adiyen kaçm aktan başka bir şey değil­ dir. • Hayatın alevi, görünm eyen aydınlığını gösterm ek için kendi­ ni kendi dum anı ile perdeliyor. • Göz, o n u n yürüyüşünü sükûn görsün diye ırm ağının dalgası incide bağlandı. • O nun ateşi derin bir nefes aldı. Bu nefes lâle olup bir daldan kendini gösterdi. • Senin fikrin ham , anlayışın biraz ağır ve sakat. Renk uçuyor, sen o na gel diyorsun, ona h ü rm et ediyorsun. • Hayat, yuva yapan bir kuş değildir. O, renk kuşudur; sade bir uçuştur. • O, hem kafestir, hem hürdür, hem de nağmelerle feryad eder. • H er an kanadının uçuşu azalır, çaresini bulur ve h er an da arar. • Kendi işini kendi m üşküllere sokar, m üşküllerini gene kendi kolaylaştırır. 66 Millet kelimesinin asıl manası dinî topluluktur. Siyasî topluluğa ümmet denir.


• Salınışının zevki iki kat olsun diye ayağına çabuk olan hayat, çam ura saplanır. • O n u n şifaları derdinin içindedir. D ün gece ve yarın o n u n bu g ü n ü n d en doğar. • Hayat h er an müşkilât ortaya çıkarır. Fakat o müşkülleri ko­ laylıkla atlatır. H er an yeni bir şey yaratır; daim a işleri ter ü tazedir. • H er ne kadar koku gibi baştan ayağa kaçış ve dağılıştır; lâkin bir göğsü yurt edindi mi artık nefes olur. • İplerini kendi üzerine örer. Bir düğm e olur, kendi kendini düğüm ler. • O düğüm ün içinde bir tohum da olduğu gibi yaprak ve mey­ ve vardır. G özünü kendine açtı mı bir ağaç olur. • Su ve çam urdan bir elbiseye bürünür; el, ayak, göz ve gönül edinir. • Hayat, ten içinde gizlenir; lâkin cemiyetler vücuda getirir. • M illetlerin doğuşunda da bu usûl cereyan eder. Hayat, bir m erkezde teessüs ve teşekkül eder. • H alkanın merkezi, vücuttaki can gibidir. O nun çizgisi nokta­ sında gizlidir. • Bir kavmi bağlayıp nizam altına alan, bir m erkezdir. Hayatı­ nı devam ettiren o merkezdir. • Bizim sırrım ız ve sırdaşımız Beytülharem (Kâbe)’dir. Bizim derdim iz ve şifamız Kâbe’dir. • Nefes gibi o n un göğsünde besleniriz. Biz ten gibiyiz; o da tat­ lı canım ızdır. • Bizim bahçem ize tazelik ve taravet veren, onun çiğ danesidir. Bizim tarlam ız o n u n zemzemi ile sulanır. • O nun zerrelerinden güneşler parlar. O n u n fezasında güneş­ ler yuvarlanır. • O n u n davasına delil biziz. Biz İbrahim ’in burhanlarındanız. • Âlem de bizi yüksek bir şöhrete kavuşturdu. Kıdem âlemi bi­ zim vücuda gelişimizle (hududum uzla) nizam a girdi. • İslâm milleti, onu tavaf ettiği için aynı nefesi alan bir vücut gibidir. Güneşi göğsünün kafesine almış bir sabah gibidir. • O n u n etrafında toplanm ak mevzubahis olunca, senin çoklu­


ğun birlik teşkil eder. Senin kendine sahip olm an bu birlik bağı sayesinde olgun ve esaslı olur. • Sen bu ru h î bağ sayesinde yaşıyorsun. B unda devam edersen ebediyen yaşarsın. • Alem de üm m etlerin canı topluluktur. Bak, Kabe’nin sırrı da topluluktur. • Ey aydın kalpli M üslüman, Musa üm m etinin m anasından ib­ re t al. • O kavim, m erkezini kaybettikten sonra milleti birbirine bağ­ layan bağ koptu. • O peygam berlerin kucağında yetişip büyüyen; cüz’ ü küllün esrarına vakıf olan o kavme, • Felek, bir tokat attı. Hayat, bir kan haline gelip gözünden ak­ maya başladı. • O nun asm asının köklerinden su çekildi. T oprağında salkım söğüt dahi yetişmez oldu. • G urbete düşüp dilini kaybetti. Nağmesini, yuvasını kaybetti. • M um söndü; pervanesi inledi, feryad etti. O n u n m acerasını düşündükçe teessürden tir tir titriyorum. • Ey feleğin zulüm kılıcı ile vücudu yaralanan, ey vehim, zan ve tere d d ü t içinde bocalayan, • Gömleğini ihram yap, akşamının zerrelerinden bir sabah vü­ cuda getir. • Babaların gibi secdeye kapan, kendinden geç, öyle kendin­ d en geç ki baştan ayağa secde ol. • İlk M üslüman bir niyaz yarattı ve dünyayı birbirine katan bir naz m ertebesine erişti. • H ak yolunda yürüdü, ayağına dikenler battı, yaralandı. Ama sarığının köşesini bir gülistan haline getirdi. Hakîki cemiyet milli ideale sıkı sıkı sarılmakla vücut bulur. Mu­ ham m ed üm m etinin ideali tevhidi m uhafaza ve onu neşretm ektir.

• Sana kâinatın dilini öğreteyim. Hayat işleri h a rf ve lafızlardır. • M üşterek bir dava rabıtasıyla bağlanınca hayat berceste bir m atla olur.


• Bizi eğer dava m ahm uzlarsa atımız rüzgâr gibi gider. • Dava, hayatın bekasının sırrıdır. Hayat kuvvetleri civasınm bir araya gelmesidir. • Hayat, bir m aksat u ğ ru n a tevcih edilirse bu maksat bu âlem in im kânlarını zapt u rap t altına alır. • Kendini maksadı u ğ ru n a vakfeder. O nun için toplar, onun için seçer, o n u n için reddeder. • Kaptan sahile varmak için deniz üzerinde seyreder. Menzile varmak için yol yürünür. • Pervanenin gönlü yanm a zevki ile yaralıdır. O na çerağın et­ rafını tavaf ettiren yanm a zevkidir. • M ecnun eğer sahralarda avare dolaşıyorsa boşuna değildir. Leylâ’n ın m ahm ilini istiyor. • Bizim Leylâmız, şehre inerse artık sahralarda dolaşmayız. • H er işin içinde can gibi bir m aksat gizlidir. H er işin tarzını ve sayısını o tayin eder, (keyf ve kem) • Dam arlarım ızda dolaşan kan, davamızı elde etm ek için çalış­ tığım ızdan dolayı d aha süratli cereyan eder. • Hayat, o n u n harareti ile kendini yakar, lâle gibi içinde ateş toplar. • Dava, him m et ve gayret sazının m ızrabıdır. O, h er kuvveti k endine çeken bir m erkezdir. • Milletin elini, ayağını kım ıldatan odur. Yüz gözü bir bakış ha­ line o getirir. • Dava güzeli u ğ ru n d a divane bir âşık ol, pervane gibi bu m u­ m u tavaf et. • Kum ’lu şair,67 m ana m ızrabını ibrişime vurunca ne güzel bir nağm e vücuda getirmiştir: • “Yolcu, ayağından dikeni çekinceye kadar, m ahm il gözden kaybolur.” • Bir an gaflete düşersen, konak yerinden yüz fersah uzak ka­ lırsın. 67 "Ayağımdaki dikeni çıkarayım diye gittim. Mahmil gözden nihan oldu. Bir lâhza gaf­ lete düştüm. Yolum yüz yıl uzadı." (Melek-i Kumî)


• Âlem adındaki bu köhne kalıbın uzuvları, anasırın im tizacın­ dan vücuda gelmiştir. • Bir feryat yetiştirmek için yüzlerce kamışlık ekti. Bir lâle ye­ tiştirmek için yüz çem enin kanm a girdi. • Senin gibi bir nakış vücuda getirm ek için nice nakışlar yaptı ve atıp kırdı. • Can tarlasına ne feryatlar ekti de nihayet bir ezan nağmesi­ nin saadet ve h u zu runu duydu. • Bir m ü dd et h ü r insanlarla savaştı, haksız m ütegallibe ile uğ­ raştı. • Nihayet iman tohum unu toprağa ekti ve senin dilinle kelime-i tevhidi okudu. • Âlemin devirlerinin m erkez noktası “Lâ ilâhe illallah”tır. Dünya işinin sonu “Lâ ilâhe illallah”tır. • Çarh o n u n kuvveti ile dönüyor. Güneş, onun kudreti ile var­ lığını m uhafaza ediyor, parlıyor. • Deniz, o n u n kudreti ile inci yarattı. O nun kudreti ile deniz dalgalandı. • Toprak, o n u n rüzgârının dalgası ile gül haline gelir. Bir avuç

tüy, o n u n yakışı ile bülbül olur. • O n u n yakışı asm anın dam arlarında alevler dolaştırır. O nun yakışı aslen topraktan yapılan şişeyi parlak hale getirir. • Varlık sazında onu n nağm eleri uyur. Varlık sazı, ey m ızrap vuran, seni arıyor. • V ücudunda kan gibi yüzlerce terennüm cereyan ediyor. Kalk on un teline bir m ızrap vur. • Tekbirde, senin varlığının sırrı gizlendiği için senin m aksu­ dun “Lâ ilâhe illallah”ı m uhafaza ve neşirdir. • Eğer M üslümansan âlem den Hak tekbiri kalkmasın diye da­ im a uğraş, durm a. • Kur’ân-ı Kerim ’deki ayeti bilmiyor musun? Sana Cenab-ı Hak “âdil üm m et” diye hitap etmiştir. • G ünlerin, zam anın çehresi senin varlığında şeref ve taravet kazanmıştır. C ihanda kavimlere adalet tevzi eden sensin.


• İnce idrâk sahiplerine hitap et. O nlara bir üm m înin (Hazreti M uham m ed’in) ilim lerinden hab er ver. • Öyle bir üm m î ki o n u n sözlerine heva ve heves, bâtıl karış­ mam ıştır. O sözler tertem izdir. O n u n sözlerinde hata yoktur.68 • O, kâinatın nabzını ele alınca hayatın nizam ve tekevvünü­ n ü n sırlarını açıkça ortaya döktü. • Bu çem endeki lâlelerin elbisesinden eski pislikleri yıkadı, te­ mizledi. • C ihanda hayat, o nun dinine tâbi olm akla kâbildir. O n u n vaz’ ettiği kanunlara uymayanın yaşaması imkânsızdır. • Ey koltuğunda o n u n kitabını taşıyan insan, derhal onun em ­ rettiği işleri yapmaya başla. • İnsan fikri puta tapar, p u t yapar; h er zaman bir p u t arar. • Gene ortaya bir Azerlik (put yapıcılık) usûlü atıldı. Yeni bir Allah heykeli yontuldu. • Bu put, kan dökm ekten zevk u safa bulur. Bu putun adı renk, m ülk ve neseptir. • İnsanlık bu değersiz p u tu n ayağı dibinde koyun gibi boğaz­ landı. • Ey sen ki, İbrahim H alilullâhın şişesinden şarap içmişsin; sen ki Halilullâhın şarabı ile kanına hararet vermişsin. • Bu hak libasına b ürünm üş bâtılın başına “Lâ m evcûde illâ H û (H ak’tan başka m evcut yoktur) ” kılıcını vur. • Bu günlerin, zam anın karanlığı içinde bir görün, sana tam ve kâmil olarak gelen şeyi bü tün âlem e yay.69 • D ünyanın fahr ü şerefi olan Hazret-i M uham m ed kıyamet g ünü n d e sana, • H ak sözünü bizden aldın; o halde niçin diğerlerine bu haki­ katleri ulaştırm adın, dediği zaman senin halini göz ö n ü n e getirip utancım dan tir tir titriyorum.

68 "Tulu' ve gurûb eden yıldızlar hakkı için arkadaşınız Muhammed asla dalâlete düşme­ di ve hata etmedi. O, heva-yı nefsinden söz söylemez." (Necm, 53/1-2-3) 69 "Bugün sizin dininizi kemale erdirdik ve size olan nimetimizi tamamladık." (Maide, 5/3)


Millî hayatı genişletm ek, âlem i tanzim eden kuvvetleri ele geçir­ m ekle olur.

• Ey sen ki görünm eyen bir şeyle sözleşmişsin ve sel gibi sahil kaydından kurtulm uşsun. • Bu gülistanın toprağından fidan gibi yüksel; gaibe gönül bağ­ la ve hazır ile m ücadele et. • H azırın varlığı gaybı tefsir eder. O, gaybı elde etm enin m u­ kaddim esidir. • Mâsiva, yani hazır ele geçirilm ek için yaratılmıştır. O n u n göğsü oklara h ed ef olarak arz edilmiştir. • Hak, “kün (ol) ” em rini verince mâsiva zuhur etti. Maksat, se­ nin okunun fildişini dahi delip geçm esini sağlamaktır. • İp, düğüm düğüm olm alıdır ki çözm enin zevki belirsin. • Gonca mısın? K endinden bir çem en vücuda getir. Çiğ dane­ si misin? Güneşi teshir et. • Senden güzel, m uhteşem işler zuhura gelebiliyorsa, bir sıcak nefesle bu kardan yapılmış arslanı erit. • Duygularımıza hitap eden şeyleri teshir eden insan, bir zer­ reden bir âlem vücuda getirm iş olur. • O ku ile m eleklerin sinesini paralayan, evvelâ A dem ’i ele ge­ çirip atının terkisine astı. • Evvelâ hissedilebilen şeylerin düğüm ünü çözdü. Var olan şeyleri teshir etm ekle him m etini, kudretini denedi. • Dağ, ova, çöl, deniz, kara... Bunlar görebilen insanın gözü ö nün d e bir öğrenm e vasıtasıdır. • Ey afyon çekip uykuya dalan, sen bu sebepler âlem ine, yani mâsivaya alçak vasfını veriyorsun. • Kalk, m ahm urlaşm ış gözünü aç; bu varlığa m ecbur ve m ah­ kûm olan âlem i alçak telâkki etm e. • Bu âlemin varlığının gayesi, Müslümanın bütün melekâtıyla za­ tını genişletmektir. Müslüman, nelere muktedirdir, onu denemektir. • Senin vücuduna dünya kılıcını vuruyor ki teninde kan oldu­ ğunu göresin. • K udret taşı ile göğsünü yarala da kem iğindeki m ukavemeti dene!


• Cenab-ı Hak, cihanı iyilerin hissesi telâkki ederek o nun tecel­ lisini m üm inlerin gözlerine hasretti. • Bu cihan, bir kervanın geçit yoludur. Bu cihan m üm inin im an parasının ayarıdır. • Sen on u elde et, o seni ele geçirm esin; seni şarap gibi testisi­ ne aktarm asın. • Senin, adım ları asum an kadar geniş olan tefekkür D üldülün papağan kanadıdır. • Hayat ihtiyacının sürdüğü bu Düldül, yeryüzünde olduğu halde ona felekleri dolaştırıyor. T a ki; • Bu kâinat nizam ında âmil olan kuvvetleri teshir ederek senin bilgilerini tamamlasın. • Dünyada Adem hakkın nâibidir. Dünyadaki unsurlar üzerin­ de o n u n hükm ü kuvvetle cereyan eder. • Senin dar fikrin ve ru h u n bu dünyada genişler. İşlerin bu dünyada kıvama gelir, kem ale erer. • Rüzgâr, üzerine bin; yani bu devenin boynuna yuları tak. • Elini dağların kanı ile boya; denizden ırm ak ırm ak inci parıl­ tısı çıkar. • Bir feza içine yüzlerce cihan sığdırılmıştır. Zerrelerde güneş­ ler gizlidir. • Dünya ışığı ile görülm eyeni görülür hale getir, idrâk edilm e­ miş sırları açıkça ortaya çıkar. • G üneşten ışık al; gökyüzünü aydınlatan şimşeği yerdeki sel­ den istihsal et. • Felekte yerleşmiş, vatan tutm uş olan sabit ve seyyar yıldızlar; o eski kavimlerin Allah telâkki ettikleri yıldızlar, • Ey zengin efendi; bütün bunlar senin cariyelerindir, senin hizm etkârlarındır; em rini bekleyen kulağı halkalı kölelerindir. • Araştırm anı, tetkikini iyi düşünerek tedbirli ve usûlü daire­ sinde harek et ederek yap ve enfüs ü afaki ele geçir. • G özünü aç ve eşyaya bak. Şarap perdesinin altındaki neş’eyi gör. • Bu suretle eşyanın hikmet-i vücudunu idrâk eden âciz, kud­ retlilerden baç alacak bir m ertebeye yükselir.


• Varlığın zahirî şekli altında m ana vardır. Bu eski saz, nağm e yaratm aktan âciz değildir. • Eğer onu akıl ve idrak ile çalar ve kendilerini m ızrap gibi ona vururlarsa, bu saz, şimşekler gibi yüksek ahenk yaratır. • Sen ki, A llah’ın “bak” diye hitap ettiği varlıksın. Niçin bu yol­ dan körler gibi yürüyüp geçiyorsun? • Kendini aydınlatm asını bilen, bu sırra m ahrem olan katre; asm ada şarap, gül üzerinde çiğ danesi olur. • Denize düştü m ü inci olur. Ve cevheri yıldızlar gibi parıldar. • B ahar rüzgârı gibi güllerin üzerinden geçip gitme, gülistanın m anasına dal. • Kâinattaki eşya üzerine idrâk kem endini atan insan, şimşeği ve harareti kendine râm edip üzerlerine biner. • Sözü bir kuş gibi pervaz ettirir, m ızrap vurm adan sazı teren­ nüm e getirir.70 • Ey hayatın sarp yollarını topal eşekle aşmak isteyen, hayat m ücadelesinin m üşküllerini düşünem eyen insan, • Yoldaşların konak yerine varıp m ana Leylâsını m ahm ilinden indirdiler. • Sen, M ecnun gibi sahralarda avare dolaşıyorsun; yaralısın, geri kalmışsın, çaresizsin. • “Esma ilm i”, adem in şeref ve itibarıdır. Eşyanın hikm etini id­ râk, adem in içine sığındığı bir kaledir. Milli hayatın kemali, m illetin de fe rt gibi benlik hissini duymasmdadır. Millî rivayetlerin zaptedilm esi bu duyguyu doğurur ve ke­ male eriştirir.

• Ey iyi görebilen insan, bir çocuğu elbette görm üşsündür. O, kendi m anasından bihaberdir. • Uzağı, yakını o kadar tanımaz, tefrik edem ez ki gökteki ayın dizginini eline alm ak ister. • O sade anasını tanıyan, ona tapan yavru, h er şeye yabancıdır. Sadece ağlar, süt em er ve uyur. O bu üç şeyle sarhoştur. 70 Mirza Calib'in şiirini, lâfızlarını değiştirerek almıştır.


• Kulağı, seslerin ahengini kavramaz. O n u n nağmesi zincirle­ m e bir gürültüdür. • Fikirleri henüz sade ve b ik ird ir. Sözü inci gibi saf ve temiz­ dir. • İdrâkinin sermayesi araştırm adır. Daima sorar: Niçin, nasıl, ne zaman, nerede? • Düşüncesi daim a şunun, b u n u n intibaını alır. İşi gücü başka şeyi aram ak, başka şeyi görm ektir. • Eğer birisi arkadan gelip onun gözlerini kapayıverirse çok ca­ nı sıkılır. • Zam anın havasında yeni avlanmaya başlamış bir şahin gibi kanat açan ham tefekkürü, • Bir m ü d d et avların peşinde koşturduktan sonra onu kendi benliğine dönd ü rü r. • T a ki fikirlerinin alevlenmesiyle idrâkinin m aytabından gül­ ler saçsın; • O n u n artık h er şeyi kavrayabilen gözü kendine çevrilsin; göğ­ süne elini vurarak “b e n ” desin. • Hatırası o na kendini, benliğini tanıtır; dün gecesini yarına bağlar ve b u n u hafızasında saklar. • O n u n günleri bu altın ipliğe inci gibi birbirini takip ederek dizilir. • H er ne kadar h er an o n u n m addesi, bünyesi azalır ve çoğa­ lır. Lâkin gönlü “ben ne idiysem oyum ” der. • İşte bu yeni doğan “b e n ” hayatın başlangıcıdır. Hayat sazının uyanış nağm esidir. • Yeni doğm uş bir millet, henüz anasının kucağında bir çocuk gibidir. • K endinden habersiz bir çocuk gibidir. Toz, toprak içinde bir inciye benzer. • Yarını bu g ü n ü ne bağlı değildir. Ayağında gece ve gündüzün halkaları yoktur. • Varlık gözünün başkasını gören fakat kendini görem eyen göz bebeği gibidir. • Benlik ip ucunu elde etmek için ipinden yüzlerce düğüm çözer.


• Hayat gailesine hararetle atılınca onda bu yeni şuur artık d e­ ğişmez. • Bu yeni şuura birçok şekiller girer, çıkar ve o bunlardan ken­ di sergüzeştini vücuda getirir. • G ünlerinin birbiri arasındaki rabıtayı koparan insanın idrak tarağının dişleri dökülür. • Bu sergüzeştler şuurun beyaz sahifesini doldurup kararttıkça m illet m efhum u aydınlanır. O nu yad ederek kendini tanır. • Eğer bu sergüzeşt hatırından çıkarsa tekrar yokluğun içine düşüp kaybolur. • Ey âkil insan; senin varlığının nüshasını şirazeleyen, günlerin birbirine bağlanm asıdır. • Bu günlerin birbirine bağlanması, bizim için dikilen bir göm lektir ki, onu diken iğne, eski rivayetlerin muhafazasıdır. • Ey kendine yabancı insan, tarih dediğin nedir? Bir destan, bir hikâye, bir masal. • Bu, sana kendini tanıtır. Seni iş bilen ve tuttuğu yolda yürü­ yebilen bir insan haline getirir. • T arih, ru h u n ku dret sermayesidir. Millet vücudunda sinirler m esabesindedir. • O, bir han çer olan varlığını evvelâ bileği taşına vurur ve son­ ra seni kâinata havale eder. • O can veren ne güzel bir sazdır ki geçip giden nağm eler, onu n teline esir olup kalmıştır. • O n un yanışında sönm üş alevleri gör. D ünü bugünün kuca­ ğında seyret. • O n u n m um u üm m etler bahtının yıldızıdır. O nunla bu gece ve dü n gece aydınlanır. • O, öyle keskin bir gözdür ki maziyi görür ve maziyi tekrar gö­ zünün ö nünde canlandırır. • O n u n şişesinde yüz senelik şarap vardır. O nun şarabında ge­ çen senelerin sarhoşluğu vardır. • O öyle bir avcıdır ki, bizim bahçem izden uçan bülbülü kur­ duğu tuzağa düşürür.


• Tarihini zaptet ve ebedî ol. U çup gitmiş nefeslerden hayat kazan. • D ünü bugüne bağla ki hayat, eline alışmış bir kuş gibi olsun, senden uçup gitmesin. • G ünlerin ipini ele geçir. Yoksa gündüzleri hiçbir şey görm e­ yip geceye taparsın. • Senin halini mazi vücuda getirir. H alinden de istikbalin doğar. • Eğer zeval bulm ayan bir hayat istersen mazi ile hal ve istikbal arasındaki ipi koparma. • Hayat d en en şey bu zincirleme idrakin dalgasıdır. Şarap içenler için hayat, şarabın dökülürken çıkardığı “kulkul” sesidir. Analık nev’in bekasını tem in eder. Anaya hürm et ve b u müesseseyi korum ak M üslüm anlık icabıdır.

• Erkeğin sazını terennüm e getiren kadın m ızrabıdır. Erkeğin şeref ve kıymeti ona niyaz ettikçe, ona m uhtaç olduğunu idrak et­ tikçe iki misli artar. • Erkeklerin çıplaklığını ö rten kadındır. Aşkın gömleği, gönül alan güzelliktir;71 • Hak aşkı, o n u n kucağında beslenip gelişir. Bu nağm e; onun sessiz m ızrabından doğar. • Varlığı ile kâinatın övündüğü Hazret-i Peygamber, o n u bizim dünyam ızda sevdiği üç şey arasında zikir buyurm uştur: Namaz, güzel koku ve kadın. • O nu bir hizm etkâr telâkki eden M üslüman, K ur’a n ’m hik­ m etinden zerre kadar hisse alamamıştır. • Eğer iyice dikkat edersen analığın insaniyet için bir rahm et olduğunu görürsün. Zira onun Peygamberlikle m ünasebeti vardır. • Ana şefkati peygam ber şefkatidir. Ana şefkati m illetlerin ka­ rakterini resm eder. • Analık, bizim bünyemizi olgunlaştırır. O nun yüzünün hatla­ rın d a bizim kaderim iz yazılıdır. 71

"Onlar size libas ve siz onlara libassınız." (Bakara, 2/187)


~0k8l

m u h a m m e d İkbal

136

• Eğer kelim elerin derin m analarına nüfuz edebilirsen “üm ­ m et” sözünde çok incelikler bulabilirsin. (Ü m m et, kelim esinde üm , ana kelimesi vardır.) • “Kün fek ü n ” sözünden (yaradılıştan) asıl m aksud olan Hazret-i Peygamber, “C ennet anaların ayakları altındadır” buyur­ m uştur. • Millet, ancak anaları tekrim ve tazim etm ekle vücut bulur. Yoksa hayat işi ham kalır. • Hayat yürüyüşüne hararet veren, analıktır. Hayat sırlarını o bize keşfeder. • Irm ağım ızın kıvrımları, dalgası, girdabı, hababı h ep analık­ tandır. • O cahil köylü kızı, o bodur, şişman, asaletsiz, • Yontulmamış, terbiye görm em iş, görüşü kıt, söz sohbet bil­ mez, o basit köylü kızı, • G önlü analık acıları ile m ustarip, gözlerinin etrafını m or bir halka sarmış, • Millet, eğer böyle bir kadının kucağından gayretli ve H akk’a tapan bir M üslüman elde ederse, • O n u n bu acıları bizim varlığımızı kuvvedendirir. O nun bu gecesi bizim sabahımızı aydınlatır. • Bir de ince, nazik yapılı bir kadın göz önüne getirin. Bakışın­ da m ahşerler kaynaşıyor. • Fikri garp m edeniyetinin ışığı ile nurlanm ış; şeklen kadın fa­ kat hakikatte kendisinde kadınlıktan eser yok. • G özünden dökülen işveler, M üslüman m illetini birbirine bağlayan bağları koparıyor; • Hürriyeti, küstahlık ve fitne doğuruyor, utanm ak nedir bil­ miyor, • Bu bilgili kadın, ana olm ak yükünü çekemiyor. Gecesinin üzerinde bir yıldız parlamıyor. • Bizim bahçem izde böyle bir gül bitmese daha iyi. Milletin eteğinden bu yara yıkansın daha iyi. • Yıldızlar kadar sayısız m üm inler, zamanın karanlığı içinde gözleri kapalı duruyorlar.


• H enüz yokluktan varlığa adım atm am ışlardır, henüz bu key­ fiyet ve kemmiyet dünyasının haricindedirler. • Bizim bugün görünm eyen o tecellilerimiz, bizim bugünkü varlığımızın karanlığı içinde gizlidir. • O nlar henüz bir gül yaprağına konm am ış bir çiğ danesine, bahar rüzgârının henüz yaralam adığı goncalara benzerler. • İşte bu zuhura gelmesi im kân dahilinde olan lâle tarlaları anaların bahçesinden yetişir. • Ey görüşü kuvvetli insan, bir milletin sermayesi para, kumaş, gümüş, altın değildir. • O n u n asıl malı ve sermayesi sıhhatli; taze ve kudretli dim ağa sahip, çok çalışkan, cevval ve çevik evlâtlardır. • Kardeşliğin ince m anasını koruyan analardır. Kur’a n ’ı ve milleti kuvvetlendiren analardır. Kadınların ulusu Hazret-i Fâtım atüzzehra İslâm kadınlarına m ükem m el bir örnektir.

• Meryem, yalnız İsa’nın anası olduğu için azizdir. Hazret-i Fâtım a ise üç cihetten azizdir. • Alem lere rahm et olan ve evvel ve ahir âlem e gelen bütün in­ sanların kendisine tâbi oldukları Hazret-i M uham m ed’in gözü­ n ü n n u ru d u r. • O Hazret-i M uham m ed ki dünyanın bedenine yeni bir can verdi, yeni bir din yarattı. • Sonra “Hel etâ”72 tacını başına giymiş olan Hazret-i Ali’nin, o m üşkülleri halleden A llah’ın arslanının zevcesidir. • Hazret-i Ali öyle bir padişahtır ki sarayı bir kulübe, bütün m a­ lı m ülkü bir kılıç ve bir zırhtan ibarettir. • Sonra biri aşk pergârının merkezi, diğeri aşk kervanının ba­ şı olan iki kardeşin annesidir. • Birisi (Hazret-i H aşan) Kâbe yatak odasının m um u, üm m et­ lerin hayırlısı olan İslâm cemiyetinin koruyucusudur. 72 "İnsanın üzerinden, henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı uzun bir süre geçmedi mi?" (İnsan, 76/1)


M U H A M M E D İKBAL

• Tek, h arp ve kin ateşi sönsün diye taca ve hakim iyet yüzüğü­ ne tekm e vurm uştur. • Diğeri ise (Hazret-i Hüseyin), cihanın en iyi insanlarının efendisi, cihan h ü r ve asillerinin kolunun kuvvetidir. • Hayat teren n ü m ü n dek i sûziş, Hazret-i Hüseyin’dendir. H ak ehli hürriyeti Hüseyin’den öğrenm iştir. • O ğulların ahlâk ve seciyesi, analarından gelir. Sadakat ve te­ mizlik cevheri analardan gelir. • M üslümanlık tarlasının m ahsulü olan Hazret-i Fatıma, anala­ ra m ükem m el bir örnektir. • Bir m uhtaç karşısında o kadar içi yanmıştı ki, çarşafını bir Yahudiye satarak o ihtiyacı karşılamıştı. • M elek de, şeytan da o nun em ri altında idi. H er işte kendi ar­ zusunu değil, zevcinin rızasını düşünür ve o yolda h areket ederdi. • O sabırlı ve daim a hakkın em ri dahilinde o n u n rızasını elde etmeye çalışan Hazret-i Fâtıma, bir taraftan değirm en d ö n d ü rü r­ ken bir taraftan K ur’an okurdu. • Gözyaşları yastığa akmazdı. Namazın eteğine inciler saçardı. • Cebrail, o n u n gözyaşını yerden toplayıp çiğ danesi gibi yük­ sek arşın üzerine serperdi. • Ayağında zincir, hak dininin bağı idi. Hazret-i M uham ­ m ed’in ferm anını m uhafazadan başka bir şeyle mukayyet değildi. • Yoksa o n u n türbesini tavaf eder mi idim, m ezarının üzerin­ de secdelere kapanır m ı idim. M üslüman kadınlara hitap

• Ey örtüsü, bizim nam usum uzun perdesi olan M üslüman ka­ dın! Senin parıltın bizim fanusum uzun sermayesidir. • Senin tem iz yaradılışın; bize H akk’ın bir rahm etidir. Dinin kuvveti, m illetin tem elidir. • Çocuğum uz sütten kesilir kesilmez, ona evvelâ “Lâ ilâhe illallâlı’ı” sen öğrettin. • Senin m uhabbetin, bizim tavrımızı,-fikrimizi, sözümüzü, işi­ mizi tanzim eder.


• Senin b u lutunda yerleşmiş olan bizim şimşeğimiz; dağlarda çaktı, sahralarda koştu. • Ey hak dini nim etlerinin kendisine em anet edildiği İslâm ka­ dını! H ak dininin yanan aşkı senin nefeslerindedir. • B ugünkü devir, m üraî; dışı süslü, içi çirkin ve hilekârdır. O nun kervanı, din m alının yolunu vurur. • O nun anlayışı kördü r ve A llah’ı tanımaz. Ancak insaniyet vas­ fından tecerrü t ed enler onun zincirine bağlanm ışlardır. • Gözü küstah ve pervasız bakar. Kirpiklerinin pençesi bir ya­ kaladı mı bir d ah a bırakmaz. • O na avlanmış olan kendini h ü r sanır. O nun eliyle ölen ken­ dini diri sanır. • Cemiyetin fidanına su veren sensin. Milletin sermayesini m u­ hafaza ed en sensin. • T icaretinde kâr ve zarar düşünm e, babalarının yolundan zin­ h ar ayrılma. • Hayat, felek çok haşin ve kudretlidir. Buna karşı daim a uya­ nık olarak evlâdarını yetiştir. • D aha kanat açmayan bu çem en evlâtları, yuvalarından uzak düşm üşlerdir. • Senin yaradılışının ulvî cazibeleri vardır. Âkilâne h areket et, Hazret-i Fâtıma, M üslüman kadını için bir örnektir. O ndan gözü­ nü ayırma. • T a ki senin dalın da bir Hüseyin meyvesi versin; gülistan es­ ki mevsimi getirsin. Ihlâs sûresinin tefsiri hususunda Mesnevi’deki bahislerin hulâsası Kul hüvallâhü ehad

• Bir gece Hazret-i Ebubekir’i rüyada gördüm . O n u n yolunun toprağından gül derdim . • Efendim iz Hazret-i M uham m ed’in, hakkında hadisleriyle si­ tayişlerde b ulunduğu Hazret-i E bubekir’i, bizim Tur-ı Sina’m ızın o ilk Kelîmini,


■ pSSST

UO

m u h a m m e d İk b a l

• O, him m eti m illet için bir bulut kadar feyizli ve bereketli olan Hazret-i E bubekir’i gördüm . Ebubekir, İslâmiyet’i kabulde ikinci idi. M ağarada Peygamberimizin yanında ikinci olarak o var­ dı. Bedr gazasında o ikinci idi. Peygam berimizden sonra kabre o girmişti. • O n a dedim : “Ey aşk hususunda seçkinlerin en seçkini, senin aşkın aşk divanının m atlaıdır. • İşimizin temeli, senin elinle olgunlaştı. Bizim ıstırabımıza ça­ re nedir, söyle” • Dedi ki: “Ey hevese esir olan, sure-i ihlâstan feyiz al, • Yüzlerce göğüsten tek nefes çıkaran bu sûre, tevhid sırların­ dan bir sırdır. • O n u n rengine boyan; o n u n gibi olursun. C ihanda onun gü­ zelliğinin bir in ’ikâsı haline gelirsin. • Sana M üslüman adını veren, seni ikilikten birliğe götürm üş­ tür. • Kendine Türk, Afgan adını vermişsin. Yazık sana ki olduğun yerde kalmışsın; bir adım ileri gidememişsin. • Müsemmayı isimden kurtar. K adehlerden geç, küp ile meş­ gul ol. • Ey sen ki, bir ad yüzünden rezil rüsva olm uşsun; aynı şeye ay­ rı ayrı ad vererek, onları birbirinden tefrik ederek ham bir fikre kapılmışsın. • İkilikten geç; biri bul ve onunla m e’lûf ol. Birliğini parça par­ ça etm e. • Ey bire tapan, ona hizm et eden, ne zam ana kadar ikilikten ders alıp duracaksın? • Sen, kendi kapını kendi üzerine kapamışsın. D udağında da­ im a tekrar ettiğin şeyi ru h u n la ve gönlünle hisset. • Bir m illetten yüz m illet çıkardın. Kendi kalene kendin gece baskını yaptın. • Bir ol ve tevhidi göze görü n ü r hale getir. Birlik bir fikir ha­ lindedir, gözükmez, gaiptir; sen onu hareketinle var hale getir. • Ebedî hayatın sırrını istiyorsan gel; hem yeri, hem de göğü istiyorsan gel.


• İm ana uygun işler, ibadetler im anın zevkini arttırır. T atbikat haline gelm eyen im an ö lü d ü r.” Allahü ’s-samed

• Eğer A llahü’s-samed hükm üne gönül bağlamışsan sebeple­ rin h u d u d u n d an dışarı çıkmışsın dem ektir. • H akk’ın kulu, sebeplerin kulu değildir. Hayat, bir dolabın dönüşü değildir. • M üslümansan H ak’tan gayrıya m uhtaç olma, dünya insanla­ rı için baştan aşağı hayır ol. • Zenginin h u zu ru n d a felekten şikâyet etm e. Elini yeninden dışarı çıkarma. • Ali gibi arp a ekm eği ile kifaf-ı nefs et. M erhabın boynunu ko­ parır, H ayber’i fethedersin. • Kerem ehline m innettar olmaya sebep ne? O nlardan evet ve­ ya hayır neşterini niçin yiyorsun? • Alçakların elinden rızık alma. Sen Yusuf sun; kendini ucuz telâkki etm e. • Karınca, hem de kanatsız karınca dahi olsan Süleyman’a ih­ tiyaç arz etm e. • Yol güçtür; servet peşinde koşma. C ihanda h ü r yaşa ve h ü r olarak öl. • Dünya m alından az şey ile iktifa et, sözünü teşbih gibi dilin­ den düşürm e, tâ ki “h ü r yaşarsın” sermayesini elde edesin.73 • Elinden geliyorsa kimya ol; çam ur olma. C ihanda zengin ol, dilenci olma. • Ey Bû Ali’n in 74 makam ve derecesini bilen insan, sana onun kadehinden bir yudum sunayım: • “Keykâvus tah tına bir tekm e vur, başını ver, nam usunu ver­ m e.” • Kadehi boş olduğu halde kimseye m in n et etm eyen insanlara m eyhane kapısı, kendi kendine açılır. 73 "Aklil mine'd-dünya, taiş hürra" (Hazret-i Faruk). 74 Ebu Ali Kalender.


• İslâm ların büyüğü, halifesi H arun Reşîd ki, Rom a İm parato­ ru o n u n kılıcının tadını tatmıştı. • Malik (ra )’e dedi ki: “Ey milletin efendisi, ey kapısının top­ rağı ile m illetinin yüzünü aydınlatan! • Ey hadis gülzarının bülbülü, senden hadis sırlarını öğren­ m ek istiyorum. • La’l gibi kıymetli taş ne zam ana kadar Yemen’de perde arka­ sında kalacaktır. Kalk, hilâfet m erkezine gel, yerleş. • Irak’ın gündüzleri ne kadar parlaktır. Irak’ın güzelliği gözle­ ri hayran eder. • O n u n asm asından ab-ı hayat dam lar. O n u n toprağı İsa’nın yarasına m erhem dir...” • Mâlik cevap verdi: “Ben Peygam berimiz M uham m ed M usta­ fa’nın kölesiyim. R uhum d a o n u n sevdasından başka duygu yok­ tur. • Ben ki, o n u n atının terkisine asılmış bir avım, o n u n temiz harim inden ayrılmam. • M edine toprağını öperek hayat buluyorum . Benim gecem, Irak’ın gündü zü n d en d ah a güzeldir. • Aşk bana, benim ferm anım a tâbi ol; padişahlara dahi hizm et etm e, diyor. • Sen, bana efendi olm ak istiyorsun. H ür kula efendi olmak is­ tiyorsun. • Sana ders verm ek için kapına gelm em i istiyorsun. Millet hiz­ m etkârı sana kul olmaz. • Eğer din ilm inden bir şeyler öğrenm ek istiyorsan; gel, talebe­ lerim in arasına katıl.” • Kimseye m uhtaç olmayan insanın çok nazları vardır. O nun nazı çok, pek çoktur. • M uhtaç olmamak, H akk’ın rengine boyanmaktır; göm leğin­ deki gayr rengini yıkayıp mahvetm ektir. • H ak’tan gayra ait olan bilgileri öğrenip biriktirdin; yüzünü onu n allığı ile parlattın. • O bilginin sana verdiği şekilden bir kıymet alıyor m usun? Ben bilmiyorum, sen sen misin, yoksa bir başkası mısın?


• O n u n rüzgârı, senin toprağını kısırlaştırdı; feyizden m ahrum etti. O toprağın kucağında gül ve reyhan yetişmiyor. • Kendi elinle kendi tarlam harap etm e; o n u n bulutundan yağm ur dilenm e. • Senin aklın H ak’tan gayra ait fikirlerin esiri; boğazındaki n e­ fes gayrın telinden çıkıyor. • Söylediğin sözler eğreti, gönlündeki arzular eğreti, • K um rularının nağm eleri eğreti, servilerinin kaftanları eğreti. • Kadehini tutup başkalarından şarap istiyorsun. O kadeh da­ hi senin değil; başkalarından borç almışsın. • O bakışı “Ma zâge’l-basar”75 sırrına m azhar olan Hazret-i M uham m ed, üm m etine avdet ederse, • O nu n m um u, pervaneyi iyi tanır ve kendinden olan ile ya­ bancıyı iyi ayırt eder. • O Efendimiz, sen ben den değilsin, derse eyvah bize, eyvah bize... • Ne zam ana kadar yıldızlar gibi yaşayıp varlığını seher vakitle­ rinde kaybedeceksin? • Fecr-i kâzip seni aldatmış, felekten uğrayıp çıkmışsın. • Kendine iyice bir bak; sen güneşsin, başka yıldızlardan ışık satın alma. • G önlüne gayrın nakşını yazdın. Kimyayı kaybettin. Şimdi on u n yerine elinde bir avuç toprak var. • Ne zam ana kadar başkalarının ışığı ile parlayacaksın; başka­ larının şarabından sarhoşsun, ayıl. • Ne zam ana kadar bir meclisin m um u etrafında d önüp dola­ şacaksın, eğer gönlün varsa onu kendi ateşinle yak. • Bakış gibi kendi perdelerinin içinde kal. Ve yerinden kımıl­ dam adan istediğin yere uç. • Ey akıllı insan, cihanda su kabarcığı gibi ol, kendi içine ya­ bancı sokma. • Fert, kendini iyi tanırsa fert olur. Kavim ancak kendi benlik âlemi içinde yaşarsa kavim olur. 75 "Hazret-i Muhammed'in nazarı, gördüğü şeyden meyletmedi ve sağına soluna teca­ vüz etmedi." (Necm, 53/17)


M U H A M M E D İKBAL

• Hazret-i Peygamberin getirdiği şu haberi öğren: Dinsiz ve im ansızlardan yüz çevir; onlardan uzaklaş. Lem yelid ve lem yûled

• Senin milletin renk ve kan m efhum larından çok yüksektir. Bir siyahinin değeri yüz kızıldır. • K anber’in abdest suyundan bir katresin. Lâkin Kayser’in ka­ nın d an d aha değerlisin. • Baba, ana, am ca gibi şeyleri düşünm e. Selman-ı Farisî gibi İs­ lâm evlâdı ol.76 • Ey akıllı dostum , balı petek yuvalarında gör de bundaki ince manayı anla. • O bal, kırmızı lâleden alınm ış bir katre; şehlâ nergisten bir katredir. • Fakat bu dem iyor ki ben nergisten alındım , o dem iyor ki ben nilüferden toplandım . • Bizim milletimiz İbrahim ’in peteğidir. Balımız, İb rahim ’in im anıdır. • Eğer soy sopu m illet m efhum unun bir cüz’ü sayarsan, kar­ deşlik işini ra h n ed ar edersin. • Bizim toprağım ızda sen kök tutamazsın. Zira düşüncen, he­ nüz M üslüman olmamıştır. • Aşk çerağını yakan İbni Mesud, cismi, canı baştan aşağı aşk ile yanan o, • Kardeşinin ölüm ü ile ciğeri yanarak ağladı; bu ateş ile kalbi eridi. • Gözyaşları bir türlü dinm iyordu. O ölüm ün acısı ile analar gi­ bi m atem ediyor, diyordu: • “Yazık o H akk’a niyaz ile meşgul olan M üslümana; niyaz m ektebinde ders arkadaşım olana yazık! • Peygamber aşkı yolunda bana arkadaş olan o servi boyluma yazık! 76 Selman-ı Farisî'ye nesebini sordukları zaman, Islâm oğlu Selman, derdi.


• Yazık, o şimdi Peygam berin huzurundan m ahrum kaldı, ben ise o n u n didarı ile gözüm ü nurlandırıyorum .” • Biz, Hicazlı Sevgiliye gönül vermişiz. Bizi birleştiren budur. • Yalnız o n u n sevgisi bizi birbirim ize bağlamaya kâfidir. Gözü­ m üze o n u n şarabının keyfi kâfidir. • O şarabın sarhoşluğu kanım ıza kadar işlemiştir. O, eskiyi ya­

kıp m ahvetmiş ve yeniyi yaratmıştır. • O n u n aşkı topluluk sermayesidir. Kan gibi m illetin dam arlarındadır. • Aşk canda, soysop bedendedir. Aşk bağı soysop bağından da­ h a kuvvetlidir. • Aşk adam ı isen nesep düşüncesinden geçm en lâzımdır. Şu İranlıdır, bu A raptır demeyeceksin. • O n u n üm m eti de kendi gibi H akk’ın nurudur. Bizim varlığı­ mız o n u n varlığından bir parçadır. • “H ak n u ru için kimse yön yöş, mal m ülk aramaz. Hak h ıl’ati arışa ırgaca m uhtaç değildir.” • İklime, dedeye bağlı olan insanın, “Lem yelid ve lem yûled ”d en haberi yoktur. Ve lem yektin lehû küfüven ehad

• C ihana d ö n ü p bakmayan M üslüman nedir? Bu gönlünü H akk’a bağlayanın yaradılışı nedir? • Dağ başında yetişen bir lâledir ki, bir çiçek toplayanın eteği­ nin kenarını dahi görm em iştir. • O nun ateşi, seherin ilk ışıklarıyla sinesinde bir alev tutuştu­ ru r ki, • Gökyüzü on u kucağından bırakmaz; onu geri kalmış bir yıl­ dız sanır. • O n u evvelâ güneş ışığı öper; çiğ danesi gözündeki uyku tozu­ nu yıkar. • “Lem yekûn” ile kuvvedenen bir bağ lâzım dır ki sen kavim­ ler arasında emsalsiz bir kavim vasfını kazanasın. • Kendisi tek ve şeriksiz olan Tanrı, kulunu da tek ve şeriksiz hale getirir.


M U H A M M E D İKBAL

• H er yüksekliğin fevkinde olan m üm in, başkalarıyla müsavi hale düşmeye taham m ül edemez. . • O arkasına “Sarsılmayınız, m ahzun olmayınız”77 hırkasını giymiş, “Siz onlardan yükseksiniz” tacını başına geçirmiştir. • O ki, âlem in yükünü om zunda taşır. Deniz, kara onun kuca­ ğında beslenip yetişmiştir. • Kulağını daim a gök gürültülerine verir; yıldırım düşerse onu sırtına alır. • Bâtılın karşısında kılıç, hakkın ö nünde kalkandır. O n u n em ­ rettiği hayır, nehyettiği şerdir. • O nun kor halindeki ateşinin u e r kıvrım ında yüz alev vardır. Hayat, kem alini o n u n cevherinden alır. • Bu hay u hûy âlem inin fezasında onun tekbirinden başka bir nağm e m evcut değildir. • O nun affı, adaleti, lû tf u ihsanı büyüktür. O n u n mizacı, ka­ h ır ân ın d a dahi kerim dir. • O n u n sazı dosüuk m eclislerinde gönül okşar. O n u n yakışı sa­ vaşlarda dem iri eritir. • G ülistanlarda bülbüller ağız ağıza verip terennüm eder. Çöl­ lerde ise avcı şahin kesilir. • Gönül bu gök kubbe altında rah at etmez. O n u n su ve çam u­ ru feleğin fevkinde ancak huzura kavuşur. • O nun kuşu, bu eski felek çem berini aşar; yıldıza gaga vurur. • Sen, uçm ak için kanat açmamışsın. T oprak altında sinen bir kurtsun. • Kur’a n ’dan uzaklaştığın için zelil oldun. D ünyanın uygunsuz d ö nüşünden şikâyet edip duruyorsun. • Ey çiğ danesi gibi yere düşen, koltuğunda hayat dolu bir ki­ tap taşıyorsun. • Ne zam ana kadar toprakta yerleşip kalacaksın. Haydi toplan, feleğin üstüne yüksel.

77 "(Uhud gününde isabet eden şeyden) sarsılmayınız ve mahzun olmayınız; eğer inanmış iseniz üstün olan sizsiniz." (Âl-i Imran, 3/139)


Kitabın m üellifinin âlem lere rahm et olan Hazret-i Peygam bere halini arz etm esi

• Ey zuhuru ile hayata gençlik getiren (Hazret-i M uham m ed), senin tecellin hayat rüyasının tabiridir. • Yeryüzü, senin bargâhm a saha olduğu için kıymet kazanmış­ tır. Asuman, senin bargâhının dam ını öpebildiği için ulvîdir. • Altı cihet, senin didarının n u ru ile aydınlanm ıştır. Türk, Ta­ cik, Arap senin kölendir. • Bu kâinatın m ertebesi senin varlığınla yüksektir. Senin fak­ rın, bu kâinatın sermayesidir. • C ihanda hayat m um unu yaktın, köleleri efendilik m ertebesi­ ne yükselttin. • Sensiz bu su ve çam ur âlem inin kalıpları hiçbir şeye malik ol­ m adıklarından dolayı utanç içinde idiler. • Senin nefesin, çam urdan ateş vücuda getirince toprak yığın­ larını Adem halinde hayata kattı. • Zerre, ay ve güneşin yakasına yapıştı. Yani kendi kudretinin ne derecelerde olduğunu idrak etti. • Ben, seni gördüm . B abam dan ve anam dan daha çok sevdim. • Aşk, ben d e bir ateş alevlendirmiştir. Benim canım ı yaktığı için Allah o n a uzun öm ür versin. • Ney gibi benim malım m ülküm feryattır. O feryat benim vi­ ran evimin m eş’alesidir. • Gizli derdi açıp söyleyememek çok güç. Şarabı şişede gizle­ m ek müşkül. • M üslüman, Peygamber sırrından haberdar değil. Bu Kâbe, tekrar p u th an e oldu. • H er M üslüm anın koltuğunun altında bir Menât, bir Lât, bir Uzzâ ve H übel p utu var. • Bizim şeyhimiz, B rehm en’den daha kâfirdir. Zira kafasında bir Sûm enat taşıyor. • A raptan pilisini pırtısını toplayıp göç etmiş. Acemin meyha­ nesinde sızmıştır. • Acemin uzuvları yeis ve nevm idden sakatlanmış. Şarabı göz­ yaşından d ah a soğuk.


M U H A M M E D İKBAL

• Kâfir gibi ölüm den korkuyor. G öğsünde diri bir kalpten eser yok. • O n u n nâşım tabiplere gösterdim . M ustafa’nın huzu runa ge­ tirdim. • O ölm üş idi. O na âb-ı hayattan bahsettim . Kur’an sırlarından bir sır söyledim. • O n a Necid dosdarından bir masal söyledim. Necid bahçesin­ den bir koku getirdim . • Meclisi terennüm m um u ile aydınlattım. İslâm kavmine h a­ yatın rem zini öğrettim . • “Bizi Frenk büyüsü bağlam ış” dedi. O n u n bu mücadelesi Frenk kanunu yüzünden. • Ey Bûsîrî’ye hırkasını, bana da Selm an’ın kopuzunu veren Hazret-i M uham m ed! • Bu yanlış düşünene, kendi elindeki m alın kıymetini idrak edem eyene hakikat zevkini ihsan et. • Eğer benim gönlüm cevhersiz bir ayna ise, sözlerimde K ur’a n ’ın ahkâm ından başka bir şey gizlenmişse, • Ey n u ru ile asırların, dünyaların sabahım aydınlatan, kalpte olan şeyleri sen elbette görürsün. • Düşüncem in şeref ve nam us perdesini parça parça et, bu bahçeyi benim dikenim den kurtar. • Göğsümdeki hayat pılı pırtısını toplayıp denk yap, İslâm mil­ letini benim şerrim den koru. • Benim değersiz ve semeresiz tarlam ı yeşertme, bana nisan yağm urundan bir katre dahi verme. • Ü züm ünün içinde şarabı kurut, benim şarabım a zehir dök. • Beni m ahşer gününde rezil rüsva et, beni ayağını öpm ekten m ahrum et. • Eğer K ur’a n ’daki sır incilerini delmişsem, M üslüm anlara hak söz söylemişsem; • İhsanı ile insan olmayanları insan eden, bu sözlerimin ecri olarak bana duan kâfidir. • Aziz ve Çelil olan Allah’a yalvar, benim aşkım bütün am elle­ rim de tahakkuk etsin.


• Sen m ahzun canlara devlet ihsan edicisin, din ilm inden na­ sip vericisin. • Bana am el hususunda d ah a fazla sebat ihsan et; benim nisan dam lam ı inci haline getir. • Dünyaya geldiğim zamandan beri benim başka bir arzum vardı. • Bu arzu gönül gibi göğsüm de yerleşmişti. Bu arzu, bana ha­ yat sabahım dan d ah a m ahrem di. • B abam dan senin ismini öğrendiğim anda gönlüm de bu arzu ateşi alevlendi. • Felek beni ihtiyarlattıkça, hayat kum arında beni harcadıkça, • Bu arzu, d aha gençleşiyor, bu eski şarap daha ağırlaşıyordu. • Bu arzu, benim tıynetim in içinde bir incidir. Gecem de yalnız bu yıldız parıldar. • Bir zaman lâle yanaklılarla m eşgul oldum ; kıvırcık saçlıların sevdasına düştüm . • Ay yüzlülerle şarap içtim, huzur ve afiyet m um um u eteğim le söndürdüm . • Elde ettiğim m ahsulün etrafında şimşekler raksetti. G önlü­ m ün kervanını eşkıya talan etti. • Lâkin b ü tü n bunlara rağm en canım ın şişesinden bu şarap dökülm edi. Bu halis altını elim den çıkarm adım . • Aklım p u t yapan bir Azer’e benziyordu. Beline zünnar bağla­ dı. Canım ın m ülkünde onun yaptığı putiar hüküm randı. • Senelerce şüphe tuzağına düştüm . Kuru beynim den bu şüp­ heyi bir türlü çıkarıp atam ıyordum . • Karanlığım H ak n uruna, gecem şafak n u ru n a yabancı idi. • “İlm-i yakin”den bir h a rf okum am ış, felsefenin şüphe diya­ rın d a kalmıştım. • B una rağm en bu arzu gönlüm de sadef içinde inci gibi yerleş­ miş duruyordu. • Nihayet bu arzu, gözüm ün kadehinden dam ladı. G önlüm de nağm eler yarattı. • Ey canım da kendisinden başka bir şey mevcut olmayan, eğer em redersen bu em elim i açıklayayım:


• Hayatım da dinî am ellerin ecir ve sevabı olm adığı için bu em el bana yakışmıyor. • O n u açıklamaktan utanıyorum . Lâkin senin şefkatin bana ce­ saret veriyor. • Senin m erham etin b ü tü n dünyaya şamildir: İstiyorum ki Hi­ caz’da öleyim. • Kalbinde haktan başka bir şey bulunm ayan M üslüman n e za­ m ana kadar p u th an ed e zü nnar bağlayıp kalacak? • O n u n öm rü sona erdiği zaman, cesedini bir kilisenin kucağı­ n a defnederlerse yazık olur. • Eğer benim vücudum un zerreleri senin kapından dirilir ve m ahşer hayatına katılırsa, b ugün ne kadar b ed b ah t isem yarın o derece bahtiyar olurum . • Senin bulunduğun şehir ne m übarek bir şehirdir. Senin m ü­ barek vücuduna istirahatgâh olan toprak ne bahtiyar topraktır. • “Orası benim yarim in m eskeni, şahım ın m em leketidir. Aşık indinde vatan sevgisi b u d u r.” • B ahtım ın yıldızını aydınlat da bana duvarının gölgesinde bir m ezar ihsan et. • Ta ki orada gönlüm huzura kavuşsun. Bu perişan cıva zer­ relerine benzeyen varlığın bir derlenip toplansın. • Feleğe diyeyim ki: “Bak benim huzur ve rahatım a; hayatım ın başlangıcını gördün; sonum a bir bak.”



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.